KÜÇÜKMENDERES SUNUŞ YAZISI Ödemiş’te Cumhuriyetin ilk yıllarında, hemen hepsi 1015 yıla sığdırılmış birçok çağdaş atılım ve değişim yaşanmıştır. Elektriğin Ödemiş’e çok erken gelmesi, mükemmel bir su şebekesi, planlı şehircilik, parklar, yazlık-kışlık sinemalar ve sebze hali (kasaphane) bunlardan bir kaçıdır. Ödemiş’in yakın tarihini ve Ödemiş Belediyesinin geçmişteki güçlü hamlelerini inceleme konusu yapan Elektrik Mühendisi Bekir Keskin, fırsat buldukça gazetemize yazılar gönderiyor. Neredeyse birbirini tamamlar nitelikte olan ve Ödemiş’te cumhuriyetin ilk yıllarının unutulmuş bazı ayrıntılarını belgelerle gün yüzüne çıkaran bu incelemelerin yerel tarih bilincine katkısı olacağını düşündük. Ödemiş’in yakın dönem kültür ve ekonomik yaşamından kesitlerin yer aldığı makaleler, havzamızın gittikçe kısıtlı hale gelen su kaynakları ile ilgili bir tespit ile başlıyor, bir dilek ile sona eriyor; Ödemiş’te yaşayanların hayatını kolaylaştıracak doğalgazın Ödemiş’e ulaştırılması... Makaleler ve yazılar değişik konularda, ama hepsi birer yerel öykü olarak hafızalardan yazıya geçiriliyor. Küçükmenderes Gazetesi Ağustos, 2007 2 İÇİNDEKİLER KÜÇÜKMENDERES SUNUŞ YAZISI.......................................... 1 ÖNSÖZ ............................................................................................. 5 Kentlerin Kültürel Belleği .............................................................. 9 Su Kaynaklarının Etkili Yönetimi ............................................... 13 İzmir-Aydın Demiryolu’nun Ödemiş’e bağlanması ve Demiryolunun Önemi .................................................................. 17 Cumhuriyet Öncesi Ödemiş’te Elektriğin İlk İzleri.................. 27 Zahmetli ama Başarılı bir Yatırım Öyküsü:............................... 39 Ödemiş Belediyesi Gazoz Fabrikası (1939 – 1948)................... 61 Ödemiş’te Şükrü Saraçoğlu Anıtı ............................................... 71 Ödemiş’in ‘Türk Hava Kurumu’na bağışladığı 4 uçak.............. 79 Ödemiş’te Yerli – Muhacir Kaynaşması..................................... 83 Havuzlu Parkın Taflanları ........................................................... 89 Belgelerin Tanıklığıyla Cumhuriyet’in Onuncu Yılında Ödemiş Ekonomisi........................................................................ 95 Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti – Anaokulu’ ......................... 115 Haber Değeri Olmayan, Sıradan İnsanlar................................ 131 İğneci Hilmi Bey’in Ödemiş’te ‘Tiyatro ve Musikî Cemiyetleri’ Serüveni........................................................................................ 135 Ödemiş Takviyeli Söke Karması ile Yunanistan Sisam Adası Karması Futbol Maçı – 1953....................................................... 151 Drama’dan Ödemiş’e, 80 Yılda Yorulmayan Bir Soluk: ‘Ahmet Aksay’ ve İlk Resim Sergisi ........................................................... 155 Belediye Elektrik İşletmelerinde 2. Dönem Usta’ları ............. 171 Ödemiş’te Doğalgaz ................................................................... 185 3 4 ÖNSÖZ Ödemiş’in yakın tarihine ilişkin biriktirdiğim belge ve fotoğrafları, bir kişisel kolleksiyondan, kentsel bellek’e taşımanın önemli ve gerekli olduğunu düşünüyordum. Arşivimdeki belgelerin çoğu, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde hızlı dönüşümlerin yaşandığı yıllara ilişkindi. Ödemiş kenti de bu gelişmelerden nasibini almıştı. Kentteki gelişmeleri ve değişimi izlemek gerçekten heyecan vericiydi. Yıllardır topladığım bilgileri ve heyecanımı, birer öykü havasında yöremiz insanlarıyla paylaşmak için bir yerel gazete iyi bir fırsat olabilirdi. Nitekim, Küçükmenderes Gazetesi gönderdiğim tüm yazıları bekletmeden yayınladı. Onlar yayınladıkça, ben de yenilerini yazmayı sürdürdüm. Böylece, gazete yönetimi ile beraber kendi kendimize durumdan vazife çıkararak, Ödemiş’in yakın tarihine daldık. Bana ayrıca, gazetede bir köşe de ayırdılar; ‘Söz Uçar Yazı Kalır’. Bu güne değin Küçükmenderes Gazetesinde, Ödemiş’in yakın dönemi ile ilgili 25’e yakın makale yayınlandı. Yöremizin geçmişine dair bilgi edinmek isteyen bir araştırmacının başvuracağı ortalama bilgi kaynakları gerçekten geniştir, ama dağınıktır. Yakın dönem (Cumhuriyet Dönemi), henüz araştırma ve yazılma aşamasındadır. Bu yüzden; yakın dönem ile ilgili ayrıntılara inilmesi ve ulaşılabilen her yeni belgeyle Ödemiş’in bir başka yönünün ortaya çıkarılmasını önemsiyorum. Ödemiş yazılarını oluştururken; belge, fotoğraf, kitap, dergi ve gazetelere dayanarak, Ödemiş’in yakın tari5 hinden bazı ayrıntıları, bazen diğer kentler için de örnek sayılabilecek olaylar, bazen de kişiler üzerinden aktarmayı amaçladım. Ulaşabildiğim kaynaklar, konuları tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarmak için elbette yeterli olamazdı. Kitapta toplanan incelemelerin bazılarını yazarken, kurum arşivi geleneğimiz olmamasının eksikliğini hissettim. Zaten, belgeler konusunda ulusal arşivler ve kentlerimizin kurumları, pek az yardımcı olabilmekteler. Örneğin Belediyemizde, 1945 yılından öncesine dair Belediye Meclis tutanakları yoktur. Ticaret Odasındaki kayıtlar son yıllara aittir. Ödemiş Kütüphanesinde bir belgeler arşivi yoktur. Ödemiş Müzesi; antik döneme ve etnografik objelere ağırlık vermiştir. Ödemiş’teki THK, ÇEK, Kızılay, Halkevleri gibi neredeyse cumhuriyetle yaşıt kurumlar da belge yönünden oldukça yoksuldur. Bu nedenle, doğal olarak, Türkiye tarihine doğru yaklaşımda bulunduğuna inandığım birçok kaynaktan da sık sık yararlandım. Makaleleri yazarken, ‘olsa olsa böyledir’lere yaslanarak değil, belgelere ve sınırlı sayıda da olsa kişilerin tanıklıklarına başvurmak gerekti. Belgesel kanıtların eksikliğini giderebilmek için, o dönemi hatırlayabilecek insanlara gittim. Bildiklerini esirgemeden, uzun uzun anlattılar. Yıllardır korudukları aile fotoğraflarını ortaya çıkardılar. Hepsine teşekkür ediyorum. Bazı makalelerde, gereksiz ya da fazla görülebilecek bilgi ve belgelere de yer verilmiş olması, o tür belge ve bilgilerin zor erişilebilme olasılığına karşı, diğer araştırmacılara o konuda birşeyler bırakma dürtüsünün ağır basmasındandır. Ayrıca, bu bilgilerin en azından bir kısmının, benim de yeni ulaştığım ve başkalarıyla da paylaşmak istediğim konular olduğunu belirtmeliyim. Öte yandan, bugüne dek yayınlanmış bilgileri tekrarlamaktan mümkün olduğunca kaçındım. 6 Ödemiş yakın tarihine ilişkin yazılması gereken bir çok konu var; supermarketler öncesi, hemen hemen Türkiyenin ilk memur tüketim malları kooperatifi olan ve yıllar boyunca özverili bir hizmet anlayışı ile çalışan ÖMİK (Ödemiş Memurları İstihklak Kooperatifi), Ödemişspor öncesi futbol kulüpleri, yazlık-kışlık sinemalar, Gölcük’e teleferik kurulması girişimi, Ödemiş Tekstil Fabrikası’nın hazin öyküsü gibi. Bu konular da yazılmalı, kentsel belleğimize katılmalı bence. Küçükmenderes Gazetesi, yayınlanan makalelerin topluca daha kolay izlenebilmesi ve daha geniş bir kitleye ulaşması için yayınlanmış olan yazılardan bir seçki yapma önerisi getirdi ve bu kitabı oluşturduk. Yazıları ve incelemeleri derlerken, tekrarlardan kaçınmak için, birçok makale, kitap bütünlüğü içinde anlam kazanabilecek biçimde yeniden gözden geçirildi, daha önce yayınlanmamış fotoğraflarla zenginleştirildi. Bu kitabın yayınlanmasını sağlayan Küçükmenderes Gazetesi’ne, tüm yazıları elden geçirip, neredeyse yeniden yazan İlhami Gülcan’a, kitabın yayına hazırlanma çabalarını üslenen Vedat Serim’e teşekkürler ederim. Sonuçta, bir tarihçi veya edebiyatçı değilim. Yakın tarih ile ilgilenmeye, teknik ağırlıklı eğitim almış biri olarak kalkıştığımın ben de farkındayım. Bu yüzden, eksiklerim ve yanlışlarıma hoşgörüyle yaklaşmış olmanızı diliyorum. Bekir Keskin Ekim 2007 Ödemiş 7 8 İLK SÖZ yerine: Kentlerin Kültürel Belleği Toplumların yok olmaktan / kaybolmaktan kurtarabildiği ve koruyabildiği kadar belge ve dökümanlar kültürel bilinç olarak geleceğe aktarılıyor. Toplumsal anılarımızı geleceğe taşımanın en etkili yolu; yazılı, kayıtlı belgelerin olması ve bunların biraraya getirilerek, birbirleriyle ilişkilendirilmesidir. Ortaya çıkarılmadığı sürece kültürel belleğimiz silikleşiyor, kültürel değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Sözlü kültür geleneğinden gelen bir toplum olmamızdan olsa gerek, birçok belgenin birer kültürel birikim aracı olduğu gerçeği göz ardı ediliyor. Ödemiş Hükümet Meydanı, 1970’ler 9 Hem değerlerimizi ortaya çıkarmak istiyoruz, hem de yazmak-çizmek ve belgeleri saklamak konularında tembellik yapıyoruz. Bu tembellik bizi giderek toplumsal belleği zayıf bir toplum haline getiriyor. Nelerin kültürel birikim olduğu ve nelerin korunması gerektiği, aşağı yukarı bilinmektedir. Biliniyor da, Ödemiş’ten toplanan bağışlarla alınan dört uçağı hatırlayan var mı? Osmanlı döneminde yöremizde yaşayan değişik kültürlerin farklı renkleri nasıldı ve neler yaşanmıştı? Tire, bir darphane kurulacak kadar önemli bir Osmanlı kenti değil miydi? Onassis’in babası İzmir’e, Bayındır’ın bir köyünden göç etmemiş miydi? Küçükmenderes havzasında yok olan madenler, tütüncülük veya kendir tarımı konularında elimizde neler var? Yöremiz sanatçılarının ve sporcularının hangilerini tanıyoruz? Yöremizin geçmişine dair, zeybek öykülerinde ya da benzerlerinde anlatılanlardan öte neleri önemsiyoruz? Yıllar geçtikçe eski belgelere / bilgilere ulaşmak çok daha güçleşiyor. Yörede yayınlanmış dergilerden iki örnek; Tire Halkevi Dergisi ‘Küçük Menderes’ İkinciteşrin, 1940, Yıl:1, Sayı:4 ve ‘Yeni Ödemiş Mecbuası’, 15 Teşrinisani 1932, Sayı:2 Gerekli mi eskileri eşelemek? 10 Evet, yaşadığımız çevreyi tanımak, benimsemek ve önemsemek için gerekli. Bir merakı gidermek, bilgilenmek, hatta bir araştırma dalını beslemek için gerekli. Her bilgi, en azından onu kullanan, ondan yararlanan açısından gereklidir. Kültürel süreklilik kaygısı güdenler, kaybolan değerler ortamında yaşamak istemeyenler, bilgiyi paylaşmak ve karşılıklı kültürel etkileşim sürecine katkıda bulunmak zorunda görmelidir kendilerini. Her kültürel sistem, belli süreçler içinde kendine uygun insanı yetiştirir, o doğrultuda eğitir. Bölgenin tarihsel ve kültürel ortamından beslenen insan ise, sistemin kendisine kazandırdığı kültürü geliştirip büyütebilen insandır. Kendi öz değerlerinin farkında olmayan, tarihini ve kültürünü unutan insan istemiyorsak, unutturmamak için çaba göstermeliyiz. Bu çaba, içinden geçtiğimiz çok kanallı küresel bilgi bombardımanı çağında daha da önem kazanıyor. 1940’lı yıllarda Ödemiş Hükümet Binası önü Küçükmenderes Gazetesi’nin yıllardır böyle bir işlev görmekte olduğunu bilmem düşündünüz mü? Küçükmenderes Gazetesi, sınırlı olanaklarla ve özverili çabalarla, 11 yitip gidecek bilgileri kayda geçirmekte aracılık yapıyor. Kültür sayfalarına yer veren yerel basına katkıda bulunmak, bir tür yurttaşlık görevi olarak görülmelidir. Küçükmenderes’in ‘Harman Kültür Sanat’ sayfalarını, bir iki sayfalık ek’ten “Küçükmenderes Kültür Sanat Dergisi”ne dönüştürmeye yetecek öykü ve malzeme arasında yaşıyoruz. Bunların yazılması gerek. Eli kalem tutanların yazması gerek... Çünkü, ‘söz uçar, yazı kalır’, ya da ‘söz, buz üstüne yazılmış yazıdır’ değil mi? (12 Nisan 2005) 12 Su Kaynaklarının Etkili Yönetimi Giderek azalan su kaynakları, sulu tarımın çok yoğun olduğu bölgemizde, öncelikli sorunların başında geliyor. Ciddi bir ekolojik dengesizlikle ve bunun yol açacağı olumsuzluklarla karşı karşıya kalmak üzereyiz. En eski çağlardan bu yana, Küçükmenderes'le birlikte oluşan taşkın ovaları, en değerli yerleşim ve tarım alanlarını oluşturdu. Geçmiş büyük uygarlıkları besleyen Küçükmenderes havzasında yaşayanlar, su açısından güvenli ve şanslı bir ortam buldukları için kentlerini buralarda kurdular. Yakın tarihlere kadar, Küçükmenderes ve yan kollarındaki derelerin balık tutulacak kadar bol sulu olduğu yerel belleklerdedir. 20-30 yıl önce, nehrin kıyılarındaki sazlıklarda balık tutuluyor, piknik yapılıyor, hayvanlar ve tarlalar ırmak suyu ile sulanıyordu. Geçen zaman içinde bölgemizde, ekilebilir tarım topraklarının sınırına yaklaşıldı. Tarımdaki kazanç sadece ekili alanların genişliğine bağlı değildir. Zaten; tarımdaki gelişimi birim alandan sağlanacak verim artışı ile tanımlamak zorundayız. Elbette, verim artışı yanında, tarımsal ürünlerin fiyatları ve bunların tarım kesiminde gelir artışına dönüşmesi de önemli. Ayrıca, ürün fiyatlarındaki dengesizlik, ülke ekonomisindeki birçok değişime de bağlıdır. Ama biz, ekonomik incelemeyi ayrı tutarak, konunun bir başka yönüne bakalım. Yüzey suları seviyesindeki düşme, çiftçimizi yeni bir sorun ile karşı karşıya bırakmakta. Su kaynaklarının kullanımındaki yanlışlıklar ve ihmâl, zaten kıt olan su 13 kaynaklarını iyice yetersiz kılmaktadır. Küçülen tarlaların su ihtiyacını ortak su kullanım tesisleri ve damlama-su ile karşılamak yerine, yeni sondajlar yapmak ve daha derin kuyular açmak yanlış su kullanımına bir başka örnektir. Yerküremizdeki suyun %97.5’i denizlerde bulunan tuzlu su ve yalnızca %2.5’i tatlı sudur. Tatlı suların büyük bir bölümü de kutuplarda buzul olarak ve yer altında fosil olarak bulunur. Bize kullanmak üzere kalan tatlı-su miktarı %0.26'dır. Sınırlı olan su kaynakları dünya ölçeğinde ele alınmalı, ekonomik ve sosyal gelişme açısından doğru yere oturtarak değerlendirilmelidir. 20. yüzyıl başında yöremizde bir incir mağazası Yaşamın olmazsa olmaz bir öğesi olmasından dolayı suyun her bir damlası dahi boşa harcanmadan, verimli bir şekilde kullanılmalıdır. Dünya bir su yoksunluğuna doğru yol almaktadır. Şehirlerdeki nüfusun giderek artmasından ve su kaynaklarına daha zor ulaşılabilir olmasından dolayı, atık-suların arıtma tesislerinden geçirildikten sonra tarımda değerlendirilmesi dahi zorunlu çözümlerin arasına girmiştir. 14 Tam kullanım gerçekleştirildiğinde, ülkemizde kişi başına yıllık su potansiyeli yaklaşık olarak 2.500 m3 dolayındadır. Bu miktar Irak’ta 6.500 m3, Suriye'de ise 3.500 m3'tür. Bu basit, bölgesel karşılaştırma dahi, ülkemizin toprak büyüklüğü/nüfus kıyaslaması yapıldığında su kaynakları bakımından zengin olmadığının bir göstergesidir. Mevcut verilerle, ülkemizin kişi başına su tüketimi açısından, dünya ölçeğinde de pek üst sıralarda olmadığı söylenebilir. Endüstriyel ve tarımsal su gereksinimi katlanarak büyümektedir. 2015 yılında su sıkıntısının önemli bir safhaya ulaşacağından sıkça söz edilir olmuştur. 20. yüzyıl başında yöremizde bir tütün mağazası Su talebindeki artış bu hızla devam ederse, havzamızın su kaynakları, 2030’larda iyice yetersiz kalacak ve sorun yalnızca bölgemiz için değil, aynı zamanda küresel olarak da bir kriz anlamına gelecektir. Beydağ barajı, yöremiz için yerinde bir karardır. Devlet bütçesinden sulama yatırımlarına ayrılan pay azımsanmayacak kadar yüksek olmasına karşın, beklenen so15 nuçlara ulaşmak amacıyla yürütülecek çalışmalar yalnızca devlet yatırımlarına dayanmamalıdır. Havzamızda, tarıma ayrılan arazi miktarının sonuna yaklaşıldığından, birim alandan sağlanacak verim ve tarımsal değer içinde suyun önemi ve verimli kullanımı, tekrar tekrar ele alınması gerekli bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Diğer bir deyişle, sulama ile ilgili yatırımlarda ve suyun doğru kullanımında fiziki alt yapı ile birlikte, tarımsal üretim sürecini de doğru seçeneklerle yönlendirmek ve yönetmek zorunluluğu vardır. Su kaynaklarını en yaralı şekilde değerlendirmek üzere havza bazında uzun dönemi kapsayacak bir planlama ve etkin bir su yönetimi gereklidir. Bölgemiz tarımı için yapmamız gerekenler içinde ilk sırada, suyun verimli kullanıldığı bir üretim modeline yönelik koşulları yaratacak işletmecilik konusunda çiftçilerimizin bilgilendirilmesi ve desteklenmesi gelmelidir. (12 Ağustos 1998) 16 İzmir-Aydın Demiryolu’nun Ödemiş’e bağlanması ve Demiryolunun Önemi Ülkemiz toprakları demiryolu ve tren taşımacılığıyla, 17. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi sürecinde başka alanlarda yaşanan 100-150 yıl gecikmeli gelişmelerin tersine, Avrupa’dan yalnızca 15-20 yıl sonra, 1800’lerin ortalarında (1856) tanışmıştır. Sanayi devriminin toplumsal yaşantıyı derinden etkileyen yeniliklerinden 1 biri de demiryolu idi. Osmanlı yöneticilerini demiryolu yapımına teşvik eden iki temel nedenden söz edilir. Bunlar; trenlerle hızlanacak asker ve teçhizat sevkiyatının artmakta olan iç karışıklıkların önlenmesinde sağlayacağı yarar ve tarımsal ürünlerin ihracat limanlarına daha hızlı ulaştırılmasıyla ekonomiye canlılık kazandırılacak olmasıydı. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi bunalımın hafifletilmesine yardımcı olacağı umudu, demiryolu yapımının Avrupa’daki gelişmelerin gecikmeden izlenmesini sağlamıştır. Küçükmenderes ve Büyükmenderes havzalarının maden, incir, üzüm, pamuk, tütün gibi ihraç mallarının üretildiği bir bölge olması, ilk demiryolu hattının Batı Anadolu’da yapılmasını anlaşılır kılmaktadır. Nitekim, demiryollarının tüm Anadolu topraklarında yaygınlaştığı 18891 Makinalaşma, buhar gücünden yararlanma ve elektrik gibi teknolojik yenilikler… 17 1911 arası dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun bütününde tarımsal üretim %63 artarken, demiryollarının geçtiği bölgelerdeki artış %114’ü bulmuştur. Ayrıca, İzmir-Aydın demiryolunun geçtiği bölgelerden toplanan tarımsal vergiler 1856 ile 1909 yılları arasında 13 kat 2 artmıştı. Küçükmenderes havzasından İzmir’e deve kervanı Demiryolu taşımacılığı için Osmanlı Devleti’nin yeterli deneyimi ve donanımı yoktu. Bu yüzden Robert Wilkin adlı İzmir’de yaşayan bir İngiliz tüccar ile dört ortağının demiryolu kurmak üzere hükümete yaptığı ‘imtiyaz’ başvurusu gecikmeden cevaplanmış ve 23 Eylül 1856 tarihinde imzalanan bir sözleşme ile İzmir’den Aydın’a demiryolu döşenmesi ve tren işletmeciliği imtiyazı bu kişilere verilmişti. 3 2 Anadolu ve Bağdat Demiryolları, Murat Özyüksel, Arda Yayınları, İstanbul, 1988, s.11 3 ORC (Oriental Railway Company) olarak adlandırılan demiryolu kumpanyası, Anadolu topraklarındaki ilk demiryolu teşebbüsü olmuştur. Nakit sıkıntısı yaşayan şirket, 1857 yılında el değiştirerek, ‘İzmir’den-Aydın’a Osmanlı Demiryolu’ adını aldı. Eylül 1857 ile Kasım 1858 arasında döşenen 15 km’lik ilk raylardan sonra 1857’de 18 Demiryolu yapımı imtiyazını alan yabancı şirketler, yatırdıkları parayı güvenceye almak için demiryolunun geçtiği bölgelerdeki madenlerden, arazi ve ormanlardan bir bedel ödemeden yararlanma hakkı ile Osmanlı Hükümeti’nden demiryolu yatırımı karşılığında en az %6 kâr garantisi alıyorlardı. Buna karşın, şirket demiryolu boyunca döşeyeceği telgraf hattının birini Osmanlı Devleti’ne tahsis edecek ve 1.200.000 Sterlin tutarındaki sermayesinin yüzde ikisi olan 24 bin Sterlini kefâlet akçesi olarak gösterecek, demiryolu 4 yılda tamamlanamadığı takdirde bu para Osmanlı Hazinesine kalacaktı. 1905 yılındaki sermaye arttırımından sonra çıkarılan, 20 Pound değerinde Aydın-İzmir Demiryolu Hisse Senedi Demiryolları, İngilizlerin bölge ticaretindeki etkinliklerini arttırarak, madencilik, belediye hizmetleri gibi sektörlerde yeni yatırımlara yönelmelerini sağladı. Gerek İzmir-Aydın, gerekse İzmir-Turgutlu demiryolları, Batı Anadolu’da İngiliz nüfusunun hızla yayılmasına yol açtı. Vali Mustafa Paşa döneminde temeli atılan demiryolunun başlangıcında yer alan Alsancak Garı (o dönemdeki ismi ile Punta Garı), 1858 yılında hizmete açıldı. Ancak, resmi olarak ilk tren seferlerinin başlangıcı 24 Kasım 1860 tarihinde Alsancak’tan Torbalı’ya (43km) yapılan seferdir. 19 İzmir-Aydın demiryolunun önemli bir istasyonu olarak Selçuk-Efes Bu durum, o güne kadar Müslüman ülkelerde sömürgesi bulunmayan ve Ortadoğu’daki kaynakların paylaşımında geç kalan Almanları da harekete geçirmiş ve Avrupa’yı Basra Körfezi’ne bağlayan Bağdat Demiryollarının yapımına bu kez Almanlara verilen imtiyazla başlanmıştır. I. Dünya Savaşı öncesi İtilaf ve İttifak devletleri kamplaşmasında Osmanlı toprakları üzerinde her iki grubun etkinlik mücadelesinin payı büyüktür. Aydın İstasyonu, 1900 20 Başlangıçta İzmir’den Aydın’a uzanan tek bir hat olarak planlanan demiryolu, Torbalı’dan doğuya ayrılan bir koldan Küçükmenderes havzasını izleyerek, Bayındır üzerinden Tire’ye kadar yeni bir imtiyaz alınarak uzatılmış ve 1883 yılı Eylül ayında işletmeye açılmıştı. Bu imtiyaza Çatal-Ödemiş hattı dahil edilmemişti. Ödemişliler bir heyet kurarak, doğrudan demiryolunu yapan kumpanyaya başvurdular. Kumpanya, Osmanlı Hükümetinden bu kesim için onay alarak, 10 Nisan 1884’de 10 maddelik ek bir anlaşma imzaladı. Ancak, Osmanlı Hükümeti, önceki anlaşmalardaki gibi olası zararlara karşı teminat vermeyi kabul etmediğinden, bu teminat daha sonra geri alınmak üzere Ödemişliler tarafından üslenildi. 4 Teminat olarak verilen 40.000 Gümüş Mecidiye, Belediye gelirlerinin bir kısmı ile Kaza İdare Heyetince aşar vergisine bir miktar zam yapılarak ve Ödemişliler’den toplanan bağışlarla karşılandı. İzmir-Aydın Demiryolunu Tire’ye bağlayan Çatal ara-istasyonundan Ödemiş’e kadar olan 25km’lik yeni hattın yapımına başladı. Ödemiş-Tire demiryolu hattı 1888 yılı Aralık ayında bitirilerek, çalışmaya başladı. Demiryolu tesis etmek üzere alınan imtiyazlar, demiryolunun geçtiği bölgelerdeki yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin işletme ayrıcalığını da kapsıyordu. Bu yüzden, Küçük Menderes ovası içindeki hat, Tire’den zımpara madeni, Beydağ ve Kaymakçı’dan cıva madeni ile yörenin tarımsal ürünlerinin İzmir Limanına taşınmasını kolaylaştırdı. Demiryolu bölge ekonomisinde de kıpırdanma yaratmış ve özellikle azınlıklara yeni iş imkanları 5 doğmuştu. 4 Koca Doktor, Kaya Bengisu, s:74 Ödemiş-Bayındır civarında bir köyde yaşayan Yunan Armatör Onassis’in (1906-1975) babası, 1908’de eşinin ölümü üzerine İzmir’e göç ederek, demiryolu şirketinin yeni olanaklarıyla ticarete başlamıştır. İzmir’de zenginleşen Onassisler 1922’de Arjantin’e göç ettiler. 5 21 ‘İzmir-Aydın Demiryolu’nda çalışan yük trenlerinin ilk dönemde ortalama hızının 6 saatte 15-16 km olduğu tahmin ediliyor. Deve kervanlarının günde ancak 30 km yol aldığı düşünülürse, demiryolunun mal akımını ne ölçüde hızlandırdığı anlaşılmaktadır. Demiryolunun Aydın’a ulaşmasını izleyen yıllarda demiryolu, bölgede egemen taşıma aracı oldu. Kervan yolları ikinci plana itildi ve demiryolu istasyonları ile üretim ve yerleşme merkezleri arasında ulaşımı sağlamak amacıyla kısa kervan yolları ağı oluştu, geleneksel yolların önemi azaldı. Demiryolunun Ödemiş’e ulaşması 7 ile aynı dönemde Ödemiş kazası yeni karayollarıyla doğuda Kiraz ve Beydağ’a kuzeyde ise Birgi ve Bozdağ’a bağlanarak bölge içi taşıma ağı da tamamlanmış oldu. İzmir-Aydın hattında çalışan 4-4-0 tekerlek tertibinde Sharp Stewart lokomotif Demiryolu işletmeciliğinin ilk yıllarında beklenen kârı elde edemeyen Aydın-İzmir Demiryolu Şirketi’nin kazançlı hale gelmesi, 1905’te yapılan finansal düzenleme sonrası olmuştur. 1 Aralık 1905’te Londra’da çıkarılan his6 İzmir-Aydın demiryolunda 1890’larda 4-4-0 tekerlek tertibinde, sekiz adet Sharp Stewart imalatı çift silindirli, 31 tonluk lokomotif, iki adet Swindon ile altı adet Robert Stevenson lokomotiflerin kullanılmış olduğu bilinmektedir. 7 Başlangıçta istasyon şehrin 1,5 km kadar güney-batısına yapılmış, 1940’ta şehrin içine kadar uzatılan demiryolu ile yeni istasyon oluşturulmuştur. 22 se senetleri ile 1.192.000 İngiliz Lirası (Pound) olarak belirlenen yeni sermaye tutarı her biri 20 Pound değerinde 44.600 normal ve 15.000 imtiyazlı hisse senedi olarak yeniden düzenlendi. 8 Aydın-İzmir Demiryolu Şirketi bu düzenleme sonrası daha düzgün çalışmaya başlamış ve Anadolu’da faaliyet gösteren demiryolu şirketlerinin en kârlılarından biri 9 olarak, 1935 yılında devletleştirilinceye kadar da bu durumunu korumuştur. Günümüzde ‘Eski İstasyon’ olarak bilinen Ödemiş İstasyonunun, 1940’lardaki görünümü Demiryolu şirketinin düzenli Ödemiş seferine başlaması üzerine, Ödemişli yöneticiler, şirkete verdikleri teminat parasını geri almak üzere başvuruda bulunurlar. 1894 ve 1895 yılları, Demiryolu Kumpanyası’na verilen teminatın iadesi için Ticaret ve Nafıa Nezareti ile Aydın 8 Eski Tahviller ve Hisse Senetleri, Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş., Ankara, 1993, s:3 9 Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, Savaş Yayınları, 1982, s:52 23 Valiliği arasında yapılan yazışmalar 10 ile geçer. Aydın Valiliği’nin şirket aleyhine açtığı dava temyize kadar gider. Davanın, Aydın Valiliği, dolayısıyla Ödemiş halkı lehine sonuçlanmış olduğunu teyit eden 1913 yılına ait bir yazı Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde (BCA) bulunmaktadır. Bu belgede, dava vekili Ruhi Bey’in eşi Zeynep Şadiye Hanım, ‘Nafıa Nezareti Celilesi’ne diye başlayan ‘Maruzat’ ile merhum eşine ait 102 liralık avukatlık ücretinin ödenmesini talep etmektedir. 11 Belgelerden, Zeynep Hanım’ın bu parayı demiryolu şirketinden alamadığı anlaşılmaktadır. Ödemiş Belediye Reisi Mustafa Bengisu, 1927 yılında hükümete açtırılan dava ile, Ödemişliler’in ödediği teminat tutarının geri alınmasını sağlamıştır. Ödemiş Belediyesi’nin, su ve elektrik işlerine başlamak üzere finansman aradığı bir dönemde, Aydın-İzmir Demiryolu Şirketine demiryolunun Ödemiş’e kadar uzatılması için teminat olarak verilen 8.000 Osmanlı altını karşılığı olan 40.000 gümüş mecidiye geri alınmış ve bu para önemli ölçüde Belediye’nin kamulaştırma masraflarında ve belediyenin yeni yatırımlarında kullanılmıştır. 12 Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllarda toplam 63,5 milyon sterlin tutarında sermayesi olan 94 yabancı şirketten; 7’si demiryolları, 6’sı madencilik, 23’ü bankacılık ve 12’si sanayi kesimindeydi. Bunlardan yalnızca iki yabancı demiryolu şirketi devletleştirilmiştir. Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı’dan 4.000 km’lik demiryolu ağı devraldı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan demiryollarından Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalan 1.196 km’si çeşitli anlaşmalarla Türkiye Cum10 BCA, Dosya: 094, Fon: 230.0.0, Yer: 9.36.4 no ile kayıtlı dosyada bu konu ile ilgili muhtelif yazışmalar vardır. 11 BCA, 094-230/9.36 no ile kayıtlı 17.5.1913 tarihli mektup, 12 Koca Doktor, Kaya Bengisu, BAB Yayınları, s:74 24 huriyeti’ne geçti. 2.780 km’lik kısmı ise imtiyazlı şirketlerden o zamanki rayiçlerle 336 milyon lira bedelle satın alındı. 13 İzmir-Aydın Demiryolu Şirketi 30 Mayıs 1931 tarih ve 2745 Sayılı Kanunla, 1.825.800 Sterlin 14 karşılığı “... devletin bizzat demiryolunu özendiren politikasının ardından 1 Haziran 1935 tarihinde devletleştirildi. İzmir-Aydın güzergahı içinde kabul edilen Torbalı-Ödemiş hattının satın alınması 1 Temmuz 1935 tarihinde Ödemiş İstasyonunda törenlerle kutlandı.” 15 Türkiye’de 1923-1940 yılları arasında demiryollarının ‘Atılım Çağı’ yaşandı. Bu dönemde toplam demiryolu uzunluğu 8.637 km’ye 16 ulaşmıştır. Cumhuriyet’in 10. yılında ‘demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan’ sloganı, demiryolu yapımının ne kadar önemsendiğinin kanıtıdır. Ülkemizde 1940 ile 1950 arası demiryolları için durgunluk dönemidir. 1950’den günümüze kadar ise sadece 1.871 km’lik yeni yol yapılabilmiştir. Nice sancılı çabalarla yapımına başlanılan demiryolları, 1950’den itibaren uluslararası piyasa mekanizmalarının kurallarına terk edilerek, çarpık bir politika doğrultusunda ihmâl edildi. Hükümet programlarında 1950 yılından sonra yeni demiryolu yapımı gündeme gelmedi ve 1980’lerde otoyol yatırımlarına verilen abartılı önemle birlikte demiryolu taşımacılığı oldukça geri plana itildi. Üyesi olmak için çabaladığımız Avrupa Birliği ülkelerinde, günümüzde, 10.000 kişiye düşen demiryolu 13 Demiryolu Dergisi, Sayı:56-60, Mayıs-Eylül 1956, s:2 Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (19231931), Mete Tunçay s:206 15 Sosyal-Siyasal-Ekonomik-Kültürel Açıdan Ödemiş Kenti (19081950), Günver Güneş, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir, 1997, s:87 16 Türk Ulaşım-Sen. 1999 Yılı Sektör Raporu 14 25 uzunluğu ortalama 5,1 km iken, ülkemizde bu oran ne yazık ki, 1,4 km olarak kalmıştır. Çift hatlı, elektrikli ve otomatik sinyalizasyonlu bir demiryolu hattının yapım maliyeti 6 şeritli bir otoyolun maliyetinin üçte biridir. İşletim aşamasında ise 2.400 beygir gücünde bir lokomotifin çektiği vagonlarla taşınabilen 1.000 tonluk yük, her biri 200 beygir gücünde 50 kamyon ile ancak taşınabilmektedir. Demiryolu, çekilen sıkıntıların ve yapılan yatırımın hakkını veren bir toplu taşıma aracıdır. Demiryolu taşımacılığı, ekonomide yoğun rekabetin yaşandığı günümüz koşullarında, güvenlik ve fiyat açısından karayolu taşımacılığı karşısında ciddi bir alternatif olarak yeniden gündeme alınmayı beklemektedir. Yeni hat yapımına geçmeden, en azından, teknolojik açıdan hemen hemen yarım yüzyıldır hiç yenilenmeyen demiryolu şebekemiz ilkel sayılabilecek donanımdan kurtarılmalı, hız limitlerini 130 km/saate yükseltecek ray ve köprü yenilenmeleri yapılmalıdır. Ödemiş demiryolu hattı da iptal edilmek yerine yenilenmeyi bekleyen hatlar arasında görülmelidir. ( 5 – 14 Şubat 2003) 26 Cumhuriyet Öncesi Ödemiş’te Elektriğin İlk İzleri Ödemiş, modern bir elektrik şebekesine birçok il merkezinden önce, 1932’de kavuşmuştur. Ancak, Ödemiş elektrik ile ilk kez 1932 yılında işletmeye açılan Üzümlü Hidro-elektrik Santralı sayesinde tanışmamıştır. Ödemiş’te yaşayanlar elektriği 1932 yılından çok daha önce bilmekte ve kullanmaktaydılar. Cumhuriyet öncesi Ödemiş’te biri başarısız olmak üzere üç elektrik tesisi girişimi olmuştur. Elektrik, buhar makinesinin keşfiyle başladığı kabul edilen sanayi devrimi gelişmelerinin en önemlilerinden birisidir. Buhar makinesi, sanayinin gelişimi için temel hammadde olan maden üretimine büyük kolaylıklar sağladığı için makineleşmeyi en çabuk madenciler ve maden işleyen sektörler benimsedi. 19. yüzyılda makine kullanımı değişik alanlara yayılırken, elektrik bilimindeki gelişmeler de sürmüş ve elektrik önemli teknolojik atılımlara olanak sağlamıştır. Elektrik enerjisinin sanayi alanında kullanılmasından kısa bir süre sonra, ticari olarak kullanılabilir standartlara ulaşan ampuller sayesinde, elektrik bir aydınlatma aracı olarak da kent sokaklarına ve konutlara girmiştir. 19. yy sonlarında, belli başlı Avrupa kentleri elektrikle aydınlatılmaya başlamıştır. Avrupa ve Amerika’da elektrik enerjisinden yararlanıldığı yılların Osmanlı İmparatorluğu’nda batılılaşma 27 kıpırtılarının başladığı döneme rastlamasına karşın, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki değişim Batıdaki gelişmeleri izleyecek düzeyde olamamıştır. Abdülhamit yönetimi (1876-1909) Avrupa’dan yayılan teknik gelişmelere kuşku ve çekinceyle yaklaşmış, telgraf ve demiryolları gibi askeri amaçların gerektirdiği teknolojik yeniliklerin alınması dışında, halkın yaşantısında değişim yaratacak yeniliklere kayıtsız kalmıştır. Osmanlı dönemi, Phillips ampül reklamı Abdülhamit yönetiminin kuşkucu ve geciktirici tutumundan sonra işbaşına gelen 2. Meşrutiyet yönetiminin (1908-1918), batılılaşma hamleleri sırasındaki iyi niyetli yaklaşımlara ve batılı şirketlerce ısrarla istenen imtiyazların verilmesine rağmen, elektrik, Osmanlı toplumu için önemsenmeyen ve kullanımı özendirilmeyen bir teknoloji olarak kalmıştır. Osmanlı yönetimi Cumhuriyet’e, elektriği ülke nüfusunun sadece %3’ünün tanıdığı bir ülke bırakmıştır. Şehirleri elektriklendirme çalışmaları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralındığı biçimiyle Cumhuriyetin ilk yıllarında da yavaş ilerlemiş, Anadolu kentlerinde elektriğin günlük yaşama girmesi ancak 1930’lu yıllarda belediyelerce ele alınan bir konu olmuştur. Nitekim, Ödemiş modern bir elektrik şebekesine Ödemiş Belediyesi’nin 1926’da başlattığı çabalarla, 1932 yılında kavuşmuştur. Ödemiş Belediyesi’nin elektrik işlerine, henüz ülke gündeminde yer almamışken, çok daha erken kalkışmasında, Ödemiş’te elektriğin Cumhuriyet öncesinden beri biliniyor ve sınırlı 28 bir bölgede de olsa kullanılıyor olmasının büyük bir etkisi olmuştur. Küçükmenderes havzasında ilk elektrik kullanımı, sınırlı tarihsel kaynaklarda ve çok az sayıdaki belgenin satır aralarından çıkarabildiğimiz kadarıyla, maden ocaklarında başlamıştır. Beydağ yöresindeki araziler içinde Emirli’de antimon, Halıköyü’nde cıva olmak üzere işletme hakkı yabancılarda olan iki zengin maden sahası bulunuyordu. Batı Anadolu topraklarında antimon yatakları olduğunu ilk fark eden J. W. Wilkinson adlı bir İngiliz tüccar olmuştu. 19. yüzyılın ortalarında Beydağ-Çinlikaya madenlerini işletmek üzere 9.200 dönüm alanı kapsayan maden çıkarma imtiyazı almayı başaran Wilkinson, sermaye yokluğu nedeniyle madeni işletememiş ve ertesi yıl madendeki haklarını bir İngiliz-İsviçre şirketi olan ‘Sturzenegger and Ress’ ortaklığına satmıştı. Sturzenegger and Ress, Wilkinson’dan aldığı hakların yarısını Londra Ticaret Sicili’ne kayıtlı olan İzmir Antimuan Şirketi’ne 17 (Smyrna Antimony Company) devretti. İzmir Antimuan Şirketi, 1913 yılında İngiliz-İsviçre şirketinin kalan hisselerini de satın aldı, madene buhar makineleri ve vinçler getirterek cevher üretimini arttırdı. Şirket, 1915’te buhar makinelerine 65 kW gücünde büyük volanlı, Ruston marka bir alternatör (dinamo) ekleyerek, madendeki makinelerin bazılarını elektrikle çalıştırmış, hatta maden galerilerini elektrikle aydınlatmıştı. Bu jeneratörün, daha sonra ne olduğu ve Yunan işgali sırasında bu İngiliz şirketiyle 17 Cumhuriyet Döneminde de İzmir Antimuan Şirketi idaresinde Thomas Boven Rees tarafından işletilen maden, 1925-1930 yıllarında İngiliz Cucsun Şirketinin denetiminde %20 verimi geçememiştir. (Günver Güneş, s.210) 1931 yılında fesh edilen şirketin bütün mal varlığı İngiliz Ticaret Dairesine 137285 numara ile kaydolunan “Odemish Mining Co. Ltd.” Şirketine devredilmiştir (Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, s:191). 29 Yunanlılar arasında ne gibi ilişkiler olduğu tam olarak bilinmemesine karşın, bir varsayım olarak, Ödemiş’e getirtilmiş olabileceği düşünülebilir. Aynı yıllarda Ödemiş yöresinde elektrik kullanımına yönelik bir başka girişim, Davityanlar’ın fabrikası ile ilgilidir. İzmir’deki iş çevreleriyle ve Levanten ailelerle de yakın ilişkileri olan Davityan Ailesi’nin bireyleri, teknik gelişmeleri yakından izleyen insanlardı. Baba Davityan büyük bir zeytinyağı tüccarıydı. Ailenin büyük oğlu Harun, Tire Belediye Meclisi’nde de görev yapmış, Küçükmenderes havzasındaki köylüler arasında itibarı yüksek bir tüccardı. Ailenin küçük oğlu Seroppe ise İstanbul Hukuk Mektebi’nden sonra Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde eğitimini sürdürmüş, Almanya ve Avusturya’ya da giderek bilgi ve görgüsünü artırmıştı. Seroppe Davityan 1880’de İzmir’e döndüğünde İzmir’in en iyi avukatlardan biri olmasının yanı sıra, Avrupa’daki teknik gelişmeleri de yakından bilen bir kişiydi. Davityan ailesinin, 20. yüzyılın başlarında Ödemiş’in 2 km. kadar kuzeyinde Zeytinlik Köyü’ne yakın, ‘Çanlı Bahçe’ olarak anılan yerde bir deri işleme fabrikası, bir de zeytinyağı fabrikası vardı. 1907 yılında Çakırcalı Mehmet Efe tarafından yakılan bu fabrikaları 1912’de yenilemek istediler. Şehir elektrik şebekelerinin ve elektrikle işleyen aletlerin yaygınlaştığı bir dönemde Avrupa’da bulunan Mösyö Seroppe fabrikada yeni bir teknoloji olarak elektrik kullanmak istedi. Elektrik üretimi için akla ilk gelen, buharla çalışan bir jeneratör kurmak idi. Ancak, buhar makinesinin kazanını ısıtmak için bol miktarda odun veya kömür gerekmekteydi. Ödemiş yakınlarda kömür madenleri yoktu, taşıma odun ve kömür ile buhar makinesinin kazanındaki suyu kaynatmak güçtü. Deniz seviyesinden 950 metre yükseklikte bulunan Gölcük’ün, Gediz yönüne akan ayağı kapatılarak, Ödemiş tarafına akıtılacak göl suyunun önüne bir 30 türbin koyarak elektrik elde etmenin ucuz bir enerji kaynağı olacağı düşünüldü. Üstelik, üretilen elektrik, fabrikadaki motorların yanı sıra, Ödemiş Şehrinin bir kısım ihtiyacının karşılanmasını da sağlayabilir ve fabrikadan elde edilen kazancın, elektrik satışından elde edilecek gelirle birleşmesi durumunda elektrik üretimi kârlı olabilirdi. Davityanlar 1912’de, Gölcük Gölü’nden akıtılacak suyla çalışan bir türbin kurmak için harekete geçtiler. Mösyö Seroppe, Gölcük Gölü’nden elektrik üretmek üzere İzmir’den iki su mühendisi getirtti. 18 Gölde sondajlar yapılarak, gölün su kapasitesi incelendi, arazinin durumuna bakıldı, ancak Gölcük’ün su rezervi böyle bir santral için yeterli bulunmayarak projeden vazgeçildi. Osmanlıca, Gölcük-Aydın yazılı kart Ödemişliler arasında, Gölcük’ün suyundan yararlanarak elektrik elde edilmesi düşüncesi o boyuta ulaşmıştır ki, Cumhuriyet sonrasında da elektrik üretimi denilince akla ilk gelen çözüm, Gölcük’ten Zeytinlik Köyü’ne akıtıla18 Bize Derler Çakırca, Halil Dural, s.94 31 cak su ile çalıştırılacak bir hidro-elektrik santral olmuştur. Hiç bir zaman gerçekleşmemiş olmasına karşın, Gölcük Gölü’nden elektrik üretme projesinin 1927 ve 1953 yıllarında iki kez daha gündeme gelmiş olmasına bakılırsa, Gölcük, yörede suyla elektrik üretimi için doğal bir baraj gölü olarak görülmüştür. 1930’lu yılarda Gölcük Hem Beydağ madenlerinde, hem de Davityanlar’ın fabrikalarında elektrik kullanımı çabaları, sınai kullanıma yöneliktir ve şehir aydınlatması amaçlı değildir. Ödemiş akşamlarında sokakların ilk kez elektrikle aydınlatılması, Yunan İşgali sırasında olmuştur. Ulaşılabilen sınırlı bilgilere ve özellikle işgal kuvvetlerinin İzmir’deki uygulamalarına bakarak 19 , Yunan işgali sırasında (1919-1922) Ödemiş’te elektrikle yapılan ay19 İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Bilge Umar, Bilgi Yayınları, Haziran 1974. Bu kitapta, Yunanlıların sanki işgal kuvvetleri olarak değil de yerleşmek üzere gelmiş oldukları düşüncesinden hareketle, ilk dönemde kentsel düzenlemelere önem verdikleri anlatılır. 32 dınlatmadan ve dolayısıyla elektriğin varlığından söz edebiliyoruz. İşgal sırasında Ödemiş Yunan karargâhı, 1914 yılında eğitime başlayan Zirai İdadi Mektebi binasında (Eski Ödemiş Lisesi) konuşlanmıştı. Kuvayi Milliye direnişi arttıkça, iki alay büyüklüğüne ulaşan Yunan taburları ise, Osmanlılar’ın Müzaharat Taburu olarak kullandığı Türk Kışlası’na (Atatürk İlköğretim Okulu) yerleştirilmişti. 20 Bu yıllarda Ödemiş sokakları, bir bekçinin hava kararınca yaktığı, sabah namazında söndürdüğü az sayıda yağlı fenerle aydınlatılıyordu. 21 Konutlarda ise mum ve çırağman denilen aydınlatma araçları kullanılıyordu. Ödemiş akşamları, seyrek fenerlerle yeteri kadar aydınlatılamadığı için, Yunan komutan Fifi, evlerin önünde fener yakılmasını emretmişti. İlkkurşun’da başlayıp gelişen Kuvayi Milliye direnişine aktif olarak katılan bir yöre olarak, 3-4 bin kadarı Rum ve Ermenilerden oluşan 18-20 bin nüfuslu bu karanlık kasaba, Yunan askerleri için tehlikelerle doluydu. Ödemiş’teki Yunanlı yetkililer, bir jeneratör getirterek, karargâhı ve çevresindeki sınırlı bir bölgenin aydınlatılmasını sağladılar. Herhangi bir ciddi kanıta ve belgeye dayanmasa da, bu jeneratörün Beydağ madenlerinden getirtilmiş olabileceği bir iddia olarak ortadadır. 1925 tarihli şehir haritasında bu motorun yeri, Kubbeli Caminin biraz kuzeyinde işaretlidir. Motor karargâha yakın bir ‘mağaza’ya yerleştirilmiş, yollara ağaç direkler dikilmiş, karargâh aydınlatılmasının yanı sıra, kuzeydeki askeri kışlaya da elektrik verilmişti. Jeneratörden çıkan diğer bir kol ise güneye, Meyhane Boğazı’na kadar, kiliseye (İyi Sinema) ve kilise20 Müzaharat taburları, Osmanlıların son döneminde, tımarlı sisteme benzer bir düzenlemedir. Silahlarını kendileri bulan ordu mensupları olarak tanımlanabilir. Burası Cumhuriyetten sonra Topçu Birliği oldu. (Behiç Galip Yavuz’dan derlenmiştir.) 21 1892’de Ödemiş’te sokaklarda yakılmakta olan fener sayısı yaklaşık 165 idi (Ödemiş Kentinin Tarihçesi, Behiç Galip Yavuz, s.18). 33 nin arkasındaki Rum Mektebi’ne (İstiklal İlköğretim Okulu) kadar uzatılmıştı. Bu derme-çatma şebeke ile eşraftan belli başlı kimseler de evlerini birkaç ampulle aydınlatmışlardı. Bu Ödemiş’in ilk elektrik şebekesidir. Yunanlıların jeneratörü çalıştırmaya başlamalarından bir süre sonra döneme uygun sessiz filmler oynatılan bir sinema da kuruldu. Mağazadaki elektrik jeneratörünü ve sinema makinesini Perikles adlı bir yerli Rum’un 22 işlettiği bilinmektedir. Hatta, Ahmet Efe ile Köselerli Ömer Efe Çavuş sinemada film seyrederken Yunan askerlerince tutuklanıp 23 Atina’ya sürgüne gönderilmişlerdir. Sinemadaki film makinesinin elektrikle işletilmesi zorunluluğu, Ödemiş’te 1920 yılında elektriğin varlığına bir başka kanıttır. 1917 yılına ait bir evin elektrik planı 22 Perikles, Rumlar giderken Ödemiş’i terk etmemiş, ama bir yanlışlık sonucu öldürülmüştür. 1927 doğumlu Osman Karhan, Perikles’i ve Perikles’in öldürülüşünü ustasından dinlediğini söylemiştir. 23 Ödemiş’in Tarihi, Behiç Galip Yavuz, 1998 Baskısı, s.115. Behiç Galip Yavuz, sinemanın yeri olarak da jeneratörün bulunduğu mağazaya yakın, karargâh binasının yakınlarında bir binadan söz etmektedir. Nitekim, 1925 tarihli Ödemiş kent haritasında santralın bulunduğu yer ile Behiç Galip Yavuz’un belirttiği yer çakışmaktadır. 34 1929 yılında buharlı elektrik jeneratörü önünde, Şeref Işıktaş ve Nuri Gemici Bu elektrik motoru, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra çarşıda daha merkezi bir yere, Gazi Caddesi’nde Türkocağı olarak kullanılmaya başlanan Ermeni Mektebi’nin karşısında bir mağazaya taşındı. Ödemiş’lilerin Yunanlılar şehri terk ettikten sonra önlerinde buldukları elektrik şebekesi günümüz ölçülerine göre çok dermeçatma bir sistem olarak düşünülmelidir. Cumhuriyetin ilk belediyesi, bu motoru çalıştırarak elektrik satışı yapmış ve Meyhane Boğazı bir ana cadde olarak üç beş lamba ile aydınlatılmıştır. Azınlıkların Ödemiş’ten ayrılmasından sonra elektrik motorunun yakınındaki kilise de sinemaya 24 çevril24 Ayrıca, Yunanlılar Ödemiş’i terk ettikten bir süre sonra Cumhuriyet yönetiminin kurduğu Türkocağı’nda bir sinema makinesi bulunduğu bilinmektedir. 35 miştir. ‘İyi Sinema’ antetli kağıtlarda 25 bu sinemanın kuruluş tarihinin 1923 olarak gösterilmesi, 1923 yılında Ödemiş’te elektrik kullanıldığına işaret eder. Belediye Başkanı Ragıp Mısırlıoğlu’nun yaptığı önemli işlerden birisinin elektrik motorunun eski Yunan karargâhından alınarak çarşının içinde bir mağazaya taşınması olduğu anlaşılmaktadır. 1925 yılına ait Ödemiş haritasında elektrik motorunun yeri belirtilmektedir. 25 Bakınız; ‘Belediye Elektrik İşletmelerinde 2. Dönem Ustaları ve Mehmet Obut’ Makalesi 36 Bu yıllarda, Ödemiş’te elektrikle ilgili bir diğer girişim de Mustafa Bengisu, Telgrafçı Hasan ve Müezzin Hakkı Bey’in elektrik satışı yapmak üzere kurdukları üç ortaklı ‘Işık’ 26 adlı bir şirkettir. Fikir ya da proje aşamasında kalan bu girişim, hem gerekli sermayeyi bulamamış, hem de hükümetten gerekli izni alamamıştır. Üzümlü Santralı’nın işletmeye açılmasından önce Ödemiş’te elektriğin varlığına ilişkin başka kanıtlar da vardır. Evlerinin arka bahçelerine komşu olan mağazada bulunan elektrik motorunun soğutma sisteminden, kovalarla sıcak su alıp 27 evde banyo yaptıklarını hatırlayanlar 28 veya 1927 yılında Ödemiş’te göz kırpan, kör elektrik lambalarından söz edenler olmuştur. Bu arada, santral inşaatının devam ettiği günlerde, 30 Eylül 1930 tarihli Hizmet Gazetesi’ne Ödemiş’ten gönderilen bir mektuptan 29 da, belediyenin elektrik parası toplamakta olduğunu öğreniyoruz. Yunanlılar’dan kalan elektrik motoru, 1932 yılında tamamlanan Üzümlü Elektrik Santralı’nın devreye girmesinden bir süre sonra, bulunduğu mağazadan kaldırılarak, 26 Ödemiş’in Tarihi, Halil Dural, s.149. Dr. Mustafa Bengisu, bu şirketi kurdukları sırada İl Genel Meclisi üyesidir. 27 O yıllarda henüz Ödemiş su şebekesi yapılmamıştı ve evlere mahalle çeşmelerinden su taşınıyordu. 28 Halide Köymen, Ödemiş’e 1924 yılında 7-8 yaşında iken müdadil olarak Drama’dan gelmiştir. 29 Ödemiş’te Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cem Emrence, Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı.72, Aralık 1999, s.32. Gerçi, gazetede yayınlanan mektup bir şikayet mektubudur. Ancak, satır arasında belediyenin tenvirat (aydınlatma) için para toplamakta olduğundan bahsedilmektedir. Mektupta, belediyenin yaptığı istimlak ve yıkımlarda enkazı Belediye Başkan Vekili Ali Hafız’ın kendi lehine kullandığı, belediye arabalarının bu işlem sırasında bedava çalıştırıldığı, belediye ahırlarındaki gübrelerin belediye muhasebecisinin bahçesine kaldırıldığı ve tenvirat ile tanzifat (temizlik) parası toplayan kurumun, çoğu mahalleye çöpçü bile göndermezken, Adliye Vekili Mahmut Esat Bey’in kazayı ziyaretinde büyük masraflar yapması eleştirilmektedir. 37 yedek olarak kullanılmak üzere Belediye Buz Fabrikası’na taşındı. 1960’lı yıllarda yapılan yol genişletme çalışmaları sırasında Ödemiş’in bu ilk jeneratörünün ankarajlarına rastlandı. 30 2000 yılında ise ‘Ödemiş Su Şebekesi’ yenilenirken yapılan kazılarda mağaza ile mağazanın karşısındaki İyi Sinema ve yan sokağında bulunan Türkocağı’na giden eski model yağlı tip kablo ortaya çıktı. Ne yazık ki, adı geçen bu binaların hiçbiri bugün yoktur. Ödemiş Belediyesi’nin Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak elektrik işlerini biliyor olmasının, 1926 yılında birçok il merkezinden önce modern bir elektrik şebekesi kurmak için hükümete imtiyaz başvurusunda bulunmasında büyük bir etkisi olmuştur. Ödemiş kentinin modern bir elektrik şebekesi ile donatılması ve tüm Ödemiş’te elektrik kullanımının yaygınlaşması, 1932 yılında, birçok il merkezinden önce gerçekleşmiştir. ( 24 Mayıs 2005) 30 Belediye Elektrik Ustası Mehmet Obut’un anlatımı. 38 Zahmetli ama Başarılı bir Yatırım Öyküsü: Ödemiş Elektrik Santralı – 1930 ve Sonrası Belediyeler büyük ölçekli yatırımlara kalkışırken, önlerindeki en büyük engel tartışmasız biçimde; yetersiz bütçe ve sınırlı kaynaklar olmaktadır. Kaynak ve bütçe yetersizliğinin yanı sıra, merkezi hükümetin yasal olarak da belediyelerin elini kolunu bağlaması, birçok yatırımın iyiniyet düzeyinde kalmasına yol açmaktadır. Ödemiş İlçesi’nin 1930 yılında hidroelektrik santrala ve modern elektrik ve içme-suyu şebekelerine kavuşması, yukarıdaki genel tabloda bir istisnadır. Ödemiş böylesi önemli bir yatırımı, konunun önemini kavrayan yerel yöneticilerin akılcı yaklaşımları sayesinde başarmış, kaynak yetersizliği bahane oluşturmamıştır. Cumhuriyet’in ilk on yılında, şehir elektriklendirmesini bir ilçe olarak, Ankara, Samsun, Trabzon, Adana, Konya, Kayseri, Malatya, Antalya, Denizli, Sivas il merkezleriyle aynı dönemde, sadece Ödemiş gerçekleştirebilmiştir. 31 Anadolu kentlerinde elektriğin günlük hayatın parçası haline gelmesi, Cumhuriyet belediyelerince ele alınan bir konu oldu. Hükümetin belediyelerin becerilerine bıraktığı şehir elektrik şebekeleri, belediyelerin mali gücünü aşan boyutlarda yatırımlardı. 31 Türk Devrimi ve Sonrası, Taner Timur, s: 205 39 Belediyelerin finansman, planlama ve hukuksal konularda bilgi ve deneyim yetersizlikleri nedeniyle birçok kentte değişik çözümler 32 denenmiş, çoğunlukla da sancılı örnekler yaşanmıştır. Birçok şehir ise iki yıl boyunca, hükümet tarafından verilen imtiyazın tanıdığı hakları kullanmak üzere, proje dahi oluşturamamışlardı. 1926 yılında Ödemiş’e verilen imtiyaz sözleşmesi kapağı Ülkemizde elektrik ve içme suyu şebekesi kurmayı becerebilen ilk ilçelerden birisi olan Ödemiş’te de ciddi sorunlar yaşanmıştır. Ödemiş Belediyesi, Ziraat Bankası’ndan alınan kredinin geri ödemelerini aksatınca, ‘Elektrik ve Su İşletmesi’ni bankaya devretmek zorunda kalmıştır. 1932’de tamamlanarak halkın kullanımına sunulan elektrik 32 Ordu Belediyesi, 1927 yılında elektrik teşkilatının kurulması için aldığı imtiyazı kullanmak üzere Ordu’lu bir kısım tüccarın da katkısıyla, elektrik şebekesinin müteahhitliğini, Alman ‘Bergman Helyus’ firmasına vermiştir. Belediye son taksidi ödemekte sıkıntı çekince, dönemin belediye başkanı Kalfazade Rıfat Bey, şahsına ait emlâkı teminat olarak gösterdiği için, son taksidi bizzat kendi emlâkını satarak ödemek zorunda kalmıştı. 40 ve su tesisleri, 1934 ile 1944 arasında 10 yıl boyunca T.C. Ziraat Bankası tarafından yönetilmiştir. Mösyö Giraud tarafından çizilen Ödemiş-Üzümlü Santralının Yerleşim Planı (BCA, Bayındırlık Bakanlığı Fonu, 230.01/121.17.02 no) Merkez Bankası’nın henüz kurulmadığı bir dönemde Ziraat Bankası, ülkenin mali politikalarında etkin görev üstlenen, ama asıl fonksiyonu tarımı ve çiftçiyi desteklemek olan bir bankaydı. Ziraat Bankası’nın bir devlet bankası görevini de yürütüyor olması, bir kentin elektrik ve su işletmesini devralırken bir çelişki olarak görülmemiştir. Ödemiş Belediyesi açısından bakıldığında ise, her ne kadar tesislerin kontrolü ellerinden çıkıp Ziraat Bankası’na devredilmiş olsa da, sonuçta kentte yaşayanlar bu çağdaş hizmetlerden yararlandıkları için, konu bu boyutuyla irdelenmemiştir. Ödemiş’in tüm mahallelerini kapsayan bir elektrik ve içme-suyu şebekesi kurma çalışmaları Belediye Başkanı Ragıp Mısırlıoğlu’nun 33 çabalarıyla başlamıştır. 1926 yılın33 Ragıp Mısırlıoğlu, 1923 ile 1927 yılları arasında Belediye Başkanlığı yap-mıştır. Ragıp Bey, kendisinden sonra Belediye Başkanı olan Dr. 41 da alınan ‘imtiyaz müsaadesi’ 34 ne bağlı olarak oluşturulması gereken projeler, araya giren belediye seçimleri nedeniyle hükümete 1928 yılında teslim edilebilmiştir. Verilen proje dosyası içinde bulunan gerekçeli raporun giriş bölümü, ülkenin diğer yörelerine göre gelişmiş bir Batı Anadolu kasabası olmasına rağmen, Ödemiş’in 1928 yılındaki içme suyu durumunu saptaması nedeniyle önemli bir belgedir. Mühendis H. Giraud’a hazırlatılan bu projelerin Bayındırlık Bakanlığı’na ait bir mektu-bun eki olarak günümüze ulaşmış olması büyük bir şanstır. Raporun 35 bazı bölümleri aşağıda sunulmaktadır; “... Ödemiş Şehrinin içilebilir suyunun kaynağı uzunca süredir bir değirmenin giderinden, açık havadan akan şüpheli bir sudan alınmasıyla sınırlı kalmıştır. Şehre su sağlayan ana borunun ağzı şehire gelmeden önce 6 kilometreden uzun bir parkuru bir dere yatağı seli içinden geçmektedir. Bu su şehre çömlekten künkler içinde Mustafa Bengisu’nun karısının amcasıdır. Ragıp Bey’in babası Mısır’dan Ödemiş’e gelip yerleşmiş Süleyman Seyfettin Bey’dir. Bu yüzden ailenin lakabı Mısırlızade’dir 34 BCA, Belge no: 230.01/118.10.01. Ödemiş elektriğe kavuşmak üzere ilk başvuran şehirlerden birisidir. “Ödemiş Şehri ve civarı için elektrik ve su dağıtımı inşa ve işletilmesi” imtiyazı Reis-i Cumhur Gazi M.Kemal ve 12 Bakanın imzasını taşıyan 3255 sayılı kararname ile 25 Şubat 1926 tarihinde Ödemiş Belediyesi’ne verilmiştir. Bu kararnamede “İzmir Vilayetine tabi Ödemiş Kazası civarında vaki Gölcük Gölünden elektrik kuvveti istihsali ile şehrin tenviri için cereyan iysali ve şehre içilebilecek su isalesi imtiyazının, mahallince tanzim ve Nafi’a Meclisince tensib edilmiş olan merbut mukavele ve şartnameler mucibince, altmış sene müddetle Ödemiş Belediyesine itası, Nafıa Vekaletinin 25 Şubat 1926 tarih ve 575/1268 numaralı tezkiresiyle vuku’bulan teklifi üzerine, İcra Vekilleri Hey’etinin 25 Şubat 1926 tarihli ictimaında tasvip ve kabul olunmuştur.” denilmektedir. 35 BCA, Bayındırlık Bakanlığı Fonu, 230.01/121.17.02 no ile kayıtlı belge, Ömer Turan tarafından tercüme edilmiştir. 42 getirilmektedir. Su getirilen bu parkur boyunca künklerde insan ve hayvanların ihtiyaçlarını giderebilecekleri tamamen açık su prizleri bulunmaktadır. ... Kuraklık zamanında suyun şehre yönlendirildiği noktada debisi 4 litredir. Bu suyun üçte biri halk çeşmelerine gelmeden yolda kaybolmaktadır, ki bu da günde kişi başına dağıtılan 8 litre suya denk gelir. Dağıtılan suyun hacmi, evlerde kullanım için tamamen yetersizdir. ... Bugün için 19.000 olan nüfusun ileride 35.000’e yükseleceğini varsayarak, günde kişi başına yaklaşık 50 litre su sağlayabilmek için Ödemiş’e debisi saniyede 20 litre su getirmenin gerekli olacağını hesap ediyoruz.” ‘Ödemiş Elektrik Santralı ve İçme Suyu Yatırımı’nın keşfi ve avam projelerinin hemen tamamının bulunduğu bu dosyada, tesisatın nelerden oluşacağı başlıklar halinde şu şekilde sıralanmaktadır; Yapılacak İşler Lira, kuruş Kaptaj havuzu 1.519,51 Su kemeri sifonu 928,44 Dolum havuzu, filtre ve yerleştirilmesi 4.325,82 Cebri boru( 360 mm çapında 2x2.640 mt) 67.286,69 Hidro-elektrik santralı (110 ve 285 kW iki türbin) 28.756,82 Santral toplama borusu 30.061,45 600m3’lük reservuar-depo 19.813,88 Şehir su dağıtım şebekesi 98.637,68 10kV Elektrik iletim hattı (10,5 km) 22.260,00 Şehir elektrik dağıtım ağı (şebekesi) 39.018,00 Toplam Keşif Bedeli………. 326.890 lira, 29 kuruş Ödemiş Belediyesi bu işlere kalkışırken, belediye gelirlerinin bir kısmı ile bazı arazi ve emlâkını teminat olarak göstermeyi tasarlamıştı. Elektrik ve su şebekelerini 43 kurmak üzere anlaşma yapılan yabancı şirketler, bu ölçekte bir yatırım için belediyenin kendi kaynak-larından verdiği ödeme garantisini yeterli bulmadılar. Yazışmalardan, bir bankanın vereceği garanti mektubu istedikleri anlaşılmaktadır. Ülkede sanayileşmeyi ve özel sektör yatırımlarını teşvik etmek üzere 1927’de çıkarılan Teşvik-i Sanayii Kanunu’na karşın ortada belediye yatırımlarını destekleyen ulusal bir kredi ve bankacılık sistemi oluşmamıştı. Ödemiş’te yapılacaklar için belediyenin gösterdiği teminatlarla kefil olabilecek belli başlı dört banka bulunmaktaydı; 1924’te kurulan ‘İş Bankası’, 1925’te kurulan ‘Sanayi ve Maadin Bankası’, 1927’de kurulan ‘Emlak ve Eytam Bankası’ ve 1888 tarihli bir nizamname (tüzük) ile 10 milyon lira sermayeli olarak bankacılığa başlayan ‘Ziraat Bankası’. Bunların her birinin kuruluş amaçları farklıydı ve sermaye yapıları böyle bir krediye kefil olmaya uygun değildi. ‘Teminat Mektubu’ sorunu, elektrik ve içme-suyu tesislerine başlamak için her türlü hazırlığı tamamlamış olan belediyenin önünde büyük bir engeldi. Ödemiş Belediyesi, elektrik veya su tesisatının herhangi birinden, ya da tüm yatırımdan vazgeçecekti. Projenin bir bütün olarak gerçekleştirilmesi için Ankara’dan hükümet desteği zorunluydu. Hükümet ise her türlü bürokratik yardımı yapmaya hazır olmasına karşın, nakit para veya ödemeler için ‘devlet garantisi’ veremiyordu. Cumhuriyet yönetimi, kalkınma ve yatırım uğruna dış açıkların artmasından çekinmekte, borçlanmaya karşı aşırı duyarlılık göstermekteydi. Hükümetin bu tavrı dünyadaki genel durumla da yakından ilgiliydi. 1929 dünya ekonomik bunalımı Türkiye’yi de içine alarak genişlemeye başlamıştı. Lozan Anlaşması’na göre Osmanlı dış borçlarının ilk taksit ödemeleri 1928 yılında güçlükle yapılabilmişti. Oysa, kalkınma; cumhuriyet kadroları için önemli hedefti. Ama, yatırımların devlet bütçesinde dış açık yaratmadan yerli kaynaklara dayandırılarak 44 gerçekleştirilmesi daha da önemliydi. Hükümet, dış borçların Osmanlı İmparatorluğu’nda yarattığı sonuçların, Cumhuriyet’in amaçlarıyla çelişmesinden çekiniyordu. Ödemiş Belediyesi, 1940’lar Ödemiş’te cumhuriyet kurulduktan sonra ilk belediye başkanlığı 36 görevini yürüten Şükrü Saraçoğlu, o sırada Maliye Bakanıydı. Saraçoğlu, çözüm için Belediye Başkanı Mustafa Bengisu ile birlikte Başbakan İsmet İnönü’ye gitti. 37 Asli görevi olmamasına karşın, Ziraat Bankası Ödemiş’te yapılacak tesislere belediyenin vereceği ipoteklerle ‘Teminat Mektubu’ vermeye ikna edildi. Teminat mektubu sorunu çözüldükten sonra, elektrik işleri için Macar Ganz ve su işleri için ise Fransız Pont a Mousson firmaları ile imzalanan mukavele, Ödemiş 36 Şükrü Saraçoğlu milletvekili olmadan önce 5 Mart 1923 ile 31 Mart 1923 tarihleri arasında Ödemiş Belediye Başkanlığı yapmıştır. 37 Koca Doktor, Kaya Bengisu, s:88 45 Belediye Meclisi’nin 26 Aralık 1929 tarih ve 603 no’lu kararıyla onaylandı ve 21 Ocak 1930’da temel atma töreni yapılarak işe başlandı. 38 Santral yerine boruların öküz arabalarında insan ile taşınması, 1932 Firmaların malzemeleri Ödemiş istasyonuna getirmeye başlamasıyla belediye yönetimi rahatlamıştı. Gemilerle İzmir Limanına gelen herbiri 180 ve 250 kg ağırlığında 2.000 çelik boru, trenlere yüklenerek Ödemiş’e getiriliyor ve trenden insan gücüyle indiriliyordu. Borular, oldukça güç koşullarda dar toprak yollardan kamyonlarla ve öküz arabalarıyla santral alanına taşınıyordu. İstasyondan Üzümlü Köyü’ne kadar oldukça kötü bir yoldan giden kamyonların her biri sadece 7 boru alabiliyor ve günde en çok iki-üç sefer yapılabiliyordu. Öküz arabaları ise günde ancak iki boru taşıyabiliyor, tek seferi zor tamamlıyordu. Üzümlü Köyü’nde biriken borular, sarp yerlerden, dar pa38 Bu tarihler, Belediye Başkanı Mustafa Bengisu’nun 1932 yılında T.C. Ziraat Bankası’na yazdığı mektuptan alınmıştır. Bu mektup, Bekir Keskin arşivindedir. 46 tikalardan dağın tepesine hayvanlarla ve insan gücüyle taşınıyordu. 39 İşçiler bellerine bağladıkları ipin diğer ucunu yukarıda bir ağaca bağlayarak, boruları dik vadiden aşağı-ya insanüstü bir gayretle indiriyorlardı. Halk arasında uçurumdan yuvarlanan öküzlerin, araba çekerken düşüp yaralanan köylülerin hikayeleri anlatılıyordu. Belediye, bu telaşın yanı sıra, Serbest Fırka muhalefetinin belediyeyi halkın parasını çar-çur etmekle suçlayan haksız propagandasıyla da baş etmek zorunda kalmıştı. Oysa santral inşaatı program dahilinde ilerliyordu. Elektrik ve su tesisatını üstlenen firmaların hızlı ve düzenli çalışmaları sonucunda santral ile elektrik ve su şebekeleri 1932 ilkbaharında tamamlandı. 40 Santraldan Ödemiş’e yeni bir boru hattı ve şehir elektrik şebekesinin uzatılması gibi ek işlerle birlikte yapılan masraf 400 bin lirayı buldu. 1933 yılında Ödemiş’e gelen Mühendis Abdullah Hüsrev’in, 39 ‘Ödemiş’te Su ve Elektrik’, Mühendis Abdullah Hüsrev, İstanbul Matbaacılık Neşriyatı, 1933, s: 18-22 40 1 Nisan 1932 günü Havuzlu Park’ta yapılan töreni 2002 yılında Ödemiş’te hatırlayanlar vardı. 47 Ödemiş’te yapılanlardan etkilenerek hazırladığı kitabın kapağı. Bitirilen tesisler için, şirketlere ödemelerin 250.000 liralık kısmı Belediyenin kendi kaynaklarından, kalanı teminat mektubunu veren Ziraat Bankası’nca yapıldı. Ödemiş Belediyesi, kendi bünyesinde yeni bir birim kurarak, santralın çalıştırılması, bakımı, abone ve idari işler için düzenlemeler yaptı. Tesisler yapılırken çalışan ustalar mümkün olduğunca belediye tarafından işe alınarak deneyimli kadrolar oluşturulmasına özen gösterildi. 41 Belediye, bir yandan elektrik ve içme-suyu için yeni aboneler kazanmaya, bir yandan da elektrik kullanımını yaygınlaştırmak için halka elektriğin tehlikesiz ve ucuz olduğunu kanıtlamaya çabalıyordu. 1933 yılında yerel ‘Yeni Ödemiş’ Gazetesinde Belediye Fen Memuru Hikmet Bey, şunları yazıyordu: “Petrol lambasının kokusu var, döküldüğü yere leke yapar, lamba bozulur alev alır ve bir yangına sebebiyet verir. Kokusu sıhhate muzırdır, ziyası gözleri harab eder. Ve nihayet bir ecnebi malıdır. Gaz kullanmakla paramızı ecnebiye veriyoruz. Halbuki elektrik kokusu yoktur, rahattır, temizdir, sıhhate gözlere zararı yoktur, yangın tehlikesi hiç yoktur. Gazın lambasının ziyası insana uyuşukluk, tembellik verir. Elektrik ziyası bilakis neşe, hayat verir. Petrol lambaları istimal eden aileler, ticarethaneler tasarruf için, istifadeleri için behemehal elektrik almalıdırlar” veya, “… bu izahatı vermekteki maksadım, birçok müşteriler evlerine veya mağazalarına elektrik almak istedikleri 41 Bunlar genellikle muhacir kimselerdir ve yerleşik hayata geçmek için uygun yer arayışı içindedirler. Örneğin; Su Ustabaşısı Osman Suer, Su Santral Başmakinisti Hamdi Subaşı (1904-1988), Elektrik Ustabaşısı Şeref Işıktaş (1902-1956), Hasan Gözoğlu, Hasan Güldü, soyadları yaptıkları işlerle özdeşleşen ustalardandır. 48 halde korkuyorlar. Elektrikten yangın olurmuş diye rabıt ve tesisat bedellerini ödemeye kudretleri olduğu halde sarfı nazar ediyorlar. Halbuki fenni bir şekilde yapılan bir elektrik tesisatı her türlü vesaiti tenviriyeden (aydınlatma araçları) daha emniyetlidir. Bu ciheti bütün dünya, bütün medeni milletler kabul ve tasdik etmiş ve elektriklenmeyi yani elektrikten mümkün olan istifadeyi temin etmeği kabul etmişlerdir.” 42 Bu türden makalelerde, elektrik ışığı ile petrol lambaları kıyaslanıyor, elektriğe olan ilginin artması için kampanya yürütülüyordu. Gaz lambalarıyla aydınlatılan bir evin aydınlatmaya ayırdığı aylık gider 150 kuruş olurken, her gece üç elektrik lambasının beşer saat yanması durumunda bir aylık elektrik bedelinin 93 kuruş olacağı hesaplanarak, “...görülüyor ki müşteri evvelce yaptığı gibi elektrik tenviratında da bir parça dikkatli davranacak olursa vereceği para bir lirayı bile bulmuyor” 43 denilerek, elektrik kullanımı özendirilmeye çalışılıyordu. Berber ve terzi dükkanları için ise aylık 40 kuruş gaz lambası masrafına karşılık, 50 kuruş elektrik masrafı hesaplanmaktaydı. Bu çabaların da katkısıyla 1933 yılı sonunda Ödemiş şehri elektrik tesisatı 420 aboneye ulaştı. Ödemiş Belediyesi, 1 kWh sarfiyat için elektrik tarifesini 44 ‘konut’ aboneleri için 12 kuruş, ‘sanayi aboneleri’ 42 Ödemiş’te Elektrik Tesisatı, Fen Memuru Hikmet, Yeni Ödemiş Mecbuası, 15 Şubat 1933, s:6 43 Yeni Ödemiş Mecbuası, Sayı:7, 15 Nisan 1933, s:8 44 Elektrik tarifesi imtiyaz anlaşmasında öngörüldüğü biçimiyle; Kaymakam, Belediye Başkanı ve Nafıa Vekaletinden bir yetkiliden oluşan komisyon tarafından belirleniyordu. Bu sistem değişik şehirlerde farklı elektrik fiyatı uygulamasını doğurmuştur. Ödemiş’in düşük elektrik tarifesi uygulaması Belediyelerin elektrik tarifelerini kendilerinin 49 için ise 6 kuruş olarak belirledi. Oysa, 1930’ların ortalarında 1 kWh elektrik tarifeleri; İzmir İstanbul Samsun Trabzon Giresun Antalya Konutlar 24 krş 18 krş 25 krş 15 krş 25 krş 15 krş Sanayi 12,5 krş 6-10 krş 15 krş 10 krş 15 krş 10 krş olarak uygulanmaktaydı. 45 Bu tarife bedelleri, Ödemiş Belediyesi’nin yatırım maliyetini, kredi geri ödemelerini ve amortisman giderlerini iyi hesaplayamadığını göstermektedir. Bu uygulama, Ödemiş’te elektriğin daha çabuk benimsemesini sağlamış, ancak düşük elektrik tarifesi belediyeye öngöremediği mali sorunlar yaratmıştır. Ödemiş’e içme suyu getirilmesi töreni, 1932 belirlediği sonraki yıllarda da devam etmiştir. 1960’lı yıllarda 1 kWh elektrik tarifesi, komşu ilçelerden Tire’de 90 krş, Bayındır’da 110 krş iken; Ödemiş’te 40 krş olarak uygulanmıştır. 45 Ödemiş Elektrik Tesisatı, Nedim Bey, Yeni Ödemiş Mecmuası, Sayı: 7, s: 9 50 Şirketlere yapılan ödemeler sırasında, Ziraat Bankası’ndan alınan borcun iki yıl içinde kapatılması kararlaştırılmıştı. Oysa, elektrik ve su abonelerinden tahsil edilecek para ile borcun ödenmesi mümkün görülmüyordu. Ziraat Bankası’ndan alınan kredinin %9’u bulan faizini ödemek, bu arada imar ve kamulaştırma çalışmalarını sürdürmek Belediye için zor oluyordu. Bütçe dengeleri bozulan belediye maaş ödeyemeyecek 46 kadar darlık içine düşmüştü. Elektrik tarifesini yükseltmek de çözüm olmayacaktı. Belediyenin, Ziraat Bankası’nın ödemeler ile ilgili artan baskılarının üstesinden gelmekte zorlandığı bir dönemde, 1888’de demiryolunun Ödemiş’e kadar uzatılması için Aydın-İzmir Demiryolu Şirketine teminat olarak verilen 8.000 Osmanlı altını karşılığı olan 40.000 gümüş mecidiyenin 1933 yılında hükümete açtırılan dava ile geri alınması, Belediyeyi biraz rahatlatmıştı. Gerçi, bu paranın önemli kısmı kamulaştırma giderleri için kullanılmak zorunda kalınsa da, elektrik ve su işlerine yine de bir miktar ayrılabilmişti. 47 Ziraat Bankası yöneticileri ile kredi koşullarını tekrar gözden geçirmenin gerekliliği ortadaydı. Belediye Başkanı Mustafa Bengisu’nun yürüttüğü görüşmeler sırasında Şükrü Saraçoğlu ve Ödemiş Kaymakamı da sürece katıldılar. Vadenin uzatılması ve faizin düşürülmesi konusu tartışıldı. T.C. Ziraat Bankası yönetimi, Ödemiş Belediyesi’nin faiziyle birlikte 190.000 liraya ulaşan borcunu ‘Elektrik ve Su İşletmesi’ yönetiminin Ziraat Bankası’na devredilmesi koşuluyla uzun vadeye yaymayı kabul etti. Banka, belediyeye başka seçenek bırakmıyor, kendi koşullarını dayatıyordu. 46 Koca Doktor, Kaya Bengisu, BAB Yayınları, s: 93 Koca Doktor, Kaya Bengisu, s:74 ve ‘İzmir-Aydın Demiryolu’nun Ödemiş’e Bağlanması ve Demiryolunun Önemi’, Bekir Keskin, Küçükmenderes Gazetesi, 18 Haziran 2002. 47 51 Ödemiş Belediyesi Elektrik-Su İşletmesi çalışanları, Belediye Reisi Dr. Mustafa Bengisu ile birlikte, 1934. Ödemiş Belediye Reisi Dr. Mustafa Bey imzasıyla 1934 yılında Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’ne hitaben yazılan mektup 48 , Ziraat Bankası ile Ödemiş Belediyesi arasında yapılan zoraki anlaşmanın koşulları hakkında geniş bilgi içeriyor: “... Belediye Su ve Elektrik tesisatı hakkında haiz olduğu imtiyazının işletmesini bu mukavelede münderiç borç taksitleri mukavele hükümleri dairesinde ödeninceye kadar işbu mukavelede tasrih edilen hüküm ve şartlar dairesinde mer’i olmak üzere Bankaya devrettiğini teyit eder. ....” “... Su ve Elektrik tesisatının şehir dahil ve haricindeki halen mevcut ve atiyen mevcut bulunabilecek olan bütün mebani tesisat ve şebekesiyle nukut ayniyat, demirbaş kullanılmış veya kullanılmamış malzeme ve iptidai maddelerin ve gerek aboneler ile münakit mukavelelere müstenit, gerek bunlar haricinde olarak haiz olduğu 48 Mektubun orijinali Bekir Keskin arşivindedir. 52 hakların kaffesi ve şehir dahilindeki mazotla işleyen elektrik santralı, binaları ve tesisatı devredilecek işletmeye dahildir. Belediye mevcuatından inşaat haricinde Su ve Elektrik işlerine tahsis edilmiş olan menkul ve gayri menkullar hakkında da bu hüküm geçerlidir.” İşletmenin gelir ve giderleri ile ilgili son söz de bankaya bırakılıyordu: “... Banka devraldığı işbu tesisatı doğrudan doğruya veya kendisine mülhak bir idare halinde işletmekte muhtardır. Her hangi şekilde idare edilirse edilsin bütçesi Bankaca tesbit olunur. ... Tarifeden tenzilat icrasına teşebbüs etmemeği veya kanunen buna hak ve selâhiyeti kullanmamayı Belediye şimdiden kabul ve taahhüt eder”. Banka ile varılan anlaşma Belediye Meclisince de uygun bulundu ve onaylanmak üzere 20 Şubat 1934 tarihli yazı ile Ödemiş Kaymakamlığı’na sunuldu. 49 Ancak, Ödemiş Kaymakamı Haşim Şerif Bey, belediyeye kabul ettirilen şartlarla hazırlanan mukavelenameyi Ödemiş’in aleyhine buldu. Kaymakam Haşim Bey’in çağdaş bir hizmetin yerine getirilmesi için gösterilen iyi niyetin bankacılık ve finans kuralları öne sürülerek belediyeye pahalıya ödetilmekte olduğu, hatta bir dayatma ile karşı karşıya kalındığı tespiti anlamlıdır. Konunun önemi ve Cumhuriyet kadrolarının imtiyazlı işler ve borçlanmaya karşı tavrını yansıtması açısından 21 Şubat 1934 tarihli bu mektubu 50 sayfalarımıza aynen almakta yarar vardır: 49 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun, ‘Bütçenin Tasdiği’ başlıklı 70. Maddesine göre; bir yıldan daha uzun süreli belediye sözleşmelerinin, belediye meclisinde kabul edilmesinden sonra, mahalli mülki idare amiri tarafından da onaylanması gerekmekteydi. 50 Mektubun bir kopyası Bekir Keskin arşivindedir. 53 “Belediye Riyaset Muhteremesine Belediye’nin Su ve Elektrik tesisatından dolayı Ziraat Bankasına borçlandığı paranın 15 sene içinde ödeme şartlarını gösteren Mukavele müsveddesiyle (taslağı) Belediye Meclisince bu hususta ittihaz buyurulan kararı okundu. Öyle zan ve tahmin ediyorum ki bu Mukavele müsveddesi Belediye Hukuk Müşavirinin dikkati nazarından uzak kalmış ve mukavele Banka için tatminkar ve Belediye için de Ziraat Bankasına karşı cemilekâr olarak Banka Hukuk Müşavirliği tarafından yazılmıştır. Meclis-i Belediye bu Mukaveleyi akte selâhiyet vermekle vazife ve vicdan mes’uliyeti karşısında kalacakdır. Bu bağlantıdan Belediye’nin bugünkü vaziyeti daha ümitli ve endişesizdir. Belediye borçtan faizi kabul edecekse, mutlak şekilde %3’ü geçirtmemeli ve esasen tesisatı bütün vecaibi ile devrettiğine ve muhtelif kanunlarla temin edeceği varidatı da karşılık gösterdiğine göre taahhüdatını ifa edemezse şeklini mevzuu bahis ettirilmemelidir. Belediye’nin Yüksek Meclisi işletme ve idame hakkında yalnız muayyen bir masraf kabul etmeli ve kadro tanziminde ve vazifesini iyi yapmamasından dolayı bankaca vazifesinden çıkarılacak memurlara tazminat vermek gibi cömertliklerden sarfı nazar buyurulmalıdır. Gaye borç ödemek olduğuna göre masraf da azaltılmalıdır. Belediye Azasından Mithat Beyefendi’nin 51 ruznamede yazılı beyanatını ve endişelerini yerinde buluyorum ve belediye lehine bir madde olmayan bu Mukavele müsveddesinin tasdikini memleket menfaatına uygun görmediğimden geri yolluyorum. Hürmetler Efendim Haşim Şerif Kaymakam” 51 Mithat Baykal, daha sonra 1935-1942 ve 1946-1949 yıllarında iki dönem belediye başkanlığı yapmıştır. 54 Kaymakam Haşim Bey’in Ziraat Bankası ile yapılan anlaşmaya yerinde ve zamanında karşı çıkışı etkili oldu. Ziraat Bankası ile tekrar masaya oturuldu ve faiz %4’e indirildi. 52 Ancak, Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü ‘Elektrik ve Su İşletmesi’ni kendisinin yönetmesi hususunda taviz vermeye yanaşmadı. Ziraat Bankası, ödemeleri geniş bir zaman dilimine yayarken, borç ödemelerini belirli esaslara bağlamakla kalmamış, elektrik ve su işletmesinin yönetimini üstlendiği halde, devlete karşı imtiyazdan doğan sorumlulukları belediyenin üstünde bırakmıştı. Bu yüzden, 1926 yılında hükümet ile Ödemiş Belediyesi arasında yapılan ‘İmtiyaz Anlaşması’nın ‘İşletmenin Devri’ ile ilgili maddelerine aykırı bir durum oluşmuştu. ‘Belediyenin imtiyaza konu olan elektrik ve içme-suyu işlerini yürütmek üzere bir Anonim Şirket kurması gerekliliği ve işletmenin bir başka kuruluşa ancak Anonim Şirketten hisse satışı yapılarak devredebileceği’ hükmü göz ardı edilmiş veya atlanmıştı. Sonuçta, ‘Ödemiş Belediyesi Elektrik ve Su İşletmesi ve Bağlı Kuruluşlar’ belediyenin borcuna karşılık 1934 yılında tüm varlıklarıyla T.C. Ziraat Bankası’na devredildi. Başlangıçta sadece elektrik, su ve soğuk hava deposu tesislerini işleten banka, belediyenin daha sonraki yıllarda kendi kaynaklarıyla kurduğu Buz Fabrikası ile Gazoz Fabrikası’nı da anlaşma kapsamına alarak ‘Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme Müdürlüğü’ olarak yeni bir kurumsal yapı oluşturdu. İşletmeyi devralan Ziraat Bankası, faaliyetlerinde önceliklerin neler olduğunu yayınladığı bir ‘nizamname’ 52 Bu görüşmeler sırasında, İş Bankası’nın kuruluşunu tamamlayan Celal Bayar İktisat Vekili’dir. Müdafa-ı Hukuk yıllarında işgal kuvvetlerinden saklanırken sığındığı Ödemiş’e vefa borcunu ödemek üzere, Ödemiş Belediyesi ile Ziraat Bankası arasındaki anlaşmanın daha uygun koşullarda bağıtlanmasına yardımı olmuştur. 55 ile belirlemiştir. Hazırlanan ‘muhasebe yönetmeliği’ ise hesapların Ziraat Bankası muhasebe sistemine uygun biçimde yapılmasına yöneliktir. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’nün sonraki yıllarda ‘Ödemiş Su ve Elektrik İşletme İdaresi Teşkilat ve Muamelat İzahnamesi’ 53 başlığıyla yayınladığı 150 maddelik yönetmelik çok ayrıntılı düzenlemeler içermektedir. Yönetmeliğin ‘Başlangıç’ kısmında durum Ziraat Bankası gözüyle; “Ödemiş Belediyesi ile Bankamız arasında aktolunan mukavelenameler mucibince Belediyenin Bankamıza olan borçlarının itfasına kadar işletmesi Bankamıza devredilmiş bulunan Ödemiş Su ve Elektrik tesisatı ile zeyil mukavelelerle bu tesisata sonradan ilave edilmiş olan Buz ve Gazoz Fabrikası gibi müesseselerin borcu bir an evvel kapatarak gerek Bankamıza ve gerek Belediyeye nafi olabilmelerini teminen Bankamızca kurulmuş olan İşletme İdaresinin teşkilat ve muameleleri bu izahname hükümleri dahilinde cereyan eder” biçiminde açıklanmaktadır. Ziraat Bankası gibi kuruluş amacı tarımın desteklenmesi olan bir bankanın, 10 yıl boyunca elektrik ve içmesuyu işleriyle uğraşması, hatta soğuk hava ve gazoz fabrikası işletmesi, cumhuriyet tarihi içinde alışılmadık uygulamalardan birisi olarak kayda geçmiştir. Yapılan anlaşmanın imtiyaz iznine aykırı hükümler içerdiği ve bazı hukuksal yükümlülüklerin göz ardı edilmiş olduğu, işletmenin Ziraat Bankası tarafından yönetildiği süre boyunca Nafıa Vekaleti’nin gündeminde kalmaya devam etti. Nafıa Vekaleti yetkilileri, bir çok yazışma ile 53 1939 yılına ait bu belgenin bir kopyası, Bekir Keskin arşivinde bulunmaktadır. 56 belediyeyi uyararak, devir işleminin 1926 yılında belediyeye verilen imtiyaz iznine uygun yapılmadığını vurgulamak zorunda kalmasına karşın, Ödemiş elektrik-su şebekelerinin 10 yıl boyunca Ziraat Bankası tarafından işletilmesine de devam edilmiştir. 54 ‘T.C. Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme Müdürlüğü’ antetli kağıt, 1939 Ödemiş elektrik şebekesi, Ziraat Bankası döneminde genişletilmemiş, sisteme yeni bir jeneratör eklenmemiş, fakat abone sayısı sürekli artmıştır. Ziraat Bankası, yeni ve iyileştirici yatırımlara yanaşmamış, yalnızca alacaklarının bir an önce tahsiliyle ilgilenmiştir. İşletme, 1944 yılında Ziraat Bankası’ndan tekrar belediyeye geçerken hazırlanan devir kayıtlarında 55 bu durum açıkça görülmektedir. Şebekenin demirbaş kayıtları neredeyse 1934 yılı ile aynıdır. Ödemiş Su ve Elektrik İdaresi’nin, 15 yıllık anlaşma süresi dolmadan T.C. Ziraat Bankası tarafından tekrar Ödemiş Belediyesine devri Şükrü Saraçoğlu’nun başbakan olduğu 31 Mayıs 1944 tarihinde gerçekleşmiştir. Ödemiş Elektrik ve Su İşletmesi’nin kârı, 10 yıl boyunca bankanın alacağına karşılık, Ziraat Bankası tarafından mahsup edil54 ‘Elektrik İşleri Etüd İdaresi’ tarafından yayınlanan 1940 yılına ait ‘Türkiyenin Energi Ekonomisi ve Elektriklendirilmesi’ broşüründe Ödemiş Santralının sahibi olarak T.C. Ziraat Bankası gösterilmektedir. 55 Devir kayıtlarının bir kopyası, Bekir Keskin arşivindedir. 57 miş, ama borcun bitmesine yetmemiştir. Belediye, işletmeyi geri alırken kalan borcu karşılayabilmek için bir çok emlâk satmak zorunda kalmıştır. 1948 yılında imar düzenlemeleriyle ilgili harcamaların tartışıldığı bir belediye meclis toplantısında dönemin Belediye Başkanı Mithat Baykal, “Vaktiyle Su ve Elektrik İdaresinin bir an evvel Ziraat Bankası’ndan Belediye’ye devredilmesi için bir çok arsa ve binaların satılmış olduğunu ve başkaca emlâk satılmamasının meclisce takarrur etmiş bulunduğunu…” 56 dile getirmekteydi. Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nin (EİE) 1940 yılına ait istatistiklerinde, Ödemiş Santralı’nın sahibi olarak ‘Ziraat Bankası’ gösterilmektedir. Bugün eldeki belgelere dayanarak değerlendirildiğinde, Ödemiş İçme Suyu ve Elektrik Şebekesinin o günlerin koşulları içinde ‘özverili bir yatırım öyküsü’ olduğu ortadadır. Benimsenen yol; kâh bürokrasiyi zorlamak, kâh değişik kademelerdeki yöneticileri ve merkezi hükümeti işin içine katmak olmuştur. Belediye, bir çok zorlukların üstesinden gelmiş, sonuç alıcı bir strateji izleyerek yatırımın sonunu getirebilmiştir. Ülkemize özgü çarpıklıklar içeren ama başarılı olan bu deneyimin ve böyle bir işletmenin cumhuriyet tarihimiz içinde bir başka örneği yoktur. 56 Ödemiş Belediye Meclisi’nin 18 Ekim 1948 tarihli Toplantı Tutanağı 58 Ödemiş’in 1930’lu yılların bunalımlı dünya ve Türkiye koşullarında belli başlı 10 büyük il ile aynı dönemde, boyutları bir ilçenin kapasitesinin çok üstünde bir elektrik ve su şebekesi yatırımını hayal olmaktan çıkarıp gerçekleştirmesi, günümüzde yeni atılımlar için cesaretlendirici bir deneyim olarak görülmelidir. Ödemiş, Ulus Meydanı, 1940’lı yıllar Günümüzde Ödemiş’i bir doğalgaz hamlesi beklemektedir. 57 Ödemiş’te yaşayanların beklediği büyük ölçekli yatırımların başında gelen doğalgaz şebekesinin Ödemiş’e kadar uzatılması konusu, Ödemiş Belediyesi’nin günde-mine girmelidir. Belediye, doğalgazı Ödemiş’te yaşayan-ların tümünü ilgilendiren büyük ölçekli bir proje olarak önemsemeli ve hükümetten Ödemiş için doğalgaz talep etmelidir. Ödemiş Belediyesi’nin bu tür projeleri başarabi-lecek deneyimi ve geleneği vardır. Kaldı ki; büyük ölçekli bir yatırım olarak elektrik ve su şebekesi, Ödemiş’in tari-hindeki tek örnek değildir. Ödemiş, içme 57 Ödemiş’te Doğalgaz, Bekir Keskin, Küçükmenderes Gazetesi, 30 Ekim 2002 59 suyu şebekesinde kullandığı ‘santrifuj usulü dökme, vidalı Union tipi borular’ı yurtdışından getiren ilk belediyedir. 1952’de Belediye Başkanı Ahmet Okçular döneminde su şebekesi yenile-nirken, Almanya’dan getirtilen vidalı borular, dışalımın çok kısıtlı olduğu bir dönemde sıkı devlet bürokrasini aşarak ithal edilebilen ilk santrifuj usulü dökme borular olarak belleklerdedir. Hem elektrik şebekesinin, hem de vidalı boruların Ödemiş’e getirildiği dönem; belediye yönetiminin arkasına Ankara’dan güçlü bir iktidar desteği aldığı dönemdir. Tire’ye ulaşan doğalgaz hattının Ödemiş’e kadar uzatıl-ması isteğimiz bir hayal olarak görülmemelidir. (4-11 Ekim 2005) 60 Ödemiş Belediyesi Gazoz Fabrikası (1939 – 1948) ( T.C. Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme Müdürlüğü ) Ticari olarak yaygınlaşması, 1800’lerin başlarına uzanan alkolsüz bir içecek olan ‘gazoz’, sindirimi kolaylaştırmak ve ferahlamak için içilen gazlı (karbonlu) bir meşrubattır. Dilimize, Fransızca gazlı su anlamında “l’eau gageuse”dan geçmiştir. Gazoz yapımı, gaz içeren maden sularına esans eklenerek başlamıştır. Bileşim olarak, hemen hemen tamamı tatlandırılmış su olduğu için, gazoz yapımında en önemli nokta, suyun kalitesidir. 58 Şeker veya şurupla tatlandırılmış sodalı suya eklenen meyve esansı, gazoza farklı markalarda değişik tatlar kazandırır. Böylece, kokulu bir şerbet haline gelen karışıma, sıkıştırılmış hava ile birlikte tatsız ve kokusuz bir gaz olan karbondioksit eklenerek gazoz elde edilir. Sonraki işlem, şişeleme ve karışımdaki gazın uçmaması için şişenin ağzının sıkıca kapatılmasıdır. Mantarla kapatılan meşrubat şişelerinden bekledikleri verimi alamayan üreticiler, 1892 yılında şişelerin ağzını kilitleyen bilyeli kapak kullanmaya, ardından da kapsüllü teneke kapak sistemine geçtiler. 58 Ödemiş’te bulunan ‘Libero’ gazozları sahibi Muzaffer Subaşı, suyun temiz, duru ve yabancı maddelerden arındırılmış olmasına ilaveten, su ile karbondioksit karışımı yapılırken, suyun ısı derecesinin dahi önemli bir faktör olduğunu vurgulamaktadır. 61 Gazlı içeceklerin üretilmeye başlandığı ilk yıllarda, kola kategorisindeki içecekler güç verici, sindirimi kolaylaştırıcı, ishal kesici şifalı su olarak kullanılıyor ve sodalı su ile kola karışımı bir ilaç olarak satılıyordu. Kola ağacının yapraklarından elde edilen konsantrenin, şurupla karıştırılması ile oluşturulan bu karışımın, susuzluğu gidermek için de uygun bir içecek olarak kabul görmesinden sonra, meşrubat işi hızla gelişti. Meşrubat işinin hız kazandığı 1920’lerde, Amerika’da 5.000’den fazla karbonlu içecek şişeleme tesisi vardı. 1900’lü yılların başında Amerika’da meşrubat satan bir eczane-dükkân Osmanlı toplumunda içecek alışkanlığını, kaynatılmış otlar veya reçellerden yapılan, bazen kar ilave edilerek içilen soğuk şerbetler ve meyve suları karşıladığı için, gazlı içeceklere rağbet edilmemiştir. Kolalı içeceklerse ilaç olarak benimsenmiş ve ‘eczane müstahzar’ı olarak kabul edilmiştir. Osmanlı döneminde ilk kolalı yerli 59 meşrubatın, 1897’de 59 1890 yılında İstanbulda yaklaşık 265 eczane bulunuyordu. Bunlardan, yalnızca 4 tanesi Türklere aitti. Eşref İbrahim (Kantarcılar no: 62), 62 ‘Kola-Hamdi’ (Elixir Digestif Hamdi) markasıyla Eczacı Hamdi Bey tarafından üretildiği 60 bilinmektedir. 1955’te eczanelerde müstahzar yapımına son verilinceye kadar, kola içeren gazlı içecekler eczanelerde satılmaya devam edildi. Ödemiş’te yaşayanlar, gazoz ile 1930’lu yılların başında tanıştı. Gazozcu Mustafa Bey’in sebze halinde (kasaphane) açtığı bir dükkânda üreterek Ödemiş’e tanıttığı gazoz, ilkel sayılabilecek bir teknikle, göz kararı ölçümlendirilerek hazırlanıyordu. Gazoz, şişelere elle dolduruluyor ve şişelerin ağzı mantarla kapatılıyordu. Bir şişe gazozun perakende fiyatı 5 kuruştu. Ödemiş halkı gazozu tanıdıktan sonra kolayca benimsemiş ve gazoz, yörede yeni bir tat yaratmıştır. Yenigün Gazozları, Gazozcu Mustafa Bey’in dükkanı, 1934. 10 Haziran 1934’te Sebzehali’nde çıkan yangında Gazozcu Mustafa’nın dükkânının da yanması 61 Ödemiş’te Ahmet Hamdi (Zeyrek sokağı no: 1), Sait Mustafa (Yeni mahalle no: 92 Hasköy) ve Reşit Mehmet. 60 Tombak Kolleksiyon ve Sanat Dergisi, Sayı: 17, 1997, s: 19 61 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon No: 030.10, Dosya: 120.855.7 no ile kayıtlı İzmir Vilayetinin Başbakanlığa gönderdiği 10.6.1934 tarih 63 daha yeni başlamış olan gazoz üretiminin durmasına neden oldu. Gazozcu Mustafa Bey’in imalathanesinden sonra, modern kabul edilebilecek ilk gazoz tesisi 1939’da, Belediye Başkanı Mithat Baykal 62 döneminde belediye tarafından açıldı. Yurtdışından 3 adet ithal edilen normal suyu çırparak sodalı suya çeviren makinalardan birisini Ödemiş Belediyesi almıştı. 63 Belediye, gazoz fabrikasını Eski İstasyon’daki Belediye Buz Deposu yanında bir alana kurdu. Tanesi 7 kuruştan 8.650 adet 200 cc’lik cam şişe alındı. Gazoz fabrikasının kuruluş gideri kayıtlara 5.677 lira olarak geçmiştir. 10 Temmuz 1939’da sade ve meyvalı gazoz üretmek üzere kurulan tesis, o günün koşullarında fabrika olarak anılıyordu. Gazoz fabrikası işletmesi, Ödemiş’e mübadil olarak gelenlerden Ahmet, Refik ve Tevfik Tütüncü kardeşleri işe alarak faaliyete başladı. Belediye fabrikasında gazoz işini öğrenen Tütüncü Kardeşler, Ödemiş’te gazoz işini uzun yıllar sürdürmüş ve sektörün en bilinen ailesi oldular. Belediye gazozu esnafa, etiketsiz 24 şişelik tahta kasalarla şişe depozito bedelleri hesaplanarak veriliyordu. Gazozun perakende satışı ise, kahvehanelerde ve eğlence yerlerinde, geniş ağızlı toprak küpler içinde, ‘Ödemiş Belediyesi Buz Fabrikası’da üretilen kalıp buzlarla soğutularak yapılmaktaydı. Gazoz ve buz üretimi gibi çağdaş belediye görevleri içinde tanımlanmayan, ama kentte yaşayanların yatırım ve 1781/5340 no’lu telgrafında ‘Ödemiş’te Sebze Hali ittisalinde Helvacı Ragıp’ın dükkanında yangın olduğu ve Gazozcu Mustafa’nın da dükkanının tamamen yandığı …’ bildirilmektedir. 62 Mithat Baykal, 1935-1942 ve 1946-1949 arası iki dönem belediye başkanlığı yapmıştır. 63 ‘Üç Kardeşler Gazoz Fabrikası’ ile ilgili bilgiler ve fotoğraflar Veteriner Şevket Tütüncü’den alınmıştır. 64 gücünü aşan tüketim malları üretiminin belediye tarafından yerine getirilmesi, o günün koşullarında biraz da zorunluluktan kaynaklanmıştır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, değişik alanlardaki yatırımcı eksikliği nedeniyle belediyeler, asıl görevleri yanında, elektrik üretmek, otel ve hamam işletmek, değirmen, soğuk hava deposu, buz ve gazoz fabrikası kurmak gibi değişik hizmetlerin sağlanmasında da etkin olmuşlardır. Ödemiş Belediyesi, cumhuriyetin ilk yıllarında kentte eksikliği çekilen hemen her alanda öncü bir yatırımcı gibi davranmıştır. Ödemişin elektrik ve su şebekesini birçok il merkezinden önce tamamlanması, bunlardan en önemlisidir. Ödemiş, hizmetler açısından şanslı kentlerden biri olmasına karşın elektrik ve içme suyu şebekesi yapımı sırasındaki borçlarına karşılık, ‘Ödemiş Elektrik ve Su İşletmesi ve Bağlı Kuruluşlar’ını 1934 yılında Ziraat Bankası’na devretmek zorunda kalması, talihsizlik olmuştur. 64 Başlangıçta sadece elektrik, içme suyu ve soğuk hava deposu tesislerini işleten Ziraat Bankası, borç ödemelerini hızlandırmak için Belediye bünyesinde kurulan buz ve gazoz fabrikalarını da devralmış ve İşletme T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’ne bağlı ‘Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme Müdürlüğü’ olarak yeni bir tüzel kişiliğe dönüşmüştür. Bu tesislerin tümü banka tarafından hazırlanan bir talimatname ile yönetilmiş, ama belediye çatısı altında bir müessese olarak işletilmiştir. Bir bankanın gazoz imalathanesi işletmesinin Türkiye’de, belki de dünyada bir başka örneğine rastlamak zor olsa gerek. Gazoz fabrikası, Ziraat Bankası için işletmenin türüne bakılmaksızın, bir bütünün parçası olarak bele64 Bu konu “T.C. Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme Müdürlüğü 1934-1944” başlıklı makalede anlatılmaktadır. 65 diyenin borç ödemelerini hızlandırmak için, ilave bir gelir kaynağı olarak değerlendirilmiştir. Gazoz Fabrikası işletmeye alındıktan sonra, 1942 yılına kadar düzenli çalıştı. 2. Dünya Savaşı’nın ülke ekonomisine dayattığı zor koşullar ve hammadde teminindeki güçlükler nedeniyle beklenen kâr elde edilemeyince, Ziraat Bankası yönetimi gazoz üretimini durdurdu. Ödemiş gazozsuz, Tütüncü Kardeşler de işsiz kalmıştı. Tütüncü Kardeşler, İnönü Mahallesi, Şahin Sokak’taki evlerinin arka bahçesinde kendileri gazoz imalatına başladılar ve Belediye Gazoz Fabrikası yeniden açılıncaya kadar Ödemişliler’e ev arasında yaptıkları gazozu içirdiler. Ödemiş Belediyesi’nin 1946 yılına ait antetli kağıdı 1 Haziran 1944’te, Ziraat Bankası’nın işletme üzerindeki denetimi sona erince, Elektrik ve Su İşletmesi ile birlikte gazoz ve buz tesisleri de tekrar Ödemiş Belediyesi’ne geçti. Gazoza alışmış olan ve belediye gazozunu özleyen halktan gelen talep, belediye gazozunu yeniden gündeme taşıdı. Girişimci ve aydın bir belediye başkanı olan Mutahhar Başoğlu 65 , kullanılmayan tesis için gerekli hazırlıkların yapılarak üretime başlanmasını istedi. Deneme üretiminden olumlu sonuç alan ‘Belediye Elektrik, Su Direktörlüğü’, gazoz üretimine hazır olunduğunu bir rapor ile Belediye Başkanlığına bildirdi. 16 Mayıs 1945 tarihli ‘Su ve Elektrik 65 Mutahar Başoğlu 1943-1946 arasında belediye başkanlığı yapmıştır. 66 İşletme Direktörlüğü’ raporu gazoz maliyet hesaplarını da ortaya koyduğu için bu yazıyı aynen almakta yarar vardır; Belediye Başkanlığı’na Ödemiş Memleketimizin senelerden beri karşılanmayan ve oldukça mübalağalı tefsirlerle imkansızlığı ileri sürülen gazoz istimali için yaptığımız tecrübe müsbet bir neticeye varmıştır. Mevcut gazozlar temizlik ve nefaset bakımından itimada değer. Bir şişe gazozun umumi maliyetini teşkil eden muhtelif masrafları aşağıya çıkarılmıştır. Kâr gayesiyle değil, halka faideli olmak düşüncesiyle hareket edildiğinden oldukça müsait bir fiyatla satılabileceğini ümit ediyoruz ve toptan olarak 8 (sekiz) kuruşa satılması muvafık olacağını, perakende satış fiyatının tesbitinin karara bağlanmasını yüksek katınıza arz ederiz. 200 gramlık bir şişe gazozun maliyetini teşkil eden masrafları: Şeker Asit karbon Kapsül (Kapak) Limontuzu Şişe amortismanları Esans Muamele vergisi İşçilik ve makina amortismanı Toplam Kuruş Santim 2 1 50 50 50 1 1 20 1 30 8 00 18 Mayıs 1945 tarihinde, Belediye Başkanı Mutahhar Başoğlu başkanlığında toplanan Belediye encümeni, gazoz 67 üretimine devam etme kararı verdi. Belediyenin kâr oranını ortaya koyan ve önceki yazıyı tamamlayan bu encümen kararını, geleceğe taşınacak bir belge olarak aktarmak yerinde olur; T.C. Ödemiş Belediyesi Encümen Kalemi Sayı: 611 Su ve Elektrik İşletme Müdürlüğünün 16.5.1945 tarihli ve 474 sayılı takriri okundu: İşletmenin Buz Deposu yanında evvelce inşa ettirilen gazoz imalathanesinde bir kaç senedir gazoz imal edilmemekte ve memleketin bu yoksuzluk içinde bulunması münasib görülmeyerek gazoz imali tecrübeleri yaptırılmış ve müsbet netice vermiştir. Yapılan masrafa göre beher şişenin sekiz kuruşa mal olduğu anlaşılmakla, toptan 1 kuruş kâr ile beher şişesinin dokuz’ar kuruştan kahvecilere ve isteyenlere verilmesi ve soğutma için buz masrafı dahil 3,5 kuruş kâr ile 12,5 kuruşa perakende suretiyle kahvecilerin de satması muvafık görüldüğünden keyfiyetin İşletme İdaresine ve ilgililere tebliği ve kararın birer örneğinin Merkez Memurluğuna da verilmesine karar verildi. 18/5/1945 Yeniden üretime başlayan belediye gazoz imalâthanesinde, işi bilenler olarak Tütüncü Kardeşler’den Refik ve Tevfik tekrar çalışmaya başladılar. Bir-iki yıl işletilebilen belediye gazoz tesisi, ev aralarında yapılmaya başlanan gazozların fiyatlarıyla rekabet edemedi. Ödemiş Belediye Meclisi’nin 18 Kasım 1948 tarihli toplantısında, ‘Belediye Gazoz Fabrikası’nın kapatılması ve mallarının satılmasına karar verildi. 68 Satışa çıkan belediye gazoz tesislerine Tütüncü Kardeşler talip olur ve yerel bir özelleştirme örneği yaşanır. Belediye, özel sektör piyasaya girince, zarar ederek devam etmek yerine asli görevi olmayan bir hizmeti bırakmıştır. Ödemiş Belediyesi Buz Fabrikası, 1945. Gazozculuk mesleğine Belediye Gazoz Fabrikası’nda başlayan Refik, Ahmet ve Tevfik Tütüncü Kardeşler, belediyeden satın aldıkları gazoz makinesi ile gazoz imalâtını ev arasından ruhsatlı bir imalathaneye taşıdılar ve gazozculuğu önce eski istasyonda, sonra da Gazi Caddesinde bir dükkânda ‘Üç Kardeşler’ markasıyla uzun yıllar sürdürdüler. 1965 yılında Üç Kardeşlerden Ahmet pastaneciliğe geçerken, Refik ve Tevfik gazoz işine devam etti. Tütüncü Kardeşler, muhtelif dönemlerde açtıkları imalathanelerle Ödemiş’te yerli gazoz üretiminde öncülük yapmışlar ve gazoz zevkinin devam etmesini sağlamışlardır. Belediyenin 1939 yılında getirttiği gazoz makinesi, Tütüncü Kardeşlerden sonra, Mercan Gazozları’na geçti ve 1970’li yıllara kadar da kullanıldı. Henüz Coca-Cola, Pepsi Cola gibi yabancı meşrubatların bilinmediği, büyük kentlerde üretilen meşrubatın da Ödemiş’e ulaşmasının güç olduğu yıllarda gazoz, yörede en yaygın içecekti. Eğlence yerlerinde, sinemalarda, 69 bayramlarda veya mahalle aralarını dolaşarak gazoz satmak, gençler için bir kazanç kapısı oluşturdu. Geleneksel gazoz imalathaneleri şeklinde hemen her irice kasabada görülen alkolsüz içecek üretimi, zamanla büyük bir değişim geçirerek günümüzde bir sektör haline geldi. Meşrubat sektörü, gazlı içeceklerin yanı sıra, meyvesuyu ve pastörize içecekler üreten tesisler olarak, basit imalathanelerden, otomatik şişe yıkama sistemli, bilgisayarlı üretim birimleri olan gerçek fabrikalara dönüştü. Üç Kardeşler, ‘Birlik Gazozları’ markasıyla gazoz ürettikleri günlerde gazoz makinesi önünde. Günümüzde Ödemiş’te, bilgisayarlı modern tesislerde ‘Libero’ ve geleneksel yöntemle ‘Mercan’ gazozları üretimlerini sürdürmektedir. Kısa bir süre de olsa, belediyenin gazoz üretmesi, bu işin Ziraat Bankası çatısı altında sürdürülmesi ve hatta, gazoz üretiminde basit bir özelleştirme yaşanması ‘yerel tarih’ belleklerimizde özgün bir yer tutmaktadır. Bir bankanın gazoz üretmiş olmasını, bizimle birlikte en çok Ziraat Bankası yöneticilerinin hayretle karşılayacağı açıktır. (28 Temmuz 2005) 70 Ödemiş’te Şükrü Saraçoğlu Anıtı Yerel tarih kapsamında yapılan çalışmalarda gecikmeler, anıların doğruluğuna gölge düşürüyor. Olayları yaşayanlardan ne olup bittiğini doğrulatmak bile güçleşiyor. İlk elden tanıklar kalmayınca veya belgeler kaybolunca, kültürel değer taşıyan olayları, geçmişin unutulmuşluğu arasından bulup çıkarmak zorlaşıyor. Çoğu kimse gerçek öyküyü unutmuş oluyor, kendi yorumlarından süzülenleri aktarıyor. Kulaktan dolma bilgileri, hurafeleri veya olsa olsaları doğru bilgilerle düzeltmek ve gerçeklerle yer değiştirmek gerekiyor. Unutmanın önündeki engel, yaşananların yazıya dökülmesiyle aşılıyor. Şükrü Saraçoğlu anıtı, 1943 71 Ödemiş’teki ‘Şükrü Saraçoğlu Anıtı’ benzer bir unutuluşu yaşamıştır. 1943 yılında Ödemiş Belediyesi tarafından doğduğu evin önünde bir arsaya yaptırılan anıt, yalnızca 7 yıl ayakta kaldıktan sonra, 1950 yılında Demokrat Parti iktidarı ile birlikte kentin belleğinden silinmiş gitmiştir. Günümüzde, anıta dair dumanlı bellek parçalarından ve tek bir fotoğraftan başka bir iz kalmamıştır. Siyasi yaşantısına Ödemiş Belediye Başkanı olarak başlayan Şükrü Saraçoğlu, ülke yönetiminde 1925’te Fethi Okyar Kabinesinde maarif vekili, 1926’da Mübadele Komisyonu Türk Murahhas Heyeti Başkanı, 1927’de İsmet Paşa Kabinesinde maliye bakanı, daha sonra dışişleri bakanı, 1942-1946 yılları arası başbakan ve 1948-1950 yılları arası meclis başkanı olarak büyük sorumluluklar üstlenmiş bir kimsedir. Ülkemiz sporuna ise 1934-1950 arası 16 yıl Fenerbahçe başkanlığı yaparak katkıda bulunmuştur. Saraçoğlu 66 , gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunun, gerekse Ankara’da hükümetin bir üyesi olarak görev yaptığı süre boyunca Ödemiş’le bağlarını kopartmamış, Ödemiş’e olan tutkusu kaybolmamış ve Ödemiş belediye başkanlarıyla ilişkileri her zaman destekleyici olmuştur. Şükrü Saraçoğlu’nun, Ödemiş’in çehresini değiştiren belediye başkanı olarak kabul edilen Mustafa Bengisu ve arkadaşları ile Kuvayi Milliye’den gelen yakınlıkları, Ödemiş’te çağdaş şehircilik çalışmalarında ilk harçlar konulurken bir işbirliğine dönüşmüş ve sonraki yıllarda görev yapan belediye başkanları ile de uyumlu çalışmaları Ödemiş’e bir çok hizmetin getirilmesinde etkili olmuştur. Çocuklarına ve torunlarına doğumlarını Ödemiş’te yaparak, nüfus kayıtlarında doğum yerlerinin Ödemiş yazmasını vasiyet edecek kadar Ödemiş’e düşkün olan 66 Şükrü Saraçoğlu, 1950 Genel seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili adayı iken, CHP’nin İzmir’de seçimi kaybetmesi üzerine Parlamentoya girememiştir. Saraçoğlu, 27 Aralık 1953’te prostat hastalığı sonrası İstanbul’da ölmüş ve Zincirlikuyu mezarlığına defnedilmiştir. 72 Saraçoğlu’nun, Ödemiş için her fırsatta birşeyler yapması, ‘merkezden yönetim’ yapısını benimseyen Türkiye’de bir ilçe için azımsanmayacak bir katkı olarak görülmelidir. Saraçoğlu Şerife Hanım Çeşmesi, 1950’ler. Yapımı 1937 Saraçoğlu Şükrü Bey, Ankara’daki işlerden fırsat buldukça Ödemiş’e gelip, memleket havası almayı, çocukluk arkadaşlarıyla görüşüp şakalaşmayı, hatta bir fırsatını bulup zeybek oynamayı çok severdi. Ödemiş’e geleceği zaman Gölcük’e de çıkmak için özellikle uygun mevsimi seçerdi. ‘İzmir’den otorayla yeni istasyona gelir, halk onu Zurnacı Kara Mehmet, davulcu Deli Veli ile karşılar, meydanda zeybek oynanır, hep birlikte Gölcük’e gidilirdi.’ 67 Ödemiş’le bu denli içli dışlı olan Saraçoğlu, 1937 yılında annesi Şerife Hanım adına bir çeşme yaptırmış ve Ödemiş Belediyesi de çeşmenin bulunduğu alanı küçük bir park olarak düzenleyerek, Saraçoğlu Şerife Hanım çeşmesini süslemişti. Ödemiş Belediye Başkanı Mutahhar Şerif Başoğlu 68 , Saraçoğlu’nun Başbakanlık yaptığı yıllara denk gelen 67 ‘Gölcük ve Yeniceköy Panayırları’, Mustafa Erdal, Küçükmenderes Gazetesi, 2005 68 13 Nisan 1943 ile 7 Şubat 1946 tarihleri arasında Ödemiş’te Belediye Başkanlığı yapmış olan Mutahhar Başoğlu, Osmanlı dönemi Ödemiş 73 yıllarda, Saraçoğlu’na yaslanarak, Başkent’ten Ödemiş için istediklerinin hemen hemen tümünü alıyordu. İkinci Dünya Savaşının ülkeyi yokluklarla sarmaladığı yıllara denk düşen bu dönemde dahi Ödemiş, belediye hizmetleri açısından hayli şanslı bir kent olmuştur. Günümüzde Saraçoğlu Şerife Hanım Çeşmesi belediye başkanlarından Başçavuşzade Şerif Bey’in oğludur. Amerikan Koleji’nde ve Fransa’da okudu. İstanbul Hukuk Fakültesini birincilikle bitirdikten sonra eğitimini yurtdışında sürdürmüş, ülkeye döndükten sonra ‘Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’ yapmış, bürokrasi deneyimi de olan başarılı bir belediye başkanıdır. Mutahhar Başoğlu’nun eğitiminde Şükrü Saraçoğlu’nun azımsanmayacak katkıları vardır. Abisi İbrahim kalpten aniden öldü, kızkardeşi ölünceye kadar Ödemiş’te yaşadı. Diğer kardeşi Profesör Muzaffer Şerif (29 Temmuz 1906 –16 Ekim 1988, Fairbanks, Alaska) ise sosyal psikoloji biliminin kurucusudur. 1944 yılında Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde solcu oldukları gerekçesiyle üniversiteden uzaklaştırılan öğretim üyeleri, Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve Niyazi Berkes ile birlikte görevine son verildikten sonra (1948 yılında Danıştay görevine iade etti), Amerika’da sosyal psikoloji dalında dünya ölçeğinde başarılar sergilemiş ve sosyal psikoloji bilim dalının dünyadaki en etkili ismi olarak çalışmalar yürütmüştür. Ödemiş, Muzaffer Şerif’i de unutmamalıdır. 74 Mutahhar Başoğlu döneminde (1943-1946) belediye meclis üyeliği yapmış olan Halil Dural’ın, tedrisat müfettişiyken tanıştığı bir bürokratın sözünü, Ankara bürokrasi çevrelerinin Ödemiş’e yaklaşımını yansıttığı için buraya almakta yarar var: ‘Yahu, sizin bir belediye reisiniz var, Ödemiş’te erkek sanat okulu yapılsın diye tutturdu, bir türlü vazgeçiremedik. Arkasını Saraçoğlu’na dayamış, bir çocuk gibi, isterim de isterim diyor. Ne yapalım biz de açmağa mecbur olduk’ 69 . Belediye açısından Mutahhar Şerif Başoğlu döneminin iki önemli olayı, elektrik ve su işlerinin Ziraat Bankası’ndan tekrar belediyeye devri ve modern bir ‘Ödemiş İmar Planı’nın Türkiye ölçeğinde bir yarışma açılarak kabulüdür. Şükrü Saraçoğlu, ‘1926 ve TIME’ Dergisi kapağında, 12 Temmuz 1943 Ödemiş İmar Planı’nı ülke çapında bir proje yarışmasına dönüştüren Saraçoğlu, jüri başkanlığını da kendisi üstlenmiş, jürideki uluslararası şehircilik uzmanlarıyla be69 Ödemiş’in Tarihi, Halil Dural, s: 206. Teknik Öğretim Şube Müdürü Nurettin Boyman’ın bir sohbet arasında söylediği sözler. 75 raber Ödemiş’e kadar gelerek, seçilen projenin uygulanmasında da etkili olmuştr. Ödemiş, geniş parklarını ve düzenli bir kent yerleşimini büyük ölçüde bu plana borçludur. Ödemiş’e oldukça geniş imkanlar sağlayan Saraçoğlu’nun, Ödemiş’e; yeni istasyon, halkevi binaları (günümüzdeki Park-Kulüp ve sinema binaları), elektrik ve su şebekeleri gibi büyük işler yanında daha pek çok eserde katkısı vardır. Saraçoğlu, Ödemiş’e büyük bir memleket hastanesi kurulmasına da destek vermiş, yapılan mütevazi törene bizzat katılarak ilk harcı da kendisi koymuştur. Mutahhar Başoğlu’nun belediye başkanlığından sonra hastahane işi takip edilmeyince, atılan temel ne yazık ki bir çukur olarak kalmıştır. Ödemiş Devlet Hastanesi çok daha sonra, 1965 yılında Ödemişliler’den toplanan paraların da katkısıyla tamamlanabilmiştir. Saraçoğlu, Ödemiş’te çocuklarla, 1948 Saraçoğlu’nun Ödemiş sevgisine ve Ödemiş’e hizmetlerine karşılık Ödemişliler, şükranlarını bir anıt ile gelecek kuşaklara taşımak istediler. Belediye Başkanı Mutahhar Başoğlu döneminde, Saraçoğlu’nun Emmioğlu Mahallesi Müftüler Çıkmazı’ndaki doğup büyüdüğü evin önün76 deki arsaya küçük bir park ve ortasına da mermer sütunlu bir anıt yapıldı. Bu anıt için belediye bütçesinden 20.000 liraya yakın bir para harcandığı kayıtlardadır. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, 1 Eylül 1943 tarihinde Ödemiş Belediyesi tarafından yaptırılan anıtın açılışında bulunmak üzere Ödemiş’e gelir. Birlikte geldiği başkentin yönetim kadrolarına, Ödemiş’i ve hemşerihlerinin başardıklarını göstererek duyduğu gururu gizlemez ve bu ziyareti Ödemiş’in yeni ihtiyaçlarını tespit etmek için bir fırsata dönüştürür. Bu gezi sırasında küçük boyutlu da olsa bazı yatırımların temeli atılır. Bunlar içinde, Tekeli’deki köprü ve genişleyen elektrik şebekesinin ihtiyacını karşılamak üzere yeni bir elektrik santralı binası ile trafo binası da bulunmaktaydı. Saraçoğlu’nun 1943 yılındaki Ödemiş ziyaretini hatırlayanlar: “… Saraçoğlu ile beraber Ankara’dan çok sayıda paşa da geldi. Ankara’nın bütün büyük adamları geldi. Akşamüstü geldiler. Saraçoğlu zeybek oynadı.” diye anlatmışlardır. Ankara’dan gelen heyet Gölcük’e de çıkmış ve göl çevresinde Kermes Bayramı düzenlenmiş, bisiklet yarışları yapılmıştır. Saraçoğlu’nun kendisi için yapılan anıta ne çok sevindiği ortadadır. Saraçoğlu 1949’da meclis başkanıyken Bayındırlık Bakanı Şevket Adalan ile birlikte bu kez ‘kanalizasyon’ işi için Ödemiş’e gelmiştir. İller Bankası’na zamanında müracaat edilmediği için beklemekte olan kanalizasyon projesinin mühendislik hesapları Saraçoğlu’nun işe el atmasından sonra bitirilir ve cumhuriyetin ilk yıllarından beri bekleyen modern bir kanalizasyon şebekesinin yapımı 1951 yılında başlar. Saraçoğlu’nun destek verdiği yatırımlar, günümüzde dahi Ödemiş için kalıcı birer eser olmasına karşın, Saraçoğlu Anıtı, 1950’de DP İktidarının Ödemiş’teki ilk icraatlarından birisi olarak, ancak 7 yıl ayakta kaldıktan sonra, Saraçoğlu Caddesi’nin adıyla birlikte kaldırılmıştır. 77 Günümüzde anıtı hatırlayan olmadığı gibi, izi de kalmamıştır. Oysa, Saraçoğlu anıtı, Ödemiş’in simgelerinden birisi haline gelebilirdi. Şükrü Saraçoğlu Ödemiş’te 1960 sonrası tekrar hatırlanmış, şehir stadına ve şehrin en işlek caddesine Saraçoğlu’nun adı verilmiş, ama 1943 yılında yapılan anıt dumanlı bellekler arasında unutulmuştur. Saraçoğlu anıtı yeniden yapılabilir mi? Evet hem de tıpkısı yapılabilir. Yeni anıt daha kalıcı bir yere, stadyumun önündeki parka yapılabilir. Ödemiş isterse yapabilir. Anıtın ‘yeniden açılış’ töreni bir konferansla birleştirilebilir. Bu kapsamda, 50. ölüm yıldönümünde kaçırılan fırsat, bir ‘Saraçoğlu Sempozyumu’ ile zenginleştirilerek, yakın tarihimizin bir dönemi irdelenebilir. (16 Haziran 2005) 78 Ödemiş’in ‘Türk Hava Kurumu’na bağışladığı 4 uçak Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 16 Şubat 1925’te ‘Türk Tayyare Cemiyeti’ adıyla bir kurum oluşturuldu. Bu sivil kuruluş, ülkenin hava gücünün gelişmesine katkıda bulunmak, havacılığın askeri, ekonomik, sosyal ve siyasal önemini anlatmak; sivil, sportif ve turistik havacılığın gelişmesini sağlamak ve Uçan bir Türk Gençliği yaratmak doğrultusunda çalışmalar yapmak üzere kurulmuştu. 1926 yılında çekilişine başlanan‘Tayyare Piyangosu’nun ilk bileti 1927 Tayyare Cemiyeti ve 1934 yılıTHK yardım pulu 24 Mayıs 1935’te adı ‘Türk Hava Kurumu’ olarak değiştirilen kuruluş, muhtelif bağışlar, piyango biletleri, 79 yardım pulları gibi birçok gelir kaynağıyla desteklenmekteydi. Türk Hava Kurumu, Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış, yorgun ve yoksul bir halkın, inanılmaz maddimanevi desteğiyle gittikçe büyüdü ve çeşitli yardım kampanyalarıyla ilk 10 yıl içinde 351 uçak satın alarak, Türk havacılığının hizmetine sundu. Uçağı hangi şehir aldıysa, o şehrin adı veriliyordu ve alınan uçak Cumhuriyet Bayramı sırasında o kente götürülerek halka gösteriliyordu. Yapılan bağışlarla alınan ve Hava Kuvvetleri’ne teslim edilen ilk uçak, Ceyhanlıların yardımlarıyla İtalya’dan alınan A 300-4 tipi uçak oldu. Ödemiş şehri de bu kampanyalara en yoğun biçimde katılan şehirleren birisi olmuştur. 1928 yılında alınan ‘Ödemiş-2 Uçağı’ ve ‘Ad Verme Töreni’nde Belediye Başkanı Doktor Mustafa Bengisu Ödemiş’te Tayyare Cemiyeti’nin kuruluşundan hemen sonra; 1926’da ‘Ödemiş’ adı verilen ilk uçak, 1928 yılında ise ‘Ödemiş 2’ alındı. 1933 yılında Ödemiş Tütüncüleri olarak toplanan paralarla bir bombardıman uçağı daha alındı ve adı ‘Adagide Tayyaresi’ konuldu. Ödemiş’in 80 aldığı bir başka uçak ise, 1934’te Ankara’da Zafer ve Tayyare Bayramı’nda ad verme töreni yapılan ‘Birgi Tayyaresi’dir. Ödemiş, THK Binası, 1934 1930’lu yılarda vatandaşların bağışlarıyla alınan THK filosundan bir uçak Akseki Ticaret Bankası Müdürü Mithat Bey’in öncülüğünde, Ödemiş’ten 1933 yılına kadar toplanan tayyare 81 parası 330.000 lirayı bulmuştur. 1933 yılında Ticaret Odası kayıtlarında yer alan bilgiye göre ‘Beydağ’ ve ‘Kiraz’ isimli iki uçak daha alınarak Ödemiş’in 6 uçaklık bir filoya sahip olması planlanmıştır. 70 Ödemiş ve çevresinden toplanan 330.000 lira, Ödemiş elektrik ve su şebekesinin 1932 yılında 400.000 lira harcanarak yapılmış olduğu düşünülürse hayli önemli bir tutardır. Dünya ekonomik bunalımın etkilerinin sürdüğü bir dönemde bir kasabanın bu ölçekte bir kampanya yürütebilmiş olması, yöredeki zenginliğin ve Ödemişliler’in cumhuriyet sevgisinin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. THK yardım pulu, 1926 (3 Aralık 2005) 70 Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı, s: 51 82 Ödemiş’te Yerli – Muhacir Kaynaşması Osmanlı İmparatorluğu birçok etnik topluluğun birarada yaşadığı, çeşitli dillerin konuşulduğu, üç kıtaya yayılmış bir devlet olmasına karşın, Türkmenlerin önemi ve özel yeri her zaman korunmuştur. Yükselme döneminde, devletin ve ordunun güvenliği için İmparatorluk topraklarında gerekli görülen bölgelere Türkmenler ve Yörükler yerleştiriliyor ve nüfus hareketleri, devletin ekonomik politikalarından ziyade, güvenlik kaygısının öne çıktığı bir düzenlemeye dayanıyordu. Bu doğrultuda, Anadolu’dan Rumeli’ye de birçok göç yaşanmıştı. Ancak bu işlemler asimilasyona veya üretime yönelik, bilinçli bir karşılıklı göç ve muhacir yerleştirme planı çerçevesinde değildi. 18. yüzyıldan itibaren, Osmalı topraklarındaki kitlesel göç hareketlerinde ekonomik nedenler ağırlık kazandı. 19. yüzyılda Batı kapitalizminin Osmanlı İmparatorluğundan sağladığı tarım ürünlerinde ve madenlerin dışsatımında önemli artışlar yaşandı. Batı Anadolu’da tarım işçilerine olan gereksinim gittikçe arttı. 1839 Tanzimat fermanının yarattığı hareket özgürlüğü, gönüllü göçmen sayısını arttırdı ve İzmir Aydın bölgesine Ege adalarından, Balkanların çeşitli bölgelerinden kitlesel Rum göçü yoğunluk kazandı. 1900’lerin başından itibaren, Türklerle Rumların sayıları kıyaslanmaya başlandı. Mütareke döneminde Türkler ile Rumlar arasındaki nüfus çoğunluğunun kime ait olduğu konusundaki tartışmalarda, Türk tarafının savunduğu veriler İttihat ve Terakki’nin de katkılarıyla tüm Aydın İlini kapsayacak şekilde 1917 yılında yapılan nüfus sayımına dayanıyordu. Rum 83 tarafının ‘kızıl istatistik’ diyerek karşı çıktığı bu istatistiklere göre, 1917 yılı sonunda, nahiye ve köyleriyle birlikte Ödemiş’te 75.930’u Müslüman, 31’i Musevi, 1.737’si Ermeni ve 6.429’u Rum olmak üzere 84.127 kişi yaşamaktadır. 71 1910 tarihli Aydın Vilayet Salnamesinde de yakın rakamlar vardır. 72 Rum istatistiklerinde ise Soteriades ve Anagnostopulu olmak üzere iki farklı kaynak vardır. 1912 yılında Ödemiş kazasında Soteriadis’e göre 28.600 kişilik nüfus içinde 7.700 Hellen ve 1.200 Ermeni yaşıyordu. Anagnostopulu da Sotiriadis’in verileriyle uyuşarak Ödemiş kazasındaki Rumlardan 3.000’inin 4.000 Türk ile birlikte Ödemiş kentinde, 2.800’ünün Ligda (Adagide) kasabasında ve 1.900’ünün Pirgion (Birgi) köyünde yaşadıklarını 73 yazmaktadır. Rum ve Osmanlı istatistiklerinin ayrıl-dıkları nokta, Türk sayısı olmakla birlikte, Ödemiş civarın-da yaşayan Rum ve Ermenilerin sayısında neredeyse fikir birliği bulunmaktadır. Çeşitli dönemlerde göç alarak büyümüş olan Ödemiş, kültüründe bu çeşitliliği barındırmakta olan bir Batı Anadolu kentidir. 1776 tarihli ‘Karadoğanlı Vakfiyesi’nde; “Medine-i Birgi kaza-yı nevahisinden Süleyman nahiyesine muzaf haremeyn-i şerifeyn mukataatından...” 74 olarak anılan Ödemiş, doğrudan doğruya “Süleyman Nahiyesi’ne bağlı bir köy” olarak tanımlamaktadır. Ödemiş, bu yıllardan başlamak üzere ekonomik açıdan gelişmeye başlamış ve hızla göç almıştır. Halil Dural’ın ‘Ödemiş’in Tarihi’ kitabından öğrendiğimize göre; 17. yüzyılın başlarında ‘Boyalık Mevkii’ 71 İzmir’de Belediye, Erkan Serçe, s:152 Günver Güneş, s:63 73 Anadolu ve Rum Göçmenlerinin Kökeni, Dr. Georgios Nakracas, Belge Yayınları, Şubat 2003, s. 83 74 Ödemiş’in Tarihi, Halil Dural, s: 122 72 84 olarak bilinen Ödemiş’e para kazanmak için dışarıdan gelen ve halk arasında biri ‘Tireli Kaba Sakaloğlu Ahmet Ağa’ diğeri de ‘Emmioğlu Koca Hüseyin’ olarak anılan iki kişinin, bu küçük köye kazandırdıklarının da katkısıyla Ödemiş, 1869 yılında kaymakamlık düzeyine gelmiştir. 1877-78 Rus Harbi’nden sonra dışarıdan gelen Türk ve Rumlar’la önemli bir değişim geçiren kasaba, bir ‘kent’ görünümü kazandı. Ödemiş, 1915’teki Balkan Göçleri, 1924 yılındaki Lozan Mübadelesi’nden sonra ve 1950’lerdeki Bulgaristan göçleriyle de farklı kültürlerin insanlarıyla genişlemiştir. Ödemiş’in nüfus artış rakamları, bu hızlı büyümeyi açıklar niteliktedir. 1841 yılında 8.000 ve 1892’de 9.130 kişinin yaşadığı Ödemiş kentinin nüfusu 75 , 1905’te 14 bine çıkmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ödemiş, 20 bin kişinin yaşadığı bir ilçe merkezi olmuştur. 1924 Lozan Mübadelesi, Ödemiş’in sosyal yaşamında önemli etkiler yaratan en temel göç olayı olmuştur. 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan’da imzalanan ‘Türk-Yunan Mübadelesine ilişkin Sözleşme ve Protokol’, Anadolu toplum yapısının türdeş bir nitelik kazanarak uluslaşma sürecinin hızlanmasını sağlayan önemli bir halka olarak düşünüldü. Bu sözleşme, İstanbul dışındaki Türkiye topraklarında yerleşmiş RumOrtodoks Türk uyruklularla, Batı Trakya dışındaki Yunanistan topraklarında yerleşmiş Müslüman Yunan uyrukluların 1 Mayıs 1923’ten başlayarak zorunlu mübadelesini (değiş-tokuş) içeriyordu. İsteğe bağlı olmayan her türlü göç, yer değiştirenler için yeni sorunlar ve acılar doğurur. Mübadele sırasında çift taraflı trajediler yaşandı. 1923-1930 dönemi, ‘mübadil’lerin yeni yerleşim yerlerine alışması, yeniden üretici duruma gelmeleri ve Anadolu toplum yapısına, gerek kültürel ve psikolojik, gerekse ekonomik ve siyasal uyum yılları oldu. 75 Ödemiş’in Tarihi, Behiç Galip Yavuz, 1998, s: 66, 71 85 Mübadele muhacırları karşılanırken, 1924 Mübadele sonrası, Türkiye’nin değişik yörelerinde karşılaşılan yerli-muhacir ayrışması Ödemiş’te de kolaylıkla giderilememiştir. Muhacirler uzun yıllar muhacirlerle, yerliler de yerlilerle evlenmeye devam etmişlerdir. Devlet politikaları sonucunda zorunlu olarak bir araya gelen toplulukların ilk yıllardaki rahatsızlığı zaman içinde yumuşayarak, yerini uzaklardan gelen kardeşlerini kabullenmeye dönüştü. Yeni gelenlerle, o topraklarda yıllardır yerleşik yaşayanlar birbirlerini anladı, dolayısıyla da bu yeni komşuluğa ısınmış insanların yeni bir ortak yaşantısı oluştu. Ödemiş’in kültürel dokunun yapısı, mübadil göçmenlerin iskanıyla birlikte yeni bir görünüm kazandı. Halk arasında yerli-muhacir ayrımı olduğu dönemde ‘yerlilerle, macırları bir kazanda kaynatsan, kemikleri ayrı pişer’ biçimindeki yerleşik söz, bugün geçerliliğini yitirse de o günlerdeki anlayışı yansıttığı için anılmaya değer. Doğum yeri itibarıyla muhacir sayılabileceği için zaman zaman ülkedeki yerli-muhacir ayrımından rahatsızlık duyan Atatürk, 17 Ocak 1931 tarihindeki konuşmasında; “Muhacirler, kaybedilmiş ülkelerimizin milli 86 hatıralarıdır” diyerek muhacirlerin de yerli vatandaşlar kadar saygın olduğunu belirtmek zorunda kalmıştı. Atatürk bir başka demecinde ise, muhacirleri; “... tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler, çekilen ordunun ric’at hatlarını sağlamak için kendilerini fedâ edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenler” 76 olarak tanımlamaktaydı. Kültürel süreçlerin kültürel olaylardan farkı; etkilerinin kalıcı olması, evrensel düzeyde geçerli etkiler yaratmalarındandır. Zorunlu olarak biraraya gelen toplulukların barış ve uzlaşmaya dayalı bir kültür ve tarih bilinci yaratmaları süreci adım adım ilerlemektedir. Barış üretmeyen uygarlık ve kültür, önce yerel, sonra da evrensel kalıcılığa ulaşamıyor. Ödemiş Hastanesi ve Hastane Caddesi 1933 Günümüzde, “aslen nerelisiniz?” diye sorulduğunda “Çerkezim, Gürcüyüm, Yunanistan, Yugoslav göçmeniyim” 76 Rumeli’den Türk Göçleri, Bilal N. Şimşir, s:1 87 gibi cevaplar bekleyenlere benimsenmiş bir “Ödemişliyim, Tireliyim” cevabının verilmesi, bir sosyal olayın kültürel bir sürece dönüştüğünün, bunun da bir kültürel bilinç olarak ‘Ödemiş kültürü’ oluştuduğunu çıkarıyor. Ayrılıkların kaşınmadığı, ortak noktaların genel kabul gördüğü Ödemiş kültüründe, yağlı kebabı Ödemiş’e Arnavutların getirmiş olmasının veya yöredeki tütün tarımının Rumlarla canlanmış olduğunun pek bir önemi kalmadı. Çünkü, içinde tüm göçlerden süzülüp gelmiş bir kültürel zenginlik barındıran, ince duyarlılıklar taşıyan, yağlı kebabı, taban gevreği, töngülü ve katmeriyle hatta Havuzlu Parklarıyla, artık bir Ödemiş kültürü oluşmuştur. Bize düşen, bu kültürü koruyup, beslemektir. (12 Mayıs 2005) 88 Havuzlu Parkın Taflanları Etrafındaki taflanlarla bütünleşmiş bir kültürel bellek olan Havuzlu Park, Ödemiş için simgesel bir parktır ve pazar-yeri gibi bir işlev yüklenecek alan değildir. Havuzlu Park, kentsel belleğimizin bir parçası olarak yaşamalıdır. Kentlerin de insanlar gibi bellekleri vardır ve kent bellekleri yerel yönetimler eliyle yaşatılır. Havuzlu Park, Cumhuriyet’in şehircilik alanında yarattığı bir başarı anıtıdır. Ödemiş’e ve tarihe mal olmuş bir Havuzlu Park’ın doğal halini bozarak, yenileme adına betonlaştırılmş bir alan yaratmak, modern şehircilik anlayışı olarak kabul edilemez. Yapımından hemen sonraki yıllarda Havuzlu Park Havuzlu Park, bir kültürel birikimi batrındırarak bugünlere gelmiş ve Ödemiş insanında bir tür alışkanlık 89 yaratmıştır. Havuzlu Park, Ödemiş’te bir kentsel bölgeyi tanımlarken, nirengi noktası oluşturacak kadar özgün bir parktır. 19. yüzyılın sonlarında, Datbey’in sırtlarından süzülüp, Ödemiş’i boydan boya geçtikten sonra Eski İstasyonun ötelerinde Rahmanlar Çayı’na karışan bir dere vardı. Çayın kıyısındaki patika yol, kuzey köylülerini Ödemiş’e ulaştırırdı. Ödemiş’e gelenler, bir çeşme başında soluklanırlar, harlakta hayvanlarını sularlar, hayvanlarıyla şehir içine girmeyeceklerse, eşeklerini, atlarını buraya bağlayıp, çarşıdaki işlerini halledip dönerlerdi. Burası, Rum Mahallesi’nin kıyısında, çarşının başladığı yerdi. Çarşının ötesinde, istasyona doğru Türk Mahallesi başlardı ve Katırcılar Sokağı boyunca müslümanların dükkânları ile hanlar yer alırdı. 1930’ların ortasında Havuzlu Park Cumhuriyet döneminin ilk belediyesi, Rum ve Türk yerleşimlerini birbirine bağlamak için dar sokakları açmış, meydanlar oluşturmuş ve dereyi ıslah ederek bir kanalla Ödemiş’in dışına taşımıştı. Bu arada, Yunanlılar’ın karargâh olarak kullandıkları bina da bir cumhuriyet kurumu olarak okula dönüştürüldü. Sıra, kent içinde bazı alanları parka dönüştürmeye gelince, ilk önce Havuzlu Park yapıl90 dı. Kısacası, kentin Rum ve Türk bölgelerinin bir kesişim noktası olan, binek hayvanlarının soluklandığı harlaklı arsa ‘Asri bir Park’ olmuştu... 1932 yılında Ödemiş’in su şebekesini yapan Fransız Pont a Mousson Şirketi, Paris’teki bir anıt-havuzun küçük bir benzerini Ödemişliler’e hediye olarak bu parka yaptı. Zaten, elektrik şirketi de iki trafo merkezinden birisini parkın kıyısına yerleştirirken, trafo binasını da sıradan düz bir bina olarak değil, yeni parkın görünümüne uygun bir mimaride tasarlamıştı. Şehrin içme suyu şebekesi tamamlandığında açılış töreni de bu parkta yapıldı. Havuzlu Park, yeşillendirildikten sonra Havuzlu Park önünde ‘Zafer Anıtı’, 1936 91 Parkın yeşillendirilmesi sürerken, belediye 1936’da parkın içine bir şehir kulübü, kıyısına da Zafer Anıtı inşa etti. Havuzlu Park, çevresindeki okul, fırın, bakkal, berber gibi oluşumlarla yeni bir merkeze dönüşmüştü. Ödemiş Belediyesi, parkta oturanlar rahat etsin diye, Yeşil Ödemiş’in karakterine uygun olarak, parkın çevresine taflanlar dikti. İnsanlar fıskiyelerle serinliyorlar, taflanların oluşturduğu doğal çitlerden dışarıdan içerisi kolayca görülmediği için, aileler rahatça kahvaltılarını yapıp, çaylarını içiyorlardı. Yeni Park, gelen muhacirlerin yerleştirildiği mahallenin serinleme, sıcak yaz akşamlarında bir nefes alma, buluşma, paylaşma yeri haline geldi. Havuzlu Park bir kartpostal görüntüsüne kavuştu. Ödemişliler bayramlarda ve yılbaşılarında, sevdiklerine tebrik kartı olarak parkın resimleri olan kartları gönderiyordu. Daha sonra işbaşına gelen belediye yönetimleri de o güzelim taflanlara ayrı bir özen gösterdi, kuruyanların yerine yenilerini dikti, kalanları budadı ve ilaçladı. Şimdi bu park, modern şehircilik adına yeniden düzenlenecek. Taflanlar söküldü, anıtsal ağaçlar seyreltildi. Zaten, Fransızların yaptığı havuz, 1969 yılında yine Belediye eliyle ‘hıristiyan haçını andırıyor’ diye yıkılmış, yerine estetik ya da özgünlük kaygıları gözetilmeden düz bir havuz yapılmıştı. Aynı dönemde parkın güney köşesine, 1932 yılında yapılan trafo binasının güzelliğiyle hiç uyuşmayan yeni bir bina dikildi. 1980 sonrası bir kez daha oynadılar havuzla; minyatür köprülü gelişigüzel bir havuz konduruldu. Şimdi Havuzlu Park, taflansız haliyle ve hemen her kentte görülebilecek sıradan havuzuyla 1932’lerdeki çıplak halini andırıyor. ‘Taflanların arkasında içki içiliyor’, veya ‘gençler, kızerkek bir arada oturuyorlar, bunu önleyelim’ anlayışıyla tarihten kopuk, köklerini yansıtmayan bir peyzaj mimarisi anlayışı olur mu? Taflanların yerine alçak bir duvar örüp, üstüne de belki demir parmaklık yapılacak. Hatta, Ulus 92 Meydanı’ndaki pazarı buraya taşımak ve pazarcı tezgâhlarına yer açmak için, fazla görülen yeşillikler de kesilebilir, park alanı betonlanabilir! Doğal bir bölüntü oluşturan şirin taflanları kesen anlayış, bunları da düşünebilir. 1950’li yıllarda Havuzlu Park Geçmişle bir bağ daha kopuyor. Koparan da kentlerin belleklerini korumakla yükümlü olan yerel yönetim... Metropol kentlerin betonlaşması gibi, parklarıyla ünlü Ödemiş de parksızlaşıyor. Bir kaydırak, iki salıncak park değildir; park bir kültürdür. Çukur Park’ı hatırlıyor musunuz? Yerinde şimdi hükümet binası ve polis otoparkı var... Londra’da korunmakta olan bir bölgede, bir evin cephesinde yapılacak tadilat için dahi, sokağın başında bir panoda tadilat projesi askıya çıkarılıyor. Mahalleli yapılacak düzenlemeyi inceliyor, sokağın estetik bütünlüğünü bozabilecek bir düzenlemeyse, karşı çıkabiliyor. Sokağında ne yapılacağını önceden biliyor. Gerek duyarsa, belediye meclisine başvurarak, yaşadığı sokağın görüntüsü adına itiraz edebiliyor. 93 Ödemiş halkının sabah-ikindi kahvaltı yapmaya, çay içmeye gittiği, mahallelinin buluşma yeri olan Havuzlu Park işlevini yitiriyor, çoğu Ödemişli de yalnızca izlemekle, üzülmekle yetiniyor. 1960’larda Havuzlu Park Kurallar, yasalar, düzenlemeler, vatandaşın mutluluğu için değil midir? Parkı yeniden düzenlemek gerekiyorsa, yapılanlar o çevrede yaşayanların çoğunu mutlu etmelidir. Bu işler, ‘ben yaptım oldu’ anlayışına dayalı değil, kentte yaşayanların alışkanlıklarına, ihtiyaçlarına hatta yaşam biçimlerine uygun olmalıdır. Bir belediye, kendi elleriyle yeşerttiği bir kültür mirasını, bindiği dalı keser mi? (26 Nisan 2005) 94 Belgelerin Tanıklığıyla Cumhuriyet’in Onuncu Yılında Ödemiş Ekonomisi ‘Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odası’nın Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı’ 1933 yılı Cumhuriyet’in kuruluşunun ‘Onuncu Yılı’ idi. Tüm ülkede heyecanlı bir bayram yaşanıyordu. Ragıp Mısırlıoğlu döneminde (1923-1927) başlayan modern bir şehir yaratma çabaları, Doktor Mustafa Bengisu’nun belediye başkanlığı döneminde de (1927-1935) devam ediyordu. Cumhuriyet’in 10. yılında Ödemiş’te yoğun bir yıkım ve yeniden imar çalışmaları aralıksız sürdürülüyor, yeni caddeler açılıyor, çıkmaz sokaklar caddelere bağlanıyor, kent içinde kalan mezarlıklar kaldırılıyor, yıkıntı alanları temizleniyor ve yeşil alanlar, parklar oluşturuluyordu. Derme çatma binaların yıkımlarına ve kamulaştırmalara çok para harcanıyordu. Cumhuriyet kutlamalarına, şehrin 10 yılda değişen çehresi ve yeni tamamlanan elektrik ve içme suyu şebekesine kavuşmuş olmanın coşkusu da eşlik ediyordu. Havuzlu Park, heyecanın yaşandığı bir tören alanı gibiydi. Bu çalışmalar sırasında, Belediye ve Kaymakamlık’la birlikte Ticaret Odası da Ödemiş’teki değişim ve yenileşme çabalarını destekleyen kuruluşların başında geliyordu. 1914 yılında kurulan Ödemiş Ticaret Odası, I. Dünya Savaşı’nın kargaşa ortamında Ödemiş’in ekonomik yapısına ve yöredeki önemine uygun çalışmalar içinde olamamış, 95 Cumhuriyet’in ilanından sonra cumhuriyet ideolojisine koşut olarak yeniden yapılandırılınca, yörenin ticaretini düzenleyen bir kurum olarak etkinliği de artmaya başlamıştı.77 Ödemiş Ticaret Odası’nın 1933 yılında yayınladığı kitabın kapağı Ödemiş Ticaret Odası’nın yayınladığı ‘Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı’ kitapçığı78 , hem Cumhuriyetin ilk 10 yılında Ödemiş’te yaratılan değişimin, hem de kentin ekonomik gelişiminin ortaya konduğu önemli bir belgedir. Kitapta, Ödemiş’in yanısıra, Bayındır’a da geniş yer verilmiştir. Ticaret Odasının 10. Yıl için hazırladığı 75 sayfalık kitapta konuların 4 ana başlık altında incelendiğini görüyoruz; 77 Ödemiş Ticaret Odası, Bayındır İlçesi de faaliyet alanı içinde olmak üzere, daha sonra Akseki Bankası adını alacak olan “İncir Üreticileri Kooperatifi Bankası” ile birlikte 1929 yılında şehrin ana caddesi üzerinde yaptırılan yeni bir binaya taşınmıştı. Ticaret Odası’nın Ödemiş ekonomisiyle ilgili araştırma ve raporları önemli belgelerdir. 78 1933 yılında Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odası Reisi Mustafa Hakkı Bey’dir. Birinci reis, Vekil Kemal Bey, ikinci reis İsmail Hakkı Bey; Oda azaları, Aksekili Mehmet Tevfik Bey, İhsan Bey ve Sadık Bey’dir. Oda başkatibi ise Yeni Ödemiş Mecmuasını da çıkaran M. Nedim Bey’dir. 96 1. Kazanın Ekincilik ve İktisat Vaziyeti İpek İstihsali ve Mensucat İmali Kendir İstihsali, Urgancılık Zeytin ve Zeytinyağı Fabrikaları Tütün Zeriyatı ve İhracatı İncir Arıcılık Ormanlar ve Madenler 2. On Sene Zarfındaki İmran, Teceddüt, Yol, Maarif ve İçtimai Asayiş ile Terakki Vaziyetleri İçtimai Vaziyet İlk, Orta ve Ana Mektepleri Tüccar ve Sanatkarların Durumu İktisadi ve İçtimai Teşekküller İncir Kooperatifi Tütün Kooperatifi Zirai Kredi Kooperatifi İstihlak Kooperatifi Urgan Kooperatifi 3. Ticaret Odası Yönetimi 4. Bayındır Kazası 1933 yılına gelindiğinde, Ödemiş’in nasıl bir değişim geçirdiği, kitabın “Ödemiş Kazasının on sene zarfındaki imran, tecettüt, yol, maarif ve içtimai asayiş ve terakki vaziyetleri” bölümünde anlatılmaktadır. Cumhuriyet ile birlikte 10 yıllık gelişimi, kitaptaki anlatımı koruyarak özetlemekte yarar var; “Ödemiş kazasını on sene evvel görenler, on sene ve hatta son bir kaç sene içindeki teceddüt ve terakki vaziyeti karşısında cidden kendilerini hayretten kurtaramazlar. 1933 senesinden evvel kasabanın en şerefli bir mevkii olan ve çok çirkin manzaralarile memleketin sıhhi ve medeni vaziyeti üzerinde acı tesirler icra eden büyük bir mezarlığının nihayet son dört sene 97 içinde büyük bir himmetle bir tarafında bahçe, çiçeklik, çam ve daha mütenevvi ağaçları ile muhat ve büyük Gazisi’nin kıymetli bir heykelini taşıyan ve en son mimari tarzile inşa edilen bir hükümet evi… Bir tarafında 23700 metre murabaı bahçe ile sağ ve solunda büyük havuzları, mütenevvi ağaç ve çiçekleri ortasında 40 bin liradan fazla masrafla yapılmış bir tayyare binası ve gazinosu ile cazip ve medeni iki muhteşem eser vücude getirilmiştir. On sene evvel yine mezarlık halinde ve Birgi yolu medhalinin sağ ve solunda gecelerin emniyetini ve gündüzlerin manzarasını ihlal ve umumun sıhhatını izrar eden büyük bir saha üzerinde son üç sene zarfında İnhisar İdaresi tarafından biri üç katlı ve 89 bin lira masrafla bir depo, ikincisi on yedi bin lira masrafla bir idarehane ve etraf ihata duvarları ile ceman 116 bin 50 lira ile muhteşem bir milli müessese vücude getirilmiştir. Ödemiş şehri senelerden beri geceleri karanlıklar içinde ve susuzluğun büyük derdiyle malul ve muzdarip iken, hasseten son dört sene içinde büyük cumhuriyetimizin mes’ut prensiplerinde istinat eden Ödemiş belediyesinin yılmaz ve yorulmaz reisi doktor Mustafa Şevket beyin yüksek himmetlerile bir taraftan şehire getirilen su ve elektrik gibi en hayati ihtiyaçların en asri usullerle temini büyük Türk inkılabına ve cumhuriyetin yüksek şerefine layık eserlerdir. Her sene kanunu saniden haziran nihayetine kadar saniyede 200 litre, temmuz ve ağustos aylarında saniyede 150 ila 60 litre, eylül-teşrini evvel ve teşrini saniye kadar olan mevsimlerde 45 ila 55 litre ve teşrini evvel 15 den kanunu evvel nihayetine kadar saniyede 60 ila 200 litre su ve kuvvet menbaından santrala ve santraldan Ödemişe ulaştırılan su saniyede 30 litre olup 98 bu su ile bütün Ödemişliler ihtiyaçlarını ziyadesile temin etmekte bulunmuşlardır. Elektrik tesisatına gelince elektrik santralları kışın 500 ve yazın en kurak zamanlarda ve şehirde bulunan motorlarla beraber 200 beygir kuvvetine haizdirler. Halen abone adedi 550 olup bu miktar günden güne ziyadeleşmektedir. Küçük sanayide işleyen 1 ila 20 beygir elektromotörlerin miktarı da 71 beygire baliğ olmuştur. Bugün şebekede geceli gündüzlü daimi cereyan bulunması hesabile bu motörler mütemadiyen çalışmaktadır. İnşasına yeni başlanan son sistem ve asri bir mezbaha 35 beygirlik elektromotör ile ihzar edilmiştir. Şebeke hatları mecmu tulü 35 kilometredir. Ödemişin imran eserlerine üç dört sene zarfında inzimam eden güzel eserlerden biri de geçen sene Fransız mühendisleri tarafından 2000 liraya yakın bir masrafla Ödemişin Zafer Meydanında yapılan fıskiyeli havuzdur 79 . Temin edildiğine göre bu havuzun mimari bir misli daha Türkiyede yoktur. Bugün havuzun etrafı belediye tarafından halkın tenezzühüne yardım edecek vaziyette yapılan bir parkla çevrilmiştir. Üç sene zarfında Ödemişte imar eserlerinden sesli sinema ve binası, belediye otel ve gazinosu, yeni açılan ve yeni inşa edilen havuzlu Gazi meydanı, fenni mimariye muvafık ve asri sistemde günden güne tevessü eden 79 Günümüzde Havuzlu Park olarak bilinen yeşil alan. Neredeyse her Belediye Başkanı, bu parkta en az bir kez düzenleme amacıyla değişiklik yapmış ve Havuzlu Park günümüzde sıradan bir park görünümüne bürünmüştür. 99 caddeleri hassaten istasyon caddesinin yapılmakta olan son vaziyeti ile Ödemiş bu gün cidden yeni bir Ödemiş olmuştur. İzmir otelleri sırasında sayılacak derecede temiz ve güzel dört büyük oteli ve müteaddit gazinoları ile seyyahların nazarı dikkatini celb etmekte olan bu yeni Ödemişin büyük cumhuriyetimizin feyz ve ilhamı ile bir kaç sene zarfında daha müterakki ve daha asri bir kasaba olacağında hiç şüphe yoktur.” Ticaret Odası’nın ‘Onuncu Yıl’ kitabındaki saptamalar, cumhuriyet tarihi ile ilgili incelemelerde ortaya konulan değerlendirmeleri de doğrular niteliktedir. 1930’larda Uzun Sokak Ödemiş’in cumhuriyetin ilk on yılında geçirdiği dönüşüm, Prof. Metin Sözen’in ülkedeki genel durumu özetleyen saptamasına uygun bir dönemdir; “Kurtuluş Savaşı sırasında, yanma, yıkılmalar ve geri kalmışlık sonucu yeniden ele alınması gereken kentlerde, değişik işlevli birçok yapıya gereksinim duyulmakta, sınırlı ekonomik koşullar içinde 100 bunların hızla üretilmesi gerekmekteydi. Bu yüzden, yaygın olan üslup içinde kentler yeni yapılar ve alanlarla donatıldı.” 80 Osmanlı İmparatorluğu döneminde köklü bir imar hareketi geçirmeyen ve şehircilik açısından nüfusuyla orantılı gelişim gösteremeyen Ödemiş, 1919-1922 yılları arasında yaşanan Yunan İşgali sonrasında yakılıp yıkılmamış 81 olmasına rağmen, iri bir köy görünümünden öteye gidememişti. Oysa, cumhuriyetle birlikte Ödemiş, 10 yıl içinde hayret uyandıracak ölçüde modern bir kent olma doğrultusunda gelişiyordu. Modernleşen Ödemiş, elektrik ve su şebekesini kurmuş ve işleten bir kent olarak çevresindeki zengin ham-madde kaynakları göz önüne alındığında, modern bir fabrikayı da hak ediyordu. Yerel cumhuriyet kadroları için kentlerin modernleşmesi bir belediye hizmeti olarak kabul edilmişken, sanayileşme ve fabrikalaşma merkezi hükümetin sorumluluğundaydı. Ödemiş ileri gelenleri kulaklarını Ankara’ya çevirmişler, fabrika için Ankara’dan gelecek haberi bekliyorlardı. Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odası, 1940’lar 80 Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi, Prof. Metin Sözen, s. 16 Ödemiş’in yanıbaşındaki Birgi Nahiyesi yakılmıştır. Birgi yangını Behiç Galip Yavuz’un ‘Birgi’ kitabında ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. 81 101 Ankara’dan gelecek haber gecikmedi. Hükümet Ödemiş’e fabrika için heyetler göndermeye başladı. Genç cumhuriyet, yerli sanayiyi oluşturup, ülkenin her yöresini dengeli biçimde fabrikalarla donatmak ve yabancı ülkelere bağımlılıktan kurtulmak istemekteydi. Bu çabaya herkes kendi olanakları ölçüsünde katılmakta ve diğer ülkelerdeki başarılı örnekler dikkatle incelenmekteydi. Atatürk’e çok yakın olan ve bir bakıma onun çevresindeki düşüncelerin de sözcülüğünü yapan Falih Rıfkı Atay’a göre, “… ‘milli ve müstakil’ bir iktisat kurabilmek için Türkiye’nin ‘İktisadi Kurtuluş Planı’ diye adlandırılabilecek bir plana ihtiyaç vardır. Bu kurtuluş kavgasında; hem Rusya’dan, hem İtalya’dan hatta dünyanın her tarafındaki tecrübelerden ders... .” 82 alınması gerekiyordu. Hükümet, dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle devletçi kalkınmaya yönelik bir plan yaklaşımıyla harekete geçerek, ‘Birinci Beş Yıllık Ekonomik Plan’ın (1.BYP) hazırlıklarına başladı. Devletin yapacağı yatırımlar için bizzat söz konusu kentlere gidilerek incelemeler yapılıyor ve tüm ülkeye yayılmış dengeli bir sanayileşme uğruna dış borçlanmaya gidilmemesine özen gösterilerek, bütçe dengelerinin sarsılmaması hedefleniyordu. 1932 yılında hazırlıklarına başlanan ve 1934-1939 yılları arasında uygulanan 1.Beş Yıllık Devlet Yatırım Programı için finansal ve teknik destek sağlamak amacıyla, Başbakan İsmet İnönü Sovyetler Birliği’ne gitti. Bu gezi sırasında yapılan görüşmelerde Sovyet uzmanların Türkiye’ye gelerek incelemelerde bulunmaları kararlaştırıldı. 82 Türkiye Belgesel İktisat Tarihi, Cilt III, s:143 102 Hükümet Meydanı, 1933. Yeni inşa edilmekte olan Tekel binası. Hükümet Meydanı, 1936 Hükümet Meydanı, 1968 103 Türkiye’nin yapısına uygun, Anadolu’nun dört bir köşesini sarmalayacak bir sanayileşme hamlesinde, kendi ülkesinde büyük bir başarı gösteren Sovyetler Birliği’nin örnek olarak 83 öne çıkması şaşırtıcı olmamıştır. Sovyetler Birliği, kapitalist ülkelerdekinin tersine, merkeziyetçi bir ekonomi ve geniş bir plânlama yeteneği ile 1929-1932 dünya ekonomik bunalımından en az etkilenen ülkelerin başında geliyordu. Sovyetler Birliği’nin sanayileşmedeki başarısı Cumhuriyet yönetimini sanayi planlarını oluştururken bu ülkenin uzmanlarıyla işbirliği yapmaya yönlendirdi. Ülkeye gelen ilk heyet, 12 Ağustos 1932 tarihinde pamuklu mensucatla ilgili Sovyet Proje Tröstü Müdürü İktisatçı Prof. Orloff başkanlığında, Sovyetler Birliği’nde başarılı olan kalkınma planında çalışan deneyimli bir uzmanlar grubuydu. Ankara’da yapılan toplantılarda Sovyet heyetine pamuklu dokumayla ilgili yapılan ön çalışmalar anlatılarak, fabrika kurulması düşünülen yerlere bizzat gidilmesi istendi. Önemli pamuk ekim alanları ve ev dokumacılığının gelişmiş olduğu Eskişehir, Konya, Malatya, Kayseri, Ereğli, Afyon, Büyükmenderes ve Küçükmenderes bölgelerine geziler düzenlendi. Bu gezilerde, uzmanların bir kısmı mevcut pamuklu dokuma tesislerini incelerken, diğer grup ise fabrika kurulması düşünülen şehirlerdeki coğrafi, ekonomik ve endüstriyel koşulları değerlendiriyordu. 84 83 Öte yandan, hükümet yalnızca Sovyet uzmanlarının çalışmalarıyla yetinmek istemiyordu. İtalyanlardan da kendi deneyimlerinin aktarılması istendi. 1933 yılı başlarında Washington Büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey aracılığıyla dönemin ünlü Amerikalı iktisatçılarından Edwin Kemmerer’in de aralarında bulunduğu uzmanlar grubu da Türkiye’ye çağrıldı. (Cumhuriyet Döneminin İktisat Tarihi (1923-1950), Yahya S. Tezel, s:267) 84 Türkiye Belgesel İktisat Tarihi, Cilt III, s:158-160 104 Planda yer alan projelerin uygulanacağı şehirlerde demiryolunun varlığı, pamuk ekim alanlarının büyüklüğü ve hammadde kalitesi zorunlu koşullardı. Büyükmenderes ve Küçükmenderes bölgelerindeki pamukçuluk bu bölgeleri aday yöreler olarak öne çıkarmıştı. Büyükmenderes havzasında Denizli, Aydın ve Nazilli, Küçükmenderes havzasında, Ödemiş ve Tire bu özellikleri taşıyan kentler olarak adaylar arasındaydı. Ankara’dan gelen haber doğrultusunda, Ödemiş Belediyesi ve Ticaret Odası gerekli hazırlıkları yaptı. Belediye, Ödemiş’teki tesisleri gezdirdi, Ticaret Odası raporlar hazırladı. Ödemiş’e gelen Sovyet Heyeti yöredeki pamuk üretiminin pamuklu dokuma fabrikası kurulması için yeterli olmadığı kanısına vardı. Buna karşın, Küçükmenderes havzasındaki kendir üretimi dikkat çekiciydi. Ödemiş’e bir kendir fabrikası kurulabilirdi. Pamuklu dokuma fabrikası için Küçükmenderes yerine Büyükmenderes Havzası öne çıkıyordu ve fabrika yarışı Denizli, Aydın ve Nazilli arasında geçecekti. Kurulacak fabrika için Ödemiş’in yerel koşulları komisyon raporunda şu cümlelerle ortaya konulmuştur; “... Ödemiş için burada verilen malumat ancak ihzari mahiyette sayılabilir. Şehrin su yollarına dair malumat belediye reisinden şifahen alınmıştır. Şehir suyu, kuvvetini membalardan alır. Su tesisatının getirilebildiği su miktarı saniyede 33 litredir. Şehir su şebekesinin tazyik gücü, yangın söndürmek için kafidir. Şebeke, yangın muslukları ile techiz edilmiştir. Şehirde kanalizasyon yoktur. Fakat projesi yapılmaktadır. Gördüğümüz fabrika sahası demiryolu civarında bulunuyor. Burada yeraltı suları 12 mt derinliğinde bulunmaktadır. Bu mıntıkada şehir su şebekesinin kolları 105 bulunmaktadır. Bu kolların verdiği su miktarı dahi tetkik edilerek saniyede 3-4 litre olduğu anlaşılmıştır. Yukarıda yazılanlara dayanarak Ödemiş sahasının su yolu ve kanalizasyon imkanları hakkında şu neticelere gelebiliriz: 1- Ödemişteki su miktarına dair bütün malumat iyice tesbit edilmelidir. 2- Yeraltı suları çok derinliklerde bulunduğu için fabrikaya su vermek için bunlardan istifade etmek müşkülata bağlıdır. 3- Anlaşılan, sahaya su tedariki için en iyi menba, şehir su yolu olacaktır. Tahkik edilmesi lazım olan şeyler: A) Şehir su membaından kafi miktarda su almanın mümkün olup olmıyacağı, B) Şehir su şebekesinin bu miktar suyu mevcut su borularını değiştirmeden geçirip, geçiremeyeceği. Fabrika kanalizasyonu iki şekilde tasavvur olunabilir; a-Fabrika kanalizasyonunu, projesi yapılmakta olan şehir kanalizasyonuna bağlamak, b-Pis sulardan, fabrika yakınında bulunan araziyi sulamak için istifade etmek.” 85 Kendir Fabrikası konusuna Ticaret Odası’nın 10. Yıl Broşüründe de önemli bir yer ayrılmıştır; “Menderes havzasında senevi vasati olarak 500.000 kilo kendir elyafı istihsal edilmekte ve bundan kısmen Tire, Isparta ve Çanakkaleye kadar ihraç edildiği gibi kısmen de senevi 140.000 kilo muhtelif cins urgan, çul, çuval ve sicim imal edilmektedir. Bu mamulat tamamen evlerde 85 Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu, İlhan Tekeli, Selim İlkin, s:E213 106 erkek ve kadın eli ile ibtidai tezgahlarda vücuda getirilmektedir. Kaza merkezinde bu iş için halen 150 çark mevcut ise de, ancak 75 çark çalışmaktadır. İmal edilen urganlar Balıkesir, Kasaba, Akhisar, Kula ve sair civar yerlere ihraç edildikten sonra mütebaki aksamı ile kazanın mahalli ihtiyacı temin edilmektedir.” 86 Ödemiş Ticaret Odası’nın Ödemiş’e yapılacak bir fabrikayı tüm imkanlarıyla desteklediği anlaşılmaktadır. Ticaret Odasının 10. Yıl kitabında ‘Kazada kendir istihsali, urgancılık ve urgan imalathaneleri’ bölümünde kendir fabrikasının Ödemiş’e sağlayacağı yararlar vurgulanmaktadır; “Ödemiş kazasında bir urgan ve çuval fabrikası te’sisi fikrile 1932 senesinde Tire ve Ödemiş’te ve bu sırada Ödemiş Ticaret ve sanayi salonunda tetkikat yapan Türk ve Rus mütehassıslarından mürekkep bir hey’etin tetkikatları neticesinde Ödemiş Kendir ve Sicimlerinin İtalya sicimlerine faik bir hassada olduğu takdir edilmiştir... Küçük Menderes Havzası’nı teşkil eden ve miktarı 80 bin dönümden fazla olan arazi tamamen Kendir zer’iyatına tahsis edildiği takdirde Ödemiş, Tire ve Bayındır kazalarının kendir mahsulünden senevi 4 ile 5 milyon kiloya yakın kendir elyafı istihsal edilir ki; bu istihsal miktarı ile Ödemişte yapılacağı mutasavver bir kendir ve çuval fabrikasının idaresi te’min edilmekle beraber her sene hariçten kazaya girmekte olan 40 bin kilo miktarında çuval, kınnap ve kanaviçenin ihtiyacını temin etmiş olur.” Ödemiş’e kendir fabrikası kurulması durumunda Küçükmenderes bölgesinde tütün yetiştirilen alanların büyük kısmının kendir ekimine ayrılacağı, elde edilecek ‘elyaf’ın yörede değerlendirilmesiyle Ödemiş’te yıllık 2 mil86 Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı, s: 17-18 107 yon lira tutarında bir servetin yalnız kendirden elde edilmiş olacağı hesaplanmıştır. Ticaret Odası kitabında, kendire ayrılan bölümünün sonunda “...hülasa: bugün memlekete pek az nafi olan Menderes Havzası, Ödemişte yapılacak bir fabrika ile memlekete büyük menfaatlar temin etmiş olur.” denilerek yöredeki heyecan ve istek dile getirilmiştir. Ödemiş’in yapısına uygun fabrika pamuktan kendire kaydırılınca, hükümet; kendirle ilgili diğer yörelerden gelen bilgileri toplamış ve Ödemiş ile Kastamonu bölgeleri kendir fabrikası için en uygun yerler olarak seçilmiştir. Kendir konusunu incelemek üzere Ödemiş’e bu kez bir başka Sovyet uzman başkanlığında yeni bir heyet gelir. Heyetin hazırladığı raporda kendir fabrikası konusu; “Türkiye’de bulunduğum esnada Türk mensucat müteassıslarından Mühendis Şevket Bey ve Fazlı Beyler ile beraber, kendir zeriyatının kesif olduğu iki mıntıkayı gezdim. Bu iki mıntıkada, daha fazla küçük urgancılık sanayii temerküz etmiştir. 1 ile 4 Birinciteşrin tarihine kadar, İzmir mıntıkasında Ödemiş, Tire, Bayındır ile 12-16 Ekim tarihlerinde de Kastamonu, Daday ve Taşköprü şehirlerini gezdim. Bu yerlerde bulunduğum zaman, köylülerin kendir izhar tarzını, küçük urgancılık sanayiini, enerji membalarını, fabrikalar tesisine müsait arsaları ve saire mahalli şeraiti tetkik ettim. Türkiye kendir sanayiine ait yerli kendir müstahsıllerinden şifahen elde ettiğim malumatın Ankara’da yaptığım mukayese ve tetkikler neticesinde bana verilen bilgilerin noksanlığını ve kısmen doğru olmadığını tesbit ettim. İstikbalde fabrika yerleri yapılırken istinat edilecek olan bu malumat bir daha tahkik ve itmam edilmelidir.” 87 87 Türkiye Belgesel İktisat Tarihi, Cilt III, s:E 234 108 biçiminde aktarılmaktadır. Rapor, fabrika yer seçimi için ciddi bir incelemenin gerekliliğini ve bir kararsızlığı yansıtmaktadır. Ödemiş’e kurulacak fabrika konusu günümüze kadar Ödemiş’te dedikodu düzeyinde konuşulagelmiştir. Ödemiş’e kurulacak tekstil fabrikası konusu, Ödemişli tüccarların ve tütün tarımıyla uğraşan büyük çiftlik sahiplerinin de olaya sıcak bakmamaları nedeniyle küllendirilmiş olabilir. Bu isteksizlikte, henüz tamamlanan elektrik ve su şebekelerinin borç yükünün belediyeyi ve Ödemiş ileri gelenlerini ürkütmüş olmasının da etkili olduğu düşünülebilir. Oysa, fabrika için kendi şehirlerinin adıın anılması bile, bu yatırımı kendi kentlrine kaydırmak için başka şehirlerde Ankara’yı zorlayan baskı grupları oluşmasına neden olmuştur. Kendir fabrikası yarışından Kastamonu galip çıkmıştır. Tekstil fabrikası ise Nazilli’ye yapılmıştır. Nazilli Basma Fabrikası, 1942 Nazilli’de “25 Ağustos 1935 günü temeli atılan fabrika, 9 Ekim 1937 tarihinde hizmete açılmıştır. Fabrikanın iki postada 109 1.800 ve 8’er saatlik üç vardiyada 2.500 işçinin çalışması ve yılda 18 milyon metre basma üretmesi öngörülüyordu. 19441945 senesi işçi sayısı 4.500’e ulaşmıştır.” 88 Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın yarattığı istihdam Nazilli’nin çehresini değiştirmiştir. Ticaret ve Sanayi Odası kitapçığında yörenin temel ekonomik girdisi olarak tarım konusu ele alınırken verilen diğer bir bilgiye göre; Ödemiş Kazasında 40.000 kadar zeytin ağacı vardır. Bu ağaçlardan her yıl ortalama 4.000.000 kilo tane zeytin ve bu tanelerden de yaklaşık 1.000.000 kilo zeytinyağı ile 800.000 kilo pirina 89 elde edilmektedir. Cumhuriyet öncesi, Ödemiş Kazası sınırları içinde geleneksel yöntemlerle zeytin sıkan dört imalathane varken, Cumhuriyet’in 10. yılında Ödemiş’te 4’ü buhar gücüyle, 2’si su gücüyle çalışan toplam 6 yeni zeytinyağı fabrikası açılmıştır. Üretilen zeytinyağının 500.000 kilosu Ödemiş’te tüketilmekte, kalanı Ödemiş dışına gönderilmektedir. Pirinanın ise tamamı Ödemiş dışına yollanmaktadır. 1933 yılında ilçedeki zeytinyağı fabrikaları ile diğer imalathanelerin listesi, kullandıkları motor güçleri ve motor türleri de Ticaret Odası kitapçığında bulunan diğer bir bilgidir. Ticaret Odası, yöredeki “yeraltı zenginlikleri ve madencilik” durumunu da inceleme konusu yapmıştır. Ticaret Odası, bölgede 20. yüzyılın başında yabancılar tarafından başlatılan madenciliğin yerli sermaye tarafından da sürdürülebileceğine inanmaktadır. Ama, herhangi bir teşebbüse geçilmemiş olması, yöre için bir eksikliktir. Bu yüzden Ticaret Odası kitapçığında yerli sermaye tarafından işletil88 Bir Şehrin Yeniden Doğuşu: Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası ve Bu Fabrikanın Nazilli Üzerindeki Etkileri, Halil Volkan Arıkan-Şahan Savaş Karataşlı- Emre Özkan, s:161 89 pirina: zeytin sıkıldıktan sonra yağdan artakalan ve yakacak olarak da kullanılan küspe. 110 meye uygun ve hiçbiri işletilmeyen madenlerin durumu sıralanmaktadır; 90 Cinsi Antimon Cıva Madeni Cıva Madeni Cıva Madeni Cıva Madeni Mevkii Kimin Tarafından İşletildiği Mesçitli Evvelce İngiliz Riz Kumpani Karyesi tarafından işletilmiştir Göre Karyesinde Tayyare Cemiyeti tarafından işletilmiştir Yağcılar Tayyare Cemiyeti tarafından Karyesinde işletilmiştir Halılar Mekşüfür91 Karyesinde Kaymakçı Bu maden kısmen bir vereseye aittir Karyesinde 20. yüzyıl başı, İzmir’de İncir Sergisi Ödemiş, 10 yıl gibi kısa bir sürede cumhuriyetin başardıklarını görmek isteyen yabancı gezginler için de dikkat çekici bir kasaba olmuştur. Sovyetler Birliği ile ekonomik alandaki genel yakınlaşma ve Sovyet uzmanların ülkenin muhtelif bölgelerine yaptıkları inceleme gezile90 Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı, s:23 91 Mefşüfür: Varlığı bilinen, ancak günyüzüne çıkmamış. 111 ri, farklı Sovyet uzmanların Türkiye’yi ziyaretleriyle sürmüştü. 5 Nisan 1933’te Sovyet yazarı Leon Nikilin, Kurtuluş Savaşının tarihini ve cumhuriyetin başardıklarını yazmak üzere Ödemiş’e de gelmiştir. Bu ziyaret, Ödemiş’te heyecanla karşılanmıştır. Yeni Ödemiş Mecmuası’nda Nikitin’in Ödemiş’e gelişi, “Büyük inkilabımızın tarihini yazacak olan Rus edip ve müverrihlerinden ve Rus alîmi meşhur Maksim Gorki’nin arkadaşlarından Leon Nikilin Yoldaş, Nisanın beşinci, yani kurban bayramının birinci günü akşamı beraberlerinde İzmir Müze Müdürü Selahattin Bey olduğu halde Ödemiş’e geldiler. … Gece Ödemiş’te Halk Fırkası’nda mumaileyh şerefine verilen ziyafette kazanın iktisadî vaziyeti hakkında Ticaret Odası Başkatibi M.Nedim Bey’den tafsilat istediler. Fotoğraflar çekildi. Ödemiş’in genç Musiki Birliği tarafından milli şarkılar çalındı ve zeybek oyunları oynandı. Leon Nikilin Yoldaş, Türkün büyük inkilâp zaferlerinin sırları hakkında büyük intibâhlar alarak Ödemiş’ten hareket etti.” 92 biçiminde verilmiştir. Ticaret Odası Raporu’nda 1929-1932 yılları arasında Ödemiş Kazasının tarımsal ürün durumu 92 Yeni Ödemiş Gazetesi, 15 Nisan 1933, sayı:7 112 Ödemiş’te, tarımsal ürünleri işleyen fabrikalar kurulamadığından tarımsal ürün fiyatlarındaki en küçük bir oynama, yörenin ekonomik yapısında sarsıntılara neden olmaktadır. Ticaret Odası kitapçığında tarım ve ekonomik yapı konusunda bir genel değerlendirme yapılırken; 1930 dünya ekonomik bunalımının özellikle incir ve diğer tarım ürünlerinin fiyatlarında büyük düşüşlere yol açmasının Ödemiş’i de etkilediğine işaret etmektedir. Nitekim, tarımda yaşanan daralma, geçimini tarımdan kazanan yörede hoşnutsuzluk yaratmış ve bu sıkıntı siyasi hayata da yansımıştır. Ekin Pazarı, 1950’ler 1980’den sonra yıkılan, İstiklal İlkokulu önündeki Kompir Pazarı, 1960’lar 113 Ödemiş’in dünya ekonomik bunalımından nasıl etkilendiğini ve bu nedenle kucak açtığı Serbest Cumhuriyet Fırkası serüveninin nasıl geliştiği ve sonuçları Cem Emrence’nin “Ödemiş’te Serbest Cumhuriyet Fırkası” makalesinde “diğer gelişmiş Ege kasabalarında yaşananların bir benzeri...” 93 biçiminde tanımlanıyor. Bu makalede; “Ödemiş’te İktisadi krizden olumsuz etkilenen köylü ve tüccarların yeni partinin tabanını oluşturdukları, ... tüccar, diş tabibi ve avukat gibi eğitimli grupların kendilerini yeni partinin yerel yöneticileri olarak buldukları...” anlatılmaktadır. 94 Sonuç olarak, Ödemiş’in cumhuriyetle başlayan kalkınma hamlelerinde bir çok il merkezini geride bırakarak geliştiği görülmektedir. Ödemiş, cumhuriyetin ilk yıllarındaki atılımlarda bir fabrika sahibi olamasa da, modern bir elektrik ve içme-suyu şebekesi, geniş ve verimli tarım arazileri ile çevresindeki zengin yeraltı kaynakları göz önüne alındığında, 1933 yılında ekonomik gelişmeye oldukça yatkın bir kasaba olma özelliğini ortaya koymuştur. 1960’lardan başlayarak Ödemiş, üzerine serpilen toprağı silkeleyememiş ve içine kapalı, ekonomisi tarıma dayalı, tarım sektöründeki fiyat dalgalanmalarından yoğun biçimde etkilenen bir kent olarak kalmıştır. (29 Aralık 2005 ) 93 Ödemiş’te Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cem Emrence, Toplumsal Tarih Dergisi, Aralık 1999, s:32 94 Serbest Cumhuriyet Fırkası, yerel seçimlerde Ödemiş’i kazanamasa da, geçimini çiftçilikten sağlayan Bademye Nahiyesinde seçimi kazanmıştı. 114 Cumhuriyetin hayırlı cemiyetlerinden; Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti – Anaokulu’ 1934 Yılı Broşürü İşgal altındaki bir imparatorluktan, bağımsız bir ulus-devlet olarak tarihteki yerini alan Türkiye Cumhuriyeti, ekonomiden başlayarak, eğitim, hukuk, politika, sanat ve sosyal hizmetler gibi bir çok alanda yenilikler yaparak girdiği yeni yapılanma sürecinde; korunmaya muhtaç çocuk sorununu Himaye-i Etfal Cemiyetleri (Çocuk Esirgeme Kurumu) eliyle çözme yolunu seçmiştir. Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti, ‘Çocuk Yuvası’ broşürü kapağı, 1934 Ülke topraklarında kimsesiz ve muhtaç çocuklara yardım için oluşturulan ilk kurumsal girişim 11 Ağustos 1917 tarihinde İstanbul Himaye-i Etfal Cemiyeti ile başlatılmıştı. Osmanlı yönetimine bağlı bu cemiyet, Kurtuluş Savaşı günlerinde Ankara hükümetinin taleplerine 115 cevap veremeyince, 30 Haziran 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi’ndeki bazı üyelerin girişimiyle Ankara’da yeni bir Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu. Her iki cemiyetin de aynı adla yardım toplamasının halk arasında kafa karışıklığı yaratmaya başlaması üzerine, İstanbul ve Ankara Himaye-i Etfal Cemiyetleri arasında birleşmek için bazı yazışmalar yapıldı. Hatta yüz-yüze görüşmeler de yapılmasına karşın, iki cemiyetin tek-çatı altında birleşmesi sağlanamadı. Milli mücadelenin kazanılması üzerine Ankara’daki cemiyet, bir cumhuriyet kurumu olarak ülke çapında örgütlenmeyi sürdürerek, muhtaç çocuklara yönelik hizmetleri üstlendi. 1917 yılında İstanbul'da kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti ise 1923 yılındaki genel kurulundan sonra, yeni bir genel kurul yapmayarak tarihe karıştı. Atatürk’ün desteğiyle kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, kuruluşunun ilk günlerinde cephede savaşan, şehit düşen askerlerin çocuklarına yardım etmekle işe başlamış, daha sonra etki alanını genişleterek, anneler ve ailelere yönelik hizmetler de vermeye başlamıştır. Bünyesinde dispanserler, muayenehaneler, doğumevleri, aşevleri, çocuk kütüphaneleri, süt damlaları, talebe sofraları vb. sosyal hizmet amaçlı değişik kuruluşlar barındırarak hizmetleri çeşitlendirdi. Himaye-i Etfal Cemiyeti makbuzu 116 Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin ülkemize kazandırdığı anlamlı uygulamalardan birisi de Çocuk Haftası kutlamaları ve 23 Nisan Çocuk Bayramı olmuştur. 1929 yılından sonra kutlanmaya başlanan çocuk haftası programlarıyla, çocuğun önemi toplumun gündeminde tutulmaya başlanmıştır. 1935 yılında kabul edilen Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun’la ve Himaye-i Etfal Cemiyetinin teklifiyle Hakimiyeti Milliye ve Çocuk Bayramı birleştirilerek, her yıl 23 Nisan günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin adı 1936 yılında Türkçeleştirilerek, Çocuk Esirgeme Kurumu oldu. Ödemiş’te Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin şubesi 1926’da açılmıştır. Cemiyet, yörede kısa sürede önemsenmiş ve gerçekleştirdiği güzel ve çağdaş hizmetlerle Ödemiş’in önemli bir sosyal yardım kurumu haline gelmişir. ‘Himayei Etfal Cemiyeti, himayesine bir de Ana Mektebi almakla, kazanın en mühim ve terbiyevi bir ihtiyacını temin etmiştir. İlk teşekkülü senesi olan 1932 senesi 30 çocuğu terbiye ve tedris ederek sene nihayetinde kaza halkının ve Vali Paşa hazretlerinin huzuruile verdiği bir çocuk müsameresinde yüksek muvaffakiyetler göstermiştir. Cemiyetin himayesinde bir de musiki bandosu yetişmiştir.’ 95 1935 yılına gelindiğinde ülkede çocuklara yönelik tek okuma odası (kütüphane) ile yurt çapındaki 13 Şevkat Yurdu’ndan birisi Ödemiş’te açılmıştı. Ayrıca, diğeri İzmir’de eğitim veren ülkedeki modern iki Çocuk Yuvası /Ana Mektebinden birisi Ödemiş’teydi. 96 Ödemiş Himayei Etfal Cemiyeti’nin ‘Çocuk Yuvası’na ‘... devam eden fakir, zengin yedi yaşını bitirmeyen 95 Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı, s: 48 96 SHÇEK Web Sayfası: http://www.shcek.gov.tr/portal/dosyalar/shcek/tarihce/t02_1.asp 117 küçükler her sabah yuvanın kamyonu ile mektebe gelir ve akşama evlerine dönerlerdi. Mektepte tatbik edilen sıhhî ve terbiyevî tarz çocukları çok sıkı bağla mektebe ve muallimlerine bağlamaktaydı. Bütün faideli şeyler onlara bilfiil gösterilmesi için çeşitli ders vasıtaları tedarik edilmişti. Bütün yavrular kendilerine yarayacak şeyleri bizzat tecrübe ederek kendiliklerinden öğreniyorlardı. Bunların mektepteki neş’eli ve bilgili hayatları başlı başına tetkike şayandır. Burada küçücük yavrular kimsenin yardımına muhtaç olmadan ve fakat daimi bir nezaret altında temizlik yaparlar, sofralarını kurarlar, yemeklerini yerler, işlerini görürler, oyunlarını oynarlardı.’ 97 Hem Osmanlı döneminde, hem de cumhuriyet döneminde öğretmenlik yapmış bir eğitimci olan Halil Dural (1884–1975), ‘Ödemiş’in Tarihi’ kitabında Ödemiş’in eğitim ve öğrenim durumunu, okullardaki öğretmenlerin adlarını verecek kadar ayrıntıyla yazmıştır. Aynı zamanda Himayei Etfal Cemiyeti başkanı da olan Halil Bey, kitabında Himayei Etfal Cemiyeti’nin açtığı ana okulunun öyküsüne 98 de yer vermektedir. Bu kitaba göre; “1932 yılında Ödemiş’te Çocuk Esirgeme Kurumu çok faal idi. Bu kurum Darül irfan binasını 4.100 liraya satın almış, bu okulda özel bir ana mektebi açmıştı. Aslen İzmir’li olup, Çapa Kız Öğretmen Okulundan mezun olan Mihriban Hanım muallim ve mürebbiye olarak üç yıl bu göreve devam etmişti. Ondan sonra ise İzmir’li Mürüvvet Hanım tayin olunmuştu. Mürüvvet Hanım 5 yıl çalıştıktan sonra 1937 yılında ayrılmış ve okul da onun ayrılmasından sonra kapanmıştır. Eşyaları ziyan zebil olmuş, Ödemişliler böyle bir okulu çok fazla aramalarına rağmen böyle bir okul bir daha kurulamamıştır.” 97 Ödemiş Himayei Etfal Cemiyeti Çocuk Yuvası, Bilgi Matbaası, İzmir 1934, s: 11 98 Ödemiş Tarihi, Halil Dural, Ödemiş Belediyesi Kültür Yayınları-1, 2004, s:179 118 Halil Dural okul kapandıktan sonraki durumu ise şöyle özetler; “... binlerce liralık demirbaş eşya ve ders levazımı yok bahasına ve hatta usulsüz olarak elden çıkarılmış, şahısların cebine girmiştir. Diyebilirim ki; iş ders levazımının satılmasıyla kalmamış, müessesenin aşevinin çivileri dahi bu soygunculuğa maruz kalmış, nerede ise binanın çerçeve ve kapıları da sökülüp satılmaya niyetlenmişse de, bina Verem Savaş Derneğine icara verilmesiyle, bu amansız tahripkâr ellerden kurtulmuştur.” Özel Devrim Okulu,1942 Halil Dural’ın bahsettiği Darül irfan, Ödemiş’te bir özel ilkokuldur. 1908 yılında Meşrutiyetin ilanından sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi’nin eğitime önem veren politikaları doğrultusunda ülke genelinde terâkki (ilerleme) adı altında bir dizi atılım başlamıştı. İzmir’de de Şumnulu Yusuf Ziya Bey bir darül irfan açmıştı. Yusuf Ziya Bey, bir süre sonra Darül irfanın bir şubesini Ödemiş’te Hacı Raif Efendinin evinde açmış, müdürlüğüne Mehmet Esat Efendi’yi getirmişti. Okulun Ödemiş’te benimsenmesi üzerine Yusuf Ziya Bey daha sonra bir bina yaptırarak, okulu kendi binasına taşımıştı. Bu okul Yunan işgaline kadar açık kalmış, işgal sonrası tekrar eğitime başlamasına karşın, Yusuf Ziya Bey’in ölümü üzerine mirasçıları okulu kapatarak, tütün deposu olarak kiraya vermişlerdi. Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin çocuk yuvası açtığı yer, eskiden 119 okul olarak kullanılan bu binaydı. 99 Darül irfan binası Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından 1932 yılında 4.000 liraya satın alınmıştı. Bina alınırken İzmir Valisi Kazım Paşa da ‘İzmir Meclis-i Umumisi’ bütçesinden 2.000 lira katkı sağlamıştı. Ticaret Odası’nın Cumhuriyetin 10. Yılına Armağanı adlı kitapta Ödemiş Himayei Etfal Cemiyetinin kuruluşundan 1933 yılına kadar idare bütçesi verilmektedir. Cemiyet; 1926 Haziran – 1927 Mayıs 1927 Haziran – 1928 Mayıs 1928 Haziran – 1929 Mayıs 1929 Haziran – 1930 Mayıs 1930 Haziran – 1931 Mayıs 1931 Haziran – 1932 Mayıs 1932 Haziran – 1933 Mayıs 1933 Haziran – 1934 Mayıs arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında 3.643 lira 5.441 lira 4.916 lira 4.612 lira 4.305 lira 4.946 lira 6.283 lira 3.970 lira gelir sağlamıştı. Himayei Etfal Cemiyeti’nin harcamaları bağışlardan ve yardım pullarının satışlarından elde edilen gelirlerden karşılanıyordu. 1932 ile 1933 yılı arasındaki gelirlerindeki artıştan, ana okulu binası satın alınırken, Ödemiş’te başarılı bir kampanya yapıldığı anlaşılmaktadır. Bağışlarla faaliyetini sürdüren derneğin bir yıllık gelirini kıyaslamak için, 1930’lu yıllarda bir gevreğin 1 kuruş olduğunu hatırlatmakta yarar var. Cumhuriyet’in kuruluşunun ‘Onuncu Yılı’ tüm ülkede, başarılanların göz önüne serildiği bir şölen havasında kutlanıyordu. Cumhuriyet döneminde açılan türlü çağdaş kuruluşlar ve kurumlar basılan kitap, broşür ve 99 Bu bina, günümüzde, İzmir Yolu üzerindeki Çarşı Polis Karakolu’nun bulunduğu arsada idi. Yol genişletme çalışmaları sırasında bu bina yıkılmıştır. 120 afişlerle bu kutlamalara katılıyor ve yurdun dört bir yanına çalışmalarını gösteriyorlardı. Ödemiş Ticaret Odasının 10. yıl kitapçığında, Ödemiş’teki ‘Hayırlı Cemiyetler’ bölümünde, 1933 yılında faal olan yardım amaçlı kuruluşlar arasında ilk sırada Himayei Etfal yer almaktadır. 100 10. yıl etkinliklerine Ödemiş Ana Mektebi de bir broşür ile katılmıştır. Ödemiş Himayei Etfal Cemiyeti’nin, Ödemiş Çocuk Yuvasını tanıtmak için bastırdığı broşür, cumhuriyet tarihimiz açısından çağdaşlaşmaya ve çocuklara verilen önemi gösteren önemli bir belgedir. Ağırlıklı olarak fotoğraflardan oluşan kitapçık, Ana Okulu’nda çocuklara uygulanan tüm eğitim faaliyetlerini ve okulun kalitesini gözler önüne sermektedir. Broşürde; yardım pulu satarak ve/veya makbuzla para toplayarak derneğe gelir sağlayan yardım-sever kimseler de fotoğraflarıyla tanıtılmaktadır. Okuyucuları, 1932 ile 1938 yılları arasında Ödemiş’te hizmet vermiş olan Himayei Etfal Cemiyeti - Çocık Yuvası’nın 34 sayfalık tanıtım broşüründen seçilen fotoğraflar ve alt yazıları ile başbaşa bırakalım. 100 Kitapta daha sonra, sırasıyla; Hilali Ahmer (Kızılay), Türk Tayyare Cemiyeti, Ödemiş Muallimler Birliği, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Ödemiş’te Spor Kulüpleri, Ödemiş Gençliğinin Musiki ve Saz Kolu tanıtılmaktadır. 121 (26 – 28 Ocak 2006) 122 ‘Ödemiş’ Gemileri SUNU: Bordasında ‘Ödemiş’ yazan bir geminin fotoğrafını gördüğümde, heyecanlandım… Fotoğraf kaç yılına aitti ve bu kocaman gemiye Ödemiş ismi nasıl verilmişti. Araştırmaya başladığımda önce Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinde 1943 ve 1945 yıllarına ait belgelere ulaştım. Bir web-sayfasında ise Ercan Küçüktaş 101 ile yapılan bir röportajda; “…talihsiz kardeş gemiler Ödemiş ve Edirne, masal gemisi Gülcemal... çok güzeldi. Kömürlüydü hepsi. Kuruçeşme'deki Galatasaray Adası kömür dolu olurdu hep. Gemilere kömür ikmali oradan yapılırdı. Bazen kıyıdan akıntıya bırakırdık kendimizi. Yüzer, gemilere yakından bakar ve dönerdik...” 102 deniliyordu. Evet, bir Ödemiş gemisi vardı, ama geminin öyküsünü oluşturamıyordum. Emekli bir deniz subayı olan Ercan Küçüktaş, kendisine gönderdiğim e-postayı hemen yanıtladı ve 1948 yılında deniz ticaret filomuza katılan Ödemiş Gemisi’nin öyküsünü 103 gönderdi. Böylece, bir değil iki farklı Ödemiş gemisi olduğu ortaya çıktı… Ödemiş gemileri ile ilgili öykülerin Küçükmenderes Gazetesi okurlarına ulaşmasındaki katkısından dolayı, emeklilik günlerini gemi maketleri yaparak geçiren Sayın Ercan Küçüktaş’a teşekkür ediyorum. 101 http://www.geocities.com/modelgemi/hakkimda.html http://www.denizce.com/boyuncaklar.asp 103 ‘s/s ÖDEMİŞ ve EDİRNE – Talihsiz Kız Kardeşler’, Oktay Sönmez, Anılarda Gemiler, s: 131-134 102 123 Türkiye, 2. Dünya Savaşı’na katılmamasına karşın, savaş boyunca izlediği yansızlık politikalarında zaman zaman büyük güçlüklerle karşılaştı. Hem Almanya, hem de Müttefik Devletler bazen baskı uygulayarak, bazen de türlü ödünler vermeyi göze alarak Türkiye’nin kendi saflarında savaşa girmesini bekliyorlardı. Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu, çeşitli gerekçeler ileri sürerek bunları geri çevirmenin yolunu buluyor, ülkemize savaş acısı yaşatmamak için kararlı tutumlarını değiştirmiyorlardı. İngiltere, 1943 yılında Türkiye’nin müttefiklerin yanında savaşa girmesi için yeni bir hamle yaptı. İngiltere Başbakanı Churchill 30 Ocak 1943’te Adana’ya gelerek, Yenice tren yolu kavşağında bir vagonda İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüştü. ‘Adana Konferansı’ olarak bilinen bu görüşmelerde; ‘Avrupa’nın doğusunda bir ileri karakol yaratmak amacıyla Türkiye’nin askeri açıdan güçlendirilmesi için Müttefikler tarafından askeri donanım yardımı…’ vaad ediliyordu. Görüşmelerde Türkiye’nin geniş bir silah ve askeri ihtiyaç listesi 104 hazırlaması kararlaştırılınca, İnönü uzun bir askeri ihtiyaç listesi hazırlatıp süre istedi. Müttefikler ayrıca, Türkiye’nin Almanlar’la yaptığı ticaretin azaltılması karşılığında bir dizi ekonomik destek önerdiler Türkiye, paslanmaz çelik yapımında kullanılan krom cevheri açısından dünya rezervinin % 20’sine sahipti ve Almanya, kendi topraklarında bulunmayan bu stratejik savaş made-nini Türkiye’den alıyordu. İngilizler ve Amerikalılar, Almanya’ya yapılan krom satışlarının azaltılmasını ve kendilerine daha fazla 104 İngiliz askeri yetkilileri ve Amerikalı diplomatlara ulaştırılan listede; 2,300 tank, 1,200 uçak, 120,000 ton uçak yakıtı, uçaksavar toplarıyla donanmış 25 RAF uçak-filosu, muhtelif tanksavarlar, zırhlı araçlar, 2,600 makineli tüfek, lokomotifler ve kömürün yanı sıra, kendileriyle yapılacak ticaret için kullanılacak deniz araçları bulunuyordu. 124 satış yapılmasını istiyorlardı. Ancak, Türkiye’nin deniz taşıma filosu bu talebi karşılayacak gemilerden yoksundu. Müttefikler, Türkiye’nin deniz taşıma kapasitesini güçlendirmek için ticari gemiler tahsis etmeyi bir çözüm olarak gördüler. Verilecek gemiler, müttefik ülkelere satılacak krom, bakır ve diğer mallarla askeri malzeme taşımakta kullanılacaktı. İngiltere'nin ilk aşamada tahsis ettiği 5 gemiye Adana, Aydın, Maraş, Toros ve Ödemiş adları verildi. 105 Haliyle, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun Ödemişli olması, gemilerden birisine Ödemiş adının verilmesinde etkili olmuştu. 2. Dünya Savaşı boyunca Türk bandırasıyla mal taşıyan bu gemilerin de katkısıyla, Türkiye krom ile birlikte, kuru gıda, tütün ve yiyecek dışsatımını da arttırdı. Öte yandan, yapılan müzakerelerde ortaya konulan geniş askeri malzeme ve ekonomik yardım konusunda müttefikler, ticaret gemileri tahsis etmek kadar cömert olamadılar. İngilizler, ilerleyen aylarda Türkiye’nin ihtiyacı olan askeri yardımları yapmadılar. Türkiye de baştan beri sürdürdüğü değişmez tarafsızlık ilkesini terk etmedi. Türkiye’nin tarafsız kalmakla daha kazançlı çıkacağı görüşünde ısrar etmesi karşısında İngilizler, Şubat 1944’te askeri görüşmeleri askıya aldılar ve herhangi bir açıklama yapmadan askeri malzeme yardımını durdurdular. Bu baskılara bir süre daha direnen Türkiye, savaşın gidişinin iyice belirginleşmesi üzerine 2 Ağustos 1944’te Almanya ile siyasal ilişkilerini kesti. Bunu 6 Ocak 1945’te Japonya ile ilişkilerini kesmesi izledi. Şubat 1945’te toplanan Yalta Konferansı’nda, müttefik liderler yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihi105 BCA, 7.4.1943 tarihli belge. Dosya: 22878, Fon Kodu: 30.10.0.0, Yer No: 191.312..20. Toros Gemisinin adı daha sonra Trabzon olarak değiştirilmiştir. 125 ne kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar aldılar. Bunun üzerine Türkiye, 23 Şubat’ta Almanya’ya savaş ilan etti. Bu sırada Almanya’nın yenilgisi kesinleşmiş olduğundan Türkiye fiilen savaşa girmemiş oldu. 2. Dünya Savaşı sona erdikten sonra Avrupa’daki dengeler değişti. Savaştan galip çıkan müttefik ülkeler, savaş sonrası dönemde yeni bir paylaşım düzeni oluşturdular. Savaş sırasında verilen sözler unutuldu ve tahsis edilen gemiler geri istendi. Savaşın çetin koşullarında, Almanların hava saldırıları tehlikesi altında 3 yıl boyunca birçok zor görevi yerine getiren Ödemiş ve Trabzon gemileri İngiliz makamlarına teslim edilecekti. Konu, 25 Temmuz 1946 tarihinde Bakanlar Kurulu’nda görüşüldü. Gemileri İskenderiye Limanı’nda İngilizler’e teslim etmek üzere Devlet Denizyolları Genel Müdür Yardımcısı Aziz Derya ile Gemi Kurtarma uzmanı Kaptan L' Rees görevlendirildi. 106 Ödemiş, kendi adını taşıyan bir gemiden yoksun kalıyordu. Doğduğu kentin adının bir gemide yaşatılmasını arzu eden Şükrü Saraçoğlu’nun bu isteği için uzun bir süre geçmesine gerek kalmadı. 1948 yılında İsveç’ten satın alınarak Türk deniz filosuna katılan iki gemi, bu dilek için uygun bir fırsat oluşturdu. Bu kez, uzun yıllar okyanuslarda seyredecek bir başka Ödemiş gemisinin öyküsü başlıyordu… İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna yaklaşılırken, müttefiklerin Normandiya, Kuzey Afrika ve Sicilya'ya yaptığı çıkartmalar, Almanya için sonun başlangıcı olan askeri harekâtlardı. Almanya, bu sürecin ilk yıllarında, Türkiye gibi tarafsızlık politikası yürüten bir başka ülke olan 106 BCA, 25.7.1946 tarihli belge. Sayı: 3/4541, Dosya: 47-174, Fon Kodu: 30.18.1.2, Yer No: 111.52..10 126 İsveç’e, birbirinin tıpatıp aynı özelliklerde 3.652 gros-ton ağırlığında, 4.400 ton yük kapasiteli iki gemi sipariş etmişti. 1943 yılında Oskarhamn Varft A/B Tersanelerinde yapımına başlanan 1.750 beygir gücünde, 3 silindirli buhar makinasıyla çalışan gemiler 1945 baharında tamamlandı. Uzunluğu 98 mt, genişliği 14,9 mt ve yüksekliği 6,2 mt olan gemilere İskandinav mitolojilerinden esinlenerek Heimdal ile Iduna adları verildi. Gemilerin teslim edileceği sırada savaş Almanların yenilgisiyle sona erince, İsveç hükümeti, 8 Mayıs 1945'te tersane önünde bekleyen, henüz denizlere açılmamış iki gemiye el koydu. Almanlar’a teslim edilemeyen iki gemi bir süre sonra İsveç Hükümetince satışa çıkarıldı. Türkiye, her bir gemi için, o dönem için elverişli bir fiyat olan 1.071.000 TL ödeyerek bu gemileri satın aldı. Heimdal gemisine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Şükrü Saraçoğlu’nun hatırına Ödemiş, Iduna’ya da Edirne adı verildi. Böylece, s/s Ödemiş ve s/s Edirne gemileri 1948 yılında yük taşımacılığında kullanılmak üzere Türk deniz filosuna katılmış oldu. Ödemiş Gemisi, 1960’lı yıllarda denizde... 127 1950’li yılların başında Türkiye Şilepçilik İşletmesi, Kuzey Avrupa (Londra, Liverpool, Anvers, Rotterdam, Bremen, Hamburg), Batı Akdeniz (Barselona, Marsilya, Cenova, Napoli) ve Adriyatik (Venedik, Trieste, Rijeka) Limanları olmak üzere üç yurtdışı hatta çalışıyordu. İki kız kardeş gemi de, kısaca Kontinant Hattı olarak anılan Kuzey Avrupa limanlarıyla Türkiye arasında servise kondu. Ödemiş Gemisi, 1973 yılında Beşiktaş önlerinde demirli (Fotoğraf, Hürol Hekimbaşı’ndan alınmıştır). 18 Ocak 1950'de Tekirdağ'dan ayçiçeği küspesi yükleyerek Danimarka'ya doğru yola çıkan Edirne Gemisi, 29 Ocak 1950'de sisli, buz gibi bir Atlantik sabahının erken saatlerinde “... kayalara yaklaştı, çarptı. Gemi gene de durmadı. Gemi kayaların üstünden geçti, kayalar da geminin altını kavun keser gibi kesti, sonunda kayaları atlayarak öbür tarafa geçti.” 107 Edirne gemisindeki 52 kişilik mürettebat, ıslak balıkçıl kuşları gibi, adsız bir kayanın üstüne üşüşüp kurtuldu. Gemi, Manş Denizi girişinde Normandiya kıyıları açıklarındaki Alderney Adası Feneri'nin iki buçuk mil 107 Denizaltı Dergisi, Aralık 1997 128 kuzeydoğusunda 108 sulara gömülüp kayboldu. s/s Ödemiş (Heimdal) ise Akdeniz, Karadeniz, Ege, Adriyatik, Kuzey Denizleri’nde tam otuz altı yıl ne iş verildiyse yapmaya devam etti. Bu arada kömürle çalışan buharlı makineleri mazotlu motorlarla değiştirildi. 1960 yılında Ödemiş gemisini gezen Oktay Sönmez, gemiyi “…güvertesinde ilk ve son o gün yürüdüm. Yüklüydü. Güverte, günlerce su altında kalmıştı. Ama ne bordasında, ne güvertesinde değil bir damla pas, boyayı sarartmış kusmuş pas bile yoktu” diyerek hatırlamaktadır. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan Ödemiş Gemisi ile ilgili bir belge DB (Denizcilik Bankası) Deniz Nakliyatı TAO (eski ismiyle Şilepçilik İşletmesi) 1976 yılında gemiyi hurdaya çıkararak, Fikri Söker ve Ortakları’na sattı. Gemi sekiz yıl kadar Paşabahçe önünde bir hüzün anıtı gibi yalnızlığı ve terkedilmişliğini yaşadı. Ödemiş gemisi 1984’te Aliağa’da, haddehanelerde eritilmek, sonra da yeni köşebentler, kemereler, kaplamalar yapılmak üzere parçalandı. Kim bilir, belki de Ödemiş gemisinden çıkan parçalar başka gemilerin yapımında kullanılmış ve yeni bir gemi olarak engin sulara açılmıştır. 108 Edirne Gemisi batığı, deniz dibinde 49044’764N - 02012’270W konumunda yatmaktadır. 129 Telsiz-telgraf adresi TCGF olan s/s Ödemiş gemisinden kalan bazı objeler, en azından dümeni Ödemiş Müzesine ulaşabilseydi ve geminin bir maketi ile birlikte bazı belge ve resimler sergilenebilseydi, kentimizin adını taşıyan gemilere ait bir bölüm kent arşivi bilincinin yerleşmesine bir katkı olmaz mıydı? 1955 yılında Ödemiş Gemisi’nden gelen telgraf mesajı. Mesajın üzerindeki el yazısı notlar, telgrafın TCGF ( s/s Ödemiş ) aracılığı ile TCR'ye (Denizbank Radyo) oradan da TAH'a (İstanbul Radyosu - günümüzdeki adı ile Türk Radyo) gönderildiğini gösteriyor. Bence, yerel yönetimlerin yazılı-çizili olmayan bir görevi de kentle ilgili objelerin toplanması ve anıların, bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılması olmalıdır. (12 Aralık 2006) 130 Haber Değeri Olmayan, Sıradan İnsanlar Uygarlık, yalnızca bir toplumun değil, bütün toplumların kültür birikimlerinin bileşimidir. Uygarlıklar etkileşim içinde gelişirler ve insanlığın malı olurlar. Uygarlığı, geniş bir çerçeve içinde; ‘doğanın sırlarıyla, doğanın güçlerini birleştirmek ve doğanın zenginliklerini insanlık yararına kullanmak’ olarak tanımlarsak, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı ve yaşadığı her şey aslında bir kültürel birikimdir. Yazılı-basılı, sözlü-sazlı, iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış her şey, kültürel bir öğe veya simge olarak incelenebilir. Hatta, günümüz için pek bir anlam ifade etmiyormuş gibi görünen ama toplum adına bir görevi yerine getirmiş, ancak haberlere konu olacak olaylarda adı geçmemiş, medyatik olmayan ‘sıradan’ insanlar dahi kültürel zenginliğin yaratıcı birer parçasıdırlar. Ödemiş’te 1946 Seçimleri 131 Sıradan insanlardan bazılarının öyküleri, birçok medyatik insana kıyasla çok daha yoğun insani ve kalıcı değerler içeriyor. Böylesi haber değeri olmayan insanları ortaya çıkarıp onların birçok insanla ortak yanlarını, yaşadıkları deneyimleri günümüze taşımak da kültür araştırmalarının bir parçası aslında... Bir kuşağın ortak yönlerini göz önüne sermek üzere içlerinden biri ya da bir kaçını anlatmak, daha doğrusu haber değeri olmayan insanları da anlatmak kültürel birikimlere değerli katkılardır. Emin olun, sıradan insanların öyküleri, küreselleşen dünya kültürü karşısında bir şemsiye oluşturacak kadar zenginliklerle dolu. Küresel kültür olarak sunulan tüketim kültürünün bir uzantısı olan magazin, birçok yerel değeri göz ardı ederek, onun yerine cicili-bicili bir kültür aşılanmasına yarıyor. Özünde bir kültür dayatması olan magazin, bir nevi sarhoşluk halidir. Bizi, bugün için önemli gibi görünen ama değerli oldukları tartışmaya açık insanların yaşamlarının içine çeken magazin için, bir an gerçekler dünyasından sıyrılıp geçici bir rüya aleminde dolaşmak mı demeliyiz, yalanlar mı, sanal bir alem mi? Şunun adını korkmadan koyalım; ölçüsüz magazin bombardımaları, bireyleri kültürsüzleştiriyor. Medya, “... insanları böyle biçimlendireyim, toplumu şöyle değiştireyim” diye yola çıkmıyor elbette. Medya kendisine bağımlı bireylerin beklentilerini karşıladıkça gelen talebe göre bunu daha da abartıyor. Bu bombardımanla başa çıkmamız gerekiyor. Aslında öldürülen hepimizin kültürü. Hepimiz aynı gemideyiz. Kültürlerin yok edilmesi, insanlığın da yavaş yavaş yok edilmesi... Çevremizde, başardıklarıyla bize umut aşılayan bir yerel öyküler ve bölgesel kalmış insanlar kaynağı var. Bunları ortaya çıkarmak aynı zamanda bir vefa duygusunun gereği. Bu insanların öykülerini yazmakla 132 adsız kahramanlarımızdan bazılarını tanıma ve yapmış oldukları anlamlı işleri öğrenme fırsatımız oluyor. Birgi elektrik Santralını gerçekleştiren ekip; Birgi Belediye Başkanı, Şeref Işıktaş ve Sami Bengisu İnsanı insan yapan değerleri unutturmaya, insanın elinden almaya hiç bir dayatmanın gücü yetmiyor. Ünlü olmayan insanların güzel ve onurlu öykülerinin gelecek kuşaklara aktarılması zenginliktir, kültürün güvencesidir. Ödemiş’li yazar Behiç Duygulu’nun iki kitabı 133 Yerel insanlar ve yerel öyküler, yani medyatik olmayan sıradan insanların öyküleri, en iyi yerel gazeteler aracılığı ile gün yüzüne çıkıyor. Ben kendi payıma; Küçükmenderes Gazetesi’nde o insanları yazarken, bir yurttaşlık görevini yerine getirmiş olduğumu düşünüyorum. Öyküleri yazılan insanların kimler olduğunu irdelemenin pek bir önemi de yok aslında... Önemli olan; belgeler kaybolmadan, henüz bilgilere ulaşılabiliyorken yaşanmış olanları kayda geçirebilmek. Yani, geçmişten geleceğe nelerin taşınacağını, nelerin kalıcı olacağını yalnızca zamana bırakmamak, onların üzerinden bir çok bilgi verebilmek... (12 Kasım 2005) 134 İğneci Hilmi Bey’in Ödemiş’te ‘Tiyatro ve Musikî Cemiyetleri’ Serüveni Cumhuriyet, 1923’ten başlayarak, kuruluş ideolojisine uygun insanlar yaratmanın aracı olarak tüm ülkede bir ulusal kültür yaratma seferberliğine girişmiş ve bunun için yeni kurumlara gereksinim duyulmuştur. Devrimlerle başlatılan çağdaşlaşma çabalarının tüm yurtta yaygınlaştırılması çalışmalarını ilk yıllarda Türk Ocakları, sonraki yıllarda ise Halkevleri üstlenmiştir. 31 Mart 1931’de Türk Ocakları’nın kapatılıp, ocakla ilgili görevlerin ve mallarının önce Cumhuriyet Halk Partisi’ne, ardından da Halkevleri’ne devredilmesinden sonra tüm ülkede olduğu gibi, Ödemiş’te de çağdaşlaşma çabalarına yönelik kültürel faaliyetlerin yürütülmesini Halkevleri üstlenmiştir. Halkevleri 9 Şubat 1932’de kurulmuş, Ödemiş Halkevi ise 23 Şubat 1934’te açılmıştır. Türk Ocakları’nın kapatılmasıyla Halkevleri’nin kurulması arasında geçen sürede Ödemiş gençliği, sanat ve müzik faaliyetlerini Ödemiş Muallimler Birliği çatısı altında bir ‘Musiki ve Saz Kolu’ oluşturarak sürdürdü. Muallimler Birliği’nin yaptığı çalışmalar ve cumhuriyetin ilk on yılında Ödemiş’in genel görünümü, Ödemiş Ticaret Odası’nın 1933’te yayınladığı “Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı” broşüründe coşkulu bir dille anlatılmaktadır; “Büyük Cumhuriyetimizin Ödemiş gençliği, maarif, teceddüt ve yükselmek hususunda gösterdiği kabiliyet ve istidadın yüksek bir derecesini de musiki ve saz sanatlarında göstermektedir. On beş 135 parçadan mürekkep olan bu saz kolunun arasıra vermekte olduğu büyük müsamerelerde gösterdiği muvaffakiyet cidden şayanı şükrandır. İki sene gibi az bir zamanda büyük muvaffakiyetin bir kaç sene içinde yetişecek gençler için büyük ve nefis bir sanat numunesi olduğuna şüphe yoktur.” Ödemiş Halkevi Şubesi’nin ilk Başkanı, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın da önde gelenlerinden Muharrem Baran’dır. Ödemiş’teki kültür faaliyetlerinde ilk kıvılcımı yaratan Ödemiş Halkevi Şubesi, çalışmalarını ilk yıllarda, İyi Sinema’nın yan sokağında (günümüzde Türkocağı Sokağı) cumhuriyetten önce Ermeni Mektebi olarak kullanılmış olan Türkocağı binasında yürütmüştür. Daha sonra Türk Hava Kurumu (THK) binasında çalışmalarını sürdürmüştür. Halkevi içinde farklı ilgi alanlarına olanak sağlamak üzere, yörenin üye yapısına bağlı olarak değişik alt gruplar oluşturulmaktaydı. Ödemiş Halkevi dokuz kolda faaliyet göstermiştir. Bunların bir tanesi de ‘Musiki ve Temsil Kolu’ydu. 26 üyeyle çalışmalarına başlayan Halkevi Temsil Kolu, kuruluşunu izleyen dönemde yılda üçdört temsil verebilecek düzeye ulaşmıştı. Halkevi temsilleri ve etkinlikleri ücretsizdi. Halkevleri Temsil Kolu tarafından sergilenen oyunlardan bazıları; Kozanoğlu, İstiklal, Tarih Utansın, Vatan ve Vazife, Zafer Tablosu gibi tarihsel konulu ve halka ulusal bilinç aşılamak üzere seçilen oyunlardır. Para Delisi, İkizler, Bir İlan Hatası gibi oyunlar ise genel ahlak ilkelerinin yerleştirilmesine yönelik ibret dersleri içeren oyunlardır. Özyurd, Akın, İstikbal, Mavi Yıldırım gibi milli duyguları harekete geçiren oyunlar ise yurdun diğer bölgelerindeki halkevleri şubelerinin de oynadığı meşhur oyunlardandır. Üye sayısı kısa sürede 500’e ulaşan Ödemiş Halkevi’nin ilk etkinliklerinden birisi de halkın sözlü geleneğinde yer etmiş folklorik bir konuyu işleyen ’Himmet’in Oğlu’ adlı Tiyatro oyunu olmuştur. 136 ‘Himmet’in Oğlu’ piyesi, 1 Mayıs 1936, Sol başta ayakta Hilmi Bey, oturan sakallı Marangoz Namık, kadın rolünde Berber Ahmet. Atatürk’ün Türk kadınını her alanda yer almaya özendirmesine rağmen, Ödemiş’te bayanlar, Halkevi’nin ilk etkinliklerine katılmaktan çekinmişlerdir. Kaymakam Haşim Bey’in öğretmen hanımları halkevi etkinliklerinde yer almaları ve temsile çıkmaları için desteklemesi de, ilk oyunda kadın rolünün bir kadın tarafından oynanmasını sağlayamamıştır. Bayanlar, kaymakamın desteğiyle temsil kolunda görev almışlar, rolleri varmış gibi provalara katılmışlar, ancak, piyes halka oynanırken sahnede yer almamışlardır. Ödemiş’in bu konuda öncülük yapan bayanlarının, Eczacı Erşan Şölen’in annesi öğretmen Leman Şölen ve kardeşi Halide Hanım oldukları, bu piyesin çalışma fotoğrafından anlaşılmaktadır. Avukat Savga Ural’ın annesi öğretmen Servet Hanım çalışmalara eşiyle birlikte katılmaktaydı. Bayanların, oyunun provalarında bulunmasına rağmen, Himmet’in Oğlu piyesinde kadın rolünü Şehir Kulübü’nde berberlik yapan Berber Ahmet oynamıştır. 137 Halkevleri Musiki Kolu da Tiyatro Kolu gibi üretken ve yöre halkı tarafından beğenilen etkinliklerde bulunuyordu. Bu alandaki faaliyetlerde görev yapan ve günümüzde de bu konu ile ilgili araştırma yapanların ilk elde karşılaşacağı Halkevi üyesi sanatseverler arasında; musiki bilgisiyle tanınan ve güzel keman çalan Rıza Karhan, hem şarkı okuyan hem de temsillerde görev alan Celal Bey, sesinin güzelliğini daha sonra taş plaklara da taşıyan Avni Güler, tambur ve ud çalan Saatçı Mustafa, cümbüş ve ud çalan İbrahim Keser, Belediye Fen Memuru Fevzi Bey, Terzi İbrahim Dikmen, Seyreklili Hafız Mustafa ve İğneci Hilmi Bey ilk hatırlanan kişilerdendir. Halkevi konserlerinde, güzel sesiyle bazen kendi derlediği şarkılar okuyan günümüz bestecilerinden Kasım İnaltekin de halkevlerinin son dönemlerinde çalışmalara katılmıştır. Öğretmen Leman Şölen, İstiklal Okulunda öğrencileriyle, 1938 Faaliyetlerinin yaygınlaşmasından sonra halkevi için hedef artık güzel bir salona kavuşmak ve daha güzel oyunlar sahnelemek olmuştu. Halkevi, 1945 yılında yapı138 mına başlanan yeni binasına 1948’de geçebilmiştir. Günümüzde Belediye Kültür Merkezi, Park Kulüp ve Sağlık Merkezi olarak kullanılan binalar, 700 kişilik balkonlu salonu ile Ödemiş’te dönemin en modern yapısı olmuştu. Değişik etkinliklere seyirci veya oyuncu olarak genellikle memur ve öğretmen kesiminin katılımcı olduğu söylenebilir. İğneci Hilmi Bey’in hatırladığı biçimiyle ağırlıklı olarak da Ödemiş’e dışarıdan gelen memurlar faaliyetlere daha aktif olarak katılıyorlardı. Ödemiş Halkevi faaliyetlerini sürdürdüğü 19341951 arasında ağırlıklı olarak, kutlama törenleri, konferanslar, temsil, müsamere, sergi, yabancı dil kursu ve gezi gibi etkinliklerde bulunmuştur. DP iktidarının ilk icraatlarından birisi de 16 yıl boyunca ülkedeki sanat ve kültür etkinliklerinin en uzak şehirlere kadar yayılmasını sağlamış olan Halkevlerinin kapatılması oldu. Yerine bir başka kurumun açılmadığı halkevlerinin kapatılması, cumhuriyetin kuruluş dönemini yaşayan kuşak tarafından buruk bir özlemle anılmaktadır. Ödemiş’te tiyatro serüveninin izlerini sürerken buluştuğumuz Hilmi Bey’le o günlere dönerken ilk durağımız halkevlerinin coşkulu temsilleri oldu. O günleri inançlı bir Cumhuriyet genci olarak yaşayan İğneci Hilmi Bey; “ ... gençlik halkevlerinde barınıyordu, tiyatrosunu, sporunu, kitap okumasını orada sürdürüyordu” diye özetledi halkevlerini. 1916 doğumlu Hilmi Ünal, Ödemiş’te uzun yıllar sağlık memurluğu yaptığı için İğneci Hilmi Bey olarak tanınmaktadır. Bir tiyatro tutkunu olan Hilmi Bey’in amatör tiyatro serüveni halkevlerinde başlamıştır. Hilmi Bey, 1939-1943 arasında ‘İhtiyat Askerliği’ görevi nedeniyle tiyatro çalışmalarına uzak kalmış, askerden döndüğünde kaldığı yerden başladığı tiyatro çalışmalarına 1980’li yıllara kadar aralıksız devam etmiştir. Hilmi Ünal, tiyatro çalışmalarına ek olarak halkevleri musiki kolunda da görev almıştır. Hilmi Bey, halkevlerinden sonra kurulan başka bir 139 musiki cemiyetini de yıllarca neredeyse tek başına sürüklemiştir. Hilmi Bey’in tiyatro ve musiki serüveni, Ödemiş’teki tiyatro ve musiki faaliyetlerinin tarihsel gelişimine de uygundur. Hilmi Bey’in çalışmaları halkevinden boşalan sanat etkinliklerini yürütmek üzere kurulan bir başka dernekte de devam etmiştir. DP’nin kültüre yaklaşımı, CHP’nin uyguladıklarının tersini yapmak üstüne kurulduğu için, 1950’li yıllarda DP, çağdaş sanat etkinliklerini bir kıyıya itti. Türkiye’deki birçok ilçe gibi Ödemiş de, devletin desteklediği kurumsallaşmış yerel kültürel dernekten yoksun kaldı. İsmet İnönü, 15 Mayıs 1934 tarihinde Gölcük’te 1949 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Ödemiş’i ziyaretinde Gölcük’te gecelemesi, halkevinin hazırladığı bir konseri izlemesi ve halkevinin bahçesinde otururken Hilmi Bey’in dört yaşındaki kızı Sabriye’yi kucağına alarak sevmesi, Hilmi Bey’in unutamadığı anılarından biridir. Hilmi Bey’in İnönü ile ilgili diğer bir anısı ise buruktur: İsmet İnönü’nün 1952’de muhalefet partisi başkanı olarak geldiği Ödemiş’te eskisi gibi coşku ile karşılanma140 mıştır. Halkevleri kapatıltığı için İnönü’ye önceki gelişlerinde olduğu gibi bir konser verilemez. Halkevinde görev almış olan bir avuç insan adına Hilmi Bey, halkevinin kapatılmış olmasından duydukları üzüntüyü İnönü’ye aktarır. İnönü, benzer faaliyetlerin başka bir çatı altında da sürdürülebileceğini hatırlatır. Böylece, halkevleri sonrası dönemde Ödemiş’te tiyatro ve konser faaliyetleri İnönü’nün tavsiyesi de göz önüne alınarak yerel dernekler aracılığıyla yürütülmeye başlanır. Halkevi sonrası boşluğu doldurmak üzere ilk kurulan dernek ‘Ödemiş Musiki Cemiyeti’dir. 1952 yılında kurulan Ödemiş Musiki Cemiyeti, Ticaret Odası’nın az ilerisinde İzmir Yolu üzerinde eski bir binada 109 faaliyete başlamıştır. Dernek başkanlığını, daha önce Ödemiş Halkevi Şubesi’nde de faal olarak çalışan Seyreklili Hafız Mustafa yürütmeye başlar. Musiki Cemiyeti, bir süre bu binada kaldıktan sonra, Şehir Hamamı’nın yanındaki binaya taşındı. Yeni kurulan bu dernekte, Halkevi dönemindeki istek ve şevk yakalanamamıştır ne yazık ki... Hilmi Bey, ‘Ödemiş Musiki Cemiyeti’ başkanlığını 1955 yıllarında yeni taşınılan binada devralır. Bu dernek uzun yıllar boyunca, Ödemiş’te tiyatro çalışmaları için didinen tek kuruluş olmuştur. Ödemiş Musiki Cemiyeti, şehir hamamının yanındaki binada 5 yıl kalır, 1960 İhtilali’nden sonra da THK binasına taşınır. Avukat Rıza Aksoy’un babası Singerci Hamdi Bey’in bir yıllık başkanlığı dışında, kapanıncaya dek dernek başkanlığını Hilmi Bey yürütmüştür. Hamdi Bey’i dernek başkanlığından, biraz da boğazlarına ve içkiye düşkün olan derneğin keman, ud ve klarnet çalan, saz heyetinin yıldırdığı anlatılır. 1956 yılı yaz aylarında Göl109 Günümüzde Ordu Caddesi üzerinde Çarşı Polis Karakolun’nun bulunduğu yerdeki bu bina, Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘Himayeyi Etfal Ana Mektebi’ olarak kullanılmıştı. 141 cük, bu grubun saz sesleri ve fasıllarıyla çınlamıştır. Yemeyi içmeyi kendisi de seven Hamdi Bey, böyle bir grupla derneğin yürümeyeceğini kısa zamanda görmüş, dernek yönetimini yeniden Hilmi Bey’ e bırakmıştır. THK Binası, Belediye Şehir Salonu açılmadan önce 1950’lerin ortalarına kadar Ödemiş’in tiyatro ve konser salonu idi. (Fotoğraf, 1938 yılna aittir) Ödemiş Musiki Derneği’nin üye sayısı 30-40’ı geçmemiştir. Üyelerin çoğu da enstrüman çalan, koroda şarkı söyleyenler ya da piyeslerde rol alanlardır. Derneğin yıllık üyelik ödentileri bile toplanamamaktadır. Ödenti söz konusu olduğunda, üyeler ‘‘fiilen çalışıyorum, alet çalıyorum, bir de para mı vereceğim” demekteydiler. Ayrıca, derneğin kendi üyeleriyle yaptığı etkinlikler de ücretsizdi. Oysa, Hilmi Bey’in dernek başkanı olarak “tiyatroya çıkıyoruz, komiklik yapıyoruz, para mı vereceğiz” demeye hakkı yoktu, ufak tefek harcamayı cebinden yaparak derneği ayakta tutmaya çalışır. Çalışmalar yürütülmese ortada Cemiyet kalmayacaktır. Hilmi Bey, dernek başkanı olarak her bir işe koşturmak zorundadır. Musiki cemiyetlerinde, amatör çalışmalara katılan müzikseverler için en azından üç beş enstrumanın demir142 baş olarak bulunması gerekir. Oysa, dernekte kayıtlı olarak uzun yıllar duvarda asılı, telleri kopuk, çatlak bir sazdan başka estruman yoktur. Eş-dosttan alet çalmayı bilenlerle, bazen halk sazıyla ama ağırlıklı olarak tiyatro koluyla 15 sene yürütmeye çalışırlar derneği. Dernekte klasik Türk musikisi de, Türk halk müziği de çalışılmıştır. Musiki Cemiyeti olarak konser verecekleri zaman, kendi olanakları yetersiz kaldığında Ödemiş Belediye Bandosu’ndan eleman ve enstrüman takviyesi alırlar. Ödemiş Belediye Bandosu, 1973 Hilmi Bey, o günleri anlatırken, “... ne saz var, ne bina. Yürümedi tabii, kapandı. Ödemiş’te kendi başına alet çalan çok kişi vardı ama yalnızca bir enstrumanı çalmak değil de, etrafını toplamak, teşvik etmek... Bunu istiyor insan” demekten de kendini alamıyor. Kimler gelir giderdi derneğe diye sorulduğunda, “sesi en güzel olanların başında Berber Mustafa vardı. Kasım İnaltekin’in kardeşi Muharrem de şarkı okurdu. Adnan vardı. Sazendelerden hatırlayabildiklerim: Marangoz Süleyman Aytun, Foto Muzaffer Soyer, Yorgancı İsmail, Züccaciyeci Hikmet Marmara, Tuhafiyeci Tevfik, kanun çalan Saatçi Mustafa, Terzi İbrahim Dikmen idi hatırlayabildiğim kadarıyla. Rıza Karhan’ın 143 bir bestesi vardı, o çok istek alırdı. Tiyatroculardan da öğretmen Behiç Galip Yavuz, İstanbul’da okuyan ve Ödemiş’e geldikçe cemiyete uğrayan Aykut Oray ve Bilge Şen aklımda kalanlar. Lise müdürü Ziya Bey’in de emekleri geçmiştir” diyerek anlatımına o yoğun günlere içten özlemini katıyor. Cemiyet çalışmalarına katıldığı ilk günlerde Türk halk müziği sanatçısı Bedia Akartürk’ün Türk sanat müziği okuduğunu hatırlıyor. Bedia Akartürk’ün bir ara tiyatroda da rol almak istediğini, ama bu işlerden anlayanların; “ ... hayır, bırak değişik dalları, sen Türk halk müziğinde yükseleceksin” demiş olmaları da bir başka anısı... Kasım İna1tekin’e konser için isteklerini iletmişler, ama denk gelip solo konser verememiştir. Ödemişli neyzen Sencer Bey’in THK binasında verdiği konserler vardır. Hilmi Bey derneğin içinde bir yandan müzik çalışmaları yürütürken, bir grup meraklı arkadaşıyla tiyatro da yapar. Zaman zaman başka ilçelere oyun ve konser için giderler. Söke, Tire, Beydağ, Kiraz, Kaymakçı, Bayındır temsil verdikleri kentlerdir. Sadece temsil masraflarını karşılayacak kadar para istiyorlardı. “40-50 lira verirseniz geliriz” dediklerini hatırlıyor, Hilmi Bey. Minibüs kirasına temsil vermeye gittikleri bile olmuştur. Ödemiş Musiki Cemiyeti, Ödemiş’te Moliere de sahnelemiştir. Ancak, oyun orijinal biçimiyle oynanmamıştır. Sahnelenecek piyesler çoğu zaman görev alacak kişilerin yapısına ve bulunabilen oyunculara göre yeniden yazılıyordu. Moliere de de böyle bir düzenleme yapılmıştır. Oyunların ve konserlerin afişleri de elle yapılırdı. Provalardan çekilen fotoğrafın üzerine yazı yazarak kapıya filan asarlar veya el ilanları hazırlarlardı. Zahmetli çalışmalardan sonra ortaya çıkan oyun yalnızca matine ve suare olmak üzere iki temsil olarak oynandığından, afiş, ilan gibi ek harcamalar yapamıyorlardı. Belki de o dönem Ödemişliler’in oyunlarına ilişkin ilan veya afişlerin bulunmamasına hayıflanmamız gerekir. 144 Bazen de dışarıdan tiyatro getirirlerdi. 1972 yılında Zeki Alasya ve Metin Akpınar ikilisi de tiyatrolarını yeni kurduklarında Ödemiş’e gelmişlerdi. Tiyatro veya konser biletlerini bizzat, dernek başkanı olarak Hilmi Bey satmak zorunda kalmıştır. Hilmi Bey 1960’lı yıllarda biletlerin 50 kuruş veya 1 lira olduğunu ve tiyatrolar için bilet satmanın zorluğunu hâlâ hatırlar. Bilet satmak için belediyeye gider, liseye gider, sanat okuluna gider, Park Kulüp’te eş-dosta vermeye çalışır ve tiyatro severleri gelen tiyatronun çok kaliteli olduğuna ikna etmeye çalışırdı. Tiyatronun sergileneceği gün, akşamüstü yeterli bilet satıldı mı, gelen ekibi kurtarıyor mu diye heyecanla hesap yaparlar. Çünkü, ekibin parası toplanmamşsa, eksik kalanı ceplerinden ödeyeceklerdir. Bu zorluklarla devam eden çalışmalarda derneğe gelir kalması bir yana, masrafları ucu ucuna çıkarırlar, çektikleri sıkıntı ve dedikodu yanlarına kâr kalırdı. Derneği kapatmayı düşünürler ama kendilerine de yediremezler. Moliere’in ‘Kibarlık Budalası’ oyununda Hilmi Bey 145 Hilmi Bey ve bir avuç sanatsever değişik sohbetlerde zaman zaman derneğin maddi durumunun iyi olmadığını, kapanmak üzere olduğu yönünde sitem etmelerine rağmen çalışmaları sürdürmekten de kendilerini alamazlar. Hilmi Bey bir ara Yeni Asır’a derneğin kapanmak üzere olduğuna dair demeç verir. Bu demeci okuyan İzmir Belediyesi Musiki Cemiyeti, Ödemiş’teki derneğe bir yazı gönderir; “Derneğinizin müşkül durumda olduğunu okuduk, dernek olarak Ödemiş’e gelip sizin adınıza konser vermek istiyoruz” derler. Ödemiş Musiki Cemiyeti bu öneriyi memnuniyetle kabul eder. Yetmişli yılların başında İzmirli heyetin ücret almadan sergilediği bu konser derneğe biraz gelir bırakmasına ve heyecan yaratmış, ama yalnızca derneğin kapanmasını geciktirmiştir. Hilmi Bey, zor durumda olan derneğe Ödemiş Belediyesi’nin yardımcı olmasını ister. Belediye Başkanı Muzaffer Gönen’e: “Derneğe gençler katılmıyor, dernek kapanacak, yürümüyor” der. En azından kira giderinden kurtulmak için belediye otogarının ikinci katından bir odanın derneğe 146 verilmesi dernek için güvence olacaktır. Belediyeden karşılık alamazlar. Kiraları ödeyemeyecek duruma düşünce, THK binasından çıkarılan dernek yeni bir yere de taşınamaz. Dernek, kendi başvurusu üzerine, mahkeme kararıyla kapanır. Mahkeme ilâmını üzülerek saklamaktadır İğneci Hilmi Bey. Dernek kapandıktan sonra da Hilmi Bey turneye çıkan tiyatroların ilk bağlantı kurduğu insandır. 1973 yılında Park Kulüp adına oyun getirirler. Park Kulüp Başkanı Av. Osman İnal konuşma yaparak, Ödemiş’in sanatı ne kadar çok sevdiğini, Park Kulüp’ün yardıma hazır olduğunu söyler. Ama dernek daha fazla yaşatılamamıştır. Hilmi Bey, cemiyetin tiyatrolarında kızı Sabriye’nin de oynamasını özendirir. Daha sonra Kadın Doğum Uzmanı olan Sabriye Hanım, Ödemiş Lisesindeki sanat faaliyetlerine de katılan faal ve yetenekli bir genç kızdır. 1960 sonrası dönemde Ödemiş Lisesi’nde yoğun tiyatro ve sanat faaliyetleri vardır. Liseli gençler okuldaki tiyatro çalışmalarına ek olarak Musiki Cemiyeti için de gönüllü çalışırlar. Bu kuşaktan sonra bu kaynağın da kuruduğunu söyleyebiliriz. Hilmi Bey, 1961 yılına ait bir anısını anlatırken. “ .. Erkek Güzeli piyesi için dört tane hanım lazım. Provalar akşam yapılıyor. Aydın kişileri seçeceksin de, kızlarını provalara yollayacaklar. Üç tane bulayım da, yeter. Ben oyunu ona göre değiştiririm. Piyeste hizmetçi kız var. Hizmetçi kızı, uşak olarak bir erkekten çıkarayım diyorum” diye heyecanla bir oyunun sahneye konmasını anlatıyor. Kızı Sabriye liseye yeni başlamıştır. Tiyatro’ya babası gibi meraklıdır. Tiyatroda bir bayan rolü için herkese söylenmiyor. Oyunda rol alacak ilk bayan Sabriye’dir. Diğer bayan rolü için ise Sabriye’nin kız arkadaşı Ümit vardır. Ümit’in babası Ağır Ceza Reisi Ahmet Bey’e gider rica eder, “Musiki cemiyetinde bir temsil yapacağız, o temsil için üç tane bayan lazım, birisine bizim Sabriye’yi alıyorum, bir de Sacide var...” Ağır ceza reisine 147 bunu söylemek de mesele. Hakim Bey’in nasıl tepki göstereceğini de bilemiyor. “Senin kız da olsa, oyunu çıkaracağız. Ümit istekli, senden müsaade istiyor.” Ahmet Bey, cevaben “madem senin kızın giriyor sen başlarında bulunacaksın, ben de Ümit’i veriyorum, girsin oynasın” dedikten sonra rahatlar Hilmi Bey. “Hevesli insanlar var ama onları destekleyecek insanlar lazım” diyerek taşrada tiyatro hazırlamanın zorluğuna değindikten sonra, “Bugün bu etkinlikleri, etkin-likler için harcanan çabaları ve sadece sanat aşkı için yürütülen çalışmaları, gerçekleştirilenleri kaç kişi hatırlıyor acaba ... “ diye de sormadan edemiyor. Hilmi Bey’e Ödemiş’te sanat serüveninin genel bir değerlendirmesini sorduğumuzda derin nefes alıyor. O günlerden kalan anılar arasında, nedense önce sıkıntılı olanları hatırlamıyor. İyimser bir bakış açısıyla yaklaşıyor. “Bütün bunlar için ben boşuna çalıştım demiyorum. Hem bir yardımım oldu Ödemiş’e, hem de günleri boşa geçirmedim. Ödemiş’te şimdi anıyorlardır herhalde. Bunlar sanat faaliyetiydi. Tiyatro getirmek külfetli iş. Dernek adına tiyatro getirip zarar edilirse, dernek ödüyordu zararı. İçim sızlardı. Bazen de kendi adıma getirirdim, zararı derneğe yüklenmesin diye. Zarar etsem de ben zarar ediyordum, kimseye bir şeyim olmuyordu. Şimdi telefonla, faksla yapıyorsun anlaşmaları. O zamanlarda adamlarla bizzat görüşeceksin, telgrafla teyit edilecek.” Arada komik olaylar da yaşanmıştır. Hilmi Bey anlatıyor; “... bir gün Refik Lostar diye bir organizatör geldi. Ünlü bir yazarın ‘Bütün Oğullarım’ diye çok kaliteli bir piyesi için angajman yapacak benimle. Refik yapıştı mı bırakmaz, iyi organizatör. Kabul ettim. Afişleri astık, reklâmlara başladık. Bir-iki gün sonra işittim ki, Ödemiş’e aynı gün bir de konser grubu geliyor. Onu sinemacılar getiriyor. Hapı yuttum diyorum. Onlar için de kötü, bizim için de kötü. Hemen telgraf, “O gün Ödemiş’e bir konser geliyor, bu anlaşmayı lütfen iptal edelim, başka bir güne bıraka148 lım.” Cevap yok. İçim içime sığmıyor. Gelirlerse anlaşma parasını ben vereceğim. İki gün sonra gene telgraf çekiyorum, “Cevap alamadım” diyorum, “biz sizin heyetinizin gelmesini istiyoruz ama durum böyledir, başka bir müzik topluluğu geliyor, bilet satamayız filan.” Cevap yok. Tam tiyatro günü adamlar grubuyla gelmez mi? Bilet de satamadım, alan yok. Ben anlaşma yaparken daima, bir cayma olursa kendimizi kurtaralım diye bir noktasını bulurdum. Refik parasını istiyor. O toplulukta başrol oynayan ünlü oyunculardan biri vardı. “Falan oyuncu var mı?” diye soruyorum Refik Lostar’a. “Yok, onun yerine şu var” diyor. “Hah şimdi hapı yuttun Refik” dedim içimden. Gittik karakola. Komiser de bizden yana, Refik’e soruyor; “ .. falan oyuncu var mı?” Refik Bey boynu bükük; “yok...” diyor. Komiser “Olmaz ki Refik Bey, gidin ya adamı getirin, ya da oynanmayan piyesin parası olmaz” diyerek hak veriyor bana. Beni dertten kurtardı. Bunları ne sıkıntılar çekildi diye anlatıyorum.” Hilmi Bey’in unutamadığı bir başka olay da sanatçı olmanın zorluğunu gözler önüne serer niteliktedir. Bir gün Tamburî Mehmet Bey olarak anılan usta bir musiki adamı derneğe gelir. Dernek o günlerde hamamın oradaki binadadır. Mehmet Bey’e rica ederler, Musiki Cemiyeti’nin saz çalanları ile birlikte meşk edilir. Mehmet Bey o gece, yaylı tambur ile öyle güzel bir konser veriyor ki, yaylı tamburla çaldığı ‘şehnaz longa’ için musiki bilgisi oldukça kuvvetli olan Singerci Rıza Bey “hayret, yaylı tamburla şehnaz longa nasıl çalınır?” diyerek şaşkınlığını ve takdirini belirtiyor. “Neyse o gece adam ayrıldı gitti. Adam, şehir-şehir dolaşmaktan sıkılmış, Ödemiş’te yapacak bir iş olsa yerleşmeyi düşünüyor. Ödemiş’e gelse Musiki Derneği’nde gönüllü vazife yapacak. Adam sanatçı, elinden her iş gelmez. Belediye bir kadro verse, hem belediyede çalışır, hem de musiki cemiyetinde çalar diye düşünüyorum.” Belediye Başkanı Muzaffer Bey’e durum anlatılır ama adama ne belediyede ne de başka bir yerde iş bulamazlar. Duruma üzülmüştür Hilmi Bey; “... böyle bir 149 adam Ödemiş’e geliyor da, bize yardımcı olmak istiyor, tabii karnını doyurmak için iş de lazım. Belediye bu yıllarda Ödemişspor’un kuruluşunu yapıyor, başarılı futbolcuları Belediye’de işe alıyor, ondan söylemiştim belediyeye...” Mehmet Bey’in kim olduğunu söylemiyor Hilmi Bey ama, Mehmet Bey’in sonradan çok meşhur olduğunu, bestelerinin hâlâ kulaklarda ve gönüllerde olduğunu söylemekle yetiniyor. İğneci Hilmi Bey’in Ödemiş’te Tiyatro ve Musiki Serüveni’ni kendi sözleriyle özetlersek, eklenecek fazla birşey de olamaz zaten; “Atılan tohum sağlam ise, attığımız temeli devam ettirenler varsa, takdir edenler varsa, ne mutlu...” Bugünlerde Ödemiş’teki musiki derneğini, emekli bankacı Şükrü Bilgin ve emekli öğretmen Tahir Atik yürütüyor. Anlattığımız günlerden sonrasını da onlara anlattırmak gerek, değil mi? (18 Şubat – 18 Mart 2002) 150 Ödemiş Takviyeli Söke Karması ile Yunanistan Sisam Adası Karması Futbol Maçı – 1953 1950’li yıllarda Ödemiş’te olduğu gibi, Söke’de de futbol revaçta bir spordu. O yıllarda Sökespor Futbol Kulübünü, Söke eşrafından Özer ve Yılmaz Bey’ler idare ediyordu. Bu aile İzmir’deki işleri nedeniyle Rumlarla da yakın ilişki içindeydiler. Rumlarla olan bu tanışıklığı kullanarak, Sökespor futbol takımı ile Yunanistan’ın Sisam Adası Futbol takımı arasında bir dostluk maçı tertip etmişlerdi. Ödemiş Top Sahası, 1950’ler Kafile, Kuşadası’ndan bir gemi ile Sisam Adasına geçer. Türk futbol takımı Sisam’da ilgi ile karşılanır. İzmir’den Sisam Adasına göç etmiş bir Rum, gelen takımın tercümanlığını üstlenir ve onları gezdirir. O günlerde Si151 sam’da demirlemiş olan devrin en büyük İtalyan okul gemilerinden Montecuccoli’yi gezmek için özel izin alarak, Söke Futbol takımına gemiyi gezdirir. 28 Eylül 1953 Pazar günü Sisam Adasında yapılacak maç için, Söke’de bir süre futbol oynamış olan Ödemiş’li Sabahattin 110 ile kardeşi Selahattin 111 ve yine Ödemiş’in o yıllardaki en iyi futbolcularından Fare Fikret’i de takıma dahil ederek, karma bir takım oluştururlar. Bir Amerikalı Türk takımını gazinoda ağırlar. Yunanlılar, yenilmelerine rağmen, Türkleri çok iyi ağırlamışlardı. Maç, Söke Karmasının 3-1 galibiyeti ile sona erdi. Takımımızın gollerinden ikisini Sabahattin ve Selâhattin kardeşler atmıştı... Söke Karması ile Sisam Takımları maç öncesi, 28 Eylül 1953 110 Ödemiş’in yetiştirdiği en büyük futbolculardan olan Sabahattin Haskan (1926-1973), o sırada B-Milli Takımda da oynamaktadır. 1958 yılında, yılın en iyi futbolcusu seçilerek, ödülünü Alsancak Stadında Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Appak’tan almıştır. 111 1928 doğumlu Selahattin Haskan, Ödemiş Belediyesinden emekli olmuştur. 152 Sabahattin Haskan, Ordu Milli takımıyla, 1952 Eşrefpaşa 2 – Ödemiş 1 (1952) Ödemiş Top Sahasında 19 Mayıs Bayramı, 1950’ler 153 Söke Karması, İtalyan Okul gemisinde Önde sağda oturan, Ödemiş’li Selahattin Haskan (5 Ocak 2006) 154 Drama’dan Ödemiş’e, 80 Yılda Yorulmayan Bir Soluk: ‘Ahmet Aksay’ ve İlk Resim Sergisi 3 Eylül’de Ödemiş’te bir sergi açılacak; ‘Ahmet Aksay Resim Sergisi’... Sergiyi gezdiğinizde ‘mutlu bir hayret’ içinde olacaksınız. Serginin açılışı ile 80. yaş günü çakışacak olan Ahmet Aksay, hayat çizgisine geniş ilgi alanları sığdırabilen ender insanlardan. Bu sergi aracılığıyla üretken bir insanı sanatçı yanıyla da tanıma ve usta işi resimlerini izleme olanağına kavuşuyoruz. Kendisiyle barışık bir yaşamın derinliklerinden süzülen birikimi ortaya koyabilen az bulunur insanlardan Ahmet Aksay’ın yağlı boya resimlerinden de kendisi gibi güzellikler yayılıyor. Bu sergi, amatörce bir çabayla yapılan, ama usta işi yağlı boya tabloların, aile breylerinden tüm Ödemişlilerin beğenisine ulaşmasını sağlıyor.. Sanat, insanlar arası iletişimde bir büyülü dildir. Sanat yaşamdır ve insan yaratıcılığının ürünüdür. Yaratıcılığı kendi yapısal özelliğine dönüştüren Ahmet Aksay’ın tüm yaşamında bu yönünün ortaya çıkacağı çok fazla fırsat yoktu. Ama, o koşulları zorlayarak bu yönünü geliştirme çabası içinde olmuştur. Onun yaşamı, hayatın acı-tatlı anları ile sanatçı kişiliğinin karşılıklı birbirini beslediği bir çizginin yakalandığı kaliteyi sergiliyor. Dünyayı bu tür insanlar güzelleştiriyor. Bu sergiyle, 80 yılın yorgunluğuna aldırmadan, yaşamın ta içinden süzülen deneyim ve birikimlerini sanat aracılığıyla ifade edebilen alçakgönüllü bir sanat emekçisi ile tanışıyoruz. 1924 Drama doğumlu olan Ahmet Aksay, 155 Ödemiş’e ‘Mübadele’ sırasında 40 günlük bebek olarak gelmiştir. Ahmet Aksay, evindeki resim atölyesinde Baba tarafına Ödemiş’te yer gösterilmesine karşılık, anne tarafı Cumaovası yakınındaki Ahmetbeyli Köyü’ne yerleştirilir. Drama’daki mallara karşılık gelmese de aileye 156 Ödemiş’te Hastane Caddesinde Rumlardan kalan bir ev, Katırcılar Sokağında bir dükkân ve Seyrekli’de bir tarla verilir. İlkokula 1931 yılında Zafer İlkokulu’nda başlayan Ahmet Aksay, babasının köy katibi olarak Kiraz’a tayininin çıkması üzerine, ilkokulu Kiraz’da bitirmiştir. Kiraz’da ortaokul olmadığı için, ortaokula 1936 yılında Ödemiş’te başlar. Ahmet Aksay, bazen halasının evinde kalarak, ama çoğunlukla Kiraz-Ödemiş arasındaki 20 km’yi aşkın toprak yolu bisikletle gidip gelerek, 1941-1942 öğretim yılında okulu bitirir. Bisikletle gidiş gelişleri oyun haline getirerek, otobüslerle yarıştığını hatırlamaktadır. Eğitimine askeri lisede devam etmek ister, ama giriş sınavlarını kazanamaz. Ahmet Aksay’dan, 1930’lu yıllar Ödemiş’i Çalışma hayatına 18 yaşında Beydağ, Çaylı ve Kiraz Tarım Kredi Kooperatifleri’nde stajyer memur olarak başlar. II. Dünya Savaşı’nın ortasında, 1943 Nisan’ında askere alınır. Çanakkale-Ezine’de askerlik görevini yaparken Askeri Bando’ya seçilir. Bandoda, nefesli sazlardan klarnet ve alto saksofon çalmıştır. 42 ay süren 157 askerlik, sanatçı kişiliğinin müzik yanının ortaya çıkmasını sağlamış, sonradan bilinçli ve sürekli bir dinleyicisi olacağı klasik batı müziğiyle bu dönemde tanışmıştır. Askerden dönen Ahmet’e babası Ödemiş’te bir bakkal dükkânı açar. Bakkallık yaparken bir yandan da ‘Ödemiş Halkevi Bandosu’nda saksofon çalmaktadır. Daha sonra belediyeye geçen bando topluluğuyla törenlere katılırlar, düğün ve sünnetlerde çalarlar. Günümüzde ‘playback’ veya tek enstrümanla yapılan törenler, o yıllarda ‘canlı müzik’ olarak bando ile isteklere cevap verecek kadar becerikli bir ustalıkla yapılmaktaydı. Gerçekten de bandocular hep hünerli birer caz müzisyenleri olmuşlardır. Bandoya ve müziğe kendini kaptıran Ahmet Aksay, bir İstanbul seyahatinden Ödemiş’e akordeonla döner. Akşamları metot kitabından kendi kendine akerdeon öğrenirken, gündüzleri dükkânda resim yapmayı sürdürür. Bakkal dükkânında oturmak onun harektli kişiliğine uygun değildir. İyi bir müzisyen olmanın yanı sıra resim yapmanın da bir tutkuya dönüşmeye başlamasıyla, içinden fışkıran sanatçı kişiliği akmak için yol aramaktadır. Resim eğitimi almak üzere İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisine başvurur. Yetenek sınavını geçen Ahmet Aksay 1947 yılında akademiye kaydolur. Parasız bir öğrenci için İstanbul’da yaşamak zahmetli bir serüvendir. Okul için bir belge hazırlarken, Ödemiş Ortaokulu’ndan Fransızca öğretmeni olan ve o sırada Beşiktaş Noterliği yapan Belkıs Hanım (Ödemiş’te, Dişçi Rüştü Elbi’nin Hanımı) ile karşılaşır. Belkis Hanım, sanat aşkıyla yanan bu gence Noterde geçici de olsa bir iş vererek yardımcı olmuştur. İstanbul’da yaşamanın zorluğunu ve eğitimine devam edebilmenin hiç de kolay olmadığını İstanbul’da biraz yaşayınca anlayan Ahmet Aksay, yeni iş arayışlarına girişir. Taksi şoförlüğü yapmanın uygun bir çözüm olabileceği düşüncesi ile İzmir’de üç ay kursa devam ederek, 158 belediye imtihanını verir ve ehliyet alır. 1948 yılı koşullarında ehliyet sahibi olmak bir meslek olarak kabul edilmektedir. Kamyonculuk işinin kazançlı olması ve ailesinin kamyon almayı teklif etmesi kafasını bulandırır. İstanbul’dan vazgeçerek, biraz da zorunluluktan kamyon şoförlüğüne başlar. ‘Ödemiş-145’ plakalı 5 tonluk Austin marka kamyona yüklediği 86 tütün balyası ile Ödemiş’ten İzmir’e 11 saatte gittiğini hatırlamaktadır. Güzel Sanatlar Akademisi’nden bir iki uyarı yazısı gelmiştir ama devamsızlıktan kaydı silinir. 1949-1954 arası kamyonculuk yapan Ahmet Aksay, 1953 yılında evlenir. Düzenli bir aile yaşamı için memurluk daha caziptir. Posta İdaresi’nde açılan ‘münhal kadro imtihanı’nı kazanarak, İzmir’de göreve başlar. Kordon Postahanesi’nde bir yıl çalıştıktan sonra Ödemiş PTT’si şehirlerarası telefon servisine tayini çıkınca, genç çift evlerini Ödemiş’e taşırlar. 1950’li yıllarda sadece 120-130 telefon abonesi olan Ödemiş’ten başka bir kentle konuşmak isteyen, önce postahaneye isteğini yazdırır ve sırasının gelmesini beklerdi. Şehirlerarası telefon görüşmeleri İzmir PTT’sine bağlanarak, Tire-Ödemiş-Bayındır ve Torbalı’nın ortak kullandıkları tek telli hat üzerinden yapılıyor, bu yapı, dört ilçeden sadece birisinin şehirlerarası görüşme yapabilmesine olanak sağlıyordu. Bu sistemde şehirlerarası görüşme yapabilmek için Tire ile Ödemiş 30’ar dakika, Bayındır ve Torbalı ise 15’er dakikalık sırasını beklemek zorundaydı. Ahmet Aksay telefon servisinde çalışırken, Ödemiş eşrafından bazılarının Celal Bayar ve Adnan Menderes ile telefon görüşmelerinin bağlantılarını yaptığını, konuşulanlara kulak misafiri olduğunu da saklamıyor. Ege insanının, yaşadığı anları keyiflendirebilecek pek çok olanağı vardır. Bunlardan yararlanabilenler, sıradan bir yaşam sürmek yerine, yaşamın değişik alanlarında kendi seçtikleri hayatı gönüllerince yaşayabiliyorlar. 159 Ödemiş gibi doğanın cömert davrandığı topraklarda yaşayan insanlar farklı ve renkli uğraşlar için daha çok olanak bulabiliyorlar. Ahmet Aksay, alamadığı sanat eğitimine küsmemiş, hayatını kaliteli bir sanat eseri gibi yaşamıştır. PTT’deki işi dışında farklı ilgi alanlarında kendisini geliştirmeyi becerebilmiş; arıcılık, tavukçulukla uğraşmış, bir ara üzüm yetiştirip, kendi şarabını üretmiştir. Tavuklarına musallat olan veba hastalığından bir gecede 150 tavuğunun ölmesinden sonra kalan 18 tavuğu kendi yaptığı ilaçlı yemlerle eliyle tek-tek besleyerek kurtarmıştır. Yaptığı işte kusursuzluğu arayan kişiliği ile, arıcılığı o kadar ciddiye almıştır ki, bir kovandan 70 kg bal alarak rekor kırar. Arkadaşlarının ‘alkollü bal’ ürettiğine dair yaptıkları şakayı, boyutu neredeyse ülke çapında bir skandala dönüşmeden zorlukla önleyebilmiştir. Ödemişli gazeteci Burhan Esen şakayı ciddiye alarak İzmir gazetelerine haber yapmış, bu haberi gören İstanbul gazeteleri de röportaj için Ahmet Aksay’ı aramışlardır. Bütün bu değişik uğraşlar içinde üç beş yılda bir de olsa, içindeki sanatçı yönünü gemleyemez. Sehpasını kurar, tuvalini çıkarır ve resim yapmaya başlar. Arıcılık yaparken veya kümes başında tavuklarla uğraşırken, bir yandan klasik müzik eşliğinde resim yaptığı anlar en keyifli anılarındandır. Hayatındaki izler resminde seçtiği konulara da yansımaktadır. Hayatının her aşamasında onu destekleyen ve arkadaşı gibi sıkıntılarını paylaştığı babasının yağlı boya tablosu Ahmet Aksay’ın bir ‘başyapıt’ı gibidir. Bir Drama kartpostalı hiç görmediği ama ailesinin kökleri orada olduğu için özdeşlik kurduğu doğum yeri Drama’ya götürür onu. Eski Ödemiş manzaraları gençliğinden izler taşıyan resimlerdir. Ortaokul önünde bisikletli bir genci resmederken, Kiraz’dan Ödemiş’e bisikletle geldiği günlere bir gönderme yapar gibidir. İçi daraldığında tuvalinden özgürlüğe koşmaya hazırlanan doru bir at resmi fırlar. 160 Resimlerindeki bir diğer tema olan Birgi ise, her bir sokağında Küçükmenderes kültürünün hissedildiği bulunmaz bir konudur. Bol bol Birgi resmi yapar. Ahmey Aksay’ın Birgi çalışmalarından Dergilerden beğendiği bir fotoğraf eğer belleğinde yer eden bir anıyı çağrıştırıyorsa, siyah beyaz bir dergiden bile olsa, onu yağlı boya tabloya dönüştürmeye koyulur. Atatürk’ün en güzel duruşlarından birisini yakalamış, bakışlarındaki kararlılığı yorgun ellerinin sağlam fırça darbeleriyle tuvalde yeniden yaratmıştır. Bu yaratı, Atatürk’e minnetle bağlı, ‘Cumhuriyet Devrimleri’ne yürekten inanmış bir sade vatandaşın saygı duruşudur. Yapısal olarak, savaş görmüş insanların tutumluluğu içinde olan Ahmet Aksay, savurganlığı sevmez. Yağlı boya fırçalarını kendisi yapar. Şövalyesini, tuvallerini kendisi çakar. 1948 yılında kamyon branda bezi üzerine çalışılmış bir tablosu vardır. Beğenmediği resmin tuvali boşa gitmesin diye çevirir, arka yüzüne de resim yapar. Çünkü o kendisi için resim yapan bir amatördür ve bir gün böyle bir sergide eserlerini sergileyeceği hiç aklına gelmemiştir.. 161 Ahmet Aksay, bir apartman dairesine taşınınca, 35 yıl boyunca yaşadıkları tek katlı evi kiraya vermeyip, atölyeye dönüştürdü. Sanat kıvılcımının ateşe dönüşmesi yıllar sonra bu ‘atölye ev’ ile olmuştur. Sanatçı kişiliğini yaşamak için hissettiği güçlü istek hiç sönmemişti. Günlük işlerden arta kalan zamanını, sabahtan akşama, bu evde ‘mesai’ye gider gibi resim yaparak geçiriyor, yoğun çalışmaktan büyük bir zevk alıyor. Atölyesinde resim yapmaya başladıktan sonra, tüm yaşlıların biraz da kendilerini dinlemelerinden kaynaklanan, hep yakındığı ağrısı sızısı kalmadı. Resim sanatının ürünleri çok önemli bir kültürel birikimdir. Bunlara sahip çıkmaksa en azından bir yurttaşlık görevidir. Bu görevi ne denli yerine getirebildiğimizi, yaşadığımız kısır kültür ortamında; eser üretenlere verdiğimiz öneme bakarak kolayca görebiliriz. Ahmet Aksay gibi sadece kendinen değil; çağına, yaşadığına, yurduna ve geleceğe karşı sorumluluk duyan seçkin insanlara dört elle sarılmalıyız. Kişiliği ve insanlığı, sanatçı yönüyle yoğrulmuş Ahmet Aksay kendisini emekli etmediyse, sanatseverlerin görevi onu desteklemek olmalı. Eline sağlık, bize bu güzel tabloları armağan eden, yorulmaz yürek Ahmet Aksay... Biraz soluklanıp, yeni bir Ahmet Aksay Sergisinde buluşmak üzere... (31 Ağustos, 2004) 162 Bir Futbol Efendisi: Sahir Gürkan Küçükmenderes’in bereketli toprakları, ne ekersen, karşılığını yerden fışkırır gibi veriyor. Emek verildiğinde başarılı insan yetişmesinde de benzer bir bereketi var yöremizin. 1930’ların Ödemişi’nde Mustafa Bengisu’nun modern bir şehir yaratma çabaları sırasında mahalle aralarında yamuk yumuk toplarla futbol oynayan çocuklar arasından futbolun en tepesine, Futbol Federasyonu Başkanlığına ulaşanlar oluyor. Bir fidan olarak yetiştiği topraklarda, bir çınar gibi dallarını yaymış, önder kişiliğinden yararlanacağımız, nice başarı öyküleriyle Ödemişlilerin hep hatırlayacağı bir Sahir Gürkan’dan söz ediyoruz... Gürkan ailesi toplu halde, 1965 163 1923’te cumhuriyetin kuruluş pırıltıları içinde doğan Sahir Gürkan’ın yaşamı, ülkemizde futbol sevgisinin futbol kültürüne dönüşmesine ve sporun gelişimine katkıda bulunmakla geçmiştir. Sahir Gürkan, ülkemiz sporuna sadece futbolcu olarak değil, futbolda eğitimin sağlanması ve Türk antrenörlüğünün meslek haline gelmesi için yoğun çaba harcamıştır. Faal futbolculuktan Futbol Federasyonu Başkanlığına, Futbol Hakemleri Derneği’nin kuruculuğuna kadar futbolun içinde, futbolla dolu geçirdiği yıllar boyunca 30’un üzerinde kitap, yüzlerce eğitim dergisinin hazırlanmasına katkısı oldu. Futbol Federasyonu Eğitim Dairesi’nin kurulmasına öncülük yaptı. Sahir Gürkan, toplumsal ilerlemenin eğitimle gerçekleşebileceğine inanan bir eğitimcidir. Azimle çalışarak belirlenen hedefe ulaşılabileceğinin en iyi örnekleriyle doludur Sahir Gürkan’ın hayatı. Sahir Gürkan’ın Ödemiş’te başlayan futbol tutkusu, 2. Dünya Savaşı nedeniyle Konya’ya nakledilen Harp Okulu’nda okurken, bulabildiği her fırsatta futbol topuyla tek başına yaptığı antremanlarla sürdü. Her akşamüstü dersler bittikten sonra, ceza sahası dışından kale direğinin üstüne yerleştirdiği kepleri teker teker uzaktan attığı şutlarla yere düşürüyor, arkadaşlarının birbirlerinin omuzuna çıkarak kale direğinin üstüne koydukları paranın yazı mı, tura mı olduğunu o yüksekliğe sıçrayarak söylüyordu. 2. Dünya Savaşı ve sonrası yokluk ve yoksunluk günlerinde sportif gösterileriyle sınıfa hoşça vakit geçirme fırsatı sağlıyordu. Doğuştan iyi bir koşucu olan Sahir Gürkan, 1949 yılında Harp Okulunda öğrenciyken atletizmde 100 ve 200 metre dallarında A Milli Takım kadrosuna seçildi. Aynı dönemde Ordu Milli Takımı’nın ilk milli maçında da kadroda yer aldı ve Lille şehrinde Hollanda’yı 2-1 yendiğimiz maçta iki unutulmaz gol attı. Sahir Gürkan, sporculuğunu araştırmacı ve eğitimci kişiliğiyle birleştirmiş ender kişilerden biri olarak futbol 164 camiasında saygın bir yere sahiptir. Olimpiyatlarda atletizm dalında madalya alan ilk atletimiz Ruhi Sarıalp, 60 yıllık arkadaşı Sahir Gürkan için, “Gerek askeri okul yıllarındaki öğrenciliği süresinde, gerek ondan sonraki yöneticilik yıllarında sevgili Sahir ideal bir sporcu gibi davranmış, yarışmış ve hepsinin de ötesinde, önce atletizme sonra da bütün gönlü ile futbola kendisini adamış, geçirdiği talihsiz sakatlanmalara rağmen hiç yılmamış ve futbol tarihimizde en iyi santrforlardan biri olarak yerini almıştır...” derken gerek sporculuğu, gerekse yöneticiliğini en sade biçimiyle tanımlamıştır. Fransa-Türkiye Ordu Milli maçında bir volesi Ordu Milli takımıyla, 1949 165 A-Lisans Antrenörlük kursunu bitirdi, İzmir ve Ankara Karagücü, Hacettepe, Ankara Demirspor takımlarında antrenörlük yaptı. 1965 yılında Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği’ni kurarak, 8 yıl başkanlılığını yaptı. Bu dernek futbol antrenörlerinin eğitimini üstlendi, ilk uluslararası seminerleri düzenledi. Futbol Federasyonu’nda 12 yıl görev yaptıktan sonra, 1978 yılında Futbol Federasyonu Başkanı oldu. Türkiye’de ilk Gençler Ligi’ni kurdu, gençler için yaz kampları uygulamasını başlattı. O dönemde, Türk futbolunun gelişimi için yabancı antrenör yasağı gerekliydi. Sahir Gürkan büyük kulüplerin baskısına boyun eğmedi, yasağı getirdi. Günümüzdeki şike, teşvik primi, futbol terörü tartışmalarını evindeki koltuktan tüyleri ürpererek dinliyor olmalıdır. Çünkü şike yapan iki takım, Sahir Gürkan’ın Federasyon Başkanlığı yaptığı bir dönemde tereddütsüz 3. Lige düşürülmüştü. Bu takımlardan Altınordu, gençliğinde futbol oynadığı takımdı. Ayrıca, spor bakanı da küme düşürülen takımın kentinden milletvekili seçlen Yüksel Çakmur’du. Çalışmalarıyla alanlarında önem kazanmış ve kalıcı olmuş, eserleri ve yaklaşımları ile bir çok insanı yönlendirmiş ‘iz bırakan’ kişiler, anılarını kendilerine saklamamalıdırlar. Sahir Gürkan bu görevi de yerine getirmiş ve ülkemiz futbolunun bir dönemine ışık tutan anılarını gelecek kuşaklara aktarmıştır. Türkiye Futbol Vakfı tarafından yayınlanan ‘Sahir Gürkan Belgeseli’ adlı kitapta futbolun içinde geçen yaşam ve Türk futbolu için gerçekleştirdiği ilkler, politik oyunlara karşı kararlı tutumu ve inandıklarını kararlılıkla savunması ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. 112 Futbola ağırlık vererek sade ve akıcı bir dille aktardığı anılarında aynı zamanda ailesinin kökleri, Birgi’nin 112 ‘Sahir Gürkan Belgeseli’, Türkiye Futbol Vakfı Yayınları, 1998 166 Yunan işgali günleri, efe hikayeleri, Kurtuluş Savaşı, cumhuriyetin kuruluş günlerinin özverili çabaları ve o yılların yaşam zorlukları aile büyüklerinden dinlediği öykülerle beslenerek Ödemiş’e ve cumhuriyetin ilk yıllarına götürüyor insanı. Kitapta çocukluğunu geçirdiği Ödemiş’in Mustafa Bengisu’lu yılları tamamen bir yerel belgesel tadında yer almaktadır. 1. Dünya Savaşı sırasında İngilizlere esir düşerek Süveyş Kanalı cıvarında bir İngiliz esir kampında kalan babasının nerede olduğunu, ölüp ölmediğini bile bilmedikleri bir zaman diliminde; güney cephelerinde savaşan bir subay olan abisi Cavit ile babasının karşılaşması, gibi bölümler, ‘bu kadar da olmaz....’ dedirtecek türden ama gerçek öykülerdir. İngilizler esir Türk subaylarına birer emireri vermekteydiler. Esir Osmanlı subayı Cavit Bey’in emireri hastalanır, Türk esirler arasından yeni bir emireri seçer İngilizler. Yeni emireri, subayın çadırına geldiğinde oğlu Cavit ile karşılaşır. Sahir Gürkan’ın anılarını soluk soluğa okurken, bir ulusun nasıl ayakta kaldığına tanık oluruz. Günümüzde Birgi Deresi 167 Sahir Gürkan’ın çocukluğu, Birgi ve Ödemiş’te geçmiştir. 5’i erkek, 3’ü kız 8 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olan Sahir Gürkan’ın aile fertlerinin yüreklerinde Ödemiş, uzun yıllar bir özlem ve sevda olmayı sürdürmüştür. Ablası, Türkiye’nin ilk kadın hakimlerinden Hayrünnisa Fer (doğ. 1912), Yargıtay’dan emekli olduktan sonra Amerika’da çocuklarının yanındayken, ölümü halinde annesi ve kardeşlerinin mezarları yanına, Birgi’ye defnedilmesini vasiyet edecek kadar köklerine düşkün bir aileden geliyor. Nitekim, Hayrünnisa Hanım, 93 yaşında ABD’de yaşamını yitirdiğinde okyanus ötesinden Ödemiş’e getirilip, Birgi’nin serin servilerinin altında toprağa verilmiştir. 113. Birgi’de bir sokak (Fotoğraf: Mehmet Nuri Ceylan, 2003) Ödemiş’te futbolun başlangıç günlerini merak edenlere veya yazacak olanlara da ipuçları veriyor Sahir Gürkan’ın yaşam öyküsü. Abisi Kemal 1923 yılında Ödemiş’te Altınova Futbol Kulübü’nün kuruluşunda bulunur. Diğer abileri Fikret ve Nevzat da futbola tutkundur. Altınova’nın ardından kurulan Küçükmenderes kulübü, iki Ödemiş takımı olarak yıllarca çekişmeli maçlar yapmışlardır. 82 yaşında, ama hala bir sporcu olan Sahir Gürkan, bir ömre sığdırılmış nice kalıcı başarılarla sağlıklı bir emek113 Küçük Menderes Gazetesi, 17.02.2005, Sayı: 738 168 lilik dönemi yaşıyor. Yaz tatillerini Gölcük’teki evinde geçiriyor. Ödemiş’e geldiğinde özlediği ‘töngül’ü, ‘yağlı kebab’ı, ‘katmer’i yiyor, eş-dost ziyaretlerini yapıyor. Kendi sözleriyle, “Mutluyum ve kendimi talihli bir insan kabul ederim. Çünkü her çağda yaşayan insanlara nasip olmayacak erişilmezlere eriştim...” derken kastettiği kişisel zevkler, sefalar değildir; “Başka liderler gibi yalnızca sağlığında değil, ölümünden bunca yıl sonra da taptaze, sevilerek ve sayılarak anılan, dünyada bir benzeri olmayan Büyük Atatürk’ü, büyük diplomat ve önder İsmet İnönü’yü, büyük şair Yahya Kemal’i, insan kibarı, muhteşem Türk müziği bilgini, sesi okuyuşu, yorumu ‘sehl-i mümteni’ (kolay ve sade göründüğü halde söylenmesi, benzeri yapılması güç olan) Münir Nurettin Selçuk’u...” görmüş, dinlemiş ve içine sindirmiş olmayı kasteder. İnsanlık adına; ilk atom bombasının yarattığı acıyı iliklerinde hissetmenin kederini, ayda ilk adımı görmüş olmak biraz hafifletir. Dünyayı kavrayışı bu kadar evrensel ve insancadır. Sahir Gürkan, 1977 169 Böylesine dolu geçen ömrün anı damlaları okunmalı ve örnek oluşturmalı yeni kuşaklara... Kendisini hiç bir zaman öne çıkartmayan, reklam etmeyen, gönülden bağlı bulunduğu futbola bir kutsal zeytin ağacı gibi meyve verdikçe veren Sahir Gürkan, hem kişiliğiyle efendi, hem de futbolun efendisi değil mi? Sağlıklı ve uzun ömürler dileklerimizle, Sahir Gürkan’a kucak dolusu Ödemiş selamları gönderiyoruz. Sahir Gürkan, kızı ve eşi ile, 2004 (24 Mayıs, 2005) Sahir Gürkan 24 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş, vasiyeti üzerine cenazesi Birgi’ye defnedilmiştir. 170 Belediye Elektrik İşletmelerinde 2. Dönem Usta’ları Bir Alçakgönüllü Usta ‘Mehmet Obut’ Ülkemizdeki hemen her kasabanın geçmişinde, elektrik ve içme suyu işlerinde özverili çalışmalar yapan en az bir ustadan bahsedilir. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte yarım yüzyıl boyunca ülkemiz şehirlerinin elektrik işleri belediyelerce yürütüldüğü için böylesi anılmaya değer yöre insanlarının varlığı doğaldır. Belediyelerimiz dar olanaklarıyla ve sorumluluklarının önemine inanan az sayıda becerikli ve özverili insanla bu işlerin üstesinden gelmek zorunda kalmışlardır. Birçok büyük ölçekli yatırımı, öz kaynakları ve yerel ustalarla gerçekleştirmiş belediyelerden birisi olan Ödemiş Belediyesi, yetenekli ustalar konusunda da şanslı sayılmalıdır. 1930’lardan 1980’lere kadar Ödemiş’te serbest elektrikçilik yapan ve elektrik işlerinin temel taşları olarak kabul edilebilecek hemen tüm ustalar şu veya bu biçimde ‘Ödemiş Belediyesi Elektrik ve Su İşletmesi’nde yetişmişler ya da işletmenin deneyiminden yararlanmışlardır. Ödemiş’te, hem ülkedeki gelişmeler, hem de belediyesel uygulamalar açısından ortak özellikler taşıyan üç ayrı kuşak elektrik ustasından söz edilebilir. 1. dönem ustaları olarak kabul edilebilecek olanlar, elektrik tesisatları ve içme suyu şebekeleri yapımının başlangıç yılları olan 1930’larda göreve başlayıp belediyedeki çalışma sürelerini 1950’li yılların sonlarında tamamlayarak emekli olanlardır. Şeref Işıktaş, Osman Suer, Hamdi Subaşı, 171 Nuri Gemici, Hasan Gözoğlu, Ganz Emin gibi soyadları ve lakapları yaptıkları işlerle anılacak kadar kişisel becerileriyle özdeşleşmiş bu ustalar, elektrik ve su işlerinde ilk dönemin temel taşlarıdır. Bu dönemin bitiş noktası Şeref Usta ‘nın 114 ölümüyle çakışmıştır. Şeref Usta’nın adı Ödemiş Sanayi Sitesindeki ana caddeye verilerek, sonraki kuşaklara taşındığı için Şeref Usta Ödemiş’te 1. dönem ustalarının en tanınmış ve bilinen kişisi olmuştur. 1950’lerin ortalarından, 1983 yılında elektrik işlerinde merkezi yapılanma dönemine geçiş için Belediye elektrik işletmelerinin TEK’e (Türkiye Elektrik Kurumu) devri arasındaki sürecin çalışanları 1. dönem ustalarından emekli olanların yerine görev yapmaya başlayan 2. dönem ustalardır. İkinci kuşağın çalıştığı dönem Türkiye’de teknik meslekler yönünden de bir altın devrin başlangıcı olmuştur. Belediyelerin elektrik serüveni sona erdiğinde, belediye çalışanları özlük hakları korunarak belediyeden TEK bünyesine geçmişlerdir. Elektrik çalışanlarının 1983 yılından günümüze kadar devam etmekte olan TEK-TEDAŞ dönemi ise 3. dönem olarak ele alınmalıdır. 1933 doğumlu Mehmet Obut ‘Ödemiş Belediye Elektrik ve Su İşletmesi’nin 2. dönem elektrik ustalarından birisidir. Mehmet Obut’un meslek yaşamı, hem ülkedeki ustaların durumunu yansıttığı, hem de kent belleği kapsamında Ödemiş’in geçmişinden kayda geçirilecek izlerle dolu. Mehmet Obut, çalışma hayatına 1949-50 yıllarında İyi Sinema’da makinist Orhan Duru’nun yanında kopan filmleri ekleyerek başlamıştır. İyi Sinema’daki makine önden pervaneli, yüksek ısıda ışık veren, yarım beygir gücün114 Şeref Usta (Işıktaş) 1908-1956 yılları arasında yaşamıştır. Şeref Usta’nın yaşamı, “Ödemiş’te Elektrik ve Şeref Usta’lar” isimli bir kitapta, ilgili dönemin incelemesi ise “Ödemiş Belediyesi Elektrik ve Su İşletmesi” kitabında kapsamlı olarak anlatılmaktadır. 172 de eski bir Alman Zeiss-Ikon film makinesiydi. Bu tür makinelerde filmler sık sık tutuşup, yanıverirdi. Kopan filmleri eklemek ve film gösteriminin sürmesini sağlamak ustalık gerektiriyordu. O günleri kendi anlatımıyla izlemeye başlayalım; “Askere gitmeden önce bir yandan İyi Sinemada makinist yardımcılığı yapıyor, diğer zamanlarda elektrik tesisatçılığı işinde çalışıyordum. O tarihlerde Elektrik Öğretmeni İsmail Çeltikligil ‘Elektrik Tesisatçılığı’ kitapları yayınlıyordu. Ben de elektriği anlamak için o kitaplardan çalışıyordum ve ustam Orhan Abi de bana yardımcı oluyordu.” Mehmet Obut’un İyi Sinema’dan aldığı bonservis Askere gidinceye kadar gerek sinemada gerekse ev elektrik tesisatlarında çalışan genç Mehmet Obut, bir yandan da birçok taşralı genç gibi futbol tutkunudur. “Gençliğimde futbol da oynuyordum. 1954 yılında Diyarbakır’a askere gittim. Oradan beni elektrikçi olarak Elazığ’a sevk ettiler. Elazığ’daki birliğimden İstanbul Tuzla Uçaksavar Okulundaki telsiz tamir kursuna gönderdiler. 4,5 ay süren kursu başarıyla bitirdim. Elazığ’a kıtama döndüğümde bu kez, ‘Telsiz Maniple ve Mors Kursu’na başladım. O sırada İzmir’e elektrikçi lüzum 173 etmiş, beni seçtiler ve kalan 11,5 ay askerlik görevimi Tepecik Askeri Fırını’nda elektrikçi olarak tamamladım. Terhisimden sonra Ödemiş’te elektrik tesisatçılığı yapmak istedim. Ancak, piyasada yapacak pek elektrik işi yoktu. Ödemiş’te elektrik sıkıntısı vardı ve yeni abonelere elektrik veremiyorlardı. Ödemiş Belediye binası yapılırken yevmiyeli olarak elektrik işlerinde çalıştım.” Mehmet Obut’un anlattıkları arasından süzülenler, elektrik işlerinin Ödemiş’teki genel görünümünü de ortaya koymaktadır. 1950’lerin başlarında kendi elektriğini üreten kapalı bir devreyi andıran şehir şebekeleri, henüz ülkenin değişik yerlerindeki santrallarla birbirine bağlanmamıştı. Ödemiş, 1930 yılında yapılan Üzümlü Deresi’ndeki 305 ve 110 beygirlik iki hidro-türbin ile Ziraat Bankası köşesindeki 175 kVA’lık Atlantik marka jeneratör 115 ile aydınlatılıyordu. Bu santralların üretimi 25 bin nüfuslu kentin elektrik ihtiyacını zorlukla karşılamaktaydı. 1950’li yılların ortalarında evlere elektrik bağlatmak için belediyeden izin almak hemen hemen imkansızdı. Buzdolabı olan 6-7 eve 116 veya motor kullanan işyerlerine bile iki diskli, iki rakam göstergeli elektrik sayaçları takılarak tüketim denetim altında tutulmak isteniyordu. Elektrik tüketimini kısıtlamak için elektrik gündüz pahalı, gece ise daha ucuz hesaplanıyordu. Ayrıca, 1930’lardan kalan tesisatta herhangi bir yenileme yapılmadığı için elektrikler sık sık kesiliyordu. Elektrik şebekesinin uç noktalarında 200-220 volt olması gereken voltaj, 120-130 volta kadar düşüyor ve bazı insanlar 220 yerine 110 voltluk ampul kullanarak daha parlak ışık elde etmeyi deniyorlardı. Bu durum, zaten telleri ince 115 Bu jeneratör, 1952 yılında Ziraat Bankası köşesinden Eski İstasyon’a nakledilmiştir. Yedek olarak 50kVA’lık Skoda marka bir jeneratör daha vardı. 116 Mehmet Obut, evlerinde buzdolabı olanları, Ratip Köymen, Niyazi Köymen, Dökümcü Pakkanlı, Garajdaki Ömür Ayran ve Hüseyin Sıdal olarak hatırlamaktadır. 174 olan elektrik şebekesine tellerine daha fazla yük bindiriyor ve voltajların daha da düşmesine neden oluyordu. Ödemiş Belediyesi 2. Kuşak Elektrik Ekibi – 1967 Ayaktakiler: Cemil Akar, Musa Hanoğlu, Mehmet Obut, Hasan Eşiyokkul, Mustafa Pekışık, Necati Yurdakul, Burhan Yıldız, Oturanlar: Rıza Hasırcı, Mehmet Akgün Cengiz, Muharrem Candaş, Rıza Zık, İsmet Tahirler Mehmet Obut, elektrikçilik serüvenini anlatmaya, “ ... elektrik tesisatçılığı işi kesatlaştı. O günlerde Malatyalı İbrahim isimli bir şahıs Adagide’de açtığı sinemaya makinist arıyormuş, beni buldular, Adagide’de işbaşı yaptım. Askere gitmeden önce, Şeref Usta beni Belediye’ye alacağını söylemişti ve ben de Belediye Elektrik İşletmesi’nde çalışmak için dilekçe vermiştim. Ancak Şeref Usta’nın ani ölümü üzerine Ustabaşı olan Mehmet Akgün Gezgin hemen karar veremedi. Adagide’de sinemada çalışmaya başladıktan bir süre sonra, Ödemiş Belediyesi’nden işbaşı yapmam için çağırdılar. Benden önce işbaşı yapmış olanlar; 1952 yılında Sebahattin Tatlıgöl, 1953 yılında Muharrem Candaş, Necati Yurdakul ve Adil Duman idi. Adil çok çalışkandı. 2 torba çimentoyu sırtında taşırdı. Çalışkanlığından 175 elektriğe almışlar. Belediyeye o yıllarda son olarak ben girdim” diye devam ediyor. Belediye Elektrik Ustaları İbrahim Çetin, Şükrü Ataklı ve Necati Yurdakul’un (Uzun Necati) Belediye kimlik kartları Saydığı adlardan ‘Uzun Necati’ lakablı Necati Yurdakul, Ödemiş’in diğer tanınmış elektrik ustalarındandır. Hâlâ faal olarak çalışan Necati Yurdakul’u Ödemişliler, bisiklet üstünde, sırtında merdivenle evlerin havai hatlarındaki arızalara giderken hatırlayacaklardır. Ödemiş Hükümet Meydanı, 1975 176 Mehmet Obut’un belediyedeki 31 yıllık hizmetinin başlangıç tarihi 7 Mart 1957’dir. O yıllarda THK binasının giriş katında bulunan Ödemiş Belediye Elektrik İşletmesinde göreve başlayan Mehmet Obut’un işe başladığı dönemde Ödemiş Elektrik İşletmesinde faaliyetler Hidrolik Santral, Termik Santral, Su Kısmı, Artezyen Kısmı ve Atölye olarak dört alanda yürütülüyordu. Her kısımda sorumlu bir ustabaşı bulunuyordu. Hidrolik santralda santral başmakinisti Hamdi Ersubaşı, Su kısmında Osman Suer, Termik Santralda Nuri Gemici uzun yıllar bu görevlerini sürdürdüler. Santralı işleten makinistlerle elektrikçiler aynı kurum içinde görev yapıyor olmalarına karşın görevleri farklıydı. Santralda iki kişi çalışıyordu. Santral makinisti Hamdi Subaşı ve borular boyunca dağda elinde kürek, sırtında kurşun torbasıyla gezerek, boruların kontrolunu yapan bekçi Hasan Karadağ, Ödemiş’in özverili ustaları olarak (kayınpeder-damat) belleklerde yer etmişlerdir. Ödemiş-Üzümlü Elektrik Santralı Lojman Binası, 2004 Altı kişilik elektrikçi ekibi ise Ödemiş’in tüm elektrik şebekesinden sorumluydu. Elektrik ustaları, demir direkleri kendileri yapıyorlar, bu direklerin dikileceği çu177 kurları kazıyorlar, direkleri de elle kendileri dikiyorlardı. Direklerden evlere alınan branşman kabloları, evlerin iç tesisatları vs. hepsi belediye ustaları tarafından yapılıyordu. Bugün için farklı uzmanlık alanı olan branşman, tel çekme, direk dikme, trafo montajı gibi birçok iş içiçe geçmekteydi. Zaman zaman dışarıdan yevmiyeci tutulsa da, belediye elektrik işlerinin yükü bu 6 kişilik ekipteydi. Belediyede işe başladığında 140 lira brüt, 103 lira net maaş aldığını söyleyen Mehmet Obut, maaşıyla ilgili “…aldığımız para yetiyordu, hatta arttırıyorduk” diye bahsetmektedir. 117 2. dönem ustaları tokgözlülüklerinin yanı sıra öğrenmenin ve eğitimin öneminin de farkında olan insanlardır. Mehmet Obut gençliğinde ve mesleğinin ilk yıllarında edindiği öğrenme alışkanlığını daha sonra da sürdürmüş, meslekiçi öğrenim onun iş yaşamının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Kendi anlatımıyla; “İşletmem beni, 1961 yılında İller Bankası’nın Ankara’da açmış olduğu ‘Elektrik Ustaları Kursu’na yolladı. Kursu başarı ile bitirip 1962 yılında yapılan elektrik imtihanlarına girdim ve 3. sınıf elektrikçi ehliyetimi aldım. 1968 yılında da 2. sınıf imtihanlarına girmek için müracaat ettiğimde, bundan böyle elektrik imtihanlarının Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılacağını söylediler. İmtihanlara girmek istiyorsam; Milli Eğitim Bakanlığı’nın mektupla öğretim kursuna kayıt olmam gerekiyordu. Kayıt oldum ve 45 ay kurs gördüm. Mesleğimi çok sevdiğimden dolayı 3 sene bir çırpıda geçti. 1973 yılı mayıs ayında İzmir Çınarlı Sanat Okulu’nda yazılı imtihanlara girdim ve başarılı oldum. Sözlü imtihanlara ise 1973 kasımında Ankara Yenimahalle’deki sanat okulunda girdim. Oradaki hocalar çok başarılı olduğumu söyleyip, tebrik ettiler ve 117 O tarihte yeni mezun inşaat mühendisi 900 lira, 20 yıllık İlkokul öğretmeni 200 lira maaş alıyordu. 178 ders bilgilerim yeni iken 1. sınıf ehliyet imtihanlarına da girmemi tavsiye ettiler.” Yetki sınıfı arttığı için, maaşının da artması gerektiği halde, sendikanın yaptığı toplu iş sözleşmesinde bu doğrultuda bir madde olmaması nedeniyle Mehmet Obut maaş zammı alamaz. Bu haksızlığa gönül koyup işine küsmek aklına dahi gelmemiştir. “Ehliyet sınıfı yükselince terfi edilmesi gerekiyordu ama, sendikamız terfi zammına karşı çıktı. Toplu iş sözleşmemizde böyle bir maddenin olmadığı söylendi. Bu defa ben sendikamızla ters düştüm. Sendikacılara; ‘…siz İzmir’deki üyelerinizi terfi ettirmek için dershane tuttunuz, ders verdiniz, bir sürü masraf yaptınız, biz kendi imkanlarımızla başka kursları bitirdik, biz taşradakiler sizin üyeniz değil miyiz?’ dedim. Bakarız dediler ama değişen birşey olmadı.” 1949 yılı, ‘Ödemiş Elektrik ve Su İdaresi’ çalışanları Mehmet Obut, 1965 yılında şehir şebekesinin yenilenmesi sırasında topuğunu beton direk koparıncaya kadar futbol oynamayı sürdürür. 15 Mayıs 1965 tarihinde Gençlik Caddesi’ndeki Çocuk Bahçesi içindeki direkleri dikerken 179 geçirdiği iş kazası nedeniyle 55 gün dinmeyen, bir parmak pıhtılaşan kanı Dişçi Rüştü Elbi iyileştirmiştir. 1957-1958 sezonu Altınova Futbol Takımı. Ayaktakiler: Erdinç Işıktaş, Keklik Kemal, Beşiktaşlı Rahmi Yumurtacı Remzi, Yüksel Köymen, Mehmet Obut, Hacı Ali’lerin Şakir, Şevket Köymen, İdareci Terzi Emin. Oturanlar: Şeref, Yorgancı Özcan, Çakırcalılar’ın Torunu Davut, Hamdi Okan. Mehmet Obut, kasaba yaşamında iddialı bir yeri olan futbola tutkundur. 1950’li yıllarda Ödemiş’te, Altınova, Ödemiş Gençlik ve Yıldırımspor olarak üç takım bulunmaktaydı. Cumhuriyet sonrası Yeşil Menderes olarak kurulan ilk spor kulübü, daha sonra adını Altınova olarak değiştirmişti. 1950 sonrası kurulan Gençlikspor, ağırlıklı olarak DP’lilerin takımı olurken, Altınova tek parti dönemi takımı olduğu için CHP’lilerin takımı olarak anılmaktaydı. Tahsildar Hikmet Güriş tarafından kurulan Yıldırımspor ise varlığını zar zor sürdürebilen kendi halinde bir amatör kulüptü. Birçok şeyin siyasi yelpazedeki yerleriyle ayrıştığı 1950’li yıllarda ‘muhalif’ ve ‘muvafık’ kamplara ayrılan ülkemizde insanlar kahvehanelerini dahi particilik yüzünden ayırmışlardır. Bu ayrımlar, ne yazık ki, yakın tarihimizin üzüntüyle hatırlanacak ayrıntılarındandır. 180 Mehmet Obut askerliği sırasında Elazığ Karagücü’nde futbol oynamıştır. Askerliği bitirip Ödemiş’e döndüğünde, Gençlikspor Kulübünün gözde futbolcusu Kum Nazmi 118 Gençlikspor’da kalecilik yapmasını ister. Gençlikspor yöneticisi Bekir Abi, bölgeye yatırılacak 60 lira lisans bedelini ödemeyince, Mehmet Obut da Gençlikspor yerine Altınova takımında kaleci olarak oynamaya başlar. Kaleye geçtiği 1958 yılında, Altınova 7 yıldır yenemediği Gençlikspor ile bir maç yapacaktır. Maç öncesi, Gençlik-spor’luların, “Belediye’de bizim ekmeğimizi yiyorsun, gerekirse kalene topu sen atacaksın” diye takılmalarına karşın, Altın-ova 2-1 galip gelir. Bir alt kimliğin insanın tüm yaşamını yönlendirebilecek bir ağırlık taşıdığı ülkede Mehmet Obut; yediği golden “... o tek golü de yemeyecektim, zaten golü Kum Nazmi elle atmıştı” diye bahseder. Keşke ‘Kum Nazmi’ hayatta olsaydı da, onunla Ödemiş’te futbol konuşsaydık! 1965 yılı Ödemiş’te elektrik şebekesi için bir dönüm noktasıdır. Etibank’ın sorumluluğuna bırakılan bölgesel santrallar ve enterkonnekte elektrik şebekesi ile birbirine bağlanan şehirlerin kendi jeneratörlerine gerek kalmıyordu. Ödemiş ve çevresi, Soma santralından elektrik almaya başlamış, İller Bankası kanalıyla da şehir-içinde yeni bir “Beton Direkli Şebeke” çalışması başlatılmıştı. Soma Santralı’nın devreye girmesiyle kapasitesi artan elektrik üretimi sayesinde Ege Bölgesi’nde bekleyen herkese elektrik verilmesi mümkün oluyordu. Yine de bölgesel planlama nedeniyle, belediye Ödemiş’in bir aylık elektrik kapasitesini önceden Etibank’a bildirmek zorundaydı. Yılda iki kez kapasite arttırımı yapılabiliyordu. Eğer bu rakam aşılırsa ceza ödeniyordu. Şehir jeneratörleri bu yüzden bir süre 118 Kum Nazmi, askerliği sırasında Malatya Karagücü’nde oynamıştır. Ödemiş futbolu denilince, hatırlanacak insanların başında gelmesi gereken bir kimsedir. 181 daha yedek olarak bekletilmiş ve yeni sistem oturdukça diğer bölgelere ve fabrikalara satılmıştır. 1966’da Akbank önündeki direk üstünde Mehmet Obut ve Necati Yurdakul Mehmet Obut’a Belediye tarfından verilen Takdirname Şehir elektrik şebekeleri genişlerken, yeni hatlarla birlikte eski şebeke direkleri de değişmekteydi. Bu çalışmalarda müteahhit firma 119 tarafından Ödemiş’e 6 trafo ile 143 orta gerilim (OG) direği dikilmiş, yaklaşık 1200 direk kullaılan alçak gerilim şebekesi de A’dan Z’ye belediye 119 Denizli’li Galip Becer Firması 182 ustaları tarafından yapılmıştır. Bu tür çalışmalarda OG şebekesi İller Bankası kanalıyla bir müteahhide veriliyor, alçak gerilim şebekesi belediye elektrikçileri tarafından yapılıyordu. Belediye elektrikçileri ise yalnızca 6-7 usta. Demir direkleri bile bu 6-7 usta belediye atölyesinde kendileri yapıyorlardı. Geceli gündüzlü vardiya usulü çalışan ekip, çukur kazmak, direk dikmek, tel çekmek, evlerin branşman arızalarına gitmek gibi her tür işi yapmak zorundaydı. 1980 yılında Ödemiş’te yapılan diğer bir şebeke yenilemesinde ise şehir merkezine 59 trafo eklenmiştir. Mehmet Obut’un işe başladığı 1957’de yalnızca 2 trafo binası varken, Obut 1987 yılında emekli olurken, Ödemiş’te trafo sayısı 83’e ulaşmıştı. Bu çalışmalar sırasında 2. dönem ustalarının tümü, bu çalışmaların içinde olmuşlar ve işlerindeki ustalıklarıyla göz doldurmuşlardır. Mehmet Obut meslek yaşamı içinde şehire gelen elektrik hatlarının Etibank’ın sorumluluğunda olduğu dönemi, bu işlerin Etibank’tan TEK’e geçmesini ve Belediye Elektrik İşletmeleri’nin TEK’e devrini yaşar. Bu devir işlerinin her bir aşaması tüm sistemin yeniden gözden geçirilmesi ve yeni bir organizasyon gerektirmiştir. Hizmet sektöründeki işletmelerin hemen hemen tümünde insan faktörü önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Belediye hizmetlerinde çalışan az sayıda usta kendilerine düşenden fazlasını özveriyle yapmışlardır. Dönemsel olarak İkinci Dünya Savaşı’nın zorluk yıllarında yetişmiş oldukları için, rahat yüzü görmemişler, her zorluğu vatan hizmetidir diye yakınmadan üstlenmiş bir kuşaktandırlar. Yokluğun ve darlığın ne anlama geldiğini bilen insanlardır. Dişleriyle tırnaklarıyla çalışmışlar, gerek işlerinde, gerekse aile yaşantılarında kuruşun hesabını yapacak kadar tutumlu olmuşlar ve sosyal yaşamlarında da ölçülü insanlar olarak kalmışlardır. Biraz da hepsinin hayatını ve ortak değerleri yansıttığı için, Mehmet Obut’u 183 anlatırken özveriyle çalışmış diğer ustaları da saygıyla anmak gerekmektedir. Mehmet Obut’un kişiliğinde tüm eski ustalara; deyim yerindeyse, Ödemiş’in ‘kahrını’ çekenleri hak ettikleri saygıyla analım, küçük bir ‘ellerine ayaklarına sağlık’ teşekkürünü esirgemeyelim. Ödemiş hava fotoğrafı, 1964 (8 Eylül 2005) 184 Ödemiş’te Doğalgaz Dünyamız hızlı bir değişim süreci yaşıyor. Kabuk değiştiren teknolojiler arasında enerji çok önemli bir yer tutuyor. Son yıllarda tanıştığımız doğalgaz da kısa sürede yeni bir alışkanlık ve pratik yaşam kolaylığını beraberinde getiren enerji türü olmuştur. Ağırlıklı olarak ısınma ve sanayide kullanılan doğalgaz başka alanlarda da kullanım kolaylığı sağlamaktadır. Komşu ülkelerde doğalgazla çalışan otomobiller yaygınlaşıyor, klimalar için ödenen yüksek enerji bedelinin üstesinden gelmek üzere doğalgazla çalışan soğutucular 120 cazip hale gelmeye başlıyor. İnsan yaşamında böylesi önemli bir yeri olan enerji konusunda, özellikle elektrik ve doğalgazda, ülkemiz için en büyük handikaplardan biri de fiyat yüksekliği ve tüketiciye yüksek maliyetle ulaşıp değişik alanlarda kullanımının yaygınlaşamamasıdır. ‘Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nın temelinin atıldığı, ‘Mavi Akım Projesi’nin hızlandığı bugünlerde, ülkemiz yeni bir beklenti içine girmiştir. Ülkenin bir çok kenti doğalgaz boru hatlarıyla birbirine bağlanmakta, elektrik şebekesine benzer bir ağ sistemiyle bir çok yerleşim yeri, ana boru hatlarıyla oluşan genel bir şebekenin parçası olmaktadır. Türkiye doğalazla, 1980’lerin ortalarına doğru, başkentin hava kirliliğine ivedi çözüm getirmek üzere, Bulgaristan’dan 850 km’lik bir hatla Ankara’ya doğalgaz 120 Birçok şirket şimdiden doğal gazla çalışan araba ve klima piyasasında yer almak için çalışmalarını sürdürüyor. Doğal gazlı soğutma sistemi Türkiye’de ilk kez İGDAŞ’ın Şişli ve Merter binalarında kullanılmış ve sonuç başarılı olmuştur. 185 getirilmesiyle tanışmıştır. 121 Doğalgaz konusu kısa zamanda, yalnızca Ankara’nın hava kirliliği sorununa çözüm olmaktan çıkarak, ülkenin enerji politikalarının belirleyicilerinden biri haline gelmiştir. Sanayide, elektrik üretiminde, mutfakta, ısınma amacıyla binalarda ve şimdi de serinlemek için kullanımı gündeme gelen doğalgazı ve Ödemiş’te yaratacağı değişimi daha yakından izlememiz gerekmektedir. * * * 1990 yılından bu yana Tire Organize Sanayi Bölgesi’nde başlayan sanayi yatırımları genişleyerek sürmektedir. Bölgemizde tekstil ve gıda ağırlıklı orta ve büyük ölçekli işletmelerin kurulmaya devam edeceği ortadadır. Buna karşın Ödemiş, ticari hayatına ivme kazandıran tarım ve küçük sanayi dışında yıllarca yeni yatırımlara kapalı kalmış ve ekonomik gelişmesi istenen düzeye erişememiştir. Ödemiş ve çevresinin büyük tüketim merkezlerine uzak oluşu ve sanayileşme kültürünün eksikliği yeni yatırımların yapılamamasının nedenleri arasında gösterilse de bu durum kabul edilebilir değildir. Ödemiş Organize Sanayi Bölgesi, özverili çabalara karşın üretim veya yatırım yapılacak düzeye gelememiştir. Türkiye’de yeni bir sektör olan doğalgaz dağıtımı için BOTAŞ (Boru Hatları ve Petrol Taşıma A.Ş.) tarafından hazırlanan Türkiye çapındaki ‘Doğal Gaz Hatları’ planlamalarında Küçükmenderes Bölgesi’nin Tire’den sonraki bölümü yer almamaktadır. Ödemiş’in geleceği ve gelişimi için doğalgaz kaynaklı ve ucuz enerji çok gereklidir. Ödemiş’te doğalgaz kullanımına yönelik hazırlıklar için erken olduğu düşünülebilir. Ama, ülke ölçeğinde planlamaların yapıldığı bu121 Doğalgazda Hassas Denge, Kerim Ünal, Petrogaz Dergisi 186 günlerde Küçükmenderes Bölgesi’nin de ‘master plan’lara dahil edilmesinin ‘tam zamanı’dır. Doğalgazın Ödemiş’e ulaşmasını istemek, kentin geleceğini planlamak olarak algılanmalıdır. Her ne kadar Ödemiş’te, doğalgaz tüketim profili açısından konut tüketiminin ağırlıkta olduğu bir model geçerli olsa da, kamusal yarar gözetildiğinde Küçükmenderes Bölgesi, doğalgaz için uygun bir alandır. Doğalgaz çalışmaları başlatıldığında Tire Organize Sanayi Bölgesi’ne ek olarak Ödemiş Organize Sanayi Bölgesi’nin de, yatırım maliyetinin geri-dönüş beklentilerini karşılayacak tüketim potansiyeli vardır. Mevcut, yapımı devam eden ve planlanan doğalgaz boru hatları Klasik yakıtlardaki yakıt depolama sorununu da ortadan kaldıran doğalgaz sadece sanayi için gerekli görülmemelidir. Doğalgaz konutlarda da yaygın olarak kullanılacaktır. Ödemiş’teki konutların çoklukla tek ya da iki katlı olması ve kışların görece ılık geçmesi nedeniyle konutlarda kalorifer kullanma oranı çok düşüktür. Ödemiş’te bir konutun yıllık yakacak ihtiyacının %70’ini kömür, %30’unu odun oluşturmaktadır. Ancak, nüfusu birçok il merkezin187 den daha büyük olan Ödemiş’te ısınmanın yalnızca sobalara bağlı olarak süremeyeceği ve katı yakıt kullanımının artmasıyla birlikte kentte hava ve çevre kirliliği sorununun Ankara gibi Ödemiş’te de sorun haline geleceği açıktır. Geleneksel ısınma alışkanlığını terk edip doğalgaz kullanımına geçmek hiç de kolay değildir. Doğalgazın kente gelmesiyle ilk aşamada caddelere ana boru hatlarının döşenmesi gerekiyor. Böyle bir çalışmanın uzunca bir süre kent içi trafiğini aksatacağı ve birtakım ek maliyetler getireceği ortadadır. Ayrıca, doğalgazı ısınma amaçlı kullanmak üzere, olası bir doğalgaz şebekesi kurulduğunda hane başına düşecek doğalgaz altyapı gideri bir hayli yüksek olacaktır. Doğalgaz geldiği zaman binalara kombi/kalorifer tesisatının kurulması ve her eve yüklenecek olan masrafın yüksekliği sıkıntı doğurabilecektir. Ancak bütün bunlar Ödemiş’in doğalgazı istemesinin önüne engel olarak konulmamalıdır. Geleceğe dair beklentilerimizde kaderine razı bir tutum içinde olursak, bu duyguları besleyecek olumsuz görüşlerin sıralanacağı olgular çoktur. Doğalgaz çağdaş bir ayrıcalık ve zorunluluk olarak önümüze geldiğine göre bazı zorlukların varlığına rağmen, henüz planlama aşamasındayken bu bölge insanı olarak taleplerimizi açıkça ortaya koymalıyız. Doğalgaz fiyatları konusunda yaşananlar hevesimizi kırmamalıdır. Bugüne kadar yürütülen hükümet politikaları ve yurtdışı bağlantısı yapılan doğalgaz anlaşmaları nedeniyle, önümüzdeki yıllarda doğalgaza uygulanacak vergi indirimleri ve özendirici düşük fiyat politikalarının gündeme geleceğini unutmamalıyız. Yeni yatırımlar, yeni işler nedense önce tepkiyle karşılanır bizde. Oysa, bir kez işe kalkışıldığında artık sonuca ulaşmadan durulamayacağı geçmiş deneyimlerde görülmüştür. Doğalgaz altyapısı için harcanacak 15-20 milyon dolarlık yatırım bedelinin geri dönüşünün uzun 188 zaman alacağı ve yüksek fiyatlardan dolayı doğalgaz talebinin azalacağı yönündeki endişeler, özel sektör yatırımcılarının böyle girişimlere katılmaları önünde engel gibi görülmesine karşın, Ödemiş Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü (ÖOSB) bu girişimi başlatmıştır. ÖOSB, hem sanayi bölgesine hem de kente doğalgaz temin edilmesi konusunda BOTAŞ ile yapılan yazışmalar sonucunda, sanayi kuruluşları ve kentteki kullanıcılar için hazırlanan 122 formların doldurulmasını istemektedir. Formlardaki talep-ler toplanarak, BOTAŞ’la yapılacak görüşmelerde bölgesel talep olarak bölgenin projelendirmeye alınmasının gerek-çesini oluşturacaktır. Yazıda, ekteki formun doldurularak 20 Kasım 2002 tarihine kadar Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü’ne ulaştırılması istenmektedir. Küçükmenderes Bölgesi’ndeki diğer belediyelerin de bu koordinasyona katılıp, doğalgaz getirilmesiyle ilgili çaba harcayan kuruluşlar arasına girmeleri gerekmektedir. Tüm ilgili kurum ve kuruluşların da, bu durumu göz önünde bulundurarak birlikte hareket etmeleri ve altyapı çalışmalarını birlikte gerçekleştirmeleri, bir görev gibi algılanmalıdır. Konutlara ve sanayi tesislerine doğalgaz verilmesinin hukuki altyapısı olan bir ‘Ödemiş DoğalGaz Dağıtım Şirketi’ kurulması ile ilgili çalışmalar gündemde olmalıdır. Diğer kentlerde ticaret ve sanayi odaları buna öncülük etmektedirler. 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu ile belediyelere ‘Doğal Gaz Dağıtım Şirketi’ yönetimine katılma hakkı tanınıyor. Ayrıca, bölgedeki belediyeler, doğalgazlı yıllara bugünden hazırlanarak, yeni yapılacak binaların avan doğal gaz tesisat projesinin de (gerekli giriş delikleri ve 122 Ödemiş Organize Sanayi Bölgesi Müdürlüğü’nün ortaklarına gönderdiği 18 Ekim 2002 tarihli yazı. 189 kazan, baca ilişkileri) inşaat yapı projelerine eklenmesi yönünde bir karar almayı tartışmaya açmalıdır. Konunun ekonomisi çok fazla düşünülmeden, Ankara’yı hava kirliğinden kurtarmak için yapılan yatırım, Küçükmenderes Bölgesi için de esirgenmemelidir. Ödemiş, ‘Batı Anadolu Doğalgaz Ana İletim Hattı’ şebekesine dahil edilmelidir. 1888 yılında İzmir-Tire demiryolunun Çatal’dan Ödemiş’e uzatılması halktan para toplanıp, hattı yapan şirkete ek ödeme yapılarak gerçekleşmişti. Oysa, başlangıçta planlanan İzmir-Aydın demiryolu güzergahı dışında kalmıştı! Gelecekte de benzer bir durumla karşılaşmamak, yani, boru hattını Ödemiş’e kadar uzatmak için ek öeme yapmak zorunda kalmamak için gecikmemeliyiz. Türkiye koşullarında başlangıçta devlet desteği ve öncülüğü olmaksızın, ekonomik kalkınmada kaldıraç görevini üslenecek büyük ölçekli altyapı tesislerinin hızlı bir biçimde yapılanmasına olanak yoktur. Bu nedenle BOTAŞ, Küçükmenderes için yeni bir olanak yaratılmasını bölge insanına bir katkı olarak kabul etmeli, ilgili kamu kuruluşları yatırımın kendisine düşen maliyetini Ödemiş’ten esirgememelidir. Ödemiş doğalgazı istemektedir. Küçükmenderes havzasına doğalgaz gereklidir. (30 Ekim 2002) 190