Untitled - Anadolu Hastanesi

advertisement
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
İmtiyaz Sahibi: Yrd. Doç. Dr. Taner KAYA
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Dr. F. Hülya KURBAN
Reklam ve Tanıtım Müdürü: Derya BATMAZ ÜNEY
Yayın Kurulu
Doç. Dr. M. Vedat KOCA
Uzm. Dr. A. Orhan DENGİZ
Op. Dr. Ali Fuat PAKER
Uzm. Dr. Ali Sait ÇAL
Op. Dr. Bektaş Kemal ASLAN
Op. Dr. Bülent AYMELEK
Uzm. Dr. Caner YILDIZ
Op. Dr. Deniz GÜLERYÜZ ÇAKMAK
Op. Dr. Fatih Volkan TERCAN
Uzm. Dr. Fatma AKKAN
Op. Dr. Gürsu ÖZER
Uzm. Dr. Handan İLKDOĞAN
Uzm. Dr. Harun YILMAZ
Uzm. Dr. Hülya AKDENİZ ÜNTUT
Uzm. Dr. İhsan MAĞUNACI
Op. Dr. Meftun ALİCAN
Op. Dr. Murat CERAN
Uzm. Dr. Mustafa ERCAN
Op. Dr. Mustafa SEZEN
Uzm. Dr. Nuran CELİLOĞLU
Op. Dr. Osman Okan YAMAN
Uzm. Dr. Önder BEKAR
Op. Dr. Ruhi SAYAR
Uzm. Dr. Seyfi KAMBEROĞLU
Op. Dr. S. Sinan KEJANLIOĞLU
Op. Dr. Tevfik ÖNCAN
Op. Dr. Uğur Barış ÖZKAL
Op. Dr. Yavuz Selim DAYIOĞLU
Dr. Göksel DORA
Dr. Hüseyin YILDIZ
Dr. Sabir ZEYVER
Uzm. Ecz. Enver SARAÇOĞLU
Dt. Funda DÖNMEZ
Dt. Metin AYAN
SAYI : 7 YIL: 3 OCAK - NİSAN 2013
Yazışma Adresi :
Özel Bursa Anadolu Hastanesi
İzmir Yolu No:105 Nilüfer / BURSA
Tel: (0224) 451 09 09 Fax: (0224) 451 53 00
E-mail: reklam@bursaanadoluhastanesi.com
www.bursaanadoluhastanesi.com
Görsel Tasarım ve Baskıya Hazırlık:
AERONORM Advanced Creativity
FSM Bulvarı Gazi Sk. Özkaya Apt. No: 8/1 Nilüfer / Bursa
Tel: (0224) 242 22 88 E-mail: aeronorm@aeronorm.com
www.aeronorm.com
Baskı : Renkvizyon
Matbaa Reklam Tanıtım Hizmetleri
Anadolu Mah. Karlıdağ Cad. No: 32 Yıldırım/Bursa
Tel: (0224) 251 04 14 Fax: (0224) 251 04 15
E-mail: info@renkvizyon.com
www.renkvizyon.com.tr
Yrd. Doç. Dr. Taner KAYA
Mesul Müdür / Başhekim
Değerli Okurlarımız,
baharın,
yeniden
doğuşuyla
birlikte herkese
merhaba!
Her işin başı sağlık...
Sağlık, her zaman hayatımızın ilk ve en önemli gündem
maddesidir. Sağlığımıza ne kadar dikkat edersek edelim,
yolumuz mutlaka bir gün hastaneye düşer. Bu sıkıntılı
dönemlerde Özel Bursa Anadolu Hastanesi ailesi olarak
hizmetinizdeyiz.
Özel Bursa Anadolu Hastanesi’nin kuruluşundan beri
en temel hedefimiz, nitelikli ve kaliteli sağlık hizmeti
sunmaktır. Hizmet verirken her zaman hasta haklarına
ve etik kurallara uyarak, hastalarımızın koşulsuz
memnuniyetini sağlamaya çalışıyoruz. Bu amaçla, her
alanda eğitimli ve uzman bir kadro ile hizmet veriyoruz.
Biz birlikte çalıştığımız ve hizmet verdiğimiz insanları
önemsiyor; mükemmeliyet, etkinlik ve kabiliyete önem
veriyoruz. Hastalarımızın ve hasta ailelerinin haklarını
koruyor ve onların haklarına saygı gösteriyoruz.
Dergimizin 7. sayısında sizlere; diyabet hastalarının
sorunları, yutma güçlüğü, düşük tansiyon, kadında kısırlık
gibi ilginizi çekeceğini düşündüğümüz sağlık problemleri
ile ilgili bilgiler vereceğiz. Genel Cerrahi Uzmanımız Op.
Dr. Gürsu Özer’in objektifinden uzakdoğunun sihirli
ülkesi Hong Kong’u tanıtmaya çalışacağız. Satırlarımı
Mevlana’nın güzel bir sözüyle bitiriyorum.
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Sevgiyle kalın...
ya
a
K
r
e
n
Ta
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Sabahattin TOPRAK
Yönetim Kurulu Başkanı
2013’ün Parlayan Yıldızı Olmak
Yıllar su gibi geçer mi bilinmez ama, 2012 su gibi geldi
geçti. Şimdi yeni yıldayız. Her yeni yıl bir muhasebe
yapma fırsatıdır. Bu muhasebe elbette sadece hesap
kitap muhasebesi değil. Ciddi bir değerlendirme,
adeta bir yaka paça olma durumudur. Ne yaptık,
ne yapamadık? Yaptıklarımızdan neler elde ettik?
Başarılarımız nedir? Yanlışlarımız ve eksiklerimiz
nelerdir? Bu ve benzeri soruları hem kendimiz, hem
kurumlarımız için sormalıyız. Daha da ötesinde bir
toplum olarak bu sorulara cevaplar aramalıyız.
Anadolu Hastanesi yeni yıla böyle bir muhasebe ile
girme bilinci içindedir. Sağlık hizmetlerinin insani
yönünü ve benzeri olmayan hassasiyetlerini hiçbir
zaman dikkatlerimizden kaçırmadan, yapılabileceklerin
en iyisini yapmanın peşinde olduk daima. Bunun pek
çok göstergesi mevcuttur. Hasta memnuniyetinin
yüksekliğinden hasta sayımızdaki istikrarlı artışa, hasta
yakınlarından alınan çok olumlu geri dönüşlerden
kamuoyundan alınan bire bir güzel haberlere, resmi
kurumların takdirinden sivil toplum kuruluşlarının
taltifine kadar nice işaret bizlere gurur vermektedir.
Başarılı olmak önemlidir, lakin başarılı kalmak daha da
önemli ve bir o kadar da zordur. Başarılarımız bizlere
daha büyük sorumluluklar yüklemekte, yeni atılımlar
yapmaya yönlendirmektedir. Anadolu Hastanesi ailesi
olarak, gerçekten de başarılı ve verimli bir yılı geride
bırakmış olmanın rehavetine kapılmadan, gözlerimizi
daha parıltılı başarılara dikmekteyiz. Yıldırım’da
yeni ve her şeyiyle modern bir hastanenin temelleri
yükselmekte ve biz şimdiden sizlere orada vereceğimiz
harikulade hizmetlerin heyecanını yaşamaktayız. Evet,
derler ki “gideceği limanı bilmeyen bir gemiye hiçbir
rüzgar yardım etmez”. Rotamızın belli, güzergahımızın
net olması başarı için elzem. İster kişi olsun, isterse
kuruluş; yönünü tayin etmeli, amaç ve hedeflerini
belirlemeli ve bunun için gerekli donanıma sahip
olmalıdır. Anadolu Hastanesi, Büyük Türkiye’nin yıldız
şehri Bursa’da sağlık sektörünün yıldızlarından olmayı
hedeflemiş ve bunu başarmanın yoluna girmiştir.
Geçmişe sadece olası hata ve noksanlarımızı görmek
için bakıyoruz. Bizi asıl ilgilendiren gelecek. Kurum
olarak geleceği en güzel şekilde planlayıp, en doğru
yol haritasıyla kalıcı başarılara uzanmanın davasını
güdüyoruz. Yöneticilerimiz, doktorlarımız, teknik
personelimiz, hemşirelerimiz, hasta bakıcılarımız ve
diğer tüm personelimiz buna inanmış bir aile olarak
ortak geleceğimizi birlikte inşa etmenin gayreti
içindedirler.
Bizim başhekimimizden bekçimize kadar her birimiz,
Anadolu Hastanesi’ne gelen herkesin burayı sımsıcak
bir yuva gibi hissetmesi için ne gerekiyorsa yapmaya
çalışıyoruz ve daha da iyisini yapmaya hazırız. Çünkü
hizmet ettiğimiz insan. İnsan ise kainatın biricik varlığı.
Zaten kainattaki her şey insana hizmet etsin diye
yaratılmamış mı?
2013 hepimiz için yeni bir başlangıç. Bu yeni yılın
Bursamıza, ülkemize ve tüm insanlığa barış, huzur ve
esenlik getirmesi en büyük dileğimiz. Biz bunun için
bize düşeni yapmak için elimizden gelenden fazlasını
ortaya koymaya hazırız. Anadolu Hastanesinin adını,
2013’de daha yükseklere yazdırdığımızda, esasında bu,
sizlere daha üstün hizmetler etmiş olduğumuzu ifade
edecektir. Bizim için bundan daha güzel ne olabilir?
ak
r
p
o
T
n
i
t
t
a
h
a
Sab
3
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Dr. Hülya KURBAN
Başhekim Yardımcısı / Editör
Yeni sayımızda yine
sizlerin bazı sağlık
sorunlarınızı
aydınlatmaya, sizlere
değişik yöre ve ülkeler
tanıtmaya çalıştık.
Anadolu Sağlık Dergisi olarak başladığımız yayın hayatımızda
7. sayımıza ulaştık. Sağlığınızla ilgili bir çok sorununuza ışık
tutmaya, yön gösterici ve bilgilendirici olmaya çalıştık. Bunu ne
kadar başardığımızı siz değerli okurlarımızın takdirlerinize
bırakıyoruz.
Dergimizin sayfalarında sizlere Dünya’nın, Türkiye’ nin ve
Bursa’nın ilginç ve güzel yörelerini tanıtmaya çalıştık.
Amatörce çıktığımız bu yolda başarı ile bugünlere geldik.
Sağlık, içi çok fazla doldululabilecek geniş bir kavram. Biz de
dergimizle sağlığın içini bir nebze doldurmaya çalışıyoruz.
Sağlık insanların başında öyle bir taç ki, bunu sadece sağlığını
kaybedenler görebiliyor. Bugünlerde yaşadığım bir sağlık
sorunu ile bunu bir kez daha yürekten hissettim. Bu nedenle
sağlığımızı hasta olmadan korumanın önemini bir kez daha
vurgulamak istiyor, siz okurlarımızın doktorlarımızın verdiği
bilgilerle aydınlanacağınızı umuyorum.
Önümüzdeki aylar, baharın büyük bir coşkuyla bizleri karşıladığı
aylar. Biliyorsunuz ki bahar doğanın yeniden uyanışını ve
doğuşunu simgeler. İçimiz büyük bir sevinç ve yaşama heyecanı
ile dolar. Sizlerin de bahar aylarının verdiği bu sevinç ve
coşkuyla sağlıklı ve mutlu yaşamanızı diliyorum.
Bu arada tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı
içtenlikle kutluyorum.
Sağlıklı kalın.
Hayat sizi hep güler yüzle karşılasın...
an
b
r
u
K
a
y
l
ü
H
4
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
5
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
6
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
7
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Ayakkabı Seçimi
Op. Dr. Fatih Volkan TERCAN
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı
Ayakkabının üst kısmı deri,
kanvas veya delikli bir
materyalden yapılmış
olmalıdır. Bu malzeme hava
geçiren, terleme ile ayakta
oluşan nemi dışarı atabilen
malzemeden yapılmış olması
önemlidir. Plastik gibi yapay
maddelerden kaçınılmalıdır.
Çocuklarda Ayakkabı Seçimi
Çocuklar büyümeye başladıkları ve ilk
adıma yaklaştıkları dönemde ailelerin
ilk aklına gelen sorulardan biride
çocuğuma nasıl bir ayakkabı almalıyım
olmaktadır. Burada dikkat edilmesi
gereken birkaç kriter vardır. Öncelikle
ayakkabıların uzunluğuna, genişliğine,
yüksekliğine ve kullanılan malzemenin
kalitesine dikkat edilmelidir.
Çocukların hızlı büyüme dönemlerinde
her 3-4 ayda bir yeni ayakkabı ihtiyacı
olabilir. 16 ay altında çocuklarda, ayak 2
ayda 2 numara büyüyebilir.16-24.
aylarda ayaklar 3 ayda 2 numara
büyürken, 24-36 aylık küçük çocuklarda
4 ayda 2 numara, 2 yaşından sonra 4-6
ayda 2 numara büyür.
Taban içinin ter emici bir maddeden
yapılmış olduğundan emin olunmalıdır.
İç kısmı destekli taban tercih
edebilirsiniz. Aslında çocukların çoğu
böyle bir desteğe ihtiyaç duymazlar. 18
ay altındaki bebeklerin hemen hepsi düz
tabandır. Ayak taban gelişimi 12 yaşına
kadar devam etmektedir. Ayakkabının
tabanı yeri sağlam tutan, kaymayan ve
8
esnek bir malzemeden yapılmış
olmalıdır. Sert ve yüksek tabanlar küçük
çocuklarda sendelemelere ve düşmeye
neden olabileceğinden kaçınılmalıdır.
Bebeklerde ayakkabıda topuğa ihtiyaç
yoktur. Düz taban yürümeye yeni
başlayan bebeklerde yürüyüşü
kolaylaştırır. Daha büyük çocuklarda 2
cm yi geçmeyen topuklar kullanılabilir.
Daha yüksek topuklar ayağın öne doğru
kayarak parmakların bükülmesine
neden olur.
Çocuk ayakkabısını sabah saatlerinde
değil, öğleden sonra satın alın. Çünkü
çocukların da ayakları büyüklerde
olduğu gibi gün içinde şişebilir. Bu da
ayağı normalden daha büyük gösterir.
Böylece ayağa büyük numaralı ayakkabı
alma riski artar. Çocuğunuz yanınızda
olmadan ayakkabı almayın. Küçük
çocukların da ayakkabı alırken denemesi
gerekir. Ayakkabının ucuna baş
parmağınızla bastırarak, ayakkabının
çocuğunuzun ayağına tam oturup
oturmadığını, büyük gelip gelmediğini
anlayabilirsiniz. Ayakkabı en uzun ayak
parmağından bir baş parmak ölçüsüyle
uzun olmalıdır. Bu esnada çocuğunuzun
ayakta durması gerekir.
Erişkinlerde Ayakkabı Seçimi
Erişkinlerin günlük hayatın önemli bir
kısmını ayakta ve ayakkabı ile geçirdiğini
düşünürsek sağlıklı bir gün geçirmek için
sağlıklı ayakkabı seçiminin ne kadar
önemli olduğunu anlarız. O nedenle
seçeceğimiz ayakkabı giydiğimizde
rahat olan ve günü rahat şekilde
geçirten ayakkabıdır. Bunun içinde
ayağımızın büyüklüğüne ve anatomik
yapısına uygun olmalıdır.
Ayakkabı seçerken
dikkat etmemiz gereken kriterler;
• Ayağınızın büyüklüğüne ve genişliğine
uygun ayakkabı seçin.
• Alacağınız ayakkabının topuğu 6
santimetreden yüksek olmamalıdır.
• Alacağınız ayakkabıyı gün sonuna
doğru alınki alacağınız ayakkabı günün
verdiği şişkinlikte bile ayağınızı sıkmasın.
• Ayakkabının içinde parmaklarınız
kadar topuğunuzda rahat olmalıdır.
• Ayakkabı alırken iki tarafı birlikte
deneyin.
• Ayakkabının ucuyla en uzun
parmağınız arasında 1cm boşluk
olmalıdır.
• Ayakkabı büyük ayağınızın(çoğunlukla
ayağın biri diğerinden büyüktür)
ölçülerinde rahat olmalıdır.
• Yeni ayakkabıları denerken biraz
yürüyünüz ve iyi oturduğundan ve rahat
olduğundan emin olunuz.
• Ayakkabının içinde parmaklarınızı
rahatça hareket ettirebilmelisiniz.
• Ayakkabı rahatsız edici derecede sıkı ise,
zamanla gevşer diye düşünüp satın
almayınız.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Dirsekte
Ulnar Sinir Sıkışması
Op. Dr. Tevfik ÖNCAN
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı
Elin 4. ve 5. parmaklarının
hissetmesi ve hareketlerini
sağlayan “Ulnar sinir”
dirseğin iç kenarından
geçtiği tünelde bazen sıkışır.
En sık nedeni dışarıdan bası
oluşmasıdır. Bu bası uyku
sırasında, ameliyatlarda,
bilinç kapalıyken kolun
sert bir yere dayanması,
şoförlerde ve tekerlekli
sandalyedeki hastalarda
kollarının sürekli dayanması
nedeniyle oluşabileceği gibi;
travma, bağ dokularının
kalınlaşması, yumuşak
doku veya kemik tümörleri,
kireçlenme nedeniyle
oluşmuş kemik çıkıntılar
nedeniyle de oluşabilir.
Elin 4. ve 5. parmaklarının hissetmesi ve
hareketlerini sağlayan “Ulnar sinir”
dirseğin iç kenarından geçtiği tünelde
bazen sıkışır. En sık nedeni dışarıdan bası
oluşmasıdır. Bu bası uyku sırasında,
ameliyatlarda, bilinç kapalıyken kolun
sert bir yere dayanması, şoförlerde ve
tekerlekli sandalyedeki hastalarda
kollarının sürekli dayanması nedeniyle
oluşabileceği gibi; travma, bağ
dokularının kalınlaşması, yumuşak doku
veya kemik tümörleri, kireçlenme
nedeniyle oluşmuş kemik çıkıntılar
nedeniyle de oluşabilir.
Belirtileri
Küçük ve yüzük parmakta uyuşma,
karıncalanma, ağrı (Şekil 1) ve kavrama
gücünde azalmadır. Üç derecesi vardır;
1. Derecede sadece duyu kaybı varken,
2. Derecede kaslarda zayıflık mevcuttur.
3. Derecede ise tamamen bir felç
durumu söz konusudur.
Şikâyetleri yeni başlayan hastalarda;
Dirsek dayama nedeniyle oluşacak
basının önlenmesi, dirseğin bükülmesini
engelleyen cihaz ve dirseklik kullanımı,
aktivitelerin düzenlenmesi ve ağrı
kesiciler ile tedavi edilebilir. Ancak ilerler
ve uzun süre geçmezse ameliyat
gereklidir. Boyun fıtığı veya unlar sinirin
Şekil 2
başka bölgelerde (örneğin bilekte
“Guyon” kanalında) sıkışması da benzer
durumları ortaya çıkarabileceğinden,
ameliyat öncesi mutlaka EMG tetkikiyle
tanı kesinleştirilmelidir.
Ameliyat genellikle koltuk altından
kolun uyuşturulması ile ve kanamayı
önlemek için turnike kullanılarak yapılır.
Ulnar sinir dirsek iç tarafında bulunduğu
kanaldan çıkarılarak ön tarafa taşınır
(Şekil 2 ve 3). Yaralar 2 haftada iyileşir ve
dikişler alınır, ancak sinir fonksiyonları
etkilenmenin derecesine göre hemen
dönebileceği gibi dönmesi aylar da
sürebilir.
ulnar
sinir
median
sinir
Şekil 1
Şekil 3
9
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Düşük Tansiyon (Hipotansiyon)
yükselmiyor ve ciddi bir baş dönmesi,
bulantı, fenalık hissi, gözlerde kararma
şikayetiniz devam ediyorsa veya süreklilik
gösteriyorsa bir doktora görünmenizde
mutlak fayda vardır.
Uzm. Dr. Önder BEKAR
İç Hastalıkları Uzmanı
Düşük tansiyon olarak
bilinen hipotansiyon,
herhangi bir semptom
vermeyebilirken, birçok
kişide baş dönmesi, gözlerde
kararma, bayılma gibi
semptomlar da yapabilir.
Bazı vakalrda hayatı tehdit
edici olabilir. Kan basıncının
oluşturduğu etkiler kişiden
kişiye değişmekle birlikte,
sistolik (büyük tansiyon)
tansiyonun 90 mm hg,
diyastolik (küçük tansiyon)
tansiyonun 60 mm hg altında
olması olarak tanımlanır.
Düşük tansiyonun sebepleri basit bir
dehidratasyondan (vücudun susuz
kalması) ciddi dahili ve cerrahi hastalıklara
kadar değişebilir. Düşük tansiyon tedavi
edilebilir bir durum olmasına rağmen asıl
önemli olan sebebinin bulunması ve tedavi
edilmesidir. Tansiyon düşüklüğü, özellikle
aniden geliştiğinde kişide ciddi belirti ve
bulgular verebilir. Baş dönmesi,
konsantrasyon bozukluğu, göz kararması,
bulantı, soğuk bir deri, hızlı soluma,
yorgunluk, depresyon, susama hatta
bayılma bunlar arasındadır.
Ne Zaman Doktor Görmelidir?
Çoğu zaman tansiyon düşüklüğü ciddi bir
hastalığa bağlı olmaz. Tansiyonunuz
düşük olmasına rağmen kendinizi iyi
hissediyorsanız, ciddi bir baş dönmesi,
bulantı, fenalık hissi, gözlerde kararma
yoksa basit önlemlerle - mesela su kaybına,
aşırı terlemeye bağlı oluşmuş olabilir sıvı
almakla birlikte şikayetleriniz gerileyebilirtansiyonunuz yükselir. Eğer sıvı alamkla
10
Nedenleri Nelerdir?
Sistolik Tansiyon: İlk olarak okunan ve
büyük tansiyon olarak değerlendirilen
değer, kalbin kanı atarken damarlarda
oluşturduğu basıncın yansıması olarak
değerlendirilir.
Diyastolik Tansiyon: İkinci okunan ve küçük
tansiyon olarak değerlendirilen değer ise
kalp atımları arassında, kalbin dinlenmesi
sırasında damarlarda oluşan basıncın
yansımasıdır. Son rehberler bu iki değer için
idealin 120/80 mm hg olduğunu
belirtmekteler. Ancak kan basıncı çok kısa
süreler içinde, normal sınırlarda kalmak
şartıyla ciddi değişiklikler gösterebilir. Bu
durum vücut pozisyonunuzdan, soluma
hızınızdan, stres düzeyinizden, fiziksel
durumunuzdan, aldığınız ilaçlardan,
yediğinizden içtiğinizden etkilenebilir.
Bazı durumlar tansiyon düşüklüğüne yol
açabilir.
Gebelik: Kadın dolaşım sistemi gebeliğin İlk
24 haftasında genişler, bu da büyük
tansiyonda yaklaşık 10 , küçük tansiyonda
yaklaşık 10-15 mm hg düşüşlere neden olur.
Gebelik sonrası normale döner.
Kalp Hastalıkları: Düşük kalp hızı, kalp krizi,
kalp yetmezliğinde, dolaşım sisteminin
kalbi çok yormaması için çeşitli
mekanizmalarla damarlarda genişleme
yaparak tansiyonu düşürebilir.
Endokrin Hastalıklar: Hipotiroidizm-guatr
bezinin az çalışması, hipertiroidizm-guatr
bezinin çok çalışması, adrenal (böbrek üstü
bezi) yetmezlik, hipoglisemi-kan şeker
düşüklüğü, diabet-şeker hastalığı
Dehidratasyon-susuz kalmak: İshal, bulantı
kusma, uzun süre susuz kalmak, idrar
söktürücü kullanmak.
Kan Kayıpları ve Sepsis: (ciddi enfeksiyonlar)
Anafilaksi: (ciddi allerjik reaksiyonlar) İlaç
alerjileri, yemek alerjileri, böcek sokmaları.
Yetersiz Beslenme : Vitamin B12 eksikliği,
folat eksikliği, demir eksikliği.
Çeşitli ilaçlar: Diüretikler (idrar
söktürücüler), çeşitli tansiyon ilaçları,
parkinson hastalığı ilaçları, antidepresanlar
(depresyon ilaçları)
Düşük Tansiyon Tipleri
Ayağa kalkınca olan tansiyon düşmesi
(postural ya da ortostatik hipo tansiyon):
Adında anlaşılacağı gibi, kişinin otururken
ya da yatarken aniden kalkma sonrası olan
tansiyon düşmelerini anlatır. En sık
sebepleri, susuz kalma, uzun süreli yatak
istirahati, gebelik, diabet, kalp hastalıkları,
yanıklar, aşırı sıcak, büyük variköz
damarlar, nörolojik hastalıklardır. Aynı
şekilde birçok tansiyon ilacı, depresyon
ilaçları, parkinson ilaçları da postural
hipotansiyon yapabilmektedir. Yaygın
olarak yaşlı popülasyonda, özellikle 65 yaş
üstünde görülmektedir. Fakat aynı
zamanda tamamen sağlıklı genç bireylerde
de otururken ya da yatarken ani
kalkmalarda bu tansiyon düşüklüğü
görülebilir.
Postprandiyel hipotansiyon: Daha çok yaşlı
kişilerde görülen özellikle yemek sonrası
olan ani tansiyon düşmelerini tarifler.
Bu olay yemek sonrası vücdumuzdaki
kanın sindirim sistemimize yönelmesi ile
ilgilidir. Sağlıklı kişilerde gerek kalp hızının
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
artması, gerekse kan damarlarının
kasılması ile bu tansiyon düşüklüğü
engellenir. Ancak bazı kişilerde, özellikle
yaşlı kişilerde bu mekanizma çalışmazsa,
düşük tansiyon ile baş dönmesi, göz
kararması, halsizlik olabilir.
Nörolojik kaynaklı hipotansiyon: Bu olay
daha çok genç bireylerde görülebilecek bir
durumdur. Özellikle uzun süreli oturma
sonrası ya da yatma sonrası ani ayağa
kalkma ile ilişkilidir. Burada ani kalkışla,
bacaklara toplanmış kan aniden kalbe geri
döner, bu kalpte tansiyonun yükseldiğine
dair yorumlanır ve beyine tansiyonu düşür
diye sinyal gönderir. Kalbin bu yanlış
algılaması ani tansiyon düşüklüğüne
neden olur ve gözlerde kararma, baş
dönmesi yapabilir.
Risk faktörleri: Düşük tansiyon birçok kişiyi
etkileyebilir. Neden olabilecek bazı risk
faktörleri vardır.
Yaş: Özellikle yaşlı popülasyonda (65 yaş
sonrası) ayaktayken veya yemek sonrası
tansiyon düşüklüğü olabilir. Ortastatik
hipotansiyon hızlı ayağa kalkışlarda ve
yemek sonrası görülebilir. Nörolojik
kaynaklı hipotansiyon ise daha çok genç
bireylerde hızlı yaşam ve harekete bağlı
görülebilir.
Ilaçlar: Tansiyon ilacı alan herkes tansiyon
düşüklüğü için adaydırlar. Bazı hastalıklar:
Parkinson hastalığı , diabet, bazı kalp
hastalıkları.
Tedavi ve İlaçlar
Eğer sizi rahatsız edecek kadar semptom
veren tansiyon düşüklüğünüz varsa , asıl
önemli olan bu düşüklüğe sebep olabilecek
durumu saptamaktır ( susuz kalmak mı?
kalp hastalığı mı? Seker hastalığı mı?, guatr
hastalığı mı? ). Eğer kullandığımız ilaçlara
bağlı bir tansiyon düşüklüğü varsa
doktorunuzla konuşarak doz azaltımına
gidilebilir. Eğer tansiyon düşüklüğünü
açıklayabilecek yeterli bulgumuz yoksa,
yapılacak olan sağlık durumumuza, var
olan hastalıklarımıza, yaşımıza bağlı
olarak düşük tansiyonumuzu yükseltmeğe
çalışmak ve var olan şikayetlerimizi en aza
indirmektir. Bunun için birçok yol vardır.
Daha fazla tuz almak: Diyetteki tuz
miktarını arttırmak tansiyonumuzda
anlamlı bir artış sağlayabilir. Ancak kalp
hastalığı olan, yüksek tansiyonu olan ve
özellikle yaşlı olan hastaların doktorlarına
danışarak bunu yapması daha uygundur.
Daha fazla su içmek: Bu öneriden herkes
fayda sağlayabilir. Su kan hacmini artırarak
dehidratasyondan (vücudun susuz
kalmasından) vücüdu korur. Hem
tansiyonu yükselterek hem de
dehidratasyondan koruyarak tansiyonu
yükseltir.
Bacak basınç çorapları: Özellikle geniş
variköz venleri (varisleri) olan kişiler fayda
görür. Genişlemiş bacak damrlarında
toplanmış kanın kalbe dönüşünü
kaolaylaştırarak tansiyon düşüklüğünü
azaltırlar.
İlaçlar: Kronik ortostatik hipotansiyonu ve
ciddi semptomları olan hastalar doktor
kontrolünde çeşitli ilaçlar kullanabilirler.
(örn. steroidler) Yalnız tedavide asıl önemli
olan, altta yatan sebebi bulup ona yönelik
yaşam tarzı değişikliğini ve tedavisini
yapmaktır.
Yaşam tarzı değişiklikleri: Sonuç olarak
düşük tansiyonunuzu yükseltmek için
yapılabilecekleri şöyle sıralayabiliriz.
Bol su için alkol alımını azaltın; Alkol vücut
su oranını azaltarak tansiyonu düşürür. Su
ve diğer sıvılar ise kan hacmini arttırarak
tansiyonu yükseltir.
Sağlıklı beslenin: Sebze, meyve balık ve
tavuk eti içeren besinlere ağırlık verin,
doktorunuzun önerisiyle gerektiği kadar
diyetteki tuz oranını arttırın. Vücut pozisyon
değişikliklerini yavaşça yapın: Özellikle
yatar ve oturur pozisyondan ayağa, ani
olarak kalkmayın. Özellikle sabah yataktan
kalkarken derin bir nefes alın ve kalkmadan
önce bir kaç dakika yatakta oturun, sonra
kalkın. Uyurken başınızı biraz yüksek tutun.
Eğer tansiyon düşüklüğü semptomları
hissederseniz (baş dönmesi, göz kararması,
halsizlik) düz bir zemine uzanarak
ayaklarınızı, bacaklarınızı bir sandalye veya
benzeri bir yüksek yere koyun. Bu hareket
kanı bacaklarınızdan kalbe ve beyine
yönlendirecektir. Sık sık yiyin, karbonhidrat
içeriği az yiyecekler tüketin. Bu yeme tarzı
özellikle ağır yemeklerden sonra oluşacak
tansiyon düşmelerini engelleyecektir.
Öğünlerinizin karbonhidrat (patates, pirinç,
pasta ve ekmek) içeriğinin az olmasına
dikkat edin. Aynı zamanda bilinen bir yan
etki olmadığı sürece çay ve kahve içmek
düşük tansiyonunuzun yükselmesinde
fayda sağlayacaktır. Yalnız unutmayın ki
özellikle kahve kalp hastalarında ciddi yan
etkiler (çarpıntı, tansiyon yükselmesi)
yapabileceğinden doktorunuza
danışmadan kahvenin fazla tüketimine
gitmeyiniz.
11
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Diabetes Mellitusta
Ayak Problemleri
• Damar Hasarı (Kan akımının azalması):
Diabetli hastalarda ayak veya bacağın
kan akımının azalması ikinci önemli
sorundur. Yaraların iyileşmesi güçleşir.
Bu soruna PDH (periferik damar
hastalığı) adı verilir. Sigara içilmesi bu
sorunları hızlandırır.
Uzm. Dr. Harun YILMAZ
İç Hastalıkları Uzmanı
Diabetes Mellitus (şeker
hastalığı) insülin salınımının
eksikliği, salınan insülinin
biyolojik etkisinin azalması
veya her ikisinin birlikte
sebep olduğu çok önemli
bir hastalıktır. Dünyada ve
ülkemizde Diabetes Mellitus
görülme sıklığı her geçen
gün artmaktadır. Diabetes
Mellitusta ortaya çıkan
metabolik düzensizlik, diabetli
hastalarda çok önemli sağlık
sorunları ortaya çıkarır.
Diabetes Mellitus diyaliz
gerektiren son dönem böbrek
yetmezliğinin, erişkinlerde
ortaya çıkan körlüğün ve alt
ekstremite ampütasyonlarının
travmadan sonra en sık
nedenidir.
Diyabetes Mellitus
Ayak Sağlığını Nasıl Etkiler?
• Sinir Hasarı: Diyabetli Hastalarda
Periferik Nöropati olarak adlandırılan
bacak sinirlerinde hasar meydana gelir.
Periferik duysal nöropati ağrı, soğuk ve
sıcağın algılanmasını engeller. Hasta
ayağındaki yara, yanık ve kesileri ağrı
duyusu azaldığı için farketmez. Motor ve
Duysal Nöropati anormal ayak kası
mekaniklerine ve ayakta yapısal
değişikliklere neden olur (çekiç parmak,
pençe parmak deformitesi, çıkıntılı
metatars başları gibi). Otonom nöropati
ayakta anhidrozise ve yüzeyel kan
akımının değişmesine yol açarak derinin
kurumasını ve çatlak oluşumunu
hızlandırır.
12
Diyabetes Mellituslu Hastalarda En
Sık Görülen Ayak Sorunları Nelerdir?
• Atlet ayağı ve mantar infeksiyonu:
Genelde parmak aralarında ya da ayağın
altında başlayan ve ayak tırnaklarına
yayılabilen bir cilt hastalığıdır. Sıkı
ayakkabı ya da çorap giymek veya ayağı
yıkadıktan sonra parmak aralarını
kurulamama yüzünden nemli kalan
ayaklarda üreyen bir çeşit mantar bu
soruna neden olur. Bu hastalığın
belirtileri ciltte kuruluk, pullanma, kaşıntı
yanma ve su toplamasıdır. Bu hastalıktan
korunmak için ayakları her gün ılık su ve
sabunla yıkamak, parmak aralarını iyice
kurulamak ve çorap değiştirmek
gerekmektedir.
• Su toplanması: Genelde ayakkabı
vurmasından kaynaklanır. Sakın
patlatmayın. Üzerini bantlayın ve kendi
kendine boşalmasını bekleyin. Ayağınızı
kuru tutun ve ayakkabınızın vurmasını
önlemek için mutlaka çorapla giyin. Eğer
su kabarcığı kendi kendine patlarsa bu
bölgeyi yıkayın, antiseptik solüsyon sürün
ve üzerini bantlayın.
• Hallux valgus deformitesi ve bunyon:
Hallux valgus; başparmağın, diğer
parmaklara doğru eğilmesi sonucu,
başparmak ile 1. tarak kemiğinin
birleşme yerinin dışa doğru büyüyerek
belirgin ve deforme bir hal almasıdır.
Genellikle kalıtsaldır. Bu bölgede uygun
olmayan ayakkabı giyilmesi sonucu
kızarıklık, şişlik ve infeksiyon (bunyon)
gelişebilir. Özellikle sivri burunlu ve çok
dar ayakkabı giyilmesi, durumu daha da
kötüleştirir. Rahatlatıcı yöntemler
bulunmakla birlikte, esas tedavi cerrahi
girişimdir.
• Nasır: Kalınlaşmış deri tabakasıdır.
Ayak cildi üzerindeki aynı bölgeye sürekli
basınç gelmesi veya tekrarlayan
sürtünmeler sonucu nasır oluşur.
Ayaktaki nasırların en sık nedeni uygun
olmayan ayakkabılardır. Zaman zaman
acı verebilirler. Evde kendi kendinize
nasırları çıkarmayı denemeyin, kolaylıkla
infekte olabilirler. Hemen doktorunuza
başvurunuz.
• Ayak kokusu: Ayakta bulunan 250.000
ter bezinin aşırı çalışması sonucu oluşur.
Günlük hijyen çok önemlidir. Her gün
ayakkabılarınızı çıkararak kurutun ve
gerekirse gün içinde çoraplarınızı
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
değiştirin. Ayak pudrası, terlemeyi
önleyici ürünler ve sirkeli su ayak
kokusunun azalmasına yardımcı olur.
• Pençe ayak: Ayak parmaklarından
birinin pençe şeklinde kıvrılmasıdır.
Genelde bunyon gelişen başparmak
nedeniyle ikinci parmakta oluşur. Uygun
olmayan ayakkabı giyilmesi sonucu
görülür. Cerrahi müdahale ile parmaklar
düzgün şekline kavuşturulabilir.
• Topuk ağrısı: Genelde topuk kemiğine,
bağlara ve sinirlere çok fazla bası olması
sonucu oluşur. İnce tabanlı ayakkabılar
ile, yürürken ya da zıplarken bası
artabilir. Fazla kilolu olmak da bu soruna
neden olabilir. Bunların dışında artrit
(eklem iltihabı), gut ve dolaşım bozukları
da topuk ağrısına neden olabilir.
• Topuk dikeni: Ayak taban kaslarının
topuk kemiğine yapışma yerinde aşırı
zorlanma nedeniyle oluşan aşınma ve
bu aşınmanın sürekli bir hal almasıdır.
Çekilen röntgen filminde, yara üzerine
biriken kireç nedeniyle topukta dikenimsi
bir görüntü oluşur. Bu görüntüden dolayı
hastalık” topuk dikeni” olarak
anılmaktadır. Egzersiz, ortopedik
malzemeler, iltihap giderici ilaçlar ve
kortizon injeksiyonu gibi yöntemler ile
tedavi edilir.
• Batık tırnak: En sık ayak başparmağında
görülen ve tırnağın yatağından farklı bir
yol izleyerek yumuşak doku içinde
ilerlemesi ile ortaya çıkan bir
rahatsızlıktır. Pek çok nedeni vardır.
Bazen tırnak çok büyük olduğu için
oluşur. Bazı kişilerin tırnakları
kenarlarından kıvrılır (genetik özellikler
veya artrit’den kaynaklanır), bu kişiler
tırnak batması için adaydır. Travma,
ayağı çarpmak veya üstüne basılması
gibi durumlar tırnağın derinin içine
batmasına yol açar. Uzun süre koşmak,
tırnağın yanlış kesilmesi, sıkı çorap ya da
dar-sivri burunlu ayakkabı giyilmesi
tırnak batmasına sebep olur.
Diyabetli Hastalar Ayak Sağlığını
Korumak İçin Neler Yapmalıdır?
• Ayağınızı her gün ılık su ve nötral beyaz
sabun ile yıkayın. Suyun çok sıcak
olmamasına dikkat edin.
• Ayağınızı nemli tutmayın. Özellikle
parmak aralarını iyice kurulayın.
• Her gün ayaklarınızda çatlak, yara, nasır
kızarıklık veya başka bir sorun olup
olmadığını kontrol edin. Ayaklarınızda
sinir hasarı veya kanlanmada azalma
olmuşsa, kontrol çok daha önemlidir.
Eğer ayağınızı, kendinize çekemiyor veya
kıramıyorsanız ayna kullanın. İyi
göremiyorsanız bu kontrolü yapması için
eşinizden veya bir yakınınızdan yardım
isteyin.
• Cildiniz kuru ise, yıkayıp kuruladıktan
sonra losyon veya yumuşatıcı krem
sürün. Parmak aralarına losyon
sürmeyin.
• Nasırları törpü veya ponza taşı ile
dikkatli bir şekilde, hafifçe törpüleyin.
• Ayak tırnaklarınızı haftada bir kesin.
Kesme işlemini ayaklarınızı yıkadıktan
sonra tırnaklarınız yumuşayınca yapın.
Tırnaklarınızı çok kısa (dipten) kesmeyin,
parmağınızın şekline uyumlu kesin,
köşelerini törpüleyin. Mümkünse kendi
pedikür takımınızı kullanın.
• Ayaklarınızı sakatlanmalardan
korumak için yalınayak yürümeyin, terlik
veya ayakkabı giyin.
• Su toplanmasını önlemek için çorap
giyin. Diz hizasında veya çok sıkı diz
altı çorap giymeyin.
• Ayağınıza iyi uyan ayakkabılar giyin.
Yeni ayakkabılarınızı günün sonunda
ayağınız şişken alın. Yeni ayakkabılarınızı
ilk günlerde her gün yalnızca 1-2 saat
giyin. Gerekiyorsa tabanlık kullanın.
• Spor ayakkabılar günlük
ayakkabılardan daha geniş olmalıdır.
• Yaralanmaları önlemek için
ayakkabınızı giymeden önce içinde
herhangi bir yabancı cisim olmadığından
emin olun.
13
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Diş Beyazlatma (Bleaching)
Dt. A. Funda DÖNMEZ
Diş Hekimi
Diş beyazlatma yöntemleri
genel olarak canlı dişlerde
beyazlatma ve cansız
dişlerde beyazlatma
yöntemleri olarak
sınıflandırılabilir. Canlı
dişlerde beyazlatma
yöntemleri, kullanılan
beyazlatma jelleri dişin
yüzeyine uygulanır.Cansız
dişlerde beyazlatma ürünleri
dişhekimi tarafından dişin
pulpa boşluğuna uygulanır.
Dişlerdeki Renklenmenin Nedenleri
Dış kaynaklı renklenme: En önemli
sebebi, boyar madde içeren yiyecek ve
çay, kahve kola gibi içeceklerin sık
tüketilmesidir. Bu şekilde mine yüzeyinde
açık kahverengi-siyah renklenmeler
görülür. Sigara, pipo kullanımı ile daha
çok servikal bölgelerde sarımsı
kahverengiden siyaha kadar oluşabilen
renkleşmeler oluşabilir. Tütün çiğnenmesi
ise minedeki mikroçatlaklarda koyu renk
oluşumuna ve yumuşak doku
hasarlarına neden olur. Mikroçatlaklarda
oluşan renklenmelerin giderilmesi hemen
hemen imkansızdır.
İç kaynaklı renklenme: Bazen dişler
sürmeden önce renklenme oluşabilir.
Etkilenmişlerdir. İç renklenmeler dişlerin
gelişimi sırasında alınan bazı
antibiyotikler, fluorür gibi bazı ilaçlardan,
diş gelişimi döneminde geçirilen ateşli
çocuk hastalıkları ya da genetik
hastalıklardan kaynaklanabilir. Ayrıca
kanal tedavileri ve amalgam dolgular da
dişlerde renklenmeye neden olabilir.
Diş Beyazlatma Yöntemleri
Diş beyazlatmanın sakıncalı olduğu
durumlar;
• Geniş pulpalı dişlerde
• Dişeti çekilmesi durumunda
• Ortodontik tedavi sırasında aşırı
hassasiyet
• Ağır mine kaybı
• Ağızda porselen kuron gibi pahalı
restorasyonlar varsa diş beyazlatma
dişhekimi kontrolünde yapılmalıdır.
• Hidrojen peroksite alerjisi olan kişilerde
• Hamilelik ve emzirme döneminde diş
beyazlatma yapılması uygun değildir.
Klinikte Diş Beyazlatma
(Office Bleaching)
Bu diş beyazlatma yöntemi; dişhekimi
tarafından klinikte ve genellikle 40-50 dk
kadar süren tek seanslık bir işlemle
uygulanır. Yöntem hidrojen peroksitin ısı
ya da ışık ile aktive edilmesi temeline
dayanır. Dişe sürülen beyazlatma jelinin
üzerine çoğu yöntemde beyazlatmayı
hızlandıran bir ısı veya ışık kaynağı
uygulanır.
14
Klinik Diş Beyazlatmanın
(Office Bleaching) Avantajları
• Bir saatlik tek seans sonrası ortalama
8-12 ton beyazlama
• İşlem sonrası hassasiyet hissi çok
düşüktür.
• Elde edilen renk uzun süre korunur.
• Dişhekimi tarafından uygulandığında
ağız dokuları korunur.
• Günlük alışkanlıklardan vazgeçmeden
iyi sonuç alınır. (sigara, çay, kahve v.b.)
Klinik Diş Beyazlatmanın
Dezavantajları
• Diğer yöntemlere göre pahalıdır.
Bu şekilde yapılan beyazlatmanın
başarısı, renklenmenin nedenine ve
miktarına bağlıdır. Yaşlanma ile olan
renklenmelerde, fluoroz renklenmesinde
çoğunlukla 1 seans yeterli olmaktadır.
Tetrasikline bağlı renklenmelerde ise 3
hatta 4 seans gerekli olabilir.
Evde Diş Beyazlatma
(Home Bleaching)
Ev diş beyazlatması veya matris
beyazlatma olarak da bilinmektedir.
Uygulaması oldukça kolay, güvenli ve
etkin bir beyazlatma yöntemidir.
Evde Diş Beyazlatma Yönteminin
Avantajları
Bu yöntemin tek avantajı diğer yönteme
göre daha ucuz olmasıdır.
Evde Diş Beyazlatmanın
Dezavantajları
• 2-4 hafta süresince uygulama
zorunluluğu,
• Uygulama dışındaki zamanlarda
kahve,kola,çay gibi renkli içecekleri
kullanmamak,
• Uygulama süresince tütün ve türevlerini
kullanmamak
• Dikkatsiz uygulamalar sonucunda
dişetlerinin zarar görmesi
Yöntem vakumla şekillendirilmiş ağız içi
kalıba yerleştirilen beyazlatma
malzemesinin tercihen gece boyunca
uygulanması temeline dayanır.
Yöntemde %10-15-20 karbamid peroksit
kullanılır. Ağız ortamında zararlı
herhangi bir bileşik oluşturmadığı için
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
oldukça güvenlidir. Beyazlatma
maddesindeki etkin kimyasal klinik
beyazlatmada uygulanandan daha
düşük olduğu için evde diş beyazlatma
tekniğinin uygulama süresi daha
uzundur.
beyazlatmadan farklı olarak yüksek
enerjili özel bir ışın demeti uygulanır. Işık
kaynağı bir seri LED veya diyot-lazerden
oluşabilir. Mutlaka dişhekimi
gözetiminde yapılmalıdır.
En uygun süre 2 ile 6 hafta arasında
değişir. Bu süre günde ortalama 7 saat
uygulama için düşünülmüştür.
Diş beyazlatma süresinin kısaltılması
günlük kullanım süresinin uzatılmasına
bağlıdır. Yine kullanılacak jelin
konsantrasyonuna, üretici firmanın ve diş
hekiminizin tavsiyelerine göre bu süre
değişebilmektedir.
Etkili Olduğu Durumlar
• Sarı, turuncu ve açık kahverengi
renklenmeler
• Kahverengi fluoroz renklenmeleri
• Mine opasiteleri. Aslında mine
opasitesine etki etmemesine rağmen,
minenin diğer bölümleri beyazladığı için
opasite daha az dikkat çekici hale gelir.
• Ön dişlerin çoklu renklenmeleri
• Travma geçirmiş canlı dişlerdeki
renklenmeler
Lazerli Diş Beyazlatma
Fototermal Diş Beyazlatma: Bu yöntemde
de yine bir miktar özel bir jel kullanılır.
Ancak kimyasal malzemelerle yapılan diş
Fotokimyasal Diş Beyazlatma: Bu diş
beyazlatma tekniğinde, beyazlatma jeli
bir UV-lamba (mavi ışık) veya bir KTP
lazeri (yeşil ışık) kullanılarak harekete
geçirilir. Bu metodu diğerlerinden ayıran
özellik ise kullanılan ışık kaynağının da
ayrıca dişi beyazlatıcı etkisinin olmasıdır.
(foto oksidasyon) Bu yöntem, dişler
üzerinde daha derin bir beyazlatma
sağlar. UV-Işık kullanırken çevre dokular
(dudaklar, dişetleri, dil vb.) muhtemel
yanık yaralanmalarına karşı iyi
korunmalıdır. KTP lazeri kullanırken ise
yanma riski yoktur, ancak dişetlerinin
beyazlatma jelinin sızıntılarına karşı
korunması gerekir. KTP lazeri ile
beyazlatmanın büyük bir avantajı da;
yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda
diş minesi üzerinde yan etkilerinin
gözlenmemiş olmasıdır. Diş beyazlatma
işlemi sonrasında yapılacak fluorid
uygulanması diş minelerini güçlendirir ve
çürümeleri önler.
Diş Beyazlatma
Ne Kadar Süre Etkilidir?
Farklı diş beyazlatma (bleaching)
metotlarıyla beyazlatılan dişler 6 ay ile 2
yıla kadar beyaz kalır. Fakat bu süre
kişiden kişiye değişir. Yeme-içme
alışkanlıkları, sigara ve fırçalama
alışkanlığı ile dişlerdeki renkleşmenin
nedenleri dişlerin beyaz kalma süresini
etkiler.
Şu unutulmamalıdır ki, diş beyazlatma
her zaman istediğiniz beyazlığı
sağlamayabilir. Beyazlama oranı
dişlerinizin beyazlatma işlemi
uygulanmadan önceki tonuna bağlıdır
ve kişiden kişiye değişir. Bu yüzden
dişhekiminiz ile beklentilerinizi önceden
konuşmalısınız.
15
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Dış Kulak Yolu Enfeksiyonları
farklılığı; serumenin görünüşü, kıvamı,
immünglobulin ve lizozim içeriği gibi
fiziksel karakteristiğinde değişikliklere
neden olabilir. Üretilen cerumen
kademeli olarak dışa doğru göçer ve
buradan dışarıya dökülür.
Bir takım etkenler, eksternal otitin
görülmesini sıklaştırabilir.
Op. Dr. Bülent AYMELEK
Kulak Burun Boğaz Uzmanı
Dış kulak yolu yaklaşık olarak
2,5 cm uzunluğundadır. Bu
kanalın fonksiyonu, sesin
orta kulağa iletimi ve orta ve
iç kulak yapılarının yabancı
nesne ve çevresel etkilerden
korunmasıdır. 1/3 dış kısımda
kıkırdak vardır ve aşağıda
yukarıda ve arkada yer alır,
oysa 2/3 iç kısımda kemik
bölümü vardır ve aşağıda
ve önde yer alır. Kemik
ve kıkırdak birleşim yeri
isthmus olarak adlandırılır
ve dış kulak yolunun en dar
kısmını oluşturur. Genellikle
enfeksiyonun en sık başladığı
yer de burasıdır. Kemik
kanaldaki cilt kalınlığı 0,2
mm dir ve bu kulak zarı epiteli
ile devamlılık halindedir.
Bu kısımdaki deri kıkırdak
kısımdan oldukça incedir.
Eksternal otit, esas olarak auricula ve dış
kulak yolunun enfeksiyon ve
inflamasyonunu içerir. Dış kulak yolunu
döşeyen derinin ve kulak zarının dış
yüzeyinin iltihablanmasıdır. Dış kulak
yolu sıcak, karanlık ve nemli bir sahadır.
Bu durum bakteri ve mantarların
üremesini ve kolayca hastalık yapmasına
sebep olabilir.
Cerumen, dış kulak yolunda yapılan
salgıdır. Bu kulak akıntısı asidik bir
tabaka oluşturur ve dış kulak yolunun
enfeksiyondan korunmasında yardımcı
olur. Genetik ve ırksal özelliklerin
16
veya herhangi bir sert madde ile
yaralarsanız kulak yolunun cildinde
oluşacak çok küçük çatlaklardan
mikroplar girer ve iltihap gelişebilir.
Psöriasis gibi vücudun diğer bölgelerinde
de görülebilen cilt hastalıkları kulak
yolunda da gelişebilir ve kulak yolu
iltihabının gelişmesini ve tekrarlarına
neden olabilir.
Dış Kulak Yolu İltihabının Belirtileri
• Dış kulak kanalının kaşınması
• Kulak ağrısı
• Kulakta sarı veya yeşil sarı kötü kokulu
cerahat oluşması
• Başın hareketiyle kulakta ağrı
duyulması
• İşitme kaybı.
Sık aralıklarla duş alımı veya havuzda
yüzme sonucunda kulak yoluna fazla
miktarda su girebilir. Su, kulak yolunun
hemen girişindeki ter ve yağ bezlerinden
salgılanan ve kulak kiri olarak bilinen
koruyucu tabakayı yok etmektedir.
Böylelikle bakterilerin ve mantarların
üremesi de kolaylaşmaktadır.
Kulakların sık aralıklarla temizlenmesi
aynı şekilde kulağın koruyucu tabakayı
yok eder ayrıca dış kulak yolu cildini
inceltir ve iltihaba neden olur.
Eğer, kulağınızı kulak yoluna parmak
Teşhis
Eğer kulağınızda kaşıntı, kulağınızın
içinde pullanma ya da kulak kanalınızda
ağrı varsa, bunlar dış kulak yolu
iltihabının göstergesi olabilir. Çoğu kez
kulaktan dışarı doğru sarımsı ya da
sarımsı-yeşil bir akıntı olur ve bazen bu
akıntıdan sonra ağrı hafifler. Eğer iltihap
ya da dokudaki şişme kulak kanalını
tıkarsa işitmede bir azalma olabilir.
Çoğu dış kulak yolu enfeksiyonu
rahatsızlık duygusu yaratsa da, uygun
tedavi edildiklerinde genellikle tehlikeli
değildirler. Bu enfeksiyon,özellikle şeker
hastalarında tedavi edilmezse çevre
kemiklere ve kıkırdaklara yayılarak hasar
verebilir.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Tedavi
Eksternal Otit tedavisinde amaç;
Enfeksiyonu yok ederek dış kulak yolunun
bütünlüğünün sağlanması ve dış kulak
yolunun sağlıklı durumuna getirilmesidir.
Tedavide ilk ve en önemli basamak dış
kulak yolunun travmatize edilmeden
temizlenmesidir. Özellikle kalın,
kabuklanmış, yapışmış dokular varsa
bunların kanal derisinden ayrılması da
faydalıdır. Hastanın uyumu temizliğin
yapılabilmesi için gereklidir. Ancak kısa
sürede bile çok ağrılı olabilir. Bu durumda
temizliğin etkili olması için analjezi
gerekebilir.
Kulak deliğine çeşitli kalınlıkta ilaçlı
pamuklar koymak başlangıç tedavisidir.
Bunlar çeşitli şekillerde bükülmüş pamuk
veya bez parçalarıdır.
Bunlar hem ilacın daha uzun süre
temasını sağlar hem de dış kulak yolunun
daha fazla daralmasını önlerler. Topikal
damlalar günde 3-4 kez kullanılabilir.
Temizliğin sıklığı kanal tarafından
üretilen sekresyon veya tıkanmanın
miktarıyla uyumlu olarak değişebilir.
Gerekirse haftada bir ciddi şekilde
temizlemek gerekebilir. Enfeksiyon
ajanlarına karşı, kültür ve antibiyogram
sonucunda en etkili ilaçların kullanılması
gereklidir. Tedavide hasta hekim uyumu
çok önemlidir.
ve kulak kepçelerinizi hareket ettirmeye
çalışarak suyun dışarı akmasını sağlayın.
Sık tekrarlayan dış kulak yolu iltihabınız
oluyorsa yüzme sırasında başlık
kullanarak suyun kulaklarınıza
kaçmasını engelleyebilirsiniz.
Eksternal Otit Nasıl Önlenebilir?
Dış Kulak Yolu İltihabı’nı önlemenin en
güvenli yolu, kulak yolunun savunma
mekanizmalarının iyi çalışmasını
sağlamaktır. Bazı ipuçları yardımcı
olabilir. Kulak çubuğu, ataç, sıvı veya
sprey maddeler veya parmağınızı kulak
yoluna sokmayın. Bu işlem dış kulak yolu
derisini zedeleyebilir. Eğer, kulağınız
kaşınırsa doktorunuza danışınız.
Kulak kirini çıkarmaya çalışmayın. Eğer,
işitmenin etkilendiğini hissediyorsanız,
herhangi bir diğer nedenin bulunup
bulunmadığını değerlendirmek amacı ile
doktorunuza danışınız. Kulaklarınızı
mümkün olduğu kadar kuru tutmaya
çalışın. Yüzme veya duş almadan sonra
kulaklarınızı havlu ile kurulayın. Başınızı
17
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Diyabet ve Göz
Diyabetik retinopatinin başlangıç
döneminde gözde meydana gelen
problemlerin temelinde retina
damarlarındaki geçirgenliğin artması,
yani damarların, kanın içindeki bazı
maddeleri sızdırması yatar. Diyabetik bir
hastanın göz dibi bulguları arasında
mikroanevrizmalar, sert eksudalar,
retina ödemi, kanamalar görülebilir.
Op. Dr. Meftun ALİCAN
Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı
Diyabetli kişilerin
vücutlarında, pankreas
dokusundan salgılanan
insülin üretim ve
kullanımında sorun vardır.
Dolayısıyla, diyabetli kişiler
aldıkları besindeki şekeri
yeterince kullanamazlar.
Bu da, kanda şeker
miktarının artmasına yani
hiperglisemiye yol açar.
Kandaki şeker miktarının devamlı
yüksek olması böbrek yetmezliği,
kalp-damar hastalığı ve körlük gibi ciddi
komplikasyonlara yol açabilir. Dünyada,
her on saniyede bir kişi diyabete bağlı bir
nedenden dolayı hayatını
kaybetmektedir. Diyabet, gelişmiş
ülkelerde, erişkinlerde görme azalması
ve kaybının en önemli nedenlerinden
biridir.
Diyabetli kişilerde görme neden
azalmaktadır?
Diyabet, gözün arka bölümünde görme
işleminde çok önemli bir yeri olan retina
tabakasındaki (ağ tabaka) damarlara
hasar verir. Retina tabakasının
tutulmasına Diabetik Retinopati denir.
Retina damarlarında oluşan hasar,
makulada (görme merkezi) ödeme yani
su toplanmasına yol açarak yavaş ve
ilerleyici bir şekilde görmeyi azaltabilir.
Bunun dışında, göz içerisinde kanama
yaparak ani görme kayıplarına yol
açabilir. Ayrıca, retina tabakasına
verdiği hasar dışında, erken yaşlarda
katarakt oluşumuna ve görmenin
azalmasına yol açabilir.
18
Retina dışında gözün başka
bölümlerinde de hasar oluşturabilir mi?
Görme siniri tutarak görme azalmasına
yol açabilir. Glokom dediğimiz göz
tansiyonu artışına yol açabilir. Ayrıca,
kafa sinirlerini tutarak göz kaslarının
felcine yol açabilir. Ayrıca kan şekeri
dalgalanmalarına bağlı olarak geçici
görme bozuklukları ve bazen katarakta
da neden olabilir.
Damarsal değişiklikler ve tıkanıklıklar
artar ve retina kendisini beslemek için
normal damarlardan daha ince, kolay
kanayabilen ve çok çabuk dallanabilen
yeni damarlar oluşturmaya başlar.
Diyabetik retinopati tablosuna,
beslenmenin az olmasından dolayı,
sinirlerde iletinin durmasını gösteren,
pamuk kümelerine benzeyen madde
birikimleri (yumuşak eksudalar), yeni
damar oluşumları, birtakım maddelerin
artması sonucu retina üzerinde zarların
oluşumu, retina önü ve vitreus içi
kanamalar görülebilir.
Diyabetli kişiler hastalığın gözlerine
vurduğunu nasıl anlarlar?
Diyabetli kişiler genellikle görmeleri
azaldığında göz doktoruna muayeneye
gitmektedirler. Ancak, unutulmamalıdır
ki gözdeki hasar başladığında hastaların
hiçbir şikayeti olmayabilir.
Diyabete bağlı göz hastalığı
oluşumunda rol oynayan risk faktörleri
nelerdir?
En önemli risk faktörü diyabetin süresidir.
Hastalığın süresi arttkça, hastalığın
retina tabakasına verdiği hasar riski
artmakta ve görme azalmaktadır. 15
yıllık diyabet hastası olan birinde
diyabetik retinopati gelişme riski %80’in
üzerindedir. Kan şekerinin iyi kontrol
edilememesi de hastalığın gelişimine ve
ilerlemesine yol açmaktadır. Özellikle
glikolize hemoglobin(HbA1c) düzeyinin
normal göz
diyabetik göz
Bu da diyabetli kişilerin göz şikayetleri
başlamadan göz doktoruna gitmelerinin
ve doktorun tavsiye ettiği sıklıkta düzenli
takip edilmelerinin önemini
göstermektedir. Buluğ çağı, gebelik,
katarakt ameliyatından sonra insülin
kullanımına geçiş gibi dönemlerde
muayeneler daha sık yapılmaktadır.
Hastaların kan şeker düzeyleri çok iyi
kontrol altında tutulsa bile, retina
muayeneleri mutlaka yapılmalıdır. Erken
safhada yakalanan hastaların
tedavilerinde daha başarılı olmaktayız.
Eğer kan şeker düzeyi yüksek seyrederse,
gerekli tedaviler yapılmazsa diyabetik
retinopati ilerler ve körlükle sonuçlanır.
artması diyabetin göze hasar verme
riskini arttırmaktadır. Hipertansiyonun
kontrol altına alınamaması, kan
yağlarının (kolesterol,trigliserid)
yüksekliği, sigara içimi, gebelik ve böbrek
hastalığı da hastalığı olumsuz yönde
etkilemektedir.
Hangi tetkikleri yapmaktayız?
En kolay ve ilk yapılması gereken
oftalmoskop ile detaylı gözdibi
muayenesidir. Bu muayenede retinopati
veya şüpheli bir durum saptanırsa en sık
kullandığımız tetkik retina (FFA)
anjiografisidir. Retina anjiografisinde,
koldaki toplardamarlardan boya
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
verilerek gözün filmleri çekilir. Retina
damar yapısını incelememizi sağlar.
İşlem sırasında bazen bulantı olabilir.
Ayrıca, 1-2 gün boyunca hastanın cilt
rengi sararır ve idrar rengi koyulaşır.
Diyabetik retinopatisi olan hastalarda
kullanılabilecek diğer bir tanı yöntemi de
Optik Koherens Tomografidir. (OKT)
OKT’de herhangi bir madde vermeden
gözün filmleri çekilir. Retina tabakasını
ince kesitler halinde incelememizi sağlar.
OKT diyabetik makula ödemi gibi
patolojilerde hastalığın evresi, tedavi
endikasyonu ve tedavi sonrası takiplerde
yol gösterici olmaktadır.
Diyabetik retinopatide ne gibi
tedaviler uygulanmaktadır?
Göze yönelik sorunların tedavisiyle
beraber kan şeker seviyesinin iyi kontrolü
gerekmektedir. Kan şekeri seviyesinin sıkı
kontrolü diyabete bağlı komplikasyon
gelişme riskini azaltır ve hastalığın
ilerlemesini yavaşlatır, ancak
durdurmaz. Yüksek kan basıncı ve artmış
kan yağlarının kontrolü de çok
önemlidir. Bu risk faktörleri iyi bir şekilde
kontrol altına alındığında, göze
uygulanan tedavinin sonuçları daha iyi
olmaktadır.
Lazer Tedavisi
Diyabete bağlı retina tabakasındaki
hasar için göze en sık uygulanan tedavi
lazerdir. Diyabetli kişiler göz doktoruna
ne kadar erken başvururlarsa lazer ile
elde edilen başarı oranı o kadar
artmaktadır.Lazer tedavisinin etkinliği
40 yıllık çalışmalarla ortaya konmuştur.
Erken evrede lazer ile tedavi edilen
hastaların %85-90 civarındaki bir
grubunda körlüğü engellemek
mümkündür. Lazer tedavisi ile göz
içerisinde kanama, glokom, görme
merkezinde ödem (makula ödemi)
oluşumu gibi komplikasyonların gelişimi
ve ilerlemesi engellenmeye
çalışılmaktadır. Görme merkezinde
oluşan ödemi gidermek için yapılan
lazerde tekrar tedaviler
gerekebilmektedir.
Bu tedaviyle hastaların görmelerinin
azalması durdurulmaya çalışılmaktadır.
Lazer fotokoagulasyon, hastanın
hastanede yatmasını gerektiren bir
durum değildir. Hasta oturur
pozisyondayken yapılır ve işlem
sonrasında hasta evine gönderilir.
Lazerden sonra hafif ağrı ve görmede bir
miktar azalma olması normaldir.
Diyabetli kişilerin gözlerinde yeni
anormal damarlar oluşabilmektedir.
Bunlar göz içerisine kanamakta ve
glokoma yol açarak körlükle
sonuçlanmaktadır. Lazer tedavisi,
glokom ve göz içerisinde olabilecek bir
kanama riskini etkin bir şekilde
azaltmaktadır. Bu olgularda, çevre
retinaya yoğun lazer tedavisi
yapıldığından, tedaviden sonra görmede
azalma olabilir ama sıklıkla bir süre
sonra eski düzeyine döner. Ayrıca, görme
alanı daralabilir, renkli görme ve
karanlık uyumu kötüleşebilir.
Vitrektomi
Tedavi için geç kalmış ve bazen lazer
tedavisine rağmen ilerleme gösteren
hastalarda göz içerisinde kanama
oluşursa ve belli bir süre içinde
kendiliğinden açılmazsa Vitrektomi
ameliyatı ile göz içerisindeki kanama
temizlenmelidir. Son yıllarda, cerrahi
aletlerin teknolojik gelişmesine paralel
olarak ameliyat sonrası elde ettiğimiz
sonuçlar daha da yüz güldürücü
olmuştur. Ameliyat sonrası elde edilecek
görme düzeyi, diyabetin retina ve görme
sinirinde oluşturduğu hasara bağlı
olarak değişmektedir. Ve ancak
ameliyattan sonra belirlenebilir.
Yeni gelişmeler var mı?
Görme merkesinde ödemi (makula
ödemi)olan ve görmesi azalan hastalara
göz içerisine özel ilaçlar enjekte
etmekteyiz. Bu ilaçlar kortizon ya da
anti-VEGF içermektedir. Yapılan birçok
çalışmada bu ilaçlarla iyi sonuçlar
alındığı gösterilmiştir. Ancak, en büyük
dezavantajı belli bir süre sonra etkilerini
kaybetmeleri ve tekrarlanma
gereksinimidir. Ayrıca, özellikle kortizon
bazen göz içi basınç yükselmesi ve
katarakt oluşumuna yol açabilmektedir.
Nadiren bu enjeksiyonlardan sonra
enfeksiyon oluşabilmektedir.
Ağızdan alınan ilaçlarla diyabetin göze
verdiği hasarı azaltmaya yönelik
çalışmalar sürdürülmektedir. Bu
tedavilere cevap vermeyen bazı özel
olgularda vitrektomi ameliyatını
uygulamaktayız. Özellikle, geliştirilen
dikişsiz vitrektomi tekniği sayesinde,
ameliyat sonrası iyileşme dönemi ve
operasyon süresi kısalmış, hasta konforu
artmıştır.
Diyabet hastaları hangi sıklıkla
doktora gitmelidir?
Tip I veya Tip II diyabeti olanlar
retinopati gelişmesi açısından risk
altındadır. Diyabeti olan her hasta, en
azından yılda bir kez hiçbir şikayeti
olmasa bile detaylı göz dibi (fundus)
muayenesi yaptırmalıdır. Hamilelik,
diyabetik retinopati riskini arttırır.
Dolayısıyla diyabetik hamilelerin,
mümkün olan en erken zamanda göz
dibi muayenesi yaptırmaları önerilir. 5
yıldan fazla diyabetik olanlar ve risk
faktörleri taşıyan hastalar 6 ayda 1 göz
doktoruna gitmelidirler.
Diyabetli hastalar üzerinde yapılan
çalışmalar, kan şekeri kontrolünün,
retinopati gelişimini ve ilerlemesini
yavaşlattığını göstermektedir. Kan şeker
düzeyini normal sınırlar içerisinde
tutmak, hem göz hem de diğer organ
hastalıkları riskini azaltacaktır. Normal
düzeylerdeki kan şekeri aynı zamanda
lazer tedavisi ihtiyacını da azaltacaktır.
19
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Kısırlık (İnfertilite) Nedir?
Genel olarak kısırlık nedenleri %30-40
kadına bağlı, %30-40 erkeğe bağlı, %20
-30 ise açıklanamayan nedenler olarak
gruplandırılmaktadır.
Op. Dr. Deniz Güleryüz ÇAKMAK
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
Çocuk istemelerine ve
bir yıldır düzenli cinsel
ilişkiye rağmen çocuk
sahibi olamamaya
kısırlık (infertilite) denir.
Toplumda kısırlık problemi
ile karşılaşma oranı %15
civarında görülmektedir.
Herhangi bir problemi
olmayan çiftlerin düzenli
ilişkiye girmelerine
rağmen aylık gebe kalma
oranları %12-25 arasında
değişmektedir.
Çocuk Sahibi Olmada Etkili Faktörler
• Kadında yumurtalıkların normal
çalışması ve yumurtalıklarda patoloji
olmaması,
• Kadın yaşı,
• Erkeğin sağlıklı sperm üretebilmesi,
• Rahimde gebeliğin oluşumunu
engelleyecek bir anormalliğin olmaması,
• Rahim kanallarının en az birinin açık
olması,
• Normal cinsel yaşam ve normal cinsel
ilişki sıklığı,
• Doğru zamanda ve düzenli cinsel
beraberlik
Kadında Kısırlık Nedenleri
Kadında kısırlığa yol açan en önemli
sebepler; adet düzensizliği ve
yumurtlama bozuklukları,
endometriozis, polikistik over hastalığı,
erken menopoz, tüplerin kapalı olması
ve doğuştan kadın organlarında olan
yapısal anomalilerdir. Bir de nedeni
bilinmeyen yani açıklanamayan kısırlık
söz konusudur.
Yumurtlama bozukluğu: Kadında en sık
görülen kısırlık sebebi olup,
yumurtlamanın hiç olmaması veya
düzensiz ve seyrek olması anlaşılır.
Normal koşullarda, her ay
yumurtalıklardaki olgunlaşmamış
yumurtalardan bir tanesi gelişip
büyüyüp çatlar ve yumurtlama
meydana gelir. Adet düzensizliği ve
kısırlığın en önemli nedenlerinden biri
yumurtlama olmamasıdır.Yumurtlama
20
bozukluğu başlıca 4 ana grupta
incelenir:
• Birinci grupta yumurtalıkları uyaran
hormon eksikliği söz konusudur.
• İkinci grupta polikistik over sendromlu
hastalar yer alır. Adet görememe ve
seyrek adet görmeye ilaveten kadındaki
androjen hormon fazlalığı ile karakterize
cilt değişiklikleri (tüylenmede artma,
yağlı cilt, sivilcelenme) görülmektedir.
• Üçüncü grupta erken menopoz
hastaları bulunmaktadır. Bu grupta her
türlü yumurtayı uyarıcı ilaç ve protokol
başarısızdır. Bununla birlikte, bu
hastaların bir kısmında ( % 10) ilk 5 yılda
yumurtalık fonksiyonlarında geri dönme
olabilmektedir.
• Dördüncü grupta prolaktin denilen süt
yapıcı hormon fazlalığı söz konusudur.
Prolaktin hormon fazlalığında
yumurtlama gerçekleşmez. Prolaktin
düşürücü tedavi ile yumurtlama
fonksiyonu geri dönebilmektedir.
Tüplerin tıkalı olması:Tüplerin tamamen
veya kısmen tıkalı olması durumunda
sperm ve yumurtanın tüp içerisinde
döllenmesi engellenerek gebe
kalınamaz. Kadında kısırlığa yol açan
nedenlerin %30 unu oluşturur.
Tüplerdeki yapışıklık; geçirilmiş
enfeksiyon, endometrıozis(çikolata
kistleri) veya geçirilmiş ameliyata bağlı
karın içi yapışılıklara bağlı olabilir.
Gelişmiş ülkelerde cinsel yolla bulaşan
hastalıklar tüplerdeki hasarın en önemli
nedenidir.
Rahim içi yapışıklıklar ve kitleler:
Geçirilmiş küretaj ve enfeksiyonlar,
myom ameliyatı gibi nedenler
yapışıklığa yol açabilir. Rahim içi kitleler
ise, myom ve poliplerdir. Tüp bebek
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
uygulamasından önce rahim içinin
görüntülenebilmesi oldukça önemlidir.
Bu nedenle histerosalpigografi (rahim
filmi) ve histereskopi (rahim içinin
kamera ile görüntülenmesi) işlemleri
uygulanmaktadır. Histereskopi işlemi ile
rahim içi yapışıklılar açılabilmekte,
polipler (kanama yapan iyi huylu kitle) ,
myomlar tedavi edilebilmektedir.
Rahim ağzı faktörü: Kadında kısırlığa yol
açan rahim ağzı problemleri; şekil
bozuklukları, enfeksiyonlar, mukus
(rahim yolu salgısı) kalitesinin iyi
olmayışı, rahim ağzı polipleri(kanama
yapan iyi huylu kitle) olarak
görülmektedir. Adetin değişik evrelerinde
rahim ağzı salgısı hormonların etkisi ile
miktar ve kıvam olarak değişiklikler
gösterir. Bu salgının uygun kalitede
olmaması spermin kadın üreme
yollarında ilerlemesine engel olmaktadır.
Endometrıozis: Rahim içini döşeyen
dokunun rahim dışında gelişmesi olarak
tanımlanır. Normal yerleşiminin dışında
bulunan bu odaklar, zamanla
yapışıklıklara veya yumurtlamanın
bozulmasına neden olur. Endometrıozisli
hastaların %70 i kısırlık problemi
çekmektedir. Endometrıozis tıpkı rahim
içini döşeyen dokular gibi hormona
duyarlı olup adet sırasında kanar.Karnın
içinde olan bu kanamalar zamanla
yapışıklıkara neden olurlar. Laparoskopi
bu hastalığın teşhisinde kullanılan bir
yöntem olup, karın içinin
görüntülenebilmesini sağlar.Aynı
zamanda tedavi amaçlı da kullanılır.
Endometrıozis yumurtalıklara yerleştiği
zaman adına çikolata kisti denmektedir.
Ciddi yumurtlama problemlerine yol
açan bu kistler tedavi edilmelidirler.
sahibi olamayan çiftlerdeki nedenlerin
1/3 ünü oluşturmaktadır. Bu çiftlerde
herhangi bir sebep bulunamamaktadır.
Kadın yaşı: Kadın yaşının ilerlemesi ile
yumurtlama sıklığı ve yumurta kalitesi
azalmaktadır. Özellikle 35 yaşın
üzerindeki kadınlarda gebelik başarısı
azalmaktadır. 40 yaşın üzerinde ise gebe
kalma oranı %10 nun altına
düşmektedir.
Bağışıklık sistemi ile iligili nedenler:
Rahim yolunda spermleri öldüren
vücudun kendi kendine ürettiği antikor
dediğimiz bir takım maddeler veya
spermlerin yüzeyinde aynı şekilde bu
maddelerden bulunabilmektedir.
Kadından elde edilen mukus yapısında
veya sperm yüzeyinde bunlar
saptanabilmektedir.
Nedeni açkılanamayan kısırlık:
Günümüzde tıbbın olanakları ile nedeni
ortaya konulamayan kısırlığa
açıklanamayan infertilite denir. Çocuk
21
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Hong Kong
Çin’in güney kıyısında
bulunan 1 Temmuz 1997
tarihine kadar Britanya
Krallığı’na bağlı sömürge
ve adalar grubuyken, bu
tarihten itibaren Çin Halk
Cumhuriyeti’ne bağlı özel
yönetim bölgesi olmuştur.
Hong Kong; Hong Kong
Adası, Kowloon Yarımadası
ve 235 kadar küçük adadan
meydana gelmiştir. Hong
Kong, Asya’nın en büyük
serbest pazarı ve limanı,
en işlek ticaret, endüstri ve
turizm merkezidir. Nüfusun
hemen hepsi Çinli’dir ve
büyük bir kısmı Budist’tir.
22
Genel Cerrahi Uzmanımız
Op. Dr.Gürsu ÖZER’in Objektifinden
Victoria Zirvesi : Hong Kong Adası’nın güneybatısında bulunan ve her yıl 6 milyon
ziyaretçiyle buluşan bu tepe, şehrin ve körfezin en güzel manzaralarını yakalamak
isteyenler için ideal bir alandır. 552 metre yükseklikteki bu zirveye çelik halatlarla bağlı bir
tramvayla çıkılır ve buradan Victoria Limanı’nı, kentin yemyeşil alanlarını izlemek insana
benzersiz bir keyif yaşatır. Her akşam saat 8’de yapılan lazer gösterileri, bu manzaranın
sadece gündüz değil gece de görülmeye değer olduğunu kanıtlar niteliktedir.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Nüfus yoğunluğu bakımından km² başına 3500 kişi ile dünyada birinci sırayı alır. Tekstil
endüstrisi, hafif sanayi (oyuncak, radyo, elektronik), sinema endüstrisi, az da olsa ağır sanayi
(gemi inşası, çimento ve demir sanayi) ve özellikle bankacılıkla büyük bir ticaret merkezidir.
Po Lin Manastırı
Ngong Ping Plateau tepesine
kondurulmuş dünyanın en büyük
Buda heykeline sahip Po Lin Manastırı
yeni yapılmış olmasına rağmen çokça
ilgi görmektedir. Burada her gün 25
metre boyundaki dev Buda’yı ziyaret
için yüzlerce basamağı tırmanan
budist ve turist kalabalığını görmeniz
mümkündür.
Happy Valley : Üst gelire sahip yerli ve
yabancıların yaşadığı bölge olan Happy
Valley’de Hong Kong’un iki en yüksek
konutu “Higgcliff” ve “The Summit”
bulunur. Burası aynı zamanda ünlülerin
buluşma mekânıdır. Bu nedenle birçok
paparazinin hedef noktasında yer alır.
Hong Kong’da sokak pazarları kültürün
tam bir parçası. Hong Kong’da alışveriş
olgusunu en güzel yaşayabileceğiniz
sokak pazarlarında eğlenceli vakit
geçirebilir, kendinize sevdiklerinize
birbirinden orjinal hediyeler alabilirsiniz .
Saat Kulesi: Tsim Sha Tsui’nin güney
bölgesinde yer alan Saat Kulesi, Hong
Kong’un en eski yapılarından biridir 1916
yılında inşa edilmiştir. 44 metre
uzunluğundaki bu kule şehrin simgesi
konumundadır.
Hong Kong Adası ile Kowloon Yarımadası arasında ulaşım, su altı tüneli ve köprülerin
yanı sıra nostaljik teknelerle de sağlanmaktadır.
23
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Kolon Kanseri
Sanayi işçilerinde, bazı fabrikalarda
çalışanlarda kolon kanseri görülmesi
kimyasal maddelerin etkisini ortaya
koymaktadır.
Uzm. Dr. Mustafa ERCAN
İç Hastalıkları Uzmanı
Kolon diye adlandırdığımız
kalın bağırsak, yaklaşık 2
metre uzunluğundaki sindirim
sisteminin ince bağırsaktan
sonra gelen kısmıdır. Özellikle
batılı ülkelerde sık karşılaşılan
kolon kanseri oldukça büyük
bir öneme sahiptir. Toplumda
görülme sıklığı 10000’de
5 dolayındadır. Erkekte ve
kadında eşit oranda görülen
kolon kanseri bütün kanserler
içinde görülme sıklığı
bakımından 3. sırada yer alır.
Nedenleri
Kolon kanserinin nedeni kesin olarak
bilinmemektedir fakat oluşumunda etkili
olan bazı çevresel ve genetik nedenler
vardır. Kalıtsal etkenler bu konuda büyük
öneme sahiptir. Ailesinde kolon kanseri
olan kişilerde kansere yakalanma ihtimali
normalden daha yüksektir. Ayrıca daha
önceden meme ve yumurtalık kanserini
geçirmiş kişilerde ve ailelerinde kolon
kanseri sıklığı daha fazladır. Gardner
Sendromu ve Ailesel Polipozis hastalığı
kalıtsal hastalıklardır ve sıklıkla kolon
kanserine neden olmaktadır. Bunların
dışında ülseratif kolit ve crohn hastalığı da
kolon kanseri ihtimalini arttırır.
Beslenme, kolon kanserinde önemli bir
yere sahiptir. Özellikle Batı tipi diyet kanser
ihtimalini arttırır. Kolon kanserinin
oluşmasında hayvansal yağların
tüketiminin etkili olduğu araştırmalar
sonucu saptanmıştır. Ayrıca bazı kimyasal
maddeler kanser nedenleri arasındadır.
24
Belirtileri
Kolon kanserinin başlangıç evresinde
karında dolgunluk hissi, hafif ağrı, iştah
kaybı, kilo kaybı, çabuk yorulma ve ishal
ortaya çıkar. Ayrıca kabızlık olabilir.
Kullanılan ilaçlara rağmen kabızlık
devam edebilir. Bu evrede bağırsak
henüz daralmamıştır ve belirtiler
bağırsak kanseri tanısı koymak için
yeterli değildir. Fakat hastada bu tip
şikayetlerin olması hastanın mutlaka
incelenmesini gerektirir. Görüntüleme
yöntemleri kalın bağırsaktaki herhangi
bir anormalliği ortaya koyar. Böylece
herhangi bir hastalık varsa erken tanı
konmuş olur ve hastaların geleceği
açısından çok önemlidir.
Başlangıç evresinde tespit edilmeyen
kolon kanseri –ki sıklıkla ülkemizde bu
evrede doktora başvurulmadığından
saptanamaz- ilerler ve kalın bağırsak
daralmaya başlar. Daralma ortaya
çıkarsa bağırsaktan dışkı geçişi zorlaşır.
Bağırsaktaki maddeler burada birikmeye
başlar ve atılamaz. Bağırsak kokuşması
ortaya çıkar. Bağırsak içeriği, bağırsağın
kasılma sonucu ilerlemek ister fakat
kanser kitlesi yüzünden bu işlem çok
zordur. Bu yüzden hastada önce kabızlık
daha sonra ağrı atakları başlar.
Kolon kanseri tedavi edilmez ve daha da
ilerlerse belirtiler ağırlaşır. Yorgunluk,
kilo ve iştah kaybı belirginleşir. Hasta
hiçbir şey yemek istemez.
Kansızlık ortaya çıkar ve hastanın rengi
solar. Bağırsak tamamen kapanır. Birkaç
gün bu şekilde sürer. Daha sonra kanser
kitlesi biraz delinir ve bağırsak içeriği
atılabilir. Fakat bu olay her zaman böyle
sürmez. Bir-iki defadan sonra bağırsak
hiç açılmamak üzere kapanır. Hastanın
durumu oldukça ağırlaşır. Kana zehirli
maddelerin geçişi başlar. Bu dönemde
başvuran hastaların karınları açılır ve
tümörün ameliyatla alınıp
alınamayacağı kararlaştırılır. Sıklıkla bu
evrede tümörün çıkarılması çok zordur.
Tanısı
Hastalığın tanısı günümüzde oldukça
kolaydır. Kolonoskopi ile hastanın bütün
kalın bağırsağı görüntülenir. Bu sırada,
polip varsa alınır ve incelenir. Risk
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
altındaki kişiler ve polip alınan kişiler
kolonoskopi ile takip edilir. Doktorun
gerekli gördüğü sıklıkta bu işlem
tekrarlanır.
Işın tedavisi kolon kanserinde
kullanılmaz. Fakat kemoterapi (ilaç
tedavisi) hastalara ameliyattan sonra
uygulanabilir.
Diğer bir yöntem video görüntüleme ile
yapılan sigmoidoskopidir. Kolonun alt
bölgesinin incelenmesinde kullanılır.
Ayrıca gaitada gizli kan araştırılır. Yani
dışkıda kan arama yöntemi ile dışkıda
saptanması zor olan az miktardaki
kanamalar saptanır. Bunların dışında
gerekirse bağırsaktan parça alınır ve
incelenir.
Tedavisi
Kolon kanserinin tedavisi cerrahidir.
Tümörlü olan kısım cerrahi yöntemlerle
çıkarılır. Daha sonra bağırsağın çıkarılan
yerinin alt ve üst tarafı birbirine bağlanır.
Eğer kanser anüse yakın bir yere
yerleşmişse bu bölgenin kısa olması
ameliyatın şeklini değiştirir. Bu
ameliyatta anüs tümüyle çıkarılır ve
kolon, karın duvarına bağlanır.
Kolon Kanserinden Korunma
Fazla lifli gıdalarla beslenme kolon
kanserine karşı koruyucudur. Yapılan
deneylerle bu durum ispatlanmıştır.
İnsanlarda bol miktarda lifli besinlerin
tercih edilmesi kolon kanseri görülme
sıklığını azaltmaktadır. Çünkü bu
maddeler, kanserojen maddelerin
yoğunluğunu azaltmaktadır.
Yağlı besinlerle kolon kanseri arasında
doğrudan ilişki vardır. Yağ oranı az
besinlerin tüketilmesi gerekir. Kırmızı et
ve yağlı besinler kolon kanseri ihtimalini
arttırmaktadır. Bu nedenle bu besinlerin
az miktarlarda tüketilmesinde fayda
vardır.
Kolon kanserinden korunmanın bir diğer
yolu ise düzenli kontroller yaptırmaktır.
Yapılan muayene ve kolon görüntüleme
yöntemleri hastalığı önlemek veya erken
tanı koymak için gereklidir. Özellikle
ailesinde kolon kanseri olanların ve risk
altındaki kişilerin yaptırması gerekir.
Bunların dışında egzersiz yapmak, yeşil
çay tüketmek bağırsak düzenini
sağladığından dolayı koruyucudur. Yeşil
çayda bulunan bir maddenin kanser
gelişimini önlemede etkili olduğu
belirtilmektedir.
25
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Pankreas Kanseri
Op. Dr. Ruhi SAYAR
Genel Cerrahi Uzmanı
Endüstride kullanılan
kimyasal maddelere maruz
kalanlarda pankreas
kanseri riskinin arttığı ileri
sürülmüştür. Çocukluk
çağındaki malnütrisyon
ve pankreas atrofisinin
de pankreas kanserinin
oluşmasında rol oynadığı
hakkında görüşler ileri
sürülmüştür. Ayrıca geçirilmiş
kronik pankreatitin şeker
hastalığının bilhassa
sigara kullanımı ve bazı
spesifik karsinojenlerin
(Beta-naftilamin-Benzidin)
pankreas kanseri gelişiminde
etkili olduğu kabul
edilmektedir.
Yapılan çalışmalara göre pankreas
kanserleri, erkeklerde kadınlara oranla 2
kat daha fazla görülmektedir.
Patoloji
Pankreasın primer habis tümörleri
kaynağını aldıkları dokulara göre iki
büyük gruba ayrılır:
• Ekzokrin kaynaklı olanlar
• Endokrin kaynaklı olanlar
Ekzokrin Kaynaklı Habis Tümörler
• Pankreas başı ve periampuller
kanserler
• Gövde ve kuyruk bölümünde kaynağını
alan kanserler
• Sarkomlar
• Kistadenokarsinomlar
26
Endokrin Kaynaklı Habis Tümörler
Langerhans adacıklarından kaynağını
alan tümörler;
• Insulinoma: Langerhans adacıklarının
Beta hücrelerinden oluşurlar. %25
oranında habaset gösterirler.
• Gastrinoma: Langerhans adacıklarının
Alfa hücrelerinden oluşurlar. %60
oranında habaset gösterirler. Klinikte
Zollinger - Ellison diye adlandırılan
sendromunu yaparlar.
• Glukagonoma: Adacık hücrelerinden
gelişen, tümörlerdir. Çok az habaset
gösterir.
• Somatostatinoma: Langerhans
adacıklarının somatostatin salgılayan
hücrelerinde gelişen tümörlerdir.
Umumiyetle habistirler ve çok nadir
görülürler.
Klinik
Pankreas kanserinin belirtileri, tümörün
lokalizasyonunun yayılmasına göre
değişmektedir. Bazı belirtiler, kanserin
durumuna göre ön plana çıkmaktadır.
Örneğin, pankreas başı kanserlerinde ve
periampuller kanserlerde sarılık birinci
belirti olarak ortaya çıkar. Korpus
tümörlerinde ise ilk belirti ağrıdır.
Umumiyetle pankreas kanserlerinde üç
belirti ön plandadır. Bunlar, ağrı, sarılık
ve kilo kaybıdır.
• Ağrı: Pankreas kanserlerinde sıklıkla
görülen bir belirtidir. Gövde
kanserlerinde, ilk belirti olarak ortaya
çıkar. Bazı hallerde pankreas başı
kanserinde ağrı, sarılıktan önce de
olabilir; Fakat bu nadirdir.
Pankreas kanserinde 3 tip ağrı tarif
edilmiştir:
• Aşağı bel bölgesine yayılan ve
epigastriumun orta bölümlerinde
duyulan künt ağrılar.
• Epigastrium bölgesinden başlayıp, tüm
beli kuşak gibi saran ağrılar.
• Kolik tarzında epigastriumdan ve sağ
hipokondriumdan başlayan sağ skapula
altına ve bele yayılan ağrılar.
Pankreas başı kanserinde ağrı daha çok
epigastrumdan başlar ve sağ
hipokondriuma doğru yayılır.
Gövde ve kuyruk bölgesi kanserlerinde,
ağrı epigastrumdan başlar, bazen beli
kuşak gibi sarar, bilhassa plexus solarisi
tutan ilerlemiş vakalarda lomber ve
dorsal omurgalarda dayanılmaz ağrılar
yapar. Ağrıların şiddet ve karakteri,
kanserin lokalizasyonuna, yerel ve
bilhassa komşuluk yolu ile yayılmasına
bağlıdır.
• Sarılık: Sarılık, koledok kanalının son
kısmının tümörle invazyonu veya dıştan
tümörle tıkanması neticesi husule
gelmektedir; yani burada safra akımını
durduran, yavaşlatan mekanik bir
tıkanma söz konusudur. Pankreas başı
kanserlerinde sarılık, devamlı ve gittikçe
artan bir karakter gösterir. Sarılıkta
hiçbir zaman bir gerileme, azalma
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
görülmez. Ampulla vateri kanserinde ise
intermitent bir sarılık söz konusudur; Bu
tipte sarılık değişkendir; Bazen azalır,
bazen çoğalır. Bu durumun nedeni,
lezyonun sonradan ülserleşerek nekroze
olması safra akımının tekrar
sağlanmasıdır. Sarılık pankreas başı ve
periampuller kanserlerde çoğunlukla ilk
belirtidir. Hâlbuki gövde ve kuyruk
kanserlerinde çok geç ortaya çıktığından
veya hiç gelişmediğinden bunlar ne
yazık ki çok geç teşhis edilmektedirler.
• Kilo kaybı: İştahın azalması neticesi iyi
ve dengeli beslenmeme, bunun neticesi
total olarak kalori alımının azalması,
pankreas kanserlerinde devamlı olarak
kilo kaybına sebep olur.
• Genel durumun gittikçe bozulması:
Halsizlik ve yorgunluk en fazla görülen
belirtilerdir.
• Kaşıntı: Özellikle pankreas başı ve
ampulla Vateri kanserinde en erken ve
sık görülen bir belirtidir. Koledokta safra
stazına bağlı olarak artan direkt
biluribinin ciltte toplanması neticesi
husule gelir; Birçok hasta, çok şikâyetçi
olduğu kaşıntıdan dolayı hekime
başvururlar.
• Sindirim sistemine ait semptomlar:
• Anoreksi (iştahsızlık): Pankreas
kanserlerinde en başta gelen bir
belirtidir; Hastalar çoğunlukla et ve yağlı
gıdalara karşı bir tiksinmeden şikâyet
ederler.
• Kabızlık ve ishal: İyi beslenememe ve
gıda alamamadan dolayı zaman zaman
kabızlık şikâyetleri olur; Sindirimde
önemli rol oynayan pankreas
fermentlerinin, bağırsağa akmaması
veya azalması neticesi steatore şeklinde
ishaller görülür.
• GIS kanamaları: Pankreas kanserinin,
duodenumu, mideyi, kolonu infiltre
etmesi neticesi, kanamalar husule gelir:
Bu durum daha çok ilerlemiş pankreas
kanserlerinde görülmektedir.
• Psişik bozukluklar: Sıkıntı hissi,
depresyon gibi belirtiler, bu hastalıkta
sıklıkla görülür.
• Tromboflebit: Tromboflebit özellikle alt
ekstremite venlerinde tromboflebit
gelişimi pankreas kanserlerinde sık
olarak görülmektedir.
Tanı
• Anamnez: Sarılık varsa, nasıl başladığı
ve ağrıyla ilişkisi araştırılmalıdır. Sarılığın
açılıp açılmadığı sorulmalıdır. Halsizlik,
yorgunluk, bitkinlik, iştahta azalma, kilo
kaybı gibi semptomlar kanser lehine
düşünülür. Şiddetli kolik tarzında bir ağrı
sonrası sarılık olmuşsa, safra yollarında
taş olgusu düşünülmelidir; Sarılık yok,
yalnız hastalık şiddeti bel ağrıları ile
başlamış ve buna ilaveten genel belirtiler
(iştahsızlık, kilo kaybı, halsizlik, bitkinlik)
mevcut ise, pankreas gövde ve kuyruk
kısmından başlayan kanser
düşünülmelidir.
• Klinik muayene: Sarılığın mevcudiyeti,
kaşıntı izleri ve palpasyon bulgusu olarak
hydrops halinde safra kesesinin ele
gelmesi pankreas başı kanserini,
epigastrium bölgesinde derin
palpasyonda tümöral bir kütlenin palpe
edilmesi pankreas gövde ve kuyruk
kanserini düşündürmelidir.
27
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
• Laboratuvar tetkikleri: Sarılığın tipinin
belirlenmesinde karaciğer
fonksiyonlarının ve aneminin ortaya
konulmasında yararlı olur.
• Radyolojik tetkik: Baryum sülfatla mide
ve duodenumunun radyolojik tetkiki: Bu
tetkikle pankreas başı kanseri ve gövde
kanserine ait birtakım belirtiler alınabilir.
• Pankreas başı kanserin büyümesi ve
duodenumu dıştan itmesi neticesi,
duodenal kavis genişler: Bu genişleme
tümörün büyüklüğüne göre değişir.
• Duodenumun ters 3 durumuna
dönüşmesi: Koledok ve Wirsung
kanalının duodenuma geçiş yerlerinin
alt ve üst kısımlarında tümörün
büyümesi ve basısı ile, aynı zamanda
ileri derecede yapışıklıklar nedeniyle
duodenum ters 3 şeklini alır. Bu görünüm
pankreas başı kanserlerinde indirekt bir
belirti olarak kabul edilir.
• Duodenum obstrüksiyonu: Pankreas
başı kanserinin, büyümesi ve
duodenumun gerek dıştan tazyik etmesi
ve gerekse yaptığı ileri derecedeki
yapışıklıklar nedeniyle oluşur.
Duodenum tıkanıklığına bağlı olarak sık
kusmalarla karakterize bir klinik tablo
ortaya çıkar.
• Pankreasın gövde kanserlerinde kısa
zamanda büyüme neticesi bazen şiddetli
28
bel ağrıları ile birlikte, radyolojik olarak
duodenum tıkanıklığı saptanabilir.
• Ultrasonografik tetkik: Pankreasın
gerek baş ve gerekse gövde kısmı
kanserlerinde, tümöral bir oluşumu, %80
oranında ultrasonografik tetkikle tespit
etmek mümkündür.
• Pankreas sintigrafisi: Radyoaktif
izotoplarla örneğin Selenyum 75 ile
yapılan sintigrafide soğuk bölge olarak
tümör görülebilir.
• Endoskopik retrograd
kolanjiopankreatikografi:
(ERCP) Bu iki amaçla yapılır.
• Teşhis yöntemi olarak: Klinik olarak
pankreas başı kanseri düşünülen ancak
CT ve US’de gösterilemeyen ya da kesin
sonuç alınamayan olgularda ERCP ile
tümör görüntülenebilir. Aynı aşamada
biyopsi de yapılabilir.
• Tedavi yöntemi olarak: Sarılığa sebep
koledok ve oddide oturmuş bir taş ise, bu
yöntemle taş alınabilir veya
parçalanabilir. Eğer lezyon, pankreas
başı kanseri ve inoperable durumda ise,
safra akımını sağlamak amacıyla bu
yöntemle, bir ucu koledokta diğer ucu
duodenumda olan bir stent yerleştirilir.
• Kompüterize Aksiyal Tomografi (CT):
Tümörün varlığı, boyutları ve lenf
yayılımı tespit edilir. Pankreas başı
kanserlerinde ilk aşamada tercih
edilmesi gereken yöntemdir.
• Magnetik Rezonans (MR): Çok gelişmiş
bir teknik olup, pankreastaki bir
oluşumun tüm ayrıntılarını bildirmesi
bakımından çok önemlidir.
Tedavi
Pankreas kanserinde tümör hangi
bölgesinde olursa olsun, esas tedavi
cerrahidir. Tüm kanserlerde olduğu gibi,
burada da ameliyat neticelerinin iyi
olabilmesi için kanserin erken teşhis
edilmesi gereklidir. Ameliyat sonrası
yaşam süresi, pankreas kanserinin erken
veya geç teşhis edilmesine bağlı olarak
değişir. Periampuller ve pankreas başı
kanserinde çoğunlukla ilk belirti
sarılıktır; vakit kaybedilmeden sarılığın
sebebi derhal araştırılmalı ve hasta
ameliyata sevk edilmelidir; Uzayan ve
teşhisi geciktirilen sarılık vakaları kısa
zamanda inoperabl hale gelir.
Memleketimizde ise maalesef pankreas
kanserine bağlı sarılık vakaları geç teşhis
edilmekte, bundan dolayı da neticeler
tatminkâr olamamaktadır. Genellikle
geç tanı konulmakta ve hastalar tedavi
şanslarını kaybetmektedirler.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Mevlana’dan,
hayatta ne öğrendim?
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yasamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım
sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı
an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden
çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla
barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler
olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve
kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı
olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini
üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde
olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını
öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce
çevreni aydınlatabilmek gerektiğini
öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca
üretilmesi gerektiğini...
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli olduğunu
öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı
öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek
gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı
olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak
düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin
namussuzluk olduğunu; gerçek namusun,
günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının,
yemeğe olduğu kadar hayata da
lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece
bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla
severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
29
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Kalp ve Damar Hastalıkları
Op. Dr. Ali Fuat PAKER
Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı
Başta genetik faktör olmak
üzere şeker hastalığına
ve damar sertliğine bağlı
nedenlerden dolayı
damar sistemlerinde
daralmalar ve tıkanmalar
oluşmaktadır. Daralmaların
ve tıkanmaların neticesinde
organa giden kanın azalması
veya kesilmesi sebebiyle
ağrı oluşmakta ve hastalık
başlamaktadır.
Kalp damar sistemi hastalıkları riskleri
bilinçli korunma yöntemleri ile kolayca
azaltılabilir.
Kalp Damar Hastalıklarından
Korunma Yolları
Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de
de kalp damar sistemi hastalıklarından
meydana gelen ölümler ilk sırada yer
almaktadır.
Kalp Damar Hastalıkları
Neden Kaynaklanır?
Organlarımızın sağlıklı olarak işlevlerini
yerine getirebilmesi için gereken oksijen
ve besin maddesi vücudun her köşesine
bir pompa gibi çalışan kalbimiz ve
damarlarımızla ulaşır. İnsan hayatında
bu kadar önemi olan kalp ve damar
sistemine bağlı hastalıklarsa ne yazık ki
tüm ölüm nedenlerinin başında
gelmektedir. Bir kişide vücudun
herhangi bir bölgesindeki atar
damarlarda sorun varsa bu başka
yerlerdeki damarlarda da sorun
olabileceğinin göstergesidir.
30
Kalp damar hastalıklarının nedenlerini
şu şekilde sayılabiliriz;
Kalp damar sistemi hastalıklarının
oluşumundan iki mekanizma
sorumludur. Birincisi bizim elimizde
olmayan ve bu gün için
değiştiremediğimiz, genetik faktörler
dediğimiz damar sertliği ve şeker
hastalığı oluşumu gibi hastalıklar,
ikincisi ise değiştirilebilir faktörler
dediğimiz; kolesterol, sigara içiciliği,
şeker hastalığı ve yüksek tansiyon
tedavisi, şişmanlık ve fiziksel aktivite
azlığıdır.
Kalp Damar Hastalıklarından
Korunma Yolları
• Kilomuza dikkat edeceğiz,
• Şeker hastalığı varsa tedavimizi uygun
hekim kontrolünde yapacağız ,
• Tansiyon hastalığımız varsa tuzdan
uzak durarak uygun diyetle
tansiyonumuzun ayarlanmasına
yardımcı olacağız ve tuzu soframızdan
kaldıracağız, günde 6 gram tuz
yeterlidir. Kalp sağlığınız için günlük tuz
tüketiminizi 6 gramla sınırlayın.
Amerika’da 3 bin 126 kişi üzerinde
yapılan bir araştırmaya göre; günlük
beslenmesinde tuz tüketimini azaltan
kişilerin kalp damar hastalıklarına
yakalanma riski, % 25 oranında azalıyor.
• Hipertansiyon, başta felç olmak üzere
kalp krizi, böbrek yetmezliği ve körlük
gibi ciddi sonuçlar yaratabiliyor. Bu
olumsuz tablodan korunmak için kan
basıncınız 120/80 mmHg’nin altında
olmalı. Kan basıncınızı, 20 yaşından
sonra her üç ayda bir, en az bir kez
ölçtürün. Eğer hipertansiyon öncesi
dönemde olduğunuz tespit edilirse, bu
durumda daha sık ölçüm yaptırın.
• Hareketsizliğe karşı düzenli bir şekilde
spor ve yürüyüş yapacağız. Haftada 5
gün 30 dakika spor. Sağlıklı bir yaşam
için spor yapmanız şart. Kalp sağlığınız
için haftanın en az beş günü, en az 30
dakika hafif- orta şiddette egzersiz veya
haftada üç gün, bir saat aerobik
egzersizler yapın. Bunun için hızlı
tempoyla yürüyebilir, yavaş tempoyla
koşabilir, yüzebilir veya bisiklete
binebilirsiniz.
• 40 yaşına gelince yılda 1 kez efor testi
yaptırın. Efor testi de yaşamsal önem
taşıyan check-up’ta başvurulan
yöntemlerden biri. Test, ritim ve ileti
bozukluklarını araştırmak amacıyla
yapılıyor. Bu sayede kalp ve dolaşım
sistemi hastalıkları da ciddi boyutlara
ulaşmadan tedavi edilebiliyor. 40
yaşından itibaren yılda bir kez
kardiyolojik checkup’tan geçmeniz, kalp
sağlığınız açısından büyük önem taşıyor.
Ailenizde kalp krizi hikayesi varsa,
check-up’ı daha erken yaşlarda
yaptırmayı ihmal etmeyin.
• Her yıl 1 kez kolesterol tahlili yaptırın.
Yüksek kolesterol, özellikle kalp ve damar
sağlığının en büyük düşmanlarından
biridir. 52 ülkede 29 binden fazla kişi
üzerinde yürütülen bir araştırmaya göre;
dünyadaki kalp krizlerinin üçte ikisinin
nedeni, yüksek kolesterol ve sigaradır.
Kolesterolünüz, 200 mmHg altında ise
normal kabul ediliyor. Sağlıklı bir yaşam
için 20 yaş üzerinde mutlaka bir kez
kolesterol ölçümü yaptırmalısınız
• Sigaradan kesinlikle uzak duracağız ,
• Başka bir sistemik hastalığımız varsa
uzman hekim kontrolünde tedavimizi
aksatmayacağız.
Beslenmede Dikkat Edilmesi
Gerekenler Var!
• Her gün 6 fincan siyah çay için.
Arizona Üniversitesi tarafından, çayın
çok tüketildiği Suudi Arabistan’da 3 bin
430 yetişkin üzerinde yapılan
araştırmaya göre; günde 6 fincandan
fazla siyah çay içenlerde kalp ve damar
hastalıkları riskinin, içmeyenlere göre
yüzde 30 daha az görüldüğü ortaya çıktı.
• Yağ tüketimi % 30’u geçmesin.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Araştırmalara göre, yağ kısıtlamaları,
kalp hastalıklarına bağlı ölüm oranında
yüzde 30-60 azalma sağlıyor. Bu
nedenle, yağ tüketiminiz diyetinizin
yüzde 30’unu geçmesin.
• 6-8 tane fındık ya da badem.
Haftada en az 140 gr fındık veya badem
yiyen kişilerde kalp ve damar
hastalıklarına daha az rastlanıyor.
Çünkü bu besinler, iyi kolesterol HDL’yi
yükseltiyor ve kötü kolesterol LDL’yi
düşürüyor. Ancak bunlardan çok yiyip
kilo almamaya dikkat etmek gerekir
• Az yağlı süt ürünleri kullanın.
Tam yağlı sütten hazırlanmış süt
ürünleri yerine, az yağlı veya yağsız
sütten yapılanları tercih edin. Çünkü
yağlı süt ve süt ürünleri doymuş
yağlardan zengin olduğu için de
kolesterol seviyesinin yükselmesine
neden oluyor.
• Günde en az 1 tane domates.
Likopen içeriği yüksek olan domates,
aynı zamanda yüksek oranda
antioksidan içeriyor. Bu özelliği
sayesinde kalbin büyümesini ve dıştan
yağlanmasını önlerken, kolesterolün
düşürülmesinde ve dengelenmesinde de
etkili oluyor. Domatesi, her sabah söğüş
olarak tüketin.
• Keten tohumu, içerdiği omega -3 yağ
asidi sayesinde, koroner kalp
hastalıklarını önleyici etki gösteriyor. Her
gün bir yemek kaşığı keten tohumunu,
çorbanıza veya yoğurdunuza ilave
edebilirsiniz.
• 1 diş sarımsak, 1 soğan.
Soğan ve sarımsak ‘kuvarsetin’ ve ‘alicin’
gibi bazı bileşenleri içerir. Bu bileşenler,
kolesterolün oksitlenip damar
çepherlerine zarar vermesini ve
damarları tıkamasını engelliyor. Ayrıca
kan sulandırıcı etkiye de sahipler.
• 150 miligram üzüm çekirdeği.
Üzüm çekirdeği, en güçlü doğal
antioksidan olarak nitelendirilen
‘proanthocyanidin’ içeriyor. Bu sayede iyi
kolesterolün (HDL) yükselmesine ve kötü
kolesterolün (LDL) azalmasına katkıda
bulunuyor. Kalp krizi riskini azaltıyor.
Kilonuza göre günde 150-300 mg üzüm
çekirdeği tüketebilirsiniz.
• Haftada 1 kez yoğun posa alın.
Nohut, mercimek, bakla ve soya fasulyesi
gibi besinler, yoğun posa içerir. Çözünür
posa da kalp sağlığının korunmasına
yardımcı olur. Bu yüzden haftada en az
bir kez kurubaklagil yemeği ya da
mercimek çorbası, ezogelin çorbası ya da
soğuk çorba gibi baklagil içeren sulu
gıdalar tüketin.
• Haftada 2 kez balık.
Omega-3 yağ asidi içeriği yüksek olan
balık, kan hücrelerinin birbirine
yapışmasını ve pıhtılaşmayı önlüyor.
Ayrıca, damarların esneklik kazanıp kan
akışının düzelmesine yardımcı oluyor.
Haftada en az iki kere, orta büyüklükte
bir balık tüketmeye çalışın. Balıklarınızı
fırında, buğulama veya ızgara yapmaya
özen gösterin.
• Yeşil sebze tüketin.
Yeşil yapraklı sebzeler, Omega-3 yağ
asitlerinden zengin besinler, arasında yer
alıyor. Bu özellikleri sayesinde de LDL
(kötü huylu kolesterol) yapımını
azaltarak, kalbin düşmanı olan
trigliserid düzeyini düşürüyorlar. Ispanak
ya da semizotu gibi koyu yeşil yapraklı
sebzeleri haftada en az iki kez sofranızda
mutlaka bulundurun.
Herkese sağlıklı ve mutlu sevdikleriyle
birlikte kaliteli bir yaşam dilerim.
31
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Yutma Güçlüğü
Op. Dr. Murat CERAN
Kulak Burun Boğaz Uzmanı
Yutma güçlüğüne (Disfaji)
özellikle yaşlılarda olmak
üzere tüm yaş gruplarında
yaygın olarak rastlanır.
Disfaji terimi yemeklerin
ve sıvıların ağızdan mideye
geçmesi sırasında zorluk
hissetmeyi ifade eder.
Bu duruma çoğu tehlikeli
olmayan ve geçici olan
birçok faktör neden olabilir.
Yutma güçlüğü nadiren
tümör veya ilerleyici
nörolojik hastalık gibi daha
önemli patolojiye işaret
eder. Kısa bir süre içerisinde
yutma güçlüğü kendiliğinden
iyileşmez ise kulak burun
boğaz uzmanı tarafından
değerlendirilmelidir.
A
32
B
Nasıl Yutarız?
İnsanlar katı yiyecekleri yemek sıvıları
içmek ve vücudun ürettiği tükürük ve
mukusu yutmak için günde yüzlerce kez
yutma işlevini gerçekleştirirler. Yutma
işlevinin dört fazı vardır:
• Birinci faz yiyecek ve içeceklerin
çiğnenerek yutmaya hazır hale getirildiği
dönem.
• Ağız fazı boyunca, dil yiyecek ve
içecekleri ağızın arka bölümüne iterek
yutma yanıtını başlatır.
• Yutak fazında yiyecek ve içecekler
hızlıca yutaktan yemek borusuna geçer.
• Son faz olan yemek borusu fazında
yiyecek ve içecekler yemek borusundan
mideye geçer.
Birinci ve ikinci fazlar istemli kontrol
altında oluşurken,üçüncü ve dördüncü
fazlar kendiliğinden oluşur.
Yutma Hastalıklarının
Nedenleri Nelerdir?
Yutma işlevi sırasındaki herhangi bir
kesinti yutma güçlüğüne neden olabilir.
Yutma güçlüğü sağlıksız dişler, uygun
C
D
olmayan takma dişler veya soğuk
algınlığı gibi basit nedenlere bağlı
olabilir. Yutma güçlüğünün en yaygın
nedenlerinden biri mideden yemek
borusuna geri kaçıştır. Bu durum mide
asitinin yemek borusundan yutağa
doğru yukarı hareketinin sonucu oluşur.
Diğer nedenler arasında felç, ilerleyici
nörolojik hastalık, trakeostomi tüpü
varlığı, hareketsiz ses teli, ağız, gırtlak
veya yemek borusu tümörü ile baş boyun
bölgesine uygulanan cerrahi
operasyonlar sayılabilir.
Yutma Hastalıklarını
Kim Değerlendirir ve Tedavi Eder?
Yutma güçlüğü inatçı ise ve nedeni
bilinmiyor ise bir kulak burun boğaz
uzmanı, söz konusu hastanın hikayesini
ele alarak muayenesini yapacaktır.
Bu muayene, aynalar veya özel optik
sistemle görüntüleme sağlayan
endoskoplar kullanarak dilin arka
bölümünün, boğaz ve larenksin
incelenmesi yoluyla yapılır. Eğer gerekli
ise yemek borusu, mide ve oniki parmak
bağırsağı incelemesi, kulak burun boğaz
uzmanı veya mide ve barsak hastalıkları
uzmanı tarafından yapılır.
Bunun sonucuna göre baryumlu yemek
borusu geçiş filmi ile yutma
mekanizması fonksiyonlarının
değerlendirilmesi gerekebilir.
Eğer özel patolojiler söz konusu ise,üst
mide- barsak sistem filmi veya
videofloroskopi ile beraber radyologla
temasa geçilebilir. Böylece yutmanın her
dört fazınında değerlendirmesi yapılır.
Değişik kıvamda yiyecek ve içecekler
kullanarak ve hastaya değişik
pozisyonlar verdirerek, yutma yeteneğini
E
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
değerlendirilebilir. Eğer yutma güçlüğü
felç veya ilerleyici nörolojik hastalıklara
bağlı ise nörolog tarafından
değerlendirilmelidir.
Semptomlar
Yutma güçlüğünün semptomları
şunlardır;
• Ağızda tükürük artışı
• Yiyecek ve içeceklerin boğaza takılması
hissi
• Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi
(Mideden yemek borusuna kaçış var ise
- Reflu)
• Boğazda yabancı cisim veya parça hissi
• Uzamış veya belirgin yutma güçlüğüne
bağlı yetersiz beslenme ve kilo kaybı
• Yutma sırasında kolayca geçmeyen
yiyecek parçaları sıvı ve tükürüğe ve
bunların akciğerlere aspire edilmesine
bağlı olarak gelişen öksürük ve boğulma
hissi
Mümkün Olan Tedaviler
Neden belirlenebilmişse, yutma güçlüğü
tıbbi tedavi, yutma tedavisi veya cerrahi
yöntemlerle tedavi edilebilir.
Bu hastalıkların birçoğu tıbbi tedavi ile
tedavi edilebilir. Mide asit salgısını
engelleyen ilaçlar kas gevşeticiler ve asit
gidericiler var olan ilaçlardan birkaçıdır.
Tedavi yutma hastalığının nedenine
göre düzenlenir. Mideden yemek
borusuna kaçış sıklıkla beslenme ve
yaşama alışkanlıklarını değiştirerek
tedavi edilebilir. Örneğin;
• Hazmı kolay yiyeceklerden oluşan bir
diyet ile sık aralıklarla ve az miktarlarda
beslenmek
• Alkol ve kafeinden uzak durmak
• Kilo ve stresi azaltmak
• Uyku vaktinden önceki üç saat boyunca
yemek yemekten sakınmak
• Geceleri yatağın başını yükseltmek.
• Eğer bunlar yardımcı olmazsa yemekler
arasında ve uyku vaktinden önce asit
giderici kullanmak rahatlama
sağlayabilir.
• Birçok yutma hastalığı yutma
tedavisinden yarar görebilir. Yutma
kaslarının beraber çalışmasını sağlayan
ve yutma refleksinin oluşmasını
sağlayan sinirleri uyaran özel egzersizler
yaptırılabilir.
• Hastalara ayrıca yutma işleminin
başarılı şekilde yapılmasına yardımcı
olacak vücut ve baş pozisyonlarını
öğretebilir.
Yutma güçlüğü olan hastalardan
bazıları yetersiz beslenme problemi ile
karşılaşırlar. Mesleki terapist beslenme
teknikleri hakkında hasta ve ailesine
yardımcı olabilir. Bu teknikler hastayı
olabildiğince bağımsız kılar. Diyetisyen
veya beslenme uzmanı hasta için gerekli
olan yiyecek ve içecek miktarını ve ek
besinlerin gerekli olup olmadığını
belirler.
Cerrahi tedavi belirli bazı problemlerin
tedavisinde kullanılır. Darlık veya
yapışıklık varlığında söz konusu alanın
genişletilmesi gerekli olabilir. Kasların
ileri derecede kasılması varlığında ilgili
kasların genişletilmesi ve hatta
serbestleştirilmesi gerekli olabilir. Bu
yöntem kas kesilmesi olarak adlandırılır
ve kulak burun boğaz uzmanı
tarafından gerçekleştirilir.
Yutma güçlüğünün birçok sebebi vardır.
Eğer inatçı bir yutma güçlüğünüz varsa
bir Kulak Burun Boğaz uzmanına
gitmeniz gerekmektedir.
33
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Endemik Guatr
Uzm. Dr. Seyfi KAMBEROĞLU
İç Hastalıkları Uzmanı
Tiroid bezinin her türlü
sebeble büyümesine guatr
denir. Tiroid hormonlarının
normal sınırlarda olduğu;
enfeksiyon ve kanser
dışındaki sebeplerle tiroid
bezinin büyümesine ise
‘ÖTİROİD GUATR’ ismi
verilir. Bez yaygın olarak
büyümüş ise ‘ÖTİROİD DİFFÜZ
GUATR’dan; bez içinde
kıvam olarak farklı yumrular
oluşmuş ise ‘ÖTİROİD
NODÜLER GUATR’dan
bahsedilir.
Bir bölgede guatr sıklığı % 10 ‘ları
geçiyorsa ,buna ‘ENDEMİK GUATR’ adı
verilir. Endemik Guatr dünya çapında en
sık endokrin problemdir ve bilinen en
önemli nedeni iyot eksikliğidir. Dünyada
1.6 milyar çocuk iyot eksikliğinden
etkilenmektedir. İyot eksikliğinin
oluşturduğu hastalıkların başında en
çok bilinen ve görülebilen ‘GUATR’
gelmektedir.
Ülkemizdeki tiroid hastalıklarının büyük
çoğunluğunu oluşturan endemik
guatrlarda, başlangıçta bez diffüz
olarak büyür bu büyüme genellikle geç
çocukluk ve ergenlik döneminde dikkat
çekici hal alır.Yıllar ilerledikçe hasta
tedavisiz kalır ve guatr oluşumuna
sebeb olan etkenler devam ediyorsa bu
guatr içinde bir veya birden fazla nodül
oluşumu ve bu nodüllerin otonomi
kazanması ile vakaların ötiroid halden
hipertiroid hale geçmesi mümkündür.
34
Ciddi büyüklüklere ulaşabilecek bu
guatrlar etraf dokulara bası yaptığında
cerrahi müdahale gerekebilir. Dünyada
750 milyon guatr hastası vardır. İyot
eksikliğinin oluşturduğu hastalıklardan
en ciddi olan bilinmeyen ve gözle
görülemeyen ise ‘BEYİN ÖZÜRÜ ve ZEKA
GERİLİĞİ’dir. Dünyamızda önlenebilir
beyin özürlü kişi sayısı 43 milyon iken,
zeka geriliğine sahip kişi sayısı 11.2
milyondur.
İyot insan vücudunda beyin ve sinir
sisteminin normal büyüme ve gelişmesi,
vücud ısısı ve enerjinin devamı için
gerekli olan tiroid hormonlarının önemli
bir birleşenidir ve mutlak gerekli bir
elementir. Tiroid hormonları yeterli
düzeyde yapılamadığında; organların
büyümesi,gelişmesi ve işlevlerinde
sorunlar ortaya çıkmakta, boy uzaması
durmakta ve zihinsel yetiler
gerilemektedir. İyot eksikliği için en kritik
dönem beyin gelişiminin büyük oranda
tamamladığı gebeliğin 3-6 ayları ve 3yaş
aralığıdır.
Doğumdan itibaren iyot yetersizliğine
maruziyet zeka düzeyinde 13.5 puanlık
düşmeye neden olmakta,çocuklarda
öğrenme yeteneğinde azalma, algılama
güçlüğü ve bunun sonucu olarak da okul
başarısında düşme gibi sorunlara yol
açmaktadır.
İyot Eksikliğinde
Oluşan Sağlık Sorunları
Anne Karnında ve Bebeklikte
• Düşük
• Ölü doğum
• Bebek ölümü
• Sağırlık
• Dilsizlik
• Cücelik
• Zeka geriliği
• Doğum anomalileri
Çocuklarda ve Gençlikte
• Guatr
• Kısa boyluluk
• Zihnin yetersiz çalışması
• Öğrenme yetersizliği
• Algılama ve öğrenimde yetersizlik
Yetişkinlerde
• Guatr
• Verim düşüklüğü
• Tiroid kanser riskinde artma
İyot yenilen gıdalardan ve içilen sulardan
alınır. İyot deniz ürünlerinde (balık yosun
gibi)ve toprakta yeterli iyot olduğunda
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
et, süt, yumurta ve tahıllarda ve diğer
gıdalarda bulunmaktadır.Lahana,
karnabahar, brüksel lahanası, şalgam
gibi bitkiler guatrojendir. Bilinenin aksine
kara lahana yenmesiyle guatr oluşumu
arasında bir ilişki yoktur.
Yaşa göre:
• 0-6 yaş 90 microgram ;
• 6-12 yaş 120 microgram;
• 12 yaş üstü ve erişkinlerin 150
microgram kadar iyot alması gereklidir.
Yeterli iyot alımı için en kolay ve ucuz yol
tuzun iyotla zenginleştirilmesidir. Bunun
için en az 15 ppm (bir toplu iğne başı
kadar) iyot içeren tuzlardan 5-10 gr.
kullanması yeterlidir.
• Gebe ve emziklilerin 250 microgram
miktarlarında iyot alması gerekir.
Gebelerde artan iyot gereksinimi sadece
iyotlu tuz ile karşılanamayacağından,
günde 100-150 microgram iyot ilave
edilmelidir. (vitaminlerdeki iyot
kullanılabilir.) İdrardaki iyot miktarı
kişilerin son 24 saat içinde aldığı iyot
konusunda gayet iyi fikir vermekte ve bu
amaçla tarama testi olarak
kullanılmaktadır. Buna göre; ülkemizde
her 100 çocuktan yaklaşık 30’da guatr
sorunu olduğu, idrardaki iyotların yeterli
olup olmadığı bakıldığında 100
microgram/L olması gereken idrar iyot
miktarı yerine 53 microgram/L olduğu
bulunmuştur. Bu durum özellikle okul
çağı çocuklarında iyot eksikliğinin ciddi
boyutta olduğunun net kanıtıdır.
İyotlu tuz kullanımının artmış olmasına
halen Bursa ve yöresinde hafif-orta
derecede iyot eksikliği bulunmaktadır.
(2002-2003verileri) Son çalışmalarda
Türkiyede etkin tuz kullanımı halen %50
cıvarındadır. Özellikle köy, belde gibi
küçük yerleşim yerlerinde iyotlu tuz
kullanımı düşüktür. Dikkat çekici olan
büyük yerleşim yerlerinde iyotlu tuz
kullanma yanında, besin
zenginleştirilmesi veya multivitamin
kullanımı yolu normalden fazla iyot
alınmasıdır.İyot fazlalığı(idrardaki iyot
miktarı 500 microgram’ın üstünde)
Hipertiroidi Riski oluşturmakta,
otoimmün tiroid hastalıklarında
artışa yol açmaktadır. Bu durumda
toplumların iyot düzeyini (idrardaki iyot
miktarı 100-200 microgram/L)
belli dar sınırlarda tutmak büyük önem
kazanmaktadır. Buna dikkat ederek
ülkemizde iyot eksikliği tedavisi titizlikle
devam edilmeli, tedavi bırakıldığı anda
eski günlerimize geri dönebileceğimiz
unutulmamalıdır.
İyotlu tuzun etkili olabilmesi için tuzu
yemekleri pişirdikten sonra ilave edilmesi
gerekir. Ayrıca tuzun iyot içeriğinin
korunması için tuzu:
• Koyu renkli ve kapaklı bir kavanozda
koruyunuz;
• Serin ve kuru yerde saklayınız;
• Güneş ışından uzak tutunuz;
• Eğer naylon torbada saklayacaksanız
mutlaka ağzını sıkıca kapalı tutunuz.
35
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Aşırı Kıllanma ve
Tedavi Yöntemleri
Uzm. Dr. A. Sait ÇAL
Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı
Cildimiz hepimizin bildiği
gibi kıllar ile kaplıdır. Vücutta
bulunduğu yere göre ince veya
kalın olabilen kılların birtakım
görevleri bulunmaktadır.
Örneğin kirpik ve kaşlarımız
gözümüzü dış etmenlerden
korurken, saçlarımız kafatası
kemiklerimizin kısmen
korunması vb. gibi görevleri
vardır. Aşırı kıllanma
sorunlarını ele almadan önce
kılların oluşum ve gelişim
evrelerini ele alalım;
Kılın gelişim döngüsü: Kıl
üretimi, kıl folikülünün alt
kısmından kaynaklanır.
Folikül içindeki kılın ilk
büyümesi hormonlar ve
fiziksel uyaranların etkisi
ile gerçekleşir. Kıl büyüme
periyotları birbirini izleyen
döngüsel dönemler halindedir.
Kıl Döngüsünün Evreleri
Kılın etkin büyüme devresi olan anajen
faz; Büyüme ve beslenmenin durduğu
katajen faz ve, dinlenme dönemi de
denilebilen telojen fazlarıdır. Anajen
fazın süresi, vücudun farklı bölgelerinde
değişirken, katajen ve telojen faz süreleri
tüm vücutta daha az farklılık gösterir.
Erişkin saçlı derisinde anajen faz en fazla
3 yıl, katajen faz 3 hafta ve telojen faz 3
ay sürer. Herhangi bir zamanda saçların
%80 den fazlası anajen, %20 ye yakını
katajen ve telojen fazdadır.
Kıllar bir süre uzarlar, sonra uzamaları
durur ve dökülürler. Bir süre geçtikten
sonra ise yeniden yapılanırlar.
Büyümekte olan bir kıl bilinmeyen bir
uyarı alınca büyümesini durdurur.
Büyüme Fazı
(anajen)
Geçiş Fazı
(katajen)
Androjenden bağımsız kıllanma
fazlalığına hipertrikozis denir. Bu durum
sık görülmesine rağmen genellikle
nedeni bilinmeyen, ailevi, fizyolojik ve
hormon dışındaki ilaçlara bağlı olan
kıllanmada adet bozukluğu ya da
maskülen değişim belirtileri yoktur.
Hipertrikoz doğuştan olabileceği gibi
sonradan da ortaya çıkabilir. Sonradan
ortaya çıkan hipertrikozun başlıca
nedenleri arasında bazı ilaçlar (örneğin
siklosporin, difenilhidantoin, minoksidil,
kortizon), tiroid bezinden kaynaklanan
Dinlenme Fazı
(telojen)
Büyüme durunca iç kılıf bozulur, kıl
yüzeye doğru çekilir, kılın kendisi ile kökü
arasındaki ilişki azalır. Katajen evrenin
sonunda iç kılıf iyice bozulmuştur. Bu
aşamadan sonra dinlenme dönemi olan
telojen faz başlar. 3-4 ay süren bu
dönemin sonunda kıl, kökünden
tamamen ayrılır ve düşer. Bu evreden
sonra kılın yeniden çıkma dönemi yani
anajen faz başlar. Bu evre kılın tam
olgunlaşmasına kadar geçen ara evre
(proanajen) ve kılın tam olgunluğa
eriştiği evreden (metanajen) oluşur.
Olgunluk devresinin başlangıcı, kılın deri
yüzeyinden görülmesiyle başlaması ile
olur ve yeniden katajen evreye geçiş 2-5
yıldır. Kılın büyüme hızı, süresi telojen/
anajen oranı, yerleşim yerine ve tipine
göre farklılıklar içerir. Patolojik kıllanma,
bayanlarda görülen ve erişkin erkek
dağılımı modelinde (yüz, göğüs,
memeler, göbek çevresi vs) aşırı
kıllanmayı tanımlamak için kullanılır.
36
Aşırı kıllanma hirsütizm veya hipertrikoz
kelimeleriyle ifade edilir. Hirsütizm ve
hipertrikoz aynı anlamda kullanılsa da
aslında iki kelime farklı durumları ifade
etmektedir.
Dökülme Süreci
(eksojen)
Boş Dönem
(kenojen)
bozukluklar, porfiriler, ve anoreksia
nevroza sayılabilir. Hipertrikoz ayrıca
bazı benler üzerinde sonradan gelişebilir,
bazı genetik hastalıklara eşlik edebilir.
Androjen hormon fazlalığı ile oluşan
kıllanma artışına hirsütizm denir.
Erkeklik hormonundaki bir dengesizlik
nedeniyle özellikle dudak üstü, çene,
meme çevresi, karın alt kısmı, kasıklar ve
uyluklar gibi vücudun hormon bağımlı
bölgelerindeki siyah ve kalın kıllarda
izlenen artıştır. Erkeklik hormonu
(testosteron, testesteron) sadece
erkeklerde değil aynı zamanda
kadınlarda da mevcuttur. Kadın ve
erkekte erkeklik hormonunun belli
miktarlarda salınması ergenlik
döneminde olmaktadır. Bu nedenle
hirsütizm kadında puberteden önce
genellikle ortaya çıkmamaktadır.
Puberteye girildiğinde kişinin vücudunda
ikincil seksüel karakterler olarak
adlandırılan bazı değişiklikler oluşur.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Bu değişiklikler erkekte bıyık ve sakal
gelişimi, göğüs ön duvarı, omuzlar, sırt,
kollar, kasıklar, uyluklar, karnın alt kısmı
ve kaba etler üzerinde kalın, siyah kıl
gelişimi şeklinde izlenir. Benzer kıllanma
şekilleri kadında izlenirse, kadında
erkeklik hormonunun fazla miktarda
salındığı anlamına gelir ki bu durumdaki
bir kadında saçlarda erkek tipi dökülme,
akne, seste kalınlaşma, klitoriste
büyüme, adet düzensizlikleri, obezite,
insüline direnç gibi pek çok başka
bulgular da izlenebilir.
Patolojik kıllanma sorunu olan hastanın
değerlendirilmesinde hastanın yaşı, bu
yakınmasının ne zamandır olduğu,
yerleşimi, ilaç kullanıp kullanmadığı,
eşlik eden belirti ve bulguların (deri ve
saç yağlanması, akne, adet düzensizliği,
saç dökülmesi, seste kalınlaşma, küçük
göğüsler, susuz kalma, diyet, erken
ergenlik, kas kütlesinde artma, libido
artışı, klitoral hipertrofi), obezite ve
diabetes mellitusun olup olmadığı da
aşırı kıllanmanın tanısında göz önünde
bulundurulur.
Tedavi
Altta yatan sistemik bir hastalık
saptandığında buna yönelik tedavi, ilgili
klinik tarafından planlanmalıdır. Spesifik
tedavide ise kozmetik yöntemler( kılların
renginin hidrojen peroksitle açılması ya
da traş, cımbız, ağda, depilatuvar
kremler) ve medikal kozmetik tedavi
yöntemleri(elekroepilasyon ve laser
epilasyon) olarak ayrılabilir. Kozmetik
yöntemler temel olarak kalıcı
olmamaları ve dolayısıyla sık tekrar
gerektirmeleri nedeniyle medikal
yöntemlerden ayrılır.
Elektroepilasyon (iğneli): Yüksek frekanslı
elektrokoagülasyon yoluyla etki eder. Bir
iğne kıl köküne sokulur ve elektrod
görevi görür. Tahrip edilen kıl cımbız
yardımı ile çıkarılır. Pahalı ve zaman alıcı
bir yöntem olmasının yanı sıra, deneyimli
kişiler tarafından yapılması gerekir.
Kılların yeniden çıkma oranı % 40
civarındadır. Uygulama sırasında ağrı
olması, perifolliküler inflamasyon, skar,
punktat hiperpigmentasyon ve seyrek
olarak bakteriyel enfeksiyon istenmeyen
yan etkilerdir.
Laser epilasyon: Mevcut et etkin kalıcı
epilasyon yöntemidir.Lazer tek ve sabit
dalga boyunda ışın üreten bir sistemdir.
Çeşitli dalga boyları insan dokusunun
içerdiği çeşitli bölümler içinde emilerek
enerjilerini transfer eder ve bu alanı
etkilerler. Lazer epilasyonda kıl kökünün
tam olarak tahrip edilebilmesi için kılın
anajen evrede olması gerekir. Bir bölgede
kılların tümü tek seansta tahrip
edilemez. Lazer epilasyon açık tenli ve
siyah kıllı kişilerde daha etkilidir. 2.ve 3.
uygulamalar uyku evresindeki kılların
anajen evreye girmesinden sonra yapılır.
Seanslar arası zaman yerleşim yerine ve
diğer kişisel farklılıklara bağlı olarak 4-16
haftadır. Laser epilasyonun avantajları;
zaman alıcı olmaması, kalıcı kıl kaybı
olması ve yeniden çıkan kılların eskiye
oranla daha ince, daha açık olması ve
yavaş uzamasıdır. Lazer uygulama
öncesi ve uygulamanın bitimi
sonrasında, 4-6 hafta süre ile yüksek
etkenli güneşten koruyucu krem
kullanılması önerilir. Dezavantajları;
pahalı olması, kişisel kıl özelliklerine
bağlı olarak (kılın rengi, kalınlığı,
yerleşimi vb.) değişken yanıt alınması,
uygulama sonrası kısa süreli ödem ve
eritem ve uzun dönemde renk
değişiklikleridir.
37
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Karpal Tünel
Sendromunda Tedavi
Karpal tünel sendromunda tünel yöntemi
son günlerde en sık tartışılan popüler
yöntemdir.
Op. Dr. Osman Okan YAMAN
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı
Çalışma hayatında sık karşılaşılan,
bilgisayar ve elin kullanımının yoğun
olduğu, romatizmal veya metabolik
nedenlerle el bileğinde sinir sıkışması
ile oluşur. Bu bölgeye giden orta sinirin
el bileğinde diğer bir antomik yapı
Karpal tünel sendromu değişik
nedenlerle ellerde başparmak
ve onun yanındaki iki
parmağın ağrı, elektriklenme
ve uyuşukluk keçeleşme gibi
şikayetleri ile baş gösterir.
tarafından sıkışması ve sinirin
kanlanma bozukluğu bu hasarı
yapar. Yapılan sinir ölçümleri
ve muayenede başparmak
fleksiyonu, uyuşukluk, sinir
üzerine bası ile ağrı, hastalığı
düşündürür. Sinir ölçümleri
ENMG de Karpal Tünel
Sendromu denen hastalığın
tanı ve aşamasını belirler. Hafif
derecede olanlarda enjeksiyon,
ilaç tedavisi ve fizik tedavi
38
faydalıdır. Orta ve ağır dereceli olanlarda
ise cerrahi tedavi gerekir. Son yıllarda
gündeme gelen minimal invaziv yani
küçük açılan yara yeri ile yapılan cerrahi
tekniklerdendir. Hafif bir uyku hali verilerek
avuç içine açılan 1 cm kesi ile açılan
delik cerrahi için yeterlidir. Bu kesiden
sinir görülür ve doku rahatlatılır. Çünkü
bilek üstü ve altını içeren veya bileğe
paralel kesilerin bölgede sinir iyileşmesini
geciktiren sert doku oluşumuna neden
olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda bu
kesiler sinirin başparmağa giden dalının
kesilip felcine neden olabilir.
Elin çok kullanılan bir organ olması,
temizliği açısından yaranın hızlı iyileşmesi
çok önemlidir. El ve avuç içi en hızlı iyileşen
dokulardır.
Aynı gün hastaneden çıkış ertesi günü
elini kullanabilme küçük ve avuç içinden
yapılan TÜNEL YÖNTEMİ’ni dünyada
tercih edilir hale getirmiştir.
hayatta ne öğrendim?
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Üç Gün Görebilseydim…
Helen Keller; Hem kör hem sağırdı. Dış dünya ile sadece dokunma hissi yardımıyla
temas sağlıyordu. Buna karşı Keller, Radcliffe Koleji mezunu olmakla yetinmemiş,12
kitabın altına imza atmıştı. En önemli iki hissi eksik olduğu halde, hayatını en güzel
şekilde değerlendirmiş örnek bir insandı.
Op. Dr. Yavuz Selim DAYIOĞLU
Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı
Bazen kendi kendime, “Herkes senede bir iki
gün de olsa görme ve işitme duygularından
mahrum kalsa ne olur?” diye sorarım. O
zaman insanlar sahip oldukları şeylere daha
çok değer verirlerdi herhalde. Belki sessizlikte
seslerin insana verdiği zevki daha iyi takdir
ederlerdi.
Bazen tanıdıklarıma çevrelerinde neler
gördüklerini soruyorum. Geçenlerde
ormanda uzun bir gezintiden dönen
arkadaşıma neler gördüğünü sormuştum.
Bana verdiği cevap şu oldu:
“Görülecek önemli bir şey yoktu…”
Ormanda bir saat dolaşmak ve bu süre içinde
kayda değer bir şey görememek acaba
mümkün olabilir mi? Ben kör olmama
rağmen, sadece dokunma duyum sayesinde
çok şey hissediyorum. Bir yaprağa
dokunduğum zaman onun şeklini anlıyorum.
Baharda tabiatın kış uykusundan
uyandığının ilk işareti olan bir gonca bulmak
için parmaklarımı dalların üstünde
gezdiriyorum. Bazen elimi yavaşça bir ağaca
dayadığım zaman, bu ağacın bir dalında
öten kuşun nasıl titrediğini hisseder gibi
oluyorum.
O esnada hissettiğim tüm bu şeyleri
görebilmeyi bütün kalbimle arzu ediyorum.
Sadece dokunma duyum bana bu kadar zevk
verdiğine göre, bu güzellikleri bir de
görebilseydim kim bilir neler hissederdim!
Birçok kez üç gün için görebilmem mümkün
olsaydı, en çok neleri görmek isteyeceğimi
düşünmüşümdür. Birinci gün, bana yaptıkları
iyilik ve yardımlarıyla hayatıma değer katan
insanları görmek isterdim. Bir kimseyi
görüyor olmanın insanda ne gibi hisler
uyandırdığını bilmiyorum. Ben sadece
parmaklarımı tanıdıklarımın yüzünde
dolaştırarak onların yüzünün ana hatlarını
tahmin ediyorum. Dokunma duyum
sayesinde, insanın yüzüne şekil veren neşe ve
keder gibi duyguları da hissedebiliyorum.
Yakın arkadaşlarımı da sadece onlara
dokunarak tanıyabiliyorum. Gözü görenler
için, bir kimsenin yüz ifadesini, bir adalesini
veya elinin titremesini görerek onun başlıca
özelliklerini belirlemek ne kadar kolaydır.
Fakat acaba bu kişiler gözlerini,
arkadaşlarının kalbini anlamak yolunda da
kullanırlar mı? İnsanların çoğunun,
arkadaşlarının yalnız yüzünün ana hatlarını
şöyle bir hatırında tuttukları doğru değil
midir? Siz, en iyi beş arkadaşınızın yüzünü
detaylarıyla birlikte tarif edebilir misiniz?
Üç gün görebilseydim, kim bilir nelere şahit
olurdum!
İlk gün en sevdiğim arkadaşlarımı eve çağırıp
yüzlerine uzun uzun bakar ve ahlâklarının
güzelliğini çehrelerinde okumaya çalışırdım.
Daha sonra bakışlarımı yeni doğmuş bir
çocuğun yüzünde gezdirir ve onun masum
güzelliğinden bir hisse alırdım. Öğleden sonra
ormanda bir gezinti yapar ve tabiatın İlâhî
güzelliklerini seyrederdim. Sonra o akşam
güneşin batışının her zamankinden daha
muhteşem olması için Allah’a yalvarırdım. O
gece hiç şüphesiz gözlerimi hiç kapamazdım.
İkinci gün erkenden kalkar ve şafağı
seyrederdim. Günün geri kalan kısmını,
dünyayı seyretmek için kullanırdım.
İnsanlığın katettiği terakkiyi görmek için de
müzeleri ziyaret ederdim. Özellikle güzel
sanatlar müzesini gezer ve sanat eserlerinde
insanların ruhunu görmeye çalışırdım. Ama
bilhassa zamanımın çoğunu tabiattaki sanat
eserlerini incelemeye sarfederdim hiç
tereddüt etmeden. Çünkü onlar, İlâhî sanatın
en muhteşem ve taklit edilemez örnekleridir.
Üçüncü güne kavuşunca hiç kuşku yok yine
sabahleyin erkenden kalkıp şafağı
selâmlardım. Sonra her gün işlerine giden
insanları tetkik etmekle geçirirdim. Önce,
sokağın kalabalık bir köşesinde durur ve gelip
geçen insanların yüz ifadelerini okumaya
çalışırdım. Herkesin neşeli olduğunu ve
gülümsediğini görünce mutlu olur, herkesin
yüzünden iradelerinin kuvvetini sezince
sevinir, keder ifadesi görünce ise onlara karşı
merhamet hissi duyardım. Ardından şehrin
ana caddelerini dolaşırdım. Herkesi ve her
şeyi ayrı ayrı görmektense, renkleri ve şekilleri
karmakarışık bir hayal tarzında görmeye
çalışırdım. Giyilen elbiselerin sergilediği renk
mucizesine hiç bıkmadan bakardım. Elbise
modellerine bakmaktansa, renklerin
sergilediği ahenge dikkat kesilirdim.
Ana caddeden ayrıldıktan sonra şehrin fakir
mahallelerini, fabrikaları ve çocukların
oynadığı parkları dolaşırdım. Etraftaki saadet
veya sefalet ifadelerini görmek, çalışan ve
yaşayan insanları daha iyi anlamak için
gözlerimi dört açardım. Üçüncü günün geriye
kalan son birkaç saatinde yapabileceğim çok
önemli ve ciddi işler olmasına rağmen, ben
yine gece yarısı muhtemelen uzayın
sonsuzluğuna vurulur kalırdım. Gayet doğal
olarak, bu kısa üç gün boyunca yine her
istediğimi görmüş olmazdım. Fakat hiç
olmazsa görme duyumu tekrar kaybedince
neleri kaçırmış olduğumu anlamış olurdum.
İnsan bir süre sonra kör olacağını bilse
herhalde geri kalan zamanını çok daha
başka kullanırdı. Ama bir kez bu akibeti
yaşamış olanlar gözlerinden tam manasıyla
faydalanmayı bilirler. Gördükleri her şey,
kendilerince bambaşka bir değer kazanırdı.
İşte o zaman hakikaten görmeyi öğrenmiş
olurlar ve yepyeni bir güzellik dünyasının
önlerine serildiğini anlarlardı.
Son olarak gözleri görmeyen ben, gören
insanlara şunu tavsiye edeceğim: Ertesi gün
sanki kör olacağınızı biliyormuşsunuz gibi
kullanın gözlerinizi. Elbette diğer hislerinizi de
ihmal etmeden. Seslerin mûsikisini, kuşların
ötüş ve âhengini, birazdan sağır
olacakmışsınız gibi dikkatle dinleyin.
Ertesi gün dokunma duyunuz elinizden
alınacakmış gibi, eşyaya sevgiyle dokunun.
Çiçekleri koklayın, yediklerinizin lezzetini
damaklarınızda hissedin. Duyularınızdan
mümkün olduğu kadar istifade edin. Allah’ın
size bağışladığı nimetler sayesinde dünyanın
güzelliğini fark etmeye çalışın. Fakat ben yine
de görmenin diğer duyulardan daha değerli
olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, cevaplanması gereken üç soru var;
Hangimiz ‘gerçekten’ görüyoruz?
Hangimiz ‘gerçekten’ işitiyoruz?
Ve hangimiz ‘gerçekten’ hissediyoruz?
(Genç Yorum Dergisi’nin Kasım 2012 sayısından derlenmiştir.)
39
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Küçük Çocuklarda
Yeme Sorunları
Uzm. Dr. A. Orhan DENGİZ
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı
Özellikle 18 ay - 3 yaş arası
çocuklarda sıklıkla gözlenen
sorunlardan biri yeme
sorunudur. Yeme konusunda
anne-baba ile sürekli çatışan
çocukların büyük çoğunluğu
aslında anne-baba ile olan
etkileşimde kendilerini
ortaya koyabilmek amacı
ile bu yolu seçerler. Çünkü
çocuklar yemek yeme
davranışının anne-baba
için ne kadar önemli
olduğunu, özellikle annenin
duyarlılığını farkederler
ve bunu özellikle anneyi
kontrol edebilmek için bir
araç olarak kullanırlar.
Anne-baba olarak hepimiz
çocuğumuzun yeterli
beslenmesine, sağlıklı
büyümesine özen gösteririz.
Çocuğumuz yemek yemeyi
reddettiğinde ve bunu sürekli tekrar
ettiğinde endişelenmeye başlar ve bu
endişemizi doğal olarak çocuğumuza
yansıtırız. Çoğu zaman ona yemek
yedirmek için türlü yollar dener, oyunla,
zaman zaman tavizler vererek, baskı
uygulayarak hatta bazen zor kullanarak
yemeğini yemesini sağlamaya çalışırız.
Ne yazık ki biz bunları yaptıkça sorun
daha da kötüye gider. Çocuğumuz bizim
onun yemek yemesinin ne kadar önemli
olduğunu fark eder ve bir müddet sonra
bizi kontrol edebilmek için yemeği bize
karşı silah olarak kullanmaya başlar.
40
2-5 yaşları arasında çocuğun büyüme
hızı nisbeten yavaşlar ve kilo alması da
azalır. Dolayısıyla fazla beslenmeye de
gerek yoktur. Bunun bir doğal sonucu
olarak aileler kolayca endişeye kapılırlar.
Çocuğun ihtiyacından fazla yemek
yemesini beklerler. Oysa sağlıklı bir
çocuk ihtiyacı kadar yiyecektir. İşte bu
durumda, ailenin endişesinden
kaynaklanan yemek yeme sorunları
ortaya çıkabilir. Nazlanma, oyalanma,
yemek süresini uzatma, yemek seçme,
fazla ısrar edilirse reddetme, kusma
görülebilir. Ailenin daha da ısrarı bu
tabloyu her yemek öğününde tekrarlanır
hale getirir. Artık anne-baba ve çocuk
karşılıklı bu çekişme durumunda adeta
şartlanmıştır. Oysa çocuğun sağlığını
tehtit eden bir durum çoğu zaman söz
konusu değildir. Ancak bazı hallerde
veya geçici bedensel hastalıklarda,
çocuğun yemek yemesini engelleyici,
azaltıcı organik nedenler söz konusudur.
Böyle bir durum, zaten esas bedensel
hastalık çerçevesinde düşünülmelidir.
Çocukta İştahsızlığın
Davranış Bozukluğu Olarak
Ortaya Çıkma Nedenleri
• Anne-babanın çocuğun üstüne aşırı
düşmeleri.
• Yemek yeme kurallarında katılık.
• Çocuğu yemek yeme konusunda tehtit
etmek.
• Çocuğu kusma derecesine gelinceye
kadar beslemek.
• Kendi kendine yiyebileceği yaşlarda
bile, çocuğu annenin beslemesi.
• Çocuğu, sevmediği yiyecekler için
zorlamak.
• Yemek yemediği ya da az yediği
zamanlar çocuğu duygusal ve fiziksel
cezalandırmak.
• Çocuğa sürekli olarak başka çocukları
örnek göstermek, kıyaslamak.
Bu ve buna benzer nedenler, çocuğun
yemek yemeyi reddetmesine sebep olur.
Ergenlik çağında, daha çok kız
çocuklarında rastlanan ve ‘’anoreksia
nervosa’’ adı verilen yemek yemeği
reddetme hastalığı, kız çocuğunun anne
ile sağlıklı iletişim ve sevgi
gereksinmesinin doyurulamadığının
belirtisidir. Bu hastalıkta, genç insan
yemek yemeği kesinlikle reddeder, ani
kilo kayıpları olur. Ciddi bir takip ve
tedavi gerektiren bir davranış
bozukluğudur.
Yemek yemeyi reddetme, anne ile çocuk
arasında, çocuğun ruh sağlığını
yakından ilgilendiren sorunlar göze
çarpar. 0-6 yaş, çocuğun sağlıklı bir kişilik
yapısının temellerinin atıldığı dönemdir.
Ama ne yazık ki, bazen de, çocuk bu
yaşlar arasında, davranış bozuklukları
geliştirebiliyor. Bu yüzden annebabaların çok dikkatli ve özenli olmaları
gerekiyor.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Çocukta Aşırı Yemek Yemenin Bir
Davranış Bozukluğu Olarak Ortaya
Çıkma Nedenleri
Bu davranış bozukluğunda da çocuğun
doyurulmamış duygusal
gereksinimlerinin tatminini görüyoruz.
Anne-baba-çocuk arasında yeterli
düzeyde sevgi yoğunluğu yoksa,
çocuğun duygusal sorunlarına annebaba cevap vermiyorsa, anne-baba
çocuklarına karşı ilgisizse, eşlerden biri
aşırı katı, diğeri aşırı hoşgörülü ise, çocuk
yemek yeme davranışlarını abartabilir.
Aşırı yemek yemek, çocuk için bir ruhsal
doyum arama çabasıdır. Anlaşılmayan
ve yeterince kendini ifade edemeyen
çocuklarda bu davranış bozukluğu
görülebilir. Olumsuz yeme davranışı olan
çocuklara yaklaşımda aşağıdaki
noktalara dikkat edilmesi yararlı olabilir.
• Çocukların yemekten 1 saat önce ve
yemek sırasında sıvı alımları
azaltılmalıdır. Bu midenin dolarak
gerilmesine ve yalancı tokluk hissine yol
açabilir.
• Çocuk biberon kullanıyorsa, biberon
bardakla değiştirilmeye çalışılmalıdır.
Çünkü biberon ile beslenme bebeklik
döneminde kalmalı, çocukluk
döneminde sıvılar bardakla alınmalı,
diğer yiyecekler çiğneyerek yutulmalıdır.
• Günlük süt tüketimi 2 su bardağını
aşmamalıdır. Sütün fazlası beslenmeyi
bozabileceği gibi demir emilimini
engelleyerek kansızlığa da yol açabilir.
• Çocuğun besin seçimindeki öncelikler
dikkate alınarak farklı çeşitte besinler
sunulmalıdır. Bu konuda onun tercihleri
de göz önünde bulundurulmalıdır. Fakat
bu her zaman köfte, kızarmış patates,
pilav, makarna olarak değil de yemesi
gerekli olan besin gruplarından onun
tercih etmesine fırsat verilmesi tarzında
olmalıdır. Örneğin kırmızı et yemesi için
köfte, yemeğin içinde kıyma, parça etli
yemek, sulu köfte vb. şekilde kırmızı et
içeren farklı menülerden kendi tercihine
yönlendirilebilir.
• Yemek porsiyonları annenin kendi
ölçülerine göre değil, çocuğun
gereksinimine göre ayarlanmalıdır.
Genellikle anneler, porsiyonları
kendilerine göre düşünmektedir. Toplam
mide kapasitesi 300 ml olan bir çocuk
200 ml çorba içtikten sonra ancak 100
ml (yaklaşık yarım su bardağı) başka bir
besini alabilecektir.
• Bir öğünde verilen besin reddedildiyse,
tamamen farklı bir besin denenmeli ve
onun da reddedilmesi durumunda, bir
sonraki öğüne kadar herhangi bir besin
verilmeden beklenmelidir. Bir sonraki
öğünü zamanından önce istese de bir
sonraki öğünü beklemesi gerektiği
söylenmelidir.
• Ara öğünler küçük porsiyonlar şeklinde
olmalıdır. Bu daha sonraki ana öğüne
acıkmasını sağlayacak kadar olmalıdır.
• Herhangi bir nedenle ödül olarak şeker
ve tatlı türünden besinler verilmemelidir.
Genel olarak ödül-ceza yemek
konusunda uygulanmamalıdır. Bu
uygulandığında yemek yemenin stratejik
bir olay olduğu mesajı çocuğa
verilecektir.
• Yiyecekler çocuğun kolayca yiyebileceği
ve ilgilenebileceği biçimde
hazırlanmalıdır. (Örneğin küçük
dilimlenmiş havuç, salatalık, küçük
şekillenmiş köfte, sigara böreği,
karikatürize edilmiş kurabiye, kek vb.)
• Çocuklar anlatılanı değil, gördüklerini
taklit ederek öğrenirler. Bu nedenle
anneler, babalar, ve çocuğun
bakımından sorumlu diğer kişiler olumlu
(tutarlı ve benzer) yeme davranışı içinde
olmalıdır. Çocuğa yedirmeye çalıştığı
yemeği kendisi yemiyorsa bu, hiç de iyi
bir örnek olmayacaktır.
• Grup halinde yaşıtlarıyla ya da
arkadaşının evinde, restoranda, piknikte
yemek, çocuklarda özellikle seçici
çocuklarda olumlu yeme davranışının
gelişmesine yardımcıdır. Evde yeme
sorunları olan çocuklar bu gibi
durumlarda kötü davranışları terk
edebilirler.
• Geçici olarak bir yiyeceğe düşkünlük
veya reddetme, bu yaş çocuklarda
görülen yaygın bir sorundur. Normal
gelişimin bir parçası olarak kabul edilen
bu durum, çocuğun bağımsızlığının bir
ifadesidir. Bir süre için istemediği bir
besini bir süre sonra çok sevebileceği gibi
sevdiği bir besini de sonra istemeyebilir.
• Yemek saatlerinin çocuğun gününün
hoş bir bölümü olmasına özen
gösterilmelidir. Ailesi ile birlikte olduğu,
hoş anların yaşandığı bir zaman dilimi
olması sağlanmalıdır. Aksi takdirde
yemek zamanı çocuğun hiç
hoşlanmadığı bir an olabilir.
• Reddetme durumunda, çocuğu yemek
konusunda zorlama doğru değildir. Bu
sorunları daha kötüleştirir. Reddedilen
41
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
besin daha sonra tekrar denenmelidir.
Bir öğün, bir gün hatta biraz daha
uzunca bir süre yemek yememesi
çocuğun genel durumu konusunda zarar
vermeyecektir. Yaşayan bir canlı olarak
kısa bir süre sonra acıkacak ve yemek
isteyecektir.
tartışarak gerginlik yaratmamalısınız.
• Özellikle anne-baba bu konu ile ilgili
kesinlikle çocuğun önünde tartışmaktan
kaçınmalısınız.
• Yemeğini yemediğinde, asla karnı aç
kaldı diye sofradan kalktıktan sonra
abur cubur yemesine veya sevdiği bir
şeyi yemesine izin vermeyin. Bir sonraki
öğüne kadar aç kalması ona zarar
vermez tam tersine karnının acıktığını
daha iyi farkeder. Bu çocuğun karnı asla
acıkmıyor, günlerce aç kalsa aklına
yemek yemek gelmez, açlıktan ölür diye
düşünen annelerdenseniz lütfen
vazgeçmeyin, sabırlı olun ve bu yöntemi
biraz daha uzun süre deneyin.
Anne Baba Olarak Ne Yapmalıyız?
• Öncelikle çocuğunuzun bunu size karşı
bir silah olarak kullandığını ve bu
nedenle onun elinden bu silahı almanın
gerekli olduğunu kabul etmelisiniz.
Yani; ona ilettiğiniz mesajlarda,
yemeğini yemesi veya yememesi
konusunun önemsiz olduğunu
vurgulamalısınız.
• Yemek konusunda anne-baba olarak
ona model olmalısınız. Sağlıklı bir ailede
yemek saatleri, hep birlikte vakit
geçirilen, sohbet edilen, paylaşılan bir
süredir. Yemek saatlerini her gün aynı
saat olarak düzenlemeli, yemek
zamanında aile bireyleri yaşları ne
olursa olsun hep birlikte masaya
oturmalısınız. Yemek yeme süresinin
hoşça geçen bir süre olmasına özen
göstermelisiniz. Yemek sırasında
çocuğunuzla yemeği yedin-yemedin, az
yedin, çok yedin gibi konularda
42
kadar yesin. Eğer yemeğini yemezse,
tabağını önünden kaldırın, bu konu
hakkında yorum yapmayın,
konuşmayın, ilgilenmeyin.
• Çocuğun yiyebileceği miktar
konusunda lütfen gerçekçi olunuz.
Sizin için yeterli olan miktar çocuğunuz
için çok fazla olabilir.
• İlk olarak hedefimiz çocuğun yemek
sırasında sizinle sofrada oturması olsun.
Bu süre içerisinde çocuğunuzunyemek
yemesi veya yemesi ile ilgilenmeyin,
önüne yiyeceği miktarı koyun, kendi
başına yiyebiliyorsa bırakın yiyeceği
• Eğer sofraya gelmezse veya yemek
bitmeden kalkarsa, ilgilenmeyin, siz
yemeğinize devam edin. Asla peşinden
gitmeyin, yemeğini televizyon önünde
veya dolaşırken yedirmeyin.
• Yemek hazırlarken onun size yardımcı
olmasını isteyin, birlikte yemek yapın.
• Tabağına kendi yemeğini koymasına
izin verin.
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Tetik Parmak
Op. Dr. Uğur Barış ÖZKAL
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı
İsmine bakıldığında silah
kullananların ilgisine
çekebilecek bir hastalık
sanılsa da özellikle orta yaşlı
titiz ev hanımlarında sıkça
görülen bir rahatsızlıktır.
Tüm vücudumuzda
hareket sağlayan adale
yapılar kemiklere yapışma
noktalarında incelerek tendon
adı verilen yapılara dönüşürler.
Özellikle parmaklarla yapılan
çitileme, sıvazlama, bilgisayar
mouse ile uzun süre çalışma
gibi faaliyetlerde tendon
etrafındaki kılıfta meydana
gelen şişmeler hastalığın asıl
sebebidir.
Tendonlar etrafını saran kılıf içerisinde
kayarak hareket ettiklerinden, zaman
içerisinde kılıfta oluşan şişmelere ve
sertleşmeler ağrı ile başlayıp parmakta
tıpkı silah tetiği düşürür tarzda hareket
patolojisi yaratır. Hastalar genellikle
parmakta takılma olarak adlandırdıkları
bu şikayetle ortopedi polikliniklerine
başvurular.
Bu nedenle kuaförler, bilgisayar
kullananlar, titiz temizlik ve çitileme
işlemi yapan ev kadınları gibi insanlarda
daha sık rastlanmaktadır. Tipik olarak
hastalar başparmağın avuç içine doğru
bükülmesi hareketini içeren özellikle
sürahi ile servis yapmak gibi
hareketlerde şiddetli ağrı duyarak
ortopedi kliniklerine başvururlar.
Tedavi sürecinde ağrı kesici ve ödemi
dağıtmaya yönelik oral ilaç alımı, atel ile
tespit, tendon kılıfına yapılan
injeksiyonlar yer alsa da kesin tedavi
cerrahi olacaktır. Lokal anestezi sonrası
yapılacak küçük bir kesi ile rahatsızlığa
sebep olan tendon kılıfına ulaşılıp,
yapılacak basit bir gevşetme operasyonu
Hastalığın tanısı ‘Finkelstein testi‘ ismi
verilen özel bir hareket yaptırılması ile
konulur. Hastadan ağrılı başparmağını
avuç içine doğru alıp elini yumruk
yapması istenir. El bu şekilde el
bileğinden yapılacak aşağı doğru bir
hareket şiddetli ağrı ortaya çıkarır ve tanı
konulur. Hastanın ağrısı özellikle el
ile başka bir tedaviye gerek kalmaksızın
çözüm sağlanacaktır. Günaşırı
pansuman takibi ve ameliyat sonrası
12. günde dikişlerin alınması ile tedavi
süreci tamamlanmış olur.
başparmak ekleminin kökünden
bileğe doğru uzanacaktır. Hastalığın
tedavisinde ağrıya yönelik ve kılıf
ödemini dağıtacak ağızdan ilaç alımı,
tendon kılıfın yapılacak kortikosteroid
injeksiyonu, hastalık için özel üretilmiş
statik el bileği splintleri kullanımı gibi
seçenekler mevcut olsa da kesin tedavi
cerrahidir. El bileğinde 2. ekstensor
kompartmanda tendon kılıfının en çok
sıkıştığı anatomik lokalizasyonda
yapılacak lokal injeksiyon sonrası cilt
kesisi ile t kılıfa ulaşılıp yapılacak
gevşetme işlemi tüm sorunları çözecektir.
Cerrahi sonrası el bileğini koruyucu splint
kullanımının 15-20 gün devam etmesi
önerilmektedir.
De Quervain Hastalığı
Elde rastlanılan başparmak ağrılarının
en sık sebeplerinden biri de De Quervain
hastalığıdır. El parmaklarını yukarı
doğru kaldıran adaleler el sırtında
‘ekstensor kompartman’ denilen yapılar
oluşturmaktadırlar. Hastalık bunların
2.’ni oluşturan 2 tendonun ( abduktor
pollicis longus ekstensor pollicis brevis)
kılıfında genellikle aşırı kullanıma bağlı
sıkışması sonucu ortaya çıkmaktadır.
43
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Sigaraya Dair
Söyleyeceklerim Var!
Uzm. Dr. Hülya AKDENİZ ÜNTUT
Dahiliye Uzmanı
Sonbaharın son günleri artık soğukların
iyice hissedilmeye başlandığı bir çalışma
gününde, poliklinik kapısından orta
yaşlı oldukça zayıf güleç yüzlü bir hasta,
elinde sağlık karnesiyle içeri girdi.
Elimdeki reçeteyi tamamlayıp içerideki
hastanın muayenesini bitirdikten sonra
sandalyeye oturtup konuşmaya
başladık. Öksürüp, balgam çıkardığını
son zamanlarda istekli yemediğini,
göğsünde ağrılar hissetiğini ifade
ediyordu. Benim sorularımı gözlerindeki
44
ve yüz ifadesindeki endişeyi hissettirerek
aynı zamanda iyi çıkmayacak bir
hastalığın haberini alacağının
tedirginliğiyle cevapladıktan sonra
muayene sonucu verdiğim tetkikleri
yaptırmak üzere dışarıya çıktı. 30 yıl gibi
çok uzun zaman sigara içmişti. Yaşamla
barışık ve hayata tutkun olduğu kısacık
muayene süresi içinde fark ediliyordu.
Muayene sırasında konuşurken bir
kuruluştan emekli olup ikinci işte
çalıştığını üç tane çocuk okuttuğunu
çalışmayı çok sevdiğini, kısmet olursa
buradan da emekli olacağını söylemeyi
ihmal etmemişti.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra
elinde tetkikleri ile yine güler yüzlü
olarak içeriye girdi. Oturup getirdiği
tetkikleri incelediğimde kötü haberi
hastaya ve hasta yakınlarına nasıl
söyleyeceğimi kurgulamaya başladım.
Bizim mesleğimizin güzel yanı hastalara
iyi haber vermek ve faydalı olabilmek.
En zor tarafı da kötü hastalıkların
girdabında hasta ile birlikte çaresizliğe
sürüklenmek. Umutsuzluk ve bir şey
yapamamak insani tarafımızı rahatsız
ederken duygularımızla mantığımızın
çatışmaya başladığını hissederiz.
Avrupalı gibi doğrudan söyleyemeyiz
gerçeği hastalarımıza. Akciğerinde
oldukça büyük bir tümör görünüyordu.
Parça alınması gerekiyordu. İşin
ciddiyetini çoktan anlamış, yüzündeki ve
gözlerindeki gülüş yerini endişeye ve
pişmanlığa bırakmıştı. Dudağından
dökülen ilk sözler Doktor Hanım,
“sigarayı bıraktım, vallahide billahi de”
oldu. Suç işlemiş çocuk edasıyla hayatı
yaşamayı sevgiyi gizlemeyen gözleri bir
an uzağa odaklanmıştı. Güzel sözler,
yaşama dair iyi şeyler bilmek istiyordu,
karşı taraf. “Çok iyi etmişsiniz” dedim
içim burkularak. Akciğer kanseri tanısı ile
yoğun bir tedavi programı sonrası epey
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
hırpalanmıştı. 6 ay daha tutunabilmişti
hayata. Ailesi vefatından birkaç gün
sonra arayıp teşekkür ederek helallik
almıştı. Ayak ağrıları ile yatağından
yarım metre zıplayıp feryat eden bağıran
başka bir hasta…
Sigaraya bağlı ayak damarı tıkanması;
bizim Burger hastalığı dediğimiz tablo.
Bir nöbetimde tanık olduğum Kalp
Damar Cerrahisi Servisi’nde gördüğüm
hastanın yükselen çığlıklarını hala
unutamıyorum. Uzun süreli sigara içicisi
olan hasta her iki bacak damarlarının
tıkanması ile yatırılmış, tedaviye alınmış,
ameliyat şansım var mı diye tartışılıyor.
Hastanın çektiği ızdırabı etraftakilerin
çaresizliğini tarif edecek kelime
bulamıyorum size.
Yıllar önce Karadeniz Bölgesinde görev
yaparken tanık olmuştum. Sünnet
olurken çocukların ellerine sigara
vermişlerdi. İnsanın içi yanıyor. Nasıl bir
cehalet! Nasıl bir kültür ki bu kadar mı
sahipsiziz demiştim kendi kendime.
Sigarayı erkeklik sembolü olarak empoze
etmek bizim gibi erkek egemen
toplumlara enjekte edilmiş etkili bir
yöntem. Hayat zıtlıkların bileşkesi, bu
tezatların çoğu da insan icadı.
Yeryüzünde kendisine ve birbirine
insanoğlu kadar zarar veren başka bir
canlı türü aklıma gelmiyor. Diğer
canlılardan daha akıllı olduğumuz için
yapıyoruz bunları demeye dilim varmıyor.
Hele de konu sigara olunca. Kalbimize,
damarlarımıza, ciğerlerimize,
böbreklerimize …
Kısacası tüm hücrelerimize verdiği
zararları anlatmama gerek yok sanırım.
“Keşke içmeseydim” sözü zararların
telafisizliğini geriye dönüşün
imkansızlığını dile getirir. Bu kötü icadı
yapan insanoğlunun irade ve zekasının
terk etmeyi ve hayatından silmeyi bilecek
güç ve kudrette olduğuna inanıyorum.
Kaldı ki bırakmayı kolaylaştıracak pek çok
teşvik ve yöntem mevcut.
Sağlık Bakanlığı’nın son yıllarda sigarayı
bıraktırma ile ilgili çalışmalarında da epey
yol almış durumdayız. Batıya göre
doğuda tüketim daha fazla olduğu için az
gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler üzerinde
oynanan oyunun bir parçası olarak
görülür sigara. İçindeki keyif verici
maddelerin ve onlarca toksin oranının
sürekli değiştirilerek bırakma olasılığının
iyice azaldığı söylenir.
Sigara bağımlılığı ile başlayan kötü bir
hayat, yaşam kalitesinin azalması,
sağlığın giderek yitirilmesi, sakatlığın ve
ölüm oranının artması ve bunların
yanında hem sigaraya hem de
komplikasyonlardan doğan zararlara,
hastalıklara harcanan binlerce liralar
korkunç boyuttadır. Ne yazık ki oyunun
bir parçası ve figüranı olmaktayız. Hiçbir
hekim sigaranın hastalandırdığı,
sakatlandırdığı, insanlar üzerinden
ekmek yemek istemez.
Hayatın sigarasız çok daha güzel
olduğunu yürekten söyleyen bir hekim, bir
insan olarak hepinize dumansız,
sigaradan uzak, sağlıklı günler diliyorum.
45
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
u
Özel B
ta
u Has
adol
rsa An
r
kkürle
e
ş
e
T
e
nesi’n
ARDA
kan
Zeki Er
n
DA’nı
ma AR
t
a
F
en
denil
ama
kalır
zorlu
a
zi
“
d
a
n
s
a
a
d
m
ve bi
a
ırpm
nede
nemi
k
a
n
t
a
ü
n,
s
z
e
a
k
ü
r
yere
özün
eşti
bir h
z
l” di
nı; g
rçekl
i
ı
e
Başka
ğ
olünü
t
g
e
r
a
d
t
y
a
kon
yet
meli
rıyl
i
n
a
a
l
i
ş
e
z
p
a
m
i
l
b
a
s
ka
tı
ını
cak
neden
eliya
kacağ
amıya
er
hasta
ve am
de çı
e
l
yapıl
v
n
i
ür ed
e
k
n
k
r
e
a
k
mınd
teşe
lendi
bir ş
ı
k
k
k
e
z
a
o
r
u
b
ç
ü
s
y
’e
run
ğun
SEZEN
ve so
in yo
tafa
annem
s
lıklı
u
ğ
.
M
a
m
s
i
Dr.
ler
da,
ar di
k siz
altın
l
e
ı
r
r
e
a
d
ş
ba
ni e
nızda
temen
ayatı
h
k
e
mesl
Mehmet YILMAZ
Değerli Bursa Anadolu Hastanes
i yöneticileri; Annemin
safra kesesine stent takılmas
ı işleminde Sn. Uzm .
Dr. Caner YILDIZ’a ve değerli
ekibine (Merve Hanım ve
ismini bilmediğim bay ve baya
n) personele göstermiş
oldukları ilgi, alaka ve güle
r yüzlerinden dolayı çok
teşekkür eder. Çalışmalarınızda
başarılar dilerim.
NCU
U
Y
O
ŞENK
n
imde
zler derek
ö
G
e
im.
geld . İtimat anki
ere
s
m
z
ü
ü
k
ek,
örd
olma
gi g lim eder inden
l
i
i
v
a
de
er
ed
es
klaşık iki
kale
ze t
za t aşhekiml , ve
ediyorum. Ya
et
neni dum. Fev rlarını
r
am
B
a
ik
e
e
t
rd
d
.
s
n
hi
ı
o
Ha
ni Eskişe
k e
cesinde ibya
ol
dokt im açıld
im kaza neti
ebri tanesi’
yat
iğ
ı
t
i
rd
m
çi
l
ge
ı
n
e
e
r
ce
n
am
in yıl ön
ca
şehir’deki
zle
anda olu Has
heps
ar vardı Eski
etli nyaya gö şlara c
kl
k
rı
d
m
kı
a
a
y
e
r
md
n
ı
A
k
kemiği
da
ola
dü
n
atım yapıldı.
arka el Bursa a emin
den
imde ca bir hastanede ameliy
ç
n
yeni çalışan
nra
z
i
ı
Ö
ğ
,
rı
aşık üç ay so
ek
aca
ki
n
eyer nlar. Ay ımı Platinler kondu yakl
oruy
t
bütü m o dur
az bağ
k
s
pr
ça
i
i
ön
r
liğ
cı
döndüğünde
olsu ükranla
e
zıyı
al
r
a
rm
a
no
y
m
V
inan da lider
u
ş
bacağı
Ön çapraz
,
m. B
a’
nlar rler ve
ğu anlaşıldı.
du
ol
ı
as
Burs ür ederi Sağolsu
nm
iyat
kü
yarala
.
kk
ssas bir amel
eşek
teşe k yazdım Y’ e t
eliyatının ha
am
ardan
ğ
ll
ba
na
ka
i
E
N
re
. Çeşitl
im
nd
re
öğ
gele BATMAZ Ü
nu
olduğu
or aramaya
a
ıracağım dokr
pt
ya
ı
Dery m.
ım
h
at
ameliy
Op. Dr. Fati
rı
iye üzerine
vs
suna
Ta
.
ğ
ım
ba
ad
başl
Ön çapraz
’a ulaştım.
Volkan TERCAN
eliyatım
n alınması am
ve platinleri
esnasında
at
di. Ameliy
il
ir
şt
ar
le
ek
gerç
doğru birkar
Hasta
ladımki çok
an
neniz
ha
da
h
ez
ti
birk
. Fa
de ge
esnas
e Sn. Op. Dr
çirmi
ında,
im. Öncelikl
iş
rm
ş
eliyatıma
ve
am
e
o
nd
ö
l
ve ek
nceli
duğum
beraberi
ve
AN
ibine
kle d
RC
TE
a
an
meliy
lk
, eki
oktor
hasta
kkürlerimi
at Vo
p içi
um Ru
e sosuz teşe
psiko
ne
n ise
hi SA
giren ekibin
lojis
u Hastanesi’
anlad
YAR‘a
özell
Bursa Anadol
inden
ığını
el
en
Öz
ri
m.
le
i
rı
kle
suna
gerçe
n ilişki
düşün
iyi ş
kten
i yapan insa
düğüm
iy
ekild
n
en
da
i
ın
in
as
iş
çok i
e gül
çalışm
ve bu
konuş
yi de
er yü
nu ba
an personelle
malar
ol
k
de
ra
ye
ta
vi
ar
z
se
n
ü ve
a en
ıyla
üst
rının
rahat
rahat
kanıt
eder başarıla
ür
bir p
kk
şe
te
l
l
yı
a
ayan
tıcı
dola
sikol
sağla
ve be
ojide
yan S
rim.
nim d
n. Di
ameli
devamını dile
teşek
a
ha
lek Ö
yat g
kürle
RNEK
eçirm
rimi
‘e şa
emi
sunar
hsını
ım.
za
ettin
Nizam
Ceyhu
n
46
KAYA
Ali BALTALI
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
ANADOLU’DAN HABERLER
Nilüfer’e Değer Katanlar
Bu yıl 25.yaşını kutlayan Nilüfer Belediyesi,
kentin gelişmesine katkıda bulunanlara vefa
örneği gösterdi. Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa
Bozbey ve Nilüfer Muhtarlar Derneği Başkanı
Erol Yılmazer ile birlikte ‘’Ezber Bozan Nilüfer’’
ilçesine hizmet verenler ödüllendirildi. Özel Bursa
Anadolu Hastanesi’nde sponsor olarak katıldığı ve
ödül aldığı bu güzel organizasyonda Özel Bursa
Anadolu Hastanesi Başhekimi Yrd.Doç.Dr. Taner
Kaya bir konuşma yaptı ve teşekkürlerini bildirdi.
12.12.2012 Bebeğimiz Yağız
Özel Bursa Anadolu Hastanesinde 12.12.2012 saat
12:00’de doğan Yağız bebek, sağlıklı bir şekilde
dünyaya gözlerini açtı.
Tüm dünyada merakla beklenen 12.12.2012
heyecanı Özel Bursa Anadolu Hastanesinde de
yaşandı.Saat 12.00 de dünyaya gözlerini açan Melek
Acar ve Yunus Acar çifti bebeklerine Yağız ismini
verdi.Bebeğin sağlık durumunun gayet iyi olduğunu
söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.
Dr. Deniz Güleryüz Çakmak, bugünün özel bir gün
olduğunu ancak bebeklerin sağlıklı olmasının daha
mühim olduğunu bildirdi...
47
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
Özel Bursa
48
sında
An
si Ba
e
n
a
t
s
a
H
u
adol
ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ
49
Download