Aylık Dergi Aralık 2015 Sayı 300 Günümüzde Dİnî Yayıncılık Bağlamında Başkanlık Yayınları Kuruluş Yıllarında Dİyanet İşlerİ Başkanlığının Yayın Hİzmetlerİ Dİyanet Gazetesİ’nden Dİyanet Aylık Dergİ’ye Mütevazı Bİr Aİle Mektebİ: Dİyanet Aİle Dergİsİ Çağımızda her alanda olduğu gibi yayıncılık alanında da küresel ölçekte bir değişim ve dönüşüm yaşıyoruz. 1950’ye kadar olan dönemde Reisliğin yayın hizmetleri, kitap yayın faaliyetleri ve diğer yayın hizmetleri olarak iki kısımda ele alınabilir. Diyanet Aylık Dergi’nin dünden bugüne uzanan uzun soluklu yayın macerası, dinî yayıncılığın daha emekleme dönemleri diyebileceğimiz 60’lı yıllara tekabül etmektedir. Amacımız yuvalarımızın cennet bahçesi, çocuklarımızın da dünya ve ahiret mutluluğumuz olmasına mütevazı bir katkı sağlamaktır. EDİTÖRDEN Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan itibaren hizmetlerini sağlıklı dinî bilginin yol göstericiliğinde gerçekleştirmeyi önemsemiştir. Daha kuruluşunun ilk yılında merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin Ahlak Dersleri adlı eseriyle başlattığı yayın faaliyetlerini zaman içerisinde basılı, süreli, sesli ve görüntülü yayınlarla zenginleştirmiş ve toplumu daha etkin bir şekilde aydınlatmanın gayreti içerisinde olmuştur. Bugün ulaştığı yayın sayıları ve yayın çeşitliliği ile dinî yayıncılık alanında önemli bir mesafe almıştır. Başkanlık, kuruluş tarihi olan 1924 yılında başlattığı yayın faaliyetini 1956 yılında “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası Ramazan Nüshası” (Diyanet İlmi Dergi), 1968 yılında Diyanet Gazetesi, 1979 yılında Diyanet Çocuk Dergisi ile zenginleştirmiştir. İlmi Dergi ile akademik camianın bilimsel birikimlerini hizmet alanlarına taşıyan Başkanlık, Çocuk Dergisi ile geleceğimiz olan çocukların seviyelerine uygun, alan uzmanlarının kalemiyle hazırlanan dinî bilgilerle tanışmalarını, hem eğlenmelerini hem de öğrenmelerini hedeflemiştir. Diyanet Gazetesi adıyla yayın hayatına başlayan, 1991 yılından itibaren yeni içeriği ve zengin görselliği ile yayınını sürdüren Diyanet Aylık Dergi, başlangıcından itibaren gerek personelin mesleki açıdan gelişmelerinde gerekse ülkemizin en uç noktalarında hizmet veren Başkanlığımızın, personeliyle kurumsal iletişimi sağlamasında oldukça etkili olmuştur. Aylık Dergi her yıl okuyucuya daha iyi bir hizmet vermek amacıyla hep yenilenme çabası içinde olmuştur. Günümüzde aile konusunda yaşanan problemleri dikkate alan Başkanlığımız, 2013 yılından itibaren Aylık Dergi’yi “Aile” ekiyle daha da zenginleştirmiştir. Dergicilik azim, sabır, gayret ve günceli takip ister. Aylık Dergi, yayın hayatına başladığı günden itibaren mütevazı ancak kararlı ve istikrarlı duruşuyla hep Kurumun sesi olmuştur. Kendi kulvarında her türlü zorluğa rağmen ayakta kalabilmeyi başarmış, taşradaki personelimizin gözü, kulağı, vicdanı olmuştur. Ülkemizdeki süreli yayın geçmişine bakıldığında 300 sayıya ulaşan ve yaklaşık yarım asır ayakta kalabilen dergi sayısının oldukça sınırlı olduğunu belirtmek gerekir. Toplumu din konusunda aydınlatmakla görevli olan Diyanet İşleri Başkanlığımız basılı ve süreli yayınlar yanında radyo, televizyon alanında da mevcut imkânlarını geliştirme ve uluslararası ölçekte etkin bir din hizmeti sunmanın gayreti içindedir. Bu ay, büyük bir sevinçle ve gururla hazırladığımız 300. sayıyı beğeninize sunuyoruz. Dergimiz anısına “Dergicilik ve Diyanet Aylık Dergi”merkezli hazırladığımız bu özel sayı, “Dinî Yayıncılık Bağlamında Başkanlık Yayınları” başlıklı yazıyla başlıyor. Dr. Mehmet Bulut ise “Kuruluş Yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Yayın Hizmetleri” adlı makalesinde Başkanlığımızın Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yayın faaliyetlerini dile getirdi. Kamil Büyüker, “Mecmua’dan Dergi’ye -Sırat-ı Müstakim’den Diyanet’e- Süreli İslami Yayıncılığa Dair Notlar” isimli yazısında süreli yayıncılık hizmetinde bulunan dinî dergileri konu edindi. Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı Dr. Faruk Görgülü de “Dinî Dergicilik ve Süreli Yayınlarımız” adlı makalesinde Başkanlığımızın dergicilik faaliyetinin dününü ve bugününü sizlere aktardı. Dergimizin koordinatörlerinden Dr. Lamia Levent Abul “Diyanet Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye” başlıklı makalesinde yayıncılık faaliyetimizin 68-91 yılları arasındaki serencamından bahsetti. Yine koordinatörlerimizden Ali Aygün ve Muhammed Kâmil Yaykan elinizdeki derginin hazırlık ve baskı sürecini “Bir Derginin Hikâyesi” yazısıyla tahkiye etti. Dr. Elif Arslan “Mütevazı Bir Aile Mektebi: Diyanet Aile Dergisi” yazısı ile dergimizle size sunulan Aile ekini anlattı. Diyanet İşleri Eski Başkan Yardımcısı Halit Güler “Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Gayret ve Samimiyet” yazısıyla yayın çalışmalarımızı değerlendirdi. Dini Yayınlar Eski Daire Başkanı Abdullah Ceyhan da “Diyanet ve Aylık Dergi’nin 300. Sayısı Üzerine” başlıklı yazısıyla duygu ve düşüncelerini bizimle paylaştı. Bu sayıda ayrıca, eğitim merkezi müdürlerimizden müftülerimize, imam-hatiplerimizden Kur’an kursu öğreticilerimize kadar Başkanlığımızın değişik kademelerinde görev yapan pek çok din gönüllümüzün de Diyanet Aylık Dergi hakkındaki görüşlerini sizlerle paylaşıyoruz. Sizleri Aylık Dergi merkezli hazırladığımız “Özel Sayı” ile baş başa bırakırken, Başkanlığımızın kuruluşundan bugüne kadar, yayının mutfağından yazarlarımıza ve ülkemizin her bir köşesindeki personelimize ve okurlarımıza varıncaya kadar emeği, alın teri, fikrî çabası olan, katkılarıyla ve manevi destekleriyle yayınlarımızın bugünlere gelmesini sağlayan herkese teşekkür ediyoruz. Bu hizmetleri başlatan ve bugünlere getiren bütün hocalarımıza ve personelimize şükran borçluyuz. Ebediyete göçenleri rahmetle anıyoruz. Nice 300 sayılarda buluşmak dileğiyle... lman a S l e s k ü Y D r. 300 06 Dinî Yayıncılık Bağlamında Başkanlık Yayınları 12 Kuruluş Yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığının Yayın Hizmetleri 18 Dr. Yüksel Salman 06 Dr. Mehmet Bulut Mecmua’dan Dergi’ye Sırat-ı Müstakim’den Diyanet’e Süreli İslami Yayıncılığa Dair Notlar Kâmil Büyüker 24 Dinî Dergicilik ve Süreli Yayınlarımız 28 Diyanet Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye 34 Bir Derginin Hikâyesi 38 42 Mütevazı Bir Aile Mektebi: Diyanet Aile Dergisi 46 Diyanet Aylık Dergi’nin 300. Sayısı Üzerine 48 Mevlana’nın İnsana Bakışı Dr. Faruk Görgülü Dr. Lamia Levent ABUL Ali AYGÜN - Muhammed Kâmil YAYKAN Dr. Elif ARSLAN Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Gayret ve Samimiyet Halit GÜLER Abdullah CEYHAN Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ Diyanet İşleri Başkanlığı Adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yüksel SALMAN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. Faruk GÖRGÜLÜ Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu Mustafa BAYRAKTAR 2 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Yayın Koordinatörleri Mustafa BEKTAŞOĞLU Dr. Lamia LEVENT ABUL Ali AYGÜN Muhammed Kâmil YAYKAN diyanetdergi@diyanet.gov.tr 18 Tashih Mustafa BEKTAŞOĞLU Görsel Sorumlu Burhan ÇİMEN Arşiv Ali Duran DEMİRCİOĞLU İletişim Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara Tel : 0312 295 86 61 Faks: 0312 295 61 92 diniyayinlar@diyanet.gov.tr facebook.com/diyanetaylikdergi twitter.com/DiyanetDergisi 34 52 Kalbin Şaşılığı: Şirk 55 Biz O’nu Çok Sevdik Çünkü O Bizden Biriydi 58 Şükür Üzerine 60 Bir Neslin Öncüsü: Mahmut Bayram Hoca 64 Bunu Konuşalım 66 Nedir Özgürlük? Muhammet Emin GÜRDAMUR Prof. Dr. Ali KÖSE Dr. İlhami AYRANCI 68 Değişim ve Beşerî İrade 70 Gökyüzü ve Merhamet 72 Diyanet Dergisi Hayatımıza Yön Veriyor 73 Hayatımız Ezanla Başlar, Salâyla Sona Erer 74 Kâbıd-Bâsıt Darlık da O’ndan Bolluk da 76 Hizmet Aşkını Son Nefesine Kadar Koruyan İnsan: Hamdi Mert 79 Ailem Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ Rukiye Aydoğdu DEMİR Nurettin MİDİLLİ Mehmet KARATAŞ Fatma BAYRAM Alişan BAŞGÖNÜL Ali AYGÜN 58 Kamil BÜYÜKER Ali AYGÜN Ercan ATA 60 Abone İşleri Tel : 0312 295 71 96-97 Faks : 0312 285 18 54 e-mail: dosim@diyanet.gov.tr Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü’nün T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kamu Girişimci Şubesi IBAN: TR08 000 1 00 25 330 599 4308 5019 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun fotokopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara adresine gönderilmesi gerekir. Abone Şartları Yurtiçi yıllık: 60.00 TL Yurtdışı yıllık: ABD: 30 ABD Doları AB Ülkeleri: 30 Euro Avustralya: 50 Avustralya Doları İsveç ve Danimarka: 250 Kron İsviçre: 45 Frank Temsilcilikler; Yurtiçi: İl Müftülükleri, İlçe Müftülükleri - Yurtdışı: Din Hizmetleri Müşavirlikleri, Din Hizmetleri Ataşelikleri / Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir. Tasarım: AralGroup / Mustafa Kemal Mahallesi 2141 Sokak No: 33/3 Çankaya, Ankara Tel: +90.312 433 2725 www.aral.org Baskı: A4 Grafik Matbaa Yay. Rekl. Bilg. Hiz. Ltd.Şfi ti. Tel: 0212 452 40 99 Fax: 0212 639 50 49 mail: info@a4grafik.com.tr www.a4grafik.com.tr Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın, Diyanet Aylık Dergi (Türkçe) Basım Tarihi: 14/12/2015 ISSN-1300-8471 Diyanet Aylık Dergi, Diyanet İşleri Başkanlığı yayın organıdır. Dergide yayımlanan yazı, konu, fotoğraf ve diğer görsellerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden her türlü ortamda alıntı yapılamaz. B A Ş M A K A L E Prof. Dr. Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanı Söz Medeniyeti İslam medeniyeti bir söz medeniyetidir. Yüce Rabbimiz kelam sıfatıyla tenezzül buyurarak insanlara vahiy göndermiş ve kerim kitabımız Kur’an, okunan bir söz olarak vahyedilmiştir. Âdem (a.s.) bir söz ile yaratılmış ve âlem “Ol” sözüyle var olmuştur. Âdem’e söz için varlıkların isimleri öğretilmiştir. Cenab-ı Hak, insanları farklı dillerde yaratmış ve bunu kendi varlığının ayetlerinden biri olarak zikretmiştir. Kısaca söz, insanın evrene açıldığı ve yüreğindekini dışarıya açtığı mucizevi bir ayettir. Yüce Allah, ağızdan çıkan her sözün gözetici melekler tarafından kaydedildiğini ifade ederek (Kaf, 50/18.) sözün değerine işaret etmiştir. Sözde aranması gereken ilk özellik, onun doğru, anlamlı ve faydalı olmasıdır. Ayrıca sözün hakka, hakikate yaraşır güzellikte olması gerekir. Söz sadece insanın davranışını değil, aynı zamanda kişiliğini de belirlemektedir. Bu sebeple “üslub-u beyan aynıyla insan”dır. Söz, hakikat, ahlak ve estetik boyutu olmak üzere üç temel esas üzerine bina edilir. Kur’an-ı Kerim’de sözle ilgili ayetler incelendiğinde sözün bu üç boyutu üzerinde durulduğu görülür. Müslümanlar İslami ilimleri oluştururken sözün mana ve hakikat ile ilişkisi üzerinde özellikle durdukları içindir ki bu ilimlerin neredeyse tamamı, sözün hakikat, hikmet ve ahlakla ilişkisini ortaya koymak için var olmuştur. Nitekim usul-i fıkıhtaki delalet bahsi sözün hakikat değerini ortaya koyarken, İslam felsefesi sözün hikmet boyutunu, edebiyat ise sözün estetik boyutunu ortaya koymaktadır. Kur’an’da sözün karşılığı olan “kavl” kelimesini terkipleri ve türevleriyle bir araya getirdiğimiz zaman, sözün hakikat, hikmet, ahlak ve estetik boyutu ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda kavl-i hasen/güzel söz, kavl-i maruf/ anlamlı ve olumlu söz, kavl-i adl/adaletli söz, kavl-i sedid/sağlam söz, kavl-i tayyib/hoş söz, kavl-i kerim/gönül alıcı söz, kavl-i beliğ/açık söz, kavl-i meysur/kolay söz, kavl-i leyyin/yumuşak söz gibi müspet anlamda ve kavl-i su’/kötü söz, kavl-i münker/çirkin söz, kavl-i zȗur/yalan söz, kavl-i lahin/eğri büğrü söz, kavl-i zuhruf/süslü söz gibi menfi anlamda sıfatların kullanıldığı görülmektedir. Günümüzde Müslümanlara düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne kendimizi kaptırmadan sözü yüceltmeye devam etmek olmalıdır. Din görevlileri olarak yapacağımız en önemli hizmetlerden birisi, imaj ve görüntünün büyüsüne kapılmadan, bütün teknolojik imkânlarla birlikte sözün değerine inanmaya ve hikmetli sözü yüceltmeye devam ederek, din-i mübin-i İslam’ı anlatmaktır. Söz estetiğini ortadan kaldıran her türlü unsur, kadim kaynaklarımızda dilin afetleri başlığı altında ele alınmıştır. Gazali’nin İhya’sında dilin afetleri başlığı altında yer alan; boş konuşmalar, içi boş tartışmalar, husumet eseri söylenen sözler, alay etme, yalan, gıybet, iftira gibi hususlar (İhya-u Ulûmi’d-din, 3/246), bugün de söz estetiğinin yitirilmiş olmasının bir tezahürü olarak güncelliğini korumaktadır. Günümüzde konuşan her insanın bu gibi afetlere maruz kalması, kitle iletişim araçları marifetiyle her türlü estetikten yoksun sayısız sözün ortalıkta uçuşması, dahası bu sözlerin görüntüye ve yazıya dönüştürülmesi pek çok afete yol açan bir söz kirliliği oluşturmaktadır. Söz ile davranışı/eylemi birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Sözün kendisi de bir davranıştır. Davranışı güzel olanın sözü de güzel olur. Kur’anı Kerim’de de bu gerçek şöyle ifade edilir: “Sağlam/doğru söz söyleyin. Ta ki Allah, amellerinizi güzelleştirsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ahzap, 33/70.) Dine bağlılık da, dindarlık da kendisini sözden ziyade davranış olarak ortaya koymalıdır. İçinde insani ve ahlaki erdemlerin bulunmadığı bir dindarlık, yanılgıdan ibarettir. Bu nedenle önemli olan kişinin dindarlığını sözde değil, özde yaşamasıdır. Sözü öze, özü söze feda etmeden bilgi, ibadet ve ahlak eksenli bir dindarlık gayemiz olmalıdır. Modern zamanlara gelindiğinde sözün değeri düşmüş, imaj yüceltilmiş, görüntü ve görsellik öne çıkarılmıştır. Sözle imajın farkı anlatılamayacak kadar büyüktür. Söz, hakikat terazisinde bir değere sahip iken, imajın böyle bir değeri bulunmamaktadır. Dolayısıyla günümüzde Müslümanlara düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne kendimizi kaptırmadan sözü yüceltmeye devam etmek olmalıdır. Din görevlileri olarak yapacağımız en önemli hizmetlerden birisi, imaj ve görüntünün büyüsüne kapılmadan, bütün teknolojik imkânlarla birlikte sözün değerine inanmaya ve hikmetli sözü yüceltmeye devam ederek, din-i mübin-i İslam’ı anlatmaktır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 5 Dinî Yayıncılık Bağlamında Başkanlık Yayınları Dr. Yüksel Salman DİB Dini Yayınlar Genel Müdürü Bir özeleştiri yapmak gerekirse, bugün dinî yayıncılık da tüketim dönüşümünün ve popüler kültürün etkisinde kalmış, neredeyse kendi popüler kültürünü üretir hâle gelmiştir. Bu durum, kendini televizyon programlarında, matbu ve dijital yayınlarda gittikçe daha belirgin bir şekilde hissettirmektedir. Bugün, “yayın dünyasındaki hızlı gelişime ve aktif sürece nasıl entegre olmalıyız?” sorusunu sormadan önce, bu sürecin neye karşılık geldiğini iyi tespit etmeliyiz. 6 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Küresel ölçekte bir değişim ve dönüşümün yaşandığı günümüzde yayıncılık, dünya ölçeğinde okuyucu kitlesi, sürekli değişen ve gelişen yayın profili ve yayın mecralarıyla pek çok açıdan değişken bir yapıya sahip. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde artık yayının dijitalleşmesi diye adlandırabileceğimiz bir süreci yaşıyoruz. Özellikle yeni nesiller tabletlerle ve akıllı telefonlarla büyüyorlar. Bu alandaki gelişmenin boyutlarının nereye varacağını da tam olarak kestirmek oldukça güç. Yine gelişen mobil teknoloji ve yaygınlaşan mobil internet kul- lanımıyla birlikte, internet artık her an hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Bugün internetin girmediği hiçbir ev, sanal âlemin nüfuz etmediği hiçbir platform neredeyse kalmamıştır. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak, yayıncılık yapan tüm kuruluşlar; dinî, siyasi, ideolojik yapılar, bu ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 7 GÜNDEM Bilgiden Hikmete Uzanan Yol fırsatı en iyi şekilde değerlendirmenin gayreti içerisindeler. Yapılan pazar araştırmaları sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde dergi ve gazete tirajının büyük bir kısmının artık dijital dağıtım kanalları ile pazara sunulacağını göstermektedir. Bugün televizyon izleme oranının internet, akıllı telefon ve sosyal medya kullanımının gerisinde kaldığı bir zaman dilimini yaşıyoruz. Yine elektronik kitapların ve dergilerin hayatımıza girmesi ile yüzlerce kitaba, dergiye aynı anda ulaşma imkânına sahibiz. Bu durumun, kitap kokusuna âşık olanlarla teknoloji odaklı yaşayıp okuyucuya geniş fırsatlar sunan elektronik yayın takipçileri arasında tatlı bir rekabet oluşturmasını bir tarafa bırakalım, bilgiye ulaşımı kolaylaştıran bu hareketli sürecin ne kadar sağlıklı bir zeminde seyrettiği ve ne tür sorunları beraberinde getireceği hususunda maalesef yeterli bir öngörüye sahip değiliz. Bir internet sitesi kurabilen herkesin, doğru olup olmadığına pek de aldırmadan birçok bilgiyi paylaşabildiği bir ortamda sağlıklı bilgiden ne kadar söz edilebilir? Bu bilgi kirliliğinin özellikle gençlerin ve halkın inanç, ibadet, ahlak ve davranış biçimleri üzerinde ne tür hasarlara sebebiyet verebileceğinin de henüz tam olarak farkında değiliz. Ne yazık ki bu konularda uyarıcı veya denetle- 8 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 yici mekanizmalar da bulunmamaktadır. Dönüşümün cazibesi Yayın dünyası içinde hâlen sınırlarını belirlemeye çalışan dinî yayıncılığın bu dönüşüm süreci karşısında savrulmadan ve temel dinamiklerini kaybetmeden takınması gereken tavrın ne olacağı konusu, belki de cevabını bulmamız gereken en önemli sorulardan biridir. Mevcut gidişata bakıldığında dinî yayıncılığın da bu dönüşümün cazibesine kapıldığını söyleyebiliriz. Dinî yayıncılığın giderek daha az kaynak metinler üretmesi, medeniyetimizin ve kültürümüzün yeniden Ramazan DAĞLI Frankfurt Din Hizmetleri Ataşesi “Her Dergi Yeni Bir Hayattır” der bir yazarımız. Bizler için de Diyanet Dergisi’nin her bir sayısı yeni bir hayat gibidir. Özellikle son dönemlerde her sayıda işlediği dosyalar, çok doyurucu ufuk açıcı ve bilgilendirici olmuştur. İslam Medeniyeti bir söz medeniyeti olduğuna göre dergimiz, sözün değerini yüceltmeye hep gayret etmektedir. Toplumun dinî, ahlaki ve manevi değerlerini sürekli canlı tutmada dergimiz etkin rol oynamaktadır. ihyasına zemin hazırlayacak muhallet eserlerin yeterince vücuda getirilememesi ve giderek yüzeyselleşmesi, ticari, iktisadi unsurların devreye girmesi bu sürecin göstergeleridir. Bir özeleştiri yapmak gerekirse, günümüzde dinî yayıncılık da tüketim dönüşümünün ve popüler kültürün etkisinde kalmış, neredeyse kendi popüler kültürünü üretir hâle gelmiştir. Bu durum, kendini televizyon programlarında, matbu ve dijital yayınlarda gittikçe daha belirgin bir şekilde hissettirmektedir. Bugün, “yayın dünyasındaki hızlı gelişime ve dinamik sürece nasıl entegre olmalıyız?” gibi bir soruyu sormadan önce, belki de bu sürecin neye karşılık geldiğini iyi tespit etmeliyiz. Sonra da bu sürecin neresinde ve nasıl durmamız gerektiğine karar vermeliyiz. Aksi takdirde belirli trendlerin arkasından sürüklenme gibi bir çıkmazla karşı karşıya gelmemiz kaçınılmaz olacaktır. Doğru bilgiyi toplumla buluşturmak Dinî yayıncılık faaliyeti, ticari kaygı ve endişelerin etkisinde kalmadan, İslam’ın doğru bilgisini ve insanlığa rehberlik eden yüksek insani, ahlaki hasletlerini topluma ulaştırmak gibi ulvi, bir o kadar da ağır sorumluluk gerektiren bir alandır. Böylesine anlamlı ve mesuliyeti ağır bir misyonu üstlenen yayıncı kuruluşlar okuyucu-erişimci kitlesiy- İslam’ın sahih bilgisini ve insanlığa rehberlik eden yüksek insani, ahlaki hasletlerini toplumla buluşturmak gibi önemli bir vazifeyi üstelenmiş olan yayıncılık faaliyeti, her şeyden önce ticari kaygı ve endişelerin etkisinde kalmadan, İslam’ın doğru bilgisini topluma ulaştırmak gibi ulvi, bir o kadar da ağır sorumluluk üstlenmektedir. le ahlaki bir ilişki içindedir. Dinî yayıncılık, kaçınılmaz olarak ahlaka konu olan bir alandır. Çünkü yayın yapmak, özellikle de din alanında topluma, insanlığa bilgi aktarmada aracılık yapmak, okuyucuyla ahlaki bir ilişkiye geçmektir. Bu ilişkinin doğru ahlaki zemine oturması, okuyucuyu ciddiye almakla başlar. Tüketimin ve popüleritenin cazibesine kapılmadan bu ahlaki duruşu sadece muhafaza etmeyi değil, aynı zamanda güçlendirmeyi ve yaygınlaştırmayı nasıl başaraca- ğımız üzerinde de düşünmemiz gerekmektedir. Dinî yayıncılık alanında hizmet verenlerin bu durum çerçevesinde hem okuyucu, hem de içinde yaşadığımız çağın şartları karşısında yeniden bir durum tespitine ve mevcut durumu gözden geçirmesine ihtiyacı var. Kuruluşundan bu yana hizmetlerini sahih dinî bilginin ışığında gerçekleştirmeyi ve doğru bilginin toplumla paylaşılmasını önemseyen Diyanet İşleri Basılı yayınlar alanında on ayrı serideki yayın sayıları 1200’e ulaşan Başkanlığımız, 2012 yılında Diyanet Televizyonu, 2013 yılında Diyanet Radyo ve 2015 yılında Diyanet Kur’an Radyo ile yayıncılık konusundaki etkinlik alanını genişletmiştir. Başlangıcından itibaren kurumun yayınlarının halk nezdinde kabul görmesinin en önemli sebebi güven unsurudur. Artık küresel bir teşkilata dönüşen Başkanlığımızın, bütün hizmet alanlarındaki etkinliğini sadece ülkemizin değil, gönül coğrafyamızın da ihtiyaç ve beklentilerini dikkate alarak daha ileri noktalara taşıma zarureti vardır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 9 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Başkanlığı, daha ilk yıllarından itibaren başlattığı yayın faaliyetlerini zaman içinde sürekli güncelleyerek ve geliştirerek devam ettirmiştir. Özellikle son yıllarda yayın çeşitliliğini artırmış, çocuklar, gençler, engelliler, halk ve aydınlar başta olmak üzere bütün toplum kesimlerine yönelik yayınlar hazırlamıştır. 2003 yılından bu yana gerçekleştirilen yayın kongreleri ve ortak akıl toplantılarıyla da yeni gelişmeler ışığında hem geleceğe yönelik yayın planlamalarını hazırlamış hem de sivil yayıncılar ve alan uzmanlarıyla ortak hedefler ve stratejiler belirlemeye gayret etmiştir. GÜNDEM Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Süreli yayıncılık geleneği Süreli dinî yayıncılık geleneğinin Tanzimat Dönemi’ne dayandığı ifade edilir. Meşrutiyetin ilanından sonra yayınlanmaya başlayan Sırat-ı Müstakim, Millî Mücadele ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yayımlanan Sebilü’r-Reşat gibi dergiler, dinî konularda yayınladıkları tartışmalı makalelerle dergi geleneğinin kökleşmesine önemli ölçüde katkı sağlamışlardır. Süreli yayınların yayın faaliyetleri içindeki yerini göz ardı etmeyen Diyanet İşleri Başkanlığı, 1956 yılında “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası Ramazan Nüshası” adıyla bugün İlmi Dergi olarak bilinen ilk süreli yayınını neşretmiştir. 2003 yılı 39/2. sayısından bu yana Yüksek Öğretim Kurulu’nun “Hakemli Dergi” tanımına uygun olarak yayınına devam ettiren İlmi Dergi, uluslararası tarama indekslerinde de yer almaktadır. Dergiyle hem akademik çalışma yapan ve sayıları gittikçe artan kurum mensuplarının hem de akademik camianın bilimsel birikimleri toplumla paylaşılmakta ve Başkanlık hizmetlerinde istifade edilmektedir. İstikrarlı duruş Başkanlığımız, 1968 yılında ülkenin en ücra köşesinde bile hizmet veren görevlileriyle kurumsal iletişimi sağlamak, o yılların şartlarında personelini eğitmek ve halkın ihtiyaç ve beklentileri- Mustafa ERKAN Sinop İl Müftüsü 1956 yılında Reislik Mecmuası adıyla yayın hayatına başladığından bugüne Diyanet Aylık Dergi, zamanla değişen ve gelişen muhtevasıyla son derece faydalı ve yol gösterici bir yayın organı olarak yayın hayatına devam etmektedir. Paydaşları olan Diyanet İlmi Dergi, Diyanet Çocuk Dergisi ve Diyanet Aile Dergisi ile bir bütün olarak ilmî hafızamızı tazeleyen yayın organlarımız, kaliteli baskı ve muhteviyatıyla da göz kamaştırıyor. Kaybolmaya yüz tutan değerlerimizi toplumumuzun gündemine taşıyan Diyanet Aylık Dergi, sürdürdüğü yayın politikasıyla da sağlıklı insan ilişkileri, hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemleri, canlı tutmak adına üstlenmiş olduğu çok önemli bu görevi başarıyla yerine getirmeye devam etmektedir. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. ni karşılamak amacıyla Diyanet Gazetesi’ni çıkarmıştır. Diyanet Gazetesi, 1991 yılından itibaren yeni içeriğiyle Diyanet Aylık Dergi adıyla yayınını sürdürmüştür. Her yıl yeni köşeleri ve zengin görsel tasarımıyla kendini sürekli yenileme çabasında olan Diyanet Aylık Dergi, bu ay 300. sayıya ulaşmıştır. Yarım asra yaklaşan bir geçmişiyle her türlü zorluğa rağmen mütevazı, ancak istikrarlı duruşuyla varlığını sürdürmüştür. Türkiye’deki süreli yayıncılık faaliyetleri açısından bakıldığında, bu kadar uzun süre ayakta kalabilen dergi sayısının çok da fazla olmadığını belirtmek gerekir. Diyanet Aylık Dergi, Başkanlık personeli yanında akademik çevreler, halk ve medya tarafından da takip edilmekte, kendi kulvarında sürekli yenilenme çabasıyla Başkanlık personelinin mesleki açıdan gelişmelerine katkı sağlamaya ve halkımızı güncel dinî konularda aydınlatmaya gayret etmektedir. Bugün basılı ve elektronik ortamda okuyucuyla buluşan Aylık Dergi, günümüzde aile konusunda yaşanan problemler dikkate alınarak 2013 yılından bu yana “Aile” ekiyle birlikte daha zengin bir muhtevaya kavuşmuştur. Başkanlığımızın hizmet alanları içinde en fazla önemsediği gruplardan biri çocuklardır. Türkiye’de çocuk dergilerinin Diyanet Aylık Dergi, Başkanlık personeli yanında akademik çevreler, halk ve medya tarafından da takip edilmekte, kendi kulvarında sürekli yenilenme çabasıyla hem Başkanlık personelinin mesleki açıdan gelişmelerine katkı sağlamaya hem de halkımızı güncel dinî konularda aydınlatmaya gayret etmektedir. Diyanet İşleri ilk Reisi Mehmet Rifat Efendi ve Diyanet İşleri Reisliği Heyeti. yaygın olmadığı bir dönemde, 1979 yılında yayınlanmaya başlayan Diyanet Çocuk Dergisi, yurt içinde ve yurt dışında çocukların seviyelerine uygun dinî bilgilerle aydınlatılmasında basılı yayınlarla birlikte önemli bir misyonu yerine getirmektedir. Başkanlığımız çocukların seviyelerini, algı düzeylerini, ilgi ve beklentilerini dikkate alarak alan uzmanlarının desteğinde hazırladığı basılı ve süreli yayınlarıyla çocukları temel dini bilgilerle buluşturmakta, onların ahlaki açıdan gelişmelerine ve zararlı alışkanlıklardan korunmalarına katkı sağlamaya çalışmaktadır. Kurumsal anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1960’lı yıllardan itibaren yayımladığı dergiler, akademik alanda veya bağımsız gelişen ilmî ve fikrî tecrübeleri kurumun tecrübe dağarcığına katmaya çalışması bakımından işlevsel bir öneme sahiptir. Günümüzde ulaştığı tiraj, etki alanı, muhatap kitlesi ve içeriği açısından kurumun dergileri, toplumu bilgilendirme yanında, Başkanlık görevlilerine görev alanlarına ilişkin güncel sağlıklı bilgiler sunmakta, ufuk ve vizyon kazandırmaktadır. Ayrıca özel piyasaya ve akademik camiaya tecrübe sunmaktadır. Yayıncılık alanında ülkemizdeki ve uluslararası piyasadaki yeni gelişmeleri yakından takip etmek, yeni trendleri görmek, ihtiyaçları ve talepleri tespit etmek, yeni girişimlerde bulunmak ve en önemlisi, bu alanda var olmak, var olmak için de bütün bu mecralarda üretilen yayınları sürekli geliştirmek ve çeşitlendirmek kaçınılmazdır. Yayıncılığın özel bir alanı olan dinî yayıncı- lıkta da gözlemlenen bu hızlı değişim ve dönüşüm; söz konusu dinamik süreci yönetmede ve şekillendirmede özel çabaları gerekli kılmaktadır. Başkanlığımız yayıncılık alanındaki hizmet kalitesini daha ileri seviyelere taşıma ve uluslararası standartlarda nitelikli yayın üretme azmindedir. Bu vesileyle, kuruluşundan bu yana, başta yayın hizmetleri olmak üzere Başkanlığımızın bütün hizmet alanlarında aşkla, heyecanla ve sabırla çalışan, bugünlere gelmemizde emeği, alın teri, fikrî katkısı bulunan, okumalarıyla, eleştirileriyle yayın faaliyetlerimizin olgunlaşmasını sağlayan ve halkımıza ulaştıran bütün hocalarımıza ve personelimize şükran borçluyuz. Ebediyete göçenleri rahmet, minnet ve hayır dua ile yad ediyoruz. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 11 GÜNDEM Kuruluş Yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığının Yayın Hizmetleri Dr. Mehmet BULUT Bilgiden Hikmete Uzanan Yol DİB Başkanlık Müşaviri Reisliğin kuruluşuna da önayak olmuş Büyük Millet Meclisinin bir kısım üyeleri, kurdukları reisliği büyük bir teşkilat olarak niteliyor, ondan İslam adına kısa ve uzun vadede çok önemli hizmetler bekliyorlardı. Reisliğin yapacağı yayın faaliyetleri de bu önemli beklentiler arasındaydı. Din-i mübin-i İslam’ın inanç ve ibadetlerine dair bütün hüküm ve işlerinin tedviri ve dinî müesseselerin idaresi için 3 Mart 1924’te “Cumhuriyetin makarrında” tesis edilmiş olan Diyanet İşleri Reisliğinin, kuruluşundan başlayarak şu veya bu şekilde yayın hizmetinde bulunduğu bir vakıadır. Mevzuat, işleyiş ve yayın faaliyetleri açısından benzerlik göstermesi nedeniyle, 1950’ye kadar dönemi “Kuruluş Yılları” olarak kabul ederek Reisliğin bu yıllardaki yayın hizmetlerini incelemek istiyoruz. Reisliğin kurulduğu yıllar ve “Müslümanlık Meclisi”nin mühim kararı Diyanet İşleri Reisliğinin kurul- 12 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 duğu 1924 ve sonraki bir-iki yıl, Türkiye Büyük Millet Meclisinde İslami heyecanın henüz nispeten sürdüğü yıllardır. Bu düşünceyi destekleyen en önemli olay, Diyanet İşleri Reisliğinin 1925 yılı bütçesinin 21 Şubatta görüşülen müzakeresi sırasında devletçe ayrılacak özel ödeneklerle tefsir ve hadis tercümesi kitapları yayınlanmasına ilişkin vaki önerge üzerine yapılan konuşmalardır. Mesela, din ve diyanet hizmetlerine destek olmayı kendileri için bir vecibe olarak gören bir mebus, TBMM’nin bir “Müslümanlık meclisi” olduğunu söylüyor, buna delil olmak üzere Meclis duvarında asılı levhaya işaretle, “Çünkü” diyordu, “Ba- şımızda bakın ‘ve emruhum şûrâ beynehum’ nazm-ı celili vardır. Bu Meclis’in ‘Müslümanlık meclisi’ olduğunu bu nazm-ı celil-i ilahî ispat ediyor. Bunun hilafında hareket olunamaz. İşte ‘ve emruhum şûrâ’nın manası da Müslümanların işleri meşveretle meydana gelir, meşverete istinat eder.” Reisliğin kuruluşuna da önayak olmuş Büyük Millet Meclisinin bir kısım üyeleri, kurdukları reisliği büyük bir teşkilat olarak niteliyor, ondan İslam adına kısa ve uzun vadede çok önemli hizmetler bekliyorlardı. Reisliğin yapacağı yayın faaliyetleri de bu önemli beklentiler arasındaydı. GÜNDEM memişse de tefsir ve hadis tercümeleri yaptırılmak üzere talep edilen 20 bin lira ödeneğin ayrılması uygun görülmüştür. Elmalılı Hamdi Yazır’ın hazırladığı Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirle Ahmet Naim Bey ve Prof. Kamil Miras tarafından tercüme edilen Özetle belirtmek gerekirse, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 21 Şubat 1925 tarihli oturumunda, Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi ve 52 arkadaşının imzasını taşıyan bir önerge Meclise sunularak, Reislikçe başta tefsir ve hadis tercümeleri, ilmihal ve hutbe kitapları 3 Mart 1924 tarihinde TBMM’de kabul edilen olmak üzere ihtiyaç Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Kanunu duyulan dinî eserleri yayınlamak üzere bir dinî yayın Tecrid-i Sarih Tercemesi işte bu kurulunun oluşturulması ve yaMeclis kararının sonucunda vüpılacak yayınlar için de Diyanet cut bulmuştur. (Konunun aybütçesine 20 bin lira özel ödenek rıntıları için bkz. Mehmet Bulut, konması talep edilmiştir. Yapılan “İlk Cumhuriyet Meclisinde Dinî tartışmalar sonucu, yayın kurulu Yayıncılık Hakkında Tarihî Bir oluşturulması fikri kabul edilKarar”, Diyanet İlmî Dergi, c. 28, sayı: 1 (Ocak - Şubat - Mart 1992), s. 139149.) Reisliğin sözü edilen bütçe müzakeresinde serdedilen düşüncelilere bir bütün olarak baktığımızda nasıl bir dinî yayın faaliyetinin arzu edildiğini öğrenebiliyoruz. Şöyle özetleyebiliriz: * Hazırlanacak eserlerle topluma sahih bir İslam bilgisi kazandırılmalı. Bunun için Kur’an ve sünnetin doğru anlaşılmasına yönelik yayınlara öncelik verilmeli. * “Zamanın İslam’a yönelik itirazlarına” cevap verecek nitelikte eserler yayınlanmalı. * “Memalik-i ecnebiyede din-i İslam aleyhine veya hata-âlud olan neşriyata karşı mukabele” edilmeli. * İhtiyaç duyulan Arapça temel kaynak eserler dilimize çevrilmeli. * Köylü, asker, çocuk gibi özel gruplara yönelik kitaplar da neşredilmeli. * Tefsir ve hadis kitapları münferiden değil, “erbab-ı ihtisastan” oluşan bir heyet tarafından yapılmalı. * Yazılacak tefsir ve diğer eserlerle İslam, hurafe ve batıl inanışlardan arındırılmalı. * Hazırlanacak eserlerde çağın ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 13 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Bu cümleden olarak, Reisliğin bel verdiği Şer’iye ve Evkaf Vekâleti bünyesinde yayın hizmetinde bulunmak üzere kurulmuş olan Tetkikat ve Telifat-ı İslamiye Heyeti gibi bir kurulun –çünkü o örneği biliyorlardı, bir kısmı bizzat o teşebbüsün içinde yer almışlardı- Diyanet İşleri Reisliği bünyesinde de oluşturulmasını, yayınlanması teklif edilen tefsir ve hadis kitapları yanında diğer dinî yayın faaliyetlerinin bu heyet maharetiyle yürütülmesini arzu ediyorlardı. GÜNDEM Diyanet İşleri 3. Reisi Ahmet Hamdi Akseki ve beraberindeki heyetle bir ev ziyaretinde. getirdiği problemler göz önünde tutulmalı, eski zamanlarda kalmış tartışmaları yeniden gündeme taşımaktan sakınılmalı. Bilgiden Hikmete Uzanan Yol * Eserler konunun uzmanlarınca hazırlanmalı, günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olmalı, halkın anlayacağı sade bir dil ile yazılmalı. * Yayın faaliyetlerinde arzu edilen her şey yapılamasa bile yapılabileceklerden de sarfınazar edilmemeli; bu hususta, “Bir şey tamamıyla yapılamazsa bile tamamıyla terk edilmez (Mâ-lâ yüdrek küllühu lâ yütrek külluhu) prensibi esas alınmalı. * Unutulmamalıdır ki, İslam adına yayınlanan hatalı, bozuk düşünceli, niteliksiz yayınların önüne geçmenin en sağlıklı yolu, insanların eline sahih ve nitelikli olanı vererek onları yanlış olandan uzaklaştırmaktır. Yasal düzenlemelerde dinî yayın faaliyetleri Kuruluşuyla birlikte fiili olarak yayın faaliyetinde bulunduğu hâlde 1924’ten 1950’ye kadar geçen süre içinde Reislikle ilgili yapılan yasal düzenlemelerde yayın hizmetleriyle ilgili hükümler yer almadığı gibi bu hizmetler için teşkilatta özel bir birim de oluşturulamamıştır. Ancak 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı “Şeriye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletlerinin İlgasına Dair Kanun”un Reisliğin görev 14 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 ve kuruluş amacını ifade eden ilk maddesinde geçen “itikadat ve ibadata dair bütün ahkâm ve mesalihinin tedviri...” şeklindeki ibarenin, diğer hizmetler yanında teşkilata, halkı dinî konularda aydınlatmak üzere yayın faaliyetlerinde bulunma görevini de yüklediği, kurucu nesil tarafından ifade edilmiştir. Onlara göre bu kayıt, “Milletin itikadatına, âdâtına müteallik olan ahkâm-ı İslamiyeyi milletin anlayabileceği derecede birtakım resail neşrederek onlara okutturmak ve onların İslami olan maneviyatını yükseltmek” anlamına gelmekteydi. bütçelerine ödenekler konulmaya başlanmış, aynı kanunla bu tarihe kadar ücretsiz dağıtılan Başkanlık yayınlarının bundan böyle parayla satılması kararlaştırılmıştır. 23 Mart 1950 tarih ve 5634 sayılı ek kanunla ilk kez merkez birimleri arasında bir müdür ve iki memurdan oluşan bir Yayın Müdürlüğüne yer verilmiştir. Öte yandan 2 Temmuz 1951’de kabul edilen 5806 sayılı Dini Yayınlar Döner Sermayesi Kanunuyla, yayın faaliyetlerinde kullanılmak üzere Başkanlık Kuruluş yıllarında Başkanlığın yayın faaliyeti olarak sadece basılı/kitap yayınlarından söz edebiliyoruz. Kısaca belirtmek gerekirse, Başkanlık 1950’ye kadar 23 civarında eser yayınlamıştır. Sayı itibarıyla az olsa da, bütün tarihi boyunca Başkanlığın başyapıtları durumunda olan ve devlet desteğiyle vücut bulan Hak Dini Diyanet İşleri Reisliğinin yayın hizmetleri “Kuruluş yılları” olarak nitelendirdiğimiz 1950’ye kadar olan dönemde Reisliğin yayın hizmetleri, kitap yayın faaliyetleri ve diğer yayın hizmetleri olarak iki kısımda ele alınabilir. Yayınladığı Kitaplar 1925 yılı bütçe müzakereleri sırasında verilen bir başka önerge ile müsabaka yoluyla Diyanet İşleri Reisliğinin Türkçe bir hutbe mecmuası hazırlatıp yayınlaması ve bu Türkçe hutbelerin okunmasının mecbur tutulması talep edilmiştir. Kur’an Dili ile Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi adlı eserlerin bu dönemde yayınlanmış olması son derece önemlidir. TBMM’de alınan bir karar ve ayrılan özel ödeneklerle yayınlanabilen söz konusu eserlerin basımı konusunda yine de Başkanlık yetkililerinin birçok zorluğa göğüs germek zorunda kaldıklarını ve bilhassa merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin sabır, azim ve özverili çalışmalarıyla sonuca ulaşıldığını hatırlatmamız gerekir. 1925 yılında hazırlanmaya başlanan 7 bin küsur sayfa tutarındaki Hak Dini Kur’an Dili’nin ilk cildi 1935’de; 2, 3, 4, 5, 6. ciltleri 1936’da; 7, 8 ve 9. ciltleri de 1938’de yayımlandı. 12 ciltlik Tecrid-i Sarih Tercemesi, 1926 yılından itibaren fasiküller ve bilahare ciltler hâlinde yayınlanmaya başlamış 1948’de yayınlanan 12. ciltle tamamlanmıştır. 1925 yılı bütçe müzakereleri sırasında verilen bir başka önerge ile müsabaka yoluyla Diyanet İşleri Reisliğinin Türkçe bir hutbe mecmuası hazırlatıp yayınlaması ve bu Türkçe hutbelerin okunmasının mecbur tutulması talep edilmiştir. Bunun üzerine Reislik, yarışma yoluyla değil; ama kurum olarak “Türkçe Hutbe” adıyla bir hutbe mecmuası hazır- lamış ve 1927’de yayınlamıştır. Bu üç eser dışında bu yıllarda yayınlanan Ahmet Hamdi Akseki’ye ait Ahlak Dersleri, Askere Din Dersleri (Genelkurmayın talebi üzerine hazırlanmıştır), İslam Fıtri Tabii ve Umumi Bir Dindir adlı kitaplar; Abdurrahman Azzam’dan çevrilen Allah’ın Peygamberlerine Emanet Ettiği Ebedi Risalet; Muhyiddin Nevevi’den tercüme edilen Riyazü’s-Salihin; Fuat Sezgin’in tercüme ettiği İslam Düşüncesinin İlahi Tarafı adlı eserler önemlidir. Öte yandan, bu yıllarda Reisliğin bir süreli yayını olmadığını belirtmek isteriz. Müşavere Heyeti bağlamında Reisliğin diğer yayın hizmetleri Eser inceleme Bülent ACUN Mersin Tarsus Müezzin-Kayyım Her dergi bir ihtiyaçtan doğar ve önemli bir boşluğu doldurur. Bugün itibarıyla ilim, kültür, sanat ve edebiyat alanlarında tebarüz etmiş hemen her şahsiyetin ya okur ya da yazar olarak beslendiği bir dergi var. Hatta öyle dergiler var ki bir neslin yetişmesine öncülük etmiş. Dergicilik tarihine bakıp şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir derdimiz varsa, bir de dergimiz var demektir. 1991 yılında yayın hayatına başlayıp bugün itibarıyla 300’üncü sayıya ulaşan Diyanet dergisi kurumsal dinî yayıncılığın öncüsüdür. Diyanet İşleri Başkanlığının vizyon ve misyonunun istenen seviyeye gelmesinde Diyanet dergisinin önemli bir rol üstlendiği aşikâr. Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal bir görevi olan “Halkı din konusunda aydınlattığı meşalelerden birisi de Diyanet Dergisi’dir.” 1950’ye kadar olan süreçte dinî yayın konusu da dâhil, Reisliğin hemen bütün hizmetleri Müşavere Heyeti tarafından yerine getirilmeye çalışılmıştır. Hatta Heyetin en önemli görevlerinden birinin eser tetkiki olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim dönemin siyasi yetkililerinin değerlendirmelerine göre de, tefsir ve hadis kitapları da dâhil olmak üzere, ihtiyaç duyulan eserleri hazırlamak veya hazırlatmak, dinî yayınları murakabe etmek, incelemek bu heyetin görevleri arasında idi; hatta bu heyet bu amaçla kurulmuştu. Müşavere Heyetinin 2 Ekim 1947 tarih ve ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 15 276 sayılı mütalaasında da, dinî nitelikli yayınlarda görülen hataların düzeltilmesinin Reisliğin üzerine bir vecibe olduğuna işaret edilmiştir. Heyetin bu yıllardaki yayın inceleme faaliyetleri üç grupta toplanabilir: Reislikçe basımı düşünülen eserler hakkında karar ittihazı; Cumhuriyet Savcılıkları, Basın Yayın Umum Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü gibi resmî kurumlardan gönderilen basılı ve süreli yayınların incelenerek haklarında mütalaada bulunması ve Reisliğe, basılması veya satın alınması talebiyle gönderilen eserlerin incelenerek karara bağlanması. Ayrıca Heyetin dine, mukaddesata hakaret ve saldırı niteliğindeki yayınlar için, emniyet birimlerine gönderilmek yahut kamuoyunu bilgilendirmek üzere raporlar ve beyannameler hazırlaması da bu kapsamda değerlendirilebilir. Uygulamaya göre Müşavere Heyeti, gelen kitap ve diğer mevkuteleri inceliyor ve bunların dinî açıdan mahzurlu olup olmadığına ilişkin mütalaa ve kararlarını ilgililere ulaştırmak üzere Reislik Makamına takdim ediyordu. Bu yıllarda Reisliği en çok meş- 16 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 gul eden husus, İslam’ı tahrif niteliğindeki yayınlar (maksatlı hazırlanmış hatalı Kur’an tercümeleri, dinde reform iddialı kitaplar vb.) başta olmak üzere özellikle 1930’lu yıllardan itibaren Latin harfleriyle yazılmış Mushaf veya ayet ve sureleri ihtiva eden kitaplar olmuştur. Kütüphane tesisi: 1930’larda zengin bir kütüphanenin temelleri atılıyor Elimizde şimdilik bir kayıt bulunmamakla birlikte, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti Tetkikat ve Telifat-ı İslâmiye Heyeti kütüphanesinin Diyanet İşleri Reisliğine intikal etmiş olduğunu tahmin edebiliriz. 12 Eylül 1933 tarih ve 206 sayılı Müşavere Heyeti kararında “Reislik Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü”nden söz edilmesi, 1934’te Reislik Kütüphanesi kayıt defterlerinden bahsedilmesi de buna işaret etmektedir. Kaynaklarımızda kütüphaneden söz edilirken bazen Reislik Kütüphanesi, çoğu kez de Müşavere Heyeti Kütüphanesi şeklinde zikredilmektedir. Müşavere Heyeti kararlarından, 1934’ten itibaren Heyetin, zaman zaman Reislik Makamına müracaat ederek bazı eserlerin Kütüphaneye satın alınmasını talep ettiğini görüyoruz. Talep edilen kitapların çoğu, bilhassa Müşavere Heyetinin ihtiyaçlarını karşılayacak Arapça temel dinî eserlerdir. Satın alınması talep edilen eserlerin büyük çoğunluğunun başka ülkelerde basıldığını söylemeye gerek olmadığını düşünüyorum. Bir Müşavere Heyeti yazısından, ithal edilecek kitaplarla ilgili işlemlerin İstanbul Müftülüğü tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır (21 Haziran 1934 tarih ve 42 sayılı mütalaa). Heyet, kitap yanında bazı mevkutelerin satın alınmasını da talep edebilmiştir. Mesela, 25 Aralık 1947 tarih ve 348 sayılı Müşavere Heyeti kararında, Abdürrahim Zapsu tarafından neşredilen haftalık Ehli Sünnet Gazetesi’nin her nüshasından 100’er adedinin Reislikçe satın alınması uygun görülmüştür. Başka bir örnek yine o yıllarda fasiküller hâlinde yayımlanan İslam-Türk Ansiklopedisidir. Bir diğer örnek de Kahire’de münteşir Arapça Mecelletü’l-Ezher dergisidir. Heyet, bu derginin 1939 yılı itibarıyla çıkmış sayılarının satın alınması için Reislik makamına müracaatta bulunmuştur (13.12.1939, Karar No: 630). Reislik için kütüphane kurma çalışmalarında merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin hususi gayretlerini burada zikretmemiz gerekir. Kuruluşundan itibaren GÜNDEM onun bu doğrultudaki çabaları, Reislik makamını ihraz etmesiyle daha da kesafet kazanmıştır. Vefatından sonra Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesine intikal eden kitaplarından da anlaşılacağı gibi, o, Doğu’da-Batı’da yayınlanan İslami eserleri takip etmiş, bunların önemlilerini hem kendi satın almış hem de Reislik kütüphanesine kazandırmıştır. olana takınılan yeni tavır, maddi imkânsızlıklar, mevzuatın elvermemesi gibi durumlar, Başkanlığa ciddi anlamda bir yayın faaliyeti imkânı vermemiştir. Bu süreçte Reislikten ileri düzeyde bir yayın hizmeti beklemek bir yana, 1950’lere gelinceye kadar teşki- Değerlendirme ve sonuç Kuruluş yıllarında Diyanet İşleri Reisliğinin yayın hizmetlerini şöylece değerlendirmek mümkündür: 1925 yılını hemen takip eden süreçte ülkemizde dinî Ramazan BOZKURT İzmir-Tire Eğitim Merkezi Müdürü Odanda bir dergi/n var biliyorum, ya masanın ya da sehpanın üzerinde, okumanı bekliyor, okursan seni hem bilgi hem de fikir sahibi edecek/etmeye yetecek bir dergi Diyanet… Neye/ nereye mensup olduğunu, neden/niçin mesul olduğunu ve ne ile nasıl meşgul olman gerektiğini sana hatırlatan bir dergi Diyanet… 300. defadır kapımıza gelecek olan dergimizi sadece evimize değil elimize de alalım, hatta elimize almakla da kalmayıp neleri ele aldığına da bir bakalım. Ömrünün uzun olması ümidi ve duasıyla yayınında, yazımında ve diğer her aşamasında emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler… Bu yıllarda Mushaf, meal, ilmihal gibi temel kitapların basımının yapılamaması (Başkanlık ilk Mushaf basımını 1959’da; üç ciltlik bir Kur’an mealini de 1961’de yayınlayabilmiştir), diğer sebepler yanında, kanaatimce bu yıllarda mevzuat gereği yayınlarını ücretle satamayışı etkili olmuştur. On binlerce nüsha Mushaf, meal, ilmihal basıp bunları ücretsiz dağıtmak o günkü şartlarda herhâlde mümkün olmazdı. Nitekim bu yıllarda Müşavere Heyetince incelenip yayını faydalı görüldüğü hâlde maddi imkânsızlıklar sebebiyle basılamayan onlarca eser vardır. Her şeye rağmen, geriye dönüp baktığımızda ilk yıllarında Reisliğin yayın faaliyetlerinde günümüz için de güzel örnek ve hatıralar bulabiliyoruz. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 17 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Yayın konusunda Diyanet İşleri Reisliğinin önünde iki önemli tecrübe olan, Meşihat Makamına bağlı Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye ile Şer’iye ve Evkaf Vekâleti bünyesinde oluşturulan Tetkikat ve Telifat-ı İslâmiye Heyeti’nin ana yayın hedefi, “Hakaik-i diniyye ve meâli-i İslamiyyeyi neşir ve tamim” şeklinde formüle edilmişti. Bu, özellikle Batı’ya karşı İslam’ın yüceliklerini anlatmayı önceleyen bir yayın hedefiydi. Bu hedef, sözü edilen 1925 yılı bütçe müzakeresi sırasında dönemin İslami hassasiyetli mebusları tarafından Reislik için de yayın hedeflerinden biri olarak öngörülmüştü; ancak Diyanet için bilahare bu hedefin “halkı din konusunda aydınlatma”ya doğru evrildiğini görüyoruz. lat mensuplarının ve halkın dinî yayın ihtiyacına asgari düzeyde olsun cevap vermek mümkün olmamıştır. Bu eksiklik, sonraki yıllarda da kolay telafi edilememiştir. Buna rağmen sözünü edegeldiğimiz tefsir ve hadis kitapları, Başkanlığın yayıncılık tarihinde yakın zamana kadar aşılamamış bir yayıncılık olayıdır. Şu var ki, her iki yayın da ilmî birer eser olmaları sebebiyle halkın genelinin değil; müftü, vaiz gibi Başkanlık mensuplarının ve belli bir kültür düzeyindeki kişilerin istifadesine uygundu. GÜNDEM Mecmua’dan Dergi’ye Sırat-ı Müstakim’den Diyanet’e Süreli İslami Yayıncılığa Dair Notlar Kâmil BÜYÜKER Polemikleri, sansasyonel kapanış ve çıkışlarıyla da dikkati çeken Büyük Doğu, Türkiye’de İslamcı harekete yol açan belli başlı yayın organlarından biri durumundadır. Dinî yayınların hemen hiç bulunmadığı bilhassa 1950 öncesinde gençlerin dinî kültüre yönelmesinde oldukça önemli bir rol üstlenmiştir. 18 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Bugün için bir İslami dergicilik tarihi yazılmak istenirse ve yazılacaksa uzun bir zaman dilimine damgasını vurmuş ve tesiri hâlâ devam etmekte olan Sırât-ı Müstakim mecmuasını esas almak iktiza eder. İçinde yaşadığımız yüzyıldan geriye dönüp baktığımız vakit bugünkü karşılığı “dergi” olan bir “mecmua” karşımıza çıkar. Bugünün İslam düşüncesi ve fikriyatının oluşmasında büyük ölçüde emeği olan simaların çıkardığı ve yazdığı bu mecmua Sırât-ı Müstakîm’dir. Sonraları Sebilürreşad adını alacak olan mecmua 1966 yılına kadar müstakim bir düşünce etrafında dinî, içtimai, fikrî, felsefi, siyasi yayınlar yapar. Bugün için bir İslami dergicilik tarihi yazılmak istenirse ve yazılacaksa uzun bir zaman dilimine damgasını vurmuş ve tesiri hâlâ devam etmekte olan bu mecmuayı esas almak iktiza eder. Sıratımüstakim’den Sebilürreşad’a Sıratımüstakim mecmuası Meşrutiyet’in ilanından otuz beş gün sonra 14 Ağustos 1324/27 Ağustos 1908 Perşembe tarihi ile İstanbul’da yayınlanmaya başlar. Kurucu ve imtiyaz sahibi olarak iki isim görülmektedir. İstanbul Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Ebu’l-Ulâ Mardin (1881-1957) ve Hukuk doktoru Hafız Eşref Edip Fergan (1883-1971). Derginin ilk yayınlandığı günleri Eşref Edip Bey şu cümlelerle nakleder: “İlk çıktığı günlerin heyecanını hiç unutmuyorum. Yıllarca hasretini çektiğimiz hürriyet güneşi doğar doğmaz matbaalara koştuk. “Sıratımüstakim” ünvanıyla ilk nüshamız çıkınca Bâbıâli alt üst oldu. Müvezzilerin “Sıratımüstakim, Sıratımüstakim” âvâzeleri caddeleri kapladı. 24 saat sürmedi, on binlerce nüshası yağma oldu. Tekrar bastık, yine bitti. Arkasından ikinci nüsha yetişti. Memleketin her tarafından telgraflar yağmaya başladı. Matbaalar gece gündüz çalıştığı hâlde yetiştiremez oldular. Az zamanda İşkodra’dan Bağdat’a ve Yemen’e kadar bütün memleket Sıratımüstakim’le doldu ve bütün İslâm dünyasına taşmaya başladı. Bütün âlimlerin, kudretli üstatların eserleriyle, kıymetli şiirleriyle Sıratımüstakim en birinci mecmua halini aldı. Hele Âkif’in şiirleri bütün gönüllere öyle heyecanlar verdi ki…” (Sıratımüstakim Mecmuası, C-1, Haz. Ertuğrul Düzdağ, Bağcılar Bel. Yay. 2013, s. IX, X.) Mecmua bu kuvvetli düşünce ve hissiyatla çıkarken Osmanlı bakiyesi coğrafyalarda da makes bulur. Mecmuanın bir diğer ayırt edici hususiyeti hiç şüphesiz Mehmet Âkif’in başyazar olmasıdır. Âkif derginin ikinci dönemi olan 8 Mart 1912 tarihinde 183. Sayıyla Sebilürreşad ismiyle devam edecek olan mecmuada yine başyazılarına devam eder. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi birbirinin devamı olan ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 19 GÜNDEM her iki mecmuada da zengin bir kadro vardır: İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi Yazır, Mehmet Ali Ayni, Ferid Kam, Kâmil Miras, Şeyhülislam Musa Kazım, Manastırlı İsmail Hakkı, Tahirü’lMevlevi, Şeyhülislam Mustafa Sabri bu isimlerden bazılarıdır. Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Sebilürreşad çıkarıldığı dönemde farklı gerekçelerle kapatılır, İstanbul dışında (Kastamonu, Ankara, Kayseri) yayınlanmaya mecbur edilir. Derginin son sayısı 2. Dönemde yani Şubat 1966 tarihinde ve 362. sayı ile son bulur. İslami Dergicilikte “Hareket”li yıllar İslami neşriyata karşı devlet eliyle sistematik olarak yapılan zulümler (yayınları toplatma, mesullerini ve yazarlarını tutuklayıp sindirme gibi) devam ederken ilk defa muhalif bir sada ile yayın yapan bir dergi çıkar. Adı “Hareket”tir. Sor- Nuriye Yıldırım Sarısaman Sarıyer Valide Adle Kur’an Kursu Öğreticisi Diyanet teşkilatı, hiç kuşkusuz gerek ulusal gerekse evrensel boyutta ilahî mesaja aç ve muhtaç insanların dinî ve ahlaki değerlerine coşku ve heyecan ile hizmet eden bir görev icra etmektedir. Bu yüzden Diyanet camiasının sesinin güçlü ve gür bir şekilde çıkması önem teşkil etmektedir. Bu zaruriyet, bünyesinde neşrettiği Diyanet dergisi yoluyla hâsıl olmaktadır. Nasıl ki güçlü toplumlar edebiyat ve sanata verdikleri değer ölçüsünde ön plana çıkmışlarsa, teşkilatımızın edebî ve sanatsal yansıması olan Diyanet dergisi de teşkilatımızın gücünü ve değerini simgeleyen bir yapıt konumundadır. Diyanet dergisi, kurumumuzun sahip olduğu itibarın da bir göstergesidir. Bu yüzden diyanet camiası olarak aidiyat hissimizin verdiği duyarlılıkla dergimizi sahiplenmeli ve daha da güçlenmesi için gerekli desteği sergilemeliyiz. 300. sayısı yayınlanan dergimize, daha nice kişi ve kuşakların yararlanmaya devam edeceği sayı dileklerimizle… 20 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 bonne Üniversitesi’nde doktorasını verip 1934’te Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yapan bir genç adam Nurettin Topçu, “Hareket” adını verdiği dergisini İzmir Atatürk Lisesi’ne tayin edildiği sırada çıkarmaya başlar. Tarihler Şubat 1939’u göstermektedir. 1981 yılına kadar belli aralıklarla yayın yapan derginin tescillenen son ismi “Fikir ve Sanatta Hareket” olmuştur. Basın hürriyetinin sınırlı olduğu bir devirde Hareket dergisi ilk sayılarından itibaren din, milliyetçilik, sosyal nizam ve inkılap gibi kavramlara resmî görüşün dışında yeni anlamlar yüklemesi bakımından önem taşır. Hatta devrin, ılımlı seviyede de olsa yönetime muhalefet gösteren tek dergisi olma özelliği dikkati çeker. (Orhan Okay, “Hareket”, DİA, 1997, c. 16, s. 123.) İlk dönem yazılarında doğrudan doğruya İslâm’dan bahsedilmediği, buna karşılık ahlak, mesuliyet, hizmet, hakikat, vicdan, sonsuzluk, ebedîlik, iman, irade, diğerkâmlık gibi kavramlar altında bir İslam nizamı düşüncesinin verilmek istendiği görülür. Kırk yıl gibi uzun bir zaman diliminde ve sistemli bir düşünce etrafında yayınını devam ettiren dergide Nurettin Topçu’nun yanında Mehmet Kaplan, Cahit Okurer, Hüseyin Batu, Ali Münif İslamoğlu, Remzi Oğuz Arık, Ahmet Kabaklı, Hasan Basri Çantay, Hilmi Ziya Ülken, Emin Işık, Ayhan Yücel, Hüseyin Hatemi, Hüsrev Hatemi, Ayhan Songar, Orhan Okay, Ezel Erverdi, Emel Esin, Mustafa Kara, Aclan Eylül 1943’ten başlayarak çeşitli aralıklarla Mayıs 1978’e kadar yayımlanan fikrî, edebî, siyasi ve dinî muhtevalı Büyük Doğu Dergisinin başyazarı ve dergi etrafında oluşan düşüncenin ideoloğu Necip Fazıl Kısakürek’tir. Sayılgan, Cemil Meriç, İsmail Kara, Sadettin Elibol, Süleyman Uludağ, Beşir Ayvazoğlu, Tarık Buğra, Mustafa Kutlu gibi pek çok şair, hikâyeci, mütefekkir, ilim adamı yazılar yazmıştır. Bir büyük ideolog ve dergisi: “Büyük Doğu” Salih Zeki Aktay, Nizamettin Nazif ve Şükrü Baban gibi isimler yer almıştır. İslami dergicilikte farklı renkler ve sesler İslami dergiciliğin sahaya indiği ve daha yüksek sesle ve farklı çeşitlilikte yayın yapılmaya başlandığı dönemler ise 1945’li yıllardan sonraya tekabül etmektedir. 1945’li yıllarda yaşanan kısmî özgürlük ortamı İslami dergicilikte de kıpırdanışa ve çeşitliliğe sebep olmuştur. Birbirini tamamlayan ve tevarüs ettikleri geleneği farklı bir üslupla taşımayı deneyen bu mecmua/dergiler arasında Yeni Selamet (Yayınlayan: Ömer Rıza Doğrul, 1947-1949), Ehl-i Sünnet (Yayınlayan: Abdurrahim Zapsu, 1947-1953), ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 21 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol İslami dergiciliğin bir başka sembol yayını ise “Büyük Doğu” olmuştur. Eylül 1943’ten başlayarak çeşitli aralıklarla Mayıs 1978’e kadar yayımlanan fikrî, edebî, siyasi ve dinî muhtevalı derginin başyazarı ve dergi etrafında oluşan düşüncenin ideoloğu Necip Fazıl Kısakürek’tir. Polemikleri, sansasyonel kapanış ve çıkışlarıyla da dikkati çeken Büyük Doğu, Türkiye’de İslamcı harekete yol açan belli başlı yayın organlarından biri durumundadır. Dinî yayınların hemen hiç bulunmadığı bilhassa 1950 öncesinde gençlerin dinî kültüre yönelmesinde oldukça önemli bir rol üstlenmiştir. (Orhan Okay, “Büyük Doğu”, DİA, 1992, c. 6, s. 513.) Haftalık, günlük ve aylık olarak toplam 512 sayı çıkmış olan derginin yazar kadrosunda da Necip Fazıl Kısakürek’in yanında Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ziya Osman Saba, Sabahattin Kudret Aksal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Sait Faik, Mahmut Yesari, Zahir Güvemli, Oktay Akbal, Samiha Ayverdi, Hüseyin Cahit Yalçın, Burhan Toprak, Salih Murat Uzdilek, Fikret Adil, Reşat Ekrem Koçu, Nurullah Berk, Ahmet Adnan Saygun, Hilmi Ziya Ülken, Kâzım Nami Duru, Mustafa Şekip Tunç, GÜNDEM Diyanet İşleri Reisliğinin ilk personeli. İslâmın Nuru (Yayınlayan: Ali Kemal Belviranlı, 1951-1953), İslam (Yayınlayan: Kemalettin Şenocak, 1956-1965), Selamet (Yayınlayan: Halim Baki Kunter, 1962-1963), Hilal (Yayınlayan: Salih Özcan, 1958-1992) gibi dergiler özellikle göze çarpmaktadır. 194560 yılları arasında yaşanan bu hareketlilik, bir başka kurumu da bu alanda söz söylemeye iter. Diyanet İşleri Reisliği’nin ilk mecmuası Öyle ki 1956 yılının Ramazanı Nisan ayında merhum Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun Diyanet İşleri Reisliği döneminde “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası (Ramazan Nüshası)” gibi bir mecmua çıkarmak hem kurumsal anlamda hem de 22 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 İslami düşünce ve fikrin yayılması anlamında çok önemli bir merhaledir. Mecmua, “Mukaddime” bölümünde; “öteden beri halkımıza bu arada bilhassa gençlerimize faide sağlayacak bir mecmuanın neşrini düşünen Diyanet İşleri Reisliği hazırlıklarını tamamlıyarak şu mecmuayı okuyucuların istifadesine arzetmiş bulunmaktadır.” cümlesi ile yayın hayatına girmiştir. Aynı bölümde âdeta bir manifesto da sayılacak ifadeler de yer almaktadır ki, bunlar bir nev’i reislik/Başkanlığın da kırmızı çizgileri demekti: “Mecmua Tevhit akidesini, İslam dininin üstün hakayıkını aksettirmeğe, onun büyük Peygamberinin engin fezailini nakle vasıta olacaktır. (…). Mecmua; ilmilikten ayrıl- GÜNDEM mayacaktır. (….) Mecmua: indi ve ferdi düşüncelerin değil, müstekar kanaatlerin aynası olacaktır. (…) Mecmua; polemikten, dedikodudan, şahsiyattan, her türlü siyasi cereyanlardan, ifrattan, ayırıcı, zedeleyici, kırıcı yazılardan uzak kalacaktır. İlhamını Hak’tan hakikatten, millet ve memleket menfaatinden alacaktır.” (“Mukaddime”, Diyanet İşleri Reisliği Mecmûası (Ramazan Nüshası) (1956), Güzel Sanatlar Matbaası, 64 s.) Mecmuanın ilk sayısında seçilen isimler ve yazılar dikkat çekicidir: Şahabeddin Ergin “Oruç”; Dr. H. Fehmi Gökalp “Orucun Sıhhî Faydaları”; Ö. Nasuhi Bilmen “Teravih Namazı”; Ali Rıza Sağman “Mevlid Manzumesi ve Mevlid Törenleri”; A. Hamdi Kasapoğlu, M. Ş. Özmen “Hurafe ve Batıl İnanışlar”; A. Cevad Çelebioğlu “Tevazu”; Hayrullah Hamîdî “İsraf ve Tebzir”; Prof. Şakir Berki “İçki ve Kumar”; Prof. Dr. Celal Saraç “İslâm Dünyasında Hesab İlmi”. Ayrıca Merhum Babanzade Ahmed Naim’in Cibril ve Niyet hadisleri tercümeleri yer alırken, derginin son bölümünde ise o yıllarda Diyanet İşleri Reisliği’nin Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulu azalarından 1955 yılının Ağustos’unda vefat eden Kıvameddin Burslan için; “Çok Acı Bir Ziyâ” başlığı altında yazılmış biyografi yazısı da dikkat çekmektedir. Mecmua 64 sayfa olarak hazırlanmış ve dönemi itibarıyla görsellikten uzak, daha çok okunmaya matuf bir tasarım ile okuyucu karşısına çıkmıştır. Diyanet İşleri Reisliği bu sayıdan sonra Mecmua’yı çıkarmamış, ancak “Dergi” formatında 1960-61 yılında “Diyanet İşleri Reisliği 1960 Yıllığı” adı altında bir sayı olarak çıkmış ve 1962 yılından sonra düzenli olarak Diyanet İlmi Dergi olarak yayınlanmıştır. Onu takiben yıllarda yayınlanan Diyanet Gazetesi, Diyanet Çocuk Dergisi, Diyanet Aylık Dergi ve Diyanet İlmi Dergi ile bu hizmet alanı süreklilik ve çeşitlilik arz etmiştir. Dergiciliğin fikrî anlamda yeniden inşası ya da dünü doğru okumak Başta Diyanet Mecmuası/Dergisi olmak üzere ilhamını ve fikri yürüyüşünü Sıratımüstakim’den alarak yayına başlamış İslami mecmua ve dergilerinin bugün gelinen noktada çok ciddi mesafe aldığı aşikârdır. Bugün düne nazaran süreli yayıncılıkta çeşit ve farklı soluklar çoğalmış, imkânlar o nispette artmıştır. Ancak bunun yanında Sıratımüstakim’in fikri çizgisini ve onun devamı niteliğindeki köklü İslami mecmua ve dergileri düşünce anlamında yeniden okuyup yorumlama noktasında ciddi kayıplarımız ve kırılmalarımız olduğu da bir hakikattir. Çağdaş İslami bir düşünüş sadece devrin imkânlarını çok iyi kullanmakla değil, eskiyi (ya da eskimeyeni) anlayıp, yorumlamakla mümkün olacaktır. O yüzden merhum Babanzade Ahmet Naim’in sözünü tekrar etmekte fayda var: “Vazifemiz vaz’ı cedid değil, keşf-i kadimdir.” Bugün düne nazaran süreli yayıncılıkta çeşit ve farklı soluklar çoğalmış, imkânlar o nispette artmıştır. Ancak bunun yanında Sıratımüstakim’in fikri çizgisini ve onun devamı niteliğindeki köklü İslami mecmua ve dergileri düşünce anlamında yeniden okuyup yorumlama noktasında ciddi kayıplarımız ve kırılmalarımız olduğu da bir hakikattir. Çağdaş İslami bir düşünüş sadece devrin imkânlarını çok iyi kullanmakla değil, eskiyi (ya da eskimeyeni) anlayıp, yorumlamakla mümkün olacaktır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 23 GÜNDEM Dinî Dergicilik ve Süreli Yayınlarımız Dr. Faruk GÖRGÜLÜ DİB Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Süreli yayıncılık alanı, uzun soluklu ve hiç bitmeyen bir heyecandır. Yorucu olmasının yanında kitaplara göre etki alanı daha geniştir ve süreklilik arz eden bir yayın organı olma özelliğine sahiptir. Toplumsal bir varlık olan insanın, birlikte yaşamanın bir gereği olarak çevresindeki bireylerle iletişim kurma zorunluluğu vardır. Bu hayatın bir gerçeğidir. Günlük hayatımızda iletişim ihtiyacımızı gidermede, duygu ve düşüncelerimizi geliştirmede ve değiştirmede etkin bir biçimde rol oynayan unsurların başında hiç şüphesiz insanlarla kurduğumuz iletişimin yanı sıra okuduğumuz kitaplar/ dergiler gelir. Zira kitaplar/dergiler düşüncelerimizi, duygularımızı, kültürümüzü ve değerlerimizi topluma aktarmada, bizden sonra gelecek olan kuşaklara bilgiyi ulaştırmada etkin bir rol oynar. 24 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Toplumun hızla değişip dönüştüğü ve kitle iletişim araçlarının etkisinin kendisini her alanda gösterdiği bir ortamda halkımızı sahih dinî bilgi ile aydınlatmanın önemi yadsınamaz bir gerçektir. Anayasal olarak toplumu din konusunda aydınlatma görevi kendisine tevdi edilen Başkanlığımız, kuruluşundan bu yana hizmetlerini doğru dinî bilginin ışığında gerçekleştirmeye ve bu bilginin toplumla paylaşılmasına önem vermiştir. Bu çerçevede Başkanlığın topluma götürdüğü hizmetlerin başında hiç şüphesiz dinî yayıncılık alanında gerçekleştirdiği hizmetler gelmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan itibaren yayın dünyasının içinde olmuştur. Bir başka deyişle Başkanlığımızın yayın faaliyetleri kuruluşuyla yaşıttır. Bu amaçla merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin 1924’te neşredilen “Ahlak Dersleri”ni, sonraki yıllarda “Askere Din Kitabı”, “Türkçe Hutbe” adlı eserleri, 1925 yılında TBMM’nin aldığı tarihî kararla özel ödenek ayrılarak hazırlanan Babanzade Ahmet Naim’in “Tecrid-i Sarih” ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” tefsiri bunun en somut örnekleridir. Başkanlığın kuruluşundan 1950 yılına kadar otuz adet eser basılmış ve bunlar halka ücretsiz olarak dağıtılmıştır. 1950 yılından sonra değişik dokuz seride yayınlanan eser sayısı 1996 yılında 344 iken bugün gelinen noktada Başkanlığımızın 11 seride yayımladığı basılı yayın sayısı 1202’ye ulaşmıştır. Başkanlığımız yayıncılık alanındaki hizmetlerine 2012’de bir yenisini eklemiş ve Diyanet TV ile televizyon yayıncılığı alanına girmiştir. Yine bir yıl sonra 2013 yılında da Diyanet Radyo ile bu alandaki hizmetlerini genişletmiştir. Diğer taraftan dinî yayıncılık alanında dergiler her zaman önemli bir misyon yüklenmişlerdir. Çünkü İslam toplumlarında düşünce hayatının gelişmesinde dergiciliğin/süreli yayınların önemli bir rolünün olduğu bir gerçektir. Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşat ve Büyük Doğu gibi dergiler bunun en somut örnekleridir. Süreli yayıncılık alanı, uzun soluklu ve hiç bitmeyen bir heyecandır. Yorucu olmasının yanında kitaplara göre etki alanı daha geniştir ve süreklilik arz eden bir yayın organı olma özelliğine sahiptir. Dergicilik aynı zamanda uzun soluklu bir yürüyüştür. Bu yürüyüş sırasında ne ile karşılaşılacağı bilinemeyebilir. Dergilerin iki kapağı arasında yer alan makaleler, günün birinde toplumların müracaat ettiği/başvuracağı kaynaklar olabilir. Nitekim sadece bilimsel araştırmalar için değil bunun yanında toplumsal olayları okuma ya da karşılaştığımız sorunlara çözümler bulma adına zaman zaman önceki dönemlerde neşredilen dergilere bakmak bir ihtiyaç olabiliyor. Kısaca dergicilik bir anlamda tarihe not düşme, zamanı o günün şartları içinde okuyabilme buna yönelik refleksler geliştirebilme çabasıdır. Başkanlığımız, dergicilik alanında 1950’lere uzanan bir tecrübeye sahiptir. Süreli yayınların toplumu din konusunda aydınlatma- daki fonksiyonunu göz önünde bulunduran Başkanlık, bu heyecanı 1956’da ilk kez Diyanet İlmi Dergi’yi yayınlayarak yaşadı. 1968’de Diyanet Gazetesi, 1979’da Diyanet Çocuk Dergisi ve ardından 1991’de Diyanet Aylık Dergi ve 1999’da yayın hayatına başlayan Diyanet Avrupa Dergisi ile bu heyecan katlanarak devam etti. Buna bir de 2013 yılında iki ayda bir, 2014 yılından itibaren de her ay düzenli olarak neşredilmeye başlayan Aile Dergisi katıldı. 1956 yılında “Diyanet Mecmua” ismiyle senede bir defa neşredilmek üzere yayın hayatına başlayan ve bugüne kadar önemli çalışmaların yayınlandığı Diyanet İlmi Dergi, 1962 yılı Haziran ayından itibaren üç aylık dönemlerde yılda dört sayı olarak neşredilmiş ve 2003 yılında Yüksek Öğretim Kurulunun “Hakemli Dergi” tanımına uygun olarak yayınlanmaya devam etmiştir. Söz konusu dergi, 2013 yılının ilk sayısından itibaren uluslararası EBSCO HOST ve ulusal TÜBİTAK ULAKBİM veri tabanları tarafından indekslenmeye başlamıştır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 25 GÜNDEM Diyanet hizmetlerinin daha etkili ve verimli olabilmesi için personele dinî ve mesleki genel kültür kazandırmak ve halkı dinî konularda aydınlatmak amacıyla ilk olarak 22 Kasım 1968 tarihinde yayın hayatına giren Diyanet Gazetesi, 1991 yılından itibaren ayda bir yayınlanmak üzere Diyanet Aylık Dergi olarak farklı bir logoyla yayın hayatına devam etmiştir. İnsanlık tarihi boyunca ortak bir değer olarak toplumun temelini oluşturan en önemli unsurların başında aile kurumu gelir. Aile topluma sağlıklı bireylerin yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizin/ kültürel mirasımızın yeni kuşaklara aktarılmasında, onların içinde yaşadıkları topluma faydalı, üret- 26 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 ISSN 1300-8498 ELMALILI MUHAMMED HAMDI YAZIR (SPECIAL ISSUE) ÜÇ DEVİR, ÜÇ HAMDİ EFENDİ THREE PERIODS AND THREE HAMDI EFENDI İSMAİL KARA ELMALILI’NIN TEFSİR METODOLOJİSİ METHODOLOGY OF ELMALILI IN HIS COMMENTARY MUSTAFA ÖZEL ELMALILI’NIN MEALİNDE ÇOK ANLAMLILIK PROBLEMİNE YAKLAȘIMI (LAFIZ-MANA İLİȘKİSİ) THE APPROACH OF ELMALILI TO POLYSEMY PROBLEMS IN HIS TRANSLATION (RELATİON BETWEEN WORDS AND MEANING) ZÜLFİKAR DURMUȘ ELMALILI M. HAMDİ YAZIR’IN İLMÎ TEFSİR ANLAYIȘI ELMALILI HAMDI YAZIR’S UNDERSTANDING OF SCIENTIFIC EXEGESIS MESUT OKUMUȘ HAK DİNİ KUR’AN DİLİ ADLI ESERDE ELMALILI HAMDİ YAZIR’IN HADİSE YAKLAȘIMI ELMALILI HAMDI YAZIR’S APPROACH TO THE HADITH IN HAK DINI KUR’AN DILI SAMİ ȘAHİN ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR (ÖZEL SAYI) HAK DİNİ KUR’AN DİLİ BAĞLAMINDA BİR HUKUKÇU OLARAK ELMALILI M. HAMDİ YAZIR ELMALILI HAMDI YAZIR AS A JURIST IN THE CONTEXT OF (HAK DINI KURAN DILI) ABDULLAH ÇOLAK ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR’IN TASAVVUF ANLAYIȘI SUFISM UNDERSTANDING OF ELMALILI MUHAMMED HAMDI YAZIR HÜSEYİN KURT ELMALILI HAMDİ YAZIR’IN POZİTİVİZME KARȘI DİNÎ ARGÜMANLARI ELMALILI HAMDI YAZIR’S RELIGIOS ARGUMAENTS AGAINST POSITIVISM İBRAHİM COȘKUN ELMALILI HAMDİ YAZIR DÜȘÜNCESİNDE DİN-FELSEFE İLİȘKİSİ RELATIONSHIP BETWEEN PHILOSOPHY AND RELIGION IN THOUGHT OF ELMALILI HAMDI YAZIR ALİYE ÇINAR KÖYSÜREN ELMALILI HAMDİ YAZIR’DA AHLAKIN DİNİ TEMELİ THE RELIGIOUS BASIS OF ETHICS IN THE THOUGHT OF ELMALILI M. HAMDI YAZIR HATİCE TOKSÖZ ISSN 1300-8498 CİLT: 51 • SAYI: 3 • TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2015 Diyanet İşleri Başkanlığının süreli yayınlarını daha geniş kitlelere ulaştırmak ve işlevsel statü kazandırmak amacını güden yeni yayın politikasıyla Diyanet Aylık Dergi Nisan 2003 tarihinden itibaren farklı bir tasarım ve içerikle okurlarının karşısına çıkmıştır. Din ve insanın buluştuğu bütün alanları gündem konusu olarak belirleyen Diyanet Aylık Dergi, her bir sayısıyla toplumumuzun ilmî ve kültürel hayatının inşasına katkıda bulunmuştur. kadına ve çocuklara yönelik şiddet, töre ve namus cinayetleri, hak ihlalleri, kötü ve zararlı alışkanlıklar, kız çocuklarının uğradıkları her türlü ayrımcılık, küçük yaşta zorla evlendirilmeleri, aile içi çatışmalar, bakıma ve yardıma muhtaç yaşlıların yalnızlığa itilmesi, çocuk istismarı, boşanmalar gibi ortak bir duyarlılık ve çözüm gerektiren sosyal konularda dini bilgi açısından topluma rehberlik etmeyi, bu ken ve çalışkan bir fert olarak yetiştirilmesinde ailenin katkısı asla yadsınamaz. Aile temelleri zayıflamış/sarsılmış bir toplumun, büyük kayıplar yaşayacağı ve bu durumun toplumların temel dinamiklerini sarsacağı bilinen bir gerçektir. Bilginin büyük bir hızla geliştiği/ değiştiği, kentleşmenin, göç olgusunun arttığı günümüzde bunlara bağlı olarak toplumsal alanda da pek çok değişim ve dönüşüm ya- CİLT: 51 • SAYI: 3 • TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2015 Diyanet İlmi Dergi yayın hayatına başladığı günden itibaren akademik ve kültür hayatımızda yankı uyandıran Kur’an, Gazali, Mehmet Akif, İbn Rüşd, Serahsi ve İbn Sina gibi 16 adet özel sayıyı okuyucularıyla buluşturmuştur. Fiyatı: 7,5 şanmakta, aile yapısında da önemli değişiklikler olmaktadır. Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında güçlü bir aile yapımızın olduğu görülmekle birlikte; bu yapıyı sarsan faktörlerin varlığı da ciddi bir problem olarak önümüzde durmaktadır. Bugün özellikle toplumun manevi hayatını olumsuz yönde etkileyen alanda var olan yanlış algıyı düzeltmeyi gerekli kılmaktadır. İşte Aile Dergisi bu temel gerekçelerle süreli yayın ailemize katılmıştır. 1979 yılında süreli yayınlar ailesine katılan Diyanet Çocuk Dergisi yaklaşık 37 yıllık süre zarfında çocukların uykularına eşlik eden bir başucu kaynağı olmuştur. Diyanet Diyanet İşleri Başkanlığının süreli yayınları, sahih dinî bilgiyi zamanında ve uygun bir şekilde topluma aktarmak, bilgi merkezli, ahlak eksenli ve estetik duyarlılığı olan dindarlığın gelişmesine katkı sağlamak gibi önemli bir misyonu yüklenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığının süreli yayınları, sahih dinî bilgiyi zamanında ve uygun bir şekilde topluma aktarmak, bilgi merkezli, ahlak eksenli ve estetik duyarlılığı olan dindarlığın gelişmesine katkı sağlamak gibi önemli bir misyonu yüklenmektedir. Diyanet Süreli Yayınlar ailesi bu sorumluluğun bilinciyle dergileri hem vazife, hem ahiret sermayesi hem de gönül verdiği bir iş olarak görmektedir. Her ay yeni bir gündemle okuyucusunun karşısına çıkan ve Türkiye’nin dört bir tarafına ulaşan dergilerimiz, iki kapak arasındaki yazılı ve resimli sayfalar olmanın ötesinde derin anlamlar taşır. Çalışanları için dergilerimiz, Allah’ın rızası ve Rasulünün sevgisi de- mektir. Aynı zamanda Türkiye’nin dört bir yanına kurulan adeta bir vaaz kürsüsü, din gönüllüleriyle bir buluşma ve kaynaşma vasıtası demektir. Yurdun her bir köşesine uzatılan bir dostluk elidir o. Bu yüzden her dergi yeni bir heyecandır, dergideki her bir sayfa, her bir satır, her bir görsel malzeme yeni bir umuttur, mutluluktur. Ve henüz bir dergi baskıya gönderilmeden bir sonraki derginin hazırlık telaşı başlamıştır bile. Dergilerimizin yayın hayatına başlamasından günümüze kadar her kademede pek çok kişinin bu hiz- metlere katkısı oldu. Zaman içinde çalışanlar değişti ama bir bayrak yarışı olarak görülen yayıncılık faaliyeti enerjisini ve heyecanını hiç kaybetmeden devam etti. Her zaman daha iyisi, daha güzeli için çaba harcandı. Başlangıcından itibaren büyük bir özveri ve gayretle çalışarak dergilerimizi bugünlere taşıyan ve emeği geçen herkese teşekkür ediyor, vefat edenlere Cenab-ı Hak’tan rahmet, hayatta olanlara sağlık ve afiyetler diliyorum. 300. sayısına ulaştığımız Diyanet Aylık Dergi’nin daha nice sayılarına ulaşmak dileğiyle… Saliha BİLGİÇ Konya İl Müftü Yardımcısı Diyanet Dergisinin gönül erleri ilminin, kaleminin, kelamının imkânlarını kullanarak ümmetin ve insanlığın derdiyle dertlenip, toplumun bu günkü marazını, yaralarını, handikaplarını, güncel bir şekilde tespit edip, hak dinimizin hak ölçülerini bir ilaç gibi, ışık gibi bize sunmaktalar. Özellikle yetkin kalemlerin; “Şiddet Sarmalında İslam, Modern Çağın Kimsesizleri Mülteciler, Peygamberlerin Ortak Mirası Kudüs, Medya ve Din, Modern İnsanın Çıkmazı, Mekândan Daha Fazlası Ev, Mahremiyet, Tasarruf, İyilik...” gibi kapak konularıyla, günümüz problemlerine gerek ana dergide gerekse, aile ve çocuk eklerinde oldukça nitelikli, çözüm üretici bir şekilde irdelenmesi takdire şayan. Milletimize hakikati ve hayrı ulaştırma da Diyanet Dergilerinin bütün kademelerindeki çalışanlarının yüreklerine, kalemlerine, kelamlarına, ellerine sağlık, Rabbim bundan sonraki sayılarınızı, bundan önceki sayılarınızdan daha hayırlı faydalı ve bereketli kılsın, dualarımla… Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Çocuk Dergisi okuyarak büyüyen anne babalar bugün çocuklarına Diyanet Çocuk Dergisi okumaktadır. Çocukların din eğitimine katkı sağlamak ve onların dünyaya bakış açısını geliştirmeyi gaye edinen Diyanet Çocuk Dergisi, gökkuşağı gibi nesilleri birbirleriyle buluşturan bir değer olarak günümüze kadar var olagelmiştir. İçeriğinde yer alan karikatür, hikâye, bulmaca ve görsellerle sadece çocukların hayal dünyasını geliştirmek ve onların zihin dünyasını inşa etmek gibi mühim bir görevi icra etmekle yetinmeyen Diyanet Çocuk Dergisi ahlaktan tarihe kadar geniş bir yelpazede belirlediği gündem konularıyla ülkemizin geleceğini aydınlatan bir kandil misyonu üstlenmektedir. GÜNDEM Diyanet Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye Dr. Lamia Levent Abul Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Diyanet İşleri Uzmanı Dünya büyük değişimlerin içerisinde iken, duvarlar yıkılıp, savaşlar biterken ve on yıllardır devam eden iki kutuplu dünya gerilimi sona ererken Diyanet Dergi de bu değişimden nasibini aldı. 1991 yılının Ocak ayında yayınlanan ilk sayısında yaşanan bu değişimi yakından müşahede etmek mümkün. 28 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Dergi, hür tefekkürün kalesi… Cemil Meriç kitap ve dergiyi kıyasladığı yazısında dergiyi hür tefekkürün kalesi olarak adlandırır ve şöyle der: “Dergi belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; daha doğrusu mesajı…” Meriç’in de ifade ettiği üzere taze bir tefekkür olarak raflardaki yerini alır dergiler. Aradan on yıllar geçtikten sonra bile elinize aldığınızda dönemin düşünce ve kültür dünyası hakkında bir fikir edinirsiniz. Gündemin hemen içinden ve yaşananlar daha çok yeni ve sıcak iken dergiye konu olduğundan o dönemin ruhunu dergilerden yakalamak mümkündür. Diğer taraftan farklı anlayışların ve kalemlerin oluşturduğu zenginlikten her ruh imtizaç edeceği kelimeleri yakalayabilir. Bundan mülhem dergiler zekâlar topluluğunun eseri ve hür tefekkürün kaleleridir. Dinin sahih bilgisini ve ondan neşet eden kültür, sanat ve edebiyat birikimini okurlarıyla paylaşmayı hedef edinen Diyanet Aylık Dergi, 40 yılı aşan dergicilik serüveninde dinî tefekkürün önemli bir dönemecini temsil etmesi bakımından dikkate değer… Diyanet Aylık Dergi’nin dünden bugüne uzanan uzun soluklu yayın macerası, dinî yayıncılığın daha emekleme dönemleri diyebileceğimiz 60’lı yıllara tekabül etmektedir. Esasında dergimizin yayın macerası bir anlamda Türkiye’nin içinden geçtiği süreçlerle de yakından ilişkili bir tabloyu oluşturmaktadır. 50’li ve 60’lı yıllar ülkemizin geçmişi ve tarihiyle yaşadığı derin kopuşun izlerinin hâlâ çok taze olduğu zamanlardı. Sayıları az bile olsa zaman zaman bastırılan, yasaklanan ve kontrol altına alınmaya çalışılan ilmî ve fikri faaliyetler inkişaf edecek bir mecra arayışındaydı. Halkın dinî neşriyata âdeta susadığı zamanlarda Başkanlığımızın ilk süreli yayını “Reislik Mecmuası” adı altında 1954 yılında yayın hayatına başladı. Dinî yayıncılık açısından çok da verimli olmayan böyle bir za- manda Başkanlığın bu yayınının heyecan uyandırdığını söyleyebiliriz. Zira ilk olmak zordur ancak böylelikle yeni hizmet alanlarına hayırlı bir yol açılmış oldu. Bu ilk çıkarılan neşriyatın açtığı yolun izinden Nisan 1956’da da “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası Ramazan Nüshası” logosuyla bir sayı daha yayınlandığını görüyoruz. Mecmuanın mukaddimesinde, derginin halka ve özellikle de gençlere faydalı olmak gayesi ile çıktığı ifade edilerek şu hususlara yer verileceği vurgulanmıştır: “Mecmua: Tevhit akidesini, İslam Dini’nin üstün hakayikını aksettirmeğe, onun büyük Peygamberinin engin fezailini nakle vasıta olacaktır; bu konuda duyulagelen ihtiyacı gidermeğe çalışacaktır.” (Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası, Sene 1, Sayı 1, 1956.) Ömer Nasuhi Bilmen, Prof. Dr. Şakir Berki, Prof. Dr. Celal Saraç ve Kemal Edip Kürkçüoğlu gibi dönemin ilim ve fikir adamlarının yazılarıyla yer aldığı neşriyatın, 1960 ve 1961 yıllarında yıllık olarak “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası” başlıklarıyla yeni sayıları yayınlandı. Ayrıca 1963’te sadece tek bir sayı olarak “Yeni Köy Hocası Gazetesi” adlı bir mevkute ile süreli yayınlara âdeta hazırlık mahiyetinde olacak neşriyatlarla süreli yayın hizmetlerine devam edildi. Elbette aylık olarak yayınlanacak süreli bir yayının başlatılması ve devam edilmesi o günün koşulları göz önüne alındığında önemli bir yayın hizmeti olarak görülmelidir. Zira Diyanet İşleri Başkanlığının haiz olduğu kısıtlı imkânlar ve ülkenin içerisinde bulunduğu çalkantılı siyasi şartlar açısından böylesi bir dinî neşriyata başlamanın ve sürdürmenin oldukça güç olduğunu söyleyebiliriz. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dönemin zorlu koşullarında 1962 yılının ocak ayında Diyanet İşleri başkanlığı, şimdiki Diyanet dergimizin nüvesini oluşturacak olan uzun soluklu bir yayının ilk temellerini attı. Aylık periyotlarla yayına başlayan Diyanet Dergi, dinî neşriyat alanına taze bir soluk getirdi. 1962 yılında yayın hayatına başlayan Diyanet Dergisi, 1991 yılına kadar bu adla yayın hayatına devam etti. 1991 yılından itibaren ise isim değişikliğine giderek “Diyanet İlmi Dergi” adını aldı ve halen üç aylık hakemli ilmi dergi olarak yayınlanmaktadır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 29 1956 yılında yayınlanan Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası’nın takdim yazısı. Diyanet’in Sesi: Diyanet Gazetesi O dönemki adıyla Diyanet İşleri Reisliği’nin süreli bir yayına duyduğu ihtiyaç devam ediyordu. Diyanet Dergisinin yanı sıra daha kısa periyotla çıkacak bir gazete ile bu ihtiyacın giderilebileceği düşünüldü. Aradan geçen 5-6 yıllık süreçte dergicilik alanında bir tecrübe kazanılmış ve ikinci bir yayın ile süreli yayınları güçlendirmenin de zamanı gelmişti. 300. sayısını çıkardığımız Diyanet Aylık Derginin serencamı esasında Diyanet İşleri Reisliğinin 15’er günlük periyotlarla çıkardığı “Diyanet Gazetesi” ile başlıyordu. 22 Kasım 1968 yılının Ramazan ayına denk gelen ilk sayısının baş makalesini kaleme alan dönemin Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan, dinî ve ahlaki esasların en iyi ve en geniş çapta halka ulaştırmanın vasıtasının neşriyat olduğunu belirtirken, şimdiye kadar din görevlileri vasıtasıyla yapılan bu vazifenin bundan sonra matbuat yoluyla da yapılacağını zira cemiyetin düşünce seyrini ancak matbuatla yükseltileceğini ifade ediyor ve gazetenin gayesini şöyle dile getiriyordu: “Dinimizin iman, ibadet ve ahlak düsturlarını, helal ve haramlarını, bütün buyruklarını ve 30 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 yasaklarını, yurdumuzun en ücra köşelerinde yaşayan vatandaşlarımıza kadar duyurmak, maddi ve manevi yönden faydalı olmak maksadiyle, onbeş günde bir ve onaltı sahife olarak yayınlanması kararlaştırılan DİYANET GAZETESİ bunu gerçekleştirmek üzere çıkacaktır.” Gazetenin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Orhan Balcı Diyanet Gazetesinin 382. son sayısında bu gazetenin yayına hazırlanmasında M. Asım Köksal ve Talat Karaçizmeli hocaların büyük emeği olduğunu ifade ediyor. (Diyanet Gazetesi, Yıl 1990, Sayı 382, s. 3.) Diyanet Gazetesinin ilk sayısına baktığımızda Diyanet başlığının altında “Onbeş günde bir yayınlanır” ibaresini görüyoruz. İlk sayfada Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ın makalesinin yanı sıra ramazan tebriki ve mesajı, Malezya’da yapılacak olan Kur’an-ı Kerim Okuma Müsabakası, İmam Hatiplerin artık üniversitelere girebilecekleri ve Filibe Fuarı haberlerinin yer aldığını görüyoruz. Sonraki sayfalarda ise Dr. Süleyman Ateş’in iman ve ibadet konularını ele aldığı Din Bilgisi adlı köşesi, M. Asım Köksal’ın Hz. Peygamber’in Hayatı konulu köşesi, dinî kavramların yer aldığı köşe, Diyanet İşleri Başkan Yrd. Yaşar Tunagür’ün Ramazan-ı Şerif konulu yazısı ile İslam Medeniyeti Tarihi başlıklı bölümlere yer verilmiş. Kadir Gecesi konulu hutbe, Prof. M. Tayyip Okiç Hoca’nın kaleme aldığı İslam Büyükleri, Diyanet İşleri Başkanlığınca teşkil edilen heyetçe hazırlanan Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, Veli Ertan’ın Ahmet Hamdi Akseki portesi, Mahir İz Hoca’nın Mehmet Akif ve Safahat’ını tanıttığı edebiyat köşesi, sağlık köşesi, tarım köşesi ile Kocatepe Camii’nin temel atma merasiminin ayrıntılı olarak ele alındığı cami inşaat ve projesinin de görsel olarak yer aldığı haber, Diyanet Gazetesinin ilk sayısında öne çıkan köşe ve yazıları oluşturuyor. GÜNDEM Daha sonraki sayılarda da bu köşelerin devam ettiğini ve 1981 yılına kadar bu formatın devam ettirildiği gazete, 1981 yılında sayfa sayısını 32’ye çıkararak ayda bir yayınlanmaya başladı. Dinî bilgileri ihtiva eden köşelerin yanı sıra kültür, sanat, edebiyat sayfalarının arttığı, tarih, gençlik, kadın ve çocuk köşeleri ile zenginleştirilen aylık gazetede görsel olarak da farklılık göze çarpmakta. İkinci büyük değişiklik ise 1990 yılında 382. sayısını çıkardığı aralık ayında yapılan değişiklik oldu. Esasında gazeteden ziyade artık bir dergi formunu yakalayan Diyanet Gazetesi ilerleyen süreçte hep daha iyiye doğru değişerek ve gelişerek ilerledi. 0cak 1991 yılında hem şekil hem muhteva hem de isim olarak de- ğişikliğe giden bu süreli yayın, Diyanet Aylık Dergi adıyla dinî neşriyata yeni bir soluk getirerek kaldığı yerden yayın hayatına devam etti. bilgisini ulaştırmak gibi yüce bir gaye için yola çıkan dergi, her geçen sayıyla bu amaca daha etkin bir şekilde hizmet etmenin uğraşısı içinde oldu. Diyanet Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye Dünya büyük değişimlerin içerisinde iken, duvarlar yıkılıp, savaşlar biterken ve on yıllardır devam eden iki kutuplu dünya gerilimi sona ererken Diyanet Dergi de bu değişimden nasibini aldı. 1991 yılının Ocak ayında yayınlanan ilk sayısında yaşanan bu değişimi yakından müşahede etmek mümkün. Yayına başladığı 1968 yılından 1990 Aralık ayına kadar tabloid gazete ebadında ve “Diyanet Gazetesi” adıyla çıkan yayın, değişim rüzgârının tüm dünyayı kasıp kavurduğu bu aralıkta işe ismini “Diyanet Aylık Dergi” olarak değiştirerek ve yeni içeriği ve tasarımıyla tamamen değişerek başladı. Dönemin Başkan Yardımcısı Hamdi Mert söz konusu değişimin sebebini son sayıda şöyle açıklıyordu: “Diyanet Gazetesi bildiğiniz şekli ile 22 yıldan buyana -hemen hemen kesintisiz- yayınlana geldi. Alışmıştık… Ocak ayından itibaren ise yeni bir ebat, yeni bir muhteva ile çıkarılması düşünülüyor. Bu değişiklik ihtiyacı nereden doğdu? Basım-yayın dünyasına yeni teknikler, yeni anlayışlar geldi. Buna bağlı olarak da, insanımızın zevkleri, beklentileri değişti. Asıl önemlisi, ülkemizde giderek artan bir kavram kargaşası yaşanıyor. Doğrularla-yanlışlar, ol- Önceleri on altı sayfa ve on beş günlük periyotlarla ve tabloid gazete ebadında çıkan Diyanet Gazetesi 382 sayıdan itibaren köklü değişiklikler yaparak “Diyanet Aylık Dergi” adıyla aylık süreli yayın olarak okuyucusunun karşısına geçti. Diyanet İşleri Başkanlığının 1950’lilerde başlayan süreli yayın macerası 1991 yılının ocak ayında yeni bir döneme evriliyordu. Yayın hayatına başladığı ilk günden bu yana halka dinin sahih Dr. Serpil BAŞAR İzmir Bayraklı Uzman Vaizi Diyanet Aylık Dergi, bugünlere ulaştığı yayın yolculuğunda, “emek, özen ve sorumluluk duygusu” üçgenini düşündürüyor bana. Açık, anlaşılır, algılamaya elverişli üslubuyla, araştırma etiğine verdiği önem ile her ay entelektüel dünyamızı besleyen önemli bir kaynaktır. Nice güzel yıllara… ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 31 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Gazetenin köşe ve yazılarını değerlendirdiğimizde gazete ile başyazıda da ifade edildiği şekilde İslam dinin emir yasaklarını yurdun dört bir yanındaki vatandaşa duyurmanın yanı sıra personelin ilmî açıdan geliştirilmesi ve teşkilatla iletişiminin kuvvetlendirilmesi amaçlarının da gözetildiğini söyleyebiliriz. Hem teşkilat içerisinden hem de teşkilat mensuplarının ilgi alanına giren haberlere yer verilmesi personelin yaşanan gelişmelerden haberdar olması amacına matuf. Ayrıca edebiyat, tarım ve sağlık köşeleri ile de okuyucuyu farklı alanlarda bilgilendirmeyi amaçlıyor. GÜNDEM ması gerekenle-gerekmeyen bir arada... Basın, hemen her gün, bizi üzen bu tür yeni yanlışlarla dolu... Bir yanı da kutsal “Din”e uzanan bu tür yanlışları kim düzeltecek? Kanuni görevi “toplumu din konusunda aydınlatmak” olan bir teşkilat olarak, bu konuda kendimizi vazifeli saydık. Bugüne kadar kararlı bir şekilde sürdürdüğümüz geleneksel-ilmî neşriyatımıza bir de “aktüalite”yi katmak istedik…” Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Merhum Başkan Yardımcısı Hamdi Mert’in de ifade ettiği gibi deği- şim artık şart olmuştu. Esasen Diyanet Gazetesi’nin Aralık 1990’da çıkan son sayısına baktığımızda bir gazeteden fazlasını görürüz. Dönemin yazar ve ilim ve fikir erbabının katkılarıyla zengin içerikli bir dergi ile karşılaşırız. Bu son sayıda dinî muhtevalı yazıların yanı sıra dünyayı ve yaşanan gelişmeleri anlamaya ve analize yönelik makalelere yer verilmiş. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın Diyanet İşleri Başkanlığının organize ettiği “Ortadoğu’daki Son Gelişmeler Işığında Türkiye” konulu Hüseyin OKUŞ Suluova İlçe Müftüsü Personelimizle beraber Diyanet Aylık Dergi’yi takip etme ve her ay dergide işlenen konulardan biri üzerinde mütalaa etme kararı aldık. Müftülük olarak “Dergimi Okuyorum Okunmasını Sağlıyorum ve İnsanlara Ulaştırıyorum’’, projesini uyguladık. Attığımız adımdan emin olarak bu dergileri her bir eve, esnafa, kurumlara ve okullara ulaştırmayı hedefledik. Öyle ki, ilçemizde dergimizin ulaşmadığı esnaf kalmadı. Aynı zamanda okuma kampanyaları düzenleyerek teşvik ödülleri dağıttık. (kitap ve dergi vb) Haklımızdan aldığımız geri bildirimler bizleri daha da teşvik etti. Abone sayımız ilk yıl 600’ü, takip eden yıllarda 1000’i aşan personel dışı abonelerimiz oldu. Bu süreçte destek olan tüm personelimize canıgönülden teşekkür ediyorum. Bu duygu ve düşünce ile “Diyanet” aylık dergimizin her aşamasında emeği geçen herkese teşekkür ediyor bu ulvi görevlerinden dolayı tebrik ediyorum. Nice sayılarda buluşmak ümidiyle… 32 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 konferansının dökümü de yer alıyor. Değişimin sonucu: Diyanet Aylık Dergi 1991 yılının Ocak ayı Dini Yayınlar Dairesinde heyecan ve telaş dolu günler yaşanıyordu. Uzun zamandır hazırlıkları yapılan ve yayın hayatına başlayacak olan Diyanet Dergisi nihayet çıkıyordu. İlk sayıyı elimize aldığımızda hemen dikkati çeken “Diyanet” başlıklı logonun köşeli, sert yazı karakterinin yuvarlatılıp, yumuşatılması oluyor. Büyük puntolarla yazılan “Diyanet” başlığının hemen altında daha küçük punto ile “Aylık Dergi” ibaresini görüyoruz. Bu yeni tasarlanan başlık, değişimin âdeta habercisi oluyor. Kapak ise önceki sayıda Merhum Hamdi Mert’in “geleneksel-ilmî neşriyatımıza bir de “aktüalite”yi katmak istedik” sözleriyle haber verdiği üzere güncel bir konuyla okuyucu karşısına çıkıyor: “Bloklar Yıkılırken 21. Yüzyıl Ne Getirecek?” Daha önceki sayılarda gazete sayfalarına taşınan aktüel konular şimdi derginin kapağına taşınmış ve günümüze göre değerlendirdiğimizde oldukça siyasi konuların gündem yapıldığını görüyoruz. Mesela şubat sayısı “Düşünce Suç Olur mu?”, mart sayısı “Yeni Bir Dünya ve… Türkiye Gerçeği”, mayıs sayısı “Uluslararası Terörizm”, kasım sayısında “Sovyetler ve Balkanlarda Bağımsızlık Hareketleri Çığ Gibi Büyür- ken Müslümanlar Ne yapacak?” gibi çarpıcı ve güncel konular gündem olarak kapakta yer almış. Gerçekten dergi logosundan başlamak üzere, ebat, içerik ve tasarım olarak çok farklı bir yüzle yayın hayatına başlıyordu. Dergide yer alan konulara göz attığımızda ise başyazıdan hemen sonra Kapak/Gündem başlığı altında kapak konusunun farklı makalelerle ele alındığını görüyoruz. Ekonomi köşesinde İslam İktisadı, Aile köşesinde ise I. Aile Şurası konu edilmiş. Bilim Adamı Gözüyle köşesinde ise yine gündemin sıcak tartışma konularından birini görüyoruz: “Din üzerinden yeni gerginlikler mi üretiliyor?” sorusuna cevap aranıyor ve bu konuda farklı isimlerle yapılan bir soruşturmaya yer verilmiş. İnceleme-Araştırma köşesinde ise Diyanet Gazetesi Edebiyat Köşesi. İmam-Hatip Liseleri masaya yatırılmış. Çevre, Sanat, Kitap Tanıtım köşeleri ile teşkilat haberlerinin yer aldığı Ayın İçinden köşesi derginin diğer bölümlerini oluşturuyor. Yazıların hem tasarımı hem de görsellerle zenginleştirilmesi dergiyi önceki hâlinden ayıran temel özellikler olarak ön plana çıkıyor. Yine yeni yeniden: 300. Sayı 1991 yılının Ocak sayısında Dini Yayınlar Dairesinin yaşadığı heyecan ve mutluluğu bugün bizler yaşıyoruz. Süreli Yayınlar alanında kırk yılı aşan bir tecrübeyi bugün 300. sayısını çıkardığımız dergimizde ortaya koymak gibi ağır bir mesuliyeti de taşıyoruz. Ancak bu ağır mesuliyetin yanı sıra bugün 1991 yılında Diyanet Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye dönüşen dergimizin 300. sayısını çıkarmanın heyecan ve gururunu yaşıyoruz. O günden bu yana geçen 24 yıllık zaman diliminde dergide hem içerik hem de tasarım anlamında pek çok değişiklikler ve yenilikler oldu. Ancak “Toplumu din konusunda sahih kaynaklara dayalı doğru bilgi ile aydınlatmak” her zaman ana hedef olarak önümüzde durdu. Bu hedefe ulaşma ve toplumun her kesimine dinin sahih bilgisini ulaştırmak gibi ulvi bir gaye ile bugünlere geldik… Bugün Diyanet Aylık Dergi, toplumun ihtiyaç duyduğu bilgi ve fikir üretiminin yapıldığı bir mektep konumundadır. Özellikle okuyucularımızın büyük çoğunluğunu oluşturan din görevlilerimiz ve teşkilatımız mensuplarının istifade edeceği zengin bir kaynak olarak yayın hayatına devam eden dergimiz, din görevlilerimizin/ gönüllülerimizin ve değerli okuyucularımızın destek ve katkıları ile daha etkili ve faydalı bir dergi olmanın gayreti içerisinde yoluna devam etmektedir. Her gün yenilenerek, değişerek ama şaşmaz ve değişmez ölçümüz olan din-i mübin-i İslam’ın ilkeleri doğrultusunda bir yayıncılık anlayışı ile gelecek nesillere bırakılacak önemli bir mirastır Diyanet Aylık Dergi. Hz. Mevlana’nın ifadesi ile bir ayağı sabit, diğer ayağı ile farklı coğrafyalara uzanan pergel misali yüce gayemize hizmet etme bilinci içerisinde daha nice 300. sayılara diyoruz. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 33 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Kapaktan hemen sonra gelen başyazıda dönemin Diyanet İşleri Başkanı M. Said Yazıcıoğlu hoca derginin çıkış hikâyesini şöyle anlatıyor: “22 yıldan bu yana yayınlanmakta olan “Diyanet Gazetesi” ebat ve muhteva bakımından artık bekleneni tam olarak veremez olmuştur. Bilinen ebatta ve aylık bir “Gazete”, günümüzdeki yayın anlayışının çok gerisinde kalmıştır. Artık yeni bir ebat ve yeni bir muhtevanın zamanı gelmiştir. 1991 yılı ile beraber okuyucularımızın karşısına bu yeni şekil ile çıkmak bir zaruretin sonucu olmuştur.” Bir Derginin Hikâyesi Ali AYGÜN – Muhammed Kâmil YAYKAN Ben Diyanet Aylık Dergi. Dergi diyorum ama 1968-1991 yıllarında gazete olarak yayımlandım. 1991’den beri de dergi olarak devam ediyorum yayın hayatıma. Dile kolay üç yüzüncü sayım yayımlanıyor. Benimle nice başkan, başkan yardımcısı, daire başkanı, editör ve kurum personeli çalıştı. Gök kubbede hoş bir seda bıraktılar benim aracılığımla, niceleri de bırakmaya devam ediyor, edecek de... 34 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Her ay bir “Gündem” ile çıkarım karşınıza. Bu gündemle okuyucumu gündelik gerçekliğe doğrudan bağlarım. Okuyucularımı İslam’ın temel referanslarıyla buluşturan metinlerim de vardır yazılarımın arasında. “Vahyin Aydınlığı” ile Kur’an’ı, “Hadislerin Işığında” ile hadisleri anlatır; “En Güzel İsimler” ile O’nu bildirmeye, “Müslüman Bilginler” bölümümde ise O’na ve dinine hizmet edenleri unutturmamaya çalışırım. Dini içeriğe sahip kurumsal bir dergi değilim sadece. Ben, aynı zamanda sanat ve edebiyat dergisiyim. “Kültür-Sanat-Edebiyat” sayfalarımda denemeden öyküye, hatıradan biyografiye kadar pek çok edebî türü görebilirsiniz. “Sözün Yankısı”yla sesimizi değil sözümüzü de yükseltiriz Yunusça bir olgunlukla: “Kişi bile söz demini demeye sözün kemini Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz” Fikir, bir tohum gibidir. Toprağa düşen tohumun işi büyümek, serpilmektir. Belirlenen gündemin görünür hâle gelmeye başladığı merhaledeyim artık. Yayın koordinatörlerimin aktif bir performans gösterdiği merhale. “Şehir ve Kültür”le yaşadığımız çağa dokunur, “Geçmiş Zamanın İzinde” ile tarihe yolculuk edersiniz. Geçmiş ile gelecek bu sayfalarda birbirine mezcolmuş, bir imtizacat-ı renk oluşturmuştur. Üstat Yahya Kemal’in ifadesiyle bu bölümler birer “imtidat”tır: “Ne harabiyim ne harabatiyim Kökü mazide olan atiyim.” şuuruyla diriltir okuyucumu. Ben Diyanet dergisiyim; Yine karşınızda, yine ellerinizdeyim… Üç yüzüncü kez… 1991’de başladı serüvenim. 25 yıl olmuş, dile kolay… Neleri anlatmadım ki size… Neler mek geliyor oluşum sürecimin başında. Belki de en zor süreç bu aslında. Çünkü kuşatıcı, ilgi çekici ve öğretici bir gündemle karşınıza çıkmalıyım. Ben Diyanet dergisiyim… Diyanet Aylık Dergi… Bir gündem öyle kolay kolay tespit edilmiyor, rahatlıkla seçilmiyor tabii. Çünkü daha en soyut aşamasındayım derginin. Fikirlerin çeşitlilik arz ettiği, hangi konunun hangi açıdan ele alınması gerektiği aşamada. Bu aşamada yayın ekibi bir toplantı yapıyor, adı gündem toplantısı. Ekipteki herkes gündem yapılabilecek konuları belirliyor ve toplantıda sunuyor. Yüzlerce konudan söz ediyorum. Kim bilir daha nicesi var ama bunca konu derleniyor, toplanıyor ve içinden en güncel konular seçiliyor. Gündem belirleniyor ve saha işçiliği başlıyor. Bu yazı şimdiye kadarkilerden farklı olacak biraz. Yazının yazgısını, derginin oluşum sürecini anlatacağım size. Bu elinizdeki dergi nasıl oluşuyor, bir fikir bir dergiye nasıl dönüşüyor onu paylaşacağım sizinle. Öğrenmek isterseniz derginin mutfağını, malzemelerini, ocağını buyurun okumaya... Gündemli bir dergiyim ben. Her ay bir konuyu dosya edinen, o konu hakkındaki çeşitli görüşleri farklı perspektiflerden ele alan bir dergi. Bu yüzden gündem belirle- Fikir, bir tohum gibidir. Toprağa düşen tohumun işi büyümek, serpilmektir. Belirlenen gündemin görünür hâle gelmeye başladığı merhaledeyim artık. Yayın koordinatörlerimin aktif bir performans gösterdiği merhale. Koordinatörlerim seçilen gündem hakkında çalışmaya başlar. Bu gündem ile ilgili kimlere yazı yazdırılabileceğini belirler ve konularında uzman olan kişilerle iletişime geçerler. Eskiden posta ile gelmesi beklenen yazılar şimdi e-posta ile kolayca ulaşıyor her yere. Yazarına konusu ve üzerinde durulması gereken hususları belirtilen yazı, kısa bir süre içinde koordinatör- ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 35 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Ama bu sefer biraz farklı… işlemedim ki dimağınıza… Hepsi benim de hatırımda, hatıramda… Binlerce yazı yazıldı bugüne kadar sayfalarımda… Binlerce kez okundu her biri… Defalarca… lerime geliyor ve okunma süreci başlıyor. Bu süreçte ise yayın komisyonu devreye giriyor. Koordinatörlerim kendilerine ulaşan yazıları -önce kayıt altına alarakkomisyona sevk ediyor. Burası önemli. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı hassasiyetleri olan bir kurum. Dergisi de -tabii ki- bu hassasiyetleri ön planda tutmalı. Dolayısıyla komisyon ince eleyip, sık dokuyor. Yazı ile ilgili görüşler belirtiliyor ve yazının dergiye uygunluğu tespit ediliyor. Kimi yazı doğrudan geçerken komisyondan, kimisi kısmi olarak düzenleniyor ve öyle geçiyor. Unutmadan belirtmem gerek. Yazıda bir nokta dahi değişse yazarın haberi oluyor. Komisyon sürecinden sonra somutlaşma kendini göstermeye başlıyor artık. Çünkü tasarım sürecim başlıyor. Koordinatörlerim yazıyı bu sefer de tasarımcıma gönderiyor. Tasarımcım da başlıyor mizanpaja… malumudur. Bu yüzden sayfa tasarımı çok önemlidir. Öyle tasarlanmalıdır ki bir sayfa, okuyucusunu hiç sıkmasın onu içine çeksin. Okundukça okunsun, okundukça anlaşılsın sayfadaki her kelime, her cümle. Bir yazı, görünümünün güzelliği ile kendini okutur. Bu herkesin Uğraşısı çoktur vesselam tasarımın. Tasarımcının da mesaisi aynı oranda… Zaten bir dergiyi yani beni güzel yapan da bu değil mi? Mesaiye sığacak kadar kısa ve basit değildir dergicilik. İster yazıyla alakalı olsun fikir ister görselle isterse de kapakla; geliverir bir anda aklına insanın; ya gece vakti yatağında veya bir pazar kahvaltısında… Sacit EKERİM Eğirdir İlçe Müftüsü Her geçen gün geniş halk kitleleri tarafından okunan, ideal din görevlisinin profiline katkı sağlayan, bizi bizce ifade eden Diyanet Aylık Dergi, artan kalitesi, deruni yazılarıyla gergef gergef yeni bir insanlık imajı inşa etmekte; bu uğurda beraber yürüyenlere ne mutlu! 36 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Tasarımcım hazırlar sayfalarımı, gün yüzüne çıkacak kıvama getirir. Bir sonraki merhale de işte tam bu noktada başlar. Taslak hâlim koordinatörlerime geri döner. Harf harf, satır satır dokunmuş her yazı bir araya gelerek bir bütün teşkil eder bu taslakta. Koordinatörler alır bu taslağı ve mülahazalar dediğimiz süreci başlatırlar. Görsel sorumlumla birlikte koordinatörler inceler görsellerimi acaba mesajı verebiliyor mu veya yazı ile uyumlu mu diye. En çok değişikliğe uğradığım süreç tam olarak burasıdır. Kimi aylarda on defa kimisinde daha fazla mülahaza aktarılır tasarımcıya. Hatta öyle olur ki bazı zamanlar ilk taslağım tastamam değişiverir, daha da etkileyici olmam amacıyla. Buradan sonra dosya teslimi denilen kısım gelir. Koordinatörlerim yazarlarımın kaleme aldığı tüm yazıları komisyondan geçmiş son halleri ile musahhihe bir dosya hâlinde teslim eder. Adı üstünde dosya teslimi… En sevdiğim kısımlardan birisi de tashih süreci aslına bakarsanız. Çünkü musahhih bir derginin makyözüdür desem abartmış olmam. O benim son rötuşlarımı yapar, budaklarımı temizler, hem göze hoş görünmemi sağlar hem de sizlerin karşısına kusurlu bir GÜNDEM şekilde çıkmamı engeller. Musahhih alır eline kalemi, başlar yazılarımı düzenlemeye. Sadece imla ve noktalamam ile ilgilenmez anlam kaymalarını ve yanlış anlaşılabilecek kısımlarımı da düzenler, törpüler ve son şeklimi verir bana. Bu süreç böyle devam ededururken tasarımcım bir yandan da hâlime ozalit deniyor; baskıya girip sizin elinize ulaşmadan önceki son şeklim. Daire başkanım inceliyor önce beni ardından Dini Yayınlar Genel Müdürü’ne arz ediliyorum. Onun da onayı alındıktan sonra daire başkanım atıyor imzasını ozalitime. Bu imza, hayata resmen ve resmî bir şekilde başladığımın resmi oluyor bir bakıma. zında en çok tirajı da elimde tutuyorum bu rakamla. Baskı sürecimi takip eden musahhih karşılıyor beni. Matbaadaki ekip dergilerin bir kısmını buraya getiriyor üzerinde Hizmet İşleri Kabul Teklif Belgesi yazan evrakla. Dairedekiler son kez inceliyor beni baskım güzel olmuş mu, renklendirmem düzgün yapılmış mı diye. Son kontrolden sonra yine imzalar atılıyor ve dağıtıma çıkıyorum Anadolu’nun dört bir yanına… kapağımı hazırlar. Kapak demişken sır vereyim size. Elinizde tuttuğunuz dergi kapağı var ya, tek bir çalışmadan müteşekkil değil aslında. Farklı varyasyonlar, farklı görseller ve tasarımlar arasından tabii ki en güzeli ve en dikkat çekicisi bu. Bazı sayılarda olduğu gibi en derini bazılarındaki gibi en hüzünlüsü… Kapaklar, iç kapaklar, içindekiler, başyazı ve editörden yazısı da eklenmiş ilk prototipim gelir Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanlığına. Artık daire başkanına sunulma vaktim gelmiştir. Bu E malum kurumsal dergiyim ben. İmzaları attıktan sonra geri dönüş mümkün mü? Musahhih tekrar alıyor imzalı ozalitimi ve baskı sürecimi başlatıyor. Ozalitim matbaaya ulaştırılıyor ve makinelerle buluşuyorum. Forma, baskı, cilt ve pek çok farklı işlemden geçip paketlenerek kocaman bir tıra bindiriliyorum. Binlerce, hatta on binlerce adedimle çıkıyorum yola. İstikamet evim yani Süreli Yayınlar Binası ikinci kat. Yeri gelmişken belirtmek de isterim 105.000 adet basılıyorum her ay. Türkiye’de aylık dergi ba- Sonra ne mi oluyor? Sonra size ulaşıyorum. Sıcacık evlerinizin, farklı kurumlardaki odalarınızın, camilerin, Kur’an kurslarının, müftülüklerin kısacası baştanbaşa tüm memleketin misafiri oluyorum. En mutlu olduğum anı sorsanız bana, şüphesiz “Beni elinize aldığınız an.” derim. Fikirdim, dergiye dönüştüm kozasından çıkan kelebek misali… Şimdi çevirin sayfalarımı, okuyun beni… Ben Diyanet dergisiyim… Diyanet Aylık Dergi; Yine karşınızda, yine ellerinizdeyim… Ama bu sefer biraz farklı… Üç yüzüncü kez… ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 37 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Dağıtım sürecimi Döner Sermaye üstleniyor. Buradaki personel dergilerin kime, nereye ve kaçar tane gideceğini biliyor ve ona göre başlıyorlar beni dağıtmaya. Kimine posta ile gidiyorum kimine kargoyla… Mütevazı Bir Aile Mektebi: Diyanet Aile Dergisi Araştırmalar, beyin fırtınaları, başka birimlerden ve alanlardan isimlerle, yayıncılarla istişareler, toplantılar dolu ve rüyalarımıza kadar giren bir sürecin nihayetinde 2013 yılının ocak ayında ilk sayımızla okuyucularımıza merhaba dedik. Dr. Elif Arslan Diyanet İşleri Uzmanı 38 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 GÜNDEM 1991 yılından bu yana yayın hayatında olan Diyanet Aylık dergi, ele aldığı dinî, ahlaki ve toplumsal konuların yanı sıra toplumun önemli bir birimi olan aileyle ilgili yazılara da sayfaları arasında yer vermiştir. Ancak çoğunlukla bir ya da iki yazıdan ibaret olan bu yazılar, değişen dünyada aileyle ilgili meselelerin gittikçe çeşitlenmesi, toplumda meydana gelen değişim ve dönüşümlerle birlikte ailede de yaşanan dönüşümlerin ortaya farklı problemler çıkarma- Araştırmalar, beyin fırtınaları, başka birimlerden ve alanlardan isimlerle, yayıncılarla istişareler, toplantılar dolu ve rüyalarımıza kadar giren bir sürecin nihayetinde 2013 yılının ocak ayında ilk sayımızla okuyucularımıza merhaba dedik. Daha büyük hacimli bir dergiydi hayalimiz ancak mevcut imkânlarla Diyanet Aylık Dergi’nin yılda altı kere verilecek eki olarak iki forma yani otuz iki sayfayla yayın hayatına başladık. Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez bu ilk sayımızdaki “Niçin Aile?” başlıklı makalesinde “…Diyanet İşleri Başkanlığı olarak, değişen dün- ya şartlarında aile konularını ele alacak, aile değerlerine vurgu yapacak, aileyi bir bütün olarak gören ve onun bütün fertlerinin kendisini bulabileceği bir aile eki çıkarmayı görev olarak addettik.” diyerek dergimizin amacını ve hedef kitlesini özlü bir şekilde ortaya koymuştu. Aliye ARSLAN Bilgiden Hikmete Uzanan Yol sı gibi sebeplerle yayın ekibimiz tarafından zamanla yetersiz görülmeye başlamıştı. Bir taraftan yayın ekibi olarak bizler aileyle ilgili konuları daha etraflıca ele alabilme isteği içindeyken diğer taraftan da okuyucularımızdan Genel Müdürlüğümüze sık sık bu yönde talepler ulaşmaktaydı. Bir süre sonra yapılan hemen her toplantıda dile getirilmeye başlanan bu husus, süreç içerisinde zihinlerimizde de iyice şekillendi. Başkanlığımızın Süreli yayınları arasından bir aile dergisi mutlaka çıkmalıydı. Bu konu artık tartışmasız bir şekilde kabul ediliyordu. Sayı olarak çok az ama iştiyak ve istek bakımından oldukça güçlü olan ekibimiz aile dergisi için hummalı bir çalışmaya başlamıştı. Denizli İl Vaizi 26 yıl önce, göreve ilk başladığımda. Diyanet dergisini sadece kurumumuzun yayını olduğu için aldığımı itiraf ediyorum. Her yazıyı okumazdım o zamanlar. Fakat zaman geçtikçe, dergimizin gerek konuları işleyiş tarzı, gerekse görüntüsü yavaş yavaş değişmeye başladı. Âdeta kucağımızda büyüttüğümüz bir çocuk gibi, serpildi, gelişti, günden güne, yıldan yıla daha bir güzelleşti. Artık her sayfasını didik didik ettiğimiz, satırları arasında gezinirken sadece aklımızın değil, ruh ve gönül dünyamızın da doyduğu, daha ayın ilk haftasında biten bir güzellik oldu dergimiz. Nice 300’lü sayılara… ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 39 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol GÜNDEM Sayfa sayımızın az, yayın ekibimizin sayıca az olması bize hiçbir zaman küçük veya önemsiz bir iş yaptığımızı düşündürtmedi. Tam tersine görevimizin, sorumluluğumuzun bu sayıyla ters orantılı olarak kat kat arttığını fark ettik. O otuz iki sayfayı öyle bir doldurmalıydık ki her ay, okuyanlar bir sonraki sayıyı iple çeksin. Öyle bir çalışmalıydık ki kocaman bir yayın ekibinin yaptığı işleri yapalım, Başkanlığımızın bu iş için ayırdığı bütçe, verilen emekler ve her şeyden önce bizlerden aile için bir şeyler yapmamızı bekleyen okuyucularımızın talepleri, beklentileri karşılığını bulsun. Bu duygu ve düşüncelerle, bir derginin çalışmaları bitmeden iki üç 40 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 sayı sonrası için yeniden Bismillah dedik. İlk sayımızdan bu yana mümkün olduğunca ailenin bütün fertlerine hitap eden yazılara yer vermeye gayret gösterdik. Pencere bölümümüzde aileyle ilişkili olan veya bazı yönleriyle aileyi ilgilendiren konulara bir “pencere açma”ya, ufuk turu yapmaya gayret gösterdik. Söyleşi yaptığımız kişilerle aile üzerine keyifli ve özel mesajları olan sohbetler gerçekleştirdik. Bilgelik Hikâyeleri ile gönüllere hitap ettik, Saadet Asrının Hanımları ile Efendimizin hanım sahabelerini buyur ettik yuvalarımıza. Ailem başlığı altında aileyle ilgili psikolojik temelli konulara yer verirken Biz Bize bölümünde ailede dinî hayatla ilgili konuları paylaştık okuyucularımızla… “Evimiz”de dekorasyondan çeyiz kültürümüze kadar farklı konulara değindik. Gençlerle Başbaşa ve Sağlık bölümlerine de yer verdiğimiz dergimizde, Kısa Kısa ve Kırk Ambar gibi başlıklar altında da ilgi çekici konuları farklı bir üslupla ele aldık. Bir yıl bu şekilde yayınladığımız dergimiz, okuyucularımızdan gelen teveccühten de aldığımız güçle 2014 yılının ocak ayından itibaren üç forma, kırk sekiz sayfa olarak ve her ay yayınlanmaya başladı. Böylece ele aldığımız konulara ayırabildiğimiz sayfa sa- yısının artmasının yanı sıra yeni bölümler de açmış olduk. Mesela bir konu hakkında gençlerin ve ailelerin görüşlerinin yanı sıra uzman görüşüne de yer verdiğimiz “Serbest Kürsü”, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın aileyle ilgili konularda yaşadığı sıkıntıları ele aldığımız “Gurbetten Notlar”, sanatla ilgili meselelere yoğunlaştığımız “Hayatın İçinden”, kültürel tarihimiz hakkında güzel kapılar açan “Geçmiş Zaman Olur Gayret bizden, tevfik Allah’tan düsturuyla aynı tevazu ile çalışmaya devam ederken dergimizin, aileyle ilgili sorularımıza cevap bulabileceğimiz, bu konulardaki farkındalığımızın artmasına katkı sağlayacak bir başucu kaynağı olması için gayretli çalışmamızın iddialı bir şekilde her ay yeniden başladığını ifade edebiliriz. Günümüzde bilgi edinme yollarının hızla farklılaşmasıyla birlikte, her gün dergi vb. yayın organları güç kaybetse de dergiler asli misyonunu az da olsa devam ettirmektedir. Türkiye’nin yakın dönemine damgasını vurmuş, Necip Fazıl’ın çıkardığı büyük doğu, Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş, Nuri Pakdil’in çıkardığı Edebiyat, Nurettin Topçu’nun çıkardığı Hareket gibi fikri ve edebi sahadaki dergilerde, okur formasyonunu tamamlamış kimi okurlar için okur olmak, dergiciliğin önemli ayaklarından biri olarak görülür. Hatta metnin tamamlayıcı unsurdur. Daha da ötesi harfi harfine bir üretimdir. Anadolu’nun ücra bir yerinde, bu dergilerde yazılanların sessiz ama kalıcı fikri yankısını bulmak ıskalanacak şey değildir. Dergimizin ciddi anlamda bir muhteva zenginliğiyle kendi kurumsal yapısı içerisinde bir bilinç düzeyi oluşturduğunu düşünerek bir okur hassasiyetiyle emeği geçenlere şükranlarımı sunarım. ki”, gündelik hayat içindeki pek çok konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşan “Gülümseten Yazılar” gibi farklı pek çok bölümle 2015 yılına geldik ve bu yıl da aynı heyecan, çalışma azmi ve biraz daha genişleyen, zenginleşen ekibimizle dergimizi yayınlamaya devam ediyoruz. Bu yıl “Gülümseten Yazılar”ımıza “hem yuvarlak hem köşe olabilir” diyen okuyucularımızla hoşça muhabbetin adı olsun diye “Yuvarlak Köşe” dedik. Sadece hanım sahabeleri anlattığımız bölüm yerine ise sahabe hayatlarına yer verdik. Başlarken “Amacımız yuvalarımızın birer cennet bahçesi, çocuklarımızın da dünya ve ahiret mutluluğumuz ve göz aydınlığımız’ olmasına mütevazı bir katkı sağlamak” olduğunu söylemiştik. Gayret bizden, tevfik Allah’tan düsturuyla aynı tevazu ile çalışmaya devam ederken dergimizin, aileyle ilgili sorularımıza cevap bulabileceğimiz, bu konulardaki farkındalığımızın artmasına katkı sağlayacak bir başucu kaynağı olması için gayretli çalışmamızın iddialı bir şekilde her ay yeniden başladığını ifade edebiliriz. Aramıza yeni katılanlar, gönlünü vererek çalışıp zamanla aramızdan ayrılanlar, gönüllü destekçilerimiz ve okuyucularımızın katkılarıyla “Diyanet Aile”, bir aile olarak okuyucusuyla birlikte olmaya devam edecek inşallah. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 41 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Erdal SARI Mersin/Silifke Balandız Mahallesi Camii İmam Hatibi GÜNDEM GÜNDEM Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Gayret ve Samimiyet Halit GÜLER Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Diyanet İşleri Emekli Başkan Yardımcısı Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarında İslami ve ilmî içeriğin dışında iki şey dikkat çeker: Gayret ve samimiyet. Bu çalışmalarda öne çıkan bu iki unsur, Diyanet yayınlarını başlatmış, başarıya ulaştırmış ve çeşitlenmesini sağlayarak yaşatmıştır. Esasen bu iki unsura kabiliyet, cesaret, teknik, bilgi ve estetiği de eklemek gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarının her türünü, Diyanet Gazetesi’nin çıkmaya başladığı tarihten (22 Kasım 1968; 1 Ramazan 1388) beri bıkmadan, usanmadan zevkle ve onurla takip ettim ve hâlen de takip ederim. Takip etmekle kalmadım, çok şükür bir dönem yayını bilen seçkin bir kadro ile sorumluluğunu da yüklendim. Diyanet Gazetesi neşre başlayalı neredeyse yarım asra yakın bir zaman olmuş. Az bir zaman değil. Allah nasip ederse Diyanet Gazetesi’nin (Şimdi dergi) 300. sayısı da çıkmış olacak. Bu zamanda çok iş yapılabilirdi 42 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Başkanlığından Lütfi Doğan, Diyanet İşleri Başkan Vekili imzalı bir yazı aldım. Bu yazıda; Diyanet İşleri Başkanlığının 15 günlük bir gazete çıkartmayı düşündüğünden bahsediliyordu. Teşkilatın nabzını yoklama ve bilgi toplama amaçlı bu yazıda gazetenin içeriğinin nasıl olacağından ve hangi konulara yer verileceğinden bahsediliyor ve benim bu gazete hakkındaki tavsiyelerim ve görüşlerim öğrenilmek isteniyordu. Diyanet Gazetesinin ilk sayısı (22 Kasım 1968) ve çok şükür yapıldı da. Yayınla uğraşanlar veya uzmanlık alanı yayın olanlar bilirler ki bu sahada iş yapmak, hizmet etmek ve her anlamda tutunmak kolay değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu zoru başaran ve geçmişinde iz bırakan resmî kurumların başında gelir. 15 Ağustos 1968’de Diyanet İşleri Diyanet İşleri Başkanlığının bana böyle bir yazı göndermesinden son derece memnun olmuştum ve böyle bir gazeteye ihtiyaç duyulmasına da sevinmiştim. Demek ki Başkanlık; teşkilat mensuplarının gazete hakkında neler düşündüklerini ve nasıl bir gazete istediklerini merak ediyordu, öğrenmek istiyordu ve kendilerine soruyordu. Demek ki Başkanlık bazı görevlilerinin düşüncelerini almak suretiyle merakını gidermek, bilgi toplamak Başkanlık 1950’ye kadar 23 civarında eser yayınlamıştır. Sayı itibarıyla az olsa da, bütün tarihi boyunca Başkanlığın başyapıtları durumunda olan ve devlet desteğiyle vücut bulan Hak Dini Kur’an Dili ile Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi adlı eserlerin bu dönemde yayınlanmış olması son derece önemlidir. ve bir genel kanaate varmak istiyordu. Ben de o zamanlar Başkanlıktan gelen yazıya aşağıdaki cümleleri de ihtiva eden bir cevap vermiştim: O zaman Beyoğlu Merkez Vaizi olarak böyle bir cevap yazmışım. Şimdi olsaydı aynı cevabı yazar mıydım bilemiyorum. Mutlaka Başkanlığın yazısına cevap verirdim de; herhâlde daha değişik şeyler yazardım. Benim yukarıdaki cevabımdan bir müddet sonra Başkanlıktan Orhan Balcı İstanbul’a geldi. Ülkemizde o zamanlar her türlü yayının merkezi İstanbul idi. Nasıl bir gazete çıkarılması konusunda araştırmalar ve bazı kimselerle görüşmeler yaptı. Tabii ki bu ön çalışma çok faydalı oldu, hem güzel bir gazete çıkarıldı ve hem de uzun ömürlü oldu. Ben o tarihlerde İstanbul Beyoğlu Müftülüğünde vaiz olarak çalışıyordum. O göreve imamlıktan geldiğim için teşkilatın yabancısı sayılmazdım. Yalnız imamlık yaptığım yıllarda Diyanet’in böyle bir yayını yoktu. Bu bir eksiklikti. İstanbul’da bulunmam sebebiyle Cağaloğlu merkezli yayınla Gazeteyi çıkartma görevini yüklenenlerin İstanbul’a yönelmeleri, o mahalde araştırma yapmaları ve kalem sahipleri ve yayında tecrübesi olanlarla istişare etmeleri isabetli bir karardı. O günlerde İstanbul’a gelip gidenlerden ve bu hayırlı işle canla başla uğraşanlardan birisi de Orhan Balcı idi. Orhan Balcı işi bilen bir arkadaşımızdı. Temeli sağlam atıldığı ve iyi düşünüldü- ğü için Diyanet Gazetesi gelişerek yayınını sürdürdü ve çizgisini hiç değiştirmeden, taviz vermeden, bürokratik ve akademik çevrelerin baskılarına aldırmadan uzun ömürlü oldu, parlak ve başarılı bir görüntü ile bugünlere ulaştı. Güzel bir rastlantı Diyanet Gazetesi mübarek ramazan ayında yayına başlıyordu. O yıl ramazan ayının Diyanet’e kazandırdığı veya emanet ettiği nimetlerden ve güzelliklerden birisi de Diyanet Gazetesi olmuştu. Diyanet İşleri Başkanlığı bu değerin, vereceği hizmetin farkında ve şuurunda idi. Ülkemizde Diyanet tarafından çıkartılacak böyle dinî amaçlı, ileri görüşlü, teknik üstünlüğe sahip, sempatik bir yayına gerçekten ihtiyaç vardı. Nitekim Diyanet İşleri Başkan Mikail ALTIOK Van Tuşba Bediüzzaman Camii İmam-Hatibi 25 yıl önce dergimizin sadece Diyanet mensuplarına hitap etmesi, daha geniş okuyucu kitlesine ulaşma olanağını kısıtlanmıştı. Fakat 2003 yılından itibaren içerik ile ilgili yapılan yenilikler derginin her yaş kitlesine hitap etmesini sağlayarak geniş bir okur kitlesine ulaşmasını sağlamış, dergiyi daha da işlevsel hale getirmiştir. Artık gündemi takip eden hatta gündem belirleyen, konuları alanında uzman şahsiyetlerin güzel yorumlamalarıyla âdeta yeniden vücut bulmuş dergimiz, her geçen gün okuyucu yelpazesini genişletmektedir. Temennimiz her geçen sayıda ele aldığı ve alacağı konular itibariyle bu okur kitlesinin daha da büyümesidir. Daha nice sayıya, nice güzelliğe... ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 43 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol “Basının fikir hayatımızda ve içtimai yapımızda oynadığı mühim rolü düşünerek bu teşebbüsten memnuniyet duydum. İslamiyet’in çeşitli iftiralara ve hücumlara uğradığı, Müslümanların gericilikle suçlandıkları şu günlerde; yetkili kalemleri bünyesinde toplayarak gerçekleri umumi efkâra duyuracak, genç nesilleri uyaracak polemikler üstü bir neşir organının 15 günde bir de olsa sağlayacağı fayda büyük olacaktır.” da ilgim vardı. Diyanet Gazetesi Ankara’da çıkarılacaktı, ama o yıllarda ülkemizde yayının merkezi İstanbul olduğu için bu Osmanlı şehrinden yardım bekleniyor ve medet umuluyordu. O sebeple gazetenin ilk sayılarında neşriyat müdürü İstanbul’dan güya bu işi bilen teşkilatımızla hiçbir ilgisi olmayan iyi niyetli bir zattı. Diyanet İşleri Başkanlığı camilerin ve Kur’an kurslarının dışında halkımızı yurt içinde ve yurt dışında kütüphanelerimizde büyük bir eksikliği gideren kitaplarıyla, süreli yayınlarıyla, her yıl yayınlanan namaz vakitlerini dinî bilgileri ihtiva eden takvim çeşitleriyle hizmet vermeye devam etmektedir. Vekili Lütfi Doğan, birinci sayfada yer alan (Çıkarken) başlıklı güzel yazısında bu ihtiyaca değindikten, tebrik ve teşekkürden sonra özetle şunları söylüyordu: “Başkanlığımız bu şerefli vazifeyi (yurt içinde ve yurt dışında din hizmetini) şimdiye kadar gerek din görevlileri ile gerek neşrettiği telif ve tercüme eserlerle yapmaya çalışmıştır. (Yapmıştır) Dinimizin iman, ibadet ve ahlak düsturlarını, helal ve haramlarını, bütün buyruklarını ve yasaklarını, yurdumuzun en ücra köşelerinde yaşayan vatandaşlarımıza kadar duyurmak, maddi ve manevi yönden faydalı olmak maksadıyla on beş günde bir ve on altı sahife olarak yayınlanması kararlaştırılan Diyanet Gazetesi, bu hedefleri gerçekleştirmek üzere çıkacaktır. Büyük bir gaye ile neşredilen Diyanet Gazetesi’ne başta teşkilatımız mensupları olmak üzere en ücra köyümüzde bulunan vatandaşımıza kadar milletimizin her ferdinin yakın ilgi duyacağı şüphesizdir. İşte bu sahada Diyanet’e düşen vazife büyüktür. Diyanet Gazetesi’nin ilk sayısının ramazan-ı şerif gibi bol nimetli ve bereketli bir ayın başlangıcına rastlamasını hayırlı sayar, onun milletimiz için hayırlı ve uzun ömürlü, milletimize iyi hizmetle başarıya erişmesini Cenab-ı Hak’tan dileyerek mümin kardeşlerimin ramazanı şeriflerini tebrik ederim.” Çok şükür her şey muhterem Lütfi Doğan’ın belirttiği ve temenni ettiği gibi oldu, Diyanet Gazetesi samimi ve gayretli gençler sayesin- 44 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 de büyüklerinin dualarıyla, kalem sahibi ilim adamlarının fikir ve düşünceleriyle başarıya ulaştı. Ben başlıkta böyle bir terim geçmediği hâlde Diyanet Gazetesi diyorum. Mevkutenin bir yerinde gazetemiz tabiri kullanıldığı için ben de Diyanet Gazetesi diye yazdım. İleride ne olur belli olmaz şimdilik gazete 15 günde bir çıkacak. Sonraki güzel gelişmeleri de hep beraber yaşadık ve gördük. Diyanet yayınları deyince de hemen Diyanet Gazetesi akla gelir. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında çok değerli kitapların da yayınlanmış olduğunu unutmamak ve inkâr etmemek gerekir. Ne yazık ki Türkiye’de yayıncılık veya yayın gazete ile özdeşleşmiştir. Yayın denilince hemen gazete akla gelir. Günlük gazetesi olmayan ne yaparsa yapsın hemen hemen yayını da yok hükmündedir. Medya kelimesi bu işi biraz gazetenin tekelinden kurtardı. Zamanımızda medya denince yayın türünün canlı cansız, görüntülü görüntüsüz, sesli sessiz, süreli süresiz her çeşidi akla geliyor. Medya kelimesi hepsini kanadının altında topladı. Türkiye’nin yayın hayatını takip etmek, öteden beri benim âdetim, tutkum ve alışkanlığımdır. Memleketimizin geleceğinin önünün açık ve parlak olmasının, milletimin birlik ve beraberliğinin yayınla mümkün olacağına inanan bir insanım. Diyanet İşleri Başkanlığının da yarım asır öncesinden konuya böyle baktığı ve meselenin ve yayın hizmetinin önemini kavradığı anlaşılıyor. Elli sene önce yayına başlayan Diyanet Gazetesi böyle tükenmeyen bir samimiyet ve gayretin ürünüdür. Takdir edersiniz ve bilirsiniz ki büyük bir ihtiyaca cevap veren Diyanet Yayınları, yalnızca Diyanet Gazetesi’nden ibaret değildir. Şu hususu unutmamak gerekir ki; her din görevlisinin nerede olursa olsun eline ulaşan, minber ve kürsüsüne çıkan, sohbetlere konu olan ve çantasına giren yayın odur. Diyanet yayınları arasında Diyanet Gazetesi’nin dışında aynı statüde, çok az farkla aynı ömürde ve aynı usulde yayınlanan iki mevkute daha vardır. Birisi üç aylık İlmi Dergi, diğeri de ayda bir muntazam yayınlanan Diyanet Çocuk Dergisi’dir. Çocukların zevkle takip ettikleri, arkadaş gibi beraber oldukları, renkli sayfalarında kendilerini buldukları, yazıp çizdikleri bir dergidir. Üç aylık İlmi Dergi’nin yayınında zaman zaman aksamalar olmuş, ama Diyanet Çocuk Dergisi türünde örnek teşkil edecek ve teşvik görecek şekilde aksamadan çıkmıştır. Şu anda bu saydığım süreli yayınlara ek bir de Diyanet Aile Dergisi yayınlanmaktadır. Diyanet Haber Bülteni de her ay merkez ve taşranın aynası olarak elimize ulaşmaktadır. Görülüyor ki Diyanet İşleri Başkanlığında zengin bir süreli yayın çeşidi var. Bu neyin eseri; yukarda da işaret ettiğim gibi gücünü hizmet azminden ve aşkından alan samimiyet ve gayretin! Süreli yayınların dışında kitaplar konusuna ve bu çalışmalarda Din İşleri Yüksek Kurulunun katkılarına girmek istemiyorum. O zaman iş çok uzar ve bir makale hacminin ve içeriğinin çok dışına çıkar. GÜNDEM Esasen Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları bir araştırma ve tez konusu olacak zenginlikte ve seviyededir. Hatırladığıma göre bu konuda üniversitelerimizde tez çalışmaları yapanlar da olmuştu. Yine de yapılabilir ve yapılacaktır da. Muhammet Emin GÜRDAMUR Ordu/Ünye İmam-Hatip Yedi yıllık meslek hayatım boyunca şahit olduğum çarpıcı kapakları ve doyurucu muhtevasıyla Diyanet dergisi, güncel olanı ona teslim olmadan ağırbaşlı bir mesafeden takip eden, işlediği akademik bahislerle arşivlenmeyi fazlasıyla hak eden bir mecmua olarak müktesebatımda anlamlı bir yere sahiptir. Biz Diyanet personelini hem ortak bir dil, entelektüel bir aidiyet etrafında kenetlemek, hem de merkezden taşraya her ay yenilenen bir heyecan dalgası altında bırakıp yenilemek suretiyle hayati bir işleve sahip olan dergiye bu zamana kadar emeği geçen herkese, isimleri bilinen veya bilinmeyen hocalarıma, bütün okurlar adına teşekkürü borç biliyorum. Süreli süresiz, sesli sessiz hizmette yayının önemini ve lüzumunu kavrayan kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir. Bu hizmetin süreli yayınlarla hızlandığını ve dikkat çekecek şekilde devreye girdiğini düşünecek olursak elli seneden fazla bir zamanı dikkate almak gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığı camilerin ve Kur’an kurslarının dışında halkımızı yurt içinde ve yurt dışında kütüphanelerimizde büyük bir eksikliği gideren kitaplarıyla, süreli yayınlarıyla, her yıl yayınlanan namaz vakitlerini dinî bilgileri ihtiva eden takvim çeşitleriyle hizmet vermeye devam etmektedir. Son günlerde ilmi Başkanlıkta çevrelerin ciddi manada ilgisini ve dikkatini çeken, takdirini toplayan yayınlar yapılmaktadır. Televizyondaki Diyanet kanalını da dikkate alırsak Başkanlık yayın hizmetlerine yeni atılımlarla devam edeceği ümidini kuvvetlendirmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlarını takip edenler bu hizmeti benim anlatmaya çalıştığımdan daha iyi anlayacak ve kavrayacaklardır. Diyanet İşleri Başkanlığı iş birliğiyle hazırlanan Türkiye Diyanet Vakfı yayınlarını ve özellikle İslam Ansiklopedisini de dikkate alırsak dinî alanda yayın hizmetinin nerelere gelmiş olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Diyanet dergisini 300. sayıya ulaştıranları içtenlikle tebrik eder, şimdiye kadar hizmeti geçenleri şükranla ve saygı ile anar, Başkanlığımıza yayında hizmet yolunun açık olmasını Allah’tan dilerim. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 45 Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Yayın, Diyanet İşleri Başkanlığında özel sektörde bile az görülen bir istek, bir heyecan ve bir gayretle samimi olarak ele alınmıştır. Amatör ruhla işe sarılan her seviyeden görevliler hizmeti ve işi sanki profesyonel bir ruhla yürütmüşlerdir. Diyanet İşleri Başkanından tutun da aşağı derecede ve seviyede çalışan kadroya varıncaya kadar yayınla ilgilenen her insan bu heyecanı duymuş ve işe dört elle sarılmıştır. Ben bu birimde uzun süre sorumluluk yüklenmiş ve görev yapmış bir kimse olarak vaktiyle böyle bir ekiple çalışmış olmanın ve bu zevki yaşamanın tadını halen duyuyorum ve heyecanını yaşıyorum. Beraber çalışmak şere- fine erdiğim Başkanların hepsinin yayına büyük ilgi gösterdiklerine bizzat şahit olmuşumdur. Yayına omuz verenleri, yeni hamleler yapılmasına yürekleriyle vesile olanların hepsinin burada zikredilmesi mümkün değildir. Hiç değilse yayınlarda hizmeti geçenleri temsilen bir iki isimden burada minnet ve şükranlarımızla bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Diyanet dergisine bugünkü şeklini veren ve bunu bir çocuk sevinç ve heyecanıyla takip eden merhum Hamdi Mert’i unutmamak lazım. Rahmetle anıyorum. Çocuk Dergisi’nin çıkartılmasında ve yayına devamının sağlanmasında Mehmet Kervancı’yı ve ekibini şükranla hatırlamak gerekir. Diyanet yayınlarına hizmeti geçen ve bu hizmetin yüceliğine ve lüzumuna inanan arkadaşlarımın tamamının zihnimde çok seçkin yerleri ve saygınlıkları var. Hepsini takdirle anıyor ve hizmetlerinin boşa gitmeyeceğine inanıyorum. Bendeniz 1993–1998 yılları arasında Diyanet teşkilatında 6 yıl civarında Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı yaptım. Bu süre zarfında ve imkânlar nispetinde, Diyanet’in yayın politikası doğrultusunda ve seleflerimizden bize intikal eden güzellikleri de göz ardı etmeden görev yapmaya özen gösterdik. Yine bu dönemde şeyhülislamlıktan, Diyanet İşleri Başkanlığına geçiş tarihi itibarıyla Diyanet’in yayın konusunda yapmış olduğu hizmetleri inceleme imkânım oldu. Çünkü hâlen yapılan işlerin evveliyatı bilinmediği takdirde sağlıklı ve faydalı bir çalışma yapılamayacağı ve ilerleme olmayacağı düşüncesindeyim. Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde kurulduğunda, teşkilat, bir Başkan’ın yönetiminde Müşavere Heyeti, Mushafları Tetkik Heyeti, Dini Müesseseler Müdüriyeti, Memurin ve Sicil Müdüriyeti, Levazım Müdüriyeti ve Tahrirat Müdüriyeti ile Türkiye çapında 391 müftülük ve toplam 5668 çalışan personelden ibaretti. Hatta 1950 yılına kadar Başkanlıkta yayın işlerini yapan bir birim bile yoktu. Ancak 1950 senesinden itibaren Diyanet’in yayın işlerini, Zat İşleri Müdürlüğü üstlenmişti. Oysaki Diyanet’in kuruluşuyla bir- 46 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Dergi’nin 0 0 3 Aylık Diyanet ZERİNE SAYISI Ü likte toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek görevi yasa ile Diyanet’e verilmişti. Hatta teşkilatın göreviyle ilgili olarak geniş çaplı bir oluşuma ihtiyacı bulunuyordu. Fakat nedense bu teşkilatlanma olmadı veya çok yavaş ilerledi. Bu durum 1965 yılına ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun çıkana kadar sürdü. Söz konusu kanunla birlikte yeni birimler kurulmuştu. Bu birimlerden birisi de Din Hizmetleri ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı idi. Diyanet İşleri Başkanlığının yayın işlerini yürütmek üzere de Derleme ve Yayın Müdürlüğü kurulmuş ve bu Daireye bağlanmıştı. Zamanla 633 sayılı Teşkilat Kanununun bazı maddelerine çeşitli itirazlar yapılmış, bunun üzerine mahkemeler de bu maddeleri iptal cihetine gitmişti. Dolayısıyla bir süre sonra Diyanet yönetilemez hâle gelmişti. Onun için Diyanet uzunca bir müddet tüzük, talimat ve yönetmeliklerle idare edilmeye Abdullah CEYHAN Dini Yayınlar Dairesi Eski Başkanı çalışıldı. Bilahare Bakanlar Kurulu’nun 18.07.1984 gün ve 8360 sayılı kararıyla 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı, ana hizmet birimlerinden kabul edilerek yeniden düzenlendi. Yayınlarla ilgili 4 ayrı Şube Müdürlüğü de Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığına bağlandı. Dâhili ve ufak tefek bazı tedbirlerle Diyanet ihtiyaçlarını gideremeyince bu sefer öncelikle Başkanlar, Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanları ve Başbakanlar yeni görevlerine başlar başlamaz hemen Diyanet’in Kanununu çıkarmaktan bahseder olmuşlardı. Ama yine de verdikleri sözlerinde hiçbirisi başarılı olamadı. Ancak Teşkilat Kanununda değişiklik yapan 01.07.2010 tarihli ve 6002 sayılı Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un çıkarılarak 13 Temmuz 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmesiyle kısmen giderilebildi. Diyanet İşleri Başkanlığı bu yeni Yasa ile Genel Müdürlük seviyesinden Müsteşarlık seviyesine çıkarıldı. Yasaya göre teşkilat, 2 sürekli Kurula ilave, 9 adedi Genel Müdürlük olmak üzere 14 birimden oluşturuldu. Diyanet yeni imkân ve birimleri GÜNDEM sayesinde, bizim hayalini kurup daha önce üzerinde çalıştığımız fakat netice alamadığımız yayın işlerini daha kolayca ve kaliteli olarak yapma fırsatını yakalamış oluyordu. Oysa bu fakir Daire Başkanlığı öncesi dönemde Döner Sermaye imkânının yetersizliği nedeniyle bazı kitapların bastırılamadığını iyi biliyordu. Diyanet’in bir televizyon kanalına sahip olarak kendi yayınını bizzat yapmak istemesine hatta bu konuda ilgililerin çalışmasına rağmen bu istek de gerçekleşmedi. Diyanet olarak hazırlanan dinî, kültürel ve sosyal muhtevalı paket programlarımız yine de TRT mevzuatı gereği Kurum denetiminden geçmek zorundaydı. Bununla birlikte Yayın Dairesi tarafından Başkanlık adına bastırılan kitap ve dergilerin ücretsiz dağıtımı, günümüzde yapılanların aksine oldukça sınırlıydı. Hatta süreli yayınlar ve kitaplar kalitesiz de olsa kâğıt bulunabilirse bastırılıyordu. Diyanet 1961 yılında Diyanet Dergisi’ni (Diyanet İlmi Dergi), 22 Kasım 1968 tarihinde, 15 günde bir çıkarılan Diyanet Gazetesi’ni (Diyanet Aylık Dergi), 1979 yılında da Diyanet Çocuk Dergisi’ni çıkarmaya başlamıştır. Söz konusu dergiler ücretsiz dağıtılan çeşitli ekleriyle ve Özel Sayı olarak güzel kâğıtlara basılmaktadır. Diyanet Aylık Dergi’nin 300. sayısı ise 2015 yılı, Aralık ayında basılacaktır. Diyanet Aylık Dergi’nin 1968 yılından bu yana basılmaya devam etmesi çok önemlidir. Doğrusu dergiyi çıkaranları kutlamak istiyorum. Bildiğim kadarıyla estetikten anlayanlara göre güzelliklerde sınır yoktur. Güzelliğin resmini çizmeye çalışanlar, çizdiklerine ve yazdıklarına ruh katmalılar. O zaman ne güzel olur, değil mi? İşin inceliğine vakıf değilseniz, güzellik izafidir der geçersiniz. Yine de buna rağmen yazar ve çizerler, yayın işi yapanlar “her işi ilk defa biz yaptık” dememelidir. Çünkü her şeyin bir evveliyatı vardır. Diyanet Aylık Dergi’yi bugüne kadar getirenleri minnet ve şükranla anıyor, vefat edenlere Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. 300. sayı hayırlı olsun… Hızır KETANCI Kasarcılar Camii İmam-Hatibi/Rize Dergimizin bence bir tek eksiği var: O da tanıtımının iyi yapılmaması. Camiamızın büyük bir bölümü dergiye karşı oldukça mesafeli ve önyargılı. Tam bu noktada kendi adıma bir itirafta bulunayım. Ben de senelerce dergiye karşı mesafeli duranlardan birisiydim. Sonra nasıl olduysa günlerden bir gün elime geçen dergilerden birini okumaya başladım. Okudukça beni cezbetmeye ve içine çekmeye başladı. Kısa sürede fikrimin tamamen değiştiğini gördüm. Gündemi ve güncel olanı takip etmede çok işime yarayan bir dergimiz var. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ Bilgiden Hikmete Uzanan Yol Onun üzerine biz ikinci alternatifi devreye sokmuştuk. Şöyle ki 17.09.1997 tarihinde TRT Genel Müdürü Sayın Yücel Yener ve Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz bir protokol imzalamışlardı. Bizim hazırladığımız bu protokole göre TRT 4’te cumartesi akşamları 120 dakika süreli “Diyanet Saati” adıyla dinî bir program yapacaktık. Nihayet 01 Kasım 1997 tarihinde ve cumartesi günü akşamı ilk yayınımızı başlattık. Ama günümüzde görüyorum ki Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü tarafından çok sayıda kitap ve dergi basılıyor, dağıtılıyor ve satılma endişesi taşınmıyor. Üstelik kitap ve dergilerin basımında en kaliteli kâğıtlar kullanılıyor. Diyanet TV kanalı yoluyla Başkanlık kendi hazırladığı dinî programlarını istediği biçimde yayınlıyor. Bunların kadri ve kıymeti çok iyi bilinmeli ve şükredilmelidir. DİN DÜŞÜNCE YORUM Mevlana’nın insana bakışı Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Mevlana’ya göre insan; ulvilik ve süfliliğin, akıl ve şehvetin buluşma noktası olup, bütün problemlerine rağmen varlıkların en değerlisidir. 48 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 İnsan sözcüğü, Arapça bir kelime olup “üns” ve “nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabaniliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alaka anlamlarına gelir. (İsfehani, Ragıb, el-Müfredat fi Garibi’lKur’an, İstanbul 1986, s. 34.) Bu duygu insanın hemcinsleriyle ve yaratıcısıyla kolayca kurabi¬leceği ilişki ve iletişimi ifade eder. Nesy ise, hayvaniliğin aksine; gaflet, bildikten sonra unutmak, anlamamak, hata etmek (İsfehani, age. s. 748.) gibi manaları kapsamakta olup, insanın “ilk misak”ı (bkz. Kur’an-ı Kerim, el-A’raf, 7/172: “Hani rabbin Ademoğlunun sırtlarından zürriyetlerini almış ve kendilerine şahit kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) ‘Evet, (sen bizim Rabbimizsin) şahidiz’ demişlerdi. Kıyamet gününde “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye.” (Dünyaya gelen ve gelecek olan her insanda İslam’ın mührü Rabbimiz tarafından vurulmuştur.) her zaman örtebileceği, yani yaratıcısına başkaldırıp ilişkiyi koparabileceğini vurgulamakla birlikte psikolojiye konu olan hafıza kaybı, unutkanlık manasına da gelmektedir. İşte insan kelimesinin etimolojisinde her iki anlamı da içeren bu tanım, Mevlana’nın tanımıyla örtüşür. Ona göre insan; ulvilik ve süfliliğin, akıl ve şehvetin buluşma noktası (Mevlana, Mesnevi, (çev. Veled İzbudak), İstanbul 2004, olup, bütün problemlerine rağmen varlıkların en değerlisidir. Mevlana, insanı tanımada Kur’an’a başvurulmasını öğütler ve şu ayete dikkatleri çeker: (Mevlana, Mesnevi, VI, 87.) “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 94/5.) IV, 128.) Yukarıdaki ayette vurgulandığı gibi, varlıklar içerisinde yaratılı- Yüce Allah, kendisinde bulunan birtakım sıfatları mahiyet farkını dikkate almak şartıyla, mecazi manada insana da vermiştir. Mevlana, bu hususu şu şekilde dile getirir: “Allah, bizim huyumuzu/ahlakımızı da kendi huyuna/ahlakına, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da O’nun vasfından bir örnektir.” şı en güzel olan insandır. Ayette geçen “ahsen-i takvim” pasajı, insanın gerek boyunun posunun doğruluğu ile günden güne artan görünen şeklinin güzelliği ve gerek aklının, zihninin hak ve hayır ayetlerini ve hatırlatılan güzellik ve yücelikleri idrak edebilecek şekilde güzel kabiliyeti ve gerek ilahî ahlak ve niteliklerle ahlaklanıp derece derece gelişme ve olgunlaşmaya elverişli olan ahlak güzelliği gibi maddi ve manevi her türlü gü¬zelliği kapsar. İnsanın güzelliği, salt duygusuz olan şekil ve suretinde değil, asıl duygu ve maneviyatında ortaya çıkar. İşte Mevlana, Tin suresinin beşinci ayetine vurgu yapmakla, insanın yaratılış bakımından hem zahiri ve hem de batıni/manevi güzelliğine dikkat çekmiş olmaktadır. Çünkü varlıklar içerisinde şekli, en güzel olan insandır. İnsan şekli, Arş’tan üstündür, düşünceye sığmaz (Mevlana, Mesnevi, VI, 87.) diyen Mevlana, insanın fizik ve metafiziği birlikte sentezleyerek ulviliği yakalayabilece- ğine işaret etmektedir. Çünkü arş, bir varlık mertebesidir. İnsan, bu varlık mertebelerinin içinde ulvi bir konuma sahiptir. Bu sebeple insan, varlık mertebelerini özünde taşıdığı ilahî cevherle aşabilir. Bir başka ifade ile Mevlana’nın düşünce sisteminde insan, Yüce Allah’ın nefes-i ilahîsinin bir eseridir. (bkz. Secde, 32/7-9; Hicr, 15/29.) Yüce Allah, kendisinde bulunan birtakım sıfatları mahiyet farkını dikkate almak şartıyla, mecazi manada insana da vermiştir. Mevlana, bu hususu şu şekilde dile getirir: “Allah, bizim huyumuzu/ahlakımızı da kendi huyuna/ahlakına, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da O’nun vasfından bir örnektir.” (Mevlana, Mesnevi, IV, 106.) Mevlana bu düşüncesiyle İmam-ı Gazali’nin (ö. 505/1111) “Kitabü’l-Esna fi Şerhi Esmaillahi’l-Husna” adlı eserine de isim olan: “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanınız” (bkz. Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Maksadu’l-Esna fi Şerhi Esmaillahi’l-Husna, Mısır, ts., s.110.) rivayetine vurgu yapmıştır. İşte Allah’ın en güzel isimleri manasına gelen el-esmaü’l-husnayı böyle anlayacağız. Bir nevi bu isimler, davranış planında bizde hayat bulacaktır. Örneğin; Allah kerimdir, cömerttir, biz de cömert olacağız. O, affedicidir, biz de affedici olacağız. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Mevlana bu hususu açıklarken yaratıcı der, nasıl ki kendisinin övülmesini ve teşekkür edilmesini istiyorsa, aynı şekilde insan da kendisinin övülmesini ve takdir edilmesini ister. (Mevlana, Mesnevi, IV, 106.) ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 49 DİN DÜŞÜNCE YORUM İnsanı diğer varlıklardan ayıran özellikler Öte yandan, insan; “küçük bir âlem, ama hakikatte en büyük âlemdir.” (Mevlana, age. IV, 57.) diyen Mevlana, onu, diğer varlıklardan üstün kılan vasıflarla mukayeseler yaparak anlatır. Amaç, insanın, ulvilik ve süflilik nitelikleri arasındaki temel ayıraç noktalarını ortaya koymaktır. Bu bağlamda Mevlana’ya göre varlıklar yaratılış mahiyetleri bakımından üç kategoriye ayrılır: 50 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 1) Melekler: Nurdan yaratılmışlardır. Onlar, akıl, bilgi ve cömertlikle donatılmışlardır. Secdeden başka bir şey bilmezler. Yaratılışlarında hırs ve heva yoktur. Mutlak nurdan olup, Allah aşkıyla yaşamaktadırlar. 2) Hayvanlar: Bilgisizdirler, içgüdüleriyle hareket ederler. Ottan başka bir şey görmezler. Kötülük, yücelik ve iyilikten gafildirler. Hayvanlar; yer, içer ve arzularını tatbik etmekle uğraşırlar. 3) Âdemoğulları/insanlar: Bunlar yarı yaratılışları bakımından melek, yarı yaratılışları bakımından hayvan gibidirler. Behimi olan yarıları, aşağılığa meyleder, öbür yarıları da akla meyleder. (Mevlana, Mesnevi, IV, 124.) Mevlana’nın da vurguladığı gibi, insanda akıl/bilgi kuvvetinin yanında öfke ve şehvet kuvveti de vardır. Eğer insanda şehvet kuvveti akıl kuvvetine hâkim olursa, böyle bir insandan haksızlık gibi kötülükler; eğer akıl, şehvet ve öfke kuvvetlerine hâkim olursa böyle bir insandan da iffet, DİN DÜŞÜNCE YORUM şecaat ve adalet gibi erdemli davranışlar meydana gelir. (Mevlana, age. IV, 128.) Mevlana’ya göre melekler ve hayvanlar; savaştan, kavgadan anlamaz; istirahat ve huzur içindedirler. İnsan ise, melek ve hayvanlardan irade yönüyle ayrılmıştır diyen Mevlana, insanları kendi içinde şu şekilde sınıflandırır: (bkz. Mevlana, Mesnevi, IV, 128–129.) 1) İnsanlardan bir kısmı, hayatlarının tümünü Allah’a adamışlardır. Bunlar, bir çeşit, pratik iman ve Müslümanlığı gündelik hayatlarında davranış kalıplarına dökmek suretiyle Hz. İsa gibi irfani ve ruhani bir sürece katılanlardır. Mevlana’nın tabiriyle yine bunlar, surette insan, hakikatte Cebrail gibidirler. Öfke, dedikodu, heva ve hevesten kurtulmuşlardır. Oruç, bunu çok güzel sembolize eder. Çünkü oruç tutan bir Müslüman, gün boyunca yemeden, içmeden ve nefsanî arzulardan uzak durmakla melekleşme yanını öne çıkarır. Elbette, diğer ibadetler de manevi açıdan insanı yüceltir, iradesini kuvvetlendirir, duygularını inceltir, meleki niteliklere bürünmeye ve hatta onları aşmaya sebep olur. Mevlana’nın tabiriyle, Miraç Gecesi’nde Hz. Peygamberle birlikte yaptıkları manevi yolculukta melek Cebrail’in belli bir noktadan sonra öteye geçememesi buna çok güzel örnektir. 2) İnsanların bir kısmı da Mevlana’nın ifadesiyle eşeklere katılmış olanlardır. Bunlar; kızgınlığın ta kendisi olmuşlar, tepeden tırnağa kadar şehvet kesilmişler- dir. İnsanın dışındaki diğer mahlukat gibi, sırf bedenî ihtiyaçlarını karşılamak için yerler, içerler ve behimi arzularını tatmin ederler. Allah’la ilişkileri kopuk olduğu için, bunlarda meleklik/ruhanilik sıfatı yoktur. Mevlana’nın bakış açısında canı/imanı olmayan adam manen ölüdür. Bu gerçeği Mevlana şu ayetle temellendirir: (bkz. Mevlana, Mesnevi, IV, 124–125.) “Ey inananlar! (Allah rasulü) hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın çağrısına uyun!” (Enfal, 8/34.) Dolayısıyla insan, kendisine hayat vere- dır. İnsan hem iyiliğe ve hem de kötülüğe karşı kabiliyetli yaratılmıştır. Dolayısıyla insan, sahip olduğu özgür iradesiyle yeteneklerini iyinin ve doğrunun mücadelesi yönünde kullanabilir. İnsanın genetik şifresi olan DNA’sına bu duygu yerleştirilmiştir. Bu bağlamda Mevlana’ya göre insanı insan yapan salt, fiziki güzellik ya da varlıklı olmak değil, manevi güzelliktir. O, “Eğer insan, suretle insan olsaydı Ahmet’le Ebu Cehil eşit olurdu.” görüşüyle, materyalist in- İnsan, sahip olduğu özgür iradesiyle yeteneklerini iyinin ve doğrunun mücadelesi yönünde kullanabilir. İnsanın genetik şifresi olan DNA’sına bu duygu yerleştirilmiştir. cek olan vahiyden kopmamalıdır. İnsan vahiyle irtibatını kopardığı zaman, bunalıma düşer. Bu sebeple Mevlana, bütün zamanların yolunu şaşırmışlarına “kendine aklı ve dini kılavuz et” (Mevlana, age. IV, 53.) demek suretiyle izleyecekleri yöntemi göstermiştir. Sonuç olarak söylemek gerekirse, Mevlana’ya göre her insan büyük bir âlemdir. İnsan, düşünceden ibarettir, geri kalan et ve sinirdir. Her şey insandadır. Varlıklar içerisinde, Allah’ın bütün sıfatlarına mazhar olan yegâne varlık insan- san telakkisinin tutarsızlığına karşı koymuştur. Mevlana’nın dediği gibi, insanda o kadar büyük bir aşk, hırs, arzu ve üzüntü vardır ki, yüz binlerce âlem kendisinin olsa, yine huzur bulmaz. Bu zevklerin, arzuların hepsi bir merdivene benzer. Merdiven basamakları oturup kalmak için elverişli değildir; üzerine basıp geçmek için yapılmıştır. O halde insan huzur ve sükûneti merdiven basamakları durumunda olan salt arzu ve isteklerde değil, Allah’a imanda aramalıdır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 51 Kalbin Şaşılığı: Şirk Muhammet Emin Gürdamur Şirk bir vehimdir. Çünkü Allah’ın eşi ve benzeri yoktur. Fakat şirk sadece puta tapıcılığa indirgenirse Kur’an’ın bu konuyla ilgili bütüncül bakışı göz ardı edilmiş olur. Çünkü Kur’an bize, nefsin hevasının dahi ilah edinilebileceğini (Furkan, 25/43.), arzular ve ihtiraslarla da şirk batağına düşülebileceğini doğrudan söylemektedir. Bu demek oluyor ki şirk dediğimiz zaman insan kadar girift, insan kadar tarazlı ve insan kadar çok boyutlu bir olguyla karşı karşıyayız. İnsanı dünyadaki sorumlu yürüyüşünden alıkoyacak, onun istikametini cennetten başka taraflara çevirecek her oluşun ve yönelişin, yolları ikilemesi bakımından bir şirk biçimi olabile- 52 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 ceğini, en azından içinde onun şaşılık veren zehrinden damlalar barındırabileceğini anladığımız anda hayatın her alanına nüfuz edebilecek sinsi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu da fehmetmiş oluyoruz. İslam’ın ısrarla dikkat çektiği, bütün imkânlarıyla tıkamaya çalıştığı bir gedik olarak şirk, insanı da, toplumu da topyekûn ifsat edebilecek mahiyettedir. Büyük insanlık yürüyüşü boyunca vahiy tam da bu batışı engellemek, insanı bu çalkantılı denizde dengede tutmak ve yaratılış amacına uygun olarak sapasağlam Rabbine dönmesini sağlamak gibi eşsiz bir rehberliğin adıdır. Şirk ilk düğmeyi yanlış ilikle- mekle eşdeğer bir bilinç sapmasıdır. İnsanın kendisini var eden iradenin karşısında kibre kapılıp kendi kendine yeteceği yanılgısına düşmesi de, hayatı Allah’ın sözünün geçtiği ve geçmediği cüzlere ayrıştırması da ve Allah’ın ona yüklediği sorumluluğu inançsızlık girdabına kapılıp reddetmesi de özünde şirkten nüveler taşıyan savrulmalardır. Çünkü şirk sadece Allah’a ortak koşmak şeklinde değil, onun emirlerine, beşeriyetin önüne koyduğu kurtuluş köprüsüne şerikler çıkarmak suretiyle de tezahür edebilmektedir. Elbette yeryüzündeki insan sayısınca O’na giden yollar vardır. Lakin bu yollar vahyin koridorundan taşmamakla mükelleftir. Aksi hâlde DİN DÜŞÜNCE YORUM yolun ucunun insanın kendi vehminde yontup büyüttüğü putlara çıkması kaçınılmazdır. Allah’a (c.c.), kayalardan yontulan putlara tapmak suretiyle ortak koşmak bir klasik dönem şirki olarak büyük ölçüde miadını doldurmuşa benziyor. Peşinden insan aklının kendi kendine yetebileceği yanılsaması üzerinde yükselen ve sırtını pozitivizme dayayan, modern şirk biçimleri arzı endam etti. Farklı gözükmekle birlikte bu iki şirk türü de aynı bataklıktan beslenir. Özgeci Simone Weil, puta tapıcılığın ruh kökünde doğaüstü dikkati gösterememenin ve bu dikkatin gelişmesi için gerekli olan sabra sahip olamamanın yattığına isabetle dikkat çeker. Putperest, kutsal olana dokunmak, hem de hemen şimdi, burada dokunmak, onu göz hapsine almak, ihata etmek ister. Bu bize pozitivizmin konumlandırıcı, anlayamadığını reddedici niteliğini hatırlatıyor. Hâlbuki insan görebildiği, dokunabildiği ve tastamam anlayabildiği bir kutsal karşısında ilk olarak kulluğunu yitirecektir, yani insanlığını… Modern zamanlarda daha çok bir entelektüel savruluş olarak karşımıza çıkan şirk, bu paradoksal dünyada vahyin ışığında yürümek ve cennete bir yol bulmak için insana bahşedilen aklı putlaştırıp onun kavrayamadığı her şeyi inkâr etmek yoluna gitmiştir. Kur’an-ı Kerim’in, Allah’a ortak koşan kişileri gökyüzünden düşüp parçalanan, kuşlar tarafından didiklenen veya rüzgârla uzak bir köşeye sürüklenen şeye benzetmesi idraklerimize güçlü ve hikmetli bir metaforla kazınmaktadır. (Hac, 22/31.) Müşrik, bilincini semadan yeryüzüne düşüren kişidir. Orada akbabalarca parçalanması ve nihayet uçurumların kenarına sürüklenmesi kaçınılmazdır. uyanık tutan bu ibadetlerde, insanın mekânla, mekânın kutsalla, kutsalın tekrar insanla ilişkisini gönyede tutan ince, ürpertici bir tevhit rikkati de görüyoruz. Ve bunu yalnızca İslam’da görüyoruz. Diğer bütün inanç ve ahlak sistemleri panteizmle materyalizm aralığında, kimi içe kimi dışa doğru muvazenesizliklerle ama bir şekilde tevhidî merkezlerini yitirmiş sistemler olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin burada durup düşünüyoruz, Müslüman için mihver teşkil eden kutsal mekânlar ve özellikle hac ibadetinde sembolik anlamları ağır basan ibadetler, nasıl oluyor da insanın somutlamaya meyyal tarafına teslim olmuyor? Mekân ve kutsal sembollerle terbiyeli bir mesafeyi hep Kitabımız Kur’an, şirkin en büyük “zülüm” olduğunu beyan ederek, filozofların uzun yıllar eteğinde gezindiği kötülük ve teodise sorununa da şümullü bir açıklık getiriyor. Kur’an’ın yeryüzündeki kötülük ve zulüm meselesini de ihata eden külli ve aşkın bakışı bize, tevhidin korunmasını sağlayan ufukların önemini gösteriyor. Orada, Allah’ın âlemlere zulüm murad edici olmadığını (Âl-i İmran, 3/108.), zulmün büyüğü olarak ise şirkin gösterildiğini görüyoruz. (Lokman, 31/13.) Soruyu yutan bu cevaplar, bir bakıma idraklerimizi yeryüzündeki bütün kötülüklerin, fesatların ve yıkımların ruh köküne yöneltiyor. Kâinatın muhteşem kaosu, bu kaosun içindeki tüyler ürpertici ahenk ve insanın ahlaki tekâmüle istidadı, tevhit nazarıyla bakıldığı zaman kozmolojiyi ve biyolojiyi aşan bir anlam alanına açılıyor. Mahlûkatın tümü, bir tevhit tecellisinin enstrümanı olarak kendisine emredilen dairede hüviyetini devam ettirirken, sadece insanın, bir imtihan üzere dünyaya gönderilen insanın, bu dairenin dışına çıkabilmek “hür- ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 53 DİN DÜŞÜNCE YORUM riyetiyle” sorumlu tutulduğunu görüyoruz. Bu hürriyet müthiş, müthiş olduğu kadar korkunçtur. Beşerî insiyakımızla empati kuramayacağımız bir iradenin, ancak varlığı aşkın bir iradenin yaratabileceği bir hürriyet... Dünya ve içindekileri, Mevlana’nın meşhur fil metaforunda olduğu gibi, parçalayarak okumaya devam ettiğimiz sürece bilinç yarılması da denebilecek demagojiler devam edecek. Kant’ın yaptığı gibi, herkes kendi diyalojik metni üzerinden bir teodise mahkemesi kuracak ve istediği tarafı gülünç duruma düşürecek. İlk kez fille Şirk kalbin şaşılığıdır, o yüzden tamiri kalpten gerektir. Zamanı, mekânı, cümle eşyayı ve dahi yokluğu yaratan Allah Azze ve Celle, insanı hakikate şahit kılmıştır. Tefsir âlimleri, Kur’an’da Hz. İbrahim’le (a.s.) ilgili zikredilen “kalb-i selim” ifadesini, onun putperestlikle mücadelesinden mülhem, şirkten uzak duran, tevhidin gölgesinde çarpan kalp anlamına geldiğini söylemişler. 54 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 karşılaşan insanların karanlık bir ahırda onu elleriyle müşahede etmek isteyişleri gibi, insanın hayat ve onun anlamı üzerinde patinajları sürecek. Hortumunu tutan onu oluk, kulağını tutan yelpaze, bacağını tutan sütun zannedecek. Bu zannedişler devam ettiği sürece savaşlarla, afetlerle, trajedilerle ilgili parçalanmış zihinler oksijensiz kalmaya mahkûm olacak. Allah’a (c.c.) şirk koşan kişi her şeyden evvel kendi hikâyesine gölge düşürmüştür. Bir katilin maktulden önce kendi insanlığını öldürdüğü, bir zalimin mazlumdan önce kendi kulluğuna gadrettiği gibi... Allah’a ortak koşmanın en zorba şekli budur. Yeryüzündeki kötülükler, hayatın aksi içinde bin bir suret alıyor ve bizi bambaşka sonuçlara götürüyor, fakat kötülük tezahürlerinin izini sürüp yaşamı çeşitlendiren prizmanın ardına kadar uzandığımız vakit orada tek bir kötülük buluyoruz; şirk! Kendi kendine yetip artacağını zanneden insanın yaşamı anlamlandırmak için kendinden başka bir varlığa ihtiyaç duymayı reddedişi! Ki bu seküler eşik, kutsalı karşısında tutan, görülebilir bir alanda, öngörülebilir işlerliğe hapseden klasik dönem putperestliğinin üvey kardeşi değil de nedir? Beşer aklının, önce kendini sonra maddeyi yaratılış amacının dışına iterek geçtiğimiz yüzyılı nasıl kan gölüne çevirdiği ve bugün de çevirmeye devam ettiğine dair şaşkınlık, Epüküros’tan Kant’a, Hume’dan Camus’ya kadar inananlara yöneltilen demode kötülük sorunu’nun altında kalacak cinsten değildir. Ondokuzuncu yüzyıl pozitivizminin dünyayı kasıp kavurduğu, evrendeki her bir şeyin arkasındaki sırrın pek kısa zamanda çözüleceğinin zannedildiği o agresif akıl çağında değiliz. Bugün teodise üzerine edeceğimiz hiçbir söz, şahadet parmaklarımızı, yörüngesinden çıkmış ve ardında milyonlarca ceset bırakarak kendi hikâyesinin sonuna gelmiş, “insan aklına” doğru uzatıp susmaktan daha güçlü bir anlatıma sahip olmayacak. Şirk kalbin şaşılığıdır, o yüzden tamiri kalpten gerektir. Zamanı, mekânı, cümle eşyayı ve dahi yokluğu yaratan Allah Azze ve Celle, insanı hakikate şahit kılmıştır. Tefsir âlimleri, Kur’an’da Hz. İbrahim’le (a.s.) ilgili zikredilen “kalb-i selim” ifadesini, onun putperestlikle mücadelesinden mülhem, şirkten uzak duran, tevhidin gölgesinde çarpan kalp anlamına geldiğini söylemişler. İnsanoğlunun tevhidin gölgesinden başka inşirah bulacağı, felaha ereceği yeri yoktur. Çünkü her şeyin maliki O’dur. Dönüp varacağı O’dur. Yaşarken sığınacağı, ölünce huzuruna çıkacağı O’dur. Kimse O’ndan kaçamaz. Kaçılacak yerler O’nundur. Gözünü kapayan da, kısıp ufku delmeye çalışan da O’ndan başkasını göremez. O her yerdedir. Ve O her şeyden münezzehtir. Ve O’nun huzuruna nasıl çıkmamız gerektiğini Bağdatlı Ruhi, gönlü vahiyle atan dizelerinde ne güzel ifade etmiştir: “Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler. ’Yevme la yenfeu’da kalb-i selîm isterler.” DİN VE SOSYAL HAYAT Biz O’nu Çok Sevdik Çünkü O Bizden Biriydi Prof. Dr. Ali KÖSE Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı O… Kızı Fatıma’ya şefkatli bir baba, Enes’in başını okşayan bir yoldaş; Kuşu ölen çocuğa başsağlığına giden bir arkadaş; Yahudi komşusunu hasta yatağında ziyaret eden bir komşu, “Beni seviyor musun?” diyen eşine, “ilk günkü gibi” diyen bir eş; Ağlayan torununu kucaklamak için cuma hutbesinden inen bir dede; Kervan ticaretine katılan bir tüccar; Bedir’i de Uhud’u da yaşayan bir kumandan; Medine pazarında ıslak buğday satan tüccara, “Bizi aldatan bizden değildir.” diyen bir müşteriydi… O semavi bir hayat değil, yeryüzü hayatı yaşadı. Baba oldu, dede oldu, komşu oldu. Savaştı, barıştı, şakalaştı. Mekke müşrikleri arasındaki lakabı Muhammedü’l - Emin’di. Mekke eşrafı Kâbe’yi tamir ediyordu. Hacerü’l-Esved’i tekrar yerine kimin koyacağı konusunda ihtilafa düşmüşlerdi. Sonra dediler ki, Beni Şeybe kapısından ilk geleni hakem tayin edelim. O gelen iki cihan serveriydi. “Muhammedü’l-Emin geldi” dediler. Hem emin hem zeki idi. İhtilafı hemen çözdü. Bir örtü istedi Hacerü’l-Esved’i örtünün üzerine koydurttu ve her kabilenin temsilcisinin örtünün bir ucundan tutmasını istedi. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 55 DİN VE SOSYAL HAYAT Cahiliye Mekkesinde haksızlıklara, zulümlere karşı koymak üzere kurulan Hılful Fudûl’ün (Erdemliler Birliği) bir üyesiydi. 20’li yaşlardaydı… Ebu Cehil elinde bir üzüm salkımıyla karşısına dikildi. “Söyle ya Muhammed bu benim nasibim mi değil mi!” dedi. Kötü niyeti hissetti. Nasibin dese yere atıp ayağıyla üzümü çiğneyecek, nasibin değil dese yiyecekti. “Yersen nasibindir, yemezsen nasibin değildir, ey Ebu Cehil!” dedi. İlk vahiy geldiğinde şaşkınlık içindeydi. Doğruca Hz. Hatice’ye koştu. Hz. Hatice şu sözlerle teskin etti: “Allah se¬ni hiçbir zaman yalnız bırakmayacaktır. Çünkü sen doğrusun, emanete riayet eder¬sin, akrabanı gözetirsin, merhametlisin ve güzel ahlaklısın.” Ne kadar güzel bir övgüydü bu. Bir insanı en iyi eşi tanıyabilirdi ve o eş ne kadar da güzel anlatmıştı onu. O Eşrefü’l-Enbiya idi. İnsanların en yücesiydi. Hayatını hem bir nebi hem bir insan olarak yaşadı. Onun da hataları vardı, ama o hatalar ilahî ikaza muhataptı. Bir gün Mekke eşrafıyla buluşmuştu. Onların Müslüman olma ihtimalini çok önemsiyordu. Çünkü Mekke eşrafından birilerinin İslamiyet’i seçmesi onun ferahlamasına neden olacak, davasını kolaylaştıracaktı. Bu arada fakir ve âmâ bir sahabe olan Abdullah ibn Ümmü Mektum çıkagelmişti. Mekke eşrafıyla uğraştığı bir anda 56 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 onun gelmesinden pek hoşlanmamış ve yüzünü ekşitmişti. Bunun üzerine Abese suresi nazil olmuştu. Surenin adını aldığı Abese kelimesi “yüzünü ekşitme” anlamına geliyordu. “Kendisine âmâ geldi diye peygamber yüzünü ekşitti” diye başlıyordu sure. Devamında da âmânın Mekke eşrafından daha kıymetli olabileceğine işaret ediyordu. Hatasını anlamıştı. Artık Abdullah ibn Ümmü Mektum’u her gördüğünde ona iltifat edip ikramda bulunuyor ve “Ey kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı zat, merhaba” diyerek yanına çağırıyordu. Tebliğ vazifesine Kureyşlileri Safa tepesinin eteklerinde toplayarak başladı. “Ey Kureyş! Şu dağların arkasında size karşı hazırlanan bir ordu var desem bana inanır mısınız?” diye sordu. “Evet” dediler ve eklediler: “Evet, çünkü senden hiçbir yalan söz işitmedik!” Taif’e gitmişti tebliğ için. Orada kendisini taşladılar. Ama o rahmetle karşılık verdi. “Onlar bilmiyorlar, Sen onları hidayete erdir, Ya Rab!” diye dua etti. Hep Rabbinin rızasını aradı. Taif’ten sonra: “…Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah’ım. Sen bana karşı öfkeli değilsen, çektiğim sıkıntı ve zorluklar benim için hiç önemli değil!” diye dua etmişti. “Onlardan biri, kız çocuğu ile müjdelendiği zaman, öfkelenerek yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu ya- O Eşrefü’l-Enbiya idi. İnsanların en yücesiydi. Hayatını hem bir nebi hem bir insan olarak yaşadı. Onun da hataları vardı, ama o hatalar ilahî ikaza muhataptı. Bir gün Mekke eşrafıyla buluşmuştu. Onların Müslüman olma ihtimalini çok önemsiyordu. Çünkü Mekke eşrafından birilerinin İslamiyet’i seçmesi onun ferahlamasına neden olacak, davasını kolaylaştıracaktı. DİN VE SOSYAL HAYAT nında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün? Yazıklar olsun. İzledikleri yol ne kadar da kötüdür.” (Nahl, 58-59.) ayeti onun toplumuna inmişti. Ama onun en sevgilisi kızı Fatıma idi. Hutbe irat ederken torunları mescide geldiler. İçeri girerken birisi düştü ve ağlamaya başladı. Efendimiz hutbeye ara verip torununu kucakladı ve sahabeye dönerek “Kıyamadım yavrucağa” buyurdu. Hz. Aişe validemiz bir gün “Beni seviyor musun Ya Rasulallah!” diye sordu. Efendimiz, “Kördüğüm gibi ya Aişe” buyurdu. Aişe validemiz arada bir yoklardı Efendimizi “Kördüğüm nasıl gidiyor Ya Rasulallah?” diye. Efendimiz de “İlk günkü gibi ya Aişe, ilk günkü gibi.” cevabını verirdi. Veda Hutbesi’nde, “Kadınlar Allah’ın size emanetidir.” buyur- du ve devam etti: “Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayın… Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap’a üstünlüğü yoktur… Faizin her çeşidi kaldırılmıştır… İlk kaldırdığım faiz amcam Abbas’ın faizidir… Kan davaları tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası amcazadem Rebia’nın kan davasıdır…” Özüyle sözü birdi. İslam’ın nasıl yaşanılacağını 23 yıllık nübüvvet hayatıyla sahabeye öğretti, Kur’anı Kerim’i somutlaştırdı. Yaşayan Kur’an oldu… “Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?” diye sordu. Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler: “Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!” Bunun üzerine şehadet parmağını kaldırdı ve “Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab!” buyurdu. Rabbin şehadetiyle, rızasıyla hitam bulan bir hayat… Rasulüllah’ın, Habibullah’ın hayatı. Vahye muhatap olan en sevgili kulun hayatı… “İslam peygamberi”nin hayatı… Bilmeye, hissetmeye, tatbik etmeye en fazla muhtaç olduğumuz hayat… Âlemlere rahmet olan bir hayat, tüm insanlığa model olan bir hayat… Toplumumuzun peygamber sevgisi her türlü kıyasın ötesinde eşsiz bir aşktır. Bizim bir süt- çümüz var. Hafta sonları bize süt getirir. İsmi de Muhammet. Yine bir hafta sonu geldi. Kapıyı açtım, sütü aldım. “Muhammet Abi” dedim, “haftaya süt getirmeyin, biz umreye gideceğiz.” Bir anda gözlerinden yaşlar süzüldü ve yutkunarak, “Efendimize selam götürün.” dedi. Necip Fazıl rahmetlinin Büyükdoğu’da yayınladığı bir yangın resmi vardı. Görüntü o ki, saatler süren bir yangın ve itfaiye erleri biteviye çalışıyorlar. Bir itfaiye eri de bir kenarda namaz kılıyor. Belli ki vakit daralmış. Necip Fazıl bu resmin altına şöyle yazmıştı: “Objektif icat edildiğinden bu yana yakaladığı en müthiş görüntü…” Muhammet abinin gözünden akıttığı damlalar da gözyaşının akmaya başladığı günden bu yana akan en değerli damlalardı sanki... Biz onu çok sevdik. Onu çok sevenler, naatlar, beyitler, dizeler yazdılar hakkında… Ama şu anonim beyte kulak verin ne olur: “Basmasa mübarek kademin ruy-i zemine Pak itmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm.” “Ey Rasül, senin o mübarek ayağın yeryüzü toprağına değmeseydi, Hiç o toprakla yapılan teyemmüm abdest yerine geçer miydi?” ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 57 DİN VE SOSYAL HAYAT Şükür Uzerine Dr. İlhami AYRANCI 58 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Elli yıl önceki Türkiye bugün ile kıyas bile edilemez. Herkesin mümkün mertebe kendi yağı ile kavrulduğu, harcamaların olabildiğince kısıtlı tutulduğu bir zaman dilimidir o günler. Bizim çocukluk yıllarımızda Anadolu insanı kendi yetiştirdiği buğdaydan elde ettiği bulgur pilavı yer, pirinç pilavı ise ancak özel zamanların lüks yiyeceği olarak düşünülürdü. Bu sebeple olsa gerek, çocukluk yıllarımın unutamadığım anılarından birisi de şehre geldiğimizde lokantada yediğimiz yemeklerdir. Lokantada hangi yemek yenilirse yenilsin ardından pirinç pilavı yemek şart diye düşünürdüm o yıllarda. Garsonların lokantanın bir başından öbür yanına “Çek bir pilav” deyişleri hâlâ kulaklarımdadır. İşlerini o kadar hareketli, o kadar sükseli yaparlardı ki seyrine doyum olmazdı. Kabuğu ayıklanmamış pirince çeltik denildiğini bilirsiniz. Garsonun “çek bir pilav” diye haykırdığı ve insanların da birkaç dakika içerisinde yiyip tükettiği çeltiğin toprağa ekilişinden sofralarımıza pirinç pilavı olarak gelme aşamasına kadar altı aylık bir süreden daha fazla bir zamana ihtiyaç duyulduğunu bilmezdim Gönül dünyasında huzur bulmak isteyen de, ahiret yurduna azık hazırlamak isteyen de şükrü ihmal etmemelidir. Çünkü şükür, bu dünyanın tutunabileceğimiz en sağlam kulpu, ahiret yurdunun da en önemli azığıdır. o zamanlar. Sürekli su altında yetişen bir bitki olan çeltiğin yeterli suyu tutabilecek biçimde setlerle çevrili ‘tava’ adı verilen toprak bölmeler içerisinde yetiştirildiğini, tohumların ekiminden önce iki gün boyunca su içine konulup ön çimlendirme yapıldıktan sonra o zorlu merhalenin başladığını kısa bir zaman önce öğrendim. Çeltiği bulanık sulara bata çıka eken, çamurun içinde bin bir zahmetle bakımını yapıp yetiştiren nasırlı ellere şimdilerde daha bir saygı duyuyorum. Bütün bunları öğrenince, pirinç gibi kadrini kıymetini bilmediğimiz nice nimetin, nice değerin olduğunu, sayılı günlerle sınırlı ömrümüzü hoyratça bir tutum içerisinde geçirdiğimizi düşündüm. Her birimizin kendine göre bir meşgalesi var. Bu telaş içerisinde hayatımızın anlamı olarak nitelediğimiz ve kendimize koyduğumuz hedeflerin peşinde kim bilir neleri ıskalıyor, hangi ihmalleri yaşıyoruz. Başlangıçta insani bir duygu gibi algılanan ama bir türlü bitip tükenmeyen bu arzular, gemlenemeyen ve her zaman diliminde bizi insanlığımızdan biraz daha uzaklaştıran ihtiraslara dönüşüyor. Artık otokontrolü kaybettiğimiz için durulacak yeri de bilemeyecek hâle gelebiliyoruz. Merhum Ali Fuat Başgil, “Gençlerle Başbaşa” isimli eserinde; “Çalış fakat haris olma. Haris insan eğeyi yalayan kediye benzer. Dilinden akan kanı yalar da haberi olmaz.” der ihtirası tanımlarken. İhtiras ve tamah manevi bir hastalıktır. İnsanların çoğu rızık endişesi ve şeytanın fakirlikle korkutmasına kanarak bu hastalığa tutuluverir. Doğrusunu isterseniz, tüketim toplumunda bu imtihandan yüz akıyla çıkmak çok da kolay değildir. Söz konusu bu rahatsızlığın ilacı ise şükür ve kanaattir. Ancak şükür ve kanaattir ki insanı rahatlatır, endişelerini giderir. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken husus, Rabbimizin Rezzak-ı Âlem olduğu ilahî gerçeğidir. O, rızka kefildir. İnsana düşen, elinden geleni, yani görevini yaptıktan sonra O’na tevekkül etmektir. Rezzak olan Allah, (c.c.) biz insanoğluna bildiğimiz bilmediğimiz nice nice nimetler vererek kendisine şükredilmesini istemiş, nankörlük edilmemesi konusunda uyarmıştır. (Bakara, 2/152.) Ne var ki insanların çoğu şükürden uzaktır. (Bakara, 2/243; Neml, 27/73.) Peki, şükür ne demektir? Şükür, nimetin kadr ü kıymetini bilmek, nimet sahibine minnet duymak, nankör olmamak demektir. Kul, Allah’ın lütuf ve nimetlerini dile getirir, nimetin gereğini yaparsa, şükretmiş olur. Bir kimsenin gördüğü nimete/iyiliğe karşı şükretmesi, bir kulluk görevi olmakla birlikte her şeyden önce İnsani ve ahlaki bir görevdir. Bir düşünelim; altı aydan daha uzun bir sürede bin bir zahmetle üretilip özenle hazırlanarak soframıza gelen ve arka planını hiç düşünmeden bir iki dakikada tükettiğimiz pirinç misali değerini layıkı ile takdir edemediğimiz daha neler var hayatımızda? Mülkün sahibi, iman, akıl, onur ve sıhhat başta olmak üzere istediğimiz her şeyi verdi bize. Bizi yaratılmışların en üstünü olarak gönderdi bu âleme. Onun bütün nimetlerini saymaya kalksak sayamayız. Ancak yine de nankörlük ediyoruz. (İbrahim, 14/34.) Çünkü insan nankördür Rabbine! (Adiyat, 100/6; Abese, 80/17.) Oysa kazanacak olanlar, nimetin şükrünü eda edebilenlerdir. Çünkü Rabbimiz şükredenleri mükâfatlandıracağını müjdelemektedir. (Âl-i İmran, 3/144,145.) Peki, sahip olduklarına şükredemeyenlerin gönül huzuru duyabilmesi mümkün müdür? Kim ne derse desin, mali durumu, makamı, yaşı, cinsiyeti ne olursa olsun; şükür lezzetini tatmadan bir kimsenin mutlu olacağına, huzurlu olacağına, sağlıklı olacağına, güzel bir hayat yaşayacağına ve çevresine faydalı olabileceğine inanmıyorum ben. Gönül dünyasında huzur bulmak isteyen de, ahiret yurduna azık hazırlamak isteyen de şükrü ihmal etmemelidir. Çünkü şükür, bu dünyanın tutunabileceğimiz en sağlam kulpu, ahiret yurdunun da en önemli azığıdır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 59 MÜSLÜMAN BİLGİNLER MAHMUT BAYRAM HOCA iMAM ve MUALLiM BİR NESLİN ÖNCÜSÜ: (1914-1997) Kamil BÜYÜKER Onu anlatacak o kadar çok güzel vasfı var ki… Ancak ona en çok yakışan vasıf muallimlik ve imamlık olmuştur. Bu iki vasfı sebebiyledir ki bir neslin inşası için zaman ve mesai kavramı gözetmeksizin çalışmıştır. Bu güzel isim Mahmut Bayram hocadır. Hüsrev Aydınlar hocanın rahle-i tedrisinde Bu toprakların tarihini irdeleyenler yakın tarihimizin sancılı yılla- 60 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 rını, bir kuşağın iç burkan hatıralarını okurlar. O nesil için sıkıntılı zamanlarda gül yetiştirmek hiç de kolay olmamıştır. İmam Hatipler, Yüksek İslam Enstitüsü ve sonrasında ilahiyatlar aynı neslin gayreti ile yeşermiş, yine o gayretle bu topraklarda neşv ü nema bulmuştur. Bu işin çilesini çeken isimlerin başında hiç kuşkusuz Mahmut Bayram hoca gelmektedir. Kendisini yetiştiren Hüsrev Molla (Aydınlar) onlara şöyle dermiş: “Sizden hoca olmaz ama zaman sizi hoca yapacak.” Nitekim Fatih cami minberi ve mihrabı arasında sayısı 15-20 kişiyi bulan bir küçük talebe topluluğu son devir dersiamlarından Hüsrev Molla’nın rahle-i tedrisinden geçmekte ve kim bilir farkında olarak ya da olmayarak istikbale hazırlanmaktadırlar. Hüsrev hocanın ders verdiği hususi talebeler içinde: Abdullah Naim Şener, Salih Şeref, Abdülhalim Akkul, Yaşar Tunagür, Salih Tuğ hocanın babası Mehmet Tuğ, Yozgat Akdağmadeni Müftüsü Sadık hoca, İbrahim Vardar (Sabahattin Zaim’in amcası), Mahmut Bayram ve tamamlayamadığımız diğer isimler yer alıyor. Bu halkanın içinde yer alan Mahmut Bayram hocanın ismi ise neredeyse Hüsrev Hoca ile hep birlikte anılır olmuştur. Hocasının hassasiyetleri, ilim öğretme aşkı, bitmek tükenmez gayreti aynen talebesi Mahmut Bayram hocaya da aksetmiştir. Öyle ki Hüsrev hocanın ilim yolundaki gayretini Mahmut Bayram hoca şu örnekle anlatır: “Hocam Hüsrev Efendi’nin kızı hastalanmıştı. Kullanacağı ilaç o günün parası ile 60 lira idi. Hocanın maddi durumu müsait değildi, alamadı. Çocuk da tüberküloz hastalığından kurtulamadı ve vefat etti. Hoca kızının öldüğü gün derse geldi. Mezarlığa dersi bitirip gitti. Mezarlıktan döndükten sonra da yine derse geldi. Üzgündü. Gözlerinden yaşlar süzüldüğünü görüyorduk. Dersi tatil etsek mi, diye soracak olduk. “Yok” dedi. “Ders tatil edilmez.” Ben Hüsrev hocanın bir gün “işim var, derse gelmeyin” dediğini işitmedim.” (“Mahmut Bayram Hoca’nın Sohbetinde”, Altınoluk Dergisi, sayı: 19, Eylül 1987.) Hocasını bu vasıfları ile anlatan Mahmut Bayram hoca kendisi de talebelerine “ben derse gelmediğim zaman mutlaka cenazeme gelin.” demiştir. O her sabah erken bir saatte çıktığı evine, değişik yerlerde ders vererek gece geç vakitlerde döner, ama bu yorucu ve tempolu çalışmadan hiçbir zaman şikâyetçi olmazdı. Hatta bir gün ders okuttuğu bir sırada Ona, evdeki çocuğunun kaynar suyla haşlandığı haberi telefonla ulaştığında: “Doktora götürüldü mü ?” diye sormuş, “götürüldü” cevabını aldıktan sonra kaldığı yerden dersine devam etmiş ancak dersi bittiğinde evine dönüp gitmişti. Bu yönüyle de hocasının gösterdiği mütevekkil çizgiden ve istikametten asla sapmamıştır. “Benim Mahmut hocada en çok dikkatimi çeken şey onun klasik bir “namaz kıldırma memuru” olmamasıydı. Onun imamlık görevinden anladığı şey namaz kıldırmakla bitmiyordu. Görevinin asıl önemli boyutu sosyal sorumluluktu. Mahalle sakinleri arasında insanların her türlü şikâyetleri, sorunları, ailevi problemlerini, Onu anlatacak o kadar çok güzel vasfı var ki… Ancak ona en çok yakışan vasıf muallimlik ve imamlık olmuştur. Bu iki vasfı sebebiyledir ki bir neslin inşası için zaman ve mesai kavramı gözetmeksizin çalışmıştır. Bu güzel isim Mahmut Bayram hocadır. Kızıl Minare Akademisi Mahmut hoca 20 yıla yakın İmam Hatip Okulu’nda derslere girmiştir. Ancak görev yaptığı Kızıl Minare (Horhor) camisi de bir mektep vazifesi yapmış, yaz kış talebeler camiye akın etmiştir. En yakın talebelerinden aynı zamanda babasının da dostu olan Prof. Dr. Salih Tuğ, iki sene boyunca sabah namazlarından sonra Kızıl Minare camisinde, kendisinden Arapça dersi aldığını ifade ediyor. Camisini hayatın merkezi hâline getirmiş olan Mahmut Bayram hocanın bir başka hususiyetini de naklediyor: ve hizmetleri olmuştur. (Muallimliişleriyle ilgili sıkıntılarını dinlerdi. Her türlü meseleleriyle ilgili onları aydınlatmaya çalışır, onlara yol gösterirdi, rehberlik ederdi. Onun bu faaliyetlerinden bazılarına bizzat şahit olmuşumdur. Onun aynı zamanda cami, okul ve Kur’an kursu gibi pek çok hayır kurumunun inşasında ve hizmete sunulmasında hatta işletilmesinde bir öğretmen sıfatıyla büyük emek ğe Adanan Bir Ömür Mahmut Bayram Hoca, Haz. İsmail Kara, İBB. Yay. 2012, s. 5.) Mesai kavramı tanımadan ilim yolunda bir ömür Mahmut Bayram hocanın İmam Hatip Okulunda iken talebesi olmuş ve kendisine Arapçayı sevdiren adam olarak tanıttığı hocayı anlatan Prof. Dr. İsmail Ka- ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 61 MÜSLÜMAN BİLGİNLER raçam, “Talebelerini yetiştirmek için onun katlanamayacağı bir fedakârlığı düşünmek mümkün değildir. Onun için ilim öğrenme ve öğretme bahis konusu olunca zaman mefhumu diye bir şey söz konusu olamaz. Öğrenmek niyetiyle onun kapısına gelip de geri çevrilen bir Allah’ın kulu düşünemezsiniz.” demiştir. Camisini neredeyse bir ilim akademisine dönüştüren Mahmut Bayram hocayı ve hocanın yukarıda saydığı hususiyetleri İsmail Karaçam hoca yaşadığı bir hatıra ile de dile getirmiştir: “Galiba Bursa İmam Hatip Okulunda hoca idim. Bir işim dolayısıyla İstanbul’a gelmiştim. Tabii hocamı da ziyaret etmek istedim. Kızıl Minare Camii’ne vardım. Baktım ki cami karınca yuvası gibi kaynıyor. Hocaefendiyi sordum, biraz önce evine çıkmış. Evine gitmek için biraz yürüdüm, bir de baktım hocam karşımda. Büyük bir sevgi ve muhabbetle karşıladı beni. Hocamın elini öpüp hâlini hatırını sordum. Mevsim yaz idi yani okulların tatil olduğu bir zaman. Ama hocaefendinin okulu devam ediyor, hem de en büyük hızıyla. Hocaya “nasılsınız hocam?” deyince, bana: “Görüyorsun İsmail hoca, sabah namazından sonra başlıyor bu çalışma, yatsı sonuna kadar devam ediyor, Allah’a hamdolsun, günaha girecek zaman yok.” dedi. (Hatıralar, Prof. Dr. İsmail Karaçam, Çamlıca yay. 2015, s. 153.) 11 Eylül 1978 tarihinde Mahmut Bayram hoca resmen emekli olur 62 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 ama onun lügatinde emekliliğe yer yoktur. Emeklilik dilekçesinde 32 hizmet yılımı doldurduğumdan ifadesi yer almakta, ayrıca aynı camide hizmete devam etmek istemektedir. Fiilen emekli olduğu yıllarda dahi İstanbul’da Ihlamur, Tuba, Fazilet gibi kız Kur’an kurslarında Arapça başta olmak üzere, dini ilimler okutmaya devam etmiş, burada da sayısız hanım talebe yetiştirmiştir. (Kara, s. 7.) Çimen, Ensar Vakfı Haber Bülteni, Şubat-Nisan 1995.) Bugün Kur’an kurslarında rastlamadığımız ilimleri de Mahmut Bayram hoca kurslarda talebelere okutmuş. Özellikle Arapça ve Osmanlıca yanında İlm-i Kelam derslerini Kız Kur’an kursundaki talebelerine önemli tavsiyeler Kız Kur’an kurslarında hizmetlerine devam ederken, kız çocuklarının ev hayatına, anneliğe de hazırlanması gerektiğinin vurgusunu çokça yapmış. Hatta kendisiyle yapılan bir mülakatta şunları söylemiştir: “Ben kız çocuklarına hep şunları söylerdim: Sizin en büyük tahsiliniz mutfaktır, bulaşık yıkamaktır, erkeğe hizmet etmektir, pantolonunu ütülemektir. On tane fakülte bitirseniz değeri yok bir noktada. Evde ananızı mutfağa sokmayacaksınız. Sonra hayatta çok zahmet çekersiniz. Mesut olamazsınız. Sizin mesut olmanız kadınlık vazifesini iyi bilmenizle olur.” (Mahmut Bayram Hoca ile Söyleşi, Haz. Abdullah Emin Manastırlı İsmail Hakkı’nın İlm-i Kelamla ilgili Telhisu’l-Kelâm adlı eserinden okutmuştur. Zor zamanlarda talebe okutmak Mahmut Bayram hoca, Türkiye’nin 1960 ihtilalli yıllarında ve daha sonraki muhtıra zamanlarında talebe okutmaktan asla vazgeçmemiştir. Hatta ders (Mahmut Bayram Hoca ile Söyleşi, Haz. Abdullah Emin Çimen, Ensar Vakfı Haber Bülteni, Şubat-Nisan 1995.) Mahmut Bayram hocanın İmam Hatip Okulunda iken talebesi olmuş ve kendisine Arapçayı sevdiren adam olarak tanıttığı hocayı anlatan Prof. Dr. İsmail Karaçam, “Talebelerini yetiştirmek için onun katlanamayacağı bir fedakârlığı düşünmek mümkün değildir. okutanların takibata uğradığı, hapislere atıldığı bu dönemde Mahmut Bayram hoca ilkelerinden ve öğretme aşından asla taviz vermemiştir. Yine kendi anlatımında şunları ifade etmiştir: “İmam Hatip Okulunda iken İzhar, Kâfiye ve Katru’n-neda gibi klasik Arapça kitapları okutuyordum. O zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar Edirnekapı’da camide elli-altmış çocuk görmüş. Bağırmış, çağırmış ve çocukları da dağıtmış. Hemen bana haber geldi. Hocam işler kötü, bu aralar Arapça okutmayın, tedbir alın. Ben de buna karşı çıktım. Celal Bayar bile gelse bu Arapça kitaplarını okutmaya devam edeceğim. Beni korkutmayın. Ben hırsızlık yapmıyorum dedim. Onlara bu ikazlarımdan dolayı teşekkür ettim sadece. Zerre kadar taviz vermedim. Büyük bir cesaretim vardı. Allah’ın işine bakın ki bir sefer bile mahkemeye verilmedim.” Yine aynı sıkıntılı dönemlerde (1960 ihtilali sonrasında) talebesi Salih Tuğ hoca, şunları naklediyor: 1960 ihtilali sonrası dönemin hem İstanbul valisi, hem de belediye başkanı olan Örfi İdare Komutanı özellikle Fatih çevresindeki imamları toplar ve kendilerine Fatih çevresinde dışarıda çarşafla gezenler olduğunu ve artık bundan sonra çarşafla gezinmenin yasak olduğunu ifade eder. Çarşafa alternatif olarak getirdiği mantoların giyileceğini söyledikten sonra bunları bütün imamlara dağıtmaya başlar. Sıra Mahmut Bayram hocaya gelince der ki, “Efendim ben şimdi bu mantoyu alıp, eve götürüp refikama, “çarşafı çıkar, bunu giy” deme hakkını kendimde göremiyorum. Eğer bu işi siz yapabilirseniz, buyurun siz yapın.” der ve bu teklifi reddeder. Müstakim bir duruş sahibi Mahmut Bayram hoca ömrünün son demlerinde dahi ders vermeye devam etmiştir. Talebeleri o vakitlerde dahi hocanın kollarına girip ders okutmaya götürürlermiş. Nihayet büyük bir ilim yolcusu, hoca, muallim Mahmut Bayram hoca 16 Ocak 1997 tarihinde bir ramazan günü vefat etmiştir. Cenazesi 17 Ocak 1997 Cuma günü Fatih Camii’nden mahşeri bir kalabalık eşliğinde kaldırılmış, Topkapı Çamlık Mezarlığı’na defnedilmiştir. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 63 Fotoğraf: Muhammed Kamil YAYKAN BUNU KONUŞALIM Döner Sermaye İşletme Müdürü Mustafa Bayraktar: “Böyle bir dergiye sahip olmak teşkilatımız adına bizim iftiharımız olmalıdır.” Söyleşi: Ali AYGÜN Sayın hocam, Diyanet Aylık Dergi’nin 300. sayısını çıkarmamız vesilesiyle duygu ve düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız? Diyanet İşleri Başkanlığı Aylık Dergisi, dergi olmadan önce Diyanet İşleri Başkanlığı Gazetesi idi. Dergi gazeteden dergiye dönüştükten sonra her geçen gün aşama kaydederek, gelişerek bugünlere geldi. Söz konusu yayınımız dergi ismini almadan önce de 82-84 yılları arasında yine Döner Sermaye İşletme müdür yardım- 64 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 cısı sıfatıyla da Diyanet gazetesiyle bir aradaydım. Başkanlığımızın dergisi esasında il ve ilçe müftülerimizin önderliğinde görevlilerimiz tarafından ciddiyetle takip edilmesi gereken bir konumdadır. Zira bu dergi o hale gelmiştir ki toplumun bir yarasını bir derdini dini zaviyeden ele alıp incelemekte ve buna hal çareleri sunmaktadır. Dergi ilk yıllarda müstear isimlerle yazılan yazılardan bugün çok ciddi yazarların kaleminden çıkan yazılarla neşredilir hale gelmiştir. Bil- hassa Diyanet İşleri Başkanı’nın başmakalesini yazdığı bir dergi teşkilat tarafından dört gözle beklenen ve Diyanet İşleri Başkanlığı konu ile ilgili ne diyor diye herkesin kulak kabarttığı bir dergi olmuştur. Zira dergimiz, bugün İslam âleminin içinde bulunduğu problemlerin birçoğuna temas etmekte ve onlara çözüm teklifleri sunmaktadır. Böyle bir dergiye sahip olmak teşkilatımız adına bizim iftiharımız olmalıdır. Diyanet Aylık Dergi’nin ücretsiz eki “Aile” ve “Haber Bülteni”mizle ilgili değerlendirmeniz nelerdir? Başkanlığımızın süreli yayınlarından; Diyanet Haber Dergisi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Başkanlık tarafından yürütülen başta Sayın Başkan’ın içinde olduğu faaliyetleri haberleştiriyor. Ayrıca yurt içi ve yurt dışı teşkilatlarında yürütülen hizmetleri; Diyanet’teki terfileri, atamaları ve vefat eden personelimizin kısa bilgilerini takipçilerine ulaştırıyor. Aslında Diyanet Aylık Dergi’nin eki mahiyetinde gözüken Haber dergisi başlı başına bir hizmeti ifa etmektedir. Aynı zamanda Haber dergimiz Diyanet emeklilerinin de Diyanet’te olup biten şeylerden haberdar edildiği bir dergi hüviyetini taşıyor aynı zamanda. Yine süreli yayınlarımız içinde bir Aile dergisi var ki; topluma alabildiğine munis, sıcak gelen bir dergidir. Gerek yazıları gerek konuları gerekse de sunuş tarzı bakımından oldukça sıcak, ailelerin ilgi duyduğu; bilhassa da din görevlisi ailelerinin ilgi ile takip ettiği bir dergi haline gelmiştir. Dergilerimizin uzun yıllardır satış ve dağıtımını siz sağlıyorsunuz, bu konuda neler söylersiniz? Dergilerimiz Başkanlığımızdaki farklı birimlerin belli bir ahenk içinde çalışması ile okurlarımıza ulaştırılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü’ne gelince; bu dergiyi hazırlayan Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü Süreli Yayınlar Daire Başkanlığı ile Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü müştereken bir görev ifa etmektedir. Derginin dağıtımını, satışını ve abonelik işlemlerini Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü yapmaktadır. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Bu hayırlı hizmete emeği geçenlere şahsım adına teşekkür ediyor, yaşayanlara sağlık ve afiyet; aramızdan ayrılanlara da Allah’tan rahmet diliyorum. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 65 kültürsanat edebiyat Özgürlük bizim sığınağımızdır. Varoluşumuz biraz da onunla ilintilidir. Dünyaya gelen her insan onu kana kana içmek ister. Fakat çoğu zaman mümkün olmaz bu. Bir bedel ister bizden. Birçokları da bedelini göze alamadığından o da ellerimizden bir güvercin edasında uçuverir. Dünyaya bir imtihan gayesiyle gönderilen insanoğlu, irade sahibi olarak özgürlüğüne sahip çıkmak ve onu doğru kullanmakla mükelleftir. Bunu da daha çok aklını kullanarak gerçekleştirebilir. Aklını layıkıyla kullanamayan insanın rüzgârın önünde savrulan yapraklardan bir farkı yoktur. Kendine ait bir edası, tavrı, hayat görüşü yoktur. Orijinal ve müşahhas fikirlere sahip değildir. Çoğu kez kendini 66 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Nedir Özgürlük? Ercan ATA Sınır tanımama konusunda son derece rahat olan çağımız insanı, artık nerede durması gerektiğine bir an önce karar vermeli. Sınırlar zorlandıkça felâketlere davetiye çıkarıldığını da asla unutmamalı. savunmaktan bile acizdir. Kim nereye çekerse oraya sürüklenir. Peki nedir özgürlük? Prangalarımızdan kurtulmak, gereksiz ağırlıklarımızı söküp atabilmektir yeri geldiğinde. Bizi dünyaya bağlayan unsurlarla mümkün olduğunca ilişkimizi kesmektir. Dikkatli düşünülürse bize ayak bağı olan o kadar çok şey var ki etrafımızda. Tıpkı atmaya kıyamayıp biriktirdiğimiz eski eşyalar gibi. Ve bir süre sonra insan, eşyaların ve teknolojinin bendesi oluyor farkına varmadan. Joe Luis Borges, “Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.” diyor. Günlük hayatımızda arabamızdan akıllı telefona, kremlerden deodorantlara kadar vazgeçemediğimiz o kadar çok şey var ki... Hâlbuki otuz kırk yıl önce bu ürünlerin hiçbiri yoktu. Ve hayat pekâlâ güzel devam ediyordu. Özgürlüğün diğer bir çeşidi de vatanımızın bağımsızlığıdır. Şanlı bayrağımızın gönderde, göklerde dalgalanması. Yüce dağ başlarında, kalelerin burçlarında, kartal gibi süzülerek halkı selamlaması. O bayrağın altında hür yaşamanın bizlere verdiği mutluluk hiçbir şeye değişilmez. Ancak günümüz insanı bunun pek de bilincinde değilmiş gibi görünüyor. Hürriyet kalesine kolayca vasıl olunduğu varsayılıyor. Onun için ödenen bedelleri birçoğu düşünmüyor bile. Özgürlük uğrunda Çanakkale’de yüz binlerce askerimiz, yedi düvele karşı KÜLTÜR-SANAT-EDEBİYAT savaşmak zorunda kaldı. Onların kahramanlık hikâyelerinin benzeri hâlen dünya üzerinde yazılmış değildir. Onların tek gayeleri vatanın özgürlüğüydü sadece. Özgürlük hem genlerimizde hem de fıtratımızda var olan bir şey aslında. Öğrenciler bile çok iyi geçen bir dersten sonra koşarak kendilerini bahçeye, oyun alanlarına atmıyorlar mı? Evimiz ne kadar güzel, konforlu olursa olsun bir süre sonra dışarıya çıkmak istemiyor muyuz sahiden? Bir şeyin değerini ancak onu yitirdiğimizde anlayabiliyoruz. Günlük hayatta kolayca ulaşabildiğimiz ekmeğin değerini aç insanlara, suyun kıymetini susamışlara sormaya ne dersiniz? Çölde uzun süre yürüyen yolcu bir yudum su için çok yüksek bedeller ödemeye çoktan razı olmuştur bile. Bu bağlamda özgürlüğü en iyi anlayan ve en çok ihtiyaç duyan insanların hapishanedekiler olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Onlar, birazcık daha ışık, biraz daha gökyüzü için nelerini vermezler ki… Ama hükümlülük süreleri dolmadan asla vasıl olamayacaklarını da bilirler ay yüzlü sevgiliye. Bir umut beklemekten başka bir şey gelmez ellerinden. Akrebin zehri sanki beyinlerinde dağılıyor gibidir. Artık ne yapsalar boştur. Özgürlük bir hayal olarak döner durur belleklerinde. Belki bir gün ona kavuşabileceklerdir. Bazen de elimizdekilerin kıymetini hiç bilemiyoruz. Her sabah ailenizle yaptığınız kahvaltıları bir düşünün. Bedenimizi, kusursuz işleyen organlarımızı… Ne kadar olağan ve sıradan değil mi? Tam da olması gerektiği gibi. Bir de bunun tam tersini düşünün. Ailenizden uzakta olduğunuzu, gurbette bulunduğunuzu... Zor şartlar altında yaşamakta olduğunuzu, ailenizde ağır hastaların olduğunu... Olduk- ça kötü ve üzücü bir durum olmaz mıydı sizce? Yine kişinin sağlığının bozuk olmasının da özgürlüğün önündeki en büyük engellerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Yoğun bakımdaki insanın kayak yapmaya gidecek hâli yok. O yüzden sağlığımızın kıymetini iyi bilmeli, sağlığımız yerindeyken bize bahşedilen imkânlardan azami ölçüde istifade etmeliyiz. Ve de şükretmeliyiz. Bazıları da özgürlüğü maddi zenginlikte aramaktadırlar. Evet, varlıklı olmak belli oranda insanların kişisel özgürlüklerini daha rahat yaşamalarına imkân sağlamaktadır. Örneğin daha fazla seyahat edebilmek için belli bir maddi birikime ihtiyaç vardır. Ancak her şeyde olduğu gibi bunda da ifrata kaçılmamalıdır. Belli bir süre sonra para kazanmak ve biriktirmek, araç olmaktan çıkıp amaç haline gelebilmektedir. Zekâtla temizlenmemiş veya haram yollardan elde edilmiş maddi gelir, kişinin felaketine sebep olabilmektedir bir süre sonra. Doyumsuzluk hastalığına yakalanmış, gözlerini hırs bürümüş çağımız insanını artık değme özgürlükler bile kesmiyor. O, sınırlarını sonuna kadar zorlamakta kararlı görünüyor. İllaki “atı, katı, yatı” olacak. Yaz tatillerini güneyde geçirecek. Dağlara tırmanacak, su kayağı yapacak, hızlı yaşayacak. Önümüzdeki on yıllarda uzaya çıkmanın yollarını arayacak ama bu arada önündeki çukuru görmekten aciz olacak. Gerçek özgürlük içimizdedir. İçimizde olmayan özgürlüğü hiçbir yerde bulamayız. Kalbin emrine girmeyen bir beden ne yaparsa yapsın sükûna, itminana ulaşamayacaktır. Maddi imkânlar belki bir dereceye kadar insanı teselli edebilir ama ruhun en büyük gıdası manevi doyumdur. Aslolan insa- nın haddini ve kendini bilmesidir. Kendi hayat serüveninin başrol oyuncusu olan insan, sınırsız özgürlüklerini ararken gerçekte kendini bulmakla da yükümlüdür. Ölmeden önce görmemiz gereken beş yerden, gerçekleştirmemiz tavsiye edilen on etkinlikten önce bunun peşine düşmeliyiz. Mevlana hazretlerinin “Hamdım, piştim, yandım.” sözündeki gibi kendi içsel yolculuğumuzu –bize çok uzak olduğunu varsaydığımız- ölüm anı gelmeden önce mutlaka tamamlamalıyız. Olgunlaşma -kemâle erme- gerçeğine bir an önce ulaşmalıyız. Peki, özgürlükle mutluluk arasında nasıl bir ilişkiden söz edilebilir? Bir açık önerme olarak özgür insan, mutlu insandır diyebiliriz çoğunlukla. Özgür insan çevresindeki güzelliklere daha hızlı ve kolay ulaşır. Dünya nimetlerinden daha fazla istifade eder. Neşe şerbetinden içen insan kendini daha mutlu hissedecektir doğal olarak. Pek çok kaygıdan da azade olduğunu düşünecektir. Peki, özgürlüğümüzün sınırları ne olmalıdır? Komşusunun açık kapısından içeriyi gözlemek, kavga etmek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek gibi fiiller de özgürlüğün sınırları içinde yer almaz her hâlde. Bizim özgürlüğümüzün sınırları başkalarının özgürlünün başladığı yerde biter, demişler. Sınır tanımama konusunda son derece rahat olan çağımız insanı, artık nerede durması gerektiğine bir an önce karar vermeli. Sınırlar zorlandıkça felâketlere davetiye çıkarıldığını da asla unutmamalı. Özgürlük bizim en güzel elbisemizdir. Dünya, onunla güzelleşir. Var olmak, onurlu bir hayat sürmek için ekmek, su kadar ona da ihtiyacımız var. Özgürlüğümüz en büyük zenginliğimizdir. Özgürlük bizim yegâne yol arkadaşımızdır. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 67 VAHYİN AYDINLIĞINDA Değişim ve Beşerî İrade “Şüphesiz ki, bir toplum kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11.) Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ DİB Başkanlık Müşaviri Efesli filozof Herakleitos (ö. MÖ 435), “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” demiş. Şüphesiz bu, tecrübe ve gözleme dayalı bir hüküm ve elbette gereceği yansıtıyor. Mevlana da, “Şu akıp giden kum seline bak; ne durması var, ne dinlenmesi. “Bak birdenbire nasıl bozuluyor dünya, nasıl atıyor bir başka dünyanın temelini...” diyor. Değişim olgusu dünya ve evren ekseninde tabii bir akış içinde gerçekleşirken insan ve sosyal hayat alanında bireylerin iradesi üzerinden yani değiştirebilme imkân ve yeteneği üzerinden ortaya çıkıyor. İnsanın ilahî nizam karşısındaki sorumluluğu da bu yetki ve yeteneğe dayanmaktadır. Değişimin yönünü salahtan, iyiden ve iyilikten yana gerçekleştirmek, kötüye yönelik değişimlerin kaynağı olmamak sorumluluğunda insan. Kendisinin etken olmadığı kötü akışlara da sırt çevirme lüksü yok. Fakat o bu sorumluluğu nasıl yerine getireceğini doğrudan akıl yolu ile bulma imkâna sahip değildir. İşte burada ilahî mesajın yani din olgusunun rehberliği söz konusudur. İnsanın benliğine hâkim olan durum iyi ve kötü nitelikli olmak üzere çift yönlü bir yapı taşıyor. Buna göre baştaki ayetin genel ifadesi şöyle anlaşılmaya müsaittir: “Bir toplum sahip olduğu iyiye yönelme ve kötülüklerden kaçınma tutumunu kendi iradesi ile terk edip fesat ve yozlaşma içine düşmedikçe Allah onların durumunu kötüye vardırmaz, yardım ve desteğini üzerlerinden çekmez.” Bu anlam, “Bir toplum kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.” (Enfal, 8/53.) ayetinde de açıkça ifadesini bulmuştur. 68 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Nimet kavramı en geniş anlamı ile insanın -farkında olsun olmasın- yararlandığı her şeyi ifade diyor. “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayıp bitiremezsiniz.” (İbrahim, 14/34.) ayeti nimet kavramının bu geniş kapsamına işaret ediyor. Kur’an ve sünnet bu kavramı daima, nimetleri veren Allah’ı hatırlama ve buna göre bir hayat sürme bağlamında gündeme getirir. Nimetleri verenin devre dışı bırakılması doğrudan ya da dolaylı şekilde kulluk ilişkisinden soyutlanmakla sonuçlanabilmektedir. Böyle olunca da ilişki kesme tek taraflı olmaktan çıkar ve nimeti veren kudret de onu kısıtlar ya da bütünüyle geri çeker. Toplumda kötü bir süreç yaşanıyorsa bunun sebebi insanın tutum ve yönelişleridir. Kötü gidişi durmak için sebebi ortadan kaldırmak yani tutum ve davranışları iyileştirmek gerekir. Toplumsal değişim toplumsal değerler ile doğrudan bağlantılıdır. Değişimin iyi ya da kötü yönde oluşunu bu toplumsal değerlerin değişim yönü belirler. Değerlerin yitirilmesi ya da aşınmaya uğraması toplumsal yapıdaki bozulmayı ve bunun olumsuz yanaşmalarını kaçınılmaz kılar. Şu hadis-i şerif bu gerçeğe dikkat çekiyor: “Allah Teala benî İsrail peygamberlerinden birine şöyle vahyetti: İyi hâl üzere olan bir şehir ya da ev halkı yoktur ki günah işleyen bir topluma dönüşsünler de Allah onları sevmedikleri bir hâle dönüştürmesin. ‘Bir toplum...’ diye başlayan ayet (Enfal, 8/53.) bu gerçeği ifade etmektedir.” (İbn Ebi Hatim, Tefsir) Toplumlarda kötüye gidişin temel sebeplerinden biri de benlik yitirme ve kendine yabancılaşmadır. Bu tür savrulmalardan yerli ve öz değerler dolaşımdan kalkar. Kimlik krizleri baş gösterir. Yabancılık ve kan uyuşmazlığı söz konusu olsa da güçlü olanı yeğleme eğilimi güçlü bir etken olarak varlığını hissettirir. Kültürler arası farklılıklar onlar arasındaki etkileşime engel değildir; hatta bu etkileşim kaçınılmazdır. Sakınılması gereken, bir kültürün kendi dokusunu yitirecek şekilde temel yapı taşlarının değişime uğrayacağı etkileşimdir. Bu akıbete uğrayan kültürün mensupları baskın kültürün boyasıyla boyanır, onu benimser. “Bir topluma benzemeye öykünen kimse onlardandır.” (Ebu Davud, Libas, 5.) hadisi bu sosyopsikolojik gerçeğe işaret ediyor. Toplumsal hayat iyi bir çizgi takip ediyorsa bunun bilincinde olup devamının sağlanması ve daha iyiye gidişin yollarının aranması; kötü bir gidiş söz konusu ise bunun düzeltilmesi yönünde çaba harcanması toplumsal salahın olmazsa olmaz şartıdır. Kur’an söylemi ile ifade etmek istersek diyebiliriz ki bunun yolu da inancı, itaati, şükrü, kulluk bilincini yitirmeksizin daima “sa’y ü gayret” yönelişi içinde olmaktır. Bu yapılabilirse sağlık, güvenlik, bolluk, huzur ve istikrar gibi nimetlerden mahrum kalınmaz. Hiçbir sosyolojik değişme bıçakla keser gibi birden bire gerçekleşmez. Kötüye gidişler kendini fark ettirmeden yavaş yavaş ama köklerini gittikçe toplumların ruhuna işleterek ilerler. Durum fark edilip düzeltilmek, iyi yönde değişim sağlanmak istendiğinde de aynı sosyolojik gerçek etkili olur. Bozulma sırasında yaşanan zamansal süreç ıslah ve tamir yönünde de yaşanır. İslam’ın gelişi ile müşrik Arap toplumu kısa zamanda hayret verici bir değişim yaşamış ise de bu durum, sonuca ulaşma yolunda vahyin belli bir zamana yayma süreci geçirdiği gerçeğini gölgede bırakmaz. Bireyler gibi toplumlar da öteden beri alışageldikleri, doğru bildikleri düşünce, yaşayış biçimini, tutum ve davranışları benimseyip özümserler. Her toplum kendi inanç, düşünce ve hayat tarzından memnun bir tavır içinde olur. Öyle ki bunlar kişiliklerinin yapı taşları hâline gelir. Kur’an’ın ifadesi ile artık “Her bir grup kendi inanç ve anlayışı ile sevinçlidir.” (Rum, 30/32.) Kabullerimiz ve memnuniyetlerimiz, gerek- tiğinde alışkanlıklarımızı, tutum ve yaşayış tarzımızı, içinde bulunduğumuz durum ve çevreyi değiştirmemizi zorlaştırıyor. Böyle de olsa gerçekte bir değişim ihtiyacı hep hissedilir. “Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın.” (Ahmet Hamdi Tanpınar). Gerekli ama ben değil, başkaları yapsın demeğe getirilir. Bu gerçeği dillendiren hoş bir karikatür görmüştüm: Konuşmacı dinleyenlere “Kim değişim ister?” diye sorunca herkes mütebessim yüzlerle el kaldırıyor. “Peki, kim kendini değiştirmeyi ister?” sorusu karşısında ise bütün suratlar asık, başlar önde ve bir tek kalkan el yok; büyük bir sessizlik. Ortamdaki tek hareketli varlık havada uçan bir sinek... Kötüye gidişler içimizdeki negatif eğilimlerin desteği ile “kendiliğinden” yahut kolayca ortaya çıkarken, iyiye yönelişler özel bir gayret, plan ve fedakârlık istiyor. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “büyük cihat” (Münavi, Feyzü’l-Kadir, [Beyrut, 1994,] III, 211.) diye nitelediği hayat algısını kast ediyorum. İslam dünyasının yaşadığı sarsılma, örselenme ve çöküşler Kur’an’ın dikkatleri üzerine çektiği değişim kanunu çerçevesinde vuku buluyor. Ancak, Kur’an inananlarını içinde bulundukları kötü durumla baş başa ve ümitsizlik içinde bırakmıyor. Onlara ümit aşılıyor, iyiye değişimin gereğini yerine getirmeleri konusunda teşvik ediyor ve nihai hâkimiyetin “iyilere ait olacağını müjdeliyor: “And olsun, Tevrat’tan sonra Zebur’da da, ‘Yeryüzüne muhakkak benim iyi kulların varis olacaktır’ diye yazmıştık.” (Enbiya, 21/105) “Eğer siz (dininin ilkelerini yaşmak sureti ile) Allah’a yardım ederseniz o da size yardım eder.” (Muhammed, 47/7.) “Ve Allah size yardım ederse artık size galip gelecek kimse olmaz.” (Âl-i İmran, 3/160.) İhmal ettiğimiz görevlerimizi yerine getirme, günahları terk etme, kulluk davranışlarında sebat gösterme, içimizdeki kin, nefret, kibir, başkalarını küçük görmek gibi kötü duyguları iyileri ile değiştirmeye ihtiyacımız var. İnsanlarla iyi geçinme, başkalarının iyiliğini düşünme, mütevazı ev, uyumlu insanlar olma yönünde atılacak her adım ruhumuzu yükselten basamaklara dönüşecektir. ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 69 HADİSLERİN IŞIĞINDA Gökyüzü ve Merhamet Abdullah b. Amr’dan (r.a.) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Merhamet edene Rahman da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 58.) Rukiye Aydoğdu Demİr Diyanet İşleri Uzmanı Kuş sesleriyle uyanırken biz kendi dünyamıza, her şey olağandışı bir şekilde yolunda giderken, keyfimize diyecek yokken, kendimizi şımartırken, kendimize yatırım yaparken, kendi(liği)mizi muhkem kaleler hâline getirip sadece onun içinde yaşarken, yaşam kalitemizi yükseltip konforumuza konfor katarken, zevkimizi inceltirken, inceliğimizle övünürken, güneş sayısız kez tüm bunların üzerine doğup batarken, çocuklar sessiz sedasız dünyamızı terk etti… Üstelik kimseye hissettirmeden yaptılar bunu. Vicdanlarımızı rahatsız etmemek için ayaklarının ucuna basarak, içimizde uyuttuğumuz duygularımızı uyandırmadan, usulca gidiverdiler. Ve dünyamızdan ayrılan her bir çocukla birlikte, yerle göğü birleştiren milyonlarca görünmez ipten bir tanesi görünmez bir makasla kesiliverdi. Yerle göğü birleştiren iplerin geri kalanı, çocuklarının cansız bedenini kucaklarında taşıyan annelerle birlikte bizi terk etti. Bir kısmı çocuklarıyla birlikte karanlık suların derinliklerine doğru yol alan babalarla birlikte bizi terk etti. Bir kısmı çocuklarla anne babaları arasına dikenli teller çekildiğinde bizi terk etti. Bir kısmı kucağında çocuğuyla birlikte yeryüzünden kovulan, koskoca gezegende kendisine sığınacak bir yer bulamayan babaların gözyaşlarıyla bizi terk etti. Bir kısmı henüz annesinin karnındaki minik bir bebeğin minik be- denine dünyamıza ait bir kurşunun isabet etmesiyle bizi terk etti. Bir kısmı sahilde oynayan çocukların üzerine bombalar yağmaya başlayınca bizi terk etti. Bir kısmı dünyamızın kıyılarına çocuklar vurmaya başlayınca bizi terk etti… Hâsılı göklerden yeryüzüne uzanan sayısız görünmez ip bir anda görünmez bir makasla kesildi ve yağmurlar dindi. Öyle susuz öyle kurak kalakaldı topraklarımız. Rahmet damlaları yeryüzünde kirleneceklerini düşünmüş olacaklar ki yağmaktan vazgeçtiler üzerimize. Sadece yağmur mu? Göklerle irtibatımızı kestiğimizden beridir yüreklerimiz çorak topraktan daha çelimsiz hale geldi, hiçbir canlıya yer kalmadı üzerinde. Oysa Peygamber (s.a.s.) bu duruma düşmememiz için tüm samimiyetiyle uyarmıştı bizi. Yeryüzündeki rahmeti muhafaza etmediğimizde, yüreğimizi merhametle yeşertmediğimizde, yağmurların bize küseceğini, bereketin bizi terk edeceğini, Rabbimizin rahmetini bizden esirgeyeceğini haber vermişti. Ateşe giden pervaneler gibi üşüşmüştük ateşin etrafına da o bizi tutup engellemişti. Göklere kapılarımızı açmamızı, göklerle irtibatımızı koparmamızı istemiş ve bu şekilde Rahman’ın rahmetine nail olabileceğimize işaret etmişti: “Merhamet edene Rahman da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 58.) Yerdekilere rahmet ettikçe göğün rahmetinden nasiplenebileceğimizi söylemişti Nebi (s.a.s.) ancak dünyamız o kadar kirliydi ki onun tertemiz sözlerini hayatımıza dâhil edemedik. Merhamet diyordu Nebi (s.a.s.), acıları tatlandırmaktan bahsediyordu, biz acıları yarıştırmayı tercih ettik. Şefkat diyordu Nebi (s.a.s.), can taşıyan her bir varlığa cinsi, kimliği, rengi ne olursa olsun yürekte yer açmaktan bahsediyordu, biz şefkati yalnız biz ve bize benzeyenler için hissetmeyi tercih ettik. Merhamette seçici davranıp sadece bize benzeyenin acısını işittik, başkalarının acısına sağır kalmayı seçtik. Ateşin sadece düştüğü yeri yakması sevindirdi bizi, yanan haneleri söndürmeye gayret etmedik. Düşene el uzatmaktan, başkalarının yarasını sarmaktan çekindik. Kendimizi ötekinin yerine koymayı, ona kendimizmiş gibi bakmayı ve onda kendimizi görmeyi hiç denemedik. Neticede kendimize hapsolduk kaldık. Oysa biz biraz da başkaları ile biz olabiliriz. Kendimiz olabilmek ancak kendimizi aşıp başkalarının dünyasına dâhil olmakla mümkün. O zaman kendimizi yüceltebilir, yüce bir gönle sahip olabiliriz. O zaman ayaklarımız yerden kesilir ve göklerin kapısını aralayabiliriz. Rahman’ın rahmetinden o zaman ümitvar olabiliriz. - Ne zaman? - Merhametin sıcaklığını içimizde, başkalarının sorumluluğunu da omuzlarımızda hissettiğimiz zaman. - Merhametli olmak için onu kalbimizde hissetmek yetmez mi? - Hayır tabii ki! Merhamet kalbe hapsedilemez. - Kim söylüyor bunu? - Kalbin türlü hâllerini, hastalıklarını ve dahi şifasını yazan âlim, kalplerin kâşifi, Gazali. - Ne diyor peki? - Merhametli olmak için merhamet duymak, acımak yetmez der Gazali, kalbinde ılıklığını sırtında yükünü hissetmeli insan. İhtiyacını karşılamalı âcizin, yoksulun, mazlumun. Üstelik kendisini rahatlatmak, vicdanını susturmak, acımanın verdiği elemden kendisini kurtarmak için de yapmamalı bunu; muhtacı, çaresizi rahata kavuşturmak olmalı amacı. O zaman kemale erer merhameti. Hayır, Gazali zorlaştırmamış, elinde merhamet lambasıyla şehrin bütün sokaklarını gezerek bütün bir şehri aydınlatması kolay değildir insanın evet, ancak aydınlanmaya değmez mi? Zordur merhamet etmek, rahatını kaçırır insanın. Gözlerinde yaşlar birikir, boğazı düğümlenir. Merhamet, kişinin başkasının yerine kendisini koyabilmesini gerektirir ve bu bazen insana omuzlarına tonlarca ağırlık koymasından daha zor gelir. Eğer “Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuracağız?” (Yasin, 36/47.) diyenlerdenseniz işiniz çok daha zor demektir. Zira ‘insan’ olabilmek zordur. İnsanlığımızdan merhameti çıkardığımızda ise bizden, yeryüzünün en şerefli varlığından geriye seyyar bir suç makinesi, ayaklı bir şiddet ve terör aleti kalır. Acımasızlığı ve saldırganlığı ile hayvanları ürkütür o zaman insan. Merhametli olduğunu zannetse de sadece bir avuntudur onunki. Merhametli olduğunu düşünerek merhametli olunmaz; acıyarak acılara son verilmez. Merhameti bir lütuf gibi sunarak, başkalarının yüzüne hayasızca çarparak da merhametli olunmaz. Ekranların karşısında merhameti kabarıp kabarıp kılını kıpırdatmamak da insanı merhamet sahibi yapmaz. Yorulur sadece, merhamet yorgunluğundan bitap hâle gelir ama sadra şifa olmaz. Yalnızca aynı mahalleyi paylaştığı kimselere değil bütün bir gökkubbeyi paylaştığı varlıklara şefkat gösterebildiğinde şefkatli olabilir ancak insan. O zaman göklerle yerin irtibatının kesilmediğini fark eder. Gökyüzünden yeryüzüne indirilen engin rahmeti o zaman hisseder. Elleri yağmurla ıslanır o zaman… ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 71 HATIRA DEFTERİNDEN Diyanet Dergisi Hayatımıza Yön Veriyor Nurettin MİDİLLİ Göreve ilk başladığım yıllarda Diyanet Gazetesi vardı. O zamanları da en ücra yerde görev yapan din gönüllülerine kadar ulaşırdı. Aylık toplantılarda heyecanla dağıtılmasını beklerdik. Sonra bir çırpıda okurdum. O dönemlerde taşradaki bir görevli için böyle bir yayının eve kadar ulaşması çok daha anlamlı ve önemliydi. 1991 yılının ilk aylarında yapılan bir toplantıda Diyanet Gazetesi yoktu. Bu defa farklı bir format, zengin bir içerik ve tasarımla yeni bir yayın, aylık dergi olarak bize ulaşmıştı. Gündem oluşturan ana konuları, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren temel hususları ele alışıyla dergimiz, irşat hizmetlerimize de ciddi bir katkı sağlıyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı Süreli Yayınları görev sürecimin her aşamasında, özellikle çocuklara ve gençlere yönelik yaptığımız eğitim eksenli faaliyetlerde başucu eseri oldu. Yıllar içerisinde her yılın dergilerini ayrı ayrı cilt yaptırıp, kütüphanemde muhafaza ettim. Dergide yer alan yazıların konu başlıkları ve yazar isimlerinin de yer aldığı bir liste yapıp, önemli bir arşiv ve kaynak oluşturdum. Sonraki yıllarda bunu bilgisayarıma kaydettim. Artık bir konu hakkında araştırma yaptığımda, kaynak olarak kolayca ulaşabileceğim önem- 72 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 li ve güçlü bir veri daha vardı. Diyanet Aylık Dergimiz görev hayatım süresince daima önemli bir rehber ve kaynak oldu. Özellikle uzun bir süre görev yaptığım Avrupa’daki cami ve cemiyet eksenli hizmet ve faaliyetlerimizde de bize bir yol haritası sundu. Zira dinî yayıncılık, bu bağlamda özellikle de Diyanet İşleri Başkanlığımız süreli yayınları irşat hizmetleri için büyük önem arz etmektedir. Yurt dışı görevinde gençlerle, bayanlarla yaptığımız haftalık sohbet ve programlarda dergimizde yer alan konuları irdeliyor, bu çerçevede millî ve manevi değerlerin kazanımı ve muhafazasında verimli sonuçlara ulaştığımızı görüyordum. Haftalık buluşmalarda dergide yer alan ana konulardan birini seçerek, o konu üzerinde müzakereler yapıyorduk. Dergimizde yer alan her ayın gündem konuları bu buluşmalara ayrı bir nitelik kazandırıyordu. Hatta zaman zaman dergide yer alan konuların müzakeresi sonrasında, özet notlar dağıtmak suretiyle ve mini testler yaparak bilgileri daha da kalıcı kılmaya çalıştım. Bu çerçevede görev yaptığım bölgede bu eksende bir farkındalık oluşturmaya gayret ettim. Bu çalışmalarla dergimizden istifade eden ve ilgi gösteren kardeşlerimizi abone yapmak suretiyle bir süreklilik de sağlamış oldum. Diyanet Dergimizin eklerini de dikkate aldığımızda her kesimden insanımıza hitap eden yönleri vardı. Gurbetteki insanlarımızı dergimizin bilgi ve hikmet yüklü mesajlarıyla ve güzellikleriyle buluşturmaya çalıştım. Bizi biz yapan değerlerin muhafazası gurbette ayrı bir önem arz ediyor. Bu bağlamda derginin önemli bir misyonu ve katkısı olduğu kanaatindeydim. Fırsat buldukça da derginin daha önceki sayılarını evlere ve işyerlerine ulaştırarak daha çok okunmasına vesile olmaya çalıştım. Çünkü dergimizde işlenen gündem konuları çerçevesindeki yazılarda bireysel ve toplumsal sorunlarla ilgili çözüm önerileri bulmak mümkündü. Ana gündem dışı sayfalarda yer alan yazılar ve konular da ayrı ayrı öneme sahip. Dergi sayfalarına kendinizi bıraktığınızda bilgi ve hikmet yolculuğu da başlamış oluyor. Her kesimden ve bilgi seviyesinden insanımızın ilgi alanlarına göre yazılar, makaleler mevcut. Bilgi ve hikmet yüklü birikimiyle, Türkiye’de en uzun soluklu süreli yayın oluşu ve baskı sayısı itibarıyla daima zirvede olan Diyanet Aylık Dergi hayatımıza değerler katmaya devam ediyor. Millî ve manevi değerlerimizin kazanılmasında ve muhafazasında önemli bir işlev görüyor. Diyanet Dergimiz; muhtevası, daima gündemi ve günceli yakalayan yayın anlayışı, sürekli kendini yenileyen çizgisiyle hayatımıza yön vermeye devam ediyor. HATIRA DEFTERİNDEN Hayatımız Ezanla Başlar, Salâ ile Sona Erer Mehmet Karataş Malatya Kale Mahmut Dursun Mah. Camii İmam-Hatibi Mevsim sonbahardı... Soğuk hava iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. Mevsim, tefekkürü ve taakkulü emreden bir dinin mensupları olarak bizleri bir kez daha idrake davet ediyordu. Bir sabah namazı sonrası camimizin müdavimlerinden olan 60-65 yaşlarındaki Ahmet Amca benimle musafaha ettikten sonra hocam dedi ve yutkundu... Âdeta kelimeler boğazına düğümlenmişti. “Vaktiniz var mı?” hocam dedi. Buyrun Ahmet Amca dedim. İmam odasına geçtik. Hocam, nereden nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Ben, anne ve babamı görmedim. Sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumunda büyüdüm. Kaç bayram geldi geçti sayısını da unuttum. Her bayramda annemin ve babamın gelip beni almasını umutla bekledim. Görmediğim ailemin sevgisine hasretimi ekleyerek yollarını gözledim. “De ki; ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder.” (Zümer, 39/53.) Yalnızlığımı, çaresizliğimi, umutsuzluğumu, yenilgimi, savruluşumu her gecenin karanlığında yatağımı üzerime çekerek gözyaşlarıma gömdüm. Hocam, kısaca benim de yaşadığım tüm yetimlerin başlarına gelenler ve maruz kaldıkları durumlar vicdan sahibi her insanın gönlünü burkacak cinsteydi. 18 yaşında kurumdan ayrıldım. Bir vesileyle Almanya’ya çalışmaya gittim. Evlendim ve iki çocuğum olmuştu. İstemediğimiz şekilde eşim üçüncü çocuğumuza hamileydi. Bu çocuğu istemedik. Almanya’da kürtaj yasak olduğu için eşimi Türkiye’ye gönderdim. Eşim kürtaj oldu. Ve arkasından felç kaldı. Nasıl basiretim bağlanmıştı. Yaşadığım onca zorluğu nasıl da unutmuştum. Rızka Yüce Yaradan’ın kefil olduğunu nasıl da düşünememiştim. Kürtajdan iki sene sonra eşim vefat etti. Bunları anlatırken Ahmet Amca’nın gözyaşları hiç durmuyordu. Hocam, ben artık yaşayan bir ölüye dönmüştüm. İki çocuğum da hem yetim, hem de öksüz kalmıştı. Yıllarca kendimi affedemedim. Pişmanlığımın zirvesindeydim. Günahlarıma nasıl tövbe ederdim. Allah (c.c.) beni affeder mi? Ta ki camimizdeki Diyanet dergisindeki ümitsizlikle alakalı yazıyı okuyup da şu ayete rastlayıncaya kadar: Değerli, seçkin ve alanında uzman hocalarımızın gönlünden kalemine dökülen Diyanet dergisi yurdumuzun en ücra köşelerine imam-hatiplerimiz vasıtasıyla ulaşmaktadır. İlk olarak biz görevlilerin dinî algılayış biçimini tekrar gözden geçirip daha verimli ve etkin din hizmeti sunmamıza önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. Hocam, bu ayet beni içine düştüğüm müşkül durumdan çıkardı. Size ve şahsınızda Diyanet dergisinin yayına hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür ediyor ve Allah razı olsun diyorum. Yavaş adımlarla yanımdan uzaklaşıp gitti. Yıllardır okuduğum Diyanet dergisinin böylesine hayati bir derecede önemli bir görevi üstleneceğini belki de hiç düşünememiştim. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmran, 3/104.) Aylık Dergi’nin ele aldığı konular toplumumuzun da dikkatini celbetmektedir. Özellikle yaşlılar, yetimler, engelliler, hoşgörü anlayışı, toplumsal ahlak gibi... Hayatımız bir ezanla başlayıp, bir sala ile son bulmaktadır. DİB personeli olarak bizler tüm yurttaşlarımızın doğumundan ölümüne kadar olan din hizmetlerini en iyi şekilde yerine getirirken Diyanet Aylık Dergi’nin desteğini her zaman yanı başımızda hissetmişizdir. Diyanet Dergi’nin nice yanık gönüllere, imana susamış gençlere, ümitle yolları bekleyen yaşlılara, şefkate ve merhamete susamış yetimlere, iyilik perver insanlardan yardım uman engellilere, insanların yüzünden bir tebessüm arayan nice mültecilere işlediği konularla yardımcı olması temennisi ile... ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 73 Kâbıd-Bâsıt Darlık da O’ndan Bolluk da Fatma BAYRAM Rabbimizin isimleri arasında yer alan Kâbız ve Bâsıt isimleri, sıkan ve genişleten, daraltan ve açan anlamında birbirine zıt -öyle olduğu için de birbirini tamamlayan- iki isimdir. Bu isimlerin kapsamı hayatın bütün olaylarını içine alacak kadar geniştir. Ruhların verilip alınmasından, rızıkların dağıtılmasına kadar her alanda kabz veya bast hâlini müşahede edebiliriz. Sadreddin Konevi’nin güzel tarifiyle Kâbıd eşyayı kabzasında tutan, Bâsıt ise yayandır. O dürdüğünde hiçbir kuvvet işe yaramaz; yaydı- 74 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 ğında ise hiçbir şeye ihtiyaç kalmaz. Esma-i Hüsna listelerinde “Kâbıd ve Bâsıt” olarak isim formunda oldukları hâlde ilginçtir ki Kur’an’da daima fiil olarak gelmişlerdir. Bu durum bizlere bolluk ve darlığın sürekli ve mutlak bir kanun olmadığını, hayatın çeşitli dönemlerinde birinin veya ötekinin yaşanacağını gösterir. Bu da Yüce Allah’ın Kâbız ve Bâsıt isimleri arasındaki denge ve ahenge işaret eder. İslam âlimleri zıt anlamlı isimlerdeki bu denge ve ahenk sebebiyle bu tür isimlerin daima bir arada düşünülmesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Bu dünyada kabz hâli de bast hâli de sınırsız ve sonsuz değildir. Her ikisi de gelip geçicidir. Asıl tehlike insanın maruz kaldığı böyle gelip geçici darlık günleri değil, aslında azabı hak etmiş olanların önüne dünya nimetlerinin yayılmasıdır. Zira Rabbimiz bu durumda olanlara verilen nimetlerin yalnızca azaplarını artırmak için verildiğini söylemektedir. (Âl-i İmran, 3/178.) Kabz kötülüklerin ortaya çıkmasıyla olabileceği gibi bir hayrın ortadan kalkmasıyla da olur. Mümin bunların her birinde bir hikmet olduğuna iman eder. Çünkü Allah hakimdir; vermeyişinde de, verişinde de bir hikmet vardır. Hakk’ın katından olan hiçbir şey şer olmaz. Biz onu şer olarak görürüz. Zira kabz hâlinde hamdeden rızaya ulaşır; bu durumda da şer görünenin içinde gizlenen hayrı ortaya çıkarıp imtihanı geçmiş olur ki işte asıl başarı budur. EN GÜZEL İSİMLER Çünkü Rabbimizin huzurunda bize değer kazandıracak olan şey başımıza gelenlere verdiğimiz tepkilerdir. Tasavvufta Kabz, kişinin manevi tutukluk hâlinde bulunmasını ifade eden bir terimdir. Kişi bazen tutuk ve tedirgin olur, aklına hiçbir şey gelmez, zihni boştur; bazen de neşeli ve kendinden emindir, zihni açık, gönlü geniştir, hiç bir şey onu sıkmaz. Her iki durum da Allah’tandır. Her insanın kabz ve bast hâlleri de kendisine göredir ve çoğu zaman sebebi de bilinmez. Sufilere göre bunların gelişi kesb ile olmadığı gibi gidişi de cehd ile değildir. Bu nedenle sufiler kabz hâlinden çıkmak için kişinin kendini zorlaması yerine bunu bir imtihan olarak görüp bu hâl geçene kadar sabır göstermek gerektiğini söylerler. Zoraki hareketlerle bunu geçirmeye çalışmak hem tasavvuf yolunun edebine aykırıdır hem de kabz hâlini daha da artırır. Üstelik bu hâl, içimize dönüp yaşadıklarımızı anlamlandırmak, istiğfara yönelmek ve yaratılmıştan biraz uzaklaşıp Yaratıcı ile yakınlığı artırmak için kendiliğinden gelen bulunmaz bir fırsattır. Birden bire gelen bast hâlinde de sükûneti ve edebi muhafaza etmek, taşkınlıklardan özenle kaçınmak gerekir. Esma-i Hüsna müellifi Ali Osman Tatlısu’ya göre kula yaraşan şey kabz vaktinde elden çıkan nimetlerden dolayı müteessir olsa bile, kendini şaşırmamak ve sabır deni- len fazileti bütün bütün kaybedecek derecede yerinmemek olduğu gibi bast vaktinde de şımarıp gurur ve heyecana kapılmamak, şükrü unutacak derecede sevinmemek ve bu hâllerin hepsinin Allah’tan geldiğini ve nice gizli hikmetleri bulunduğunu düşünmek, her iki hâlde de gönlü-nü Allah’ın hoşnutluğuna bağlayarak kulluk vazifelerini yerine getirmekten uzaklaşmamaktır. olmayan ve hak etmeyen kimselere mal, ilim, hikmet ve mevkileri dağıtarak onlara zarar vermeme konusunda dikkatimizi çekmektedir. Zira hak etmeyene verilen her türlü ikram onun sapmasına yol açacağı için ona bir kötülük olduğu gibi bu durumdan etkilenecek nice insanlara da dolaylı olarak kötülük etmek demektir. İşte bu nedenle de bazen vermemek bir iyiliktir. Bunu başarmak insanı pek çok hastalıklı durumlardan da muhafaza eder. Çünkü; Psikolojinin bize söylediğine göre çeşitli nedenlerle kullanılmayan beceri ve kapasiteler ya hastalık üretir ya da işlevini yitirerek ortadan kalkar ki bu da kişiyi kısıtlayan bir durumdur. Bu nedenle hayat devam ettiği müddetçe kabz hâlinin geçiciliğini bilmek ve asla ümidi kaybetmemek hem inancımız hem de ruh sağlığımız açısından büyük önem taşır. Hitabette her şeyin devamlı iyi yahut devamlı kötü yönlerine dikkat çekilmesi yani safça bir iyimserlikle müzmin bir kötümserlik uyanıklığı ve dikkati zayıflatır. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber nasihatlerinde kabz ve bast yöntemlerinin yalnız birinde ısrar etmeyip ikisini de yeri geldikçe kullanmış ve dualarında da her iki hâlin Allah’tan olduğunu ikrar ettikten sonra her durumda genişlik talep etmiştir. Onun sık yaptığı dualardan biri bizim de bu bahiste son sözümüz olsun: Bazı kullar Yüce Allah’ın Basıt isminin tecelligâhıdır. Allah onlar vasıtasıyla diğer kullarını ferahlatır. İçimizin sıkkın olduğu bir anda bir şakayla yüzümüzü güldüren, bir sözüyle bizi rahatlatan dostlarımız bu gruptandır. Peygamberimizin ashabından bu hâlleriyle öne çıkan Hz. Nuayman b. Amr gibi... Bâsıt ismi Allah’ın yaratıklarının ihtiyaçlarını giderip onları ferahlandırma konusunda bize rehberlik ederken Kâbıd ismi de ehil “Allah’ım! Senin bol bol ihsan ettiğini azaltacak, azalttığını artıracak, saptırdığını hidayete erdirecek, doğru yola yönelttiğini saptıracak, vermediğini verecek, ihsan ettiğine engel olacak, rahmetinden uzak kıldığını yakınlaştıracak, rahmetine yaklaştırdığını da bu nimetten mahrum bırakacak hiçbir kimse yoktur. Allah’ım! Bize rahmetinden, lütfundan, bereketinden ve geniş rızık hazinelerinden bol bol ihsan eyle!” ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 75 PORTRE Hizmet Aşkını Son Nefesine Kadar Koruyan İnsan Hamdi Mert Alişan BAŞGÖNÜL Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Gençliğinde idealist, orta yaşlarında yapıcı, uzlaşmacı; ömrünün son demlerinde ise mütevekkil ve dingin bir hayat çizgisi… Hep inandığı gibi yaşamayı düstur edinmiş; ilkeli, duruşu olan bir insan… Yolda kalmışlara biletlerini alıp menzillerine ulaştıracak kadar eli açık; yanında çalışanların çocuklarının düğünlerinde çeyizlerini temin edecek kadar babacan… 76 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 Babası, “Bizi Yaşatanlar” kitabının kahramanı Ahmet MERT… Nam-ı diğer “Ahmet Ağa.” Savaşta tek kolunu kaybetmiş bir gazi. Okuldan camiye, yoldan çeşmeye, bölgenin imarında öncü olmuş. Anamur’a ilk muz fidesini o getirmiş. Babasının asilliği, hayatı boyunca onun ruh dünyasını şekillendirmiş, onun davranışlarına yön vermişti. 73 yıllık fani hayatı birçok yönden dolu dolu yaşayan Hamdi Mert, 1942 yılında Mersin´in Anamur ilçesi Bozyazı kasabasında dünyaya geldi. İlköğrenimini Bozyazı Bölge İlkokulunda, ortaöğrenimini Adana İmam-Hatip Lisesinde okudu. Lise yılları onun gençlik heyecanının tavan yaptığı, kabına sığmayan bir delikanlılık dönemidir. O yıllarda yazdığı makale ve şiirlerle dikkatleri üzerine çekti. 1962 yılında Adana İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra üniversiteye gidebilmek için, Nazilli Lisesinden de diploma aldı. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde okurken, bir yandan da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam etti. Kısa bir dönem Ankara Barosuna bağlı olarak avukatlık yaptıktan sonra, 1967 yılında Denizli’de öğretmen olarak memuriyete adım attı. Sonra 1969-1973 yılları arasında Ankara İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri, 1974 yılında Ankara Yıldırım Beyazıt Ortaokulunda Din Bilgisi öğretmenliği yaptı. Aynı yıl Diyanet İşleri Eski Başkanı Sayın Tayyar Altıkulaç’ın davet ve teşvikiyle, Diyanet İşleri Başkanlığında Hukuk Müşavirliği görevine başladı. 1978 yılında Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına getirildi. 1992 yılında Hollanda-Lahey Büyükelçiliğine Din Hizmetleri Müşaviri olarak tayin edildi. 1998 yılında Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı kadrosundan emekli oldu. Emeklilik sonrası kısa bir dönem Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk- Hastanede tedavi gördüğü son zamanlarında da yayın hayatından kopmamış, kitap ve dergi çalışmalarına ara vermemişti. Bu çalışmalarda ona yardımcı olan bir arkadaşımız, onun sadece tek kolunu ve başını hareket ettirebildiği bir süreçte nasıl bir heyecan içerisinde olduğunu, yazıları kendisine okuturken nasıl duygulanarak gözyaşı döktüğünü anlatırken duygularını ifade etmekte oldukça zorlanmıştı. Kazak Üniversitesinde değişik kademelerde görev yaptıysa da, kendisini hep Diyanet personeli gibi gördü. Cömert bir insandı Hamdi Mert hocamızın olaylara bakışı, insanlara davranışı farklıydı. Yakınında çalışan arkadaşlar onu, lügatinde “hayır” kelimesi bulunmayan, yapıcı bir insan olarak tanımlardı. 1984 yılında Diyanet Gazetesi’nde yazdığım bir yazı vesilesiyle tanıştığım ve vefatına kadar irtibatı kesmediğimiz Hamdi Mert hocamızla 4 yıl Hollanda’da birlikte çalıştık. Hangi kurumdan olursa olsun, Türkiye’den Hollanda’ya gelip de Hamdi Bey’in sofrasına oturmamış kişi azdır. Çok kişi masrafların vakıf hesabından ödendiğini zanne- derdi. Nice harcamaları, talimatıyla onun banka kartından ödediğim çok olmuştur. Hollanda’ya gelip parasız kalan bir grup Azerbaycanlı sanatçının, uçak biletlerini almasına tepkimi, “asalet budalalığı say” diyerek dindirmek istediğini ve gülüştüğümüzü hatırlarım. Türkiye’ye dönerken, Anamur’da babadan kalma triplex dairelerini satıp döndüğünü biliyorum. Duygusal ve şair ruhluydu Adana İmam Hatip Okulunda okurken şiir yazmaya başlamış, yazdıkları şiirleri “Nereye Bu Gidiş?” adlı şiir kitabında toplamıştı. En çok sevdiği şairler Arif Nihat Asya ve Nurullah Genç’ti. İkisinin de naatlarını defalarca dinlemişimdir kendisinden. Tercüman Gazetesi, Ortadoğu Gazetesi, Ayyıldız Gazetesi, Yeni Düşünce Dergisinde köşe yazıları yazdı. Diyanet İşleri Başkanlığının süreli yayınları arasında yer alan Diyanet Gazetesinin gelişmesinde çok büyük katkıları vardır. Diyanet Gazetesinin Diyanet Aylık Dergiye dönüşmesi de yine onun eseridir. Bir İnsan Hakları Savunucusu Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, İslam’da Hoşgörünün Simgesi: Hacı Bektaş Veli, Bilimi Öne Alan Din Anlayışının Temsilcisi: Ahmet Yesevi, Yolumuzu Aydınlatanlar, Ansiklopedik İslam İlmihali, İslamiyet’te Ağaç ve Orman, Bizi Yaşatanlar, Nereye Bu Gidiş, Bir Ülkenin Dönüşümü ve İmam Hatip Liseleri basılmış kitaplarından bazıları… ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 77 PORTRE Hastanede tedavi gördüğü son zamanlarında da yayın hayatından kopmamış, kitap ve dergi çalışmalarına ara vermemişti. Bu çalışmalarda ona yardımcı olan bir arkadaşımız, onun sadece tek kolunu ve başını hareket ettirebildiği bir süreçte nasıl bir heyecan içerisinde olduğunu, yazıları kendisine okuturken nasıl duygulanarak gözyaşı döktüğünü anlatırken duygularını ifade etmekte oldukça zorlanmıştı. Yine aynı arkadaşımızın anlattığına göre, telefonda konuşurken söyledikleri onun hayatında yayıncılığın ne anlam ifade ettiğini âdeta özetler gibiydi: “Şu hasta yatağımda dört gözle yaptığın çalışmaları bekliyorum. Bir hasta yatağında kapıdan girecek doktoru nasıl beklerse işte ben de seni öyle bekliyorum.” Hayatını din-devlet kaynaşmasına adamıştı “Din-devlet ilişkilerinde görülen bulanıklık/kaos ve çatışma bu iki değerin müfredatından, fonksiyonlarından ve öğretilerinden değil, bizim bu değerlere yüklediğimiz suni rolden kaynaklanmaktadır.” derdi. Bu bağlamda, “millî ve resmî değerlerimizi birbiriyle tokuşturmadan, sosyal dokusu sağlam bir mutlu toplum inşasının, vahiy ile aklı buluşturan evrensel çizgiden geçeceğini” söylerdi. “Millet bütünlüğünün sağlanması gibi vazgeçilmez bir fonksiyonu sırtında taşıyan sessiz ve çilekeş zümre” dediği imamların eğitim ve özlük haklarındaki iyileştirmeye 78 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 özel ilgi gösterir, çaba sarf ederdi. Son nefesine kadar, ulvi bir gayretin, idealizmin, fedakârlığın canhıraş takipçisi oldu. Son günlerinde, hastanede yatarken, MİHVAK (Ankara Merkez İmam-Hatip Lisesi Öğrencileri ve Mezunları Vakfı) tarafından bastırılan, “Türkiye’nin Dönüşüm Sürecinde İmam Hatip Liseleri” isimli kitabını eline aldığında, ayağa kalkacakmış gibi nasıl heyecanlandığını, değerli eşinden dinlemiştim. 26 Temmuz 2015’te vefat eden Hamdi Mert’in cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez kıldırdı. “Bir umutla çıktım yola, bilmediğim diyarlara, bir gün döneceğim sana, sevgili, memleketim” dediği Bozyazı’ya defnedildi. Ruhu şad, mekânı cennet olsun... KİTAPLIK Ali Aygün Aile; sevinç ve kederi paylaşmanın, birlikte yaşamanın ve zorluklara birlikte göğüs germenin adıdır. Mutlu aile modeli de geleceğe güvenle bakabilen, huzurlu ve güvenli bir toplum demektir. Ailedeki birlik duygusunun zedelendiği, aile bağlarının gevşeyip insanın yalnızlığa itildiği modern zamanlarda yaşıyoruz. Aile bireyleri, türlü gerekçelerle birbirlerinden uzaklaşmış durumdalar. Oysa aile bireyleri birbirlerine hem maddi hem de manevi anlamda muhtaçtır. Ailenin kurulması, korunması, güçlenmesi için sosyal bilimlerin ve dinî kaynakların danışmanlığına müracaat etmeyi, bir yuvanın karşılaştığı risk alanlarını dikkate alarak sorunlara dair çözüm önerileri sunmayı amaçlayan “Ailem” adlı eserde on bir yazar, on bir farklı bölümü kaleme alıyor. Birinci bölüm “Ailem ve Ben”de Doç. Dr. Huriye Martı, aile bütünlüğünün korunmasının, ancak aileye değer ve emek vermekle, aileyle birlikte zaman geçirmekle mümkün olduğunu dile getiriyor. İnsanın evlenince hem bedenen hem de ruhen sağlam bir sığınağa kavuşacağını belirtiyor. Aile bireylerinin birbirlerine hesapsız ve şartsız bir sevgi büyütmelerini, engin bir sevgi beslemelerini söyleyen Martı: “Ailenize güvenin, güven verin.” diyor. Fatma Dönmez’in kaleme aldığı “Ailemde Bir Çocuk Var” adlı ikinci bölümde çocuğun “göz aydınlığı”, ilahî ikramın adı, nimetin tadı, erkek ve kadının neslini başka hiçbir şeyin dolduramayacağı dile getiriliyor. Beşinci bölüm “Ailemde Bir Engelli Var”da Halime Karabulut, insan olmanın, “engelsiz” bir hayatı hak etmek olduğunu belirterek engellilerin haklarını, engellilere karşı nasıl davranmamız gerektiğini ve engelli ailesinin yaşadıklarını aktarıyor. sürdürme arzusu olduğu vurgulanıyor. Çocukların yetişkinlerden farklı olduğu bilinciyle çocuklarla iletişimde nelere dikkat edilmesi, çocukların da haklarının olduğunun unutulmaması gerektiğinin altı çiziliyor. Üçüncü bölüm “Ailemde Bir Genç Var”da Dr. Fatma Bayraktar Karahan İslam’ın, bir gencin evinde filizlendiğini, Allah Rasulü’nün gençlere güvenip onlara önemli görevler vererek kendilerini geliştirme ve topluma hizmet etme imkânı verdiğini belirterek gençlerin haklarını, yetişkinlerden neler beklediklerini ifade ediyor. Mürüvvet Aktaş’ın yazdığı “Ailemde Bir Yaşlı Var” adlı dördüncü bölümde yaşlılığın ne olduğu, yaşlıların beklentileri, onlara nasıl davranmamız gerektiği anlatılıyor. Yaşlıya gösterilecek ilgi ve sevginin ilk adresinin aile olduğu vurgulanıyor. Ailedeki sıcaklık, dostluk ve güven ortamının yerini Doç. Dr. Yaşar Yiğit ise “Akrabalarım Var” başlıklı altıncı bölümde sılayırahmin ne olduğunu anlatarak yakınlarla sılayı, “Yaratan”la sıla zemininde okumak gerektiğini vurguluyor ve bizlere şunları tavsiye ediyor: “Akraba ve dost ziyaretlerini asla küçümsemeden sılayırahmi, Rabbimizin rızasını kazanmamıza ve toplumsal birliğimizi güçlendirmemize vesile olacak bir adım olarak görelim. Akrabalarımıza karşı tatlı dilli, güler yüzlü, sabırlı ve hoşgörülü olalım.” Yedinci bölüm “Ailemin İletişim Dili”nde Hüseyin Öresin, sağlıklı bir iletişim dilinin kullanıldığı ailede herkesin birbirinin varlığına saygı duyacağını söylüyor. Aile içi iletişim sürecini “gönül dili, değer dili, teşekkür dili, özür dili, dua dili ve sükût dili” olmak üzere altı dil üzerine bina ediyor. Böylece özümüzdeki güzellikleri sözümüze ve gözümüze yansıtma becerimizin gelişmesine katkı sağlamayı umuyor. Mehmet Dinç’in yazdığı “Teknolojiyi Bilinçli Kullanıyorum” başlıklı sekizinci bölüm, teknolojinin önemini göz ardı etmeden ya da abartmadan ondan faydalanma- ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ 79 KİTAPLIK nın yollarını gösteriyor. Teknoloji bağımlılığının ne olduğunu ele alan Dinç, teknoloji kullanımı konusunda anne babalara önerilerde bulunuyor: “Sözlerinizin etkili ve kalıcı olması için teknolojiye alternatif faaliyetler üretme konusunda örnek olmalısınız. Çünkü çocukları zararlı teknoloji kullanımından korumanın en önemli adımı iyi bir model olmaktır.” Dokuzuncu bölüm “Ailemi Bağımlılıktan Koruyorum” İsmail Özgören tarafından kaleme alınmış. Aile birliğinin güçlendirilmesi ve aile fertlerinin zararlı alışkanlıklardan korunması için madde bağımlılığı ile mücadele hakkında farkındalık kazanılmalı, bilgi edinilmeli diyen yazar ailelerin; çocukların sigara, alkol ve uyuşturucuyla tanışmalarına zemin hazırlayan teklif ve tehditlere karşı uyanık olmalarını sağlamasını istemektedir. Dr. Elif Arslan’ın “Ailemde Merhamet İstiyorum” başlıklı yazısı kitabın onuncu bölümünde yer alıyor. Yazar, şiddetin kavurucu sıcağından, öfkenin yok edici fırtınasından kaçan her can, aile yuvasının merhametli çatısı altında huzur ve güven bulmalı diyor. Tüm benliğimizle merhameti benimsemek, ailemizde şefkat ve adaleti yaşanır kılmak her geçen gün daha da önem kazanıyor diyen Arslan, şiddetin sadece fiziksel değil, ekonomik, psikolojik, cinsel ve sosyal boyutlarıyla da ailemizi tehdit eden ciddi bir problem olduğunu ortaya koyuyor. Ailede kadın, çocuk, yaşlı, hiç kimsenin şiddet görmemesini, ailenin merhamet ocağına dönüşmesi gerektiğini vurguluyor. 80 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015 “Ailem” kitabının on birinci ve son bölümünü Ayşenur Özkan “Ailem Dağılmasın” başlığıyla ele alıyor. Nikâhla başlayan sağlam ve uzun soluklu bir birlikteliğin, Peygamberimizin önerdiği hayat tarzına da uygun olduğunu, sevgili Peygamberimizin yalnızlığa değil, aile hayatına teşvik ettiğini vurguluyor. Peygamberimizin, bekârları evlenmeleri yolunda cesaretlendirirken, boşanma konusunda daima temkinli davrandığını belirtiyor. Yazar, Allah’ın hoşlanmadığı bir helal olan boşanmanın ilk evresinin “duygusal boşanma” olduğunu, bunun aşılamamasının, eşleri “hukuki boşanma”ya götüreceğini söylüyor. Erkek ve kadın için de boşanma kararı almadan önce bir kez daha düşünmenin ve haklar kadar sorumlulukları da hatırlamanın en akıllıca yol olduğunun altını çiziyor. Boşanma sürecinde eşlerin düşünmesi gereken en önemli konu, anasız veya babasız yaşamak zorunda kalacak çocuklar olmalı diyen Özkan, “sosyal boşanma” adı verilen, eşlerin karı koca olmaktan çıktıkları yeni dönemde şu olumsuzluklardan en az birkaçının yaşandığını söylüyor: sevgisizlik, değersizlik, ilgisizlik, eziklik, yalnızlık, isyan, suçluluk hissi, boşluk, artan maddi sorumluluk, çaresizlik, güvensizlik, dışlanmışlık, öfke ve kin, rekabet. “Ailem” adlı eser, çözüm önerileri sunarken okuyucuyu yüreklendiriyor, aile değerlerimizi hatırlamaya, ailemiz hakkında sorumluluk üstlenmeye, daha mutlu, daha güvenli, daha sağlıklı yuvalar için emek vermeye davet ediyor. Vahyin Aydınlığında Yürümek Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara, 2015 İmam Ebû Hanîfe ve Hanefî Mezhebi Prof. Dr. Ahmet Özel Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara, 2015 Ahlak ve Hukuk Ekseninde Aile Hayatımız Prof. Dr. Ahmet Yaman Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara, 2015 Kur’an-ı Kerim Harflerini Yazmayı Öğreniyorum Komisyon Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara, 2015 Y e n İ Y ayı n l a r ı m ı z Yurt içinde Diyanet Yayınları satış yerlerinden, yurt dışında Müşavirlik ve Ataşeliklerimizden temin edebilirsiniz. Sünnetin Işığında İslam Ahlakının Esasları ww.diyanet.gov.tr Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar. (Bakara, 2/269.) FİYATI: 5TL