SUNUŞ Değerli meslektaşlar… ŞUBE YÖNETİM KURULU Şube bültenimizin 7. sayısıyla tekrar sizlerleyiz. Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi 10. Dönem Yönetim Kurulu olarak dönem çalışmalarının birlikte gerçekleştirilmesiyle başarıya ulaşılacağını önceki dönemlerde birlikte üreterek ve eyleme geçirerek birbirimizden öğrendik. Bu dönem çalışmaları, önceki dönemleri de kapsayan ve üyeleri- BAŞKAN BAŞKAN YRD. SEKRETER ÜYE SAYMAN ÜYE ÜYE ÜYE ÜYE NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU ELİF GÜVEN YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU MERTHAN ANIK F.DEMET AYKAL ZEKİ TAPANCI HAMDULLAH KAYA DENETLEME KURULU UZLAŞTIRMA KURULU MEHMET ÖZEL LEYLA ECER VEYSEL ŞENER ZÜLKÜF GÜNELİ NESLİHAN ÖZKAN ALTUNKALEM OKTAY YÜZKAN mizin katkı ve önerileriyle de gelişen uzun erimli bir çalışma aksının iki yılını kapsayacaktır. Bu çalışma programı kapsamında, programın hayata geçirilmesinde, üyelerimizin kendi zenginliklerini ve birikimlerini mimarlık ortamının gelişmesinde bir kaynak olarak paylaşacaklarına ve MERKEZ DELEGELERİ FETULLAH DUYAN NİHAT ÇEN METİN ASLAN BAHAR ACAR DENİZ BORA TARATAŞ İLHAN KARAŞ AHMET CENGİZ HAMDULLAH KAYA KAMURAN SAMİ GELAVUJ AKKOÇ HAYRETTİN CAYMAZ MEHMET CEBE ŞEFİKA ERGİN EMİNE EKİNCİ DAĞTEKİN birlikte etkin çalışmalar yürütüleceğine inanıyoruz. BATMAN TEMSİLCİLİĞİ YÖNETİM KURULU Oda çalışmaları içerisinde mutlaka sizinde bizimçalışmaları başlatabileceğimize inanarak; Tüm BAŞKAN SEKRETER ÜYE SAYMAN ÜYE ÜYE ÜYE üyelerimizi her gün çoğalan, büyüyen, etkinleşen İLETİŞİM BİLGİLERİ Mimarlar Odası üyeleri olarak ortak akıl çerçeve- Meydan Mah. Atatürk Bulvarı Petrol İşhanı Kat: 8 No: 7/20 BATMAN Tel: 0 488 213 36 37 Faks: 0488 213 90 86 le paylaşacağınız önerilerinizi ve yürüteceğiniz bu sinde hep birlikte üretmeye, katılım ve katkı koy- MEHMET EKİNCİ CİHAN AYIL HÜSEYİN OĞUZCAN AYŞEGÜL ERÇİN ÖZLEM GÜMÜŞ maya davet ediyoruz. MARDİN TEMSİLCİLİĞİ YÖNETİM KURULU Saygılarımla TMMOB Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Başkanı Necati PİRİNCÇİOĞLU BAŞKAN SEKRETER ÜYE SAYMAN ÜYE ÜYE ÜYE FETHULLAH DUYAN TEVFİK ÜLKER ABBAS BAHADUR MEHMET ATA İLETMİŞ MEDYA AYDIN İLETİŞİM BİLGİLERİ Ravza Cad. Yaykent Sitesi D Blok No: 1 Yenişehir/MARDİN Tel: 0482 213 26 02 Faks: 0482 213 26 02 e-posta:mimoda-47@hotmail.com TMMOB MİMARLAR ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ ŞIRNAK ODA TEMSİLCİSİ ODA TEMSİLCİSİ SERHAT ÖZALP İLETİŞİM BİLGİLERİ Kale Mah. Belediye Cad. Özalp Pasajı No: 41 ŞIRNAK Gsm: 0542 760 48 37 1 İÇİNDEKİLER Yayınlayan TMMOB Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi Sahibi Necati Pirinçcioğlu Sorumlu Yayın Müdürü Yavuz Ziya Zeytinoğlu 7 Yayın Koordinatörü F.Demet Aykal Yayın Ekibi F.Demet Aykal Merthan Anık Yavuz Ziya Zeytinoğlu Aysel Yılmaz D.Türkan Kejanlı Önder Tetik Bahar Acar Gülbahar Özaydoğdu Abdullah Altuntaş Nihat Çen 16 TMMOB MİMARLAR ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ Ekinciler Cad. Kalender Plaza Kat: 6 No: 10 Ofis / DİYARBAKIR Tel : 0412 223 25 42 - 223 36 57 Faks: 0412 223 25 42 - 223 36 57 diyarbakir@mimarlarodasi.org.tr Grafik Tasarım - Baskı ARC Ajans 0412 229 20 94 Kooperatifler Mah. Yeni Sk. Dilek Apt. No: 2/6 Ofis / DİYARBAKIR 44 Bültenimizdeki makale ve röportajlarda geçen görüş ve eleştiriler beyanı veren kişilere ve yazarlara aittir. Üç ayda bir yayınlanır, ücretsiz dağıtılır. 1000 adet basılmıştır. 62 2 57 Fotoğraf Merthan ANIK 4- Odadan Haberler 44- Mimar Sinan ve Diyarbakır Pınar GÜRHAN - Sanat Tarihçi 16- Mardin’de Alt Yapı Çalışmaları ve Tarihi Doku Fethullah DUYAN-Yüksek Mimar 57- Organik Mimari Mehmet Emin AKKAŞ - Mimar 21- TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı 28- Kadın, Mimarlık ve Konut Yrd. Doç. Dr. F.Demet AYKAL 62- “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı” Değerlendirme Raporu 1 TMMOB Mimarlar Odası 34- Kadın ve Mimarlık Prof. Dr. Neslihan TÜRKÜN DOSTOĞLU 69- Mimo Genç 3 Odadan Haberler ŞUBE X. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU 4 - 5 Şubat 2012 tarihlerinde şube X. Dönem Olağan Genel Kurulu yapıldı. ŞUBE YÖNETİM KURULU NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU BAŞKAN ELİF GÜVEN BAŞKAN YRD. YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU SEKRETER ÜYE MERTHAN ANIK SAYMAN ÜYE F.DEMET AYKAL ÜYE ZEKİ TAPANCI ÜYE HAMDULLAH KAYA ÜYE 4 X. DÖNEM ŞUBE DANIŞMA KURULU TOPLANTISI 3 Mart 2012 tarihinde şube toplantı salonunda X. Dönem Şube Danışma Kurulu toplantısı yapıldı. Yapılan toplantıda çalışma komisyonları kuruldu. BASIN YAYIN KOMİSYONU FATMA DEMET AYKAL MERTHAN ANIK AYSEL YILMAZ DEVRİM TÜRKAN KEJANLI NİHAT ÇEN BAHAR ACAR ABDULLAH ALTUNTAŞ ÖNDER TETİK GÜLBAHAR ÖZAYDOĞDU YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU HAMDULLAH KAYA SÜREKLİ MESLEKİ GELİŞİM (SMGM) KOMİSYONU ABDULBARİ KARHAN ARİF İPEK MERYEM DOĞAN NİHAT ÇEN ÇİĞDEM ALDAN MUHİTTİN ORUÇ ABDULĞAFUR YILMAZ NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU ZEKİ TAPANCI SERBEST ÇALIŞANLAR (TUS) KOMİSYONU ABDULLAH ALTUNTAŞ VEYSEL ŞENER ELİF GÜVEN ABDULĞAFUR YILMAZ ERCAN GÜZEL AHMET FEYZULLAH ŞATIR FETTAH ŞEKER MEHMET CAN ÇİMEN MEHMET CEBE NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU MERTHAN ANIK SOSYAL ETKİNLİKLER KOMİSYONU MERTHAN ANIK GELAVUJ AKKOÇ ALİ AKYÜZ MEHMET TANAMAN FESİH BARUT GÜLİN OĞUZ YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU HAMDULLAH KAYA 5 BİLİMSEL ETKİNLİKLER KOMİSYONU GÜLBAHAR ÖZAYDOĞDU AYSEL YILMAZ DEVRİM TÜRKAN KEJANLI GÜLİN OĞUZ SERDAL ASLAN GÜLÇİN AYDIN FATMA DEMET AYKAL MUHİTTİN ORUÇ NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU ÜCRETLİ ÇALIŞANLAR KOMİSYONU NİHAT ÇEN MEHMET TANAMAN GÜLÇİN AYDIN BAHAR ACAR ADULE HASRET ÖZKORKMAZ YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU HAMDULLAH KAYA KENT İZLEME KOMİSYONU GÜLÇİN AYDIN SERDAL ASLAN FESİH BARUT ABDULĞAFUR YILMAZ NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU TARİHİ DOKUYU İZLEME KOMİSYONU GÜLİN OĞUZ VEYSEL ŞENER DEVRİM TÜRKAN KEJANLI AYSEL YILMAZ GÜLBAHAR ÖZAYDOĞDU BAHAR ACAR EMİNE EKİNCİ DAĞTEKİN MUHİTTİN ORUÇ NECATİ PİRİNÇÇİOĞLU MERAL HALİFEOĞLU NESLİHAN DALKILIÇ ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRME (ÇED) KOMİSYONU AYSEL YILMAZ SERDAL ASLAN ARİF İPEK MERTHAN ANIK YAVUZ ZİYA ZEYTİNOĞLU HAMDULLAH KAYA KADIN KOMİSYONU ELİF GÜVEN GELAVUJ AKKOÇ NESLİHAN ÖZKAN ALTUNKALEM GÜLÇİN AYDIN SEMRA HİLLEZ YAPI DENETİM KOMİSYONU SERDAL ASLAN SEYİT HAN ŞİMŞEK MAHMUT ŞANLI HAMDULLAH KAYA 6 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ 11 Mart 2012 tarihinde TMMOB’li kadınlar kahvaltıda buluşup ardından 8 Mart anısına Barış Ormanı’na fidan dikti. MİMARLIK ÖĞRENCİLERİYLE TANIŞMA KOKTEYLİ 13 Mart 2012 tarihinde Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mardin Artuklu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü öğrencileri ve fakülte öğretim elemanlarıyla bir araya geldik. 7 TMMOB DEMOKRASİ KURULTAYI 17 – 18 Mart 2012 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen TMMOB Demokrasi Kurultayı’na şubemizden katılım sağlandı. MARDİN TEMSİLCİLİĞİMİZLE BASIN AÇIKLAMASI 30 Mart 2012 tarihinde şubemize bağlı Mardin ili temsilciliğinde Mardin’de yapılan alt yapı çalışmaları ve tarihi doku üzerindeki olumsuz etkileri konulu basın açıklaması yapıldı. 8 TMMOB MİMARLAR ODASI GENEL KURULU 13 – 14 – 15 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen TMMOB Mimarlar Odası genel kuruluna şubemiz yönetim kurulu üyeleri ile delegeler katıldı. MİMARLIK ÖĞRENCİLERİYLE VAN’DA FOTOĞRAF ATÖLYESİ Van’da yaşanan deprem mağduru çocuklar için fotoğraf atölyesi kuruldu. Yönetim Kurulu üyemiz Merthan Anık’ın danışman olarak katıldığı “Çocukların Gözleri ile Bakmak ve Anlamak” isimli fotoğraf atölyesi Nisan ayı boyunca devam edecek. Atölye sonunda çıkacak ürünlerin Mayıs ayı içinde sergilenmesi düşünülüyor. Van’da yaşanan iki büyük deprem sonrası Van Belediyesi yurttaşlara daha hızlı ulaşımı sağlamak amacıyla 6 bölge oluşturmuş ve bu bölgelerde çadırlar kurmuştur. Bu çadırlar sosyal etkinliklerinde yapılacağı tarzda düzenlenmiştir. Her bölgede çocuklara ait özel çadırlar oluşturulmuştur. Çocukların sosyal çalışmalarla desteklenmesi yaşanan travmaların aşılması için önem kazanmaktadır. Proje kapsamında ilk etapta 4 bölgede 10 kişilik fotoğraf atölyesi açılacaktır. Atölyelerde 9-16 yaş arası çocuklar ile çalışmalar yürütülecektir. Bu çalışmada toplam 40 çocuk ile çalışma yapılacaktır. Proje, çocuklar için hazırlanmış atölye programı çerçevesinde teknik eğitim, çekim planları ve çekimler olmak üzere 3 aşamalı yürütülecektir. Yapılacak atölye çalışmalarında elde edilen fotoğraflar destek veren kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılarak sergilenecektir. 9 ULUSLARARASI DİYARBAKIR SURLARI SEMPOZYUMU ve ÇALIŞTAYI 19 - 20 Nisan 2012 de Uluslararası Diyarbakır Surları Sempozyumu ve Çalıştayı yapıldı. Sempozyumda surların tarihi önemi, koruma ve işlevlendirme önerileri tartışıldı. Sempozyum sonunda yapılan çalıştaya şubemiz adına Yrd. Doç. Dr. F.Demet Aykal katıldı. Prof. Dr. Metin SÖZEN başkanlığında gerçekleşen çalıştaydaki aşağıda sonuçlar elde edildi. * Tarihi okumak için Süryani kaynaklarına bakılmalı. * İçkale’deki Amida höyüğü kazılmalı. * Evli beden derhal onarılmalı. * Kitabeler onarılmalı, kalker sorunlu imitasyon olabilir mi ? tartışılmalı. * Uzay fotoğraflama yöntemiyle dikkate alınmayan bölgelerde çalışma yapılabilir mi? tartışılmalı. * Sunumlarda konu edilen Yeşil ve kırmızı iki kent konusu detaylanmalı. * Deneme kazıları yapılmalı. * İçkale onursal bir alan olmalı. * Dicle ve Surlar vurgulanmalı değerlendirilmeli. * Tüm burçların envanteri çıkarılabilir. Teknik bilgiyle, fotoğraf arşiviyle birlikte mimari farklılıklar değerlendirilmeli. Böylece rehber oluşturulabilir. Bunun için yöntem çıkarılmalı ve uygulanmalı. Buna bağlı işlevlendirme durumu değerlendirilmelidir. * Kitabelerin açılımlarını yapılmalı. 10 * Topoğrafya bu anlamda oldukça önemli. Jeolojik yapı kronolojisi çıkarılmalı. * Projeler yapılırken yeterli ön araştırma yapılmalı ve bir laboratuar açılmalı. * Taş ustalarının yetiştirilmesi gerekli. * Surların etrafındaki sosyal yapı araştırılmalı. * Keçi burcundan Saray Kapı’ya kadar olan bölüm belediye tarafından çalışılıyor. Devamı gelmeli. * Dicle vadisi projesi tekrar ele alınmalı. * Kapılar fiziksel konumundaki şaşırtma önemli. * Su kemerleri ile dış surlar arasındaki ilişki incelenmeli. Su kente nasıl giriyor? Surlar su kemerlerine engel mi? Su kantaraları araştırılmalı. * Kültür politikaları Anadolu’ya uyarlı olmalı. * Kültür politikaları yerelle ve hakla kurgulanmalı. * Burçlar uydu müze olarak kullanılabilir. Sosyal merkezlere dönüşebilir. * Dil ve düşünce anlamlı yöntemlerle birleştirilmeli. * Restorasyon çalışmaları özgün olmalı. * Doğal risklere karşı önlem alınmalı. * Evli beden burcu öncelikle ele alınmalı. * Tampon bölge konusuna değinildi. Yeşil karakterin korunması gerekli. * Yapılan tüm projelerde koordinasyon sorunu çözümlenmeli. * Icomos etki değerlendirmesi ele alınmalı. * Sorunlar, stratejiler ve eylemler yönetim organizasyonunu tanımlar. * Üstün evrensel değerler ortaya çıkarılmalı. * Özgünlüğü ortaya çıkarılmalı. 11 1 MAYIS’ta ALANLARDAYDIK. TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu olarak Emek Mücadele Dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta İstasyon Meydanındaydık... İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİNİ DÜZENLEYEN KURUMLAR ARASINDAYDIK T.M.M.O.B İl Koordinasyon Kurulununda düzenleyici kurumlar arasında yer aldığı İşçi Filmleri Festivali 1-7 Mayıs tarihlerinde yapıldı. Çocuklar devletin cezaevlerinde şiddetin bin türlüsüne maruz kalırken; Kürt halkı tutuklamalarla, zorla teslim alınmaya çalışılırken; İşçi Filmleri Festivali yaşananlara sessiz kalmayacağını ilan ediyor. Festival bu yılki temasını da iktidar tarafından hak ve özgürlüklere yönelik saldırılar karşısında “özgürlük” olarak belirledi. ÖZGÜRLÜK EMEK İSTER... 12 XIII. Ulusal Mimarlık Sergisi 3-9 Aralık 2012 tarihlerinde Diyarbakır’da sergilenecek. Mimarlar Odası’nın her iki yılda bir düzenlediği Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin bu yıl XIII. dönemi gerçekleştirildi. Ödül programında en yüksek katılımın gerçekleştiği 2012 döneminin Seçici Kurulu 241 eserin / 342 pano ile katılımını değerlendirdi. Ziya Tanalı başkanlığında, Ercan Ağırbaş, Zeynep Ahunbay, Alişan Çırakoğlu ve C. Abdi Güzer’den oluşan Seçici Kurul, “Mimar Sinan Büyük Ödülü”, “Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülleri” ve “Anma Programı” için ödüle değer görülen isimler ile Yapı ve Proje dallarındaki ödül adaylarını belirledi ve kamuoyuna önceden duyurdu. Ödüller ise, 13 Nisan akşamı, Ankara’da ODTÜ KKM’de yapılan törende açıklandı ve sahiplerini buldu. Mimar Sinan Büyük Ödülü Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü Anma Programı Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü ERKUT ŞAHİNBAŞ RUŞEN KELEŞ HALUK BAYSAL - MELİH BİRSEL BEHİÇ AK YAPI DALI ÖDÜLLERİ Tekfen Kâğıthane Ofisleri, Kağıthane-İstanbul Emre AROLAT, Gonca PAŞOLAR, Kerem PİKER OİB Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Nilüfer-Bursa Metin KILIÇ, Dürrin SÜER Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi, Gölcük-Kocaeli Tülin HADİ, Cem İLHAN 13 T.C. Merkez Bankası Bursa Şubesi, Hizmet Binası, Bursa E.Didem DURAKBAŞA, ÖMER SELÇUK Baz YAPI DALI KORUMA YAŞATMA ÖDÜLLERİ İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi, Terkos Pompa İstasyonu, Çatalca-İstanbul Gülsün TANYELİ, Saltuk AKATAY, Arzu ERDEM, Urbin PAKER KAHVECİOĞLU, Hüseyin L. KAHVECİOĞLU, Cem ALTUN PROJE DALI ÖDÜLLERİ VKF Özel Koç İlköğretim Okulu Kampüsü Kapalı Yüzme Havuzu, Tuzla-İstanbul Arman AKDOĞAN Kızılağaç Evleri, Bodrum-Muğla Arman AKDOĞAN 14 XIII. ULUSAL MİMARLIK SERGİ PROGRAMI 2012 Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri: 13-28 Nisan 2012, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, ANKARA 14 Mayıs-9 Haziran 2012, MO İstanbul BK Şubesi Sergi Salonu, Karaköy, İSTANBUL 3-10 Eylül 2012, BODRUM 17-23 Eylül 2012, KAYSERİ 1-7 Ekim 2012, İZMİR 15-22 Ekim 2012, GAZİANTEP 5-11 Kasım 2012, BALIKESİR 19-25 Kasım 2012, ADANA 3-9 Aralık 2012, DİYARBAKIR 1988-2010 / I-XII Ulusal Mimarlık Ödülleri Retrospektifi 18 Mayıs - 10 Haziran 2012, Köln, ALMANYA 02 Şubat 2012’de Şube Başkanı Necati PİRİNÇCİOĞLU’nun yapmış olduğu açıklama 15 16 Mardin’de Alt Yapı Çalışmaları ve Tarihi Doku 17 Mardin’de Alt Yapı Çalışmaları ve Tarihi Doku Fethullah DUYAN Yüksek Mimar Mimarlar Odası Mardin Temsilcisi Yerel yönetimler ve merkezi yönetimler tarafından özellikle Mardin gibi tarihi kent merkezlerine ve yasa dışı yapılaşmış konut bölgelerine yönelik başlatılan kentsel müdahaleler hızla devam etmektedir. Planlama disiplininin temel ilkeleri göz ardı edilerek yapılan yasalar üzerinden gerçekleştirilen bu müdahalelerin, uzun vadede telafisi zor sosyal, mimari ve mekânsal sorunlar yaratacağı biz Mimarların en büyük endişesidir. Üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve meslek odalarının eleştirilerini dikkate almadan, hazırlama ve onay süreçlerinde tek yetkili oldukları projeleri acil olarak hayata geçirmektedirler. Paylaşımcı olmayan, katılımı ve toplumsal uzlaşmayı bir kenara iten yerel yönetimler, merkezi idarenin de desteğini alarak kentsel dönüşüm ve yenileme projelerine imza atmakta, bunu yaparken de yaşayanları dışlamakta, fikirlerini önemsememekte ve onların rızalarını aramamaktadır. Bir süredir Mardin kentsel sit alanında iş makineleri kullanılarak sürdürülmekte olan alt yapı çalışmalarını Mardinli bir Mimar olarak kaygıyla takip etmekteyim. Anıtlar yüksek kurulunun almış olduğu 2012-2011 tarih ve 47.00.425-805 sayılı kararına göre, anıtsal ve tescilli yapıların yoğun olduğu 1. Grup yapıların sokaklarında ve çevresinde iş makinesi kullanımının yasaklandığı kararının, üst kurul tarafından 07-02-2012 tarih ve 36803 sayılı kararı ile uygun ağırlıkta iş makineleri kullanılarak devam edilmesi yönünde tekrar karara bağ- 18 lanması, başta biz Mardinliler olmak üzere tüm Mardin dostlarını hayrete düşürdü. Mardin’in UNESCO sürecine katkı sağlayacağı vurgulanarak alınan bu karar, tam tersine Mardin kentsel sitinin,tarihsel geçmişini yok edecek ve telafisi mümkün olmayan gelişmelere yol açarak Mardin’in UNESCO Dünya Mirası listesine girişini zora sokacaktır. Mardin kentsel sit alanında; 1.cadde dahil olmak üzere, şehrin doğu ve batı kanatlarını birbirine bağlayan organik ara sokakların; %60’nın altında, bir yapının, ahır katının tonozlu bir birimi yer alır. Önceki çalışmalardan gördük ki alt yapı çalışmalarını üstlenen firma, bu sokaklara ve altlarına dikkat etmeksizin 5 tonluk kırıcı makinelerle kazarken tonozları kırıp evleri tahrip etmektedir. Bilindiği gibi Mardin kentsel sitin altı yekpare kayalardan oluşmaktadır. Evlerin ve anıtsal yapıların temelleri de bu kayaların üzerinden yükselmektedir. İş makinelerinin kırıcı kullanarak yaratmış oldukları titreşimler bu yekpare kayaların üzerindeki bütün yapıları deprem misali sarsarak strüktürel sorunlara yol açmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Ulu Cami hamamının altındaki sokakta makine çalıştığı zaman bütün Ulu Cami konut adası, Ulu Camii hamamı ve çarşı bölgesi titremektedir. Bu kırma işlemi o yapının yüzyıllardır ayakta duran yığma yapısının ömrünü azaltarak sürdürülebilir yapısını tehlikeye atmaktadır. Anıtlar yüksek kurulunda bu tespit ve raporlar mevcuttur. Tarihi Mardin kentinin bu organik sokaklarının üstü ile alttaki tonozun kotu 1-4 m arası değişkenlik gösterir. Kotlar dikkate alınmadan, ön tespit yapılmadan her yer sanki yeni bir yerleşim alanında alt yapı yapar gibi kaygısızca, umursamaz bir tavır ile kazılmaktadır. Yapılan bu çalışmalarla tescilli ve anıtsal yapı niteliği taşıyan bu sokakların, merdiven basamaklarının, özgün yapısı bozulmuş ve bütün sokak dokusu rampalı hale dönüşmüş durumdadır. Bildiğiniz gibi kentsel sitin en büyük problemi, nem ve kontrolsüz akan sulardan kaynaklı, taş bozulmaları, erimeleri, kireç ve tuz kusmalarından kaynaklı taşların yüzey kaybetmesidir. Rampalı sokaklardan dolayı yapıların sokak kapısı eşiklerinin sokak kotunun altında kalması sonucu 19 Fotoğraflar Fethullah DUYAN sokaktaki bütün yağmur, kar ve alt yapıdan kaynaklı kontrolsüz sularının avlulara ve yaşama birimlerine akıyor olması, tarihi Mardin evlerini büyük ölçüde riske atmaktadır. Yüzyıllardır, Mardin kentsel sit alanının mevcut bir alt yapısı vardı. Bu altyapı; 1.5-2 m derinlikte, 7080 cm genişliğinde olup, taşıyıcısı tonoz olan taştan ve oyulan kayadan oluşur. Ayrıca Mardin’in çeşmelerine su taşıyan arc-tüneller vardır. Altyapı çalışması tamamlanan bütün sokaklarda eski alt yapı kanalları kaldırılarak ve iş makineleriyle daha derinleştirilerek yeni plastik borular döşenmektedir. Bitmiş olan bu sokaklardaki yapıların çoğuna sokaktan ve kapı eşiklerinden su sızmaktadır. Bu sokaklardan geçen çeşmelere kaynak suyu taşıyan tünellere kirli su (kanalizasyon) bulaşma ihtimalleri artmakta ve geriye dönüş mümkün olmamaktadır. Bu çalışmalar yapılırken yüzyıllardır sertleşmiş ve preslenmiş bu sokak yüzeyleri altyapı çalışmaları yüzünden kazıdan çıkan mevcut dolgu ile doldurularak hem kot yükselmesi hem de yumuşak sokak zemini yaratmaktadır. Akan yağmur suları bu sokaklarda çökmeler yaratmakta, zemindeki toprağı alt yola doğru akıtmaktadır. Bu durum binaların sokak duvarlarını 20 açığa çıkararak yapılara su sızmasına, dolayısıyla duvarın altındaki toprağı boşaltarak duvarın yıkılmasına neden olmaktadır. Organik Mardin sokaklarının birinci derece arkeolojik sit alanı olduğu gerçeğini unutmadan; yapılan alt yapı çalışmalarının hızlı bir şekilde değil, bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olduğu göz önünde bulundurularak arkeologlar ve mimarlardan oluşan bilimsel bir kurul eşliğinde, insan gücü ile zaman sınırı olmaksızın yapılması gerekmektedir. Mahalle bazında yapılacak rölöve tespit projesi ile sokaklar ayrı ayrı ele alınarak bütün merdivenlerin, hem rıhtlarının hem de sahanlıklarının giriş kapı eşikleride dahil olmak üzere kotları tespit edilerek yapılmalıdır. Çalışma sonrasında rölöve projesine uygun olarak özgün malzeme ve teknikte merdiven basamakları ve giriş kapısı eşikleri, sokakları kullanan insanlar, yük ve binek hayvanlarına uygun olarak dengelenmelidir. Kazı çalışmaları bu şekilde devam ederse,şehrin tarihsel gelişimini oluşturan bu organik ve doğal plana sahip sokakların, Mardin kentsel sitinin ulaşımındaki kültürel değeri yok edilmiş olacak, bu da ileride telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açacaktır. TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı 21 TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı Ankara Kocatepe Kültür Merkezi`nde 25 Mart 2012 tarihinde gerçekleştirilen kurultayda yerel kurultaylardan gelen 157 Birleştirilmiş Karar Önergesi görüşüldü. Önergelerden 40’ı TMMOB 1. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayında görüşülüp karara bağlandığından sözkonusu 40 önerge görüşülmedi. Diğer 117 önerge de kolaylaştırıcı kurul tarafından benzer olan önergeler birleştirilerek Çalışma Hakkı ve Ücret, Asgari Ücret, Kıdem Tazminatı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, Güvenli Çalışma Sendikalaşma ve Örgütlenme, Eğitimin Çalışma Yaşamına ve İşsizliğe Etkileri, Yabancı MMŞP Çalışma İzinleri başlıkları altında toplanarak 38 önerge haline getirildi. Önergeler tek tek görüşülüp leyhte ve aleyhte görüşler bildirildikten sonra oylamaya sunuldu ve kabul edildi. 21 önerge de herhangi bir başlık altında toplanmadan görüşülerek konuyla ilgisiz olarak görülenler iptal edildi. Kabul edilen 38 önerge ve sonuç bildirgesi aşağıda yer almaktadır. TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı Kararları Karar No 1: Kurultay isminin “TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı” olarak kayda geçmesini, Sonuç Bildirgesi ve karar metni de dahil olmak üzere, her türlü yazılı belge ve yazışmada 2. Kurultay olarak anılması kararlaştırılmıştır. Çalışma hakkı ve ücret Karar No 2: TMMOB, Çocukların işgücü olarak üretim süreci içerisinde yer almamaları için, emekçilerin ekonomik, demokratik ve siyasi örgütleriyle birlikte mücadele eder. Karar No 3: Gelir dağılımdaki adaletsizliği artırıcı uygulamalara son verilmeli, adil bir paylaşımı sağlayıcı önlemler alınmalıdır. Asgari Ücret Karar No 4: TMMOB, asgari ücretin vergi dışı bırakılması ve insanca bir yaşam düzeyine çıkarılması için mücadele eder. Bölgesel asgari ücret uygulamasına geçişe karşı mücadele eder. Karar No 5: TMMOB, emekçilerin mücadelelerinin ve sosyal devlet anlayışının bir ürünü olan sosyal güvenlik kurumlarının korunması, bu kurumlara katılımın yaygınlaştırılması, verilen hizmetlerin kalitesinin ve kapsamının artırılması için Karar No 6: TMMOB, sosyal güvenlik sisteminin, tüm sosyal tarafların katılımıyla, çoğunluğun çalışan kesimlerde olduğu bir yönetim yapısına kavuşturulması, hizmet kalitesinin yükseltilmesi, işleyişinin demokratikleştirilmesi, bütün ücretli çalışanları kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması ve kayıt dışı çalıştırmanın engellenmesi için mücadele eder. 22 Kıdem Tazminatı Karar No 7: TMMOB, kıdem tazminatının kaldırılarak fona devredilmesi saldırısına karşı emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele eder. Kıdem tazminatının kaldırılmasının genelde tüm emekçi kesimlere, özelde mühendis, mimar ve şehir plancılarına olan etkileri anlatan etkinlikler birimleri ile birlikte gerçekleştirir. Karar No 8: Güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması ve tek geçerli çalışma biçimine dönüşmesi ile birlikte kıdem tazminatındaki çalışma süresi sınırı çalışanların kıdem tazminatından yararlanmasını engellemektedir. Kıdem tazminatından yararlanma konusundaki süre sınırının ortadan kaldırılması için emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele eder. İşçi alacaklarının (ücret, kıdem tazminatı veya ihbar tazminatı vb.) öncelikli olarak ödenmesi, şayet işveren tarafından ödenemiyorsa, tüm bu işçi alacaklarının devlet tarafından üstlenilmesi konusunda emek ve demokrasi güçleri ile birlikte çalışmalar yürütür. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Karar No 9: TMMOB, «İş Güvenliği Mühendisliği» kavramının, meslek disiplinlerinin özgün koşulları dikkate alınarak yeni bir yönetmelikle yeniden tanımlanması; TMMOB‘ye bağlı ilgili Odaların etkin bir denetim işlevi üstlenmesi için mücadele eder. Karar No 10: TMMOB, iş güvenliği mühendisi, işyeri hekimi, işyeri sağlık memuru ve hemşirelerin mesleki bağımsızlıklarının sağlanması için mücadele eder. Karar No 11: TMMOB, işçi sağlığı, iş güvenliği hizmetlerinin kamusal bir hizmet olarak algılanması ve işe ulaşmaya başladığı yerden (kullanılan her türlü ulaşım yolları ve araçlarının dahil edilerek) başlayarak genişletilmesi, çalışma koşulları arasındaki nedensel ilişkileri araştıracak ve bilimsel araştırma yapacak, işçi sağlığı ve iş güvenliği platformlarının ilgili emek ve demokrasi güçlerinin katılımıyla il düzeyinde oluşturulması, için mücadele eder. Güvenceli Çalışma Karar No 12: Güvencesizliğe karşı mücadelenin mühendis, mimar, şehir plancıları kitlesi açısından bilince çıkartılması için panel vb. etkinlikler, imza kampanyaları, eylemler gibi yöntemler ile TMMOB ülke çapında tüm birimleri ile “Güvencesiz çalışmaya karşı” mücadele eder. Karar No 13: TMMOB çalışmanın sadece bir zorunluluk ya da özgürlük meselesi değil aynı zamanda bir hak olduğunu kabul eder. Çalışma hakkı temel bir insan hakkıdır. Ancak bu hakkın kullanımı örgütlü ve bilinçli irade ile mümkündür. TMMOB bu hakkın kullanımı için diğer emek örgütleri ile birlikte bütünlüklü bir mücadele yürütmelidir. Çalışma özgürlüğü kavramına anlam ve değer kazandıran da çalışma hakkıdır. Öte yandan çalışma hakkı birçok sosyo-ekonomik hakkın bağlandığı çok temel bir hak konumundadır. TMMOB, çalışma hakkını kabul eden anlayış içinde işgücünün eğitimi, iş bulma, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işsizlik sigortası gibi birçok uygulamayı hayata geçirilmesi için emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele eder. Karar No 14: 4857 Sayılı Yasanın 30. maddesinin[1], engelli mühendis, mimar ve şehir plancılarının yararlanacağı bir biçimde yeniden düzenlenmesi için emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele eder. Karar No 15: İşveren ve işveren ortağı TMMOB üyelerinin, işyerlerinde yasadışı ve kuralsız olarak mühendis, mimar ve şehir plancılarını çalıştırmaları halinde, TMMOB emekten yana taraf olur ve disiplin yönetmeliğini işletir. İşsizlik Karar No 16: İşsizliğin kişisel özelliklerden bağımsız kapitalizmin yapısal özelliklerinden biri olduğundan hareketle, işsizlerin sağlık, enerji, ulaşım, su vb. temel yaşamsal hizmetlerden işsizliği süresince ücretsiz yararlanılması, çalışmayanlardan yaşamsal ihtiyaçlarını karşılaması için yapmış oldukları harcamalardan katma değer vergisi alınmaması için mevcut hukuksal haklarının hayata geçirilmesi için mücadele eder. Karar No 17: İşsizlik Sigortası Fonunun, yalnızca işsizlik sorununun muhatabı emekçiler için kullanılması, hükümet ve sermayenin amaç dışı kullanım yollarının kapatılması için mücadele eder. Sendikalaşma ve Örgütlenme Karar No 18: Bir taraftan sınıfın birliğini zorlaştıran tüm farklılaşmalara karşı mücadele ederken, işçi sınıfının bir parçası olan mühendis, mimar ve şehir plancılarının işçilerle birlikte örgütlenmesi için girişimlerde bulunur. TMMOB, ücretli çalışan üyelerinin sendikalaşabilmesi için çalışmalar yürütür. Bunu sağlamak için sendikalar ve 23 odalar arasında çalışma grupları veya kurullar oluşturarak sendikalaşmaya destek verir. Emeği ile geçinen mühendis, mimar, şehir plancısını emek hareketinin “mühendis, mimar, şehir plancısı kimliği” ile bir bileşeni olarak görür ve “işyeri sendikacılığı”, “meslek sendikacılığı” gibi yaklaşımları reddeder, işçi sınıfının sendikal birliği ve işkolu sendikacılığı ekseninde çalışanların ortak örgütlülüğünü savunur ve üyelerini bu kapsamda ilgili sendikalara üye olmaya teşvik eder. Üyelerimizin sorunlarının bir kısmının ilgili iş kolundaki sendikal örgütlülükle bağıntılı olduğunun bilince çıkarılmasına ve sendikalaşma bilinci oluşturulmasına katkıda bulunur. TMMOB, sendikalaşmaya ve örgütlenmeye karşı engel çıkartan üyeleri hakkında a disiplin yönetmeliğini işletir. Karar No 19: TMMOB, grevli toplu sözleşmeli sendikalaşma hakkının bütün işkollarındaki çalışanlara tanınması; kamuda ve özel sektörde hak grevi, dayanışma grevi ve genel grevin yasal güvenceye alınması, lokavtın yasaklanması ve sendikalaşmanın özendirilmesi, meslek ve işyeri sendikacılığının reddedilmesi, işkolu sendikacılığının esas alınması için mücadele eder. Bilindiği gibi grev 12 Eylül Anayasası ile toplu sözleşme sürecine bağlanmış durumda, bu yetmezmiş gibi bir dizi yasal ve bürokratik engellerle de emekçilerin grev hakkı ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. Grev hakkının önündeki tüm engellerin kaldırılması için emek ve meslek örgütleri ile birlikte mücadele eder. Sendikaların yetki konusu sendikasızlaştırmak ve emeğin sömürüsünü daha da arttırmak olarak kullanılmaktadır. Sendikaların yetki konusu hem siyasi iktidarın müdahalesine açık durumda, hem de uzun ve neredeyse yıllarca sürebilen bir süreç olarak yer almaktadır. Sürecin hızlanmasını ve iktidarın müdahalesinin engellenmesi için yeni düzenlemelerin yapılması konusunda emek ve meslek örgütleri ile birlikte mücadele eder. Karar No 20: TMMOB, iş güvencesinin tüm ücretli çalışanları kapsayacak tarzda genişletilmesi ve tüm çalışanların sigortalı yapılması, iş güvencesinin işverenlerin her türlü keyfi ve haksız işten çıkarması karşısında kesin işe iadeyi içermesi, işverenlerin dava süresince işsiz kalınan bütün süre için tüm mal varlığıyla sorumlu olması; bu ödemenin devlet tarafından uygulanması, işverenden tahsilinin devlet tarafından yapılması ve uzun olan mahkeme sürelerinin kısaltılması için yasal düzenleme yapılması için mücadele eder. Karar No 21: TMMOB mühendislerin sendikalaşmasına dair dünyadan ve ülkemizden tüm deneyimleri araştıracak bir birim kurarak deneyim örneklerini üyelerine aktaracak etkinlikler düzenleyerek mühendislerin sendikalaşması konusunda bir tartışma ortamı geliştirir. Bu doğrultuda, sendikalarda mühendislerle işçilerin diğer kesimlerinin ortaklaşmasının koşullarının yaratılmasına, ortak bir zemin örülmesine olanak taşıyacak çalıştaylarla bir sempozyumun sendikalarla birlikte düzenlenmesi sağlanır. Karar No 22: Toplu iş sözleşmelerinde yer alan kapsam dışılığa karşı emek örgütleri ile birlikte ortak tavır geliştirir. Karar No 23: Meslek alanlarına giren konularda tüm emek örgütleriyle bir araya gelerek iş güvencesi vb. konuların çok yönlü olarak birlikte ele alınacağı etkinlikler düzenler. Karar No 24: TMMOB‘ye bağlı odalar işsiz kalan üyelerinden işsiz kaldıkları dönem boyunca aidat almamaları için gerekli düzenlemeleri yapar. Karar No 25: TMMOB, üyelerinin çalıştıkları meslek alanlarında üye oldukları sendikaların yapacakları toplu iş sözleşmeleri ve/veya bireysel olarak yapacakları tip sözleşmelerde kullanılmak üzere mühendislik iş tanımlarını ve bunlara ilişkin ücretler konusunda çalışma yapmalıdır. Eğitimin Çalışma Yaşamına ve İşsizliğe etkileri Karar No 26: TMMOB ve bağlı Odalarının, üniversitelerde mühendislik, mimarlık ve şehir planlama ile ilgili yükseköğrenimin kamu ve toplumsal yararlar gözetilerek planlanmasında, fakülte ve bölümlerinin açılması, eğitim programlarının oluşturulması, kontenjanlarının belirlenmesi süreçlerinde yer alması, bu süreçte TMMOB‘nin öneri ve onayının alınması için mücadele eder. Karar No 27: TMMOB, üniversite çevrelerinde üniversite olanakları kullanılarak oluşturulan teknoloji bölgelerinde öğrencilerin ucuz işgücü olarak kullanılmasına son verilmesi için mücadele eder. Üniversitelerde döner sermaye kapsamında piyasadan alınan işlerde ve tüm piyasalaştırılmaya çalışılan uygulamalardaki sömürüye karşı çıkar, üniversitelerin piyasalaştırılmasına karşı mücadele eder. Karar No 28: Teknoloji fakülteleri kapatılmalıdır. 24 Karar No 29: TMMOB, üniversitelerde, kamuda ve özel sektörde staj sömürüsüne son verilmesi için mücadele eder. Karar No 30: Yeni mezun mühendis, mimar ve şehir plancısı öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun mesleki yetki ve hakları işverenler tarafından istismar edilmektedir. TMMOB ve odalar öğrenci üye komisyonlarıyla birlikte, öğrencilerin çalışma yaşamında karşılaşacakları sorunlar, mesleki hak ve yetkilerine ilişkin bilinçlendirilmeli, eğitilmeli ve bu doğrultuda etkinlikler düzenlenmelidir. Karar No 31: Mühendislik eğitiminin niteliksizleştirilmesi ve piyasalaştırılmasının bir boyutu olan mühendislik eğitiminde uzaktan öğrenim uygulamalarına karşı mücadele etmeli ve hukuki süreci başlatmalıdır. Yabancı MMŞP çalışma İzinleri Karar No 32: TMMOB, 4817 Sayılı Yasa‘da yabancıların çalışma izni hakkındaki kanunun değiştirilerek, yabancı uyruklu mühendis, mimar ve şehir plancılarının serbestçe çalıştırılmasının mühendis, mimar ve şehir plancılarının çalışma koşullarını ağırlaştırmak ve genel ücret düzeylerini düşürmek için kullanıldığının tespiti ile 4817 Sayılı Yasanın bu özelliklerinden arındırılması için ilgili ülkelerdeki eşdeğer emek örgütleriyle birlikte mücadele yürütür. Karar No 33: TMMOB, yabancı mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin serbest dolaşımına karşı gerekli rekabet koşullarının ülkemizde bulunmaması; teknik-hukuki ve mesleki mevzuatların yetersizliği itibarıyla toplumun korunması, mesleğin ve meslek mensubunun geliştirilmesi, meslek örgütlerinin denetim yetkisinin artırılması için mücadele eder. Diğer Karar No 34: TMMOB, dünya denizlerinde seyreden gemilerin üzerinde bilfiil çalışan denizci mühendislerin yıpranma hakkını ortadan kaldıran mevcut yasaların, bu hakkın yeniden sağlanacak şekilde iptali ya da düzenlenmesi konusunda mücadele eder. Karar No 35: TMMOB, denizci mühendislerin çalışma alanlarını sınırlayan, 4 yıllık teknik fakülte çıkışlı denizci mühendislerin çalışma alanlarına giren ve ağır sorumluluk gerektiren görevlerin 2 yıllık denizcilik meslek yüksekokulu mezunları tarafından ve kurs düzeyindeki özel eğitim kurumlarınca verilebilen gemi adamı sertifikaları ya da ehliyetleriyle de yapılabileceğini belirten her türlü yasa ve yönetmeliklerin iptali ya da lehte yeniden düzenlenmesi konusunda mücadele eder. Karar No 36: TMMOB bundan önce gerçekleştirilen ve olağanüstü kararlar kongresinde karar altına alınan kurultay kararları ile gerçekleştireceğimiz kurultay kararlarının hayata geçirilmesi konusunda birimlerini denetler, uygulanmasını sağlar. Birimlerimizde oluşturulan ücretli mühendis, mimar ve şehir plancıları komisyonları dönem içerisinde belirli konuların derinlemesine incelemesiyle anlam kazanacak olan konu başlıkları ve karşılaşılan sorunların çözümü için kurultayın düzenlenmesi daha anlamlı olacaktır. Bu nedenle iki yılda bir yapılması istenen TMMOB Ücretli Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı birimlerin ihtiyaç duyması halinde yapılması sağlanır. Karar No 37: TMMOB kamu ve özel sektördeki istihdamın arttırılması, üyelerinin mesleki eksikliklerinin giderilmesi ve işsiz mühendislere ücretsiz olarak verilmesi için meslek içi eğitim ve seminerlerin tüm illerde yaygınlaştırılmasını konusunda çalışma yapar. Karar No 38: TMMOB bünyesinde Oda gelirlerinden TMMOB Genel Kurulunun belirlediği oranda yapılan kesinti ile Dayanışma Fonu oluşturulmalıdır. Fona, üyelerden de gönüllülük esasına göre katkı sağlanmalıdır. Fon esas olarak çevreye, halka ve işçi sınıfına karşı sorumluluğunu yerine getirdiği için baskıya uğrayan, işten atılan ve oda örgütlenmesi ve sendikalaşma mücadelesinde baskıya uğrayan meslektaşlarla dayanışmaya yönelmelidir. 25 TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı Sonuç Bildirisi Ücretli mühendis, mimar ve şehir plancılarının çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar ve işsizlik olgusu, ekonomik sosyal politikaların meslek alanlarımıza yansımaları ve özlük hakları üzerine tartışmak, çözüm üretmek ve TMMOB örgütlülüğünü yaygınlaştırmak amacıyla düzenlenen TMMOB 2. Ücretli Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları ve İşsizlik Kurultayı 25 Şubat 2012 tarihinde Ankara Kocatepe Kültür Merkezi‘nde toplanmıştır. 12 yerel kurultayın ardından toplanan kurultayda benimsenen önergeler ve bu önergeler üzerine yapılan görüşmelerden hareketle, aşağıdaki belirleme ve tespitler, TMMOB birimleri ve kamuoyunun dikkatine sunulmaktadır. Ülkemizde neo-liberal dönüşümü başlatan 24 Ocak 1980 ekonomi kararları sonrasında uygulanan serbestleştirme politikaları, AKP İktidarıyla doruğa ulaşmıştır. 2003‘ten itibaren çalışma yaşamında yapılan yasa/mevzuat değişiklikleri, 12 Eylül‘ün ekonomik, sosyal politikaları doğrultusunda emperyalizme bağımlılık ve “yapısal uyum programları” uyarınca gündeme gelmiştir. Çalışma yaşamı, neo-liberal politikalar uyarınca yapılan değişiklikler ile “esnekleştirme, serbestleştirme” anlayışına göre şekillendirilmiş, sömürünün derinleştirilmesi sağlanmıştır. Bu politikalar; özelleştirmeler yoluyla kamunun tasfiyesine, taşeronlaşmaya, örgütsüzleşmeye, tüm emekçi kesimlerin hak ve gelir kaybına yol açmıştır. Milyonlarca çalışan, örgütlenme hakkından mahrum, ekonomik ve sosyal bunalım içindedir. Çalışanların başta iş güvencesi olmak üzere, kıdem tazminatları, fazla mesai ücretleri ile sendikal hak ve yetkileri budanmaktadır. Kanun Hükmünde Kararnameler, “torba yasalar” ve diğer yasalarda yapılan kritik değişikliklerin tümü çalışan mühendis, mimar, şehir plancıları ve tüm emekçiler ile işgücü piyasasının yedek deposu olarak tutulan tüm işsizlerin aleyhinedir. Çalışma yaşamının büyük kısmı işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin dışında tutulmuş, iş kazaları/cinayetleri ve meslek hastalıkları ciddi bir toplumsal sorun haline gelmiştir. Emekçiler ve ailelerinin sağlık ve sosyal güvenlik gibi temel haklara erişimi bu hizmetler 26 ticarileştirilerek engellenmektedir. Özellikle AKP döneminde yapılan müdahalelerle sosyal güvenlik bir kamusal yükümlülük olmaktan çıkarılmış, sağlık hizmetleri özelleştirilerek bir piyasa faaliyeti halini almıştır. “Ulusal İstihdam Stratejisi”nde ve İş İlişkileri Kanun Tasarısı‘nda benimsenen yaklaşımlar uyarınca da esnek, güvencesiz çalışma biçimleri çeşitli yasalara parça parça sızdırılarak daha fazla yaygınlaştırılacak, geçici-kiralık işçilik uygulamasına geçilecek, özel istihdam büroları yaygınlaştırılacak, kıdem tazminatları budanacak, “bölgesel asgari ücret” uygulamasıyla asgari ücret düşürülecek, başta genç işçiler olmak üzere tüm işçi ve emekçiler güvencesiz ucuz emek sömürüsüne tabi tutulacaktır. İşçi sağlığı ve güvenliği alanı, bilimsel-mesleki değerler, mühendislik-hekimlik uygulamaları, iktidarın esnekleşme ve ticarileştirme çabalarının önünde bir engel olarak görülmektedir. 2003 yılında kabul edilen 4857 sayılı İş Yasası‘nda iş güvenliği mühendisliği ve işyeri hekimliği uygulaması açıkça belirtilmesine ve bu yöndeki yargı kararlarına karşın ardı ardına çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle işyerlerinde sağlık ve güvenlik faaliyetleri ticarileştirilmektedir. Yargıya taşınan bu düzenlemelerin birçoğunun yürütmesinin durdurulmasına, “mevzuatın gözden geçirilmesi” çabaları ile direnilmekte; emek ve meslek örgütlerinin görüşleri ile yargı kararlarının üzerinden atlanılmaktadır. Kamu yararı ve kamusal hizmetlerin tasfiyesi, serbestleştirme politikalarıyla birlikte mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı alanlarına da yansımıştır. İş güvenliği mühendisliğinin önüne çıkarılan engeller, “uzaktan eğitim” ve teknoloji fakülteleri gibi mühendislik eğitimini tasfiye edecek yönelimler, mühendisliği niteliksizleştiren uygulamalar ve onlarca yasa ile yapılan düzenlemelerle ülke, meslek, meslektaş çıkarları daraltılmıştır. Plansız bir şekilde yeni üniversite ve bölümlerin peş peşe açılması, kontenjanlar ile istihdam arasında oluşan dengesizlikten dolayı meslektaşlarımız kendilerini işsizliğe karşı koruyamaz hale gelmiştir. İşsizliği planlı bir biçimde kullanan kapitalist sistem, meslektaşlarımızın ve mesleklerimizin piyasa koşullarının esiri olmasına yol açmıştır. Bu sistematik içinde doğrudan mühendislik aleyhine yasal düzenleme girişimleri de söz konusudur. Değişik mühendislik mimarlık alanlarında kamusal mesleki denetimler ortadan kaldırılmakta ve meslektaşlarımız hak kayıplarına uğramaktadır. “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun” değişiklikleri uyarınca TMMOB Yasası‘nın 34 ve 35. maddeleri ile Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Yasa‘nın 1 ve 7. maddelerinin uygulanması engellenerek yabancı mühendis, mimar ve şehir plancılarının akademik ve mesleki yeterliliklerini kanıtlamalarına gerek kalmadan ülkemizde çalışmaları sağlanmıştır. AKP iktidarı, meslek kuruluşlarının idari, örgütsel, mali yapı ve seçim sistemlerini değiştirme hedefini önüne koymuştur. Bu doğrultuda hazırlanarak alelacele yürürlüğe sokulan Kanun Hükmünde Kararnameler aracılığıyla, TMMOB ve bağlı meslek odalarının özerk kamu tüzelkişiliği ve üye iradesi yok sayılmaktadır. Odaların asli görevleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde kurulan Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü‘ne verilerek en başta Anayasa‘ya ve ilgili yasalara aykırı bir uygulama oluşturulmaktadır. 12 Eylül 2010 referandumuyla birçok kurum gibi, yargı da (var olan yetersiz ve kısmi) bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiştir. AKP İktidarının dindar ve itaatkar gençlik vb. söylemleri ve yaşanan gelişmeler açık ve sivil faşist düzenin göstergeleridir. Toplumsal hedef, itaatkar bir gençlik değil, haklarını bilen, sorgulayan, haklarına sahip çıkan insanlar yetişmesi olmalıdır. Bu koşullarda, özellikle işçi sınıfının ve tüm emekçilerin sadece ekonomik ve sosyal haklara ilişkin taleplerle yetinmesi mümkün değildir, tüm haklarına bütünlüğü içerisinde sahip çıkmalıdır. AKP iktidarı değindiğimiz iktisadi temeller üzerinde diktatoryal bir tarz ile demokrasinin temel gerekleri ve kurallarını dışlayarak ülkemizi bir bütün olarak yoksullaştırmış; zaten özürlü olan demokrasiyi ortadan kaldırmıştır. Kurultayımız, ücretli mühendis, mimar ve şehir plancılarının da yoksullaşmaları, geleceksizleşmeleri ve işsiz kalmalarının asıl sorumlusunun kapitalizm olduğunu tespit eder. Meslektaşlarımızın sorunlarının, parçası oldukları işçi ve emekçi sınıfların sorunlarıyla ayrılamaz olduğunu ve çözümün de ortak olacağını vurgular. Bu genel ortamda kurultayımız TMMOB ve bağlı Odalarının; • Kapitalizme; serbestleştirme, özelleştirmeler yoluyla kamusal varlıklarımızın elden çıkarılmasına, tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin, sosyal hizmetlerin, kentlerin ve doğal çevrenin yerli-yabancı sermayeye yeni rant alanları olarak açılmasına, • Varlık nedenimiz olan ülke sanayisi ve tarımını bitiren ranta dayalı ekonomi politikalarına, • Küresel sermayenin direktifleri ile çıkarılan, bankacılık, endüstri bölgeleri, serbest bölgeler, doğrudan yabancı yatırımlar, hazine arazileri, şeker, tütün, enerji, maden, kamu yönetimi vb. ülke sanayisini, tarımını, alt yapısını bitiren yıkım ve talan politikalarına, • Emperyalist sömürü, savaş ve işgallere, • Halklar arasında düşmanlık tohumları eken ırkçımilliyetçi politikalara, • Siyasal ve dinsel gericiliğe, dindar ve itaatkar nesiller yetiştirme hedeflerine, • Gelir bölüşümündeki adaletsizliğe, • Meslek uygulama alanlarımızın daraltılmasına ve işsizliğe, kısacası mesleğimiz, halkımız ve ülkemiz aleyhine şekillenen tüm politikalara karşı emekçi halkımızın bir parçası olarak mücadelesini sürdürmeye kararlı olduğunu bir kez daha ilan eder. 27 Learning Center University Of Vienna - Zaha 28 HADİD Kadın ve Mimarlık 29 Kadın, Mimarlık ve Konut Yrd. Doç. Dr. F. Demet AYKAL bir kurgu olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal cinsiyet olarak da tanımlanabilen kavram, kadınlar ve erkekler arasında toplumsal olarak kurulmuş, zaman içinde değişmiş ve kültürler arasında farklılıklar göstermiştir (1). runma eylemiyle başlamış, daha sonra da yiyecek ve içeceklerini saklamak olarak gelişim göstermiştir. Bunun sonucunda konut yapıları ortaya çıkmıştır. Bu mekanların oluşumunda kadınların önemli rolleri olmuştur. Toplumlarda kadın – mekan ilişkisi kadının toplumdaki sosyal konumu ile yakından ilgilidir. Erkek daha özgür, korunmaya ihtiyacı olmayan, buna karşın kadın daha az özgür ve korunması gereken seviyelerde değerlendirilmiştir. Özetle zamanla erkeği kentle; kadını ise evle bağdaştıran önyargılar ortaya çıkmıştır (2). Bu yaklaşım şekli; Mimarlık tarihi ve teorileri ile ilgili çalışmaların çoğunda kadınların, mimarlık mesleğine katkılarından bahsedilmemektedir. Buna karşın kadınlar, insanlığın başlangıcından günümüze kadar olan dönemde, tarihteki ilk yapı ustaları olarak bilinmektedirler. Kadınların bu özelliklerine örnek olarak, yaptıkları barınaklar arasında içinde oda gibi bölmeleri barındıran çadırlar verilebilir. Çadırlar, kadınların, içine yağmuru ve sıcağı geçirmediği için, genellikle keçi kılından dokuyarak ya da derileri birleştirerek yaptıkları barınaklardır. Kadınların yaptığı daire planlı ve kubbeli taşınabilir evler olan “yurt”lar ve daire planlı kubbeli ya da dört köşe planlı çadırlar daha sonra kalıcı yapılara örneklik etmiştir (3) (Şekil 1-2). İnsanoğlu, korunma güdüsü ve barınma gereksinimi doğrultusunda, ilk zamanlardan bu yana kendine bir mesken sağlamaya çalışmıştır. Dünya mimarisinin temelinde var olan barınma gereksinimi konut kavramını ortaya çıkarmıştır. Önceleri doğada, doğal koşullarla oluşmuş, mekân olarak tanımlanan yerleri kullanan insanoğlu, zaman içinde bunları taklit etmiştir. Kendi gereksinimlerine göre değiştirmiş, geliştirmiştir. Toplumların temel anlayışlarından olan kadın ve erkek kavramı, yapılı çevreyi de etkilemiştir. Kadınlık ve erkeklik, doğuştan gelen biyolojik özelliklerden çok, toplumsal 30 *Mekânın cinsiyete göre ayrışmasına, kadınların eğitimlerindeki farklılıklara göre kamusal mekânlara katılımlarını ve görünürlüklerini etkilemiş, *Ataerkil değerler kadınların kamusal mekânlardaki eylemlerini kısıtlamış, * Hane içi işbölümü ve özel alan içindeki hane içi ilişkiler, kadınların konut gelişimine sınırlar getirmiştir. Genel anlamda mekân kavramına bakıldığında, barınma ve ko- Şekil 1 Yurt Çadırı Örneği (4) lere göre belirlenmiş mekânlar, erkekler ve kadınlar arasındaki bağı engellemiş, görsel mahremiyeti sağlamıştır. Çünkü evin esas görevi, kadını diğer erkeklerden, dış dünyadan izole etmek düşüncesiyle üretilmiştir. Şekil 2 Yurt Çadır Örneği (5) Şekil 4 Marsh Araplarına Ait Evler (8) Bu tür örneklere, Diyarbakır ili Ergani ilçesine bağlı Sesverenpınar köyü yakınlarındaki Çayönü kazılarda bulunan ‹sepet evler› de verilebilir (Şekil 3). Ayrıca çadır kültüründen şehirleşmeye kadar gerçekleşen tüm yerleşim modellerinde, planlamada, kadının sahiplenici ve koruyucu etkisine rastlamak mümkündür. Ancak zaman içinde kadın, mahremiyet kavramıyla birleştirilmiş ve toplumdan soyutlanmıştır. Kadın eve hapsedilmiş, toplumsal etkinliğini ve saygınlığını yitirmiştir. Bu soyutlanma, yapılı çevreyi de etkilemiştir. Şekil 3 Sepet Evler (6) Bu evler, kadınların dallardan, kamışlardan ördüğü ve içine az sayıda kişinin girebileceği ölçülerde tasarlanmış örneklerdir. Ağzı yere çevrilmiş küfeler şeklinde olup üzeri toprakla sıvanmıştı. (7). Yine benzer örnekler, Irak’ın Nasiriye şehrinde, Marsh Arapların saz evlerinde de görülmektedir (Şekil 4) (8). Bu nedenle, aileler dışa kapalı yaşamlarını konutlarına yansıtmış, konutlar da özellikle kadının gündelik hayatı düşünülerek organize edilmiştir. Böylece, kadını sosyal hayattan koparan, soyutlayan ve gizleyen mahremiyet anlayışı, geleneksel konutların ana hatlarını oluşturmuştur. Tek hacimli çok fonksiyonlu çadırlar, geleneksel konutlarda yerini çok hacimli tek fonksiyonlu odalara bırakmıştır. Birbirinden ayrılmış ve cinsiyet- İslamiyetin yaygınlaşmasıyla bu ayrım daha belirgin bir hal almıştır. İslamiyet cinselliği bir tehlike odağı olarak gördüğü için, konut mekânlarını kadınların yaşamlarını sürdürdükleri yerler olarak tanımlamıştır (9). Kadın, konutun içinde hanım, konutun dışında ikincil ve öteki olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlama özellikle kadınların zamanlarının neredeyse tamamını geçirdikleri konut mimarisinde bazı mimari öğelerde daha çok kendini göstermiştir. Konutun dışından başlayarak, iç tarafa kadar bu olgu hissedilir hale gelmiştir. Yapıların sokağa bakan cepheleri olabildiğince yüksek duvarlarla geçilmiş, kadının günlük yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği avlunun mahremiyeti sağlanmıştır. Konutun giriş kapısında görülen tokmaklar dahi seslerine göre ayrıştırılmış, kalın ve ince ses çıkaran tokmaklar beraber kullanılmıştır. Böylece kapıya gelen kişinin erkek ya da kadın olduğu ev halkını önceden haberdar etme görevini yapmıştır (Şekil 5). 31 Şekil 5 Kapı Tokmaları (10) Zemin katlarda bulunan ve ev kadınlarının çalıştıkları ahır, ambar, kiler, mutfak gibi mekanlar, yine sağır duvarlarla geçilmiştir. Buralarda çok nadir sokağa açılan küçük havalandırma pencerelerine rastlanmaktadır (Şekil 6). Kadının Türk geleneksel konut mimarindeki etkisi sadece dış cepheyle sınırlı kalmamıştır. Kadınların konut mekânlarında erkekler oranla daha çok zaman geçirmeleri, erkeğin aile hayatındaki hiyerarjik konumu ve kadının mahremiyetinin sağlanması ve sakınılması iç mekân tasarımında da etkisini göstermiştir. Geleneksel konut mimarisindeki selamlık ve başoda kavramı bu yaklaşımların sonuçlarıdır. Özellikle zengin ailelere ait konutlarda, yapı alanı harem ve selamlık olarak ikiye ayrılmıştır. Selamlık sadece kadını diğer erkeklerin gözünden sakınmakla kalmamıştır aynı zamanda erkeğe kendine ait bir mekân yaratarak onu evin işlerinden ve çocuklardan izole bir mekân sahibi yapmıştır. Selamlıklar evin daha merkezinde ve daha büyük metrekarelerle tasarlanmışlardır. Harem bölümünden o denli izole edilmiştir ki, haremde hazırlanan yemekler iki yapı arasında yer alan döner dolaplar yardımıyla selamlık bölümüne servis edilmiştir (Şekil 8). Şekil 6 Diyarbakır Geleneksel Sokağı (11) Üst katlarda sokağa açılan pencerelerde, kadının dışarıyı görebilmesi fakat dışarıdaki kişinin kadını görmesini engelleyen kafesler kullanılmıştır (Şekil 7). Başoda da, eve gelen erkek misafirlerin yine evin erkeği tarafından ağırlanması için tasarlanmıştır. Böylece misafir erkeklerin evdeki kadınlarla karşılaşmaları engellenmiştir (13). Bu odalar, çoğu zaman sokağa bir çıkma şeklinde planlanmış ve karşı evin mahremiyeti açısından, pencereleri sokak aksına açılmıştır (Şekil 9). Şekil 9 Diyarbakır Cumbalı Ev Örneği (10) SONUÇ Geçmişten günümüze, kadın ve konut arasında toplumsal yapıdaki gelişmelere paralel olarak farklı ilişkilerin kurulabileceği görülmektedir. Yerleşik düzene geçilmeye başlandığında kadın üretken bir özelliğe sahipken, zaman içinde toplumsal yaptırımlar ve dayatmalar sonucu pasifize edilmiştir. Bu yaklaşım yapı boyutuna kadar ulaşmış, plan kurguları dahi onları daha geri plana itecek nitelikte oluşturulmuştur. Oysa kadın, medeni birliği, yaşamayı, toplumsal ve fiziksel düzeni temsil eder. Üstlenmiş olduğu rollerle mekansal düzende etkilidir. Şekil 7 Konya Evi Kafesli Pencere Örneği (12) 32 Şekil 8 Döner Dolap Yapı stokunun önemli bir bölümünü oluşturan konutlarda kadının yaşamı biçimlendirdiği ve konuta kimlik kazandırdığı görülmektedir. İrdeleme sonucunda, kadının konut iç mekan kurgulamasında küçümsenemeyecek katkılarının olduğu görülmektedir. Bu neden- le de kadın-mimarlık- konut birbirinden koparılamayacak bir zincir oluşturmuştur. KAYNAKLAR 1. Ayça Kaya (2006), Kamusal Mekan, Ayrışma ve Kadın, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. 2. Ayşen Ciravoğlu (2004),”Toplumsal Cinsiyet Bağlında Kadın Mimarlar ve Yapılı Çevrede Kadın” Mimarist Dergisi, sayı 14, s.44-46. 3. Arzu Eceoğlu(2011), “Mimarlık Kavramında Farklı Bir Sembol; Zaha Hadid” İnönü ÜniversitesiSanat ve Tasarım Dergisi, ISSN:1309-9876, Cilt/vol:2 Malatya. 4. www.kitapseyri.com 5. www.tukcebilgi.com 6. Süheyla Birlik (2011),”Konut Tasarımında Kadının Rolü” İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, ISSN:1309-9876, Cilt/vol:2 Malatya. 7. Yıldız. Cıbıroğlu (2004),”Kadın ve Yapı İlişkisi” Mimar İst. Dergisi, sayı:14, s:67-72. 8. Gülcan Yeler (2006) “Yapı Mimarisinde Kadının Etkileri”, Eastern Mediterranean University Center For Women’s Studies “Breaking The Glass Ceiling” Second Internatıonal Women’s Studies Conference, Gazimağusa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. 9. Neslihan Dostoğlu(2005),”Dünyada ve Türkiye’de Değişim Kadın ve Mimarlık” Cumhuriyet Döneminde Kadın ve Mimarlık, Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı ve Şehirciliği-1, TMMOB Mimarlar Odası Yayını, s:2946,Ankara. 10. 11. 12. 13. http://sudemle3.blogcu.com/diyarbakir-sivil- mimarlık-örnekleri www.diyarinsesi.org/haber/diyarbakir-tarih-şehircilik www.kenthaber.com/iç-anadolu/konya Yasemin Afacan, Egüm Ulusoy(2011), “Kadın, Mimari ve Cumhuriyet” İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, ISSN:1309-9876, Cilt/vol:2 Malatya. 33 Kadın ve Mimarlık Prof. Dr. Neslihan TÜRKÜN DOSTOĞLU İstanbul Kültür Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü GİRİŞ Tarih içinde mimarlığın gelişiminde kadının rolünün oldukça sınırlı olması, mimarlığın temelinde cinsiyete dayalı bir kriz olduğunu göstermektedir. Kadınlar eğitimleri ve kurumsal ilişkileri açısından genel mimarlık ortamının içinde yer almaktadır; ancak cinsiyetlerinden kaynaklanan farklı deneyimleri, kimi zaman doğal ve yapılı çevre hakkındaki genel kabullerden farklı düşünmelerine ve mimarlığa daha eleştirel bir gözle bakmalarına neden olmaktadır. Bu süreçte bir ikilem ortaya çıkmaktadır: Kadınların farklı olduğunu savunmak veya kadınların erkek (insan) normlarına uygunluğunu ve başarılı olabileceğini vurgulamak (1). Kadınların erkeklerle hem eşit, hem de farklı 34 olmalarına feminist literatürde, 18. yüzyılda Londra’da yaşamış bir kadın hakları savunucusu olan Mary Wollstonecraft’ın ismine atıfla, “Wollstonecraft ikilemi” denmektedir. Ancak sorun, kadınların hem eşit, hem de farklı olduklarının bilincine varmalarıyla bitmemekte, bununla birlikte kadınların vatandaşlık haklarını kullanarak ortama dahil olmaları gerekmektedir (2). Mimarlığa feminist perspektiften bakan üç yaklaşım bulunmaktadır: Liberal, kültürel ve içeriksel. Batıda en yaygın olan liberal feminist yaklaşıma göre, kadınlar erkeklerle aynı fırsatlara sahip olmalı, eşit ücret ve eşit ün elde etmelidir. Bu yaklaşım, kadın ve erkek yerine “insanoğlu” kavramı üzerinde durmaktadır. Kültürel feminist yaklaşım ise, mevcut mesleklerin, kurumların ve uygulamaların yerine, tarihsel ve kültürel olarak kadınlarla ilişkilen- dirilen değerlerin benimsenmesini öngörmektedir. Bu yaklaşımı savunanlara göre, kadınların bilme ve yaratma yöntemleri erkeklerden farklıdır ve üstündür; dolayısıyla, örnek alınmalıdır. Ancak, kültürel feministler kadınları homojen bir grup olarak görmekte, kadınların mimarlığa katkılarında yeni ve gelişmiş biçimler önerirken, bu farklılıkların arkasındaki nedenler üzerinde durmamaktadır. Oysa cinsiyete bağlı olarak bilme, öğrenme, tasarlama ve müşterilerle çalışmada ortaya çıkan farklılıklar, sadece biyolojik ve psikolojik nedenlerden değil, aynı zamanda kadın ve erkeklerin farklı sosyal rollerinden kaynaklanmaktadır. Bu süreçleri değerlendirmeden kadınların özelliklerine önem vermek, kadınları bazı bina tipleri konusunda uzmanlaştırmakta ve dolayısıyla marjinalleştirmektedir. Üçüncü yaklaşım olan içeriksel feminizmin amacı ise, tüm sosyal ilişkileri, birden fazla güç ilişkisinin merceğinden yorumlamaktır. Bu görüşü benimseyenlere göre, mimarların gücü ve mekân üretimi politik, hukuksal, sosyal ve ekonomik sistemler tarafından şekil- lendirilirken, çevrenin oluşumunda cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak için mimarlık disiplini ve uygulamalarının sosyal içeriği yeniden tanımlanmalıdır (3). Bu makalede, tarihi süreçte dünyada ve Türkiye’de kadınların yapılı çevrenin oluşumundaki rolü içeriksel bir bakış açısıyla incelenecek, Cumhuriyet’le birlikte değişen Türkiye’de mimarlık disiplini ve uygulamalarının sosyal içeriği, cinsiyet ayrımcılığını eleştiren bir tavırla yorumlanacaktır. Tarih İçinde Kadın, Yapılı Çevre ve Mimarlık Tarihteki doğal ve toplumsal işbölümünden sonra erkekler avcılık, kadınlar ise önce toplayıcılık, daha sonra ise tarım alanlarının denetimi görevlerini üstlendiklerinde, mekânsal ve fonksiyonel olarak belli bir bölgeye bağımlı kaldıkları için, ilk barınakların yapımından da sorumlu olmuşlardır. Bu nedenle kadınlar tarihteki ilk yapı ustaları (builder) olarak tanımlanabilirler. Ancak, kültürün bir fonksiyonu olan mimarlığın, barınma ve hayatta kalabilmenin bir fonksiyonu olan inşa etmekten farklılaşması sürecinde, kadınlar yapılı çevrenin oluşumunda marjinal bir rol üstlenmek zorunda kalmışlardır (4). Mimarların bir prototip olarak ortaya çıkması ve mekanın bilinçli bir yaratıcı eylem olarak oluşturulmaya başlanması, MÖ 3000 yıllarında Orta Doğu’daki kentsel devrim sırasında gerçekleşen toplumsal işbölümünde, bazı grupların tarım dışı işleri üstlenebilmeleriyle mümkün olmuş ve bu süreçte kadına pasif, erkeğe ise yaratıcı bir rol uygun görülmüştür. Söz konusu roller, Batı düşüncesinde doğanın kadınsı, kültürün erkeksi özelliklerle özdeşleştirilmesi ve doğa-kültür ikileminin özünde doğayı kontrol etmeyi hedefleyen bir güç ilişkisini barındırması süreciyle örtüşmektedir (5). Bu bağlamda, sosyal yaşamla kentlerin mimari yapısı arasında ilişki kurulduğunda, tarih boyunca kadın ve erkeklerin farklılıklarının kentsel mekâna yansıdığı gözlemlenebilmektedir (6). Kadınlar tarih boyunca erkekler tarafından korunması ve yönetilmesi gerekli, zayıf varlıklar olarak görülmüştür. 17. yüzyılın sonlarında bazı düşünürler tarafından insanlar arasında eşitlikten söz edilmeye başlanmış olsa da, kadınlara çeşitli hakların verilmesi için uzun bir süre daha geçmesi gerekmiştir. Kadınların mimarlık mesleği içindeki serüvenini de bu kapsamda ele almak gerekmektedir. 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de başlayıp diğer ülkeleri de zaman içinde etkisi altına alan Endüstri Devrimi’ne kadar rahip, kral veya aristokrat gibi varlıklı işverenler için anıtsal eserler üretmekten sorumlu olan mimarlar arasında kadınlara rastlanmamaktadır. 17. yüzyıl sonunda ilk resmi mimarlık okulunun Fransa’da açılmasından sonra giderek yaygınlaşan mimarlık eğitimi sistemi içinde de kadınlar uzun bir süre görülmez. 1797’de Fransa’da kurulan ve 20. yüzyılın başlarına kadar mimarlık okullarındaki eğitim sisteminin ana prensiplerini belirleyen Ecole des Beaux-Arts, kuruluşundan ancak yüz yıl sonra 1897’de kız öğrencileri kabul etmeye başlamıştır (Resim 1). Resim 1 - des Beaux Arts’ta Jean-Louis Pascal atölyesi, 1905 (Draper, 1977, 213) Amerika Birleşik Devletleri’nde 1862’de çıkarılan bir kanun gereğince üniversitelerde karma eğitime geçilmesine ve 1898 yılına kadar bu üniversitelerden dokuzunda mimarlık eğitimi verilmeye başlanmasına rağmen, kız öğrencilerin kabulünde çeşitli engeller çıkarılmış, özel okulların mimarlık programlarına ise kız öğrencilerin alınması açıkça reddedilmiştir. 1930’lu yıllarda bile Amerika’da kız öğrenci sayısına kısıtlama getiren mimarlık okulları bulunmaktadır. Kız öğrencilerin karşılaştığı bu tür ayrımcı tavırlar nedeniyle 1915 yılında yalnız kız öğrencileri kabul eden bir mimarlık okulu olan Cambridge School of Architecture and Landscape açılmıştır. Bu okul 27 yıl eğitime devam etmiş, bu süreçte pekçok öğrenciye mimarlık diploması vermiştir (7). Yukarıda da belirtildiği gibi dünyadaki farklı ülkelerde 19. yüzyıl sonuna kadar mimar olarak kadınların ismine rastlanmamakla birlikte, bu süreçte kadınların fiziksel çevrenin 35 oluşumunda hiçbir sorumluluk almadıkları söylenemez. Her şeyden önce, kadınlar tarihteki ilk yapı ustaları olarak tanımlanmaktadır. Daha sonraki dönemlerde de kadınların yöresel konut üretiminde bireysel olarak rol aldığı, ayrıca tarihte hanedan içindeki bazı güçlü kadınların işveren olarak yaptırdıkları binalarla fiziksel çevreyi şekillendirdikleri bilinmektedir. Benzer bir biçimde, kadın mimarların isimlerinin duyulmaya başlandığı dönemlerde de mimar olmayan ancak ergonomi, hijyen gibi konular üzerinde çalışan yazarlar ve araştırmacılar da fiziksel çevrenin değişiminde rol oynamışlardır (8). İlk kadın mimarlar, genelde konut mimarisi ve özellikle iç mekânlar üzerinde uzmanlaşmışlardır, çünkü bu tür bir alan diğer kadınların gereksinmeleri ile ilgilidir ve erkek mimarlar tarafından cazip bulunmamaktadır (9). Bu eğilim, 19. yüzyılın ikinci yarısında Kraliçe Victoria dönemindeki katı cinsiyet ayrımında iç dünyanın, yani evin, duygusal olan kadına, rekabete açık dış dünyanın ise erkeğe uygun görülmesiyle de ilişkilidir. Bu dönemde, renk ve kumaş seçiminde kadınların uzman olduğu düşünüldüğü için konut tasarımında daha başarılı olacakları varsayılmıştır. Genel olarak, bir kadının dokunuşunun bir ‘konut’u, ‘ev’e dönüştüreceğine inanılmıştır (10). 20. yüzyıl ortalarına kadar kadın mimarların erkekler gibi aktif, cesur ve yarışmacı olmaları toplum tara- fından benimsenmediği için, kadınların toplumsal statüleriyle mesleki gereksinimleri çelişmiştir. Ancak, kadınlar bu dönemde, mesleki düzeni değiştirmek için belli bir dayanışma içinde olmamış; hatta, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1930’lardaki kriz döneminde iş olanakları azalınca, evli kadınların işe başvurmalarının bazı kentlerde yasaklanması gibi durumlarda bile politik olarak örgütlenememişlerdir (11). Benzer biçimde, mimarlık okullarına kabul edilen kız öğrenci sayısının sınırlanması da [örneğin 1934-35 eğitim yılına ait University of Pennsylvania Yıllığı’nda sınıflarda %10’dan fazla kız öğrenci olamayacağı açıkça belirtilmiştir (12)] bir tepkiyle karşılaşmamıştır (Resim 2). Resim 2 - 1920’lerde University of Pennsylvania’da Mimarlık Stüdyosu (Esherick, J., 1977, 253) Dolayısıyla, kadın mimarlar meslekleriyle ilgili olarak ancak küçük ölçekli iyileştirmelerle yetinmek zorunda kalmışlardır. Bu süreç içinde güç ve paraya sahip olan erkekler, çevreyle ilgili 36 kararları büyük ölçüde kontrol etmiş ve toplumda erkek deneyimleri bir norm olarak kabullenilmiştir. Bu yaklaşıma en çarpıcı örneklerden biri, tasarımlarında insan vücudunu bir model olarak ele alan mimar- ların, erkeğin insanı temsil ettiğini düşünmeleridir. Vitruvius, Leonardo da Vinci, Le Corbusier gibi mimarlar, birbirlerinden çok farklı dönemlerde erkek vücut ölçülerini tasarımlarında temel olarak kullan- mışlardır. 19. yüzyıl sonunda vücudun, endüstriyel üretimin mekanik bir bileşeni, fabrika araçlarının bir uzantısı olarak anlaşılmaya başlanması da aslında bu süreç içinde değerlendirilmelidir. Bu dönemde bilimsel işletme veya Taylorizm, vücudun dinamik enerjisini yararlı işgücüne dönüştürme yöntemleri üzerinde durmuş, hareketleri rasyonelleştirmek ve standartlaştırmak için arayışlara girmiştir. 20. yüzyıl başında bilimsel işletme anlayışı, işyerlerinden konutlara girmiş ve ev işlerinde uygulanmıştır. İdeal ev kadınını yaratabilmek için ev işleri büyüteç altına alınmıştır. Bu süreçte, Avrupa’da 13. yüzyıldan itibaren kullanılan “ev kadını” terimi, 1920’li yıllardaki hizmetçisiz orta sınıf Amerikan ailesine göre yeniden tanımlanmak zorunda kalmıştır. Konutlarda kullanılacak yeni makinelerin kadının fiziksel güç kaybını en aza indirerek, işgücüne katılmasını sağlaması düşünülmüştür. Ancak, hijyenik olma adına aslında ev kadınından beklentiler daha fazla artmış; 19. yüzyılın toz ve mikrop üreten iç mekanları yerine, ev kadınlarının sürekli denetimi altında bulunması gereken saf, beyaz, düz yüzeyler mimarlıkta benimsenmiş; gerek ideal ev kadını tiplemesi, gerekse ideal ev içi mekanları, popüler medyada gündemde tutulmuştur (13). Ev içleriyle ilgili bu gelişmeler incelendiğinde, ev içlerinin ele alınışında cinsiyet ayrımının etkili olduğu görülmektedir. İç mekânlar, toplumun kadından beklentilerine göre şekillendirilmekte; ev kadını da olsa, çalışan kadın da olsa bu anlayış değişmemektedir. Kadın mimarların sayısının tarihte oldukça sınırlı kalmasının temel nedenlerinden biri, 1900’lü yılların başına, hatta ortasına kadar pek çok ülkede kadınların mimarlık okullarından ve meslek örgütlerinden dışlanmasıdır. Ancak, bu sorunlar aşıldıktan sonra da kadın mimarlar, daha az iş bulabilme, yayınlarda daha az yer alma ve daha az mesleki ödül kazanma gibi sebeplerle erkeklere oranla daha az tanınmaya devam etmektedir. Kadının tarih içinde fiziksel çevrenin oluşumundaki rolü irdelenirken, dünya genelinde inşa edilmiş çevrenin ancak %5’inin mimarlar tarafından üretildiği düşünüldüğünde (ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre bu oran artmaktadır), kadının sadece tasarımcı olarak değil, kullanıcı olarak da irdelenmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalara göre son dönemlerde dünyadaki hanehalklarının üçte birinin reisi kadındır. Gerek kentsel, gerekse de kırsal alanda çocuklarının bakımından ve ev işlerinden sorumlu olan orta ve alt gelir grubundaki kadınların, evlerini aynı zamanda gelir getirici işler için kullanması nedeniyle konuttan beklentiler standart aile tiplerine göre farklılaşmıştır. Dünyada pek çok kadın için ev, sadece geceleri uyunacak bir yer değildir; yaşamın ta kendisidir çünkü kadınların pekçoğu hemen hemen tüm zamanlarını evde geçirir. Dolayısıyla, konut araştırmalarının odaklanması gereken konulardan biri, kullanıcı durumundaki kadınların, farklılıklar gözden kaçırılmadan, konutlarının tasarım sürecinde nasıl yer alacakları olmalıdır (14). Türkiye’de Kadın, Yapılı Çevre ve Mimarlık Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de kadınların mimarlık alanındaki katkısı sınırlı kalmıştır. Bunun nedenlerini açıklayabilmek için, bu bölümde önce Türkiye’de kadınların kamusal alan içindeki konumları irdelenecektir. Kadınlar Osmanlı İmparatorluğu’nun ancak son dönemlerinde, Sultan Abdülmecid’in 1839’daki politik reformları ile başlayan ve 1908-1919 yılları arasında İkinci Meşrutiyet döneminde kapsamı genişleyen Batı- lılaşma ve modernleşme sürecinde toplumsal yaşama katılabilmişlerdir. Tanzimat öncesinde kadınların yaşamları son derece kontrollüdür. Örneğin, 1700’lü yıllardan kalan Osmanlı belgelerinde, kadınların sokağa çıkmaları, camilere girmeleri, hamamları kullanmaları, giysileri gibi konular hakkında çeşitli kısıtlayıcı hükümler bulunmaktadır. Bu belgelerde kadınların bayram günlerinde erkekler arasına karışmalarının uygun olmayan bir iş ol- duğu, bu tür eğilimlerin yakışıksız davranışlara neden olduğu, uzun yakalı ferace giyerek pazarda dolaşmalarının şehvet hissi uyandırdığı ve şeytan tuzakları kurduğu belirtilmektedir (15). Osmanlı’daki bu yaklaşım, geleneksel İslam toplumlarının genel yapısını yansıtmaktadır. Geleneksel İslam kentlerinde kadının varlığı arka planda hep hissedilir, ancak hiçbir zaman yönlendirici olmamıştır. Mahalleler ve mahallelerdeki konutlar kadına ve 37 ailenin iç dünyasına aitken, kent ve kentteki irade erkeğindir (16). Tanzimat’la birlikte Osmanlı toplumunun düşünce dünyasında, bir yandan Batı’dan esinlenen yenilikleri amaçlayanlar, diğer yandan Doğu’nun geleneksel değerlerine bağlı kalmayı arzulayanlar etkili olmuştur. Bu süreçte kadınların geleneksel harem eğitimi, yerini entelektüel Osmanlı kadın tipini yaratan konak eğitimine bırakmıştır. İkinci Meşrutiyet döneminde ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma projesinin temel amaçlarından biri, kadınları eğitim aracılığıyla mahrem özel dünyalarından ayırarak, daha iyi bir eş ve anne olarak toplumsal yaşama katmak olmuş ve bu amaçla kadınlar için pek çok lise ve öğretmen okulu açılmıştır. Batılılaşma sürecinin bir halkası olarak, kız öğrencilere sanat eğitimi vermek üzere 1914 yılında İstanbul’da kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki ilk öğrencilerin Osmanlı toplumunda Batılılaşmayı en önce kabul eden bürokrasiye mensup seçkin ailelerin kızları olması bu gelişmelerin olağan sonucudur (17). Bu dönemde, kadın erkek eşitliğini ve kadınların çalışmasını savunan dernekler kurulmuş, pek çok kadın dergisi yayınlanmış, üniversitelerde kız ve erkek öğrenciler derslere birlikte girmeye başlamış ve ilk kez Müslüman kadınlar tiyatroya katılmışlardır. Bu değişimlere rağmen, devlet kadının dış yaşamını kontrol etmeye ve cinslerin kentsel yaşamdaki birlikteliklerine kısıtlamalar getirmeye devam etmiştir. Örneğin, toplu taşıma araçlarında, sinema ve tiyatrolarda, restoranlarda kadınlar için özel bölümler ayrılmıştır. Kadını bir cinsel nesne olarak gö- 38 ren geleneksel ataerkillik, kadının özel alanla sınırlanmasını uygun görmüş, dışarıya çıktığında da örtünmeye zorlamıştır. II. Meşrutiyet döneminde ve sonrasında kadınlar, savaşta parçalanan İmparatorluk ortamında Jön Türkler’in yaydığı ulusçu düşünceler ortamında belli haklara kavuşmuştur. Kadınlar, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nın yarattığı koşulların zorlamasıyla, II. Meşrutiyet’in göreli özgürlük ortamında kamusal alana daha fazla çıkmış ve çalışma yaşamına katılmışlardır. Bu kapsamda, kadınlar yurttaşlık haklarını “ulusun anaları” olma sıfatıyla talep etmişlerdir. Osmanlı kadınlarının statüsü, Kurtuluş Savaşı sırasında daha da yükselmiştir. Bu gelişmelerde, Kurtuluş Savaşı’na katılan bütün güçleri bir araya getirmek amacıyla oluşturulan Milli Kongre’ye katılan 51 örgütün 16’sının kadın örgütleri olması gibi faktörler neden olarak sayılabilir. Cumhuriyet döneminin ulus devlet ortamında ise “yeni kadın” imajı, “ailevi, içtimai, milli vazifelerini benimseyen ve başkaları için yaşayan” bir varlık olarak tanımlanmaya başlanmıştır (18). 1923’ü takip eden yıllarda gerçekleştirilen kültürel devrim sürecinde, evin içinde kocasının en önemli desteği olan ve aile bütçesine de zaman zaman katkıda bulunan kadın imajı yeni sistem tarafından benimsenmiştir. İş ve aile yükünü omuzlamış kahramanlar olarak görülen kadınlardan bir kısmı, bu dönemde ulusu eğitmekle görevlendirilmiş yurtsever öğretmenler olmuşlardır (19). Türkiye Cumhuriyeti’nin ideal kadın tipinin kökleri, kadının ailede, toplumda ve devlet idaresinde erkeklerle eşit koşullara sahip olduğu, aynı sorumluluğu taşıdığı İslamiyet öncesi Türk toplumlarına uzanmaktadır. Türkiye’de kadınlarla ilgili yasal düzenlemeleri irdeleyen pek çok araştırmacı, Kemalist reformların kadını özgürleştirmek veya kadın bilincinin ve kimliğinin geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla değil, Türk kadınlarını, onları daha iyi eş ve anne yapacak eğitim ve becerilerle donatarak, cumhuriyetçi ataerkil düzene katkılarını arttırmak amacıyla gerçekleştirildiğini belirtmektedir (20). Kısacası, kamusal alandan dışlanmış ve örtünmüş kadın, Cumhuriyet öncesi dönemin bir yansıması olarak kabul edilirse, “modern” ama özerk olmayan, aile bağları kuvvetli, ulusal görevlerini benimseyen, başkaları için yaşayan bir varlık olan kadın, Cumhuriyet döneminin simgesi olarak algılanabilir. Türkiye’de Cumhuriyet dönemiyle birlikte eğitim düzeyleri giderek yükselen kadınların çalışma ortamındaki oranları ve etkileri de özellikle 1950’li yılların başından itibaren, Türkiye’de sanayileşme süreci geliştikçe artmıştır. Ancak, 1990 nüfus sayımında kadınların hâlâ %22’sinin hiçbir eğitim almadığı ve okuryazar olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu oran erkeklerde %18 civarındadır. Kadınların %2.4’ü, erkeklerin ise %4.8’i üniversite mezunudur (21). Resmi istatistiklere göre, Türkiye’de yetişkin her 10 kadından 3’ü, erkeklerden ise 7’si ev dışındaki çalışma yaşamına katılmaktadır. İşgücü içinde yer alan her 10 kadından yaklaşık olarak 7’si ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken, bu oran erkekler için 1’dir. Ücretli çalışan kadınlar, ortalama olarak erkeklerin yarısı kadar kazanmakta ve sosyal güvenceleri erkeklere oranla çok daha az bulunmaktadır. Bu anlamda Türkiye’de ekonomik alanda önemli bir cinsiyet eşitsizliği bulunmaktadır (22). Bu eşitsizlik yönetim kadrolarında da göze çarpmaktadır. Dünyadaki ve Türkiye’deki kurumlarda, kadınlar sayısal yoğunluklarıyla orantılı olarak yönetimde temsil edilmemektedir (23). Akademik ortamda ise farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır. 1998 yılı itibariyle Türkiye üniversitelerindeki 50 bin dolayındaki öğretim elemanının yaklaşık %34’ü kadındır. Araştırma görevlileri ve diğer destek personel çıkarıldığında bu oran, yaklaşık olarak %25’e düşmektedir. Yetişkin kadın nüfusun %28’inin okuma-yazma bilmediği, kadın-erkek okuryazarlık oranı farklılıklarının önemli olduğu bir toplumda, akademik yaşama %30’u aşan kadın katılımı çelişkili bir durum olarak al- gılanabilir. Ancak, kadınların yükseköğrenim ve mesleki hakları kazanmasının desteklendiği bir ortamda Cumhuriyet’in hedeflerinden olan Batılılaşmanın bir yansıması olarak akademik kariyeri özellikle tercih etmeleri doğaldır. Böylece, kadınlar hem toplumda saygın bir konumda olabilecekler, hem de düzenli iş saatleri nedeniyle anne rolünü de sürdürebileceklerdir (Resim 3). Resim 3 - 1940’lı yıllarda İTÜ Taşkışla binasının önünde Türkiye’nin ilk iki kadın mimarından biri olan Leman Tomsu Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri arasında (İTÜ Vakıf Dergisi, Sayı 26, Temmuz 1998, 84) Resim 31940’lı yıllarda İTÜ Taşkışla binasının önünde Türkiye’nin ilk iki kadın mimarından biri olan Leman Tomsu Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri arasında (İTÜ Vakıf Dergisi, Sayı 26, Temmuz 1998, 84) Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye’de mimarlık alanındaki gelişmeler sürecinde kadınların konumu incelendiğinde, dünyadaki genel eğilime benzer bir biçimde mimarlık okullarında kız öğrenci sayısının giderek artmasına rağmen, mesleki uygulama açısından kadınların sınırlı katkısı olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de kadınların, “erkek mesleği” olarak bilinen mimarlığa ilgi duymaya başlaması, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, Atatürk’ün Türkiye’deki modernleşme projesinde kadınlara verdiği önem dolayısıyla söz konusu olmuştur (24) (Resim 4). Resim 4 -1940’lı yıllarda Mualla Eyüboğlu ve Harika Alpar (sonradan Söylemezoğlu) Güzel Sanatlar Akademisi’nde arkadaşlarıyla (Neslihan Dostoğlu Arşivi) 39 Bellerine peştamal bağlanmış Yunan heykellerinin kız öğrenciler tarafından çıplak model olarak kullanıldığı Sanayi-i Nefise Mektebi’nden (25), son yıllarda kız öğrenci oranının %70’lere ulaştığı mimarlık bölümlerinin itibarını uluslararası platformda artırmak amacıyla kalite değerlendirmesi sistemlerini savunan üniversitelere uzanan süreçte, Cumhuriyet yönetiminin önemli katkıları bulunmaktadır. İlk kadın mimarlar, 1883’te Sanayi-i Nefise Mektebi ismiyle Osmanlıların ilk resmi mimarlık okulu olarak eğitime başlayan ve 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi olarak ismi değiştirilen okuldan 1934 yılında mezun olan Leman Tomsu ve Münevver Belen’dir. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde mimarlık eğitimi alan kız öğrencilerin düşük oranı nedeniyle, 1980’li yıllara kadar oluşan fiziksel çevrenin pek azının kadın mimarlar tarafından tasarlanmış olması şaşırtıcı değildir. Bu dönemde kadın mimarlar bazı bina tipleri konusunda uzmanlaşmışlardır. Örneğin,1930 ve 40’lı yılların Arkitekt dergilerinde, kadın mimarların daha çok halkevi, köy enstitüsü, maliye binası, poliklinik binası gibi projelerle uğraştıkları görülmektedir (Resim 5, 6). Resim 5 - Pazarören Köy Enstitüsü İdare Binası Projesi Zemin Kat Planı, Mualla Eyüboğlu (Neslihan Dostoğlu Arşivi) Asıl şaşırtıcı olan, 1980’li yıllardan sonra kadın mimarların 40 Resim 6 - Pazarören Köy Enstitüsü İdare Binası Projesi Güney Görünüşü, Mualla Eyüboğlu (Neslihan Dostoğlu Arşivi) Türkiye’de fiziksel çevrenin oluşumuna katkısının sınırlı olmaya devam etmesidir. Çeşitli araştırmalar Türkiye’de mimarlık mezunları içinde kadın oranının giderek artmasına rağmen, kadın mimarların erkek meslektaşlarına oranla iş hayatına daha az katılabildiklerini göstermektedir. Araştırmaların ortaya çıkardığı bir başka gerçek de, idari statüdeki kadın oranının oldukça düşük olmasıdır (26). Günümüzde giderek artan kız mimarlık öğrenci sayısı, Türkiye’de mimarlığın artık erkekler için cazip bir meslek olma özelliğini kaybettiğini göstermektedir. Başka mesleklerde de görüldüğü gibi, erkekler daha prestijli ve ödüllendirici alanlarda yoğunlaşmakta, idari yapıyla direkt ilişkisi olmayan alanları kadınlara bırakmaktadır (27). Türkiye’de kadının fiziksel çevrenin oluşumundaki rolü incelenirken büyük kentlerdeki konutların %60’a varan oranının ve kırsal alanlardaki konutların büyük bir kısmının plansız bir biçimde geliştiği göz önüne alınmalıdır. Dolayısıyla, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gerek kırsal alanlarda, gerekse büyük kentlerin çevresini saran plansız konut alanlarında kullanıcının konutunu mimari proje olmadan yapı ustalarına yaptırdığı veya aile bireyleri ve arkadaşlarıyla birlik- te inşa ettiği süreçler henüz devam ederken, kadının fiziksel çevrenin biçimlenmesinde daha çok kullanıcı olarak rol aldığı görülmektedir. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de bir yandan Batıdaki aile modeli örnek olarak alınırken, diğer yandan özellikle Güneydoğu, Doğu veya Kuzey Anadolu bölgelerinde veya bu bölgelerden kente yeni göçenler arasında 200-300 yıl öncesinin koşullarına uygun aile yapıları da varlığını sürdürmektedir. Son dönemlerde Türkiye’de özel alan-kamusal alan sınırları belirsizleşmeye başlamış, bir yandan alt-orta sınıfa mensup pek çok kadın evlerini işyeri olarak kullanırken, bir yandan da özel alanlar kitle iletişim araçları aracılığıyla kamusallaşmaya başlamıştır (28). Bu süreçte özel alan artık kamuya açılmakta ve böylece hem kadının toplumdaki rolü, hem de fiziksel çevrenin biçimlenişi yeni anlamlar kazanmaktadır. DEĞERLENDİRME Gerek Türkiye’de, gerekse dünyanın farklı ülkelerinde mimarlığın toplumda bir erkek mesleği olarak algılanma eğiliminin azalmasına ve mimarlık öğrencileri ve mezunları arasında kadınların oranının giderek artmasına rağmen, kadınların fiziksel çevrenin tasarımıyla ilgili üstlendikleri sorumlulukta benzer bir artış olmamaktadır. 2004 yılı rakamlarına göre, Türkiye’deki mimarlık öğrencileri ve mezunları içinde kadınların oranının %50 civarında olmasına rağmen, 1 Ocak 2004 tarihi itibariyle Mimarlar Odası’nda toplam 29.655 olan aktif üye sayısının yaklaşık olarak %67’si erkek, %33’ü ise kadındır. Bunun yanısıra, idari pozisyonlardaki kadın oranı oldukça düşüktür. Bu sonuçlar, dünyada mimarlık ortamındaki durumla benzerlikler göstermektedir. Mimarlık eğitimi almış kadınların önemli bir kısmının mesleklerini terk etmesi aslında hem kişi için bir kayıp, hem de devlet için bir kaynak israfıdır. Oysa kadının, fiziksel çevrenin hem tasarımcısı, hem de kullanıcısı olarak farklı deneyimlerini mekâna aktarması, çevresel kaliteyi arttırmakta etkili olabilir. Pek çok araştırmacı, kadın ve erkeklerin cinsiyete bağlı olarak mekânla ilgili deneyimlerindeki farklılıklardan ve kamusal alandaki etkinliklere katılımda cinsler arasında eşit olmayan fırsatlardan söz etmektedir. Güncel araştırmalar, kadın ve erkeğin düşünme ve deneyimi yapılandırma, bilgiyi organize etme konusunda farklı yaklaşımları olduğunu, kadınların ilişkiler NOTLAR 1. Hughes, F., 1996, xi-xiii. 2. Kadıoğlu, A. (2), 2003, 1, 4. 3. Ahrentzen, S., 1996, 84-105. 4. Torre, S. (1), 1977, 11. 5. Kayasü, S., 2002, 101. 6. Sennett, R., 2001. 7. Wright, G., 1977, 291. 8. Erkarslan, Ö.E., 2002, 32-33. 9. Wright, G., 1977, 280. 10. Anscombe, I., 1984, 11. 11. Wright, G., 1977, 296. 12. Esherick, J., 1977, 239. 13. Diller, E., 1996, 78-81. 14. Dandekar, H.C., 1996, 33-51. 15. Umur, S., Ekim 1988, 13-15. 16. Kuban, D., 1996, 45-46. ve karşılıklı etkileşimler konusuna daha fazla ilgi gösterdiğini ortaya çıkarmaktadır (29). Örneğin, çocuklar arasında yapılan incelemelere göre, erkek çocukların daha çok dış mekânlar ile yüksek binalar, kız çocukların ise iç mekânlar oluşturdukları ortaya çıkmaktadır (30). Bunun nedenlerini inceleyen araştırmacılar, geleneksel olarak kız çocuklarının çevre içindeki hareketlerinin ve çevreyi değiştirme eğilimlerinin aileler tarafından erkek çocuklara oranla daha fazla kısıtlanması sonucunda, erkeklere göre daha az sayıda ve daha küçük ölçekte, “… kentler ve havaalanlarından ziyade konutlar ve odalar” (31) inşa etme eğilimde olduklarını belirtmektedir. Yine mimarlık öğrencileri ile ilgili gözlemlerde erkek öğrencilerin ileri teknoloji çözümlerine önem verdik- leri, kız öğrencilerin ise sürdürülebilir, az enerji harcayan tasarımları tercih ettiği ve bilgisayarı tasarımda göreceli olarak daha az kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Son araştırmalar, kadınların erkeklerden daha farklı düşünmek ve deneyimleri kurgulamak üzere yetiştirildiklerini, bireysel öğrenme yerine gruplar halinde öğrenme süreçlerini tercih ettiklerini göstermektedir (32). Bu bağlamda, gerek mimarlık eğitiminde, gerek meslek ortamında farklı birikimlere sahip kadın ve erkeklerin yaratıcı potansiyellerinin değerlendirilmesi hem mesleğin gelişimine katkıda bulunabilir, hem de mimarlık mesleğinin, toplumun değişen niteliklerine ve gereksinimlerine daha iyi yanıt vermesine ve sınırlarını genişletmesine olanak sağlayabilir. 17. Sağlam, M., 1996, 159. 18. Berktay, F. (1), 2003, 24-25; Berktay, F. (2), 1998, 2. 19. Kadıoğlu, A. (1), 1998, 89-100. 20. Arat, Z., 1998, 52. 21. Kırkpınar, L., 1998, 25-27. 22. İlkkaracan, İ., 1998, 285. 23. Kabasakal, H., 1998, 303. 24. Arat, Y., 1998, 82-98. 25. Göle, N., 1994, 24. 26. Çimen, B., 1989, 54. 27. Kırkpınar, L., 1998, 27 ve Acar, F. (2), 1994, 199-203. 28. Özbay, F., 1996, 52-64. 29. Kingsley, K. (2), 1991, 250. 30. Tümer, G., 2003, 63. 31. Torre, S. (1), 1977, 148. 32. Ahrentzen, S., 1996, 80-84. 41 KAYNAKLAR Acar, F. (1), 1998, “Türkiye Üniversitelerinde Kadın Öğretim Üyeleri”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.313-321. Acar, F. (2), 1994, “Türkiye’de Kadınların Yüksek Öğrenim Deneyimi”, Türkiye’de Kadın Olmak, ed. N. Arat, Say Dağıtım, İstanbul, ss.195-211. Ahrentzen, S., 1996, “The F Word in Architecture: Feminist Analyses in / of / for Architecture”, Reconstructing Architecture: Critical Discourses and Social Practices, eds. T.A. Dutton and L.H. Mann, University of Minnesota Pres, Minneapolis, pp.71-118. Anscombe, I., 1984, A Woman’s Touch, Virago Press, London. Arat, Y., 1998, “Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, ed. S. Bozdoğan ve R. Kasaba, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, ss.82-98. Arat, Z., 1998, “Kemalizm ve Türk Kadını”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.51-70. Berktay, F. (1), 2003, “Cumhuriyet ve Kadınlar”, Radikal: Cumhuriyet’in 80. Yılı Eki, 29.10.2003, ss.24-25. Berktay, F. (2), 1998, “Cumhuriyet’in 75 Yıllık Serüvenine Kadınlar Açısından Bakmak”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.1-11. Brown, D.S., 1989, “Room at the Top? Sexism and the Star System in Architecture”, Architecture: A Place for Women, eds. E.P. Berkeley and M. McQuaid, Smithsonian Institution Press, Washington&London, pp.237-246. Bussel, A., November 1995, “Women in Architecture: Leveling the Playing Field”, Progressive Architecture, no:45-49, p.86. Çimen, B., 1989, “Kadın Mimarlarımızın Konumu”, Mimarlık, no:235, ss.52-54. Dandekar, H.C., 1996, “Kadın ve İskan: Geçmişteki Düşünceler, Gelecekteki Yönelimler”, Diğerlerinin Konut Sorunları, derl. E.M. Komut, TMMOB Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, ss.33-51. Diller, E., 1996, “Bad Press”, The Architect Reconstructing Her Practice, ed. F. Hughes, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, pp.75-94. Dostoğlu, N. (1), 2003, “Mimarlıkta Kadının Adı”, Arredamento Mimarlık, no:100+61, ss.71-74. Dostoğlu, N. (2), 2002, “Mimarlıkta Kadının Rolü: Dünyaya ve Türkiye’ye Genel Bir Bakış”, Mimarlık ve Kadın Kimliği, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.9-25. Draper, J., 1977, “The Ecole des Beaux-Arts and the Architectural Profession in the United States: The Case of John Galen Howard”, The Architect, ed. S. Kostof, Oxford University Press, New York, pp.209-237. Erkarslan, Ö.E., 2002, “Modern Türkiye’nin İnşasında Kadın Mimarlar”, Mimarlık ve Kadın Kimliği, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.27-64. Esherick, J., 1977, “Architectural Education in the Thirties and Seventies: A Personal View”, The Architect, ed. S. Kostof, Oxford University Press, New York, ss.238-279. Göle, N., 1994, Modern Mahrem, Metis Yayınları, İstanbul. Graft-Johnson, A., S. Manley and C. Greed, 2003, Why Do Women Leave Architecture?, University of the West of England, Bristol. Hughes, F., 1996, An Introduction, The Architect Reconstructing Her Practice, ed. F. Hughes, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, pp.x-xix. Hür, A., 2003, “Amazonların 8 Mart’ı Kutlu Olsun”, Radikal: Radikal İki Pazar Gazetesi, 7.3.2003, no:387, s.1. İlkkaracan, İ., 1998, “Kentli Kadınlar ve Çalışma Yaşamı”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.285-302. Kabasakal, H., 1998, “Türkiye’de Üst Düzey Kadın Yöneticilerin Profili”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.303-312. 42 Kadıoğlu, A. (1), 1998, “Cinselliğin İnkarı: Büyük Toplumsal Projelerin Nesnesi Olarak Türk Kadınları”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.89-100. Kadıoğlu, A. (2), 2003, “Hem Eşit Hem Farklı”, Radikal: Radikal İki Pazar Gazetesi, 7.3.2003, no:387, s.1, 4. Kayasü, S., 2002, “Kadın ve Mekan Etkileşimi”, Mimarlık ve Kadın Kimliği, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.101-105. Kırkpınar, L., 1998, “Türkiye’de Toplumsal Değişme Sürecinde Kadın”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.13-28. Kingsley, K. (1), 1988, “Gender Issues in Teaching Architectural History”, JAE, no:41/2, pp.18-25. Kingsley, K. (2), 1991, “Rethinking Architectural History from a Gender Perspective”, Voices in Architectural Education, ed. E. Dutton, Bergin and Garvey, New York, pp.249-264. Kuban, D., 1996, “Kadın ve Kent Kültürü”, Yapı, no:170, ss.45-46. Özbay, F., 1996, “Evler, Kadınlar ve Evkadınları”, Diğerlerinin Konut Sorunları, derl. E.M. Komut, TMMOB Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, ss.52-64. Sağlam, M., 1996, “Kimlik Sorunları Açısından Yeni Kadın ve Resim İlişkisi”, Sanat Dünyamız, no:63, ss.159-167. Sennett, R., 2001, Ten ve Taş, Metis Yayınları, İstanbul. Torre, S. (1), 1977, Women in American Architecture, Whitney Library of Design, New York. Torre, S. (2), 1991, “Book Review”, Design Book Review, no:20, pp.74-76. Toska, Z., 1998, “Cumhuriyet’in Kadın İdeali: Eşiği Aşanlar ve Aşamayanlar”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, ed. A.B. Hacımirzaoğlu, İstanbul, ss.71-88. Tümer, G., 2003, “Mimarlıkta Cinsellik”, Arredamento Mimarlık, n:100+61, ss.59-64. Umur, S., Ekim 1988, “0smanlı Belgeleri Arasında: Kadınlara Buyruklar”, Tarih ve Toplum, no:58, ss.13-15. Wright, G., 1977, “On the Fringe of the Profession: Women in American Architecture”, The Architect, ed. S. Kostof, Oxford University Press, New York, pp.280-308. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Bu makale aşağıdaki yayından yararlanılarak hazırlanmıştır: Dostoğlu, N. 2005. “Dünyada ve Türkiye’de Değişim, Kadın ve Mimarlık”, Dostoğlu, N. (ed.), Cumhuriyet Döneminde Kadın ve Mimarlık, Ankara: TMMOB Mimarlar Odası, 29-46. 43 Mimar Sinan ve Diyarbakır 44 45 Fotoğraf Merthan ANIK 46 Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK İskender Mimar Sinan ve Diyarbakır Pınar GÜRHAN Klasik Osmanlı Mimarisi olarak adlandırılan 16. yüzyıla damgasını vuran Mimar Sinan Osmanlı Mimarisi’nin en büyük yaratıcısı ve yönlendiricisidir. Kayseri’nin Ağırnas Köyünde dünyaya gelmiş, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirilerek yeniçeri yapılmak üzere seçilmiştir. Kanuni Döneminde Hassa Mimarbaşı olan Sinan, vefatına kadar 400’e yakın eserle günümüze tanıklık etmiştir. ve plana sahip yapıları inşa etmiştir (Kuran, 1964). Yaklaşık 400’e yakın eseri tasarlamış, tasarımını denetlemiş, inşa etmiş, seferler arasında çeşitli kültür eserlerini görerek tasarım gücünü geliştirmiştir. Sinan, tasarladığı yapıların büyük çoğunluğunu ve en seçkinlerini o zamanın başkenti İstanbul’da inşa eder. Bu eserleri adeta bir mimarlık yarışmasına katılırcasına, yeniliklerle dolu olarak geliştirir ve topografyanın en uygun yerlerine yerleştirerek kent siluetine büyük katkılarda bulunur. Böylece İstanbul, en özgün yapı örnekleriyle sanki bir açıkhava müzesine dönüşür. Başta İstanbul olmak üzere, İmparatorluğun Anadolu ve Avrupa’daki topraklarına yayılan cami, mescit, medrese, darü’l kurra, türbe, imaret, suyolu, köprü, kervansaray, hamam gibi çok farklı işlev Bu dönem içerisinde Bosna’dan Bağdat’a, Kırım’dan Yemen’e birçok yapıya imzasını atmıştır. Sinan’ın Osmanlı İmparatorluğu’n un çok farklı yerlerinde, bu kadar çok yapıyı tek başına inşa ede- Sanat Tarihçi meyeceği gerçeği nedeniyle, bu yapıların Sinan tarafından planlanmış, mühendislik hesapları yapılmış ve bir kısmının çırakları tarafından inşa edilmiş olduğu düşünülmektedir (Yıldırım, 2011, s.317). Mimar Sinan’ın Diyarbakır’a gelmediği yönündeki bilgiler ağır basmasına rağmen, mimari üslubunun Diyarbakır’daki camilerde uygulandığını görmek mümkündür. Koca Sinan’ın yapmış olduğu bilinen çok sayıda eserin bazılarını kalfalar göndererek yaptırmış olması muhtemeldir. Diyarbakır’daki eserlerini de bu şekilde yaptırdığı düşünülmektedir (Yıldırım, 2011, s.321). Kaynaklarda Mimar Sinan eseri olarak bilinen camiler; Fatih Paşa Camii, Behram Paşa Camii, İskender Paşa Camii, Melek Ahmet Paşa Camii ve Hadım Ali Paşa Camii’dir. 47 Bıyıklı Mehmet Paşa Camii (Fatih-Kurşunlu Camii) 1516-1520 yılları arasında, dönemin Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından yaptırılan cami plan ve mimari özellikleriyle Diyarbakır’da Osmanlı Döneminde inşa edilen diğer yapılardan farklıdır (Beysanoğlu, 1996, s.520). Fatih Paşa Mahallesinde bulunan Bıyıklı Mehmet Paşa caminin üst örtüsünün kurşun ile kaplanmasından ötürü halk arasında Kurşunlu Cami adıyla da anılmaktadır. Diyarbakır’daki Osmanlı dönemi camilerinin ilki ve en önemlisi olan yapı, cami gelişimi içinde önemli bir yer tutmaktadır. Merkezdeki kubbenin dört yarım kubbeyle desteklenmiş olması Sinan üslubunu anımsatmaktadır. Cami Sinan’ın İstanbul Şehzade Camii’nde yarattığı ide- al merkezi yapı için kendisine fikir verecek bir mimari gelişime hazırlık olduğu düşünülmektedir (Yıldırım, 2011, s.318). Bu plan şemasını Fatih Paşa Camisi’nden önce Tunceli Çemişgezek Yelmaniye Camisi (1397–1406), Dimetoka Doğan Bey Camisi (1420), Atina Fethiye Camisi (XV. yy ortası), Hacı Hamza Sinan Paşa Camisi (1506–07)’nde uygulanmıştır. (Boran-Erdal, 2011, s.308) Caminin ibadet mekânı, dört kare ayak üzerine ana kubbe oturtulmuş ve bu kubbe dörtkenardaki yarım kubbelerle desteklenmiştir. Bıyıklı Mehmet Paşa Cami plan şemasıyla Diyarbakır’da tek örnektir. Kare planlı caminin son cemaat yeri sekiz sütunun taşıdığı yedi kubbe ile örtülmüştür. Cami- nin, ibadet mekânından çok daha uzun olan son cemaat yerinin burada yapılmış olması, iki yanındaki mekânlardan kaynaklanmaktadır. Son cemaat yerinin kubbeleri Diyarbakır’daki diğer camiler gibi dışarıdan gizlenmemiş özellikle orta giriş kubbesi daha da yükseltilerek ihtişamlı bir görünüm verilmiştir. Cami, siyah ve beyaz taşlardan yapıldığından zengin bir görünümü vardır. Kemerlerin arasında sütunların üzerinde ve köşelerde bezemeli madalyonlar yapılarak cepheye hareketlilik kazandırılmıştır. Klasik Osmanlı mimarisinde görülen tek şerefeli minaresinin kare kaidesi siyah taştan olup, üst köşelerdeki profillerle beyaz taşlı gövdeye geçilmektedir. Hadım Ali Paşa Dönemin Diyarbakır Valisi Hadım Ali Paşa tarafından 1534-1537 tarihleri arasında inşa edilen camii, Mardin Kapısı ile Urfa Kapısı arasında aynı ismi taşıyan mahallede bir yapı topluluğunun içinde yer almaktadır (Beysanoğlu, 1996, s.561). Hadım Ali Paşa Camii, Mimar Sinan’ın eserlerinin değinildiği Tuhfetül Mi’marin’de Mimar Sinan eseri olarak geçmektedir (Meriç, 1965, s.27). Kare planlı inşa edilen caminin ibadet mekânı sekizgen bir kubbeyle örtülüdür. Dışarıdan sekizgen, yüksek bir kasnak üzerine oturtulan kubbenin üzeri piramidal bir çatı ile örtülmüştür. Yapının son cemaat yeri dört ayak ve iki duvar uzantısı ile kubbeli beş bölüme ayrılmıştır. Ayaklar birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlıdır. Burada göze çarpan bir özellik de sütun- 48 Hadım Ali Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK ların yanlarda olanların yüksek kaideler üzerinde oturmasına karşın diğerleri doğrudan doğruya zemine oturmuştur. Son cemaat yeri ve kubbe kasnağında yatay şekilde iki renkli taş dizilerinden meydana gelmiş bezeme vardır. Cephede bir sıra beyaz bir sıra siyah taş kullanılarak cepheye hareket verilmiştir. Caminin iç mekanında da duvarlar- da pencere seviyesine kadar mavi renkli, altıgen çinilerle kaplanmıştır. Tek kubbeli caminin doğusunda 1769 yılında eklenen Şafiler kısmı, batısında medresesi, kuzeydoğu yönünde ise dikdörtgen planlı zikirhane bulunmaktadır. Caminin silindirik gövdeli ve tek şerefeli minaresi yapının dışında kuzeydoğuya yerleştirilmiştir. Hadım Ali Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK İskender Paşa Camii 1551-1563 yılları arasında Diyarbakır’ın 12. Valisi İskender Paşa tarafından yaptırılan cami sur içinde İskender Paşa mahallesinde yer almaktadır (Beysanoğlu, 1996, s.569). Yapı Tuhfetül Mi’marin’de Mimar Sinan eseri olarak geçmekte fakat; Sinan hakkındaki diğer yazmalarda İskender Paşa Camisi’ni yaptırdığına dair ilgi bulunamamaktadır. (Sözen, 1971, s.81; İskenderoğlu, 1989, s.3). Kendi adıyla anılan mahallede yer alan İskender Paşa Cami Türk mimarisinde belirli bir plan tipinin özelliklerini taşır. Yapı ilk bakışta tek kubbeli sade bir yapı olarak gözükmesine rağmen yanlardaki mekânlarıyla Erken Osmanlı Devri Camilerden Ters T Planlı Camilerin Diyarbakır’da da kullanıldığı anlaşılmaktadır (Beysanoğlu,1996, s.572). Kare planlı ibadet mekânının üzeri geniş merkezi bir kubbeyle örtülüdür. Kubbe dıştan onaltıgen bir kasnağa oturmaktadır. 16.yüzyıl İstanbul üslubu ile bölgesel mimari geleneğinin karışımını tipik bir biçimde yansıtır. Kullanılan oranlar ve strüktür İstanbul üslubunu, bezemeler ve işçilik yerel mimariyi vurgular. Son cemaat yeri yapıya göre dışarı taşkın tutulmuş ve beş gözlüdür. Sivri kemerlerle birbirine bağlanmış olan sütunların başlıkları oldukça sadedir. Dış cephede avluya bakan iki oda ise misafir odalarıdır. Yapının mihrabı taştan olup mukarnasla hareketlendirilmiştir. İskender Paşa Camisi Erken Osmanlı devri mimarisinin özelliklerini taşımasına rağmen, bir bakıma da Diyarbakır camilerinin etkisinde kalarak yapılmıştır. Caminin sol tarafına silindirik gövdeli, tek şerefeli taş minare eklenmiştir. Minare oldukça sade tutulmuştur. Caminin önünde sade şadırvanı, doğusunda da Şeyh Yusuf Efendinin türbesi bulunmaktadır. İskender Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK 49 50 Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK Behram Paşa Camii 1564-1572 yıllarında Diyarbakır’ın 13. Osmanlı Valisi Behram Paşa tarafından yaptırılan cami, Mardin Kapı semtinde Süleyman Nazif Mahallesi’nde yer almaktadır (Beysanoğlu, 1996, s.573). Tamamen kesme taştan yapılmış olan cami ilk bakışta tek kubbeli basit bir yapı olarak görünmekteyse de iç ve dış süslemesiyle Diyarbakır’ın taş işçiliği yönünden zengin yapıları içinde başlı başına bir yer tutar. Çapı 16 metreye yakın kubbesiyle Behram Paşa Camisi, Sinan’ın Diyarbakır’daki en Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK görkemli yapısıdır (Boran - Erdal, 2011, s.285). Sadece strüktürü ile değil mimari detayları ve süsle- üslubunu yerel bir yorumla yansıt- pının ibadet mekânının üzeri kubbe meleri ile de Sinan’ın İstanbul’daki maktadır. Kare planlı inşa edilen ya- ile örtülüdür. Burada dikkat çeken Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK 51 52 Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK Behrampaşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK bir özelikte her duvara, duvar ayağı ismi verilen çıkıntılar yapılmış oluşu ve kubbenin de bu ayaklar üzerine oturtulmuş olmasıdır. Girişin sağına, soluna ve mihrap duvarına yakın doğu-batı duvarına yerleştirilen merdivenlerle mahfile çıkış sağlanmıştır. Görkemli tek kubbeli yapının mihrap ve minberi bezemelidir. Özenli taş işçilikleri görülmektedir. Harimin içindeki duvarlar pencere seviyesine kadar karakteristik XVI. yy İznik çinileriyle süslenmiştir. Caminin diğer bir özelliği de kuzeyinde çift kademeli yanlardan taşan beş sahınlı bir son cemaat yerinin olmasıdır. Son cemaat yeri yanlara doğru taşmış olup, sağdaki kısmın üzerine de minare yerleştirilmiştir. Caminin giriş kapısı mukarnaslı bir bordür ile çevrilmiş, üzerine de bir kitabe yerleştirilmiştir. Minaresi l928 yılında yıldırım düşmesiyle yıkılmış, tek şerefeli ve silindirik olarak yenilenmiştir. Mimar Sinan’ın eserlerinin yer aldığı Tuhfetu’l Mimarin Kitabında adı geçen yapı Sinan’ın Silivri kapıdaki Hadım İbrahim Paşa Camisi ile plan ve mimari bakımdan benzerlik göstermektedir (Yıldırım, 2011, s.318). Behrampaşa Camii Fotoğraf Merthan ANIK 53 Melek Ahmet Paşa Camii 1587-1591 yılları arasında Diyarbakır’ın valisi Melek Ahmet Paşa tarafından yaptırılan camii, Urfa Kapı semtinde kendi adıyla anılan cadde üzerinde yaptırılmıştır. Mimar Sinan’ın eserlerinin yer aldığı Tuhfet’ül Mimarin Kitabında yapının Mimar Sinan’ın eseri olduğuna dair bilgi yer almaktadır (Sözen, 1971, s.95). Yapı iki katlı, almaşık örgülü kargirdir. Yüksek bir kaide üzerinde yer alan caminin altında dükkânlar bulunur. Cami bu yönüyle Diyarbakır camilerinden ayrılmaktadır. Altında depo ve dükkân bulunan yapı yükseltilmiş ve merdivenle çıkılan bir cami haline getirilmiştir. Cami- nin ibadet mekânı dikdörtgen planlı olup bu mekân kubbeyle örtülmüştür. Kubbe sekizgen bir kasnak üzerine oturtulmuş ve bu kasnağa dört tane sivri kemerli pencere açılarak ibadet mekânının yukarıdan aydınlanması sağlanmıştır. Merkezi kubbenin dışında kalan bölümler çapraz tonozlarla örtülerek genişletilmiştir. Yapının güney ve kuzey cepheleri siyah-beyaz taştan, diğer cepheleri de yalnızca siyah taştan yapılmıştır. Ayrıca kubbenin sekizgen kasnağı da siyah beyaz taş sıraları ile örülmüştür. Caminin girişi duvardan dışarı çıkıntılı olup üç dilimli bir kemerden sonra mukar- naslı bir niş ile sonuçlanmaktadır. Caminin içerisindeki duvarlar 1m. yüksekliğe kadar XVI. yüzyıl çinileri ile kaplanmıştır. Ayrıca caminin mihrabı da çinilidir. Melek Ahmet Paşa Camii’nde Diyarbakır camilerinde görüldüğü gibi zengin bir son cemaat yeri yapılmamıştır. Caminin kuzey yönündeki merdivenin sağında bulunan minare camiden ayrı olarak yapılmış ve kaide kısmındaki taş bezemeleri ile dikkati çekmektedir. Silindirik gövdesi olan minare tek şerefelidir. Şerefe altı mukarnaslarla bezenmiştir. Minarenin yarısına kadar içeriden iki merdivenle, yarısından sonra da bunlar Melek Ahmet Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK 54 Melek Ahmet Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK birleşerek tek merdiven olarak şerefeye çıkılmaktadır. Bu merdivenlerden çıkanlar birbirini görmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Mozaik çinili bir şerit kaideyi çepeçevre dolaşmaktadır. Melek Ahmet Paşa Camii / Fotoğraf Merthan ANIK 55 DEĞERLENDİRME Klasik Osmanlı Dönemine damgasını vuran Mimar Sinan, güzellik ve işlev kavramlarını birleştirerek, mühendislik tekniğinin yaratıcılığını, sanatçı beğenisiyle birleştirip özgün yapılar ortaya koymuştur. Yapıtlarda işlevi, estetiğin ardına gizleyen bir sanatçı anlayışı egemendir. Böylece, plastik değerleri ön plana çıkarmış özellikle, yaptığı binalarda genişlik duygusu yaratmak amacıyla kare, altıgen ve sekizgen planlar kullanmıştır. Bu binalardaki birbirleriyle uyumlu olarak kullanılan mi- marlık öğeleri, bir görkem duygusu yaratacak biçimde düzenlenmiştir. Diyarbakır’daki Osmanlı Dönemi Camilerinde Sinan üslubu yoğun olarak görülmektedir. Bu camiler, sadece strüktürü ile değil mimari detayları ve süslemeleri ile de Sinan’ın İstanbul’daki üslubunu yerel bir yorumla yansıtmaktadır. Fatih Paşa Camide karşımıza çıkan merkezi kubbenin dört yarım kubbeyle desteklenmesi Mimar Sinan üslubunu yoğun olarak hissettirmekte ve gelecekte yaratacağı Şehzade ve Süleymaniye Camiye temel oluşturmaktadır. Diyarbakır’daki Osmanlı Dönemi camiler, yarattığı ideal merkezi yapılar için kendisine fikir verecek bir mimari gelişime hazırlık olduğu düşünülmektedir. Mimarlık tarihi açısından Anadolu Mimarlığında önemli yer tutan Fatih Paşa, Hadım Ali Paşa, İskender Paşa, Behram Paşa ve Melik Ahmet Paşa Camii Mimar Sinan’ın Diyarbakır mimarlık ve yapı sanatının birer belgesidir. Taşıdıkları tarih, sanat, dinsel ve estetik değerleri gelecek nesillere aktarabilecek eşsiz yapıtlardır. KAYNAKÇA SÖZEN, Metin, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul, 1971 ASLANAPA, Oktay, Türk Sanatı, İstanbul, 1984 BAŞ, Gülsen, Diyarbakır’daki İslam Dönemi Mimarisinde Süsleme, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Van, 2006 BEYSANOGLU, Şevket, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, I, II, III, Ankara, 1987. İSKENDEROĞLU, Reşit, Beylerbeyi Gazi İskender Paşa (1494- 1571), Ankara, 1989 KONYAR, Basri, Diyarbakır Tarihi, Ankara 1961 YILMAZÇELİK, İbrahim, XIX. Yuzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790–1840), Ankara, 1995. YILDIRIM, Mücahit, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır, 2011, Diyarbakır KURAN, Abdullah, İlk Devir Osmanlı Mimarisinde Cami, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1964. TUNCER, Orhan, Diyarbakır Camileri, Mukarnas, Geometri, Orantı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Diyarbakır, 1996. 56 Organik Mimari 57 Fotoğraf Merthan ANIK Organik Mimari Mehmet Emin AKKAŞ Mimar Doğa-insan ve insan-mekân ilişkisi açısından organik mimarinin önemi. Organik mimari doğa ile bütünleşmenin, doğanın konuttan, konutun da doğadan faydalanmasını amaçlar. Sürdürülebilir mimari ya da yalın hali ile ‘’Yararlı Mimari’’; çevresiyle örtüşen, insana yakın ve insanla iç içe olması gereken tasarım prensiplerine sahip bir felsefenin takipçisidir.Yani insanın yaşam şeklini, doğayla olan ilişkisini, toplumun psikolojik etmenlerini dengeleyen mimaridir. Neden ‘’Yararlı Mimari’’ dediğimizi kısaca özetlemek gerekirse; sanayi devriminden sonra barınma mekânları gittikçe insan sağlığını olumsuz etkileyen yapı bileşenleri ile inşa edildiklerinden, canlıya, doğala ve doğaya zarar vermektedir. Organik Mimari ise binlerce yıldan beri insanoğlunun tabii materyallerle barınma ihtiyaçlarını karşılamış ve diğer yapı müştemilatlarına çözüm getirmiştir. 58 Bu yüzden Organik Mimari zararlı mekânların doğayı tahrip edişine en önemli alternatif durumundadır. niyetlerin yerleştiği çoğu alanda da benzer çözümleri görmek mümkündür. Organik mimarinin net anlaşılması için; mekânın, sürekli ve sürdürebilir şekilde, canlı duygularını baskı altında tutmadan, tabiattan sağacaklarımızı, başta insanoğlu olmak üzere, bütün canlıların; sağlığına, huzuruna ve özgürlüğüne özen göstererek, barınmaya çözüm getirme erdemidir. 1908’de ABD.’li Mimar F.L.Wright, organik mimariyi oluşturma prensiplerini şöyle tanımlar: Organik mimari ismini, 2650 yıl önce yaşamış olan Çin filozofu Lao-Çe’nin ortaya attığı biliniyor. Organik Mimari prensip olarak Lao-Çe’den evvel de uygulanmıştır.Yakın çevremizde bulunan Hasankeyf’i incelediğimizde; doğal çevreye ve bitki örtüsüne zarar vermeden doğanın kucağında, doğa ile iç içe ve hiç biri ötekine benzemeyen insan yuvalarının doğa ile samimiyetinin ender örneklerini görebiliriz. Mezopotamya’da insanoğlu binlerce yıl evvel de: doğayı fazla tahrip etmeden barınma ihtiyaçlarını karşılamıştır. Dünyada mede- • Sadelik • Üslup kavramının reddi. • Yapının tasarımının doğadaki gibi organik olması; doğadaki biçimlerin güzelliklerinin gizine varılması • Doğal biçimler ile uygun renklerin kullanılması ve bunların çevreyle uyumunun sağlanması • Gereçlerin karakterinin olduğu gibi gösterilmesi • Her modanın dışında, yapının kendisine özgü bir karakterinin olması. ABD’li mimar Frank Lloyd Wright’ın organik mimari algısı; insanın birbirine bağlı, beraber yaşayan organları gibi, bir binaya ve birbirine akan yani canlı bir yaşam sağlayan, yeni mekân anlayışıdır Organik Mimari çağımızda; Gerek Türkiye’de ve gerekse de diğer ülkelerde farklı uygulanmaktadır. Nedeni de Organik Mimariyi (Organic Architecture) algılama biçiminden kaynaklıdır. Türkiye’deki organik mimari algısını kısaca şöyle özetleyebiliriz. Yuvarlak form hatların seçildiği binaları olduğunu savunanlar. Doğal malzemeler yapılmış yapılardır diyenler. Beton, çelik, plastik gibi teknolojik ürünler reddedilir diyenler. Teknolojik üretim şekilleri de reddedilir diyenler. Akım, tarz, üslup külliyen reddedilir diyenler. Sarmaşıklar ile kaplı ucube gri yapılardır diyenler. Tepeye benziyor diye organik mimaridir diyenler ve daha birçok algı türünü örnek göstere biliriz. Suni malzemeleri, betonlaşmayı yeşille süsleyip ya da sırf bir tepeye benziyor diye, organik mimari olarak sunamayız. Tabiatı tahrip etmeden ve çevresindekiler ile barışık olan, biçim ve fonksiyonun bir arada tokalaştığı, hiç kimyasal madde içermeyen malzemelerle, kullanıcı zevk ve imkânlarını hesaba katarak, yerel malzemeden barınma ihtiyacına çözüm getirmek Organik mimarinin temel amacı olmalıdır. Doğa mimarlık için en kapsamlı laboratuardır. Doğadaki canlılar organik mimari öğretileriyle doludur. Bülbül; keçi kılı, melengiç sütü ve özellikli toprağı su ile karıştırıp, olağanüstü ustalık ve form ile yuva inşa eder. mayı-soğutmayı, kolektif çalışmayı, mevcut araziyi en verimli kullanmayı, savaşların iki tarafı da imha ettiğini, hepimizin birimiz ve birimizin hepimiz için yaşaması gerektiğini, adil hiyerarşiyi, kıtlık olmadan evvel stoklamayı, yeteneklere göre sınıflandırmayı, maksimum verimliliği ve kıskanmanın yerine-kendisi ile yarışarak yükselmeyi öğretiyor. Karınca; şehirleşmeyi, araziyi bilinçli seçmeyi, bu günün işini yarına bırakmamayı, doğal afetlere karşı önceden tedbir almayı, doğal malzemeyi verimli kullanmayı, sadece bireyi değil mekânı da mikroplara karşı dezenfekte etmeyi ve sorumluluklarını yerine getirme konusunda uzmandır. Arı; geometriyi, mekânda ısın- Fotoğraf Merthan ANIK 59 Nasır Öztap Çeşmesi 2008 mimari uygulama M.Emin AKKAŞ Formülü şöyle açıklamak mümkün: Tabiat + canlılar + coğrafi konum + kullanıcıların zevk/ imkânları aynı zamanda ihtiyaçları + doğaya dost yerel yapı malzemeleri = yapılacak organik mekânlar. Bu formüle göre üretilen mimari yapılar organik mimariye uyar. Mesnet, doğa tahribatını minimize etmek ise bütün dersler tabiatın kendisindedir. düştler tarafından oluşturulmuş yapılardaki harçların tahlillerinden elde edilen sonuçların organik mimarinin uzun yıllardır kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bizlerde, 4850 yıl evvel kullanılmış harcın tahlilleri ışığında, hiç inorganikliğe sapmadan malzememizi üretebilmeliyiz. Deprem ve doğal afetler bir kader değildir. Bir karınca kadar yerleşim yerini seçemiyorsak, bu ihmalkârlıktır. Biz Mimarların güvenilir ve sürdürebilinir mekanlar oluşturabilmesi için doğayı doğru okumamız ve tıpkı bir ruhaninin kendini inancına adamışlığı misali, doğanın öğrencisi olmalıyız. Çünkü Organik mimari bireyin kaybolmuş yeteneklerini ve özgüvenini dışa vurur, kişinin kendisini bulmasını ve çevresi ile barışık olmasını geliştirir. Bütün anti insani sakatlıkların giderilmesine yardımcı olur. Kimse asılsız gerekçelerin arkasına sığınmasın. Doğa bütün dünyadaki inşaat malzemeleri satan mağazalardan kat be kat daha zengindir. Mimara düşen ise, tabiat öğretileri ışığında barınmayı çözmektir. Tabiata karşı kopya çekmek, insanlığa her zaman zarar verir ve bizi tabiata karşı suçlu konuma düşürür. Bu da zamanla birikir ve felaketlere davetiye çıkarır. Bu yüzden Doğayı yeniden canlandırmaya yönelik başkaldırı sadece bir erdem değil, acil bir zorunluluktur. Herhangi bir şehirde, bölgede veya ülkede yapacağımız mimari üretimde, daha önceki bilgilerimizin esiri olmamamız için, yeni mimari üretimlerde mekânın uygulanacağı yerelde, tasarımlara başlamadan evvel, giyimden-folklora, eğimdenbitki örtüsüne, kültürden-eski mimari dokuya kadar bir araştırma yaptıktan sonra, tasarım eylemine başlanmalı. Buna kuluçkaya yatma evresi de denebilir. Bu evre orijinal bir üretimi oluşturmanın yanında, kullanıcıların ruhunu yuvaya nakş etmenin zeminini de oluşturur. İşte o zaman gürbüz civciv, gagasını kabuktan dışarı çıkarır. “Mimar doğaya zarar vermemeli” Doğaya yabancılaşan insan kendisine de yabancılaşır. Doğaya yabancılaşmak beraberinde bencilliği, zalimliği, üretim kısırlığını, hazıra konmayı ve emeğe hoyratça davranmayı getirir. Bu yüzden Mimar, doğaya zarar vermeden tasarım yapmalıdır. “İnsan yuvaları” doğanın yaması değil, bütünün parçası olmalıdır. Çünkü dokunulmamış, bakir kalmış asıl güzellik doğanın kendisidir. Mimarın görevi; Organik mimari ile doğa-mekân ilişkisindeki zararı minimuma indirmeye özen göstermektir. 4850 yıl evvel Zer- 60 Villa 2003 mimari uygulama M.Emin AKKAŞ Organik Mimaride Mekânlarda kullanılabilecek malzemeler. • Doğal Taş • Sönmemiş kireç (21 ay dinlendirildikten sonra kullanılmak şartıyla) • Yakılmış kemik (haşere ve polenlerin yapıda yuvalanmaması için) • Ponza (ham hali ile) • Organik yumurta akı (nadiren kullanılır) • Taş tozu (yerine göre kızıl taş tozu veya pişirilmiş toprak tozu) İç mekânlardaki rölyef, desen veya duvar boyaları: • Ceviz kabuğu suyundan elde edilen boya • Nar kabuğu suyundan elde edilen boya • Taş kınası • Kırkor kökü (Mezopotamya’da bolca bulunan bir bitki) • Böğürtlen kökü Organik mimaride bir eser amacına uygun, canlı doğasına yatkın ve çevresiyle uyumlu olmalı ve bu uyumu yakalayacak mimarın da tabiatın asistanı (mürit) olması gerekir. İnsanoğlu için “mazbut” (mutlu-sağlıklı-dayanıklı) yuva ta- Pazarcılar Pasajı- 2008 - M.Emin AKKAŞ sarlayan bir doğa dostu mimar, yapının inşa edileceği bölgenin canlı karakteristiğini de hassasiyetle incelemelidir. Bir mimari ürün ortaya çıkarabilmek için sadece mimar, statikçi, elektrikçi, tesisatçı yetmez. Bunun yanında: zoolog, botanikçi, sosyolog, psikolog, ressam, müzisyen ve heykeltıraşlar; yapı kullanıcılarının zevk ve amaçlarını ihmal etmeden, bir ekip şeklinde ortaklaşıp üretebilmelidir. Doğanın okulundan icazetini alan sanatçı-doğa dostu mimarların haykırma anı gelmiştir. Gün doğada var olanı bir bütün olarak kucaklama, karıncasından kırlangıcına kadar her canlıya insan kadar özen göstermenin ve insanoğluna mutlu-sağlıklı ve dayanıklı yuvalar kurmanın zamanıdır. H.Şeyhdavut Konağı / Şeyhan 2007 mimari uygulama M.Emin AKKAŞ 61 “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı” Değerlendirme Raporu 1 4.03.2012 TMMOB MİMARLAR ODASI Kanun tasarısı; “afet” nedeniyle risk altında olan yerlerin “iyileştirme, tasfiye ve yenileme” adı altında dönüştürülmesi amacını taşıyan, ancak uygulanması halinde kendisi “afet” sonucu doğuracak olan bir kanundur. Gerçekten de toplumun tamamı veya belli kesimlerinin fiziksel, ekonomik, sosyal kayıplarına her zaman doğal olaylar değil, sonuçlara bazen de insan kaynaklı olaylar yol açabilir. İşte bu kanun, fiziksel olmasa da, belli bir kesimin ekonomik ve sosyal kayıplarına yol açacak sonuçları düşünüldüğünde böyle nitelendirilebilir. İsmi dışında “afet” vurgusu neredeyse hiç yapılmayan kanun tasarnın asıl amacının “dönüşüm” olduğu bütününe bakıldığında açıkça anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere “dönüşüm” hukuk metinlerine daha önce 2005 62 yılında kabul edilen 5366 sayılı Yasa ile girmişti. “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması” şeklinde uzun bir ismi olan 5366 sayılı Yasa, yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş sit alanlarında restorasyon ile konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması amacıyla çıkarılmış, ancak bu Kanuna dayalı olarak yapılan uygulamalarda Sulukule ve Tarlabaşı örneklerinde olduğu gibi, yenileme ve koruma amacından sapılmıştır. Keza 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu ile “Protokol Yolu” olarak anılan havalimanı yolu üzerindeki alanın dönüştürülmesi için TOKİ’ye verilen yetki ile yapılan uygulamalarda hak ihlalleri nedeniyle çok sayıda dava açılmış ve bu davaların birçoğu halen sonuçlandırılamamıştır. “Dönüşüm” çalışmalarının, ekonomi, sosyoloji, toplum psikolojisi, hukuk, finans, siyaset, mühen- dislik, mimarlık ve kentsel tasarım alanlarını buluşturan bir bilim ve uygulama alanı olduğu bilim çevrelerince vurgulanmasına rağmen, mevcut siyasi iktidar daha önceki uygulamalarda bunun çok karlı bir iş olduğunu görmüş olmalı ki, her alanda uygulanabilmesi için “afet” olgusunu bahane ederek, ortaya çıkabilecek tüm engelleri bertaraf etmeyi hedefleyen, ulusal ve uluslararası hukuk kuralları tarafından güvence altına alınan hakları bile görmezden gelen bir yasa tasarısı ile “dönüşüm” ün hukuk ve finans kısmını kotarıp diğer yönlerini görmezden gelmektedir. Böylesine önemli bir yasanın hazırlanması sürecinde üniversitelerin, ilgili meslek odalarının ve diğer bilim çevrelerinin görüşlerine başvurulmamış olması, amacın gerçekten afet riskinin azaltılması veya bilim ve tekniğe uygun bir dönüşümün gerçekleştirilmesi olmadığını açıkça göstermektedir. Kanunun hazırlanmasına hâkim olan bu anlayışın tasarının bütü- nündeki yansıması şu başlıklar altında sıralanabilir: • Bütün yetki 644 sayılı KHK’nın uzantısı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ’ye verilmiştir. • Yine yerel yönetimlerin yetkileri ortadan kaldırılmaktadır. • Yurttaşların barınma hakkı yok sayılmaktadır. • Mülkiyet hakkı ihlal edilmektedir. • Eşitlik ilkesi göz ardı edilmiştir. • Hak arama özgürlüğü kısıtlanmaktadır. • Tasarının genel gerekçesinde “gönüllülük” esasına gönderme yapılmış ise de, zor kullanma yöntemleri tariflenmiştir. • Son olarak doğal, kültürel ve tarihi varlıkların korunmasını amaçlayan bütün hukuk kuralları bertaraf edilmiştir. Tasarının “Amaç” maddesi olan 1. maddesinden “riskli alan” ve bu alanlar dışında da “riskli yapıların bulunduğu arsa ve araziler” in dönüşüme tabi tutulacağı anlaşılmaktadır. 2. maddede, idare tanımı yapılırken büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerinin, Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi halinde, sürece dahil olacağı belirlenmiştir. Büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerinin 5216 ve 5393 sayılı Yasalardan gelen yetkileri yok sayılarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, Büyükşehir Belediye sınırları içindeki ilçe belediyelerinden dilediği ile çalışıp istemediği ile çalışmama yetkisi verilmektedir. tilerek çevre düzeni ve diğer plan kararlarıyla bütünlüklü bir saptama yapılmayacağı açıkça görülmektedir. Yine bu alanların TOKİ’nin talebiyle veya re’sen Bakanlıkça belirlenebileceği görülmekte olup, 648 sayılı KHK’da olduğu gibi yerel yönetimlerin yetkileri bertaraf edilmektedir. “Riskli alan” tanımının çok belirsiz olduğu görülüyor. Bilimsel kriterlere dayanmayan sadece yetki saptaması yapılan bir tanım söz konusu. Yetki yine merkezde toplanıyor. “Riskli yapı” tanımında bilimsel ve teknik verilere dayalı olarak tespit yapılacağı belirtiliyor. Bu yapıların doğru seçilebilmesi için kullanılacak bilimsel ve teknik verilerin ne olacağı açık değildir.3. maddesinin birinci fıkrasında, “tespit, taşınmaz devri ve tescil” düzenlenmektedir. Ancak tespit konusuna çok ağırlık verilmemiştir. Tespit masrafları kendilerine ait olmak üzere yapı malikleri tarafından Bakanlıkça lisanslandırılacak kuruluşlara yaptırılacaktır. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde Bakanlık veya idare tarafından yaptırılacak, bu durumda masraflar için tapu kaydına ipotek konulacak. Her ne kadar tespitlere 15 gün içinde itiraz hakkı tanınıyor ise de, bu tespitlerin ilgililere hangi yollarla bildirileceği belirsiz ve de itirazı inceleyecek olan “teknik heyet”in dördünün Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce görevlendirilen kişilerden, üçünün ise Bakanlıktaki görevlilerden oluşması yani bağımsız bir heyet olmaması nedeniyle ilgililerin haklarının korunması konusunda ciddi tereddütler uyandırmaktadır. Ayrıca tespitleri yapmak üzere Bakanlıkça lisanslandırılacak kuruluşların nasıl oluşturulacağı ve niteliği belli değildir. Bu hususlar yönetmeliğe bırakılmıştır. 3. maddenin üçüncü fıkrasında, riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında (her ikisinde de Bakanlar Kurulu’na teklif yetkisi Bakanlığa ait) hazine mülkiyetindeki alanların (askeri alanlar dahil) tümüyle Bakanlığa tahsis edilmesi düzenlenmiştir. “Rezerv yapı alanı” tanımında yeni yerleşme alanları olan bu alanların saptanmasında bir analiz ya da afet riskinin azaltılması amacı göze- 63 değiştirilmedikçe mera, yaylak ve kışlaklardan bu Kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılmayacağına amirdir. Ancak bu Kanuna veya daha önceki kanunlara göre mera, yaylak ve kışlak olarak tahsis edilmiş olan veya bu amaçla kullanılan arazilerden doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan yerler, maddenin (g) bendi uyarınca, tahsis amacı değiştirilebilir ve tescilleri Hazine adına yaptırılır. Tasarıya göre bu alanların yerel yönetimlere ya da TOKİ’ye devredilebilmesi Bakanlığın kararına bırakılmıştır. Böylece kamu mülkiyetinde olan alanlar yapılaşmaya açılmış olacaktır. 3. maddenin dördüncü fıkrasında ise, riskli alanda olma koşulu dahi aranmadan hazine dışındaki kamu kurumlarına ait taşınmazlar da yine Bakanlığın talebi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla ya Bakanlığa ya da TOKİ veya idareye bedelsiz devredilecektir. Kamusal hizmetler için ayrılmış olan eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel altyapı alanları üstelik “bu Kanunun amaçları çerçevesinde kullanılmak üzere” denilerek belirsiz bir biçimde ve çok geniş bir yetki ile satılacaktır. Bu düzenleme ile yerel yönetimler yine devre dışı bırakılarak kent planlarıyla çelişen uygulamalara yol açılmış olacaktır. 3. maddenin altıncı fıkrasında ise, mera alanları hedef alınmıştır. 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 14 üncü maddesi, tahsis amacı Doğal afet bölgeleri için duyulan yerleşim yeri ihtiyacı, bu düzenleme ile “Bakanlıkça ihtiyaç duyulan” gibi muğlak bir takdir yetkisi altında tüm mera alanlarını tehdit eder hale getirilmektedir. Amacı risk taşıyan yapıların yıkılması ve yenilenmesi olan tasarının 3. maddesinin yedinci fıkrasında yer verilen düzenleme ile risk taşımayan yapıların da “uygulama bütünlüğü” gerekçesiyle kanun hükümlerine tabi olacağı belirtilmiştir. Bu düzenleme ile riskli yapıların yanı sıra risk taşımayan yapılar, Bakanlığın belirleyeceği sınırlar içinde kalmaları durumunda yıkılabilecektir. Böylesi bir düzenlemeyle, güvenli, risk taşımayan yapılarda oturan, “benim yapım risk taşımıyor, güvendeyim” düşüncesine sahip olan kişilerin hukuksal güvenceleri, barınma hakları, konut dokunulmazlığı, belirsizlik taşıyan “Bakanlıkça gerekli görülenler” şeklinde bir ifadeyle ve “uygulama bütünlüğü” kavramı ardına gizlenerek, ortadan kaldırılmaktadır. Tasarının 4. Maddesi “tasarrufların kısıtlanması” başlığını taşımaktadır. Bu madde sosyal devlet ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan, yurttaşların barınma ve mülkiyet haklarını yok sayan bir kapsamdadır. 64 edilenlere bir yardım söz konusu olmayacaktır. Ayrıca “kanun” olma özelliği bulunan bir metinde, uygulanıp uygulanmayacağı veya hangi kurallar çerçevesinde uygulanacağını belirsizleştiren “yapılabilir” ifadesine yer verilmiş olması yasanın güvenilirliğinin ve uygulanabilirliğinin sorgulanmasına yol açan bir durumdur. Maddenin birinci fıkrası Bakanlık veya TOKİ veya İdare, riskli alanlarda, riskli yapıların bulunduğu taşınmazlarda ve rezerv yapı alanlarında uygulama süresince her türlü imar ve yapılaşma faaliyetini durdurabilecektir. Burada süresi belli olmayan bir durdurma söz konusudur. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında süresi belli olmayan sınırlamalarla oluşan belirsizliğin mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirdiği, Anayasa’ nın 13. Maddesine göre; kamu yararı veya diğer amaçlarla temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların hakkın özüne dokunan, kullanılamaz hale getiren bir nitelikte olmaması gerektiği gerekçesiyle bu yönlü düzenlemeler hakkında iptal kararları verilmiştir. kişilerin barınma hakkını güvence altına almadan bu tür yaptırımların öngörülmesi temel insan haklarına aykırıdır. 5. madde “tahliye ve yıktırma” başlığı altında her ne kadar bu alanlardaki maliklerle anlaşma yoluna gidilmesinin esas olduğu belirtiliyorsa da, esasen anlaşma yoluna gitmeyenlerin cezalandırılması söz konusudur. Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine, kiracılarına ve sınırlı ayni hak sahiplerine geçici konut ve işyeri tahsisi veya kira yardımı yapılabileceği düzenlenirken, anlaşmayıp zorla tahliye İkinci fıkrada kastedilen ise gecekondu sahipleridir. Tasarı, bu kişilere, “uygulamanın gerektirmesi halinde” birinci fıkra hükümlerinin uygulanabileceğini ve bu kişiler ile yapılacak anlaşmanın, bunlara yardım yapılmasının ve enkaz bedeli ödenmesinin usul ve esaslarının Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirleneceği hükme bağlanmaktadır. Kanunun uygulamasından en çok etkilenecek olan dar gelirli kesimler için daha fazla güvence gerekir iken, konut tahsisi veya kira yardımı gibi yardımların dahi uygulanmayabileceğini öngören düzenleme eşitlik ilkesine aykırı olduğu gibi, kişilerin adalet duygularında da büyük tahribat yaratacaktır. Üçüncü fıkrada, yıkım için yapı maliklerine verilen sürede yıkım Maddenin üçüncü fıkrası ise, riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılar elektrik, su ve doğalgaz hizmetlerinin verilmeyeceği ve verilen hizmetlerin durdurulacağını öngörmektedir. Bunu sosyal devlet ilkesiyle bağdaştırmak mümkün değildir. Ekonomik ve sosyal yönden özel olarak korunması gereken 65 daştırmak mümkün değildir. Beşinci fıkrada, Bakanlığa verilen yetkiler sıralanmıştır. Kanunun işleyişini sağlayabilmek için Bakanlık, bu alanlarda her tür plan, proje, arsa düzenleme, toplulaştırma, taşınmazları satın alma, satma, trampa, özel sektörle anlaşarak inşaat yapma, yaptırma, arsa paylarını belirleme, ayırma, birleştirme, sınırlı ayni hak tesis etme yetkileriyle donatılmıştır. gerçekleştirilmez ise, yapının tahliye edilerek yıkımın mahalli idareler ve mülki amirler tarafından gerçekleştirileceği, dördüncü fıkrada, bu usullerle yıkım gerçekleştirilmez ise tespit, tahliye ve yıkım işlemlerinin Bakanlıkça bizzat yapılacağı düzenlenmiştir. Beşinci fıkrada ise, yıkım masraflarının maliklere ait olduğu ve bunun için tapuya ipotek konulacağı belirtilmektedir. Görüldüğü üzere bu düzenlemelerde gönüllülük değil, zor kullanma söz konusudur. Yani malikler anlaşsa da anlaşmasa da yıkım gerçekleştirilmektedir. 6. madde “uygulama işlemleri”ni tariflemektedir. Arsa haline gelen taşınmaz maliklerinin payları, tapu işlemlerinin nasıl yapılacağı hususları açıklanmaktadır. Buna göre yeniden bina yapılmasına veya satışına karar vermek için paydaşların üçte ikisinin kararı gerekmektedir. Anlaşmaya katılmayanların paylarının diğer paydaşlara açık artırma yoluyla satılacağı, bu sağlanamadığı takdirde bu payların rayiç bedeli ödenerek Bakanlığa tahsis edileceği, Bakanlıkça uygun görülenlerin de TOKİ’ye veya idareye devredileceği düzenlenmiştir. 66 İkinci fıkrada, binası yıkılan malikler kendilerine yapılan tebligatı takip eden 30 gün içinde anlaşma sağlayamazlarsa (3/2 çoğunluk kararı ile) acele kamulaştırma ile taşınmazları alınacaktır. Özetle mülkiyet hakkı yok sayılmaktadır. Üçüncü fıkrada, son bir yıl içinde taşınmazda ikamet edenlere, kredi veya konut sertifikası (ne kastedildiği tam olarak anlaşılamamaktadır) verilebileceği düzenlenmiştir. Yine kanun dilinde olmaması gereken, ayrımcı uygulamalara yol açabilecek ifadeler kullanılmıştır. Dördüncü fıkrada, yapılan konutların bedellerinin “gerekli görüldüğünde”, illerdeki mevcut ekonomik durum ve uygulama alanında yaşayan kişilerin malvarlığı veya geliri göz önünde bulundurularak Bakanlar Kurulu kararıyla yapım maliyetinin altında tespit edilebileceği düzenlenmektedir. Somut bir ölçüye dayanmayan, belirsiz ifadeler içeren bu düzenleme ile keyfi uygulamaların önü açılmaktadır. Ayrıca bu bentten sosyal donatı ve altyapı harcamalarının genel olarak uygulama maliyetine dahil edileceği anlaşılmaktadır. Bunları hukuk devleti ve sosyal devlet anlayışıyla bağ- Altıncı fıkrada, Bakanlığa bu alanlarda plan yaparken özel standart belirleme yetkisi de verilmektedir. Bu, riskli yapıların bulunduğu alanlar ile rezerv yapı alanı olarak belirlenen bölgelerde, İmar Kanunu ve yönetmeliklerle belirlenen uyulması zorunlu teknik ve sosyal altyapı standartlarına uyulmayabileceği anlamına gelmektedir. Yani bu alanlarda daha az yeşil alan ya da daha az okul alanı ayrılmış olan planlar yapılabilecektir. Planlı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ihlali sonucu doğmaktadır. Dokuzuncu fıkrada, Kanun kapsamında tesis edilecek idari işlemlere karşı otuz gün içinde dava açılabileceği, bu davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceği ifade edilmektedir. İdari dava açma süresi olan altmış günlük süre kısaltılarak otuz günle sınırlandırılmıştır. İdare karşısında eşit güçte olmayan yurttaşın dava açma süresinin daha da kısaltılması hak arama hürriyetini sınırlandıran bir durumdur. Öte yandan madde gerekçesinde, Kanun’un yaşama hakkı ile doğrudan alakalı olduğu açıklanarak, Anayasa’nın 125 inci maddesinin altıncı fıkrasında “Kanun, olağanüstü hallerde, … kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütme- nin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir” düzenlemesinin yer aldığı, can ve mal emniyetini korumayı temel amaç edinen bu Kanuna göre tesis edilen idari işlemlere karşı açılan davalarda da yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayan hükmün, Anayasa’ya uygun olduğu ileri sürülmektedir. Ancak Anayasa’nın bu hükmü olağanüstü halleri tarif etmektedir. Oysa bu yasanın uygulamasını gerektiren durum bu maddede tanımlanan olağanüstü hallerden sayılamaz. Kaldı ki, dönüşüm uygulamalarının en az 10 yıl süresince devam edeceği düşünüldüğünde Anayasa’nın bu hükmüne dayandırılmasının anlamsızlığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de idari yargı sisteminin zaten oldukça yavaş işlediği ortada iken, mülkiyet hakkını tanımayan bu Yasa kapsamında bir de yürütmenin durdurulması kararı alınması olanağının ortadan kaldırılması, hukuk devleti ilkesine taban tabana zıttır. 7. maddede, “Dönüşüm gelirleri”nin neler olduğu sayılmaktadır. Buna göre en büyük pay, 2-B orman alanlarından elde edilecek gelir (%90) olarak belirlenmiştir. 2-B gelirleri yanında, çevre vergisi olarak bilinen vergi ve idari para cezalarının %50‘si, İller Bankası’nın yıllık safi kar tutarının %49‘u, Bakanlığın el koyduğu taşınmazlarda imar uygulamasına tabi tutulanların satışından elde edilecek gelirler, dönüşüm projelerinden elde edilecek kredilerin geri ödemeleri ve gecikme zamları, faizler, genel bütçeden ayrılan paylar ve sair gelirlerden oluşmaktadır. Bu çok büyük bütçeden Bakanlık, TOKİ’ye ve idareye kaynak aktarabilecektir. türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 21-b maddesi kapsamına alındığı görülmektedir. 4734 sayılı Kanunun 21-b maddesine göre “b) Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması.” halinde pazarlık usulüyle ihale yapılabilmektedir. Bu ihale usulünde ilan zorunlu değildir , en az üç istekli davet edilir ve teklifleri alınarak ihale sonuçlandırılır. Bütçesi oldukça büyük bir uygulama çerçevesinde, ülke genelinde yapılacak yenileme ve dönüşüm çalışmalarındaki alımların ve yapım işlerinin ihalelerinin katılımı ve rekabeti arttıracak biçimde ilan edilerek yapılması yerine, Bakanlık, TOKİ ya da yerel yönetimler tarafından sübjektif değerlendirmelere dayalı firma seçimleri ile yapılması eşitlik ve şeffaflığın gözetilmeyeceği anlamına gelmektedir. Üçüncü fıkrada, riskli yapı olarak tespit edilen yapıların tespit, tahliye ve yıkımı vb. işlemlerini engelleyenler hakkında Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca işlem yapılması öngörülmüştür. Böylesi bir düzenleme, bugüne kadar kentsel dönüşüm alanlarında genellikle yaşanmış olan barınma hakkı direnişlerini suç saymakta ve tabiî ki zor kullanarak gerçekleştirilen tasfiyeleri olumlamaktadır. 9. madde bu tasarının en felaket maddesidir. Birinci fıkrasında, bu Kanun uyarınca yapılacak planların İmar Kanunu ve imara ilişkin hükümler ihtiva eden diğer kanunlardaki kısıtlamalara tabi olmadığı düzenlenmiştir. İmar Kanunu ve ilgili mevzuatta plan yapımına ilişkin getirilen hükümler sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşturulması amacıyla belirlenmiş standartlar ve kurallardır. Plan yoluylasağlıklı bir yaşam çevresi oluşturmanın ön koşulu olan kurallardan vazgeçilmesi, 8. maddenin birinci fıkrası ile Kanun kapsamında yapılacak her 67 Anayasa’nın 56. maddesinin “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, …” hükmüne aykırıdır. İkinci fıkrada ise, en son komisyonda eklenen Boğaziçi Kanunu ile birlikte doğal, kültürel zenginlikleri korumayı amaçlayan toplam 12 kanunun bu kanunu engelleyici hükümlerinin ve diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümlerinin uygulanmayacağı düzenlenmiştir.Yapılan düzenleme ile bugüne kadar oluşturulan doğal ve kültürel çevrenin korunmasına ilişkin tüm mevzuat yok sayılmaktadır. Kıyılar, tarım toprakları, zeytinlikler, meralar, ormanlar gözden çıkarılmakta, doğal, kentsel ve arkeolojik sit alanlarında dilediğince tasarrufta bulunma imkanı tanınmaktadır. Öncelikle yasa tekniği bakımından oldukça sorunlu olan bu düzenleme riskli yapılar gerekçe yapılarak başlatılacak ağır bir talan sürecini işaret etmektedir. Tasarının 12. maddesi ile Kamulaştırma Kanunu’nun 15. maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Bu maddeye göre her yıl Odalar tarafından hazırlanarak Valiliklere bildirilen bilirkişi sayısı, illerin nüfuslarına göre 25 ile 350 arasında değişerek arttırılmıştır. Ancak bununla birlikte maddenin sonuna eklenen bir fıkra ile gayrimenkul değerleme uzmanlarının listesi de SPK tarafından valiliklere gönderilecek ve kamulaştırma de- 68 ğer tespitleri bilirkişi sıfatıyla gayrimenkul değerleme uzmanlarına yaptırılacaktır. Yani bu alan, mimar ve mühendisler dışında, işletme, iktisat, maliye gibi sosyal bilimlerde eğitim almış değerleme uzmanlarına açılmış olmaktadır. Tasarının diğer maddeleri bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Bunlardan 5366 sayılı Kanunda yapılan değişiklik yenileme alanlarının belirlenmesinde belediye meclislerince alınan kararların ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın teklifi ile Bakanlar Kurulu’na sunulabileceğini öngörmektedir. Belediye Kanunu’nun 73. maddesinde yapılan değişiklik ise, yine belediyelerin kentsel dönüşüm alanı ilanı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın teklifte bulunması koşuluna ve Bakanlar Kurulu kararı alınmasına bağlanmaktadır. Yapılan bu düzenlemelerle aslen belediyelere ait olan yetkilerin kullanımının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kontrolünde Bakanlar Kurulu’na devredilmesi, yerel yönetimler üzerinde sınırsız biçimde merkezi idare kontrolünü getirmesi nedeniyle yerel yönetimlerin özerkliği ilkesine açıkça aykırıdır. Ayrıca 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de, Gecekondu Kanunu’nda, İskan Kanunu’nda, Toplu Konut Kanunu ile İmar Kanunu’nda değişiklikler yapılmıştır. En dikkat çeken ise, Atatürk Kültür Merkezi Alanı ile ilgili yapılan düzenlemedir. Tasarının 19’inci maddesinin (n) fıkrası ve 22’inci maddesi ile 2302 Sayılı “Atatürk‘ün Doğumunun 100’üncü Yılının Kutlanması ve Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında Kanun”un 3’üncü maddesi yürürlükten kaldırılarak, bu alana ilişkin alınmış tüm koruma kararları ortadan kaldırılmakta, tasarruf yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmektedir. Kanunun amacı ile hiçbir ilgisi bulunmayan Ankara’nın önemli bir açık ve yeşil alanı olan özel bir alanı yapılaşmaya açmayı hedefleyen bir düzenlemeye yer verilmiş olması bu yasanın afet risklerinin azaltılması amacıyla yapılmadığının bir diğer kanıtıdır. Sonuç itibariyle; Tasarı, bu haliyle ulusal ve uluslar arası hukuk ile güvence altına alınan hakları ortadan kaldırmakta, doğal, kültürel, tarihi varlıklarımız ve kentlerimizde yeni bir yağmanın önünü açmaktadır. Hukuk ve bilim dışı tasarının kanunlaşması halinde asıl afeti yaşayacak olan kentlerimizin bu anlayışa feda edilmemesi ve tasarının geri çekilmesi gerekmektedir. MİMO GENÇ Farklı Bir Mekanda Mimarlığı–Eğitimi Solumak Aysel YILMAZ Ülkemizde mimarlık eğitimi üzerine son yıllarda tartışıp duruyoruz durmadan. Mimarlık eğitiminin uluslararası geçerliliği, verilen eğitimin süreci 4,4+1,4+2 vb konular tartışıla dursun, burada süreç mi? yoksa bu sürecin nasıl yaşandığı mı? sanırım bu sürecin nasıl yaşandığıdır önemli olan. Teknolojik, malzeme, çevre gibi hızla değişen koşullarla birlikte bu meslek farklı disiplinlerle karşılıklı iletişim içersinde olmalı. Kopuk değil, onlarla beslenmeli, büyümeli. Akademik ortamlar sadece öğrencilere meslek bilgisi sunmakla kalmayıp, onlara çoklu düşünmeyi, farklı bakışlar sunabilmeyi, yenilikçi olabilmeyi de öğretmelidir. Mimarlığı öğrenmek için anlamak ve çaba sarf etmek gerekir. Çünkü mimarlık sanatın akılla, zihinle, zekâyla ve de düşüncelerle bütünleşmesi demektir. Ancak o zaman üretilir mimarlık. Mimar yaşadığı, soluduğu ortamla bütünleşmelidir. Yaptığı işi anlatmak için bazen müziği, bazen tiyatroyu bazen de şiiri kullanabilmelidir. Coşku olmadan mimarlık olmaz. Heyecan duymalı, duymalı ki yaratmalı. Ben hayatım da birçok sorunlar yaşadım, sıkıldım ama asla mutsuzluğu telaffuz etmedim. Çünkü işimi seviyorum. İnanın insan hayatı boyunca eziyetler, gel-gitler yaşıyor olabilir ama heyecanını asla kaybetmemeli. Mesela bu heyecan bende hiç bitmedi. Yüreğim zamana yenilmedikçe de devam edecektir. Mimar heyecan duymazsa mutlu olamaz, üretemez. Tüm bu heyecan çılgınlığı içersinde Artuklu Üniversitesi Mimarlık fakültesi adı altında Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde okuyan 3.sınıftaki 21 heyecanlı, bir o kadar da umut dolu öğrenci arkadaşlarımızla birlikte Mimari proje dersini farkındalık yaratarak tarihi bir mekanda çevremizi hissederek, onun kokusunu duyarak yapmak istedik. Proje dersine başlamadan önce de kahvaltı yapmak çok neşeli bir ortam yarattı açıkçası. Diyarbakır da sabah kahvaltısı da ayrı bir kültür, bir yaşamdır. Bu kültürün yaşatıldığı, hizmet olarak sunulduğu bir mekandır HASANPAŞA HANI. Ekmeğin kokusu, peynirin tadı, kavurmanın yumurtayla eşsiz birlikteliği bir başkadır burada inanın. Bir de yanınızda sevgili öğrencileriniz varsa zaten heyecan, eğitimöğretim, yemek ve günün sonunda mutlu yorgunluk Okulda görüşmek üzere diyerek söylenen ayrılıklar…. Evet mimarlığa dokunduk, soluduk. Sonrasında öğrenci arkadaşlarımız o güne dair duygu ve düşüncelerini ifade ettiler. Bu ifade şiir oldu, söz oldu, yazı oldu. Onları sizlerle paylaşmak istedim. Heyecan dolu nice günlere…. M..Tolga ARSLAN (Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü 3.sınıf öğrencisi) Zaman zaman mimari ile ilişkili derslerimizi geleneksel han ve evlerde işlememizin hem sürekli içinde bulunulan kapalı sınıf ortamından çıkıldığı için öğrenci ve öğretmenlerin verimini arttıracağını hem de mimari açıdan derse görsellik kazandıracağını düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde bu fikirden hareketle Mimari proje dersimizi Diyarbakır’ın geleneksel yapılarından biri olan Hasan Paşa Han’ında işledik. Mimarlık bölümü için mimari tarihe sahip bir alanda ders işlemek, o bölgenin mimarisini tanımak ve ders kapsamında projelerimizi 69 MİMO GENÇ yapacağımız arazilerde ki dokuyu görmenin, bizlere geleneksel bakış açısını kazandırdığını söyleyebilirim. Sadece mimari proje dersi içinde değil, mimarlık tarihi, yapı projesi, şehircilik projesi ve bunun gibi uygulamaya ve görsel eğitime dayalı derslerde sınıf ortamının dışına çıkıp görerek, dokunarak kısacası hissederek dersi işlemek daha faydalı ve daha akılda kalıcı olacaktır. Ellerindeki kısıtlı imkânlara rağmen “öğrencilerimiz geleneksel, tarihi yapı görsünler” düşüncesiyle yola çıkarak bizlere bu ayrıcalığı tanıdıkları için hocalarımıza teşekkür ederim. Ayrıca bu davranışın örnek teşkil edip “mimari ve teknik gezi” düzenlenmesi için bir ilk adım olacağı kanısındayım. Esma ŞİRİN ( Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü 3.sınıf öğrencisi) Gezi tadındaki bu haftalık mimari proje dersimiz belki de bütün mimarlık bölümlerinde bir ilke imza attı. Daha doğrusu başka hangi bölümde öğrenciler hocalarıyla kahvaltıya gider, sohbet eder ya da güler eğlenir. MİMARLIK bu açıdan en azından benim için; diğer bölümlere oranla daha samimi ve içten, hoca-öğrenci ilişkisinin daha da ötesine giden bir ilişkinin olduğu bölümdür. Çevremdeki arkadaşlarıma anlattığımda; hepsi beni hayretle ve imrenerek dinliyorlar. Onlarda ise hoca-öğrenci ilişkisinin resmiyetten öteye gitmediğini görüyorum. Çok nadir örneklerde var tabi. Bu açıdan bakarsak şanslı olduğumu düşünüyorum. 70 Hasanpaşa Hanı‘nda kahvaltı; her zaman öğrencilik hayatımda bir ilk ve özel günlerden biri olarak, hiçbir zaman unutamayacağım ve ilerde fotoğraflarımıza baktıkça hep güzel anılarla hatırlayacağım bir gün olarak kalacaktır benim için. Sadık Arda arkadaşımızın Aysel Hocayla köşe kapmaca meyve tabağını kaçırışı; eminim çok komik ve unutulmayacak anılarımdandır. Böyle bir anımın olmasında hocalarımızdan Aysel Yılmaz, Mine Baran, Türkan Kejanlı hocalarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Son olarak böyle etkinliklerin devamını beklediğimi de söylemeden edemeyeceğim.:) MİMO GENÇ Muhammed Tunçdemir (Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü 3.sınıf öğrencisi) HASAN PAŞA HANINDA Bir başkadır HASAN PAŞA hanı, Amedin göz nuru, tarih şafağı, Yar’ların, yarenlerin mekanı Cıvıl cıvıl oluyor han sabahları Tarihin medeniyet kokan avlusu, Bu siyah bazalt taşlarına bakın, Nasılda sert dimdik ayakta, Kaç medeniyet yaşamış bu siyah bazalt taşlarında. Diyarbakır’a bakın nasılda Mimarlarına kucak açmış Bir umut, bir kıvılcım yaratacak bu insanlarda, Amed türkülerini söyleyecek bu umut dolu insanlara 71 MİMO GENÇ Yaşasın mimarlarla dolu olan mutlu sabahlara. Gökyüzü bir başka parıldıyor, Aslen Dicle olan yeni doğmuş Artuklu mimarlığa, Güneş onları gösteriyor toplanmış bir masa etrafında, Onlar için Kuşlar dans ediyor semada, Yaşasın!!! Neşe dolu, umut dolu üç hoca,on beş arkadaşa, Durun!!! Sisteme bakın nasılda bağırlarında çiçek açmış, Üç hoca, onbeş arkadaşa. Güzel bir gün hasan paşa hanında. Sevgi ve muhabbet sarmış masaları, Beyaz kağıt parçaları, doluşmuş masalarda, Bir ses var kulaklarda, gülümse oluşturmuş tüm arkadaşlarda, Hangi proje hangi kahve falında… 72