ANKARA BAROSU Yıl: 71 Sayı: 2013/4 ISSN: 1300-9885 DERGİSİ BİR GELİNCİĞİ DE SEN DESTEKLE ! “GELİNCİK” YAZ 4306 ‘YA GÖNDER TÜM OPERATÖRLER Gelincik Projesine göndereceğiniz her SMS ile 5TL’lik bağışta bulunabilirsiniz. Ankara Barosu Dergisi’nde yayımlanmakta olan makaleler TÜBİTAK–ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. Review of Ankara Bar is being permanently indexed in TUBITAK-ULAKBIM Law Database. ANKARA BAROSU DERGİSİ REVIEW OF ANKARA BAR Üç Aylık (Ocak, Nisan,Temmuz, Ekim) is a refereed review, issused quarterly Hakemli, Bilimsel ve Mesleki Yerel Süreli Yayın (January, April, July, October) Ankara Barosu Başkanlığı, 2013 Tüm Hakları Saklıdır. ISSN 1300-9885 Dergide ileri sürülen görüşler yazarlarına aittir. Presidency of Ankara Bar Association, 2013 All Rights Reserved. ISSN 1300-9885 Articles published in this review express solely the views of the authors. Sahibi Ankara Barosu adına | Owner Av. Sema AKSOY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü | Managing Director Av. Sami Saygın YAZICIOĞLU Yayın Kurulu Başkanı | Managing Editor Prof. Dr. Muharrem ÖZEN Editör | Editor Av. Şamil DEMİR Yayın Kurulu | Editorial Board Av. Oya GÜNENDİ YAĞAN Av. Başak KASIMOĞLU Av. Irmak Gökçe TOMUR Av. Mehmet Arda ÇEÇENOĞLU İletişim Adresi | Communication Address Ankara Barosu Başkanlığı, Adliye Sarayı Kat: 5 Sıhhiye/ANKARA T: (0.312) 416 72 00 (Pbx) • F: (0.312) 416 72 80 www.ankarabarosu.org.tr ankarabarosuyayin@gmail.com yayin@ankarabarosu.org.tr Grafik – Tasarım | Graphic– Design Ali Kemal ÇERŞİL (Ankara Barosu) Basım Tarihi | Printing Date 2013 Baskı ve Cilt | Printing and Binding ARCS OFSET MATBAACILIK Kazımkarabekir Cad. Tunahan 101-2G İskitler/ANKARA Tel: (0.312) 384 24 01 • Faks: (0.312) 384 24 03 www.arcs.com.tr info@arcs.com.tr Dergide yayımlanan yazılar, kaynak Articles published in this review cannot be gösterilmeden başka bir yerde yayımlanamaz. published without citation. YAYIN DANIŞMANLARI | BOARD OF ADVISORS (Soyadı sırasına göre) A ABDULHAKİMOĞULLARI, AĞAR, AKKAYA, AKBULUT, AKINCI, AKSAR, ALTAŞ, ARAT, ARSLAN, ARSLAN, ARSLAN, ARTUK, ASLAN, ASLAN, AŞIK, ATALI, ATAY, AVCI, AYDIN, B BAŞÖZEN, BAŞPINAR, BAŞTERZİ, BAYKAL, BAYKAL, BELEN, BIÇAK, BÜYÜKTANIR, C-Ç CAN, CAŞIN, CENTEL, CENTEL, CİN, ÇAĞAN, ÇAĞLAR, ÇALIŞKAN, 6 Erdal Serkan Mustafa Olgun Müslüm Yusuf Hüseyin Tuğrul Aziz Serkan Çetin Ramazan Mehmet Emin Zehrettin Zühtü İbrahim Murat Ethem Mustafa Ramazan Doç. Dr. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Veysel Süleyman Ferit Hakan Sanem Herdem Vahit Burcu Doç. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Dr. Mertol Mesut Hakkı Nur Tankut Halil Nami Hayrettin Yusuf Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. ÇEÇEN, ÇETİNER, ÇOLAK, D DOĞAN, DEMİR, DEMİR, DEMİRAY, DEMİRBAŞ, DEMİRCİOĞLU, DÖNER, DÜLGER, DÜLGER, E ERDAĞ, ERDEM, ERDEM, EREN, ERGİL, ERİŞ, ERKAL, EROĞLU, ERTEN, ERZURUMLUOĞLU, F FENDOĞLU, FEYZİOĞLU, G GEMALMAZ, GÖKER, GÖKTÜRK, GÖLE, GÖNENÇ, GÜLŞEN, GÜNAL, GÜNDAY, GÜNEYSU, Anıl Selma N. İlker Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Murat İsmail Mehmet Nezahat Timur Reyhan İsa İbrahim Volkan Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Ali İhsan Mete Mustafa Ruhan Fikret Doğu Uğur Atila Muzaffer Rıfat Erzan Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Hasan Tahsin Metin Prof. Dr. Prof. Dr. Burak Cenker Neslihan Celal Levent Recep Nadi Metin Gökhan Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. YAYIN DANIŞMANLARI | BOARD OF ADVISORS GÜNEYSU BORAN, GÜNGÖR, GÜVEN, H-İ HACIMAHMUTOĞLU, HAFIZOĞULLARI, HAKERİ, HASPOLAT, İNAN, İŞGÜZAR, K KABOĞLU, KANADOĞLU, KAPLAN, KARAGÖZ, KARAKAŞ, KARAKEHYA, KARAN, KAYA, KENT, KESER, KILIÇOĞLU, KOCA, KOCAMAN, KOCAOĞLU, KOCAOĞLU, KOCAOĞLU, KORKMAZ, KORKUT, KUÇURADİ, KÜÇÜKGÜNGÖR, M MOLLAMAHMUTOĞLU, MUMCUOĞLU, O-Ö ODYAKMAZ, OKUR, ONAR, Nilüfer Gülin Kudret Dr. iur. Prof. Dr. Prof. Dr. Sibel Zeki Hakan Mehmet Emin Ali Naim Hasan Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. İbrahim Özden Korkud İbrahim Kasım Fatma Hakan Hakan Emir Bülent Hayri Ahmet Mahmut Arif B. A. Mehmet N. Kağan S. Sinan Fahrettin Levent İonna Erkan Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Dr. iur. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Hamdi Maksut Prof. Dr. Prof. Dr. Zehra Ali Rıza Erdal Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. OZANSOY, ÖKÇESİZ, ÖZBEK, ÖZBEK, ÖZBUDUN, ÖZCAN, ÖZEKES, ÖZEL, ÖZEN, ÖZGENÇ, ÖZKAN, ÖZTÜRK, P PAZARCI, R RUHİ, S-Ş SARAN, SAYGIN, SAYHAN, SEVGİLİ, SEZGİNER, SIRMA, SOYASLAN, SÜRAL, ŞAHİN, ŞEN, ŞEN, ŞENOCAK, T TAN, TANRIVER, TEKİNSOY, TERCAN, TEZCAN, TİRYAKİ, TİRYAKİOĞLU, TOROSLU, Cüneyt Hayrettin Mustafa S. Veli Özer Ergun Fatma Muhammet Çağlar Muharrem İzzet Işıl Bahri Doç. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Hüseyin Prof. Dr. Ahmet Cemal Yrd. Doç. Dr. Birol Engin İsmet Didem Murat Özge Doğan Nurhan Cumhur Ersan Murat Kemal Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Ayhan Süha M. Ayhan Erdal Durmuş Betül Bilgin Nevzat Prof. Dr. Prof. Dr. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. 7 YAYIN DANIŞMANLARI | BOARD OF ADVISORS TUNÇ, TURANBOY, TÜZÜNER, U-Ü ULUŞAHİN, UYGUR, ÜÇIŞIK, ÜNVER, ÜYE, ÜZÜLMEZ, Hasan Asuman Özlem Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Nur Gülriz Fehim Yener Saim İlhan Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Y YENGİN, YILDIRIM, YILMAZ, YONGALIK, YUSUFOĞLU, YÜCEL, YÜRÜK, Z ZABUNOĞLU, Halisan Turan Ejder Aynur Fülürya Recep Ayşe Tülin Dr. iur. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Dr. iur. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Yahya Prof. Dr. ANKARA BAROSU DERGİSİ YAYIN İLKELERİ 1. Dergiye gönderilen hakemli yazılar başka bir yerde yayımlanmamış veya yayımlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 2. Makale yazarına ait iletişim bilgileri (ad, soyad, ünvan, iletişim adresi, güncel e-posta adresi, cep telefonu) makalenin son sayfasına nizami bir şekilde eklenmelidir. Makaleyi gönderen yazarın ismini yazmaması/unutması durumunda makalesi yayımlanmayacaktır. 3. Yazılar “Microsoft Word” veya “Open Office” programlarının formatlarında (.doc, .odt, .rtf, .txt) kaydedilmiş (yazı tipi Times New Roman, 12, normal stil) olarak ankarabarosuyayin@gmail.com adresine gönderilmelidir. 4. Makale Başlığı büyük harflerle, makale yazarının ünvanı kısaltma biçiminde, soyadı ise büyük harflerle yazılmalıdır. (Örn: Av. Ali YILMAZ vb.) 5. Makale yazarı; makalesindeki yazım hatalarını düzeltip, kontrol ettikten sonra eksiksiz bir şekilde göndermekle yükümlüdür. Hakem tarafınca belirtilen değişiklerin; makale yazarınca Word belgesinde “Metin Vurgu Rengi (Metnin vurgulayıcı kalemle işaretlenmiş gibi görünmesini sağlar)” SARI renk verilerek ve düzenlenen makalenin isim bölümüne tarih eklenerek yeniden mail aracılığı ile iletilmesi gerekmektedir. Dergiye gönderilen yazıların son denetimlerinin yapılmış olduğu, yazarın gönderdiği şekliyle yazısını “basıma” verdiği kabul edilir. Yazım yanlışlarının olağanın dışında bulunması, bilimsellik ölçütlerine uyulmaması, yazının Yayın Kurulu tarafından geri çevrilmesi için yeterli görülecektir. 6. Hakem denetiminden geçmesi istenen makalelerde en az 100, en çok 120 sözcükten oluşan tek paragraf Türkçe ve İngilizce özetlerin; her iki dilde yazı başlığının ve beşer anahtar sözcüğün de yazının başına eklenerek gönderilmesi gerekmektedir. Yazara ait makale; Makalenin Türkçe Başlığı > Yazarın Ünvanı, Adı ve Soyadı (Örn: Av. Ali YILMAZ vb.) > Öz > Anahtar Kelimeler > Makalenin İngilizce Başlığı > Abstract > Keywords şeklinde sıralanmalıdır. 10 7. Dipnotlar sayfa altında gösterilmeli, bibliyografyaya (kaynakçaya) yer verilmelidir. 8. Yayın Kurulunca ilk değerlendirmesi yapılan yazılardan yazarı tarafından hakem denetiminden geçmesi istenenler hakeme gönderilecek, hakemden gelen rapor doğrultusunda yazının yayımlanmasına, yazardan rapor çerçevesinde düzeltme istenmesine ya da yazının geri çevrilmesine karar verilecek ve yazar durumdan en kısa sürede haberdar edilecektir. Hakem raporunun olumsuz olması halinde, ikinci bir hakem incelemesi yapılmayacaktır. Hakem raporunda düzeltme istendiği takdirde, yazar tarafından sadece belirtilen düzeltmeler çerçevesinde değişiklikler yapılabilecek ve düzeltilmiş metinler için yine hakem onayı alınacaktır. 9. Yazarı tarafından hakem denetiminden geçirilmesi istenmeyen yazılar Yayın Kurulu tarafından değerlendirilecek ve yazının yayımlanmasına, hazırlanan rapor çerçevesinde yazardan düzeltme istenmesine ya da yazının geri çevrilmesine karar verilecek ve yazar durumdan en kısa sürede haberdar edilecektir. 10. Yayımlanması yayın kurulu ya da hakem tarafından uygun bulunmayan yazılar, yazarına geri gönderilmez. 11. Dergide çeviri, karar, kitap incelemeleri, mevzuat değerlendirmeleri ve bilgilendirici notlara da yer verilecektir. Bu nitelikteki yazıların kabulü veya geri çevrilmesi, Yayın Kurulu'nca yapılacaktır. 12. Ankara Barosu Dergisi, elektronik ortamda tam metin olarak yayımlamak da dâhil olmak üzere, kabul edilen yazıların, tüm yayın haklarına sahiptir. Yazılar için telif ücreti ödenmez. Ankara Barosu Yayın İlkeleri’ne şartları uymayan yazıların, TÜBİTAK – ULAKBİM veritabanının gerekliliklerinden dolayı, Editör tarafından yapılacak ön kabul edilebilirlik incelemesi sonrasında hemen reddedilecektir. Bundan dolayı gönderilecek hakemli veya hakemsiz makalelerin yukarıdaki ilkelerdeki bütün şartları şekil ve esas olarak sağlaması gereklidir. 11 İÇİNDEKİLER | TABLE OF CONTENTS HAKEMLİ MAKALELER ( PEER REVIEWED ARTICLES ) Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı � �������������������������������������������������������������� 21 Prof. Dr. Hasan Tahsin FENDOĞLU Kiralayanın Hapis Hakkı � ������������������������������������������������������������� 51 Av. Şamil DEMİR SENDİKAL TAZMİNAT � ��������������������������������������������������������������������� 79 Berna ÖZTÜRK 12 MAKALELER ( ARTICLES ) Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı?���������������������������������������� 123 Oktay EKŞİ İcra Tebliğleri (İİK. 21)������������������������������������������������������������ 155 Av. Talih UYAR Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur � ����������������������������������������� 241 Arş. Gör. Ferhat USLU Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı���������������������������������� 261 Av. Mürüvvet Göksu KARINCA Gizli Tanık� ������������������������������������������������������������������������������� 283 Erol TATAR Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler Ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları � ������������������������������������������������ 297 Av. Teoman SALGIRTAY Kriminalistik� ��������������������������������������������������������������������������� 329 Av. Seyfettin ARIKAN 13 BAŞKANDAN | FROM THE PRESIDENT Değerli Meslektaşlarım, Hukuk devletinin ön şartlarından biri olan hukuk güvenliği ilkesi ile bireylerin hukuki güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, kişilerin, tüm fiil ve muamelelerinde, devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici metodlardan kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk güvenliğini, kişilerin, can, mal, namus ile din ve vicdan emniyetlerinin hukuk kuralları tarafından korunacağına olan inanç olarak ifade edebiliriz. Hukuk kurallarının kişiler tarafından öngörülebilir olması ve kişilerin hukuk düzenine dolayısıyla devlete olan güven ve bağlılığı hukuk güvenliği bilinci ile mümkündür. Hukuk devleti ise bu kuralların sözde değil özde uygulandığı yönetim düzenidir. Slogan niteliğinde kulağa hoş gelen hukuk kurallarının olması, o kuralların uygulanmasındaki metot adalete olan güveni sarsıyorsa, hukuk güvenliği bilinci de sarsılmış demektir. Adil yargılama ilke ve kurallarının defalarca ve ısrarla ihlal edildiği, yargılama devam ederken dahi toplumda yaygın şekilde tartışılan Özel Görevli Mahkemelerin uygulamaları, Yargısız infaza dönüşmüş, makul sürenin üstündeki “tutukluluk” uygulamaları, Dünya hukuk tarihine geçen “gizli tanık” uygulaması başta olmak üzere, ceza yargılamasında sanıktan delile gidilmesi temelinde “suçsuzluğunu ispat et” diyen çağdışı uygulamalar, Haberleşme özgürlüğünü hiçe sayan, yasadışı dinlemeler, özel hayatın gizliliğinin yok edilmesi, Son dakika önergeleri ile gece yarısı getirilen düzenlemeler, Savundukları sanıklar, girdikleri davalar, yaptıkları savunmalar yüzünden tutuklanan avukatlar, Anayasa’nın koruması altında bulunan düşünceyi açıklama hakkını kullananlara yönelik emniyet güçlerinin şiddet boyutuna varan ölçüsüz güç kullanımı, Ve daha bir çok üzülerek tanık olduğumuz, gözlemlediğimiz ve yaşadığımız hukuk dışı uygulamalar artık tahammül sınırını aşmış ve Türkiye’de adalete duyulan güveni ve kamu düzenini derinden sarsmıştır. Ülkemizde yaşayan her insan kendine güvenip ben suç işlemem diyebilse de, ben asla yargılanmam diyememektedir. XIV *Hukuki güvenliğin teminatı Hukukun Üstünlüğü temel ilkemizdir; - Hukukun üstün olduğu ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu modern, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde ; - “Güçlü olduğu için haklı olmak” yoktur. - Hukukun üstünlüğünden kasıt “yasaların üstünlüğü” değil, “hukukçular ya da yargıçlar devleti” hiç değildir. Kastedilen, “hukuka saygı ve bağlılık”tır. Üstünlük, demokratik hukuk devleti çerçevesinde, anayasa ve yasalardadır. - Hukukun üstün olduğu devletlerde, milli irade üstündür. Egemenlik millettedir. Temel hak ve özgürlükler anayasal güvence altındadır. Demokratik kurum ve kurallar vardır ve nihayet bağımsız ve tarafsız olduğu için yargıya güven tamdır. - Anayasalarda yer alan temel hak ve özgürlüklerin kullanılmaları esas, kanunda açıkça gösterilen hallerde sınırlandırılmaları ise istisnadır. - Devletin şekli, işleyişi ve organları Anayasa’ da açıkça belirtilir. - Güçler ayrılığı ilkesine uygun olarak kurumların yetki ve sorumlulukları açıkça kanunlarda yer alır. - İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı, yargı yolu açıktır. . Bu denetim Danıştay ve diğer idari yargı kuruluşları tarafından gerçekleştirilir. - Yasalar karşısında herkes eşittir. Hiçbir kişi, kurum ya da kuruluşa üstünlük ve ayrıcalık tanınamaz. - Tüm yöneticiler ve kamu görevlileri, eylem ve işlemlerinden sorumlu tutulurlar. - Vatandaşlar demokratik katılım hakkına sahiptirler. XV - Devlet, egemenliğini vatandaşı ile paylaşmak zorundadır. - Ayrıca devlet, insan hak ve özgürlükleri, uluslararası hukuk, çevre, kadın, çocuk hakları, gibi evrensel konularda egemenliğini, bazı ulusal ve uluslararası kuruluşlarla da paylaşmak zorundadır. - Bu ortamda çoğulculuk, katılımcılık, özgürlük ve eşitlik unsurlarıyla şekillenen ve meşruiyet kaynağı halk olan “demokrasi” ile “insan hak ve özgürlükleri” iç içedir. - Böyle bir devlette, hakkının ihlal edildiğini düşünen herkes, “tabii hâkim prensibi” çerçevesinde, bağımsız ve tarafsız mahkemelere başvurabilir. - Hukuk devletinin olmazsa olmazı, yürütmenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olmasıdır. - Yargının “olmazsa olmaz”ı da, mahkemelerin tam anlamı ile “bağımsızlığı ve tarafsızlığı”dır. - Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendisini zorunlu sayan ve faaliyetlerinde hukuka ve anayasaya uyan bir devlettir.’’ - Bu düzende “tebaa değil, “özgür insan’’ vardır. “kul değil, hak ve yükümlüklerle donatılmış yurttaş” vardır. Bu çerçevede Türkiye’de, hukuk devletinin tüm kurum ve kuralları ile geçerli olduğunu, uygulamaların tümüyle yasalara uygun olduğunu söylemek, maalesef mümkün değildir *Yargı bağımsızlığı hukuk devleti için olmazsa olmazdır; - Herkes, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, adil ve açık bir yargılamayla görülmesini isteme hakkına sahiptir - Yargı bağımsızlığının güçlendirilmesini, - Yargı tarafsızlığının geliştirilmesini, - Yargının verimliliği ve etkinliğinin artırılmasını, - Yargıda mesleki yetkinliğin yükseltilmesini, - Hâkim ve Savcıların bağımsızlığının, kişilerin hak ve özgürlüklerinin en önemli teminatı olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır *Adil Yargılanma hakkı da bireyin ve toplumun güvencesidir; - Adil yargılamanın olmadığı yer, hukuk devleti olamaz. - Avukata baskının olduğu yerde, adil yargılama olamayacağı gibi, hukuk devleti de barınamaz - Ancak ve ancak iddia ve savunmaya eşit olanaklar sağlanması sonucu yani “silahların eşitliği” ilkesi yerine geldiğinde adalet mülkün temeli olarak addedilebilir ve yargı adalet dağıtabilir hale gelir. - Toplumsal barış ve adalet, devletin, “egemenlik” hakkını kullanarak oluşturduğu hukuk düzeni marifetiyle herkese eşit ve adil yaklaşımı ile sağlanabilir. XVI Hukukun, intikamcı siyasi niyetlere araç edilmek istenmesi, tarihte bir çok kez vuku bulduğu gibi, kimsenin yararına değildir. Ankara Barosu olarak; kişi ve kurumların her tür hukuki güvenceden yoksun bırakılmasına yönelik sistematik bir hal alan “özel” uygulamaları asla kabul etmeyeceğimizi, Hukukun üstünlüğüne, Cumhuriyetimizin temel ilkelerine ve meslek onurumuza sahip çıkma kararlılığımızı daima sürdüreceğimizi bir kez daha ifade ederek saygılar sunuyorum. Avukat Sema AKSOY Ankara Barosu Başkanı *Ankara Barosu Başkanı Avukat Sema Aksoy’un 08.11.2013 tarihinde düzenlenen Kamu Hukukçuları Platformu toplantısı açılışında yaptığı “Hukuk Güvenliği” başlıklı konuşmadan alınmıştır. XVII Hakemli Makaleler Peer Reviewed Articles HAKEMLİ K amu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı* Prof. Dr. Hasan Tahsin FENDOĞLU** * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK–ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. **İ. Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi. Öz Kamu denetçisi, yapılan haksızlıkları ortaya koymak, takdir yetkisinin kötüye kullanılmasını engellemek, mevzuata saygılı olmayı ve uygun hareket etmeyi sağlamak, hakkaniyet önlemlerini tavsiye etmek ve kamu hizmetlerinin daha iyi görülmesi için gerekli reformların yapılması önerilerinde bulunmak amaçlarını güden, Parlamento tarafından seçilmiş, kimsenin telkin ima ve tavsiyede bulunamadığı bağımsız bir kamu görevlisidir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ise, kamu gücünün işlem, eylem veya ihmali nedeniyle temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen bireylerin hukuk yollarını tükettikten sonra başvurdukları istisnai, olağanüstü ve ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Bu iki kurumun benzer ve farklı yönleri vardır. Bunlardan en önemlisi kamu denetçisinin yaptırım gücü olmadığı halde, bireysel başvuruda tazminat ve tedbir kararı da dâhil olmak üzere her tür kararın verilebilmesidir. Anahtar Sözcükler: Ombudsmanlık, Kamu Denetçiliği, Anayasa Şikâyeti, Bireysel Başvuru, İnsan Hakları. Public Auditorship (Ombudsmanship) and Right to Constitutional Complaint to t he C on s t i t u t i on a l C o u rt ABSTRACT Ombudsman is an independent public official to clear injustices, to prevent improper use of law, be respectful of law and to comply with the legislation, to ensure fairness and to recommend measures deemed necessary for better public services. He/she is elected by the Parliament, and no body is allowed to give any orders, suggestions and recommendations to him/her. Individual application to the Constitutional Court, on the other hand, is a way to seek ‘right’ as an exceptional extraordinary procedure that individuals can apply only after exhaustion of domestic remedies, in case state power violates the individual’s fundamental rights and freedoms. There are similarities as well as differences between these two institutions. Most importantly, Ombudsman has no power to impose sanctions, but Court can decide compensation and any type of injunction due to individual application. Keywords: Ombudsmanship, Public Auditorship, Constitution Complaint, Individual Application, Human Rights. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 23 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU İ I. İNSAN HAKLARI MEKANİZMALARI VE KAMU DENETÇİLİĞİ nsan hakları ihlallerinde Kamu Denetçiliği Kurumuna[1] ve Türkiye İnsan Hakları Kurumuna[2] başvurulabileceği gibi, konusuna göre Özürlüler İdaresi Başkanlığına, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığına, İçişleri Bakanlığına, Dışişleri Bakanlığı’na veya diğer ilgili birimlere başvurulabilir. Bu birimlerin görev ve yetkileri ile Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun mahiyeti tamamen farklıdır. Bireysel başvuru, yaptırımının olması ve bunun anayasa hukuku çerçevesinde tüm yargıyı da (Yargıtay ve Danıştay dâhil, Yüksek Seçim Kurulu hariç) kapsamış olması, çok ayrıcalıklı bir kanun yolu olmakla diğerlerinden ayrılır. Bireysel Başvuru, bireyin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi öncesinde ama tüm yargı yollarını tükettikten sonra başvurduğu etkin bir hukuk yoludur. Kamu denetçiliği ise, idari başvuru yolları tüketildikten sonra başvurulan bir yol ise de, telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ihtimali varsa, idari başvuru yolları tüketilmese dahi başvurular kabul edilebilir. Bu yazıda esas olarak, kamu denetçiliği ile bireysel başvuru irdelenecek, sonra da bu iki kurum arasında karşılaştırma yapılacaktır. Burada her iki kurum, sadece biri birine olan benzerlikleri ve farkları çerçevesinde değerlendirilecek olup, bu iki kurum hakkında detay verilmeyecektir. Bu yazının konusu belirtilen iki kurumun karşılaştırılmasına ilişkindir. Türkiye, büyük bir hız ve kararlılıkla gelişmiş ülkeler arasına girme aşamasında olup, kamu denetçiliği ve bireysel başvuruyu kabul etmekle insanlığın ortak değeri olan insan hakları alanında bir dönüşümü gerçekleştirme yolunda önemli bir adım daha atmıştır. Tüm insanlığın ortak birikimiyle oluşan evrensel değerlerin, bireylerin yaşamına tam manası ile yansıtılabilmenin amaçlandığı bu yapının başarısı için, bu kurumsal yapılanmalarla birlikte zihinsel dönüşüm de gerekmektedir. Ülkemizde insan hakları alanında gerçekleştirilen reformlar bu iki eksen yani kurumsallaşma ve zihinsel dönüşüm üzerinden gelişecektir. Kamu denetçiliği kurumunun bir Türk/Osmanlı Kurumu olduğunu, İsveçliler de diğer ülke temsilcileri de uluslararası toplantılarda sürekli dile getirmektedirler. Örneğin bizim de bulunduğumuz uluslararası toplantılarda Avrupa Birliği Ombudsmanı (accessmylibrary.com. 23.10.2012), Fransız Ombdusmanı ve İsveç Parlamento Ombudsmanı gibi çoğu zatlar, ombudsmanlığın Osmanlı’daki kurum(lar)a dayandığını, Fas’ın başkenti Rabat’taki toplantıda[3], Straz[1] [2] [3] 24 Kamu Denetçiliği Kanunu için bkz. Resmi Gazete, 29 Haziran 2012, 28338, kanun no. 6328, kabul tarihi, 14.6.2012. Türkiye İnsan Hakları Kurumu için bkz. Resmi Gazete, 30. 06. 2012, Sayı, 28339, kanun no. 6332, kabul tarihi, 21. 6. 2012. Fas’ın başkenti Rabat’ta, Fransız Ombudsmanı Jean Paul Delevoye, İspanya Ombudsmanı ve Fas Ombudsmanı Iraki, ombudsmanlığın temellerinin Osmanlıdan alındığını belirtmişler, Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 burg’daki AB Ombudsmanının Ofisinde[4], İtalya’nın Padova Üniversitesi’ndeki toplantıda[5], Rusya’da Saint Petersburg’daki toplantıda[6] belirtmişlerdir.[7] Yedinci ve Sekizinci Beş Yılık Kalkınma Planı (BYKP) ile 55 nci ve 59 ncu Hükümetler döneminde kamu denetçiliği konusunda çalışmalar yapılmış ve nihayet 2006 yılında ilk Kamu Denetçiliği Kanunu çıkarılmışsa da, bu kanun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince bu kez Anayasa değişikliği yapılmış ve daha sonra kanun çıkarılmıştır. İnsan hakları alanındaki hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla, özellikle son yıllarda Anayasa ve yasalarda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu çerçevede gerçekleştirilen 2001, 2004 ve 2010 tarihli Anayasa değişiklikleri başta olmak üzere insan haklarını doğrudan ilgilendiren birçok alandaki kapsamlı düzenlemeler, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmiştir. Bununla insan hak ve özgürlüklerine saygının sağlanması yönünde reformlar yapılarak oldukça önemli adımlar atılmıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi, ölüm cezasının kaldırılması, kişi özgürlüğü ve güvenliği, basın özgürlüğü, kadın-erkek hukuki eşitliği, pozitif ayrımcılık, yargının işleyişi, temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelerin statüsü, sivil-asker ilişkileri ve daha birçok konuda yapılan değişiklikler ile insan hak ve özgürlüklerinin kapsamı genişletilmiştir. İnsan haklarının evrenselliği ilkesi zorunlu olarak evrensel kamu düzeninin varlığını da içerir. Türkiye yaptığı reformlarla ve kabul ettiği bu yeni kurumlarıyla, aslında Avrupa ve Dünya kamu düzeninin sağlanmasına da yardımcı olmaktadır. Sert çekirdekli insan hakları açısından AİHS, Avrupa kamu dü­zeninin anayasal belgesidir (Karakaş, 2009: 39). Benimsenen bu iki [4] [5] [6] [7] bu düşünceye karşı diğer hiçbir ombudsman itiraz etmemişlerdir. First Meeting of the Mediterranean Institutions of Divan al Medhalim, Mediators and Ombudsman, Rabat 8-9-10 November 2007. Study Visit to France (Strasbourg) and Luxemburg), 15–20 October 2007. “Project on Support for he Implemention of Human Rights Reforms in Turkey”, Arranged by Council of Europe. Padova Üniversitesi’nde konu, tarafımızca gündeme getirilmiş, Rusya delegesi dışındaki hiçbir ülke delegesi itiraz etmemişlerdir. Rusya delegesi “Osmanlıdan insan hakları çıkmaz” diye itiraz etmiştir; Rights of Persons Deprived of Their Liberty: The Role of National Human Rights Structures Who are OPCAT Mechanisms and of Those Who are Not”, Arranged by Council of Europe Commissioner for Human Rights and University of Padua, Italy Padua, 9-10 April 2008. Complaints Against the Police-Their Handling by the National Human Rights Structures, Arranged by Council of Europe Commissioner for Human Rights, St Petersburg, Russia, 20-21 May 2008. Ombudsmanlık kurumlarını görmek ve fikir alış-verişinde bulunmak amacıyla Avrupa Konseyi Projesi kapsamında bir heyetle birlikte ziyaret ettiğimiz yerler, İspanya, Portekiz, İsviçre, İrlanda, İsveç, İngiltere, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Lüksemburg, Strausburg ve AİHM’dir. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 25 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU yeni kurum, evrensel kamu düzeninin gerçekleşmesi için Avrupa Konseyi ve AİHS ile bağlantılıdırlar. Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri, kamu hizmetlerini yürütmekle görevlerini yerine getirirken, hukukun sınırları içerisinde kalmak zorundadırlar. Öte yandan kamu hizmetlerinin toplum için en iyi, en yararlı ve en akılcı biçimde yerine getirilmesi gerekir. Bu bakımdan, devlet ve diğer kamu tüzel kişilerinin, eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetimini sağlamak ve bunların verimli ve akılcı biçimde yürütülmesini denetlemek üzere, çeşitli türde denetim mekanizmaları ortaya çıkmıştır. Bu mekanizmaların bir bölümü, idarenin yargısal denetimi, (bireysel başvuru gibi) diğer bir bölümü ise yargı dışı denetim (kamu denetçiliği gibi) olarak ifade edilebilir. Devlet gücünün sınırlandırılması Devlet gücünün, bireylere karşı bir sınırı olmalıdır. Aksi halde bu dev gücün karşısında durulamaz. Anayasa, siyasi iktidarın sınırlanmasını gösteren bir belgedir; sınır yoksa özgürlük de yoktur. Bu sınırlama iki tür olabilir; Birincisi, hukuk dışındaki sınırlayıcı faktörlerdir. Adalet duygusu, sosyal dayanışma ve hakkaniyet gibi moral faktörlerle kamu yönetimi sınırlanabilir ki buna ahlâkî otolimitasyon denir. Bunun yanında doğal insan hakları da sınırlayıcıdır. Kamuoyunun, devlet iktidarını sınırlamadaki oranı, her zaman pek önem taşımaz; kalite ve kesafeti daha da önemlidir. Belli zamanlarda, belli bir sorun karşısında ilgili gruplara egemen olan görüş, kamuoyudur. Ama kamuoyunun oluşması için, iletişim özgürlüğü gerekmektedir. Kitle iletişim araçlarının, gerçek peşinde olması şarttır. Çoğulcu yapı da bir başka sınırlayıcıdır. Siyasi muhalefet ve açık eleştiri yoksa (yani monist rejim varsa) hak ve özgürlükler korunamayabilir. Devlet, topluluklar (dernekler, vakıflar, partiler, sendikalar gibi) topluluğudur ama primus inter pares (eşitler arasında birinci) dir. Çoğulcu yapı, devletin bireyleri ezmesine karşı bir güvencedir. Modern hukukta demokrasi sayı hesabı değil, belli ilkelere göre davranmaktır. Demokrasi resmi bir ideolojiyi gerçekleştiremez. Çatışmaların özgürlükçü yollarla çözümü esastır; demokrasi, çoğulculuk içinde diyalogculuktur. Devlet, hukuk dışı olan bu faktörlerle sınırlanabilir. İkincisi, Devletin hukukla sınırlandırılmasıdır. Seçimler, Anayasa, kuvvetler ayrılığı, Meclis, yüksek yargı organları ve referandum gibi kurumlar devlet gücünü sınırlar. Anayasa hukuku, bu anlamda özgürlüğün tekniğidir. Devlet bu sınırları kendi yapısını alt üst etmeden aşamaz. Devlet gücünün sınırlandırılması için sıkı bir denetim şarttır; Devlet iyi denetlenmelidir. 26 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Devlet gücünün denetlenmesi Kamu gücünün denetimi yedi şekilde yapılabilir; Birincisi, yargı yoluyla denetimdir. Anayasa’nın 125 nci maddesinde de açıkça belirtildiği gibi idarenin tüm eylem ve işlemleri yargı denetimine tabidir. Türkiye’de dört tür yargı denetimi vardır; adli yargı (hukuk ve ceza), idari yargı, askeri yargı ve anayasa yargısı. Anayasa yargısı da soyut norm denetimi, somut norm denetimi ve bireysel başvuru şeklinde üçe ayrılabilir. Burada bu sonuncusu üzerinde durulacaktır. İkinci tür denetim, idari denetimdir. İdare kendi iç denetim yolları ile (teftiş vs) personelinin eylem ve işlemlerini kendi içerisinde kurduğu mekanizmalarla denetlemektedir. Ayrıca Devlet Denetleme Kurulu, Danıştay ve Sayıştay da denetleyici organlardır. Üçüncü tür denetim, parlamento denetimidir (siyasi denetim). TBMM’de Soru, Gensoru, Genel Görüşme, Meclis Araştırması, Meclis Soruşturması gibi denetimler yanında ayrıca TBMM Dilekçe Komisyonu, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun çalışmaları önemlidir. Parlamento halk adına idareyi denetlemektedir. Dördüncü denetim türü basının denetimidir. Medyanın idareyi denetlemesi çağdaş demokrasilerde önem taşımaktadır. ABD’de FCC (Federal Communications Commission), Fransa’da CSA (Conseil Superior de I’Audovisuel) gibi düzenleyici otoritelerin de varlığıyla demokratik ülkelerde basın hürdür, sansür edilemez. Basın, idarenin yanlışlarını dile getirebilir. Ama bununla birlikte basın taraf tutabilir; iktidarın veya muhalefetin kontrolünde olabilir. İktidar rakamları hep lehinde gösterebilir; muhalefet ise ülkenin kaos ve istikrarsızlık içerisinde olduğunu iddia edebilir. Basın patronları, kendi siyasi görüşleri doğrultusunda bilmemizi istedikleri bilgileri bize gösterebilir. Medya patronlarının kişisel, siyasal ve iktisadi çıkarları ön planda olabilir. Basın sürekli olarak kendi yararları doğrultusunda sahip olduğu internet, TV, radyo ve yazılı basın ile haber üretebilir. Karalama yapabilir, yanlış ve yanıltıcı bilgi yayabilir. Basın olaylara reyting açısından yaklaşabilir; medya birçok konuda yeterli bilgiye sahip olmayabilir. Güçlü baskı grupları devleti kontrol altına almaya çalışabilir. Birey medyanın saldırıları karşısında çoğu kez savunmasız kalmaktadır. Bu durum, basının devleti tek başına denetiminin yeterli olmadığını göstermektedir. Beşinci tür denetim, kamuoyunun denetimidir. Halk idarenin hatalarını kendi gücü ile denetleyebilir. Sivil toplum kuruluşlarının ve bireyin bilgi edinme hakkı ile idarenin denetimi de önem taşımaktadır. Altıncısı, uluslararası denetimdir. Uluslararası anlaşmalarla, Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceyi Önleme Komitesi ve Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesine, ülkemiz cezaevlerinde denetim yapmaları yetkisi tanınmıştır. Yine AİHS’nin bir yasa ile kabulü, AİHM’ne başvuru ve yargı yetkisinin tanınması da uluslararası insan hakları denetiminin kabulü anlamına gelir. AGİT belgeleri ve diğer uluslar 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 27 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU arası anlaşmalar da burada belirtilebilir. Yedinci tür denetim ise bu yazıda söz konusu olan kamu denetçiliğinin denetimidir. Bu denetim türlerinin analizi aşağıda yapılacaktır. Devlet gücünün yargı yoluyla denetimi, idari denetim, parlamento denetimi (siyasi denetim), basının denetimi, kamuoyu denetimi ve uluslar arası denetim yolu ile idarenin denetlenmesi yeterli olmayabilir, bu nedenle kamu denetçiliği ve bireysel başvuru denetimine de ihtiyaç vardır. Bireysel başvuru ve kamu denetçiliği diğer denetim türlerinden farklı bir türü teşkil etmektedir ama diğer denetim türlerine bir alternatif de değildir (Fendoğlu, 2010: 4 vd.). Mevcut yargı denetiminin aksayan yönleri Türkiye’de mevcut yargısal denetim sınırlı, geç işlemekte ve etkisizdir. Yönetim-birey ilişkilerinde karşılaşılan uyuşmazlıkların etkin ve hızlı bir şekilde çözümü amacıyla yargının zaman alıcı işlemesi gerçeği karşısında, yönetimi mevcut yargı sistemi dışında denetleyen ama yönetime de bağlı olmayan denetim sistemlerinin Türkiye’de kurulması gereklidir. İdarenin yargısal denetimi, hukuk devletinin en büyük güvencesi olmasına rağmen, her zaman, vatandaşları tatmin edici sonuçlar doğuramamıştır. Bu yeni kurumlar, Türkiye’de çalışmaya başladığı zaman, her şeyden önce idare ile vatandaşların ilişkilerinde diyalog sağlanmış olacak, böylece idarenin yürüttüğü kamu hizmetlerindeki kalite yükselecektir. İdare ile vatandaşlar arasındaki uyuşmazlıkların bir bölümü, böylece ortadan kalkacağı için; yargının yükü hafifleyecek, yargının görevini daha verimli biçimde yürütmesi sağlanmış olacaktır. Yargı denetiminin ağır işlemesi, formalitelerinin çokluğu ve pahalı olması, sadece hukuka uygunlukla sınırlı kalması gibi sebeplerle her zaman uygun bir başvuru yolu olamamaktadır. Katı usul ve kurallara göre hareket eden ve genelde paralı olan yargısal sistemin hantallığı ve uluslararası gelişmelere hızlı yanıt verememesi bazı önlemlerin alınmasını gerektirmektedir. Yargı sistemi büyük avantajlarına rağmen pahalıdır; geç işler; yavaştır; aynı konuda hukukçular bile ihtilafa düşebilir; biçimseldir; karmaşıktır; masraflıdır; posta geç işleyebilir; postada evrak kaybolabilir; aşırı iş yükü vardır; adalet geç gelir; gereksiz sertlik ve terslikler olabilir; bilirkişi ücreti can yakabilir. Bu nedenlerle kamu denetçiliği ve bireysel başvuru gerekli görülmelidir. İdari denetimin eksik yönleri İdarede birimlerin kalabalık oluşu nedeniyle, üst yönetici, personeli tanımakta zorluk çekmektedir. Hiyerarşi denetimi yeterli olmayabilir. Yönetici bir açıdan kendi eksiğini göstereceği için astının hatasını görmeyebilir. Yönetici sevilen biri olmak istediği için soruşturma açmak istemeyebilir. Bazen da 28 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 kurum ile yönetici özdeşleşir ve yeniliklere karşı “kapalı kutu” oluşabilir. Kaldı ki, Türkiye’de idari denetim kurumlarının da yükünün hafifletilmesi gerekir. Birbirinden kopuk, denetim yetkisi bulunmayan, yaptığı iş konusunda bilgi birikimi bulunmayan idarelere karşın, kamunun iki yakasını bir araya getiren kamu denetçiliği ve bireysel başvuru kurumlarına ihtiyaç olacağı açıktır. İdare kendi yaptığı denetimde taraflı davranıyor olabilir. Halkla ilişkiler birimleri, genelde, Türkiye’de, biri biriyle irtibatı olmayan bir yapıda olduklarından dolayı da bireysel başvuruya ve kamu denetçiliğine ihtiyaç vardır. Bir işlem kanuna uygun olsa da haksız olabilir veya kamu denetçisi yerinde bulmayabilir. İdarenin iç denetimi, hiyerarşi yapı ve dayanışma duyguları gibi sebeplerle, vatandaş için bir güvence olmaktan uzaklaşmış olabilir. Geniş soruşturma yetkisi olan kamu denetçisi, yönetim mekanizmasının sapmalarına karşı, gerçeğin olduğu gibi ortaya çıkarılmasına ve sıradan bir yurttaşın sahip olmadığı, idari işlemlerin gerçek tarafının öğrenilmesine imkân vermektedir (Wieslander, 2005: 1 vd.). Bazı durumlarda kamu denetçileri tüm çabalarına karşın bazı işlemleri hakkaniyetli bir hale getiremezler. Bu durumda kamu denetçisi için yapılacak şey, parlamentoya o konunun düzeltilmesiyle ilgili öneriler sunmaktır. Kamu denetçisinin temel işlevi, yönetimin yurttaşlarla ilişkilerindeki eksik ve yanlışları ortaya koymak, yönetimin yurttaşa karşı olan kararlarını düzeltmemesi halinde de bunu Parlamentoya bildirmektir. Ombudsman genel olarak Meclise karşı sorumludur (Wieslander, 2005: 72). Bu Kuruma verilen en geniş yetkinin Dünyadaki örneği, İsveç Parlamento Ombudsmanıdır (theioi.org, 2012). Ombudsman, ordu ve adliyeyi de denetler. İsveç’te Parlamento ombudsmanı olarak dört kişi seçilir, bunlardan birincisi başombudsmandır (The Constitution of Sweden: md. 46). Parlamento denetiminin eksik yönleri Parti içi disiplini ile parlamenter sistemdeki yasamanın yürütme ile fiilen bütünleşmesi sebebiyle Parlamento denetimi de kimi zaman fonksiyonsuz kalmaktadır. TBMM İnsan Hakları Komisyonu, Dilekçe Komisyonu ve bazı kurumlar da ombudsmanın işlevlerinden bazılarını yerine getirmektedir ama bunlara dayanarak, “bizde zaten kamu denetçiliği kurumu var” demek aldatmaca olur. Buna benzer kurum ve kurullar başka ülkelerde de vardır ama onların yanında ayrıca adı ombudsman veya benzeri bir kavramla ifade edilen bazı kurumlar bulunmaktadır. Kaldı ki, TBMM Dilekçe Komisyonu ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun bu kadar çok dilekçeyi çok az personelle cevaplamaları zordur. Ayrıca Milletvekillerinin başta yasama çalışmaları olmak üzere başka görevleri de bulunmaktadır. Düşünülebilir ki, milletvekillerinin bir sonraki seçimde koltuklarını garantilemek için kendi partilerine aykırı bir işlem yapmaları zor olabilir; ayrıca TBMM İç Tüzüğü’nün, 105 nci maddesine 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 29 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU göre, devlet sırrı ve ticari sırları da araştıramazlar. Belirtilen nedenlerle bireysel başvuruya ve kamu denetçisine ihtiyaç vardır. Kamu denetçiliği, halk adına denetim yapan, halkla ilişkileri sağlayan, diğer kurumların denetleme yükünü azaltan, eksiğini tamamlayan, parasız, süratli, verimliliği, demokrasiyi, hukuk devleti anlayışını artıran, idarenin yasalara uygun çalışıp-çalışmadığını denetleyen bir kurumdur. Kamu denetçisi, çalışmalarının sonuçlarını yıllık ve ara raporlar halinde parlamentoya sunacak, gerektiğinde görev alanına giren konularla ilgili olarak parlamentoda açıklamalar yapması için kendisine söz verilecektir. Kamu denetçiliği kuvvetler ayrılığı prensibine de ters olmayıp, idarenin bütünlüğü ilkesine de aykırı değildir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi, günümüzde insanlığın ortak ülküsü durumuna yükselmiştir. İnsan hakları, modernleşmenin getirdiği risklere karşı bir sigorta görevi yaparak hukuk düzeninin korunmasına önemli katkılar sağlayacaktır. Tüm bu gelişmelerden anlaşılacağı üzere neticesinde insan hakları kavramı, yerel ve evrensel düzeyde gündemdeki yerini korumaktadır. Yargı yoluyla denetim, idari denetim, parlamento denetimi (siyasi denetim), basının denetimi, kamuoyu denetimi ve uluslar arası denetim yolu ile idarenin denetlenmesi yeterli görülmediği için kamu denetçiliği ve bireysel başvuru denetimine ihtiyaç duyulmuştur. Mevcut insan hakları mekanizması İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda sürekliliği sağlamak ve gerekli önlemleri almak üzere 5 Ekim 2000’de çıkartılan bir Kanun Hükmünde Kararname ile İnsan Hakları Başkanlığı kurulmuş, bu kararnamenin iptal edilmesi üzerine 21 Nisan 2001 tarih ve 24380 sayı Resmi Gazete’de yayınlanan 4643 sayılı yasa ile İnsan Hakları Başkanlığı yeniden ihdas edilmiştir. İnsan Hakları Başkanlığı daha sonra Paris Prensiplerine uygun olarak 2012 yılında Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na dönüşmüştür.[8] Önceleri insan haklarının korunması çabalarında en büyük tehdidin yürütme organından geldiği düşüncesinden hareketle yürütmenin gücünün sınırlandırılması yoluna gidilmişti. Yasama organlarının da kimi zaman insan hakları üzerinde tehdit unsuru olabileceğinin görülmesi üzerine yasama işlemlerinin yargı denetimine tabi tutulması öngörülerek anayasa yargısı (soyut norm denetimi ve somut norm denetimi) ihdas edilmiş ve temel hak ve özgürlüklerin korunması geniş ölçüde yargıya havale edilmişti. Ama tarihsel süreç, bu iki [8] 30 Türkiye İnsan Hakları Kurumu için bkz. Resmi Gazete, 30. 06. 2012, Sayı, 28339, Kabul Tarihi, 21. 6. 2012, Kanun No. 6332. Ulusal kurum tanımının belirsizliği ve Paris Prensiplerinin geniş yorumlanması tartışmalara neden olmaktadır; bkz. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi, İnsan Hakları Ulusal Kurumları: Dünya ve Türkiye, Uluslararası Konferans, 5-6 Aralık 2005, Ankara, 2005. Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 yönteme rağmen yargı organlarının da hak ihlalleri yapabileceğini göstermiştir. Diğer taraftan, insan haklarının korunmasının sadece koruma mekanizmaları ile sağlanamayacağı görülmüştür. İnsan hakları konusu, günümüzde uzmanlık alanı haline gelmiş, hakların korunması ve geliştirilmesinde bilgilendirme, bilinçlendirme ve eğitim faaliyetlerinin önemi anlaşılmıştır. İnsan haklarına yönelik tehditlerin genişliği, değişik koruma yollarının aranmasını yoğunlaştırmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, görevi münhasıran insan haklarını korumak olan uzman kamu kuruluşlarının oluşturulması yaygınlık kazanmıştır. Avrupa Konseyi tarafından 1982 de İtalya-Sienne’de yapılan bir toplantıda tüm üyelerin ombudsmanlığı araştırmaları konusunda tavsiyede bulunulmuştur. Avrupa Birliğine ombudsmanlık kurumunun kurulması Maastrich Anlaşması’nin 138/E maddesiyle ile kararlaştırılmış, ilk Avrupa Birliği Ombudsmanı 1994 yılında atanmıştır. 2004 tarihli “Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma”nın “Temel Haklar ve Birlik Vatandaşlığı” bölümüne Avrupa Ombudsmanına yapılabilecek başvurunun yöntemi açıkça yazılmıştır. Avrupa Ombudsmanı Avrupa Parlamentosu tarafından atanmaktadır (www. ombudsman.europa). Tüm dünyada yaygınlaşan bu kurum ABD’de de oldukça yaygın olup, yerel, bölgesel ve federal düzeydeki ABD ombudsnmanlarını bir araya getiren ABD Ombudsmanlar Birliği (The United States Ombudsman Association, 1977 senesinde kurulmuştur. Yasama ve yürütme tarafından seçilen ABD ombudsmanlık sistemine göre, ombudsmanlık bir kanun ile kurulur, tüm soruşturma yetkileriyle donatılır ve her tür dosyaya girme hakkı vardır (www. usombudsman.org). Bireysel başvuru ve ombudsmanlık kavramının yaygın hale gelişi, İkinci Dünya Savaşı sonrasına ve Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluş çalışmalarına kadar gitmektedir. Bununla birlikte, bu kurumlar 1970’ler ve özellikle de soğuk savaşın sona erdiği 1990’lardan sonra daha da yaygınlaşmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20.12.1993 tarihinde kabul ettiği 48/134 sayılı Kararın ekinde, “Paris Prensipleri” olarak da bilinen ilkeleri yayımlamıştır (ohchr.org.parisprinciples.htm, 2012). Ulusal insan hakları kurumlarına ilişkin temel standartları ve genel çerçeveyi belirleyen Paris Prensiplerine göre, insan hakları kurumları asgari kanun değerinde bir resmi işlemle kurulmalı ve mümkün olduğunca geniş yetki ve görevlerle donatılmalıdır. Bu Kurumlar özellikle insan hakları alanında incelemeler, araştırmalar yapma, raporlar hazırlama, görüş bildirme, tavsiye ve önerilerde bulunma, bilgilendirme, bilinçlendirme ve eğitim faaliyetlerini gerçekleştirme konularında görevlendirilmelidirler. Bunlara ek olarak bu kurumlara insan hakları ihlali iddialarına ilişkin başvuruları alma, inceleme görev ve yetkisi de verilebilir. Bu kurumlarda, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanında faaliyet gösteren sosyal ve sivil toplum güçlerinin 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 31 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU çoğulcu temsiline imkân tanınmalıdır. Bu kurumlar, görevlerini bağımsız bir şekilde yerine getirebilmeleri için yeterli mali kaynaklara ve personele sahip kılınmalıdır. İnsan hakları kurumlarına ilişkin Birleşmiş Milletler kararı, tavsiye niteliği taşımakta ve bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bununla birlikte birçok uluslararası sözleşme başta olmak üzere çeşitli uluslararası belgelerde giderek artan bir sıklıkla bu ilkelere atıfta bulunulmaktadır. İşkenceye karşı Birleşmiş Milletler sözleşmesinin ihtiyari protokolü (OPCAT) (ohchr.org.opcat,2012) ve Avrupa Birliğinin 2000/43/EC sayılı Irk Eşitliği Direktifi, (eur-lex.europe. eu, 2012) bu belgelere verilecek örnekler arasındadır. Paris Prensipleri, insan hakları ulusal kurumlarına ilişkin genel ilkeleri belirlemekle birlikte bu konuda ülkelere belirli bir model önermemekte, bu ilkeler doğrultusunda ulusal düzeyde kendi ihtiyaçlarına en uygun çerçeveyi seçmenin her devletin kendi hakkı olduğunu tanımaktadır. Türkiye’de görünümde yaygın bir insan hakları kurumsallaşmasının varlığına rağmen Paris Prensiplerine uygun bir yapılanma eksikliği, AB ilerleme raporları başta olmak üzere uluslararası düzeyde, var olan kurumların etkin olmadıkları iddialarıyla birlikte eleştiri konusu yapılmıştır. İnsan haklarının hangi yöntem ve mekanizmalarla korunabileceği de insan haklarının içeriği kadar önem taşımaktadır. İnsan hakları alanında ulaşılan evrensel standartların risklere karşı korunmak amacıyla yeni mekanizmalar kurmaya yönelik çabalar yoğunluk kazanmış, Avrupa Birliği’ne girebilmenin temel koşullarını ifade eden Kopenhag siyasi kriterlerinde, “insan haklarını güvence altına alan istikrarlı kurumların varlığı” sürekli vurgulanmıştır. Bütün bu yapılanmalara rağmen sorun çözülememiş, yargı yoluyla denetim, idari denetim, parlamento denetimi (siyasi denetim), basının denetimi, kamuoyu denetimi ve uluslar arası denetim yolu ile idarenin denetlenmesi yeterli görülmemiş, ombudsman ve bireysel başvuru denetimi kabul edilmiştir. Aslında Dünyada insan hakları uygulamalarının düzenli olarak yürüdüğünü söylemek çok zordur. Irak, Suriye, Afganistan gibi çoğu Ortadoğu ülkelerinde insan hakları ihlalleri devam etmekte, BM İnsan Hakları Komiserliği ve diğer birimler çaresiz kalmaktadır. Bu nedenle insan haklarında en önemli konulardan biri, “çifte standart” sorunudur. BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararların veto edilmesinde bu çifte standart açıkça görülmektedir. İnsan hakları kurumlarının yetersizliği Günümüzde siyaset ve bürokrasi hayatının karışıklığı, bireyin bundan yararlanmasını en aza indirmektedir. Hukuk devleti idealine ulaşmakta temel hak ve özgürlüklerin korunması ve yönetimin hukuka bağlılığının sağlanması adına bireysel başvuru ve ombudsmanlık kurumları, dünyada başarılı bir uygulama oluşturmaktadır. 20 inci yüzyılın ikinci yarısında, gelişmiş ülkelerde 32 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 olduğu kadar, gelişmekte olan ülkelerde de, hukuk devletinin güçlendirilmesi ve demokratikleşmenin bir elemanı olarak görülen ombudsmanlık büyük bir hızla yayılmıştır (Spanou, 2009, 110–111). Dünyadaki diğer örnekleri yanında özellikle İspanya, İsveç, Norveç, Danimarka ve Portekiz Ombudsmanları ve İrlanda İnsan Hakları Komisyonu gibi kurumlar ülkelerinin siyasal ve hukuksal sistemlerinde ve insanlarının gönüllerinde çok önemli bir yer ve saygınlık kazanmışlardır. Bu noktadan hareketle; bu nitelikteki kurumların bir an önce ve güçlü bir şekilde hayata geçirilmesinin insan hakları sistemine esin kaynağı, tarihsel bir sorumluluk ve insani görev olduğunu söylemek gerekir. İkinci dünya savaşı sonrasında demokratik ülkelerde zihniyet değişimi olmuş, tarafsız, bağımsız, uzman kurumlara ihtiyaç hâsıl olmuştur. Sivil toplum örgütlerinin birçok konuda yanlı ve güdümlü eğilimleri, kamusal sorumluluğu bulunan ve bir anlamda “kamu vicdanının” ve “hakkın” savunucusu olan, tarafsız, bağımsız, uzman kurumların ve bunların faaliyetlerinin önemini giderek attırmıştır. Halkla devlet arasında bir iletişim ve güven köprüsü oluşturabilmek için bireysel başvuru ve ombudsmanlık kurumlarının kurulması ve geliştirilmesi “demokratik meşruiyet” ve “hukuk devleti” açısından bir zaruret olarak görülmüştür. Bireysel başvuru ve ombudsmanlık, bürokrasi ve hayatın her alanında giderek artan etki gücü ile bir leviathana dönüşüm kabiliyeti gösteren modern devlete karşı bireyi korumak için gerekli olan kuruluşlardır. İdarenin değişim ve gelişime hızlı cevap verememesi; kendi içerisinde yaptığı denetimde nesnel ve tarafsız olamaması gibi nedenler yeni kurumlara ihtiyaç göstermektedir. Toplam kalite yönetimi açısından devletle vatandaş arasında bir hakeme ihtiyaç vardır. Özellikle Türkiye gibi her şeyi sineye çekmeye alışık insanların çok olduğu ülkelerde bireysel başvuruya ve ombudsmanlığa ihtiyaç vardır. Devletin âli yararları, hikmet-i hükümet ve devlet baba kavramlarının olduğu ülkemizde devlet birimleri belki ilk zamanlar bireysel başvuruya ve ombudsmanlığa direnecektir ama sonuçta onlar da toplam kaliteyi yakalamak isteyeceklerdir. Özellikle Batı dünyasından gelen ve Doğu’nun şiddet, korku, militarizm gibi değerlerle anılmasına karşın (Huntington, 2003: 14, 185), Türkiye, ne kadar barışçı ve insan haklarına değer verdiğini göstermek zorundadır. Türkiye, insan hakları konusunda bölgesel ve küresel çapta bir marka olmalıdır. Halktan kopuk, oyalayıcı, bir ofisten diğerine evrakların gelip-gittiği ama çözüm yolu bulunmayan yönetim anlayışı terk edilmelidir. İdari işlemle ilgili belge ve bilginin ombudsman ve Anayasa Mahkemesi tarafından denetim zorunluluğu yönetime “aleyhteki kararlarını da gerekçeli olarak hazırlama yükümlülüğü” ge­ti­recektir. Türkiye denetim yetersizliğine, bu tür kurumlarla “dur” diyebilir. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 33 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU Kuşkusuz ki kamu denetçisinin kişiliği son derece önemlidir, o, her açıdan yüksek standartlara sahip olmalıdır. Çünkü gerek ilgileneceği vakaların miktarı ve içeriği nedeniyle kaldırması gereken ağır iş yükü, gerekse maruz kalacağı politik ve diğer baskılar nedeniyle, hem hukuka son derece hâkim, kişilik bakımından olgun, her koşul altında tarafsızlığını muhafaza eden, dürüst, görevine bağlı bir insan olmalıdır (Le Roux, 2009: 125). Devletin bireyleri denetlemesi Devlet kuşkusuz ki sadece kendisini denetlemez, bireyleri de denetler. Kuşkusuz ki, özgürlük asıl, sınırlama istisnadır anma her özgürlüğün de bir sınırı vardır. Şayet özgürlükler sınırlanmazsa, gezegenimiz, balıkların dünyası gibi olur; güçlü zayıfı, büyük küçüğü yer. Bu nedenle, özgürlüğü kısıtlamayan Anayasa yoktur. Günümüzde mutlak özgürlük ile anarşi aynı anlama geliyor. Özgürlüğün varlığı bir bakıma, onun sınırıyla belli olur. Nasıl duvarsız bir oda olmazsa, sınırsız bir özgürlük de olmaz. Her özgürlük mutlaka bir sınırlamayı gerektirir. Kamu düzeni ile kişi özgürlüğü zıt kavramlardır ama ikisinin de korunması gerekmektedir. Hak ve özgürlüklerin kazanılmasında iki yöntemden söz edilir: Birincisi önleyici sistem (polis rejimi) yani önceden izin alınmadan özgürlüklerin kullanılamaması rejimidir. İkincisi düzeltici (giderici) sistemdir (hukuk rejimi); otoriteden izin alınmasına gerek olmayan sistemdir ki Türkiye bu ikinci sistemi kabul etmiştir. 1982 tarihli Anayasamıza göre, sınırlamanın sınırları vardır. Sınırlama, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak” yapılmalıdır, Temel hak ve hürriyetler ancak “kanunla sınırlanabilir”, sınırlamalar, “demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz”, “öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz” (madde 13). “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde” bile, “kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” (md. 15). Temel hak ve hürriyetler, kötüye kullanılamaz; ibadet, dini ayin ve törenler, Anayasaya aykırı olamaz (md. 14). Bilindiği gibi olağanüstü hal ve sıkıyönetim durumlarında, sınırlamanın boyutları genişler. Ama kuşkusuz ki, sınırlamanın amacı da özgürlüğü sağlamak olmalıdır. Aslında hukuk hâkimiyeti yoksa özgürlük de yoktur. Demokratik toplum düzeninin gerekleri özgürlük ve eşitliktir (Turhan, 1991: 422–423); çok partili demokrasilerde bu ilkeye aykırı olunamaz. Aslında 20 inci yüzyılda ideoloji egemenliği daha fazla iken, 21 inci yüzyılda diyalog anlayışının egemen olacağı sanılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, özgürlük ve eşitlik konusundaki istikrarsız içtihatlarında, demokratik toplum düzeninin 34 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 gereklerini, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamaması ile açıklamaktadır.[9] Amaç- sınırlama orantısına “oranlılık ilkesi” denilir. İnsan hakları, ancak kamu yararı kriteri ile ve usulüne uygun olarak sınırlanabilir (Fendoğlu, 2000, “Norm Sorunu”: 363–384). İnsan hakları mekanizmaları ve kamu denetçiliğine ilişkin bu genel değerlendirmelerden sonra, bireysel başvuru üzerinde durmak istiyoruz. Daha sonra bu iki kurumu karşılaştıracağız. II. ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU: Bireysel başvuru, devletin insan hakları ihlallerini incelemek ve ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mahkûmiyetini minimize etmek nedenleriyle kabul edilmiştir. Aslında Anayasanın temel amacı, devleti sınırlamak, temel hak ve özgürlükleri korumaktır. Temel hak ve özgürlükler, Devletin ve Anayasa Mahkemesi’nin doğrudan koruması altındadır. Anayasa yargısının ve bireysel başvurunun amacı, anayasa düzenini yani temel hak ve özgürlükleri teminat altına almaktır. Anayasa şikâyeti, diğer Anayasa’ya uygunluk denetimi usulleriyle karşılaştırıldığında, halkın Anayasa’daki değerleri benimsemesine daha çok katkı yaptığı söylenebilir (Mellinghof, 2009: 44). Günümüzde, temel hakların korunması amacıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, hukuk devleti ilkesinin daha mükemmel bir biçimde gerçekleştirilmesine ve bunun en önemli unsurlarından biri olan devlet organlarının yaptığı temel hak ihlallerine karşı bireyin korunmasına yardımcı olmaktadır (Karakamisheva, 2011: 5). Anayasa şikâyeti ile kamu gücünün bir temel hakkı ihlal ettiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru anlaşılmaktadır. Bunun amacı, hak ve özgürlüklerin korunmasını olağan kanun yollarının gerçekleştiremediği durumlarda bunu sağlamaktır. Anayasa şikâyeti, başka yollarla giderilemeyen temel hak ihlallerini ortadan kaldırmaya yönelik istisnai ve ikincil nitelikte bir başvuru yoludur. Anayasa şikâyeti ne mevcut kanun yollarının devamı, ne de hukuk düzeni içinde görülen uygulama hatalarının düzeltilebileceği olağanüstü kanun yolu değildir. Bu yol, sadece bir temel hak ihlalinin denetlenebileceği istisnai bir hukuk yolu, olağanüstü bir hukuki çözümdür. Anayasa şikâyetinin üç işlevi vardır. Birinci işlevi, kişilerin sübjektif haklarını korumasıdır. İkincisi kararları aracılığıyla kimi anayasal sorunlara açıklık getirmesi, anayasa düzeninin korunmasına, yorumlanmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunması, objektif Anayasa hukukunun korunmasına hizmet etmesidir. [9] Anayasa Mahkemesi kararı, E. 1989/1, K. 1989/12, KT: 7 Mart 1989; Resmi Gazete, Sayı 20216, 5 Temmuz 1989. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 35 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU Üçüncü işlevi ise yurttaşları, Anayasa hukukunun etkili biçimde uygulanması yönünde harekete geçirmesidir (Mellinghof, 2009: 33). Almanya’daki Verfassungsbeschwerde ve İspanya’daki recurso de amparó usulleri Anayasa şikâyetinin en ünlü örnekleridir. Rusya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Makedonya, Hırvatistan, Portekiz, Macaristan ve diğerleri Anayasa şikâyeti için çeşitli usuller benimsemişlerdir (Paczolay, 2009: 314). Günümüzde kırktan fazla ülkede bireysel başvuru kabul edilmiştir. Alman hukuk ailesine tabi olan Almanya, Avusturya, İsviçre; Belçika; İspanya hukuk ailesine tabi olduğu kabul edilebilen Meksika (1857’de kabul etti), İspanya, Arjantin, Brezilya, Kolombiya ve diğer Latin Amerika; Rusya, Macaristan, Hırvatistan, Polonya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti gibi doğu Avrupa ülkeleri ve Güney Kore bireysel başvuruyu uygulamaktadır. Anglo-Amerikan hukukunda bireysel başvuru kurumu yoksa da, “writ of certiorari, writ of mandamus veya writ of prohibition” isimli kurum, bireysel başvuru kurumuna benzemektedir (wikipedia.org, 2012). Bireysel başvuru, kamu gücünün işlem, eylem veya ihmali nedeniyle temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen bireylerin iç hukuk yollarını tükettikten sonra[10] başvurdukları istisnai, olağanüstü ve ikinci nitelikte (tali) bir hak arama yoludur. İnsan hakları ihlallerinin önlenmesi öncelikle idare ve yargı mercilerine ait olduğu için bireysel başvuru, ikincildir; bu yol, istinaf veya temyiz yolu da değildir. Türkiye’nin taraf olmadığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokolleri ile ilgili konularda bireysel başvuru 6216 sayılı yasanın kapsamı dışındadır. Kişi, kanun yollarını kullanamamış ise, örneğin dosyasını temyiz etmediği için karar kesinleşmiş ise, bireysel başvuru yolunu kullanamaz, çünkü bireysel başvuru ikincil nitelik taşır. İhlale neden olduğu için dava konusu yapılan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması şarttır. Bir ihmalin bireysel başvuruya konu olabilmesi için, iki koşulun birlikte gerçekleşmiş olması gerekir; birincisi, kamunun işlemde bulunma zorunluluğu olmalı; ikincisi, kişinin anayasal hakkı ihlal edilmiş olmalıdır. Şayet bireyin anayasal olan bir hakkı ihlal edilmişse, bireysel başvuru mümkündür. Anayasal hak ihlal edilmemişse, kamunun işlemde bulunma zorunluluğu olsa da, bireysel başvuru mümkün değildir. [10] 1982 Anayasası, 148/3: (Ek fıkra: 12.9.2010–5982/18 md.) metnine uygun olarak kaleme alınan 6216 sayılı yasanın 45 inci maddesinin birinci fıkrasına göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.” Kanun, haklı olarak ek-protokolleri de bireysel başvuru kapsamına almıştır (Vurgular tarafımca yapılmıştır). 36 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Avrupa Konseyi ve Venedik Komisyonu, bireysel başvuruyu salık vermiş, etkili iç hukuk yolları ile dosya sayısının azaltılmasını üyelere önermiştir. 19 Şubat 2010 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kabul ettiği Interlaken Deklarasyonu ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini uygulayacak mekanizmaları en kısa sürede kurma sözünü vermiştir (coe.int, 2012). Venedik Komisyonu da bireysel başvurunun tanınması gerektiğini vurgulamıştır. Venedik Komisyonu, ayrıca 6216 sayılı yasanın Avrupa Standartlarına uygun olduğunu belirtmiştir (venice.coe.int, 2012; Sağlam-Ekinci, 2012:11). Bireysel başvuru konusunda Dünyadaki en başarılı uygulama Almanya’da görülmektedir.[11] Almanya 1951 tarihinde kanunla, 1969 tarihinde ise 1949 tarihli Bonn Anayasasında değişiklik yaparak anayasa şikâyeti kurumunu kabul etmiştir. Almanya uygulaması hakkında şunlar söylenebilir; vatandaş olmayanlar bireysel başvuruya sınırlı olarak başvurabilir. Kişinin dava ehliyeti olmalıdır; süre 1 aydır; tüm yargı yolları tüketilmiş olacak, ilk incelemeyi 3 üyeden oluşan daire yapacaktır. Şayet dava red edilirse, buna karşı itiraz kabil değildir, karar kesindir. Alman Federal Anayasa Mahkemesi’ne yapılan Anayasa şikayeti başvurusu sayısı yılda ortalama olarak 6000’in üzerindedir (Mellinghof, 2009:32). Federal Anayasa Mahkemesi’ne 1951’den bugüne kadar 170 bin şikâyet gelmiştir ki bu, Alman Anayasa Mahkemesine gelen tüm dosyaların % 96’sıdır. Almanya’da bireysel başvuru konuları önemli toplumsal sorunlardır. Almanya’da bireysel başvuru yapılan kürtaj, vicdani red, ortam dinleme, kamu okullarında türban, üniversiteye giriş sistemi, sigara yasağı, nükleer enerji gibi konularda Anayasa Mahkemesi karar vermektedir (Mellinghof, 2009:32). 11 Eylül 2001 tarihinde ikiz kule saldırısı gibi bir saldırı Almanya’da olabilirse “Alman Hava Kuvvetleri, bu uçağı vurabilir mi” şeklindeki bireysel başvuru davasına, Alman Anayasa Mahkemesi, “hayır” kararını vermiştir (Uzun, 2012: 9). Bireysel başvuru, 12 Eylül 2010 tarihli halk oylaması sonucunda mevzuatımıza girmiştir. 1982 Anayasasının 148 inci maddesinin gerekçesinde, kanunun amacının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bulunan Türkiye’ye ait ihlal dosyalarının azalması olduğu belirtilmiştir. Bireysel başvurunun olmadığı İngiltere’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, Almanya’ya göre, daha çok dosyasının olduğu görülmektedir. Bireysel başvurunun olduğu Almanya, İngiltere’ye nisbeten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, daha az mahkûm olmaktadır. Türkiye’de bireysel başvuru hakkı 24 Eylül 2012 günü fiilen başlamıştır. Konu, Türkiye’de 2004 den beri tartışılmakta olup, Yargıtay ve Danıştay [11] Federal Alman Anayasa Hukuku için bkz. http://staatsrecht.honikel.de/en/(27.9.2012). Anayasal şikâyet için bk. http://www.godlikeproductions.com/forum1/message1977898/ pg1; Rudolf Mellinghof, Federal Almanya Cumhuriyeti’nde Anayasa Şikayeti, Anayasa Yargısı 26 (2009), ss. 32-44, http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/ RudolfMellinghof.pdf (19. 10. 2012) 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 37 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU gibi Yüksek Mahkemeler, yetkilerine müdahale edildiğini belirtmektedirler. Anayasa yargısı, “kanunların Anayasaya uygunluğunun denetiminden” “kanunların uygulanmasının denetimine” doğru bir eğilim içerisindedir. Anayasa yargısı yasamanın denetlenmesiyle yetinmeyip yargının da denetlenmesine yönelmektedir (Paczolay, 2009: 314). Bununla birlikte bireysel başvuru, sadece insan hakları konularında bir çalışma olup, bir üstünlük değil iş bölümü sayılmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yerine bir açıdan Anayasa Mahkemesi’nin geçmesi ile Anayasa Mahkemesi’nin üst duruma gelmeyeceği, nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bir üst mahkeme olmadığı bellidir. Ayrıca “yaşayan kanun” kavramı Anayasa Mahkemesi’ne normların genel mahkemelerce doğru yorumlanıp yorumlanmadığını denetleme yetkisi vermez. Aksi halde bu denetim, Anayasa Mahkemesi’ni Süper Yargıtay haline getirir. Kanunların nasıl anlaşılması gerektiği konusunda içtihat oluşturmak, Anayasa Mahkemesi’nin görevi değildir. Anayasa Mahkemesi, yasalara, genel mahkemelerin verdiği anlamı kabul etmek durumundadır. Ancak bir kanunun genel mahkemelerin kabul ettiği anlamıyla Anayasaya uygun olup olmadığına karar verme yetkisi Anayasa Mahkemesi’ne aittir (Paczolay, 2009: 319). Esasen Anayasanın 2 inci ve 5 inci maddeleri ise bu konuda Devlete görev yüklemektedir. Anayasa Mahkemesi, ilk derece mahkemelerinin yorumda hata yapıp yapmadıkları ile ilgilenmez; temyiz incelemesi yapmaz, sadece insan hakları incelemesi yapar. Usul sorunları ile ilgilenmez, çünkü bireysel başvuru yolu, istinaf veya temyiz yolu değildir. Anayasa Mahkemesi, olaya sadece anayasa hukuku açısından bakar. Bireysel başvuru hakkı 1961 Anayasasının hazırlık aşamasında tartışılmış ama her nedense kabul edilmemiş, 1982 Anayasasının hazırlık aşamasında ise bu konu tartışılmamıştır. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) 2000 tarihli anayasa önerisinde bireysel başvuru hakkı (TOBB Anayasa önerisi, 2000, md. 152/a) önerilmiştir. Türkiye Barolar Birliği’nin 2001 tarihli Anayasa Önerisi ise, bu konuda TOBB önerisinin aynısıdır (TBB Anayasa Önerisi, md. 165). Türkiye’de Bireysel başvurunun koşulları Bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi’nin internet sitesindeki formu doldurularak veya ayrı bir dilekçe ile verilebilir. Dilekçe tam ve okunaklı olarak doldurulur ve imzalanır. Türkiye’de daha ileri bir tarihte e-maillerin güvenilir olması, elektronik imza imkânı bulunması durumunda bu tür başvurular da dikkate alınabilir ama şu an bu durum mevzuatımıza uygun değildir. Bu nedenle mektup, telgraf veya e-mail ile başvuru yapılamaz. Şayet dava vekille temsil olunacaksa, bu durumda dilekçeyi avukat imzalamalıdır. Başvuru formu toplamda ekleri hariç 10 sayfayı geçemeyecektir. Başvuru formu www.anayasa. gov.tr adresinden temin edilmektedir. Başvuru dilekçesinde kimlik ve adres 38 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 bilgileri, ihlal edilen hak, dayanılan anayasa hükümleri, tüketilen iç hukuk yolları, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih, uğranılan zarar varsa miktarı, deliller, işlem veya kararın aslı veya örneği, başvuru harcı makbuzu eklenmelidir. Ödeme gücü olmayan kişi mahkemeden adli yardım talebinde bulunabilir. Bu durumda kişi, elindeki yoksulluk belgelerini Anayasa Mahkemesi’ne ibraz etmelidir. Bireysel başvurunun yapılması, başvuru konusu olan işlemin icrasını durdurmaz. Bireysel başvuruyu uygulayacak olan Türk Anayasa Mahkemesi, Genel Kurul, iki Bölüm ve altı adet komisyondan oluşmakta, toplam 17 üyesi bulunmaktadır. Toplantı yeter sayısı, başkan artı on iki üyedir. Karar yeter sayısı, kural olarak salt çoğunluktur. Bölümler, başkan vekili artı yedi üyeden oluşmaktadır. Bölümlerde toplantı yeter sayısı, başkan vekili artı dört üye olup, karar yeter sayısı salt çoğunluktan oluşmaktadır. Komisyonlar ise iki üyeden oluşmakta olup, toplantı ve karar yeter sayısı aynıdır: İki üye yani oy birliği. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun bireysel başvuru konusunda görevi yoktur. Genel Kurulun bireysel başvurudaki tek yetkisi Bölümler arasında içtihat farkı oluşursa, bunu karara bağlamaktır. Şayet komisyonlar arasında içtihat farklılıkları doğarsa, bağlı oldukları bölümler; bölümler arasındaki içtihat farklılıkları olursa, bunu Genel Kurul karara bağlar. Raportörler, Komisyon ve Bölümlerde karar taslağı hazırlar ve toplantılara, görüşmelere katılırlar; gerekli tebligatları, yazışmaları yaparlar, takip ederler; gerektiğinde tanık veya uzman dinleme gibi yetkiler verilebilir (Sağlam-Ekinci, 2012: 16). Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Hiçbir organ, Anayasa Mahkemesi kararına karşı direnemez. Buna aykırı hareket edilmesi halinde bir hak kaybına neden olacağı için birey, yeniden Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir. Hiçbir yargı kuruluşuna haklı gerekçelerle dava açmamış kişiler Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapabilmelidir. Örneğin, faili meçhul davalarında, haklı gerekçelerle dava açamamış kişiler bireysel başvuruda bulunabilmelidir. Bireysel başvurunun yöntemi Bireysel başvuru formları, 6216 sayılı Kanuna uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla “resmi dilde” doldurulacaktır; başvuru sahiplerine kısa mesajla bilgilendirme yapılacaktır. Anayasa Mahkemesi’nde bu işlemleri takip etmek üzere “Bireysel Başvuru Bürosu” kurulmuştur. Anayasanın yargı dışı bıraktığı Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler; Yüksek Askeri Şura’nın ilişik kesme kararı dışındaki kararları; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ihraç dışındaki kararları ve Yüksek Seçim Kurulu 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 39 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU Kararı kararları aleyhine başvuru yapılamaz. Keza, TBMM tarafından yapılan yasama işlemleri (kanun, içtüzük) ile düzenleyici idari işlemler (tüzük, yönetmelik gibi) aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları bireysel başvurunun konusu olamaz. Ama kişiye karşı bir ihlalden söz edilirse, bireysel başvuru mümkündür. Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına göre de, yurttaşlara yükümlülük getiren bir işleme dayanak teşkil eden kanunun Anayasa’ya aykırı olması halinde, söz konusu kanun hükmünün davaya konu edilen temel hakkı ihlal ettiği ya da genel olarak eylem özgürlüğünü ihlal ettiği kabul edilmektedir (Mellinghof, 2009: 38). Açıkça dayanaktan yoksun olan bir iddianın dava konusu yapılamayacağı açıktır. İnsan haklarını koruma görevi, asıl olarak genel mahkemelerde olduğu için, başvuru, anayasal açıdan önem taşımalıdır. Almanya ve İspanya gibi ülkeler, bunu kriter olarak kabul etmişlerdir. Bu kriter, anayasa mahkemelerinin iş yükü altında boğulmaması için getirilmiştir. Başvuru, güncel ve kişisel bir hakkın doğrudan etkilenmiş olması nedeniyle yapılmalıdır. Başvurucu önemli bir zarara uğramamışsa veya başvuru insan hakları açısından önem taşımıyorsa başvurular incelenmez. Yabancılar, Türk vatandaşlarına özgü olan konularda bireysel başvuruda bulunamaz (ör. İşkence, kötü muamele gibi konularda başvuruda bulunabilirler). Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir. Başvuru, 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem, eylem ve kararlar aleyhine yapılabilir. Bireysel başvuru, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmalıdır. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen kanıtlarla birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder Başvuru yapanın mazereti varsa (mücbir neden, ağır hastalık gibi) belgesini dilekçeye eklemesi gerekir. Belgeler, başvuranın elinde olmayıp da, herhangi bir devlet kurumunda ise, mahkemeden bunun celbi talep edilir. Mahkeme bu tür bir belgeyi resen de getirtilebilir. Başvuru belgelerinde değişiklik olursa, başvuru sahibi, bu durum en kısa zamanda Mahkemeye bildirmelidir. Başvuru sahibi kimliğini gizleyemez ama bilgilerinin kamu ile paylaşılmamasını Anayasa Mahkemesi’nden isteyebilir. Başvuru dosyasında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme eksikliğin giderilmesi için başvurucuya onbeş günü geçmemek üzere süre verilir. Geçerli mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verilir. 40 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Kabul edilebilirlik incelemesi İlk inceleme, evrak üzerinden esasa girilmeden yapılır. Şayet kabul edilemezlik kararı verilirse, bu karar kesindir ve ilgililere tebliğ edilir. Bu araştırma esnasında sadece başvuru koşulları incelenir, esasa girilmez. Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlar tarafından yapılır. Kabul edilebilirlik koşullarını taşımadığına oy birliği ile karar verilen dosyalar hakkında, kabul edilemezlik kararı verilir. Oy birliği sağlanamayan dosyalar ise bölümlere gönderilir. İlk inceleme yani kabul edilebilirlik incelemesi ikişer üyeden oluşan altı ayrı Komisyon tarafından gerçekleştirilir. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması, yorumlanması, temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan, başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ve açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. Bu aşamada sadece başvuru evraklarının eksik olup-olmadığı ve dayanağının varlığı konuları incelenir. Şayet başvuru formunda eksikler varsa ve bunlar süresinde tamamlanmamışsa başvurunun reddine karar verilir. Buna başvurunun “idari yönden reddi” denir. İdari yönden red kararına karşı tebliğden sonra 7 gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne itiraz edilebilir. İtiraz, komisyonda kesin olarak karara bağlanır. İlk inceleme için dosya, komisyonlara ve daha sonra bölümlere otomatik olarak dağıtılır. İnceleme kayıt sırasına göre yapılır, acil-önemli konular varsa (yaşam hakkı gibi) dosyalar öne alınabilir. Anayasa Mahkemesi, tanık ve bilirkişi dinleyebilir; keşif ve duruşma yapabilir. Anayasa Mahkemesi’ne ulaşan bilgi-belgeler 15 günde görüşlerini sunması için başvurucu ile paylaşılır. Kanunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzeri “dostane çözüm” düzenlenmemiştir. Bununla birlikte şayet, dostane çözüm olursa, davanın düşmesine karar verilecektir. Feragat halinde düşme kararı verilebileceği gibi, insan hakları açısından devam kararı da verilebilir. Bölümlerin esas hakkında verdiği gerekçeli kararlar ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır. Komisyon kararlarından ilkesel önemi olanlar ile bölüm kararlarının tümü Anayasa Mahkemesi’nin internet sitesinde yayımlanır; bölümlerin ilkesel kararları ise Resmi Gazete’de yayımlanır. Komisyonlar ve bölümlerin verdiği kararlar kesindir. İdari yönden red kararlarına karşı 7 gün içerisinde itiraz edilir. Bireysel başvuru konusu olabilecek bazı haklar şunlardır; yaşam hakkı; işkence ve kötü muamele yasağı; kölelik ve zorla çalıştırma yasağı; kişi özgürlüğü ve güvenliği; adil yargılanma hakkı; suç ve cezaların kanuniliği; özel yaşama ve aile yaşamına saygı, haberleşme özgürlüğüne saygı; düşünce, ifade, din-vicdan 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 41 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU özgürlüğü; örgütlenme ve toplantı özgürlüğü; evlenme, aile kurma hakkı; etkili başvuru hakkı; ayrımcılık yasağı; mülkiyet hakkı; eğitim ve öğrenim hakkı; serbest seçim hakkı (Göztepe, 2011: 35). Yargı’nın her tür eylem, işlem ve ihmali dava konusu yapılabilir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenen kişi veya kişiler tarafından yapılabilir. Esas hakkındaki inceleme Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır. Başkan iş yükünün bölümler arasında dengeli bir şekilde dağıtılması için gerekli önlemleri alır. İlk incelemenin sonucu olumlu olursa, iki ayrı Bölüm, Başkanvekilleri başkanlığındaki en az 4 üye ile (toplam 5 kişi) toplanırlar. Bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilince, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğünde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir. Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapabileceği gibi, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilir. Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine ilişkin olarak her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir. Bölümler, esas inceleme yaparken, başvuranın temel haklarının korunması için zaruri gördükleri tedbirlere resen veya talep üzere karar verebilir. Tedbir kararı verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi şarttır. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden hükümsüz olur. Mahkeme, ancak çok istisnai durumlarda tedbir kararı verebilmelidir; yaşam hakkı gibi. Tedbir istenen bir dosyada komisyonlar ilk incelemeyi derhal yapar ve dosyayı tedbir kararı için ilgili bölüme gönderirler. Tedbir kararı olan dosyada esas hakkındaki karar 6 içinde verilmezse, verilmiş olan tedbir kararı kalkar. Bazı hallerde bölümler 1. ve 2. incelemeyi birlikte yapabilirler. Esas incelemesi sonunda, başvuranın hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler belirtilir. Ancak Anayasa Mahkemesi kararı ile yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. İhlal olduğuna veya olmadığına bölümler karar verecektir. Bölümlerin, mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir anayasal temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlı olacaktır. Bölümlerde kanun yolunda gözetilmesi gereken konularda inceleme yapılamaz. Şayet, ihlal olduğu tespit edilirse, ihlalin ortadan kaldırılmasına karar verilir. Tespit edilen ihlal, bir 42 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 mahkeme kararından kaynaklanıyorsa, yeni bir yargılamaya gerek olup-olmadığı veya tazminatın gerekli olup-olmadığı kararda tartışılır. Yeniden yargılamada yarar yoksa ya tazminata hükmedilir veya genel mahkemede bir dava açması başvuru yapana önerilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. Bireysel başvuruların incelenmesinde, Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanacaktır. Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca iki bin Türk Lirasından fazla olmamak üzere kesin olarak disiplin para cezasına hükmedilebilir. Bireysel başvuruda bulunmak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyu engellemez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bireysel başvuruyu tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak kabul edecek ve bu aşamadan sonra dosyayı kabul edecektir. Zaman içerisinde ortaya yeni sorunlar çıktığında konu mevzuat ve Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarıyla çözülebilecektir. III. KAMU DENETÇİLİĞİ İLE BİREYSEL BAŞVURU ARASINDA KARŞILAŞTIRMA Burada incelenen kamu denetçiliği ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru kurumları arasında benzerlikler ve farklar olduğu görülmektedir. Benzerlikler Bu iki kurum arasında benzer yönler vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir; Her iki kurum da, Anayasa değişikliğinin sunulduğu 12. 09. 2010 tarihindeki halk oylamasıyla kabul edilmişlerdir. Anayasanın 74. maddesinin değişmesiyle Kamu Denetçiliği Kurumu, 148 inci maddesinin değişmesiyle de bireysel başvuru yolu kabul edilmiştir. Her iki kurum da tamamıyla bağımsızdır. Kendi iç çalışmalarını (yönetmeliklerini) kendileri düzenlerler. Ancak Anayasa Mahkemesinin İçtüzüğü varken, kamu denetçiliği için böyle bir içtüzük unvanlı mevzuat düzenlenmemiştir. Her iki kuruma da talimat verilemez, ima, telkin ve tavsiyede bulunulamaz. Keza her iki kurum da anayasal kurumlardır. Kamu Denetçiliği kökende bir İslam-Osmanlı (Türk) Kurumudur. Divan-ı Hümayuna her isteyenin talepte bulunabildiği düşünüldüğünde, bireysel başvurunun izdüşümüne de tarihsel kökenlerimizde rastlandığı açıkça belirtilebilir. Her iki kurum da, insan haklarını gerçekleştirme mekanizmaları olarak çalışmakta, Anayasanın 2 inci ve 5 inci maddeleriyle devlete verilen görevleri yerine getirmek üzere ve Devlet aygıtını birey lehine sınırlamak amacıyla kurulmuşlardır. Yine 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 43 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU her iki kurum da Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler ile imzaladığı kararlar ile yasama yetkisinin kullanılmasına ilişkin Parlamento tasarrufları konusunda yetkisizdirler. Her iki kurum da yerindelik kararı veremez, Anayasa Mahkemesi kararı ile dahi yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Her iki kuruma da başvurunun yapılması, yürümekte olan işlemi durdurmaz, idare ve mahkemeler, yapılan bireysel başvuru veya kamu denetçisine başvuruya rağmen, yürüttükleri işleme aynen devam ederler. Her iki kuruma başvuranların da talebi üzerine başvurular gizli tutulur. Her iki kuruma yapılan de başvuru dilekçeleri resmi dilde yazılır. Her ikisi de gerekli gördüklerinde ilgililerden bilgi ve belge isteyebilirler, tanık dinleyebilirler, keşif yapabilirler ve dosya üzerinde bilirkişi incelemesi isteyebilirler. Farklar Bu iki kurum arasında benzerlikler olduğu gibi bazı farklar da vardır; Kamu denetçiliğinde Dünyadaki en başarılı uygulamalar İskandinav ülkelerinde görülürken, bireysel başvuruda Almanya daha başarılıdır. Bireysel başvuru 40’dan fazla ülkede varken, kamu denetçiliği dünyanın yarıdan fazla ülkesinde uygulanmaktadır. Kamu denetçiliği kurumu, çok daha fazla ülkede daha yaygın olarak bulunmaktadır. Anglo Sakson ülkelerinden İngiltere’de, yazılı anayasa metni ve Anayasa Mahkemesi bulunmadığından bireysel başvuru yolu da yoktur. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise bireysel başvuru yerine geçebilecek benzer kurumlar vardır. Kamu denetçiliğinde başvuru dilekçesi, valilik ve kaymakamlıklara verilebilir ama bireysel başvuru dilekçesi, mülki amirliklere değil, yurt içinde mahkemelere verilebilir. Yurt dışında ise dilekçe, her iki kurum için de yurt dışı temsilciliklerine verilebilir. Kamu denetçiliğinde, yabancıların başvuru hakkını kullanabilmeleri, karşılıklılık esasına bağlıdır, bireysel başvuruda ise Türk vatandaşlarına münhasır olmayan haklar konusunda yabancılar koşulsuz olarak başvuruda bulunabilir. Bireysel başvuru, bireyin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi öncesinde ama tüm yargı yollarını tükettikten sonra başvurduğu etkin bir hukuk yoludur. Kamu denetçiliği, idari başvuru yolları tüketildikten sonra başvurulan bir yol ise de, telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ihtimali varsa, idari başvuru yolları tüketilmese dahi başvurular kabul edilebilir. Kamu denetçiliği kurumunun uygulayacağı herhangi bir müeyyidesi yoktur ama Anayasa Mahkemesinin tedbir kararı, tazminata mahkûm etme, yeniden yargılama yapmak üzere dosyayı ilgili mahkemeye gönderme gibi yaptırımları vardır. Keza kamu denetçiliğinde kötü niyetli bireysel başvurular cezalandırılmazken, bireysel başvuruda kötü niyetli başvurular yargılama giderlerinin 44 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 dışında, ayrıca iki bin Türk Lirasından fazla olmamak üzere kesin olarak disiplin para cezası ile cezalandırılabilir. Kamu denetçisi Parlamentoya geleneksel olarak “yıllık rapor” ve gerekli zamanlarda da raporlar verir, kendi görev alanıyla ilgili olarak parlamentoyu haberdar eder. Anayasa Mahkemesi’nin ise böyle bir görevi yoktur. Kamu Denetçiliği’nin yıllık raporu ve diğer raporları Parlamentoda tartışılır ama Anayasa Mahkemesinin kararları TBMM’de müzakere edilmez, kesindir. Her iki kurum yetkililerini seçen makam da farklıdır; Anayasa Mahkemesinin üyeleri farklı kurumlardan gelen adaylar içerisinden TBMM veya Cumhurbaşkanınca seçilirler. Kamu denetçileri ise TBMM tarafından seçilmektedir. Baş Kamu Denetçisi TBMM Genel Kurulu, Kamu Denetçileri TBMM Ortak Komisyonları tarafından seçilirken; Anayasa Mahkemesi Başkan ve Başkan Vekilleri kendi üyeleri tarafından seçilmektedirler. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yargılaması esnasında Adalet Bakanlığını davaların gelişmesi konusunda sürekli bilgilendirir ama kamu denetçiliğinde böyle bir durum sözkonusu değildir. Her iki kurumda dosyaların incelenmesi yöntemi de farklıdır. Bireysel başvuru halinde, Anayasa Mahkemesinde ilk inceleme 2’şer üyeli 6 adet Komisyon tarafından, son inceleme ise 5 er kişilik iki adet bölüm tarafından yapılır. Kamu Denetçiliğinde durum daha farklıdır; kurum, 5 ayrı kamu denetçisinin farklı konulardaki çalışmasıyla yürümektedir; “Çocuk” konusundaki kamu denetçisi sadece bu konuda, “kadın” kamu denetçisi ise sadece kadın konusundaki ihlalleri inceler. Ayrıca beş adet kamu denetçisi ile bir baş kamu denetçisi bir araya gelerek bir kurul teşkil ederler. Kamu denetçiliğinin idari özelliği öne çıkarken, bireysel başvurunun yargısal özelliği vardır. Kamu denetçiliği kurumu daha sivil bir görünüme sahip, uğraşı alanı çok daha fazla, insan haklarının hemen tüm alanında çalışabilirken, bireysel başvurunun neticede bir yargı faaliyeti olduğu, yargısal statü içerisinde kalabildiği unutulmamalıdır. Bireysel başvuru yargılamasında, duruşma da yapabilir ama kamu denetçiliği yargı makamı olmadığı için duruşma yapması sözkonusu olamaz. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruyu esas olarak sadece anayasa hukuku ve insan hakları mevzuatı açısından inceler; kamu denetçiliği ise konuyu daha geniş bir mevzuat açısından inceleyebilir. Bireysel Başvuru ancak 23.09.2012 sonrasında kesinleşen dosyalar için mümkün iken kamu denetçiliği için böyle bir zaman sınırı yoktur. Başvuru alanı itibariyle, kamu denetçiliğine daha geniş bir alanda başvuru mümkün iken, bireysel başvuruya çok daha dar bir çerçevede başvuru yapılması mümkündür. Kamu denetçiliği sırf askeri nitelikteki faaliyetler ile yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin kararlar konusunda yetkisiz iken, bireysel başvuru için böyle bir sınırlama yoktur. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 45 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru için dava dosyasının kesinleşmesinden sonraki otuz gün içerisinde başvuruda bulunmak gerekir. Kamu denetçiliğine ise, idarî işlemlerde tebliğ tarihinden, idarî eylem, tutum ve davranışlarda öğrenme tarihinden itibaren doksan gün içinde başvurulabilir. Kamu denetçiliği, inceleme ve araştırmasını başvuru tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırırken, bireysel başvuruda böyle bir kısıtlayıcı süre yoktur. Keza bireysel başvuruda başvuru harcı zorunlu iken kamu denetçiliği niteliği gereği tamamen masrafsızdır. SONUÇ Ç ağdaş ülkelerin çok zaman önce kabul ettiği bu kurumların bize hiç yabancı olmadıkları, kültür dünyamızda izdüşümleri olduğu, geç de olsa mevzuatımıza girdiği görülmektedir. Demokrasinin tüm kural ve kurumlarıyla yerleşebilmesi, hukuk devleti ilkesinin uygulanmasıyla mümkündür. Kamu denetçiliği ile bireysel başvuru kurumları, insanların biri birine değil kurallara uyması için gereken kurumlardır. Türkiye bu iki kurumu kabul etmekle önemli bir engeli aşmışsa da bu konudaki zihinsel dönüşüm, bu kurumların kabulü kadar önemlidir. Kamu denetçiliği ile bireysel başvurunun farklı ama biri birini tamamlayan kurumlar oldukları rahatlıkla söylenebilir. Ele aldığımız bu iki kurumun, Devletin sınırlandırılmasında, bireylerin sübjektif haklarının korunmasında, yurttaşların anayasanın etkili uygulamasına iştirak etmesinde, anayasal düzenin yorum ve geliştirilmesinde çok büyük katkıları olacağı düşünülmektedir. Devlet gücünün sınırlandırılmasında, denetim mekanizmalarının işlevlerinin gerçekleşmesin-de, insan hakları kurumlarının mekanizmalarının eksikliği konusunda, yargı-idare-parlamento ve diğer kurumların yaptığı denetimlerin yerli yerine oturmasında bu iki kurumun büyük yararı olacaktır. 46 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 KAYNAKÇA Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, Kanun no. 6216, Kabul Tarihi, 30. 03. 2011, Resmi Gazete, Sayı, 27894, Tarih, 3 Nisan 2011. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi (2005), İnsan Hakları Ulusal Kurumları: Dünya ve Türkiye, Uluslar arası Konferans, 5-6 Aralık 2005. Bengt Wieslander (2005), The Parliemantary Ombudsman in Sweden, Second Revised Edition, Sweden. Christian Le Roux (2009), :“The Role of the Ombudsman in Protection and Promotion of Human Rights”, International Human Rights Conference, Dedeman Hotel, 21-23 May, Ankara, s. 99-109, s.125. Complaints Against the Police-Their Handling by the National Human Rights Structures, Arranged by Council of Europe Commissioner for Human Rights, St Petersburg, Russia, 20-21 May 2008. Fendoğlu, Hasan Tahsin (2000), “Uluslararası İnsan Hakları Belgelerinin Uygulanmasında ‘Bağımsız Ölçü Norm’ veya ‘Destek Ölçü Norm’ Sorunu”; Anayasa Mahkemesinin 38. Kuruluş Yıldönümü, “Temel Hak ve Özgürlüklere ilişkin Uluslar arası Normların İç Hukukumuza Etkileri”, Anayasa Yargısı Sempozyumu, Bildiri, Anayasa Mahkemesi Yayını, Anayasa Yargısı. Fendoğlu, Hasan Tahsin (2010), Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık), Analiz, Stratejik Düşünce Enstitüsü Yayını, Ankara. First Meeting of the Mediterranean Institutions of Divan al Medhalim, Mediators and Ombudsman, Rabat 8-9-10 November 2007. Gabriele Kucsko-Stadlmayer, The Spread of the Ombudsman Idea in Europe, June 12, 2009, www.theioi.org/.../IOI_publications_world%20conference_Stockholm_2009_Kucsko- Stadlmayer, 23.10.2012. Göztepe, Ece (1998), Anayasa Şikâyeti, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara. Göztepe, Ece (2011), Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Hakkının (Anayasa Şikâyeti) 6216 Sayılı Kanun Kapsamında Değerlendirilmesi, An Assessment of the Right to Constitutional Complaint In Turkey in Light of the Law no. 6216, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 2011 (95), s. 13–40. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 47 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU http://en.wikipedia.org/wiki/Certiorari, 27.9.2012. http://en.wikipedia.org/wiki/Mandamus, 27.9.2012. http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/execution/themes/interlaken/index_EN.asp, 27.9.2012. http://www.venice.coe.int/, 27.9.2012. http://staatsrecht.honikel.de/en/, 27.9.2012, 23.10.2012. http://www2.ohchr.org/english/law/parisprinciples.htm, 23.10.2012. http://www2.ohchr.org/english/bodies/cat/opcat/index.htm, 23.10.2012. http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/en:HTML, 23.10.2012. http://www.accessmylibrary.com/article-1G1-247965260/turkish-negotiator-eu-official.html, 23.10.2012. Huntington, Samuel P. (2003), The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order, Simon and Schustre, New York, London, Toronto, Sydney, New York. İnsan Hakları Başkanlığı (http://www.ihb.gov.tr, 20.10.2012. Karakaş, Işıl (2009), “Evrensellik/İkincillik Prob­le­ma­ti­ği Karşısında AİHM”, Uluslararası İnsan Hakları Konferansı, Düzenleyen, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, Dedeman Otel, Mayıs, 2009. Karakamisheva (2011), Tanja, “Constitutional Complaint-Procedural and Legal Instrument For Development of the Constitutional Justice (Case Study – Federal Republic of Germany, Republic of Croatia, Republic of Slovenia and Republic of Macedonia”, http://www.venice.coe.int/WCCJ/Papers/MKD_Karakamisheva_E.pdf., 20.10.2012. Kalliope Spanou (2009), “Ombudsman: An Institution for The Realisation of Rights”, Düzenleyen, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, Dedeman Otel, Mayıs, Ankara. Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu (KDKK), T.C.Resmi Gazete, 29 Haziran 2012, 28338, kanun no. 6328, kabul tarihi, 14.6.2012. Kılınç, Bahadır (2008), ”Karşılaştırmalı Anayasa Yargısında Bireysel Başvuru Kurumu ve Türkiye Açısından Uygulanabilirliği” Anayasa Yargısı, 25, Ankara, s. 20–59. Mellinghof, Rudolf (2009), Federal Almanya Cumhuriyeti’nde Anayasa Şikâyeti, Anayasa Yargısı, Cilt 26, s. 32–44, http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/ Rudolf Mellinghof.pdf, 19. 10. 2012. Sağlam, Musa (2005), “Bireylerin Anayasa Mahkemesine Başvurusu”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sy. 60. Paczolay, Peter (2009), “Anayasa Şikâyeti: Bir Karma Çözüm mü?”, “Constitutional 48 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Complaint”, Anayasa Yargısı Cilt no. 26, 2009, s. 313-320, http://www.anayasa.gov.tr/ files/pdf/anayasa_yargisi/.pdf, 23. 10. 2012. Rights of Persons Deprived of Their Liberty: The Role of National Human Rights Structures Who are OPCAT Mechanisms and of Those Who are Not”, Arranged by Council of Europe Commissioner for Human Rights and University of Padua, Italy Padua, 9-10 April 2008. Rudolf Mellinghof (2009), “Federal Almanya Cumhuriyeti’nde Anayasa Şikâyeti”, Anayasa Yargısı, Cilt 26 (2009), ss. 32–44, http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/ Rudolf Mellinghof.pdf, 19. 10. 2012. Sağlam, Musa-Ekinci, Hüseyin (2012), 66 Soruda Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara. Steven L. Emanuel (2011), Constitutional Law, Emanuel Law Outlines, Volters Kluver, 29 Edition, USA. Study Visit to France (Strasbourg) and Luxemburg), 15–20 October 2007. “Project on Support for he Implemention of Human Rights Reforms in Turkey”, Arranged by Council of Europe. The Constitution of Sweden. The European Ombudsman, http://www.ombudsman.europa.eu/en/cases/decision.faces/en/ 10719/html.bookmark, 20.10.2012. Turhan, Mehmet (1991), “Anayasamız ve Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri”, Anayasa Yargısı, Ankara. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) 2000 tarihli Anayasa Önerisi, Hukuk ve Hayat Dergisi, Sayı 6, Yıl 2008. Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) Anayasa Önerisi, Hukuk ve Hayat Dergisi, Sayı 6, Yıl 2008. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu (TİHKK) (2012), T. C. Resmi Gazete, 30. 06. 2012, Sayı, 28339, kanun no. 6332, kabul tarihi, 21. 6. 2012. USA Ombudsman (http://www.usombudsman.org/en/About_Us/, 20.10.2012). Uzun, Cem Duran (2012), Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Yolu (Anayasa Şikâyeti), Beklentiler ve Riskler, Seta Analiz. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 49 HAKEMLİ Kamu Denetçiliği (Ombudsmanlık) ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı / FENDOĞLU HAKEMLİ Kir alayanın Hapis Hakkı* Av. Şamil DEMİR** * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK–ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. **Ankara Barosu. Öz 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 336 ila 338. maddelerinde, mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nda olduğu gibi, taşınmaz kirasında, “kiralayanın hapis hakkı” adı altında kanuni bir rehin hakkı düzenlenmiştir. Kiralayanın hapis hakkı, içeriğinin maddi hukuktan kaynaklanan niteliği ve hakkın kullanımı sırasında icra hukukuna mahsus hükümlerin uygulanacak olması nedeniyle genel hapis hakkından ayrılır. Kanun koyucu, kiralayanın hapis hakkının kapsamı konusunda, sadece işyeri kiraları bakımından uygulamayı sürdüren mehaz İsviçre Borçlar Kanunu’nda ayrılarak, bir sınırlamaya gitmemiştir. Fakat meskende bulunan haczi kabil mallar ve bunlardan hapis hakkı kapsamında olanlar birlikte değerlendirildiğinde, mesken kiraları bakımından hapis hakkı anlamını yitirmiştir. Bu nedenle mehaz kanun takip edilerek, Türk Borçlar Kanunu’nda da hapis hakkının sadece işyeri kiralarıyla sınırlandırılması yönünde değişikliğe gidilmelidir. Anahtar Kelimeler: Hapis hakkı, taşınmaz kirası, haczi kabil olmayan mallar, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip, sıra cetveli. Lien of L andlord ABSTRACT Just like in the abrogated Code of Obligations Numbered 818, a legal lien has been established under the name “lien of landlord” concerning the lease of immovable properties in articles 336 to 338 of the Turkish Code of Obligations Numbered 6098. The lien of landlord differs from the general lien due to the character of its content deriving from material law and due to the fact that provisions pertaining to the law of enforcement would be implemented in the utilization of the right. In what concerns the scope of the lien of landlord, the Turkish lawmaker has deviated from the refer Switzerland Code of Obligations which continues to implement the lien of landlord only with regard to the lease of workplaces and has brought no restrictions. However, when the distrainable goods present in the residence and those among them that enter into the scope of the right of lien are evaluated together, the right of lien has become meaningless with regard to residence rentals. Thus, the refer Law should be followed-up and the Turkish Code of Obligations should be amended so as to also limit the right of lien with workplace rentals. Keywords: Right of lien, lease of immovable properties, non-distrainable goods, pursuance of foreclosure, order table. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 53 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR GİRİŞ T ürk Borçlar Kanunu, 818 Sayılı BK’nda olduğu gibi taşınmaz kirasında, kiralayana hapis hakkı adı altında kanuni bir rehin hakkı tanımıştır (TBK m. 336-338; BK. m. 267-269). Hapis hakkı kira alacağının teminatı olarak, kiralanana getirilen, haczi kabil taşınır eşya üzerinde kullanılabilir (İİK m. 270-271). Hapis hakkına ilişkin hükümler gerek uygulamada gerekse doktrinde karşılaştırmalı hukuktaki örneklerine göre pek az ilgi görmüş, Borçlar Kanunu şerhlerinde hapis hakkına ilişkin pek az açıklama ve içtihada yer verilmiştir. Bu durum kiraya ilişkin uyuşmazlıkların mahkemeleri en fazla meşgul eden uyuşmazlıklar olması ile çelişkilidir. Fakat bu duruma hapis hakkını düzenleyen hükümlerdeki boşluk ve eksiklikler neden olmuş olabilir[1]. Taşınmaz kirası sözleşmesi iki taraflı bir sözleşme olmasına rağmen ödemezlik def ’i yönünden farklılık arz etmektedir. Buna taşınmaz kirasında kiralayanın kira parasının ödenmemesi halinde, taşınmazı kiracının kullanımına sunmaktan kaçınma imkânının olmaması neden olmuştur. Kiralayanın bu pasif durumu, kira parasının ödenmemesi halinde kiracıya karşı özel hükümle korunmasını gerektirmiştir. Bunun sonucu olarak da kiralayana, kiralanana getirilen menkul mallar üzerinde hapis hakkı tanınmıştır (TBK m. 336-338)[2]. Kiralayanın hapis hakkı MK m. 395 vd. maddelerinde düzenlenen genel hapis hakkının bir türü olarak, kanundan doğan bir rehin hakkıdır ve kiralayana soyut bir ayni hak sağlar. Kiralayanın kiralanana getirilen menkul mallar üzerindeki rehin hakkı, İİK m. 23’te düzenlenen menkul rehninin de kapsamına girer. Dolayısıyla hapis hakkının güvence altına aldığın alacağı rüçhanlı alacak haline dönüştürdüğü söylenebilir[3]. Kiralayanın hapis hakkına ilişkin hükümler, TBK m. 358 hükmü uyarınca ürün kirasına[4], TBK m. 580/2’nin [1] [2] [3] [4] 54 Budak, Ali Cem: İcra ve İflas Hukukunda Kiralayanın Hapis Hakkının Kullanılması, Ankara 2003, s. 21-22; Örneğin, Günay, Cevdet İlhan: Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 1078 vd.’da bulunan TBK m. 336 ile ilgili açıklamalara eklenen on dört adet içtihadın kiralayanın hapis hakkı ile ilgisi bulunmamaktadır. Budak, s. 23-24, Aral, Fahrettin/Ayrancı, Hasan: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, 9. B., Ankara 2012, s. 265; Erzurumluoğlu, Erzan: Sözlemeler Hukuku (Özel Borç İlişkileri), 2. B., Ankara 2012, s. 100. Budak, s. 24-26; Erzurumluoğlu, s. 101; Yavuz, Nihat: Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Ankara 2013, C. I, 1753; Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s. 451. BK m. 281/3 te “Mucir, işlemiş ve işleyecek olan bir kira için adi icarda olduğu gibi hapis hakkına maliktir” şeklinde düzenlenen hüküm nedeniyle ürün kiralarında kiralayanın hapis hakkı düzenlenmişti. Ancak TBK’nda BK m. 281/3’e karşılık gelen bir hüküm bulunmamaktadır. Kanun koyucu ilgili hükümden yollama yaparak hapis hakkının ürün kirasına da uygulanmasının önünü açmak yerine, bunu genel bir düzenlemeyle olan TBK Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 yollamasıyla konaklama yerleri, garaj, otopark ve benzeri yerleri[5] işletenlerin alacaklarına da uygulanır[6]. Çalışmada sırasıyla kiralayanın hapis hakkının kapsamı ve kapsamda yapılan değişiklikler, kiralayanın hapis hakkı kapsamında değerlendirilebilecek ve değerlendirilemeyecek taşınırlar, hapis hakkıyla güvence altına alınan alacaklar, hakkın doğumu ve sona ermesi, kullanımı ve usulü ile takip hakkı üzerinde durulacaktır. I. Kiralayanın Hapis Hakkının Genel Hapis Hakkından Farklı Yönleri Kiralayanın hapis hakkı, içeriğinin maddi hukuktan kaynaklanan niteliği ve kullanılması sırasında icra hukukuna mahsus hükümlerin uygulanacak olması nedeniyle genel hapis hakkından farklıdır. Aralarındaki farklılıklar nedeniyle TBK m. 336-338’de hüküm bulunmayan hallerde MK. 950-953 hükümlerinin uygulanacağı söylenemez[7]. Bu farklar doktrinde[8] şöyle ifade edilmektedir: • Genel hapis hakkında üzerinde hapis hakkı bulunan mallar alacaklının zilyetliğinde olmasına rağmen, kiralayanın hapis hakkında hapis hakkına tabi mallar kural olarak kiracının zilyetliğindedir. • Genel hapis hakkında, hapis hakkı ile güvence altına alınan alacağın, hapis hakkına tabi malla bir bağlantı olması gerekirken, kiralayanın hapis hakkı ile hapis hakkına tabi mallar arasında kanunda sayılan şartlar, yani “kiralananda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınır” olma gerekliliği (TBK m. 336) dışında bir bağlantı olmasına gerek yoktur. • Genel hapis hakkının kullanılabilmesi için alacağın muaccel olması gerekirken kiralayanın hapis hakkı muaccel olmamış, işlemekte olan kira bedeli (TBK m. 336) için de kullanılabilir. • Kiralayanın hapis hakkında kiralayanın kiralanandan zorla veya gizlice çıkarılan malların iadesini sağlayacak şekilde geçici hukuki koruma niteliğinde [5] [6] [7] [8] m. 358 hükmüyle ürün kirasına ilişkin özel hüküm bulunmayan hallerde kira sözleşmesine ilişkin genel hükümlerin ürün kirasına uygulanacağını düzenleyerek sağlamıştır. Kanun koyucu BK m. 482’de yollama yoluyla hapis sahip olacakları otelci, hancı, umumi ahır ve garaj işletenler şeklinde sayarken, TBK m. 580’de, -gerekçede gerekçesinde hüküm değişikliği yapılmadığı ifade edilse bile- yorum yoluyla hapis hakkının kapsamını genişletilmeye izin verecek şekilde “konaklama yeri, garaj, otopark ve benzeri yerleri işletenlerin” alacakları nedeniyle sahip olacakları hapis hakkını düzenlemiştir. Aydoğdu/Kahveci, s. 447. Aydoğdu /Kahveci, s. 447. Budak, s. 26-29; Yavuz, C. I, s. 1753; Aydoğdu /Kahveci, s. 447. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 55 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR bir takip hakkı varken (TBK m. 338/2) genel hapis hakkı bakımından bu şekilde özel bir takip hakkı bulunmamaktadır. • Genel hapis hakkı alacağın devri halinde devralana geçerken, kiralayanın hapis hakkı kira alacağının devri halinde devralana geçmez. Çünkü alacağın devri alacağın kaynağı olan esas sözleşmenin yani kira sözleşmesin devri anlamına gelmez[9]. II. Kiralayanın Hapis Hakkının Kapsamı A. Hapis Hakkının Kapsamına Giren Mallar BK m. 267 ve TBK m. 336/1’e göre taşınmaz malını kiraya veren kiralayan, kiralananda bulunan kiracıya ait bir kısım taşınır mal üzerinde kira bedelinin güvencesi olmak üzere hapis hakkına sahiptir. Kiralayanın kiracının taşınmazları üzerinde hapis hakkı yoktur[10]. TBK m. 336 gerekçesinde, metninde yapılan arılaştırma dışında, maddede 818 Sayılı BK’na göre bir değişiklik olmadığı ifade edilmiştir. Ancak hapis hakkına ilişkin hükümlerin incelenmesinden durumun gerekçede bahsedildiği gibi olmadığı görülmektedir. BK m. 267/1, kiralayanın hapis hakkına giren malları “mecurun tefrişatına (döşenmesine) ve tezyinatına (süslenmesine) ve ondan intifa temine (yararlanılmasına) mahsus olup mecur dâhilinde bulunan menkul eşya” olarak tarif ederken, TBK m. 336/1, “kiralananda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar” olarak tarif etmiştir. Görüldüğü gibi BK m. 267/1’de bulunan “tezyinatına” (süslenmesine) unsuru, TBK m. 336/1’e alınmamıştır. Fakat doktrinde bazı yazarlar kiralayanın hapis hakkını açıklarken “süslenmesine” unsurunu saymaya devam etmektedirler[11]. Her ne kadar ilk bakışta akıllarda kiralananın süslenmesine yarayan menkul eşyanın, döşenmesine ve kullanılmasına da yaradığı, bu nedenle kapsamda bir değişiklik olmadığı intibaı uyansa da[12] kapsama giren veya girmeyen somut mallar üzerinden muhakeme yapıldığında, hapis hakkı kapsamına giren mallarda gerek niteliksel gerekse niceliksel olarak daralma yaşandığı görülmektedir. [9] Aksi görüş için bkz. Yavuz, C. I, s. 1758 ve dn. 19. [10] Zevkliler, Aydın/Gökyayla, K. Emre: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Ankara 2013, s. 278; Yavuz, C. I, s. 1753. [11] Zevkliler/Gökyayla, s. 278; Aral/Ayrancı, s. 265; Yavuz, C. I, s. 1755. [12] Gerekçeden kanun koyucunun kapsamı daraltmak gibi bir iradesinin olmadığı, sadece metni arılaştırmak amacıyla aynı anlama gelebilecek ve birbirini kapsadığı intibaı uyandıran unsurları sadeleştirme yoluna gitmek istediği anlaşılmaktadır; Hükümde değişiklik olmadığını düşünen yazarlar: Günay, s. 1079; Yavuz, C. I, s. 1750. 56 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Kiralananın süslenmesine ilişkin eşyalar, çoğunlukla aynı zamanda haczi kabil mallar olup, değerleri kiralananın döşenmesine ve kullanılmasına yarayan eşyalardan yüksek olabilecek mallardır. Öte yandan kiralananın döşenmesine ve kullanılmasına ilişkin malların hacze kabil olup olmadığı icra memuru tarafından her bir eşya bakımından gerek aidiyeti ve gerekse lüzumu bakımından tek tek değerlendirilmesi gereken mallardır (İİK m. 82/4). Görüldüğü üzere TBK m. 336/1 kritik bir tercih yaparak, kapsama almadığı, “süslemeye” ilişkin mallarla kira alacağının teminatı olabilecek ve alacağı karşılama potansiyeli bulunan mallarda eksiltmeye girmiştir. Hapis hakkına giren mallarda bir daralma yaşanıp yaşanmadığının tespiti için öncelikle lafzi yorum yapmak üzere unsurların kelime anlamlarının belirlenmesi gerekir. Döşemek (tefriş etmek): “bir ev veya dairenin oturulabilir duruma gelmesi için gerekli eşyayı oraya yerleştirmek”, Kullanmak (intifa): bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak, Süslemek (tezyin etmek): “birtakım katkılarla bir şeyin daha güzel, daha göz alıcı olmasını, daha hoş görünmesini sağlamak, bezemek” [13]. Buna göre kiralananın döşenmesinden, kiralanma amacına uygun olarak oturulabilir ya da kullanılabilir hale gelmesi için gerekli eşyanın kiralanana yerleştirilmesi; kiralananın kullanılmasından ise kiralanandan, kiralama amacına uygun şekilde yararlanılması anlaşılmalıdır. Mesken kirasında, evin gerekli ev eşyalarıyla döşenerek, barınma ihtiyacını karşılamak üzere kullanılması, döşeme ve kullanma unsurlarına örnek gösterilebilir. 1) Mesken Kirasında Yukarıdaki açıklamalara göre mesken kirası bakımından halı, koltuk, masa kütüphane, vitrin, dolap, raf, sehpa, sandalye, buzdolabı, çamaşır makinası ve bulaşık makinası gibi beyaz eşyalar ve televizyon, müzik seti, dvd, cd çalar ve uydu alıcısı gibi elektronik eşya haczi kabil olmak kaydıyla (TBK m. 336/3) hapis hakkı kapsamına girer[14]. Buna karşın mesken kirası bakımından BK m. 267/1’de düzenlenmekle birlikte TBK m. 336/1’e alınmayan kiralananın süslenmesine yani kiralananın [13] Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr (erişim: 07.04.2013). [14] Budak, s. 33; Aral/Ayrancı, 265; Aydoğdu /Kahveci, s. 447; Aydemir, Efrail: Kira Hukuku, 2. B., Ankara 2013, s. 228; “Somut olayda şikâyet tarihi (24.04.2008) itibariyle henüz rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlamamış, dolayısıyla paraya çevirme aşamasına da geçilmediği için bu aşamada istihkak iddiasının incelenmesi mümkün değildir. Açıklanan nedenlerle mahkemece şikâyetin reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi kabul şekline göre de; borçlu kiracıya ait menkuller (bilgisayar, TV, masa, sandalye vs.) üzerindeki hapis hakkının da kaldırılması doğru görülmemiştir” (Yarg. 12. HD. 05.03.2009, E. 2008/22953, K. 2009/4625, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 57 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR daha güzel, daha göz alıcı olmasını, daha hoş görünmesini sağlamak ve bezemek üzere meskende bulunan eşya hapis hakkı kapsamında değildir. Örneğin, koleksiyon değeri olan yağlıboya tablo, altın şamdan, gümüş süs eşyaları ve değerli metalden yapılmış biblo, kül tablası, sigaralık, resim çerçeveleri, duvara asılı antika kilim, kullanılmamakla birlikte süs için monte edilmiş kristal avizeler, antika saatler evin döşenmesi ve kullanılması için “gerekli” eşyalar olmayıp, sadece ortamın daha güzel, daha göz alıcı ve hoş görünmesini sağlamak amacıyla bulundurulan eşyalar olduklarından artık hapis hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği kanısındayım. Bir an için kiralananın süslenmesine ilişkin malların aynı zamanda kiralananı döşemek için de kullanıldığı, bu nedenle süslemede kullanılan eşyanın da kullanmaya yaradığı düşünülse bile, kanımca üzerinde tereddüt yaşanan malların, yerinin değiştirilmesi ya da saklanması malın kiralananın döşenmesi ve kullanılması amacından uzaklaşmasına neden oluyorsa bu mallar hapis hakkı kapsamında değerlendirilemez. Bir örnek vermek gerekirse, evde bulunan deri koltuğun yerinin değiştirilmesi, üzerinin örtülmek suretiyle gizlenmesi onun evin döşenmesinde kullanılan mal olma niteliğini etkilemezken, evinde bulunan fildişi biblo, altın şamdan, gümüş şekerliğin sarılarak çekmeceye veya kasaya kaldırılması bu malların kullanılmak amacı dışında taşıdığı maddi veya manevi değer ile süs eşyası olma niteliği dikkate alındığında, kiralananın döşenmesinde kullanılan bir mal olup olmadığı yönündeki tereddüt sona erecektir. Kısacası kiralananın döşenmesi ile süslenmesine yarayan eşyalar birbirinden ayrılabilir nitelikte olup, birbirini kapsamazlar. 2) İşyeri Kirasında Mehaz İsviçre Borçlar Kanunu (İsv. BK) m. 268/1’de[15] düzenlenen kiralayanın hapis hakkı, sadece işyeri kirasına uygulanmaktadır. İsv. BK m. 268/1’de kiralananın süslenmesine ilişkin mallarda hapis hakkı bulunduğuna dair bir ifade yer almamıştır. Fakat uygulamada kiralananın süslenmesinde kullanılan eşyalar, “kiralananda demirbaş olarak bulunan veya tesisin kullanımı için gerekli” (İsv. BK m. 268/1) mallardan sayılarak üzerinde hapis hakkı olduğu [15] “Q. Landlord’s special lien I. Scope Art. 268 1) As security for rent for the past year and the current six-month period, a landlord of commercial premises has a special lien on chattels located on the leased premises and either used as fixtures or required for the use of the premises. 2) The landlord’s special lien also extends to property brought onto the premises by a sub-tenant to the extent that he has not paid his rent. 3) Goods not subject to attachment by creditors of the tenant are not subject to the lien.” Federal Act on the Amendment of the Swiss Civil Code, Part Five: The Code of Obligations (İsviçre Borçlar Kanunu), http://www.admin.ch/ch/e/rs/2/220. en.pdf, (erişim: 07.04.2013). 58 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 kabul edilmiştir[16]. Mehaz kanunun kiralayanın hapis hakkını sadece işyeri için kabul etmesi (sürdürmesi)[17] Türk kanun koyucusunun hapis hakkının kapsamı konusunda mehazdan ayrıldığını göstermektedir. Hal böyle olunca kiralananın süslenmesine ilişkin malların BK’da düzenlendiği halde, TBK’da düzenlenmemesi ülkemiz şartları içinde ele alınarak yorumlanmalı, sadece mehaz kanunda düzenlenmemiş olması kanunda bir değişikliğe gidilmediği şeklinde yorumlanmamalıdır. Bir başka açıdan değerlendirildiğinde mehaz kanunda hapis hakkının mesken kirası bakımından kaldırılmış olması karşısında, “Türk kanun koyucusunun hapis hakkına tabi malları daraltarak benzer eğilime girdiği” şeklinde de yorum yapılabilir. İşyeri kirasında kiralananın o işe mahsus eşya ve gereçlerle döşenerek, ticari veya sınai faaliyette bulunmak üzere yararlanılması döşeme ve kullanma unsurlarına örnek gösterilebilir. Bu amaçla meslek ve sanatta, ticari ve sınai faaliyette kullanılmak üzere işyerinde kiralananı döşemek ve kiralananı kullanmak amacıyla bulunan masa, sandalye, raf, makine, kasa, ayna, buzdolabı, bilgisayar gibi mallar haczi kabil olmak kaydıyla hapis hakkı kapsamındadır. Doktrinde bir kısım yazarlar tarafından işyerinde satılmak üzere bulundurulan eşyaların da hapis hakkı kapsamında değerlendirileceği ifade edilse de kanunun lafzı bu tür bir yoruma izin vermemektedir. Zaten Yargıtay’ın 1933 yılına ait bir kararı aksi istikamettedir[18]. Buna karşın Yargıtay’ın hangi malların hapis hakkı kapsamında olduğu hangilerinin de olmadığına ilişkin içtihatlarına rastlanmamaktadır. Yargıtay içtihatları çoğunlukla hapis hakkı ile güvence altına alınan alacağın sıra cetvelindeki öncelikli yeri, istihkak iddiaları ve malların iadesine ilişkin olup, münferit mallar üzerinden bir değerlendirmeye gidilmemiştir. İsviçre Federal Mahkemesi kararlarında bu tür değerlendirmelere rastlamak mümkündür. Buna göre kiralananda bulunan ve üretim yapmakta kullanılan makinalar, işyerinin ticari faaliyetinde kullanılan ve otoparkta park edilmiş araçlar, otelin yakıt tankındaki fuel oil, depo olarak kullanılan işyerindeki fork-lift üzerinde, kiralayanın hapis hakkı olduğu kabul edilmiş, kişisel eşyalar (elbise, gözlük, ayakkabı) ile para ve kıymetli evrak üzerinde hapis hakkı olamayacağı kabul edilmiştir[19]. 3) Haczedilemeyen Mallar Bakımından TBK m. 336/3 kiralayanın hapis hakkının ancak kiracının haczi kabil malları üzerinde kullanılabileceğini düzenlemiştir. Hapis hakkının kullanımının sadece [16] [17] [18] [19] Bkz. Budak, s. 32-33, s. 33 dn. 38. Budak, s. 32, Aydoğdu /Kahveci, s. 447. Budak, s. 32 dn. 40. Budak, s. 33, 34-35 dn. 41-48; Aydoğdu /Kahveci, s. 447-448; Aydemir, s. 228. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 59 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR kiralananda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar üzerinde olabileceği dikkate alındığında, kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlardan haczi kabil olmayanlar da hapis hakkı kapsamında olmayacaktır. TBK m. 336/3 ve yollama yaptığı hükümler, hangi malların hapis hakkı kapsamında olduğuna ilişkin ikili bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu kapsamda örneğin; • Hapis hakkı kapsamında değerlendirilebilecek eşya olmasına karşın bir avukatın bürosunda bulunan, masa, sandalye, bilgisayar, telefon, kütüphane (bir adetse) haczi kabil olmadığından, hapis hakkına da konu olamaz (İİK m. 82/I,2). • Haczi kabil mallar olmalarına rağmen para, kıymetli evrak, altın, gümüş, değerli taş, antika ve süs eşyası, kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar olmadıklarından hapis hakkına konu olamaz (İİK m. 82/I,3)[20]. • Hapis hakkı kapsamında değerlendirilebilecek olmasına rağmen kiracı ile aynı çatı altında yaşayanların lüzumlu eşyası (bir adetse) hapis hakkına konu olamaz (İİK m. 82/I,3). • Kiralananın kullanılmasına yarıyor olsa bile kiracı çiftçinin kendisinin ve ailesinin geçimi için zaruri olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer eklenti ve ziraat aletleri, çiftçi değilse sanat ve mesleği için lüzumlu olan alet ve edevat ve kitapları (bir adetse) hapis hakkına konu olamaz (İİK m. 82/I,4). • Kiralananın kullanılmasına yarıyor olsa bile, çiftçi ve bağcı kiracının, gelecek mahsul için lazım olan tohumluğu (İİK m. 82/I,6); bağ, bahçe için lüzumlu bulunan alet ve edevat; kiracı hayvancılıkla uğraşıyorsa kendisi ve ailesinin maişetleri için zaruri olan miktarda hayvan ve bu hayvanların üç aylık yem ve yataklıkları (İİK m. 82/I,7) hapis hakkına konu olamaz. Görüldüğü gibi kiralananda bulunan ve kiralananın kullanılmasına ve döşenmesine yarayan taşınırlar ile bunlardan haczi kabil olmayanlar birlikte değerlendirildiğinde hapis hakkının kapsamı oldukça daralmaktadır. Bu da defter tutan icra memurunun her bir taşınır bakımından ayrı ayrı değerlendirme yapmasını gerektirmektedir. Haczedilemeyen mal ve hakların haczedilebileceğine ilişkin önceden anlaşma yapılamayacağından (İİK m. 83/a), kira sözleşmesinde hapis hakkının kapsamını genişletecek şekilde anlaşma yapılamaz, yapılsa bile geçerlilik arz etmez. [20] Yavuz, C. I, s. 1753. 60 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 4) Alt Kiracılıkta Kiralayanın hapis hakkı, alt kiracının kiralananda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlarını da kapsar. Hapis hakkı bu mallar üzerinde alt kiracının birinci kiracıya olan kira borcunu aşmamak üzere kullanılabilir (TBK m. 336/2). Aynı şekilde ilk kiracı da bir yıllık ve işlemekte olan altı aylık kira bedelinin güvencesi olmak üzere, kiralananda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan alt kiracıya ait taşınırlar üzerinde hapis hakkına sahiptir[21]. Alt kiracılık ilişkisi ilk kiralayanı bağlamadığından ve bu ilişki ilk kiracının sorumluluklarını kaldırmadığından, ilk kiralayan alt kiracılığa konu olmuş olsa bile kiralananda bulunan ilk kiracıya ait mallar üzerinde hapis hakkı kullanabilir[22]. Ayrıca yukarıda haczedilemeyen mallarla ilgili ifade edilen görüşler, alt kiracı bakımından da aynı ilk kiracıda olduğu gibi geçerlidir. 5) Üçüncü Kişilere Ait Mallarda Kiralayanın hapis hakkı, kiralananda bulunan üçüncü kişilere ait mallar bakımından sınırlandırılmıştır. Buna göre üçüncü kişilerin, kiraya verenin kiracıya ait olmadığını bildiği veya bilmesi gerektiği eşya ile çalınmış, kaybolmuş veya başka bir biçimde malikinin elinden iradesi dışında çıkmış eşya üzerindeki hakları, kiraya verenin hapis hakkından önce gelir (TBK m. 337/1). Yani kiralayanın kiralananda bulunan malların, iyiniyetle üçüncü kişiye ait olduğunun [21]“Alt kira sözleşmesi, alt kiracıya ilk kiralayana karşı hiçbir hak vermemesine karşılık, kiranın (yani kullanma hakkının) devrinde aksi durum söz konusudur. Devrolunan, devre dayanarak kiralayandan kiralanan şeyin (nesnenin) teslimini ve sözleşmeye uygun durumda korunmasını (bulundurulmasını) isteyebilir. Ne var ki bir tarafta kiracı ile alt kiracı arasındaki hukuksal ilişki, diğer tarafa kiracı ile devrolunan arasındaki ilişki de birbirinden farklıdır. Birincisi kanunun kira hükümlerine bağlıdır, sonuncusu ise temlike (alacağın temlikine) ilişkin hükümlere ve buna temel oluşturan hukuksal işlem hakkındaki hükümlere bağlıdır. Bu temlik ivazlı ise satış, ayni sermaye koyma gibi, ivazsız ise bağışlama, vekâlet gibi bir sebebe dayanabilir. Bu nedenle kullanma hakkını devreden kiracı, kendi karşı alacağı için devrolunanın kişisel mallarında hapis hakkına malik olmadığı halde alt kirada ilk kiracı ikinci kiracıya karşı hapis hakkını haizdir; zira ondan kira alır” (Yarg. HGK. 03.10.2001 E. 2001/6-653, K. 2001/672, SİMP, erişim tarihi: 15.04.2013). [22]“Kiralayanın, kiralanan şeyin maliki olması gerekmediği için, kiracı da kiraladığı şeyi tekrar kiralayabilir. Böyle bir kira sözleşmesine ise alt kira denir. Ancak, alt kira sözleşmesi, ilk kiralayana etki yapmaz. Yani ilk kiracının, kiralananı kiraya vermiş olması, onun ilk kiralayan ile olan sözleşmesel bağlantısını ve sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Kiralayan, kiracı olarak karşısında ilk kiracıyı görür, kira parasını ödemek borcu ise yine ilk kiracıya aittir. Çünkü kiralayan ile alt kiracı arasında sözleşmesel bağlantı yoktur. Ayrıca; kiralayan, kira bedeli için ilk kiracının eşyaları üzerinde hapis hakkını kullanabilir” (Yarg. 3. HD. 26.09.2002, 8847/10449, SİMP, erişim tarihi: 15.04.2013). 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 61 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR bilmediği veya bilmesi gerekmediği hallerde hapis hakkı, üçüncü kişilere ait malları da kapsar[23]. Kiralananda bulunan taşınırların kendisine ait olduğunu iddia eden kişinin bu malların kendisine ait olduğunu ispat etmesi yeterli değildir. Üçüncü kişinin istihkak davasının kabulü için kiralayan alacaklının, hapis hakkına konu taşınırın kiracıya ait olmadığını bildiğini yahut bilmesi gerektiğini ileri sürmesi (ispat etmesi) gerekir[24]. Öte yandan kiralayan iyiniyetli olsa da kiralanana getirilen çalınmış, kaybolmuş veya başka bir biçimde malikinin elinden iradesi dışında çıkmış eşya üzerinde hapis hakkı yoktur[25]. Kiralayan, kira sözleşmesi devam ederken kiracının kiralanana getirdiği taşınırların kiracıya ait olmadığını öğrendiği halde, sözleşmeyi en yakın fesih döneminin sonu için feshetmezse bu eşya üzerindeki hapis hakkını kaybeder. (TBK m. 337/2). B. Hapis Hakkıyla Güvence Altına Alınan Alacaklar TBK m. 336/1’e göre göre kiralayan, geçmiş bir yıllık ve işleyecek altı aylık kira alacağının teminatını teşkil etmek üzere; kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar üzerinde hapis hakkını vardır. Kiralayanın bu hakkı yukarıda açıklanan dönem içinde doğmuş ve doğacak kira alacaklarını teminat altına almak üzere her zaman kullanılabilir[26]. “Taşınmazı kiraya veren kişinin kiracısı tarafından ödenmemiş kira alacağı gibi kira bedeline benzer ve onunla ilgili alacakların, örneğin, kira akdinin sona ermesinden sonra kiralanan yerde kalmasından doğan ecrimisil alacağı, elektrik, su, ısıtma ve asansör masrafı gibi alacakları ve bunların işlemiş faizleri ile takip [23] Budak, s. 38; kar. Erzurumluoğlu, s. 101; Aral/Ayrancı, s. 266; Zevkliler /Gökyayla, s. 279, Yavuz, C. I, s. 1755, Aydoğdu /Kahveci, s. 449; Aydemir, s. 230. [24]“Taraflar arasındaki istihkak davasının yapılan yargılaması sonunda: ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne ve haczin kaldırılmasına ilişkin olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu: Karar: B.K.nun 268 nci maddesi hükmü uyarınca kiracıya ait olmadığı kiralayanın bildiği veya bilmesi gerektiği eşya üzerindeki 3. kişinin hakları kiralayanın hapis hakkına karşı dahi korunmaktadır. Davacı hapsedilen eşyanın kiracıya ait olmadığını kiralayan alacaklının bildiğini yahutta bilmesi gerektiğini ileri sürmemiştir. Mücerret eşyanın kendisine ait olduğunu ispat etmesi davanın kabulü için yeterli bulunmamaktadır. Mercice anılan madde hükmü gözetilmeden isteğin hüküm altına alınması bozmayı gerektirir” (Yarg. 13. HD. 25.11.1974, 5595/3189, SİMP, erişim tarihi: 15.04.2013); Kararla aynı yönde görüş, Yavuz, C. I, s. 1755; Aydoğdu /Kahveci, s. 450. [25] Budak, s. 40; Zevkliler /Gökyayla, s. 280; Aydemir, s. 230. [26] Yarg. 19. HD. 07.04.2005, E. 2004/9522, K. 2005/3781, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013. 62 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 masraflarını da kapsar şekilde taşınmaz içerisinde bulunan taşınır eşyalar üzerinde <Hapis hakkı> bulunduğu”[27] kabul edilmelidir[28]. Niteliği itibariyle konaklama yeri, garaj, otopark ve benzeri yerleri işletenlerin alacaklarından doğan hapis hakları (TBK m. 580) bu hizmetlerin verilmesinden doğan her türlü alacağı bir zaman sınırlaması olmaksızın kapsar[29]. C. Hapis Hakkının Doğumu ve Sona Ermesi Kiralayanın hapis hakkı bu kapsamda değerlendirilebilecek eşyanın kiralanana getirilmesiyle başlar. Kiralayanın eşyanın getirildiğinden haberinin olup olmaması hapis hakkının doğumu bakımından önemli değildir. Malın kiralanandan geçici olarak çıkarılması hapis hakkını sona erdirmemekle birlikte malın kiralanandan sürekli olarak ayrılması halinde hapis hakkı sona erer. Örneğin evde bulunan televizyonun arızalanması nedeniyle tamire götürülmesi halinde hapis hakkı devam ederken televizyonun başkasına bağışlanması halinde hapis hakkı ortadan kalkar. Benzer şekilde kiralananda bulunan taşınırın kiracının borcu nedeniyle haczedilerek başka yerde muhafaza edilmesi halinde de kiralayanın hapis hakkı devam eder. Bu kiralayanın hapis hakkının sağladığı önceliğin bir sonucudur. Hapis hakkı kira alacağına bağlı olduğundan borç ödendiği oranda sona erer, borç doğduğu oranda tekrar doğar[30]. III. Kiralayanın Hapis Hakkının Kullanılması A. Kiralayanın Hapis Hakkını Kendi Eylemiyle Kullanması 765 Sayılı TCK’nun yürürlükte olduğu dönemde hapis hakkının kanundan kaynaklanan bir hak olması nedeniyle ancak kanunda belirtilen şartlarda ve usulde kullanılabileceği, kiralayanın hapis hakkını bizzat veya yakınları vasıtasıyla kiracının mallarına el koymak suretiyle değil, kanunda yazılı usule göre defter tutturarak ve rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapmak suretiyle kullanılabileceği kabul edilmekteydi[31]. Kiralayanın hapis hakkını kullandığın[27] Yarg. 2. CD. 18.05.2004 E. 2003/3521, K. 2004/10866, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [28] Ayni yöndeki görüş için bkz. Budak s. 46 ve dn. 86; Yavuz, C. I, s. 1754; Aydoğdu / Kahveci, s. 448-449. [29] Budak, s. 47. [30] Budak, s. 49-51; Zevkliler /Gökyayla, s. 279, Yavuz, C. I, s. 1753; Aydoğdu /Kahveci, s. 451. [31]“Mahkeme, davacıya ait bazı eşyaların tahliye sırasında davalı kiralayan tarafından alındığı vakıasını benimsemekle beraber, bu konuda davalının yasal bir hakkını, yani hapis hakkını kullandığından bahisle eylem ve davranışında hukuka aykırılık bulunmadığını kabul etmiş ve davanın reddi cihetine gitmiştir. Bilindiği gibi; kiralayan mali durumları bozuk veya ödeme niyetleri kuşkulu olan kiracıların kira borçlarını sağlayacak bir imkâna daha sahiptir. Bu 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 63 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR dan bahisle kiralanana kiracının rızası olmaksızın girmesinin ve bazı eşyalara el koyması ihkak-ı hak suçunu oluşturduğu kabul edilmekte, cezai sorumluluk yanında tazminat sorumluluğu da gündeme gelmekte idi[32]. Kiralayanın hapis hakkına ilişkin kararların incelenmesinden özellikle 5237 sayılı TCK’nun “ihkak-ı hak” suçunu bağımsız bir suç tipi olarak düzenlememesi nedeniyle Yargıtay’ın kiralayanın bizzat harekete geçerek, kiracının mallarına el koyması fiilinin hukuka uygunluğunu, aynı zamanda bir suç oluşturup oluşturmadığına göre belirlediği anlaşılmaktadır. Eğer kiralayan kiracının mallarına hırsızlık (TCK m. 144), yağma (TCK m. 150) veya dolandırıcılık (TCK m. imkan adi kira için B.K. nun 267–269. maddelerinde; hasılat kirası için de madde 281/3’de deyimini bulan (hapis hakkı) dır. Hapis hakkı, borcunu ödemeyen bir borçluya ait olan eşyayı alıkoymak ve borç ödenmediği takdirde bu eşyayı sattırarak bedelinden alacağı mümtaz surette istifa eylemek olanağını sağlayan ve rehin hakkına benzeyen bir ayni haktır. Ancak, yasa koyucu yukarda anılan maddelerde kiralayana tanınan bu hapis hakkının konusunu ve kapsamını, bu hakkın hangi zamana ait olacaklar için kullanılabileceğini ve özellikle de 269. madde hükmünde bu hakkın ileri sürülüş şeklini, suretini ve hükümlerini ayrıntılariyle düzenlemiştir. O halde Borçlar Yasasının 269. maddesinin sarahati karşısında bu hakkın kiralayan tarafından bizzat değil, Sulh hâkimi marifetiyle kullanılabileceği belirtilmiştir. Kiralananın bu hakkını yasal yollardan değil de bizzat ihkak etmesi mümkün değildir ve hatta suç teşkil eder. Bu itibarla mahkemenin davayı red gerekçesi yanlıştır” (Yarg. 4. HD. 12.03.1981 1602/3057, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [32]“Davacı, davalılara ait taşınmazı mesken olarak kullanmak üzere sözlü kira akdi ile kiraladığını, geçici olarak İstanbul’a gitmesinden istifade eden davalıların evin kapısını kırıp içeri girip eşyalarını aldıklarını, kira borçlarını ödemesine rağmen eşyalarının iade edilmediğini, ihkakı hak suçundan davalıların mahkumiyet kararının kesinleştiğini, davalılarda kalan eşyalarının aynen olmaz ise toplam değeri olan 11.475.000.000 TL.nin yasal faizi ile davalılardan alınmasını istemiştir. Davalılar davacının kiracı olmadığını, davacının evde bulunan bütün eşyalarını alıp gittiğini savunarak davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, hangi eşyaların davalılarca alındığı, hangi eşyaların tahrip olduğu belirlenemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Eskişehir 1. Sulh Ceza Mahkemesinin kesinleşen 2001/1086 E.-2002/331 K. Sayılı dosyasından; davacının davalılara ait evde kiracı olarak oturduğu, 2000 senesinde davacının kira bedelini ödememesi nedeniyle kiralayan davalıların davacının evine girerek ev eşyalarını götürdükleri, bir kısım eşyaların polis nezaretinde davacıya teslim edildiği ve davacının bir kısım eşyalarını teslim alamadığı, bu nedenle davalıların ihkakı hak suçundan mahkûm oldukları anlaşılmaktadır. Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen bu dosyaya göre davacının bir kısım eşyalarının davalılar uhdesinde kaldığı hususu sabittir. Bir kısım eşyaların teslimi sırasında hazır bulunan polis memuru tanık Mehmet Çaylı’nın beyanında da teslim edilen çeyiz eşyalarının ve giysilerin kullanılmayacak halde tahrip edildiklerini, koltuk, halı gibi eşyalardan halılardan 3 tanesinin de tahrip edilmiş olduğunu gördüğünü söylemiş, ayrıca evin temizlik işlerini yapan tanık Mükrüme Al ise beyanında, evdeki eşyaları sayarak, hepsinin sağlam vaziyette evde olduğunu belirtmiştir. Davalı taraf tanıkları beyanlarında evin boşaltılmış olduğunu, evi de kırık dökük vaziyette eşyalar gördüklerini belirtmişler ise de kesinleşen ceza dosyası ile belirlenen maddi olgulara göre bu tanık beyanlarına itibar edilemez. Bu durumda davacının liste halinde bildirdiği ve tanık beyanları ile de varlığı doğrulanan eşyaların aynen olmadığı taktirde bedellerine hükmedilmesi gerekirken yukarıda yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir” (Yarg. 13. HD. 01.02.2005 E. 2004/17295, K. 2005/1144, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). 64 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 159) suçlarından birini işleyerek el koymuşsa[33] bu hapis hakkının kullanılması olarak görülmemektedir. Fakat Yargıtay, hapis hakkına konu mallar, kiralayanın elinde örneğin, bir depolama sözleşmesi gibi hukuki bir ilişki nedeniyle bulunuyor ve kiralayan bu mallar üzerinde defter tutturmaksızın doğrudan el koymak suretiyle hapis hakkı kullanıyorsa, bunu hapis hakkının kullanılması olarak değerlendirmekte, hapis hakkının kullanımı için ayrıca defter tutulmasını şart koşmamaktadır[34]. Bahsedilen kararlardan şu sonuç çıkarılabilir. Eğer kiralayanın bizzat harekete geçerek kiralayanın mallarına hapis hakkı kapsamında el koyması TCK kapsamında düzenlenen bir suçu oluşturacaksa, hakkını ancak kanundaki usule uyarak defter tutmak suretiyle kullanabilir. Ancak mallar kiralayanın elinde hukuki bir ilişkiye bağlı olarak bulunuyorsa bu durumda hapis hakkı kapsamında defter tutulmaksızın el koymaya cevaz verilmektedir. Aynı şekilde Yargıtay, kiracı bazı mallarını kira borcuna karşılık teminat olarak bırakmışsa, defter tutulması usulünü zorunlu görmemiş, kiralayandan bulunan malların iadesi hususunda sadece borcun ödenip ödenmediğinin araştırılması gerekliliğine, kira borcu ödenmemişse kiralayanın elindeki mallar üzerinde hapis hakkı kullanabileceğine vurgu yapmıştır[35]. [33] Kanbur, Mehmet Nihat: “5237 S. TCK Bakımından İhkak-ı Hak (Kendiliğinden Hak Alma) Niteliğindeki Fiillerinin Değerlendirilmesi” http://www.e-akademi.org, Aralık 2007-Sayı 70 erişim tarihi: 14.04.2013. [34]“Davacı vekili, müvekkili ile davalı şirket arasında davacının ithal ettiği Amerikan tipi mısır emtiasına ilişkin depolama sözleşmesi bulunduğunu, davalıya teslim edilen emtianın sözleşme uyarınca kararlaştırılan fire oranı düşüldükten sonra 536.116 kilogramını kira bedeli olarak hapis hakkı kullanıldığından bahisle davacıya teslim edilmediğini ileri sürerek, anılan miktardaki Amerikan tipi mısır bedelinin temerrüt faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacıdan kira alacaklarının bulunduğunu, kira bedeli ve masraflara ilişkin alacaklarının ödenmesi halinde emtiayı teslime hazır olduklarını savunarak, davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davacının ödenmeyen kira bedelinden dolayı dava konusu mısır bedelinden fazla miktarda davalıya borçlandığı, davalı lehine hapis hakkı koşullarının gerçekleştiği, davalının kira alacağı ödenmediği için dava konusu mısırı iade etmek veya bedelini ödemek zorunda olmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir… onanmasına … karar verildi” (Yarg. 11. HD. 16.01.2007, E. 2005/13507, K. 2007/306, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [35]“Davacı, mayıs 1999 tarihinden itibaren davalıya ait evde kiracı olarak oturduğunu, davalının da muvafakati ile 1999 yılı sonunda evi tahliye ettiğini, davalının kendisine ait buzdolabı ile çamaşır makinesini vermediğini, davalıya herhangi bir borcunun da bulunmadığını ileri sürerek bahsi geçen menkul malların aynen iadesini, iki menkulün yıpranma bedeli olan 200 YTL’nın tahsilini, olmaz ise menkullerin karar tarihindeki rayiç bedellerinin ödetilmesini istemiştir. Davalı, davacının 6 aylık 240.00 YTL kira bedelini ödemediğini, ödenmeyen kira bedelleri nedeniyle bu menkullerin kendisinde teminat olarak kaldığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, menkullerin kira borcuna karşılık bırakıldığının davalıca ispatlanamadığı gerekçesiyle eşyaların aynen davacıya iadesine, olmaz ise bedelleri toplamı olan 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 65 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR Ancak Yargıtay 2. Ceza Dairesi bir kararında, hapis hakkının kullanımını ihkakı-ı suçunu ortadan kaldırdığına ve gerçekleştirilen eylemler hapis hakkının kullanılması kapsamındaysa bunun bir cezasızlık nedeni olması ve sanığın beraatine karar verilmesi gerektiğine hükmetmiştir[36]. Hukuk ve ceza daireleri arasındaki bu çelişkili durum, 5237 sayılı TCK’nun “ihkakı-k hak” suçunu bağımsız bir suç tipi olarak düzenlememesi nedeniyle ortadan kalmış olmasını umuyoruz. Çünkü 5237 sayılı TCK, hırsızlık (TCK m. 144), yağma (TCK m. 150), dolandırıcılık (TCK m. 159) suçlarının, bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi halinde, ilgili suçların cezalarında indirime gidileceği ya da suç vasfını değişeceği düzenleyerek kendiliğinden hak alma olarak değerlendirilebilecek eylemlerin, genel suç tipleri içindeki yerine göre bir suç olarak düzenlendiği görülmektedir. B. Defter Tutulması Gerekliliği ve İşleminin Niteliği Hapis hakkına tabi mallar hakkında, icra müdürü veya sulh hâkimi tarafında defter tutulmasına karar verilebilmesi için kiracının, taşınmak veya 400 YTL ile kullanım bedeli 200 YTL’nın davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Davalı davaya cevap dilekçesinde ve yargılama aşamasındaki beyanlarında dava konusu menkul eşyaların davacının kira borcu nedeniyle kendisinde teminat olarak kaldığını ve hapis hakkı bulunduğunu savunmuştur. Dosya arasında bulunan Fethiye Sulh Hukuk Mahkemesinin 2002/139 Esas sayılı dava dosyasında davacının 6 aylık kiradan dolayı davalıya 240.00 YTL kira borcunun bulunduğuna karar verildiği ve kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki B.K.’nun 267. maddesi uyarınca kiralayanın menkul mallar üzerinde kira borcundan dolayı hapis hakkı bulunmaktadır. Davalının davacıdan kira alacağı bulunduğu da az yukarıda anılan mahkeme kararı ile sabit olduğuna göre davalının kanundan kaynaklanan hapis hakkını kullanabileceğinin kabulü gerekir. Bu itibarla öncelikle az yukarıda açıklanan mahkeme kararı uyarınca belirlenen kira bedelinin davacı tarafından davalıya ödenip ödenmediği hususunda tarafların delilleri toplanarak, kira bedelinin ödenmemesi halinde dava konusu eşyalar üzerinde hapis hakkına sahip olduğu da kabul edilmek suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir. Mahkemenin değinilen bu yönü göz ardı ederek yazılı şekilde karar vermiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir” Yarg. 13. HD. 23.06.2008 8105/8757, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [36]“Borçlar Kanunu’nun 267. maddesine göre, taşınmazı kiraya veren kişinin kiracısı tarafından ödenmemiş kira alacağı gibi kira bedeline benzer ve onunla ilgili alacakların, örneğin, kira akdinin sona ermesinden sonra kiralanan yerde kalmasından doğan ecrimisil alacağı, elektrik, su, ısıtma ve asansör masrafı gibi alacakları ve bunların işlemiş faizleri ile takip masraflarını da kapsar şekilde taşınmaz içerisinde bulunan taşınır eşyalar üzerinde <Hapis hakkı> bulunduğu nazara alınarak yapılan inceleme sonucunda; sanığın müşteki ile aralarındaki kira sözleşmesinden doğan kira alacağı ve elektrik su gibi kullanım giderlerinin ödenmemesi üzerine kendisi tarafından ödenmiş miktarlar gereğince müştekiye ait eşyaları alıp götürmesinin yasadan doğan hapis hakkının kullanımı niteliğinde olduğu kabul edilerek, atılı suçtan sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi, … bozmayı gerektirmiş…” (Yarg. 2. CD. 18.05.2004 E. 2003/3521, K. 2004/10866, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). 66 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 kiralananda bulunan taşınırları başka bir yere taşımak istemesi gerekir (TBK m. 338/1). Kiracının bu kapsama giren eylem veya istekleri yoksa sulh hâkimi veya icra müdürlüğünden hapis hakkının kullanımı için talepte bulunulamaz. Fakat defter tutulmaması, başka alacaklılar tarafından gerçekleştirilen haciz ve paraya çevirme işlemlerinde sıra cetveline rüçhanlı olarak dâhil olmayı engellemez[37]. Yargıtay’ın önceki kararlarında ifade bulan defter tutulması ve kanundaki usullere uyulması gerekliliğine ilişkin görüşünden döndüğü, hapis hakkını her zaman kullanılabilecek bir hak olarak kabul ettiği ve kiralayanın hapis hakkını kullanması için defter tutulmasının zorunlu olmadığı görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır[38] Öte yandan tutulması zorunlu olmamakla birlikte defter tutulması işleminin niteliğinin belirlenmesi gerekir. İcra memuru tarafından defter tutulması hapis hakkının geçici olarak korunmasını sağlamak amacına dayanmakla birlikte, hapis hakkının kullanılmasını sağlaması bakımından, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla yapılacak takibe dayanak oluşturan bir icra takip işlemi olarak görülebilir[39]. Doktrinde işlemekte olan kira alacakları için tutulan defterin ise geçici hukuki koruma önlemi niteliğinde olduğu ifade edilmektedir[40]. C. Defter Tutulması Usulü Hapis hakkının kullanılması için BK m. 267’da düzenlendiği gibi sulh hâkiminin kararı zorunlu değildir. Yargıtay TBK yürürlüğe girmeden önce İİK., BK’ndan daha yeni tarihli olduğu için yetkili merciin İİK’nda düzenlendiği şekilde icra müdürlüğü olduğunu kabul etmekteydi[41]. TBK m. 338 ise alacağı [37]“Borçlar Kanunu’nun 267 nci maddesine göre kiralayan, geçmiş bir yıllık ve işleyecek altı aylık kira alacağının teminatını teşkil etmek üzere; kiralanan taşınmazın tefrişatı, tezyinatı ve kiralanandan yararlanmayı kolaylaştırmak üzere hasredilmiş taşınır malları üzerinde hapis hakkını haizdir. Kiralayanın bu hakkı yukarıda açıklanan dönem içinde doğmuş ve doğacak kira alacaklarını teminat altına almak üzere her zaman kullanılabilir. Aynı yasanın 269 ncu maddesindeki şartların olayda bulunmadığı da dikkate alındığında davacı yanın bedeli paylaşıma konu olan mallar üzerindeki hapis hakkının korunması ve sıra cetvelinde öncelikle yer alması gerekir. Mahkemece malların defterinin tutulmadığı gibi yasada yer almayan bir şartın bulunmadığından bahisle davanın reddinde isabet olmadığı gibi, rehin ve hapis haklarında alacak, söz konusu teminat kapsamında rüçhanlı olup, hiç takibe girişilmese dahi öncelikle ödenmelidir. Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının bozulması gerekmiştir” (Yarg. 19. HD. 07.04.2005, E. 2004/9522, K. 2005/3781, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [38] Karş. Budak, s. 54-55. [39] Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku, İstanbul 1988 C. II, s. 2060; Budak, s. 53, 57. [40] Budak, s. 58 ve dn. 16. [41]“Mercice, B.K.267. maddesi gereğince Sulh Hâkiminin kararı olmadan hapis hakkı kullanılamayacağı gerekçesi ile 19.7.1999 tarihli memur muamelesinin iptali kararı verilmiştir. B.K.269. maddesi hapis hakkı için Sulh Hâkimi kararını öngörmektedir. Ancak somut olayda alacaklı kiralayan İİK.270. maddesi gereği hapis hakkı için defter tutulması talebinde bulunmuştur. İİK.270. maddesindeki hapis hakkı için Sulh Hâkimi kararı olması koşulu 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 67 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR güvence altına almayı sağlayacak miktardaki taşınırın, sulh hâkimi tarafından değişik iş olarak[42] veya icra müdürünün vereceği kararla alıkonabilmesine ilişkin bir seçim hakkı tanınmıştır[43]. Kanunda defter tutmaya yetkili icra müdürlüğünün hangisi olduğu düzenlenmemiştir. Fakat İİK m. 79/2’nin kıyasen uygulanmasıyla yetkili müdürlüğün kiralananın bulunduğu yer icra müdürlüğü olduğu kabul edilebilir. Kiralayanın hapis hakkının kullanımına ilişkin bir örnek form bulunmadığından talebin icra müdürlüğüne yönelik bir dilekçe ya da icra müdürlüğüne yapılacak sözlü beyanın tutanağa geçirilmesi suretiyle yapılması gerekir[44]. İcra müdürlüğü hakkın varlığı bakımından maddi hukuk kapsamında bir inceleme yapamayacağından, hakkın açıkça olmadığının anlaşıldığı haller dışında talebi kabul etmelidir[45]. Buna rağmen kiralayan, kiracı ile arasındaki kira ilişkisini gösteren kira sözleşmesi, banka hesap dökümü gibi belgeler sunarak, hapis hakkı olduğuna dair izlenim vermelidir. Defter tutulabilmesi için kira borcunun ödenmediğinin ispatına gerek yoktur. Ancak işlemekte olan altı aylık kira için defter tutulması talebinin yerine getirilebilmesi için icra müdüründe kiracının taşınmak veya kiralananda bulunan taşınırları başka bir yere taşımak istediğine (TBK m. 338/1) dair kanaat uyandırılması gerekir[46]. Hapis hakkı konusunda sulh hâkiminden karar alınmışsa, kararın icra müdürlüğüne ibrazı ile birlikte uygulanmasına ilişkin talepte bulunulması gerekir. İster doğrudan doğruya icra müdürlüğünden talep edilmiş olsun, isterse sulh hâkiminden bu yönde karar alınmış olsun, hapis hakkının kullanılmasına ilişkin her talep için ayrı dosya açılır. Hapis hakkının kullanılması için defter tutulması istemi harca tabi değildir (Harçlar Kanunu m. 13/g). Defter tutulması işlemine bu konuda açık hüküm bulunmadığı için menkul haczine ilişkin hükümler kıyasen uygulanır. Deftere hangi taşınırların yazılabileceği icra memuru tarafından TBK m. 336/1 ve TBK m. 336/3 yollamasıyla İİK m. 82 hükümleri birlikte ele alınarak belirlenir[47] ve taşınır mallardan kira alacağını yoktur. İİK., Borçlar Kanunundan daha yeni tarihli olduğu için yetkili merciin İİK.da belirtildiği şekilde İcra Müdürlüğü olduğunun kabulü gerekir” (Yarg. 12. HD. 10.12.1999, 13885/16164 SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013); Zevkliler /Gökyayla, s. 280-281. [42]“Davalı vekili, müvekkilinin kira alacağından dolayı Samsun İkinci Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1996/10. D. İş sayılı dosyasından hapis hakkı kararı aldığını ve rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçtiğini, hapis hakkının rüçhanlı olduğunu belirterek şikâyetin reddini istemiştir” (Yarg. 19. HD. 12.12.1996, 5038/11153, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [43] TBK m. 336 gerekçesi, SİMP, erişim tarihi: 16.04.2013; Zevkliler /Gökyayla, s. 280281; Aydoğdu /Kahveci, s. 452; Erzurumluoğlu, icra dairesine verilen alıkoyma kararı verme yetkisini mahkeme kararına benzer bir karar verme yetkisi bahşedildiği gerekçesiyle eleştirmektedir, s. 102. [44] Budak, s. 59. [45] Kuru, s. 2058; Budak, s. 61-62. [46] Kuru, s. 2059; Erzurumluoğlu, s. 101; Kırmızı, s. 816. [47] Bu husustaki örnekler için bkz. yuk. II, 3. 68 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 karşılamaya yetecek mal deftere yazılarak aynı zamanda her bir malın kıymet takdiri yapılır. Kira alacağını aşacak şekilde veya kiracının tüm mallarının deftere yazılması yoluna gidilemez. Daha önce başka alacak nedeniyle haczedilmiş olsa bile hapis hakkı kapsamındaki taşınırlar deftere yazılır. Kiracı defter tutulmasına karşı koyar ve tehlike yaratırsa, icra memuru kolluktan yardım isteyebilir. Defterin usulüne uygun tutulmaması, haczi kabil olmayan malların yazılması, kıymet takdirinin doğru yapılmaması gibi hallerde şikâyet yoluna gidilebilir (İİK m. 16)[48]. D. Defter Tutulmasının Sonuçları Kiralananda bulunan mallar, defter tutulmadığı sürece kiracının tasarrufunda herhangi bir sınırlama olmadığından değişebilir veya azalabilir. Defter tutulması, kiralananda bulunan hapis hakkı kapsamındaki malların belirlenmesini sağladığından, kiracının mallar üzerindeki tasarruf yetkisini kısıtlar, soyut hak somut hale gelir. İİK m. 335, üzerinde kiralayanın hapis hakkı olduğu ve İİK m. 270 gereğince defteri tutulmuş eşyayı kaçıran veya gizleyenlerin TCK m. 289 uyarınca muhafaza görevini kötüye kullanma nedeniyle cezalandırılacağını düzenlemiştir. Bu suçun oluşabilmesi için defter tutulması gerekir. Kiralayan süresinde rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapmazsa, defter hükümsüz kalacağından kiralayanın cezai sorumluluğu ortadan kalkar. Defter tutma işlemi kiracının taşınırları günlük kullanımını kısıtlamaz[49]. IV. Hapis Hakkına Dayanan Rehnin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takip A. Takip Usulü İİK kapsamında düzenlenen menkul rehni, kiralayanın hapis hakkını da kapsamaktadır. Bu bakımdan “önce rehne başvurma” kuralı hapis hakkı için de geçerlidir. Bu nedenle defter tutulduktan sonra rehnin paraya çevrilmesi yerine haciz yoluyla takibe girişilmesi halinde şikâyet yoluna başvurulabilir. Defter tutulması geçici etkili bir işlem olduğundan kiralayanın defterin tutulmasının sonuçlarından yararlanabilmesi için rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapması gerekir. İcra müdürü defter tutulmasından sonra rehnin paraya [48] Kuru, s. 2058-2060; Budak, s. 65-67, 70; Zevkliler /Gökyayla, s. 279; Yavuz, C. I, s. 1754; Aydoğdu /Kahveci, s. 450; Kırmızı, Mustafa: Kira Hukuku Açıklamalı – İçtihatlı, Ankara 2013, s. 816. [49] Budak, s. 71-73, 76-77; Aksi görüş Kuru, s. 2060; Aydoğdu /Kahveci, s. 451, 453. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 69 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR çevrilmesi yoluyla takip yapmak üzere kiralayana on beş günü geçmemek üzere süre verir. Bu sürede takip yapılmazsa defter hükümsüz olur[50]. Rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takipte, takip ve talebi ve ödeme emri taşınır rehninin paraya çevrilmesine ilişkin hükümlere göre düzenlenir (İİK m. 145 ve 146). Takip talebi ve ödeme emrine “merhunun ne olduğu” ile ilgili olarak, hapis hakkına ilişkin defter (tutanak) örneği eklenir. Kiralayan, kiracıya tahliye ihtarı içeren bir ödeme emri gönderilmesini talep edebilir[51]. Ödeme emrinde tebliğden itibaren yedi gün içinde itiraz edilmez ve on beş gün içinde borç ödenmezse rehnin satılacağı bildirilir (İİK m. 146). Doktrinde haklı olarak rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip için ayrı bir dosya açılması yerine, takip talebinin defter tutulmak üzere açılan dosyaya sunulması ve harçlar ödendikten sonra ödeme emrinin aynı dosya üzerinden yollanması gerektiği ifade edilmektedir[52]. Bu sayede tutulan defterin dayanak olduğu rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takipte sürecin kontrolü kolaylaşacaktır. B. Takibin Kesinleşmesi Kiracı yedi gün içinde takibe itiraz etmezse takip kesinleşir ve on beş gün içinde borç ödenmezse hapis hakkına konu mallar satılabilir. Alacaklı takibin kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde hapis hakkına konu malların paraya çevrilmesini talep etmelidir. Altı aylık süre içinde taşınırların paraya çevrilmesi talep edilmezse takip düşer (İİK m. 150/E) ve defter hükümsüz hale gelir[53]. Esasında hapis hakkının kullanılabilmesi için defter tutulmasına, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla yapılmış bir takibin varlığına ve bunun kesinleşmesine gerek yoktur. Hapis hakkının kullanımına ilişkin şartlar kanunda belirlendiğinden (TBK m. 336) bu şartların olmadığı hallerde, kiracı hakkında yürütülen başka bir takip varsa kiralayanın tek yapması gereken, hapis hakkına konu malların satışından sonra alacağının sıra cetvelinde bulunması için girişimde bulunmaktır[54]. Yine hapis hakkı ile güvence altına alınan alacağın [50] Kuru, s. 2061-2062 (Kuru, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılması zorunluluğu olmadığını kiralayanın haciz veya iflas yoluyla da takip yapabileceği görüşündedir, s. 2061); Budak, s. 77, 78, 82; Aydoğdu /Kahveci, s. 452; Kırmızı, s. 816. [51] Budak, s. 88, 80 ve dn. 100. [52] Budak, s. 88 ve dn 122’de ifade edilen 12. HD. 26.11.1997, 12888/13220. [53] Budak, s. 92. [54]“Davacı vekili, Isparta 2. İcra Müdürlüğü’nün 2004/1624 sayılı dosyasından düzenlenen sıra cetvelinde müvekkiline pay ayrılmadığını, müvekkilinin mallar üzerinde İİK. nun 270. maddesi uyarınca hapis hakkı bulunduğunu, hapis hakkının hacizden önce geleceğini ileri sürerek sıra cetveline itiraz etmiştir. İcra Mahkemesince davacının hapis hakkına ilişkin alacağı ile ilgili takibin kesinleşmediği, bu nedenle pay ayrılmamasında usulsüzlük bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verilmiş, karar davacı vekilince temyiz edilmiştir. B.K.nun 267. maddesine göre kiralayanın işlemiş bir senelik ve işlemekte olan altı aylık kira alacağının temini için kiralanan yerde bulunan kiracının taşınır eşyası üzerinde hapis hakkı mevcuttur. 70 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 rüçhanlı niteliği rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapıldığında, tebligat usulsüz olsa yahut takip kesinleşmese bile sıra cetveline öncelikli olarak yazılmasını gerektirir[55] C. Paraya Çevirme ve Sıra Cetveli Kiralayanın hapis hakkını kullanması neticesinde, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takipte, paraya çevirme ve paraların paylaştırılması usulü bakımından haciz yoluyla yapılan takipte menkul malların paraya çevrilmesine ilişkin usul uygulanır (İİK m. 150/G)[56]. Kiralayan hapis hakkını doğmuş ve doğacak kira alacaklarını teminat altına almak üzere her zaman kullanılabilir, bedeli paylaşıma konu olan mallar üzerindeki hapis hakkının korunması ve sıra cetvelinde öncelikle yer alması gerekir. Malların defterinin tutulmaması sıra cetvelinde öncelikli olmaya engel değildir. Hapis hakkı kapsamında alacak, rüçhanlı olup, hiç takibe girişilmese dahi sıra cetveline yazılarak öncelikle ödenmelidir[57]. Satış sonunda elde edilen Hapis hakkının korunması İİK. nun 270 ve 271. maddesinde düzenlenmiş olup, davacı alacaklı bu hakkına yönelik olarak düzenlemeye uygun işlemler yapmıştır. Bu nedenle davacının alacağının hapis hakkı kapsamında olup olmadığı üzerinde durularak varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir” (Yarg. 19. HD. 01.12.2005 7235/11918, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [55]“Davacı vekili, borçluya ait menkul malların paraya çevrilmesinden sonra düzenlenen sıra cetvelinde davalıya 1. sırada yer verildiğini, davalının hapis hakkına dayanarak yaptığı takibin satış bedeli dosyaya girdikten sonra kesinleştiğini, ödeme emrinin borçluya tebliğ işleminin Tebligat Kanununa aykırı olduğunu ileri sürerek sıra cetvelinin iptalini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin kira alacağından dolayı Samsun İkinci Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1996/10. D. İş sayılı dosyasından hapis hakkı kararı aldığını ve rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçtiğini, hapis hakkının rüçhanlı olduğunu belirterek şikâyetin reddini istemiştir. Mercii hâkimliğince, davalının geçmiş 6 aylık kira parasını kapsar biçimde satışa konu menkul mallar üzerinde hapis hakkını kullandığı, hapis hakkı rehinli alacak niteliğinde olduğundan, satış bedelinin hapis hakkı sahibi davalıya ayrılmasının doğru olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verilmiş, davacı vekilince temyiz edilmiştir. Davalı kira alacağından dolayı hapis hakkı kararı alarak kiralanan işyerindeki menkul malların tespitini talep etmiş, bu malların tespitinden sonra rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçmiştir. BK.nun 267. maddesine göre kiralayan işlemiş bir senelik ve işlemekte olan 6 aylık kira alacağının temini için kiralanan yerde bulunan kiracının menkul eşyası üzerinde hapis hakkı vardır. Kiralayanın kiracıya ait eşyalar üzerindeki hapis hakkı İİK. nun 23 ve 270. maddeleri uyarınca rehinli alacak niteliğindedir. Bu durumda menkul malların satış bedelinin öncelikle hapis hakkı sahibi alacaklıya ödenmesi gerekir. Bu yönler gözetilerek düzenlenen sıra cetveli ve Mercii Hâkimliğinin şikâyetin reddine ilişkin kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır” (Yarg. 19. HD. 12.12.1996, 5038/11153, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013). [56] Budak, s. 92. [57]“Borçlar Kanunu’nun 267 nci maddesine göre kiralayan, geçmiş bir yıllık ve işleyecek altı aylık kira alacağının teminatını teşkil etmek üzere; kiralanan taşınmazın tefrişatı, tezyinatı ve kiralanandan yararlanmayı kolaylaştırmak üzere hasredilmiş taşınır malları üzerinde hapis hakkını haizdir. Kiralayanın bu hakkı yukarıda açıklanan dönem içinde doğmuş ve doğacak kira alacaklarını teminat altına almak üzere her zaman kullanılabilir. Aynı yasanın 269 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 71 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR para, rüçhanlı alacağın bir kısmını veya tamamını karşıladıktan sonra satışın yapıldığı dosya alacaklısının payına hiç para düşmemesi olasılığı bulunmaktadır[58]. Ayrıca defter tutulmaması halinde kiracının tasarruf yetkisinin sınırlanmadığı ve mallar üzerinde tasarruf edebileceği, başka alacaklının yaptığı satışta sıra cetveline yazılma halinde alacağın o takipte satılan mallarla sınırlı olarak rüçhanlı olacağı göz ardı edilmemelidir[59]. Bir örnek vermek gerekirse başka bir alacaklının giriştiği takip neticesinde bir kuyumcunun altınları, gümüşleri, kasası ve vitrininin satılması söz konusuysa, kiralayanın sadece, üzerinde hapis hakkına sahip olduğu kasa ve vitrinin satış bedeli üzerinde rüçhanlı alacağı vardır. Kuyumcunun altını ve gümüşleri hapis hakkı kapsamında olmadığından bunların satışından elde edilen paranın paylaştırılmasında kiralayanın öncelik hakkı yoktur. V. Hapis Hakkına Tabi Malların Zorla veya Gizlice Kiralanandan Çıkarılması Halinde Kiralayanın Başvuru Hakları A. Uygulanacak Hükümler TBK m. 338/2 ye göre alıkoyma kararının konusu olan eşya, gizlice veya zorla götürülürse, götürülmelerinden başlayarak on gün içinde kolluk gücünün[60] yardımıyla kiralanana geri getirilir. İİK m. 271/1’e göre ise gizlice veya cebirle götürülen hapis hakkına konu eşya, götürülmesinden itibaren on gün içinde icra dairesinin emri ile ve zabıta kuvvetiyle geri alınabilir. Her iki madde de gizlice ya da zorla götürülen eşyanın geri getirilmesiyle ilgili “takip hakkını” düzenlemektedir. Kanımca bu hükümlerin uygulama yerleri farklıdır. TBK m. 338/2 gerek sulh hâkimi gerekse icra müdürünün “alıkoyma kararıyla” defteri tutulan ncu maddesindeki şartların olayda bulunmadığı da dikkate alındığında davacı yanın bedeli paylaşıma konu olan mallar üzerindeki hapis hakkının korunması ve sıra cetvelinde öncelikle yer alması gerekir. Mahkemece malların defterinin tutulmadığı gibi yasada yer almayan bir şartın bulunmadığından bahisle davanın reddinde isabet olmadığı gibi, rehin ve hapis haklarında alacak, söz konusu teminat kapsamında rüçhanlı olup, hiç takibe girişilmese dahi öncelikle ödenmelidir. Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının bozulması gerekmiştir” (Yarg. 19. HD. 07.04.2005, E. 2004/9522, K. 2005/3781, SİMP, erişim tarihi: 14.04.2013); Zevkliler /Gökyayla, s. 280; Doktrindeki aksi görüş için bkz. Budak, s. 105-106. [58] Budak, s. 102. [59] Budak, s. 97. [60] Madde gerekçesi: “Maddenin son fıkrasında kullanılan ‘polis kuvveti’ şeklindeki ibare yerine, … ‘kolluk gücü’ denilmek suretiyle fıkra, İcra ve İflâs Kanunu’nun 271 inci maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesiyle uyumlu hâle getirilmiştir” SİMP, erişim tarihi: 16.04.2013 72 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 eşyanın kiralanana geri getirilmesi usulünü düzenlerken, İİK m. 271/1 hapis hakkına tabi olmakla birlikte henüz defteri tutulmamış eşyanın geri getirilmesi usulünü düzenlemektedir. Bu sebeple defteri tutulmuş mallar için kolluk gücünün yardımı yeterli görülmüştür[61]. Çünkü kolluk hapis hakkına konu malların defterde tespit edilmiş olduğundan, hangi malların iade edileceğini bilebilecek durumdadır. Buna karşın hapis hakkı kapsamındaki olmakla birlikte henüz defteri tutulmamış malların iadesi için icra müdürünün emri, yani hapis hakkının şekli denetimi ve bu denetim sonucuna göre icra müdürünün kolluk kuvvetine vereceği emir aranmıştır. Bu işlemin gerçekleşebilmesi için kiralayan defter tutulması talebinde olduğu gibi icra dairesine başvurur[62]. Gerek TBK m. 338/2, gerekse İİK m. 271/1’deki on günlük süre hak düşürücü süre, olup talepte bulunma süresi olarak anlaşılmalıdır. Bununla birlikte defteri tutulmuş malın kaçırılması halinde kiracının cezalandırılması söz konusudur (İİK m. 335: TCK m. 289)[63]. Doktrinde, kiralayanın kolluktan yardım isteyecek zamanının olmaması halinde, hapis hakkına konu eşyayı güç kullanarak alıkoymasının mümkün olduğu, kiralayanın TBK m. 64/3 uyarınca verdiği zararlardan sorumlu tutulamayacağı kabul edilmektedir[64]. B. Hapis Hakkına Tabi Malları Geri Alma Talebinin Şartları TBK m. 338/2 ve İİK m. 271/1 kiralanandan zorla veya gizlice götürülen eşyaların takip hakkını düzenlemektedir. Kanundaki şartlar dâhilinde zorla veya götürülen eşyanın kiracı ya da bir başkası tarafından götürülmesi arasında uygulanacak hüküm bakımından farklılık bulunmamaktadır. Zorla götürmeden, malların götürülmesi sırasında kiralayana cebir ve şiddet uygulanması anlaşılmamalıdır. Kiralananın eşyanın götürülmesine karşı çıkması ve sözlü itiraz etmesi zorla götürme unsurunun gerçekleşmesi için yeterli sayılmalıdır. Öte yandan eşyanın kiracının borcundan dolayı icra memuru kararıyla götürülmesi, takip hakkı bakımından zorla götürme sayılmaz. Aynı şekilde eşyanın gizlice götürüldüğünün kabul edilmesi için kiralayanın bu durumdan haberdar olmaması ya da örneğin farklı şehirlerde ikamet ediyor olmaları nedeniyle bilebilecek durumda olmaması yeterlidir[65]. [61] Hatta TBK m. 64/3’teki şartların varlığı halinde kiralayan eşyayı alıkoymak için bizzat kuvvet kullanabilir (Budak, s. 107). [62] Karş. Kuru, s. 2062; Budak s. 106-108. [63] Kuru, s. 2063 ve dn. 25; Budak, s. 107, 108 ve dn. 171; Erzurumluoğlu, s. 101; karş. Aral/Ayrancı, s. 266; Aydemir, s. 231. [64] Budak s. 107; Yavuz, C. I, s. 1755; Aydoğdu /Kahveci, s. 453. [65] Budak, s. 108-110; Yavuz, C. I, s. 1758; Aydoğdu /Kahveci, s. 453. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 73 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR C. Hapis Hakkına Tabi Malları Geri Alma İşlemi Hapis hakkına tabi malları geri alma işlemi, kiralanandan zorla veya gizlice götürülen malların kiralanana geri getirilmesi suretiyle gerçekleştirilir. Bu işlem sırasında daha önce tutulmamışsa defter tutulması, tarafların haklarının güvenceye alınması ve işlemin şikâyet yoluyla denetimi bakımından bir gerekliliktir. İcra müdürü daha önce defteri tutulmamış mallarının geri alınması istemini maddi hukuku da nazara alarak, aksi kanaat uyandıracak bir durum olmadığı sürece kabul etmelidir. İcra müdürü kiralayanın hapis hakkı olduğuna kanaat getirdiğinde götürülen malların iadesi konusunda kolluğa emir verir. Her ne kadar düzenlemeden icra müdürünün malların geri getirilmesine ilişkin sadece emir vereceği, geri kalan işlemi kolluğun üstleneceği anlaşılsa da kiralayan ile birlikte kiracının da haklarının korunması ve hapis hakkını doğuran kira alacağıyla orantılı şekilde malların geri getirilmesi için icra müdürünün defter tutması yerinde olacaktır[66]. [66] Kuru, s. 2062 dn. 26; Budak, s. 110-111. 74 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 SONUÇ TBK m. 336-338, 818 Sayılı BK m. 267-269’da olduğu gibi taşınmaz kirasında, kiralayana hapis hakkı adı altında kanuni bir rehin hakkı tanımıştır. Kiralayanın hapis hakkı, içeriğinin maddi hukuktan kaynaklanan niteliği ve kullanılması sırasında icra hukukuna mahsus hükümlerin uygulanacak olması nedeniyle genel hapis hakkından farklıdır. Yargıtay’ın kiralayanın bizzat harekete geçerek, kiracının mallarına el koyması fiilinin hukuka uygunluğunu, aynı zamanda bir suç oluşturup oluşturmadığına göre belirlediği anlaşılmaktadır. Yargıtay’ın önceki kararlarında ifade bulan defter tutulması ve kanundaki usullere uyulması gerekliliğine ilişkin görüşünden döndüğü, hapis hakkını her zaman kullanılabilecek bir hak olarak kabul ettiği ve kiralayanın hapis hakkını kullanması için defter tutulmasının zorunlu olmadığı görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır. TBK m. 336, hapis hakkına tabi mallarda daraltmaya gitmiş, kiralananın süslenmesine ilişkin taşınırlar hapis hakkı kapsamından çıkarılmıştır. Her ne kadar kiralananın süslenmesine yarayan menkul eşyanın, döşenmesine ve kullanılmasına da yaradığı, bu nedenle kapsamda bir değişiklik olmadığı ileri sürülebilecek olsa da kapsama giren veya girmeyen somut mallar üzerinden değerlendirme yapıldığında, hapis hakkı kapsamına giren mallarda gerek niteliksel gerekse niceliksel olarak azalma yaşandığı görülmektedir. Kiralananın süslenmesine yarayan eşyalar genellikle alacağı karşılama potansiyeli olan ve aynı zamanda haczi kabil mallar olduklarından bu malların hapis hakkı kapsamından çıkarılması özellikle mesken kiralarında kiralayanın aleyhine olmuştur. Kanun koyucu, kiralayanın hapis hakkını kapsamı konusunda, sadece işyeri kiraları bakımından kiralayanın hapis hakkı uygulamasını sürdüren mehaz İsv. BK’dan ayrılarak, gerek mesken gerekse işyeri kiraları bakımından hapis hakkını kabul etmektedir. Fakat meskende bulunan haczi kabil mallar ve bunlardan hapis hakkı kapsamında olanlar birlikte değerlendirildiğinde mesken kiraları bakımından hapis hakkı anlamını yitirmiştir. Bu nedenle mehaz kanun takip edilerek, hapis hakkının sadece işyeri kiralarında uygulanması yönünde değişikliğe gidilmesi gerekir. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 75 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR KAYNAKÇA Aral, Fahrettin/Ayrancı, Hasan: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, 9. B., Ankara 2012. Aydemir, Efrail: Kira Hukuku, 2. B., Ankara 2013. Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013. Budak, Ali Cem: İcra ve İflas Hukukunda Kiralayanın hapis Hakkının Kullanılması, Ankara 2003 Erzurumluoğlu, Erzan: Sözleşmeler Hukuku (Özel Borç İlişkileri), 2. B., Ankara 2012. Federal Act on the Amendment of the Swiss Civil Code, Part Five: The Code of Obligations (İsviçre Borçlar Kanunu), http://www.admin.ch/ch/e/rs/2/220.en.pdf, (erişim: 07.04.2013). Günay, Cevdet İlhan: Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Ankara 2012. Kanbur, Mehmet Nihat: “5237 S. TCK Bakımından İhkak-ı Hak (Kendiliğinden Hak Alma) Niteliğindeki Fiillerinin Değerlendirilmesi” Http://www.e-akademi.org, Aralık 2007-Sayı 70 Erişim Tarihi: 14.04.2013. Kırmızı, Mustafa: Kira Hukuku Açıklamalı – İçtihatlı, Ankara 2013. Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku, C. I, II, III, IV, İstanbul 1988. Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr (erişim: 07.04.2013). Yavuz, Nihat: Türk Borçlar Kanunu Şerhi, C. I-II, Ankara 2013. Zevkliler, Aydın/Gökyayla, K. Emre: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Ankara 2013. 76 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 KISALTMALAR BK : Borçlar Kanunu C. : Cilt CD.: Ceza Dairesi dn. : dipnot E. : Esas HD.: Hukuk Dairesi HGK.: Hukuk Genel Kurulu İİK : İcra ve İflas Kanunu İsv. BK : İsviçre Borçlar Kanunu K. : Karar Karş.: Karşılaştırınız m. : madde MK : Medeni Kanun s. : sayfa SİMP.: Sinerji İçtihat ve Mevzuat Programı TBK: Türk Borçlar Kanunu TCK: Türk Ceza Kanunu Yarg.: Yargıtay yuk.: yukarı 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 77 HAKEMLİ Kiralayanın Hapis Hakkı / Ş. DEMİR HAKEMLİ SENDİK AL TAZMİNAT* Berna ÖZTÜRK** * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK–ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. **Ankara Barosu, İş Hukuku master öğrencisi, bernaozturk88@gmail.com ÖZ Sendika özgürlüğü, Anayasa’nın “sosyal ve ekonomik hak ve ödevler” başlığı altında 51. maddede düzenlenmektedir. Ayrıca bu özgürlük 7.11.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nca da korunmaktadır. Kanunun 25.maddesi sendikal güvencenin teminatıdır. Mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31.maddesi de sendikal hakları güvence altına almak için getirilmişti. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 25.maddesi Mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31.maddesine benzer olmakla beraber ciddi farklılıkları da içinde barındırmaktadır. İşte bu makalede sendikaya üyelik ve sendikal faaliyet kavramları incelendikten sonra sendikal özgürlüğün güvencesi olan “sendikal tazminat” kavramı iş akdinin kuruluşu, devamı ve sona ermesi başlıkları altında detaylı olarak incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, sendikal tazminat, sendika üyeliği, sendikal faaliyet, sendika. T R A D E U N I O N C O M P E N S AT I O N ABSTRACT Constitution, article 51, regulates freedom of association under the title of “social and economic rights and duties”. Apart from this execution, freedom of association is also protected by Trade Union and Collective Bargaining Law no 6356, which came into force on 7.11.2012. Trade Union and Collective Bargaining Law, no 6356, article 25 is indemnity of trade union assurance. In this article, first, the concept of “ membership of trade unions” and “trade union activity” have been examined and then the institution of trade union compensation, which is the guarantee of freedom of association, has been analyzed in detail under the headings of establishment, continuation and termination of contract. Keywords: Trade Union and Collective Bargaining Law, trade union compensation, membership of trade unions, trade union activity, trade union. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 81 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK I. BİREYSEL SENDİKA ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI S endika özgürlüğü, Anayasa’nın “sosyal ve ekonomik hak ve ödevler” başlığı altında 51. maddede düzenlenmektedir. Ayrıca bu özgürlük 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 17. maddesi ve 19. maddesinin (üyeliğin sona ermesi) hükümleriyle de teyit edilerek yasal düzeyde korunmaktadır[1]. Sendika özgürlüğü bireysel ve kolektif sendika özgürlüğü olarak ikiye ayrılır. Bireysel sendika özgürlüğü kavramı ilk olarak bir sendikaya özgürce üye olabilme hususunu, ikinci olarak da sendika kurma özgürlüğünü içerir[2]. Temel bir hak olan ve öncelikle en üst norm olan Anayasa tarafından 51. maddede düzenlenen[3] bireysel sendika özgürlüğü, doktrinde olumlu ve olumsuz sendika özgürlüğü olarak ikiye ayrılmaktadır. Anayasanın 51. maddesine göre, “Çalışanlar ve işverenler önceden izin almaksızın sendikalarını ve üst kuruluşlarını kurabilecekleri gibi, bunlara serbestçe üye olabilecekler ve üyelikte kalabileceklerdir… Hiç kimse üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.” Buna kısaca “olumlu sendika özgürlüğü” denilmektedir. Bu özgürlük, sadece bireylerin özgürce sendika kurma veya bir sendikaya üye olmalarını değil, aynı zamanda birden çok sendikadan dilediğini seçebilmeleri anlamını da gelmektedir[4]. Ayrıca, olumlu sendika özgürlüğü, bireylerin sendikaların iç faaliyetlerine (seçimlere katılma, oy kullanma gibi) ve dış faaliyetlerine katılma imkânı da verir[5]. Bu özgürlükten yararlanacaklar arasında cinsiyet, ırk, renk, dil, din, mezhep, felsefi inanç, siyasi düşünce ve benzeri nedenlerle de ayrım yapılamaz (ANY m.10). Olumsuz sendika özgürlüğü ise, bireylerin sendikaya girmeme (üye olmama) veya girmiş oldukları sendikadan dilediği zaman ayrılma serbestîsini ifade eder. Aynı zamanda olumsuz sendika özgürlüğü herhangi bir işyerinde çalışabilmenin de işçi sendikasına üye olmak şartına bağlı tutulamayacağı belirtir[6]. O halde bireysel sendika özgürlüğü kavramı, bireyin dilediği zamanda dilediği sendikaya üye olma, üye olduğu sendikadan istediği zaman ayrılma, [1] [2] [3] [5] [6] Şahlanan, 8. Sur, 36. Tuğ, 7. Demir, Sorularla Toplu İş Hukuku, II, 59 vd. “Her ne kadar Anayasanın 51.maddesinin başlığında sendika kurma hakkı deniliyor ve sendika özgürlüğü kavramına yer verilmiyorsa da bunun aynı zamanda bir özgürlük olduğu doktrinde kabul edilmektedir. Çünkü, özgürlük daha geniş kapsamlı ve soyut hak ise bunun özelleştirilmiş ve somutlaştırılmış bir ifadesidir.” ,bu görüş için bkz. Tuncay, 44. Şahlanan, Sendikalar, 8. Tuğ, 7. Çelik, İş Hukuku, 402. Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları, 205. Tuğ, 9. Tuğ, 9. Şahlanan, Sendikalar,13. Şahlanan, Sendikalar, 13. Tuğ, 10. Özveri, 1523. Çelik,İş Hukuku, 406. Sur, 36. 82 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 [4] bir başka sendikaya üye olabilme, sendika kurma ve sendikanın faaliyetlerine katılma özgürlüğünü ihtiva eder[7]. Sendika özgürlüğü gerek işçi gerek işveren gerekse de demokrasinin vazgeçilemeyen bir unsurudur[8]. Bu amaçla, bireysel sendika özgürlüğü hem Anayasanın 51. maddesi hem de Kanunun bahsedilen hükümleriyle (17.ve 19.maddeler) güvenceye kavuşturulmuş olsa da, bu özgürlüğü ve ona sağlanan güvenceyi etkin kılacak başka güvence hükümlerine gerek vardır. Zira özgürlüğün tanınması kadar korunması da önem taşımaktadır. Güvence, hem bu özgürlüğü ihlal edenlere karşı korunmak; hem de özgürlüğe sahip olanlar açısından özgürlüğün kullanımının kötü sonuçlar doğurmasını önlemektir. Kısacası güvence özgürlüğün etkinliğini sağlamak anlamına gelir. Bu bağlamda sendika özgürlüğü sübjektif bir hak düzeyine çıkmaktadır.[9] İşte çalışmamızın konusunu oluşturan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 25. maddesi bu hakkı korumak amacıyla sendikal tazminat olarak adlandırılan yaptırımı öngörmüştür[10]. II. TÜRK HUKUK SİSTEMİNDE SENDİKA ÜYELİĞİ VE SENDİKAL FAALİYETE KATILMA GÜVENCESİ 1. Sendika Üyeliği ve Sendikal Faaliyete Katılma Güvencesi A. Sendika Üyeliği Kavramı Sendika ile üye arasında karşılıklı hak ve yükümlülükler doğuran hukuki ilişkiye “üyelik” denilmektedir. Üyelik niteliği itibariyle kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu için devredilmez ve başkasına miras yoluyla geçmez[11]. Sendika üyeliği bir takım hak ve borçların da doğmasına sebep olur[12]. Sendika üyeliği kanunda işçi sendikası ve işveren sendikası üyeliği olarak iki şekilde düzenlenmektedir; ancak burada konumuzla ilgili olduğu için sadece işçi sendikası üyeliğinden bahsedeceğiz. Kanununun 17.maddesi sendika üyeliğinin şartlarını düzenlemektedir. Buna göre, işçi sendikasına üye olabilmek için işçinin [7] [8] [9] [10] Özveri, Sendikal Tazminat ve Yargı Kararları, 1523. Güzel, Değerlendirme 1996,153. Güzel, Değerlendirme 1996,153. Y9HD, 20.5.1985, 2446/5437: “…yasanın sendikaya üye olup olmama hürriyetinin teminatı başlığını taşıyan 31.maddesinde hükümlerde kaynağını Anayasa kurallarından alan ve olumlu- olumsuz sendika özgürlüğünü güvence altına alan hükümlerden bir kısmını içermektedir. Sendikalar Kanununun 31.maddesi bireysel sendika özgürlüğünü gerçekleştirmek için öngörülmüştür.” Günay, 687. [11] Şahlanan, Sendikalar,145. Tuğ, 109. [12] Bu konuda ayrıca bkz. Sur, 128 vd, Çelik, İş Hukuku, 459 vd, Günay, 350 vd. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 83 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK 15 yaşını doldurması ve işbu kanun hükümlerine göre işçi sayılması gerekir. Ayrıca iş akdine göre çalışanlar ile iş sözleşmesi dışında ücret karşılığı iş görmeyi taşıma, eser, vekalet, yayın, komisyon ve adi şirket sözleşmesine göre bağımsız olarak mesleki faaliyet biçiminde yürüten gerçek kişiler de bu kanuna göre işçi sayılmaktadır. Bu kişiler de işçi sendikasına üye olabilmektedir. Tüm bu şartların dışında sendikaya üye olabilmek için kanunda düzenlenen bir takım usuli işlemlerin de yapılması gerekmektedir. Şöyle ki; 2821 sayılı Mülga Sendikalar Kanununda işçi tarafından sendikaya üye olabilmek için noter tasdikli[13] beş nüsha üye kayıt fişi düzenlenerek sendikaya verilmesi gerekirdi. Ancak, 6356 sayılı Yasanın 17.maddesinin 5.fıkrası bu uygulamayı değiştirmiştir ve yeni bir sistem benimsemiştir. Bu sistem ise, yasanın yürürlüğe girdiği tarih olan 7.11.2012’den itibaren birinci yılın sonunda etkin hale gelecektir. 6356 sayılı Kanun uyarınca artık üyelik işlemleri T.C Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının sağlayacağı elektronik başvuru sistemi esasına göre e-devlet üzerinden yürüyecektir. Yani, sendikaya üyelik için noter şartı kalkmıştır. Bu işlemler elektronik yolla çözümlenecektir. Ayrıca, sendika üyeliği, işçinin yaptığı başvuruyla kendiliğinden gerçekleşmez; sendikanın yetkili organınca (ki bu genellikle uygulamada yönetim kuruluna bırakılmaktadır.) kabulü gerekir[14] (m.17/5). Buna “üyeliğe kabul özgürlüğü” denilmektedir[15]. Şüphesiz ki bu özgürlük de sınırsız ve dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılamaz (m.17/5.). Sendika üyeliği ile ilgili olarak şu hususu da bir daha önemle belirtelim ki, bir sendikaya üye olup olmamak tamamen serbesttir. Hiç kimse sendikaya üye olmaya ve olmamaya zorlanamaz (m.17/3). B. Sendikal Faaliyet Kavramı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 25.maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “İşçiler, sendikaya üye olmaları ve olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin rızası ile iş saatleri içinde, işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya herhangi bir nedenle farklı muameleye tabi tutulamazlar.”[16] Dikkat edilecek olursa söz konusu maddede “işçiler” denilmektedir. Dolayısıyla bu hükmü sadece sendika üyesi işçiler olarak anlamamak gerekir. Yani, sendikaya üye olmayan işçiler de sendikal faaliyete katılırlarsa bu maddenin sunduğu güvenceden [13] [14] [15] [16] 84 Y9HD, 29.4.1986, 3847/4425, Günay, 383. Y9HD, 1.8.1995, 26250/23900, Günay, 379. Bu konuda bkz. Akipek-Akıntürk, 466. Çelik,İş Hukuku, 457. Sur, 125. KGSK’na göre de “ Kamu görevlileri iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde sendika veya konfederasyonların bu Kanunda belirtilen faaliyetlerine katılmalarından dolayı farklı işleme tabi tutulmazlar (m. 18/I). Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 yararlanabileceklerdir. Şu hususu da belirtelim ki, sendikal faaliyetin kapsamı belirlenirken işçinin faaliyetleri esas alınmalı ve konu bireysel sendika özgürlüğünden soyutlanmamalıdır.[17] Bu anlamda, sendikaya üye olmayan bir işçinin sendikanın düzenlediği bir toplantıya katılması ve sendikayı destekleyen davranışlarda bulunması, “sendikal faaliyet” olarak sayılabileceği gibi, yine sendika üyesi olmayan bir işçinin sendikanın karar verip uyguladığı bir greve katılması da “sendikal faaliyet” olarak nitelendirilecektir[18]. Bunun gibi, işçinin kurucu olarak bir sendikal faaliyete öncülük etmesi veya tek başına bir sendikal faaliyette bulunması (işçinin bildiri dağıtması, propaganda yapması gibi) halinde de sendikal faaliyete katılma güvencesinden işçi yararlanabilecektir[19]. Bu anlamda sendikal faaliyeti, sendika ve konfederasyonların Kanununun 26. maddesiyle sınırlı tutmak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Yani, sendikal faaliyet işçinin tüm faaliyetlerini örneğin, sendikaya üye kaydetme, sendikayı tanıtma, temsilcilerin tüm yasa ve toplu iş sözleşmeleriyle belirlenen görev ve yetkilerine ilişkin faaliyetleri içine almaktadır[20]. Ne var ki, Yargıtay vermiş olduğu kararlarında; sendikal faaliyeti 2821 sayılı Mülga Sendikalar Kanunun 32. ve 33.maddelerine giren faaliyetlerle sınırlandırmaktadır[21]. Öte yandan, 25.maddenin 3. fıkrasında; “ … iş saatleri dışında veya işverenin rızasıyla iş saatleri içinde…” hükmüne yer verilmiştir. Yani, maddede sendikal faaliyetin işyerinde veya işyeri dışında yapılması konusunda bu güvenceden yararlanma açısından bir ayrıma gidilmemiştir. Ancak, dikkat edilecek olursa, bahsedilen hükümde “iş saatleri içinde yapılacak olan sendikal faaliyet için işverenin rızası aranır.” denilmektedir. Diğer bir deyişle, iş saatleri dışında aranmayan sendikal faaliyete katılma izni, sendikal faaliyetin işyerinde gerçekleştirilmesi halinde yine aranacaktır[22]. Yani, işyerinde yapılacak sendikal faaliyet nedeniyle çalışmama ancak işverenin rızasıyla mümkün olacaktır.[23] [17] [18] [19] [20] Şahlanan, Sendikalar, 180. Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 269. Şahlanan, Sendikalar, 181. Demir, Sorularla Toplu İş Hukuku, 99. Sur, 47. Tuğ, 193. Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi,269. Şahlanan, Sendikalar, 181. Tuğ, 193. [21] YHGK, 5.5.1982, 9-978/459: “… 274 sayılı Sendikalar Kanununun 19.maddesinde (şimdi 31) sözü edilen sendikal faaliyeti yasanın 14.maddesindeki (şimdiki 32. ve 33. maddeler) faaliyetler olarak anlamak gerekir.” Şahlanan, Sendikalar, 181. YHGK, 9.12.1987, 9-661/915: “…Sendika ve konfederasyonların faaliyetleri Sendikalar Kanununun 32. ve 33.maddelerinde gösterilmiştir. Davada dayanılan davacıya ait faaliyetler az önce zikredilen maddelerle açıklanan faaliyetlerden değildir. Bu itibarla Sendikalar Kanununun 31/6. maddesinde öngörülen yaptırımın olayda uygulama yeri bulunmamaktadır…”Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları,216. [22] Y9HD, 19.9.1996, 5543/17537: “…Aksi halde yani iş saatleri içinde ve işverenin rızası olmaksızın faaliyetlerde bulunulduğu takdirde sendikal tazminat isteğinin reddine karar vermek gerekir.” Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları, 226. [23] Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 270. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 85 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK Ancak, işçinin sendika üyeliği veya sendikal faaliyete katılması, onun için iş akdinin kurulmasında, devamında yahut feshinde işverenle arasında bir takım sorunların meydana gelmesine sebep olabilir. Bu bağlamda sendikaya üye olma ve sendikal faaliyete katılma özgürlüğünün güvencesi üzerinde durulması gerekir. C. İşe Girişte Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 25.maddesine göre; “İşçilerin işe alınmaları, belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri veya belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. Bu hükümlere aykırı olan toplu iş sözleşmesi ve iş sözleşmeleri geçersizdir.” (m.25-1,8). Bu maddeyle işçinin işe girerken hem olumlu hem de olumsuz sendika özgürlüğü koruma altına alınmıştır. Bunların yanı sıra, işçilerin belli bir sendikaya girme veya girmemelerinin de zorunlu tutulamayacağı belirtilerek, bu şekilde “ sendika seçme özgürlüğü” de koruma altına alınmıştır[24]. Zira, kanun bu hususu ayrıca belirtmeseydi, işveren, işçileri işe alırken kendisine yakın bir sendikaya üye olmalarını onlardan istenebilirdi. İşte 25.madde bu hükümle sarı sendikacılığı da önlemek istemiştir[25]. Toplu iş sözleşmesine veya hizmet akdine Kanununun 25.maddesinin birinci fıkrasına aykırı hükümler konulamaz; aksi halde bu hükümler Türk Borçlar Kanunu’nun 27.maddesine göre hükümsüz olacaktır. Burada kesin hükümsüzlük yaptırımının söz konusu olması için sözleşmenin taraflarının sendika özgürlüğünü sınırlama veya ortadan kaldırma niyetinin bulunması gerekmez. Sözleşmenin bu özgürlüğü fiilen sınırlamış veya kaldırmış olması yeterlidir[26]. Türk Borçlar Kanunu’nun 27.maddesinin ikinci fıkrasına göre; sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur. Dolayısıyla, eğer bir hizmet akdinde veya toplu iş sözleşmesinde 25.maddenin birinci fıkrasına aykırı bir hüküm mevcutsa, burada Türk Borçlar Kanunu’nun ikinci fıkrası göz önüne alınmalı, sözleşme buna göre değerlendirilmeli ve ona göre tam ya da kısmi kesin hükümsüzlük yaptırımı uygulanmalıdır[27]. Ancak şu hususu da önemle belirtelim ki, İş hukukunda işçinin korunması ilkesi[28] temeldir. Dolayısıyla, sözleşmenin tamamının hükümsüz olması işçinin zararına yol açabilir. [24] [25] [26] [27] [28] 86 Şahlanan, Sendikalar, 177. Tuğ, 190. Günay, 566. Tuncay, Sendika Üyeliği, 98. Şahlanan, Sendikalar, 177. Tuğ, 190. Günay, 571. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, 69. Şahlanan, Sendikalar, 177. Tuğ, 191. Süzek, İş Hukuku, 15. Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Bu yüzden sözleşmedeki işçinin aleyhine olan hükümlerin hükümsüz sayılması (kısmi butlan) ve sözleşmenin ayakta tutulması daha yerinde olacaktır[29]. İşe almada ayrım yasağına aykırı uygulamalara sadece hizmet akdine yahut toplu iş sözleşmesine konulan hükümlerde rastlanmaz. Bunun dışında işverenler bir takım hareketleriyle de bu yasağa aykırı davranabilirler. Şöyle ki, işverenler kimi zaman kara liste uygulaması yapabilirler. Bu uygulamayla bazı sendika üyelerinin ve özellikle işçi liderlerinin isimlerinin veya önceden sendikal faaliyete katılan işçilerin listelerini yayınlayarak işe alınmalarını önleme yoluna gidebilirler[30]. Şüphesiz ki; kara liste uygulaması olumlu sendika özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca kara liste uygulaması, işçinin kişilik haklarına da saldırı teşkil eder. Kara liste uygulamasına karşılık, kişilik haklarının korunmasına ilişkin olarak Medeni Kanunu’nun 24.maddesi, Türk Borçlar Kanunu’nun 49. ve 58.maddeleri yoluyla işverence yapılan yayının durdurulması ve eğer şartları varsa maddi veya manevi tazminat talep edilebilir[31]. Aynı şekilde, olumsuz sendika özgürlüğüne aykırı davranışlar da söz konusu olabilir. Örneğin İngiltere’de 1971 tarihli “Industrial Relations Act” ile kaldırılan ve fakat 1974 yılında “Trade Union and Labor Relations Act” ile yeniden kabul edilen; ancak sonraki uygulamalarla önemini yitiren, Amerika Birleşik Devletlerinde eskiden çok geniş bir uygulama alanı bulmuş olan ve fakat sonraları “Taft-Hartley Act” ile kaldırılmış bulunan kapalı işyeri şartı (closed shop-clause)[32] ile kısmen de olsa halen uygulanan sendikalı işyeri şartı[33] şüphesiz ki Türk Hukukunda Alman Hukukunda olduğu gibi hükümsüz olacaktır. Kanununun 25.maddesinin dördüncü fıkrasına göre; “İşverenin fesih dışında yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi halinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir.” Buna göre, işe girişte işçi herhangi bir sendikal ayrımcılıkla karşılaşması durumunda 25.maddenin 4.fıkrasına göre tazminat talep edebilecektir[34]. Doktrinde bu tazminata [29] [30] [31] [32] Tunçomağ, 345. Günay, 571. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, 70. Şahlanan, Sendikalar, 178. Şahlanan, Sendikalar, 178. “Kapalı işyeri şartı ile işyerine alınma veya işyerinde kalabilmenin sadece toplu sözleşmeye taraf sendikaya önceden üye olanlar için mümkün olabileceği kararlaştırılmaktadır.” bkz. Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 262. Günay, 568. Çelik, İş Hukuku,405. Eren, Dernek ve Sendikalara Üye Olma Hakkı, 267. [33] “Sendikalı işyeri şartı ile ise; işçilerin işyerine alınmaları veya işyerinde kalabilmeleri için, işe alınmadan önce veya toplu sözleşmenin yürürlüğe girişinden itibaren belirli bir süre sonra sözleşmeye taraf sendikaya üye olmaları kararlaştırılmaktadır.” bkz. Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 263. Günay, 569. Çelik, İş Hukuku, 406. Eren, Dernek ve Sendikalara Üye Olma Hakkı, 268. [34] 2821 sayılı Mülga Sendikalar Kanununun 31. maddesinde işe girişte sendikal nedenle ayrımcılığa uğrayıp işe giremeyen işçiler için herhangi bir hukuki yaptırım öngörülmemiştir. Zira 31.maddenin 6. fıkrası; “işveren 3. ve 5.fıkralara aykırı hareket etmesi halinde 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 87 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK “sendikal veya sendikacılık tazminatı” denilmektedir[35]. Burada sendikal ayrımcılık yapıldığını kanıtlama yükümlülüğü işçi üzerindedir (m.25/7). Son olarak, iş akdinin kurulması görüşmelerinde, görüşmeci işverenle yapacağı konuşmada işverenin iş ilişkisiyle ilgili olarak sorduğu sorulara doğru yanıtlar vermekle yükümlüdür. Bu aşamada da tarafların birbirlerine karşı dürüstlük kurallarına uygun olarak davranmaları gerekmektedir. Anayasanın 51.maddesi sendikal özgürlüğü güvence altına almaktadır. Bu nedenle, işveren adaya sendikaya üye olup olmadığını veya daha önce herhangi bir sendikal faaliyete katılıp katılmadığını sorma yetkisini haiz değildir. İşçinin de bu soruya cevap verme zorunluluğu yoktur[36]. Peki, eğer görüşmeci kendisine sorulan sendika üyeliği ile ilgili bir soruya doğru yanıt vermezse ve bu durum iş akdi kurulduktan sonra ortaya çıkarsa ne olacaktır? Şüphesiz ki, işçinin bu soruya doğru yanıt vermemesi işvereni yanıltma olarak kabul edilmeyecektir. Dolayısıyla işveren için haklı bir fesih nedeninden bahsedilmesi mümkün değildir. Zira, “hiç kimse kendi kusuruna dayanarak hak iddia edemez.”[37] Eğer işveren iş akdini bu yüzden feshederse, yapılan fesih geçersiz olur ve artık bir iş akdi kurulmuş olduğundan işçi feshe bağlı haklarının yanı sıra; feshin sendikal nedenle yapıldığı iddiasıyla sendikal tazminat da talep edebilecektir. D. İş akdinin Devamında İşveren iş akdinin devamı sırasında da işçiler arasında sendikalı-sendikasız ayrımı yapamaz[38]. Kanun bunu engellemek için ayrıca bir hüküm koymuştur. [35] [36] [37] [38] 88 işçinin bir yıllık ücretinden az olmamak üzere tazminata mahkûm edilir.” hükmünü getirmektedir. 31.maddenin 3. ve 5.fıkraları ise iş akdinin kurulmasından sonraki hususları düzenlemektedir. Bu bağlamda işe girişte işçi bireysel sendika özgürlüğünü zedeleyici farklı bir muameleyle karşılaşır ve sırf bu yüzden iş akdi kurulmazsa, kusurlu davranan işveren için Sendikalar Kanunda herhangi bir hukuki yaptırım öngörülmemiştir. Bu bağlamda genel hükümlere gidilmesi ve henüz bir sözleşme ilişkisi de kurulmadığı için “culpa in contrahendo” (sözleşme öncesi sorumluluk) hükümlerinin işletilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Zira görüşme esnasında görüşmeciler dürüstlük kurallarına uygun davranmalı, birbirlerinin kişilik ve malvarlığı değerlerine zarar vermemeli, bunun için gerekli özeni göstermelidirler. Burada işveren işe girişte işçiyi sendika üyesi olduğu için veya bir sendikaya üye olmadığı için iş akdini kurmaz ve işçinin zarara uğramasına neden olursa sözleşme öncesi sorumluluk hükümleri çerçevesinde zararını gidermelidir. Ancak, taraflar arasında sözleşme ilişkisi kurulmuş ya da haksız fiilin unsurları mevcutsa, asıl olan sözleşme veya haksız fiil sorumluluğu olduğu için bu hükümlerin uygulanması, bunların koşullarının mevcut olmadığı halde ise sözleşme öncesi sorumluluk hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Sümer, İş İlişkisinin Devamında Sendikal Nedenle Feshe Karşı Koruma,115. Tuğ, 194. Şahlanan, Sendikalar, 181. Çelik,İş Hukuku, 410. Günay, 577. Süzek, İş Hukuku, 268. Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 24. Kamu Görevlileri Sendikası Kanununa göre de; “ Kamu işvereni kamu görevlileri arasında sendika üyesi olmaları veya olmamaları nedeniyle bir ayrım yapamaz” (m. 18/II). Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Buna göre, “işveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır.” Bu hüküm dışında kanunun üçüncü fıkrasına göre; “işçiler sendikaya üye olmaları veya olmamalar… işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz.” Kanundaki bu düzenleme iş hukukundaki “eşit davranma ilkesi” ve “işverenin yönetim hakkıyla” da yakından ilgilidir[39]. Öncelikle, bu maddelerde açıklanan işverenin sendikalı işçilerle sendikasız işçiler veya sendikal faaliyete katılan işçiler arasında ayrım yapma yasağı, işverenin eşit işlem yapma borcu kapsamı içerisinde değerlendirilmelidir. Zira, eşit davranma borcu; işverenin yükümlülüklerinden birisidir. İşveren, aynı işte ve aynı koşullarda, eşit verimde çalışan işçilere herhangi bir ayrım yapmadan eşit davranmakla yükümlüdür. Kısaca, eşit davranma borcu, işverenin haklı bir neden olmadan, keyfi ve haksız olarak işçiler arasında farklı davranmamasını ifade eder[40]. Bu noktada şunu söyleyebiliriz ki, Kanunu’nun 25.maddesindeki bu düzenleme eşit davranma ilkesinin bireysel sendika özgürlüğü açısında somutlaştırılmış bir şeklidir[41]. Yani, işverenin Kanunu’nun 25.maddesine aykırı davranışı hem bireysel sendika özgürlüğüne hem de eşit davranma borcuna aykırılık teşkil eder[42]. Böylece, işveren örneğin sendikaya üye oldukları için işçilere mesleki ilerlemelerinde veya disiplin hükümlerinde belirtilen kanun hükümlerine aykırı olarak davranamayacaktır. Bununla beraber, işverenin; işçiler arasında sendikalılık durumuna bakmaksızın, kıdem, eğitim, yetenek, deneyim, çalışkanlık gibi hususları göz önüne alarak, işçiler arasında özellikle ücret, prim, ikramiye ve çalışma koşulları arasında farklı bir uygulamaya gitmesi eşit davranma borcuna aykırılık teşkil etmeyecektir[43]. Şüphesiz ki burada önemli olan husus, işverenin 25.maddeye aykırı hareket etmemesidir. Nitekim, Yargıtay vermiş olduğu bir kararında[44]; “ …Gördükleri işin özelliğine göre bazı işçilerin ücretlerine işverence zam yapılması, işçiler arasında eşitsizlik yaratmak ve toplu iş sözleşmesine taraf işçi kuruluşunu zayıflatmak olarak nitelendirilmez.” demektedir. Yeter ki işverenin [39] [40] [41] [42] Şahlanan, Sendikalar, 179. Tuğ, 191. Süzek, İş Hukuku, 398. Mollamahmutoğlu, 429. Şahlanan, Sendikalar, 179. Şahlanan, Sendikalar, 179. Tuncay, Eşit Davranma İlkesi, 127. Sümer, İş İlişkisinin Devamında Sendikal Nedenle Feshe Karşı Koruma, 110. [43] Süzek, İş Hukuku, 405. Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 264. Günay, 575. Sur, 312. [44] Y9HD, 30.3.1973, 37337/8164, Günay, 575. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 89 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK bu uygulaması, sendikalı sendikasız işçi ayrımı dışında yukarıda belirttiğimiz gibi objektif ölçülere dayandırılsın. İşverenin, sendikalı işçilerle sendikasız işçiler arasında ayrım yapma yasağının istisnasını teşkil edebilecek olan bir hüküm Kanununun 25.maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir: “ Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır.” Yani bir işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesi hükümlerinin ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin hususları, işverenin eşit işlem yapma borcunun istisnasını teşkil eder. Gerçekten de Kanununun 39. maddesine göre; “ toplu iş sözleşmesinden sadece bir işyerinde sendikaya üye olan veya dayanışma aidatı ödeyenler yararlanabilir” hükmü düzenlenmektedir. Yani, bu iki maddeyle; toplu iş sözleşmesinin parasal hükümlerine ilişkin olarak işçiler arasında bir ayrım yapılabilecek (parasal hükümlerden sadece sendikaya üye olan işçilerle, dayanışma aidatı ödeyen işçiler yararlanabilecek); buna karşılık, parasal olmayan konularda örneğin, iş sürelerine, disiplin hükümlerine, iş akdinin feshine, iş sağlığı ve güvenliğine… ilişkin hükümlerde ise işveren eşit işlem borcuna aykırı olarak davranamayacaktır[45]. Yani parasal konular dışındaki hallerde toplu iş sözleşmesinin hükümleri tüm işçilere uygulanacaktır. Ancak şunu da hemen belirtelim ki, işverenin toplu iş sözleşmesinin paraya ilişkin hükümlerini taraf işçi sendikasına üye olmayanlarla, üye olmayıp ayrıca dayanışma aidatı ödemeyen işçilere de uygulanması Sendikalar Kanunu’nun25.maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık teşkil edecektir[46]. İşverenin işçiler arasında sendikal ayrım yapması, işverenin yönetim hakkıyla da yakından ilişkilidir. Yönetim hakkı[47]; kabaca, işverenin vereceği talimatlarla, yasa, toplu iş sözleşmesi ve iş akdine aykırı olmamak üzere, işin yürütümünü ve işçilerin işyerindeki davranışlarını düzenleyebilme hakkına denilmektedir[48]. Kanununun 25.maddesinin ikinci fıkrasında; “İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz.” denilmektedir. Maddede yer alan “ çalışma şartları (2821 sayılı Kanunda işin sevk ve idaresi olarak geçmektedir)” ibaresinin işin yürütümü yerine kullanıldığı, dolayısıyla işverenin yönetim hakkını amaçladığı açıktır.[49] İşte bu açıdan bakıldığında söz konusu madde, işverenin yönetim hakkını sendikal nedenlerle sınırlar. Ayrıca, işverenin yönetim hakkını kötüye kullanmasını da engeller. Gerçekten de, eğer bu husus kanunda düzenlenmeseydi, işveren sendikaya üye [45] Süzek, İş Hukuku, 406. Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 112. Çelik, İş Hukuku, 560. Tuğ, 192. [46] Sümer, İş İlişkisinin Devamında Sendikal Nedenle Feshe Karşı Koruma,113. [47] Detaylı bilgi için bkz. Taşkent, İşverenin Yönetim Hakkı. [48] Süzek, İş Hukuku, 72. [49] Taşkent, 134. 90 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 olan veya sendikal faaliyette bulunan işçileri sendikasız işçilere göre daha ağır ve zor şartlar altında çalıştırabilir ve böylece onların bireysel sendika özgürlüğünü zedeleyebilirdi. Böyle bir durumda ise, işçinin serbestçe bireysel sendika özgürlüğünü kullanma hakkından bahsedilemezdi. İşte bu nedenlerle işveren yönetim hakkını hukuka uygun olarak kullanmak zorundadır[50]. İşverenlerin ayrıca, işçilerin işini ve işyerini sendikal nedenlerle değiştirdiği de görülmektedir[51]. İş akdi devam ederken, işin ve işyerinin işveren tarafından tek taraflı olarak değiştirilmesi, kimi zaman sendikal özgürlüğü zedeleyebilecek nitelikte olabilir. İşveren, işçinin sözleşme ile saptanan işini, onun iznini almadan tek taraflı olarak değiştiremez. Aynı şekilde, işveren birden çok bağımsız işyerinin bulunduğu hallerde de, bunlardan birinde çalıştırılmak üzere işe alınan işçinin, diğer işyerinde çalıştırması da yine işçinin iznine tabidir[52]. Nitekim, 4857 sayılı İş Kanunu bu konuda özel bir hüküm getirmiş ve işçinin yazılı olarak kabul etmediği esaslı değişiklik hallerinin işçiyi bağlamadığına hükmetmiştir (m.22/I). Şunu da önemle belirtelim ki, işverence çalışma koşullarında yapılan değişiklik onun yönetim hakkı içinde kalıyorsa, esaslı değişiklik sayılmayacaktır[53]. Diğer bir deyişle, işveren yönetim hakkı içinde kalan hususlarda tek taraflı değişiklik yapabilecektir. Ancak, işveren işçinin rızası olmadan işini veya işyerini sendika üyesi olduğu için esaslı bir surette değiştirirse yani işçinin bireysel sendika özgürlüğünü zedeleyecek şekilde davranırsa, işveren iş koşullarında esaslı bir değişiklik yapmış olacak ve ayrıca eşit işlem borcuna da aykırı davranmış olacaktır. Öncelikle işçinin böyle bir talimata uyma zorunluluğu yoktur. Böyle bir durumda, sözleşmede tespit edilen işi yapmak üzere hazır bekleyen işçiye iş verilmemesi işvereni temerrüde düşürür. Yani işçi, iş görme borcunu yerine getirmeksizin Türk Borçlar Kanunu’nun 408.maddesine göre ücrete hak kazanır[54]. Üstelik işçi isterse, “ sendikal nedenle işinin veya işyerinin değiştirildiğini belirterek Sendikalar Kanununun 25.maddesinin dördüncü fıkrasındaki tazminatı da talep edebilir. Hatta işçi dilerse iş akdini haklı nedenle feshedip hem kıdem tazminatına hem de söz konusu maddedeki tazminata hak kazanır. İşverenin sendikalı- sendikasız, farklı sendikalara üye olan veya sendikal faaliyete katılan işçiler arasında Kanunun ikinci ve üçüncü fıkralarına aykırı [50] Taşkent, 135, Sümer, İş İlişkisinin Devamında Sendikal Nedenle Feshe Karşı Koruma, 111. [51] Y9HD, 9.10.1987, 8303/8938: “ …davacının 22.5.1984 tarihinde… Sendikasına üye olması nedeniyle davacı ile işveren arasındaki ilişkinin bozulduğu, davacının bu sendikadan diğer üyelerle beraber istifaya zorlandığı, istifa etmemesi üzerine ustalık işiyle bağdaşmayan kağıt taşıma işine verildiği… anlaşılmaktadır.” Sümer, İş İlişkisinin Devamında Sendikal Nedenle Feshe Karşı Koruma, 112. [52] Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi,265. Taşkent, 147. Süzek, 603-605. [53] Süzek, İş Hukuku, 601. [54] Tuğ, 192. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 91 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK hareket etmesi halinde, bunun hukuki yaptırımı aynı maddenin dördüncü fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, “İşveren fesih dışında yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi halinde, işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere tazminata hükmedilir.” İşçinin sendikal tazminata hak kazanabilmesi için, sözleşmenin sendikal nedenle feshedilmiş olması zorunlu değildir. İşverenin sendikal nedenle ayrım yapması da doğrudan bu tazminata hak kazanmak için yeterlidir[55],[56]. Örneğin, Yargıtay vermiş olduğu bir kararında, “davacının halen işyerinde çalıştığı ve bir fesih söz konusu olmadan sendikal tazminat isteme hakkının doğmadığı görüşünü benimseyen mahalli mahkeme kararını bozmuştur.” [57] Anılan kararda sendikal tazminat için ayrım yapmanın yeterli olduğu, sözleşmenin feshinin gerekli bulunmadığı Kanununa uygun olduğu vurgulanmıştır. İşçinin bu tazminata hak kazanabilmesi için, işverenin eşit işlem yapma borcuna aykırı hareket ettiğini, yönetim yetkisini kötüye kullandığını ve bunun sebebinin kendisinin sendika üyesi veya sendikal faaliyete katılması olduğunu ispat etmesi gerekir (m.25/7). Ayrıca işçinin bu tazminata hak kazanabilmesi için zarara uğramasına da gerek yoktur. Zira daha sonra detaylı bir şekilde açıklayacağımız üzere, sendikal tazminat teknik anlamda bir tazminat değildir. Ayrıca işverenin bu davranışı haksız fiil niteliği kazanırsa işçi eğer şartları mevcutsa Türk Borçlar Kanununun 49. ve 58. maddelerine de göre tazminat talebinde de bulunabilir[58]. [55] Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 266. Taşkent, 136. Günay, 579. Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları, 206. [56] Y9HD, 8.11.1993, 6484/15794: “Sendikalar Kanununun 31.maddesinin üçüncü fıkrasına göre, işveren sendikaya üye olan işçilerle sendikaya üye olmayan işçiler arasında ücret bakımından bir ayrım yapamaz. Aksi halde işçi, aynı maddenin son fıkrasına göre bir yıllık ücretinden az olmamak üzere tazminata karar verilmesini isteyebilir. Bu hükmün uygulanması işçinin iş akdinin feshi ile sınırlandırılmış değildir. Bu nedenle yerel mahkemenin gerekçesi benimsenemez. O halde, ücret zammı yönünden işverenin sendika üyesi olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler arasında bir ayrım yapıp yapmadığı incelenerek varılacak sonuca göre karar vermek gerekirken yazılı şekilde davanın reddi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.” Sümer, İş İlişkisinin Devamında Sendikal Nedenle Feshe Karşı Koruma, 118. Y9HD, 15.4.1969, 16546/ 4398: “… iş sözleşmesinin halen devam etmesi, anılan tazminatın istenmesine engel teşkil etmez.” Taşkent, 136. Y9HD, 3.11.1998, 12905/15522: “ …davacının da işverence benimsenmeyen sendikaya üye olduğu ve bu nedenle işinde değişiklik yapıldığı anlaşılmaktadır. Sendikalar Kanununun 31.maddesinde sendikal tazminat için öngörülen koşullar somut olayda gerçekleşmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, böyle bir istekte bulunabilmek için ortada bir hizmet akdinin feshinin olması şart değildir.” Günay, 622. [57] Y9HD, 8.11.1993, 6484/15794, Günay. [58] Sümer, İş İlişkisinin Devamında Sendikal Nedenle Feshe Karşı Koruma, 116. 92 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 2. İşçinin Sendika Üyeliği veya Sendikal Faaliyete Katılması Sonucu İş Akdinin Feshi A. Sendikal Nedenle Fesih İşçinin sendikal nedenle feshe karşı korunması, işçinin sendika üyesi olması veya olmaması, farklı sendika üyesi olması ya da sendikal faaliyete katılmasından dolayı işten çıkarılamamasını ifade eder[59]. İşverence fesih hakkının işçinin sendikal hak ve özgürlüklerinden yararlanmasını önlemek amacıyla kullanması, bu hakkın kötüye kullanılması, yani fesih hakkının kötüye kullanılması olarak nitelendirilecektir[60]’[61]. İşçi sendikal nedenle feshe karşı korunduğu ölçüde onun çalışma hakkı, bireysel sendikal özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı güvence altına alınmış olacaktır[62]. Bu nedenle işçinin feshe karşı korunması onun sendikal haklarını özgürce kullanabilmesi için ayrıca bir öneme sahiptir. Sendikalar Kanununun 25.maddesinin üçüncü fıkrasına göre; “İşveren sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında… çalışmaya son verme bakımından herhangi bir ayrım yapamaz.” Yani işveren, işçinin iş akdini sendika üyesi olması veya olmaması ya da sendika üyeliğinde çekilmesinden dolayı feshedemez[63]. Ayrıca yine işveren, iş akdinin feshinde sendikalı-sendikasız işçi ayrımı yapamaz. Aksi halde işveren, 25.maddenin üçüncü fıkrasına aykırı davrandığı için feshe bağlanan sonuçlar dışında ayrıca sendikal tazminat ödemek zorunda kalacaktır. Örneğin, işçinin sendika üyesi olmasından hemen sonra veya işçinin işverenin baskısına rağmen sendika üyeliğini sürdürmesi halinde yapılan fesih, sendikal nedenle yapılmış bir fesih olarak nitelendirilecektir[64]. Nitekim Yargıtay, işverenin isteğine rağmen [59] Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 94. [60] Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 132. [61] Y9HD, 9.2.2009, 43768/1802: “ İşverenin fesih hakkını işçinin sendikal hak ve özgürlüklerinden yararlanmasını engellemek amacıyla kullanması fesih hakkının kötüye kullanılmasının en önemli örneğidir. Sendikal feshin arkasındaki gerçek neden, işçinin sendika üyeliği veya sendikal faaliyetlere katılmasıdır.” (www.hukukturk.com). [62] Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 10. Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 133. [63] Y9HD, 19.1.2009, 16528/51: “… Öte yandan davalı Sağlık Bakanlığına ait hastane işyerinde alt işveren işçisi olarak çalışan davacının sendika üyesi olduğu ve 1.5.200730.6.2009 yürürlük süreli toplu iş sözleşmesinden yararlandığı anlaşılmaktadır. Dosya içeriği ve tanık anlatımlarına göre davalı Piramit Makine San. İnş.Ltd.Şti. tarafından yeni ihalenin alınmasından 1,5 gün sonra şirket yetkililerince sendika üyesi işçilerle çalışılmayacağı belirtilmiş ve sendika üyeliğinden istifa etmeyen davacı ve bir kısım arkadaşlarının iş sözleşmeleri feshedilmiştir. Mevcut maddi ve hukuki olgulara göre iş sözleşmesinin feshi sendikal nedene dayanmaktadır…” Legal İHSGHD, Nisan 2009, 307-309. [64] Y9HD, 28.4.2008, 34008/10346: “… Somut uyuşmazlıkta, davacının 22.5.2006 tarihinde sendikaya üye olduğu ve bu işlemden birkaç gün sonra çıkarıldığı, işyerinde sendikaya üye olduktan sonra işverence üyelikten çekilmeleri konusunda işçilere baskı yapıldığı, istifa 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 93 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK sendikadan istifa etmediği için işten çıkarılan işçinin iş akdinin sendikal nedenle feshedildiğini kabul etmiştir ve sendikal tazminata hükmetmiştir[65]. Ancak Yargıtay, işçinin salt sendika üyesi olmasını, yapılan feshin sendikal nedenle olduğunu göstermeyeceğini de kabul etmektedir[66]. Yüksek mahkeme, gerçek maddi olayların kronolojik sırayla incelenmesi ve diğer işçilerin durumlarına bakılması gibi hususların irdelenmesi gerektiğini belirtmektedir. Nitekim, Yargıtay vermiş olduğu bir kararında; “Davacı, 25.1.1991 tarihinde sendikaya üye olmuş, yaklaşık iki yıl sonra da hizmet sözleşmesi davalı işveren tarafından feshedilmiştir. Olayda sendikal nedenin varlığı ispat edilmediği gibi fesih tarihinden beş yıl sonra da dava açılmış olması anlamlıdır. Bu isteğin de reddine karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.” [67] Aynı şekilde işveren, işçinin bir sendikaya üye olmaması nedeniyle ya da sendika üyeliğinden çekilmesi nedeniyle de iş akdini feshedemez. Aksine bir uygulama şüphesiz ki, sendikal fesih olarak nitelendirilecektir. İşçilerin yukarıda bahsettiğimiz gibi, herhangi sendikaya üye olmamaları da onların bireysel sendika özgürlüklerinin bir parçasıdır. İşverence iş akdinin sırf işçinin istediği sendikaya üye olmadığı için feshedilmesi iyi niyet kurallarıyla bağdaşmayacaktır[68]. Ancak, işveren, işçiye, sendikadan ayrılmasını veya başka bir sendikaya girmesini tavsiye edebilir. Bu davranış sırf tavsiye niteliğinde kaldığı sürece hukuka aykırı olmayacaktır[69]. Eğer işveren herhangi bir sendikaya, toplu iş sözleşmesi ile sadece bu sendikanın üyelerini çalıştıracağını taahhüt eder ve söz konusu sendikaya üye olmayan işçilerin işine son verirse, fesih sendikal nedenle yapılmış demektir[70]. Ayrıca, toplu iş sözleşmesine bu şekilde hükümler koymak Anayasal bir hak olan sendika özgürlüğünü zedeleyecektir. Dolayısıyla [65] [66] [67] [68] [69] [70] 94 etmedikleri takdirde iş sözleşmesinin feshedileceğinin belirtildiği, işyerine noter getirilerek işçilerin sendika üyeliğinden çekilmelerinin sağlanmaya çalışıldığı, sendika üyeliğinden istifa etmeyen davacının işten çıkarıldığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Fesih, sendikal nedene dayanmaktadır…” Legal İHSGHD, Ekim 2008, 1139-1142. Y9HD, 22.1.1990, 1989/310, Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma,96. Y9HD, 17.9.2007, 30166/26744: “… Gerçekten salt sendika üyesi olmak, feshin sendikal nedene dayandığını göstermez. ..” Kamu-İş 2005-2006-2007 Yargıtay Kararları, 960. Y9HD, 9.11.1998, 13302/15741, Günay, 622. Y9HD, 3.3.1997, 20348/3466: “ …Davacının 16.7.1987 tarihinde Banksisen Sendikasına üye olduğu ve 30.10.1994 tarihinde bu sendikadan ayrılarak Bank-Sen Sendikasına katıldığı ve bu sendikanın Genel Kuruluna işyeri delegesi olarak iştirak ettiği görülmektedir… Davacının iş akdinin feshinde, mahkemenin de kabul ettiği şekilde işveren yönünden haklı bir neden bulunmadığı ve işverence sempati ile bakılmayan bir sendikaya üye olması… gibi nedenlerle fesih kararı alınmış olduğu tartışmasız olup, mahkemenin işvereni sendikal tazminatla sorumlu tutmak yerine kötü niyet tazminatına karar verilmesi hatalı olup, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.” Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları, 223. Eren, Dernek ve Sendikalara Üye Olma Hakkı, 260. Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 134. Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 konulan bu tip hükümler Borçlar Kanununun 19.maddesi gereğince hükümsüz sayılacaktır. Ayrıca, konulan bu hükümler işçinin sendika seçme özgürlüğüne de aykırıdır. İşveren işçiye sendika seçme konusunda bir baskı yapamaz. Sırf işçinin sendika seçme özgürlüğüne engel olmak için yapılan fesihler de hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilecektir[71]. Eğer işçinin iş akdi sendika üyeliğinden çekilmesi neticesinde feshedilirse, yine fesih hakkının işverence sendikal nedenle kullanıldığı söylenebilecektir. Sendika üyeliğinden çekilme hakkı, sendikaya üye olma veya olmama gibi sendika özgürlüğünün bir sonucudur. Sendikadan ayrılma hakkı kabul edilmediği takdirde, işçinin sendikaya üye olmama hakkı da anlamsız olacaktır. Eğer işçinin sendika üyeliğinden çekilme hakkı kabul edilmezse, işçi o sendikanın zorunlu üyesi haline gelecektir. Böylece işçinin olumsuz sendika özgürlüğü anlamını yitirecek, bu, sadece teorik bir düzenleme olarak kalacaktır[72]. Nitekim Kanunun 19.maddesi de bu hususu düzenlemektedir. Ayrıca, işçinin sendika üyeliğinden çekilmesini zorlaştıran hükümlere de yer verilemez. Aksi halde, bu hem sendika özgürlüğünü hem de kişilik haklarını zedeleyeceğinden geçersiz sayılacaktır[73]. Yargıtay bir kararında, işçinin belli bir sendikadan çekilmesi ve başka bir sendikaya üye olması nedeniyle, işten çıkartılmasında yapılan feshi sendikal nedenlerle yapılmış bir fesih olarak kabul etmiştir[74],[75]. İşveren Kanununun 25.maddesinin üçüncü fırkasına göre, işe son verme bakımından sendika üyesi işçilerle üye olmayan işçiler veya farklı sendikaya üye olan işçiler arasında bir ayrım yapamaz. Dikkat edilecek olursa, işe son verme bakımından da işverenin eşit davranma yükümlülüğü söz konusudur. Hizmet akdinin feshinde sendikal nedenle yapılan ayrım özellikle işyerinden toplu işçi çıkarma durumunda önem arz eder. İşveren, işyeri veya işletmenin ekonomik ve teknik gereklerinden dolayı işyerinden toplu işçi çıkarma ihtiyacı duyduğunda, işyerinden çıkarılacak işçileri belirlerken herhangi bir şekilde sendikalı- sendikasız işçi ayrımı yapamaz. İşverenin iş akdine son vermede devamsızlık, uygunsuz davranışlar gibi haklı sebepleri olsa da, eğer işveren işçiler arasında sendikal nedenle ayrım yaparsa, bu iyi niyet kurallarına aykırılık olacaktır. Yani işveren [71] Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 99. Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 137. [72] Eren, Dernek ve Sendikalara Üye Olma Hakkı, 273. [73] Şahlanan, Sendikalar, 193. Sur, 136. [74] Y9HD, 10.9.1987, 6796/7705: “Davacının iş akdinin işverence… Sendikası üyeliğinden başka bir sendikaya geçmek istemeleri sebebiyle bozulduğu, davacı ve davalı tanıklarının sözleri beraber değerlendirildiğinde anlaşılmaktadır. Bu hal hiçbir zaman iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz.” Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 101. [75] Y9HD,22.12.1998, 15408/18842: “…davacının sendikal tercihi nedeniyle iş akdine davalı tarafından son verildiği, bu haliyle iddianın sübuta erdiği kanaatine varılmış, …” Günay, 616. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 95 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK sendikal fesih yapmış kabul edilecektir[76]. Ancak, şu hususu da hemen belirtelim ki, işverenin işten çıkardığı işçilerin büyük çoğunluğunun sendika üyesi olması, feshi sendikal nedenle yapılan, iyi niyet kurallarıyla bağdaşmayan bir fesih haline getirmez[77]. Eğer işveren işten çıkarılan işçilerin seçiminde işletmenin ihtiyacı, işçinin yeterliliği gibi kriterlere uygun olarak bir seçim yapmışsa, feshin sendikal nedenle olduğu iddia edilemez[78]. Bu sebeple Yargıtay, toplu iş çıkarmalarda, bu hususların özenle araştırılması gerektiğini belirtmektedir[79]. [76] Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 134. [77] Y9HD, 28.6.1994, 8277/10145: “ Karara konu uyuşmazlıkta işveren niteliğindeki tüzel kişi yönetim kurulunun işyerinin verimliliğini kaybetmesi ve kapasite daralması gibi ekonomik nedenlerle işçi sayısının azaltılması ve … hakkındaki kararın uygulamaya konulması üzerine davacı ile 29 işçinin hizmet akdi feshedilmiştir. İşçinin feshe karşı korunması amacıyla işverenin belirsiz süreli hizmet akitlerini geçerli bir nedene dayanarak feshedilmesinin öngörüldüğü ülkelerde dahi ekonomik sebepler bireysel ve toplu işçi çıkarmalarda işveren yönünden fesih için geçerli neden olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan ve işverenin davacı işçiyi sendikal faaliyet sebebiyle işten çıkardığını gösteren başka bir işlem bulunmadığı, ayrıca davacı ve arkadaşlarının çok eski tarihlerden beri sendika üyesi oldukları da dikkate alındığında, işçinin hizmet akdinin sendikal nedenle yapıldığı iddiası yerinde görülmemektedir.” Günay, 590. Y9HD, 10.2.2004, 10263/1795: “ …Belirtmek gerekir ki, davacı işçinin sendikaya üyeliğinden önce işyerinin kapasite düşüklüğü ve yüksek maliyetlerle ilgili yönetim kurulu kararları alınmış ve zaman içinde uygulamaya koyulmuştur. İşyeri tamamen kapatılmış ve sendikalı-sendikasız ayrım yapılmaksızın tüm işçiler çıkarılmıştır… Yapılan bu açıklamalara göre feshin sendikal nedene dayandığının kabulüne olanak bulunmamaktadır. Mahkemece, sendikal tazminat isteğine ilişkin “ Bu davanın reddi gerekirken yazılı şekilde isteğin kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” Akyiğit, 609. Y9HD, 22.4.1996, 6831/9239: “… Dosyadaki belge ve bilgilerden davalı işverenin üretimi arttırmak günün şartlarına uygun işyeri reorganizasyonu gerçekleştirmek için işyerinde çalışan ve içlerinde davacıların da bulunduğu bir kısım işçileri peyderpey çıkarmak yoluna gittiği anlaşılmaktadır.Gerçekten davalı işveren 14.8.1992 tarihinde işyerinde belirtilen şekilde reformu sağlamasını öneren danışman raporunu aldıktan sonra yönetim kurulunu toplamış ve yönetim kurulunca da gösterilen hedefe ulaşabilmek için işçi çıkarılması görüşünü benimsemiştir…Davacı işçilerin toplu iş sözleşmesine taraf sendikadan istifa etmeleri ve… bu gelişmelerden sonraki tarihlere rastlamaktadır…Tüm bu nedenlerle sendikal tazminat isteminin hüküm altına alınması isabetsizdir.” Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları, 227. Y9HD, 7.10.1998,11156/14077: “…Tüm işçilerin sendikalı olsa da çıkarılmasının ekonomik nedene dayandığı, böylece tespit edildiğine göre, artık davacı ve diğer işçilerin hizmet sözleşmelerinin sendikal nedenle bozulduğunu ileri sürmek olanağı yoktur…” Günay, 627. Ayrıca bkz.YHGK, 10.11.1999, 9-32/ 943, (www.hukukturk.com). Y9HD, 29.5.1996, 37746/12105, Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 102. Y9HD, 10.2.2004, 10263/1795, Kılıçoğlu, İş Kanunu Yorumu, 104-105. [78] Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 102. Günay, 590. [79] Y9HD, 9.9.1988, 6092/7898: “…İşçi sendikasının işyerinde gerekli üye çoğunluğuna sahip olduğunun saptandığı 29.4.1986 tarihinden itibaren davacı ve arkadaşlarının fesih tarihine kadar 108 gibi çalışan ve sendika üyesi olan işçi sayısı nazara alındığında çok miktarda işçinin işyerinde yetki alan sendikadan istifa etmiş olmaları da hayatın normal akışına uygun bulunmadığından davacı tanıklarının bu gelişmeleri doğrulayan ifadelerine de itibar olunarak davacının hizmet akdinin sendikal nedenlerle ve kötüniyetle 96 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İşverenin belirli bir sendikanın toplu sözleşme çağrısına engel olmak amacıyla sendikalı işçileri işten çıkarması da sendikal nedenle fesih sayılır[80]. Bunların dışında, eğer bir iş alt işverene devredilirken hizmet akdinin sendikalı işçiler yönünden sona erdirilip sendika üyesi olmayan işçiler açısından devam etmesi halinde, işveren iş akdinin feshinde sendikalı-sendikasız işçiler arasında ayrım yapmış olacaktır. Bu da Kanununun 25.maddesinin üçüncü fıkrasına aykırılık teşkil edecektir[81]. Bu halde de sendikal tazminata hükmedilecektir. Bunun gibi, alt işverenle ilgili olarak sıkça karşılaşılan bir diğer durum ise, sendikal örgütlenmeyi engellemek amacıyla muvazaalı alt işveren uygulamasına gidilmesidir. Nitekim Yargıtay vermiş olduğu bir kararında[82], “…Dosya içeriğine göre, davacı gibi birçok işçi davalı K.P.A.Ş. işçisi iken 2002 yılından başlayarak işçilik hizmeti teminine yönelik sözleşme yapılan taşeron işçisi olarak kayıtlarda gösterildikleri, işçilerin hangi taşeron işçisi olarak kayıtlarda gösterildikleri, işçilerin hangi taşeron işçisi olduklarını dahi bilmedikleri, asıl işverenin işçileri ile birlikte aynı üretim işinde çalıştıkları, asıl işverenin üye sendikanın Toplu İş Sözleşmesi yetkisini almaması için bu yollara başvurduğu, davalılar arasında muvazaalı işlem olduğu ve feshin sendikal nedenle gerçekleştiği anlaşılmaktadır…”diyerek bu konuyu karara bağlamıştır. İşçinin sendikal faaliyete katılması nedeniyle de iş akdi işverence feshedilirse, sendikal nedenle yapılan bir fesih söz konusu olacaktır. Sendikalar Kanununun 25.maddesinin üçüncü fıkrasına göre; “İşçiler, sendikaya üye olmaları, olmamaları veya işverenin rızası ile iş saatlerinin içinde, işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmalarından dolayı işten çıkarılamazlar…” Yukarıda da açıkladığımız feshedildiği sonuç ve kanısına varılmış…davacının hizmet akdinin sona ermesinin asıl nedeninin sendikal nedenler olduğu sonucuna varıldığından, davalının teknik ve ekonomik nedenlerle (işveren 33 sendikalı işçinin işine son vermiş ve gerekçe olarak da otomatik makinelerin gelmesini, elle yapılan işlerin artık makinelerle yapılacağını, istihdam fazlası olduğunu belirtmiştir) hizmet akitlerinin feshedildiği yolundaki savunması kabule şayan bulunmamıştır.” Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 103. [80] Y9HD, 28.5.1997, 5895/10247: “…Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacının sendikaya üyelik için 17.12.1993 tarihinde noterliğe başvurduğu 24.12.1993 tarihinde sendika yönetim kurulunca üyeliğinin kabul edildiği üyesi bulunduğu sendikaca 30.12.1993 tarihinde Toplu İş Sözleşmesi yapmak üzere çoğunluk tespiti için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurduğunu tüm bu sendikal faaliyetlerin yoğunlaştığı bir dönemde davacı işçinin sözleşmesinin önel verilmek suretiyle davalı işveren tarafından feshi yoluna gidildiği yanı tarihlerde yine sendikaya üye olan birçok işçinin de işlerine son verildiği öte yandan işverenin işyerinde kapasite artırımı için girişimlerde bulunduğu bu cümleden olarak İzmir’de ki işyerinden aynı işleri yapmak üzere işçi nakli yapmak istediği anlaşılmaktadır. Olayların gelişiminden işçinin işine sendikal nedenle son verildiği anlaşılmaktadır…” Günay, 645. Ayrıca bkz. 10.2.1998, 18257/1257, Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları,220-221. [81] Günay, 589. [82] Y9HD, 21.2.2005, 32666/5738, 170. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 97 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK üzere, Yargıtay sendikal faaliyeti Kanunun 26.maddesinde (2821 sayılı Mülga Sendikalar Kanunu 32. ve 33.maddelerinde) düzenlenen durumlarla sınırlı olarak kabul etmektedir[83]. Bu bağlamda, yüksek mahkeme, Kanununun 26. maddesinde sayılmayan faaliyetler nedeniyle iş akdi feshedildiğinde sendikal tazminata hükmedilemeyeceği görüşündedir. Ayrıca, yine Yargıtay, işçilerin işyerinde örneğin posta başının işveren tarafından değiştirilmesini protesto etmek amacıyla oturma eylemi yapmalarını; işçinin itaatsizliğini ve disiplinsiz davranışlarını vb. sendikal neden olarak kabul etmemiştir[84]. Ancak, işçinin propaganda yapması, yasal bir greve katılması, bildiri dağıtması işçinin korunan menfaatleri arasında yer alır[85],[86]. Yargıtay bir kararında; bir işçinin piknik düzenleyerek burada işçilerin örgütlenmeleri doğrultusunda faaliyette bulunduğu için işten çıkarılmasını, feshin sendikal nedene dayandığını belirterek sendikal tazminata hükmetmiştir[87],[88]. Ancak, yüksek mahkeme söz konusu kararında, feshin sendikal nedenle yapıldığını kabul etmeden önce, işçinin faaliyetinin Sendikalar Kanununun (6356 sayılı Kanun m.26) 32. ve 33. maddeleri arasında sayılıp sayılmadığını araştırmamıştır. Zaten yukarıda da detaylı olarak belirttiğimiz gibi, sendikal faaliyeti sadece kanunun ilgili maddeleriyle sınırlamak doğru değildir. Doktrindeki hakim görüşte bu yöndedir. Dolayısıyla, işbu Kanunu bağlamında yapılan tüm faaliyetler de, Kanununun25.maddesinin kapsamına dahildir ve işverence iş akdi bu nedenlerle feshedilirse, işçi beşinci fıkradaki güvenceden yararlanabilecektir[89]. İşçinin katıldığı veya bireysel olarak yürüttüğü sendikal faaliyetin, işçinin üyesi olduğu sendikayla ilgili olması zorunlu değildir. Eğer işçi, başka bir sendikanın veya konfederasyonun düzenlendiği toplantıya katılırsa, bu yine sendikal faaliyet olarak nitelendirilecektir[90]. [83] [84] [85] [86] [87] [88] [89] [90] 98 YHGK, 9.12.1987, 9-661/915. Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 105. Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 105. Sur, 47. Y9HD, 19.9.1996, 5543/17537: “…Sendikalar Kanununun 31/5.maddesi uyarınca sendikaya üye işçilerin, iş saatleri dışında veya işverenin rızası ile iş saatleri içinde sendikal faaliyete katılmaları güvence altına alınmıştır. Bu koşullarda imza toplama, propaganda yapma ve benzer şekilde sendika ile ilgili faaliyetlerde bulunulmasından dolayı hizmet akdinin feshedilmesi halinde sendikal tazminata karar verilmelidir. ..” Günay, 586. Y9HD, 27.2.1995, 17383/5947. Sur, 47. Y9HD,19.9.1996, 5545/17537: “Davacının işyerinde sendika yönetimini beğenmemesinden dolayı sendika şube yönetiminin değiştirilmesi için girişimlerde ve üyeler nezdinde propagandalarda bulunduğu ve olağanüstü genel kurul yapılabilmesi için imza toplamaya çalıştığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır… Bu koşullarda imza toplama, propaganda yapma ve benzer şekilde sendika ile ilgili faaliyetlerde bulunulmasından dolayı hizmet akdinin feshedilmesi halinde, sendikal tazminata karar verilmelidir…”Günay, 658-659. Ayrıca bkz. Y9HD, 16.9.1996, 6023/ 16933, Günay, 659. Tuğ, 193. Şahlanan, Sendikalar, 181. Şahlanan, Sendikalar, 180. Tuğ, 193. Çelik, İş Hukuku, 407. Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Ayrıca, işçi üyesi bulunduğu sendikanın organlarında, yani yönetiminde, denetlemede veya disiplin kurullarında görev alabilir, delege olarak seçilebilir. İşçinin iş akdinin bu yüzden feshedilmesi sendikal nedenle fesih[91] olarak nitelendirilir[92]. Zira, işçinin üyesi olduğu sendikanın yönetiminde yer alması onun bireysel sendika özgürlüğünün bir parçasıdır. İşçi işverenle herhangi bir konu üzerinde uyuşmazlık yaşarsa ve bu uyuşmazlığın çözümü için üyesi olduğu sendikaya başvurur ve sendikada bu duruma müdahale ederse, işverenin bu yüzden işçinin iş akdini feshi kötü niyetli bir fesih olarak nitelendirilecektir[93]. İşçi, iş akdinin sendikal nedenle feshi yüzünden, kanununun kendisine sunduğu sendikal güvenceden yararlanacaktır. Bunun dışında işçinin yasal bir greve katılması da sendikal faaliyet olarak nitelendirilir. Zira Kanununun 26.maddesinde grev veya lokavta karar vermek ve idare etmek sendikal faaliyet arasında sayılmıştır. Ayrıca, Kanununun 66.maddesinin ikinci fıkrasına göre; “ Kanuni bir grev kararının alınmasına katılma, teşvik etme, greve katılma veya greve katılmaya teşvik etme nedeniyle bir işçinin iş akdi feshedilemez.” Görüldüğü üzere, işçinin greve katılması sonucu eğer iş akdi feshedilirse bu sendikal nedenle yapılmış bir fesih olarak nitelendirilecektir[94]. Ayrıca, hükümden anlaşılacağı üzere, feshe karşı güvence altına alınan sadece “ yasal grevdir.” Kanun dışı greve katılma halinde feshe karşı koruma söz konusu olmayacaktır[95],[96]. Şu hususu da hemen belirtelim ki, işçilerin sendikal faaliyette bulunma hakları sınırsız değildir. İşçinin feshe [91] Y9HD, 25.6.1998, 9290/10962: “…Davacının Genel-İş Sendikası Genel Merkez Denetim Kurulu, 1. Bölge Yönetim Kurulu üyesi bulunduğu ve bu görevleri kapsamı içerisinde yer alan Sendika Genel Merkezince düzenlenen bir açık hava basın toplantısına katıldığı için iş akdi işverence feshedilmiştir…Davacının sendika üst kurullarında görevli olması nedeniyle toplantıya katılması hem hakkı hem de görevidir. ..Sendika üst kurulunda çalışanın bu görevi dolayısıyla iş akdinin feshi sendikal nedene dayanmaktadır…” Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları,219. Ayrıca bkz. Y9HD, 3.7.1997, 116614/13563, Günay, 642. [92] Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 108. [93] Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 136. [94] Y9HD, 5.3.2007, 32146/5741: “… İş sözleşmesinin feshinin, sendika tarafından alınan grev kararının cezalandırılması niteliğinde ve diğer sendikalı işçilerin gözünü korkutmak amacıyla yapılmış olduğu kanaatine varıldığında, … iş akdinin sendikal nedenle feshedildiğinin kabulüne…” Kamu-İş 2005-2006-2007 yılı Yargıtay Kararları, 950. [95] Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 111. [96] Y9HD, 15.9.1997, 12580/15275: “… Davacı, davalıya ait işyerinde çalıştığı sırada işveren tarafından üç işçinin işten çıkarılması nedeni ile 24.6.1994 günü diğer işçiler ile birlikte kanun dışı direniş yaptığı, bu fiilleri sebebi ile… ve sonradan sözleşmenin işveren tarafından feshedildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar davacı, sendikaya üye olması sebebiyle feshin gerçekleştirildiğini iddia etmiş olsa da,… feshin sendikal nedene değil, yasa dışı greve dayandığının kabulü gerekir. Böyle olunca davacı işçi sendikal tazminata hak kazanamaz.” Günay, 640. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 99 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK karşı korunmadan faydalanabilmesi için, faaliyetin anayasal ve kanuni sınırlar içerisinde olması gerekir. Gerçekten, işçinin katıldığı sendikal faaliyet eğer işyerinin disiplinini ve huzurunu ciddi bir şekilde bozuyorsa, bu yüzden iş akdinin feshi kötü niyetli bir fesih olarak nitelendirilmeyecektir. İşyerinin dışında ve işverenin izniyle işyerinde yapılmaya başlanan sendikal faaliyet, işletmenin idaresini bozmamalı ve işin gereği şekilde yapılmasına engel olmamalıdır. Eğer işyerinde sendika lehine yapılan propaganda ya da bildiri dağıtma, işçileri sendikaya üye kaydetme, işyerinin ahengini ve düzenini bozacak nitelikteyse, bu durum işverence yapılan feshi meşru hale getirebilecektir[97]. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, işverence gerçekte iş akdinin sendikal nedenle feshedilmiş olmasına rağmen, bu sorumluluktan kurtulmak isteyen işverenin feshin yukarıda belirttiğimiz nedenlere dayandırarak meşru saydırma çabasıdır. Gerçekten de, işverence iş akdi sendikal nedenle feshedilse dahi, işveren yapılan feshin meşru sebeplere dayandığı iddia ederek, feshe bağlanan sonuçlardan kurtulmaya çalışacaktır. Bu yüzden, işveren tarafından ileri sürülen sebebin varlığı mutlaka yargıç tarafından araştırılmalıdır[98]. Örneğin bir Yargıtay kararına konu olan olayda; “İşveren davada, işçinin müesseseyi zarara sokmuş olduğunu ve yapılan zararın işçinin on günlük yevmiyesini aştığını ileri sürmüştür. Bunun üzerine yüksek mahkemece kurulan hükümde, makineyi kullanan işçinin kastı veya ihmali zararı doğurmuş değildir, denilmektedir. Şahitler makine ile doğrudan doğruya hiçbir ilgisi olmayan davacı işçinin işyerinde sendika kurucusu olduğunu, çalışma saatleri dışında sendikaya üye kaydetmek amacı ile faaliyet gösterdiğini ve işverenin bu tutumundan hoşlanmayan ve bu yüzden işyerini birkaç kez değiştiren işverenin, iş akdini bu yüzden feshettiğini belirtmişlerdir.” [99] Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise, acaba sendikal tazminata hak kazanmak için, iş akdinin işveren tarafından feshedilmesi mi gerekir? Diğer bir deyişle işçi iş akdini haklı nedenle feshederse bu tazminata hak kazanabilecek midir? Sendikal tazminat için hizmet sözleşmesinin işverence feshi koşul değildir. Nitekim Yargıtay vermiş olduğu bir kararında[100]; “…Sendikalar Kanununun 31.maddesi açıkça, sendikaya üye olup olmama bakımından işçiler arasında bir ayrımın yapılmasını kabul etmemiş ve bunu son fıkrada yaptırıma bağlamıştır. Sendikal tazminata hak kazanmak için iş akdinin işverence feshedilmesi şart değildir.” demiştir. [97] [98] [99] [100] 100 Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 139. Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 135. Y9HD, 29.1.1968, 12051/893. Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 136. Y9HD, 9.4.1996, 38296/7479, Kılıçoğlu, Sendikalar Hukuku ve Toplu İş Uyuşmazlıkları, 228. Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 B. Sendikal Fesih Karinesi Sendikal fesih, yukarıda da detaylı bir şekilde açıklamaya çalıştığımız üzere, kötü niyetli feshin özel bir şeklidir. Diğer bir deyişle, sendikal fesih, iş hukukunda dürüstlük kurallarına uyulmamasının somut bir görünümüdür[101]. İşverenin iş akdini sendikal nedenle feshetmesi üzerine Kanununun 25.maddesinde düzenlenen sendikal tazminat kurumunun işletilmesinde çoğunlukla sıkıntı yaşanmasının temel nedenlerinden biri, daha sonra detaylı olarak açıklayacağımız üzere, ispat konusunda gündeme gelmektedir.[102]. 6356 sayılı Sendikalar Kanununun 25.maddesinin altıncı fıkrasına göre; “İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, fesih nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür.” İşveren uygulamada, iş akdini sendikal nedenle feshetmesine rağmen, bu feshin geçerli veya haklı bir nedenle yapıldığını iddia etmektedir. Yani işverenin gerçek iradesi ile görünen iradesi birbirinden tamamen farklıdır. Bu durumu kanıtlayamayan işçi de sendikal tazminat talep edememektedir. İşte bu durumda, işverenin yaptığı fesih işlemi ile gerçek iradesi arasındaki perdeyi kaldırmanın tek yolu Yargıtay içtihatlarınca geliştirilen fiili karinelerdir. Yargıtay, vermiş olduğu kararlarla fiili karinelere dayanan bir yapı oluşturmuş ve adını bu şekilde koymamakla beraber, “sendikal fesih karinesi” teorisini geliştirmiştir[103]. Yargıtayın sendikal fesihlere ilişkin olarak verdiği kararların çoğunda hareket noktasını fiili karineler teşkil etmektedir. Bu amaçla, yukarıda genel olarak bahsettiğimiz sendikal nedenle fesih konusunu bu bölümde, Yargıtayın dayandığı esasları yani fiili karineleri temel alarak inceleyeceğiz. Fiili karineler; belli bir olaydan belli olmayan bir olay için hakim tarafından çıkarılan sonuçlardır. Fiili karine lehine olan taraf, o hususu ispat etmiş sayılır. Ancak, fiili karinenin aksini karşı taraf ispat edebilir[104]. Fiili karinelerde bir hukuk kuralına dayanılmaz. Burada varlığı bilinen bir olaydan hareket edilerek, hayat tecrübelerine dayalı bir değerlendirme yapılır ve tartışmalı olan vakıanın gerçekleşmiş olduğu sonucu varılır. [101] Bayram, 1223. [102] Y9HD, 21.5.2002, 9339/8723: “…Davacı işçi sendikal nedenle iş sözleşmesinin feshedildiğini ileri sürerek sendikal tazminat isteğinde bulunmuş… Yine davacı tanıkları aynı nedenle işverene karşı dava açan işçiler olup salt bu tanık anlatımlarına göre sonuca gidilmesi doğru olmaz…” Bayram, 1223. Y9DH, 4.5.2004, 15999/10499: “…Yine davacı tanıkları aynı nedenle işverene karşı dava açan işçiler olup salt bu tanık anlatımlarına göre sonuca gidilmesi doğru olmaz…” (www.hukukturk.com). Ayrıca bkz. 30.5.2000, 5800/7424 (www.hukukturk.com). [103] Bayram, 1224. [104] Kuru-Arslan-Yılmaz, 381. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 101 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK Sendikal fesih karinesi ise; hakim tarafından açık ve kesin olan, iş ilişkisinin devamında kronolojik olarak gerçekleşen olaylardan yola çıkarak, işveren tarafından yapılan fesih işleminin gerçek nedeninin işçinin sendika üyeliği veya sendikal faaliyet olduğunun ortaya çıkarılmasıdır. Sendikal fesih karinesi, iş hukukuna özgü fiili karine olup, işçi ve işverenin iddialarının doğruluğu hakkında hakimin kanaat oluşturmasına yarayan, çalışma yaşamı, sendikal yaşam, toplu görüşmeler, iş ilişkileri ve iş yargısı tecrübelerine dayanan değer yargılarıdır[105]. Yapılan bu değerlendirmeler feshin sendikal nedenle yapıldığı iddiasını arttırıyorsa, sendikal fesih karinesinin varlığı kabul edilmeli; işverence feshin aslında başka bir nedenle yapıldığının ispatlanamaması halinde de uyuşmazlık işçi lehine çözümlenmelidir[106]. Yargıtay içtihatlarında[107]; fesih işleminin yapıldığı tarihe yakın tarihlerde, işyerinde çalışan işçilerin sayısı, sendikaya üye olan işçilerin sayısı, hangi tarihlerde üye oldukları, üyelikten çekilen işçilerin olup olmadığı, çekilenlerin işyerinde çalıştırılmaya devam edilip edilmediği, işyerinde çalışmakta olan sendika üyesi işçilerin bulunup bulunmadığı, aynı dönemde yetki prosedürünün işletilip işletilmediği, işyerinde önceki dönemlerde toplu iş sözleşmelerinin bağıtlanıp bağıtlanmadığı, yeni işçi alınıp alınmadığı ve alınmışsa yeni işçilerin sendikalı olup olmadığı hususlarının araştırması gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca, Yargıtay tüm bu olayların açık, kesin ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespit edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu tespitlerin yapılmasında da işyeri kayıtlarının fesih öncesi dönem, fesih dönemi ve sonrasına ait Sosyal Güvenlik Kurumu (SSK) prim bordroları ve işe giriş-çıkış [105] Bayram, 1228. [106] Şahlanan, Sendikalar,184. [107] Y9HD, 25.1.2010, 3779/ 1311. Legal İHSGHD, Nisan 2010, 279. Y9HD, 18.4.2005, 10579/13711: “…Dairemizin istikrar kazanan uygulamasına göre; akdin feshine yakın tarihlerde işyerinde çalışan sayısı, sendika üyesi olan, sendika üyesi olmayan, işten çıkarılan, işten çıkarılanlardan sendika üyesi olan ve sendika üyesi olmayan, sendika üyeliğinden istifa eden, sendika üyeliğinden istifa edenlerden mevcutsa işyerinde çalıştırılan işçi sayılarının, işyerinde sendikaca toplu iş sözleşmesi yapılması için yetki başvurusu olup olmadığı yeni işçi alınıp alınmadığının, alınmış ise davacı işçinin yerine alınıp alınmadığının, iş yeri kayıtları üzerinden saptanması ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekir…” (www.hukukturk.com). Y9HD, 26.9.2005, 22864/ 22864: “…Dairemizin istikrar kazanan uygulamasına göre; akdin feshine yakın tarihlerde işyerinde çalışan sayısı, sendika üyesi olan, sendika üyesi olmayan, işten çıkarılan, işten çıkarılanlardan sendika üyesi olan ve sendika üyesi olmayan, sendika üyeliğinden istifa eden, sendika üyeliğinden istifa edenlerden mevcutsa işyerinde çalıştırılan işçi sayılarının, işyerinde sendikaca toplu iş sözleşmesi yapılması için yetki başvurusu olup olmadığı yeni işçi alınıp alınmadığının, alınmış ise davacı işçinin yerine alınıp alınmadığının, iş yeri kayıtları üzerinden saptanması ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekir.” (www.hukukturk.com). Ayrıca bkz. 21.5.1997, 5603/9635., 28.3.2002, 6095/5481, Bayram, 1229. 102 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 bildirgelerinin[108] ve tanık ifadelerinin birlikte değerlendirilmesini; bu konuda uzman bilirkişiden yardım alınmasını ilke edinmiştir[109]. Yine Yargıtaya göre, tanık ifadeleri tek başına karara esas alınmamalı, çelişkili tanık ifadeleri üzerinden hüküm kurulmamalıdır[110]. Bunun dışında eğer işverenin fesih nedeni olarak ekonomik kriz vb. gibi hususlarla kendini savunması da değerlendirmeye alınmalıdır[111]. Yani, Yargıtay sendikal nedenle fesih iddiasının salt tanık [108] Y9HD, 2.5.2005, 12557/ 15054: “…Dosyada fesih öncesi, fesih dönemi ve sonrasına ait SSK prim bordroları, işe giriş- çıkış bildirgeleri bulunmamaktadır. Bu belgeler getirtilerek işyerinde kaç işçinin çalıştığı, kaç kişinin akdinin feshedildiği ve çıkarılanların yerine yenilerinin alınıp alınmadığı belirlenmeli; ayrıca davalı işverenin kayıt ve belgeleri üzerinde uzman bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılarak, davacının iş sözleşmesinin işyeri ve işin gereklerinden kaynaklanan zorunlu nedenle sona erdirilip erdirilmediği araştırılmalı ve sonucuna göre bir karar verilmelidir…” Bayram, 1230. [109] Bayram, 1230. [110] Y9HD, 4.5.2004, 15999/10499: “…Yine davacı tanıkları aynı nedenle işverene karşı dava açan işçiler olup salt bu tanık anlatımlarına göre sonuca gidilmesi doğru olmaz. Mahkemece mütalaasına başvurulan bilirkişi tarafından işyerinde çalışan işçi sayısı belirlenmişse de, bunlardan kaçının sendika üyesi olduğu, sendikaya üyelik tarihleri, baskılar sonucu bu üyeliklerden çekilen olup olmadığı, iş sözleşmesi feshedilen işçilerden kaçının sendika üyesi olduğu, işyerinde halen çalışan sendika üyesi işçi olup olmadığı ve varsa bunların sayısı ve işyerinde anılan tarihlerde başlayan bir yetki prosedürü olup olmadığı, yine çıkarılan işçilerin yerine sendikasız işçi alınıp alınmadığı konulan açıklığa kavuşturulmamıştır…” (www.hukukturk.com). Y9HD, 26.3.1993, 15692/ 3676: “…Bundan başka davacı, işyerinin kendisinin sendikaya üye olmamasını istediğini bildirmiştir. Oysa ihbar ve kıdem tazminatı hesabında davacı işyerinde uygulanan TİS `den yararlandırılmıştır. Bu çelişkili durum da açıklığa kavuşturulmamıştır. Tüm bu hususlar üzerinde durulup gerekli inceleme yapılarak olayın aydınlatılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi doğru değildir.”(www.hukukturk.com). Y9HD, 25.1.1993, 6488/ 916: “…Sendikaya üye olduktan üç yıl sonra işten çıkarılan işçiler sırf tanık beyanlarına dayanarak iddialarını kanıtlayamazlar…”Sur, 53. [111] Y9HD, 28.6.1994, 8277/10145: “…Dosyadaki bilgi ve belgelere ve özellikle, 28.08.1992 tarihli yönetim kurulu kararına göre, işyerinin verimliliğini kaybetmesi ve kapasite daraltılması gibi ekonomik nedenlerle davacı ile birlikte 29 işçinin 11.06.1993 tarihinde iş akitlerinin feshedildiğini ve işyerinin bir bölümünün taşerona verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, sendikal tazminat isteğinin reddine karar vermek gerekir. Zira; işten çıkarılan işçinin salt sendikalı olması feshin sendikal nedene anlaşılmaktadır. O halde karar bozulmalıdır.” (www.hukukturk.com). Y9HD, 19.3.1997, 4763/5474: “… Sendika işçilerinin sendikadan istifa etmelerini destekleyen, özendiren işverenin, istifalar tamamlandıktan sonra işçilerin iş sözleşmelerini ekonomik nedenler ileri sürerek feshetmesi halinde sendikal tazminata hükmedilmemesi hukuka aykırıdır…” Bayram, 1231. Y9HD, 8.7.2003, 12442/13123: “…Davalı işveren talep ve sipariş azalması, ülkede yaşanan ekonomik kriz gibi işyeri dışından kaynaklanan sebeplere dayanmıştır. Belirtmek gerekir ki, söz konusu Yasanın gerekçesinde de açıklandığı üzere, bu uygulamaya giderken öncelikle fazla çalışmalar kaldırılmalı, işçinin rızası ile çalışma süreleri kısaltılmalı, iş zamana yayılmalı, kısacası fesih son çare olarak düşünülmelidir. Somut olayda işverenin, bu tür uygulamalara başvurmadığı aksine, üretimde ve fazla mesailerde artışa gittiği belgelerden anlaşılmıştır. Yukarıda ki açıklamalara göre, mahkemece işveren tarafından yapılan feshin sendikal nedene dayandığı gerekçesiyle işçinin işe iadesine ve…” Bayram, 1231. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 103 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK beyanlarıyla ispatlanamayacağını ortaya koymaktadır. Gene, yüksek mahkeme, toplu iş sözleşmesi prosedürünün başlatıldığı bir dönemde işyerinin ekonomik nedenle kapatılması sonucu işçilerin işten çıkarılmalarının sendikal nedeninin varlığını ortaya koymak açısından yetersiz olduğunu belirtmektedir[112]. Yargıtayın içtihatlarıyla geliştirdiği sendikal fesih karinesi olgusunu şimdi de özel dairenin bazı somut olaylarda aradığı kriterleri inceleyerek açıklamaya çalışalım. a. İşverenin, İşçinin Sendikaya Üye Olmasından Sonra İş Akdini Feshetmesi İşçinin iş akdinin sendikaya üye olduğu için feshedilmesi, feshin kötü niyetli olduğunu gösterir. Ancak, işvereni fesih işlemi yapmaya iten nedenin işçinin sendika üyeliği olduğuna karar verebilmek için; işçinin sendikaya üye olduğu tarih ile fesih tarihi arasındaki süre, makul bir süre olmalıdır. Yani, bu süre fesih işlemi ile üyelik arasında bir neden-sonuç ilişkisinin var olduğuna kanaat oluşturacak şekilde kısa olmalıdır[113]. Yargıtay bu süreye ilişkin olarak verdiği kararlarında, “birkaç gün, birkaç hafta veya birkaç ayı” feshin sendikal nedenle yapıldığına neden olabilir şekilde yorumlamaktadır[114]. İşçinin sendikaya [112] YHGK, 10.11.1999, 9-32/943: “… İşyerinde Toplu İş Sözleşmesi prosedürünün davacının üyesi olduğu işçi sendikası tarafından başlatıldığı ve grev aşamasına kadar da sürecin devam edip, bu konuda bir hayli mesafe kastedildiği de bellidir. Görüldüğü üzere Toplu İş Sözleşmesi prosedörü başlatıldığı dönemde davalı vakıf, ekonomik nedenle işini daraltmıştır. Bir bakıma işçilerin çalıştığı işyerini kapatmıştır. Burada işçinin menfaati ile işverenin menfaati karşı karşıya gelmektedir. Davalı vakıf, varlığını koruyabilmek için işyerini kapatma kararı aldığına göre onun iradesine üstünlük tanımak gerekir. aksi halde iflasa gitmesinin beklenmesi gerekir ki, böyle bir sonucun iş hukukunda benimsenmesi olanağı yoktur. Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında sendikal tazminat isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü isabetsizdir...” Sur, 53. [113] Bayram, 1232. [114] Y9DH, 8.3.2005, 13318/ 7728: “…Dosyadaki bilgi ve belgelerden davacının 30.8.2002 tarihinde sendika üyeliğine kabul edildiği, 3.9.2002 tarihinde de işveren tarafından iş sözleşmesinin feshedildiği,diğer bir ifade ile davacının fesih tarihine yakın bir günde sendikaya üye olduğu, davacı tanıkları davacının sendikaya üye olunması yönünde çalışmalarının bulunduğunu,…” (www.hukukturk.com). Y9HD, 9.7.1996, 7541/ 15517: “…Dosya içeriğine göre davacı işçinin işyerinde çalışmakta iken sendikaya üye olmak noterliğe başvurduğu ve sendika üyeliğinin sendika üyeliğinin sendikaca kabulünden sonra durumun işverene bildirmesinden bir hafta geçmesi üzerine iş akdinin davalı tarafça feshedildiği anlaşılmaktadır…” Bayram, 1232. Y9DH, 25.1.1999, 17961/304: “…Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacı işçi işyerinde çalışırken 3.12.1996 tarihinde sendikaya üye olmuş ve üyelikten birkaç ay gibi kısa bir süre sonra sözleşmesi işveren tarafından feshedilmiştir…” Bayram, 1232. Y9HD, 19.2.2002, 17566/2925: “…Toplanan delillere ve özellikle Bölge Çalışma Müdürlüğünce yapılan soruşturma sonucu düzenlenen rapora göre davacı işçinin 11.2.2000 tarihinde sendikaya üye olduktan üç gün sonra 14.2.2000 tarihinde sözleşmesi feshedildiğinden olayda sendikal tazminat koşullarının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Esasen mahkemece de sendikaya üyelik nedeniyle işverenin iş 104 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 üye olabilme prosedürü Mülga 2821 Sendikalar Kanununun 22.maddesinde farklı olarak düzenlenmişti. Buna göre, sendika üyeliği kesinleşen işçinin üye kayıt fişinin bir örneği sendika tarafından on beş gün içerisinde Bakanlığa, işverenin bağlı olduğu Bölge Müdürlüğüne gönderilmelidir (m.22/IV). Mülga Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun 13. maddesine göre ise, yetki başvurusunda bulunan sendika üç işgünü içinde kendisindeki üyelik fişlerini işverene vermek zorundadır. İşveren işçinin sendikaya üye olduğunu üyelik fişlerinin kendisine ulaştığı zaman öğrenecektir. Ancak bazen, işveren işçinin sendikaya üye olduğunu başka şekillerde de öğrenebilir. Dolayısıyla burada karineyi uygulamak için üyelik başvurusunun kesinleşmesi veya üyelik fişinin işverene ulaşma tarihi değil; üyelik başvurusunun işverence öğrenilme tarihi esas alınmalıdır[115]. Ancak, sendikal fesih karinesinin uygulanabilmesi için öncelikle işçinin, işverenin sendikaya üyelik başvurusunu öğrendiğini ispat etmesi gerekir. Nitekim Yargıtay; işçi, sendikaya üye olduğunun işverence öğrenildiğini, ispatlayamadığı için sendikal nedenle fesih karinesini işletmemiştir[116]. b. Toplu İşçi Çıkarmalar ve Sendikal Nedenle İş Akdinin Feshi İş Kanununun 29.maddesi toplu işçi çıkarmayı düzenlemektedir. İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile, işyeri sendika temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirmek zorundadır. Toplu işçi çıkarmada işveren herhangi bir şekilde ayrım yapmamalıdır. Objektif kriterlere göre seçimini yapmalıdır. Yukarıda, sendikal nedenle fesih konusunda değindiğimiz gibi, işveren işçilerin iş akdine son verirken sendikalı-sendikasız işçi ayrımı yapıyorsa, yapılan fesih sendikal nedenledir. Ancak, Yargıtaya göre, işten çıkarılan işçilerin sendikalı olması feshin sendikal nedenle yapıldığını göstermez[117]. Yargıtay bu gibi durumlarda, geçmiş aylardan başlanailişkisinin bozulduğu kabul edilmiş, fakat bu durumun sendikal fesih nedeni oluşturmadığı sonucuna varılmıştır. Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması belirtilen şekilde fesih halinde sendikal nedenle feshin kabulü doğrultusundadır. Bu itibarla hesap edilmiş olan sendikal tazminat miktarı bir değerlendirmeye tabi tutularak hüküm altına alınmalıdır…” Bayram, 1233. [115] Bayram, 1232. [116] Y9HD, 27.12.2004,15026/ 29674: “… Davacı 28.5.2003 tarihinde sendikaya üye olmuştur. Dosyada mevcut işten ayrılma bildirgesinden davacının sendika üyeliğinden önce 22.5.2003 tarihinde işten çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Davalı işverenin bu tarihten önce davacının sendika üyeliğinden haberdar olduğu ve davacının başka sendikal faaliyette bulunduğu da kanıtlanamamıştır. Buna göre davacı sendikal nedenlerle hizmet akdinin feshedildiğini ispatlayamadığından bu yöndeki talebinin reddi gerekir…” Bayram, 1233. [117] Y9HD, 7.4.1994, 17306/5277: “…Dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacının, sendikal faaliyetleri nedeniyle işten çıkarıldığı kanıtlanmamıştır. Davacının, salt sendikada görevli 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 105 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK rak işyerindeki sendikalı işçi sayısının, çıkarılan toplam işçi sayısının, çıkarılan işçilerden kaç tanesinin sendikalı kaçının sendikasız olduğunun belirlenmesi gerektiğini belirtmektedir. Kısaca Yargıtay bu gibi olaylarda sürecin tamamının değerlendirilmesi gerektiğini (yani teknolojik, ekonomik, reorganizasyonu gerektiren nedenler mevcut mu gibi… ) ilke edinmiştir[118]. Yine Yargıtay vermiş olduğu kararlarında, işten çıkarılan işçilerin büyük çoğunluğunun sendikalı olması ve çok az bir kısmının sendikasız olması durumunda dahi bunun sendikalı- sendikasız işçi ayrımı yapıldığını göstermez, görüşündedir. Yani bu durumu bir sendikal fesih karinesi olarak kabul etmemektedir. Burada da yüksek mahkeme, tüm olayların beraber ele alınıp incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Toplu işçi çıkarmalarda Yargıtayın sendikal fesih karinesi olarak kabul ettiği tek durum; işyerinde sendika üyesi kalmayacak şekilde yapılan toplu işçi çıkarmalardır[119],[120]. Bu karineyi güçlendiren bir diğer durum ise, sendikalı işçileri de içeren toplu işçi çıkarmalarda, çıkarılan işçilerin yerine alınan işçilerin işe alınma gerekçeleridir. c. Sendikanın Toplu Sözleşmesi Yapma Yetkisini Düşürecek Nitelikte ve Süreçte Yapılan Fesihler Yetki koşullarına (6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu m. 41-42) sahip olan bir işçi sendikası toplu iş sözleşmesinin bulunmadığı bir işyerinde sözleşmeye yapmaya yetkili olduğunun tespiti için her zaman Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurabilir. İşyerinde faaliyet gösteren sendikanın sahip olduğu üye sayısının işyerinde çalışan işçilerin yarısı (işletmede ise yüzde kırk) oranına yaklaştığı dönemlerde ve sendikanın yetki tespiti için başvuru yaptığı döneme kadar sendikalı işçilere yönelik olarak yapılan fesihler olması TİS’nin 10. maddesende düzenlenen tazminata hak kazandırmaz…”Bayram, 1237. [118] YHGK, 4.11.1992, 9-469/ 639: “…davacı ile birlikte işten çıkarılan 534 işçiden, 500 işçinin sendikaya üye olan işçilerden seçilmesi, işverenin, işten çıkarmada açıkça sendikalısendikasız işçi ayırımı yaptığını, Sendikalar Kanununun 31/3,5. maddesi hükmüne ve eşit işlem yapma borcuna aykırı davrandığını, kötü niyetli olduğunu göstermeye yeterlidir. Böyle olunca artık, işletmenin ekonomik ve teknik gereklerinin varlığını araştırmaya da gerek kalmamaktadır. Öte yandan işveren, işçi çıkarırken sendikal nedenle bir ayırım yapmadığını gösterir herhangi bir delille de dayanmamıştır. Kaldı ki, olayların kronolojik akışı, işyerindeki gelişmeler ve yapılan açıklamalar işçi çıkarmanın işyeri gereklerinden doğmadığını, sendikal nedenlere dayandığını, bu konuda ileri sürülen savunmanın da somut olgulara dayanmayan, ciddi ve inandırıcı olmaktan uzak, soyut bir savunmadan ibaret kaldığı anlaşılmaktadır…” (www.hukukturk.com). [119] Bayram, 1239. [120] Y9HD, 25.1.1999, 17961/ 304: “…bu gelişmelerden sonra davacının ve diğer sendikaya üye olan işçilerin tamamının işlerine son verildiği görülmektedir. Olayların bu gelişme seyri ve ayrıca tarafların müşterek tanığının fesih ile ilgili açıklamaları davacının sözleşmesinin sendikal nedenle fesh edildiğini açıkça göstermektedir. Sendikanın yazısından da işyerinde hiçbir sendikalı üyenin kalmadığı anlaşılmaktadır…”(www.hukukturk.com). 106 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 sendikal fesih karinesi olarak nitelendirilebilecektir[121]. Zira sendikanın yetki tespiti, başvuru tarihindeki kayıtlara göre yapılır (6356 sayılı Kanun m. 41). Yargıtay, işverenin işyerinde sendikayı ve toplu iş sözleşmesini etkisiz hale getirmek amacıyla sendikalı işçileri işten çıkarmasının kesin olarak saptanması halinde, yapılan fesih işleminin sendikal nedenle olduğu görüşündedir[122]. Hatta bazen, işveren yetki tespiti için Bakanlığa yapılan başvurudan sonra dahi işçinin iş akdini feshedebilir. Bu nedenle Yargıtay, bu dönemden sonra yapılan fesihlerin[123] de sendikal nedenle yapılmış olabileceğinin ve bu yüzden bu hususun araştırılması gerektiğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla sendikal fesih karinesinin uygulanacağı süreç yetki tespiti için Bakanlığa yapılan başvuru öncesini ve sonrasını da kapsayacak şekilde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır[124]. İşveren, Sendikalar Kanununun 25.maddesine aykırı hareket ederek işçinin iş akdini sendikal nedenle feshederse aşağıda inceleyeceğimiz sendikal tazminat olarak nitelendirilen hukuki bir yaptırımla karşı karşıya kalır. C. 6356 sayılı Kanun Uyarınca Fesihte Sendikal Tazminat 2821 sayılı Mülga Sendikalar Kanunu iş akdinin sendikal nedenle feshi konusunda iş güvencesine tabi olan işçilerle kapsam dışında kalan işçiler arasında farklı bir uygulama öngörmüştü. Mülga Sendikalar Kanununun 31.maddesinin altıncı fıkrasına göre, sendika üyeliği veya sendikal faaliyetlerinden dolayı hizmet akdinin işverence feshi halinde İş Kanununun 18, 19, 20 ve 21.madde hükümleri uygulanır. Ancak, İş Kanununun 21.maddesinin birinci fıkrası [121] Bayram, 1240. [122] Y9HD, 26.11.1998, 12166/16786: “…Nisan ayı ortalarında da iş akdi feshedilen işçilerin üyesi bulunduğu sendikaca Toplu İş Sözleşmesi yapmak amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvuruda bulunulduğu da görülmektedir. Birbirini doğrulayan bu olgu ve verilen feshin sendikal nedene dayandığını göstermektedir…”Günay, 621. Y9HD, 6.2.1997, 19201/2000: “Dosya içeriğine göre davacının hizmet sözleşmesi 1992 yılında feshedilmiş olup, tarih itibariyle Toplu İş Sözleşmesi zammının yürürlüğünden kısa bir süre önceye rastlamaktadır. Fesih tarihine yakın günlerde iş yerinde yüze yakın sendikalı işçinin çıkarıldığı ve yerlerine daha fazla sayıda sendikasız ve daha düşük ücretle işçinin işe alındığı görülmektedir. Bu olgular işyeri kayıtlarında yazılı olduğu gibi tanıklar da doğrulamış bulunmaktadır…bir yandan da yürürlüğe girecek olan Toplu İş Sözleşmesi zamlarından işçinin yararlandırılmaması ve diğer yandan sendikasız işçiler alınması düşüncesiyle sendikal tazminatın hüküm altına alınması gerekir.” Günay, 651. [123] YHGK, 6.11.1996, 9-645/755: “…12.4.1990 tarihinde davacıların üyesi bulunduğu sendikanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ‘na yetki tesbiti için başvurduğu bu gelişmelerden sonra davacıların işlerine 7.8.1990 tarihinde son verildiği, daha sonraki tarihlerde de gruplar halinde sendikalı işçilerin işten çıkarıldıkları dosya içeriğinden ve toplanan bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Yukarıda ayrıntılı biçimde açıklanan olayların gelişme seyrinden davacı işçilerin hizmet sözleşmelerinin sendikaya üye olmaları nedeniyle feshedildiğinin kabulü…”Bayram, 1241. [124] Bayram, 1241. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 107 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK uyarınca ödenecek tazminat işçinin bir yıllık ücret tutarından az olamaz.” Buna göre, iş güvencesi kapsamında olan ve iş akitleri sendikal nedenlerden dolayı feshedilen işçiler doğrudan sendikal tazminat talep edemeyeceklerdi. İş güvencesinde olan işçiler İş Kanununun 20.maddesine göre işe iade davası açmak zorundaydılar. Mahkemece işe iadelerine karar verilmesi halinde ve fakat işverence işe başlatılmamaları durumunda ödenecek tazminatın miktarı bir yıllık ücret tutarından az olamayacaktı. İş güvencesi kapsamında dışında kalan işçilerin ise, farklı olarak, doğrudan sendikal tazminat talep etme hakları mevcuttu. Yapılan bu yasal düzenlemeyle iş güvencesi kapsamında olan işçilerle olmayan işçiler arasında farklı bir uygulamaya gidilmişti. Aynı şekilde, iş güvencesi kapsamında olan işçiler, işe iade davası açmak yerine kötü niyet tazminatı da talep edemeyecekti[125]. Nitekim Yargıtay vermiş olduğu bir kararında[126], “ iş güvencesi kapsamında kalan bir işçi, kötü niyet tazminatı olan, bildirim sürelerinin üç katı tutarında tazminat isteyemez.” demiştir. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ise eski uygulamayı tamamen değiştirmiştir. Kanunun 25.maddesinin beşinci fıkrasına göre; “ Sendikal nedenle iş sözleşmesinin feshi halinde işçi, 4857 sayılı Kanununun 18,20 ve 21.madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğini tespit edilmesi halinde, 4857 sayılı Kanunun 21.maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak, işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21.maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilemez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez.” 6356 sayılı Kanununun getirdiği en önemli yenilik, iş güvencesine tabi işçilerin işe iade davası yoluna başvurmadan doğrudan doğruya sendikal tazminat talep edebilmeleridir. Böylece işçi çalışmak istemediği işverene mecbur olmaktan kurtulmakta ve uğradığı ayrımcılığın karşılığı olarak sendikal tazminat davası açabilmektedir. Yani iş akdi sendikal nedenle feshedilen işçi işe iade davası açmadan doğrudan doğruya sendikal tazminat talep edebilmektedir. Bunun dışında eğer işçi doğrudan doğruya sendikal tazminat talep etmek yerine işe iade davası yoluna başvurursa durum ne olacaktır? İşçinin açtığı dava neticesinde mahkeme feshin sendikal nedenle yapıldığına ve işe iadeye hükmederse işçinin 10 işgünü içinde işverene başvurmasına veyahut işverenin kendisini 1 ay içinde işe başlatıp/başlatmamasına bakılmaksızın kendisine sendikal tazminat ödenecektir. Yani, işçi işe iade davasını kazanır ve fakat işverene başvurmaz, [125] Narmanlıoğlu, 429. [126] Y9HD, 1.4.2008, 38216/7138, Legal İHSGHD, Temmuz 2008, 606. 108 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 işe başlamaz/başlatılmaz ise yine kendisine sendikal tazminat ödenecektir. İşe iade davasını kazanıp işine geri dönen yani yeniden çalışmaya başlayan işçi de sendikal tazminat talep edebilecektir. Nitekim, sendikal tazminat adeta bir medeni cezadır. İşverenin sendikal ayrımcılık nedeniyle iş akdini feshetmesinin bir bedelidir. Bu yüzden de işçi işine iade edilirken kendisine sendikal tazminat da ödenmelidir. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Boşta geçen süre ücreti ne olacaktır? Burada sendikal tazminat talebinden farklı bir yoruma varmak gerekecektir. Şöyle ki, işçi feshin geçersizliğinin tesbiti ve işe iade kararının ardından 10 işgünü içinde işe geri dönme talebiyle işverene başvurmazsa boşta geçen süre ücretini talep edemeyecektir. Yani, boşta geçen süre ücretine hak kazanmak için 10 işgünü içerisinde işçinin işverene samimi bir başvurusu aranacaktır. Ne var ki, 6356 sayılı Kanun, mülga Sendikalar Kanununu sendikal tazminat hususunda daha da geriye götürerek 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde yani iş güvencesinin olmadığı işyerlerinde sendikal tazminat talebini engellemiştir. 30’dan az işçinin çalıştığı işyerlerinde zaten İş Kanunu işe iade imkanı vermemektedir. Bu tip işyerlerinde çalışan işçilerin iş akitleri sendikal nedenle feshedildiğinde işe iade davası açamadıkları gibi sendikal tazminat dahi talep edemeyeceklerdir. Nitekim 25.madde açıkça 4857 sayılı İş Kanununun 18,20 ve 21.maddelerine atıf yapmaktadır. Doktrindeki bir görüşe göre; 6356 sayılı Kanunun 25.maddesinin 5.fıkrasındaki hükmü geniş yorumlamak ve iş güvencesi kapsamı dışında kalan tüm işçilerin sendikal tazminat talebinde bulunma hakkına sahip olduklarını kabul etmek gerekir[127]. Bu görüş her ne kadar hakkaniyetli ve iş güvencesi kapsamı dışında kalan işçilerin sendikal tazminat talep etmelerinin önünü açmaya yönelik olsa da kanımızca mevcut düzenleme karşısında yetersiz kalmaktadır. III. SENDİKAL TAZMİNATIN HUKUKİ NİTELİĞİ Sendikalar Kanununun 25.maddesine göre, “….ödenecek tazminat işçinin bir yıllık ücretinden az olamaz.” Her ne kadar kanunda bu miktar tazminat olarak düzenleniyorsa da, aslında sendikal tazminat niteliği itibariyle teknik anlamda bir tazminat değildir. Bu bir tür “medeni ceza” ya da “özel ceza” olarak kabul edilmektedir[128]. Sendikal tazminat olarak adlandırılan bu tazminatın amacı, ortaya çıkan bir zararı gidermek değildir. Bu, işvereni kötü niyetli bir fesih yapmasına ya da bir ayrımcılık da bulunmasına engel olmak amacıyla getirilen [127] Dereli, 47. [128] Terzioğlu, 51. Tuncay, Değerlendirme 2004, 116. Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 163. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 109 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK caydırıcı bir hükümdür. Dolayısıyla işçi çok az bir zarara uğramış olsa da veya hiç zarara uğramasa da bu tazminatı talep edebilecektir. Zaten bir zarar olmadan bu şekilde bir talepte bulunmak tazminat kavramı ile de bağdaşmamaktadır[129]. IV. SENDİKAL TAZMİNATIN MİKTARI VE TARAFLARCA ARTTIRILMASI Sendikal tazminatın miktarı kanunun 25.maddesine göre; işçinin bir yıllık ücretinden az olamaz. Yargıç, işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere bir tazminata hükmeder[130]. Nitekim, kanunda öngörülen bir yıllık ücret tutarı, asgari miktardır. Bu tutarın altında bir tazminatın belirlenmesi mümkün değildir. Çünkü bu tutar, sendika özgürlüğünü koruma amaçlı olarak, işvereni sendikal fesihten vazgeçirme amacını taşır[131]. Yargıç olayın özelliğine göre, işçinin bir yıllık ücretinden az olmamak koşuluyla bir tazminata hükmeder. Yargıç takdir hakkını kullanırken genel hükümlere göre yani Türk Borçlar Kanununun 51.maddesine göre hareket etmelidir. Hatta yargıcın, işçinin kıdemiyle orantılı olarak iki yıllık ücret tutarında veya daha fazla sendikal tazminata karar vermesi de mümkündür[132]. Ancak, yüksek mahkeme, sendikal tazminatın kural olarak alt sınırdan belirlenmesini karar altına almaktadır. Yargıtay bir kararında bu konuda şu anlatıma yer vermiştir; “ Mahkemece sendikal nedene dayandığı gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve davacı işçinin işe iadesine, 14 aylık ücret tutarı ile işe başlatmama tazminatı ile çalıştırılmadığı süre için en çok 4 aylık ücret ve diğer haklarının belirlenmesine karar verilmiştir… Dosya içeriğine ve davacının çalışma süresine göre sendikal nedenle iş sözleşmesi feshedilen davacı için işe başlatmama tazminatının alt sınırdan ayrılarak belirlenmiş olması isabetli görülmemiştir…tazminatın bir yıllık ücret tutarı olarak belirlenmesi uygun görülmüştür.”[133] Fakat, sendikal nedenle fesihlerde alt sınırdan tazminata hükmedilmesinin otomatik bir hale dönüşmesinden kaçınılmalıdır[134]. Yukarıda belirttiğimiz şekilde olayın özellikleri de dikkate alınmalıdır. Ayrıca taraflar, sözleşmelerle veya toplu iş sözleşmeleriyle bu tazminatın miktarını da arttırabilecektir. Gerçekten de, Yargıtay vermiş olduğu bir kararında[135]; [129] Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 163. [130] Y9HD, 23.9.2004, 5319/19683. Y9HD, 29.7.2004, 5523/19994, Çankaya- GünayGöktaş, 840,841. [131] Terzioğlu, 53. [132] Günay, 601. [133] Y9HD, 22.5.2006, 10439/ 15150, Legal İHSGHD, Temmuz 2006, 1005-1006. [134] Süzek, İş Hukuku, 594. [135] Y9HD, 22.12.1969, 10072/11806, Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 277. 110 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 “…anılan maddenin buyuruculuğu mutlak olmayıp, nispi niteliktedir ve bu yönden işçi yararına aşılması mümkündür.” demiştir. Ancak taraflarca sözleşmeyle veya toplu iş sözleşmesiyle kararlaştırılan sendikal tazminatın miktarı çok yüksekse yani fahiş bir meblağ öngörülmüşse o zaman bu miktar hala geçerli kabul edilebilecek midir? Kanımızca, eğer toplu iş sözleşmesiyle çok yüksek bir miktar öngörülmüşse, yargıç sözleşmeye müdahale ederek bu fahiş meblağı indirime tabi tutmalıdır. Ve yargıç sözleşmeyi uyarlarken kendi iradesini değil, hak ve adaletin gerektirdiği objektif bir iradeyi ortaya koymalıdır. Yargıç bu şekilde sözleşmeye müdahale yetkisini de hukuktan ve dürüstlük kurallarından almaktadır[136]. Eğer taraflar sözleşmeyle çok yüksek bir miktar belirlemişlerse yargıç, genel hükümlere göre bir indirim yapmalıdır. Sendikal tazminatın miktarı kanuna göre, işçinin bir yıllık ücretinden az olamaz. Oysa Yargıtay; “ … Her ne kadar feshin sendikal nedenle yapıldığı ve bu nedenle de belirlenecek tazminatın Sendikalar Kanununun 31.maddesi uyarınca bir yıllık ücreti olması gerekirse de, davacının sekiz aylık ücret talep etmiş olması karşısında bu husus bozma nedeni yapılmamıştır…”[137] şeklinde bir karar vermiştir. Yani Yargıtay taleple bağlılık ilkesi gereği bir yıllık değil de daha az talep edilen tazminata hükmetmiştir. Bu halde Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre taleple bağlılık ilkesine mi itibar edilmeli yoksa 6356 sayılı Kanunundaki hükme mi? Bizce burada Yargıtayın görüşü isabetlidir. Zira burada HMK’da ki taleple bağlılık kuralından ayrılmayı haklı gösterecek herhangi bir neden mevcut değildir. Davacı taraf dilekçesinde açıkça belli bir miktar talep etmiştir. Bu andan itibaren de talebiyle bağlıdır. Oysa doktrindeki bir görüşe göre, tazminatın tabanında taleple bağlılık kuralı uygulanmaz. Zira anlaşmayla dahi miktarı yasal sınırdan aşağıya çekemeyen tarafın tek taraflı isteğiyle yasal sınırın altında tazminata imkan sağlanması kabul edilemez. Fakat bu tazminatın işçi tarafından örneğin 3 yıllık ücret olarak yani tabandan yüksek olarak talep edilmesi halinde yargıç, talep edilen miktarı aşmayan ve fakat bir yıllık ücretten aşağı olmayan bir miktara karar vermelidir[138]. Peki, sendikal tazminatın hesabında hangi ücreti esas almak gerekir? Tazminatın hesabında işçinin son aldığı çıplak brüt ücreti esas alınacaktır[139]. Bir başka deyişle, sendikal tazminatın hesabında, temel ücrete ek olarak işçiye sağlanan para ve para ile ölçülmesi mümkün menfaatler göz önüne alınmayacaktır. [136] Alpagut, 175. [137] Y9HD, 24.5.2004, 5027/12407, Terzioğlu, 53. [138] Akyiğit, 328. [139] Mollamahmutoğlu, 699. Demir, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 277. Terzioğlu, 55. Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 121. Akyiğit, 328. Tuğ, 195. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 111 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sendikal tazminatın hesaplanmasında işçinin son ücreti esas alınır. Bu son ücret belirlenirken, olay tarihinden geriye doğru bir yıl içinde ödenen ücret miktarına göre, ileriye dönük olarak işçi bir yıl daha çalışsaydı alacağı ücret göz önüne alınır[140]. V. SENDİKAL TAZMİNATIN DİĞER TAZMİNATLARLA İLİŞKİSİ 1. Sendikal Tazminat ve Kötü Niyet Tazminatı İlişkisi İş akdinin sendikal nedenle feshedilmesi halinde, sendikal tazminatla kötü niyet tazminatına beraber hükmedilemez. Başka bir deyişle, yargıç aynı sebebe dayanarak işvereni hem bir yıllık ücret tutarında sendikal tazminata hem de ihbar önellerinin üç katı tutarında kötü niyet tazminatına mahkûm edemez[141]. Zira sendikal nedenle yapılan fesih kötü niyetin özel bir şeklidir. Diğer bir deyişle, sendikal nedenle yapılan fesih kötü niyetli bir fesihtir. Dolayısıyla, her iki tazminat da temelde aynı hukuki niteliktedir[142]. 6356 sayılı Kanun, iş güvencesine tabi olmayan işçiler için sendikal tazminat yolunu tıkamıştır. Ancak, bu işçilerin sendikal tazminat talep edemeyecek olmaları sendikal ayrımcılığa uğramayacakları anlamına gelmemektedir. Bu noktada işçi, kendisine ayrımcılık yapıldığını kanıtlaması suretiyle kötü niyet tazminatı talep edebilmelidir. Doktrindeki bir görüşe göre, işverence yapılan fesih işlemi sendikal nedene dayanmasına karşın işçi sendikal tazminat yerine İş Kanunundaki kötü niyet tazminatını talep edebilir. İşverence yapılan fesih sendikal nedene dayanıyorsa ve fakat işçi buna rağmen sendikal tazminat yerine İş Kanunu uyarınca bildirim önellerinin üç katı tutarında bir tazminat talep etmişse, artık işçiye Kanununun 25.maddesinin değil, İş Kanununun 17.maddesinin altıncı fıkrası hükmünün uygulanması gerekir[143]. Yine bir başka görüşe göre, HMK’nın taleple bağlılık kuralını düzenlemektedir. Eğer işçi sendikal nedene dayalı olarak yapılan bir fesih üzerine sendikal tazminat yerine kötü niyet tazminatı talep ederse, yargıç miktar yönünden taleple bağlı kalacaktır. Ancak olayın hukuki nitelendirmesini yapma görevi yargıcındır. Yani yargıç feshin sendikal nedenle yapılan bir fesih olduğunu belirtse de talepten fazlasına hüküm kuramayacaktır[144]. Öte [140] Sümer, Sendika Üyeliği, Faaliyete Katılma Güvencesi, 122. [141] Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 181. [142] YHGK, 23.2.1967, 217/613, Çelik, Tazminatlar, 487. YHGK, 23.10.1971, 9-299/608, Süzek, Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, 181. [143] Süzek, İş Hukuku, 482. [144] Günay, 776,777. 112 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 yandan doktrinde savunulan bir diğer görüşe göre ise, işçiye dilediği tazminatın değil sendikal tazminatın uygulanması gerekecektir. Aksi halde, yani iki ayrı tazminattan dilediğini isteyebilme olanağının verilmesi halinde ispat yükümlülükleri çatışacaktır. Zira kötü niyeti ispat etmek işçinin üzerindedir. Sendikalar Kanununun 31.maddesinin yedinci fıkrasına göre ise, işveren işçinin iddiasının aksini ispat etmelidir[145]. 2. Sendikal Tazminat ve İş Güvencesi Tazminatı İlişkisi İş güvencesi kapsamında bulunan ve sendikal nedenlerle iş akdi sona erdirilen işçiler, isterlerse doğrudan sendikal tazminat talep edebilirler veyahut işe iade davası yoluna başvurabilirler. İşçiler işe iade talep etmeden doğrudan sendikal tazminat davası açmaları halinde zaten iş güvencesi tazminatından söz edilemeyecektir. Ancak, işçi işe iade davasını kazanırsa burada kendisine ödenmesi gereken tazminat ne olmalıdır? Burada işçiye bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere tazminata hükmedilmelidir. Ayrıca, 4-8 ay arasında değişen iş güvencesi tazminatı ödenmeyecektir. Nitekim, 6356 sayılı Kanuna göre; “Ancak, işçinin işe başlatılmaması halinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21.maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez.” 3. Sendikal Tazminat ve Ayrımcılık Tazminatı İlişkisi İş Kanununun 5.maddesinin altıncı fıkrasına göre, 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31.maddesi hükümleri saklıdır. Kanun değişikliğiyle beraber bu hükmü 6356 sayılı Kanunun 25.maddesi olarak anlamak gerekmektedir (m82/2). Bu bağlamda sendikal tazminatla ayrımcılık tazminatına beraber hükmedilebilir mi? 6356 sayılı Kanun, iş güvencesine tabi olmayan işçiler için sendikal tazminat talebini engellemiştir. İş güvencesine tabi olmayan bir işçi, sendikal nedenle ayrımcılığa uğrarsa işverenden ayrımcılık tazminatı talep edebilecektir. Hatta, doktrinde aksi yönde görüşler[146] olmasına karşın, işçi ayrımcılık tazminatıyla kötü niyet tazminatını beraber talep edebilmelidir. Zira, İş Kanununun 5.maddesinin 6.fıkrası sadece 6356 sayılı Kanunun 25.maddesini saklı tutmuştur. Anılan hükmün mefhumu muhalifinden söz konusu tazminatın kötü niyet tazminatı ile birlikte istenebileceği sonucuna varılmalıdır[147]. Peki iş güvencesi kapsamında olan işçiler için durum nasıldır? Sendikal tazminatla ayrımcılık tazminatına beraber hükmedilemez. İşçi doğrudan sendikal tazminat talebinde bulunduğunda ayrıca ayrımcılık tazminatı talep edemeyecektir. Bunun ötesinde, işçi işe iade davası açar ve feshin sendikal nedenle yapıldığı [145] Çelik, İş Hukuku,488. [146] Süzek, İş Hukuku, 489’da adı geçen yazarlar. [147] Süzek, İş Hukuku, 489. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 113 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK ve geçersizliğine hükmedilirse işçi sendikal tazminata hak kazanacaktır. Ancak sendikal tazminatın yanında ayrıca ayrımcılık tazminatı talep edemeyecektir. 4. Sendikal Tazminat ve Kıdem-İhbar-Maddi-Manevi Tazminat İlişkisi kanunlara göre haiz olduğu bütün haklar saklıdır. Böylece işçinin sendikal tazminata hak kazanması, diğer kanunlara göre talep edebileceği hakları ortadan kaldırmaz. Eğer işçi kıdem tazminatına hak kazanma koşullarına taşıyorsa, sendikal tazminatın yanında kıdem tazminatı istemesine de herhangi bir engel yoktur. Ayrıca iş sözleşmesi sendikal nedenle feshedilen işçi sendikal tazminatın yanında, ihbar tazminatı isteme hakkına da sahiptir. Buna göre, sendikal nedenlerle iş akdi ihbar önellerine uyulmadan feshedilen işçi, mahkemeden sendikal tazminatın yanında ihbar tazminatı da talep edebilecektir. Gerçekten de, ihbar tazminatıyla sendikal tazminatın nitelikleri itibariyle farklı konumda oldukları görülmektedir. Dolayısıyla, her iki tazminat da beraber talep edilebilecektir[148]. Nitekim Yargıtay da; “ Dairemizin kararlılık kazanan uygulamaları doğrultusunda davacının, davalı şirketin doğrudan işçisi kabul edilerek yararlanma koşulları araştırılarak hasıl olacak sonuca göre fark ihbar ve kıdem tazminatları konusunda hüküm kurulmalıdır…davacı işçinin sendikal tazminat isteğine gelince;… davacı işçinin sendikal tazminata hak kazandığı kabul edilmelidir.”[149] diyerek bu hususu açıkça vurgulamıştır. Eğer sendikal nedenle feshe etken olan olaylar, haksız fiil niteliğini kazanırsa işçi, Türk Borçlar Kanununun 49.maddesindeki şartların gerçekleşmesi halinde maddi tazminat isteminde de bulunabilecektir. İşçinin Türk Borçlar Kanununun 49.maddesi gereğince maddi tazminat talep edebilmesi için zararın varlığını ve miktarını ispat etmesi gerekir[150]. Ayrıca, bu tazminatın talep edilebilmesi için ortaya çıkan zararın sendikal tazminatla karşılanmamış ve bu miktarı aşmış olması gerekir. Manevi tazminat ise, kişilik haklarında uğranılmış zararları karşılamak amacını taşıyan bir tazminat çeşididir. İş sözleşmesi sendikal nedenle feshedilen işçi, bu fesih nedeniyle manevi bir zarara uğramışsa Borçlar Kanununun 58.maddesine göre sendikal tazminatın yanı sıra manevi tazminat da talep edebilecektir. Manevi tazminat talep edebilmek için kişilik haklarına yöneltilmiş haksız bir tecavüzün varlığının kanıtlanmış olması gerekir. Nitekim Yargıtay da, manevi tazminat isteğinin somut bir şekilde ispatlanmış olması gerektiğini vurgulamaktadır [148] Sümer, Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunma, 127. [149] Y9HD, 9.2.1999, 17926/ 1750, Terzioğlu, 71. [150] Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, 197. 114 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 VI. SENDİKAL TAZMİNATA UYGULANACAK FAİZ Sendikal tazminata dava açma tarihinden itibaren faiz yürütülmelidir. Yargıtayın verdiği kararlar da bu yöndedir[151]. Zira yüksek mahkeme, fesih tarihinden itibaren faiz yürütülmesini bozma nedeni olarak kabul etmektedir[152]. Bu konuya ilişkin Yargıtay vermiş olduğu bir kararında, “kıdem tazminatı haricinde diğer tazminat türlerine fesih tarihinden itibaren faiz hükmedilemez.”[153] diyerek bu hususu açıkça belirtmiştir. Sendikal tazminata uygulanacak faiz oranı ise yasal faizdir[154]. Yargıtay sendikal tazminata reeskont faizi uygulamasını da hatalı bulmuş ve bu konuda 3095 sayılı Kanun ve bunu değiştiren metinlerde öngörülen faizin yürütülmesi gerektiğini belirtmiştir[155]. Ayrıca yüksek mahkeme vermiş olduğu bir kararında , “Hüküm altına alınan sendikal tazminat için mevduata uygulanan en yüksek faizin yürütülmesi hatalıdır. Gerçekten bu faiz 1475 sayılı İş Kanununun 14/11 maddesinde kıdem tazminatı için öngörülmüştür. Böyle olunca sendikal tazminat için … oranlarında yasal faize karar vermekle yetinilmelidir.”[156] diyerek sendikal tazminata mevduata uygulanan en yüksek faizin yürütülmesini hatalı bulmuştur. Yine Yargıtay verdiği bir başka kararında, sendikal tazminata işletme kredisi faizi uygulanmasını bozma nedeni olarak kabul etmiştir[157]. VII. SENDİKAL TAZMİNAT VE GELİR VERGİSİ –PRİM KESİNTİSİ Gelir Vergisi Kanununun 25.maddesi gelir vergisine tabi tutulmayan tazminat ve yardımları belirlemektedir. Söz konusu maddenin birinci fırkasına göre; “Ölüm, sakatlık, hastalık ve işsizlik sebepleriyle (işe başlatmama tazminatı dahil) verilen tazminat ve yapılan yardımlar” gelir vergisinden muaftır. Buna [151] Y9HD, 10.6.1998, 7422/ 10196: “…hüküm altına alınan sendikal tazminat için fesih tarihinden itibaren faiz yürütülmesi hatalı olup…” Günay, 634.ayrıca bkz. Y9HD, 25.1.2000, 18244/ 579. Çelik, İş Hukuku,414. Y9HD, 24.10.1995, 12071/ 32879: “Hüküm altına alınan sendikal tazminat için davalı daha önce temerrüde düşürülmediğinden faizin dava tarihinden yürütülmesi gerekir…” Günay, 669. [152] Y9HD, 6.7.1999, 10607/12142, Terzioğlu, 57. Y9HD, 25.1.2000, 18244/379, Şahlanan, Değerlendirme 2000, 126. [153] Y9HD, 13.12.2006, 13948/32792, Terzioğlu, 57. [154] Dönmez, 180. [155] Y9HD, 10.6.1998, 7422/ 10196, Günay, 634. [156] Y9HD, 29.6.1998, 9343/ 10978, Günay, 633. [157] Y9HD, 31.3.2004, 18398/ 6634: “… hüküm altına alınan miktar için aynı yasanın 61.maddesinde yer alan ve sadece sendika üye aidat alacağı için öngörülen en yüksek işletme kredisi faizine hükmedilmesi hatalıdır. Böyle olunca sendikal tazminata yasal faiz yürütülmelidir.” (www.hukukturk.com). 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 115 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK göre sendikal tazminattan gelir vergisi indirimi yapılmalı mıdır? Yargıtaya göre bu tazminattan gelir vergisi indirimi zorunludur Öte yandan, sendikal tazminat ücret niteliğinde değildir. Bu yüzden sendikal tazminattan prim kesintisi yapılamaz[158]. (SSGSSK m. 80) VIII. SENDİKAL TAZMİNAT VE İBRANAME İbra; alacaklının borçluyu borçtan kurtarması sonucu borcun son bulmasıdır[159]. İş Hukukunda oldukça yaygın olarak kullanıldığı görülen ibraname ise, alacaklı durumunda bulunan işçinin borçlu işverene karşı sahip olduğu alacaklarını ortadan kaldıran bir sözleşmedir[160]. İbraname adı altında düzenlenen belgelerin dar yorumlanması gerekir. Zira ibraname, o tarihe kadar doğmuş olan işçinin haklarını ortadan kaldıran bir hukuki araçtır. Nitekim Yargıtay da vermiş olduğu kararlarında bu hususu vurgulamaktadır. “ Öğretide benimsenen dairemizin kararlılık kazanmış uygulamasına göre, iş hukukunun işçiyi koruyucu temel ilkesi gereği ibranamenin sınırlı yorumlanması, uyuşmazlıkların çözümünde göz önünde tutulmalıdır.”[161] Peki, işçinin alacaklarını alması üzerine verdiği “ herhangi bir alacağım kalmamıştır” şeklindeki bir ibra sendikal tazminatı da kapsamına alır mı? Yargıtaya göre; “…5.2.1998 tarihinde ibraname metninde gerçekten işçilik hakları sayılmak suretiyle bunların her birinin ödendiğinin ve başka herhangi bir hak ve alacağının kalmadığını davacının imzalı beyanı ile belirtmiş ise de, bu ibranameye dayanılarak sonuca gidilemez. İbranamenin sendikal tazminatı kapsadığı da düşünülemez, gerçekten de bir işçi ihbar ve kıdem tazminatlarıyla birlikte hak ettiği diğer uyuşmazlık dışı alacaklarını tahsil etmiş ve bunun akabinde de ibraname düzenlemek suretiyle herhangi bir hakkın kalmadığını belge düzenlemek suretiyle beyan etmesi doğal bir durumdur. Böyle bir belgenin İş Hukuku uygulamasında sınırlı biçimde yoruma tabi tutulması, gerek öğretide gerek uygulamada benimsenen bir görüştür. Ayrıca belirtmek gerekir ki, sendikal tazminat yasalarda özel düzenlemeyle işçi yararına kabul edilmiş bulunduğundan bu tür tazminatların “herhangi bir alacağım kalmamıştır” şeklindeki sözcük kapsamı içinde kaldığının kabulüne olanak yoktur.”[162] Gerçekten de, işverenin işçiyi sendikal nedenle işten çıkarması sonucu, ona sendikal tazminat vermesi hayatın olağan akışı içinde mümkün değildir. Dolayısıyla, ibranamenin sendikal tazminatı kapsadığı kabul edilemez. [158] Akyiğit, 331. Terzioğlu, 56. [159] Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, 629. [160] Süzek, İş Hukuku, 721. [161] YHGK, 27.4.1983, 9-3055/ 427, Süzek, İş Hukuku, 722. [162] YHGK,4.10.2000, 9-1204/ 1214, Şahlanan, Değerlendirme 2000, 127. 116 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 IX. SENDİKAL TAZMİNATA UYGULANACAK ZAMANAŞIMI Kanunda sendikal tazminat için özel bir zamanaşımı da belirtilmemiştir. Dolayısıyla, sendikal tazminat talepleri genel hükümlere tabidir. Yani, sendikal tazminatta zamanaşımı Türk Borçlar Kanununa göre on yıllık süreye tabidir. Nitekim Yargıtay da vermiş olduğu bir kararında; “…mahkemece sendikal tazminat taleplerinin on yıllık zamanaşımı süresi içinde ileri sürülebileceği ve davada zamanaşımının dolmadığı…”[163] diyerek bu hususu açıkça vurgulamıştır. SONUÇ A nayasanın 51.maddesi “ Çalışanlar ve işverenler önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.” diyerek sendikal özgürlüğü hüküm altına alınmıştır. Sendika özgürlüğü bireysel ve kolektif sendika özgürlüğü olarak ikiye ayrılır. Bireysel sendika özgürlüğü; işçinin istediği zamanda dilediği sendikaya üye olma, üye olduğu sendikadan istediği zaman ayrılma, bir başka sendikaya üye olabilme, sendika kurma ve sendikanın faaliyetlerine katılma özgürlüğünü ifade eder. Ancak özgürlük onu koruyacak bir güvenceye kavuşturulmadan herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Bu bağlamda Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 25.maddesi ayrıca bir öneme sahiptir. Zira bu madde sendikaya üye olup olmama özgürlüğünü güvence altına almaktadır. İşveren iş akdinin kurulması, devamı ve sona ermesi bakımdan işçiler arasında sendikalı- sendikasız işçi ayrımı yapamaz. İşçiler sendikaya üye olmak, üyelikten çekilmek, üye olmamak veya sendikal faaliyete katılmak açısından özgürdür. İşveren işçilerin anayasal bir hak olan ve kanunlar tarafından hükme bağlanan sendikal özgürlüğünü zedeleyecek herhangi bir davranışta bulunamaz. Eğer işveren işçilerin sendikal özgürlüğüne aykırı fiillerde bulunursa Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 25.maddesinde düzenlenen sendikal tazminat yaptırımıyla karşılaşır. Bu tazminatın hesabında işçinin son aldığı çıplak brüt ücreti esas alınacaktır. Ayrıca taraflar toplu iş sözleşmesi veya sözleşmeyle sendikal tazminatın miktarını arttırabilir. Sendikal tazminata dava açma tarihinde itibaren yasal faiz işletilmelidir. Ayrıca sendikal tazminatta zamanaşımı ise Borçlar Kanununun 125.maddesine göre on yıllık süreye tabidir. [163] Y9HD, 3.7.2010, 15255/ 18578, (www.hukukturk.com). 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 117 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK KAYNAKÇA AKİPEK, J.-AKINTÜRK,T.: Türk Medeni Hukuku Başlangıç Hükümleri-Kişiler Hukuku, C.I, İstanbul 2004. AKYİĞİT, Ercan: Türk İş Hukukunda İş Güvencesi (İşe İade), Ankara 2007. ALPAGUT, Gülsevil: Toplu İş Sözleşmesinde İşlem Temelinin Çökmesi, İstanbul 2002. BAYRAM, Fuat: Sendikal Nedenle Fesih Karinesi, Legal İHSGHD,12, Ekim 2006. BİLGİLİ, Abbas: İş Güvencesi Hukuku- İşe İade Davaları, Adana 2005. CENTEL, Tankut: Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Çalışma Yaşamına İlişkin Düzenlemeler, Çimento İşveren, Eylül 2005. ÇANKAYA,O.G- GÜNAY,İ.C- GÖKTAŞ,S.: Türk İş Hukukunda İşe İade Davaları, Ankara 2005. ÇELİK, Nuri: İş Hukuku Dersleri, İstanbul 2010. ÇELİK, Nuri: İşçilerin İşten Çıkarılmalarında İhbar ve Kıdem Tazminatları Dışında İsteyebilecekleri Tazminatlara İlişkin Sorunlar, Legal İHSGHD, 14, Mayıs 2007. ÇİL, Şahin: İş Hukuku Yargıtay İlke Kararları, 9.HD 2008-2009-2010 Yılları, Ankara 2010. DEMİR, Fevzi: En Son Yargıtay Kararları Işığında İş Hukuku ve Uygulaması, İzmir 2005. DEMİR, Fevzi: Sendika Üyeliği ve Sendikal Faaliyete Katılma Güvencesinin Uygulama Kritiği, Osman Güven Çankaya’ya Armağan, Ankara 2010. DEMİR, Fevzi: Sorularla Toplu İş Hukuku, C.II, Ankara 2006. DERELİ, Toker: 6356 sayılı Yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu: Genel Bir Değerlendirme, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2013/1 sayı:36. EREN, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009. EREN, Fikret: Dernek ve Sendikalara Üye Olma, Olmama ve Üyelikten Ayrılma Hakkı, AÜHFD, 1974, Cilt 31, 1-4, (http:www.auhf.ankara.edu.tr/dergiler/auhfd-arsıv). GÜNAY, İlhan Cevdet: Sendikalar Kanunu Şerhi, Ankara 1999. GÜZEL, Ali: Toplu İş İlişkileri, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi,1996, İstanbul 1998. KILIÇOĞLU, Ahmet: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007. KILIÇOĞLU, Mustafa: Sendikalar ve Toplu İş Uyuşmazlıkları Açıklamalar, Kararlar, Ankara 1999. KURU, B.-ARSLAN,R.-YILMAZ,E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2008. MOLLAMAHMUTOĞLU, Hamdi: İş Hukuku, Ankara 2005. NARMANLIOĞLU, Ünal: İş Güvencesi Hükümleri Kapsamına Giren İşçinin Sendikal Tazminat Talebi, Legal İHSGHD, 5, 2005. ODAMAN, Serkan: Ayrımcılık Tazminatının Diğer Tazminatlarla Birlikte Mevcudiyeti Sorunu Üzerine Görüşler, Sicil, 14, Haziran 2009. ÖZVERİ, Murat: Bireysel Sendika Özgürlüğünün Korunması: Sendikal Tazminat ve Yargı Kararları, Legal İHSGHD, 8,2005. 118 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 SUBAŞI, İbrahim: İş Sözleşmesinin Sendikal Nedenle Feshinde İş Güvencesi Tazminatı ile Sendikal Tazminat İlişkisi, Karar İncelemesi, Çalışma ve Toplum, 4,2005. SUR, Melda: İş Hukukunda Toplu İlişkiler, Ankara 2010. SÜMER, Haluk Hadi: İşçinin İş İlişkinin Devamı Süresince Sendikal Nedenlerle Ayrıma Karşı Korunması, Prof. Dr. Şakir Berki’ye Armağan, Ankara 1996. SÜMER, Haluk, Hadi: İşçinin Sendikal Nedenle Feshe Karşı Korunması, Konya 1997. SÜZEK, Sarper: İş Akdinin Fesih Hakkının Kötüye Kullanılması, Ankara 1976. SÜZEK, Sarper: İş Hukuku, İstanbul 2009. SÜZEK, Sarper: İş Akdinin Askıya Alınmasını Genel Teorisi, Ankara 1989. ŞAHLANAN, Fevzi: Sendikalar Hukuku, İstanbul 1995. ŞAHLANAN,Fevzi: Toplu İş İlişkileri Açısından Yargıtayın 2000 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi, Kamu-İş 2002. TAŞKENT, Savaş: İşverenin Yönetim Hakkı, İstanbul 1981. TERZİOĞLU, Ahmet: İş Güvencesi Hükümleri Karşısında Sendikal Fesih Sonucunda İşçinin Hak Kazanabileceği Tazminatlar, Kamu-İş 2008, S.1. TUĞ, Adnan: Sendikalar Hukuku, Ankara 1992. TUNCAY, A.Can: İşçi Sendikası Üyeliğinin Kazanılması ve Sona Ermesi, İstanbul 1975. TUNCAY, A.Can: Toplu İş İlişkileri, Yargıtayın 2004 yılı Kararlarının Değerlendirilmesi, Ankara 2006. TUNCAY,A.Can: İş Hukukunda Eşit Davranma İlkesi, İstanbul 1982. TUNÇOMAĞ, Kenan: İş Hukuku, C.I, B.4, İstanbul 1986. ULUCAN, Devrim: Sendikal Tazminat, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi, 2003, Ankara 2005. YÜCEL, Kazım: İş Hukukunda Tazminatlar, Ankara 2008. Yararlanılan Diğer Kaynaklar: www. hukukturk.com www.belgenet.com Legal İHSGHD, 11, Temmuz 2006. Legal İHSGHD, 22, Temmuz 2009. Legal İHSGHD,18,Temmuz 2008. Legal İHSGHD,21, Nisan 2009. Legal İHSGHD, 19,Ekim 2008. Legal İHSGHD, 15,Ağustos 2007. Legal İHSGHD, 17, Nisan 2008. Legal İHSGHD, 25, Nisan 2010. Kamu-İş, Yargıtay Kararları (2005-2007), Ankara 2008. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 119 HAKEMLİ Sendikal Tazminat / ÖZTÜRK Makaleler Articles Parlamento Mu, K anun Fabrik ası Mı? Oktay EKŞİ* * İstanbul Milletvekili. Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ P arlamenter sistemin temel ilkesi, yürütme gücünün Parlamentoya karşı sorumlu olmasıdır. Bunun da dayanağı: • “Milli irade yanılmaz”; • “Meclis abesle iştigal[1] etmez” diye ifade edebileceğimiz ön kabullerdir. Seçimlerin dürüstçe yapıldığı bir ülkede “Milli iradenin yanıldığından” söz edilemez. Zaten aksini savunmak “demokrasiyi inkâr” etmektir. Ülke çapında yönetme yetkisini kimin kullanacağını belirleyen milli irade, hiçbir zaman “yanlış” olarak nitelendirilemeyecek olan kararını zamanı gelince, kendi özgür tercihleriyle değiştirebilir. Ancak Millî iradenin demokrasiyi koruması, o iradenin verdiği gücün “çoğulcu” bir anlayışla uygulanmasına bağlıdır. Aksi halde “milli irade yanılmaz” ilkesi, o iradenin iktidara getirdiği kadroların kısa zamanda despotlaşması riskini davet eder. Çoğulcu anlayış, bilindiği gibi, hem toplumun her kesimine kendini özgürce ifade etme, üretilen politikalara, alınan kararlara katkıda bulunma veya itiraz etme imkân ve güvencesini verir, hem de azınlıkta olan kesim ve görüşleri korur. O nedenle “milli iradenin yanılmayacağı” daha doğrusu “yanılgısını yeni tercihleriyle onaracağı” ilkesi kadar, o ilkenin anti demokratik uygulamalara temel teşkil etmemesi de önemlidir. Millî iradenin somutlaşan adresi Parlamentodur. O nedenle Parlamentonun (Meclisin) kendisi ve varlığı kadar işleyişi de sistemin sağlığını ilgilendirir ve çok önemlidir. Meclis Abesle İştigal Eder Mi? Genel kabul olarak “Meclisin abesle iştigal etmeyeceği” yani hem yasama hem de denetleme görevini sağlıklı bir işleyişle yerine getirdiği söylenir. Meclisin abesle iştigal etmeyeceğini söyleyen ilke, Meclise duyulması gereken saygıyı pekiyi bir şekilde ifade eder ama tartışmaya açıktır. Çünkü söz ne kadar güzel olursa olsun Meclisin, “abesle iştigal ettiği” de maalesef doğrudur. Buradaki “abesle iştigal” deyimi, Meclisle ilgili “kuralların” ve “uygulamaların” yanlışlarını ifade etmektedir. Zaten bu yazının yazılmasının ve bu kitapta metni bulunan Oktay Ekşi imzalı “İçtüzük Teklifi”nin amacı, bugünkü TBMM’nin[2] “abesle iştigal” sayılabilecek yanlışlarını olabildiğince en aza indirmek için katkıda bulunmaktır. [1] [2] Yersiz, yararsız (saçma sapan) şeylerle vakit öldürmez (TDK-Türkçe Sözlük Syf.2) 24. Yasama Dönemi 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 125 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Daha doğrusu sadece bugünkü Mecliste değil, rahatlıkla söylenebilir ki, özellikle 1973’den beri görevde bulunan tüm Meclis çalışmalarında göz ardı edilemeyecek kadar önemli “abesle iştigal” örnekleri vardır. Ne demek istediğimizi açalım: “Parlamenter sistemde” yasa koyucunun yani Parlamentonun, kendisini seçenleri “temsil etme” dışında[3] iki temel görevi vardır. Bunlardan biri “yasama” yani “yasa yapma” görevi, öteki “yapılmış yasaların nasıl uygulandığını denetleme” yani “denetleme” görevidir. “Yasalar”, Mecliste çoğunluğu teşkil eden görüşün iradesine uygun olarak çıkar. Ama muhalefet tarafından önerilmiş ve çoğunluk tarafından “kabule değer bulunmuş” yasalar da olabilir. Hatta örneğin İngiliz Parlamentosunda bir yasama yılında sadece “ana muhalefetin” değil, “muhalefetteki ikinci partinin” ve “yaylacıların” (backbenchers) önerilerinin görüşülebilmesi için de belli sayıda gün ayrılır[4]. Gerçek şu ki TBMM Başkanının daveti üzerine TBMM’nin işleyişini inceleyen ve bulguları ile önerilerini Ağustos 2010 tarihinde bir Rapor halinde TBMM’ye sunan[5] SIGMA Gözetleme Grubu[6] Değerlendirmesi’nde, “Genel Kurul gündemlerinin bir kısmı muhalefetin önerdiği ya da en azından onayladığı işlere ayrılabilir. Bazı Komisyon Başkanlıkları muhalefet partilerinin milletvekillerine verilebilir” denmektedir.[7] Denetleme görevi ise, esas itibariyle “muhalefet milletvekilleri” tarafından yerine getirilir. İktidar kanadını oluşturan milletvekilleri de denetleme işlevine katkılarını esirgemezler. Ancak bu kadarı, bir yasa koyucuyu (Meclisi) “Parlamento” diye nitelemeye yetmez. Çünkü “Parlamentonun” başka nitelikleri de vardır: Önce kelimenin anlamından başlayalım: [3] [4] [5] [6] [7] 126 Parlamentonun “Temsil” görevine ilişkin konular bu yazının kapsamı dışındadır. O.E. Örneğin halen “yaylacı”lara bir yasama yılında 35 Birleşim; ana muhalefet partisine 17, ikinci muhalefet partisine 3 gün olmak üzere “muhalefete 20 gün” ayrılır. Bunlardan ayrı olarak İngiliz Avam Kamarası, “Özel Kişiler Önerisi (Private Members’ Bill) denen önerilerin görüşülmesi için bir yasama yılında 13 Birleşim ayırır. Erskine May- Parliamentary Practice, (24.Edition- 2011, Syf:332-334) . Avrupa Birliği ile OECD Ortak Girişimi tarafından görevlendirilen Helen Irwin (Avam Kamarası- Komisyonlardan Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı-İngiltere), Prof. Klaus H. Goetz (İktisat ve Toplumsal Bilimler Fakültesi Dekanı, Alman ve Avrupa Politikası BaşkanıPotsdam Üniversitesi- Almanya), Prof. Ulrich Karpen (Hukuk Bölümü Başkanı, Hamburg Üniversitesi – Almanya), Francis Henin (Kıdemli Danışman–SIGMA), Julio Nabais (Portekiz Parlamentosu eski Genel Sekreter Yardımcısı, Kıdemli Danışman- SIGMA) dan oluşan heyet tarafından “The Administrative Capacity of the Turkish Grand National Assembly” isimli rapor. Bundan böyle atıflarda “SİGMA Raporu” denecektir. Resmi çeviride “Gözetleme Grubu” yerine “Akran Grubu” denmiştir. O.E. SİGMA Raporu Syf. 3 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ “Parlamento” yaygın şekilde bilindiği gibi Fransızca kökenli bir kelimedir ve “Konuşma” eylemiyle ilgilidir. Zaten Parlamento, lügat anlamında “konuşulan yer”dir[8] Öyleyse bir yasa koyucuya “Parlamento” diyebilmek için: Birinci koşul, oradaki insanların (milletvekillerinin, senatörlerin, dışarıdan atanmış bakanların) tartışılan konudaki görüşlerini özgürce ifade edebilmeleridir. Kendini “özgürce ifade edebilme”, istediği anda istediği konudan söz etme, zaman sınırı olmadan konuşma, siyasi parti üyeliğinin getirdiği kayıtları yok sayma anlamına gelmez. Elbet bunların hepsinin “demokratik Parlamenter sistemin gereklerine uygun” düzenlemelere göre yürütülmesi gerekir. Bu bir “usul” konusudur. Buna yeri geldikçe değineceğiz. İkinci koşul, Parlamentonun sadece “konuşma” üzerine değil, “karşıt görüşlerin seviyeli bir şekilde dile getirildiği” (Parliamentary Language)[9], tarafların birbirini “eleştirme” hakkının birbirini “incitmeden” kullanıldığı, sonuç olarak tüm faaliyetin “diyalog ve hoşgörü” anlayışı içinde yürütüldüğü bir yer olmasıdır. Bir “yasa koyucuyu” sadece kural koyan bir otorite olmaktan çıkartıp “Parlamento” sıfatına layık bir kurum düzeyine yükseltebilmenin en zor yanı, bu ikinci koşulu yaşama geçirebilmektir. Çünkü o, “kültür, gelenek, görgü, siyasi tarih, sosyal terbiye, siyasi olgunluk” gibi, iç-içe giren kavramlarla ilgilidir. Üçüncü koşul, “yasa yapma ve denetleme” sürecine ilişkin tüm kuralların ve uygulamanın eski deyimle “efradını câmi ağyarını mâni,” olması yani “konuyla ilgili her şeyi kapsaması, ama konu dışı hiçbir şeye yer vermemesi”dir. Dördüncü koşul, yasa koyucunun işleyişini düzenleyen kuralların (İçtüzüğün) “yasama” ile “denetleme” işlevleri arasındaki dengeyi korumasıdır. Şimdi gelelim bu dediklerimizle bizim TBMM’deki gerçeklerimizin ne kadar örtüştüğüne veya ters düştüğüne: 1) Milletvekilinin Görüşlerini Özgürce İfade Hakkı: Halen yürürlükte bulunan TBMM İçtüzüğün, “konuşma yapılmasından” –deyim yerindeyse- nefret eden hükümleri ile siyasi parti yöneticilerinin “konuşma yapanın yanlış bir şey söyleyeceğinden korkan” zihniyeti, milletvekillerinin Parlamentoda kendilerini özgürce ifade etmelerine engeldir. [8]“Parlamento kelimesi Fransızcadaki “parler” (konuşmak) fiilinden gelir. Çünkü Parlamento’nun geçmişi Hükümdarların “devlet işlerini” görüşmek üzere danışmanlarını çağırıp görüştüğü tarihe kadar uzanır Moyra Grant: “The UK Parliament”, (Edinburgh University Presss 2009. Syf:2) [9] Erskine May- Parliamentary Practice, (24.Edition- 2011, Syf:444, 453, 454) 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 127 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Daha açık söyleyeyim: Kendisinden “İfade özgürlüğünü genişletmesi” –son derece haklı olarakbeklenen TBMM’de en az olan şey, “ifade özgürlüğü”dür. Çünkü milletvekilleri –siyasi parti üyesi olmanın gerektirdiği kurallar dışında ve onlardan tamamen farklı bir baskı nedeniyle- ağır bir vesayet rejiminin mağdurlarıdır. Nitekim SİGMA Raporunda bu husus Türkiye’deki parlamentarizmin temel özellikleri arasında sayılmakta ve “Parlamentodaki siyasi parti gruplarının Parti liderleri tarafından sıkı kontrol edildiği” o nedenle “Milletvekilleri için kısıtlı bir hareket ve manevra alanı kaldığı” ifade edilmektedir.[10] Aslında TBMM İçtüzüğünde de Partilerin Grup İç Yönetmeliklerinde de, –aşağıda ayrıntılarıyla görüldüğü gibi- “şahsı adına konuşmak isteyen milletvekilinin, başkasından (örneğin Grup Başkanvekilinden) izin almasını gerektiren hiçbir hüküm yoktur[11].[12] Daha da önemli olan gerçek şu: TBMM İçtüzüğünün 1957’ye kadar uygulanan hükümleri, milletvekillerinin isterlerse “komisyonlarda”, isterlerse “partinin Meclis Grup toplantısında” veya “Meclis Genel Kurulunda” özgürce –kimsenin iznine tabi olmadan- söz alıp konuşma yapmalarına izin veriyordu. Şimdiki uygulama başlayalı beri, bir milletvekilinin kendi partisinin (AKP dışındaki partilerin Grup İç Yönetmeliklerinin daha özgürlükçü hükümlerine rağmen) Meclis Grubunda ve daha da önemlisi Meclis Genel Kurulunda özgürce söz alıp düşüncelerini ifade etmesi imkânı fevkalade azdır. Çünkü: 1) Parti liderleri kendileri istemedikçe, milletvekillerinin görüşlerini özgürce ifade edebilecekleri “Kapalı Grup” toplantısı yapılmasına (Grup İç Yönetmeliklerinin “Kapalı Grup” toplantısını esas alan hükümlerine rağmen) olumsuz bakmaktadırlar. Bu nedenle milletvekili liderin belli bir konuda ne gibi bir görüş sahibi olduğunu (özellikle o hassas bir konu ise) bilememekte, sonuç olarak da kendini “baltayı taşa vurmaktansa konuşmamak daha iyidir” demeye zorlamaktadır. 2) Meclis Genel Kurulundaki görüşmeler ise, tamamen Grup Başkanvekillerinin olması gerekenin çok üstünde bir vesayet anlayışıyla yürütülmektedir[13]. Nitekim yerleşik uygulamaya göre bir Milletvekilinin, “şahsı adına” söz [10] SİGMA Raporu Syf. 6 [11] Konuya ilişkin AKP Grup İç Yönetmeliği hükümleri aşağıdadır: Grupta Söz Serbestliği [12] Bağımsız bir milletvekilinin kürsüye çıkma olanağı, parti üyesi milletvekilinin kendi grubu adına konuşma veya partisine ayrılan süreden yararlanarak şahsı adına konuşma yapma şansının belki onda biri kadardır. O.E. [13] Oysa İçtüzüğün konuya ilişkin 60’ncı maddesinde böyle bir kısıtlama yoktur. Söz konusu madde şöyledir: 128 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ alabilmesi için bile onun değil, Parti Grup Başkan Vekilinin, ona imzalattığı bir istek formunun TBMM Başkanlığına gönderilmesi gerekir. Sadece bu işleyiş bile milletvekillerinin ne kadar ağır bir baskı altında olduklarını ispata yeter. Bir an için milletvekilinin bu bariyerleri aştığını ve kürsüye çıktığını var sayalım: Milletvekilinin kendisini ifade edebilmesi için düşündüklerini tam olarak anlatması gerekir. Oysa yürürlükteki İçtüzük, milletvekillerinin “düşündüklerini diğer milletvekilleriyle paylaşmalarını” değil, “konuşarak başkalarının vaktini almamalarını” isteyen bir zihniyet ürünüdür. O yüzden İçtüzük, her konuşma için ayrı bir “süre” sınırlaması getirmiştir[14]. “MADDE 60– Adını önceden kaydettirmeyen veya oturum sırasında Başkandan söz almayan hiç kimse konuşamaz. Gündemde bulunan veya belli bir günde görüşme konusu olacağı Anayasa, Kanun veya İçtüzük gereğince bilinen konular dışında, kâtip üyeler, söz alma istemi kaydedemezler.” [14]Örneğin: • Bir tasarı, teklif veya Kanun Hükmünde Kararname Komisyona havale edildikten sonra 45 gün geçmesine rağmen, Komisyonda görüşülüp Genel Kurula gönderilmezse, hükümetin veya teklif sahibinin o konunun Genel Kurul gündemine alınarak görüşülmesini isteme hakkı vardır. Bu milletvekilinin konuşma süresi 5 dakika ile sınırlıdır (Madde 37). Ama bu hakkın kullanılması ihtimali fiilen sıfıra çok yakındır. Örneğin 24.Yasama Dönemi 4.Yasama Yılı başında (1 Ekim 2013 tarihinde) Komisyonlarda bulunan “yasa tekliflerinin” sayısı 1577’dir (TBMM 24.Dönem 3.Yasama Yılı Faaliyet Raporu- Syf:102). Bunların en az üçte ikisinin 45 günlük süreyi geçirdiği dikkate alınırsa, 37’nci maddeden yararlanmak için 1000 haftaya (Meclisin yılda 40 hafta çalıştığı hesabıyla) 25 yıla ihtiyaç olduğu anlaşılır. • Bir milletvekili veya bakan, “geçmiş Birleşim tutanağının düzeltilmesi” için söz alırsa en çok 5 dakika konuşabilir (Madde 58) • Bir Milletvekili “Olağanüstü acele hallerde”, Meclis Genel Kuruluna duyurulması (Meclis Başkanlığınca O.E.) zorunlu görülen bir konu hakkında 5 dakika süreyle GÜNDEM DIŞI konuşabilir. (Madde 59/1) • Olağanüstü acele hallerde, Hükümet GÜNDEM DIŞI söz isterse (burada süre sınırlaması yok. O.E.), bu açıklamadan sonra siyasi parti grupları adına birer defa yapılan konuşmalar on dakika ile sınırlıdır. İkinci defa yapılacak konuşmalarda süre bunun yarısı kadardır. (Madde 59) • Pek kısa bir sözü olduğunu belirten üyeye Başkan, yerinden konuşma izni verebilir. (Madde 60/4) • Genel Kurulda bir konuyu öne alma veya geriye bırakma gibi usule ait konular, diğer işlerden önce konuşulur. Bu yolda bir istemde bulunulursa, onar dakikadan fazla sürmemek şartıyla, lehte ve aleyhte en çok ikişer kişiye söz verilir. (Madde 63) • Şahsına sataşılan veya ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atıf olunan (…) milletvekili, Başkan tarafından uygun görülen süreyle sınırlı olmak kaydıyla (uygulamada 2 dakika O.E.) açıklama yapabilir ve cevap verebilir.(Madde 69/1) • Tasarı veya teklifin tümünün görüşülmesinden sonra soru-cevap işlemi yapılır. Tasarı veya teklifin tümü üzerinde soru-cevap süresi yirmi, maddeler üzerinde on dakika ile sınırlıdır. (Madde 81/b) 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 129 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Bu sürelerin “az” veya “çok” olduğu tartışılabilir. Doğru olan, süreyi en doğru şekilde, uygulamadan alınan derslerin belirlemesidir. Ama asıl önemlisi bu kuralların, zaman zaman konuşmacıyı da o konuşmayı dinlemek isteyen milletvekillerini de isyan ettiren bir “uygulama” ile desteklenmekte olmasıdır: İçtüzüğün verdiği süre dolunca devreye giren elektronik sistem konuşmacının cümlesini bile tamamlamasına izin vermemektedir. O Birleşimi eğer, katı bir kuralcılık anlayışıyla uygulayan bir Başkanvekili yönetiyorsa (ki maalesef uygulamada yaygın olan budur) milletvekili, kolu bacağı kesilerek yarım bırakılmış bir cümle ile kürsüden ayrılmaktadır. 130 • Genel kural olarak, kanun tasarı ve tekliflerinin tümü hakkında siyasî parti grupları, komisyon ve Hükümet adına yapılan konuşmalar yirmişer, kişilerin kendileri adına yaptıkları konuşmalar onar dakikadır. (Madde 81/3) • (Komisyona geri alınan) Bir kanunun (doğrusu “Bir Kanun tasarı veya teklifinin olacak” O.E.) bir maddesi hakkında birçok önerge verilmiş (ise)….. önerge sahipleri (daha sonra yapılan) komisyon toplantılarına katıldıkları takdirde beş dakikayı geçmemek üzere konuşabilirler. (Madde 82/2) • Açık oylamadan önce, önerge sahiplerinin beşer dakikayı geçmemek üzere konuşma hakları vardır. (Madde 82/4) • Tasarı veya teklifin tümünün kesin olarak oylanmasından önce milletvekilleri, ne yolda oy kullanacaklarını kürsüden belirtmek isterse, Başkan lehte ve aleyhte birer kişiye söz verir. Bu konuşma kısa, açık ve gerekçeli yapılır. (Madde 86) • Kanunlarda veya İçtüzükte aksine bir hüküm yoksa, kanun tasarısı veya teklifinde (…) milletvekilleri, esas komisyon veya Hükümet değişiklik önergeleri verebilir.(Madde 87/1) (…) Hükümetin veya komisyonun katılmadığı önerge, sahibi tarafından beş dakikayı geçmemek üzere açıklanabilir. Önerge sahibine, gerekçesinin okunmasını istediği önerge hakkında söz verilmez. (Madde 87/9) • Bir hukuk dalını sistematik olarak bütünüyle veya kapsamlı olarak değiştirecek biçimde genel ilkeleri içermesi (…) gereken Temel Kanun nitelikli önerilerin tümü üzerindeki soru-cevap süresi 20 dakika (Madde 81/1-b) , Bölüm üzerindeki soru-cevap süresi, onbeş dakika ile sınırlıdır (Madde 91/2). • İçtüzüğün 91’inci maddesi, bir kanun tasarı veya teklifinin “Temel Kanun” kavramına göre görüşülebilmesi için o tasarı veya teklifin çok net olarak ifade edilmiş 6 ayrı özelliğe sahip olmasını şart koştuğu halde uygulamada, tüm bu koşulları yok sayma olanağı veren 91/b madde hükmü kullanılarak “Temel Kanun” kavramıyla hiç ilişiği olmayan yasa tasarı veya teklifler yasalaştırılmaktadır. Bu bir yetkinin “kötüye kullanılması” örneğidir. O.E. • Sözlü sorular görüşülürken, Hükümet adına verilecek cevabın süresi beş dakikayı geçemez. Bu cevap üzerine soru sahibi, yerinden, konu ile ilgili çok kısa ek bir açıklama isteyebilir. Hükümet adına verilecek cevapla görüşme tamamlanır. İkinci cevap süresi de beş dakikayı geçemez.(Madde 98/3) • Üç birleşim içinde cevaplandırılmayan sözlü sorular yazılı soruya çevrilir ve istemi halinde aynı birleşimde önerge sahibine beş dakikayı geçmemek üzere söz verilir. (Madde 98/6) • Olağanüstü hal ile ilgili karar (…) hakkında (…) oylamadan önce önerge sahibi beş dakikayı geçmemek üzere söz alabilir.(Madde 126/1) Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Oysa milletvekiline –çok nadiren yapıldığı gibi- sözlerini bağlayıp bitirecek kadar süre verilse, TBMM’nin hiç değilse “konuşmacıya saygı duyduğu” ve “farklı görüşlere önem verdiği” izlenimi doğar. Çok uzatmaya gerek yok. Eğer “Parlamento” kavramının en iyi örneği olan Avam Kamarası’nda böyle “Grup Başkanvekilinin izni veya rızası olmadan konuşamama” türü bir uygulama olsaydı oraya kimse Parlamento demezdi. Hemen belirtmeye değer olan husus şudur: Meclis Genel Kurulunda elbet her isteyen milletvekilinin canının istediği kadar konuşması söz konusu değildir. Nitekim bunu önleyen ama Parlamento kimliğine uygun olan önlemler, 1973’e kadar uygulanan İçtüzükte vardı. Bunun formülü şu idi: • Hükümetin, Komisyonun ve Meclis Gruplarının söz hakkı önceliklidir ve süreleri bireysel konuşmacılara göre fazladır. (Şimdi de öyledir. O.E.) • Konulmuş pek az sayıda sınırlamalar hariç, hatip, konuşmasını eğer irticalen[15] yapıyorsa, süre (Genel Kurul önceden aksine karar almadıkça) sınırsızdır.[16] • Süreyi dolduran hatibin sözlerine devam edip etmemesi hususunu başkan oya sunabilir. • Konuşma eğer “yazılı” yapılıyorsa süre 20 dakikadır. • Konuşmacının, tartışılan konu veya söz alma amacı dışına çıkması halinde Başkan, hatibin sözünü derhal keser ve gerekirse kürsüyü terke davet eder[17]. • Gruplar adına konuşacak isimleri Başkanlığa bildirme yetkisi Meclis Grup Başkanvekillerine aittir. Ama herhangi bir milletvekili Başkanlığa şahsen başvurup (hatta o birleşimde sözle veya pusula göndererek) konuşma talep edebilir. Bu onun en tabii –ve teşrii[18]- hakkıdır. • Görüşmeler, söz alanların tamamı konuşuncaya kadar devam eder. Başkan ancak “başka söz isteyen yok ise” görüşmelerin tamamlandığını –bunu belirterek- ifade edebilir. • “Görüşmelerin yeterli olduğu” her an (Başkanlığa önerge verilerek) ileri sürülebilir ancak o konuda iktidar ve muhalefet gruplarından (toplam) en az 6 [15] İçinden geldiği gibi O.E. [16] Başkan, 1973’e kadar uygulanan İçtüzükler döneminde, konulmuş süreyi aşan milletvekilinin konuşmasına devam etmesini sağlardı. O.E.) [17] İçtüzüğün özellikle 1927-1973 dönemi uygulamalarında “konu dışına çıkmaya” kesinlikle izin verilmiyordu. Örneğin “Türkiye ile bir başka ülke arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesi” amacıyla yapılan bir anlaşmanın onaylanmasını öngören yasa tasarısı Genel Kurulda görüşülürken, söz alan bir milletvekilinin “kendi seçim çevresindeki çiftçilerin sorunlarını anlatmasına” izin verilmesi (gerçek şu ki bu TBMM Genel Kurulunda en çok görülen yanlıştır) tasavvur bile edilemezdi. O.E. [18] Yasa yapmayla ilgili O.E. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 131 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ milletvekili konuşmamışsa Başkan, “görüşmelerin yeterliğini” isteyen önergeyi oya koyamaz. Bu kurallar, ele alınan konunun doyurucu bir şekilde tartışılmasını sağlar, taraflar (ve kamuoyu) tüm karşıt görüşleri öğrenirdi. Verilen karar da sonuçta, “çoğunluğunun kanaatinin hangi yönde olgunlaşmış olduğunu” gösterirdi. Ancak bugünün her şeyi hızla tamamlamak isteyen dünyasında o kuralları aynen korumanın anlamı yoktur. Bunları Parlamento kurumunun ruhuna uygun ama aynı zamanda gerçekçi bir anlayışla değiştirmek doğrudur. O bağlamda, bugünkü İçtüzüğün gereksiz vakit kaybettiren yanlışları giderilerek kazanılan vakit, milletvekillerinin müzakereye aktif şekilde katılmasına ayrılabilir. 2) Görüşlerin Seviyeli Bir Dille İfade Edilmesi ve Hoşgörü: Yukarıda sözünü ettiğimiz “karşıt görüşlerin seviyeli bir şekilde dile getirildiği”, “tarafların birbirini eleştirme hakkını, birbirini incitmeden kullandığı”, sonuç olarak “tüm faaliyetin diyalog ve hoşgörü anlayışı içinde yürütüldüğü” bir yer olma özelliği “Parlamento”lar yönünden çok önemlidir. Parlamentodaki karşıt görüşler arasındaki ilişkiyi belli bir seviyenin üstünde tutabilmek ihtiyacı, İngiliz Parlamentosunda ilginç kurallar konulmasına sebep olmuştur: Avam Kamarasının (House of Commons) artık herhangi bir bilgisayar ekranında da rahatça izlenebilecek olan Genel Kurul görüşmelerine göz atanlar, Başkanın –kendisine göre- sağ tarafındaki[19] iktidar partisi milletvekilleri ile, sol tarafındaki muhalefet milletvekilleri arasında belli bir mesafe olduğunu ve iki tarafın önünden boylu boyunca geçen kalın birer çizgi bulunduğunu görürler. O çizgiler, yaklaşık 800 yaşındaki parlamentonun eski yıllarından kalmadır. İktidar ile muhalefet milletvekilleri herhangi bir ateşli müzakere sırasında dayanamayıp kılıcını çekerek karşı tarafa haddini bildirmeye kalkarsa, nerede duracağını bilmesi için çizilmiştir. İki çizgi arasındaki mesafe tarafların kılıçla birbirlerine zarar vermelerini önleyecek kadar açıktır. Bu “kılıç” mesafesi artık parlamento tarihinin anımsanmaya değer bir rengi olsa da, tarafların birbirine karşı düzeyli bir dil kullanmaları ve tartışmayı Parlamentoya yakışır bir düzeyde sürdürmeleri ilkesi halen önemli kurallarla korunur. Örneğin bir milletvekilinin ötekini adıyla anması (örneğin “Lewisham East Milletvekili Mr. John Smith” gibi bir ifade kullanması) mümkün değildir. Çünkü İngiliz Parlamentosunda kimsenin “kişiliği” esas alınarak bir [19] Bizde bunun aksidir. O nedenle iktidar başkanın solunda, muhalefet sağda yer alır. O.E. 132 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ şey söylenmez. Oysa bir milletvekilinin adından söz etmek, onun “kişiliğini” muhatap almaktır. Parlamentoda “kişi”ler değil “görüşler, fikirler” esastır. O nedenle bir milletvekili karşı çıktığı –veya desteklediği- bir düşünceyi dile getiren milletvekiline gönderme yapmak isterse ancak, “Saygıdeğer Lewisham East Milletvekilinin ifade ettiği gibi” diyebilir, adından söz edemez. Meclis Başkanının da (Speaker of the House) bir milletvekilinin adını kullanması sadece, onun hakkında disiplin cezası uygulanmasını Genel Kuruldan talep edeceği zaman mümkündür. Bu ancak söz konusu milletvekilinin Başkanın otoritesini hiçe sayması gibi bir durumda başvurulan bir yoldur. Başkanların 1945’den 2009 yılına kadar bu yola başvurdukları milletvekili sayısı –bir kişi için dört, öteki için üç kere olmak üzere- toplam sekizdir[20]. Avam Kamarasında da Lordlar Kamarasında da kullanılması büyük sorun yaratan kelimelerden (veya suçlamalardan) biri, karşı tarafın “yalan söylediğini” iddia etmektir. Nitekim bir milletvekilinin veya bakanın “yalan söylediğinin” ortaya çıkması, onun siyasi yaşamını bitirir. Örneğin 1962’de, o tarihte İngiliz Savunma Bakanı olan John Profumo’nun, hem kendisiyle hem de Londra’daki Sovyetler Birliği Askeri Ataşesiyle ilişkisi olan Christine Keeler isimli kadınla “ilişkisinin olmadığını” söylemesi, John Profumo’nun siyasi hayatını bitiren olaydır. Profumo’nun “affedilmez suçu” Bayan Keeler’le ilişkisi değil, “Parlamentoya yalan söylemesi”dir. Karşı tarafı “yalancı” diye itham etmek İngiliz Parlamentosunda bir “disiplin suçu” oluşturduğu için Sir Winston Churchill’in 1906’da karşı tarafın “yalan söylediği” yerine “kavramsal bir yanlış yapılmasından” söz ettiği[21] yaygınca kullanılan bir örnektir. 3) Konu ve Amaç Dışına Çıkmama: Yürürlükteki İçtüzük, milletvekiline kendisini –veya seçmenlerinin istemlerini- dile getirme olanağını çok kısıtladığı için, milletvekilleri 17 No’lu dipnotta ifade edildiği gibi, herhangi bir fırsat yakaladıkları zaman o vakti, tartışılan konuyla ilgisiz bir konuşma yapmak için kullanmaktadırlar. Bu o kadar yaygın [20] Robert Rogers; “Order! Order! A Parliamentary Miscellany (2009; Syf. 97) [21] Winston Churchill’in, (Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kuzeyindeki) Transvaal Kanununa göre çalıştırılan Çin’lilerin “köle” değil sözleşmeli “işçi” olduklarını savunurken, karşı görüştekileri yalancılıkla itham etmiş sayılmamak için kullandığı ifade var: “Kelimenin en uç anlamında bile onlara “köle” denmesi, kavramsal bir yanlış yapılması riskini göze almadıkça Majestelerinin hükümetince mümkün değildir.” Richard M.Langworth (Editor)- Chruchill’s Wit-Londra 2009 (Syf:78) 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 133 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ ve baskın bir gerçektir ki, Meclis Genel Kurul görüşmelerini yöneten Başkanvekilleri, hatibe “konu ile sınırlı olmak kaydıyla görüşlerini ifade etmesi gerektiğini” söylemeye, (deyim yerindeyse) cesaret dahi edememektedirler. Oysa İçtüzüğün 66’ncı maddesi, “Kürsüdeki üyenin sözü ancak Başkan tarafından, kendisini İçtüzüğe uymaya ve konudan ayrılmamaya davet etmek için kesilir” demekte, buna uymayan milletvekiline uygulanacak yaptırımı da saymaktadır. Buna rağmen örneğin “Mavi Marmara” yahut “GEZİ PARKI” veya “Suriye’nin bir uçağımızı düşürmesi” gibi olayların, bunlarla hiç ilgisi olmayan gündem maddeleri sırasında konuşulmasını yadırgayan yoktur. Çünkü İçtüzüğün bu tür âcil konuları ele almak için koyduğu “GÜNDEM DIŞI” konuşma imkânıyla ilgili durum şöyledir: * Yürürlükteki TBMM İçtüzüğünün 59’uncu maddesi, milletvekillerinin “olağanüstü acele hallerde”, hem kamuoyunun hem de TBMM’nin dikkatini çekebilmeleri için, (o günkü Birleşimi yönetecek olan Başkan Vekilinin dikkate almak koşuluyla) “Gündem Dışı” başlığı altında, 5 dakika süreyle konuşma yapmalarına izin vermektedir. Bu, yukarıda da ifade edildiği gibi ancak “olağanüstü acele hallerde” bir konuya dikkat çekme amacıyla kullanılabilecek bir hak/imkândır. Ancak bu imkân – milletvekillerinin kendilerini ifade etmelerine izin vermeyen İçtüzük hükümleri ve grup baskıları yüzünden- amacıyla hiçbir şekilde uyumlu olmayan bir şekilde kullanılmaktadır. O nedenle, hemen her TBMM Genel Kurul toplantısının başında yapılan Gündem Dışı konuşmanın (belki birkaçı hariç) hiçbirinin “olağanüstü acele hal” kavramlarıyla ilişkisi yoktur. Bir Gündem Dışı konuşma, ilgili bakanın ihtiyaç duyması halinde, o konuya yanıt niteliğinde 20 dakika süreyle konuşmasına izin vermektedir. Böylece zaten “olağanüstü acele hal” kavramlarıyla ilgisi olmayan bir konu için TBMM, en az 25 dakikasını (eğer üç konuşmacıya üç bakan yanıt verirse 75 dakikayı) anlamsız ve işlevsel açıdan yararsız şekilde harcamaktadır. İlgili Bakanın yanıt vermediği günlerde de, “Gündem Dışı” konuşma yapan 3 milletvekili[22] çoğu kez acil yahut olağanüstü hiçbir tarafı olmayan bir konudan veya yurdun bir yöresinde yetişen ürünün sorunlarından söz etmek için, TBMM Genel Kurulunun en az 15 dakikasını kullanmaktadır. Bu da Meclisi “abesle iştigal eder” hale getirmektedir. [22] Pratikte her Birleşim başında 3 milletvekili Gündem Dışı konuşmaktadır. O.E. 134 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ 4) Yasama İle Denetleme Arasındaki Dengenin Korunması: Meclisin “Yasama” ile “Denetleme” fonksiyonları arasındaki dengenin birinin lehine, ötekinin aleyhine değiştirilmesi, demokratik sistemin sağlığını da süratle bozar. Çünkü denge “yürütme”nin baskısı altında “yasa yapma” lehine bozulursa, TBMM: • Konuların özgürce tartışıldığı bir yer olamaz; • Özgür tartışmanın olmadığı yerde yasa dili yeterince olgunlaştırılamaz; • Yapılan yasaları tüm gereksiz –ve yanlış- hükümlerden arındırmak kolay olamaz; • Tüm “gerekli” hükümleri içeren (ağyarını mâni, efradını câmi) bir metin oluşturulamaz. • Ve yapılan yasaları (Türk Ceza Yasası örneğinde en belirgin şekilde görüldüğü gibi) sık sık değiştirmek zorunluluğu doğar. • Yasama işlevi, “denetleme” aleyhine bozulan Meclis, artık etkili bir şekilde denetlenmeyeceğini bilen siyasi iktidarın elinde oyuncak olur. • Böyle bir siyasi iktidar, kendi çıkarına uygun gördüğü her konuda –uzun vadede doğacak zararları dikkate almadan- yasa çıkarır. Bugünkü kurallar ve işleyiş, yürütme gücünün çıkarılmasını istediği her yasanın, (muhalefet milletvekilleri tarafından komisyonlarda ve genel kurulda dile getirilen görüşler ne kadar haklı, ne kadar ikna edici olursa olsun) TBMM tarafından kabul edildiğini ortaya koymaktadır. Muhalefetin böyle bir süreç içinde tüm yapabildiği, binde bir oranında bir katkı sağlayabilmek, örneğin iktidar kanadının unuttuğu bir hususu görüşülen tasarı yahut teklife ekletebilmektir. Bir başka deyişle muhalefet sadece İçtüzüğün kendisine tanıdığı çok kısıtlı söz hakkını, çarpıcı bir şeyler söyleyerek kamuoyunun dikkatini çekmek amacıyla kullanabilir. Bu şansı da TBMM Genel Kurul görüşmeleri, (halkın ödediği elektrik faturalarından yüzde 2 oranında para alan) TRT-3 TV kanalı tarafından saat 19’dan sonra yayınlanmadığı için, çok sınırlıdır. O nedenle halen siyasi çoğunluğa düşen sadece, İçtüzüğün koyduğu kısıtlı “konuşma” sürelerini kullanan muhalefete tahammül etmekten ibarettir. Genel Kurul açısından ifade ettiğimiz bu gerçek, Komisyonlar için de aynen geçerlidir. Muhalefetin Komisyon çalışmalarındaki süreci etkileme şansı da o nedenle sıfıra çok yakındır. Bu bağlamda SİGMA Raporunun ne dediğine bakalım: 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 135 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ “Meclis Başkanı, tüm ihtisas komisyonu[23] başkanları ve Meclis Başkanlık Divanı üyelerinin büyük bir çoğunluğu iktidar partisinden gelir. Yasama gündeminin planlamasında anahtar rolü oynayan TBMM Danışma Kurulunda tüm parti gruplarının temsil ediliyor olmasına karşın, Parlamento çoğunluğunun oyu belirleyici olmaktadır. Parlamentodaki anahtar makamların iktidar partisi tarafından kontrol edilmesi ve hükümete ait yasa tasarılarının önceliğini sağlayacak resmî ve resmî olmayan usul ve araçlar hükümeti çok güçlü bir konuma yerleştirmektedir. Yıllık devlet bütçesi konusunda ise hükümetin konumu daha da güçlüdür. • Komisyonlardaki ve Genel Kuruldaki zamanın büyük bir çoğunluğu yasama işleri için ayrılmaktadır. • Komisyonlar yürütmenin gözetim ve denetimi için nadiren kullanılmaktadır. • Genel Kurul çalışmalarında prensip olarak denetim için ayrılan zamanlarda bile yasama çalışmaları yapılmaktadır. Böylece Parlamento öncelikle yasa yapımına odaklanmaktadır. • Parti grupları Parlamento faaliyetlerine hâkim durumdadır. • Birçok parlamenter hak, birey olarak milletvekillerinden çok, parti gruplarına bağlıdır. • Parti liderleri tarafından yönlendirilen grup üyelerinin faaliyetleri üzerinde, özellikle yasama faaliyetlerinde, sorularda ve değişiklik önergelerinde sıkı kontrol bulunmaktadır. • Parti disiplini üyelerden beklenmekte ve katı bir şekilde uygulanmaktadır.”[24] Sonuç olarak TBMM, siyasi iktidarın istediği konuda, istediği şekilde ve istediği sayıda yasa çıkaran (veya istediği kararı alan) bir “fabrika” işlevi[25] [23] İçtüzükte bunlara sadece “Komisyon” denmektedir. O.E. [24] SİGMA Raporu Syf. 7 [25] Bu makalede kullanılan “fabrika” deyimi, çıkarılan yasaların sayısal çokluğunu değil, yasa yapma sürecinin otomatiğe bağlanmışçasına yürütüldüğünü ifade etmektedir. Eski Yasama Dönemlerinde TBMM’ye sunulan yasa Tasarı ve Teklifleri, Kanun Hükmünde Kararnamaler, Yazılı ve Sözlü Soru Önergeleri, Araştırma Önergeleri, Soruşturma Önergeleri, Gensorularla ilgili rakamları mukayese etmenin anlamsız olduğunu gördük çünkü 1) Yasama Dönemlerinin süresi, 2) Milletvekillerinin sayısı, 3) Yasama organının tek kamara (1950-1960 arası ve 1983-2013 arası) olduğu dönemlerle çift kamara (1961-1980) olduğu dönemlerde uygulanan İçtüzükler, konuyu tek baza indirgemeyi engellemektedir. O.E. 136 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ görmektedir. Bu da Meclisin ”yasama” işlevini[26] -SİGMA Raporunda da vurgulandığı gibi- ön plana çıkarmaktadır[27]. Meclise “Parlamento” diyebilmemiz için “yasama” kadar güçlü olması gereken “DENETLEME” işlevinin durumuna gelince: TBMM’nin denetleme işleviyle ilgili araçlar: 1) Soru: Yazılı ve Sözlü sorular; 2) Genel Görüşme; 3) Meclis Araştırması; 4)Gensoru; 5) Meclis Soruşturmasıdır. Bunlara Devlet Bütçesinin görüşülüp tartışıldığı “Bütçe Yasa Tasarısı” üzerinde Plan ve Bütçe Komisyonu ile Genel Kurul’da yapılan görüşmeler de eklenebilir. Bu bağlamda önce SİGMA grubunun gözlemlerine bakalım. Raporun “Parlamenter Gözetim ve Denetim” başlığı altında ifade ettikleri özetle şunlar: “TBMM bünyesindeki gözetim ve denetim araçlarının kapsam ve etkililiği (…) ile ilgili kapasite sorunları bulunmaktadır. Araçların kullanılabilirliği ile ilgili olarak, karşılaştırmalı tahliller, Türkiye örneğinin oldukça kısıtlanmış olduğunu göstermektedir. (…) Parlamentonun bilgi edinme bakımından dezavantajı, hükümetin, milletvekillerine yürütme etkinlikleri ve performansı hakkında ayrıntılı bilgi sağlayacak ve de yürütme organı üyelerinin komisyonda ve Genel Kurulda eleştirel bir şekilde sorgulanabilmesine imkân verecek düzenli rapor sunma yükümlülüklerinin çok az olması hususunda odaklanmaktadır. İkinci sorun da mevcut araçların kullanımı ile ilgilidir. (…) Muhalefet milletvekilleri, soru önergelerinin genellikle cevapsız bırakılmalarından ya da özensizce cevaplanmasından şikâyet etmektedirler. (…) Belki daha da şaşırtıcısı, muhalefet, Genel Kurulda kabul edilme olasılığı bulunmayan kanun tekliflerini Meclise sunmak için de önemli miktarda kaynak harcamaktadır. (…) Bu durum göstermektedir ki, muhalefet, iktidarın geçmiş icraatlarını ve gelecekteki hedeflerini incelemekten ziyade, kanun teklifleri ile seçmene mesaj verme olgusuna ağırlık vermektedir. [26] Yasama işlevinin yerine getirilmesiyle ilgili kurallar, uygulamadaki yanlışlar örneğin Komisyon uygulamaları, yasa yapma tekniğine aykırı tasarı ve tekliflerin yasalaşması vb. “abesle iştigal” örnekleri olmakla birlikte ayrı bir makale konusudur. O.E. [27] TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in 1 Ekim 2013 tarihinde verdiği bilgiye göre 24.Yasama Döneminin başından o tarihe kadar TBMM’ye sunulan Kanun Tasarısı, Kanun Teklifi ve Kanun Hükmünde Kararnamenin toplam sayısı 2560’tır. Bunlardan 363’ü yasalaşmıştır. Gerçekleşme oranı yüzde 14.1’dir. O.E. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 137 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ En önemli sorunlardan biri, hükümetten edinilen bilgilerin sürekliliğinin olmamasıdır. (…) Bu Araştırma Komisyonları için de geçerlidir. Komisyonların raporları her zaman hem bulguları, hem de önerileri içermekteyken Genel Kurulda öneriler üzerinde oylama yapılmamakta ve bunları göz önünde bulundurup bulundurmayacağı tamamen hükümetin takdirine bağlı olmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da Araştırma Komisyonlarının bulgularının uzun vadede etkisi düşük olmaktadır.”[28] SİGMA uzmanlarının değerlendirmesi ışığında kendi durumumuza kendimiz bakınca karşımıza çıkan durum şudur: 1)SORULAR A-Yazılı Sorular: İçtüzük kuralları, bir milletvekilinin TBMM Başkanlığına bir bakanın yanıtlaması istemiyle sunduğu “Yazılı Soru”nun ilgili bakan tarafından 15 gün içinde yanıtlanmasını[29] zorunlu kılmaktadır. İlgili bakan kendisine yönelik Yazılı Soru önergesini zamanında yanıtlamazsa, TBMM Başkanının kendisine yazı yazıp uyarıda bulunması[30] gereklidir. Buna rağmen yanıtlanmayan Yazılı Soru önergesi, dikkat çekme yazısının gönderildiği tarihten itibaren on gün içinde de cevaplandırılmazsa, bunların –içeriği değil, sadece konusu ve hangi bakan tarafından yanıtlanmasının istendiği- “Gelen Kâğıtlar”da ilân edilir. Ancak uygulamada: a) İlgili Bakanların Yazılı Soru önergelerini 15 gün içinde yanıtladığı hemen hemen hiç rastlanmayan bir durumdur. [28] SİGMA Raporu Syf.18-19 [29] Avam Kamarası İçtüzüğüne göre (Standing Order No:22 (4) bir milletvekili aynı gün en çok 5 adet Yazılı Soru önergesi verebilir. Bu önergelere (en az üç gün sonra olmak üzere) hangi tarihte yanıt verilmesi istediğini belirtme hakkı vardır. Milletvekili hangi gün yanıt istediğini belirtmemişse Bakanın bir hafta geçmeden soruyu yanıtlaması gerekir. (Erskine May-Practice of Parliament. 24.Edition Syf:355) (Bu kurallar Parlamento tatilde iken de geçerlidir. O.E.) [30] İçtüzük Madde 99 – Yazılı soruların cevabı, Başbakanlık veya ait olduğu bakanlık eliyle Başkanlığa sunulur. Başkan, bu cevabı derhal soru sahibine iletir. Cevap ayrıca soru metniyle birlikte Başkanlıkça alındığı günkü veya bir sonraki birleşim tutanağının arkasına eklenir. Yazılı sorular, Başbakanlığa veya ait olduğu bakanlığa gönderildiği tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde cevaplandırılır. Başkan, bu süre içinde cevaplandırılmayan yazılı sorular için Başbakanın veya ilgili bakanın dikkatini çeker.( …) Hükümet, yazılı sorunun cevabını, gereken bilgilerin derlenebilmesi için Başkanlığa bilgi vermek suretiyle bir ayı geçmemek üzere geciktirebilir.” 138 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ b) Yazılı soru önergelerindeki sorulara genellikle “yuvarlak” yanıtlar verilir. Yani önerge yanıtlanmış gibi görünse de çoğu kez milletvekilinin soruları yanıtsız kalmış olur.[31] c) Soru önergelerini ilgili “bakanın yanıtlamasını zorunlu kılan” sebep ve mantık, ilgili bakanın TBMM’ne hesap verme zorunda oluşudur. Çünkü bakanın siyasi sorumluluğu bunu gerektirir. Oysa uygulamada zaman zaman bakan, “Yazılı Soru”ya yanıt olarak, “ilgili kurumdan alınan yanıt eklidir” anlamında bir yazıyı, bir bilgi notuyla birlikte göndermektedir[32]. Böylece milletvekilinin sorusuna, ilgili bakan değil hakikatte, siyasi sorumluluk taşımayan bir bürokrat (haddini ve yetkilerini aşarak) yanıt vermiş olmaktadır[33]. d) Bazen ilgili bakan, İçtüzüğün hükmünü ve TBMM Başkanlığı tarafından yapıldığını varsaydığımız uyarıları dikkate almayıp Yazılı Soru önergesini hiç yanıtlamamaktadır. Bunun bir yaptırımı yoktur. e) Tüm bunlardan ayrı ve daha vahim olan, TBMM İçtüzüğünün “Bu İçtüzükte gösterilen süreler, aksi, Anayasa, kanun veya İçtüzükte belirtilmedikçe, tatil sırasında işlemez” şeklindeki 183’üncü maddesinin, İçtüzüğün 51’inci maddesindeki bir ifadeye sığınarak “denetim” işlevini felç edecek anlayışla yorumlanmasıdır. Bu yüzden Yazılı Soru Önergeleri Meclis Başkanlığınca, TBMM’nin tatilde olduğu aylarda işleme konulmamakta, bunun sonucu olarak da ilgili bakan tarafından yanıtlanmamaktadır. Örneğin Ağustos ayında (Meclis tatile girdikten sonra) verilen bir Yazılı Soru önergesi eğer o sırada önlem alınmazsa topluma çok zarar verecek bir konuya (bir ilçedeki hastanenin personel yetersizliği yüzünden halk sağlığının tehdit altında olduğuna veya bir salgın hastalıkla yapılan mücadelenin yetersizliğine) ilişkin olsa bile, yeni Yasama Yılı başlayıncaya kadar (yani 1 Ekim’den önce) işleme konulmadığı için bu zarar göz göre göre topluma ödetilmektedir. Bu uygulamanın gerekçesi, “TBMM’deki resmi işlem sicili” konumundaki “Gelen Kağıtlar”ın TBMM’nin faal olmadığı günlerde yayımlanmasını engelleyen 51’inci maddenin aşağıdaki[34] hükmüdür. TBMM’nin tatilde iken yasa çıkarması bahis konusu olmadığı için, “yasama” ile ilgili işlemlerin, Yasama yılının başladığı –veya tatilin bittiği- tarihe ertelenmesi sakınca yaratmamaktadır. [31] Bu yazı sonundaki örneğe bakınız. O.E. [32] Bu yazı sonundaki örneğe bakınız. O.E. [33] TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in 1 Ekim 2013 tarihinde verdiği bilgiye göre 24.Dönemin başından o güne kadar TBMM Başkanlığına verilen Yazılı Soru Önergesi sayısı 29 bin 137’dir. Bunların 7 bin 633’ü yanıtlanmıştır. Yanıtlama oranı yüzde 26.1’dir. O.E. [34] Madde 51/3- (…) Gelen kâğıtlar, tatile (TBMM’nin tatile girdiği döneme O.E.) rastlamadığı takdirde, Cumartesi ve Pazar hariç, her gün yayımlanır, ilan tahtasına asılır ve ilk birleşim tutanağına eklenir. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 139 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Keza “Sözlü Soru, Meclis Araştırması, Genel Görüşme, Gensoru, Meclis Soruşturması” gibi, TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi gereken konuların da “Yasama yılının başladığı –yahut tatilin bittiği- tarihe ertelenmesinin” sakıncası yoktur. Ama Yazılı Soru Önergesinin işleme konulmaması, TBMM’nin “denetleme” işlevini ciddi şekilde baltalamaktadır. B- Sözlü Sorular: TBMM’nin “denetleme” işlevinin en fazla bozulan –hatta hemen hemen tamamen işlevsiz hale getirilmiş olan- aracı “Sözlü” sorulardır[35]. Bunu açık olarak anlatabilmek için 1927’den sonra, biri 1957’de, ikincisi 1973’de sonuncusu 1996’da olmak üzere üç büyük değişiklik geçirmiş olan İçtüzüğün “Sözlü Sorular” konusundaki hükümlerini karşılaştırmak zorunludur. • 1927-1957 İçtüzüğüne göre Sözlü Sorular: i) Her Birleşimde (TBMM Genel Kurulunun çalıştığı haftanın üç gününde)[36] ii)Gündemin (Başkanlık Divanının sunuşlarından sonra) ikinci maddesi olarak[37] görüşülürdü. iii) Bakanın yanıt konuşmasında süre sınırlaması yoktu[38]. Milletvekilinin ona vereceği yanıtın 15 dakikayı geçmemesi[39] gerekirdi[40]. Buna ilişkin hükümler 1957’den 1973’e kadar olan sürede: i) Aksi kararlaştırılmadıkça her Cuma günü[41] ii) Gündemin ikinci maddesi olarak[42] iii)“En fazla bir saat süreyle görüşülür”e[43] çevrildi. Daha sonra yani 1973-1996 arasında Sözlü Sorular: [35] TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in 1 Ekim 2013 tarihinde Yeni Yasama yılını açarken verdiği bilgiye göre 24. Yasama Döneminin başından 1 Ekim 2013’e kadar TBMM Başkanlığına 4643 Sözlü Soru önergesi verilmiş, bunların 1543’ü yanıtlanmıştır. Yanıtlama oranı yüzde 33.3’tür. Ancak aşağıda açıklandığı gibi, bu “yanıtlama” işinin “Parlamenter denetim” kavramıyla ilgisi yok denecek kadar azdır. O.E. [36] Madde 80 [37] Madde 78 [38] İçtüzük ilgili bakan ile soru sahibi milletvekilinden başkasına söz alma hakkı vermediği halde uygulamada başkalarına (örneğin Başbakana ve kendisinden söz edilen milletvekillerine) söz verildiğinin hayli örneği vardır O.E. [39] Madde 155 [40] 27 Aralık 1957 tarihli İçtüzük değişikliğiyle konulan hükme göre “Sözlü Soru” önergesini 2 kere, günü geldiği halde yanıtlamayan Bakan hakkında Soru Sahibi “Gensoru açılması” isteğinde bulunabilirdi. [41] Madde 153/2 [42] Madde 78/1 [43] Madde 153/2. Bir sonraki (154’üncü) maddeye göre aynı Birleşimde bir milletvekilinin en çok iki önergesi yanıtlanabilirdi. O.E. 140 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ i) Her Birleşimde[44], ii) Gündemin 6’ncı maddesi olarak[45] iii) Cevap veren bakanın 10 dakika[46], soru sahibinin 5 dakika konuşması[47] suretiyle görüşme usulüne bağlandı. Toplam süreye sınır konmadı.[48] 1996’dan günümüze (2013’e) kadar uygulama İçtüzüğün iki ayrı maddesine göre iki ayrı şekilde düzenlendi. Bunlardan birincisine göre (Madde 49) Sözlü Soruların: i) Haftanın Danışma Kurulu tarafından uygun görülen bir gününde[49], ii) Gündemin 7’nci sırasında[50], iii) Danışma Kurulunun uygun gördüğü süre[51] görüşülmesi öngörülüyor. İkinci düzenlemeye göre (Madde 98) Sözlü Soruların: • Ait olduğu Bakanlığa (TBMM Başkanlığınca O.E.) gönderildiği tarihten itibaren 5 gün sonra TBMM Genel Kurul gündemine alınması (Madde 98/1) • Birleşimin başında görüşülmesi; • Cevaplandırılması için; Anayasa, kanun ve İçtüzük gereği zorunluklar hariç olmak üzere, haftanın en az iki gününün bu işe ayrılması; • Birer saatten az olmamak şartıyla, Danışma Kurulunun önereceği ve Genel Kurulun onaylayacağı sürenin bu amaçla kullanılması (Madde 98/2) • İlgili bakanın vereceği cevabın beş dakikayı geçmemesi gerekir; • Bakanın vereceği cevap üzerine soru sahibinin, yerinden, konu ile ilgili çok kısa ek bir açıklama yapmayı istemesi mümkündür.[52] • Böyle bir durum olursa ilgili bakan tekrar ve en fazla 5 dakika süreyle konuşabilir. (Madde 98(3) Ancak fiili durum böyle değildir. Çünkü uygulanan, İçtüzüğün 98’inci maddesi değil, onunla çelişen ve Sözlü Soru görüşmelerini hafta bir gün, sadece bir saate indirme olanağı veren 49’uncu maddesidir. O nedenle Sözlü Sorular: • Gündemin 7’nci sırasında yer almakta; • Danışma Kurulunca önerilmese bile çözümü iktidar çoğunluğunun iradesine bırakan hüküm nedeniyle; • Haftanın belli bir gününde (Nitekim halen sadece Salı günleri O.E.); [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] Madde 50 Madde 50 Madde 94/6 Madde 94/7 Bir Milletvekilinin birden fazla soru önergesinin aynı Birleşimde görüşülmemesi ilkesi korundu. (Madde 97/2) Madde 49/2 Madde 49/1 Madde 49/2 Madde 98/3 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 141 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ • Ayrılan belli bir sürede (halen sadece bir saat süreyle O.E.); Görüşülmektedir. Demek ki, 1927-1957 arasında ve 1957’den 1996’ya kadar olan dönemlerde “Sözlü Soru”ları önemli bir “denetleme aracı” sayan anlayış, 1996’da yapılan ve bugün de yürürlükte bulunan İçtüzük değişikliği ile tamamen tersine dönmüş bulunmaktadır. Bir başka sakınca da İçtüzüğün 98’nci maddesinin aşağıdaki hükmünden kaynaklanmaktadır. Buna göre: “Soru sahibinin Genel Kurulda bulunmaması, sorunun cevaplandırılmasına engel değildir.” Böylece İçtüzük, “Meclisin denetleme işlevi çok da önemsenecek bir şey değildir. Çünkü soru önergesi bir formaliteden ibarettir. O nedenle ilgili Bakan o konuda “yanıt” başlığı altında bir şeyler söylerse yeter. Bu yapıldığı taktirde, o sorunun konusu önemli olsa da olmasa da, üzerinde durmak gereksizdir” demiş oluyor. Bir sonraki hüküm yukarıdaki değerlendirmeyi doğrulamakta ve şöyle demektedir: “Hükümet adına cevap vermek için söz alan bakan; gündemde bulunan sözlü soru önergelerinden birden fazlasını sıra gözetmeden cevaplayabilir. Bu hakkını kullanmak isteyen bakan, önceden, birleşimi yöneten Başkana isteğini bildirir. Başkan bu isteği birleşimi açtıktan sonra derhal Genel Kurula duyurur. Konuları aynı olan sözlü sorular birleştirilerek cevaplandırılabilir.” TBMM’nin “denetleme” işlevinin belini kıran hüküm budur. Çünkü bu hüküm, adeta “sözlü soru önergelerini yanıtlamayı kimsenin ilgisini çekmeyen bir vakit kaybı haline getirmek için” konulmuştur. Bu hüküm: a) Sözlü sorunun önemli bir “denetleme aracı” olmadığı noktasından yola çıkmaktadır. b) O nedenle 15-20 soru önergesinin ilgili Bakan tarafından, -o sırada soru sahibi Genel Kurulda olsa da olmasa da- yanıtlanabileceğini bildirmektedir. c) Kendisine yöneltilmiş –örneğin 150 adet- Sözlü Soru önergelerinden hangisini yanıtlamak istiyorsa onları seçme hakkını bakana bırakmaktadır. d) Hangi bakanın, hangi gün, hangi önergeleri yanıtlayacağı ilgili milletvekili tarafından bilinmediği için hiçbir Sözlü Soru Önergesine verilen yanıtın, hiçbir konuda aydınlatıcı bilgi içermesini beklemek söz konusu değildir. e) Bu hüküm (98’nci maddenin öteki hükümleriyle birlikte) Parlamento’nun en önemli “ilke”lerinden biri olan ve TBMM İçtüzüğünün 61’inci maddesinin 5’inci fıkrasında yer alan “Son söz milletvekilinindir” hükmünü de yok saymaktadır. f ) Tüm bunlara ek olarak ilgili bakanın, “aslında neyin öğrenilmek istendiği anlaşılmayan” yanıtları kürsüden okuyup inmesi, yeterli sayılmaktadır. 142 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Yürürlükteki İçtüzüğün 98’inci maddesi, “denetleme karşıtı” bir bakış ürünü olduğunu düşündüren bir de aşağıdaki hükme sahiptir: “İkinci fıkradaki zorunluklar hariç, üç birleşim içinde cevaplandırılmayan sözlü sorular yazılı soruya çevrilir ve istemi halinde aynı birleşimde önerge sahibine beş dakikayı geçmemek üzere söz verilir.” Böylece zaten etkisi ve işlevi sıfıra indirilmiş olan Sözlü Soruları “yanıtlamama hakkı”, ilgili bakana tanınmış olmakta, ona karşılık soru sahibi milletvekiline 5 dakika süreyle konuşma hakkı verilmektedir. Bu Meclisin “denetleme” işlevini güçlendirmeyi değil, ne kadar hafife aldığını saklamayı amaçlayan bir hükümdür. Tüm bunlardan ayrı olarak belirtilmesi gerekli bir gerçek daha var: TBMM gündeminde yer alan Sözlü Soru önergelerinin sayısı 13 Temmuz 2013 tarihi itibariyle 2794’ü bulmaktadır. Bu sayıda önergenin 1927-1957 veya 1957-1973 hatta 1973-1996 dönemi kurallarıyla yanıtlanması (Genel Kurulun tüm çalışmaları Sözlü Soruların yanıtlanmasına ayrılsa bile) yıllar alır. O nedenle makul ve işleyebilir bir çözüm bulunması zorunludur. Bu konuda bulunabilen çözümlerden biri, “aynı milletvekilinin aynı birleşimde sadece bir (veya iki) Sözlü Sorusu[53] yanıtlanabilir” ilkesinin uygulanmasıdır. Bu, bir milletvekilinin aklına gelen her konuda Sözlü Soru önergesi verip gündemi işgal etmesini engellemekle kalmaz, diğer milletvekillerinin soru önergelerinin de görüşülmesini sağlar. İkincisi, bakanın soru önergesini yanıtlama süresi 5 dakika ile sınırlandırılır, milletvekilinin ona yanıt vermek istemesi halinde azami 3 dakika konuşabileceği, a ardından bakanın ve milletvekilinin en çok 3 dakika süreyle birbirlerine yanıt verebileceği (belki bu ikinci konuşmalara hiç izin verilmeyebilir) kuralı konulursa bir soru önergesi Genel Kurulun en çok 8 dakikasını alır. Üçüncüsü, hem 2009 yılında TBMM’de grubu bulunan dört parti temsilcilerinin katılımıyla kurulan ve bir “İçtüzük Taslağı” hazırlamakla görevlendirilen komisyonun, hem SİGMA Grubunun, hem de bu satırların yazarının hazırladığı “İçtüzük Teklifi”inde önerildiği gibi “Sözlü Soruların ilgili bakan tarafından ilgili Komisyonda da cevaplandırılması”nın önünün açılması; Dördüncüsü ve en önemlisi her önergenin tek başına ele alınması, önce onun yanıtlanmasıdır. Eğer bugünkü usul devam eder de ilgili bakanın -kendi tercih ettiği gün Genel Kurula gelerek- 20-25 Sözlü Soru önergesini yanıtladığı izlenimi veren bazı şeyler söyledikten sonra kürsüden inmesi durumunda, “görüşme tamamlanmış” [53] İngiliz Avam Kamarasında bu kural uygulanmaktadır. O.E. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 143 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ sayılırsa, Meclisin “denetim” görevinin en önemli aracı, tam anlamıyla “işlevsiz, yararsız bir formalite” düzeyinde kalır. 2) GENEL GÖRÜŞME TBMM’nin “denetleme” araçlarının en az bozulmuş olanı “Genel Görüşme”yle ilgili kurallardır. 3) MECLİS ARAŞTIRMASI Çağımız Parlamentolarının en çok başvurduğu bilgilenme/denetleme yollarından biri, önemli saydığı konularda ya kendisi tarafından kurulan “Özel Komisyon” eliyle bilgi edinmesi veya “Yürütme Erki”ni belli bir konuda bir defaya mahsus olarak yahut “periyodik” şekilde raporlar hazırlayıp Meclise sunmakla görevlendirmesidir. Anayasamızın 98’nci maddesinde de Meclis Araştırması, “belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan incelemeden ibarettir”[54] diye tanımlanmaktadır. Ancak TBMM’deki uygulama, bir Parlamentoda olması gerekenden çok farklıdır. Öncelikle, TBMM İçtüzüğünde –ve uygulamasında- Yürütme Erkinden belli bir konuda rapor isteme diye bir usul yoktur. Öncelikle bu eksiğin giderilmesine ihtiyaç vardır. İkincisi, TBMM Genel Kurulunun kurduğu “Araştırma Komisyonunun” raporu üzerinde, İçtüzüğün 104’üncü maddesinin “Meclis araştırma komisyonunun raporu hakkında Genel Kurulda, genel görüşme açılır” şeklindeki hükmü gereğince yapılan görüşme hiçbir sonuca bağlanmadan tamamlanmaktadır. Bu nedenle Genel Kurulda yapılan görüşmelerin, araştırması yapılan konuda bir sonuç doğurması tamamen ilgili kişi ve kurumların tercihine bırakılmaktadır. Bu konuya SİGMA Grubu şöyle değinmektedir: “Araştırma Komisyonlarının raporları Genel Kurulda tartışılmalıdır ve Parlamento, hükümetin aldığı tedbirleri takip etmelidir. İlgili Daimi Komisyon (da) bu takip görevini yerine getirmelidir.”[55] “Komisyonların ve Genel Kurulun, yasaların uygulanmasını sistematik olarak nasıl denetleyecekleri konusu üzerinde durulmalıdır. Bunu başarmanın yolu, hükümetin bu konuda TBMM’ye düzenli aralıklarla rapor sunmasını gerektiren düzenlemeler yapılmasıdır. Bu raporlar daha sonra komisyonlarda ve/veya Genel Kurulda incelenip görüşülebilir. Örneğin Almanya’daki durumda hükümet, iç ve [54] TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in 1 Ekim 2013 tarihinde verdiği bilgiye göre Dönem başından o güne kadar TBMM Başkanlığına verilen 2063 Araştırma Önergesinden sadece 37’si kabul edilerek 6 adet Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuştur. O.E. [55] SİGMA Raporu Syf. 31 144 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ dış politikadaki tüm sorunlar hakkındaki gelişmeleri düzenli olarak Parlamentoya rapor etmek zorundadır.”[56] Yukarıda ifade edildiği gibi TBMM’nin “bilgi edinme” kanallarını sonuna kadar açmaya ihtiyaç vardır. Ancak TBMM’nin “bilgi edinme” ve “edindiği bilgiyi kullanarak politikalar üretme” ihtiyacına ters bir uygulama, TBMM’nin hem yasa yapma hem de denetleme işlevini olumsuz şekilde etkilemektedir. Bu uygulamanın kaynağı (veya dayanağı) İçtüzüğün 19 ve 63’üncü maddeleridir. Danışma Kurulunun yapısını ve yetkilerini belirleyen 19’uncu maddede: “İçtüzükte Danışma Kurulunun tespitine, teklifine veya görüş bildirmesine bağlanmış olan bütün hallerde, Danışma Kurulu, yapılan ilk çağrıda toplanamaz, oybirliğiyle tespit, teklif yapamaz veya görüş bildiremezse, Meclis Başkanı veya siyasî parti grupları ayrı ayrı, istemlerini doğrudan Genel Kurula sunabilirler. Bu durumda istemin oylanması ilk birleşimin gündemindeki Başkanlık sunuşlarında yer alır ve Genel Kurul işaret oyuyla karar verir” şeklindeki hükmüne dayanan bir siyasi parti grubu, gerçekte önemi olsun olmasın, istediği bir konuya ilişkin Araştırma Önergesinin öne alınarak konuşulmasını istemektedir. Bu isteğin gerçekten “öne alınarak görüşülmesi gerekli mi değil mi?” tartışması İçtüzüğün 63’üncü maddesine göre yapılmaktadır. Çünkü bu madde “(…) Bir konuyu öne alma veya geriye bırakma gibi usule ait konular, diğer işlerden önce konuşulur” demektedir. Aynı maddenin, “Bu yolda bir istemde bulunulursa, onar dakikadan fazla sürmemek şartıyla, lehte ve aleyhte en çok ikişer kişiye söz verilir” şeklindeki hükmü gereğince onar dakikadan dört konuşmacı 40 dakika süreyle –genellikle maalesef kimsenin ilgisini çekmeyen bir konuda- konuşmaktadır. Dahası bu yol Mecliste grubu bulunan üç muhalefet partisi tarafından, TBMM’nin her Birleşiminde kullanılan bir yoldur. Sonuçta TBMM Genel Kurulun her Birleşiminin en az iki saati bloke edilmiş olmaktadır. Gerçi hem TBMM’nin hem de genel kamuoyunun aydınlanmasına imkân veren Meclis Araştırması önergeleri de konuşulmakta, nadiren de olsa, bu önergeler kabul edilmekte ve Araştırma Komisyonu kurulmaktadır. “Üstün yetenekli çocukların keşfi, eğitimleriyle ilgili sorunların tespiti (…)” gibi; “Sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarının araştırılması” gibi önergeler böyledir. Ancak bunların sayısı gerçekten çok azdır. Nitekim 24’üncü Yasama Döneminin ilk üç yasama yılında TBMM Başkanlığına 2063 Araştırma Önergesi verilmiş[57], bunlardan işleme alınan 351’inin [56] SİGMA Raporu Syf. 32 [57] TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in 1 Ekim 2013 günü yeni Yasama Yılının başlaması dolayısıyla yaptığı konuşma. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 145 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ “öncelikle gündeme alınmasına gerek olup olmadığı” Genel Kurulda tartışılmış, neticede 37’si için “Meclis Araştırması Komisyonu” kurulmuştur. Bu demektir ki TBMM Başkanlığına sunulan Araştırma Önergelerinin ancak yüzde 17’si Genel Kurula getirilebilmekte, onlardan da yüzde 10.5’u kabul edilmektedir. Bunun için TBMM Genel Kurulunun harcadığı zaman en az 702 saattir. Genel Kurulun haftada üç gün çalıştığı ve her Birleşimin ortalama dört saat devam ettiği varsayılırsa, sırf “Araştırma Önergelerinin görüşmesi o gün yapılsın mı yapılmasın mı” sorusunun yanıtı vermek için TBMM’nin üç yasama yılında 175,5 tam gününü ayırdığı anlaşılır. Pratikte hiçbir sonuç doğurmayacağı bilindiği halde sırf tutanaklara geçsin diye verilen Araştırma Önergelerinin Genel Kurulda zorunlu olarak okunması için her birleşimde harcanan 20-25 dakikanın da (282 Birleşimden “Özel Gündem”li olanları çıkarıp 250’sini esas alırsak, 20 dakika üzerinden) toplam 83.3 saata yani 20 tam günlük mesai zamanına patladığı gerçektir. Demek ki, TBMM’nin “bilgi edinme” gibi gerçekten çok önemli bir ihtiyacına yanıt versin diye konulmuş bir imkân bugünkü haliyle amacının dışında kullanılmaktadır. Meclisin abesle iştigalinin bir örneği budur. Faturayı muhalefet partileri gruplarının önüne koymadan önce görülmesi gereken önemli bir gerçek var: Muhalefetin İçtüzükteki 19 ve 63’üncü maddeleri zorlaması sebepsiz değildir: 1) Bugünkü İçtüzük ve o içtüzüğü sadece kendi siyasi amaçları için yorumlayıp kullanan siyasi çoğunluk, Meclisi o derece baskıcı bir anlayışla yönetmektedir ki, buna karşın muhalefet te bulabildiği ve kullanabildiği tüm silahlarla “dayatmacı” bir çizgi benimsemektedir. 2) TBMM Genel Kurul görüşmelerinin TRT-3 isimli TV kanalından genel kamuoyuna yansıması, saat 19’dan sonra –siyasi iktidarın dayatması sonucu- engellendiği için muhalefet, Genel Kurul Birleşiminin başında ne kadar kamuoyuna ulaşma imkânı varsa, onu zorlamaktadır. 3) SİGMA Raporunda da sık sık vurgulandığı gibi, iktidar-muhalefet ilişkilerinin gerilimden uzak bir zemine oturması ilk ihtiyaçtır. Bunun için: a) Siyasi Parti Gruplarının “halka açık” olarak yapılmasına –böylece siyasi liderlerin her hafta ringe çıkmasına- son verilmeli; b) İktidar partisi, Parlamentodaki tüm temel konumları kendi inhisarında tutmaktan, örneğin tüm Komisyon Başkanlıklarını iktidar milletvekillerine tahsis etmekten, c) TBMM’nin Komisyon ve Genel Kurul gündemlerini sadece kendi ihtiyaç ve isteklerine göre düzenleyip uygulamaktan vaz geçmeli; 146 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ 4) Meclisin denetim yollarını olabildiğince tıkama veya etkisiz hale getirme gibi temel yanlışlar ortadan kaldırılmalı; 5) TBMM İçtüzüğü süratle ve “iyi işleyen bir Parlamentoyu” ülkemize kazandıracak şekilde değiştirilmelidir. 4)GENSORU TBMM’nin, temel yapısı itibariyle korunan ve yerinde kullanıldığı taktirde en etkili olabilecek denetleme aracı “Gensoru”dur. Yürürlükteki TBMM İçtüzüğünün benimsediği “denetleme” araçları içinde işleyişi ve kuralları açısından, ”Parlamenter sisteme” en uygun olan “Gensoru”dur. 5) MECLİS SORUŞTURMASI TBMM’deki iktidar çoğunluğunun, etkili bir şekilde kullanılmasına izin vermeyeceği genellikle kabul edilen bir “denetleme mekanizması”dır. Bu ön yargının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını gösterecek örneklere ihtiyaç vardır. Ancak İçtüzükteki Meclis Soruşturması kuralları, “Parlamenter sistem”le uyumludur. 6) BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ İçtüzükte “denetleme” araçları arasında sayılmasa da, Parlamenter sistemin en önemli kurumlarından –ve denetleme araçlarından- biri, belki de “Yürütme erki” üzerinde en fazla etkili olanı, TBMM’de “Merkezi Yönetim Bütçe ve Kesin Hesap Kanun Tasarıları” üzerinde yapılan görüşmelerdir. Bir sonraki malî yıla ilişkin tahminî “Merkezi Yönetim” bütçesinin TBMM’de en az 75 gün süreyle görüşülmesi Anayasa emridir[58]. Buna, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler dâhildir. Bu konuda söylenebilecekleri: 1) Şimdiki uygulama; 2) Olması gereken uygulama diye ikiye ayırmak gerekir. Birincisine yani “şimdiki uygulama”ya bakınca karşımıza çıkan şudur: “Bütçe Kanun Tasarısı” üzerinde Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerde her bakanlığın ve ona bağlı kuruluşların bütçesi tek tek ele alınır ve hükümet uygulamaları didik didik edilir. Ama Genel Kurulda yapılan görüşmelerin ne “Meclisin denetleme fonksiyonu ile” ne de “Parlamenter sistemin yapısıyla” uzaktan yakından ilgili olduğu söylenebilir. Çünkü İçtüzükte açık bir hüküm bulunmamasına rağmen Genel [58] Anayasa Madde 162 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 147 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Kuruldaki “Bütçe” görüşmeleri, (TBMM’ne saygımızı, altını çizerek belirterek söyleyelim ki) kötü bir “okul müsameresi” düzeyindedir. Genel Kuruldaki Bütçe görüşmelerinin Meclisin “denetim” işlevi yönünden anlam taşıyabilmesi için, her bakanlıkla ilgili Bütçe tasarısının “ayrı bir müzakere konusu” olması, o bakanlıkla ilgili politikaların, uygulamaların tüm olumlu ve olumsuz yönleriyle- o sırada TBMM kürsüsünden dile getirilmesi, ilgili bakanın bunlara yanıt vermesi, gerekirse görüşmelerin “yeterlik” önergesi kabul edilinceye kadar devam etmesi… Daha sonra da o bakanlıkla ilgili “Bütçe” önerisinin oylanması gerekir. Uygulama, uzun yıllar bu şekilde sürüp gelmiştir. Gerçi halen, TBMM’ye hükümet adına Maliye Bakanlığı tarafından sunulan Bütçe Kanun Tasarısının görüşmeleri önce Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılmakta, bu sırada her bakanlık bütçesi, -yukarıda da ifade edildiği gibi- bir çalışma programı ışığında her gün ayrı ayrı ele alınmaktadır. Ancak Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler, sınırlı sayıda milletvekilinin huzurunda cereyan etmekte, o nedenle eleştiri ve önerilerin pek çoğundan, az sayıda milletvekili yararlanabilmektedir. Genel Kamuoyu da, görüşmeleri izleyen medyanın ilgi duyduğu ve yayınlayabildiği kadarıyla bilgilenmektedir. Tasarı “Genel Kurula” gelince TBMM Başkanlık Danışma Kurulu (o yılın en geç 31 Aralık günü tüm işlemleri tamamlanıp Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesi gereken) tasarıyla ilgili görüşmeler için takvim düzenlerken her partiye belli bir süre vermektedir. Örneğin “iktidar” kanadına eldeki tüm vaktin yüzde 60’ı, “muhalefet” kanadına yüzde 40’ı tahsis edilmektedir[59]. Her parti hangi Bakanlık bütçesinde kaç dakikalık konuşma hakkında sahipse onun Meclis Grup Yönetim Kurulu, kendi arkadaşlarına “sen şu bütçe üzerinde 5 dakika, sen öteki bütçe üzerinde 10 dakika konuşacaksın” diyerek, görev vermektedir. Ancak buraya kadar “makul” görünen uygulama, bu aşamadan sonra “Parlamenter sistemle taban tabana zıt” bir şekil almaktadır. Çünkü: O bakanlık (örneğin Dışişleri Bakanlığı) bütçesinin görüşüldüğü gün, aynı anda, başka iki bakanlığın (örneğin Sağlık Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığının) bütçesi de görüşülmektedir. Varsayalım ki A partisinin o gün 40 dakika, B partisinin 50 dakika, C partisinin 30 ve D partisinin 40 dakika konuşma hakkı var. Sıra A partisine gelince onun: • Birinci konuşmacısı örneğin hükümetin Dış politikasını ele almakta, • İkinci konuşmacı “Kuş Gribi aşısıyla ilgili” eleştirilerini dile getirmekte, [59] Bu oranlar gerçeği yansıtmak iddiasında değildir. Sadece anlatım kolaylığı için verilmektedir. O.E. 148 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ • Üçüncü konuşmacı “emeklilerin ve işsizlerin sorunlarından” söz etmektedir. Böylece A partisi 40 dakikasını kullanınca sıra B partisine gelmekte, onun; • İilk konuşmacısı örneğin “doktorlara uygulanan Tamgün Yasasının yol açtığı sakıncaları”, • İkinci konuşmacı “Türkiye’nin Suriye politikasını”, • Üçüncü “kıdem tazminatı” konusunu ele almaktadır. Böylece B partisinin 50 dakikası bitince sıra C partisi konuşmacılarına gelmekte, onlar da benzeri şekilde konuşup partilerine verilen süre kontenjanını doldurmaktadır. D partisi konuşmacılarının yaptığı da yukarıdakiler gibidir. Böyle bir müzakere usulü, kimin hangi nedenle hangi bakanlığı eleştirdiğini takip etme şansı bırakmamaktadır. Çünkü bu görüşme usulü, tarafların tezlerini antitezlerini ortaya dökmeleri yoluyla bir sonuca varılmasına izin vermemektedir. Yapılan, bir siyasi parti grubuna ayrılan vakti kullanarak bir şeyler söyleyen milletvekilinin kendisini –muhtemelen grubunu da- tatmin etmesinden ibarettir. Dahası, böyle bir usul uygulanınca, hangi bakanlık bütçesi için kimin ne söylediği birbirine karışmaktadır. Daha sonra kürsüye üç Bakandan biri gelmekte, yapılan eleştirileri yanıtlamakta, ardından ikinci ve daha sonra üçüncü bakan konuşmaktadır. Görüşmeleri izleyenlere gelince, onlar kimin yaptığı hangi eleştirinin ne ölçüde haklı ne ölçüde yersiz olduğunu tayin edememektedirler. Burada “müzakereden” değil ancak “müsamereden” bahsedilebilir. Böyle yapılan görüşmelerin “denetleme” değeri de sıfıra çok yakındır. O nedenle bu sürecin “Parlamenter sistemle” uyumlu olduğunu söylemek –kanımızca- mümkün değildir. Olması gereken uygulamaya gelince: Birinci sorun, SİGMA Raporunda da vurgulandığı gibi “Devlet bütçesinin yapılması her demokratik parlamentonun en önemli güç ve sorumluluğudur”[60] anlayışının benimsenmesidir. Raporda, “bu gücün en iyi şekilde nasıl kullanılabileceğine ilişkin değişkenler” sayıldıktan ve halen TBMM’de uygulanan usul özetlendikten sonra “Bütçe ve Kesinhesap” başlığı altında şöyle denmektedir: “ Parlamentoların bütçe üzerindeki yetkileri ve genellikle bir yüksek hesap mahkemesiyle, yerine getirdikleri kamu harcamaları üzerindeki kontrolleri, parlamentoları kamu mali sisteminin merkezine oturtmaktadır. (…) [60] SİGMA Raporu Syf. 14 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 149 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ Doğrudan doğruya Meclis bütçe sürecinin göz ardı edilmiş yönleri dikkate alındığında aşağıdaki öneriler öne çıkmaktadır: • “Bütçe Kanunu, Plan ve Bütçe Komisyonuna ve bütçe incelemesiyle ilgili diğer komisyonlara gönderilmeden önce[61] Genel Kurulda görüşülmelidir. • Benzer şekilde, Genel Uygunluk Bildirimi de Komisyonda ayrıntılı olarak ele alınmadan önce Genel Kurulda görüşülmelidir.[62] • Plan ve Bütçe Komisyonunun, sırasıyla Bütçe ve Kesinhesap üzerine odaklanan iki alt komisyonunun kurulması önerisi uygulanmalıdır.[63] • Kamu hesapları alt komisyonu hesapları incelerken diğer ilgili komisyonlarla ortak toplantılar yaparak işbirliği kurmalıdır. • Yıllık Bütçe Yasa Tasarısının hükümetçe tamamlanması öncesinde, hükümet ile Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri arasında, “hükümetin bütçe planları hakkında” görüşmeler yapılması gereklidir. Hükümet ve TBMM bu görüşmelerle ilgili ilkeleri düzenlemelidir. • Bütçe Yasa tasarılarının Meclise sunulmasından önce tasarı hakkında TBMM’nin daha fazla bilgi sahibi olmasının bir aracı olarak, hükümetin bütçe tasarısı Meclisi önceden bilgilendirmesi ve konunun bütçe görüşmelerine başlanmadan TBMM’de tartışılması uygulamasının getirilmesi düşünülmelidir. • Yıllık bütçe sürecine diğer daimi komisyonların katılımını sağlamak için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. • Sayıştay ile TBMM arasındaki işbirliği güçlendirilmelidir. • Planlanan Bütçe Analiz Birimi, personel ve yetkinlik bakımından bilgi odaklı kurum olması için güçlendirilmelidir.”[64] Görüldüğü gibi “Bütçe Tasarısı” görüşmelerinin amacına uygun bir düzeye getirilmesi için konunun bütünüyle ele alınmasına ve yeni baştan düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Aslında SİGMA Raporu önerileri ile dört parti temsilcileri tarafından 2009’da hazırlanan İçtüzük Taslağında veya Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan tarafından sunulan ancak 23’üncü dönemde kadük olan öneri birlikte ele alınır ve bir öneri üretilirse, sorun çözülür. [61] Bilindiği gibi TBMM’deki “bütçe” görüşmelerinde halen böyle bir usul uygulanmamaktadır, ancak SİGMA bunu önermektedir. O.E. [62] Bu da SİGMA’nın önerisidir. O.E. [63] SİGMA Raporundaki bu öneri 4 parti temsilcileri tarafından hazırlanan İçtüzük Taslağında yer almış, daha sonra Zonduldak Milletvekili Sn. Köksal Toptan tarafından ayrı bir İçtüzük değişikliği önerisi halinde TBMM Başkanlığına sunulmuş, 23.Yasama Döneminde Anayasa Komisyonunda kabul edilmiş ancak Genel Kurulda tartışılamadan kadük olmuştur. Bu satırların yazarı da Bütçe Kanun Tasarısının TBMM’deki görüşmelerinin temelde bu öneriler doğrultusunda ele alınmasının doğru olacağı görüşündedir. O.E. [64] SİGMA Raporu Syf. 34 150 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ TBMM’nin “denetleme” işlevine ilişkin İçtüzük araçları yukarıdakilerden ibarettir. Bunlar (Soru, Genel Görüşme, Araştırma, Gensoru, Meclis Soruşturması) –en azından kural olarak- pek çok ülkenin Parlamentosunda vardır. Bunlara ek olarak İngiliz Parlamentosunda “Acil Soru” (Urgent Question)[65] diye nitelendirilen ve ilgili bakana normalden çok daha kısa bir hazırlanma süresi verilerek sözlü yanıt istenen denetleme yolu vardır. “Acil Soru” ile ilgili düzenleme, hem 4 parti temsilcileri önerisinde hem de bu satırların yazarı tarafından sunulan İçtüzük Teklifinde yer almaktadır. TBMM’nin yukarıda sayılan işleyişinden “yanlış” diye nitelendirdiklerimiz aynı zamanda bir “abesle iştigal” örneğidir. Ancak bu konuda söylenebilecekler bunlardan ibaret değildir. Örneğin: 1-“Yasa yapımı” ile ilgili kuralların “yasama işlevine kalite kazandıramamış olması”, sonuçta Meclisin gereksiz yere büyük vakit kaybına yol açmaktadır. Çünkü düşük kaliteli bir yasa, kısa zamanda uygulama sorunları çıkarmakta, onu aynı konuda yeni bir yasa yapılması –veya mevcudun değiştirilmesi- süreci izlemektedir. Bu ikinci (hatta çoğukez üçüncü, dördüncü) değişiklik önerileri için harcanan zaman, aslında TBMM yönünden gereksiz vakit kaybıdır. TBMM’de Gündem Kavramı Yoktur 2- TBMM’nin enerjisini boşa sarf ettiren o nedenle de TBMM’yi “abesle iştigal eder” duruma düşüren bir başka gerçek de “Genel Kurul Gündemi” ile ilgilidir. Dünyada belki de sadece TBMM Genel Kurulundaki görüşmeler, Başkanlık tarafından her Birleşim için bastırılıp milletvekillerine dağıtılan GÜNDEME göre yapılmaz. Daha açık –aynı zamanda “ironik”- gerçek şudur: TBMM Başkanlığının dağıttığı GÜNDEM o gün “görüşülmeyecek konuları”[66] bildirir. Buna karşılık, görüşülecek konular, Parti Meclis Gruplarının kendi milletvekilleri için hazırlayıp dağıttığı “GÜNDEM”den izlenir. Aslında onlar da yetersizdir. Çünkü o partinin milletvekilleri örneğin o gün kendi parti grubunun (İçtüzüğün 19’uncu maddesindeki dayatma hakkını [65] Erskine May-Parliamentary Practice (24.Edition-2011-Syf:370) [66] İyi işleyen Parlamentolarda milletvekilleri kesinleşmiş gündemi en az bir hafta önceden bilirler. O.E. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 151 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ kullanarak) görüşülmesini isteyeceği “Meclis Araştırması” önergesinin konusunu bilmezler. O konu sadece nöbetçi Grup Başkanvekili ile “o gün konuşulması talep edilecek” Araştırma Önergesini veren milletvekili tarafından bilinir. Demek ki (konuşmacıları çıkarınca) kalan 446 milletvekili o günkü görüşmelerde neler dinleyeceğini ancak Genel Kurul salonunda ise öğrenir. Bugünkü uygulamaya göre milletvekilleri, kendilerini ilgilendiren bir konunun ne zaman görüşüleceğini bilmeden/öğrenemeden Genel Kurul salonunda bulunurlar. Orada o halde bulunmanın kendisine, TBMM’ye, ulusa ne yararı olduğunu sorgularlar. Bu da Meclisin işleyişindeki bir başka, belki de en fahiş “abes”tir. Yukarıda özetlemeye çalıştığım görüşlerimin TBMM İçtüzüğünde yer alması ve TBMM’nin –deyim yerindeyse- “kanun fabrikası” olmaktan çıkıp gerçekten iyi işleyen bir “Parlamento” kimliğine kavuşması amacıyla hazırladığım TBMM İçtüzük Teklifi’ni TBMM Başkanlığına sundum. Bu teklifi incelemek –ve başka metinlerle karşılaştırmak- isteyenlere kolaylık sağlayabilmek için bu kitaba, Meclise sunduğum metnin aynı olan ama kaynaklara da ulaşma imkânını veren “Çalışma Metnini”[67] koydum. Bununla ilgili daha ayrıntılı bilgi bu kitabın ÖNSÖZ’ündedir. [67]“Çalışma Metni” TBMM Başkanlığına sunulan ve 9 Nisan 2013 tarihinde 2/143 Numarayla işleme konmuş olan “TBMM İçtüzüğü Teklifi”nin aynıdır. Ancak bu metindeki hükümlerin hangisinin kaynağının ne olduğunu veya buradaki hükümle ilgili hükmün başka nerede ne şekilde yer aldığını bulma olanağı veren (64/2 gibi) rakamlar vardır. Bu rakamların hangisinin, hangi metne gönderme yaptığına ilişkin bilgi, bu kitabın ÖNSÖZ’ünde örnekleriyle birlikte verilmektedir. O.E. 152 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Parlamento Mu, Kanun Fabrikası Mı / EKŞİ SONUÇ Umarım önerim kabul görür. Böylece: • Milletvekillerinin parti programı ve disiplini dışında hiçbir baskı altında kalmadan görüşlerini ifade edebildiği, • Sırf İçtüzüğün belirlediği zamanı kullanma amacıyla yapıldığı izlenimini veren konuşmalar yerine tez-antitez esasına dayalı görüşmelerin yapıldığı, • Karşı görüştekileri “ikna” amacının ön plana çıktığı, • “Denetim” işlevinin bihakkın yerine getirildiği bir “Parlamento” düzenine kavuşturabiliriz. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 153 İcr a Tebliğleri (İİK. 21) Av. Talih UYAR* * İzmir Barosu. İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR İ cra ve iflas işlerinde tebligat konusu, hem İİK. mad. 21’de ve hem de İİK. mad. 57’de düzenlenmiştir. Her iki maddede de; “icraya ait tebliğlerde, Tebligat Kanunu hükümlerinin uygulanacağı” belirtilmiştir.[1] Tebligat “hukuki bir işlemin, ilgili kimsenin (muhatabın) bilgisine sunulması için, yetkili makamın, yasa ve yöntemine (usulüne) uygun biçimde yazı ile veya ilanla yaptığı bildirim işlemi”[2] veya “hukuksal bir işlemin ilgili kimsenin bilgisine sunulması için yetkili makamın yasa ve yöntemine (usulüne) uygun bir biçimde yazı ile veya ilan yoluyla yaptığı belgeleme işlemi”[3] ya da “hukuksal bir eylemden ilgili kişinin haber almasını sağlamak için yetkili makamın yasal biçimde yazı ya da duyuru (ilan) ile yapacağı belgeleme eylemi”[4] şeklinde tamamlanabilir… İcra ve İflas Hukukunda, tebligata ilişkin kurallar 7201 sayılı Tebligat Kanunu[5] ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik[6] ’de –ve Tebligat Kanununun 7/a maddesi gereğince yayımlanmış bulunan- Elektronik Tebligat Yönetmeliği[7] ’nde yer almış bulunmaktadır. Yakın zamana kadar yürürlükte bulunan Tebligat Tüzüğü[8] 07.08.2012 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır. Yargıtay’ın tebligata ilişkin kararlarında Tebligat Kanunu yanında Tebligat Tüzüğü’ne de atıf yapılmış olduğundan, bu kararların daha iyi anlaşılabilmesi için, burada Tebligat Tüzüğü’nün ilgili hükümlerine atıf yapılmaya devam edilmiş ancak yeni yürürlüğe girmiş bulunan hükümlerine de Tebligat Tüzüğü yanında yer verilmiştir. I-İcra (ve iflas) hukukunda tebligat büyük önem taşır. Pek çok işlemlerin hukuki sonuç doğurabilmesi için ilgililere tebliği gerekir. Bu tebligat işlemi yapılmadıkça işlem tamamlanmaz ve sonraki işlemlere geçilemez. Örneğin; “ödeme ya da icra emri” tebliğ edilmeden yapılan haczin kaldırılması için takibin her aşamasında süresiz olarak şikayette bulunulabilir.[9] [1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] UYAR, T. İcra Hukukunda Tebligat (İBD. 2004/2, s:602-639 vd.) Bknz: YILMAZ, E. Hukuk Sözlüğü, s:1198 Bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. Tebligat Hukuku, C:1, s:37 Bknz: ALPDÜNDAR, V. Hukuk Sözlüğü, s:287 Bknz: R. G. 19.02.1959 T. sayı:10139 – Ayrıca bknz: 6099 s. Kanun R. G. 19.01.2011 T. sayı:27820 Bknz: R.G. 25.01.2012 T. sayı:28184 Bknz: R.G. 19.01.2013 T. sayı:28533 Bknz: R.G. 11.09.1959 T. sayı:10303 Bknz: BERKİN, N. İcra Tebliğleri ve 538 sayılı Kanunun Getirdiği Yenilikler (İHFM. 1967/1-2, s:129) – POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukuku Esasları, s:68 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 157 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR İcra ve iflas işlerinde de tebligat 7201 sayılı Tebligat Kanununa[10] ve bu kanunun 60. maddesi uyarınca çıkarılmış bulunan Tebligat Nizamnamesine (Tüzüğüne)[11] göre yapılır. II-Tebligatı yapacak makam (tebligatın yapılış şekli): a)İcra (ve iflas) işlerinde tebligat kural olarak PTT. vasıtasıyla yapılır (Teb. K. mad. 1; Teb. Yön. mad. 4). b)Ancak, gerektiğinde -daha doğrusu; Teb. K. mad. 2 ve Teb. Tüz. mad. 2’ [12]de ve Teb. Yön. mad. 5’[13] de öngörülen hallerde tebligat “icra memuru” tarafından -daha doğrusu, icra dairesinin memurları; örneğin mübaşir[14] tarafından–makbuz karşılığında da yapılabilir (Teb. K. mad. 2; Teb. Tüz. mad. 2; Teb. Yön. 5). 538 sayılı kanundan önceki şeklinde İİK. mad. 21 bu olanağı “ilgilinin iznine” bağlı tutmuştu. 538 sayılı kanun ile ilgilinin izni aranmaksızın “makbuz karşılığında” tebligat yapılabileceği kabul edilerek, kaynak İsviçre İcra ve İflas Kanunu ile bizim kanunumuz arasındaki fark giderilmiştir (mad. 21/I). Tebligatın yazı ile yapılması gerektiğinden, “makbuz karşılığında doğrudan doğruya” tebligat yapılan hallerde, tebliğ durumunun düzenlenecek bir “tebliğ tutanağı” [10] Bknz: RG. 19.2.1959 T. No:10139 (Bu kanun ayrıca; 6.6.1985 tarihli ve 3220 sayılı ve 19.3.2003 tarihli 4829 sayılı “RG. 27.3.2003 T. ve 25061 sayı” kanunlar ile değişikliğe uğramıştır) [11] Bknz: RG. 11.9.1959 T. No:10303 (“Tebligat Nizamnamesi” daha sonra 5.12.1987 tarihinde değişikliğe uğrayarak “Tebligat Tüzüğü” adını almıştır “RG. 5.12.1987 T. ve 19655 sayılı” …) [12] Burada; yani Tebligat K. mad. 2 ile Tebligat Tüz. mad. 2’de dört ayrı durum öngörülmüştür: 1-Diğer kanunlarda özel hüküm bulunuyorsa veya 2-PTT. tarafından süratle tebligat yapılmasının olanaksız olduğu anlaşılıyorsa ve bu gecikmeden dolayı bir zarar çıkma olasılığı varsa veya 3-Aynı yerde bulunan ve birinci maddede sayılan daire ve kurumlar arasında tebligat yapılacaksa veya 4-Aynı yerde bulunan ve birinci maddede sayılan daire ve kurumlarda bulunan şahıslara tebligat yapılacaksa tebligat PTT memurları dışında, dairenin memurları veya yerel mülkiye amirinin emri ile zabıta eliyle yapılır… (Ayrıntılı bilgi için bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, K. age. C:1, s:247 vd. – MOROĞLU, E. / MUŞUL, T. Tebligat Hukuku, s:43 vd.) [13] Teb. Yön. Mad. 5: “(1) Tebligatın, a) Kanunlarda özel hüküm bulunan hallerde, b) Gecikmesi halinde zarar doğabilecek işlerde, c) 2inci madde de belirtilen ve aynı yerde bulunan merciler arasında ya da bu mercilerde bulunan kişilere, yapılması durumunda, tebliğler kendi memurları veya mahalli mülki idare amirinin emriyle kolluk vasıtasıyla yaptırılır. (2) Memur vasıtasıyla tebligat yaptırılmasını gerektiren sebep, tebligat evrakında gösterilir. (3) Kolluk vasıtasıyla tebligat yaptırılabilmesi için, tebliği çıkaran merciin, sebebini de belirtmek suretiyle mahalli mülki idare amirine müracaat etmesi gerekir. Mahalli mülki idare amirinin emir olmadan kolluğa gönderilen tebliğ evrakı gönderen merciye iade edilir. (4) Zor kullanılmasını gerektiren veya soruşturma evresine ilişkin görevlerin kolluk tarafından yapılacağına dair olan hükümlerle bu Yönetmeliğin Yedinci Bölümünde yer alan hükümler saklıdır” [14] Bknz: 12. HD. 19.11.1999 T. 13463/14591; 7.11.1985 T. 3593/9218 158 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR ile belgelendirilmesi gerekir. Tebligat, doğrudan doğruya -yani; PTT memuru ya da zabıta aracılığına gerek kalmaksızın da- muhataba veya muhatap adına tebliği kabule yetkili olanlara da yapılabilir. Örneğin; vekil vasıtasıyla takip edilen davalarda, vekiller makbuz karşılığında birbirlerine tebligat yapabilirler (Teb. K. mad. 38, Teb. Tüz. mad. 58, 59; Teb. Yön. mad. 18). Uygulamada bu tebligat şekline avukatlar pek itibar etmemektedirler.[15] Adresi meçhul olan kişilere basın ve / veya yayın araçları ile ilan şeklinde de yapılabilir (Teb. K. mad. 28, Teb. Tüz. mad. 46; Teb. Yön. mad. 48).[16] 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı “Tebligat Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 1. maddesi ile elektronik ortamda da tebligat yapılabileceği kabul edilmiştir. Bu yeni düzenlemeye göre “Tebligata elverişli bir elektronik adres vererek, bu adrese tebligat yapılmasını isteyen kişiye elektronik yolla tebligat yapılabilir. Anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlere elektronik yolla tebligat yapılması zorunludur. Birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre elektronik yolla tebligatın zorunlu bir sebeple yapılamaması halinde bu Kanunda belirtilen diğer usullerle tebligat yapılır. Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir” (6099 s. K. mad. 7/a). Bu değişikliğin gerekçesi 6099 sayılı Kanunda şu şekilde açıklanmıştır: “Son yıllarda bilişim alanında oldukça önemli ilerlemeler yaşanmış ve bu ilerlemeler sonucu ortaya çıkan yenilikler hayatın tüm alanlarına yayılmıştır. Bilişim alanında yaşanan bu gelişmelere adalet camiası da ilgisiz kalamamış ve birçok konuda bilişim teknolojilerinin sunduğu imkanları ve kolaylıkları günlük iş hayatına taşımıştır. Nitekim bu kullanımlar zamanla artmış ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) vasıtasıyla bilişim teknolojilerinin yaygın olarak tüm Türkiye yargı birimlerinde kullanılması sağlanmıştır. Zira elektronik iletişim, klasik yöntemlere göre çok daha süratli ve çok daha az maliyetli bir iletişim yoludur. Bu yeni iletişim fırsatı, İtalya, İspanya ve Avusturya gibi bazı gelişmiş ülkelerde erken fark edilmiş ve yargı alanındaki tebligatın elektronik yolla yapılması için bazı yeni düzenlemelere ve uygulamalara gidilmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak e-adalet konusunda örnek gösterilen ülkemizde de elektronik tebligat müessesesinin uygulamasına bu madde vasıtasıyla başlanacaktır. [15] Bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:2, s:1014 vd. [16] Ayrıntılı bilgi için bknz: ileride; AÇIKLAMA; VIII, –UYAR, T. İİK. Şerhi, C:2, s: 2456 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 159 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Bu alandaki gelişmelerin yeni olması, herkesin şu anda bir elektronik adresi kullanamaması gibi hususlar dikkate alınarak, e-tebligatın kural olarak zorunlu olmaması esası kabul edilmiştir. Şu anda e-tebligatı kabul eden ülkelerde de henüz bu yöntem zorunlu değildir, alternatif olarak sunulmaktadır. Bu gerekçelerle, maddenin birinci fıkrasında, e-tebligat bir zorunluluk değil, kullanmak isteyenler için bir kolaylık ve imkân olarak sunulmuştur. Özellikle her gün yargı alanında tebligatla karşılaşan avukatların, istedikleri takdirde bu yolla daha seri usullerle tebligat yapabilmelerinin önü açılmıştır. Bu şekilde, e-tebligatın uygulama alanı kazanması ve yaygınlaşması da mümkün olabilecektir. Birinci fıkrada, bir kimseye bu yolla tebligat yapılabilmesi için, kendisinin önce tebligata elverişli bir elektronik adres vermesi aranmıştır. Fıkrada, “tebligata elverişli elektronik adres” ifadesi özellikle kullanılmıştır. Ayrıntısı, maddenin son fıkrasındaki atıf sebebiyle, yönetmeliğe bırakılmakla birlikte, herhangi bir elektronik adres değil, ancak “tebligata elverişli” elektronik adres tebligat için esas alınacaktır. Zira, merkezi Türkiye’de olmayan ve kontrol edilemeyen, denetlenemeyen bir elektronik adres birçok sakıncayı doğurabilir. Normal tebligatta, tebligatın ulaşıp ulaşmadığı veya tarihi ve benzeri hususları kontrol etmek bakımından posta idaresinden sorulabilmesinde olduğu gibi, e-tebligatın da benzer şekilde kontrol edilebilir ve güvenilir olması gerekir. Bu çerçevede, merkezî ve resmî bir elektronik adresin esas alınarak, e-tebligatın yapılması kuralı kabul edilmiş, ancak tebligata elverişli elektronik adresle ilgili hususların ayrıntılı düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında, tek istisna olarak sermaye şirketleri bakımından e-tebligat zorunlu kılınmıştır. Tüzel kişiler içinde bu konuda en uygun olanlar sermaye şirketleridir. Zira, sermaye şirketleri nitelikleri gereği güven uyandırmak, sağlıklı bir organizasyon yapmak ve belirli ölçüde de şeffaf olmak durumundadır. Sermaye şirketlerinin internet sayfası oluşturması ve bu tür teknolojik gelişmeleri takip etmesi gibi zorunluluklar da gündemde bulunmaktadır. Bu hususlar dikkate alındığında, e-tebligatın yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere uygun bir zemin de oluşturulmuş olacaktır. Sermaye şirketlerinin bu yolla resmî işlemlerde daha hızlı iletişim kurmaları ve tebligat almaları da mümkün hale gelebilecektir. Maddenin üçüncü fıkrasında, elektronik yolla tebligatın zorunlu hâllerde yapılamaması hâli düzenlenmiştir. Birinci fıkrada iradî olarak, ikinci fıkrada ise zorunlu olarak tebligatın elektronik ortamda yapılması esası benimsenmiştir. Ancak, bazen elektronik yolla tebligat yapılması mümkün olmayabilir ve bu durum, tebligatı çıkartan veya muhataptan kaynaklanmayabilir. Örneğin, elektronik postaların engellenmesi, teknik altyapının zarara uğraması, istem dışı engellemeler gibi durumlarda, birçok yönden önem taşıyan tebligatın yapılamaması ve bunun da muhatabın iradesi dışı gerçekleşmesi söz konusu 160 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR olacaktır. Zorunlu sebeplerle elektronik yolla tebligat yapılamıyorsa, tebligatın amacını ortadan kaldırmamak için, alternatif olarak diğer tebligat yollarının devrede kalması ve uygulanabilmesi mümkün olmalıdır. Fıkrada bu imkanın, yani diğer yollarla tebligatın açık olduğu düzenlenerek bir boşluğun doğmaması amaçlanmıştır. Maddenin dördüncü fıkrasında, elektronik yolla tebligatın ne zaman yapılmış sayılacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre, e-tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihte değil, ulaştığı tarihi izleyen üçüncü günün sonunda yapılmış sayılacaktır. Her ne kadar (sermaye şirketleri dışında) e-tebligatın ihtiyarî olması esası kabul edilmişse de kişilerin fizikî ortamda bulunmayan elektronik adreslerini her gün kontrol edemeyebilecekleri ve kendileri izin vermedikçe onların yerine bir başkasının da bu adrese ulaşması söz konusu olamayacağından, üç günlük süre öngörülmüştür. Bu şekilde üç gün sonra tebligat yapılmış sayılsa da bu usûl, klasik tebligata göre yine de hızlı olacaktır Burada hesaplama bakımından, elektronik yolla tebligatın muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarih dikkate alınmaksızın, bu tarihi takip eden üçüncü günün sonunda tebligat yapılmış sayılacaktır. Örneğin, elektronik posta 1/12/2009 tarihinde elektronik posta kutusuna ulaşmışsa, bugün hesaba katılmayacak, bugünü takip eden üçüncü günün sonunda, 4/12/2009 tarihi bittiğinde tebligat yapılmış sayılacaktır. Dolayısıyla süre 5/12/2009’da işlemeye başlayacaktır. Kanunda tüm ayrıntıların yer alması mümkün olmadığı gibi, gelişen şartlara göre Kanunda kısa aralıklarla değişiklik yapmak da doğru olmayacağından, son fıkrada, elektronik yolla tebligata ilişkin ayrıntıların yönetmelikte düzenleneceği belirtilmiştir. Bu şekilde, genel çerçevesi Kanunda ortaya konulan ve düzenlenen hükümlerin ayrıntıları yönetmeliğe bırakılmıştır”. Önemi nedeniyle ayrıca belirtelim ki “elektronik ortamda yapılacak tebligat” ile ilgili değişikliğin “hükmün yayımı tarihinde itibaren 1 yıl sonra” hükmün yayımı tarihinde itibaren 1 yıl sonra” yürürlüğe gireceği ön görülmüştür (6099 s. K. mad. 18/a). Ayrıca “sermaye şirketlerine elektronik yolla tebligat yapılması zorunluluğu”nu getiren Tebligat Kanununun 7/a maddesinin 2. Fıkrasının “hükmün yayımı tarihinde 2 yıl sonra” yürürlüğe gireceği öngörülmüştür (6099 s. K. mad. 18/b). III-Yapıldığı yere göre tebligat; Yurt içi tebligat (yurt içinden yapılan tebligat), yurt dışına tebligat (yurt içinden, yabancı bir ülkeye Tebligat Kanununa ve uluslararası sözleşmelere göre yapılan tebligat)[17] ve yurt dışından tebligat (yabancı bir ülkeden Türkiye’ye yapılan tebligat) olmak üzere ü ç e ayrılır… [17] Ayrıntılı bilgi için bknz: RUHİ, A. C. Tebligat Hukuku, s:145 vd.–RUHİ, A. C. Türkiye’den Yurt Dışına Yapılan Tebligat (AÜEHFD. C:VII, S:1-2, Haziran / 2003, s:523 vd.) Bu 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 161 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR IV-Tebligatın nerede ya da nereye yapılacağı (Tebligatın yapılacağı yer):a) Adres değişikliği olmaması halinde; tebligat, tebliğ yapılacak kişiye, bilinen en son adresinde yapılır (Teb. K. mad. 10). Bu hükme göre, kanun “adreste tebligat” ilkesini benimsemiştir. Burada sözü geçen “adres” kavramı geniş kapsamlı olup, ikametgah, mesken ve işyerini de içerir.[18] Tebligat Kanunu her ne kadar “adreste tebligat” ilkesini benimsemişse de, “tebligat yapılacak kişinin müracaatı veya kabulü halinde” –örneğin; tarafların ilamı almak üzere yazı işleri müdürüne veya adreslerine gönderilmiş olan ilamı, icra (ödeme) emrini almak için PTT. merkezine yahut tebliğ (posta) memuruna başvurmaları halinde- “adres dışında” da ilgiliye (muhataba) tebligat yapılabilir (Teb. K. mad. 10/II; Teb. Tüz. mad. 14; Teb. Yön. mad. 17). Uygulamadaki önemi nedeniyle ayrıca belirtelim ki, “muhatabın başvurması veya kabulü koşulu ile bilinen en son adres dışında tebligat yapılabilmesine olanak sağlayan Teb. K. mad. 10/II’deki istisna, sadece kendisine tebligat yapılacak kişi -ve vekili, velisi, vasisi- için geçerlidir. “Muhatap adına tebligatı kabule yetkili olan” kişiler (Teb. K. mad. 16, 17) açısından Teb. K. 10/II hükmü uygulanmaz. Örneğin; avukatın sekreteri veya stajerine büroda avukat adına tebligat yapılabilirse de (Teb. K. mad. 17), bu kişilere kanunun açıkça öngördüğü durumlar (Teb. K. mad. 37) dışında, avukat bürosundan başka bir yerde tebligat yapılamaz. Bu[19] husus ayrıca İİK. 21/I, c.2’de “…tebliğler makbuz karşılığında, doğrudan doğruya tevdi suretiyle de yapılabilir” şeklinde açıkça öngörülmüştür… 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı kanunun 3. maddesi ile -7201 sayılı tebligat Kanunun 10. maddesine, 1. fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir: “Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.” Bu değişikliği gerekçesi, 6099 sayılı Kanunda şu şekilde açıklanmıştır: “Tebligat Kanununun 10 uncu maddesine eklenen ikinci fıkra ile tebligata ilişkin sorunların belki de en önemli kısmının çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Uygulamada özellikle gerçek kişilerin adreslerinin tam olarak tespit edilememesi sebebiyle, resmî işlemlerde ve bilhassa yargılama sürecinde konuda ayrıca bknz: BRAND, A. / REİCHHELİN, J. / BERLİN, M. (Çev: RUHİ, A. C.) “Hatalı Olarak Yapılan Yurtdışı Tebligatı” (Avrupa Usul Sözleşmesi m. 27 I Nr 2’ye göre “usulüne uygun tebligat” ve hatalı tebligat ile ilgili sorunların sonuçlarına ilişkin çalışma) (Maltepe Ünv. Huk. Fak. D. 2003/2, s:221-233) – VURAL, P. Yabancı Ülkelere Tebligat Usulü (Tür. Not Bir. Huk. D. 1975/8, s:47 vd.) [18] Bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. s:369 – MOROĞLU, E. / MUŞUL, T. age. s:55 – DELİDUMAN, S. Tebligat Hukuku Bilgisi, s:30 [19] Bknz: MOROĞLU, E. / MUŞUL, T. age. s:569 – METİN, Y. Adres Değişikliğinin Yargısal Tebligat Bakımından Önemi (Tür. Not. Bir. Huk. D. Şubat/1994, S:81, s:13) 162 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR gereksiz birçok tebligat yapılmakta, bu ise süreci oldukça uzatmakta, zaman, emek ve para harcanmasına yol açmaktadır. Hatta, Ülkemizde yargılama ile ilgili aksamaların en başında tebligat sorununun geldiği söylenebilir. Yapılan düzenlemeyle bu sorunun önemli ölçüde çözümlenmesi amaçlanmıştır. Daha önce, sağlıklı bir adres veri sistemi mevcut değilken, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunuyla günümüzde merkezî ve kapsamlı bir adres kayıt sistemi oluşturulmuş bulunmaktadır. Bu sistemden şu anda tüm kuruluşlar, kişisel veriler korunmak suretiyle yararlanabilmektedir. Adres kayıt sistemi, farklı bileşenlerle kontrol edilmekte ve güncellenmektedir. Bu sayede gerek Türkiye’de bulunan Türk vatandaşları ve yabancılar, gerekse yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının yerleşim yerleri kayıt altına alınmış bulunmaktadır. Hatta bu sistem içinde kişilerin yerleşim yeri adresleri yanında ikincil ve üçüncül adresleri de kayıtlı hale getirilebilmektedir. Kısaca, artık bir kişinin adresinin bilinmemesi, çok düşük bir ihtimal olarak karşımıza çıkacaktır. Bu sistemi düzenleyen 5490 sayılı Kanuna göre, yürütülecek iş ve işlemlerde bu sistemdeki adresin esas alınacağı da hükme bağlanmıştır. Yani, adres kayıt sistemindeki adresi kabul etmek hem fiilî hem de kanunî bir zorunluluktur. Yapılan yeni düzenlemeyle, önce yine bilinen en son adrese tebligat yapılacaktır. Böylelikle, muhataba daha kolay ulaşılabilecek bir adres biliniyorsa oraya tebligat yapılması imkânı açık tutulmuştur. Ancak, tebligatın yapılmasını isteyenin veya tebligatı çıkartan makamın bildirdiği adresin, tebligata elverişli olmadığının anlaşılması ya da bu adrese tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın 5490 sayılı Kanuna göre adres kayıt sistemindeki adresi bilinen son adresi olarak kabul edilerek, tebligat buraya yapılacaktır. Yukarıda açıklanan gerekçelerle, adres kayıt sistemindeki adres, kişinin resmî tebligat adresi olarak kabul edilmiştir. Bu gerekçeler yanında, bir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmak aynı zamanda belirli yükümlülükleri de içermektedir. Bir vatandaşın adresini doğru bir şekilde bildirmesi ve kendisine ulaşılabilmesi önemlidir. Hiç kimse, adres değişikliğini bildirmemek suretiyle ihmali veya adresini belirsiz hâle getirecek kötü niyetli davranışlarıyla hak elde etmemelidir. Hukuk düzeni, kişinin açık ihmal veya kötü niyetini korumaz. Kaldı ki, yeni adres kayıt sistemi sadece beyana değil, aynı zamanda değişik bileşenlere göre adres tespiti ve doğrulaması yapmakta, kişinin resmî işlemlere esas olacak yerleşim yeri adresi başta olmak üzere, ikincil ve diğer adreslerini de kaydetmektedir. Şu anda tüm adres araştırmaları bu adres kayıt sistemi esas alınarak yapılmaktadır. Adres kayıt sistemi dışında ayrıca bir adres araştırması yapılmayacaktır. Bu açıdan, adres kayıt sistemindeki adres, başkaca araştırma yapılmasını gerekli kılmayan son adres olarak kabul edilmiştir. Bu durumda, ne tebligatı çıkartan merciin ne de posta memurunun başkaca bir adres araştırması yapmasına gerek bulunmamaktadır. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 163 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Adres kayıt sistemiyle ilgili olarak yapılan bu düzenlemenin sonucu olarak gereksiz zaman, iş gücü ve maddî kaybın önüne geçmek için, bilinen adrese yapılan tebligatın karşılıksız kalması halinde adres kayıt sistemindeki adrese yapılan tebligatın geçerli sayılacağı kabul edilmiştir. Bu yeni düzenleme, tebligatla ilgili temel sorunların hukukî bakımdan önemli bir kısmını çözebilecek mahiyettedir. Çok zayıf bir ihtimal olmakla birlikte, muhatabın adres kayıt sisteminde de bir adresi bulunmuyorsa, bu durumda ancak o zaman adresi meçhul sayılarak, 28 inci maddedeki araştırmanın ardından ilânen tebligat yapılacaktır. Yeni düzenlemeyle birlikte adres kayıt sisteminde bir adres mevcut olduğu sürece, adresin meçhul sayılması ve adres araştırması yapılması mümkün değildir. Bu sebeple 28 inci madde hükmünün uygulanması oldukça istisnaî kullanılabilecek bir hâl alacaktır.” Yüksek mahkeme, bu konularda ilgili olarak; √ «Tebligatın, muhatabın bilinen en son adresinde yapılacağını, bilinen en son adrese çıkarılan tebligattan sonuç alınamaması halinde, borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinin, ‘bilinen en son adresi’ olarak kabul edilerek, bu adrese yapılacak olan tebligatın geçerli sayılacağını»[20] √ «Tebliğ yapılmak istenen kişinin bilinen en son adresine tebligat çıkartılması gerekeceği; İcra takip dosyasında, borçlunun bilinen en son adresinin tespiti zımnında Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne yazılan müzekkere cevabı beklenmeden tapudan gelen adrese satış ilanı tebliğ işleminin usulsüz olduğunu»[21] √ «Takip borçlusunun hangi icra dairesinde aleyhine takip bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını zamanında ve doğru merciiye yöneltebilmesi usulüne uygun olarak yapılacak tebligat ile sağlanabileceğinden şikayet konusu yapılan tebligatların, TK.’nun 10/2.maddesi gözardı edilerek, borçlulara önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya TK.’nun 21/2 maddesine göre çıkartıldığını ve bu tebligatların usule aykırı olduğunu»[22] √ «İcra takip talebine ekli hazirun cetvelinde borçlunun adresi mevcut olduğundan öncelikle Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine göre bu adrese tebligat gönderilmeden doğrudan borçlunun adrese dayalı kayıt sistemindeki adresine 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre yapılan tebliğ [20] Bknz:12. HD. 17.01.2013 T. 21482/982; 15.01.2013 T. 24577/580; 25.12.2012 T. 20808/39928; 11.12.2012 T. 20032/37317; 06.12.2012 T. 18350/36809; 29.11.2012 T. 18060/35501; 27.11.2012 T. 24226/34994; 15.11.2012 T. 15237/33435; 31.10.2012 T. 12585/30915; 04.07.2012 T. 9215/23558; 04.07.2012 T. 8928/23517; 02.05.2012 T. 9058/14625; 10.04.2012 T. 27221/11663 [21] Bknz: 12. HD. 24.01.2013 T. 2012-33062/1811 [22] Bknz: 12. HD. 13.12.2012 T. 19773/37760 ; 24.12.2012 T. 27184/39498; 29.01.2013 T. 2012-26961/2766; 31.01.2013 T. 2012-26365/3121 164 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR işleminin, aynı kanunun 10. maddesi hükmüne aykırı olduğundan yapılan tebligatın usulsüz olduğunu»[23] √ «Takip borçlusunun hangi icra dairesinde aleyhine takip bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını zamanında ve doğru merciiye yöneltebilmesi usulüne uygun olarak yapılacak tebligat ile sağlanabileceğinden şikayet konusu yapılan tebligatların, TK.’nun 10/2.maddesi gözardı edilerek, borçlulara önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya TK.’nun 21/2 maddesine göre çıkartıldığını ve bu tebligatların usule aykırı olduğunu»[24] √ «Alacaklı tarafından aynı kira alacağı nedeniyle daha evvel takip yaptığı takip dosyasında gösterilen borçlu adresinin “…” olduğu, borçlunun da bu adresi kabul ettiği gözetildiğinde, bu adresin borçlunun bilinen en son adresi olarak kabulü gerekeceğini»[25] √ «Davaya konu ihalenin yapıldığı İcra Müdürlüğü’nün dosyasında, satış ilanının, borçlu vekiline tebliğ edildiğini, adı geçen vekil tarafından borçlunun vefat ettiğini, vekalet görevinin sona erdiğinin bildirilmesi üzerine şikayet konusu yapılan satış ilanı tebligatının TK.’nun 10/2. maddesi gözardı edilerek davacı borçlu mirasçısına önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya TK.’nun 21/2 maddesine göre çıkartıldığını ve bu tebligatın usule aykırı bir tebligat olduğunu»[26] √ «Borçlunun bilinen en son adresine Tebligat Kanunun 10. maddesine göre çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade gelmesinden sonra ancak Tebligat Kanunun 21. maddesine göre tebligat yapılması gerekeceğini»[27] √ «Borçlunun bilinen en son adresi olan icra takip dosyasında kendisine ödeme emri tebliğ edilen adrese herhangi bir tebligat çıkarılmaksızın doğrudan adrese dayalı kayıt sistemindeki adresine yapılan tebliğ işlemi 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine aykırı olduğundan, usulsüz olduğunu»[28] √ «Mahkemece, satış ilanının tebliğe çıkarıldığı tarihte yürürlükte bulunan 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 10., 21.ve 35.maddeleri hükümleri doğrultusunda borçlunun adrese dayalı kayıt sisteminde adresin mevcut olup olmadığı belirlendikten sonra tebliğ işleminin anılan madde hükümlerine ve dolayısıyla usulüne uygun olup olmadığı belirlendikten sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini»[29] [23] Bknz: 12. HD. 17.01.2013 T. 2012-23403/1021 [24] Bknz: 12. HD. 13.12.2012 T. 19773/37760; 24.12.2012 T. 27184/39498; 29.01.2013 T. 2012-26961/2766; 31.01.2013 T. 2012-26365/3121 [25] Bknz: 12. HD. 11.12.2012 T. 19090/37413 [26] Bknz: 12. HD. 29.11.2012 T. 19719/35449 [27] Bknz: 12. HD. 30.10.2012 T. 12729/30660 [28] Bknz: 12. HD. 27.06.2012 T. 8019/22714 [29] Bknz: 12. HD. 18.06.2012 T. 6206/20935 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 165 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR √ «Borçlunun bilinen en son adresi, Diyarbakır 1.İcra Mahkemesinin … sayılı dosyasında kıymet takdirine itiraz ederken bildirdiği adres olup, satış ilanının borçlunun bilinen en son adresine tebliğ edilmesi gerekirken, bu hususa aykırı olarak yapılan tebligatın usulsüz olacağını»[30] √ «İcra takip dosyasında bilinen adresin tebligata elverişli olmaması ve tebligat yapılamaması nedeniyle, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10/2. maddesi uyarınca, borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilerek bu adrese tebligat yapılmasının koşulları oluştuğunda; borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine tebligat çıkarılmasında yasaya aykırılık bulunmayıp, 6099 sayılı Yasa ile değişik 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi ve Tebligat Kanunu Yönetmeliği 31. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, şahsın mernis adresine tebligat yapılması halinde nerede olduğunun komşu, kapıcı, yönetici gibi kimselerden araştırılması ve şahsın adreste bulunmama nedeninin tebliğe işlenmesinin geçerlilik şartı olmadığını»[31] √ «Tebligat Kanunun 10/II ve 21/II maddesine göre tebligat yapılabilme koşullarının bu maddelerde düzenlenmiş olduğunu»[32] √ «Tebligatın, tebliğ yapılacak kişinin bilinen en son adresine yapılacağını»[33] √ «7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 10/2. maddesi uyarınca, borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinin, bilinen en son adresi olarak kabul edilmesinin ve bu adrese tebligat yapılmasının koşulları oluştuğundan borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine tebligat çıkarılmasında yasaya aykırılık olmadığı gibi, tebliğ evrakı üzerine verilen şerhin de 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 23/8. maddesine uygun olduğunu»[34] √ «Takip dayanağı faturalarda ve dosya arasında mevcut ihtarnamelerde, borçlunun “…” şeklindeki adresinin alacaklı tarafından bilindiği görüldüğünden 7201 Sayılı Yasanın 10/1.maddesine göre; tebligatın, tebliğ yapılacak şahsın bilinen en son adresine yapılacağını»[35] √ «Şikayetçi 06.07.2010 tarihinde icra müdürlüğüne itiraz dilekçesi verdiğine göre bu tarihte haciz ihbarlarından haberdar olduğunun kabulü gerekeceğini»[36] [30] [31] [32] [33] Bknz: 12. HD. 07.06.2012 T. 4879/19665 Bknz: 12. HD. 31.05.2012 T. 1089/18617 Bknz: 12. HD. 31.05.2012 T. 17610/34966; 31.05.2012 T. 1089/18617 Bknz: 12. HD. 28.02.2012 T. 2011-21272/5333; 17.11.2011 T. 5798/31576; 31.10.2011 T. 4691/21086; 10.10.2011 T. 2703/19373; 24.5.2002 T. 9415/10944 [34] Bknz: 12. HD. 12.04.2012 T. 2011-24990/12103 [35] Bknz: 12. HD. 01.03.2012 T. 2011-19947/5862 [36] Bknz: 12. HD. 17.01.2012 T. 2011-13591/533 166 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR √ «Borçlu, şikayetinde ikametgah adresinin, ödeme emri gönderilen adresten farklı bir adres olduğunu iddia ettiğinden borçlunun bu yöndeki iddia ve delilleri araştırılarak, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceğini»[37] b)Adres değişikliği olması halinde; aa-Adresini değiştiren -ve daha önce kendisine tebligat yapılmış olan- kişinin bu değişikliği yani yeni adresini ilgili makama -icra dairesine, icra mahkemesine vs.- bildirmesi gerekir. “Bu takdirde bundan sonraki tebliğler, bildirilen yeni adrese yapılır” (Teb. K. mad. 35/I, Teb. Tüz. mad. 55; Teb. Yön. mad. 57). Uygulamadaki önemi nedeniyle belirtelim ki; “icra dairesi” de, geniş anlamda “kaza mercii”ne dahil olduğundan[38] adres değişikliğinin icra dairesine bildirilmesinden itibaren artık tebligatların yeni adrese yapılması gerekir… Ancak Teb. K. mad. 35/IV’e göre; “Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır”. Yani bu durumlarda da tebligat; yukarıda belirtilen sözleşmelerdeki, kamu kurum ve kuruluşlarındaki, meslek kuruluşlarındaki, ticaret sicilindeki, esnaf ve sanatkarlar sicillerindeki adrese yapılacaktır… İİK. mad. 21/II’ye göre de; aa)İlamda[39] , bb)İİK. mad. 38’e göre “ilam hükmünde olan belgelerde”, cc)İpotek senedinde[40] yazılı olan adresini değiştiren “alacaklı” ya da “borçlu” bu adres değişikliğini birbirine “noter vasıtasıyla” bildirmiş olmadıkça, tebligat bu belgelerde yazılı olan adrese yapılır. Muhatap o adreste bulunmadığı takdirde, Tebligat Kanununun 35. maddesi uygulanır. Yani, “tebliğ olunacak evrakın bir nüshası ‘eski adrese ait binanın kapısına’ ve diğer nüshası da ‘tebliği yaptıran kazai mercii divanhanesine’ asılır ve eski adresin kapısına asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır”. İİK. mad. 21/II, adres değişikliğinin ‘noter vasıtasıyla’ bildirilmesini aramasına rağmen, taahhütlü mektupla ya da sözle adres değişikliği bildirilmişse ya da başka bir dosyadan adres değişikliğini diğer taraf resmen öğrenmişse, tebligat hangi adrese yapılacaktır? Kanunun gerekçesi incelendiğinde, bu konuda istenerek şekilci bir sistem getirildiği görülür. Bu nedenle, “adres değişikliğinin [37] Bknz: 12. HD. 17.01.2012 T. 2011-13490/671 [38] Bknz: UYAR, T. Tebligat Kanununun Uygulamada Tereddüt Konusu Olan Bir Hükmü “7201 sayılı Tebligat Kanunu mad. 35” (Ad. D. 1971/2, s:110 vd.) – Aynı görüşte: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:2, s:960 – DELİDUMAN, S. age. s:33 – AKCAN, R. İcra İşlerinde Tebligat (Selçuk Ünv. Huk. Fak. D. 1999/1-2, s:73) – METİN, Y. agm. s:17 [39] Bknz: 12. HD. 19.2.2002 T. 2643/3616; 7.12.1982 T. 8669/9150 [40] Bknz: 12.HD. 19.2.2002 T. 2638/2621; 2.12.1999 T. 16377/16989; 4.11.1998 T. 11548/12029 – 12. HD. 16.1.1986 T. 15323/351 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 167 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR ancak noter vasıtasıyla diğer tarafa bildirilmiş olması halinde”, bildirilen adrese tebligat yapma zorunluluğu doğar. Bu nedenledir ki, doktrinde “adres değişikliği kendisine noter vasıtasıyla bildirilmemiş olan tarafın, yeni adresi bildiğinin kanıtlanamayacağı” bildirilmektedir.[41] [42] Ancak, hemen belirtelim ki Yargıtay bu konuda bu kadar şekilci davranmamakta ve “alacaklının, borçlunun noter senedinde yazılı adresini değiştirdiğini, kendisine usulüne uygun biçimde bildirilmemiş olmasına rağmen, yeni adresi biliyorsa, tebligatın bu yeni adrese yapılması gerektiğini, hakların kullanılmasına ilişkin iyiniyet kuralının bunu gerektirdiğini”[43] [44], “borçlunun yeni adresini taahhütlü mektupla da alacaklıya bildirmesi halinde, yeni tebligatların bildirilen adrese yapılması gerektiğini”[45] belirtmiştir. Kanımızca, yüksek mahkemenin ilk içtihadındaki görüş hukukun genel ilkelerinden olan “iyiniyet”e ilişkin MK. mad. 2 hükmüyle bağdaştığı için isabetli sayılabilirse de, ikinci içtihadındaki görüşe katılmak mümkün değildir. İkinci içtihadındaki görüş doğrultusunda doğacak uygulama, hem İİK. mad. 21/II’nin açık hükmüne ve hem de bu hükmün kabul ediliş nedenine[46] aykırı olacaktır. Ayrıca, “taahhütlü mektupla” adres değişikliğini bildirme usulünün bu şekilde kanunun açık buyruğuna rağmen içtihat yoluyla kabul edilmesi uygulamada, taahhütlü mektubun boş olarak karşı tarafa gönderilmesi halinde de çeşitli uyuşmazlıklara neden olur. Çünkü, taahhütlü mektup makbuzu, mektubun içeriğini belgelemeyip sadece bu mektubun karşı tarafa gönderildiğini kanıtladığından, bu mektupla gerçekten, adres değişikliğinin karşı tarafa bildirilmiş olup olmadığı sorununa ışık tutmaz. Bu nedenle, böyle taraflar arasında yeni uyuşmazlıklar doğurabilecek bir yolun içtihat yolu ile hiç yaratılmaması uygun olur kanısındayız… Adres değişikliği, kanunun öngördüğü biçimde diğer tarafa bildirilmiş olmasına rağmen, tebligatı eski adrese yaptırarak, Tebligat Kanununun 35. maddesinden faydalanmış olan taraf, bu suretle diğer tarafa verdiği bütün zararları, % 15 fazlasıyla genel mahkemede açılacak dava sonunda ödemek zorunda kalabileceği gibi, hakkında ayrıca İİK. mad. 343.’deki ceza da uygulanır. Bu cezaya, bu eylemden zarar gören kişinin şikayeti üzerine icra mahkemesi hükmeder. Adres değişikliğini, noter vasıtasıyla bildirmek isteyen taraf bunu, diğer tarafın kusurlu davranışı yüzünden örneğin; bu kişinin kendi adresindeki değişikliği bildirmemesi nedeniyle yapamamışsa, daha sonra aynı kişinin eski [41] Bknz: POSTACIOĞLU, İ. age. s:89 – BERKİN, N. İcra Hukuku Rehberi, s:120 [42] Aksi görüş: BELGESAY, M. R. İcra ve İflas Kanunu Değişen Maddeler Şerhi, s:17 [43] Bknz: 12. HD. 1.4.1976 T. 3000/3997 [44]“Bu uygulamanın isabetli olduğu” görüşü için bknz: MOROĞLU, E. / MUŞUL, T. age. s:58 [45] Bknz: 12. HD. 11.5.1978 T. 4282/4301 [46] Bknz: Hükümet Tasarısı Gerekçesi 168 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR adrese yaptıracağı tebligattan dolayı doğacak zarardan sorumlu olup olmayacağı bir hukuki sorun olarak karşımıza çıkar. Bir örnek ile konuyu ortaya koyarsak, alacaklı kendi adres değişikliğini İİK. mad. 21 gereğince bildirmediği için daha sonra borçlu kendi adresindeki değişikliği noter vasıtasıyla alacaklıya bildirmek istediği halde bu tebliğ alacaklıya ulaşamamış ve alacaklı da borçlunun adres değişikliğinden haberdar olmayarak eski adrese yaptırdığı tebligat ile takibe devam etmişse, bu yüzden borçlunun uğradığı zararı ödemekle yükümlü olacak mıdır? Bir görüşe göre;[47] adres değişikliğini bildirmek görevinin yerine getirilmemesi bir kusur sayıldığından ve kusurla meydana gelen zarar arsında uygun illiyet bağı bulunması gerektiğinden, bu durumda, alacaklının sorumluluğunu genel hükümlere göre belirlemek ve kendisini sadece doğan zarardan sorumlu tutmak ve ayrıca % 15 zarar fazlasıyla sorumlu tutmamak gerekir. Kanımızca adres değişikliğini bildirme yükümüne uyulmasına özel bir müeyyide bildirilmiş olduğundan, bu yükümün gereklerine uymayan tarafın bu yüzden diğer tarafa verdiği tüm zararları % 15 fazlasıyla ödemek zorunda olduğunu kabul etmek kanunun ruhuna daha uygun düşer… Bu konuyla ilgili olarak ayrıca belirtelim ki; İcra ve İflas Kanununun 21 ve 57. maddelerinde “icraya ait tebliğlerde, Tebligat Kanununun hükümlerinin uygulanacağı”nın belirtilmesine rağmen, uygulamada, özellikle Tebligat Kanununun 35. maddesinin uygulanış biçimi hakkında ciddi kuşkular belirmiştir. 7201 sayılı Tebligat Kanununun birinci maddesine göre; aa)Kazai merciler, bb)Umumi ve mülhak bütçeli daireler, cc)Belediyeler, dd)Köy hükmü şahsiyetleri, ee)Barolar, ff)Noterler tarafından yapılacak tebligatın -ilke olarak- PTT vasıtasıyla yapılması zorunludur. Görüldüğü gibi, burada “icra daireleri”nden bahsedilmemiş sadece, “kazai merciler” denilmekle yetinilmiştir. Bu konuda Hükümetin Esbabı Mucibe Layihası (gerekçesi)nda da, layihanın birinci babının birinci faslı, kanunun kapsamını göstermektedir. Burada da “icra daireleri” hakkında aydınlatıcı bilgi yoktur. Açıklığa kavuşmayan bu konu, uygulamada özellikle 35. maddenin uygulamasında ciddi uyuşmazlıklara neden olmaktadır. İİK. mad. 21 ve 57’de, Tebligat Kanununa yapılan yollama sonucunda, her ne kadar icra dairesince kendisine tebligat yapılan kişi, daha sonra değiştirdiği adresini, icra dairesine (icra dosyasına) bildirmezse, bundan sonraki tebliğler eski adresine yapılırsa da, aynı borçlu hakkında icra ceza hakimliğinde “mal beyanında bulunmama”, “ödeme şartını bozma” vs. gibi icra suçlarından dolayı dava açılsa ya da icra icra mahkemesine alacaklı tarafından “şikayet”, “itirazın kaldırılması” vs. gibi isteklerle başvuruda bulunulsa, icra dairesince tebligatın yapıldığı adrese icra mahkemesince tebligat yapılmak istense, borçlunun o adresini değiştirmiş ve [47] Bknz: POSTACIOĞLU, İ. age. s:89 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 169 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR yeni adresini icra dairesine bildirmemiş olması nedeniyle, tebligat yapılamamış olsa, Tebligat Kanununun 35. maddesine ve Tebligat Tüzüğünün 55. maddesine göre işlem yapılabilecek midir? Uygulamada, “hukuk davalarında” “şikayet, itirazın kaldırılması” gibi başvurularda icra icra mahkemeleri, “icra ceza davalarında” icra ceza mahkemeleri, dava dilekçesinin, borçlunun icra dosyasında var olan ve evvelce icra dairesince tebligatın yapıldığı adresine tebliğinin -borçlunun bu adresini değiştirmiş ve yenisini bildirmemiş olması nedeniyle- mümkün olmaması hallerinde, Tebligat Kanununun 35. maddesini uygulamakta çekingen davranmaktadırlar… Kanımızca bu konuda adil ve hukuk tekniğine uygun çözüm tarzına iki şekilde ulaşılabilir. Bunun için ya Tebligat Kanununun 1. ve 35. maddesi ve Tebligat Tüzüğünün 1. ve 55. maddesinin, İİK.nun 21 ve 57. maddeleriyle birlikte “geniş” yorumlamalı ya da İcra ve İflas Kanununa açıklık getirmelidir.[48] Uygulamada bugüne dek, “yorum” yoluyla tatminkar bir sonuca ulaşılamamıştır. Bu nedenle İcra ve İflas Kanununda değişiklik yapıp, ilgili 21. maddeye, uygulamadaki duraksamaları giderecek açıklık getirilmesi yararlı olacaktır.[49] bb-Adres değişikliğinin bildirilmemiş olması halinde aaa[50]-Eğer yani adres tebliğ memuru tarafından tesbit edilebilmişse; -Teb.Tüz. mad. 28/I’e; Teb. Yön. mad. 30, 31’e göre- yeni adres, tebliğ memurunun dağıtım bölgesi içinde bulunuyorsa tebligat bu adrese yapılır. Fakat, yeni adres aynı PTT merkezinin diğer bir dağıtım bölgesinde veya başka bir PTT merkezinin alanı içindeyse, tebliğ evrakı, yeni adrese tebliğ yapılması için, tebliğ memuru tarafından bağlı olduğu merkeze iade edilir (Teb. Tüz. mad. 55/III). bbb-Eğer yeni adres tebliğ memuru tarafından tesbit edilemezse; tebliğ evrakı çıkaran merciye iade edilir… Tebliğ olunacak evrakın bir nüshası, eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır (Teb. K. mad. 35/II, Teb. Tüz. mad. 55/III; Teb. Yön. 57/(2)). [48] Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR, T. Tebligat Kanununun Uygulamada Tereddüt Konusu Olan Bir Hükmü “Teb. K. mad. 35” (Ad. D. 1971/2, s:115) [49] Biz, yapılacak değişiklikte, İİK. mad. 21/I’in şu şekilde değiştirilmesini -Adalet Bakanlığı ve Türkiye Barolar Birliği’ne- önermiştik: “İcra dairelerince yapılacak tebliğler yazıyla ve Tebligat Kanunu hükümlerine göre olur. Bu tebliğler, makbuz karşılığında, doğrudan doğruya tevdi suretiyle de yapılabilir. Takip dosyasındaki adresini değiştiren taraf, yeni adresini bildirmediği taktirde, Tebligat Kanununun 35. maddesi hükmü uygulanır. Merci hakimliğince (icra mahkemesince), aynı takip dosyası ile ilgili olarak açılmış olan hukuk ve icra suçlarına ilişkin ceza davalarında yapılacak tebliğlerde de, ilgili, başka adres bildirmedikçe, bu fıkra hükmü uygulanır.” (Bknz: Uyar, T. İcra ve İflas Yasası Değişikliği Hakkında Düşünceler “Yasa Huk. D. Temmuz/1979, s:980 vd. – İBD. 1979/4-5-6, s:276” [50] Bu konuda ayrıntılı açıklama için bknz: METİN, Y. Muhatabın Yeni Adresinin Bildirilmemesi (Tür. Not. Bir. Huk. D. 1994, S:82, s:55 vd.) 170 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanunun 9. maddesi ile 7201 sayılı Tebligat Kanunun 35. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir: “Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.” Bu değişikliğin gerekçesi, 6099 sayılı kanunda şu şekilde açıklanmıştır: “Kanunun 35 inci maddesi ile ilgili olarak, tebligata elverişli adresin bulunamaması veya bu maddenin uygulanmasındaki bilgi eksikliği gibi nedenlerle uygulamada birçok sorun ortaya çıkmaktadır. Bu konuda ortaya çıkan sorunlar, gerçek kişiler bakımından adres kayıt sisteminin oluşturulması sebebiyle bundan böyle giderilebilecek niteliktedir. Tüzel kişiler bakımından ise adresleri farklı şekillerde tutulan sicil ve kayıtlarda bulunduğundan, bu resmî kayıtlarındaki adreslerinin esas alınması gereklidir. Maddenin birinci fıkrası aynen muhafaza edilmiştir. Buna göre, daha önce kendisine usulüne uygun şekilde tebligat yapılmış kimse, adresini değiştirdiğinde yenisini bildirirse, tebligat bu yeni adrese yapılır. İkinci fıkradaki yeni düzenleme sonucu, daha önce kendisine tebligat yapılıp da adresini değiştiren ve bunu bildirmeyen kişiye ne şekilde tebligat yapılacağı hususu yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, adresini değiştiren, ancak yeni adresini yargı organına bildirmeyen kişi, gerçek kişi ise, öncelikle adres kayıt siteminde kayıtlı adresine tebligat yapılacaktır. Adres kayıt sistemi oluşturulduğundan, tebligat memurunun ayrıca adres araştırması yapması yöntemi terk edilmiştir. Gerçek kişiler bakımından adres kayıt sisteminde bir adresin bulunmaması çok zayıf bir ihtimaldir. Ancak zayıf da olsa, bu ihtimalin gerçekleşmesi durumu da gözetilerek, evrakın bir nüshasının eski adrese ait binanın kapısına asılacağı ve bunun da tebligat tarihi sayılacağı şeklindeki fıkranın geri kalan kısmı aynen muhafaza edilmiştir. Maddenin dördüncü fıkrası, tüzel kişiler bakımından özel ve açık bir düzenleme getirmektedir. Tüzel kişilerin adreslerinin, bir sicil veya resmî kayıtla belirli olması sebebiyle meçhul olması düşünülemez. Bu çerçevede daha önce kendilerine tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adreslerinin esas alınacağı ve bu madde hükümlerinin uygulanacağı açıkça düzenlenmiştir. Maddeye yeni eklenen son fıkrada ise, yurt dışında bulunan Türk vatandaşları bakımından 35 inci maddenin nasıl uygulanacağı hususu açıklığa kavuşturulmuştur. Bu düzenleme ile daha önce kendisine yurt dışında tebligat yapılan Türk vatandaşlarının da adres değişikliklerini ilgili yargı organına bildirmesi zorunluluğu kabul edilerek, bu değişiklik bildirilmediğinde nasıl bir yol izleneceği belirtilmektedir. Daha önce kendisine usulünce tebligat yapılan 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 171 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR kimse adresini değiştirdiği hâlde bu değişikliği bildirmezse, önce adres kayıt sistemindeki adresine bakılacaktır. Çünkü, yurt dışındaki Türk vatandaşları bakımından da adres kayıt sisteminde açık adres kaydı tutulmaktadır. Zayıf bir ihtimal de olsa, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce usulüne uygun şekilde tebligat yapılan adresine, Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca Kanunun 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılacaktır. Bu yöntem, aynı zamanda Kanunun 25/a maddesindeki yöntemle uyumlu bir düzenleme olup, ortaya çıkacak belirsizlikleri gidereceği gibi, bu yolla ortaya çıkacak zaman ve para kaybının da önüne geçilmiş olacaktır.” 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanun ile Tebligat Kanunun 35. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda, daha önce maddenin son fıkrasında yer alan; “daha önce yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ve ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır” ş e k l i n d e k i hüküm, madde metninden çıkarılmış olduğundan bundan böyle aşağıdaki içtihatlar uygulamadaki önemini (hukuki değerini) kaybetmiştir. Gerçekten; √ “Bir kamu kurumu niteliğinde bulunan T. Halk Bankası A.Ş.’ne borçlu tarafından bildirilen kredi sözleşmesindeki adrese Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 14.10.2010 T. E:10011, K:23430 12.HD. 23.02.2010 T. E:2009/22366, K:3906 12. HD. 30.11.2007 T. E:19617, K:22536 HGK. 05.07.2006 T. E:12-378, K:496 12. HD. 30.01.2006 T. E:2005/24533, K:1006 12. HD. 29.11.2005 T. E:22475, K:23457 sayılı içtihatların, √ “Bir kamu kurumu niteliğinde bulunan T.A.O.’na, borçlu tarafından kredi sözleşmesi yapılırken bildirilen adrese Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 03.05.2010 T. E:2009/28932, K:10885 12.HD. 16.02.2010 T. E:2009/21404, K:3268 sayılı içtihatların, √ “Bir kamu kurumu niteliğinde bulunan T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’ne borçlu tarafından kredi sözleşmesi yapılırken bildirilen adrese Tebligat Kanununun 35/ son maddesine göre tebligat yapılabileceğini”belirten: 12. HD. 23.02.2010 T. E:2009/21955, K:3947 sayılı içtihatların, √ “Noterlikçe düzenlenmiş olan sözleşme ve taaddütlerde bildirilen adreslere Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 172 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR 12. HD. 27.09.2010 T. E:8427, K:21307 12. HD. 09.11.2007 T. E:17852, K:20858 12.HD. 12.07.2007 T. E:12049, K:14505 12. HD. 27.12.2005 T. E:22108, K:26185 sayılı içtihatların, √ “Tapu Sicil Müdürlüğünde yazılı olan adrese, Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 16.02.2010 T. E:2009/21404, K:3268 12. HD. 28.09.2010 T. E:8379, K:21394 12. HD.16.03.21.2009 T. E:28/25050, K:5331 12. HD. 07.10.2008 T. E:13352, K:16682 12. HD. 21.01.2008 T. E:2007/22562, K:715 11.10.2007 T. E:14616, K:18511 12. HD. 08.10.20074 T. E:14708, K:18078 12. HD. 19.06.2007 T. E:9871, K:12459 12. HD. 05.03.2007 T. E:1026, K:3842 sayılı içtihatların √ “Ticaret Sicilinde yazılı olan adrese tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 27.09.2010 T. E:19421, K:21251 12. HD. 24.05.2010 T. E:827, K:12449 12. HD. 26.04.2010 T. E:2009/28934, K:10257 12. HD. 17.06.2008 T. E:12832, K:12710 12. HD. 08.04.2008 T. E:4323, K:7190 12. HD. 22.01.2008 T. E:2007/22595, K:713 12. HD. 09.11.2007 T. E:17937, K:20751 12. HD. 10.09.2007 T. E:16652, K:15528 12. HD. 26.06.2007 T. E:10457, K:13094 12. HD. 10.05.2007 T. E:6669, K:9449 12. HD. 13.11.2006 T. E:17986, K:21118 12. HD. 31.10.2006 T. E:17169, K:20013 12. HD. 17.07.2006 T. E:13006, K:15804 12. HD. 29.06.2006 T. E:11999, K:14172 HGK. 28.06.2006 T. E:12-481, K:482 12. HD. 01.12.2005 T. E:17782, K:23768 sayılı içtihatların, √ “Vergi Dairesinde kayıtlı bulunan adrese Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 09.02.2010 T. E:2009/21077, K:2705 12. HD. 27.09.2008 T. E:12871, K:15956 12. HD. 10.09.2004 T. E:14834, K:18928 sayılı içtihatların, √ “Trafik Sicilinde kayıtlı olan adrese Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 173 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR 12. HD. 18.01.2010 T. E:2009/19920, K:676 12. HD. 23.10.2007 T. E:16286, K:19275 12. HD. 16.07.2007 T. E:13335, K:14791 12. HD. 04.12.2006 T. E:20271, K:22811 12. HD. 27.10.2005 T. E:17097, K:21005 sayılı içtihatların, √ “Duruşma sırasında mahkemeye bildirilen adrese Tebligat Kanununun 35/ son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 16.10.2007 T. E:15336, K:18732 12. HD. 20.07.2007 T. E:13143, K:16632 sayılı içtihatların, √ “Kamu kurumu niteliğindeki Süleyman Demirel Üniversitesine bildirilen adrese, Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 04.05.2007 T. E:6072, K:9043 sayılı içtihadın, √ “Kamu kurumu niteliğindeki T. Emekli Sandığına bildirilen adrese, Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 11.12.2006 T. E:20535, K:23449 sayılı içtihadın, √ “Kamu kurumu niteliğindeki Askerlik Şubesinde yazılı olan adrese, Tebligat Kanununun 35/son maddesine göre tebligat yapılabileceğini” belirten: 12. HD. 06.12.2005 T. E:20744, K:24187 sayılı içtihadın, önemi kalmamıştır… Yüksek mahkeme “adres değiştirmenin bildirilmesi mecburiyeti” (Teb. K. mad. 35; Teb. Tüz. mad. 55; Teb. Yön. mad. 57) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarında; -“İlanın şekli, artırmanın tarzı, yer ve günü ve gazete ile yapılıp yapılmayacağının icra müdürlüğünce tarafların menfaatlerine en uygun gelen biçimde tayin edileceğini (İİK. mad. 126/son; 114/2); satışa konu dosyada iki ayrı satış kararı mevcutsa, her iki satış kararındaki koşulların yerine getirilmesi gerekeceğini, icra müdürlüğünce Türkiye genelinde 3 büyük günlük gazetelerin birinde satış ilanının yayınlanmasına karar verildiği halde bu kararın gereği yerine getirilmeden, başka bir gazetedeki ilana dayalı olarak satışın yapılmasının hatalı olduğunu- Daha önce şikayetçi borçluya bila tebliğ dönmüş bir tebligat olmadan, doğrudan Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ yapılmasının hatalı olacağı ve satış ilanı tebliğindeki bu usulsüzlüğün başlı başına ihalenin feshi sebebi olduğunu”[51] -“Şikayetçinin adresini değiştirdiğini gösteren, tebliğ edilemeden iade edilmiş bir tebligat satış dosyasında görülememekte, tebliğ işleminin ne gerekçeyle yapıldığı anlaşılamadığından mahkemece T.K.’nun 35. maddesindeki şartların oluşup [51] Bknz: 12. HD. 15.04.2013 T. 8312/14309 174 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR oluşmadığı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, soyut gerekçe ile tebligatın usulüne uygun olduğundan bahisle hüküm tesis edilemeyeceğini”[52] -“7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 35/4.maddesi uyarınca daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adreslerinin esas alınacağını”[53] -“Tebligat Kanunu 35. maddesine göre yapılan tebligat, borçlunun adres kayıt sisteminde adresi olmadığı takdirde yapılabileceğinden yine Tebligat Kanunun 35. maddesinde belirtilen hal ve şartlara uygun yapılmadığından usulsüz olduğunu [54]” -“Her ne kadar borçlu tüzel kişinin ve Ticaret Sicil müdürlüğünce bildirilen Ticaret Sicilinde kayıtlı bulunan Beşiktaş’taki adresine çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade olunması üzerine Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ yapılmış ise de; alacaklı tarafından, takipten önce, takibe konu faturalarda yazılı olan Üsküdar’daki adreste bu faturalarla ilgili noterden ihtarname tebliğ edildiğine göre, borçlunun bilinen son adresi faturada yazılı olan Üsküdar adresi olduğundan bu hali ile borçlunun Ticaret Sicilinde bulunan ve Ticaret Sicil müdürlüğünce bildirilen adresine Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca yapılan tebliğ işleminin usulüne uygun olduğundan söz edilemeyeceğini”[55] -“Satış ilanının, asıl takip dosyasından yazılan talimata göre Tebligat Kanunu’nun 35.maddesine göre şikayetçi şirkete 22.09.2011 tarihinde, gerçek kişiye ise 23.09.2011 tarihinde tebliğ edildiği görülmekte ise de, asıl takip dosyasında Ticaret Sicil Memurluğu’nca borçlu şirketin adresi; “…” olarak bildirilmesine rağmen tebligatların (satış ilanı da dahil) başka bir adrese yapıldığı, gerçek kişi olan diğer borçlu yönünden ise satış ilanı tebliğ tarihi itibariyle adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin bulunup bulunmadığının mahkemece araştırılmadığı anlaşıldığından tebligatın usulsüz olduğunu” [56] -“Alacaklının muhatabın yeni adresini bildiği iddiasının ancak yazılı belge ile ispatı mümkün olup, borçlu tarafından bu yönde bir belge sunulmadığından borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine tebligat çıkarılmasında yasaya aykırılık olmadığını” [57] -“Şikayetçinin noter huzurunda düzenlettirilen vekaletnamede bildirdiği adres ile borçlu vekilinin yine icra mahkemesi dosyasına ibraz ettiği başka bir [52] [53] [54] [55] [56] [57] Bknz: 12. HD. 24.12.2012 T. 30330/39352 Bknz: 12. HD. 11.12.2012 T. 19454/37526 Bknz: 12. HD. 04.12.2012 T. 26188/19012 Bknz: 12. HD. 29.11.2012 T. 18060/35501 Bknz: 12. HD. 28.11.2012 T. 29638/35310 Bknz: 12. HD. 15.11.2012 T. 15237/33435 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 175 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR vekaletnamedeki adresi aynı adres olarak bildirilmiş olup, bu adrese Tebligat Kanunu’nun 35/4.maddesine göre ödeme emri tebliğinin yapılmasında bir usulsüzlük olmadığını” [58] -“İcra müdürlüğünce borçlunun adresine gönderilen satış ilanı tebligatı bila tebliğ iade edilince, alacaklı vekilince borçluya satış ilanı tebliğinin icra emrinin tebliğ olduğu adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ edilmesi talep edilmiş ise de; dosyanın incelenmesinde borçluya satış ilanı tebligatının gönderilmediği ve tebliğ edilmediği anlaşıldığından usulüne uygun satış ilanı tebliği bulunmayıp; bu durumun ihalenin feshini gerektireceğini”[59] -“Tebligat yapılan adrese gönderilip yapılamadan dönen bir tebligat olmaksızın satış ilanının doğrudan Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ edilemeyeceğini” [60] -“Tebliğ işleminin yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 35.maddesi uyarınca gerçek kişilere anılan madde uyarınca tebligat yapılabilmesi için muhatabın aynı adresine daha önce usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligatın yapılması zorunlu olup, adresin tapu sicilindeki adres olmasının anılan maddenin uygulanması sonucunu doğurmayacağını”[61] -“Tebligat Kanununun 35. maddesine göre satış ilanı tebliği yapılan adres borçlunun daha önce resmi kurumlarda bulunan bir adresi olmadığı gibi bu adrese geçerli bir tebligat da yapılmadığından borçluya TKnun 35. maddesine göre yapılan satış ilanı tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[62] -“Borçluların nüfus müdürlüğünden getirtilen nüfus kayıt tablosunda belirtilen adreslerine, 7201 Sayılı Kanun’un 35. maddesine göre tebligat yapıldığı görüldüğünden mahkemece, aile fertlerinin birbirleri yerine adres beyanında bulunabilmelerine olanak tanıyan yasa ve yönetmelik hükümleri çerçevesinde, tebligatın çıkarıldığı adresin bizzat şikayetçi borçlular tarafından nüfus müdürlüğüne bildirilip bildirilmediği araştırılarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[63] -“Borçluya satış ilanı 19.04.2011 tarihinde T.K.’nun 35. maddesine göre tebliğ edilmiş olup, tebliğ tarihi itibarıyla T.K.’nun 35. maddesindeki değişiklik yürürlükte olduğundan ve yine İcra İflas Kanunu genel bir kanun olup Tebligat Kanunu ise özel bir kanun olduğundan olayda öncelikle İİK.’nun 21 ve 127. maddeleri değil T.K.’nun 35. maddesinin uygulanacağını”[64] [58] [59] [60] [61] [62] [63] [64] 176 Bknz: 12. HD. 15.11.2012 T. 15594/33372 Bknz: 12. HD. 08.11.2012 T. 21826/32368 Bknz. 12. HD. 01.11.2012 T. 24489/31208 Bknz: 12. HD. 01.11.2012 T. 20374/31280 Bknz: 12. HD. 18.10.2012 T. 20991/30230 Bknz: 12. HD. 15.10.2012 T. 12248/29337 Bknz: 12. HD. 08.10.2012 T. 11182/28562 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Borçlunun adresine birlikte çıkarılan kıymet taktir raporu ve icra emri tebligatının iadesi üzerine Tapu Sicil Müdürlüğünden gelen adreslerin de aynı olması üzerine anılan adreslere Tebligat Kanunu’nun 35.maddesine göre yapılan satış ilanı tebliğ işleminin usulüne uygun olduğunu”[65] -“Ödeme emri tebligatının, doğrudan TK. 35. maddesine göre tebligat yapılabilmesi için adrese gönderilen tebligatın geri çevrilmesi halinde mümkün olacağını”[66] -“Tensip tutanağı tebligatının borçlu vekiline “adresten taşındığı” şerhi ile bila tebliğ iade edildiği, bunun üzerine aynı adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebligat yapıldığının anlaşılmış olduğunu; ancak avukatların Avukatlık Kanunu gereğince bir baroya kayıtlı olmaları zorunluluğu karşısında, mahkemece itiraz eden borçlu vekilinin adresinin ilgili barodan sorulup araştırılarak bilinen en son adresine Tebligat Kanunu hükümlerine uygun şekilde tensip tutanağının tebliği ile sonuca gidilmesi gerekeceğini”[67] -“Takip dosyasında borçlu, gerçek şahıs olup adres kayıt sisteminde bir kaydı bulunmamakta olup; borçluya daha evvel usulüne uygun bir tebligat yapılmadan, resmi kurum tarafından bildirilen adrese doğrudan TK.m. 35’e göre tebligat yapılmasının usulsüz olduğunu”[68] -“Borçlulara icra emri ve kıymet takdir raporunun bilinen adreslerinde tebliğ edildiğini, bu adreslere çıkartılmış ancak tebliğ edilemeden geri dönmüş bir tebliğ evrakı olmadığı halde, gayrimenkul satış ilanı tebligatlarının aynı adreslerde doğrudan 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre yapılması yasa hükmüne aykırı olup, bu haliyle satış ilanı tebligatının usulsüz olduğunu”[69] -“Borçlunun Göztepe Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne bildirdiği adresine gönderilen ödeme emrinin tebliğ edilememesi üzerine aynı adrese 7201 Sayılı Kanun’un 35/son maddesi gereğince tebliğ yapılmasında yasaya uymayan bir yön bulunmadığını”[70] -“Borçluya daha önce gönderilen tebligatların bizzat tebliğ edilmesi ve herhangi bir tebligatın iade işlemi gerçekleşmemesi karşısında 7201 sayılı kanunun 35. maddesine göre satış ilanının tebliğ edilmesinin doğru olmadığını”[71] -“Adres kayıt sisteminde adresi bulunan kişilere Tebligat Kanunu’nun 35/2. maddesi uyarınca tebligat yapılmasının söz konusu olamayacağını, tebligatların yapıldığı adresin borçlunun adres kayıt sisteminde kayıtlı adresi olmadığı borçlu vekili tarafından açıkça ileri sürüldüğüne göre, borçlunun adres kayıt sisteminde kayıtlı adresinin bulunup bulunmadığının araştırılması gerekeceğini”[72] [65] [66] [67] [68] [69] [70] [71] [72] Bknz: 12. HD. 25.09.2012 T. 15987/27855 Bknz: 12. HD. 13.09.2012 T. 7367/26189 Bknz: 12. HD. 11.09.2012 T. 7456/25972 Bknz: 12. HD. 11.09.2012 T. 8125/25861 Bknz: 12. HD. 26.06.2012 T. 14429/22463 Bknz: 12. HD. 21.06.2012 T. 13658/21944 Bknz: 12. HD. 12.06.2012 T. 6406/20217 Bknz: 12. HD. 18.06.2012 T. 6315/20870 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 177 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Borçlunun adres kayıt sisteminde kayıtlı adresi olduğuna göre Tebligat Kanunu’nun 35/2 maddesinde belirtilen yasal düzenleme uyarınca, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre ödeme emrinin tebliğ edilmesinin usulsüz olduğu gibi borçlu adına çıkartılmış ve iade olunmuş bir tebligat bulunmadığı halde örnek 9 ödeme emrinin doğrudan Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğinin de doğru olmadığını”[73] -“Şikayetçi borçluya çıkarılan ödeme emri tebligatının, muhatabın adreste tanınmadığından bahisle bila tebliğ iade edilmesi üzerine, SGK’dan borçlunun adresinin sorulduğu ve gelen yazı cevabında borçlunun adresinin, ödeme emrinin gönderildiği adresle aynı olduğu anlaşıldığından, bu adrese yasal değişiklikten sonra Tebligat Kanunu’nun 35.maddesine göre ödeme emrinin tebliğ edildiği görüldüğünden mahkemece, adresini değiştiren borçlunun tebliğ tarihi itibariyle adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin bulunup bulunmadığı araştırılarak, satış ilanı tebliğinin usulüne uygun olup olmadığının tespiti ile oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceğini”[74] -“İpotek resmi senedinde geçen adres, hatalı ve yetersiz yazılarak çıkartılan ve bila tebliğ iade dönen ilk tebligat; doğru adrese gönderilmediğinden T.K nun 35. maddesinin uygulanmasına esas alınamayacağını”[75] -“Dosya içinde mevcut imza sirkülerine göre ilk çıkan tebligatı şirketin taşındığından bahisle kabul etmeyen kişi, borçlu şirketin yetkili temsilcisi olup tüzel kişilik olan borçlunun Ticaret Sicilinde kayıtlı bulunan adresine gönderilen tebligatın yapılamaması üzerine aynı adrese 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca yapılan tebliğ işleminin usulüne uygun olduğunu”[76] -“İcra takibine konu edilen borcun kaynaklandığı kredi sözleşmesi “adiyen” düzenlendiği için, borçlunun sözleşmede yazılı adresine gönderilen ödeme emrinin tebliğ edilemediği hallerde, 7201 Sayılı Kanun’un 35/son maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığını”[77] -“Borçlu adına çıkarılan ödeme emrinin noterlikçe düzenlenen vekaletnamede yazılı adresine tebliğe gönderildiği, bila tebliğ iadesi üzerine aynı adreste 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 35/son maddesine göre tebliğ işleminin tamamlandığı görüldüğünden, tebliğ tarihi itibariyle borçlunun notere bildirdiği adrese ödeme emrinin tebliğ edilmesinde yasaya uymayan bir yön olmadığını” [78] -“Borçlunun tespit edilen adresine tebligatın gönderilmesi gerekirken belirlenen adresin üzerinin karalanması suretiyle tebligat evrakının tahrif edilmesi ve [73] [74] [75] [76] [77] [78] 178 Bknz: 12. HD. 11.06.2012 T. 3105/19890 Bknz: 12. HD. 06.06.2012 T. 2058/19496 Bknz: 12. HD. 04.06.2012 T. 7779/19012 Bknz: 12. HD. 17.05.2012 T. 2011-31584/17375 Bknz: 12. HD. 02.05.2012 T. 2011-31260/14699 Bknz: 12. HD. 02.05.2012 T. 2011-29594/14650 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR ticaret sicilindeki adrese TK.nun 35.maddesine göre tebligat yapılmasının usulsüz olduğunu”[79] -“Tebligat Kanunu’nun 35/2 maddesinde de adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshasının eski adrese ait binanın kapısına asılacağı ve asılma tarihinin, tebliğ tarihi sayılacağını”[80] -“Satış ilanının tebliğe çıkarıldığı tarihte yürürlükte bulunan Tebligat Kanunu hükümlerine göre satış ilanının tebliğ edilmediği, tebligatın, Tebligat Kanunu’nun değişiklikten önceki 35. maddesine göre yapılması nedeniyle usulsüz olduğunu”[81] -“Ödeme emri tebligatının borçlu şirketin ticaret sicilinde kayıtlı adresinden farklı bir adreste yapılmış olduğu ve 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi hükmüne uygun bulunmadığı tespit edildiğinden, mahkemece ödeme emri tebligatının usulsüzlüğüne karar verilmesi gerekeceğini”[82] -“Şikayetçi borçluya ödeme emri tebliğ adresine çıkarılan satış ilanı tebligatının taşındığından bahisle bila tebliğ iade edilmesi üzerine Tebligat Kanununun 35.maddesine göre satış ilanının yasal değişiklikten sonra tebliğ edildiğinden mahkemece, adresini değiştiren borçlunun tebliğ tarihi itibariyle adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin bulunup bulunmadığı araştırılarak, satış ilanı tebliğinin usulüne uygun olup olmadığının tespiti ile oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[83] -“İcra müdürlüğünce, ödeme emrinin tebliğ edildiği adrese, kıymet takdiri tebliğe çıkarılmış, bila tebliğ dönünce, kıymet takdiri ve satış ilanı T.K.nun 35. maddesine göre tebliğ işlemi yapılmış olup; şikâyetçiye bahsi geçen adreste daha önceden usulüne uygun bir tebliğ yapılmadığından 7201 Sayılı Kanunun 35. maddesine göre satış ilanının tebliğ edilmesinin doğru olmadığını”[84] -“Alacaklının, resmi kurumlar tarafından bildirilen söz konusu adrese Tebligat Kanunu’nun 35.maddesine göre tebliğ yapılması yönündeki isteminde yasaya uymayan bir yön olmadığını”[85] -“İcra müdürlüğünce, ödeme emrinin tebliğ edildiği adrese, satış ilanı tebliğe çıkarılmış, bila tebliğ dönünce, T.K.nun 35. maddesine göre tebliğ işlemi yapılmış olup; şikayetçiye bahsi geçen adreste daha önceden usulüne uygun bir tebliğ yapılmadığından 7201 sayılı Kanunun 35. maddesine göre satış ilanının tebliğ edilmesinin doğru olmadığını”[86] [79] [80] [81] [82] [83] [84] [85] [86] Bknz: 12. HD. 30.04.2012 T. 4426/14391 Bknz: 12. HD. 25.04.2012 T. 1863/13860 Bknz: 12. HD. 18.04.2012 T. 2011-30960/13052 Bknz: 12. HD. 09.04.2012 T. 2011-27083/11585 Bknz: 12. HD. 05.04.2012 T. 2011-27756/11184 Bknz: 12. HD. 03.04.2012 T. 2011-28528/10704 Bknz: 12. HD. 27.02.2012 T. 2011-19378/5221 Bknz: 12. HD. 23.02.2012 T. 2011-19336/4879 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 179 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, kamu kurum ve kuruluşlarına verilen en son adreslere Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi hükümlerine göre tebliğ yapılacağını”[87] -“7201 sayılı Kanun’un 35/1. maddesine göre, tebligat yapılabilmesi için muhataba daha önce aynı adreste usulüne uygun olarak tebligat yapılması zorunlu olup; adı geçenin bu adresini değiştirmesi halinde, yeni adresini tebligatı çıkaran mercie bildirmemesi ve ikinci tebligatın gerçekleşmeden geri çevrilmesi halinde 35. maddenin uygulanmasının mümkün olduğunu”[88] -“Borçlu, alacaklı apartman yönetimine Türkiye’de bir adres bildirmediğine göre, 6099 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, borçlunun adres kayıt sisteminde adresinin olup olmadığı tespit edilmeden Tebligat Kanunu’nun 35.maddesine göre tebligat yapılmasının usulsüz olduğunu”[89] -“Şikayetçi borçlu şirkete, ticaret sicil adresi dışında yapılan tebliğ işlemlerinin usulsüz olduğu, dolayısıyla daha sonra aynı adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre yapılan satış ilanı ve kıymet takdiri raporu tebliğlerinin de usulsüz olacağını”[90] -“3. kişi Kooperatifin ticaret sicilinde kayıtlı adresine Tebligat Kanununun 35.maddesine göre tebligat yapılmasında yasaya uymayan bir yön bulunmadığını”[91] -“Satış ilanı tebligatının, daha önce icra emrinin usulüne uygun tebliğ edildiği adrese gönderildiği, bila tebliğ iade edilmesi üzerine, bu adreste, tebliğ tarihinde yürürlükte olan Tebligat Kanununun 35.maddesine göre 25/12/2010 tarihinde tebliğ edildiği, söz konusu tebligatın usulüne uygun olduğunu”[92] -“19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı kanunun 9.maddesiyle değişik Tebligat Kanununun 35/2. hükmü gereği adres kayıt isteminde yerleşim yeri adresi bulunup bulunmadığı araştırılmadan yapılan tebliğ işleminin usul ve yasaya aykırı olduğunu”[93] -“Satış ilanı tebligatının, daha önce icra emrinin usulüne uygun tebliğ edildiği adrese gönderildiği, bila tebliğ iade edilmesi üzerine, bu adreste, tebliğ tarihinde yürürlükte olan Tebligat Kanununun 35.maddesine göre 25/12/2010 tarihinde tebliğ edildiği, söz konusu tebligatın usulüne uygun olduğunu” [94] -“Borçlunun daha önce; ticaret siciline, tapu idaresine, notere, icra dairesine, defterdarlığa, vergi dairesine, esnaf ve sanatkarlar siciline bildirdiği adresine -adres [87] [88] [89] [90] [91] [92] [93] [94] 180 Bknz: 12. HD. 14.02.2012 T. 2011-17276/3552 Bknz: 12. HD. 14.02.2012 T. 2011-16872/3471 Bknz: 12. HD. 14.02.2012 T. 2011-17288/3541 Bknz: 12. HD. 24.01.2012 T. 2011-32424/1362 Bknz: 12. HD. 23.01.2012 T. 2011-15328/1183 Bknz: 12. HD. 19.01.2012 T. 2011-13416/765 Bknz: 12. HD. 19.1.2012 T. 11786/565 Bknz: 12. HD. 19.01.2012 T. 2011-13416/765 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR değişikliği ayrıca bir kuruma bildirmiş olmadıkça- Teb. K. 35/son’a göre tebligat yapılabileceğini”[95] -“Kredi sözleşmesindeki adresini değiştiren ve yeni adresini noter aracılığıyla bankaya bildirmeyen borçlu hakkında Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebligat yapılamayacağını”[96] [97] -“Tebligat Kanununun 35/I maddesinin uygulanabilmesi için; borçluya daha önce geçerli bir tebligat yapılmış olması gerektiğini”[98] -“İpotek akit tablosu ile tapu sicilinde yazılı adrese, daha önce tebligat çıkarılmadan doğrudan doğruya Teb. K. 35’e göre tebligat yapılabileceğini”[99] -“İlamdaki adresini değiştiren -ve yeni adresini bildirmemiş olan- borçluya, ilamdaki adresine Teb. K. 35’e göre tebligat yapılabileceğini”[100] -“Tebligat Kanununun 35. maddesine göre yapılan tebliğ işlemine, Teb. Tüz. mad. 55 uyarınca düzenlenecek tebliğ evrakının bir nüshasının, eski adrese ait kapıya asılması gerekeceğini, bu işlem yapılmamışsa, tebligatın geçersiz olacağını” [101] -“Trafik sicil bürosundan bildirilen adresini değiştiren borçluya, Teb. K. 35’e göre tebligat yapılabileceğini” [102] -“Borçlunun yeni adresinin Teb. Tüz. 55’e göre tesbit edilmiş olması halinde, borçlunun tebligat yapılamayan eski adresine Teb. K. 35’e göre tebligat yapılamayacağını”[103] -“Borçluya Teb. K. 35’e göre tebligat yapıldıktan sonra, borçlunun babasının ‘borçlunun Rusya’daki adresini’ icra müdürlüğüne bildirmesi halinde, bundan sonraki tebligatların bildirilen bu yeni adrese çıkarılması gerekeceğini”[104] -“Noterlikçe düzenlenen sözleşmedeki adresinden, adres bırakmadan ayrılmış olan borçluya -daha önce tebligat yapılmadan da- Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebligat yapılabileceğini”[105] [95] Bknz: 12. HD. 19.2.2004 T. 25525/3367; 19.2.2004 T. 25525/3367 13.2.2004 T. 24648/2632 vb. [96] Bknz: 12.HD. 15.4.2003 T. 6798/8301 [97] Karş:12. HD. 12.12.1992 T. 8633/16113 [98] Bknz: 12. HD. 20.1.2003 T. 27645/353; 26.4.2001 T. 6677/7046; 9.11.2000 T. 14932/16938 [99] Bknz: 12. HD. 14.7.2011 T. 14776/15617; 19.2.2002 T. 2638/2621; 20.4.1995 T. 6076/6129; 16.9.1994 T. 2618/10559 vb. [100] Bknz: 12. HD. 19.2.2002 T. 2643/3616 [101] Bknz: 12. HD. 14.2.2002 T. 2787/3307 [102] Bknz: 12. HD. 20.11.2001 T. 18598/19472; HGK. 28.3.2001 T. 11-295/313; 12. HD. 13.5.1993 T. 4733/8947 [103] Bknz: 12. HD. 3.10.2000 T. 13307/14250; 3.7.2000 T. 10454/11147; 27.6.2000 T. 9808/10802 [104] Bknz: 12. HD. 17.12.1999 T. 15347/16761 [105] Bknz: 12. HD. 3.12.1999 T. 14586/15555; 6.4.1999 T. 3620/4202 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 181 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Genel kredi sözleşmesinde müşteri ve kefiller ‘yasal ikametgahlarını değiştirmeleri halinde yeni ikametgahlarını noter aracılığı ile bankaya bildirmedikleri takdirde ilk ikametgahlarına yapılacak tebliğlere itiraz olunmayacağını ve bu sözleşme uyarınca yapılacak ihbarların noter veya postaya tevdi olunduğu tarihte kendilerine yapılmış sayılacağını’ kabul etmişlerse, genel kredi sözleşmesinde belirtilen adrese çıkan ve ‘taşınmıştır şerhi’ ile bila tebliğ iade edilen tebligatların notere tevdi tarihinde muhataplara tebliğ edilmiş sayılacağını – Noterlerin, Teb. K. 35’e göre tebligat yapamayacaklarını”[106] -“Borçlunun yeni adresinin belirtilmiş olması halinde, Tebligat Kanununun 35. maddesine göre eski adresine tebligat yapılamayacağını”[107] -“Kambiyo senedinde yazılı olan adresini değiştiren (ve yeni adresini alacaklıya bildirmeyen) borçlunun senette yazılı olan adresine -Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca- tebligat yapılamayacağını”[108] -“İpotek akit tablosunun dayanağını teşkil eden vekaletnamedeki adrese yapılacak tebligatın geçerli olacağını” [109] -“Alacaklının, borçlunun noter senedinde yazılı adresini değiştirdiğini kendisine usulüne uygun biçimde -yani; noter vasıtasıyla- bildirmemiş olmasına rağmen, yeni adresini biliyor olması halinde, tebligatın bu yeni adrese yapılması gerekeceğini, iyiniyet kuralının bunu gerektirdiğini”[110] -”Borçlunun-noterde düzenlenen- vekaletnamedeki adresine–Teb. K.’nun 35. maddesine göre- tebligat yapılabileceğini” [111] belirtmiştir … V-Tebligatın ne zaman yapılacağı (Tebligatın yapılacağı zaman): Tebligat, çalışma saatleri içinde (gündüz) yapılabileceği gibi, çalışma saatleri dışında da (gece vakti) yapılabilir (Teb. Tüz. mad. 52, Teb. Yön. mad. 54). Bilindiği gibi -icra hukuku bakımından- gece vakti; “güneş batmasından bir saat sonra başlar ve güneş doğmasından bir saat önceye kadar devam eder” (İİK. mad. 51/I, c:1). Resmi tatil ve adli tatil’de de tebligat yapılabilir (Teb. K. mad. 33; Teb. Tüz. mad. 53;Teb. Yön. mad. 55). 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı kanunun 4. maddesi ile 7201 sayılı Tebligat Kanunun 11. maddesine aşağıdaki fıkra, 2. fıkra olarak eklenmiştir. “Avukat tarafından takip edilen işlerde, avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar, resmî çalışma gün ve saatleri içinde yapılır.” VI-Tebligatın kimlere yapılacağı (Tebligat yapılacak kişiler): [106] Bknz: 12. HD. 25.6.1998 T. 7140/7768 [107] Bknz: 12. HD. 25.1.1993 T. 1992-13524/1101 [108] Bknz: 12. HD. 9.7.1991 T. 1662/8601 [109] Bknz: 12. HD. 15.2.1988 T. 1987-3790/1455 [110] Bknz: 12. HD. 1.4.1976 T. 200/3997 [111] Bknz: 12. HD. 26.2.2004 T. 25141/4098 182 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR a)Tebligat -kural olarak- “tebliğ yapılacak kimsenin kendisine” yapılır (Teb. K. mad. 10/I). “Kendisine tebliğ yapılacak şahıs, adresinde bulunmazsa, tebliğ kendisiyle aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” (Teb. K. mad. 16). Bu hüküm, “tebligatın, hizmetçisi dışında aynı konutta oturan diğer kişilere de yapılması imkanı getirilerek, tebligatın daha kolay yapılması ve böylece yargılamanın hızlandırılması amaçlanmıştır” gerekçesiyle 19.3.2003 T. ve 4829 sayılı K. ile değiştirilerek bu şekli almıştır. Böylece, tebligat sırasında adresinde bulunmayan muhatap yerine “aile fertleri”nden olmasa bile, “muhatap ile aynı konutta oturan kişilere” de muhatap yerine (adına) tebligat yapılabilecektir… Yüksek mahkeme “aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçiye tebligat” (Teb. K. mad. 16; Teb. Tüz. mad. 22;Teb. Yön. mad. 54) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarında; -“Şikayetçi borçlu adına çıkarılan ödeme emri tebligatının incelenmesinde, muhatabın tebliğ sırasında orada bulunmadığına dair bir meşruhat yazılmaksızın aynı konutta birlikte oturan kardeşine tebliğ edildiği anlaşılmakta olup, asıl olan, muhataba tebliğ olduğuna göre, muhatabın bulunmaması hali saptanmadan 16.madde gereğince tebligat yapılmasının usulsüz olduğunu”[112] -“Borçluya gönderilen örnek 10 numaralı ödeme emrinin borçlunun aynı çatı altında oturan annesi imzasına tebliğ edildiği görülmektedir, ancak dosya içinde bulunan İlçe Nüfus Müdürlüğü’nün yerleşim yeri adres belgesine göre, tebligatı alan kişinin adresinin borçlunun adresinden farklı olduğunu, borçlu ile aynı konutta oturmadığı anlaşıldığından ödeme emri tebligatının usulsüz olduğunu”[113] -“Borçlular, 103 maddesi uyarınca yapılan tebligatı teslim alan M. A. ile birlikte oturmadıklarını ileri sürdüklerine ve tutanakta borçluların ayrı ayrı hanelerde yaşadıkları belirtildiğine göre mahkemece bu tebliğ işlemlerine yönelik iddia ve delillerin değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[114] -“Posta görevlisince muhatap yerine kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muhatapla aynı konutta oturup oturmadığı hususu tebligat mazbatasına şerh düşülmediğinden tebligatın usulsüz olduğunu”[115] -“Muhatapla birlikte oturduğu saptanmadan muhatabın babasına 16.madde gereğince tebligat yapılamayacağını”[116] -“Tebligat Tüzüğünün 22/2.fıkrasına göre tebligat yapılan …’nun evin gündelik işlerine bakan kişi olup muhatapla birlikte oturmadığı iddia edildiğine göre [112] Bknz: 12. HD. 31.01.2013 T. 26770/3011 [113] Bknz: 12. HD. 29.01.2013 T. 2012-27014/2591 [114] Bknz: 12. HD. 24.12.2012 T. 27183/39637 [115] Bknz: 12. HD. 30.10.2012 T. 19303/30628 [116] Bknz: 12. HD. 12.10.2012 T. 17294/29211 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 183 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR mahkemece bu yönde bir inceleme yapılmadan eksik inceleme ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisinin isabetsiz olduğunu”[117] -“Muhatap adına bekçiye -Tebligat Kanununun 16. maddesine göre- yapılan tebligatın geçerli olmayacağını”[118] -“Muhatap adına kendisine tebligat yapılan kişinin gerçekte ‘muhatap ile birlikte oturmadığı’ hususunun icra mahkemesinde her türlü delille isbat edilebileceğini”[119] -“‘Birlikte’ kaydiyle yapılan tebligatı alan kişiyle gerçekte ‘birlikte oturulmadığı’ hususunun icra mahkemesinde kanıtlanması halinde tebligatın usulsüz hale geleceğini”[120] -“Kendisine tebligat yapılacak kişinin, adresinde bulunmaması halinde tebligatın kendisi ile birlikte oturan ailesi fertlerinden veya hizmetçilerinden birine yapılacağını, bu durumda, ‘muhatabın adreste bulunmama sebebinin araştırılmasına ve tevziat saatinden sonra adrese döneceğinin saptanıp, tebliğ tutanağında belirtilmesinin’ gerekmediğini”[121] -“ Muhatap yerine tebligatı alan kişinin ‘muhatap ile aynı çatı altında oturduğunun’ tebliğ mazbatasında belirtilmemiş olmasının, tebligatı usulsüz hale getireceğini”[122] -“‘Muhatap ile birlikte oturmayan’ kişiye, Tebligat Kanununun 16. maddesine göre tebligat yapılamayacağını”[123] -“Meskende, iş yerinde tebligat yapılabilecek ‘daimi işçiye’ yapılan tebligatın Tebligat Kanununun 16. maddesine aykırı olacağını”[124] -“ ‘Aynı çatı altında kaldığı’ belirtilmeden muhatabın ağabeyine yapılan tebligatın usulsüz sayılacağını”[125] -“Tebligat muhatabı borçlunun, tebliğ tarihinden önce intihar ettiğinin ancak cesedinin bulunmadığının -tebligatı alan eşi tarafından- ileri sürülmesi halinde, şikayetçi eşe gaiplik kararı almak için süre verilmesi gerekeceğini”[126] -“Kime yapıldığı belirtilmeden sadece ‘birlikte oturan’ kaydı ile yapılan tebligatın geçerli olmadığını”[127] [117] Bknz: 12. HD. 07.02.2012 T. 2011-16941/2516 [118] Bknz: 12. HD. 26.5.2003 T. 9090/12033 [119] Bknz: 12. HD. 25.3.2003 T. 3773/6336; 31.5.2001 T. 9082/9632 [120] Bknz: 12. HD. 18.6.2002 T. 11885/13074; 24.1.1996 T. 87/1333; 22.9.1992 T. 3263/10646 [121] Bknz: 12. HD. 12.3.2004 T. 782/5670; 28.11.2000 T. 17441/18586; HGK. 22.11.2000 T. 12-1684/1716 [122] Bknz: 12. HD. 5.6.2000 T. 8695/9268; 10.3.1994 T. 2811/3440 [123] Bknz: 12. HD. 1.2.2000 T. 505/1334 [124] Bknz: 12. HD. 18.3.1999 T. 3495/3438 [125] Bknz: 12. HD. 24.11.1992 T. 8081/14773 [126] Bknz: 12. HD. 7.11.1991 T. 3192/11571 [127] Bknz: 12. HD. 25.9.1986 T. 15259/9549 184 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebliğ tutanağında, tebliğ yapılan kişinin muhatabın ‘aile fertleri’nden veya ‘hizmetçi’lerinden birisi olduğunun açıklanmamış olması halinde, tebligatın usulsüz sayılacağını”[128] belirtmiştir … b)“Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde[129] tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlere memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır.” Bu hükümde -yukarıda belirttiğimiz- Tebligat Kanununun 16. maddesinde 4829 s. K. ile yapılan değişikliğe paralel olarak, daha önceki metinde yer alan “birlikte oturan ailesi efradından” ibaresi “aynı konutta oturan kişilere” şeklinde değiştirilerek bugünkü şeklini almıştır. Yüksek mahkeme “belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icra edenlere tebligat” (Teb. K. mad. 17; Teb. Tüz. mad. 23) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarında; -“Adreste muhatabın bulunmaması nedeniyle tebligatın, 7201 sayılı Kanunun 17. maddesinde sayılan ve tebliğ sırasında adreste hazır bulunan daimi işçisine yapılmak istendiğini, ancak adı geçenin imzadan ve tebellüğden imtina nedeniyle aynı Kanunun 20. maddesinde yapılan atıfla yine aynı Kanunun 21. maddesine göre tamamlandığından Tebligat Tüzüğü’nün 28.maddesinin uygulanması gerekmeyeceğini”[130] -“Örnek 7 numaralı ödeme emri tebligatı, Tebligat Kanunu’nun 17. maddesi ve Tebligat Tüzüğü’nün 23. maddesine aykırı yapılmış olmakla usulsüz olduğunu; tebligatın usulsüzlüğünün gecikmiş itiraz nedeni yapılamayacağını”[131] -“Ödeme emri tebligatı, “tebliğ sırasında muhatabın işyerinde bulunmadığı belirlenmeden işyerinde çalışan işçisine” şerhiyle tebliğ edilmiş olup, tebliğ mazbatasında, borçlunun işyerinde bulunup bulunmadığına dair bir açıklama yer almadığından yapılan tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[132] -“Satış ilanı tebligatı mazbatalarında, “birlikte sakin aynı adreste çalışan” imzasına evrakın tebliğ edildiği yazılmış ise de, borçluların adresleri farklı olmasına ve iki farklı adreste aynı kişinin bulunmasının mümkün olmamasına rağmen aynı kişiye tebligat yapıldığı ve borçlunun işyerinde bulunup bulunmadığına dair bir açıklama tebligat üzerinde bulunmadığından satış ilanı tebligatının usulsüz olduğu; tebliğ yapılan adresin konut olduğunun kabulü [128] Bknz: 12. HD. 30.6.1986 T. 1985-13595/7576 [129] Bknz: 12. HD. 28.12.2011 T. 31305/31135; 28.6.2011 T. 32557/13577; 10.5.2011 T. 10420/9197; 25.10.2011 T. 4018/20171 [130] Bknz: 12. HD. 24.12.2012 T. 22667/39631 [131] Bknz: 12. HD. 27.11.2012 T. 17718/34942 [132] Bknz: 12. HD. 13.09.2012 T. 7971/26369 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 185 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR halinde ise, tebliğ yapılan şahsın çalışan olduğunun belirtilmesi karşısında, Tebligat Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca da tebliğ işleminin usulüne uygun olmadığının kabulü gerekeceğini”[133] -“Tebligat yapılan yerin iş yeri olduğunun anlaşılmasına rağmen borçlunun iş yerinde bulunup bulunmadığına dair bir açıklamanın yer almaması nedeniyle tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[134] -“Şirkete yapılan satış ilanı tebligatı, işyeri adresine gönderildiği halde “Muhatabın o anda evde olmaması sebebiyle muhatap yerine, aynı konutta ve sürekli oturduğunu beyan eden görünüşüne göre 15 yaşını bitirmiş ve ehliyetli yeğeninin” imzasına tebliğ edilmişse de tebliğ yapılan yeğenin o yerde memur veya müstahdem sıfatı taşıdığı iddia ve ispat edilmiş olmadığından tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[135] -“Borçlu vekilinin şikâyetinde açıkça tebligat yapılan adresten taşınıldığını ve ödeme emrinin tebliğ edildiği kişinin, borçlunun çalışanı olmadığını ileri sürdüğüne göre, bu konudaki delillerin sorularak gerekli inceleme yapılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru olmadığını”[136] -“Borçlunun işyerinde ‘daimi işçisi…’ imzasına yapılan tebligatın Teb. K. 17. maddesine uygun olacağını”[137] -“Teb. Kanunu’nun 17. maddesi uyarınca tebligat yapılabilmesi için ‘işyerinin borçluya ait olması’ ve ‘tebligat yapılan kişinin de daimi memur veya müstahdem konumunda bulunması’ gerektiğini”[138] -“İşyerinde ‘birlikte çalışan’ kaydıyla yapılan tebligatın usulsüz olduğunu”[139] -“İşyerinde; borçlunun -daimi memur ve müstahdemleri- dışındaki -‘iş ortağına’ ‘arkadaşına’- kişilere yapılan tebligatın usulsüz sayılacağını”[140] -“İşyerinde, ‘muhatabın babasına’ yapılan tebligatın usulsüz sayılacağını”[141] -“İşyerinde ‘birlikte mesai arkadaşına’ yapılan tebligatın usulsüz olacağını”[142] -“Borçlunun işyerinde ‘birlikte oğluna’ kaydıyla yapılan tebligatın geçerli olmayacağını”[143] [133] Bknz: 12. HD. 27.09.2012 T. 14547/28295 [134] Bknz: 12. HD. 10.09.2012 T. 12266/25632 [135] Bknz: 12. HD. 30.05.2012 T. 3208/18365 [136] Bknz: 12. HD. 09.04.2012 T. 2011-25014/11415 [137] Bknz: 12. HD. 5.10.2010 T. 9675/22293; 4.5.2010 T. 29486/11017; 18.3.2003 T. 3141/5609 [138] Bknz: 12. HD. 27.12.2011 T. 30352/31360; 30.10.2003 T. 17019/21160; 21.10.2003 T. 16541/20531; 15.6.2000 T. 9121/9960; 16.9.1999 T. 9249/10196 [139] Bknz: 12. HD. 14.5.1997 T. 5108/5605; 14.10.1986 T. 1985-15444/10514 [140] Bknz: 12. HD. 23.12.1996 T. 15679/16073; 1.2.1994 T. 927/1206; 27.5.1986 T. 1985-12365/6319 [141] Bknz: 12. HD. 18.4.1994 T. 4277/4827; 11.11.1993 T. 13653/17701 [142] Bknz: 12. HD. 4.12.1990 T. 4752/12526 [143] Bknz: 12. HD. 25.4.1988 T. 8077/5476; 6.6.1984 T. 5138/7234 186 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“İşyerinde, yeğene yapılan tebligatın geçersiz olacağını”[144] -“İşyerinde, kardeşe yapılan tebligatın geçerli olmadığını”[145] belirtmiştir … c)Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde, tebligatın vekile yapılması gerekir. Vekil birden çok ise, bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi, asıl tebliğ tarihi sayılır. Asile yapılan tebligat geçerli olmaz… (Teb. K. mad. 11) 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı kanunun 4. maddesi ile 7201 sayılı Tebligat Kanunun 11. maddesine aşağıdaki fıkra, 2. fıkra olarak eklenmiştir. “Avukat tarafından takip edilen işlerde, avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar, resmî çalışma gün ve saatleri içinde yapılır.” Uygulamada çok önem taşıyan ve sık sık yanılgıya düşülen bu hususun gerek doktrinde ve gerekse içtihatlarda zaman zaman uyuşmazlık konusu olarak belirdiğini görüyoruz. Konuyu hukukumuzda düzenleyen hükümler, ‘…vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar.” şeklinde belirleyen HMK. mad. 73/I hükmü ile “vekile tebligatı” düzenleyen “vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine dair hükümleri saklı kalmak üzere, tebliğ, vekile yapılır. Vekil birden çoksa, tebliğin bunlardan birine yapılması yeterlidir. Birden çok vekile tebliğ yapılmışsa ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır” (Teb. K. mad. 11/I) şeklindeki hükümlerdir. Bu hükümler, doktrin ve Yargıtay tarafından, tamamen birbirine ters düşecek biçimde yorumlanmış ve ortaya çelişik görüşler çıkmıştır. “Tebligatın vekile yapılması” kuralı, icra takiplerinde; aa)Takibin başlangıcında ödeme ya da icra emrinin tebliğinde, bb)Borçluya ödeme ya da icra emrinin tebliğinden sonra (borçluyu temsilen borca ya da takibe itiraz için ya da mal beyanında bulunmak, taksitle ödeme teklifinde bulunmak ve bunun gibi amaçlarla takip dosyasına vekaletname koymuş olan vekile, sonraki işlemlerin tebliğinde) olmak üzere iki aşamada sözkonusu olur. Doktrin ve uygulamada varlığına değindiğimiz görüş ayrılıkları “takibin başlangıcı” aşamasındadır. [144] Bknz: 12. HD. 25.4.1988 T. 8077/5476 [145] Bknz: 12. HD. 21.9.1987 T. 5276/9096 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 187 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Konuya açıklık getirmek için yaptığımız bu ayrıma bağlı kalarak, şimdi iki aşamada vekile yapılacak tebligatı inceleyelim. aa)Takibin başlangıcı aşamasında, takibin ilamlı ya da ilamsız olmasına göre, borçlu vekilinin İCRA EMRİ ya da ÖDEME EMRİ’nin tebliğ edilip edilemeyeceği ya da bunların vekile tebliğinin zorunlu olup olmadığı sorunu karşımıza çıkar; aaa)İcra emrinin vekile tebliği konusu: İlamlı takiplerde, İCRA EMRİnin, ilamda adı yazılı olan vekile mi yoksa asile mi tebliği gerekir? Yoksa hem asile ve hem de vekile mi tebligat yapılması gerekir? Bu konuda üç görüş ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre; [146] tebligatın vekile değil asile (borçluya) yapılması gerekir.[147] Yargıtay içtihatlarında dile getirilen diğer bir görüşe göre;[148] icra emrinin asile değil, vekile tebliğ edilmesi gerekir.[149] Üçüncü bir görüşe göre[150] [151] ise; icra emri borçluya veya vekiline tebliğ edilebilir… Yargıtay’ımızın bu konudaki içtihatları şöyle bir seyir izlemiştir: a-Çok önceleri[152] “vekilin icra takibinde de borçlu müvekkilini temsil etmesinin kesin ve zorunlu bulunmadığını müvekkilin bu takibi bizzat kendisinin takip edebileceği ya da başka birisini vekil tayin edebileceği” gerekçesiyle, icra emrinin vekile değil, doğrudan doğruya ilgiliye (borçluya) tebliğ edilmesi gerektiğini belirtmişti… b-Daha sonraları ise [153] “vekaletten istifa ettiğini iddia ve isbat etmemiş olan vekile yapılan tebliğin de -borçluya yapılan tebliğ gibi- geçerli olacağını” belirtmiştir. [146] Bknz: BELGESAY, M. R. İcra ve İflas Kanunu Şerh, s: 66 [147] Bu görüşün eleştirisi için bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:486 vd. – AKCAN, R. İcra Emrinin Vekile Tebliği (Prof. Dr. Ömer Teoman’a 55. Yaşgünü Armağanı, s:865 vd.) – POSTACIOĞLU, İ. İcra Emrinin Vekile Tebliği (İHFM. 1948, S:1-2, s:399 vd.) [148] Bknz: HGK. 2.7.2003 T. 12-442/445; 12. HD. 3.6.2003 T. 10127/12960; 8.5.2003 T. 7421/10453; 24.3.2003 T. 3681/6108; 24.3.2003 T. 3673/6132; 30.4.2001 T. 6022/7373; 5.6.2000 T. 8712/9281 vb. [149] Bu görüşün eleştirisi için bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:488 vd. – AKCAN, R. agm. s:870 vd [150] YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:488 vd. – KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C:1, s:126 – KURU, B. Hukuk Muhakemeleri Usulü, C:6, s:1279 vd.; C:5, s:5542 – KURU, B. / ARSLAN, R. / YILMAZ, E. İcra ve İflas Hukuku (Ders Kitabı), s:91 – AKCAN, R. İcra Emrinin Vekile Tebliği, s.874 – AKCAN, R. İcra İşlerinde Tebligat, s:80 – MOROĞLU, E. / MUŞUL, T. age. s:65 vd. – RUHİ, A. C. Tebligat Hukuku, s:80 – POSTACIOĞLU, İ. İcra Emrinin Vekile Tebliği “İçtihat Tahlili” (İHFM. 1948, C:XIV, S:1-2, s:401) – UYAR, T. İcra Hukukunda İlamlı Takipler, s:142 [151] Karş: MUŞUL, T. İcra Hukuku, s:189 vd [152] Bknz: İİD. 2.12.1932 T. (Naklen; AYTEMİZ, A. Takip Hukuku İle Alakalı Temyiz Karar ve İçtihatları, s:82) [153] Bknz: İİD. 9.2.1939 T. – İİD. 29.4.1946 T. 1443/1938 (Bu kararlar ve bunların eleştirisi için bknz: POSTACIOĞLU, İ. ag. İçtihat Tahlili, s:396 vd.) 188 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR c-Yüksek mahkeme bilimsel içtihatlara da uygun düşen bu içtihadını son zamanlarda terk ederek; “icra emrinin mutlaka ilamda adı yazılı olan vekile tebliği gerektiğini, asile yapılan tebliğin geçersiz olduğunu” belirtmeye başlamıştır. Yargıtay’ın, hatalı olan bu görüşünü yansıtan kararlarında genellikle; HUMK. 62-68 (şimdi; HMK. mad. 73-83), , Teb. K. 11 ve Avukatlık Kanununun 41. maddelerine yollama yapılmaktadır.[154] 12. Hukuk Dairesinin bu son görüşünü yansıtan -eski tarihli- kimi kararlarının “karşı oyu” içerdiğini ve bu nedenle oyçokluğuyla alındığını görüyoruz. Bu karşı oy yazılarında “… İİK. mad. 24 ve sonraki maddelere göre açılmış icra takiplerinde icra emrinin ana ilke olarak borçluya tebliği gerektiği, İİK. mad. 76 ve 337’ye göre borçlunun mal beyanında bulunmamasından dolayı cezalandırılabilmesi için borçlunun şahsına tebligatın zorunlu olduğu HUMK. mad. 68 (şimdi; HMK. mad. 81) ve Av. Kanunu mad. 41’in ve Teb. K. mad. 11’in olayla bir ilgisi bulunmadığı, icra takibinde vekile yapılan tebligatın geçerli olabilmesi için onun vekil sıfatıyla takibe katıldığının anlaşılması gerektiği belirtilerek,[155] “icra emrinin borçlu asile tebliğ edilmesi ve vekile yapılacak tebligatın hükümsüz olacağı” savunulmuştur. Kanımızca; gerek “icra emrinin vekile tebliğini isteyen ve asile yapılacak tebligatı geçersiz sayan” 12. Hukuk Dairesinin -bugün için süreklik gösterengörüşü ve gerekse bu kararların karşı oy yazılarında belirtilen “icra emrinin asıl borçluya tebliği gerektiği ve ilamda adı yazılı vekiline yapılacak tebligatın geçersizliği”ne ilişkin görüş hatalıdır. Gerçekten; olaya ışık tutan hükümlerden HMK. mad. 73/I gereğince, bir davada müvekkilini temsil etmiş olan vekilin yetkisi, o dava sonunda verilmiş olan hükmün icrasını da kapsadığından ve davayı kaybeden tarafın vekilinin yetkisi, o taraf aleyhine yapılacak takipte de -HMK. 73/1 uyarınca ise “... vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar.” şeklindeki son cümlesi uyarıncasürdüğünden, icra emrinin, ilamda adı yazılı vekile de gönderilmesi gerekir. İİK. mad. 76, 337 gereğince borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun şahsına tebliği gerekirse de, bundan vazgeçen ve HMK. mad. 73’ün kendisine verdiği haktan yararlanmak isteyen kimse, borçlunun ilamda yazılı olan vekiline de icra emri gönderebilir. HMK. mad. 73, alacaklı tarafa, borçlu vekiline icra emri tebliğ ettirebilme hakkını verirse de, bu hüküm, icra emrinin borçlunun kendisine gönderilmesine engel olmaz. Çünkü, İİK. mad. 24 ve [154] Bknz: HGK. 2.7.2003 T. 12-442/445; 12. HD. 3.6.2003 T. 10127/12960; 8.5.2003 T. 7421/10453; 24.3.2003 T. 3681/6108; 24.3.2003 T. 3673/6132; 30.4.2001 T. 6022/7373; 5.6.2000 T. 8712/9281 vb. [155] Bknz: 12. HD. 5.12.1989 T. 5932/15029; 6.6.1988 T. 10218/1296; 29.12.1987 T. 421/13896; 2.6.1987 T. 10901/7098; 30.12.1986 T. 4070/15430; 13.3.1986 T. 9276/2763 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 189 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR sonraki maddeler gereğince, icra emrinin borçluya tebliği gerektiği gibi, İİK. mad. 76, 337’nin uygulanabilmesi için, icra emrinin borçluya tebliği gerekir. Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan şu sonuca varıyoruz ki, gerek HMK. mad. 73 gerek İİK. mad. 24 vd. 76 ve 337 gereğince alacaklı dilerse “borçlunun ilamda adı yazılı olan vekiline, dilerse doğrudan doğruya borçlunun şahsına” İCRA EMRİ tebliğ ettirebilir. bbb)Ödeme emrinin vekile tebliği: İlamsız takiplerde ödeme emri, borçlunun genel vekiline -ancak vekil tebligatı kabul ederse- tebliğ edilebilir. Çünkü genel vekilin her dava ve takipte müvekkilini temsil etme zorunluluğu yoktur.[156] bb)Takip dosyasında vekaleti bulunan vekile, o takiple ilgili tüm teligatların yapılması gerektiği Teb. Kanunu mad. 11/I’de açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle, yürütülen takiple ilgili tüm tebligatların, borçlu adına -beyanda bulunurken, imzaya, borca, takibe itiraz dilekçesi verirken vekaletnamesini dosyaya koymuş bulunan- vekiline yapılması, örneğin; 103 davetiyesinin, satış ilanının duruşma davetiyesinin borçlu yerine vekiline gönderilmesi gerekir.[157] Görüldüğü gibi Tebligat Kanunu mad. 11/I ancak, yürütülen takipte, vekilin “vekil sıfatıyla” takibe katıldığı durumlar için öngörülmüştür. Birden fazla vekilin bulunması halinde, vekillerin hepsine ayrı ayrı tebligat gerekmez. Bunlardan birisine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer hepsine tebligat yapılmışsa, yapılan tebligatlardan ilki, sürenin başlangıcına esas alınır. [158] Vekil, vekaletten istifa etmiş ya da müvekkili tarafından azledilmişse bu husus dava tutanağına kayıt ya da tebliğ ettirilmek suretiyle karşı tarafa bildirilmedikçe, istifa veya azil o taraf hakkında geçerli olmaz (HMK. mad. 81). Bu nedenle, vekilin tebligatı, “vekaletten istifa ettiği ya da azledildiği” gerekçesiyle almaması ya da aldıktan hemen sonra iade etmesi geçerli olmaz. Vekil ancak kendisine yapılmak istenen tebligattan önce, azil ya da istifa durumunu karşı tarafa bildirmişse tebligatı almaktan kaçınabilir. Aksi takdirde, müvekkili hakkında tebligatı almak zorundadır. [159] Ayrıca şu hususu da belirtelim ki, vekile yapılan tebligatın geçerli olması için, onun vekil sıfatıyla icra takibine katılmış olması gerekir. Örneğin; vekilin alacaklı adına takip talebini imzalamış veya borçlu adına ödeme emrine itiraz etmiş olması hallerinde, tebligat -alacaklı ya da borçluya değil- vekiline yapılır.[160] [156] KURU, B. age. C:1, s:125 – POSTACIOĞLU, İ. age. s:90 vd. – POSTACIOĞLU, İ. ag. İçtihat Tahlili, s:401 – BERKİN, N. İcra Hukuku, s:40 – BERKİN, N. Rehber, s:119 [157] Bknz: 12. HD. 21.12.2011 T. 13085/29896; 24.11.2011 T. 6359/23950; 7.3.2011 T. 19907/2713; 15.11.2011 T. 7342/21983; 12.2.2004 T. 25121/2460 8.5.2003 T. 7421/10453; 24.3.2003 T. 3673/6132 [158] Bknz: 2. HD. 9.3.1978 T. 1962/6833 [159] Bknz: 13. HD. 27.1.1977 T. 226/643; HGK. 12.6.1963 T. 2-20/49 (YELEKÇİ, M. / YELEKÇİ, İ. age. s:25) [160] Bknz: KURU, B. / ARSLAN, R. / YILMAZ, E. İcra ve İflas Hukuku (Ders Kitabı, s:91) 190 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Yüksek mahkeme,“vekile ve kanuni mümessile tebligat” (Teb. K. mad. 11, Teb. Tüz. mad. 15, 16; Teb. Yön. mad. 18,19) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarda; -“Borçlu vekilince şikayet dilekçesinde Tebligat Kanunun 11. maddesi gereğince tebligatların vekil olarak kendisine yapılmadığı yönünde ve satış ilanının satış kararına aykırı olarak mahalli gazetede ilan edildiğine ilişkin bir şikayeti bulunmadığına göre mahkemece resen gözetilemeyecek bu hususlara dayalı olarak ihalenin feshine karar verilemeyeceğini”[161] -“Borçlu, vekili aracılığıyla kıymet takdiri raporuna itiraz ettiğinden satış ilanının kıymet takdirine itiraz eden vekile tebliği gerekeceğini”[162] -“El atmanın önlenmesi davasında verilen ilamdaki vekalet ücreti ve yargılama gideri alacağına ilişkin ilama dayalı takipte, icra emrinin, borçlunun kendisini vekille temsil ettirdiği ilam kapsamından açıkça belli olmasına rağmen vekil yerine asile gönderildiğinden; 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11, Avukatlık Kanunu’nun 41 ve HMK.nun 73, 81, 82 ve 83. maddelerine aykırı olarak yapılan icra emri tebliğ işleminin iptaline karar verilmesi gerekeceğini”[163] -“HUMK.nun 62, Tebligat Kanunu 11 ve Avukatlık Kanunu 41. maddeleri gereğince vekille takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağını”[164] -“Alacaklı vekilinin vekâletnamesini takip dosyasına sunarak itiraza konu icra takibini başlattığı, borçlunun icra mahkemesine sunduğu itiraz dilekçesinde davalı olarak alacaklının ve vekilinin gösterilmesine rağmen mahkemece tebligatın asile yapılarak taraf teşkilinin sağlanmaya çalışıldığı ve bu haliyle alacaklı tarafın savunma hakkının kısıtlandığını”[165] -“Satış dosyasında aynı taşınmaza ilişkin olarak daha önce ihalenin feshi ilamında, borçlunun vekil ile temsil edildiği belli olduğuna göre, satış dosyasında ayrıca vekaletname bulunmasının zorunlu olmadığını”[166] -“İcra Hukuk Mahkemesi’nde takdiri kıymete itiraz etmiş olan avukatın icra dosyasına ayrıca vekaletname ibraz etmesine gerek olmadığını”[167] -“Gayrimenkul satış ilanının dava dilekçesinde adı geçen vekil yerine takipte borçlu vekili olmayan aynı isimdeki diğer avukatın adresine isim benzerliği nedeniyle gönderildiği ve tebliğ edildiği anlaşıldığından, borçlu vekiline satış ilanının tebliğ edilmemesinin başlı başına ihalenin feshi sebebi olacağını”[168] [161] Bknz: 12. HD. 27.09.2012 T. 14766/28254 [162] Bknz: 12. HD. 11.09.2012 T. 10438/26014 [163] Bknz: 12. HD. 30.05.2012 T. 628/18397 [164] Bknz: 12. HD. 08.05.2012 T. 2011-30731/15698 [165] Bknz: 12. HD. 27.04.2012 T. 2011-26173/14231 [166] Bknz: 12. HD. 09.04.2012 T. 2011-29817/11460 [167] Bknz: 12. HD. 27.03.2012 T. 6789/9671 [168] Bknz: 12. HD. 16.01.2012 T. 2011-13986/423 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 191 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“İcra emrinin vekil yerine asile tebliğ edilmiş olmasına rağmen, vekil tarafından süresinde “borca itiraz” başvurusu yapılması halinde, icra mahkemesince “icra emrinin iptaline” karar verilemeyeceğini”[169] -“7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun11., Avukatlık Kanunu’nun 41. ve HUMK’nun 62-68. maddeleri gereğince vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılmasının zorunlu olduğunu” [170] -“Takip konusu nafaka ilamında vekil olduğu belli olan ancak ilama dayalı takipte (icra dosyasında) vekaletnamesi bulunmayan vekil yerine asile icra emri gönderilmesinin Teb. K. 11, Av. K. 171, HMK. 73 hükümlerine aykırı olacağını”[171] -“‘İcra emri’nin vekili bulunan ‘borçlu’ya değil, vekiline gönderilmesi gerekeceğini”[172] -“Her türlü adli evrakın -icra emri, ödeme emri, 103 teskeresi, satış ilanı, merci kararı, duruşma tebligatı, şikayet dilekçesi vb. gibi- takip dosyasında kendisini bir vekille temsil ettiren tarafa değil, vekiline tebliği gerekeceğini”[173] -“ İcra emrinin ‘vekil’ yerine ‘asil’e tebliğ edilmiş olmasına rağmen, vekil tarafından süresinde icra mahkemesine borca itiraz sebeplerinin bildirilmiş olması halinde, ‘icra emrinin vekile tebliğ edilmemiş olması’ nedeniyle, ‘icra emrinin iptaline’ karar verilemeyeceğini”[174] -“Şikayetçi (borçlu) vekilinin, icra mahkemesine başvurusunda -esasla ilgili itirazları ileri sürmeden- sadece ‘asile çıkarılan icra (ödeme) emrinin iptalini’ istemiş olması halinde, icra mahkemesince istem doğrultusunda karar verilmesi gerekeceğini”[175] -“İhalenin feshinden sonra, icra dosyasından tüm tebligatların borçlu yerine vekiline yapılması gerekeceğini, tebligatların buna rağmen borçlu–asile yapılmasının, yapılan yeni ihalenin de feshini gerektireceğini”[176] -“Takip talebinde ‘borçlu’ olarak Dışişleri Bakanlığının gösterilmiş olması halinde, tebligatın bu Bakanlığa -evrak memuruna- yapılması gerekeceğini”[177] -“İcra emrinin ilamda adı yazılı olan vekil yerine asile tebliğ edilmesi halinde -usulsüz tebligat- sözkonusu olmadığından, Teb. K. mad. 32 hükmünün [169] Bknz: 12. HD. 16.01.2012 T. 2011-13815/156 [170] Bknz: 12. HD. 04.04.2011 T. 7032/5394; 10.04.2012 T. 2752/11717; 24.09.2012 T. 10416/27656; 15.01.2013 T. 2012-24390/494; 13.09.2012 T. 11422/26197 [171] Bknz: HGK. 2.7.2003 T. 12-442/445 [172] Bknz: 12. HD. 3.6.2003 T. 10127/12960; 24.3.2003 T. 3681/6108; 9.9.1999 T. 8526/9798 vb. [173] Bknz: 12. HD. 8.5.2003 T. 7421/10453; 24.3.2003 T. 3673/6132; 30.4.2001 T. 6022/7373 vb. [174] Bknz: 12. HD. 3.11.2003 T. 17728/21518; 28.3.2003 T. 3702/6633; 1.11.2000 T. 15251/16358 vb. [175] Bknz: 12. HD. 7.12.2000 T. 19006/19332 [176] Bknz: 12. HD. 28.2.2011 T. 1870/2016; 13.10.2000 T. 13733/15095 [177] Bknz: 12. HD. 28.6.1999 T. 8150/8804 192 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR uygulanmayacağı, borçlunun (vekilinin) ‘icra emrinin iptalini’ istemekle yetinebileceğini – Şikayetle ile birlikte borcun esasına yönelik itirazların da bildirilmesi zorunluluğu bulunmadığını”[178] -“İlamda ‘davalının/davacının vekille temsil edildiği’nin açıkça yazılı olması halinde, ayrıca takip dosyasına vekaletname sunulmasına gerek bulunmadığını”[179] -“Ödeme emrinin borçlunun kendisine veya -dosyada vekaleti bulunan- avukatına gönderilmesi gerekeceğini, avukat olmayan kişiye borçlu adına ödeme emri gönderilemeyeceğini”[180] -“İcra mahkemesince ‘ödeme emrinin iptaline’ karar verilmesinden sonra çıkarılacak yeni ödeme emrinin, vekili bulunan borçlunun kendisine değil, vekiline gönderilmesi gerekeceğini”[181] -“ ‘İflas yolu ile’ yapılan takibin, ‘kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile’ takibe çevrilmesi halinde, ödeme emrinin, takipte vekille temsil edilen borçlunun vekiline gönderilmesi gerekeceğini”[182] -“Hacir altına alınmış olan borçlu hakkında da takip yapılabileceğini, ancak bu durumda tebliğlerin vasisine yapılması gerekeceğini” [183] belirtmiştir … d)Ödeme ve icra emirleri, temsil ettikleri kurumun işlemlerine ilişkin olması koşulu ile “ticari temsilciler”e (TBK. mad. 547) [184] de geçerli bir şekilde tebliğ edilebilir. e)İflas halinde tebligat, iflas masası memuruna (iflas idare memuruna), resmi tasfiyede ise tasfiye memuruna yapılır. f )Taksim edilmemiş tereke hakkında tebligat, terekeye temsilci atanmış ise ona, atanmamışsa, mirasçılara yapılır. g)“Askeri şahıslar”a tebligatın nasıl yapılacağı Teb. K. mad. 14’de “Astsubaylar hariç olmak üzere erata yapılacak tebliğler, kıta kumandanı ve müessese amiri gibi en yakın üste yapılır. Yukarıki fıkrada yazılı olanların haricindeki yazılı şahıslara birlik veya müessesede tebligat yapılması icabeden ahvalde, tebliğin yapılmasını nöbetçi amiri veya subayı temin eder. Bunlar tarafından muhatabın derhal bulundurulması veya tebliğin temini mümkün olmazsa tebliğ kendilerine yapılır” şeklinde belirtilmiştir (Bu konuda ayrıca bknz: Teb. Tüz. mad. 19 ve 20)[185]. [178] Bknz: 12. HD. 1.10.1997 T. 9262/9798; 19.2.1997 T. 1155/1516; 16.10.1992 T. 5084/12002 [179] Bknz: 12. HD. 3.4.1997 T. 3812/4181 [180] Bknz: 12. HD. 25.1.1988 T. 1987–2802/421; 23.3.1987 T. 1986-8222/3937 [181] Bknz: 12. HD. 16.2.1987 T. 1986-6646/1945; 18.2.1981 T. 140/1549 [182] Bknz: 12. HD. 23.9.1986 T. 10294/9468 [183] Bknz: İİD. 3.4.1970 T. 3607/3630 [184] BERKİN, N. Rehber, s:120 [185] Ayrıntılı bilgi için bknz: AYDINALP, S. Asker Kişilere Tebligat Yapılması (Tür. Not. Bir. Huk. D. 1994/82, s:29 vd.) 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 193 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Sefer halinde ise tebligatın “Sefer halinde olan birlik veya müesseseye mensup askeri şahıslara tebligat, bağlı bulundukları Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kumandanlıkları vasıtasıyla yapılır” şeklinde yapılacağı Teb. K. mad. 15’de (ve Teb. Tüz. mad. 21’de) düzenlenmiştir… h)“Otel, hastane, fabrika ve mektep gibi yerlerde” tebligatın “tebliğ yapılacak şahıs otel, hastane, tedavi, istirahat evi, fabrika, mektep, talebe yurdu gibi içine serbestçe girilemeyen veya arananın kolayca bulunması mümkün olmayan bir yerde bulunuyorsa, tebliğin yapılmasını o yeri idare eden veya muhatabın bulunduğu kısmın amiri temin eder. Bunlar tarafından muhatabın derhal buldurulması veya tebliğin temini mümkün olmazsa, tebliğ kendilerine yapılır” şeklinde yapılacağı, Teb. K. mad. 18’de düzenlenmiştir (Bu konuda ayrıca bknz: Teb. Tüz. mad. 24; Teb. Yön. mad. 27). Yüksek mahkeme, “otel, hastahane, fabrika ve mektep gibi yerlerde tebligat” (Teb. K. mad. 18; Teb. Tüz. mad. 24; Teb. Yön. mad. 27) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarda; -“Otel adresinde, muhatap adına -tebligat sırasında muhatabın otelde bulunup bulunmadığı, kendisine tebligat yapılan kişinin o yeri idare eden veya orasının amiri olup olmadığı belirtilmeden- resepsiyon görevlisine yapılan tebligatın Tebligat Kanununun 18. maddesine aykırı olacağını” [186] -“İncirlik Hava Üssü Benzin İkmal Kısmı’nda sivil işçi olarak çalışan muhataba tebligatın yapılmasını, bu yeri idare eden veya muhatabın çalıştığı kısmın amirinin sağlayacağını”[187] -“Fabrikada tebliğin yapılmasını o yeri idare eden veya muhatabın bulunduğu kısmın amirinin sağlayacağı, doğrudan doğruya ‘fabrika sekreteri’ne tebligat yapılamayacağını”[188] -“Hastahanede tebligatın yapılmasını, o yeri idare eden veya muhatabın bulunduğu kısmın amirinin sağlayacağını, doğrudan doğruya ‘birlikte nöbetçi hemşire’ imzasına tebligat yapılamayacağını”[189] -“Otel niteliğindeki işyerinde bulunan borçluya tebligatın yapılmasını orasını idare eden veya orasının amirinin sağlayacağını, bu nedenle ‘…birlikte sakin…’ imzasına yapılan tebligatın geçerli olmayacağını”[190] -“Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğretim üyesi olan borçlu adına çıkarılan tebligatın ‘evrak memuru.. imzasına’ şeklinde yapılmasının, Tebligat Kanununun 18. maddesine aykırı olacağını”[191] [186] Bknz: 12. HD. 26.5.2003 T. 9089/12031 [187] Bknz: 12. HD. 6.6.2002 T. 10747/12097 [188] Bknz: 12. HD. 9.12.1999 T. 15868/16057 [189] Bknz: 12. HD. 26.11.1999 T. 14176/15130 [190] Bknz: 12. HD. 18.3.1999 T. 2774/3516 [191] Bknz: 12. HD. 6.10.1997 T. 9364/10110 194 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Öğretmen olan muhatab adına çıkarılan tebligatın yapılmasını o yeri idare eden veya muhatabın bulunduğu kısmın amirinin sağlayacağını, ‘birlikte sakin öğretmen … imzasına’ şeklinde yapılan tebligatın geçerli olmayacağını”[192] -“Tebligat Kanununun 18. maddesine göre tebligatın yapılabilmesi için, muhatabın tebliğ tarihinde o adreste çalışıyor olması gerektiğini, ‘geçici işçi’ konumundaki muhataba bu maddeye göre tebligat yapılamayacağını”[193] -“Hastahane, mektep, talebe yurdu gibi yerlerde, ‘evrak memuru’na yapılan tebligatın usulsüz sayılacağını”[194] belirtmiştir … ı)“Tutuklu ve mahkumlar”a tebligatın, bunların bulunduğu müessese müdürü veya memuru vasıtasıyla yapılacağı -Teb. K. mad. 19 ve Teb. Tüz. mad. 25 ve Teb. Yön. mad. 28’de- öngörülmüştür. j)“Muhatabın geçici olarak başka yere gitmesi” halinde[195] tebligatın nasıl yapılacağı Teb. K. mad. 20’de “13, 14, 16, 17 ve 18’inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar.[196] Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakını kabulden çekinme halinde tebligat, 21. maddeye göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18’inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır” şeklinde belirtilmiştir.[197] (Bu konuda ayrıca bknz: Teb. Tüz. mad. 26; Teb. Yön. mad. 29). Hemen belirtelim ki, bu hüküm 19.3.2003 Tarih ve 4829 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda bu şekli almıştır. Maddede yapılan değişiklik gerekçe’de “maddeyle ‘hüviyeti’ kelimesi ‘adı ve soyadı’ şeklinde değiştirilerek … kendisine tebliğ yapılacak kimsenin, muvakkatten başka bir yere gitmesi durumunda [192] Bknz: 12. HD. 8.7.1997 T. 7925/8209 [193] Bknz: 12. HD. 20.11.1996 T. 14177/14621 [194] Bknz: 12. HD. 11.11.1993 T. 13372/17636 [195]“Geçici olarak başka yere gitmek”ten maksat, “muhatabın il, ilçe veya köy dışında bulunup, o gün dağıtım saatinden sonra eve dönmeyecek olması” durumudur. “Dağıtım saatinde evde olmama” ‘geçici olarak başka yere gittiği’ şeklinde değerlendirelemez. (RUHİ, A. C. age. S:109) [196] Bknz: 12. HD. 24.6.2010 T. 4855/16462; 1.2.2007 T. 24009/1562; 11.9.2000 T. 11388/12467 [197] Ayrıntılı bilgi için bknz: YILMAZ, E. Adresinden Geçici Olarak Ayrılanlara Tebligat Kanununa Göre Tebligat Yapılması (Mali Huk. 1986/3, s:13 vd.) 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 195 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR tebliğin, ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılacağı ilkesi getirilerek, bu durumdan kaynaklanan hak kayıplarının önlenmesi amaçlanmıştır” şeklinde ifade edilmiştir. Yüksek mahkeme; -“Muhatabın adreste bulunmaması halinde, bunun nedeninin araştırılması ve tevziat saatinden sonra adrese dönüp dönmeyeceğinin tespit edilmesi, gerçek kişiler yönünden zorunlu olup, hükmi şahısların sıfatı ve niteliği itibari ile böyle bir araştırmanın yapılmamış olmasının, tebligatın usulsüzlüğü sonucunu doğurmayacağını”[198] -“Muhatabın tevziat saatinden sonra adrese dönüp dönmeyeceği tespit edilmeden yapılan tebligat işleminin geçersiz olacağını”[199] -“Tebliğ işlemi, isim ve imzadan imtina eden komşusunun şifahi beyanına göre, muhatap tevziat saatlerinde bulunmayıp iş takibinde olduğundan bahisle yapılmış ise de, borçlunun iş takibinde olduğunun kimden soruşturularak tespit edildiği ve bu kişinin açık kimliğinin ne olduğu tebliğ mazbatasında açıklanmadığından, tebliğ memurunun gerçekten muhatabın adresine gittiği ve fakat bulamadığı belgelenmemiş, yapılan işlem tebliğ memurunun soyut beyanından ibaret kalmış olduğundan borçlu vekilinin adresine çıkarılan ödeme emrinin usulüne uygun şekilde tebliğ edilmiş olduğunun kabulüne olanak olmadığını”[200] -“Şikayetçi borçluya yapılan satış ilanı tebliğ belgesinde, tebliğ memurunun, muhatabın gösterilen adreste geçici ve kısa süreli bulunmama sebebini tespit ettiği, ancak, beyanına göre tespit yaptığı kişinin isim ve imzadan imtina ettiği şerhi ile tebligatı yaptığı anlaşıldığından ve beyanı alınan kişinin ismi tespit edilmediğinden, satış ilanı tebliğinin usulüne uygun olmadığını”[201] -“Borçlu şirkete çıkarılan ödeme emri tebliğ şerhinde adresin geçici olarak kapalı olduğu ve şirketin yetkilisinin çarşıya gittiği açıkça belirtildiğinden, bu durumda çalışanları veya müstahdemlerinden birisine tebligat yapılmasının da mümkün olmadığını”[202] -“Borçluya dava dilekçesinin tebliğine dair belgenin incelenmesinde; tebliğ memuru tarafından, muhatabın, Tüzüğün 26. maddesine göre geçici olarak başka yerde bulunup bulunmadığı Tüzüğün 22. maddesinde belirtilen kişilerden sorulup tespit edilmeden tebliğ işlemi yapıldığından usulsüz olacağını”[203] [198] Bknz: 12. HD. 18.06.2012 T. 4777/21017 [199] Bknz: 12. HD. 29.05.2012 T. 11102/18192 [200] Bknz: 12. HD. 10.05.2012 T. 309/16304 [201] Bknz: 12. HD. 18.04.2012 T. 2011-31120/13002 [202] Bknz: 12. HD. 02.04.2012 T. 2011-25980/10424 [203] Bknz: 12. HD. 27.02.2012 T. 2011-20252/5823 196 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebliğ şerhinde, muhatabın işe gittiğinin kim tarafından beyan edildiği anlaşılamadığından ve haber verilen komşunun imzası veya imzadan imtina ettiği tebligat tutanağına yazılmadığından yapılan tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[204] -“Şikayetçi borçluya yapılan ödeme emri tebliğ belgesinin incelenmesinde, muhatabın nerede olduğunun bilinmediği yönünde komşusunun beyanının mevcut olduğu ancak tebliğ memuru tarafından beyanı yapanın imzasının alınmadığı veya imzadan çekinmiş ise, bu husus şerh edilmediğinden tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[205] belirtmiştir… k)Borçlu, kendisine yasal temsilci atanması gereken kimselerden (MK. mad. 404, 407, 426) ise, tebligat kendisine yapılmayıp, yasal temsilcisine yapılacağından (Teb. K. 11/II, Teb. Tüz. mad. 16) eğer henüz yasal temsilci atanmamışsa, icra memuru kısa zamanda temsilci atanmasını ait olduğu makamdan -sulh hukuk mahkemesinden- (MK. mad. 411, 419) ister (İİK. mad. 57/I)[206] “Tebligatın yasal temsilciye yapılması” kuralına uyulmaması, tebligatın şikayet yoluyla iptaline yol açar. Doktrinde[207] buradaki şikayetin süresiz olduğu ileri sürülmektedir. Şikayetin “yasal temsilci” tarafından yapılması gerekir.[208] MK. mad. 453’e göre de, vesayet altındaki kimseler ancak vesayet makamı olan sulh mahkemesinin izniyle “bir meslek ya da sanatla” meşgul olabilirler. Bu maddeye göre, gerekli izni almış olanların “meslek ve sanatlarına ilişkin faaliyetlerinden doğan borçlar için yapılan takiplerde” tebligatın kendilerine yapılması gerekir (İİK. mad. 57/II). Takip konusu borcun MK. mad. 453 gereğince, gerekli izni almış olan kişinin “meslek ya da sanatıyla ilgili olup olmadığı” konusunda uyuşmazlık çıkarsa, daha doğrusu, borçlu, takip konusu borcun “gerekli izni aldığı meslek ya da sanatıyla ilgili olmadığını” ileri sürerse, bunun şikayet yoluyla değil, itiraz yoluyla bildirilmesi gerekir.[209] Takip ilama dayanıyorsa, borcun sebebi ilamda belirtilmiş olacağından, kanımızca, borçlu bunun aksini, takip aşamasında ileri süremez. İlamsız takiplerde ise, durum farklı olur: aa-Borçlu, “kambiyo senedi”ne dayanarak takip ediliyorsa, borçlunun, takip konusu borcun yapmaya izinli kılındığı meslek ya da sanat ile ilgili olmayan bir ilişkiden doğduğunu -ve [204] Bknz: 12. HD. 19.01.2012 T. 2011-14105/780 [205] Bknz: 12. HD. 17.01.2012 T. 2011-14360/539 [206]“Yasal temsilciye tebligat” konusunda ayrıntılı açıklama için bknz: RUHİ, A. C. age. s:85 vd. [207] Bknz: POSTACIOĞLU, İ. age. s:112 – JAEGER, M. 47/4, s:16 (Naklen POSTACIOĞLI, İ. age. s:112) [208] Farklı görüş için bknz: POSTACIOĞLU, İ. age. s:62 (Sayın Hocamız, “yasal temsilcisi” yanında, ‘ehliyetsiz kimseye de’ şikayet hakkının tanınması görüşündedir) [209] Bknz: POSTACIOĞLU, İ. age. s:112 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 197 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR dolayısıyla yapılan takibe taraf olamayacağını- İİK. mad. 168/5, 169 uyarınca icra mahkemesine başvurarak ileri sürmesi gerekir. bb-Borçlu hakkında, kambiyo senedine dayanılmaksızın takip yapılmış ve kendisine Örnek 49 ödeme emri gönderilmişse, borçlu “borçlu olmadığını -daha doğrusu kendisinin bu takibe taraf olmayacağını, takibin temsilcisine yöneltilmesi gerektiğini- icra dairesine, itiraz süresi içinde bildirmelidir. Böylece duran takibin devamı için, alacaklının “takip konusu borcun, borçlunun yapmaya izinli kılındığı meslek ya da sanat ile ilgili faaliyetinden doğduğunu” ‘itirazın kaldırılması’ talebiyle birlikte icra mahkemesinde ileri sürmesi gerekecektir. l)Muhatap yerine kendisine tebligat yapılacak kişinin yaş ve ehliyeti konusunda, Teb. K. mad. 22’de “muhatap yerine kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görünüşüne nazaran 18 yaşından aşağı olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz bulunmaması” lazımdır. Teb. Tüz. mad. 32’de de “…akıl hastalığı, akıl zayıflığı veya diğer bir hastalık, sağırlık, körlük ve dilsizlik gibi sebeplerden biri ile kendisiyle anlaşma imkanı olmayan kimse ehliyetsiz sayılır… Muhatap namına kendisine tebligat yapılacak olan, görünüşüne göre 18 yaşından aşağı ve bariz bir surette ehliyetsiz olup ve o adreste muhatap yerine tebligat yapılacak başka bir kimse bulunmazsa, 28 ve 30’uncu maddeler hükümlerine göre muamele yapılır” denilmiştir. “Yaş” konusunda Teb. K. mad. 22’de yer alan “15 yaşından aşağı olmama” koşulu 19.3.2003 Tarih ve 4829 sayılı Kanun ile “18 yaşından aşağı olmama” şeklinde değiştirilmiştir. Yüksek mahkeme; -“Posta görevlisince muhatap yerine kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görünüşüne nazaran on sekiz yaşından aşağı olmadığı ve ehliyetli olduğu hususu tebligat mazbatasına şerh düşülmediğinden tebligatın usulsüz olduğunu”[210] belirtmiştir… m)“Tüzel kişilere ve ticarethanelere tebligat” konusu, Teb. K. mad. 12’de (ve Teb. Tüz. mad. 17 ve Teb. Yön. mad. 20’de) “hükmi şahıslara tebliğ, salahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise, yalnız birine yapılır. Bir ticarethanenin muamelelerinden doğan ihtilaflarda, ticari mümessiline yapılan tebliğ muteberdir” ve Teb. K. mad. 13 (ve Teb. Tüz. mad. 18’de); “Hükmi şahıslar namına kendilerine tebliğ yapılacak kimseler herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde tebliğ,oradahazırbulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır” şeklinde düzenlenmiştir. Tüzel kişiler; özel hukuk tüzel kişileri ve kamu hukuku tüzel kişileri olarak ikiye ayrıldığından “tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılacağı” konusunu da iki başlık altında ayrı ayrı incelemek gerekir. [210] Bknz: 12. HD. 25.09.2012 T. 10012/28020 198 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR aa) “Özel hukuk tüzel kişilerine tebligat konusu”, Teb. K. mad. 12 ve 13 ile Teb. Tüz. mad. 17/I, III, 18ve Teb. Yön. mad. 20, 21’de düzenlenmiştir. Özel hukuk tüzel kişileri; özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olan ve kamu hukukundan doğan üstün hak ve yetkilerle donatılmamış olan tüzel kişilerdir. Bunlar; dernekler, vakıflar, ticaret şirketleri, sendikalar, kooperatiflerdir. Özel hukuk tüzel kişileri kendilerini organları aracılığıyla temsil ederler. Tebligatın da, özel hukuk tüzel kişisinin yetkili temsilcisine yapılması gerekir. Özel hukuk tüzel kişilerinde, kimlerin “yetkili temsilci” olduğu, o tüzel kişiliğin ana tüzüğünden, imza sirkülerinden anlaşılır.[211] Uygulamadaki önemi nedeniyle ayrıca şu hususu da belirtelim ki; adi ortaklığın (TBK. 621 vd.) tüzel kişiliği bulunmadığından, ortaklığı ilgilendiren konularda, ortakların hepsinin alenen belirtilerek tebligatın yapılması gerekir. [212] Tüzel kişiliğe sahip olmaları nedeniyle, ticaret şirketlerinde de tebligatın, şirketin yetkili temsilcilerine yapılması gerekir. “Yetkili temsilciler” sözcükleriyle, önce, şirketleri yasal olarak temsile yetkili organlar ve bu organlar adına hareket edenler, sonra da bazı ticaret şirketlerinde Anonim Şirketlerde (mad. 367) ve Limited Şirketlerde (mad. 623-624) kendilerine temsil görev ve yetkisi verilmiş ve böylece şirketi yasa gereği temsile yetkili organın yerine geçmiş olan kimseler (delegeler) kastedilmiştir.[213] Yüksek mahkeme“özel hukuk tüzel kişilerine tebligat” (Teb. K. mad. 12, 13; Teb. Tüz. mad. 17, 18ve Teb. Yön. mad. 20, 21) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarda; -“Borçlu şirkete satış ilanı tebligatı “… imzasına” tebliğ edilmişse de, Tebligat Tüzüğü’nün 18.maddesinde belirtildiği şekilde, evrakı almaya yetkili bir kişinin olup olmadığı araştırılmaksızın ve yetkili kişi yok ise bu husus tebliğ evrakına şerh edilmeksizin tebliğ işlemi gerçekleştiğinden yapılan tebligatın usulsüz olduğunu”[214] -“Tebliğ memuru tarafından, adresin kapalı olup olmadığı ve borçlunun adresinde borçlu şirket yetkilileri ve çalışanının bulunup bulunmadığı araştırılmadan tebligatın muhtara bırakıldığı tebligat üzerine muhatap şirketin adresinin tam olarak yazılmadığı görülmüş olup; bu hali ile tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Kanunun 12, 13, 21/1. ve 23/3 maddeleri ile Tebligat Tüzüğü’nün 17 ve 18. maddeleri hükümlerine uygun yapılmamış olduğundan usulsüz olduğunu”[215] [211] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:492 vd. [212] YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:492, dipn. 4 [213] Ayrıntılı bilgi için bknz: MOROĞLU, E. Şirketlerde Adli Tebligat Kimlere Yapılır? (İHFM. 1962/2 s: 384 vd.) ; MOROĞLU, E. Şirketlerde Adli Tebligat Kimlere Yapılır? (“Makaleler, I, 2001, s:1 vd.”)– ANSAY, T. Anonim Şirketler ve Tatbikat (BATIDER. 1968, C:IV, S:3, s: 518) [214] Bknz: 12. HD. 25.01.2013 T. 32079/2128 [215] Bknz: 12. HD. 24.01.2013 T. 29583/1788 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 199 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Şikâyetçi her ne kadar icra mahkemesine başvurusunda tebligatların kendileriyle ilişkisi olmayan kişiye tebliğ edildiğini belirtmiş ise de, tebliğ yapılan kişinin şirket çalışanı olmadığı yönünde herhangi bir delil sunmadığından, şirket tarafından adı geçenin şirket çalışanı olmadığı ispatlanamamış olmakla, tebliğ işleminin bu haliyle 7201 Sayılı Kanun’un 12 ve 13. maddelerine ve dolayısıyla usulüne uygun olduğunu”[216] -“Borçlu şirketin yetkili temsilcisinin bulunup bulunmadığı belirlenmeden çalışanına tebligat yapılmasının, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. ve 13. maddeleri ile Tebligat Tüzüğü’nün 18. maddesine aykırı olduğundan tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[217] -“Tebligat yapılan adresin, ticaret sicilindeki adresle aynı sokak, kapı numarası ve semt isimlerini ihtiva ettiği, sadece mahalle ismi farklı yazıldığından mahkemece, bu mahalle isimlerinin aynı yere ilişkin olup olmadığının araştırılarak; oluşacak sonuca göre: aynı ise ticaret sicilindeki adrese yapılan tebligat usule uygun olacağından şikayetin reddi ve itirazların da süreden reddi; aynı değil ise tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulü ile itirazların esasının o zaman incelenmesi gerekeceğini”[218] -“Tebligat yapılan adresin, ticaret sicilindeki adresle aynı sokak, kapı numarası ve semt isimlerini ihtiva ettiği, sadece mahalle isminin farklı yazıldığı görüldüğünden mahkemece bu mahalle isimlerinin aynı yere ilişkin olup olmadığının araştırılarak; oluşacak sonuca göre: aynı ise ticaret sicilindeki adrese yapılan tebligat usule uygun olacağından şikayetin reddi ve itirazların da süreden reddi; aynı değil ise tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulü ile itirazların esasının o zaman incelenmesi gerekeceğini”[219] -“Kredi kartı hesap özetlerindeki adres şirketin adresi değil, şirketin yetkilisine ait olup, şirketi bağlamayacağını”[220] -“Ödeme emri, borçlu tüzel kişiyi temsile yetkili olanların o sırada orada bulunup bulunmadıkları belirlenmeden doğrudan daimi işçi imzasına tebliğ edilmiş olduğundan 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 12 ve 13.maddelerine aykırı olduğundan usulsüz olduğunu”[221] -“Ödeme emri, borçlu tüzel kişiyi temsile yetkili olanların o sırada orada bulunup bulunmadıkları belirlenmeden doğrudan görevli memur imzasına tebliğ edilmiş olduğundan tebliğ işleminin bu hali ile 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 12 ve 13. maddelerine aykırı olup usulsüz olduğunu”[222] [216] Bknz: 12. HD. 24.01.2013 T. 24980/2019 [217] Bknz: 12. HD. 25.12.2012 T. 16966/39769 [218] Bknz: 12. HD. 29.11.2012 T. 18080/35492 [219] Bknz: 12. HD. 29.11.2012 T. 18070/35497 [220] Bknz: 12. HD. 16.10.2012 T. 12132/29606 [221] Bknz: 12. HD. 16.10.2012 T. 12641/29805 [222] Bknz: 12. HD. 11.09.2012 T. 18333/26064 200 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“11.01.2011 tarihli 6099 sayılı Tebligat Kanunu Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 19.01.2011 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmış olup, aynı kanunun 18.maddesi uyarınca, somut olaya uygulanması gereken düzenlemeler bu tarihte yürürlüğe girmiş olduğundan 19.01.2011 tarihinden sonra yapılacak tebliğ işlemlerinde bu yasal düzenlemelerin uygulanmasının zorunlu olduğunu; mahkemenin yasanın uygulanabilmesi için ayrıca tüzük veya yönetmelik çıkarılması gerektiğine yönelik gerekçesinin yasal bir dayanağının olmadığını”[223] -“Tebligatı alan kişinin borçlu şirket yetkilisi olup olmadığı araştırılarak Tebligat Kanunu hükümleri çerçevesinde yapılan tebligatların usulüne uygun olup olmadığı tespit edildikten sonra, ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[224] -“Ödeme emri tebligatının, Tebligat Kanunu’nun 12 ve 13. maddelerine uygun olup olmadığının tespiti bakımından, tebliğ tarihi olan 08.04.2010 tarihinde borçlu şirket yetkilisinin araştırılarak, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[225] -“Borçlunun işyerinde bulunmadığına dair tebligat belgesinde bir açıklık bulunmadan doğrudan çalışana yapılan icra emri tebligatının usulsüz olduğunu”[226] -“Borçlu şirket yetkilisinin usulsüz tebligata ilişkin şikayet dilekçesini veren avukatı azlettiğine dair bir belgeye dosyada rastlanmadığı gibi, borçlu şirketin diğer yetkilisinin de açılan davaya muvafakat ettiğini bildirmiş olduğundan işin esasının incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekeceğini”[227] -“Borçlu şirkete gönderilen satış ilanı, sekreter olduğunu beyan eden kişi imzasına tebliğ edilmiştir; ancak, tebliğ tarihi itibariyle borçlu şirketin yetkili temsilcisinin A. C. olduğu, sekreter olduğunu beyan eden kişinin ise şirketi temsil ve ilzama yetkili olmadığını, dosyada bulunan imza sirkülerinden anlaşıldığından ve diğer yandan şirket adına tebligat yapılan kişinin şirketin memur veya müstahdemi olduğu kabul edilse dahi, bu kez, selahiyetli mümessilin iş yerinde bulunmadığı veya evrakı alamayacak durumda olduğu hususu, tebliğ memurunca araştırılıp tebliğ mazbatasına şerh edilmediğinden yapılan tebligatın yine usulsüz olacağını”[228] -“Borçlu şirketin yetkili temsilcisinin adreste bulunmadığı belirlendikten sonra sekretere yapılan tebligatın, usulüne uygun olduğunu”[229] -“ ‘Tebligat sırasında temsilcisi bulunmadığı veya evrakı alamayacak durumda olduğu’ tebliğ tutanağında belirtilmeden, doğrudan doğruya tüzel kişinin ‘daimi [223] Bknz: 12. HD. 20.06.2012 T. 3185/21600; 25.01.2012 T. 27624/2121; 09.10.2012 T. 11635/28727; 18.09.2012 T. 8454/26962; 24.12.2012 T. 23012/39407; 12.10.2012 T. 12778/29198 [224] Bknz: 12. HD. 03.05.2012 T. 2011-39489/14862 [225] Bknz: 12. HD. 01.03.2012 T. 2011-20561/5928 [226] Bknz: 12. HD. 20.12.2012 T. 21292/39015 [227] Bknz: 12. HD. 11.06.2012 T. 3464/19976 [228] Bknz: 12. HD. 03.05.2012 T. 1452/15013 [229] Bknz: 12. HD. 02.05.2012 T. 2011-31119/14762 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 201 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR işçisine’, ‘sekreterine’, ‘muhasebecisine’, ‘müdürüne’, ‘memur ve müstahdemine, evrak memuruna’ yapılan tebligatın geçerli sayılmayacağını”; -“Tüzel kişilerde tebligatın tüzel kişinin adresinde veya icra dairesinde ‘yetkili temsilci’lere yapılabileceğini”[230] -“Tüzel kişinin işçisine -belirli koşullarda- yapılan tebligatın geçerli olduğunu”[231] -“Tüzel kişinin memuruna, müstahdemine, evrak memuruna yapılan tebligatın geçerli olduğunu”[232] -“Tüzel kişinin muhasebecisine -belirli koşullarda- yapılan tebligatın geçerli olduğunu”[233] -“Tüzel kişinin sekreterine -belirli koşullarda- yapılan tebligatın geçerli olduğunu”[234] -“Tüzel kişinin (şirketin) müdürüne -belirli koşullarda- yapılan tebligatın geçerli olduğunu”[235] -“Tüzel kişinin güvenlik görevlisine -belirli koşullarda- yapılan tebligatın geçerli olduğunu”[236] -“Tüzel kişinin birden fazla temsilcisi varsa, sadece birine yapılan tebligatın geçerli olacağını”[237] -“Tasfiye halindeki kooperatife ait tebligatların tasfiye memurlarına yapılabileceğini”[238] -“Tebliğ sırasında, tüzel kişinin yetkili temsilcisinin geçici olarak bulunmaması nedeniyle imzası alınmadan sekreterine yapılan tebligatın geçerli olmadığını”[239] -“Yetkili temsilcinin tebliğ sırasında bulunmadığı tesbit edilmeden, Tebligat Kanununun 12 ve 13. maddeleri yerine 21. maddesine göre tebligat yapılamayacağını”[240] [230] Bknz: 12. HD. 9.3.2004 T. 2537/5425; 8.3.2004 T. 438/5215; 29.5.2003 T. 9828/12294; 8.3.2002 T. 3922/4674; vb. [231] Bknz: 12. HD. 1.7.2011 T. 788/15973; 14.3.2003 T. 2276/5322; 22.10.2002 T. 19798/21486; 1.10.2002 T. 17888/19428 vb. [232] Bknz: 12. HD. 24.5.2011 T. 28236/10463; 13.10.2003 T. 15838/19831; 25.4.2002 T. 7524/8633; 14.6.2001 T. 9696/10664; 4.11.1997 T. 11934/12157 vb. [233] Bknz: 12. HD. 9.2.2001 T. 1239/2326; 15.2.2000 T. 1048/2369; 5.4.1993 T. 1442/5979 vb. [234] Bknz: 12. HD. 22.3.2011 T. 22374/4165; 21.12.1999 T. 16368/16976; 24.5.1999 T. 6577/6683; 8.4.1999 T. 4054/4475 vb. [235] Bknz: 12. HD. 11.5.1998 T. 4508/5221; 8.12.1986 T. 2286/13811 [236] Bknz: 12. HD. 27.1.2004 T. 24030/1541; 16.9.2003 T. 13744/17718 [237] Bknz: 12. HD. 25.2.2003 T. 1019/3463; 17.2.1998 T. 862/1589 [238] Bknz: 12. HD. 30.1.2003 T. 28270/1486 [239] Bknz: 12. HD. 7.10.2002 T. 18628/20067 [240] Bknz: 12. HD. 25.4.2011 T. 26762/7369; 8.3.2002 T. 3919/4681 202 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Anonim şirketin temsilcisi olmayan borçlu adına çıkarılan tebligatın, anonim şirket adresinde bu işçiye yapılamayacağını”[241] -“Şirket adına çıkarılan ödeme emri tebligatının Ticaret Sicili Gazetesi’ne göre tek başına şirketi temsile yetkili olan kişiye yapılmasında bir usulsüzlük bulunmadığını”[242] -“Anonim şirket olan borçluya çıkarılan tebligatın ‘aynı adreste birlikte oturan…. imzasına’ şeklinde yapılamayacağını”[243] -“Tek başına kooperatifi temsil yetkisine sahip olmayan kişinin icra dairesine gelerek, kooperatif adresinin yazılı olduğu tebligatı alamayacağını”[244] -“Şirket adına çıkarılan ödeme emrinin, şirketin iş takibi için verdiği vekaletnamede adı geçen vekile icra dairesinde yapılan tebligatın geçerli olmadığını”[245] -“Tüzel kişi adına çıkarılan tebligatın ‘şirkette (adreste) çalışan babası….’a’ şeklinde yapılması halinde geçerli sayılmayacağını”[246] -“Şirket adına çıkarılan tebligatın ‘sahibine’ kaydıyla yapılamayacağını”[247] -“Tasfiyeye giren bir kolektif şirkette, tasfiye memurunun henüz tayin edilmediği dönemde, şirket adına ortaklardan herhangi birine tebligat yapılabileceğini”[248] -“Kooperatif adına ‘şantiye sorumlusu’na yapılan tebligatın usulsüz olduğunu”[249] -“Şirkete çıkarılan duruşma davetiyesinin, ‘işyeri sahibi’ sıfatıyla tebliğ edilemeyeceğini”[250] -“Tüzel kişi adına kimlere tebligat yapılabileceğini o tüzel kişinin ana sözleşmesine göre belirleneceğini”[251] belirtmiştir … bb)”Kamu hukuku tüzel kişilerine tebligat konusu” Teb. Tüz. mad. 17/II’de (Teb. Yön. mad. 20/II) “Vekaletlerin ve bunların teşkilatının, mülhak ve hususi bütçeli idarelerle belediyelerin, köylerin ve hususi kanunlarına müsteniden kurulmuş olan teşekküllerle, şirketlerin ve cemiyetlerin salahiyetli oldukları mümessilleri tabi oldukları kanunlara ve statülere göre tayin edilir” şeklinde düzenlenmiştir. Kamu hukuku tüzel kişileri, kamu hukukundan doğan üstün hak ve yetkilere sahip olan tüzel kişilerdir. Bu kişiler kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak kurulurlar (Anayasa, mad. 123/III). Bu tüzel kişiler kamu [241] Bknz: 12. HD. 27.4.2000 T. 6161/6854 [242] Bknz: 12. HD. 17.4.2000 T. 5291/6078 [243] Bknz: 12. HD. 7.6.1999 T. 7023/7696 [244] Bknz: 12. HD. 17.2.1998 T. 862/1589 [245] Bknz: 12. HD. 28.10.1997 T. 11577/11640 [246] Bknz: 12. HD. 8.10.1997 T. 2888/10357 [247] Bknz: 12. HD. 19.3.1997 T. 3078/3395 [248] Bknz: 12. HD. 19.11.1991 T. 4591/12034 [249] Bknz: 12. HD. 25.12.1990 T. 6198/13624 [250] Bknz: 12. HD. 12.3.1990 T. 1989-8886/2445 [251] Bknz: 12. HD. 1.3.2011 T. 31923/2346; 19.4.2011 T. 26372/7040; 6.12.2011 T. 8652/26817; 4.4.2011 T. 25065/5343; 4.4.1983 T. 1182/2500 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 203 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR idareleri (iller, belediyeler, köyler vb.) ve kamu kurumları (Üniversiteler, TRT., DSİ., Karayolları Genel Müdürlüğü, OYAK, Bağkur vb.) olarak ikiye ayrılırlar.[252] Bir kamu tezel kişisi olan devlette, bakanlıkların ayrı bir tüzel kişiliği yoktur. Ancak, bakanlıklar, devletin organı sıfatıyla dava ve takip ehliyetine sahiptirler. Bakanlık içinde kurulmuş olan kimi genel müdürlüklerin (örneğin; Karayollerı Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü gibi) tüzel kişiliği vardır. Bunlara karşı (ya da bunlar tarafından) dava ve takip açılması mümkün olduğu gibi, bunlara da tebligat yapılabilir. Buna karşın tüzel kişiliği bulunmayan genel müdürlükler de vardır. Bunlara karşı yapılacak işlemlerde muhatap, bu genel müdürlüklerin bağlı oldukları bakanlıklardır.[253] Yüksek mahkeme, “kamu hukuku tüzel kişilerine tebligat” (Teb. Tüz. mad. 17/II; Teb. Yön. mad. 20/II) konusu ile ilgili olarak; -“Bakanlığa karşı açılan davalarda ve yapılan icra takiplerinde, Bakanlığın kendisine tebligat yapılması gerekeceği -‘Bakanlık evrak memuru’nun, Bakanlık Teşkilat Kanununa göre tebligatı almaya yetkili olup olmadığının araştırılarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekeceğini”[254] -“İstanbul, Bayındır ve İskan Müdürlüğünün tüzel kişiliği bulunmadığından, tebligatın bu müdürlüğün bağlı olduğu Bayındırlık ve İskan Bakanlığı adına çıkarılması gerekeceğini”[255] -“‘Jandarma Genel Komutanlığına izafeten İçişleri Bakanlığı’na’ tebligat yapılabileceğini”[256] -“Milli Eğitim Müdürlüğünün tüzel kişiliği bulunmadığından, ‘Milli Eğitim Bakanlığına izafeten Milli Eğitim Müdürlüğüne evrak memuru ..’a’ şeklinde yapılan tebligatın geçerli olmayacağını”[257] -“Milli Savunma Bakanlığı yerine Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı adına çıkarılan 89/I ihbarının bu Komutanlığın genel evrak memuruna yapılan tebligatın geçerli sayılmayacağını”[258] -“Milli Eğitim Bakanlığı yerine, Merkez Saymanlık Müdürlüğüne yapılan tebligatın geçerli olmayacağını”[259] belirtmiştir … VII-Tebligatın yapılamaması: [252] Ayrıntılı bilgi için bknz: DURAN, L. İdare Hukuku Ders Notları, s:76 vd. [253] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:513 vd. [254] Bknz: 12. HD. 21.3.2003 T. 1820/6029; 21.1.2003 T. 2002-27915/616 [255] Bknz: 12. HD. 18.3.2003 T. 3187/5705 [256] Bknz: 12. HD. 27.1.2003 T. 28476/1059 [257] Bknz: 12. HD. 21.11.2002 T. 22597/24415; 28.6.1993 T. 7695/11635 [258] Bknz: 12. HD. 29.5.2001 T. 8447/9504 [259] Bknz: 12. HD. 16.1.2004 T. 22966/399 204 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR A-Tebligatı alacak kişinin hasım olması: Muhatap yerine (adına) kendilerine tebligat yapılabilecek olan kişilerin, o davada (takipte) hasım olarak ilgileri varsa, muhatap yerine (adına) kendilerine tebligat yapılamaz (Teb. K. mad. 39; Teb. Tüz. mad. 60; Teb. Yön. mad. 62). Yüksek mahkeme “tebligatı alacak (tebellüğ edecek) kişinin hasım olması” (Teb. K. mad. 39; Teb. Tüz. mad. 60) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarda; -“Şikayetçi adına çıkarılan ödeme emri tebliğinin takip borçluları arasında yer alan … Ltd. Şti adresinde borçlu şirkete çıkartılan ödeme emri tebliğini de alan şirket çalışanı imzasına tebliğ edildiği, adı geçen şirketin ise takipte asıl borçlu olduğu anlaşılmış olduğundan borçluya yapılan tebliğ işleminin hasma tebliğ yasağı kapsamında 7201 sayılı Tebligat Kanununun 39.maddesi hükmüne de aykırı ve usulsüz olduğunu”[260] -“Tebligatı alan kişinin, şikayetçi şirket aleyhine icra takibi yaptığı, diğer anlatımla aralarında husumet bulunduğu anlaşılmakla, şikayete konu tebliğ işleminin bu yönüyle Tebligat Kanunu’nun 39.maddesine aykırı olduğunu”[261] -“Borçlu şirket adına gönderilen satış ilanının diğer borçlu şirket yönetim kurulu üyesine tebliğinin –iki borçlu arasında çıkar çatışması bulunması nedeniyle- Tebligat Kanununun 39. maddesine aykırı (ve geçersiz) sayılacağını”[262] -“Aynı icra takip dosyasının diğer borçlusu olan ve aynı zamanda borçlu şirket yetkilisi Mert Saygılı’ya satış ilanı tebligatları usulüne uygun yapılmış olsa bile, bu tebligat üzerine borçlu şirketin satış ilanı tebligatından haberdar olduğunun kabulü ise Tebligat Kanunu’nun 39. maddesi hükmüne aykırı olduğunu”[263] -“Taraflar arasında menfaat çatışması olduğundan şikayetçiye yapılan 13 örnek ödeme emri tebliğ işleminin 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 39 ve tüzüğün 62. maddelerine göre uygun olması gerekeceğini”[264] -“İpotek veren sıfatıyla taşınmaz malikine gönderilen satış ilanının, aynı adresteki asıl takip borçlusu kardeşine tebliğ edilmesinin Tebligat Kanununun 39. Maddesine aykırı ve geçersiz sayılacağı”[265] -“Müşteki borçlu adına kendisine tebligat yapılan kişi icra takibinin diğer borçlusu olduğundan aralarında çıkar çatışması bulunup; bu nedenle tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 39. maddesi gereğince usulsüz olduğunu”[266] [260] Bknz: 12. HD. 17.01.2013 T. 2012-23674/823 [261] Bknz: 12. HD. 15.01.2013 T. 2012-32113/446 [262] Bknz: 12. HD. 14.01.2013 T. 28074/133 [263] Bknz: 12. HD. 19.11.2012 T. 23700/33598 [264] Bknz: 12. HD. 27.09.2012 T. 9847/28111 [265] Bknz: 12. HD. 26.04.2012 T. 32635/13955 [266] Bknz: 12. HD. 07.02.2012 T. 2011-16454/2483 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 205 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebligat yapılacak kişilerin, o davada hasım olarak ilgisi varsa muhatap namına hasma tebligat yapılamayacağını”[267] -“Borçluya çıkarılan davetiyenin ‘en yakın komşu’ sıfatıyla alacaklıya verilmiş olmasının usulsüz sayılacağını”[268] -“Borçluya (kefile) gönderilen ödeme emrinin diğer senet borçlusuna (ya da kefiline) tebliğ edilmiş olmasının usulsüz sayılacağını”[269] -“Borçlu adına gönderilen tebligatın -alacaklı yanında çalışan bir kişi gibialacaklının hakimiyet sahasında çalışan kişiye tebliğ edilmiş olmasının, Teb. Kanunu’nun 39. maddesine aykırı olacağını”[270] -“Borçlu adına gönderilen tebligatın, aynı takipte borçlu olan eşine yapılmış olmasının Teb. Kanununun 39. maddesine aykırı olacağını”[271] -“Kocası adına, kocasıyla ihtilafı olan karısına yapılan tebligatın usulsüz olacağını”[272] -“Aralarında mecburi dava (takip) arkadaşlığı bulunan kiracılardan birisi adına çıkarılan ödeme emrinin, diğer borçluya tebliğ edilmesinin, Teb. Kanununa aykırı ve usulsüz sayılacağını”[273] -“Borçluya gönderilen ‘ödeme emri’nin, alacaklının da işyeri adresi olan yerde, alacaklının daimi işçisine yapılan tebligatın geçerli olmayacağını”[274] belirtmiştir … B-Tebliğ imkansızlığı ve tebligatı almaktan kaçınma: Burada iki ayrı durum düzenlenmiştir. Bunlardan birincisi; kendisine tebligat yapılacak kimse veya muhatap adına tebligatı alabilecek -muhatapla birlikte aynı konutta oturan kişilerin veya hizmetçilerin (Teb. K. mad. 16) veya daimi memur veya müstahdemlerin (Teb. K. mad. 17) vs.- hiçbirisinin gösterilen adreste bulunmamaları diğeri ise, bu kişilerin tebligatı almaktan kaçınmaları’dır. Bu durumlardan birinin varlığı halinde, tebliğ memuru, tebliğ edilecek evrakı o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti üyelerinden birine yahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve teslim alanın adresini içeren ihbarnameyi, tebligat adresindeki binanın kapısına yapıştırır ve “adreste bulunmama halinde”, durumun tebliğ olunacak kişiye haber verilmesini de mümkün [267] : 12. HD. 6.12.2011 T. 8202/26961; 26.9.2011 T. 1733/7140; 22.12.2011 T. 11788/30066; 17.5.2011 T. 2517/9736; 3.2.2003 T. 426/1494; 22.3.1999 T. 3126/3616; 25.9.1997 T. 8163/9394 [268] Bknz: 12. HD. 12.12.2002 T. 24025/26250; 9.4.1991 T. 1990-11634/4622 [269] Bknz: 12. HD. 26.9.2011 T. 1733/17140; 11.2.2002 T. 1670/2865; 21.1.1998 T. 97-14516/275; 30.11.1993 T. 14992/18819 vb. [270] Bknz: 12. HD. 24.4.2000 T. 6194/6608; 23.2.1999 T. 1367/1918; 19.10.1998 T. 10273/11066 [271] Bknz: 12. HD. 6.12.2011 T. 8202/26961; 10.7.1995 T. 9901/10362 [272] Bknz: 12. HD. 1.10.1992 T. 4729/11885 [273] Bknz: 12. HD. 29.11.1984 T. 6259/12388 [274] Bknz: 12. HD. 17.6.2003 T. 11213/14389 206 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR oldukça en yakın komşularından birine ve varsa yönetici ya da kapıcıya da bildirir (Teb. K. mad. 21, Teb. Tüz. mad. 28, 30; Teb. Yön. mad. 30, 31, 32).[275] Bu hükümle, adresine gelen muhatabın, tebliğ belgesini nereden alacağını öğrenmesi temin edilmek istenmiştir. Maddede gösterilen sıra geçerlilik koşulu olup -yani; önce tebligat bir görevliye (muhtar, ihtiyar heyeti azası, zabıta amir veya memuruna) teslim edilmeli, ondan sonra da kapıya ihbarname yapıştırılmalı, mümkünse; komşu veya diğer bir ilgiliye haber bırakılmalıdır. Yoksa önce ihbarname yapıştırılıp daha sonra tebligat bir görevliye bırakılamaz- bu sıraya uyulmaması tebligatı geçersiz kılar.[276] [277] [278] Bu konuyu düzenleyen Teb. K. mad. 21, c.1 hükmü doktrin ve uygulamada farklı yorumlara neden olmuştur. Gerçekten bir görüşe göre;[279] “tebellüğden kaçınma halinde, muhataba haber vermesi için, en yakın komşulardan birine veya yöneticiye yahut kapıcıya bildirmeye gerek yoktur”. Kanımızca da, Tebligat Kanununun 21. maddesinin birinci cümlesinin yazılı şeklindeki açıklık ve 1985 tarihli, 3220 sayılı Tebligat Kanununda değişiklik yapan kanunun “7201 sayılı Kanunun 21. maddesi değiştirilmektedir. 7201 sayılı Kanunun 21. maddesi iki hali birlikte düzenlemiştir. Bunlar adreste bulunmamak ile adreste bulunduğu halde tebligat evrakını almaktan imtina halleridir. Eski metin her iki hali birbirinden ayırmadan ‘mümkün oldukça en yakın komşuya haber verme’yi düzenlenmiştir. Yargıtay kararlarıyla tatbikat, haklı olarak tebligat almaktan imtina edenin komşusuna haber vermeyi lüzumsuz görmektedir. Kanunun bu hükmüne ‘adreste bulunmama’ sözleri eklenerek, kanunun bu maddesi de tatbikata ve amaca uygun hale getirilmiştir. Ayrıca özellikle büyük şehirlerde varsa kapıcı veya yöneticiye de haber verilmesi yeni bir hüküm olarak kanuna girmiştir. Bu hükümle muhatabın tebligattan daha sağlıklı biçimde haberdar olması amaçlanmıştır” şeklindeki Hükümet Gerekçesi[280] böyle bir yorumu gerektirmektedir… Çünkü, ancak “adreste bulunmama” halinde, “en yakın komşulardan birine veya yöneticiye yahut kapıcıya bildirme” zorunluluğu öngörülmüştür. Uygulamada ise; Hukuk Genel Kurulu[281] ile Yargıtay 12. Hukuk Dairesi[282] -eski tarihli- içtihatlarında, bu [275] Ayrıntılı bilgi için bknz: OSKAY, M. Tebligat Kanununun 21. maddesiyle ilgili düşünceler (ABD. 1989/1, s:25 vd.) – OSKAY, M. Tebligat Hukuku İle İlgili Sorunlar (Yarg. D. 1995/4, s:500 vd.) [276] Bknz: GÖKÇE, Z. agm. s:19 [277] Bknz: 2. HD. 18.6.1971 T. 4046/3996 [278] Bu içtihadın tahlil ve eleştirisi için bknz: POSTACIOĞLU, İ. Adresinde Bulunmayan Muhataba Yapılacak Tebliğ (İHFM. C:XXXVII, 1972, S:1-4, s:349 vd.) [279] Bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:640 – RUHİ, A. C. Tebligat Hukuku, s:65 vd. [280] Bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:618 [281] Bknz: HGK. 15.9.1976 T. 10-889/2514 [282] Bknz: 12. HD. 10.5.1990 T. 4410/5451; 11.6.1984 T. 5224/7477; 17.4.1970 T. 4215/4211 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 207 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR hükmü doğru olarak yorumlamışken, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi[283] ile Yargıtay 12. Hukuk Dairesi[284] -yeni tarihli- içtihatlarında tamamen aksi yönde yorumlamıştır… 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı kanunun 5. maddesi ile, 7201 sayılı Tebligat Kanunun 21. maddesine 1. fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, mevcut ikinci fıkrada yer alan “fıkra” ibaresi “fıkralar” olarak değiştirilmiştir: “Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.” Bu değişikliğin gerekçesi, 6099 sayılı Kanunda şu şekilde açıklanmıştır: “Tebligat Kanununun 21 inci maddesi çok sık uygulanan bir hükümdür. Bu maddede, muhatap veya kendisine tebliğ yapılabilecek kimselerden hiçbiri tebliğ adresinde bulunmaz veya bulunduğu hâlde tebellüğden imtina ederse, hangi yolun izleneceği belirtilmiştir. Bu durumda maddenin birinci fıkrasındaki yol izlenerek tebligat yapılacaktır. Bu maddeye ikinci fıkra eklenmiş, mevcut ikinci fıkra, üçüncü fıkra olarak teselsül ettirilmiştir. Eklenen fıkrayla adres kayıt sistemindeki adrese tebligat yapılması hâlinde izlenecek yöntem belirtilmiştir. Zira, 10 uncu maddede yapılan değişiklikle birlikte, bilinen en son adrese çıkartılan tebligattan sonuç alınamazsa, adres kayıt sistemindeki adres esas alınacak, başkaca araştırma yapılmadan tebligat o adrese yapılacaktır. Böyle bir durumda, muhatabın adresi, adres kayıt sisteminde görülmek ve kaydedilmekle birlikte, kendisi o adreste hiç bulunmaz ya da sürekli şekilde o adresten ayrılmış olursa, tebliğ memurunun evrakı iade etmemesi, 21 inci maddeye göre tebliğ işlemlerini yapması gereklidir. Zira, adres kayıt sistemindeki adres, nihaî adres olarak kabul edilecektir. Muhatap adresini değiştirmişse, bu değişikliği belirli bir süre içinde ilgili mercilere bildirmek zorundadır. Yeni düzenlemeye göre, adres kayıt sistemine çıkartılacak tebliğ evrakında, tebliğin, “adres kayıt sistemi”ndeki adrese çıkartıldığının açıkça belirtilmesi gerekmektedir. Böylece tebliğ memuru, yapacağı tebligatın bu çerçevede bir tebligat olduğunu bilerek hareket edecektir. Böyle bir durumda muhatabın adres kayıt sistemindeki adresinde oturmamış olduğu veya sürekli olarak ayrıldığı tespit edildiğinde, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya [283] Bknz: 2. HD. 15.2.1999 T. 13708/1061 [284] Bknz: 12. HD. 26.2.2002 T. 2924/3937 208 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim ederek tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştıracaktır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılacaktır. Bu durumda komşu, kapıcı ya da yöneticiye haber verme zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu fıkrayla, muhatabın gerçek adresini ilgili mercilere bildirmemesi durumunda, adres araştırması yapma zorunluluğu ortadan kaldırılmaktadır.” Tebligat Kanununun 21. maddesine göre yapılan tebligatlarda, tebliğ tarihi; iki nolu fişin (ihbarnamenin) kapıya yapıştırıldığı tarihtir (Teb. K. mad. 21, c.2). Teb. K.nun 21. maddesini, PTT. Genel Müdürlüğü, tebligat sırasında ne kendisi ve ne de kendisi adına tebligatı kabul etmeye yetkili bir kimsesi bulunmayan avukatlar hakkında uygulamamak eğilimindedir.[285] Yüksek mahkeme “tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden imtina” (Teb. K. mad. 21; Teb. Tüz. mad. 28-31; Teb. Yön. mad. 30-33) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarda; -“Tebligat Kanununun 21 ve Tebligat Tüzüğü‘nün 28. maddesi uyarınca; muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek kişilerin hiçbirisi gösterilen adreste bulunmazsa; tebliğ memurunun bu kişilerin adreste bulunmama sebeplerini, bilmesi muhtemel konusu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti, zabıta âbir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp imzalatması, imzadan kaçınmaları halinde bu durumu da tutanağa yazıp imzalamaları (imzalatmaları) gerekeceğini, ayrıca, tebliğ sırasında hazır bulunmayan muhatapların, tevzi (dağıtım) saatlerinden sonra adrese geldiğinin (döndüğünün) beyan edilmesi halinde, bunun tebligat parçasına yazılıp imzalanması gerekeceğini”[286] -“İİK’nun 21. maddesine göre, icra emrinin borçlunun ilamda yazılı adresine gönderilmesi, bu adreste bulunmadığı takdirde de Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre yine aynı adrese tebligat yapılması gerektiğini”[287] [285]“Avukatlar adına gelen, ancak seyahatte oldukları için alıcısı bulunmayan ve kendisi ile birlikte çalışan veya oturan herhangi bir kimse bulunmadığı için de teslim edilemeyen tebliğ evrakı gerekli meşruhat verilerek ve zaman kaybedilmeksizin çıkaran merciye iade edilecektir” (Bknz: PTT. Genel Md. Posta İdaresi Başk. 19.11.1980 T. ve 18659/D.s. Genelge) (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:40 dipn. 48) [286] Bknz: 12. HD. 09.05.2012 T. 116/16130; 15.3.2004 T. 1025/5988; 24.2.2004 T. 2003-26949/3920; 9.2.2004 T. E: 2003-24878/2127; 19.1.2004 T. 2003-23856/594; 20.10.2003 T. 16707/20376; 15.9.2003 T. 13666/17628; 23.6.2003 T. 11656/14887; 16.2.2003 T. 25581/2921; 5.6.2003 T. 10465/13136; 29.5.2003 T. 9378/12408; 6.5.2003 T. 7652/10145; 28.4.2003 T. 6878/9454; 21.4.2003 T. 5799/8828; 1.4.2003 T. 4162/6962; 25.3.2003 T. 2797/6226; 7.3.2003 T. 1450/4777; 4.3.2003 T. 1754/4123; 17.2.2003 T. 2002-29361/2550; 16.9.2002 T. E: 15841, K: 16927; 21.5.2001 T. 7464/8988; 26.9.2000 T. 12587/13619; 6.7.2000 T. 10668/11453; 21.10.1997 T. 11617/12732 [287] Bknz: 12. HD. 12.02.2013 T. 2012-28012/3687 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 209 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Borçlu asile en son adresinde icra emri ve kıymet takdir raporunun tebliğ edilmesine rağmen satış ilanı tebligatının başka bir adrese Tebligat Kanunun 21/2 maddesine göre tebliğ edilmiş olmasının; tebliğ yapılan adresin, borçlunun bilinen son adresi olmadığından, borçlu asile yapılan satış ilanı tebliğ işleminin de usulsüz olduğunu”[288] -“Ödeme emri tebligatının borçlu şirketin takibe dayanak faturada yazılı adresine çıkarıldığı ve 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesine göre tebliğ edildiği anlaşıldığından icra mahkemesince, öncelikle ödeme emri tebliğ tarihi itibariyle borçlu şirketin ticaret sicilinde kayıtlı adresi ve şirketi temsile yetkili kişiler araştırılıp belirlendikten sonra, değerlendirme yapılıp oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[289] -“Tebligat, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine göre yapılmasına rağmen Tebligat Tüzüğü’nün 28.maddesinin uygulanmadığından usulsüz olduğunu”[290] -“Tebligatı çıkaran merci tarafından adres kayıt sitemine ilişkin olarak şerh verilmeden dağıtıcı tarafından 21/2.maddesine göre tebliğ işlemi yapılamayacağını”[291] -“7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesinde göre tebliğ edilen taşınmaz açıkartırma ilanı tebligatının usulüne uygun bir şekilde tebliğ edildiği bir an için kabul edilse bile tebliğ işleminin ihale günü yapılmış olması karşısında; tebliğden beklenen amaca ulaşılamayacağı muhakkak olup; borçlunun ihaleyi duyurması, muhtemel alıcıları haberdar etmesi için kendisine makul bir süre tanınması kuralına bu durumun aykırılık teşkil edeceğini”[292] -“Borçlunun takip talebinde de yer alan bilinen en son adresine tebligat çıkartılmadan doğrudan mernis adresine tebligat gönderilmesi ve tebligatın üzerinde mernis adresi olduğunun belirtilmemesi nedeniyle Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesine uyulmadan doğrudan aynı kanunun 21/2. maddesine göre tebligat yapılmış olmasının usulsüz olduğunu”[293] -“Alacaklı tarafından genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine başlandığı, ödeme emri ve eklerinin, takip talebinde bildirilen adrese çıkarılmadan borçlunun mernis adresi esas alınmak suretiyle ancak buna ilişkin şerh düşülmeksizin, doğrudan 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 2l/2. maddesine göre tebliğ edildiği, dolayısıyla tebligatın usulsüz olduğunu”[294] [288] Bknz: 12. HD. 31.01.2013 T. 2012-30425/2958 [289] Bknz: 12. HD. 31.01.2013 T. 2012-26735/3002 [290] Bknz: 12. HD. 29.01.2013 T. 2012-26469/2823 [291] Bknz: 12. HD. 28.01.2013 T. 2012-26651/2194; 19.06.2012 T. 5609/21329; 19.06.2012 T. 3191/21169; 21.06.2012 T. 5698/21858; 07.06.2012 T. 4690/19734; 04.07.2012 T. 9229/23555; 04.12.2012 T. 18989/36068; 11.09.2012 T. 7510/25976 [292] Bknz: 12. HD. 25.01.2013 T. 2012-29472/2158 [293] Bknz: 12. HD. 17.01.2013 T. 2012-24667/858 [294] Bknz: 12. HD. 16.01.2013 T. 2012-23342/688 210 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebligatta, muhatabın adreste bulunmama sebebinin, isim ve imzadan imtina eden komşudan “bilinmiyor” şeklinde yazılarak muhtara tebliğ edildiği, yapılan bu tebligatın, muhatabın adreste bulunmama sebebinin araştırılmamış olması, isim ve imzadan imtina eden komşu beyanına göre tebligat yapılması ve muhatabın tevziat saatleri içinde adrese dönüp dönmeyeceğinin tespit edilememesi nedeniyle TK’nun 21/1. maddesine göre geçersiz olduğunu”[295] -“3. kişiye gönderilen 89/1 haciz ihbarnamesi, icra müdürlüğünce adrese dayalı kayıt sistemindeki adresine tebliğ edilmiş ise de tebligat parçasında adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğuna ilişkin bir kayıt bulunmadığından, tebligat memurunca Tebligat Kanunu 21/2. maddesine göre yapılan tebliğ işlemi usulsüz olduğundan İİK.m. 89/1 ve 89/2 haciz ihbarnamesi tebligatlarının iptaline karar verilmesi gerekeceğini”[296] -“Her ne kadar kıymet takdir raporu tebligatında “adres kayıt sistemindeki adresidir” şerhi düşülerek borçlunun önceki adresine Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre tebliğ yapılmış ise de; icra dosyasında yer alan mernis sorgulamalarında borçlunun herhangi bir adres bilgisinin olmadığı anlaşıldığından borçlunun mernis kaydı bulunmadığından Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre yapılan tebliğ işleminin de usulsüz olduğunu”[297] -“Ödeme emri tebliğ evrakının incelenmesinde tebliği çıkaran icra müdürlüğünce tebliğ evrakı üzerine, adresin, adres kayıt sistemindeki adres olduğuna ilişkin bir kaydın yazılmadığı, bu kaydın posta memurunun kaşesi ile ilave edildiği görüldüğünden tebligat üzerinde yazılı adres muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olsa dahi usulüne uygun bir tebliğ işleminden söz edilemeyeceğini”[298] -“Borçlu şikayetinde, tebliğ yapılan kişinin kardeşi olmadığını beyan ettiğine göre bu iddianın ve muhatabın adreste bulunmama nedeninin araştırılmadan yapılan tebliğ işleminin usulsüz olacağını”[299] -“Satış ilanı tebligatının Tebligat Kanunun 21/1. maddesine göre yapılmış tebligat evrakına şerh edilen bilgilere göre tebliğ memurunun, adreste bulunmayan muhatabın adreste bulunmama sebebini Tebligat Kanunu’nun 21/1 ve Tebligat Tüzüğünün 28.maddelerine göre araştırma yaparak bulunmama sebebini tesbit ederek mazbataya yazdığına dair herhangi bir bilgi bulunmadığını, komşu imzası alınmadığı gibi imzadan imtina ettiğine dair bir şerh de bulunmadığı ve Tebligat [295] Bknz: 12. HD. 15.01.2013 T. 2012-28543/509 [296] Bknz: 12. HD. 25.12.2012 T. 20813/39910 [297] Bknz: 12. HD. 18.12.2012 T. 21530/38442 [298] Bknz: 12. HD. 18.12.2012 T. 20713/38778; 10.04.2012 T. 201-27515/11826; 08.10.2012 T. 17034/28605; 20.09.2012 T. 12788/27157 [299] Bknz: 12. HD. 06.12.2012 T. 20422/36859 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 211 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Kanunu’nun 23.maddesinin 9.bendi gereğince posta dağıtıcısının isim ve soyismi de tebligat mazbatasında bulunmadığından tebligatın bu haliyle usulsüz olduğunu”[300] -“Tebliğ işleminin, muhatabın çarşıya gitmesi sebebiyle mahalle muhtarı imzasına teslim edilip 2 nolu formülün kapısına yapıştırılarak komşusuna haber verildiği belirtilmek suretiyle yapıldığı, ancak beyanı alınan komşunun imzasının alınmadığı gibi imzadan imtina durumunun belirlenmediği görülmüş olduğundan bu hali ile tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Kanunun 21. maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun yapılmamış olmakla usulsüz olduğunu”[301] -“Tebligat Kanununun 21. maddesine göre yapılan tebligatlarda tebliğ tarihi, maddenin son cümlesinde açıkça belirtildiği üzere, iki numaralı fişin, yani ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih olup; tebliğ tarihinin bu şekilde belirlenmesi ve geçerli sayılabilmesi, tebliğ memurunun araştırmayı mutlaka yapmasına ve belgelemesine bağlı olduğunu”[302] -“Tebliğ işlemi, ”muhatabın adresinin kapalı olduğundan komşusundan soruldu. İstanbul’a gittiğini beyan ettiğinden mahalle muhtarına teslim edilip 2 no’lu haber kağıdı kapısına yapıştırılarak imzadan imtina eden komşusuna haber verildi” şerhiyle yapılmış olup, tebliğ memuru tüzükte öngörülen araştırmayı yapmadan muhatabın tevziat saatlerinden sonra adresine dönüp dönmeyeceğini, dönecekse ne zaman döneceği tevsik edilmediğinden satış ilanının Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine göre yapılan tebligatının usulsüz olduğunu”[303] -“Tebligat evrakına şerh edilen bilgilere göre, tebliğ memurunun, adreste bulunmayan muhatabın adreste bulunmama sebebini Tebligat Kanunu’nun 21/1. ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 30/1. maddelerinde belirtilen usulde araştırdığına ve adreste bulunmama sebebini tespit ettiğine dair herhangi bir bilgi bulunmadığından şikayetçi borçluya yapılan satış ilanı tebliğinin usulüne uygun olmadığını”[304] -“Borçluya gönderilen ilk ödeme emri tebligatının iadesi üzerine icra müdürlüğünce mernis adresine tebliğ işlemi yapılmış ise de, gönderilen tebligat parçasında “mernis adresi” olduğuna ilişkin bir kayıt bulunmadığından, tebligat memurunca Tebligat Kanunu’nun 21/2.maddesine göre yapılan tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[305] -“Satış ilanı tebliğ edilenin müşteki borçlunun o tarihte vekili olduğunun tespiti halinde bu vekille yapılan tebligat geçerli olacağından davanın reddine karar verilmeli, aksi halde satış ilanının tebliğ edildiği tarih itibariyle borçlunun, adrese [300] Bknz: 12. HD. 04.12.2012 T. 26188/36219 [301] Bknz: 12. HD. 29.11.2012 T. 24376/35751 [302] Bknz: 12. HD. 29.11.2011 T. 7970/25061; 16.05.2012 T. 1290/17192 [303] Bknz: 12. HD. 29.11.2012 T. 24380/35749 [304] Bknz: 12. HD. 27.11.2012 T. 24226/34994 [305] Bknz: 12. HD. 27.11.2012 T. 17793/35052 212 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR dayalı kayıt sisteminde adresinin bulunup bulunmadığı belirlenerek, borçlu asile yapılan satış ilanı tebliğ işleminin usulüne uygun olup olmadığı denetlendikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceğini”[306] -“Örnek 7 ödeme emrinin “Nazilli Devlet Hastanesi Mutfak İşleri İşletmeciliği Nazilli-Aydın” adresinde Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesi uyarınca tebliğ edilmesinin ilgili Ticaret Sicil Memurluğu’ndan tebliğ tarihi itibariyle borçlu şirketin adresinin ve yetkili mümessillerinin araştırılarak ve aynı yasanın 32. maddesi de gözetilmek suretiyle örnek 7 ödeme emri tebliğinin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığının tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekeceğini”[307] -“Borçlu şirkete yapılan ödeme emri tebliği, ticaret sicilinde kayıtlı adresine yapılmadığına göre, tebliğ işleminin 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine ve aynı kanunun 21.maddesi ile tebliğ işleminin yapıldığı tarih itibariyle uygulanması gerekli olan Tebligat Tüzüğünün 28.maddesine aykırı olmakla usulsüz olduğunu”[308] -“Borçlu kooperatife ödeme emrinin tebliğ edildiği adres, adı geçenin ticaret sicilinde yazılı adresi olduğundan tebliğ işleminin 7201 Sayılı Kanunun 21.maddesine ve usulüne uygun olduğunu”[309] -“Tebligat memurunun komşu beyanı altında ismini yazmayıp sadece imzaladığı ve muhtara teslim ederken de imzasının bulunmadığından Tebligat Kanunu’nun 21/1 ve tebliğ işleminin yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte olup uygulanması gerekli olan Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesine uygun yapılmadığı gerekçesi ile şikayet kabul edilmiş ise de; tebligat memurunun isim ve imzasının yapılan tüm işlemleri kapsadığı ve tebligatın tüm şekil şartlarına haiz olduğunun kabulünün zorunlu olduğunu”[310] -“Alacaklının muhatabın yeni adresini bildiği iddiasının ancak yazılı belge ile ispatı mümkün olup, borçlu tarafından bu yönde bir belge sunulmadığından borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine tebligat çıkarılmasında yasaya aykırılık olmadığını”[311] -“Tebliğ memurunun, muhatabın adreste geçici olarak bulunmama sebebi hakkında beyanı alınan komşunun kim olduğu, orada oturan olup olmadığı, hangi dairede oturduğu belirlenmemiş olduğundan bu hali ile yapılan tebliğ işlemi 7201 [306] Bknz: 12. HD. 27.11.2012 T. 21399/35206 [307] Bknz: 12. HD. 26.11.2012 T. 17720/34643 [308] Bknz: 12. HD. 22.11.2012 T. 14095/34541 [309] Bknz: 12. HD. 20.11.2012 T. 17177/34020 [310] Bknz: 12. HD. 15.11.2012 T. 22323/33246 [311] Bknz: 12. HD. 15.11.2012 T. 15237/33435 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 213 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Sayılı Kanunu’nun 21. maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28.maddesi hükümlerine aykırı olduğunu”[312] -“Öncelikle icra müdürlüğünce, borçlunun bilinen son adresi olan ipotek senedinde yer alan adresine tebligat çıkarılması, bu adreste tebligat yapılamaması halinde Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan adresine tebliğ işleminin yapılması gerekirken ipotek senedindeki adrese tebligat gönderilmeksizin doğrudan Tebligat Kanunu’nun 21. maddesinin 6099 Sayılı Yasanın 5. maddesi ile eklenen 2. fıkrası uyarınca tebliğ işleminin tamamlanmasının usulsüz olduğunu”[313] -“Borçlunun takip dosyasında mevcut adresine gönderilen satış ilanı, tebliğ edilemediğine göre, icra müdürlüğünce borçlunun adres kayıt sisteminde adresinin bulunup bulunmadığı belirlenerek varsa bu adrese 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 11.01.2011 tarih ve 6099 Sayılı Kanunun 5. maddesi ile değişik 21/2. maddesi uyarınca kıymet takdiri ve satış ilanının tebliğ edilmesi, bu mümkün değil ise 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 11.01.2011 tarih ve 6099 Sayılı Yasanın 9.maddesi ile değişik 35/2. maddesi uyarınca tebliğ işleminin yapılmasının gerekeceğini”[314] -“Tebligat zarfında adresin borçlunun adres kayıt sistemindeki adresi olduğuna dair şerh mevcut ise de tebliğ evrakında muhatabın veya onun adına tebligat yapılabilecek kimselerin adreste bulunup bulunmadığının diğer bir deyişle adresin kapalı olup olmadığının tespit edilmediği gibi ihbarnamenin de kapıya yapıştırıldığının yazılı olmadığı anlaşıldığından tebliğ işleminin Tebligat Kanunu’nun 21/2 ve Yönetmeliğin 31. maddesi hükmüne aykırı olup usulsüz olduğunu”[315] -“Ödeme emrinin borçlu şirkete 7201 Sayılı kanunun 21. maddesine göre tebliğ edildiği, tebliğ evrakında muhtarın imzasının bulunduğu görüldüğünden tebliğ işleminin 7201 sayılı kanunun 21. maddesine uygun olduğunu”[316] -“Tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine göre yapıldığı tebliğ evrakında yazılı olmasına rağmen, Tüzüğün 28.maddesine göre borçlunun adreste bulunmama nedeni komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar kurulu veya meclis üyeleri, zabıta amir ve memurlarından tahkik edilerek beyanları tebliğ tutanağına işlenmediği gibi, ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığına dair bir kayıtta olmadığından yapılan tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[317] -“ Tebellüğden imtina halinde tebliğ memurunun Tüzüğün 28.maddesindeki koşullarını araştırmasının gerekli olmadığını”[318] [312] Bknz: 12. HD. 12.11.2012 T. 15941/32726 [313] Bknz: 12. HD. 08.11.2012 T. 21540/32334 [314] Bknz: 12. HD. 18.10.2012 T. 20303/30124; 18.09.2012 T. 19684/26843 [315] Bknz: 12. HD. 11.10.2012 T. 17334/29041 [316] Bknz: 12. HD. 11.10.2012 T. 23132/29021 [317] Bknz: 12. HD. 09.10.2012 T. 17135/28686 [318] Bknz: 12. HD. 24.09.2012 T. 10718/7630 214 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebliğ memuru, haber bırakılan kişinin kim olduğunu, Tebligat Tüzüğünün 28. maddesinde sayılan kişilerden olup olmadığını, tespit edip, beyan ve imza almadan veya imzadan çekinme durumunu belirlemeden tebliğ işlemlerini tamamladığından tebliğ işleminin 7201 Sayılı Kanunun 21. maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun yapılmamış olmakla usulsüz olduğunu”[319] -“Borçlunun tebligat evrakını almaktan imtina etmesi üzerine ödeme emri tebligatı 7201 sayılı Tebligat Kanununun 21.maddesine göre mahalle muhtarına teslim edildiğinden Tebligat Tüzüğü’nün 28.maddesinin uygulanması gerekmeyeceğini”[320] -“Tebliğ memurunun, muhatabın tevziat saatlerinden sonra adresine dönüp dönmeyeceği, dönecekse ne zaman döneceğini tevsik etmeksizin ve beyanını aldığı komşunun isim ve imzasını almadan ve imzadan imtina durumunu tespit etmeden, komşuya haber vermeden, 2 nolu fişin kapıya yapıştırıldıktan sonra muhtara tebliğ edilmek suretiyle tebliğ işlemini tamamladığını; bu hali ile tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Kanunun 21/1. maddesi ile şikayete konu tebliğ işleminin yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte olup, olayda uygulanması gerekli olan Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun yapılmamış olmakla usulsüz olduğunu”[321] -“Tebliğ memurunun, muhatabın adreste geçici olarak bulunmama sebebi hakkında beyanı alınan komşunun kim olduğu, orada oturan olup olmadığı, hangi dairde oturduğu belirlenmemiş olduğundan yapılan tebliğ işleminin 7201 Sayılı Kanunu’nun 21. maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28.maddesi hükümlerine aykırı olduğunu”[322] -“Örnek 7 ödeme emri tebligatının incelenmesinde, en yakın komşu ismi belirtilmeden “görevli” olarak isimlendirilen kişinin muhatabın çarşıda olduğunu ve imzada imtina ettiğinin beyan edildiği böylece Tebligat Kanunu’nun 21. maddesine göre muhtara tebligat işleminin tebligat tüzüğünün 28. maddesine aykırı ve usulsüz olduğunu”[323] -“Adreste bulunamayan muhatabın nerede olduğunu bilmesi muhtemel kişilerden araştırılıp, tahkikatın mazbataya yazılmadığı görülmüş olduğundan; tebliğ işleminin bu hali ile 7201 Sayılı Kanun’un 21. maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun yapılmamış olmakla usulsüz olduğunu”[324] -“Tebliğ memuru, muhatabın adresten geçici mi yoksa sürekli mi ayrıldığını, adreste bulunmama sebebini ve tevziat saatlerinden sonra geleceğini Tebligat [319] Bknz: 12. HD. 20.09.2012 T. 14237/27179 [320] Bknz: 12. HD. 17.09.2012 T. 9003/26569 [321] Bknz: 12. HD. 04.07.2012 T. 9898/23617; 16.10.2012 T. 5034/29618; 05.12.2012 T. 30768/36601; 04.12.2012 T. 18975/36070; 17.04.2012 T. 2011-29168/12822; 18.06.2012 T. 4751/21028; 28.06.2012 T. 6251/22993; 13.09.2012 T. 11699/26409; 17.09.2012 T. 12769/26558; 11.09.2012 T. 10918/26077 [322] Bknz: 12. HD. 12.07.2012 T. 5694/24223 [323] Bknz: 12. HD. 10.07.2012 T. 2858/24135 [324] Bknz: 12. HD. 09.07.2012 T. 17514/23845 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 215 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Tüzüğünün 28. maddesinde sayılan kişilerden sorarak tespit edip, beyan ve imza almadan veya imzadan çekinme durumunu belirlemeden tebliğ işlemlerini tamamlamış olduğundan tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[325] -“Hükmi şahısların sıfatı ve niteliği itibari ile 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine göre yapılmış olması halinde, tebliğ memurunun tüzüğün 28.maddesindeki koşullarını araştırmanın yapılmamış olması tebligatın usulsüzlüğü sonucunu doğurmaz ise de, mahkemece tebligat yapılan adresin borçlu şirketin ticaret sicil adresi olup olmadığının ticaret sicilinden sorularak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[326] -“Borçluya satış ilanının tebliğine ilişkin işlemde muhtara isim, mühür ve imzasıyla teslim edilen evrak, tebliğ memurunun imzası ile tevsik edilmişse de, borçlunun nerede olduğunun kimden soruşturularak tespit edildiği ve bu kişinin açık kimliğinin ne olduğu tebliğ mazbatasında açıklanmamış olduğundan borçlu adresine çıkarılan ödeme emrinin usulüne uygun şekilde tebliğ edilmiş olduğunun kabulüne olanak olmadığını”[327] -“Tebligat şeklen 7201 Sayılı Kanun’un 21. maddesine uygun ise de, Hukuk Genel Kurulu’nun 07.04.1982 tarih ve 1979/10-1377 esas, 1982/337 karar sayılı kararı ile de benimsendiği üzere tebliğ belgesindeki kayıtların aksi her türlü delille kanıtlanabilir. Bu durumda, mahkemece duruşma açılıp, borçludan tebliğ işleminin usulüne aykırı olduğu yönündeki şikayeti ile ilgili delilleri sorulup, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceğini”[328] -“Tebligat evrakına şerh edilen bilgilere göre tebliğ memurunun, adreste bulunmayan muhatabın adreste bulunmama sebebini Tebligat Kanunu’nun 21/1 ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 30/1. maddelerinde belirtilen usulde araştırdığına ve adreste bulunmama sebebini tespit ettiğine dair herhangi bir bilgi bulunmadığından şikayetçi borçluya örnek 10 ödeme emrinin tebliği işlemi usulsüz olup Mahkemece usulsüz tebligat şikayetinin kabul edilerek Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca borçlunun tebliğe muttali olduğu tarihin tespit edilmesine karar verilmesi gerekeceğini”[329] -“Alacaklı tarafından genel kredi sözleşmesine dayalı olarak genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine başlandığı, örnek 7 numaralı ödeme emrinin borçlunun takip dayanağı sözleşmede yazılı adresine tebliğe çıkarıldığı, tebliğ evrakının, borçlunun tanınmadığı sebebi iade edildiği, alacaklının talebi ile borçlunun adres [325] Bknz: 12. HD. 04.07.2011 T. 2010-33263/14518; 09.05.2012 T. 2067/15993; 16.05.2012 T. 11399/17125; 12.04.2012 T. 2011-28010/12149 [326] Bknz: 12. HD. 16.02.2012 T. 2011-20638/5000; 19.06.2012 T. 7031/21432; 09.05.2012 T. 2011-30454/16011; 20.09.2012 T. 9174/27333 [327] Bknz: 12. HD. 28.06.2012 T. 8214/22849 [328] Bknz: 12. HD. 26.06.2012 T. 1771/22489 [329] Bknz: 12. HD. 25.06.2012 T. 7097/22175 216 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR kayıt sisteminde bulunan adresine, tebliğ evrakı üzerine; “mernis adresi olup Tebligat Kanunu 21.maddeye göre tebliğ yapılır” şerhi yazılmak suretiyle çıkarılan tebligatın usulüne uygun olduğunu”[330] -“Avukat adına çıkartılan tebligatın, muhatap adreste bulunmadığından şerhi verilerek, mahalle muhtarına teslim edilip 2 nolu formülün kapısına yapıştırıldığı ve komşusuna haber verildiği, ancak beyan ve imza almadan veya imzadan çekinme durumunu belirlemeden ve muhtar imza ve mührü alınarak tebliğ işlemleri tamamlanmış olduğundan yapılan satış ilanı tebliğinin usulsüz olduğunu”[331] -“Kıymet takdir raporu ve satış ilanı tebligatlarının, bağımsız bölümde fiilen oturan (kiracı) olup olmadığı yönünde bir tespit yapılmaksızın apartman ilan tahtasına asılmak suretiyle yapıldığı dolayısıyla bu haliyle tebliğ işlemlerinin usulsüz olduğunu”[332] -“Şikayet konusu tebliğ işlemi 30.07.2010 tarihinde yapıldığından 6099 sayılı yasa ile 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nda yapılan değişikliklerin olayda uygulanma yeri olmadığından mahkemece borçlu asilin nüfus müdürlüğündeki adresi kendisinin bildirip bildirmediğinin araştırılması kendisinin bildirdiğinin tespiti halinde, eğer numara değişiminden sonra “…” adresini bildirmiş ise bu hatasına dayanamayacağı da gözönünde bulundurularak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[333] -“Muhatap adına tebliğ yapılabilecek olanların adreste bulunup bulunmadığı tespit edilmediği gibi, tebligatın vasıf ve önemini anlayabilecek ehliyeti bulunmayan on yaşlarında bir çocuğun beyanları ile yetinilerek, muhatabın tevziat saatlerinden sonra eve dönüp dönmeyeceği hususu, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar kurulu veya meclisi üyeleri, zabıta amir ve memurlarından tahkik edilmemiş ve iki numaralı haber kağıdının kapıya yapıştırıldığı hususu da zabıt altına alınmamış olduğundan satış ilanı tebliğinin usulsüz olduğunu”[334] -“Borçlunun icra takip dosyasında mevcut adresine çıkarılan satış ilanı tebliğ edilemediğine göre icra müdürlüğünce borçlunun adres kayıt sisteminde adresinin bulunup bulunmadığı belirlenerek varsa bu adrese 7201 sayılı Tebligat Kanununun 21.maddesine 6099 Sayılı yasanın 5. maddesi ile eklenen 2. fıkra uyarınca kıymet taktiri ve satış ilanının tebliği, yok ise 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35.maddesinin 6099 Sayılı yasanın 9.maddesi ile değişik 2.fıkrası uyarınca tebliğ işleminin tamamlanması gerekeceğini”[335] [330] Bknz: 12. HD. 19.06.2012 T. 15623/21343 [331] Bknz: 12. HD. 14.06.2012 T. 4924/20718 [332] Bknz: 12. HD. 05.06.2012 T. 3846/19285 [333] Bknz: 12. HD. 27.09.2012 T. 10552/28202 [334] Bknz: 12. HD. 24.09.2012 T. 16076/27588 [335] Bknz: 12. HD. 31.05.2012 T. 4335/18616 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 217 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Şikayetçinin talebi tutanağa geçirilmiş ancak icra müdürlüğünce verilen karar, gerek İİK.nun 21/1. maddesi göndermesi ile uygulanması gerekli Tebligat Kanunu hükümlerine göre, gerekse icra tutanağına ilgilinin imzası alınmak suretiyle tebliğ edilmemiş olup; öte yandan şikayetçinin şikayete konu kararı öğrendiğine ilişkin dosyada herhangi bir kanıt da bulunmadığından mahkemece, şikayetin süresinde yapıldığı kabul edilerek, işin esası incelendikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekeceğini”[336] -“Tebliğ memurunun gerçekten muhatabın adresine gittiği fakat kendisini bulamadığı belgelenmemiş, yapılan işlem memurun soyut beyanından ibaret kalmış olduğundan borçlu adresine çıkarılan ödeme emrinin usulüne uygun tebliğ edilmiş olduğunun kabulüne olanak olmadığını”[337] -“Tüzüğün 28. maddesinde öngörülen şekilde ve maddede belirtilen kişilere sorularak imzaları da alınmak suretiyle, imzadan çekinmeleri halinde, bu husus da belirtilerek, muhatabın adreste geçici olarak bulunmama sebebi ve tevziat saatlerinden sonra geleceği “tevsik edilmeden”, Tebligat Kanunu’nun 21. maddesine göre yapılan tebligat işleminin geçersiz olacağını; zira bu belgeleme işlemi, devamı işlemleri belirlemesi yanında muamelenin doğru olup olmadığına karar verilmesi yönünden yardımcı olacak ve tebliği isteyen makam ve hakimin denetimini sağlayacağını”[338] -“Tebliğ işleminin, muhatabın çalışmaya gittiği sebebiyle mahalle muhtarı imzasına teslim edilip 2 nolu formülün kapısına yapıştırılarak komşusuna haber verildiği belirtilmek suretiyle yapıldığı, ancak beyanı alınan komşunun imzasının alınmadığı gibi imzadan imtina durumunun belirlenmediği görüldüğünden tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Kanunun 21. maddesi ile şikayete konu tebliğ işleminin yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte olup, olayda uygulanması gerekli olan Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun yapılmamış olmakla usulsüz olduğunu”[339] -“Tebliğ işleminin, muhatabın adresinin kapalı olması nedeni ile tebligatın mahalle muhtarı imzasına teslim edilip 2 no’lu formülün kapısına yapıştırılarak komşusuna haber verilmek suretiyle yapıldığı görüldüğünden ve tebliğ memuru tüzükte öngörülen araştırmayı yapmadan muhatabın tevziat saatlerinden sonra adresine dönüp dönmeyeceğini, dönecekse ne zaman döneceği tevsik edilmediğinden satış ilanının Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine göre yapılan tebligatın usulsüz olduğunu”[340] [336] Bknz: 12. HD. 29.05.2012 T. 2011-31450/18231 [337] Bknz: 12. HD. 16.05.2012 T. 1324/17196 [338] Bknz: 12. HD. 14.05.2012 T. 2011-31505/16685 [339] Bknz: 12. HD. 10.05.2012 T. 2397/16188 [340] Bknz: 12. HD. 09.05.2012 T. 11088/16118 218 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebligatın; 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine göre yapıldığı belirtilmesine rağmen Tebligat Tüzüğünün 28.maddesi uygulanmadığından tebliğin usulsüz olduğu-”[341] -“7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre tebligat yapılabilmesi için, tebliği çıkaran mercice, tebligat çıkarılan adresin, muhatabın, adres kayıt sistemindeki adresi olduğuna dair tebliğ evrakı üzerine kayıt düşülmesinin zorunlu olduğunu”[342] -“İcra müdürlüğünce, borçlunun adres kayıt sisteminde adresinin bulunup bulunmadığı belirlenerek, varsa bu adrese 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine 6099 Sayılı Yasanın 5. maddesi ile eklenen 2. fıkra uyarınca satış ilanının tebliği, yok ise 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 35.maddesinin 6099 Sayılı Yasanın 9.maddesi ile değişik 2.fıkrası uyarınca tebliğ işleminin tamamlanması gerekeceğini”[343] -“Tebliğ memuru geçici şehir dışına çıkan muhatabın tevziat saatlerinden sonra adrese gelip gelmeyeceğini tespit etmeden beyanda bulunan komşusunun ismi de olmadan tebliğ işlemini bitirmiş olup, bu hali ile yapılan tebliğ işleminin 7201 Sayılı Kanunu’nun 21.maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28.maddesi hükümlerine aykırı olduğunu”[344] -“Tebliğ memuru, muhatabın tevziat saatlerinden sonra adrese geleceğini tespit etmediği gibi, tebligat parçasına göre de muhatabın tevziat saatlerinden sonra da adrese gelmeyeceği belli olup, bu hali ile tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Tebligat Kanunun 21. maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun olarak yapılmadığından usulsüz olduğunu”[345] -“Tebliğ işleminin, “adreste kimse bulunmaması üzerine, adresin kapalı olma sebebiyle en yakın komşusuna soruldu verilen beyanda muhatabın adresi sürekli kapalı, geçici gittiği beyan edilmesi üzerine tebliğ imkansızlığı sebebiyle tebliğ zarfı muhtara teslim edilmiş olup düzenlenen 2 nolu haber kağıdı kapıya yapıştırılıp, imzadan imtina eden en yakın komşusuna haber verildi.” şerhi ile gerçekleştirilmiş olup; tebliğ memuru, muhatabın tevziat saatlerinden sonra adrese geleceğini tespit etmediği gibi, tebligat parçasına göre de muhatabın tevziat saatlerinden sonra da adrese gelmeyeceği belli olduğundan tebliğ işleminin, 7201 Sayılı Tebligat Kanunun 21.maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun olarak yapılmadığından usulsüz olduğunu”[346] [341] Bknz: 12. HD. 09.05.2012 T. 116/16130 [342] Bknz: 12. HD. 08.05.2012 T. 188/15943 [343] Bknz: 12. HD. 08.05.2012 T. 447/15650; 08.05.2012 T. 2706/15708; 31.05.2012 T. 2092/18668; 19.11.2012 T. 16102/33752 [344] Bknz: 12. HD. 07.05.2012 T. 2011-29743/15511 [345] Bknz: 12. HD. 03.05.2012 T. 2011-28487/14950 [346] Bknz: 12. HD. 03.05.2012 T. 2011-28489/14957 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 219 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebliğ işleminin, adresin kapalı olması sebebiyle, muhatabın “işte olduğu” şerhi verilerek, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21. maddesin göre mahalle muhtarı imzasına teslim edilip, 2 nolu formülün kapısına yapıştırıldığı ve …’e haber verildiği belirtilmek suretiyle yapıldığı; ancak haber bırakılan kişinin kim olduğunu, Tebligat Tüzüğünün 28. maddesinde sayılan kişilerden olup olmadığını, tespit edip, beyan ve imza almadan veya imzadan çekinme durumunu belirlemeden tebliğ işlemlerini tamamlamış olduğundan tebliğ işleminin 7201 Sayılı Kanunun 21. maddesi ile Tebligat Tüzüğü’nün 28. maddesi hükümlerine uygun yapılmamış olmakla usulsüz olduğunu”[347] -“Borçlunun icra takip dosyasında mevcut adresine çıkarılan kıymet takdiri raporu tebliğ edilemediğine göre icra müdürlüğünce borçlunun adres kayıt sisteminde adresinin bulunup bulunmadığı belirlenerek varsa bu adrese 7201 sayılı Tebligat Kanununun 21.maddesine 6099 sayılı yasanın 5. maddesi ile eklenen 2. Fıkra uyarınca kıymet takdiri ve satış ilanının tebliği, yok ise 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35.maddesinin 6099 sayılı yasanın 9.maddesi ile değişik 2.fıkrası uyarınca tebliğ işleminin tamamlanmasının gerekeceğini”[348] -“İcra müdürlüğünce tebliğ evrakı üzerine adresin borçlunun adres kayıt sistemindeki adresi olduğuna dair kayıt düşülerek, 7201 sayılı Tebligat Kanununun 21/2.maddesine göre bu adrese ödeme emrinin tebliğ edilmesi gerekirken, borçlunun, adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresinin tespit edilmiş olmasına rağmen, ilamda yazılı adrese 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35.maddesine dayalı olarak tebliğ işleminin yapılmasının yasal düzenlemelere aykırı olmakla, usulsüz olduğunu”[349] -“Borçlu vekili şikayet dilekçesinde, … adında bir komşusu bulunmadığını iddia ettiğine ve zabıta marifetiyle yapılan araştırmada böyle bir kişinin bulunmadığı tespit edildiğine göre Tebligat Kanununun 21. maddesi ile tüzüğün 28.maddesinde aranan şartların gerçekleştiğinin kabulünün mümkün olmayacağını”[350] -“İcra dosyasında bulunan ATO Ticaret Sicil Memurluğu’nun yazısına göre, borçlu şirketin ticaret sicil adresine de satış ilanının tebliğe çıkarıldığı ve Tebligat Kanunu’nun 21.maddesine göre usulüne uygun olarak tebliğ edildiği anlaşıldığından mahkemece ihalenin feshi isteminin reddi gerekeceğini”[351] -“7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre tebligat yapılabilmesi için, tebliği çıkaran merciice, tebligat çıkarılan adresin, muhatabın, adres kayıt sistemindeki adresi olduğuna dair tebliğ evrakı üzerine kayıt düşülmesinin zorunlu olduğunu”[352] [347] Bknz: 12. HD. 03.05.2012 T. 1024/14863 [348] Bknz: 12. HD. 02.05.2012 T. 1206/14667 [349] Bknz: 12. HD. 26.04.2012 T. 2011-29320/13919 [350] Bknz: 12. HD. 12.04.2012 T. 26678/12126 [351] Bknz: 12. HD. 12.04.2012 T. 2011-29982/12067 [352] Bknz: 12. HD. 12.04.2012 T. 2011-27852/12173 220 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Borçluya satış ilanının “dağıtım saatlerinde adres kapalı olduğundan Tebligat Kanunu’nun 21.maddesi gereğince evrak mahalle muhtarı imzasına teslim edildiği, muhatabın kapısına 2 nolu haber kağıdı yapıştırılarak komşusuna haber verildi” şerhi ile tebliğ edildiği görüldüğünden tebliğ işlemi bu hali ile 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesi göre yapılmış olup, Tebligat Tüzüğünün 28.maddesi uyarınca muhatabın adreste bulunmama nedeni ve tevziat saatlerinden sonra geleceği “tevsik edilmeden” yapıldığı için usulsüz olduğunu”[353] -“21. maddeye göre yapılan tebligatlarda tebliğ tarihi, maddenin son cümlesinde açıkça belirtildiği üzere, iki numaralı fişin yani ihbarnamesinin kapıya yapıştırıldığı tarih olup; tebliğ tarihinin bu şekilde belirlenmesi ve geçerli sayılabilmesinin, tebliğ memurunun Tüzüğün 28. maddesinde açıklanan araştırmayı mutlaka yapmasına ve belgelenmesine bağlı olduğunu”[354] -“Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesinin uygulanabilmesi için tebligat evrakına adresin, muhatabın mernis adresi olduğunun şerh edilmesi gerekeceğini”[355] -“Her ne kadar borçlunun mernis adresine yapılan tebligatın Tebligat Kanunu 21 ve Tebligat Tüzüğü 28 Maddelerine aykırılık gerekçesiyle şikayetin kabulüne karar verilmiş ise de ; 6099 Sayılı Yasa ile değişik 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi ve Tebligat Kanunu Yönetmeliği 31. Maddesi birlikte değerlendirildiğinde , şahsın mernis adresine tebligat yapılması halinde nerede olduğunun komşu, kapıcı , yönetici gibi kimselerden araştırılması ve şahsın adreste bulunmama nedeninin tebliğe işlenmesi geçerlilik şartı olmadığını”[356] -“Tebligat evrakının incelenmesinde, ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığına dair bir kaydın olmadığı görüldüğünden tebliğ işleminin Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine aykırı olmakla usulsüz olduğunu”[357] -“İİK’nun 21. maddesine göre, satış ilanının, borçlunun ipotek akit tablosunda yazılı adresine gönderilmesi, bu adreste bulunmadığı takdirde de Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre yine aynı adrese tebligat yapılması gerektiğinden; tebligatın bu adres yerine başka bir adrese yapılması usulsüz olduğunu”[358] -“89/2 haciz ihbarnamesinin, şirket yetkilisinin iş takibine gitmesi sebebiyle ve şirket çalışanının da tebellüğden imtina etmesi nedeniyle 7201 Sayılı kanun 21. maddesine göre tebliğ edildiği; muhatap veya onun adına tebligatı alabileceği yasada yazılı olan kişi tebliğ evrakını almaktan kaçındığından tebligatın Tüzüğün 29. ve 30. maddelerine göre muhtara bırakılmasında bir usulsüzlük bulunmadığını”[359] [353] Bknz: 12. HD. 10.04.2012 T. 2011-29793/11751 [354] Bknz: 12. HD. 08.05.2012 T. E704/15710 [355] Bknz: 12. HD. 05.04.2012 T. 26284/11338 [356] Bknz: 12. HD. 03.04.2012 T. 2011-27272/10828 [357] Bknz: 12. HD. 03.04.2012 T. 2011-26258/10920 [358] Bknz: 12. HD. 02.04.2012 T. 2011-28764/10530 [359] Bknz: 12. HD. 16.02.2012 T. 1289/3940 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 221 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebliğ memurunun gerçekten muhatabın adresine gittiği ve fakat bulamadığı belgelenmemiş, yapılan işlem tebliğ memurunun soyut beyanından ibaret kalmış olduğundan, borçlu adresine çıkarılan kıymet taktir raporunun usulüne uygun şekilde tebliğ edilmiş olduğunun kabulüne olanak olmadığını”[360] -“Tüzüğün 28. maddesinde öngörülen şekilde ve maddede belirtilen kişilere sorularak imzaları da alınmak suretiyle, imzadan çekinmeleri halinde, bu husus da belirtilerek, muhatabın adreste geçici olarak bulunmama sebebi ve tevziat saatlerinden sonra geleceği “tevsik edilmeden”, Tebligat Kanunu’nun 21. maddesine göre yapılan tebligat işleminin geçersiz olacağını”[361] -“Tebligat Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca tebligat yapılırken haber bırakılan komşunun imzasının alınması, imzadan imtina ediliyorsa imtina edildiğine ilişkin tebligatın arkasına şerh düşülmesi gerekeceği; söz konusu kurallara uygun yapılmayan tebligatın geçerli kabul edilemeyeceğini”[362] -“Tebligat Kanununun 21 ve Tebligat Tüzüğünün 28. maddesi uyarınca; muhatap veya muhatap adına tebliğ yapılabilecek kişilerin hiçbirisi gösterilen adreste bulunmazsa” -“Tebliğ memurunun bu kişilerin adreste bulunmama sebeplerini, bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti, zabıta amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp imzalatması, imzadan kaçınmaları halinde bu durumu da tutanağa yazıp imzalamaları (imzalatmaları) gerekeceğini”, -“Ayrıca, tebliğ sırasında hazır bulunmayan muhatapların, tevzi (dağıtım) saatlerinden sonra adrese geldiğinin (döndüğünün) beyan edilmesi halinde, bunun tebligat parçasına yazılıp imzalanması gerekeceğini”[363] -“Tebligat parçasında ‘muhatabın geçici olarak yaylaya gitmiş olduğu’nun belirtilmiş, ancak ‘bu adresten dönmesi muhtemel tarihin’ açıklanmamış olması halinde, Tebligat Kanununun 21. maddesine uygun yapılmış tebligattan bahsedilemeyeceğini”[364] -“Tebligat sırasında adresinde bulunmayan muhatabın ‘tevziat (dağıtım) saatinden sonra adresine dönüp dönmeyeceği’nin tebligat parçasında belirtilmesinin, gerçek kişiler yönünden zorunlu olduğunu, tüzel kişi muhataplar bakımından bunun belirtilmemiş olmasının tebligatın hükümsüzlüğünü gerektirmeyeceğini”[365] [360] Bknz: 12. HD. 14.02.2012 T. 2011-17661/3479 [361] Bknz: 12. HD. 06.02.2012 T. 2011-16731/2209 [362] Bknz: 8. HD. 16.01.2012 T. 2011-3016/53 [363] Bknz: 12. HD. 28.12.2011 T. 12444/31216; 25.10.2011 T. 3926/20217; 19.12.2011 T. 11281/29296; 24.10.2011 T. 4068/20049; 19.9.2011 T. 1205/15883; 15.3.2004 T. 1025/5988; 24.2.2004 T. 26949/3920; 19.1.2004 T. 23856/594 vb. [364] Bknz: 12. HD. 25.4.2003 T. 6487/9380 [365] Bknz: 12. HD. 13.11.2003 T. 19917/22421; 27.6.2003 T. 12534/15393; 27.2.2003 T. 1152/3764 222 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebligat parçasında ‘borçlunun nereye gittiğinin bilinmediği’nin açıklanmış olması halinde, Tebligat Kanununun 21. maddesine göre usulüne uygun yapılmış bir tebligattan bahsedilemeyeceğini”[366] -“ ‘Tebliğ tarihinde borçlunun başka bir yerde seyahatte bulunduğu’nun belirtilmiş olduğu ve dönüp dönmeyeceğinin ya da ne zaman döneceği hususunda hiçbir açıklamaya -tebliğ parçasında- yer verilmemiş olan durumlarda Tebligat Kanununun 21 ve Tebligat Tüzüğünün 28. maddelerine uygun bir tebligattan söz edilemeyeceğini”[367] -“ ‘Tebligatı almaktan (tebellüğden) kaçınma’ halinde Tebligat Tüzüğünün 30. maddesine göre işlem yapılması (yani; ‘tebliğ memurunun, tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti veya meclisi azasından birine veya zabıta amir veya memuruna imza karşılığında teslim etmesi, ayrıca düzenleyeceği ihbarnameyi gösterilen adresin kapısına yapıştırması ve durumu muhatabın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya bildirmesi’) gerekeceğini”[368] [369] -“Tebligat parçasına ‘haber verilen komşunun adının yazılmamış olması’nın, tebligatı usulsüz kılacağını”[370] -“Tebligat sırasında, borçlunun tatilde olduğunun anlaşılması halinde tebligatın yerine getirilemeden iadesi gerekeceğini”[371] -Komşusunun beyanından, muhatabın ‘çarşıya gitmesi sebebiyle’ adresinden ayrılmış olduğunun saptanması halinde, Tebligat Kanununun 21 ve Tebligat Tüzüğünün 28. maddesine göre işlem yapılabileceğini”[372] -“Tebligat parçasına sadece ‘haber vermek üzere komşusuna bilgi verildiği’nin yapılmış olması halinde Tebligat Kanununun 21 ve Tebligat Tüzüğünün 28. maddesine göre usulüne uygun tebligat yapılmış sayılmayacağını”[373] -“Tebligat sırasında, komşusunun beyanı üzerine borçlunun ‘işe gittiği’nin saptanması halinde, Tebligat Kanununun 21 ve Tebligat Tüzüğünün 28. maddesine göre işlem yapılabileceğini”[374] -“ ‘Tebliğ tarihinde adresin kapalı oluş nedeni’ -yönetici, kapıcı, komşu gibiilgili kişilerden araştırılıp, tebligat parçasında belirtilmeden, Tebligat Kanununun 21. maddesine uygun olarak yapılmış tebligattan bahsedilemeyeceğini”[375] [366] Bknz: 12. HD. 31.1.2003 T. 2002-28519/1684 [367] Bknz: 12. HD. 28.1.2003 T. 2002-28671/1324 [368] Bknz: 12. HD. 26.2.2002 T. 2924/3937; 2. HD. 15.2.1999 T. 13708/1061 [369] Karş: HGK. 15.9.1976 T. 10-889/2514; 12. HD. 10.5.1990 T. 4410/5451; 11.6.1984 T. 5224/7477 vb. [370] Bknz: 12. HD. 11.2.2002 T. 1682/2852 [371] Bknz: 12. HD. 21.6.2001 T. 10053/11127 [372] Bknz: 12. HD. 21.5.2001 T. 8031/8941 [373] Bknz: 12. HD. 11.5.2001 T. 7314/8257 [374] Bknz: 12. HD. 27.2.2001 T. 2736/3751; 3.10.2000 T. 13316/14242 [375] Bknz: 12. HD. 26.1.2001 T. 2000-20553/1186 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 223 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebligat parçasında ‘tebligatı almadan (tebellüğden) kaçınmadan’ söz edilmedikçe Tebligat Tüzüğünün 30. maddesine göre işlem yapılamayacağını”[376] -“Tebligat Kanununun 21. maddesine göre yapılacak tebligatın bağlı olduğu koşullarla ilgili olarak; -“Tebligat Kanununun 21. maddesine göre yapılacak tebliğ işleminin geçerliliğinin, PTT. memurunun yapacağı tahkikata göre, ‘muhatabın bu adreste bulunmadığının tespitine’ ve ‘bu işlemi tebligat parçasına yazarak maddede belirtilen kişilere imzalatmasına’ bağlı olduğunu – Tebliğ memurunun ‘muhatabın adreste bulunmadığı’ yolundaki beyanının bu konuda yeterli olmadığını, bu hususun ayrıca tutanakla belgelenmesi gerekeceğini”[377] -“Muhatabın tebligatın verilmek istendiği sırada adreste bulunmaması halinde, ‘adreste bulunmama sebebi’ PTT. memurunca araştırılmadan tebliğ evrakının muhtara bırakılmasının usulsüz sayılacağını”[378] -“Teb. Kanununun 21. maddesindeki sıranın geçerlilik koşulu olduğunu, bu sıraya uyulmamasının tebligatı geçersiz kılacağını”[379] - “Teb. K.’nun 21. maddesine göre, ihbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarihin ‘tebliğ tarihi’ sayılacağını”[380] - “Muhatabın tevziat saatlerinden sonra adrese döndüğünün, tebliğ memuru tarafından bunu beyan eden komşuya imzalattırılmamış olması halinde, tebliğ işleminin usulüne uygun sayılmayacağını”[381] - “Teb. K.’nun 21. maddesine göre yapılan tebliğ işleminin, Teb. Tüz.’nün 30. maddesine göre ‘2 no’lu inkar kağıdı’nın kapıya asılmış olmadıkça usulsüz sayılacağını”[382] - “Borçlunun adreste bulunmama sebebinin komşusunun beyanından tesbit edilmesi ancak komşusunun imzadan kaçınması halinde, tebligatın 21. maddeye uygun olarak yapılmış sayılmayacağını”[383] - “İşe gittiği açıklanan muhatabın, tevziat saatinden sonra adrese dönüp dönmediği tebligat parçasında belirtilip ilgililere imzalatılmadıkça, tebligatın usulüne uygun sayılmayacağını”[384] belirtmiştir… [376] Bknz: 12. HD. 27.3.1996 T. 4154/4134 [377] Bknz: HGK. 15.6.1994 T. 12-258/411 [378] Bknz: 12. HD. 19.6.2003 T. 12095/14691; 22.3.1995 T. 4167/4060; 7.3.1995 T. 3488/2982 [379] Bknz: 2. HD. 18.6.1971 T. 4046/3996 [380] Bknz: 12. HD. 27.1.2004 T. 24552/1463 [381] Bknz: 12. HD. 27.1.2004 T. 24551/1464 [382] Bknz: 12. HD. 15.1.2004 T. 23020/232 [383] Bknz: 12. HD. 13.10.2003 T. 16367/19823 [384] Bknz: 12. HD. 23.6.2003 T. 12556/14932 224 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR VIII-İlan yoluyla tebligat: Adresi meçhul olan kimselere basın ve/veya yayın araçlarıyla ilan şeklinde yapılan tebligat, “ilanen tebligat”tır. Bu tebligat şekli, tebligat konusunda başvurulacak son çaredir (Teb. K. mad. 28-31; Teb. Tüz. mad. 46-50; Teb. Yön. mad. 48-52).[385] Yerleşim yeri, meskeni ya da işyeri bulunamayan kimsenin adresi meçhul sayılır (Teb. K. mad. 28/II, Teb. Tüz. mad. 46; Teb. Yön. mad. 48). Bu durumda tebliğ memuru, gereken soruşturmayı yaptıktan sonra “adresin meçhul olduğunu” mahalle veya köy muhtarına şerh verdirerek tesbit eder. Tebligatı çıkaran merci, muhatabın adresini resmi veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tesbit ettirir (Teb. K. mad. 28/ III, Teb. Tüz. mad. 46/II; Teb. Yön. mad. 48/I, II). İcra takiplerinde (dosyalarında) ilanen tebligata icra müdürü karar verir (Teb. K. mad. 29/I).[386] Adresin tespiti için gereken soruşturma yapılmadan “ilanen tebligat” yoluna gidilmişse, ilgili ilanı öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde şikayet yoluyla tebligatı iptal ettirebilir, ilanı kusuru olmaksızın geç öğrenmişse, paraya çevirme işlemi sona erinceye kadar, gecikmiş itirazda (İİK. mad. 65) bulunabilir.[387] 19.3.2003 tarih ve 4829 sayılı Kanun ile; “Maddeyle tebliği çıkaran merciye, adresin meçhul olması halinde, muhatabın adresinin resmi veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördükleri ile zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirmesi sağlanmak suretiyle Yargıtay’ın adres tespitinde bütün yolların tüketilmemesinden dolayı bozma kararlarına da uygun olarak, tebligatın daha sağlıklı yapılabilmesi amaçlanmıştır” şeklindeki gerekçe ile, Teb. Kanununun 28. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi “bununla beraber tebliği çıkaran merci lüzum görürse, muhatabın adresini resmi veya hususi müessese ve dairelerden veya zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirebilir” şeklinde değiştirilmiştir. “İlanen tebliğ, son ilan tarihinden itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır. İlanen tebliğe karar veren merci, icabına göre daha uzun bir müddet tayin edebilir” (Teb. K. mad. 31; Teb. Tüz. mad. 49; Teb. Yön. mad. 52). 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanunun 8. maddesi ile, 7201 sayılı Tebligat Kanunun 29. maddesinin 1. fıkrasının (1) numaralı bendinde yer alan “ayrıca” ibaresi metinden çıkarılmış ve aranan bentte yer alan “gazetede” ibaresi “gazetede ve ayrıca elektronik ortamda” olarak değiştirilmiştir. Yüksek mahkeme “ilanen tebligat” (Teb. K. mad. 28, Teb. Tüz. mad. 46; Teb. Yön. mad. 48) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarda; [385] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bknz: RUHİ, A. C. age. s:115 vd.–Bknz: 12. HD. 15.3.2011 T. 23221/358 [386] BERKİN, N. agm. s:132 [387] BERKİN, N. İcra Hukuku Rehberi, s:116 – POSTACIOĞLU, İ. age s:91 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 225 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“ ‘Adresin meçhul olduğu’ hususunun tebliğ memurunca muhtara şerh verdirilmemiş ve ayrıca icra müdürlüğünce zabıta araştırması yaptırılmamış olması halinde ilanen tebligat yaptırılamayacağını”[388] -“İlanen tebligat yapılabilmesi için ‘muhataba Teb. K. ve Teb. Tüz.’ne göre tebligat yapılamamış olması’ ‘yapılan soruşturmaya rağmen yerleşim yerinin/meskeninin/işyerinin tespit edilememiş olması gerektiğini”[389] -“Yabancı memlekette oturanlara ilanen tebligat yapılması gereken hallerde, tebliği çıkaran mercinin tebliğ olunacak evrak ile ilan suretinin yabancı memlekette bulunan kimsenin bilinen adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla göndermesi ve posta makbuzunu dosyaya koyması gerektiğini”[390] -“İlanen tebligatın geçerli olabilmesi için, ilanen tebliğine karar verilen hususun -örneğin ödeme emrinin- ayrıca icra dairesi ve divanhanesine de asılması ve bu hususun bir tutanakla tesbiti gerekeceğini”[391] -“Muhatabın yurtdışında olması halinde, ‘adresin meçhul olduğu’ndan söz edilerek ona ilan yoluyla tebligat yapılamayacağını”[392] -“Yapılan soruşturma sonucunda muhatabın adresinin tesbit edilmesi halinde ilan yoluyla tebligat yapılamayacağını”[393] -“Zabıta adres araştırması yaptırılmadan ‘adresin meçhul olduğu’ndan bahisle ilanen tebligat yapılamayacağını”[394] belirtmiştir … IX-Usulsüz tebligat (tebligatın usulüne uygun yapılmaması)[395] Tebligat, usulsüz de yapılmış olsa hükümsüz sayılmaz. Usulsüz tebligata rağmen, muhatap bunu öğrenmişse, tebliğ geçerli sayılır. Bu durumda, muhatabın belirttiği tarih, “tebliğ tarihi” olarak kabul edilir (Teb. K. mad. 32/II, Teb. Tüz. mad. 51/ II; Teb. Yön. mad. 53/II). Muhatap, usulsüz tebligatı öğrenmemişse, tebligat yapılmamış sayılır (Teb. Tüz. mad. 51; Teb. Yön. mad. 53). Muhatabın usulsüz tebliği öğrenip öğrenmediği ve öğrenmişse bunu tarihi, muhatabın beyanına göre tesbit edilir.[396] Muhatabın bu konudaki beyanının tersi ileri sürülüp kanıtlanamaz (Teb. Tüz. mad. 51/III; Teb. Yön. mad. 53/III). [388] Bknz: 12. HD. 4.7.2002 T. 13488/14528 [389] Bknz: 12. HD. 16.10.2003 T. 16315/20141; 17.3.1999 T. 2913/3395; 15.10.1997 T. 10086/10811 [390] Bknz: 12. HD. 30.1.1997 T. 464/876 [391] Bknz: 12. HD. 1.3.1995 T. 2625/2823; 19.11.1992 T. 7322/14428; 10.7.1992 T. 5301/9633 [392] Bknz: İİD. 22.5.1971 T. 4210/3860 [393] Bknz: İİD. 3.6.1963 T. 6350/6617 [394] Bknz: İİD. 5.3.1957 T. 1461/1737 [395] Bu konuda daha ayrıntılı açıklama için bknz: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. age. C:1, s:866 vd. – AKCAN, R. agm. s:90 vd. [396] Bknz: 12. HD. 13.12.2011 T. 11117/28597; 3.11.2011 T. 5109/21341; 24.2.2011 T. 20011/1874; 22.2.2011 T. 20858/1421; 15.9.1992 T. 2966/10311 226 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Ancak, tebligatı geç öğrenmiş olan taraf, tebligatı öğrendiğini belirttiği tarihten çok önce, tebligatın içeriğini öğrenerek bu doğrultuda resmi bir işlemde bulunmuşsa -örneğin; bankaya adına yatırılmış olan kamulaştırma bedelini çekmişse- daha sonra “tebligattan yeni haberdar olduğunu” -açtığı kamulaştırma bedelinin arttırılması davasında- ileri süremez, bu davranışı dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz.[397] Tebligatın usulsüzlüğü nedeniyle -7 günlük şikayet süresi içinde[398] şikayet yoluna başvuran muhatap en geç “şikayet tarihinde tebligatı öğrenmiş” sayılacağından, o tarihte usulsüz tebligat geçerli tebligata dönüşür. Bu bakımdan, tebliğ ile başlaması gereken süreler, şikayet tarihinden itibaren işlemeye başlayacağından, tebligatın usulsüzlüğünü ileri sürerek, iptalini isteyen muhatabın aynı zamanda takip ya da borca karşı ileri süreceği itirazlarını da birlikte ileri sürmesi gerekir. Çünkü, takip ya da borca karşı ileri süreceği itirazları bildirme süresi, “usulsüz tebligatın iptali” tarihinden değil, “usulsüz tebligatı öğrendiği” tarihten itibaren işlemeye başlamıştır.[399] Kanımızca, tebligatı çıkaran icra organının, “tebligatın usulüne uygun olup olmadığını” inceleyebilmesi ve tebligatın usulüne uygun olarak yapılmamış olduğunu saptaması halinde, ilgiliye yeniden tebligat yapılmasına karar verebilmesi gerekir.[400] Ancak yüksek mahkeme aksi görüşte olup, bu konuda yani “usulsüz tebligat halinde mutlaka icra mahkemesine başvurularak tebliğ tarihinin, ilgilinin öğrendiği tarih olarak düzeltilmesi” hususunda karar alınmasını -ötedenberi- istemektedir.[401] Yüksek mahkeme; “usulsüz tebligat” (Teb. K. 32; Teb. Tüz. 51; Teb. Yön. mad. 53) ile ilgili olarak verdiği çeşitli içtihatlarda; -“Borçlu vekilinin mahkemeye verdiği dilekçede gecikmiş itiraz deyimini kullanmasının, 6100 Sayılı HMK.nun 33.maddesi uyarınca hukuki tavsifin hakime ait olması nedeniyle sonuca etkili olmayıp, başvurunun bu hali ile 7201 Sayılı Yasanın 32. maddesine dayalı usulsüz tebligat şikayeti olduğunu”[402] -“Mahkemece şikayetin kabulü ile ödeme emri tebliğ tarihinin Tebligat Kanunu’nun 32.maddesine göre öğrenme tarihi olarak düzeltilmesine ve dava [397] Bknz: ÖZEKES, M. Usulsüz Tebligat ve Dürüstlük Kuralı “Karar İncelemesi” (Manisa Bar. D. 1998/Temmuz, S:66, s:57 vd.) [398] Bknz: 12. HD. 26.9.2011 T. 1751/16673; 29.9.2011 T. 919/17102; 30.3.2001 T. 4560/5511; 2.10.2000 T. 12885/14033; 24.4.2000 T. 6047/6613 vb. [399] Bknz: OSKAY, M. agm. s:507 [400] Bknz: Yuk.İİK.mad.16 «§B.ŞİKAYETİN KONUSU», Açıklama: II, dipn. 17 civarı – Aynı görüşte: YILMAZ, E. / ÇAĞLAR, T. Tebligat Hukuku, C:1, s:931 – AKCAN, R. agm. s:94 – AKCAN, R. İcra Emrinin Vekile Tebliği, s:887 [401] Bknz: 12. HD. 16.10.1984 T. 7518/10498; 8.7.1980 T. 4315/5997 [402] Bknz: 12. HD. 21.01.2013 T. 2012-26049/1097 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 227 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR dilekçesinde takip kesinleşmeden konan hacizlerin kaldırılması da talep edildiğinden söz konusu hacizlerin de kaldırılmasına karar verilmesi gerekeceğini”[403] -“7201 Sayılı Kanunu’nun 32. maddesi gereğince tebligatın usulsüz olması halinde muhatabı tebliğden haberdar olmuş ise muteber sayılacağından, kıymet takdiri tebliğ işlemi usulsüz olsa bile borçlu öğrendiği tarihten itibaren yasal sürede kıymet takdirine itiraz etmediğinden kıymet takdirinin kesinleşmiş olacağını”[404] -“Takibin şekline göre icra dairesine itiraz edilmemiş olmasının, tebligatın usulsüzlüğüne ilişkin şikayetin incelenmesine engel teşkil etmeyeceğini”[405] -“‘Ödeme emri’, ‘icra emri’, ‘tahliye emri’ vs.nin borçluya usulsüz olarak tebliğ edildiğinin -yapılan şikayet sonucunda- anlaşılması halinde, icra mahkemesince; ‘ödeme emrinin’ (‘icra emrinin’, ‘tahliye emrinin’) veya ‘takibin’ iptaline değil, ‘tebliğ tarihinin borçlunun bildirdiği… tarih olarak kabulüne (düzeltilmesine)..’ şeklinde karar verilmesi gerekeceğini”[406] -“Usulsüz tebligat halinde muhatabın belirttiği ‘tebligatı öğrenme tarihi’nin aksinin ancak ‘yazılı belge ile’ kanıtlanabileceğini”[407] -“İcra mahkemesinin ‘tebligatın usulsüz olduğunu -bu konuda ilgililer (borçlular) tarafından usulüne göre süresi içinde yapılmış bir şikayet bulunmadıkçakendiliğinden gözetemeyeceğini”[408] -“‘Tebligatın usulsüzlüğü’ne ilişkin şikayet ile ‘borca itiraz’ın birlikte (aynı dilekçede) yapılabileceğini, bu durumda önce ‘tebligatın usulsüzlüğü’ şikayetinin incelenerek, bunun haklı bulunması halinde, borca itiraz sebeplerinin inceleneceğini”[409] -“Usulsüz tebligat halinde, muhatabın belirttiği ‘tebligatı öğrenme tarihi’nin aksinin -tanık dinletilerek icra mahkemesinde- iddia ve ispat edilemeyeceğini”[410] -“Tebliğ tarihinde yurtdışında bulunduğu anlaşılan kişiye Türkiye’de yapılmış gözüken tebligatın usulsüz sayılacağını”[411] [403] Bknz: 12. HD. 22.11.2012 T. 17505/34421 [404] Bknz: 12. HD. 21.11.2012 T. 23933/34157 [405] Bknz: 12. HD. 12.6.2003 T. 11144/13887; 24.10.2002 T. 23707/21709; HGK. 27.6.2001 T. 12-543/560 vb. [406] Bknz: 12. HD.12.3.2004 T. 486/5714; 10.2.2004 T. 490/2305; 27.10.2003 T. 17173/20932 vb. [407] Bknz: 12. HD. 10.10.2011 T. 2719/18221; 14.11.2011 T. 7328/21761; 22.2.2011 T. 20858/1421; 4.10.2002 T. 18340/20022 [408] Bknz: 12. HD. 16.1.2004 T. 22886/474 24.4.2002 T. 7291/8355; 8.2.2002 T. 2338/3422; vb. [409] Bknz: 12. HD. 7.11.2000 T. 12584/16833; 13.5.1992 T. 1991-13814/6627; 16.11.1990 T. 4464/11640 [410] Bknz: 12. HD. 10.10.2011 T. 2719/18221; 24.2.2011 T. 20011/1874; 24.10.2000 T. 15179/15791; 29.5.1997 T. 5956/6332; 12.9.1995 T. 11085/11094 vb. [411] Bknz: 12. HD. 21.11.2003 T. 19580/23124; 27.10.2003 17422/21445 18.11.1997 T. 12492/12886; 11.11.1993 T. 13511/17591 vb. 228 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebligatın usulsüzlüğünün icra müdürlüğünce doğrudan doğruya gözetilemeyeceğini (bu hususun ‘şikayet’ konusu yapılması gerekeceğini)”[412] -“Usulsüz tebligat halinde icra mahkemesine başvurarak tebliğ tarihinin düzeltilmesi konusunda karar alan borçlunun, bu tarihe göre takibe itirazlarını da -takip şekline göre icra dairesine veya icra mahkemesine- bildirmesi gerekeceğini”[413] -“Borçlunun usulsüz tebligatı öğrendiği tarih olarak belirttiği tarihe göre yasal süre içerisinde icra dairesine itiraz etmemiş olmasının, tebliğ tarihinin düzeltilmesine engel teşkil etmeyeceği; tebligatın usulsüzlüğünün tespiti ve dolayısıyla tebliğ tarihinin düzeltilmesi durumunda, haciz uygulanmasına başlanılabilecek tarih, mal beyanında bulunma tarihi veya varsa takip kesinleşmeden önce konulan hacizlerin kaldırılabileceği nedenleriyle borçlunun şikayette hukuki yararının olduğunu”[414] -“Mahkemece usulsüz tebligat kabul edildiği halde, borçlu şirketin tüzel kişiliğinden ayrı bir tüzel kişiliğe sahip şirket çalışanına yapılan tebligatın da usulsüz olduğu gözardı edilerek, öğrenme tarihinin tebliğ tarihi olan 16.12.2010 olarak kabul edilmesinin isabetsiz olduğunu”[415] -“Borçlunun usulsüz tebligata rağmen öğrenme süresi içerisinde avans eksikliğini tamamlamış olması nedeniyle işin esasının incelenmesi gerekirken dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddinin isabetsiz olduğunu”[416] -“Her ne kadar mahkeme kararında borçlunun 09.02.2012 tarihindeki kıymet takdiri anında hacze muttali olduğu belirtilmişse de ,borçlunun kıymet takdiri sırasında hazır bulunmadığını, hacze muttali olduğuna dair herhangi bir kayıt ve belgenin olmadığı görülmüş olduğundan borçlunun şikayet dilekçesinde belirtilen 01.03.2012 tarihinde hacizden haberdar olduğunun kabulü gerekeceğini”[417] -“Borçlunun usulsüz tebligatı öğrendiği tarih olarak belirttiği tarihe göre icra dairesine itiraz etmemiş olmasının, tebliğ tarihinin düzeltilmesine engel teşkil etmeyeceğini”[418] -“Borçlunun tebligattan haberdar olduğu tarihten itibaren takibin şekline göre yasal sürede icra dairesine itiraz ederek yargılama aşamasında takibi durdurmuş olmasının, tebligatın usulsüzlüğüne ilişkin şikayetin incelenmesine engel teşkil etmeyeceğini”[419] -“Tebligatın usulüne uygun yapılmadığı durumlarda, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince tebliğ tarihinin belirlenmesi zorunlu olup, şikayetçinin bildirdiği öğrenme tarihi esas olup, karşı tarafça bu tarihin aksinin [412] Bknz: 12. HD. 27.10.1993 T. 12327/16516 [413] Bknz: 12. HD. 12.7.1993 T. 8512/12426 [414] Bknz: 12. HD. 19.11.2012 T. 16067/33741 [415] Bknz: 12. HD. 15.11.2012 T. 15680/33277 [416] Bknz: 12. HD. 15.11.2012 T. 15672/33281 [417] Bknz: 12. HD. 31.10.2012 T. 13812/30798 [418] Bknz: 12. HD. 27.09.2012 T. 9034/28236 [419] Bknz: 12. HD. 18.09.2012 T. 8544/27044 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 229 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR ancak yazılı belge ile ispatlanabileceği; Hukuk Genel Kurulu’nun 12/02/1969 tarih ve 1969/172-107 sayılı kararında da benimsendiği üzere, beyan edilen öğrenme tarihinin aksinin tanık beyanıyla ispat edilemeyeceğini”[420] -“Borçlunun icra mahkemesine başvurusu, ilamsız takiplere ilişkin 7 örnek ödeme emri tebligatının usulsüzlüğüne yönelik şikayet ve borcun esasına ilişkin olup; başvurunun yasal dayanağı olan 7201 Sayılı Yasanın 32. maddesine göre, tebliğ işlemi usulsüz olsa bile muhatap öğrenmiş ise öğrenme tarihinde tebliğ edilmiş sayılacağını, şikayetçi öğrenme tarihini bildirmemiş ise en geç şikayet tarihinde öğrenmiş sayılacağı ve icra takibinin şekli dikkate alındığında borcun esasına yönelik itirazın ise icra müdürlüğüne yapılması gerekeceğini”[421] -“Usulsüz yapılan tebliğin, mutlaka batıl olmayıp, muhatap tarafından öğrenildiği tarihte geçerli olacağını”[422] -“Borçluya yapılan ödeme emri tebligatının usulsüzlüğünün kabulü halinde Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince borçlunun bildirdiği öğrenme tarihinin tebliğ tarihi olarak kabulü gerekeceği; borçlu, öğrenme tarihi bildirmemişse en geç icra mahkemesine başvuru tarihinin tebliğ tarihi olarak belirlenmesi gerekeceğinden mahkemece borçlunun öğrenme tarihine göre tebliğ tarihini düzeltmekle yetinilmek gerekirken ödeme emri tebligatının iptali yönünde hüküm tesis edilemeyeceğini”[423] -“Borçlu vekili şikayetinde maddi vakıalara da dayanarak tebligatın usulsüzlüğünü öne sürdüğüne göre duruşma açılıp, ileri sürülen maddi vakıaların incelenmesinin zorunlu olduğunu”[424] -“Usulsüz tebligat şikayetinin kabulü halinde ödeme emri tebliğ tarihinin öğrenme tarihine göre düzeltilmesine karar verilmesi gerekeceğini”[425] -“Borçlunun icra müdürlüğüne itiraz dilekçesi verdiği tarihte şikayete konu edilen ödeme emri tebliğinden haberdar olduğunun kabulü gerekeceğini”[426] -“Borçlunun tebligatı öğrenme tarihi tespit edildikten sonra buna göre ödeme emri tebliğ tarihinin düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken tebligatın iptali yönünde hüküm tesis edilemeyeceğini”[427] -“İhalenin feshini isteyen borçlunun, diğer borçluya satış ilanı tebliğ edilmediğinden bahisle ihalenin feshini isteme hakkının bulunmadığını”[428] -“Borçlunun yokluğunda eşi hazır olduğu halde haciz yapıldığı, haciz sırasında borçlu hazır değildir ve haciz de kendisine tebliğ edilmemiş olup; eşinin haczin [420] Bknz: 12. HD. 11.09.2012 T. 7241/26012 [421] Bknz: 12. HD. 09.07.2012 T. 4927/23891 [422] Bknz: 12. HD. 28.06.2012 T. 5461/23039 [423] Bknz: 12. HD. 14.06.2012 T. 2633/20598 [424] Bknz: 12. HD. 12.06.2012 T. 4125/20125 [425] Bknz: 12. HD. 12.06.2012 T. 12868/20166 [426] Bknz: 12. HD. 29.05.2012 T. 918/18117 [427] Bknz: 12. HD. 15.05.2012 T. 2011-32682/16777 [428] Bknz: 12. HD. 10.05.2012 T. 1892/16254 230 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR uygulanmasında hazır olması borçlunun haczi ve dolayısıyla takibi öğrendiğinin kabulü için yeterli değildir; kaldı ki, haczi öğrendiği kabul edilse dahi, haciz tutanağının bir örneği hazır olan şahsa bırakılmadığına göre, takibin yapıldığı icra dairesini ve dosya numarasını bilmesi mümkün olmadığından alacaklı tarafından, bildirilen tarihten önce tebligatın öğrenildiği yazılı delille ispat edilemediği de dikkate alınarak tebliğ tarihinin düzeltilmesine karar verilmesi gerekeceğini”[429] -“Mahkemece aile fertlerinin birbirleri yerine adres beyanında bulunabilmelerine olanak tanıyan, yasa ve yönetmelik hükümleri çerçevesinde, tebligat yapılan bu adresin, borçlunun bizzat kendisinin imzalı beyanına dayalı olarak tespit edilmiş mernis adresi olup olmadığı usulünce araştırılmalı, borçlu tarafından bildirim yapılmadığı takdirde, (7201 S.Y. Md.35’e göre tebligat yapılamayacağından) borçlunun tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulü ile Tebligat Kanunu’nun 32. maddesine göre öğrenme tarihinin tebliğ tarihi olarak kabulüne, kendi bildirimine dayandığının tespit edilmesi halinde ise istemin reddine karar verilmesi gerekeceğini”[430] -“Ödeme emri tebligatı usulsüz ise de borçluların şikayete konu ödeme emrinin gönderildiği takibe yönelik olarak menfi tespit davası açmış olmaları karşısında en geç bu tarihte tebligattan haberdar olduklarının kabulü gerekeceğini”[431] -“6100 Sayılı HMK’nın 33. (HUMK’un 76.) maddesi uyarınca hukuki tavsifin hakime ait olması nedeniyle borçlu her ne kadar usulsüz tebligat nedeniyle ödeme emrinin iptalini talep etmiş ise de; başvurunun bu hali ile 7201 Sayılı Yasanın 32. maddesindeki usulsüz tebligata dayalı tebliğ tarihinin düzeltilmesi istemi olarak tavsif edilmesinin gerekeceğini”[432] -“Şikayetçi Y.’ın borçlu şirketin yönetim kurulu üyesi olduğunun kabulü halinde dahi, Y. adına vekalet olmadan yalnızca şirket adına vekil tarafından itiraz dilekçesi verildiği tarihte ödeme emri tebligatına ıttıla kesbettiğinin kabul edilemeyeceğini”[433] -“Takipte taraf olmayan üçüncü kişinin, taraf olmadığı icra takibinin ve bu dosyada yapılan takip işlemlerinin, dolayısıyla borçluya yapılan tebligatın usulsüzlüğünü ileri sürme hakkı bulunmadığını”[434] -“Mahkemece borçlunun, takip konusu çeke ilişkin olarak karşılıksız çek keşide etmek suçundan şüpheli sıfatı ile ifadesinin alındığı ve icra takibini ve usulsüz tebliği öğrendiği kabul edilerek sonuca gidilmiş ise de dosya içinde mevcut ifade zaptının incelenmesinde, icra takibinden bahsedilmediği ve borçlunun icra dosyasına ilişkin her hangi bir beyanının bulunmadığı belirlenmiş olduğundan [429] Bknz: 12. HD. 09.05.2012 T. 2011-30446/16002 [430] Bknz: 12. HD. 09.05.2012 T. 2011-31385/16116 [431] Bknz: 12. HD. 09.05.2012 T. 2011-30435/16003 [432] Bknz: 12. HD. 08.05.2012 T. 2011-32377/15771 [433] Bknz: 12. HD. 08.05.2012 T. 2011-30723/15681; 08.05.2012 T. 2011-30722/15682 [434] Bknz: 12. HD. 08.05.2012 T. 2011-30753/15683 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 231 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR belirtilen tarihte borçlunun icra takibin ve usulsüz tebliğ işlemini öğrendiğinin kabulünün mümkün olmadığını”[435] -“Usulsüz yapılan tebliğ, mutlaka batıl olmayıp, muhatap tarafından öğrenildiği tarihte geçerli olacağını, bunun için muhatabın, tebliği öğrendiğini beyan etmesi ve tebliğden yeni haberdar olduğunu bildirerek tebliğin usulsüzlüğünü şikayet etmesi gerekeceğini”[436] -“Borçlu kooperatarif vekilinin şikayeti, ödeme emri tebliğ işleminin usulsüzlüğüne yönelik olup, bu iddia mahkemede her türlü delille ispat edilebileceğinden, öncelikle duruşma açılarak şikayetçiye (borçluya) ve karşı tarafa (alacaklıya) anılan konudaki delillerini mahkemeye ibraz etmeleri için imkan tanınmadan dosya üzerinden karar verilmesinin usule aykırı olduğunu”[437] -“Borçlu şirketin yetkili temsilcileri araştırılmak suretiyle borca kısmi itiraz dilekçelerinin yetkili temsilci tarafından verilip verilmediği tespit edilmeli; bu husus tespit edildikten sonra Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince öğrenme tarihi dikkate alınarak şikayetin 7 günlük sürede yapılıp yapılmadığının değerlendirilip oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[438] -“Borçlunun bildirdiği öğrenme tarihi esas olup, bu tarihin aksinin karşı tarafça ancak yazılı belge ile ispatlanabileceği; beyan edilen öğrenme tarihinin aksinin tanık beyanıyla ispat edilemeyeceğini”[439] -“Kıymet takdir raporu ve satış ilanına dair tebligatların usulüne uygun olmaması nedeniyle borçlunun ödeme emri tebligatından, kıymet takdiri ve satış ilanına ilişkin tebligatlar dolayısıyla haberdar olduğunun kabul edilemeyeceğini”[440] -“Borçlunun beyan ettiği icra dosyasından fotokopi aldığı tarihin tebliğ tarihi olarak kabulü ile buna göre süresinde olan itirazın esasının incelenmesi gerekeceğini”[441] -“Usulsüz yapılan tebliğ mutlaka batıl olmayıp, muhatap tarafından öğrenildiği tarihte geçerli olacağından muhatabın tebliği öğrendiğini beyan etmesi ve tebliğden yeni haberdar olduğunu bildirerek bu işlemin usulsüzlüğünü şikayet etmesi gerekeceğini”[442] -“Beyan edilen öğrenme tarihinin aksinin tanık beyanıyla ispat edilemeyeceğini”[443] [435] Bknz: 12. HD. 25.04.2012 T. 2011-29366/13817 [436] Bknz: 12. HD. 24.04.2012 T. 2011-30044/13693 [437] Bknz: 12. HD. 19.04.2012 T. 7026/13312 [438] Bknz: 12. HD. 17.04.2012 T. 2011-26558/12616 [439] Bknz: 12. HD. 17.04.2012 T. 2011-28125/12650 [440] Bknz: 12. HD. 13.04.2012 T. 2011-28440/12371 [441] Bknz: 12. HD. 05.04.2012 T. 2011-25902/11342 [442] Bknz: 12. HD. 05.04.2012 T. 2011-26283/11335 [443] Bknz: 12. HD. 05.03.2012 T. 2011-21793/6588 232 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebliğ işleminin usulsüzlüğü iddiasının her türlü delille ispatlanabileceğini”[444] -“Borçlunun usulsüz tebliğe muttali olduğu tarih olan 30.06.2010 tarihinin tebliğ tarihi olarak tesbitine karar verilmesi ile yetinilmesi gerekeceğini- İlamsız takipte İİK.nun 62/1.maddesi uyarınca her türlü itirazın yasal yedi günlük süre içinde icra dairesine yapılması gerektiğini”[445] -“Öğrenme tarihinin aksi tanık beyanıyla ispat edilemeyeceğinden mahkemece, borçlunun beyan ettiği öğrenme tarihi olan 10.05.2011 tarihinin ödeme emri tebliğ tarihi olarak tespitine karar verilmesi gerekeceğini”[446] -“Her iki adresin de aynı yere ait adres olduğu belirtildiğine göre yapılan tebliğ işlemi usulüne uygun olduğu; usulsüzlüğün tespiti halinde de, 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 32.maddesinin uygulanarak usulsüz tebliğe muttali olunan tarihin tebliğ tarihi olarak tesbitine karar verilmesinin gerekeceğini”[447] -“Borçlu, öğrenme tarihi bildirmemişse en geç icra mahkemesine başvuru tarihinin tebliğ tarihi olarak belirlenmesinin gerekeceğini”[448] -“7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca haciz tarihinin öğrenme tarihi (tebligat tarihi) olarak kabulü ile itirazın da bir gün sonra yapılması nedeni ile süresinde olan imzaya itiraz hususunda İİK’nun 170/3. maddesinde belirtilen yasal prosedür tamamlandıktan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[449] -“Muhatabın tebliğ sırasında seyahatte olmasının ‘gecikmiş itiraz’ nedeni olduğunu”[450] -“‘Tebligatın usulsüz olduğu’ iddiasının -örneğin; tebliğ tarihinde muhatabın yurtdışında olduğunun- tetkik merciinde her türlü delille isbat edilebileceğini”[451] -“Üçüncü kişinin, ‘taraf olmadığı takipteki tebligatın usulüne uygun olmadığını’ şikayet konusu yapamayacağını”[452] -“Usulsüz tebligata ilişkin şikayetlerin, evrak üzerinde incelemeyle yetinilerek çözümlenebileceğini”[453] -“Usulsüz tebligat halinde, ‘tebliğ tarihinin düzeltilmesine’ icra müdürünün değil, icra mahkemesinin karar verebileceğini”[454] belirtmiştir … [444] Bknz: 12. HD. 29.02.2012 T. 2011-20836/5634 [445] Bknz: 12. HD. 27.02.2012 T. 2830/5090 [446] Bknz: 12. HD. 27.02.2012 T. 2011-20227/5817 [447] Bknz: 12. HD. 23.02.2012 T. 1874/4804 [448] Bknz: 12. HD. 07.02.2012 T. 2011-16585/2649 [449] Bknz: 12. HD. 23.01.2012 T. 2011-14789/1278 [450] Bknz: 12. HD. 23.1.1997 T. 77/414; 23.1.1997 T. 68/405 [451] Bknz: 12. HD. 2.3.1993 T. 1992-14542/3932 [452] Bknz: 12. HD. 3.12.1992 T. 13371/15423 [453] Bknz: 12. HD. 22.6.1989 T. 485/9454 [454] Bknz: 12. HD. 16.10.1984 T. 7518/10498; 8.7.1980 T. 4315/5997 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 233 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR Tebligat Kanunu ile Tebligat Tüzüğünde ve Tebligat Yönetmeliğinde, “tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi halinde” bunun araştırılma şekli ve yöntemi düzenlenmemiştir. Yüksek mahkeme öteden beri “tebligatı almış olan kişinin o tarihte yurtdışında olup olmadığı” “tebligat parçasındaki imzanın tebligatı almış görünen kişi tarafından inkarı halinde, bu imzanın o kişiye ait olup olmadığı”, “muhatap adına tebligat yapılan kişinin gerçekten tebliğ tarihinde muhatap ile birlikte oturup oturmadığı ya da onun işçisi olup olmadığı” hususlarının yöntemince araştırılmasını, gerekirse bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılmasını, tanık dinlenmesini istemiştir. Gerçekten, yüksek mahkeme, bu konuyla ilgili içtihatlarında; -“Tebligat parçasındaki (evrakındaki) imzanın muhatap tarafından inkar edilmesi halinde, bilirkişi incelemesi yapılması gerekeceğini”[455] -“Muhatap adına tebligat yapılan kişinin gerçekte ‘tebliğ tarihinde muhatap ile birlikte -aynı çatı altında- oturmadığı’ hususunun icra mahkemesinde tanık dahil her türlü delille (ikametgah belgesi, elektrik ve su faturaları vb. ile) isbat edilebileceğini”[456] -“Tebliğ belgesindeki ‘tebliğ tarihi’ne ilişkin uyuşmazlığın (şikayetin) icra mahkemesinde duruşma açılarak, tebligatı yapan memurun tanık olarak dinlenmesi ve PTT. müdürlüğündeki tebligatla ilgili belge ve kayıtlar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle çözümlenebileceğini”[457] -“Muhatap adına işyerinde tebligat yapılan kişinin gerçekte ‘muhatabın işçisi olmadığı’nın, icra mahkemesinde tanık dahil her türlü delille isbat edilebileceğini”[458] -“Ödeme emrinin tebliği tarihinde -tebligat parçasında- değişiklik yapılması halinde, değişikliğin sebebinin tebliğ memurundan sorulması gerekeceğini”[459] belirtmiştir … “Tebligatın usulsüz olduğunu” belirterek icra mahkemesine şikayette bulunan ilgilinin, bunu ileri sürmede güncel hukuki yararının bulunması gerekir. Yüksek mahkeme, bu konuyla ilgili olarak; -“Borçlunun -‘ödeme emri tebligatın usulsüz yapılmış olduğunu’ ileri sürerek- ‘ödeme emrinin tebliğ tarihinin düzeltilmesini’ istemekte hukuki yararının bulunduğunu”[460] [455] Bknz: 12. HD. 20.2.2004 T. 26582/3478; 23.5.2003 T. 9153/11898; 1.12.2000 T. 18100/18880 [456] Bknz: 12. HD. 15.3.2002 T. 3781/5300; 8.6.2001 T. 9213/10314; 3.7.2000 T. 10351/11234 vb. [457] Bknz: 12. HD. 8.3.1999 T. 2228/3732; 16.4.1984 T. 4048/4635; 4.4.1984 T. 2965/4100 [458] Bknz: 12. HD. 24.11.1998 T. 12393/13371; 21.10.1998 T. 10515/11276 [459] Bknz: 12. HD. 24.10.1985 T. 2786//8629 [460] Bknz: 12. HD. 8.3.2004 T. 68/5231; 19.6.2003 T. 12150/14584; 12.6.2003 T. 11144/13817; 8.5.2003 T. 7849/1049; 3.2.2003 T. 29410/1973 vb. 234 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Vekille takip edilen işlerde, vekil yerine asile yapılacak tebligat usulsüz olacak ise de, vekilin asile yapılan tebligattan haberdar olarak süresinde ödeme (icra) emrine itiraz etmiş olması halinde, artık ‘asile yapılan tebligatın usulsüz olduğu’ndan bahisle şikayette bulunulmasında hukuki yarar bulunmayacağını”[461] belirtmiştir … “Usulsüz tebligat” ile ilgili başvuru, icra mahkemesine gecikmiş itiraz şeklinde yapılmış olsa dahi, başvurunun hukuki niteliği hakimce belirleneceğinden (HMK. mad. 33) istemin şikayet olarak algılanıp, şikayet hükümlerine göre uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekir.[462] Yüksek mahkeme, “haczi öğrenme tarihi”nin, “ödeme emrinin usulsüz tebliğini öğrenme tarihi” sayılıp sayılmayacağı konusunda çelişik kararlar vermiştir.[463] X- 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı kanunun 7. maddesi ile 7201 sayılı Tebligat Kanunun 25/a maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir: “Bu maddeye göre kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilir.” Bu değişikliğin gerekçesi, 6099 sayılı kanunda şu şekilde açıklanmıştır: “Tebligat Kanununun 25/a maddesinde siyasî temsilcilikler aracılığıyla yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarına tebligat usûlü düzenlenmiştir. Bugüne kadar yurt dışı temsilciliklere gönderilen tebligat Adalet Bakanlığı aracılığıyla yapılmaktaydı. Maddeye eklenen yeni fıkrada bu hususta kolaylık getirilmiştir. Bu bağlamda, Türk vatandaşları bakımından, Adalet Bakanlığının aracılığı olmadan, doğrudan ilgili temsilciliğe tebligatın gönderilmesi usulü kabul edilmiştir. Zira, Adalet Bakanlığının aracılığı sadece şeklî hususların incelenmesi ile ilgilidir. Bu inceleme yargı organınca yapılıp tebliğ evrakı gönderilebilecek, böylece hem zaman hem de para kaybı önlenecektir. Ayrıca, Türk yargı organının yine Türk vatandaşı olan taraf için doğrudan Türk temsilciliğini kullanarak tebligat yapması hiçbir sakınca doğurmayacak, bilakis birçok yarar sağlayacaktır. Yukarıdaki gerekçelerle birlikte, çok özel durumlarda, ilgili yargı organının Adalet Bakanlığı aracılığıyla temsilcilik üzerinden tebligat yaptırması bazen gerekli olabilir. Bu gibi istisnai durumlarda da bir sakıncanın ve boşluğun doğmaması için, hüküm emredici şekilde düzenlenmemiş, “gönderilebilir” ifadesi kullanılarak bu ihtimal de açık tutulmuştur. Böylece, gerektiğinde yargı [461] Bknz: 12. HD. 13.2.2004 T. 27198/2740; 7.9.1999 T. 8892/9561 [462] Bknz: 12. HD. 15.1.2004 T. 23129/241; 30.10.2003 T. 19319/21206; 15.9.2003 T. 13682/17615; 10.6.2003 T. 10915/13732 vb. [463] Bknz: 12. HD. 25.6.2002 T. 12476/13663; 19.2.2002 T. 2647/3612; 30.3.2000 T. 3823/4811– Karş: 12. HD. 11.11.2002 T. 21705/23079; 4.7.2000 T. 10573/11403; 11.4.2000 T. 4888/5687 vb. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 235 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR organının ilgili temsilciliğe doğrudan değil, Adalet Bakanlığı aracılığıyla tebligatı ulaştırmasının önü de tamamen kapatılmamıştır.” Yüksek mahkeme; -“Borçluya ödeme emrinin 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun Yabancı Ülkedeki Türk Vatandaşlarına Tebligat Usulünü düzenleyen 25/a ve devamı maddeleri gereğince tebliğ edilmesi yerine yurtiçi adresine tebligat yapılmasının usulsüz olduğunu”[464] belirtmiştir. XI- 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı kanunun 10. maddesi ile 7201 sayılı Tebligat Kanununun 36. maddesi “başlığıyla birlikte” aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir: “Celse esnasında veya kalemde tebligat: MADDE 36- Celse esnasında veya kalemde, soruşturmaya, davaya ya da takibe ait evrakın, taraflara, ilgili üçüncü kişilere, katılana veya vekillerine tutanağa geçirilmek suretiyle veya imza karşılığında, tebliğ konusu belirtilerek tevdii, tebliğ hükmündedir. Bu durumda ayrıca tebliğ mazbatası düzenlenmesi gerekmez ve masraf da alınmaz.” Bu değişikliğin gerekçesi, 6099 sayılı kanunda şu şekilde açıklanmıştır: “Maddeyle, sadece celse esnasında doğrudan tebligat düzenlenmekte iken, yapılan değişiklikle aynı zamanda mahkeme, savcılık kalemlerinde ve icra dairelerinde yapılan tebligat da madde kapsamına alınmıştır. Uygulamada özellikle avukatlara, dilekçelerin, belgelerin veya kararların mahkeme veya savcılık kaleminde ya da icra dairelerinde elden ve memur aracılığıyla tebliğ edildiği görülmektedir. Bu, kısa, ucuz ve pratik bir tebligat yöntemidir. Ancak, uygulamada başvurulan bu yöntemin tam bir kanunî dayanağı yoktur. Değişiklikle birlikte uygulamada izlenen bu yöntem kanunî bir çerçeveye kavuşturulmuştur. Böylece, kalemde taraflara, katılana ve vekillere imza karşılığında belgelendirilerek yapılan tevdi, tebliğ olarak kabul edilmiştir. Celse ve kalemde yapılan tebligatın nasıl yapılması gerektiği de açıkça belirtilmiştir. Buna göre, tebligat yapılan kişinin (taraf, katılan veya vekil) imzası alınarak ve tebliğ konusu da belirtilerek, tebligatın belgelendirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde tebligat yapılması halinde, ayrıca tebliğ mazbatası düzenlenmesi gerekmeyecektir. Zira, bu tür tebligat ya mahkeme tutanağı veya mahkeme kalemindeki belgelerle belgelendirilmektedir.” XII- Tebliğ mazbatasının içeriği:“Tebliğ mazbatasının ne şekilde düzenleneceği, bu mazbatada nelerin belirtilmesi gerekeceği” Tebligat Kanununun 23 ve Tebligat Yönetmeliğinin 35. maddesinde ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Teb. K.’nun 23. maddesine göre tebliğ mazbatasının; [464] Bknz: 12. HD. 27.02.2012 T. 2011-19379/5220 236 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR “1- Tebliği çıkaran merciin adını, 2- Tebliği isteyen tarafın adını, soyadını ve adresini, 3- Tebliğ olunacak şahsın adını, soyadını ve adresini, 4- Tebliğin mevzuunu, 5- Tebliğin kime yapıldığını ve tebliğ muhatabından başkasına yapılmış ise o kimsenin adını, soyadını, adresini ve 22’inci madde gereğince tebellüğe ehil olduğunu, 6- Tebliğin nerede ve ne zaman yapıldığını, 7- 21’inci maddedeki durumun tahaddüsü halinde bu hususlara müteallik muamelenin yapıldığını, adreste bulunamama ve imtina için gösterilen sebebi, 8- Tebligatın adres kayıt sistemindeki adrese yapılması durumunda buna ilişkin kaydı, 9- Tebliğ evrakı kime verilmiş ise onun imzası ile tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzasını” ihtiva etmesi lazımdır. Tebligat Yönetmeliğinin 35. maddesine göre tebliğ mazbatasının; “a) Tebliği çıkaran merciin adını, b) Tebliği isteyen tarafın adını, soyadını ve adresini, c) Muhatabın adını, soyadını ve adresini, ç) Tebliğin konusunu, d) Tebliğin kime yapıldığını ve tebliğ muhatabından başkasına yapılmış ise o kişinin adını, soyadını, adresini ve 34üncü madde gereğince tebellüğe ehil olduğunu, e) Tebliğ tarihini, saatini ve nerede yapıldığını, f ) 30uncu ve 31inci maddelerdeki durumların gerçekleşmesi halinde bu hususlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığını, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen sebebi, g) Tebligatın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine yapılması durumunda buna ilişkin kaydı, ğ) Tebliğ evrakı kime verilmiş ise onun adı, soyadı, sıfatı ve imzası ile tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzasını” içermesi gerekir. Uygulamada, genellikle tebliğ zarflarına (mazbatalarına) tebligatı yapan memurun adı ve soyadı yazılmadığı gibi hemen hemen hiçbir zaman tebligatın yapıldığı saat ve dakika (yani; tebliğ zamanı) belirtilmemektedir. Uygulamada kanuna aykırıdır. Yüksek mahkeme bugüne kadar çeşitli içtihatlarında[465] [465] Bknz: 12. HD. 16.05.2012 T. 30686/17250; 09.05.2012 T. 29988/16075; 27.04.2012 T. 30235/14210; 03.04.2012 T. 28325/10733; 03.04.2012 T. 26065/10743; 03.04.2012 T. 27093/10816; 16.02.2012 T. 15346/3984; 24.11.2011 T. 7098/24909 vb. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 237 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR “tebligatı yapan memurun ad ve soyadının tebliğ evrakında (mazbatasında) yazılı olmaması halinde tebligatın usulsüz sayılacağını” vurgulamıştır. Buna karşın henüz “tebliğ saatinin (ve dakikasının) yani tebliğ zamanının da tebliğ evrakında belirtilmemesinin gerektiğini” -muhtemelen Teb. Yön. mad. 35/ğ hükmü gözünden kaçmış olduğu için- ifade etmiştir. Yüksek mahkeme, bu konuyla ilgili olarak; -yani; “tebliğ mazbatasının içeriği” -“Muhatap tarafından tebligattaki imza inkâr edildiğine göre mahkemece, HMK’nun 211. maddesi gereğince imza yönünden yöntemince bilirkişi incelemesi yaptırılıp sonucuna göre satış ilanı tebliğ işleminin usulüne uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekeceğini”[466] -“Ödeme emri tebliğ evrakının incelenmesinde tebliği çıkaran icra müdürlüğünce tebliğ evrakı üzerine, adresin, adres kayıt sistemindeki adres olduğuna ilişkin bir kaydın yazılmadığı, bu kaydın posta memurunun kaşesi ile ilave edildiği görüldüğünden tebligat üzerinde yazılı adres muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olsa dahi usulüne uygun bir tebliğ işleminden söz edilemeyeceğini”[467] -“Borçluya çıkarılan ödeme emri tebligat parçasında iki tarih mevcut olup; ilki tebligatı alan şirket yetkilisi ad ve imzası yanındaki 03.11.2010 tarihi, diğeri ise dağıtım görevlisinin kaşe ve imzası yanındaki 04.11.2010 tarih olup, tebligat hukuku yönünden dikkate alınması gereken dağıtım görevlisinin kaşe ve imzası altındaki tarihin olduğunu”[468] -“Tebliğ şerhinde, muhatabın adreste bulunmama nedeni kanunda belirtilen kişilerden sorulmadığı ve adrese dönüp dönmeyeceği tesbit edilmediği için yapılan tebliğ işleminin usulsüz olduğunu; öte yandan Tebligat Kanunu’nun 23/2. maddesi gereğince tebliğ mazbatasında tebliği isteyen tarafın adı, soyadı ve adresi de yazılı olmadığından tebliğ işleminin bu hali ile de usulsüz olduğunu”[469] -“Alacaklı tarafından kira süresinin bitmesi nedeni ile kira sözleşmesine dayalı tahliye emri düzenlenerek borçlunun takip dayanağı kira sözleşmesinde yazılı adresine tebliğe çıkarıldığı, tebliğ evrakının, borçlunun tanınmadığı sebebi ile iade edildiği, alacaklının talebi ile borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan adresine, tebliğ evrakı üzerine; “mernis adresi olup Tebligat Kanunu 21. maddeye göre tebliğ yapılır” şerhi yazılmak suretiyle çıkarılan tebligatın, aynı madde uyarınca tebliğ edildiği anlaşılmış olduğundan borçlunun adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine tebligat çıkarılmasında yasaya aykırılık olmadığı gibi, tebliğ evrakı üzerine verilen şerhin de 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 23/8. maddesine uygun olduğunu”[470] [466] Bknz: 12. HD. 25.12.2012 T. 27343/39869 [467] Bknz: 12. HD. 18.12.2012 T. 20713/38778 [468] Bknz: 12. HD. 22.11.2012 T. 16568/34321 [469] Bknz: 12. HD. 21.11.2012 T. E8271/34274 [470] Bknz: 12. HD. 13.11.2012 T. 15736/32927 238 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Tebligat Kanunu’nun 23/2. maddesi gereğince tebliğ mazbatasında tebliği isteyen tarafın adı, soyadı ve adresi yazılı olmadığından tebliğ işleminin bu hali ile usulsüz olduğunu”[471] -“Borçluya gönderilen ödeme emri tebliğine ilişkin tebligat evrakının incelemesinde, tebligatın bırakıldığı bildirilen mahalle muhtarının imzası bulunmadığı gibi, tebliğ memurunun adı ve soyadının da yazılı olmadığı görülmekte olup, bu hali ile tebliğ işlemi usulsüz olduğundan duruşma açılarak davalı alacaklının takibe ve usulsüz tebliğe muttali olduğu tarihin tesbiti ile buna göre icra mahkemesinin başvurusunun süresinde olup olmadığının incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[472] -“25.1.2012 tarihli Tebligat Yönetmeliği’nin 30/1 ve 31/2. maddeleri gereği “Adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine meşruhat verilerek çıkarılan tebligatlarda” ilgilinin adreste bulunmama nedeninin araştırılmayacağını”[473] -“Tebligatı yapan tebliğ memurunun ad ve soyadının, tebliğ evrakında (mazbatasında) yazılı olmaması halinde, tebligatın usulsüz, Teb. K.’nun 23. maddesine aykırı sayılacağı, bu durumun yapılan tebligatı geçersiz kılacağı”[474] -“Her ne kadar borçlunun adrese dayalı kayıt sistemindeki adresine tebligat yapılmadığı gerekçesiyle şikâyetin kabulüne karar verilmiş ise de borçlu adına gönderilen ödeme emri tebligat parçasında, adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğu belirtildiğine göre mahkemece şikayete konu ödeme emri tebliğ işleminin yapıldığı tarih itibariyle borçlunun adrese dayalı kayıt sistemindeki adresinin nüfus müdürlüğünden sorulmak suretiyle belirlenerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekeceğini”[475] -“Borçluya gönderilen satış ilanı tebliğine ilişkin tebligat evrakının incelenmesinde, tebliğ memurunun adı ve soyadının yazılı olmadığı görülmekte olup, bu hali ile tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[476] -“Tebligat muhatabın adres kayıt sistemindeki adresine gönderiliyorsa bu hususun tebliğ evrakı üzerine yazılmasının gerekeceğini”[477] -“Posta memurunun sicil numarasının tebliğ evrakında bulunmasının yasal bir zorunluluk olmadığını”[478] [471] Bknz: 12. HD. 18.09.2012 T. 13013/26768 [472] Bknz: 12. HD. 09.07.2012 T. 17524/23979 [473] Bknz: 12. HD. 18.06.2012 T. 2019/20844 [474] Bknz: 12. HD. 16.05.2012 T. 30686/17250; 09.05.2012 T. 29988/16075; 27.04.2012 T. 30235/14210; 03.04.2012 T. 28325/10733; 03.04.2012 T. 26065/10743; 03.04.2012 T. 27093/10816; 16.02.2012 T. 15346/3984; 24.11.2011 T. 7098/24909; 28.06.2011 T. 32379/13527; HGK. 08.10.2008 T. 12-536/574 [475] Bknz: 12. HD. 14.05.2012 T. 325/16641 [476] Bknz: 12. HD. 09.05.2012 T. 2011-29988/16075; 27.04.2012 T. 2011-30235/14210 [477] Bknz: 12. HD. 26.04:2012 T. 2011-29320/13919 [478] Bknz: 12. HD. 18.04.2012 T. 2011-28046/12978 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 239 İcra Tebliğleri (İİK. 21) / UYAR -“Şikayet edene gönderilen satış ilan tebliğine ilişkin tebligat evrakında, tebliğ memurunun ad ve soyadının yazılı olmadığından tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[479] -“Şikayetçi borçluya gönderilen tebligat evrakında tebliğ memurunun ad ve soyadı yazılı olmadığından tebliğ işleminin usulsüz olduğunu”[480] belirtmiştir. XIII-11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanunun 12. maddesi ile 7201 sayılı Tebligat Kanununun 60. maddesi “başlığıyla birlikte” aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir: “Yönetmelik: MADDE 60- Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar İçişleri, Maliye ve Ulaştırma bakanlıklarının görüşü alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” Bu değişikliğin gerekçesi, 6099 sayılı kanunda şu şekilde açıklanmıştır: “Maddeyle, 60 ıncı maddede belirtilen yönetmeliğin bu Kanunun yayımını izleyen altı ay içinde hazırlanması ve anılan yönetmeliğin yürürlüğe konulmasına kadar Tebligat Tüzüğünün bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunması öngörülmekte ve mevzuatta Tebligat Tüzüğüne yapılan atıfların yönetmeliğe yapılmış sayılması hükme bağlanmıştır. Diğer taraftan, Kanunun amacına ulaşabilmesi için en önemli husus elektronik ortamda tebligatın yapılabilmesi için teknik altyapının zamanında yerine getirilmesidir. Kamu kurum veya kuruluşları ile kişiler arasında elektronik yolla yapılacak tebligatın hukuken ve teknik olarak güvenli ve geçerli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayan sistemin altyapısı PTT Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilecektir. Genel Müdürlüğe daha önce sistemi uygulayan uluslararası örneklerdeki tecrübe dikkate alınarak azamî bir yıllık süre verilmiştir. Böylece, hâlihazırda resmî tebligatı fizikî ortamda yapma görevi ve inhisarı olan PTT’ye, elektronik tebligat konusunda da bu görevi yürütmesi hususunda tekel olma hakkı verilmiştir.” *** [479] Bknz: 12. HD. 03.04.2012 T. 2011-28325/10733; 03.04.2012 T. 2011-26065/10743 [480] Bknz: 12. HD. 06.02.2012 T. 2011-16903/2260 240 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur Arş. Gör. Ferhat USLU* * Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi. Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU GİRİŞ G ünümüz ceza yargılamasında, sanığın sahip olduğu haklar oldukça iyileştirilmiştir. İlkel toplumlarda intikam alma şeklinde uygulanan ceza adaletinin günümüzdeki uygulanan şeklini alması uzunca bir zaman almıştır.[1] Günümüzde, suçluluğu sabit olana kadar herkes suçsuz olduğu kabul edilmektedir. Ceza yargılamasının amacı olan, gerçeğin ortaya çıkarılması için, her türlü işkence, eziyet ve insanlık dışı muamele yapılmasına kayıtsız kalan sistemler büyük ölçüde terkedilmiş. Bunun yerine anılan yolla elde edilen delillerin ve beyanların olayı aydınlatmada kullanılamadığı, sanığın ücretsiz müdafi yardımından faydalandığı, susma hakkının olduğu, sanığın her türlü baskı ve tehlikeden korunmasını sağlamaya yönelik sistemler benimsenmeye başlamıştır. 1.3.1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu (TCK), medeni hukuk ile ceza hukuku arasında kesin bir ayırımın bulunduğunu ve tazminatın ceza hukukuna yabancı olduğunu kabul eden “klasik doktrinin” etkisi altında kaleme alınmıştı. Klasik doktrin anlayışı, suçtan kamunun yani devletin zarar gördüğünü kabul etmiş, böylece devlet ve sanık arasında güçlü bir ilişki kurulmuştur[2]. Suç işlemekle itham edilen sanığın, güçlü olan devletin karşısında kendisini savunabilmesi için “silahların eşitliği ilkesi”[3] gereğince, bir takım haklarla donatılması gerektiği kabul edilmektedir. Özellikle ceza yargılamasına masum kişilerin de konu olabileceği ve bireyin özgürlüklerinin kısıtlanması gibi kimi ağır sonuçlar doğurabileceği de göz önüne alınacak olursa, konunun önemi daha da iyi anlaşılacaktır. Bu konuda Roma İmparatoru Traianus’a atfedilen “Bir suçsuzun cezalandırılması yerine bin suçlunun cezasız kalması yeğdir”[4] sözü çok manidardır. Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak, bu yapılırken insanlık onuru, hukukun temel ilkeleri daima göz önünde tutulmak gerekir. “Maddi gerçek ne pahasına olursa olsun bulunmalıdır” şeklinde bir ilke hukukumuzda bulunmamaktadır[5]. Öyleyse ceza muhakemesinin amacı, insan hakları ihlallerine yol açmadan maddi gerçeğin araştırılıp bulunması, [1] [2] [3] [4] [5] Füsun Sokullu-Akıncı, “Mağdurun Korunması Ve Mağdur Hakları”, Yargı Reformu 2000 Sempozyumu, 5-8 Nisan 2000, İzmir, İzmir Barosu Yayınları, 2000, s. 693. Çetin Özek, “Suç Mağdurunun Korunması İle İlgili Bazı Sorunlar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S. 1-4, İstanbul, 1984, s. 14 ve 15. Veli Özer Özbek, Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 1999, s. 108 ve 109. Belirten: Öztekin Tosun, Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, C:1, 4. Bası, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1984, s. 377. Seydi Kaymaz, Uygulamada ve Teoride Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı (Yasak) Deliller, Ankara, Seçkin Yayınevi, 1997, s. 87. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 243 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU adaletin gerçekleştirilmesi ve hukuki barışın sağlanmasıdır[6]. Bunun tersi yönündeki uygulamaların, devlet eliyle yeni suçların işlenmesine ve yeni mağdurların ortaya çıkmasına neden olacağı kuşkusuzdur. Ne var ki, devletle sanık arasındaki bu güçlü ilişki, ceza yargılamasının taraflarından veya öznelerinden biri olan mağdurun unutulmasına ve onun arka planda kalmasına neden olmuştur. Devletin, faili cezalandırmak suretiyle görevini yapmış olduğuna ilişkin bu anlayışta mağdurun rolü suçu haber vermekten öteye gitmemektedir[7]. Devlet, suçun mağduruna adeta bunun mağdurla fail arasında özel hukuk hükümlerini ilgilendiren bir ilişki olduğunu ve devletin buna karışamayacağını söylemektedir. Bu yaklaşımın adaletsiz olduğu açıktır[8]. Mağdurun ceza muhakemesinde güvencesiz kalması 1970’li yıllarda fark edilmeye başlanmış, bu konuda Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler’in girişimleriyle kimi uluslararası anlaşmalar imzalanmış, anılan organlar kurumlar tarafından sözleşmeye taraf ülkelere bir takım önerilerde bulunulmuştur. Mağdurun mağduriyetinin giderilmesine yarayacak mekanizmalar yetersiz olmakla birlikte mağdur hakları sanık hakları azaltılmadan sağlanabilmelidir[9]. Kuşkusuz burada, suç olgusu içinde mağdurun önem kazanmasına ve o yönde ihtiyaç olan değişime işaret eden, konuyu felsefi ve soyut tartışmalardan uzaklaştırarak bizzat suçlu ve mağdurlar üzerinde somut araştırmalar yaparak konunun önemini açığa çıkaran kriminoloji biliminin de hakkını teslim etmek gereklidir[10]. Bu çalışmada, çağdaş ceza adaleti içinde mağdur hakları anlatım konusu yapılacak, mağdurun korunmasına ilişkin bazı uluslararası belgelere kısaca değinilerek 17.12.2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) yer alan mağdur hakları konusunda bilgi verilmeye çalışılacaktır. [6] Bahri Öztürk, Veli Özer Özbek ve Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2001, s. 31. [7] M.Bedri Eryılmaz, “Bir İnsan Hakkı Olarak Türkiye Ve Diğer Avrupa Konseyi Üyesi Ülkelerinde Mağdurun Bilgilendirilme Hakkı”, Polis Dergisi, Y. 4, S. 15, 1998, s. 45. [8] Sulhi Dönmezer, “Devlet Ve Suç Mağduru İlişkisi”, Onar Armağanı, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1977, s. 184 ve 185. [9] Sokullu, “Mağdurun Korunması Ve Mağdur Hakları”, s. 693. [10] Özek, “Suç Mağdurunun Korunması İle İlgili Bazı Sorunlar”, s. 21. 244 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU I. Genel Olarak Mağdurun Korunması Bilindiği gibi, bir devletin yetki istismarını suç olarak yasaklayan ceza kanunlarının eylem veya ihmal yoluyla ihlal edilmesi nedeniyle, bireysel veya toplu olarak, fiziksel veya ruhsal biçimde yaralanma da dâhil olmak üzere manevi acılar çeken, ekonomik kayba uğrayan veya temel hakları esaslı bir biçimde zayıflayan ve bu suretle zarar gören kimseye “mağdur” denilmektedir[11]. Ceza hukukunda mağdurun korunması, suçtan doğan mağduriyetin giderilmesi, mağdurun hakları ve mağdurun kişiliğinin korunması gibi konuları kapsamaktadır. Geçmiş dönem uygulamalarına bakıldığında, klâsik ceza hukuku öğretisinde, mağdurun arka planda bırakıldığı ceza hukuku anlayışının hâkim olduğu bir yapı olduğu gözlemlenir. Özellikle XVIII. Yüzyılda, suçlar ilgi merkezi olmuşken, XIX. Yüzyılda failin temel alındığı, onun kişiliğinin ön plana geçtiği bir ceza hukuku anlayışı ile karşılaşılır. XIX. Yüzyılın sonlarında Lombrosso, Feri ve Garofalo’nun ve XX. Yüzyılın başlarında Kurt Schneiders’in suçun sebebini fail yoluyla açıklayan çalışmalar, XX. Yüzyılın tamamına yakınında egemen olan fail eğilimli, mağduru öteleyen bir ceza hukukunun ortaya çıkmasında ve hâkim duruma gelmesinde büyük rol oynamıştır. XX. Yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar hem ceza hukuku hem de ceza muhakemesi hukuku, tamamen fail merkezli bir eğilim taşımıştır. Ancak 1969-1975 yılları arasında ceza hukukundaki reform hareketleri de, yeniden topluma kazandırma, suç olmaktan çıkarma ve insanileştirme alanlarında kendini göstermiştir. Esasında yeniden topluma kazandırma anlayışı, daha çok faile dönük ve fakat mağduru kenarda bırakan bir eğilimin sonucudur. Bu durum temelde toplumsal savunma düşüncesin kaynaklanmıştır. Anılan anlayışta cezanın amacı, suçluyu ıslah etmek ve onu yeniden topluma kazandırmaktır. Mağdurun suçluya göre ikinci plana atılmasında, ceza hukukunun cezanın önleme amacını esas alan siyaseti de etkili olmuştur. Ayrıca cezanın önleme amacına ağırlık veren bir ceza hukuku anlayışı, mağduru görmemiş ya da görememiş; faili iyileştirmek, suçluyu ıslah etmek ve toplumsal yapıdaki genel norm bilincinin güçlendirilmesini amaçlamıştır. Bu anlayışa göre, mağduriyet, ceza hukukunun devreye girmesi için bir neden olarak kabul edilmemekte, olsa olsa gelecekte oluşabilecek mağduriyetlerin gerçekleşme olasılıklarında bir göstergedir. [11] Birleşmiş Milletler’in 29 Kasım 1985 tarihli 40/34 sayılı “Suçtan ve Yetki İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler Deklarasyonu” md. 1. Bkz.: Adalet Bakanlığı, İç Denetim Birim Başkanlığı, Ceza Adalet Sisteminde Mağdur Hakları, Haz. İsmail Tamer ve Erdinç Yılmaz, 10 Temmuz 2013 Tarihli Rapor, Rapor No: 2013/3, s. 6. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 245 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU İlk dönem itham yöntemlerinde suçluyu ceza mahkemesinde itham ve takip mağdura ait işlemlerdi. Daha sonraları, ceza adaleti devletleştirilerek, savcılık kurumu kurulmuştur. XIX. Yüzyılda ceza muhakemesi tamamen devlete ait bir hale getirilerek bu kurumun devletin cezalandırma yetkisinin kullanılmasına hizmet ettiği kabul edilmiştir. Soruşturma ve kovuşturma yetkisinin devlete geçmesinden sonra, ceza muhakemesinde medeni muhakemeden farklı olarak mağdurun yerini savcı almış; bu durum ise mağdur ikinci plana düşmesine ve neredeyse unutulmasına neden olmuştur. Mağdur ceza muhakemesinde sadece bir tanık olarak görülmekte ve bu, bazı fiiller bakımından ikinci bir mağduriyete neden olmakta, bedensel zararlar yanında ruhsal açıdan da zarara neden olabilmekte, hatta özellikle cinsel suçlardan sonra mağdur toplum tarafından izole edilebilmektedir. Uzun süre failin yeniden topluma kazandırılması konusu üzerinde durulmuşken, mağdurun da yeniden topluma kazandırılması gerektiği hiç düşünülmemiştir. Böylelikle ceza yargılamasının merkezine sanık oturtularak birey olarak hep sanık ele alınmıştır. Öyle ki, hukuk devletinden söz edilirken bile, kavramlar hep sanık etrafında biçimlendirilmiştir. Böylelikle de, ceza yargılamasında mağdurun varlığı göz ardı edilmiştir. Bunun temelinde ise, her suçun aslında toplumu huzursuz ettiği, cezalandırma yetkisinin devlette olduğu, asıl mağdurun devlet olduğu ve bir kamu hukuku dalı olarak ceza hukukunun, sadece cezalandırma ilkesiyle hareket edebileceği, ceza hukukunun koruma konusunun, devlete ait genel yarar veya toplumsal yarar olduğu, suçun, devletin koyduğu bir kuralın ihlali olup, koyduğu kurallara uyulması konusunda çıkarın sahibi olarak devletin, her suçun pasif öznesi olarak kabul edilmesi gerektiği düşüncesi yatmaktadır[12]. Ancak günümüzde bu düşünce biçimi büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü bu yaklaşım çağdaş devlet anlayışı, genelde hukuk, özelde ceza hukukunun ödeviyle bağdaşmadığı gibi çağdaş hukuksal değerlerin korunması anlayışıyla da bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla da, hizmet etmek ve birey lehine kullanılmasında görev almak anlamında devletin, toplumun ya da toplulukların taşıyıcılık ve temsilciliğini yaptığı tüm hukuksal değerlerin sahibinin yalnızca birey olduğu düşüncesi yaygındır[13]. Diğer taraftan her suç toplumsal bir huzursuzluğa neden olmakta ise de, asıl mağdur haksızlık oluşturan fiile doğrudan maruz kalmış kişidir. Gerek ceza hukukunda ve gerekse ceza muhakemesi hukukunda mağdur, asıl taraflardan birisi olup, haksızlık oluşturan fiil nedeniyle uğramış olduğu mağduriyetinin, [12] Veli Özer Özbek, Yeni Ceza Muhakemesi Kanunun Anlamı, CMK İzmir Şerhi, Ankara, Seçkin yayıncılık, 2005, s. 894. [13] Yener Ünver, Ceza hukukuyla Korunması Amaçlanan Hukuksal Değer, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2003, s. 141 ve 142. 246 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU meydana gelen maddi ve manevi zararlarının giderilmesi gerekliliği bulunmaktadır. Ancak çoğunlukla sanığın mahkûmiyeti, mağduru tatmin etmemektedir. Mağdurun çoğu zaman suçlunun cezalandırılmasından daha çok, suç nedeniyle oluşan mağduriyetinin giderilmesi, zararlarının tazmin edilmesini beklediği herkes tarafından gözlenen bir olaydır. Mağdur önceki dönem ceza yargılamasında bağımsız, kendine ait bir yeri bulunmayan, yargılama sürecine hiçbir etkisi olmayan, yargılama yönünden sadece gerçeğin ortaya çıkarılmasında bir obje, muhbir ve tanık olarak kabul edilmekte iken, günümüzde artık mağdur, aynı zamanda haksızlık oluşturan suç nedeniyle maddi ve manevi olarak zarara uğrayan bir kişi olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayı, devletin cezalandırma yetkisi görmezden gelinmese da, ceza yargılamasında mağdurun menfaatleri de dikkate alınmak gerekir. Her suçun doğal ve zorunlu mağdurunun devlet olduğuna ilişkin yargı, yerindedir. Gerçekten de, suçun işlenmesi ile birlikte toplum düzeni bozulmuş olup, bunun tekrar eski halin getirilmesi devlete ait bir görevdir. Ancak, suçun asıl mağdurunun devlet olması, suçla korunan hukuksal yararı zedelenen gerçek ya da tüzel kişilerin göz ardı edilmesi sonucunu doğurmamalıdır. Ceza hukuku uzun yıllar tek taraflı davranarak, yalnızca sanıkla ilgilenmiştir. Mağdurun hakları ancak XX. Yüzyılın ikinci yarısından sonra ele alınmaya başlanmıştır. Bununla birlikte, sanığın ve hükümlünün bir hukuk devletinde mutlaka sahip olması gereken haklarına dokunmadan, mağdurun korunması esas alınmalıdır[14]. Mağduriyetin giderilmesi, faile aynen iade, maddi ve manevi tazminat gibi yükümlülükleri yerine getirerek yaptığı fiilin sonuçlarını giderebilme ve yeniden topluma dönme olanağı veren, böylece de mağdurun fiilden doğan zararlarını gidermek amacına hizmet ederek toplumsal barışın yeniden kurulmasını sağlayan ve sadece mağdurun değil, aynı zamanda failin de ceza hukukundaki etkinliğini artıran, her ikisini de daha aktif bir koruma kavuşturan bir ceza hukuku kurumudur.[15] Suç mağduru, II. Dünya Savaşı’ndan itibaren kriminolojik araştırmanın konusu olmaya başlamıştır. Bu konuda ki araştırmaların fazlalaşması ve derinleşmesi viktimoloji denilen bir bilim dalının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Viktimoloji, kurbanı ya da suç mağdurunu anlama çalışmalarını ifade eder. Suç sahnesini anlamaya çalışırken suç mağdurunun kişilik yapısı, tutumları, yaşam tarzı, alışkanlıkları ve bakış açıları hakkında detaylı bilgi sahibi olunması, suçun yakından incelenmesi ve değerlendirilmesinde oldukça önemli bir bilgi kaynağı oluşturmaktadır. Bu konudaki bilgiler, eylemin neden bir başkasına [14] Bahri Öztürk ve Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2005, s. 252. [15] Veli Özer Özbek, Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 1999, s. 42. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 247 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU karşı değil de bu kişiye karşı işlenmiş olduğu sorusuna cevap teşkil edecek ve fail ile mağdur arasındaki ilişki ortaya çıkarılabilecektir. Kriminoloji ve viktimoloji bilimlerinde yapılan çalışmalar sonucunda mağdurun korunması ve mağduriyetin giderilmesi konusunda çeşitli sistemler ortaya atılmıştır. Bunların bazıları teklif aşamasında kalırken kimileri geçmişte uygulanmış ve kimileri de halen uygulanmaktadır. Anılan sistemleri şu şekilde sıralayabiliriz: Tazminat ve para cezası kasası sistemi, tazminatın cezaya mahsubu, kanuni olanakların şarta bağlanması, devletin hakkından feragati, müteselsil sorumluluk, imtiyazlı alacak, hapisle tazyik, kanuni tahfif sistemi, mecburi çalışma, mecburi sigorta sistemi ve fail-mağdur uzlaşması. Çalışmanın kapsamını aşması nedeniyle bu konulardan söz edilmeyecektir.[16] II. Mağdurun Korunması İle İlgili Bazı Uluslararası Belgeler Kuşkusuz mağdur haklarının korunması ve geliştirilmesi konularıyla ilgili olarak çok sayıda uluslararası belgeden söz edilebilir. Ancak, bütün bu belgelerin değerlendirme konusu yapılması, bu çalışmanın sınırlarını aşacağından, sadece 29 Kasım 1985 tarihli Birleşmiş Milletler Deklarasyonu ve Avrupa Konseyi tarafından yapılan çalışmalar sonucu oluşturulan bazı uluslararası belgeler anlatım konusu yapılacaktır. Anılan uluslararası belgelerin ilki BM Suçtan ve Yetki İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler Deklarasyonu’dur. A. Birleşmiş Milletler’in 29 Kasım 1985 tarihli 40/34 sayılı “Suçtan ve Yetki İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler Deklarasyonu” 26 Ağustos-6 Eylül 1985 tarihleri arasında gerçekleştirilen, “Suçların Önlenmesi ve Suçluların Tedavisi” konulu BM 7. Kongresi, mağdurların dört temel hakkına vurgu yapan bir deklârasyonla sonuçlanmıştır. Dünya Viktimoloji Teşkilatı’nın çabalarıyla yayınlanmış bu deklârasyonda mağdurların; Ceza muhakemesinde adil işlem hakkı, meydana gelen zararlı durumun eski hale iadesi hakkı, meydana gelen zararın tazmini hakkı ve mağdurların yardım ve uygun tedavi hakkı gibi haklara vurgu yapılmıştır. Ayrıca, anılan deklârasyonda, [16] Ancak bu konuda geniş bilgi için bakılabilir: Heinz Schöch, “Mağdurun Korunması-Ceza Usul Hukuku Reformu Düşüncelerinin Sınanması”, (Çev: Ayşe Nuhoğlu), Suç Politikası (Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi: 5), Ankara, Seçkin Yayınevi, 2006, s. 117-132. 248 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU mağdura saygı ve şefkatle davranılması, bilgi verilmesi, hukuki yardım ve koruma hizmetlerinin sunulması gerektiği de vurgulanmıştır.[17] B. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Suç Mağdurlarına Tazminat Ödenmesi Hakkında 1977 Tarihli ve 27 Sayılı Tavsiye Kararı 1977 Tarihli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Suç Mağdurlarına Tazminat Ödenmesi Hakkında 27 Sayılı Tavsiye Kararına göre, suçtan zarar görenin herhangi bir tazminat alamaması halinde Devlet, bir suç sebebiyle ciddi bir şekilde yaralanan kişiyi ve bir suç sebebiyle ölen kişinin de yakınlarını en azından tazminat kapsamına almalıdır.[18] C. Şiddet Suçları Mağdurlarının Zararlarının Tazmin Edilmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi Şiddet Suçları Mağdurlarının Zararlarının Tazmin Edilmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi 24 Kasım 1983 tarihinde imzalanmıştır. Bu sözleşme bütün suçları kapsamamakta ve fakat sadece şiddet suçlarından mağdur olanlar bakımından uygulanabilmektedir. Buna göre, zararlarının tazmini hakkına sahip olanlar; vücuduna veya sağlığına dönük ciddi yaralar alanlar ve bu tip suçlardan dolayı hayatlarını kaybedenlerin yakınlarıdır. Tazminata esas olacak zararlar; gelir kaybı, tıbbi masraflar, hastane masrafları, cenaze masrafları ve bakılmakla yükümlü bulunulanların nafaka kaybı olarak düzenlenmiştir.[19] D. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Ceza Muhakemesi Hukukunda Mağdurun Hukuki Durumunun iyileştirilmesine İlişkin R (85) 11 Sayılı Tavsiye Kararı 28 Haziran 1985 Tarihli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Ceza Muhakemesi Hukukunda Mağdurun Hukuki Durumunun İyileştirilmesine İlişkin 11 Sayılı Tavsiye Kararına göre, sözleşme ile; polis bakımından; polisin mağdurlara sempatik, yapıcı ve rahatlatıcı davranacak şekilde eğitilmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Polis, mağdurlara maddi, tıbbi ve psikolojik yönden yardım alabilecekleri resmi ve özel kurumlar hakkında bilgi vermelidir. Ayrıca polisin mahkemeye sunduğu soruşturma dosyasında, mağdurların uğradığı zarar [17] Özbek, Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, s. 117 ve 118; Adalet Bakanlığı, İç Denetim Birim Başkanlığı, Ceza Adalet Sisteminde Mağdur Hakları, Haz. İsmail Tamer ve Erdinç Yılmaz, 10 Temmuz 2013 Tarihli Rapor, Rapor No: 2013/3, s. 6. [18] Özbek, Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, s. 111. [19] Özbek, Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, s. 112 ve 113. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 249 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU ve kayıplar konusundaki bilgiler mümkün olduğunca açık ve tam olmalıdır. Soruşturma Bakımından; Savcılık, fail hakkında kamu davası açıp açmama konusunda, mağduriyetin giderilip giderilmediğini göz önünde bulundurmalıdır. Mağdur bakımından; Muhakemenin tüm aşamalarında, mağdurun kişisel konumu, hakları ve onuru ihlâl edilmemelidir. Şayet mağdur bir çocuk veya zihinsel özürlü birisi ise, ifadesi velisi, vasisi veya bakmakla yükümlü olan kişilerin bulunduğu bir ortamda alınmalıdır.[20] Yargılama bakımından; mağdur, muhakemenin tüm aşamalarında bilgilendirilmelidir. Ceza mahkemelerinin tazminata hükmedebilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bunun yanında, “erteleme” ve “şartla salıverme” hallerine karar verilmeden önce de mağduriyetin giderilmesi göz önünde bulundurulmalıdır. Uygulama bakımından; tazminat ödemelerine, diğer para cezaları karşısında öncelik tanınmalıdır. Mağdurun kişiliğinin korunması bakımından; gerek hazırlık soruşturmasında, gerekse son soruşturmada, mağdurun özel hayatının gizliliğine ve onurunun korunmasına dikkat edilmelidir. Suçun niteliği, mağdurun kişiliği, mağdurun kişisel durumu ve güvenliği gerekli kılıyorsa, duruşma basına kapatılmalı, şahsi bilgilerinin açıklanması sınırlandırılmalıdır. Gerekirse mağdurun ismi gizli tutulmalıdır. Özellikle organize suçlarda ve gerekli hallerde, failin mağdura ve ailesine yöneltebileceği tehdit ve misilleme ihtimallerine karşı etkin bir koruma sağlanmalıdır. Bütün bunların yanında üye ülkelere, mevzuatlarında arabuluculuk ve uzlaştırma müesseselerine de yer vermeleri önerilmektedir.[21] E. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Mağdura Yardım Edilmesi ve Mağduriyetin Önlenmesi Hakkında R (87) 21 Sayılı Tavsiye Kararı 17 Eylül 1987 Tarihli Mağdura Yardım Edilmesi Ve Mağduriyetin Önlenmesi Hakkında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 21 Sayılı Kararı ile üye devletlere bazı önerilerde bulunulmuştur. Bu öneriler, mağduriyete yönelik genel siyasetlerle ilgilidir. Bu kararda vurgulanan önerileri; Mağduru koruma programları ve bu konuda yapılacak araştırmaları desteklemek, bu konuda kamuoyunu bilinçlendirmek, mağdura yardım edebilecek kamu ve özel hizmetleri tanımlamak, mağdur ve ailesine yönelik koruma sağlamak, mağdura tıbbi, psikolojik, sosyal ve maddi yardımda bulunmak, mağduru hakları konusunda bilgilendirmek, hukuki yardım sağlamak, zararların etkin bir şekilde tazminini sağlayacak düzenlemeler yapmak, personeli eğitmek, mağdurların rızası olmadan üçüncü şahıslara bilgi verilmesini engellemek, mağdurun çıkarlarını geliştiren ulusal örgütleri [20] Özbek, Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, s. 114. [21] Özbek, Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, s. 115 ve 116. 250 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU desteklemek, mağdurun daha fazla zarar görmesini engelleyecek tedbirler almak, korku ve güvensizliği engellemek, sigortaları mağdurların ihtiyaçlarına göre daha etkin hale getirmenin yollarını araştırmak ve fail ile mağdur arasındaki arabulmayı sağlamaya yönelik projeleri desteklemek şeklinde sıralayabiliriz.[22] F. XIX. Avrupa Konseyi Kriminoloji Kongresi Sonuç ve Tavsiyeleri 26-29 Kasım 1990 tarihlerinde Strazbourg’da düzenlenen “Yeni Sosyal Stratejiler ve Ceza Adalet Sistemi” Konulu XIX. Avrupa Konseyi Kriminoloji Kongresi’nde benimsenen sonuç ve tavsiyeler arasında, suçtan doğan mağduriyetin giderilmesine dair konular da yer almaktadır. Buna göre; “ceza adaleti sistemine iş akışını sınırlamak üzere hukuki ve yapısal tedbirler kadar, ihtilafları halledici cezai olmayan araç ve tedbirlere de başvurulmalıdır”.[23] G. Ceza Muhakemesinde Mağdurun Konumuna İlişkin 15 Mart 2001 Tarihli Konsey Çerçeve Kararı[24] Bu çerçeve kararına göre; mağdur, doğrudan üye ülkenin ceza kanunu ihlal niteliği taşıyan eylem ve ihmalleri sonucu bedensel ya da zihinsel zarara uğramış, duygusal çöküntü ya da ekonomik kayba uğramış tabii bir şahıstır (md.1/a). Ceza muhakemesi, uygulanabilir olan ulusal hukuka uygun olarak yorumlanırken, Muhakeme, ceza muhakemelerine ek olarak, mağdurların davalarıyla ilgili cezai süreçten önce, bu süreç sırasında ya da daha sonra herhangi bir yetkili, kamu hizmeti ya da mağdur destek kuruluşlarıyla yaptıkları bütün temasları kapsayarak geniş bir şekilde yorumlanır (md.1/c). Ceza davalarında arabuluculuk, yetkili bir şahsın aracılık etmesiyle mağdur ile suçu işleye arasında bir sonuca ulaşmak için ceza muhakemelerinden önce ya da bu işlemler sırasında yapılan araştırma olarak yorumlanır (md.1/d). Bütün üye devletler, mağdurların, sahip oldukları ceza hukuk sistemlerinde gerçek ve uygun bir rol almalarını güvence altına alarak, işlemler süresince kişilerin itibari için mağdurlara saygılı bir şekilde davranılmasını sağlamak için her türlü çabayı sarf eder ve özellikle ceza muhakemeleri sırasında mağdurların hak ve meşru çıkarlarını korumakla yükümlüdür (md.2). İşlemler süresince mağdurların ifade verme ve delil sunma olanakları güvence altına alınır ve onların sadece ceza muhakemeleri dahilinde sorgulandığı güvence altına alınmak için gerekli tedbirler alınır (md.3). Üye devletler mağdurların [22] Özbek, Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, s. 116 ve 117. [23] Mustafa Tören Yücel, “Yeni Sosyal Stratejiler ve Ceza Adalet Sistemi”, YASA, Ocak 1991, s. 14 vd. [24] Karar metni için bkz.: Adalet Bakanlığı, Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları İçin Ceza Arabuluculuğu Eğitim Kitabı, Ankara, 2009, s. 154-160. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 251 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU kanun infaz kurumlarıyla ilk temaslarından itibaren uygun görülen yerlerde ve olanak olduğu kadar ortak olarak anlaşılan dillerde kendi çıkarlarının korunması için, ilgili bilgilerden faydalanma hakkını güvenceler (md.4). Mağdurlar ceza muhakemelerinin ilgili aşamaları hakkında bilgi sahibi olmalarını ya da bu işlemler sırasında ortaya çıkabilecek iletişim eksikliklerinin giderilmesi için gerekli tedbirleri almalıdır (md.5). Yine, bu anılan yardımlardan mağdur ücretsiz olarak yararlandırılır (md.6). Mağdurların ceza muhakemeleri sırasında belirli zaman sınırlamaları içinde suçlulardan tazminat almalarını güvenceler, (md.9/1) ve ceza davalarında arabuluculuk teşvik edilir (md.10/1). Her üye devlet, ikamet ettiğinden farklı bir üye devlette bir suça maruz kalan mağdurun, suçun işlenmiş olduğu üye devlete ya da ciddi bir suçu durumunda başka bir devlete şikayette bulunmak istemiyorsa kendi ikamet ettiği devletin yetkili makamlarına bu konuda şikayette bulunmasını güvenceler (md.11/2). III. Ceza Muhakemesinde Mağdur Hakları Doktrinde mağdur hakları genel olarak; aydınlanma hakkı ki; bu soruşturma başında bilgilendirilme hakkı ve soruşturma ve kovuşturmanın gidişatı hakkında bilgi edinme hakkını kapsar, dosya inceleme hakkı, avukat yardımından yararlanma hakkı, tanık-mağdurun korunması, mağdurun özel hayatına ve haysiyetine saygı duyulmasını isteme hakkı şeklinde belirlenmiştir. 5271 sayılı CMK’nda, mağdurun soruşturma ve kovuşturma evresinde hakları genişletilerek muhakemede daha fazla söz sahibi olması sağlanmıştır. Kanunda mağdur hakları soruşturma ve kovuşturma evreleri için ayrı ayrı belirlenmiştir. Buna göre mağdurun soruşturma evresindeki hakları: Delillerin toplanmasını isteme hakkı, belge örneği isteme hakkı, avukat isteme hakkı, soruşturma belgelerini ve muhafaza altına alınan eşyayı inceletme hakkı, Cumhuriyet Savcısının, kavuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararına karşı itiraz hakkıdır. (CMK md.234/1-a) Mağdurun kovuşturma evresindeki hakları ise: Duruşmadan haberdar edilme hakkı, kamu davasına katılma hakkı, tutanak ve belgelerden vekil aracılığı ile örnek isteme hakkı, tanıkların davetini isteme hakkı, vekili yoksa Baro tarafından kendisine avukat atanmasını isteme hakkı, davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma Hakkıdır. (CMK md.234/1-b) Ayrıca, mağdurun aydınlanma hakkı da bulunmaktadır. Çalışmanın bundan sonraki bölümünde bunlar kısaca anlatım konusu yapılacaktır. 252 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU A. Mağdurun Soruşturma Evresindeki Hakları 1. Delillerin Toplanmasını İsteme Hakkı Deliller soruşturma evresinde toplandığından, delillerin toplanmasını isteme hakkı da bu evrede tanınan haklar arasında sayılmıştır. Mağdur toplanmasını istediği delilleri varsa, bunları adli kolluğa veya Cumhuriyet savcısına bildirmelidir. 2. Belge Örneği İsteme Hakkı Mağdur, soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme hakkına sahiptir. Belge örneği verilmesini, soruşturmanın gizlilik ve amacını bozup bozmayacağını takdir ve değerlendirme yetkisi bu evrede Cumhuriyet savcısına aittir. 3. Avukat İsteme Hakkı 5271 sayılı Kanunun md. 234/2 ye göre; mağdur ile şikâyetçi, vekili yoksa baro tarafından kendisine bir avukat görevlendirilmesini isteme hakkına sahiptir. Mağdur, on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da söylemek istediklerini ifade edemeyecek derecede malul olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilecektir. Tasarıdaki düzenleme ise şu şekilde idi: “Suçun mağduru ile şikâyetçinin hakları: Madde 246: Suçun mağduru ile şikâyetçinin hakları şunlardır: 1. Soruşturma evresinde; a. Delilerin toplanmasını isteme, b. Soruşturmanın gizlilik ve selametini bozmamak koşuluyla cumhuriyet savcısından belge örneği isteme, c. 153. maddeye uygun olmak koşuluyla avukatı ile soruşturma belgelerini ve el konulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme, d. Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararına kanunda yazılı usule göre itiraz hakkını kullanma. 2. Kovuşturma evresinde; a. Duruşmadan haberdar edilme, b. Kamu davasına katılma, c. Dava konusu ve niteliği elverişli olmak koşuluyla katıldığı kamu davasında kişisel hak isteminde bulunma, d. Tutanak ve belgelerden örnek isteme, e. Tanıkların davetini isteme, f. Avukatı yoksa, 251. madde gereğince katılan sıfatıyla baro tarafından kendisine avukat atanmasını isteme, 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 253 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU g. Davaya katılmış olma koşuluyla, davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma. Bu haklar, suçun mağdurları ile şikayetçiye anlatılıp açıklanır ve bu husus tutanağa kaydedilir. Katılanın Hakları: Madde 251: Suçtan zarar gören, maddi ve hukuki durumu itibariyle yararlarını yeteri kadar koruyacak durumda değilse, davaya katıldığında, istemi üzerine ücreti 157. madde gereğince ödenecek bir avukatın atanmasına mahkemece karar verilebilir. Bu istem davaya katılma iradesinin açıklanmasından önce de yapılabilir. Bu husustaki karar, esas hakkındaki hükmü verecek mahkeme tarafından alınır. Katılan on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malül olup, bir avukatı da bulunmazsa, istemi aranmaksızın avukat atanır”. Görüldüğü üzere Tasarı’da, mağdur veya şikâyetçiye, soruşturma devresi için avukat görevlendirilmesini isteme imkanı tanınmamış, kovuşturma devresinde ise bu hak, maddi ve hukuki imkanları itibariyle, yararlarını yeteri kadar koruyamayacak durumdaki şahıslara tanınmıştı. Düzenlemenin Amacı: CMK, Tasarı’daki bu düzenlemeyi değiştirerek yasalaşmış; hüküm yeni haliyle müştekiye, talebi halinde hiçbir şart aranmaksızın vekil tayini mümkün kılmış, 234. maddenin 2. fıkrasında belirtilen hallerde ise, istemi aranmaksızın vekil görevlendirileceği belirtilmiştir. Bu düzenlemenin, kişisel iddiayı güçlendirmeye yönelik olduğu yönünde görüşler ileri sürülmektedir. Diğer taraftan zaten suçtan zarar görmüş ve mağdur durumda bulunan şahsın, hazırlık aşamasında, bir de sanık müdafii ile karşılaşması durumunda, daha da mağdur duruma düştüğünü belirtilerek, getirilen düzenlemenin olumlu olduğu da söylenebilir. Yani bu son görüşe göre asıl amaç, kişisel iddiayı güçlendirmek değil; sanığa avukat görevlendirildiği halde, mağdur için atanmamasının yarattığı dengesizliği ortadan kaldırmak, mağduru bu suretle korumaya almaktır. 4. Soruşturma Belgelerini ve Muhafaza altına alınan Eşyayı İnceletme Hakkı Mağdur, vekili aracılığıyla soruşturma belgelerini ve el konulan ve muhafaza altına alınan eşyayı incelemek isteyebilir. Müdafiin muhafaza altına alınmış delileri incelebilmesi, kovuşturma evresinde olanaklı iken (CMK md.153/4), mağdur vekili, soruşturma evresinde de, el konulan ve muhafaza altına alınan eşyayı incelemek isteyebilir. Ancak, bunun için, Cumhuriyet savcısının isteme üzerin sulh ceza hakimi tarafından bir kısıtlama kararı verilmemiş olması gerekmektedir. 254 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU 5. Cumhuriyet Savcısının, Kavuşturmaya Yer Olmadığına İlişkin Kararına Karşı İtiraz Hakkı Mağdur, Cumhuriyet savcısının, kavuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararına kanunda yazılı usule göre itiraz hakkına da sahiptir. Cumhuriyet savcısının kavuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararı suçtan zarar görene bildirilir; kararda itiraz hakkı, süresi ve itiraz mercii bildirilir. (CMK md.172/1) B. Mağdurun Kovuşturma Evresindeki Hakları 1. Duruşmadan Haberdar Edilme Hakkı CMK md.234’de, mağdurun duruşmadan haberdar edilmesi bir hak olarak düzenlenmiştir. Mahkeme iddianamenin kabulünden sonra duruşma gününü belirler ve duruşmada hazır bulunması gereken kişileri çağırır. (CMK md.175/2) Mağdur, mahkeme başkanı veya hakimi tarafından çağrı kağıdı ile çağrılıp dinlenir. Bu konuda yapılacak çağrı bakımından tanıklara ilişkin düzenlemeler uygulanır. (CMK md.233) 2. Kamu Davasına Katılma Hakkı Mağdurun kovuşturma evresindeki haklarında birisi de, kamu davasına katılmadır. Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler. (CMK md.237/1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur. (CMK md.238/1) 3. Tutanak ve Belgelerden Vekil Aracılığı ile Örnek İsteme Hakkı Daha önce söz edildiği gibi, mağdur, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısından bizzat belge örneği isteyebilirken, kovuşturma evresinde bu haklarını ancak vekilleri aracılığıyla kullanabileceklerdir. Dolayısıyla da, vekili olmayan ve vekil talebinde de bulunmayan mağdurun böyle bir hakkı bulunmamaktadır. Mağdurun dosyadan doğrudan örnek alma hakları da bulunmamaktadır. Ancak, mağdur dosyadan bizzat belge alabilmelidir.[25] [25] Mahmut Koca ve İlhan Üzülmez, “Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Mağdurun Korunması ve Mağdura Tanınan Haklar”, HPD, S.7, Temmuz 2006, s.148. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 255 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU 4. Tanıkların Davetini İsteme Hakkı Mağdurun kovuşturma evresindeki hakları arasında sayılan tanıkların davet edilme istemi hakkı (CMK md234/1-b), CMK md.178’de öngörülen usul ile kullanılabilir. CMK md.178’e göre, mağdur, katılan sıfatıyla, mahkeme başkanı veya hakimden, tanık veya uzman kişi çağrılmasını dilekçe ile isteyebilir. Bu istem reddedilirse, katılan, o kişileri mahkemeye kendisi getirip, duruşmada dinletebilir. Görüldüğü gibi, CMK md.178’de mahkeme başkanı veya hakimden tanık veya uzman kişi çağrılmasını dilekçe ile isteyebilme ve bu istem reddedildiğinde, o kişileri mahkemeye bizzat getirip dinletebilme hakkı sadece ‘katılan’a tanınmıştır. CMK md.234’de öngörülen mağdurun kovuşturma evresindeki hakları arasında sayılan tanıkların davet edilmelerini isteme hakkına ilişkin hüküm ile md.178 hükmü arasında çelişki var gibi görünmektedir. Bu halde, md.234’de mağdurun kovuşturma evresindeki hakları arasında sayılan tanıkların davet edilmelerini isteme hakkına ilişkin düzenlemeyi özel bir hüküm olarak kabul edip, henüz katılan sıfatını almasa da, mağdurun da, mahkeme başkanı veya hakimden, tanık çağrımsını isteme hakkı bulunduğunu kabul etmek gerekir. Ancak, bu hak, mahkeme başkanı veya hakimden, sadece tanığın çağrılmasını isteme ile sınırlıdır. Çünkü, bu isteğin reddi halinde tanığı mahkemeye bizzat getirip dinletebilmek için ‘katılan’ olmak gerekmektedir.[26] 5. Vekili Yoksa Baro Tarafından Kendisine Avukat Atanmasını İsteme Hakkı Mağdur, soruşturma evresinde olduğu gibi, kovuşturma evresinde de, vekili yoksa, baro tarafından kendisine bir avukat görevlendirilmesini isteme hakkına sahiptir. Mağdur, hukuki yardımından yararlanacağı bir avukat görevlendirilebilmesi için, vekillerin bulunmaması ve kendilerine bir avukat görevlendirilmesini istemeleri gerekmektedir. Ancak, mağdur, on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malül olur ve vekili de bulunmazsa, istem aranmaksızın bir vekil görevlendirilmek gerekir. (CMK md.234/2) 6. Davayı Sonuçlandıran Kararlara Karşı Kanun Yollarına Başvurma Hakkı CMK md.260/1’e göre; “Hakim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette [26] A.e., s. 148. 256 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU suçtan zarar görmüş bulunlar için kanun yolları açıktır.” CMK md.234/1b’nin 6 numaralı alt bendinde ise, davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma, davaya katılmış olma şartına bağlanmıştır. İlk bakışta, iki madde arasında bir çelişki varmış gibi görünmekle beraber, md.260’da geçen “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar”ı, md.237/1 kapsamında katılma hakkı bulunduğu halde, duruşmadan haberdar edilmemiş olması nedeniyle davaya katılma hakkını kullanamamış kişiler olarak anlamak gerekir. Dolayısıyla da, böyle kişilerin de, davaya katılmamış olsalar bile, kanun yollarına başvurma hakkı bulunmamaktadır. Anılan iki madde hükmü, bu şekilde telif edilerek uygulanmak gerekir. 7. Mağdurun Aydınlanma Hakkı CMK md.234/3’de, maddede yazılı hakların, suçun mağdurları ile şikayetçiye anlatılıp açıklanacağı ve bu hususun tutanağa geçirileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu düzenleme, hakların öğrenilmesi açısından önemli olmakla birlikte eksi olduğu, çünkü, mağdur veya şikayetçinin Cumhuriyet savcısı ve mahkeme başkanı ya da hakimi tarafından çağrılıp dinlenebileceğine ilişkin md.233/1 düzenlemesi dikkate alındığında, aydınlatma yükümlülüğünün ancak çağrılan mağdur ya da şikayetçinin gelmesi anında ve sadece Cumhuriyet savcısı ve mahkeme başkanı ya da hakimi için geçerli olacağı, oysa, aydınlatma yükümlülüğünün suçun işlenmesinden hemen sonra mağdur ve şikayetçiyle ilk temasa geçen görevli (kolluk) için de geçerli olması gerektiği dile getirilmektedir.[27] Mağdur ile şikâyetçi, hakları ile ilgili olarak yazılı veya sözlü olarak bilgilendirilebilir ya da aydınlatılabilir. Bu haklar CMK md.234’de sayılan haklardır. Bunların yanında, madde düzenlemesinde, mesela, mağduriyetin giderilmesi, konusunda hangi kanuni olanakların bulunduğu ve bunların hangi yollara başvurularak kullanılabileceği ve mahkemenin gidişatı hakkında kendisine bilgi verilmesi gibi haklara da açıkça yer verilmesi daha yerinde olurdu. [27] Veli Özer Özbek, Yeni Ceza Muhakemesi Kanunun Anlamı, CMK İzmir Şerhi, s. 895, ve 896. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 257 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU SONUÇ İ şlenmiş olan bir suçun ortaya çıkardığı durumun, sadece fail ve devlet arasında kabul edilmesi, ikisi arasında güçlü bir ilişki kurulması ve mağdurun tamamen kaderine terk edilmesinin yanlışlığı günümüzde anlaşılmıştır. Artık mağdur da bu ilişkinin içinde etkili bir role sahip olmalıdır. Failin ıslah edilmesi ve tekrar topluma kazandırılması önemlidir. Fakat mağdurun suç sebebiyle yaşadığı kötü tecrübenin getirdiği psikolojik, sosyal ve ekonomik zararların düzeltilmesi ya da en azından tamir edilmesi de mağdurun topluma kazandırılabilmesi için gereklidir. Devlet, ülkesinde yaşayan bireyleri korumakla, onların ülkede huzur ve barış içinde yaşamalarını sağlamakla görevli olduğuna göre, devletin bizatihi suçtan zarar gören kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesine katılması gerekmektedir. Bu katılma, yapılacak olan bir düzenleme ile belirli suçlar için belirli sınırlar dahilinde yapılabilir. 2004 ve 2006 yıllarında ceza hukukunda yapılan bir dizi reform çalışması ile TCK, CMK ve TMK’da mağduriyetin giderilmesi ile ilgili hükümlere oldukça fazla yer verilmiştir. Anılan tarihlerden öncesi yürürlükteki mevzuat mağdur hakları konusunda çok yetersizdi. Dönmezer, yürüklükten kalkan eski TCK’nun mağduriyeti giderme konusundaki yetersizliğini, TCK’nun mağdurun korunmasını bir ilke olarak kabul etmeyen klasik doktrinin etkisi ile kaleme alınmasına bağlamış, bu nedenle ceza uygulamasının mağdurun yararına sonuç vermediğini vurgulamıştır.[28] Ancak, yeni mevzuat büyük ölçüde, oldukça çağdaş ve ihtiyaçları karşılar nitelikte kaleme alınmıştır. Diğer taraftan, birçok suçun mağdurunun bazı sebeplerle mağduriyete boyun eğdikleri, dolayısı çoğu suçun ve mağdurun istatistiklerde gözükmediği bilinmektedir ve bunlara suçların kara (karanlık) sayısı denilmektedir.[29] Bazı suçların ortaya çıkmamasının en önemli sebeplerinden birisinin ceza adalet sistemine olan güvensizliktir. Kuşkusuz bu güvensizliği ortadan kaldırmak için ise, adalet sisteminin etkin kılmak gerekir. Dönmezer’e göre, sistemin etkinliğinin sağlanabilmesi için; ilk önce, suç işleyenin mutlaka yakalanarak adaletin önüne getirilmesi (Muhakkaklık) gerekmektedir ki, bu görev kolluğundur. İkinci olarak dil, din, ırk, cinsiyet, etnik köken gibi unsurların değil, adaletin sırf hukukun esaslarına göre ve eşitlik ilkesi içinde tesis edilmesi (Kesinlik) gereklidir. Üçüncü olarak, sistemin olayı sonuca ulaştırmasında makul süreyi aşmaması (Sürat) gerekir. Ve son olarak, sanığın suçsuzluk karinesinden tam olarak yararlandığı [28] Sulhi Dönmezer, “Türk Ceza Kanunu Ön Tasarısı-(Genel Sunuş)”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları, (Ocak-Nisan 1987), C.2, S.1, s. 13. [29] Tülin G. İçli, Kriminoloji, Ankara, Bizim Büro Basımevi, 2001, s.150. 258 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU (Dürüst yargı) bir adalet sistemi tesis edilmelidir.[30] Günümüzde artık, “Islah edici” ceza adaleti anlayışının amaçlara götürmediği ve mağduru arka plana ittiği göz önünde bulundurularak, suç fiilinin yol açtığı kayıplar üzerinde yoğunlaşan “onarıcı” ceza adalet anlayışının kabul edilmesi de mağdurların durumlarını düzeltmek adına kökten bir değişim ve gelişim sağlayabilir. Mağduriyetin giderilmesi, en başta mağdurun içinde bulunduğu durumu göz önünde bulundurarak, özellikle polis ve savcının mağdurla olan ilişkilerinde nazik, hoşgörülü ve ona yardım edileceğini hissettirecek şekilde güven vermesiyle başlamalıdır. Daha sonra yasal düzenlemeler getirilen olanakların en ileri seviyede uygulanması ile devam etmelidir. [30] Sulhi Dönmezer, “Ceza Adaleti Reformu”, Yeni Türkiye-Yargı Reformu Özel Sayısı, (Temmuz-Ağustos 1996), Y.25, S.10, s. 555 ve 556. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 259 Çağdaş Ceza Adaleti İçinde Mağdur / USLU KAYNAKÇA Adalet Bakanlığı, İç Denetim Birim Başkanlığı. Ceza Adalet Sisteminde Mağdur Hakları, Haz. İsmail Tamer ve Erdinç Yılmaz, 10 Temmuz 2013 Tarihli Rapor, Rapor No: 2013/3. Adalet Bakanlığı, Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları İçin Ceza Arabuluculuğu Eğitim Kitabı, Ankara, 2009. Dönmezer, Sulhi. “Ceza Adaleti Reformu”, Yeni Türkiye-Yargı Reformu Özel Sayısı, (Temmuz-Ağustos 1996), Y.25, S.10. Dönmezer, Sulhi, “Türk Ceza Kanunu Ön Tasarısı-(Genel Sunuş)”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları, (Ocak-Nisan 1987), Cilt:2, Sayı:1. Dönmezer, Sulhi. “Devlet Ve Suç Mağduru İlişkisi”, Onar Armağanı, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1977. Eryılmaz, M.Bedri. “Bir İnsan Hakkı Olarak Türkiye Ve Diğer Avrupa Konseyi Üyesi Ülkelerinde Mağdurun Bilgilendirilme Hakkı”, Polis Dergisi, Y.4, S.15, 1998. Kaymaz, Seydi. Uygulamada ve Teoride Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı (Yasak) Deliller, 1. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi, 1997. Koca, Mahmut ve İlhan Üzülmez. “Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Mağdurun Korunması ve Mağdura Tanınan Haklar”, HPD, S.7, Temmuz 2006. Kunter, Nurullah ve Ferudun Yenisey. Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2004. İçli, Tülin G. Kriminoloji, Ankara: Bizim Büro Basımevi, 2001. Özbek, Veli Özer. Ceza Hukukunda Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 1999. Özbek, Veli Özer. Yeni Ceza Muhakemesi Kanunun Anlamı, CMK İzmir Şerhi, Ankara: Seçkin yayıncılık, 2005. Özbek, Veli Özer. Suçtan Doğan Mağduriyetin Giderilmesi, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 1999. Özek, Çetin. “Suç Mağdurunun Korunması İle İlgili Bazı Sorunlar”, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1-4, İstanbul, 1984. Öztürk, Bahri ve Veli Özer Özbek, Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2001. Öztürk, Bahri ve Mustafa Ruhan Erdem. Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2005. Schöch, Heinz. “Mağdurun Korunması-Ceza Usul Hukuku Reformu Düşüncelerinin Sınanması”, (Çev: Ayşe Nuhoğlu), Suç Politikası (Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi: 5), Ankara: Seçkin Yayınevi, 2006, ss.117-132. Sokullu-Akıncı, Füsun. “Mağdurun Korunması ve Mağdur Hakları”, Yargı Reformu 2000 Sempozyumu, 5-8 Nisan 2000, 1. Basım, (Büyük Efes Oteli-İzmir: İzmir Barosu Yayınları,2000). Tosun, Öztekin. Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, C.1, 4. Bası, İstanbul: İstanbul Hukuk Fakültesi Yayınları, 1984. Ünver, Yener. Ceza hukukuyla Korunması Amaçlanan Hukuksal Değer, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2003. Yücel, Mustafa Tören. “Yeni Sosyal Stratejiler ve Ceza Adalet Sistemi”, YASA, Ocak 1991. 260 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünik asyonda Yakınsama K avr amı Av. Mürüvvet Göksu KARINCA* * Ankara Barosu. Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA GİRİŞ İ ngilizcede convergence olarak bilinen yakınsama kavramı, çok farklı anlamlarda kullanılmakta, bu nedenle farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Bu sebeple, yakınsamanın doktrinde kabul görmüş ortak bir tanımı bulunmamasına rağmen, bu kavramı farklı noktaların birbirine yaklaşması ya da entegre olması şeklinde tanımlamak kanımca doğru olacaktır. Telekomünikasyon sektörünün devlet tekelinden ayrılıp, rekabete açılması ile, telekomünikasyon şirketleri arasındaki rekabet bir dizi teknolojik gelişmeyi de beraber getirmiştir. Bu teknolojik gelişmeler telekomünikasyon, medya ve bilişim teknolojilerini birbirlerine yaklaştırmakla kalmamış, sadece geleneksel anlamda altyapı ve buna bağlı olarak hizmet veren oyuncuları dışlar hale gelmiştir. Günümüzde ise teknolojik gelişmeler (özellikle internet) vasıtasıyla telekomünikasyon, bilgi teknolojileri ve medya sektörlerindeki geleneksel sınırlar kaybolmaktadır. Buna bağlı olarak yakınsama kavramı; fen, doğa bilimleri ya da matematikten ziyade, telekomünikasyon alanında kullanılan bir kavram haline gelmiştir. Her ne kadar kavramın kullanıldığı alan spesifikleştirilmiş olsa bile, halen bu kavram üzerinde ortak bir tanıma varılamamıştır. Bu çalışmanın ilk bölümünde telekomünikasyonda üzerinde görüş birliğine varılamamış yakınsama kavramı üzerinde durulacak, bu kavrama ilişkin Küresel, Avrupa Birliği ve doktrin bazında farklı tanımlara yer verilecektir. Tanımlardan sonra ise yakınsamanın hangi katmanlar üzerinde gerçekleştiği belirtilecektir. Çalışmanın ikinci kısmında telekomünikasyonda yakınsak teknoloji örnekleri incelecektir. Bu bağlamda telekomünikasyonda yakınsamanın kısa bir tarihçesi mahiyetinde günümüzde etkin olmayan ya da günümüz teknolojilerin atası sayılan yakınsak teknoloji örnekleri üzerinde de durulacaktır. Çalışmanın üçüncü kısmında ise yakınsak teknolojilerin telekomünikasyon pazarını ne şekilde etkilediğine değinilecektir. Çalışmanın son kısmında telekomünikasyon yakınsamanın düzenlemelerin etkileri ve Türk Telekomünikasyon sektöründe yakınsak teknolojiler üzerinde ortaya çıkabilecek sorunlar ele alınıp, çalışma son bulacaktır. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 263 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı Telekomünikasyonda yakınsama kavramı ilk defa Rosenberg tarafından, Amerikan makine endüstrisine ilişkin yazdığı makalede, yakınsak teknolojiler adı altında kullanılmıştır[1]. 1963 yılındaki ilk kullanımdan sonra yakınsama farklı sektörlerde değişik şekilde kullanılır hale gelmiştir. Blackman ise yakınsamayı telekomünikasyon ve görsel-işitsel sektörleri etkileyen; teknoloji, hizmet, endüstri yapısı ve hükümet politikalarında çeşitli değişim trendleri[2] şeklinde tanımlamıştır. Görüldüğü üzere Blackman’ın tanımı net bir şekilde telekomünikasyonda yakınsamanın ne olduğunu ortaya koymamakla birlikte, bu tanım, yakınsama kavramının günümüzdeki tüm alanlarını kapsar niteliktedir. Blackman’in tanımına benzer bir başka tanımsa, Altaş tarafından yapılmıştır. Fakat bu tanımın ikinci kısmında genel anlamda yakınsama tanımından ayrılınmış ve yakınsama; sabit telekomünikasyon sistemlerinin maliyetinin ucuz; mobil sistemlerin ise esnek olmasından yararlanmak suretiyle bu sistemlerin birleştirilmesi[3] şeklinde tanımlanmak suretiyle, pazara ve hizmetlerin yakınsamasına daha yakın bir çerçeveye oturtulmuştur. Avrupa Komisyonu’nun 1997 tarihli Yeşil Belgesinde ise yakınsama; farklı şebeke platformları aracılığıyla benzer hizmet çeşitlerinin taşınması ya da telefon, televizyon ve kişisel bilgisayar gibi tüketici aygıtlarının bir araya getirilmesi olarak ifade edilmektedir[4]. Tanımlamadan anlaşılacağı üzere, Yeşil Belgedeki yakınsama kavramı genel anlamda iki kısma ayrılmaktadır. Tanımın birinci kısmı altyapı katmanındaki yakınsamayı ikinci kısmı ise cihazların yakınsamasını ifade ettiğinden, bu tanımın telekomünikasyonda yakınsama kavramını tam anlamı ile içine alan bir kavram olmadığını belirtmek doğru olacaktır. OECD ise yakınsamayı geleneksel silo mimarisinden, başka bir ifade ile her bir hizmetin belirlenmiş bir şebeke (mobil, sabit, kablo TV, IP) ile verildiği yapıdan, tüm iletişim hizmetlerinin çeşitli şebekeler üzerinden kopukluk olmadan ve birçok platform üzerinden interaktif bir şekilde verilmesine doğru geçiş olarak tanımlamaktadır. Aynı zamanda OECD, ilgili raporunda 20. yüzyılın son çeyreğinden beri telekomünikasyon ve medya sektörlerindeki sayısallaşma ve [1] [2] [3] [4] 264 Güngör, Müberra, Kibar, Yunus Şevki, Yılmaz, Ramazan, Tekin, M. Alper; Yakınsama: Telekomünikasyon ve Medya Sektörleri Açısından Düzenlemelere Etkileri, Eylül Ankara 2009, sf.12 Blackman, R. Colin; Convergence Between Telecommunications and Other Media: How Should Regulation Adapt?,Telecommunnication Policy, sf.164 Altaş, Hüseyin, Sırataş, Burcu; yakınsama ICT Media şubat 2010 sf.22 Avrupa Komisyonu; Green Paper On The Convergence Of The Telecommunications, Media and Information Technology Sectors, And The Implications For Regulation Towards an Information Society Approach, Brüksel 1997 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA yakınsama dolayısıyla; o güne kadar var olan düzenlemelerde değişikliğe gidildiğini, bu değişikliklerde de internetin büyük etkisi olduğunu vurgulamıştır[5]. Sektörler arası yakınsama baz alınarak yapılmış bir başka tanıma göre ise yakınsama; Telekomünikasyon teknolojileri, geleneksel olarak, ses, resim ve hareketli görüntünün ekonomik ve etkin bir şekilde kullanıcıları arasında aktarımını kapsamaktadır. Teknolojideki gelişmeler sonucunda, bilişim ve telekomünikasyon teknolojilerinin kapsadığı alanlar birbirleriyle hızla örtüşmeye başlamış, daha doğrusu bu teknolojiler birbirinin içine girmiştir. Telekomünikasyon ve bilişim teknolojilerinin bu şekilde örtüşmesi “yakınsama” (convergence) olarak da adlandırılmaktadır [6]şeklinde ifade edilmiştir. Yukarıdaki tanımlar ışığında, telekomünikasyonda yakınsama, kanımca, kapitalist ekonomik sistemleri benimsemiş sektör oyuncularının, teknolojik gelişmeler ve nihai tüketicilerin sadeleşme talepleri doğrultusunda, gerek altyapıda gerekse altyapıdaki tekleşmeden dolayı hizmetlerin ve cihazların entegre olması ve buna bağlı olarak medya ve bilişim sektöründe (şirket devralmaları şirketlerin birleşmesi vs. aracılığıyla) bütünleşme şeklinde tanımlanabilir. Yakınsama Seviyeleri Yukarıda bahsi geçen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, yakınsamanın farklı tanımları ve buna bağlı olarak farklı seviyeleri bulunmaktadır. Oysa telekomünikasyonda yakınsamayı dört farklı ana grupta kategorize etmek mümkün görünmektedir. Bunlar; • Altyapıda (Taşımada) Yakınsama • (IP ve İSS olarak bilinen) Katmanda Yakınsama • Uygulamada ve İçerikte Yakınsama • Bilgi Teknolojileri ile Yakınsama[7] Altyapıda yakınsama; kısaca farklı şebekelerin birbirleri ile bütünleşmesi şeklinde tanımlanabilir. Tarihsel anlamda açıklamak gerekirse, altyapıda yakınsamayı geleneksel anlamda temel telekomünikasyon hizmetleri yürütmekte [5] [6] [7] OECD; Convergence and Next Generation Networks, Ministerial Background Report, DSTI/ICCP/CISP(2007) FINAL Directorate for Science, Techonology and Indusrty Comittee for Information, Computer and Communications Policy, sf. 7 Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği; Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye’de Bilişim ve Telekomünikasyon Teknolojileri Sektörü Üzerinde Görüş ve Öneriler, sf 133 Fowler, Thomas B.; Convergence in İnformation Technology and Telecommunications World : Seperating Reality from Hype , The Telecommunications Review, sf. 12 http://www.noblis. org/NewsPublications/Publications/TechnicalPublications/TelecommunicationsReview/ Documents/Fowler_03.pdf 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 265 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA olan şebekelerden; ses, veri, görüntü gibi birçok hizmeti farklı tip kullanıcılara taşıyabilen IP ve fiber optik şebekelere geçiş şeklinde ifade etmek mümkündür. Genişbant hizmet kapasitesine sahip olan bu şebekeler sayesinde günümüzde kullanıcılar; ses iletiminin yanı sıra müzik indirme, görüntülü konuşma, mobil telefondan televizyon izleyebilmeye kadar bir dizi farklı hizmetten yararlanabilmektedirler. Katmanda yakınsama ise; altyapıdaki yakınsamaya bağlı olarak, aynı kablolar üzerinden farklı verilerin trafiğinin sağlanabilmesi şeklinde özetlenebilir. IP olarak bilinen İnternet Protokolü de bir uygulama teknolojisi olarak, müşterek seviyedeki bütün veri trafiğini –özellikle internet ve ses trafiğini- yürütebilmekte ve bu katmandaki yakınsamanın en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır[8]. Sınırları altyapı ve IP katmanından daha kolay ayrılabilen bir başka yakınsama türü ise son kullanıcıyı en fazla ilgilendiren içerik yakınsamasıdır. Bu yakınsama türü aynı zamanda cihazda yakınsamayı da beraberinde getirir. Bu yakınsamış teknolojiler sayesinde nihai kullanıcının anten, radyo, bilgisayar gibi birçok arayüzü birlikte bulundurma zorunluluğu ortadan kalkmaktadır. Kaldı ki internet başlı başına bu yakınsama türüne hizmet eder niteliktedir. Örnek vermek gerekirse internete girme yeteneğini haiz herhangi bir telefon -3G teknolojisi sayesinde- hali hazırda ses, görüntü, veri paylaşımı yapabilmektedir. Telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri arasındaki yakınsama ise tüm bu alt seviyelerdeki yakınsamanın bir sonucu olarak kabul edilebilir. Bu yakınsama türünün karakteristik özelliğini, geleneksel anlamda ayrı işlevlerle – tarihsel açıdan farklı üretim ve rekabet alanlarına dahil olan sektörlerin- tek bir kaynakta bir araya gelmesi[9] oluşturur. OECD ise 2007 tarihli yakınsamaya ilişkin raporunda yakınsamayı biraz daha farklı bir biçimde kategorize etmiştir. Yukarıda belirtilmiş temel dört seviyeden farklı olarak OECD raporunda; • Düzenleme ve kurumlarda yakınsama, • Pazarda yakınsama şeklinde iki ayrı kategori daha ortaya koymuştur. Bununla birlikte yakınsamanın sadece telekomünikasyon sektörünü değil, medya içerik sağlayıcıları, yazılım sektörü ve üreticiler gibi başka alanları da çeşitli seviyelerinde etkilediğini de ifade etmiştir[10]. [8] Fowler; a.g.e. ,sf .12 [9] Fowler; a.g.e. ,sf .12 [10] OECD; a.g.e sf.7 266 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA Yakınsamanın Kısa Tarihçesi ve Günümüz Yakınsak Teknoloji Örnekleri Altyapı katmanındaki 1960’lardan günümüze kadar gelişmekte olan bir süreç iken, IP ve İSS katmanındaki yakınsamanın öyküsü daha yenidir. Yakınsamaeski ismi ile entegrasyon- politik anlamda desteklenmesi gereken bir olgu iken, tarihte başarısız örneklerinin olduğu da bir gerçektir. 1975’te Uydu İşletim Sistemi ses (Satellite Business System), veri ve video aktarımında birincil teknoloji olarak karşımıza çıkmıştır. Bu sistem sayesinde uydu ile erişim sağlanarak ses veri ve görüntü aktarılabilmiştir. 1982’de ise PBX (Public Branch Exchange) birincil teknoloji şeklinde lanse edilmiştir. Bu teknoloji ile sadece belirli bir alana özel olarak, örneğin bir şirkette, şebeke kurulması sağlanmış bu şebeke dışa karşı birkaç telefon ile açılmıştır. 1988’de ise darbant ISDN (Integrated Services Digital Network) yerel ağ aracılığıyla ses veri görüntü ile birlikte grafik aktarımı da sağlayarak öncü teknoloji konumuna yükselmiştir. 1997 yılında ise ION (Integrated on Demand) bu serüvene öncül teknoloji olma hedefi ile yola çıkmıştır. ION teknolojisinin temel dayanağını ses, görüntü, veri ve internet hizmetlerin yüksek hızlı tek bir merkez üzerinden iletimini içermekteydi. Fakat ION teknolojisi yaklaşık 5 milyon dolara mal olmasına rağmen sadece dört bin müşteri elde edebilmiştir. Bu başarısızlığın nedenleri arasında ise düşük kalitede ses iletimi, iyi işlemeyen müşteri servisleri, zayıf bağlantılar gösterilebilir. Kısacası ION, telefon endüstrisinin 100 yılda yaptığını 3 yılda başarmak istemiştir.[11] IP Işığında Günümüz Yakınsak Teknoloji Örnekleri: IP ve IPTV Tarihsel süreçteki farklı yakınsak teknoloji örnekleri bir yana bırakılacak olursa IP tabanlı şebekelerin geleneksel anlamda kullanıldığı alan olan internet hizmetinin dışına çıkması ile birlikte IP teknolojisi günümüzün birincil teknolojisi konumuna yükselmiştir. İlk defa 1974 yılında Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Enstitüsü’nce basılan bir makalede adı geçen bu şebeke ile; günümüzde, sadece internet değil geleneksel anlamdaki şebekelerin yerini alacak şekilde televizyon anlamında yayın ve telefon anlamında ses hizmetleri de verilebilmektedir. Bu bağlamda VoIP ve IPTV hizmetlerine kısaca değinilecek olursa; [11] Techguide.com; Sprint Integrated On Demand Network (ION) White Paper Executive Summary , techguide.zdnet.com/titles/ionint.shtml. naklen Fowler; a.g.e., sf 12 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 267 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA VoIP (Voice Over IP) ile genel anlamdaki tüm ses hizmetleri IP şebekesi üzerinden verilebilmektedir. Bilindiği üzere temel ses hizmetleri geleneksel telekomünikasyon şebekeleri üzerinden yürütülmektedir. Fakat bu şebekelerin birçok ülkede özelleştirme kapsamında ilk başta tek bir şirkete verildiğinden bu şirketler tüm şebeke hakimiyetini ellerinde bulundurmakta ve dolayısıyla piyasada hakim güç konumunda bulunmaktadırlar. Her ne kadar çeşitli regülasyonlarla, bu şirketlerin şebekelerini diğer şirketlere açmasına ilişkin düzenlemeler bulunsa da, bu düzenlemelerin piyasadaki giriş engellerini tam anlamıyla bertaraf ettiğinden söz edilemez. Bu kapsamda IP teknolojisi bir çözüm yolu olarak görülmektedir. Telekomünikasyon sektörüne temel hizmet olan ses iletimi kapsamında IP teknolojisinin girmesi ile birlikte, pazardaki giriş engelleri azalmış, piyasaya yeni katılan oyuncuların sayısı ve alt pazarların çeşitliliği artmış ve bu sayede verilen paket hizmetlerde artışlar olmuştur[12]. Ancak halen geleneksel anlamdaki telekomünikasyon şebekesi birçok ülke piyasasında etkin konumunu korumaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden biri VoIP’in geleneksel anlamda sunulan ses hizmetindeki kaliteyi her noktada sağlayamıyor ve PSTN şebekesindeki kalite standardını garanti edemiyor olmasıdır[13]. IPTV, IP şebekesi kullanılarak sunulan televizyon yayınıdır. IPTV’de kablolu ya da dijital mahiyetteki televizyon yayınından farklı olarak talebe bağlı izleme özelliğine sahiptir. Bu sayede nihai kullanıcı geleneksel anlamda olduğu gibi bütün kanallara anında erişime sahip olmamakla birlikte, istediği kanallara erişebilmekte ve yayın akışının istediği zaman dilimini kaydedebilme özelliğini haiz bulunmaktadır. Yakınsamanın Avantajları ve Karşısındaki Engeller Yakınsama ve buna bağlı olarak yakınsak teknolojiler, sadece iletişim anlamında değil, eğitim ve sağlık gibi alanlarda da hizmetlere daha kolay ve daha ucuz erişebilmenin önünü açmaktadır[14]. Bu nedenle özellikle altyapıdaki süregelen yakınsama, teknoloji geliştikçe şebekelerin karmaşıklığını azaltmakta buna bağlı olarak son tüketiciye daha fazla hizmet bir kablo ve bir fatura üzerinden sunulabilmektedir. Bu durum paket hizmetleri ve piyasa oyuncularının çeşitliliğini [12] Melody, William, Sutherland, Ewan, Tadayoni, Reza; Convergence, IP Telephony and Telecom Regulation:Challenges & Opportunities for Network Development, with particular reference to India, Yeni Delhi Mart 2005 www.infodev.org/en/Document.2.pdf [13] Tekin, Alper Mehmet; Yakınsamanın Türkiye Pazarına Etkileri Dünya Uygulamaları ve Türkiye için Öneriler Bilgi Teknolojileri Kurumu Uzmanlık Tezi Mart 2009 Ankara [14]“Vitamin” gibi internet üzerinden ilkokul öğrencilerine verilen dersler örnek gösterilebilir. www.ttnetvitamin.com 268 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA arttırmakta bu sayede rekabet de artmaktadır. Fakat paket şeklinde sunulan programların en nihayetinde çoklu oyuna uyum sağlayamayan farklı sektör oyuncularını dışarıda bırakacağı ve piyasada yeni hakim piyasa gücüne sahip şirketlerin ortaya çıkacağı da iddia edilmektedir. Aynı zamanda yakınsama, bir anlamda yeni hizmetler demek olduğundan pazar çeşitliliğini arttıracak buna bağlı olarak da bu pazarlarda uzmanlaşmış yeni personel ihtiyacı gündeme gelecektir. Bu sayede istihdam sağlanacak ekonomik açıdan verimlilik artacaktır. Tüketici açısından ise yakınsama ile birlikte farklı hizmetlerin tek bir işletmecide toplanması dolayısıyla telekomünikasyon hizmetlerinin ücretleri düşecek, işletmeciler daha geniş hizmetler sunabildikleri için tüketicilerin bu hizmetler arasında seçim şansları doğacak ya da var olan seçimlerin sayısında artış olacaktır. Bununla birlikte hizmetler altyapı katmanına ilişkin olarak tek bir kablo üzerinden sunulacağından, bir bina ve evlerdeki kablo sayısı azalacak, buna bağlı olarak da nihai tüketici daha az cihazla daha çok içeriğe ulaşabilecektir. Bunun gibi uydu alıcısı ya da anten gibi donanımlara gereksinim de kalmayacaktır. Yakınsama, kablo sayısındaki azalış dolayısıyla hem nihai kullanıcı hem de şebeke sahibi açısından daha az bakım gideri anlamına da gelmektedir. Yeni teknolojilerin geleneksel anlamdaki telekomünikasyon şebekesinin yerini alması ile farklı şebekeler için ayrı ayrı uygulanacak olan bakım maliyetlerinin tek bir şebekeye yapılması nispetiyle, maliyetler ciddi anlamda düşecektir. Hiç şüphesizdir ki, yukarıda bahsi geçen avantajların hepsi nihai kullanıcıların hayatlarını basitleştirecektir. Yakınsamanın birçok yararı bulunmakla birlikte, bu kavramla tanımlanan süreç birçok engelle de karşılaşmaktadır. Yakınsamanın önündeki ilk engel eylemsizliktir. Yeni şebekelerin kurulması birçok maliyeti ve iş gücünü beraberinde getirmektedir. Bu sebeple işletmeciler hâlihazırda var olan ve kar etmeye devam ettikleri şebekeleri bırakıp kar edip etmeyecekleri muğlak bulunan yeni altyapı ve cihazlara şebekelerini adapte etmek istememekte, bu tür yatırımları riskli görmektedirler. Yakınsak teknolojiler, bu teknolojilerde uzmanlaşmış personel eğitimini de beraberinde getirmektedir, bu durum ise şirketler açısından ayrı bir yük oluşturmaktadır. Sektörlerin yakınsaması ile birçok alanda farklı şirketlerin iş birliği içinde olmaları gerekmektedir. Hatta şirket birleşmeleri ve devralmalarını da beraberinde getirmekte, ancak piyasadaki koşullar çerçevesinde bu her zaman mümkün olamamaktadır. Benzer eylemsizlik ise insan faktörü olarak da adlandırabileceğimiz tüketicilerde daha net bir şekilde görülmektedir. Nihai kullanıcılar “bozulmazsa 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 269 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA düzeltme[15]” prensibinden hareketle, kullanmakta oldukları cihazlardan kolay kolay vazgeçmemektedir. Tüketiciler yeni cihazları öğrenmek istememekte ve hatta yayınlarda, kanal numaralarının bile değişecek olması tüketiciler için yakınsak teknolojiyi kullanmamak açısından bir neden oluşturmaktadır. Yakınsamaya İlişkin Uluslararası Çerçeve Yakınsama, özellikle Küresel ve Avrupa Birliği bazındaki öneminden dolayı uluslararası kuruluşların ilgisini çekmektedir. Bu anlamda, uluslararası kuruluşlar, çeşitli rapor ve direktiflerle bu konuyu düzenlemeye çalışmaktadırlar. Fakat ülkeler telekomünikasyon hukuku bağlamında farklı politik tutumlar sergiledikleri için, yakınsak teknolojilere ilişkin düzenlemeleri de farklılıklar göstermektedir. Örneğin Suudi Arabistan gibi muhafazakâr bir politik tutum sergileyen ülkeler, yayıncılık sektörü ile yakınsamış telekomünikasyon cihazları üzerinde de sıkı sosyal düzenlemeler getirmekte ve denetim uygulamaktadırlar. Başka bir örnek ise Amerika ve Avrupa Birliği anlamında telekomünikasyon sektörünü düzenlemedeki temel anlayış farkıdır; Buna göre Amerika Birleşik Devletleri telekomünikasyon sektöründeki düzenlemelerini ana başlıklar altında kamu yararı ile sınırlı tutarken, Avrupa Birliği kamu düzenine ilaveten, rekabete ilişkin politikalar yaratmakta ve konuya ilişkin daha spesifik düzenlemelere gitmektedir[16]. Avrupa Birliği bazında yakınsamaya ilişkin ilk düzenlemeye 1997 tarihli Telekomünikasyon, Medya ve Bilgi Teknolojisi Sektörlerinin Yakınsaması ve Yakınsamanın Regülasyonlar Açısından Sonuçları Hakkında Yeşil Kitap: Bir Bilgi Toplumu Yaklaşımına Doğru isimli belgedir; kısaca Yakınsama Yeşil Kitabı olarak adlandırılmaktadır[17]. Bu belgede genel anlamda yakınsama, desteklenmesi gereken bir politika şeklinde tanımlanmış, devletlerin yakınsamayı engelleyici politik tutumlardan kaçınması gerekliliği belirtilmiştir. Regülasyon konusunda ise bu alanda aşırı düzenleme yapılmaması gerektiği vurgulanmıştır. Regülasyona ilişkin esnek düzenlemelere gidilmesinin altında Tekin’e göre iki temel neden yatmaktadır. Bunlar: [15] Fowler; a.g.e. , sf 18. [16] Liberatore, Francesco; Convergence Perpectives on Mobile Regulatory Issues, Jones Day London 2009 sf.2 [17] Yeşil, Sezen; Telekomünikasyon, Bilgi Teknlojileri ve Yayıncılık Sektörlerinde Yakınsama ve Düzenleyici Kurumların Yeniden Yapılandırılması, Telekomünikasyon Kurumu Uzmanlık Tezi şubat 2007 sf.81 270 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA • Küresel olarak rekabet edebilecek ekonomik güce sahip bir AB medya sektörü oluşturmak • Tüketici faydasını (yüksek hizmet kalitesi, yüksek teknolojilere erişim, çoğulculuk vs.) en üst düzeye çıkarmak [18] 2002 yılına gelindiğinde ise Avrupa Komisyonu’nun 2007/72/EC sayılı direktifinin başlığında ise, direktifte belirtildiği gibi, bir değişime gidilmiştir. Daha önce telekomünikasyon hizmetleri ve telekomünikasyon ağları şeklinde ayrılan kavramlarda, artık bu olgular üzerindeki yakınsamadan kaynaklı olarak, elektronik iletişim ağları ve hizmetleri şeklinde ele alınmak suretiyle, bir değişikliğe gidilmiştir. Ayrıca, bu direktifte de bilgi teknolojileri telekomünikasyon ve medya sektörlerinin yakınsadığı, bu sebeple tek bir olguymuşçasına ele alınmaları gerektiği belirtilmiştir. [19] Avrupa Komisyonu Yetkilendirme Direktifinde, farklı elektronik telekomünikasyon hizmet ve ağlarındaki yakınsamanın temelinde hangi teknolojinin yattığına bakılmaksızın, bütün hizmetleri içine alacak mahiyette bir yetkilendirme sisteminin kurulması gerektiğini belirtmeiştir[20]. Buna kısaca teknoloji tarafsız düzenleme de denilebilmektedir. Avrupa Komisyonu Çerçeve Direktif ’inde ise telekomünikasyon hususundaki konuların tek bir düzenleyici çerçeve içinde yer alması gerektiği belirtilmiştir. Fakat bu kapsamında yer alan hususların içerik denetiminin ayrılmasının da; medya konsantrasyonunun önüne geçmek (medyada çoğulculuğu sağlamak), kültürel çeşitliliği ve nihai kullanıcılara korumak için bir gereklilik olduğunu da ifade etmiştir. [21] OECD ise 2008 tarihli yakınsama ve yeni nesil şebekelerle ilgili raporunda Avrupa Komisyonu’nun aksine yakınsamayı daha çok ekonomik boyutuyla ele almıştır. Bu raporunda yakınsamanın, pazarın gelişmesi için politik anlamda desteklenmesi gereken bir husus olduğunu ortaya koymuştur. Bununla beraber tıpkı Avrupa Komisyonu direktifinde olduğu gibi, düzenlemelerin hizmetlerin [18] Tekin, Alper Mehmet Yakınsamanın Türkiye Pazarına Etkileri Dünya Uygulamaları ve Türkiye için Öneriler Bilgi Teknolojileri Mart 2009 Ankara sf 78 [19] Avrupa Komisyonu; DIRECTIVE 2002/77/EC of 16 September 2002 on competition in the markets for electronic communications networks and services (Text with EEA relevance), Official Journal of the European Communities . sf. 21 [20] Avrupa Komisyonu; DIRECTIVE 2002/20/EC OF THE EUROPEAN PARLIAMENT AND OF THE COUNCIL of 7 March 2002 on the authorisation of electronic communications networks and services (Authorisation Directive), Official Journal of the European Communities sf 21. [21] Avrupa Komisyonu; DIRECTIVE 2002/21/EC OF THE EUROPEAN PARLIAMENT AND OF THE COUNCIL of 7 March 2002 on a common regulatory framework for electronic communications networks and services (Framework Directive) Official Journal of the European Communities sf.34 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 271 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA altında yatan teknolojiler gözetilmeden yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu cümleden; OECD’nin ilgili raporuna göre, yakınsama, yeni nesil şebekeler sayesinde ses görüntü ve veri aktarımına ilişkin hizmet sunan pazarlardaki rekabeti arttıracaktır, bu durumun en temel yapı taşı ise IP’nin mobil telefonlara uygulanabilmesidir. Fakat raporda belirtildiği üzere tüm bu hizmetleri paket şeklinde sağlayabilecek konumda olan şirketlerin sayısının azlığına bakılırsa, birkaç şirket telekomünikasyon sektöründe piyasa gücünü elinde bulunduracak; başka bir deyişle bu durum rekabeti zedeleyecek bir faktör olarak karşımıza çıkacaktır. Raporda yakınsama ışığında arabağlantı, numaralandırma, adreslendirme, spektrum yönetimi, acil çağrılar gibi birçok farklı hususa ilişkin görüşler de ortaya konmuştur.[22] Aynı zamanda evrensel hizmet kapsamında düşünülmek üzere; fiber optik kablolar gibi hızlı erişim sağlayan kabloların coğrafi açıdan gelişmiş bölgelere döşeniyor olması, kırsal kesimde yaşayanlarla büyük şehirde yaşayanlar açısından erişim hızında büyük bir tezat oluşturacağı da bu raporda belirtilen problemler arasındadır. Bu bağlamda raporun evrensel hizmete ilişin kısmını özetlemek gerekirse; Evrensel hizmet kavramını telekomünikasyon hukuku bağlamında coğrafi konumuna bakılmaksızın makul ücret karşılığında, iletişim hizmetlerinden bir ulusun tümünün yararlanması şeklinde özetlenebilir. OECD bahsi geçen raporunda ise telekomünikasyon hizmetlerinden anlaşılması gerekenin günümüze kadar ses hizmetleri temeline oturtulduğunu fakat yakınsak teknolojilerin gelişmesi (SMS, e-mail vs.) ile birlikte evrensel hizmet kavramının mahiyetinin değiştiğine vurgu yapmıştır. Bu kapsamda artık sadece ses iletimi telekomünikasyon hizmetleri bakımından eski önemini korumamaktadır. Bu bağlamda OECD, raporunda genişbant hizmetlerin de evrensel hizmet kapsamına alınması görüşünü benimsemektedir. Örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde internet, evrensel hizmet kapsamında görülmektedir. OECD ise genişbant hizmetlerin evrensel hizmet kapsamına alınmalı mı sorusuna cevap olarak; IP tabanlı şebekelerin daha geniş hizmetler sağladığını ve maliyetlerinin daha düşük olduğunu, bu sebeple yeni nesil şebekelerin bu kavrama hizmet edebilecek nitelikte olduğunu belirtmiştir. Fakat coğrafi açıdan gelişmemiş bölgelerde bu şebekelerin kurulumunun orta vadede mümkün olamayacağından cihetle, yakın gelecek için telekomünikasyon sektöründeki genişletilmiş evrensel hizmet kapsamının belirli bölgelerle sınırlı tutulması gerektiği görüşünü benimsemiştir. Başka bir deyişle; orta vadede genişbant hizmetler, sadece coğrafi açıdan gelişmiş bölgeler için evrensel hizmet kapsamına dahil edilmelidir. [22] OECD; a.g.e., sf. 35-39 272 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA Yakınsamanın Telekomünikasyon Pazarına Etkileri Telekomünikasyon sektöründe özelleşme ile birlikte şirketler karları maksimize etmek maksadıyla, araştırma geliştirme çalışmalarına öncelik vermişlerdir ki; bu durum yakınsamanın yapı taşını oluşturmaktadır. Bunula birlikte bu sektördeki teknolojik gelişmelerde görülen hızlı artış, telekomünikasyon sektörünü sürekli kendini yenileyen bir sektör haline getirmekle kalmamış, sektörün Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla içindeki payında da artış gözlemlenmiştir. OECD ülkelerinde genişbant hizmetlerin, kişi başına düşen gayri safi yurt içi hasılaya oranı[23] Yakınsama bu sektördeki oyunculara hem başka sektörlere yönelebilme imkanını tanımakta hem de pazardaki giriş engellerini bertaraf ederek sektöre yeni oyuncuların katılımını sağlamaktadır. Mesela telefon pazarında hakim konumdaki bir operatör şirket imajını, finansal kaynaklarını müşteri kitlesini ve birçok veriyi elde edebilirliği ile teorik olarak yayıncılık sektöründe bir güç haline gelmektedir[24]. Bilindiği üzere genişbant hizmetler sayesinde de -medya sektörü oyuncuları telekomünikasyon şirketlerince sunulan internet hizmetlerinden dolayı- bu piyasadaki hakim güçlerini kaybetmektedirler. Her ne kadar yakınsamanın faydaları arasında rekabeti arttırıcı özelliği ön planda [23] OECD; Broadband Portal 2011 http://www.oecd.org/document/54/0,3746 ,en_2649_34225_38690102_1_1_1_1,00.html [24] Tekin; a.g.e., sf 33 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 273 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA tutulmaktaysa da etkin piyasa gücüne sahip sektör oyuncularının elinde paket hizmetler kozu bulunmaktadır. Bu paketler sayesinde sektör oyuncuları üçlü ya da dörtlü çoklu oyun hizmetleri sunarak var olan müşterilerinin farklı sektörlerden gelen yeni oyunculara kaçmasının önünü kesmeye çalışmaktadırlar. Aynı zamanda, bu paket servislerle yeni müşteri çekmek istemektedirler. Bu şekilde sektöre yeni girmek isteyen oyuncular, bu paket servislerin maliyetlerini karşılayamamakta, karşılayabilseler bile çoğu zaman altyapı şebekelerini ellerinde bulunduran etkin piyasa gücüne sahip oyuncularla iş birliğine gitmeleri gerekmektedir. Bu nedenle etkin piyasa gücüne sahip oyuncular kadar cazip fiyatlar sunamamaktadırlar. Kaldı ki yukarıda bahsedildiği üzere nihai kullanıcıların genel eğilimi de halihazırda hizmet aldıkları şirketleri değiştirmeme şeklindedir. Tüm bunların rekabeti olumsuz yönde etkileyen faktörler olduğu, kısacası piyasada yeni giriş engeli yarattıkları kuşkusuzdur. Aynı zamanda etkin piyasa gücüne sahip şirketlerin işbirliğine gitmekten öte; birleşmeleri ve şirket devralmaları da ekonomiyi olumlu yönde etkilemesine rağmen, rekabeti olumsuz yönde etkileyici yönlerinin bulunduğu da bir gerçektir[25]. Bu şekilde yakınsamış teknolojik hizmetleri, şirketler daha ucuza mal edebilmekte, hatta piyasada hakim piyasa gücüne sahip şirket konumuna yükselebilmektedirler. Bu tür durumlarda piyasaya ciddi anlamda giriş engele yaratabileceğinden dolayı, ülkelerin iyi işleyen rekabet hukuku kurallarına ihtiyacı bulunacaktır. OECD ise anılan raporunda aynı tehlikeyi altyapısı halen oluşma aşamasında olan fiber ağlar bakımından değerlendirmiştir. Buna göre fiber ağlara erişimin piyasa oyuncularına adil ve ayrım gözetmeyecek bir şekilde açılması için uygun politikaların belirlenmesi ve bu politikaların rekabetin arttırılmasına hizmet etmesi gerekliliğine vurgu yapılmıştır.[26] Yakınsama; içerik sağlayıcılar açısından da farklı altyapıları seçebilme, uygulamacılar içinse daha fazla reklam geliri anlamına gelmektedir. Örnek olarak bir dizinin belirli bir sezonun gösterimi için yapım şirketi bu diziyi uydu yayını vasıtasıyla ya da IP şebekesi vasıtasıyla televizyonda gösterebileceği gibi, internet üzerindeki belirli bir siteden de yayınlatabilmektedir. İnternet sağlayıcısı da dizinin başlamasından öncesine, dizi arasına ya da sonrasına reklam koyarak, reklam geliri de elde edebilmektedir. Gelecekte, hızlanan yakınsama süreci ile pazar açısından muhtemel üç tane teori bulunmaktadır. Bu teorilere göre gelecekte pazar, ya tamamen dikey anlamda ya da tamamen yatay anlamda bütünleşecek ve ya karma bir yapı [25] Liberatore; a.g.e., sf 2 [26] OECD; a.g.e., sf 5. 274 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA kazanacaktır. Muhtemelen -şu anda bile merkezi olmayan yapının[27]- tam anlamıyla karma bir pazar yapısına dönüşeceği düşünülmektedir. Başka bir deyişle, dikey anlamda bütünleşmiş oyuncuların yanında ara katmanlardaki küçük tedarikçiler de varlıklarını sürdürebilecekleridir. Örneğin mobil şebekesi aynı zamanda internet televizyon telefon ve e-mail hizmeti verebilmekte ve bu hizmetler aracılığıyla kitap, müzik ve film haber vs. gibi içeriklere ulaşılırken nihai kullanıcı, içerikleri, mobil şebekesine sahip sektör oyuncusundan bağımsız başka bir şirketten alabilecektir. [28] İnternetin yakınsama stratejilerini mümkün kılması ile 2000–2002 yıllarında yakınsama konusu uygulanabilir hale gelmiştir. Yeni iş modellerine birkaç örnek, internetten reklâm yapan komisyoncular, internet açık arttırmaları, web barındırma hizmetleri sağlayıcıları, internet portalları gibi modellerdir.[29] Çeşitli pazarlar bakımından yakınsama olgusunu kısaca ele almak gerekirse; Geleneksel anlamdaki sektör oyuncuları, esas itibariyle ses iletimi hizmeti vermek üzere kuruldukları için, içerik hizmeti vermemektedirler. Ancak günümüzde VoIP’in etkisi ile bu sektördeki oyuncular pazardaki güçlerini kaybetmemek için sabit hat bağlantısının yanında içerik ve katma değerli hizmet vermeye başlamakta ya da bu durum rekabete engel görüldüğü taktirde şirket bölünmesine gidebilmektedirler. Bu şekilde zaten mobil sektöründeki gelişmelerden dolayı piyasada azalan güçlerini tekrar kazanmaya çalışmakta, var olan müşterilerini kaybetmemek için, onları cezbedecek kampanyalar üretmeye çalışmaktadırlar[30]. Çünkü önemli sayıdaki nihai kullanıcı ev harcamalarını azaltma niyetiyle, sabit telefonlarından vazgeçmektedir. [27] Genişbant erişime sahip olan bir son kullanıcı teorik anlamda da olsa bütün içerik ve uygulamalar erişebilmektedir. Örneğin intenetten müzik dinleyebilmekte, telefonla görüşebilmekte, oyun oynayabilmekte, televizyon izleyebilmektedir. [28] Tekin; a.g.e., sf 33 [29] Yeşil; a.g.e., sf.25 [30] Örnek olarak Türk Telekom’un “akşam yediden sabah yediye” kadar bedava konuşma kampanyası verilebilir. http://www.turktelekom.com.tr/tt/portal/Guncel/Detay/ Turk-Telekomdan-Yeni-Kampanya 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 275 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA OECD ülkelerinde yıllara göre sabit ve mobil telekomünikasyon gelirleri oranı[31] Mobil pazar ise, sabit hattın piyasa gücünü kendisine çekiyor olmasına rağmen; bu sektör de, kablosuz uygulamaların yaygınlaşması ile nihai kullanıcıların bu yöne kaçabileceği tehdidi altındadır. Açıklamak gerekirse Wi –Fi teknolojisi ile mobil operatöre gerek kalmaksızın konuşma yapılabilmesi, gelecekte mobil operatörlerin yerini bu teknolojinin alabileceği ön görüsüne dayanmaktadır[32]. Fakat bu öngörüye katılmak, en azından şu an için, mümkün gözükmemektedir. İlk olarak Wi-Fi kesintilere sebep olmakta bu nedenle uzak mesafe iletişimde kullanılamamaktadır. Kaldı ki bu teknoloji geliştirilerek bu kesintilerin önüne geçilse bile tüketici bir alandan başka bir alana geçerken başka bir Wi-Fi tedarikçisinin kapsamına girecek bu sebeple nihai tüketici birden çok tedarikçi şirkete abone olmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle Wi-Fi üzerinden ses hizmetlerinin sunulması ve bu hizmetlerin mobil hizmet veren piyasa oyuncularıyla rekabet edebilecek olması yakın gelecekte pek mümkün görülmemektedir. Telekomünikasyon sektörü ile aralarındaki yakınsama ilişkisine binaen medya sektörün ele alınacak olursa; yayıncılık, geleneksel anlamda ev içi mekânlarda ve sadece sunulan programları izlemeye dönük ve televizyon aracılığıyla gerçekleştirilebilen bir faaliyetti. Oysa şu anda televizyonlardan sunulabilen içeriğe telefon, bilgisayar gibi çok farklı cihazlar üzerinden erişilebilmekte, televizyon üzerinden ise programdan öte e-mail gibi farklı uygulamalara ulaşılabilmektedir. Genişbant hizmetlerin yaygınlaşması dolayısıyla sadece geleneksel anlamda televizyon üzerinden izlenebilen programların yanı sıra, içeriğin kullanıcılar [31] OECD; 2007, Communications Outlook 2007 naklen Tekin, a.g.e., sf 38. [32] Mass Danışmanlık; Lisans Dışı Frekans Bandından Fayda Tahmini, İngiltere, Nisan 2009 naklen Tekin sf. 44 276 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA tarafından oluşturulduğu hizmetlerin de popüler hale gelmiştir[33]. Bu nedenle yayıncılık piyasası televizyon üzerinden verilen bir hizmet olmaktan çıkmış, bu değişime uygun bir biçimde evrim geçirmektedir. Yakınsamanın Düzenlemelere Etkileri Telekomünikasyon sektörü devlet tekelinde bulunmakta iken, işin doğası gereği fazlaca düzenleme bulunmamaktaydı. Fakat günümüzde, telekomünikasyon sektöründeki özelleştirmeler dolayısıyla, bu sektörde hem sektör oyuncularının hem de nihai kullanıcıların korunması için devletler (organları ya da bağımsız düzenleyici kurumları aracılığıyla) düzenlemeler yapma yoluna gitmektedirler. Yakınsama kavramı ile birlikte bu düzenlemelerin hizmetin kimin tarafından sağlandığına bakılarak yapılıyor olması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yetkilendirme rejimleri, artık çözüm yolu olmaktan çıkmıştır. Telekomünikasyon bilişim teknolojileri ve medya sektörleri arasındaki geleneksel sınırların ortadan kalkması dolayısıyla, bu sektörleri düzenleyen kurumlar arasında olumlu ya da olumsuz yetki uyuşmazlığının doğması muhtemeldir. Tekel, rekabet ve yakınsama dönemlerinde düzenleme miktarındaki değişimler[34] Üzerinde durulması gereken başka bir husus ise telekomünikasyon ve medya sektörleri arasındaki düzenleme rejimlerinin birbirinden farklılık göstermesidir. En temel anlamda medya sektörü sosyal düzenlemeleri ele alırken telekomünikasyon sektöründeki düzenlemeler, evrensel hizmet kavramı bir yana bırakılacak olursa, sosyal düzenlemelerden ziyade ekonomik ve idari içerik taşımaktadır. Telekomünikasyon sektöründe içerik denetimi medya sektöründe olduğu kadar bir önem taşımamaktadır. Medya sektörünün düzenleyici denetimlerinde [33] Örnek olarak Youtube, Google video gibi hizmetler verilebilir. [34] : Prof. S. Burdon (2006) Criteria Research and Analysis Pty Limited, naklen Yeşil;a.g.e., sf. 40 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 277 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA izleyicilerin, milli kimliğin ve kültürel çeşitliliğin korunması ve geliştirilmesi gibi bir dizi amaç doğrultusunda hareket etmektedir[35]. Telekomünikasyon sektöründeki düzenleyiciye örnek olarak, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu kapsamında Bilişim Teknolojileri Kurumu verilebilir. Bu kurum, telekomünikasyon alanında çeşitli kararlar almakta ve yetkilendirildiği ölçüde telekomünikasyon sektöründe ekonomik anlamda denetimlerde bulunmaktadır[36] [37]. Bunula birlikte yakınsama kavramı çok hızlı gelişim göstermekte, bu nedenle düzenleyici kurumların çok fazla öncül (ex-ante) düzenleme yapma tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Oysa yakınsama çerçevesinde rekabet hukukunun genel kuralları benimsendiği taktirde alınan kararlar ardıl (ex-post) nitelikte olacağından haksız fiil ortaya çıkmadan bir karar alınmış olmayacak bu şekilde de yakınsamanın önündeki üst üste düzenlemeler dolayısıyla oluşacak kısıtlamanın önüne geçilmiş olunacaktır. Düzenlemeler açısından bir başka sorun ise, telekomünikasyon hizmetlerinin sağlanmasının lisansa bağlı olması durumunda, yakınsamış hizmetlerin farklı lisans rejimlerine tabi olması nedeniyle; lisanslandırmanın ne şekilde yapılacağı konusundadır. Örnek vermek gerekirse S-DMB (Satellite Digital Multimedia [35] [36] Yeşil; a.g.e., sf.38 Kurumun görev ve yetkileri MADDE 6 – (1) Kurumun görev ve yetkileri şunlardır: a) Elektronik haberleşme sektöründe; rekabeti tesis etmeye ve korumaya, rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı uygulamaların giderilmesine yönelik düzenlemeleri yapmak, bu amaçla ilgili pazarlarda etkin piyasa gücüne sahip işletmecilere ve gerekli hallerde diğer işletmecilere yükümlülükler getirmek ve mevzuatın öngördüğü tedbirleri almak. b) Bu Kanun ve bu Kanuna dayanılarak yapılan düzenlemelere aykırı olarak, elektronik haberleşme sektöründe ortaya çıkan rekabet ihlallerini denetlemek, yaptırım uygulamak, mevzuatın öngördüğü hallerde elektronik haberleşme sektöründe rekabet ihlallerine ilişkin konularda Rekabet Kurumundan görüş almak. [37] Rekabetin sağlanması MADDE 7 – (1) Kurum, 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, elektronik haberleşme sektöründe rekabete aykırı davranış ve uygulamaları re’sen veya şikâyet üzerine incelemeye, soruşturmaya ve rekabetin tesisine yönelik gerekli gördüğü tedbirleri almaya, görev alanına giren konularda bilgi ve belgelerin sağlanmasını talep etmeye yetkilidir. (2) Rekabet Kurulu, elektronik haberleşme sektörüne ilişkin olarak yapacağı inceleme ve tetkiklerde, birleşme ve devralmalara ilişkin olarak vereceği kararlar da dahil olmak üzere elektronik haberleşme sektörüne ilişkin olarak vereceği tüm kararlarda, öncelikle Kurumun görüşünü ve Kurumun yapmış olduğu düzenleyici işlemleri dikkate alır. (3) Kurum, yapacağı pazar analizleri sonucu ilgili pazarlarda etkin piyasa gücüne sahip işletmecileri belirleyebilir. Kurum, etkin rekabet ortamının sağlanması ve korunması amacıyla etkin piyasa gücüne sahip işletmecilere yükümlülükler getirebilir. Aynı ve/ veya farklı pazarlarda etkin piyasa gücüne sahip olan işletmeciler arasında söz konusu yükümlülükler açısından farklılaştırma yapılabilir. 278 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA Broadcasting) yakınsak teknolojisi sayesinde televizyon programları sadece televizyondan değil; mobil, bilgisayar cihazlarından da seyredilebilmektedir. Bu teknoloji frekansların en iyi şekilde kullanımı sağlayan ve hizmetlerin kalitesini geliştiren yakınsak bir teknoloji olarak karşımıza çıkmakla birlikte telekomünikasyon medya ya da rekabet hususunu düzenleyen kurumlardan hangisinin kapsamına gireceği belirsizdir. Bu kapsamda İngiltere ‘nin 2003 tarihli İletişim Yasası devrim niteliği taşımaktadır. Bu yasa ile yasa öncesinde dört farklı kurum şeklinde düzenlenmiş olan Medya Standartları Komisyonu, Bağımsız Televizyon Komisyonu, Telekomünikasyon Ofisi ve Spektrum Yönetimi Danışma Grubu birleştirilmiş ve Ofcom adını almıştır. Ofcom televizyon, radyo ile kablolu ve kablosuz telekomünikasyon hizmetlerini düzenleyen İngiltere’nin tek kurumu haline gelmiştir. Ofcom’un temel görevini ise kamu yararı, rekabeti koruma ve medya konsantrasyonunu önleme şeklinde kategorize etmek mümkündür.[38] Yakınsak teknolojiler için ne şekilde lisans faaliyetlerinin yürütülebileceği ise bir başka sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda bir teknoloji ile başka bir teknolojinin yakınsaması halinde bu yakınsak teknoloji hangi yetkilendirme rejimine tabi olacaktır? Farklı tür senaryolar da ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, ülkeler genellikle bilişim teknolojilerine ilişkin faaliyetleri lisans kapsamına almamaktadırlar; bu nedenle lisans kapsamına girmeyen bu faaliyetin telekomünikasyon hizmeti kapsamına giren bir hususla yakınsaması halinde durumun ne olacağı da muğlaktır. Bu nedenle ülkeler yakınsamayı reddetme, yakınsamaya ilişkin görece esnek düzenlemeler getirme, ya da yakınsak teknoloji piyasasını serbest bırakma gibi çeşitli politik tutumlar sergileyebilmektedirler. Fakat genel anlamda uluslararası çerçeve yakınsamanın önünde engel oluşturacak politikaların yaratılmaması ve kamu hizmeti evrensel hizmet gibi kamu yararının gözetilmesi gereken hususlarda düzenlemelere gidilmesi yönündedir. Konuya Türkiye açısından bakacak olursak, BTK’nın kullanım hakkı ve bilgilendirme şeklinde iki temel yetkilendirme rejimi bulunmaktadır. Bu nedenle kıt kaynak sayılmayan yakınsamış hizmetlerde herhangi bir problem bulunmamaktadır; çünkü bu alanda faaliyet göstermek isteyen piyasa oyuncusunun bildirimde bulunması yeterlidir. Fakat, spektrum tahsisinde olduğu gibi kıt kaynakla yakınsamış herhangi bir hizmet ortaya çıktığında ise işin doğası gereği bu hizmet için kullanım hakkı rejimine tabi olması uygun olacaktır; kaldı ki bildirim rejimi kapsamında kalan hizmet, kullanım hakkının elde edilmesi halinde, evleviyetle bu hizmetin sağlanması için gereken koşulları bulundurmuş olacaktır. Bir başka sorun ise; 5809 sayılı kanun öncesinde yetkilendirilmiş bir [38] Shin, Dong-Hee; Convergence of Telecommunication, Media and Information Technology, and İmplications for Regulation , Emerald Group Publishing Limited Cilt VIII 2006 sf 47 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 279 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA piyasa oyuncusunun yakınsak bir teknolojiden yararlanmak istemesi halinde; hangi usule, ne şekilde tabi olacağı hususudur. Bu konuda ise kanımca, 5809 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesinden hareketle; Genel izin ve ruhsat ile yetkilendirilmiş olan şirketler genel izin ve ruhsat kapsamı ile sınırlı olarak faaliyet yürütebilmekte iken İmtiyaz ve görev sözleşmesi ile yetkilendirilmiş şirketler de şartnamelerinde yazılı hizmetlerle sınırlı olarak faaliyet yürütebilirler. Başka bir deyişle telekomünikasyon sektöründe faaliyet gösteren şirket, herhangi bir yakınsamış hizmetten faydalanmak istediği taktirde, yeni kanunun usullere uygun olarak, yakınsamış hizmet için ayrıca yetkilendirilmesi gerekmektedir. Kaldı ki, 5809 sayılı kanun, kıt kaynaklar söz konusu olmadığı sürece, bilgilendirme rejimi benimsediğinden bu husus, büyük bir problem teşkil etmeyecektir. Ancak bu yapılırken ilgili ruhsat ve sözleşmeler hakkaniyete aykırı bir biçimde de dar yorumlanmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, devlet temel politika olarak rekabeti arttırmayı hedeflemekte, yakınsama da esas itibariyle rekabeti arttırıcı bir görev üstlenmektedir. 280 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA KAYNAKÇA Altaş, Hüseyin, Sırataş, Burcu; yakınsama ICT Media şubat 2010 Avrupa Komisyonu; Green Paper On The Convergence Of The Telecommunications, Media and Information Technology Sectors, And The Implications For Regulation Towards an Information Society Approach, Brüksel 1997 Avrupa Komisyonu; DIRECTIVE 2002/77/EC of 16 September 2002 on competition in the markets for electronic communications networks and services (Text with EEA relevance), Official Journal of the European Communities Avrupa Komisyonu; DIRECTIVE 2002/20/EC OF THE EUROPEAN PARLIAMENT AND OF THE COUNCIL of 7 March 2002 on the authorisation of electronic communications networks and services (Authorisation Directive), Official Journal of the European Communities Avrupa Komisyonu; DIRECTIVE 2002/21/EC OF THE EUROPEAN PARLIAMENT AND OF THE COUNCIL of 7 March 2002 on the authorisation of electronic communications networks and services (Authorisation Directive), Official Journal of the European Communities Avrupa Komisyonu; DIRECTIVE 2002/21/EC OF THE EUROPEAN PARLIAMENT AND OF THE COUNCIL of 7 March 2002 on a common regulatory framework for electronic communications networks and services (Framework Directive) Official Journal of the European Communities Blackman, R. Colin; Convergence Between Telecommunications and Other Media: How Should Regulation Adapt?,Telecommunnication Policy Fowler, Thomas B.; Convergence in İnformation Technology and Telecommunications World : Seperating Reality from Hype , The Telecommunications Review, sf. 12 http://www.noblis.org/NewsPublications/Publications/ TechnicalPublications/TelecommunicationsReview/Documents/Fowler_03.pdf Güngör, Müberra, Kibar, Yunus Şevki, Yılmaz, Ramazan, Tekin, M. Alper; Yakınsama: Telekomünikasyon ve Medya Sektörleri Açısından Düzenlemelere Etkileri, Ankara Eylül 2009 Liberatore, Francesco; Convergence Perpectives on Mobile Regulatory Issues, Jones Day London 2009 Melody, William, Sutherland, Ewan, Tadayoni, Reza; Convergence, IP Telephony and Telecom Regulation:Challenges & Opportunities for Network Development, with particular reference to India, Yeni Delhi Mart 2005 www.infodev.org/en/Document.2.pdf Shin, Dong-Hee; Convergence of Telecommunication, Media and Information Technology, and İmplications for Regulation , Emerald Group Publishing Limited, Cilt VIII 2006 Tekin, Alper Mehmet; Yakınsamanın Türkiye Pazarına Etkileri Dünya Uygulamaları ve Türkiye için Öneriler Bilgi Teknolojileri Kurumu Uzmanlık Tezi Mart 2009 Ankara Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği; Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye’de Bilişim ve Telekomünikasyon Teknolojileri Sektörü Üzerinde Görüş ve Öneriler OECD; Broadband Portal 2011 http://www.oecd.org/document/54/0,3746 ,en_2649_34225_38690102_1_1_1_1,00.html OECD; Convergence and Next Generation Networks, Ministerial Background Report, DSTI/ICCP/CISP(2007) FINAL Directorate for Science, Techonology and Indusrty Comittee for Information, Computer and Communications Policy 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 281 Telekomünikasyonda Yakınsama Kavramı / M. G. KARINCA Yeşil, Sezen; Telekomünikasyon, Bilgi Teknlojileri ve Yayıncılık Sektörlerinde Yakınsama ve Düzenleyici Kurumların Yeniden Yapılandırılması, Telekomünikasyon Kurumu Uzmanlık Tezi Şubat 2007 282 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Gizli Tanık Erol TATAR* * Ankara Hâkimi. Gizli Tanık / TATAR K I. GİRİŞ amuoyu gizli tanık düzenlemesinin varlığından, son yıllarda görülen güncel davaların yargılamalarıyla birlikte haberdar olmuştur. Gizli tanık kurumu, Ceza Muhakemesi Kanun’unda düzenlenmiştir. 2008 yılında yürürlüğe giren 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’yla da korunmaya ilişkin usul ve tedbirler belirlenmiştir. Suç örgütleri terör amaçlı olduğu gibi, çıkar amaçlı da olabilmektedir. Özellikle sanayileşme ve buna bağlı göç nedeniyle hızlı nüfus artışına maruz kalan kentlerde, rantlardan pay almak amacıyla çıkar amaçlı yasa dışı örgütlenmeler artmaktadır. Organize toplulukların işledikleri suçlardan ötürü yapılan yargılamalar sırasında, tanıkların korktuğu ve çekindiği bir gerçektir. Beyanda bulunacak tanıkların güvenliklerinin sağlanması, bu örgütlerle etkin şekilde mücadele edebilmek için gerekli ve zorunludur. Gizli tanık kurumu, bu gereksinimden kaynaklanmıştır. Biraz da gizem içeren ‘gizli tanık’ kime denir? Kimler gizli tanık olabilir? Her isteyen gizli tanık olabilir mi?[1] Gizli tanık nasıl korunur? Filmlerde gördüğümüz gibi, tanıklık yapanların yüzü değiştirilip, yeni kimlik ve iş olanağı sağlanmakta mıdır? Gizli tanık nasıl dinlenilmektedir? Her şeyden önce, neden gizli tanığa ihtiyaç duyulmaktadır? Sorular çoğaltılabilir. Bu çalışmamızda akla gelebilecek benzer soruların tümüne cevap verebilme olanağı yoksa da, gizli tanık kurumunun koşulları, gizli tanık dinleme usulü, AİHM kararlarına uygunluğu, uygulamada karşılaşılan bazı sorunlar ile önerilere yer verilecektir. II. GENEL OLARAK 1.Tanımı ve Uluslar arası Sözleşmeler Gizli tanık, suç konusu olay hakkında görgü ve bilgisine başvurulan, ancak güvenliği nedeniyle kimliği saklı tutulan kimsedir. Her olayda gizli tanık dinlenilemez. Gizli tanık deliline yalnızca bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarda başvurulabilir. Bu tür suçlarda, tanığın korkmadan ğerçeği anlatması, böylece suçun tüm unsurlarıyla ortaya çıkartılması amaçlanmıştır. [1] AİHM eski yargıcı Rıza Türmen, yoldan geçen birinin, ona menfaat temin edileceği söylenerek gizli tanık yapılabileceğini, Türkiye’deki uygulamanın buna müsait olduğunu; bu şekilde pek çok kişinin bulunabileceğini belirtmiştir. Cumhuriyet Gazetesi, 08.11.2012. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 285 Gizli Tanık / TATAR Gizli tanığın varlığı, onun korunmasını da zorunlu kılmaktadır. Örgütlü Suçlara İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, taraf devletlere tanık güvenliğini garanti edecek şekilde düzenlemeler yapılması yükümlülüğünü getirmiştir. Gerçeğin ortaya çıkartılmasına katkıda bulunan tanığın Devletçe korunması, Anayasa ve evrensel insan hakları normlarının gereğidir. Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocuk Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi ile İlgili İhtiyari Protokol gibi uluslararası sözleşmeler de tanık korumaya ilişkin hükümler içermektedir. Bir çok ülke, uluslararası bu sözleşmeler paralelinde düzenlemeler yapmıştır. Almanya, İspanya ve Portekiz ayrı tanık koruma yasaları düzenlemişken, Fransa ve Hollanda gibi bazı ülkeler, ceza usul yasalarında düzenleme yapmıştır. Belçika ve Lüksemburg’da ise tanık korunması konusunda yasal düzenleme bulunmamaktadır.[2] Ülkemizde Ceza Muhakemesi Yasasında ve Tanık Koruma Kanunda düzenlemeler yapılmıştır. Tanık Koruma Kanunda[3] ayrıca tanıkların güvenliklerinin sağlanması amacıyla bazı tedbirlerin alınması da öngörülmüştür. 2.Gizli Tanık ile “Korunan Tanık” Farkı Gizli tanık ile hakkında koruma kararı verilen tanık birbiriyle karıştırılmamalıdır. Gizli tanık, yalnızca bir suç örgütünün faaliyeti kapsamında işlenen suçlarda kullanılan delil türüdür. Korunan tanık ise, gizli olsun olmasın, beyanı nedeniyle ağır ve ciddi tehlike altında bulunup, bu nedenle hakkında koruma tedbiri uygulanan kimsedir. Bu kimse, dinlenilen tanık olabileceği gibi, onun yakınları ya da suçun mağduru da olabilir. Gizli tanık ile korunan tanık arasındaki benzerlik, yalnızca dinlenilme usulüne ilişkindir. Yani, bir tanık koruma altına alınmış ve hakkında koruma tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmişse, kovuşturma aşamasında gizli tanıkların dinlenilme usulüne göre beyanı alınacaktır. [2] [3] 286 Taşçı, A.T./ Taşçı, G., “TANIKLIK: Türkiye’de ve Dünyada Ceza Muhakemesi Hukuku Açısından Karşılaştırmalı Tanıklık ve Tanıkların Korunmasıyla İlgili Düzenlemeler”, Ankara Barosu, 2007, s.192. 5726 Sayılı Tanık Koruma Kanunu, 26747 sayılı Resmi Gazete’de 05.01.2008 tarihinde yayımlanmıştır. Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Gizli Tanık / TATAR III. GİZLİ TANIK DELİLİNE BAŞVURULABİLECEK SUÇLAR VE KOŞULLARI 1.Gizli Tanık Deliline Başvuru Koşulları Gizli tanık, ceza yargılamasında yüz yüzelik ilkesinin istisnasıdır. Bu nedenle, aşağıda belirteceğimiz her iki koşulun bir arada bulunması gerekmektedir. 1. Bir Suç Örgütünün Faaliyeti Çerçevesinde İşlenmiş Eylem Olması: Örgütün çıkar amaçlı veya terör amaçlı olmasının önemi yoktur. Ayrıca ceza sınırlaması da bulunmamaktadır. TCK’nun 220. maddesinde belirtilen anlamda bir suç örgütü varsa ve bu örgütün faaliyeti kapsamında suç işlenmişse, bu kovuşturmada gizli tanık delilinden yararlanılabilecektir. 2. Ağır Tehlike Bulunması: Tanığın taraflar huzurunda dinlenilmesi, tanık için ağır tehlike oluşturmalıdır. Ayrıca, bu tehlike başka türlü önlenemiyor olmalıdır. Suç, bir örgütün faaliyeti kapsamında işlenmiş olsa bile, eğer tanığın taraflar huzurunda dinlenilmesi tanık için ağır bir tehlike oluşturmuyorsa, gizli tanık deliline başvurulamaz. Yine, ağır tehlike başka bir yöntemle önlenebiliyorsa, bu durumda da tanık gizli dinlenemeyecektir. CMK’nun 58. maddesinde koşul olarak ‘ağır tehlike’den bahsedilmişken, Tanık Koruma Kanun’unda[4] ‘ağır ve ciddi tehlike’ deyimine yer verilmiştir. Öncelikle, gizli tanık delili için belirtilen “ağır tehlike” deyiminden ne anlaşılması gerektiğine bakmalıyız. Tehlike ve niteliği, tanığın algılamasına göre değil, her olayda, yetkili makamca yapılan değerlendirmeye göre belirlenir. Tanığın kişisel, soyut, tahmini, kuruntu sayılabilecek algılamalarından çok, somut verilere bakılmalıdır. AİHM, genel bir korkudan ötürü tanığın gizli dinlenilmesini kabul etmemektedir.[5] Korku, doğrudan doğruya yargılanan sanık veya onun ajanlarından kaynaklı olmalıdır. Böyle somut bir korku nedeni yoksa, tanığın korkusunun varlığının başka delille desteklenmesi gerekir. Bunun için öncelikle tanığın karşılaştığı somut tehdit ve baskılar kolluk görevlilerince belirlenip, yetkili makama sunulur. Yetkili makam, bu raporları göz önünde tutarak, tanığın korkularının yerinde olup olmadığına karar verir. Ayrıca, özel tedbirler ve alternatiflerle korkunun giderilip giderilemeyeceği değerlendirilir. [4] [5] Madde 1–(1) Bu Kanunun amacı, ceza muhakemesinde tanıklık görevi sebebiyle, kendilerinin veya bu Kanunda belirtilen yakınlarının hayatı, beden bütünlüğü veya mal varlığı ağır ve ciddi tehlike içinde bulunan ve korunmaları zorunlu olan kişilerin korunması amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir. Al-Khawaja ve Tahery/İNGİLTERE -AİHM Büyük Dairesi Kararı. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 287 Gizli Tanık / TATAR Değerlendirme yapılırken, çok katı davranılması, tanık deliline başvurmayı kısıtlayabilecektir. Tehlikenin varlığı somutsa ve bu tehlike giderilemiyorsa, ağır tehlikenin olduğu kabul edilmelidir. Ağır tehlikenin varlığına karar verecek makam, soruşturma ve kovuşturma aşamalarına göre değişmektedir. CMK’na göre soruşturma, Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülür. Bu nedenle soruşturma aşamasında ağır tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğine karar vermeye yetkili tek makam, soruşturmayı yürütmekle yetkili Cumhuriyet savcısıdır. Polisin veya jandarmanın bu konuda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, gizli tanıklar kesinlikle Cumhuriyet savcısı tarafından dinlenilmeli, kolluğun gizli tanık olabilecek kişileri dinlemesi önlenmelidir. Cumhuriyet savcısı tanığı dinledikten sonra, kolluktan gelen raporları değerlendirmeli, ağır tehlikenin varlığına kanaat getirdiğinde, diğer koşullar da varsa, gizli tanık delilinden yararlanmalıdır. Kovuşturma aşamasında ise, ağır tehlikenin varlığına, tanığı dinleyecek olan hâkim veya mahkeme başkanı karar verecektir. 2. Gizli Tanığın Dinlenilme Usulü Gizli tanığın dinlenilmesi farklı usule bağlanmıştır. Bu farklı usul, duruşmada olduğu gibi, keşifte tanık dinlenilmesi sırasında da uygulanır. Gizli tanık dinlenilmeden önce gerçek kimlik bilgileri saptanır ve tutanağa geçirilir. Tanığa soruşturma veya davada kullanılacak farklı bir isim verilir. Tanık, verilen bu kod isimle davet edilir, bu isimle dinlenilir. Gerekiyorsa hakkında uygun koruma tedbirine hükmedilir. Kimlik bilgilerinin saptandığı ve takma ismin verildiği tutanak, esas dosyaya konulmayıp, değişik iş numarasına kaydedilir. Bu tutanak ayrı ve güvenli bir bölümde saklanır. Tanığın kişisel bilgilerini koruma görevi, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısına, kovuşturma evresinde mahkemeye aittir. Bu bilgiler dosyasına konulmayarak, ağır tehlike varsayılan sakıncaların ortadan kalkmasına kadar ayrı bir kasada saklanır. Engel ortadan kalktığında dosyasına konulur. Engel kalkmadan önce bu bilgilerin açıklanması, cezai yaptırıma bağlanmıştır. Düzenlemeye bakıldığında, yasanın, gizli tanığın tarafların huzurunda(açık) dinlenilmesi yanında, tarafların yokluğunda(gizli) dinlenilmesine de olanak tanıdığı görülmektedir. Yani, gizli tanık olağan usulde belirtildiği şekliyle, yüz yüze dinlenilebileceği gibi, taraflar hazır olmaksızın da dinlenebilir. Ama kimlik bilgileri her durumda açıklanmayacaktır. Kişisel bilgileri gizli tutulduğundan, dinlenen tanık ‘gizli tanık’ olacaktır. 2.1. Gizli tanığın “yüz yüze” dinlenilmesi Ceza yargılamasında hakimin ve tarafların, deliller ile yüz yüze gelmesi esastır. Bu yöntem uygulandığında yargıç, tanığın anlatım tarzına, beyanı 288 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Gizli Tanık / TATAR sırasındaki tavırlarına, mimiklerine, heyecanlı veyahut soğuk kanlı tavırlarına bakar. Çapraz sorgu yöntemi ile tarafların tanığa soru sormasına olanak tanır. Gerek görürse tanığa, sanık veya mağdurla ilişkilerine dair de sorular yöneltir. Ancak, tanığın kimlik bilgileri açıklanmaz. Tanığın kişisel bilgileri, Cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme tarafından saklanır. Hakim, hem bizzat kimliğe ilişkin soru sormaz, hem de taraflarca tanığın kimliğini ortaya çıkartacak sorular sorulmasını engeller. Kimliği saklı tutulan tanık, tanıklık ettiği olayları hangi nedenle öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlüdür. Bunu açıklamaktan kaçınamaz. Bu bilgiyle tanığın beyanının gerçeğe uygunluğu denetlenir. Ayrıca, sanığın da savunma hakkını kullanmasına olanak sağlanmış ve çıkarlar arasında denge gözetilmiş olur. Sorularla tanığın beyanının güvenirliği test edilir. Bu süreç sonunda tanığın beyanına itibar edilip edilmeyeceğine mahkeme karar verir. Bu yöntemde ulaşılan kanaat, gerçeğe daha yakın olacaktır. Taraflara soru sorma hakkı[6] tanındığı için adalet duygusunu da tatmin edecektir. Öte yandan, AİHS’nin 6/3-d maddesinde öngörülen adil yargılanma hakkı ihlal edilmemiş olacaktır. Gizli tanık açık dinlenildiğinde, tanığın güvenliğinin nasıl sağlanacağı sorusu akla gelebilir. Tarafların huzurunda dinlenilmesinden ötürü kendisi veya yakınlarının beden bütünlüğü veya malvarlığı açısından ağır ve ciddi tehlike doğmuşsa, tanık koruma altına alınabilecektir[7]. Tanığın dinlenilmesi sırasında kimliğinin açıklanması gerektiğinde de, tanık hakkında hâkim kararıyla “koruma tedbirleri” uygulanabilecektir. 2.2. Gizli Tanığın “Gizli” Dinlenilmesi Gizli dinleme, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan tanığın dinlenilmesidir. Diğer bir deyişle, tanığın taraflardan gizlenmesidir. Bu usulün uygulanabilmesi için tarafların huzurunda dinlenilmesinin yalnızca tanık yönünden ağır tehlike doğurması tek başına yeterli değildir. Ağır tehlikenin yanında, bu tehlikenin başka yolla giderilememesi de gerekir. Ya da maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasını engelleme tehlikesinin doğmuş olması gerekir. Yani temel koşul olan ağır tehlike yanında, ek koşullardan tehlikenin başka yolla bertaraf edilememesi ya da gerçeğin ortaya çıkartılmasını engelleme tehlikesinin de gerçekleşmesi gerekmektedir. Görüldüğü gibi, kanun koyucu, zaten istisnai bir delil olan gizli tanığın bir de gizli dinlenilmesini sınırlamayı amaçlamıştır. Bu nedenle dinlenecek gizli tanık için doğacak ağır tehlike, tanık koruma tedbirleriyle önlenebilecekse, [6] [7] CMK, m.201. 5726 Sayılı Tanık Koruma Kanunu. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 289 Gizli Tanık / TATAR açık usulle dinlenilmesi gerekir. Böylece savunma hakkı kısıtlanmamış olacak, adalet duygusu sarsılmayacaktır. Maddede yer alan ek koşullardan birisi olan ‘gerçeğin ortaya çıkartılmasını engelleme tehlikesi’, olabildiğince belirsiz ve uygulayıcıdan uygulayıcıya yorum farklılığına yol açabilecek bir düzenlemedir. Ceza yargılamasının amacı zaten maddi gerçeğe ulaşmaktır. Gizli tanık delili, örgütlü suçlarda bu amaçla kabul edilmiştir. Aynı amaç gerekçe gösterilerek gizli tanığın bir de gizli dinlenilmesine olanak tanımak, tüm tanıkların ‘beni gizli dinleyin, yoksa gerçeği söylemem’ davranışına itecektir. Oysa tanığın tarafların yokluğunda dinlenilmesi istisnadır. Yüz yüze dinlenmesi ise asıl olandır. Ayrıca, yargılamanın üç sac ayağını oluşturan unsurlardan hangisi ‘benim, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması gibi bir kaygım yok’ diyebilir. Özetle, ‘maddî gerçeğin ortaya çıkartılması açısından tehlike oluşturacaksa’ ibaresi, kesinlikle gereksiz ve objektif değerlendirmeyi engelleyecek bir düzenlemedir. Gizli dinlenecek tanık, taraflardan nasıl gizlenecektir? CMK’nun 58.maddesi ile Tanık Koruma Kanununun 5 ve 9. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, iki farklı usulde gizlemenin yapılabileceğini söyleyebiliriz. (1) Tanığın duruşma salonunda bulunmaması Kamuoyuna mal olmuş davalarda, yalnızca bu yöntemin izlendiğini görüyoruz. Bu usulde tanık duruşma salonunun dışında, adliyenin başka bir odasında veya katında bulunur. Ses ve görüntü aktarımı duruşma salonuna yapılır. Taraflar tanığın sesini ve görüntüsünü canlı olarak algılar. Tanığın tanınmasını engellemek için ses ve görüntüsü değiştirilir. Tanık, duruşma salonunda bulunan tarafları görüntü aktarımı yoluyla görür. Bu yolla, gerekiyorsa mahkeme tanığa teşhis yaptırabilir. (2) Tanığın duruşma salonunda bulunması Bu usulde tanık duruşma salonunda ve tarafların huzurundadır. Ancak, tanınması engellenmektedir. Bir kabin içinde olabileceği gibi, bir perde veya cam gerisinde ya da özel hazırlanmış bir bölümde olabilir. Ancak her halde tanığın sesi dışarıya değiştirilerek verilir. Ayrıca bulunduğu ortamdan tanığın tarafları görmesi sağlanır. 3. Gizli Tanık Beyanının Delil Olarak İspat Gücü Gizli tanık kurumunu düzenleyen yasalar, hem gizli tanığın dinlenilmesinde farklı usul öngörmüş, hem de yargılama sonrasında tanığın güvenliğini sağlamaya yönelik koruma tedbirleri getirmiştir. Bu sınırlamalar nedeniyle, gizli tanık beyanının güvenirliği zayıftır. 290 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Gizli Tanık / TATAR Tanık Koruma Kanununun 9/8. maddesine göre[8], gizli tanık beyanı tek başına hükme esas alınamaz. Yasa burada ‘hükme esas alınamaz’ dediğinden, CMK’nun 223.maddesinde belirtilen ve hüküm kapsamına giren tüm kararlar için tek başına yeterli olmayacaktır. Özellikle de mahkumiyet kararı, ek başka deliller olmadıkça, yalnızca gizli tanık beyanı esas alınarak verilemez. Dinlenen gizli tanığın birden fazla olmasının da önemi yoktur. Delil türü olarak yalnızca gizli tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz. 4. AİHM’in Gizli Tanıkla İlgili Örnek Kararları Gizli tanık kurumunun irdelendiği AİHM kararlarına baktığımızda, bu konudaki tereddütlerin ortadan kalktığını ve temel ilkelerin saptandığını görüyoruz. Bu çalışmada, Mahkemenin örnek olacak iki kararı incelenmiştir. Birinci Örnek: Ellis, Simms ve Martin/İNGİLTERE – AİHM Daire Kararı[9] Başvuru, 14.11.2006 tarihinde yapılmıştır. Başvuranlar İngiliz vatandaşıdır. Başvurucular, gizlilik talebinin kabul edilmesi ve gizli tanığın mahkemedeki sözlü beyanının karara esas alınması nedeniyle adil olmayan bir yargılama sonucu mahkum edildiklerini ileri sürmüşlerdir. Olay 2003 yılında, Birmingham’da meydana gelmiştir. Bir kuaför salonunda düzenlenen parti çıkışında gerçekleşen çatışmada iki bayan öldürülmüş, iki bayan ise yaralanmıştır. Çatışmanın iki tarafı da çetedir. Ölen ve yaralananlar ise çete elemanı olmayıp, çapraz ateş arasında kalmış kişilerdir. Görgü tanıkları, ‘öç alınabilir’ kaygısıyla ortaya çıkmaktan kaçınmıştır. Beyanda bulunmak isteyen beş görgü tanığı ise kimliğini açıklamak istememiştir. Yalnızca gizli tanık olmak isteyen Mark Brown, ateş edilen arabada şikayetçi Ellis ve Martin’i gördüğünü beyan etmiştir. Bu tanığın özgeçmişi savcılık tarafından açıklanmıştır. Bu bilgilerden, Mark Brown’un, çatışmaya katılan diğer çetenin bir koluyla bağlantılı olduğu ve araç içerisindeki üç kişiye kin beslediği öğrenilmiştir. Ayrıca bu tanık sabıkalı olup, daha önce hapis yatmıştır. Yargılamayı yürüten hâkim, Mark Broown’un gizli tanıklık yapmasına izin vermiştir. Kararını verirken toplum ve mağdurun yararları ile tanığın dava nedeniyle uğrayabileceği zarara karşı korunma menfaatini ve ayrıca sanıkların kendilerini savunabilme yoluyla elde edebileceği yararları incelediğini belirtmiştir. Bunun yanında, savunma avukatlarına ayrıntılı çapraz sorgu yapabilmeleri [8] [9] Tanık Koruma Kanunu Madde 9 (8.Fıkra): Bu Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre, hakkında tedbir uygulanan tanığın beyanı tek başına hükme esas teşkil etmez. http://aihm.anadolu.edu.tr/aihmgoster.asp?id=14813, 26.11.2012 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 291 Gizli Tanık / TATAR için tanık hakkında yeterli bilgi sunulduğunu belirtmiştir. Bir de tanık dinlenmeden önce jüriyi, Mark Brown’un gizli tanıklık yapmasının, savunma tarafını kısıtladığı konusunda uyarmış; bu tanığın beyanı dışında sanıkların çatışmaya katıldıklarına ilişkin başka ve yeterli delil bulunduğuna kanaat getirilmesi durumunda, tanığın beyanının dikkate alınmamasını jüriden istemiştir. AİHM Dairesi, öncelikle ilkeleri saptamıştır: -Bir kimse hakkında mahkumiyet kararı verilmeden önce, aleyhindeki tüm deliller aleni yapılan duruşmada ortaya konulmalıdır. Böylece bu delillere etkin bir şekilde itiraz edebilme olanağı verilmelidir. Bu ilkenin istisnaları olsa bile, bu istisnalar savunma hakkını kısıtlamamalıdır. -Gizli tanık dinlenirken hâkime, jüriye ve savunma avukatına, tanıkların hareketlerini gözlemleyebilme, dürüstlük ve güvenirliklerine ilişkin fikir sahibi olabilme olanağı verilmelidir. -Gizli tanıklık için üç şartın birlikte gerçekleşmesi gerekir. (1) Tanığın kimliğinin gizli tutulması için haklı bir neden olmalıdır. (2) Mahkeme tarafından gizli tanığın beyanının, mahkumiyet kararı verilmesi için tek veya esaslı unsur olup olmadığı kararlaştırılmalıdır. (3) Mahkumiyet kararının ana dayanağı, gizli tanığın ifadesi olmalıdır. AİHM kararında, bu koşullar altında tanıkların gizli dinlenilmesinde kamu yararı olduğunu belirtmiştir. Kimliğinin açıklanması durumunda Mark Brown’dan intikam alınabileceğinin tartışmasız olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle Mark Brown’un gizli dinlenilmesinde haklı sebebin olduğunu kabul etmiştir. Mahkeme, somut olayda gizli tanık Mark Brown’un beyanının tek delil olmadığını, ancak bazı sanıklar için esaslı nitelikte olabileceğini kabul etmiştir. AHİM, gizli tanık dinlenme koşullarının bu davada oluştuğuna karar vermiştir. Bundan sonra ifadenin güvenirliğine ilişkin dengeleyici unsurların olup olmadığını incelemeye geçmiştir. Mahkeme, başvurucuların avukatlarının, hâkim ve jürinin, tanık Mark Brown’u görüp duyabildiklerini; yargılama boyunca tavırlarını gözlemleyebildiklerini; böylece gizli tanığın beyanının güvenirliğini denetleyebildiklerini kabul etmiştir. Ayrıca davaya bakan hakimin bir çok kez adil yargılamanın gereğine vurgu yaptığını; çatışmada yer alan başvuranlarla ilgili bağımsız delil gerektiğini vurguladığını belirtmiştir. Yine çapraz sorguda kullanılmak üzere kapsamlı bilgi sunulduğunu; Mark Brown’un çapraz sorgulamasının etkin şekilde yapıldığını; dolayısıyla tanığın güvenirliğine başvuranların etkin biçimde itiraz ettiklerini vurgulamıştır. Bu gerekçelerle AİHM, gizli tanığın beyanının güvenirliğinin adil ve uygun şekilde değerlendirdiğine kanaat getirerek, başvurucuların şikayetlerini reddetmiştir. 292 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Gizli Tanık / TATAR İkinci Örnek: Al-Khawaja ve Tahery/İNGİLTERE -AİHM Büyük Dairesi Kararı[10] Başvuran Imad Al-Khawaja İngiliz olup, Brighton’da yaşamaktadır. Rehabilite edici tıp alanında “Danışman Hekim” olarak çalışmaktadır. İki kadın hastasına sarkıntılıkta bulunduğu iddiasıyla suçlanmıştır. Kadınlardan S.T.’ye 3 Haziran 2003’de, V.U.’ya ise 12 Haziran 2003’de konsültasyon sırasında sarkıntılık ettiği iddia edilmiştir. Konsültasyon sırasında sarkıntılığa maruz kaldığı iddia edilen S.T., yargılama başlamadan önce, sarkıntılık eyleminden kaynaklanmayan bir nedenle, intihar etmiştir. Ancak, intiharından önce, polise bu konuda ifade vermiş; ayrıca sarkıntılık eyleminin hemen sonrasında B.F. ve S.H. isimli arkadaşlarına, başvurucunun kendisine sarkıntılıkta bulunduğunu anlatmıştır. S.T.’nin polise vermiş olduğu ifade jüriye okunmuştur. Ayrıca, yargılama sırasında diğer şikayetçi ile S.T.’nin olayın hemen arkasından anlattığı arkadaşları tanık olarak dinlenilmiştir. Savunmaya, bu tanıkları çapraz sorgulama hakkı verilmiştir. Başvuran Imad Al-Khawaja, her iki saldırı suçlamasından mahkum olmuştur. Temyiz başvurusu da “Bir suçla ilgili yalnız bir tanık varsa ve o tanık da ölmüşse, ifadesinin delil olarak kabulünde kamu yararı vardır. Kamu yararı, davalının adil yargılanma hakkına sahip olduğu gerekliliğini ortadan kaldırmaz” gerekçesiyle reddedilmiştir. İkinci başvurucu Ali TAHERY ise, İran vatandaşı olup, 1975 doğumludur. 20 Mayıs 2004 tarihinde, yine İranlı S’yi bıçakla yaralamaktan suçlanmıştır. Sorgulananlardan hiç biri görgüye dayalı beyanda bulunmamıştır. Olaydan iki gün sonra, T isimli bir İranlı, bıçakla vuranın Ali TAHERY olduğunu polise verdiği ifadesinde belirtmiştir. Yargılama sırasında iddia makamı, T’ nin çok korktuğu için mahkemeye çıkmak istemediğini, ifadesinin mahkemede okunmasıyla yetinilmesini talep etmiştir. Yargılamayı yürüten yargıç, özel bir camın gerisinde ifade vermesinin bile T’nin korkularını gideremeyeceğini belirterek, ifadesinin okunması talebini kabul etmiştir. T’ nin ifadesi, yokluğunda okunmuştur. Yargıç, sorgulanmadığı için T’’nin ifadesine güvenilemiyeceği konusunda jüriyi uyarmıştır. Yargılama sonunda başvuran mahkum olmuştur. AHİM Dairesi, 20 Ocak 2009 tarihli kararında, tanıkların çapraz sorgulanması olanağının yokluğu, karşılıklı etkili bir dengenin bulunmaması gerekçeleriyle ve oybirliğiyle, her iki davada Sözleşmenin 6/3(d) maddesiyle birlikte 6/1 maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. [10] http://aihm.anadolu.edu.tr/aihmgoster.asp?id=14813, 26.11.2012 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 293 Gizli Tanık / TATAR Dava AİHM Büyük Dairesinin önüne gitmiştir. 15.12.2011 tarihinde(Başvuru No:26766/05) verilen kararda, gizli tanık dinlemenin ilkeleri saptanmıştır diyebiliriz. Bu ilkeleri şöyle sıralayabiliriz: 1. İlke: Sözleşmenin 6/3 maddesi uyarınca, bir sanık mahkum edilmeden önce, onun aleyhindeki bütün deliller, kamuya açık bir duruşmada ve sanığın huzurunda sunulmalıdır. Bu ilke şunu gerektirmektedir: Sanığa, aleyhine beyanda bulunan tanığa karşı, beyanı sırasında veya davanın ileri bir aşamasında itiraz etmek ve soru sormak için yeterli ve tam bir olanak verilmelidir. Tanığın taraflarca duruşmada sorgulatılmasını sağlamak, devletin görevidir. Bu kuralın istisnaları mümkündür. Ancak, olmayan bir tanığın ifadesinin delil olarak kabul edilebilmesi için haklı nedenlerin olması gerekir. Haklı nedenlerden birisi, tanığın ölmüş olmasıdır. Diğer haklı neden ise, sanık veya onun adına hareket edenlerden kaynaklı bir korkunun varlığıdır. Tanığın korkusu doğrudan doğruya davalı veya onun ajanlarından kaynaklanmayan genel bir korkuysa, bu durumda başka bir delille korkunun varlığının desteklendiğine dair objektif nedenlerin saptanması gerekir. Yargılamayı yapan mahkeme, bir tanığı korku nedeniyle ifade vermekten affetmeden önce, tanığın imzasının olmaması veya diğer özel tedbirlerin alınması gibi tüm alternatiflerin uygulanabilir olmadığına kanaat getirmelidir. 2. İlke: Mahkumiyet kararı, suçlanan kişi tarafından yargılama sırasında sorgulanmasına olanak verilmeyen bir tanığın beyanına dayandırılmışsa, bu durum, adil yargılanma hakkını öngören Sözleşmenin 6.maddesine aykırılık oluşturacaktır. Bu ilkenin de, istisnası vardır: Tanık beyanı zanlıya karşı tek veya kesin bir delilse, mağdurun(kurbanın), davalının(sanığın) ve kamunun yarışan yararaları dengede tutulmak suretiyle, bu tanık beyanı karara esas alınabilir. Ancak, böyle bir delilin kabulü tehlikelidir. Bu nedenle mahkeme, en ince ayrıntıları içeren, titiz bir araştırma yapmalıdır. Titiz bir soruşturma, terazinin kefelerini dengeleyecektir. Her davada, tanığın ve beyanının güvenirliğini kontrol edebilmeye olanak verecek ek tedbirler alınmış olmalıdır. Sanığa, tanığın beyanına karşı çıkabilmesine, güvenirliğini sorgulamasına olanak sağlanmalıdır. Eğer tanığın güvenirliği ve inanırlığı doğrulanamamışsa, bu tanık beyanı mahkumiyet kararına esas alınamaz. Bu ilkeler ışığında değerlendirme yapan AHİM Büyük Dairesi, birinci başvuruda; ST’nin ölmüş olması nedeniyle ifadesinin kabulü gerektiğini, bu ifadenin arkadaşları olan diğer tanık beyanlarıyla doğrulandığını, doğruluğunun çapraz sorgulamayla test edildiğini, yargılama sırasında jürinin uyarıldığını ve bu nedenlerle S.T.’nin beyanının delil olarak kabulünde dengeleyici unsurların 294 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Gizli Tanık / TATAR bulunduğunu kabul ederek, iki oya karşı onbeş oyla, sözleşmenin ihlal edilmediğine hükmetmiştir. İkinci başvuruda; “T’ yaralamayı gördüğünü iddia eden tek tanıktır. Bu nedenle başvurana karşı ağırlığı olan bir delildir. Başvuranın çapraz sorgulama yapmak suretiyle T’nin ifadesinin doğruluğunu test etme olanağı yoktur. Bu nedenle yargıcın jüriyi uyarması, yeterli bir dengeleyici sayılmaz. Davada, güçlü, tamamlayıcı başka delilin yokluğu, T’nin ifadesinin nihai nitelik taşıması, jürinin adil değerlendirme yapmasını ortadan kaldırmaktadır. T’nin ifadesini dengeleyici yeterli unsurlar olmadığından, oybirliğiyle Sözleşmenin 6/3 ve 6/1(d) maddelerinin ihlal edildiğine karar verilmiştir” demiştir. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 295 Gizli Tanık / TATAR C IV. SONUÇ eza yargılamasında vazgeçilemeyecek esaslı delillerden birinin “tanık beyanı” olduğu tartışmasızdır. “Tanıkla yüz yüze olma” ilkesi ise, adil yargılamanın vazgeçilmezidir. Bu temel yargılama ilkesini ihlal etmemek için, gizli tanık deliline gerekmedikçe ve ağır bir tehlike bulunmadıkça başvurulmamalı; kanun koyucunun iradesine aykırı olarak uygulama genişletilmemelidir. Mevcut yasal düzenleme tanığın gizli dinlenilmesine olanak tanıyorsa da, öncelikle tanığın aleni ortamda dinlenilmesi tercih edilmelidir. Daha sonra koruma tedbirleri uygulanarak, tanık güvenliği sağlanmalıdır. Bu yöndeki tercih, tarafların adalete olan güvenlerinin sürmesini sağlayacağı gibi, savunma hakkını da kısıtlamamış olacaktır. Zorunlu olarak gizli dinlenilmesi gerektiğinde ise, AİHM’nin kriterlerine uyulması, Ülkemizin ileride tazminata mahkum edilmesini engelleyecektir. KAYNAKLAR http://aihm.anadolu.edu.tr Cumhuriyet Gazetesi. Taşçı, A.T./ Taşçı, G., “TANIKLIK: Türkiye’de ve Dünyada Ceza Muhakemesi Hukuku Açısından Karşılaştırmalı Tanıklık ve Tanıkların Korunmasıyla İlgili Düzenlemeler”, Ankara Barosu, 2007. 296 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat K anununda Yapılan Değişiklikler Ve Bir Yargıtay K ar arı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat K anunu Uygulamaları Av. Teoman SALGIRTAY* * Ankara Barosu. Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY 7 201 sayılı Tebligat Kanununda ve özellikle md.10, 21 ve 35 hükümlerinde, 11.01.2011 T. ve 6099 s.lı Kanunla esaslı değişiklikler yapıldı. Değişiklik, MERNİS projesi ile AKS (Adres Kayıt Sistemi) arasında kurulması planlanan “tam entegrasyon” sayesinde, tüm gerçek kişilerin adreslerinin MERNİS sisteminde tanımlı ve dolayısı ile UYAP üzerinden tüm gerçek kişilerin adreslerine ulaşılabilir olması gerekliliğine dayalı olarak, gerçek kişilere yapılacak tebligatlarda AKS adresinin esas alınmasını amaçladı. I. Bilinen Adreste Tebligat Tebligat hukukumuzun temel ilkesi, Teb.K.md.10 ile düzenlenmiştir ve bu ilke “tebligatın muhatabın eline ulaşmasını temin için tebligat sürecinin BİLİNEN en son ADRESE gönderilecek tebligatla başlaması” yolundadır. Bu çalışma, 6099 sayılı Kanunla Tebligat Kanununa getirilen yeniliklerin irdelenmesine ve anılan Yargıtay kararının tahliline yönelik. Tebligat Kanunu 10. maddenin güncel hali şöyle: BİLİNEN ADRESTE TEBLİGAT MADDE 10–Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa, bilinen en son adresinde yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartıyla her yerde tebligat yapılması caizdir. (Ek fıkra: 6099–11.1.2011 / m.3 / Yürürlük / m.18/ç ) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Maddenin ilk fıkrası tebligatın, muhatabın bilinen en son adresinde yapılmasına dayalı temel ilkeyi düzenliyor. Buna göre tebligat süreci, muhatabın bilinen en son adresine çıkartılacak bir tebligat ile başlayacaktır. Amaç muhatabın tebligat ve tebliğ konusundan haberdar olmasını sağlamak olup, bilinen adres kavramı ise, muhatabın adresinin değiştirmiş olması durumuna mahsus olarak özellikle seçilmiştir. Yine maddenin ilk fıkrasının ikinci cümlesinden, tebligatın bilinen en son adres olarak gönderilen adresten farklı bir adreste ve muhatabın başvurusu ile kabulü şartına bağlı olarak, yapılabileceği anlaşılıyor. Yani, bilinen en son adres olan “Atatürk caddesi no.35 / 5 Sincan Ankara” adresine gönderilen tebligat, muhatabın tebligattan haberdar olarak tebligat memuruna başvurması ve tebligatı kabul etmesi şartıyla, “Balaban sokak no.69 / 8 Sincan Ankara” adresinde muhatabın bizzat imzasına yapılabilecektir. Bu durumda, muhatabın beyan 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 299 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY ettiği yeni adresin tebligat memuru tarafından tebliğ mazbatasına yazılması ve beyanın doğruluğunun da araştırılıp saptanmış olması gerekir. Madde her ne kadar, tebligatın her yerde yapılabileceğini düzenlemişse de, “her yeri” tebligat memurunun yetkili olduğu saha / mıntıka ile sınırlı olarak görmek daha doğru olacaktır. Tebligat muhatabı gerçek ya da tüzelkişi muhatabın, davaya konu sözleşmede veya icra takibine konu bonoda isminin yanında yazılı olan adres, bilinen en son adres olarak kabul edilmelidir. Ayrıca, muhatabın dava veya icra dosyasına verdiği dilekçe ya da sözlü beyanında bildirdiği adres de, dosya kapsamı ile uyumsuzluk göstermemesi koşulu ile, onun bilinen en son adresi olarak kabul edilmelidir. Ancak, maddenin 6099 s.lı Kanun ile eklenen ikinci fıkrası, bilinen en son adresin tebligata ELVERİŞLİ olmaması halini düzenlemektedir ki, bundan somut olarak adresin YETERSİZ ya da çok eski bir adres olduğundan tebligata ELVERİŞSİZ olduğunu anlamak gerekiyor. Örneğin, “Yıldız caddesi no.45 Ankara” şeklindeki bir adres tebligata elverişli değildir, çünkü ilçe ve mahalle bilgisinden yoksun olan bu adrese çıkartılacak tebligatın iade edileceği mutlaktır. Bilinen en son adresin bu şekilde yetersiz ve belirsiz olduğu durumlarda, “muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, BİLİNEN EN SON ADRES olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır” şeklindeki düzenleme karşısında, bu durumda çıkartılacak tebligatın türü ( normal beyaz renk ya da açık mavi renk ) nasıl olmalıdır sorusuna yanıt vermeden, bilinen en son adresin tebligata elverişli olup olmadığını belirleme hakkının, tebligat çıkartılmasını talep eden tarafa tanınmamış olduğunu beyan etmek gerek. Bilinen en son adresin tebligata elverişli olup olmadığını taraflar takdir edemez, onlar sadece muhatabın bilinen en son adresinin elverişsiz olduğunu ve bu adrese tebligat çıkartılarak zaman kaybına neden olunmaması için, Mahkeme ya da İcra Müdürlüğünden muhatabın AKS adresinin bilinen en son adres olarak kabul edilmesini ve bu adrese tebligat çıkartılmasını talep ederler. Talep ya kabul ya da ret edilecektir ve davalar için temyiz ve icralar için ise şikayet söz konusu olacaktır. Resmi Gazetenin 19.Ocak.2011 T. ve 27820 s.lı nüshasında yayınlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren 6099 sayılı Tebligat Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, TBMM Başkanlığına 31.07.2009 tarihinde “Tebligat Kanunu ile Adli Sicil Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” olarak gönderilmiş ve fakat sonuçta hem kanun isminde ve hem de kanun metninde değişiklik yapılmıştır. TBMM’ ne sevk edilen tasarıda, kanunun 3. maddesi aynen şu şekilde iken; Madde 3–7201 sayılı Kanunun 10 uncu maddesine birinci fırkadan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. 300 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY “ Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Bunun dışında başkaca bir adres araştırması yapılmaz.” Yasalaşan metin ise şu şekildedir: Madde 3–7201 sayılı Kanunun 10 uncu maddesine birinci fırkadan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “ Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.” Görüldüğü üzere, tasarıdaki son cümle kanunda yer almamıştır. Yapılan değişiklikle, bilinen en son adresin tebliğ çıkartan mercii tarafından tebligata elverişli olarak kabul edilmemesi halinde veya bilinen en son adrese çıkartılan tebligatın iade edilmesi durumunda, AKS’ deki adres bilinen en son adres olarak kabul edilecek, böylece muhatabın adresinin araştırılmasına gerek kalmayacaktır. Adalet Bakanlığı tarafından Resmi Gazetenin 25.Ocak.2012 T. ve 28184 s.lı nüshasından yayınlanan “Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik” (TKUDY ) ‘in 16. maddesi Teb.K.md.10 hükmü ile ilgilidir ve aynen şu şekildedir : Bilinen adreste tebligat MADDE 16 – (1) Tebligat, öncelikle tebliğ yapılacak şahsın bilinen en son adresinde yapılır. Bilinen en son adresin tespitinde, tebliğ isteyenin beyanı, muhatabın veya diğer ilgililerin bildirimleri ya da mevcut belgeler esas alınır. (2) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Ayrıca başkaca adres araştırması yapılmaz. 79 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre renkli bastırılan tebligat zarfında, adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek bu adrese tebligat yapılacağına dair meşruhata yer verilir. Maddenin ilk fıkrası genel kuralı tekrar etmekte, bilinen en son adresin tebliğ isteyenin beyanına, muhatabın veya diğer ilgililerin bildirimlerine ya da (dosyada) mevcut belgelerin içeriğine göre belirleneceğini düzenlemektedir. Maddenin ikinci fıkrası 2 ayrı hali tarif etmektedir: a)Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının, tebligatı çıkartan mercii tarafından tespiti durumunda, muhatabın mernis adresi bilinen en son adres olarak kabul edilecek ve tebligat bu adrese yapılacaktır. Bu halde, 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 301 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY muhatabın bilinen en son adresi olarak kabul edilen adrese çıkartılacak tebligat, NORMAL yolla gönderilecektir. Başkaca adres araştırması yapılamayacaktır. b)Bilinen en son adrese çıkartılan NORMAL tebligatın iade edilmesi halinde de, muhatabın AKS’ deki yerleşim yeri adresi bilinen en son adres olarak kabul edilecektir. Bu durumda da başkaca adres araştırması yapılmadan muhatabın AKS adresine NORMAL tebligat gönderilecektir. AKS adresine çıkartılacak tebligatın Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre yapılabilmesi için, bilinen en son adrese çıkartılacak ilk tebligatın iade edilmiş olması gereklidir. Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının tespiti durumunda da, tebligatın açık mavi zarfla ve Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre çıkartılabilmesi, maddenin 2. fıkrası gereğince, tebligatın iade edilmesi şartına bağlı olduğundan, bilinen en son adres olarak kabul edilecek olan AKS adresine önce NORMAL tebligat çıkartılacaktır. Düzenleme bu haliyle, Tebligat Kanununun tebligatın bilinen en son adresle başlaması ilkesinin yanında, bilinen en son adrese çıkartılacak ilk tebligatın mutlaka NORMAL yolla çıkartılması gerektiği ilkesini de kabul etmiş olduğunu göstermektedir. Tebliğ isteyenin beyan ettiği adres ile muhatabın bildirdiği ya da dosyada bulunan belgelerdeki adresin farklı olması durumunda, tebliğ isteyenin beyanına, tebligatın muhatabın eline ulaşması esas olduğundan, öncelikle bildirimde yer alan veya belgelerde yazılı olan adresle uyumlu olduğu ve dosya kapsamıyla çelişmediği ölçüde itibar edilmelidir. Tebligatın, muhatabın bilinen en son adresine, bilinen en son adres yasa gereği AKS adresi olarak kabul edilse de, NORMAL yolla çıkartılması gerektiğini saptadıktan sonra, normal yola alternatif olarak Teb.K.md.21 / 2 hükmü ile kabul edilen diğer tebligat yolunu, açık mavi zarf ile ve üzerinde “AKS / MERNİS adresidir” şerhi yazılı tebliğ yolunu irdeleyelim. 302 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY II. Tebliğ İmkansızlığı ve Tebellüğden İmtina TEBLİG İMKANSIZLIĞI VE TEBELLÜĞDEN İMTİNA MADDE 21–(Değişik: 3220–6.6.1985) Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut (Değişik ibare: 4829–19.3.2003 / m.5) “zabıta amir veya memurlarına” imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır. (Ek fıkra: 6099–11.1.2011 / m.5 / Yürürlük / m.18/ç ) Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır. (Ek fıkra: 4829–19.3.2003 / m.5) Muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurları yukarıdaki (Değişik ibare: 6099–11.1.2011 / m.5 / Yürürlük / m.18/ç ) “fıkralar” uyarınca kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecburdurlar. 6099 s.lı Kanun ile 21. maddeye 1. fıkradan sonra 2. fıkra eklenmiş ve 2. fıkra iken 3. fıkraya dönüşen metne, değişiklik sonrası artık yukarıda 1 yerine 2 fıkra olacağından “fıkralar” ibaresi eklenmiştir. Korunan 1. fıkra, tebligatın, muhatabın ya da muhatap adına tebligatı alabilecek kişilerin hiçbirisinin adreste bulunmaması nedeniyle muhatap ya da onun adına tebligat alabilecek kişilerin imzasına tebliğ edilememesi hali ile muhatap ya da muhatap adına tebligat alabilecek kişilerin tebligatı almaktan imtina etmeleri halinde yapılacakları düzenlemektedir. Bu durumda tebligat memuru, tebligatı muhtara ya da zabıtaya imza karşılığı teslim edecek ve durumu muhatabın kapısına yapıştıracağı İHBARNAME’ ye yazacaktır. Ayrıca, komşuları ya da yönetici veya kapıcıyı da bu durumdan haberdar edecektir. Teb.K.md.21 / 1’ e göre yapılacak tebligatta şu unsurlar birlikte yer almalıdır: a) Muhatabın bilinen en son adresine çıkartılan tebligatın muhatap ya da onun adına tebligat alabilecek olanların (kısa süreyle) adreste bulunmamalarından ötürü onların imzasına tebliğ edilememesi ya da muhatap ya da muhatap 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 303 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY adına tebligat alabilecek kişilerin tebligatı almaktan imtina etmeleri ve tüm bu hususların (adreste bulunmama nedeninin, haber verilenin sıfatı ile isminin, tebligatın teslim edildiği makam ile haber verilen kişinin kim olduğunun) hem tebligat parçasına ve hem de kapıya yapıştırılacak ihbarnameye anlaşılır bir şekilde yazılmış olması, b) Tebligatın muhtar ya da zabıta imzasına teslim edilmiş olması, c) Muhatabın kapısına ihbarname yapıştırılmış olması. Uygulamada, tebligat memurlarının bu sıralı işlemlere riayet etmedikleri bilinen bir vakıadır. Bu nedenle, yukarıda sayılanlardan birinin eksik olması halinde zaman kaybına neden olsa da, yeniden yasaya uygun tebligat çıkartılmasından, doğacak hak kayıplarına engel olmak adına, kaçınmamak gerekir. Bir yenilik olarak getirilen Teb.K.md.21 / 2 hükmü, tebligat adresinin muhatabın AKS adresi olması halinde, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış (taşınmış) olsa dahi tebligatın o adreste yapılacağını düzenlemektedir. Bu durumda tebligat memuru, a) Tebligatı muhtar veya zabıta imzasına tebliğ edecek, b) Tebligatı alanın (isim ve) adresini içeren ihbarnameyi adresin kapısına yapıştıracaktır. Madde her ne kadar, ihbarnamenin adresteki binanın kapısına yapıştırılacağı yolunda ise de, onlarca daireden oluşan binanın kapısını kastetmediği pek tabidir. Burada söz konusu olan kapı, elbet daire kapısıdır. Burada, Teb.K.md.20 hükmündeki ”adresini geçici olarak (hastaneye yattığı, yurt dışına çıktığı ya da çalışmak için başka bir kente gittiği için) terk etmiş olan muhataplara tanınan 15 günlük ek süre uygulamasına” kısaca göz atalım. Teb.K.md.20 aynen şu şekildedir: MUHATABIN MUVAKKATEN BAŞKA YERE GİTMESİ MADDE 20–(Değişik: 3220–6.6.1985) 13,14,16,17 ve 18’inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın (Değişik ibare: 4829–19.3.2003 / m.4) “adı ve soyadı” tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme halinde tebligat, 21’inci maddeye göre yapılır. (Değişik son cümle: 4829–19.3.2003 / m.4) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır. 304 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Görüldüğü üzere, Teb.K.md.20 şartlarının varlığı halinde, tebligat 15 gün sonra yapılmış sayılmakta ve itiraz etmek veya cevap vermek hakkından mahrum durumda bulunan muhatabın hak kaybına uğramasının önüne geçilmektedir. Güncel uygulamada, Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre çıkartılan tebligatlar, tebliğ memurunca adresin kapısı çalınmaksızın ve adreste bulunanların imzasına tebliğ imkanı tanınmadan, doğrudan kapıya yapıştırılmak suretiyle yapılmaktadır. Oysa, Teb.K.md.20 ile düzenlenmiş olan haller bu tebliğ yolunda da söz konusu olabilir. Muhatap bilinen adresinden taşınmış ve yasaların kendisine yüklediği adresini MERNİS sistemine kayıt ettirme ödevini de ifa etmiş ve bu arada 10 gün sürecek bir tedavi için hastaneye yatmış ya da 1 aylığına yurt dışına çıkmış olabilir. Buna rağmen, tebliğ memurunun sırf tebliğ zarfında AKS şerhi var diye, kapıyı çalmadan tebligatı doğrudan muhtara tebliğ etmesi, vatandaşları 15 günlük ek süreden mahrum kılmakta ve bu durum da hak kayıplarına neden olmaktadır. PTT tarafından, 6099 s.lı Kanun ile 25.01.2012 T.li Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik (TKUDY)’ in yürürlüğünden sonra çıkartılmış bulunan TEBLİGAT İŞLETME ESASLARI (TİE)’ nın 54 / 2 hükmünde, Teb.K.md.21 / 2 usulüne göre yapılacak tebligatların yapılmasında izlenecek yol, hukuka uygun bir şekilde tarif edilmiştir. Buna göre, Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre üzerinde ”MERNİS adresidir, tebligatın Teb.K.md.21 / 2’ ye göre yapılması” şerhi bulunan açık mavi renk tebliğ zarfıyla AKS adresine gönderilen tebligat; “.. muhatap ya da kendilerine tebligat yapılabilecek kişilerin adreste bulunmaması veya tebellüğden kaçınması halinde tebliğ olunacak evrak, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti veya meclisi üyelerinden birine ya da kolluk amir veya memuruna imza karşılığında teslim edilerek ve 2 no.lu haber kağıdı kapıya yapıştırılarak” yapılacaktır. Yani, Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre çıkartılmış tebligat, doğrudan kapıya yapıştırılarak yapılmayacak, tebligat memuru normal tebligatlarda olduğu gibi kapıyı çalacak, muhatap ya da kendilerine tebligat yapılabilecek kişilerin adreste olmaları halinde tebligatı imza karşılığı bu kişilere yapacak ve kendilerine tebligat yapılabilecek kişilerin Teb.K.md.20 hükmüne göre muhatabın geçici olarak adresi terk ettiğini beyan etmeleri ve fakat tebligatı almaktan imtina etmeleri durumunda, tebligat 15 gün sonra yapılmış sayılacaktır. Söz konusu 15 günlük ek süre imtina haline mahsus olup, imtina edilmeden tebligat imza karşılığı alınmışsa, tebliğ tarihi imza tarihi olarak kabul edilecektir. PTT tarafından çıkartılan “Tebligat İşleme Esasları” ( TİE ) gereğince, tebligat memuru, Teb.K. md.21 / 2 usulüne göre tebligat yaparken, normal tebligat usulünde izlediği yolun aynısını izleyecektir. Ancak tebligat memurunun adres 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 305 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY araştırma görevi, Teb.K.md.21 / 2 usulünde söz konusu değildir. TİE tebligatların yasal mevzuata uygun şekilde yapılmasını temin amacıyla çıkartılmış olup, özellikle tebligat yapmakla görevli tebliğ memurları için çıkartılmış olduğu bir gerçektir; ancak ne yazık ki uygulanmamaktadır. Teb.K. md.21 / 2 usulüne göre açık mavi tebliğ zarfı ile ve üzerinde “AKS adresidir” şerhi bulunmak kaydı ile çıkartılan tebligatlar; ı- Öncelikle muhatabın adreste oturup oturmadığı kontrol edilerek ve kendisi veya kendisi adına tebligatı kabul edebilecek kişilerin adreste olmaları durumunda, bu kişilere İMZA karşılığında; ıı- Muhatabın adresi geçici olarak terk etmiş olduğu (hastaneye yatması, yurt dışına çıkması vd.) hallerde, muhatap adına tebligatı alabilecek kişilerin bu hususu beyan etmelerine rağmen, tebligatı almaktan imtina etmeleri durumunda ise Teb.K.md.20 hükmüne göre, muhtar ya da zabıta imzasına ve tebligatın kapıya yapıştırma tarihinden 15 gün sonra yapılmış sayılacağı kuralına göre; ııı- Muhatabın adreste oturduğunun tespit edilmesine rağmen muhatap ya da onun adına tebligat alabilecek kişilerin adreste bulunamamaları halinde 21 / 1 hükmüne göre komşu, yönetici veya kapıcıya haber vermek ve kapıya ihbarname yapıştırmak suretiyle muhtar ya da zabıta imzasına; ıv- Muhatabın o adreste hiç oturmamış olduğunun ya da adresi sürekli olarak terk etmiş olduğunun tebligat memurunun sadece tebliğ adresi ile sınırlı olarak yapacağı araştırma sonucunda anlaşılması halinde ise, Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre komşu, yönetici veya kapıcıya haber vermeden ve kapıya ihbarname yapıştırmak suretiyle muhtar ya da zabıta imzasına yapılacaktır. Teb.K.md.21 / 2 ile kabul edilen, gösterilen adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olmasına rağmen muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olması halinde tebligatın muhtar veya zabıtaya imza karşılığı yapılması kuralını, gerçek kişilerin MERNİS (AKS) adreslerini bildirmelerinin yasal bir ödev olması nedeniyle, en son başvurulacak ve tebligatın yapılmasını sağlayan tamamlayıcı bir yol olarak görmek gerek. Yukarıda da izah edildiği üzere, tebligat memuruna eskisinden çok iş düşse de, tebligat zarfının üzerinde adresin MERNİS adresi olduğunun yazılı olması, tebligatların muhataba ulaştırılması ilkesini zedelememeli, tebligattan muhatabın haberdar olması ve geçici olarak adresini terk etmişse de 15 gün ek süreden yararlanması sağlanmalıdır. Uygulamada yukarıda anlatılan usule aykırılıkla karşılaştığımızda, usulsüzlüğü yargıya taşımak ve bu sayede bilinçlenme ile yargı birliği sağlanmasına katkı sunmak tercihimiz olmalıdır. 306 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY III. Çoğunlukla (İki Üyenin Muhalefet Şerhi İle) Alınan Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. Ve 11.02.2013 T.li Kararı Aşağıda tam metni bulunan Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 11.02.2013 tarihli kararı bu soruyu tartışmış ve 2 muhalefet oyuyla, bilinen en son adres ile mernis adresinin aynı olması durumunda, ilk tebligatın mutlaka NORMAL yolla çıkartılması gerektiği sonucuna, haklı olarak varmıştır. Karar tam metni şu şekildedir: 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 307 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY T.C. YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E. 2012/32459–K. 2013/3328 – T. 11.2.2013 • ÖDEME EMRİ TEBLİĞ TARİHİNİN USULSÜZ OLDUĞU İDDİASI ( Ödeme Emri Tebligatının 7201 S.K. Md. 10/2 Gözardı Edilerek Borçluya Önceden Hiçbir Tebligat Çıkarılmadan ve Yasal Şartları Oluşmadan Doğrudan Doğruya Md.21/2’ ye Göre Çıkartıldığı - Tebligatın Usule Aykırı Olduğu ) • BİLİNEN ADRESTE TEBLİGAT ( Ödeme Emri Tebligatının 7201 S.K. Md. 10/2 Gözardı Edilerek Borçluya Önceden Hiçbir Tebligat Çıkarılmadan ve Yasal Şartları Oluşmadan Doğrudan Doğruya Md.21/2’ye Göre Çıkartıldığı–Tebliğin Usule Aykırı Yapıldığının Kabul Edileceği ) • TEBLİĞ İMKANSIZLIĞI VE TEBELLÜĞDEN İMTİNA ( Ödeme Emri Tebligatının 7201 S.K. Md. 10/2 Gözardı Edilerek Borçluya Önceden Hiçbir Tebligat Çıkarılmadan ve Yasal Şartları Oluşmadan Doğrudan Doğruya Md. 21/2’ye Göre Çıkartıldığı–Tebliğin Usule Aykırı Yapıldığının Kabul Edileceği ) • TEBLİGATI ÖĞRENME TARİHİ ( Kambiyo Senedine Dayalı Takip/ Ödeme Emrinin Usulsüz Tebliği–Borçlunun Öğrenme Tarihi Olarak Beyan Ettiği Tarihe Göre 5 Günlük Yasal Süre İçerisinde İtiraz Yapıldığı Tespit Edildiği Taktirde İcra Takibine İtirazlarının Esasının İnceleneceği ) • KAMBİYO SENEDİNE ÖZGÜ HACİZ YOLUYLA TAKİP ( Ödeme Emrinin Usulsüz Tebliği–Borçlunun Öğrenme Tarihi Olarak Beyan Ettiği Tarihe Göre 5 Günlük Yasal Süre İçerisinde İtiraz Yapıldığı Tespit Edildiği Taktirde İcra Takibine İtirazlarının Esasının İnceleneceği ) • 5 GÜNLÜK YASAL SÜRE ( Kambiyo Senedine Dayalı Takip/Ödeme Emrinin Usulsüz Tebliği–Borçlunun Öğrenme Tarihi Olarak Beyan Ettiği Tarihe Göre 5 Günlük Yasal Süre İçerisinde İtiraz Yapıldığı Tespit Edildiği Takdirde İcra Takibine İtirazlarının Esasının İnceleneceği ) 7201/m.10, 21 / Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik/m.16 ÖZET : Borçlu, alacaklı tarafından hakkında başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte ödeme emri tebliğ tarihinin usulsüz olduğunu ileri sürerek tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olarak düzeltilmesini talep etmiş ve icra takibine itirazlarını belirterek takibin iptalini talep etmiştir. Şikayet konusu yapılan ödeme emri tebligatının TK.’nun 10/2. Maddesi gözardı edilerek borçluya önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya TK.’nun 21/2 maddesine göre çıkartıldığı ve bu tebligatın usule aykırı bir tebligat olduğu görülmüştür. Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Ödeme emrinin tebliğinin usulsüz olduğuna karar verilerek, borçlunun öğrenme tarihi olarak beyan ettiği tarihe göre 5 günlük yasal süre 308 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY içerisinde yapıldığı tespit edildiği taktirde icra takibine itirazlarının esasının incelenmesi gerekir iken bu hususlar gözardı edilerek istemin reddi yönüne hüküm tesisi isabetsizdir. DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 25.09.2012 tarih, 2012/9909-27840 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Gülhan Kadıoğlu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : KARAR : Borçlu, alacaklı tarafından hakkında başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte ödeme emri tebliğ tarihinin usulsüz olduğunu ileri sürerek tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olan 10.01.2012 tarihi olarak düzeltilmesini talep etmiş ve icra takibine itirazlarını belirterek takibin iptalini talep etmiştir. Takibe konu Bakırköy 15. İcra Müdürlüğü’nün 2011/11110 takip numaralı dosyasında örnek 10 ödeme emrinin davetiyesinin üzerine ‘’Mernis Adresi’’ yazılarak tebliğe çıkarıldığı ve dağıtıcı tarafından TK.’nun 21/2. maddesine göre 18.11.2011 tarihinde tebliğ edildiği görülmüştür. 2709 Sayılı 1982 Anayasası’nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36. maddesinde ‘’Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.’’ denilmiştir. 11.01.2011 tarihinde 6099 Sayılı Kanunun 3. maddesiyle 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine eklenen 2.fıkraya göre ; ‘’Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.’’. Tebligat Kanununun uygulanmasına dair yönetmeliğin bilinen adreste tebligat başlıklı 16/2.maddesinde ‘’Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.’’ denilmiştir. 6099 Sayılı Kanunun genel gerekçesinde ‘’... Uygulamada yaşanan sorunları önlemek üzere tasarıda yer verilen en önemli değişiklik, 25/4/2006 tarihli ve 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda kabul edilen adres kayıt sisteminin Tebligat Kanunu’na intibakının sağlanmasıdır. Hatta bu yolla, bazen on-onbeş tebligatla dahi sonuç elde edilemeyen durumlarda ( ilanen tebligatın gerektirdiği istisnai haller hariç ), en fazla iki veya üç tebligatla sorun çözülebilecektir.’’ denilmiştir. Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine eklenen ikinci fıkrasında gerçek kişilere yapılacak tebligatla ilgili olarak iki aşamalı bir yol benimsenmiştir. Muhatabın 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 309 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY adresi takip alacaklısı ( veya davacı ) tarafından bildirilecek ve normal tebligat çıkarılacaktır. Bildirilen adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi veya başka bir adresi olması arasında fark bulunmamaktadır. Bildirilen adrese çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesi halinde, muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre çıkarılacaktır Tebligat Kanunu’nun 10/2 ve 21/2.maddelerini farklı şekilde yorumlayarak muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine başka adresi bilinmiyor diyerek doğrudan doğruya 21/2.maddesine göre tebligat çıkartılması doğru olmaz. Bu davranış Anayasanın 36.maddesine aykırı olur ve muhatabın savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelir. Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi aynı zamanda özünde cezalandırmayı da amaçlayan bir düzenleme içermektedir. Yasa koyucu 5490 Sayılı Kanuna göre doğru adresini zamanında nüfus müdürlüğüne bildirmeyen vatandaşı cezalandırmak amacını gütmüştür. Tebligat yasasının dar yorumlanması geçerli bir mazereti nedeniyle yeni adresini zamanında nüfus müdürlüğüne bildiremeyen veya önemli bir mazereti nedeniyle ( yatarak hastahanede tedavi gören hasta gibi ) bir kaç aylığına adresinden ayrılmak zorunda kalan vatandaşın cezalandırılmasına neden olur. Yasanın yorumunda yardımcı kaynak olan madde gerekçelerini dikkate almak gerekir. Tebligat Kanunu’ nda değişiklik yapılan madde gerekçelerinden açıkça anlaşılacağı üzere iki veya üç tebligatla sorun çözülmek istenmiştir. Hem yasa metninde, hem yasanın uygulanmasını gösteren yönetmelikte ve hem de madde gerekçesinde muhatabın sadece adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresinin bilinen adres olarak bildirilmesi halinde doğrudan doğruya T.K 21/2’ye göre tebligat yapılacağı açıklamasına yer verilmemiş, bilakis bildirilen adrese tebligat yapılamaması halinde 21/2’ye göre tebligat yapılacağı önemle vurgulanmıştır. Adrese kayıt sistemindeki adres, tebligat yapılamayacağı açıkca anlaşılan bir adres olmadığı için, öncelikle, normal bir tebligat çıkartılarak Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesinde ve Tebligat Yönetmeliği’ nin 30. maddesinde muhatap lehine olan araştırmaların yapılarak tebligatın kendisine ulaşması ve bilgilendirme işleminin yerine getirilmesi gerekir. Tebligatın anlamı bildirimdir. Tebligatın yazılı bildirim ve belgelendirme olmak üzere iki ana unsuru vardır. Tebligat savunma hakkı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.12.2009 tarihli 2009/12-563 E.-2009/600 K. sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere icra takibinin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, itirazların yapılabilmesi ve takibin süratle sonuçlandırıla-bilmesi, ancak, tarafların icra takibinden usulünce haberdar edilmesi ile mümkündür. Zira, takip borçlusunun hangi icra dairesinde aleyhine takip bulunduğunu, hakkındaki taleplerin nelerden ibaret olduğunu bilmesi ve varsa itirazlarını 310 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY zamanında ve doğru merciiye yöneltebilmesi usulüne uygun olarak yapılacak tebligat ile sağlanabilir. Somut olayda şikayet konusu yapılan ödeme emri tebligatının TK.’nun 10/2. Maddesi gözardı edilerek borçluya önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya TK.’nun 21/2 maddesine göre çıkartıldığı ve bu tebligatın yukarıda anlatılan nedenlerle usule aykırı bir tebligat olduğu görülmüştür. Usule aykırı tebliğin hükmü ise 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 32.maddesinde ve Tebligat Yönetmeliği’nin 53.maddesinde düzenlenmiş; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. O halde mahkemece, dairemizin yeniden oluşan görüşü doğrultusunda; yukarıda belirtilen nedenlerle ödeme emrinin tebliğinin usulsüz olduğuna karar verilerek, borçlunun öğrenme tarihi olarak beyan ettiği tarihe göre 5 günlük yasal süre içerisinde yapıldığı tespit edildiği taktirde icra takibine itirazlarının esasının incelenmesi gerekir iken bu hususlar gözardı edilerek istemin reddi yönüne hüküm tesisi isabetsiz olup mahkeme kararının bozulması gerekirken onandığı anlaşılmakla borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü yoluna gidilmiştir. SONUÇ : Borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 25.09.2012 tarih, 2012/9909 E., 2012/27840 K. sayılı bozma kararının kaldırılmasına, Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 01.02.2012 tarih ve 2012/51 E., 2012/127 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 21,15 TL onama harcı alındığından mahsubuna bakiye, 3,15 TL harcın temyiz edenden alınmasına, 11.02.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi. KARŞI OY : 19.01.2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 11.01.2011 tarihli 6099 Sayılı Tebligat Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile adrese dayalı kayıt sistemindeki adrese tebligat usulü benimsenmiş ve bu doğrultuda 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nda değişiklikler yapılmıştır. 6099 Sayılı Yasanın genel gerekçesinde, değişikliklerle, özellikle adil yargılamadaki makul süre unsurunun gerçekleşmesine önemli katkı sağlanacağı ve tebligatın güvenli bir adrese yapılmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Yine aynı Yasanın 3. maddesinin gerekçesinde, muhataba daha kolay ulaşılabilecek bir adres biliniyorsa oraya tebligat yapılması imkânının açık tutulduğu, ancak, tebligatın yapılmasını isteyenin veya tebligatı çıkartan makamın bildirdiği adresin, tebligata elverişli olmadığının anlaşılması ya da bu adrese tebligat yapılamaması halinde, muhatabın 5490 Sayılı Kanuna göre adres kayıt sistemindeki adresin bilinen son adresi olarak kabul edilerek, tebligat buraya yapılacağı, adres kayıt sistemindeki adresin, kişinin resmi tebligat adresi olarak kabul edildiği, hiç kimsenin, adres 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 311 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY değişikliğini bildirmemek suretiyle ihmali veya adresini belirsiz hale getirecek kötü niyetli davranışlarıyla hak elde etmemesi gerektiği, tüm adres araştırmalarının bu adres kayıt sistemi esas alınarak yapıldığı, adres kayıt sistemi dışında ayrıca bir adres araştırması yapılmayacağı, ne tebligatı çıkartan merciin ne de posta memurunun başkaca bir adres araştırması yapmasına gerek bulunmadığı, anılan Yasanın 4. maddesinin gerekçesinde ise 10 uncu maddede yapılan değişiklikle birlikte, bilinen en son adrese çıkartılan tebligattan sonuç alınamazsa, adres kayıt sistemindeki adresin esas alınacağı, başkaca araştırma yapılmadan tebligatın o adrese yapılacağı açıklanmıştır. 6099 Sayılı Yasanın genel gerekçesi ve madde gerekçeleri ile 7201 Sayılı Yasanın 10., 21. ve 35.maddelerinde yapılan değişiklikler birlikte değerlendirildiğinde, düzenlemenin amacının 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile oluşturulan adrese dayalı kayıt sisteminden yararlanarak, tebligatların daha sağlıklı bir şekilde ve daha kısa bir sürede yapılması ve bunun sonucu olarak da yargılamaların gereksiz sürüncemede kalmasının önlenmesi olduğu anlaşılmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, tebligat ile ilgili yasa ve tüzük ( yönetmelik ) hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olmakla, gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte ( yönetmelikte ) emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.Buna göre tebligatın öncelikle muhatabın bilinen en son adresine yapılması, bu adrese tebligat yapılamaması halinde ise tebligatın muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresine gönderilmesi gerekir. Muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresinden başka bilinen bir adresi yok ise tebligatın anılan adrese gönderileceği tabiidir. Bu adrese çıkarılan tebligat evrakı üzerine tebliği çıkaran merciice tebligat çıkarılan adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğunun yazılması 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 23/8. maddesi uyarınca yasal zorunluluk olduğu gibi malumun da ilanıdır. Tebligat çıkarılan adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğu halde bu hususun tebligat evrakı üzerine yazılmamasının ise gerçeğin gizlenmesi olacağı kuşkusuzdur. Çoğunluk görüşünün aksine 7201 Sayılı Tebligat K.’nun ne 10. maddesinde ne 21. maddesinde ne de herhangi bir maddesinde, bilinen en son adrese tebligat yapılamaması halinde muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adrese önce tebligat çıkarılan adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğu yazılmaksızın, bir diğer ifade ile bu gerçeklik gizlenmek suretiyle tebligat çıkarılması gerektiğine, bu tebligatın yapılamaması halinde ikinci kez aynı adrese çıkarılacak tebligata adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğu açıklamasının yazılması gerektiğine ilişkin hiçbir düzenleme yoktur. Bilindiği üzere Anayasa’da kuvvetler ayrılığı sistemi kabul edilmiş olup, 7.maddede yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu belirtilmiştir. 312 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Yargı organları ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce yapılan yasal düzenlemelere uygun davranmak ve yasa hükümlerini aynen uygulamak durumundadır. Bir diğer ifade ile 7201 sayılı Yasanın 10. ve 21/2.maddelerinin yasa koyucunun iradesi doğrultusunda uygulanması halinde hak kayıplarının olabileceği endişesiyle yasa hükümleri göz ardı edilmesi düşünülemez. Yine çoğunluk görüşüne göre yapılacak uygulama 7201 sayılı Yasanın 35. maddesinin 6099 Sayılı Yasa ile değiştirilmeden önceki hali ile neredeyse aynıdır. 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 6099 Sayılı Yasa ile değiştirilmeden önceki 35/son maddesi hükmüne göre “...kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ve ticaret sicillerine...” bildirilen adreslere gönderilen tebliğ işlemlerinin yapılamaması halinde, değiştirilen adres bu yerlere bildirilmediği takdirde muhataba doğrudan 35. madde uygulanarak tebligat yapılabilmekte idi. Buna göre nüfus müdürlüğü de kamu kurumu olduğuna göre muhatabın nüfus müdürlüğüne bildirdiği adresine çıkarılan tebligatın yapılamaması halinde aynı adrese bu maddeye göre tebligatın yapılabilmesi mümkündü. Buna göre de yasa koyucunun amacı adrese dayalı kayıt sistemindeki adrese önce bir tebligat çıkarılıp, bunun yapılamaması halinde ikincinin çıkarılması olsa idi zaten yasanın 35/son maddesi bu işlevi gördüğünden böyle bir düzenlemeye gitmesi gerekmezdi. Yasa koyucunun bu durumu bilmemesi, bir diğer ifade ile abesle iştigal etmesi düşünülemeyeceğine göre ve düzenleme gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde, çoğunluk görüşüne katılmak mümkün olmamıştır. Yukarıda belirtildiği üzere değişiklik öncesi Yasanın 35/son maddesi uyarınca gerçek kişilerin kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ve ticaret sicillerine ( nüfus müdürlükleri, tapu sicil müdürlükleri, trafik tescil müdürlükleri, ticaret sicili, kamu bankaları vs. gibi birçok yer ) bildirdikleri yerlere tebligatlar yapılabilmekte ve bu durum hak kayıplarına yol açmakta idi. Pek çok kamu kurum ya da kuruluşuna değişik vesilelerle adres bildiren bir kişinin adresini değiştirdiğinde bu değişikliği aynı yerlere bildirmesini beklemenin hayatın gerçeklerine ne kadar uyacağı izahtan varestedir. İşte yapılan bu düzenleme ile kişinin, adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi, resmi tebligat adresi kabul edilmiş ve ona sadece bu adresini takip etme ve değişiklikleri bildirme mükellefiyeti yüklenmiştir. Kişiler aleyhine olumsuz sonuçlar doğurması kuvvetle muhtemel olan 35.maddenin son fıkrası yürürlükten kaldırılarak anılan düzenlemeler yapılmıştır. Şu hale göre 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun hem 10. maddesi hem de 21/2. maddesi son derece açıktır. Muhatabın bilinen adresine tebligat yapılamaması ya da bilinen adresinin bulunmaması halinde tebligat, adrese dayalı kayıt sistemindeki adresine, adresin “muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi” olduğu, tebligat evrakı üzerine yazılmak suretiyle çıkarılmalıdır. Çıkarılan bu tebligatın ise öncelikle adresin niteliğine göre 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 14, 16, 17, 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 313 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY 18 ve 20 maddelerine göre yapılması gerekir. Kendisine tebligat yapılacak kimse veya tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse tebliğ işlemi aynı kanunun 21.maddesinin 1.fıkrasına, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış ise 2. fıkrasına göre yapılmalıdır. O halde tebligat çıkarılan adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olması halinde; muhatap ya da muhatap yerine tebligatı alabilecek kimselerden birisi var ise tebligatın onlara yapılması, muhatap geçici ayrılmış ise 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesinin 1. fıkrasına göre tebliğ işleminin yapılması, muhatabın o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olduğunun belirlenmesi durumunda ise 2.fıkraya göre tebligatın yapılması gerekir. Kısacası çoğunluğun muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresine önce adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğu belirtilmeksizin bir tebligat çıkarılıp, bu tebligatın yapılamaması halinde bu kez aynı adrese, adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğu şerhi verilmek suretiyle tebligat çıkarılması gerektiği görüşüne katılmıyoruz. Muhatabın bilinen adresine tebligat yapılamaması ya da bilinen adresinin olmaması halinde tebligat çıkarılan adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olması durumunda bu şerhin verilmek suretiyle tebligatın çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. Somut olayda icra takip dosyasında şikayetçinin bilinen adresinin olmadığı görülmektedir. Bu nedenle borçlunun adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi bilinen en son adres kabul edileceğinden bu adrese adresin muhatabın adrese dayalı kayıt sistemindeki adresi olduğu yazılmak suretiyle tebligat çıkarılmasında ve 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21.maddesinin 2.fıkrasına göre tebligat yapılmasında yasaya aykırılık olmadığından tebliğ işlemi usulüne uygundur. Bu nedenlerle ihalenin feshi isteminin reddine dair icra mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olup, Dairemizin onama ilamı doğru olduğundan karar düzeltme isteminin reddinin gerektiği görüşündeyiz. Üye A. Doğan Üye A.Tuncal 314 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Bu kararın muhalefet şerhindeki görüşlere katılmak mümkün görülmemektedir. Tebligat hukukuna hakim olan, tebligat sürecinin bilinen en son adrese çıkartılacak tebligatla başlanması kuralı gereğince, ilk tebligatın, adresin AKS adresi ile aynı olup olmadığına bakmaksızın, mutlaka NORMAL yolla gönderilmesi, ancak iade edilirse Teb.K.md.21 / 2 hükmünün uygulanması gerekmektedir. Gerek Teb.K.md.10 / 2 hükmünde yer alan ”… bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır…” şeklindeki düzenlemeden ve gerekse TKUDY md.16 / 2 hükmünde yer alan; “…muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır…” düzenlemesinden, muhatabın AKS’ deki adresine Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre tebligat yapılabilmesi için BİLİNEN EN SON ADRESE ( bu adres somut verilere dayanabilir veya yasaya göre AKS adresi olarak kabul edilmiş olabilir ) çıkartılacak NORMAL tebligatın iade edilmiş olmasının gerektiği anlaşılmaktadır. PTT tarafından, 6099 s.lı Kanun ile 25.01.2012 T.li Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik (TKUDY)’ in yürürlüğünden sonra çıkartılmış bulunan TEBLİGAT İŞLETME ESASLARI (TİE) md.54 / 2 aynen şu şekildedir: 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 315 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Adresin adres kayıt sisteminden (MERNİS) alınması halinde tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden kaçınma. MADDE 54 – (1) Bu Esasların 36 uncu maddesinde belirtildiği şekilde Adres Kayıt Sisteminde yer alan adrese düzenlenen tebligatlarda; (2) Muhatap ya da kendilerine tebligat yapılabilecek kişilerin adreste bulunmaması veya tebellüğden kaçınması halinde tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti veya meclisi üyesinden birine ya da kolluk amir veya memuruna imza karşılığında teslim eder. Tebliğ memuru, Tebligat Yönetmeliğine ekli (2) numaralı örneğe uygun olarak düzenlenen 2 nolu haber kağıdını belirtilen adresteki kapıya yapıştırır. (3) 2 nolu haber kağıdının kapıya yapıştırıldığı tarih tebliğ tarihi sayılır. Haber kağıdını yapıştırma tarihi 2 nolu haber kağıdına ve tebliğ mazbatasına şerh edilir. (4) Adres kayıt sistemindeki adrese yapılacak tebligatlarda tebliğ memurunca ayrıca adres araştırılması yapılmaz. Komşu, yönetici veya kapıcıya bildirilmez. (5) Muhatabın askere gittiği, hüküm giydiği veya yurtdışına çıktığının, taşınmak suretiyle o adresten devamlı olarak ayrıldığının veya o adreste hiç oturmamış olduğunun öğrenilmesi veya adresin askeri birlik adresi, cezaevi adresi gibi ikincil bir adres olması halinde de tebliğ evrakının üzerinde adresin Adres Kayıt Sisteminden alındığının açıkça belirtilmiş olması hallerinde başkaca adres araştırması yapılmaksızın tebliğ gösterilen adrese yapılır. (6) Ancak, adresin kamulaştırma, deprem, yangın vb. nedenlerle yıkılmış veya bina özelliğini yitirmiş olması durumlarında veya muhatap tüzel kişi olmasına rağmen adresin Adres Kayıt Sisteminden alındığının tebliğ evrakı üzerinde şerh edilmesi halinde 21 inci madde uygulanmaz. Mazbataya gerekli şerhler açık ve ayrıntılı bir şekilde yazılarak çıkaran mercie iade edilir. TİE 54. maddedeki düzenleme, Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre açık mavi zarf üzerinde “AKS adresidir” şerhi bulunan tebligatların hem muhtar ve hem de muhatap ya da onun adına tebliğ almaya yetkili kişilerin imzasına yapılabileceği yolundadır. Kanun koyucunun, bilinen en son adres ile mernis adresinin aynı olması halini ayrıca düzenlememiş ve böyle bir durumda, ilk tebligatın doğrudan Teb.K. md.21 / 2 hükmüne göre çıkartılacağı yolunda hüküm getirmemiş olmasından, bilinen en son adres ile mernis adresi aynı olsa dahi, ilk tebligatın bilinen en son adres olarak kabul edilen bu adrese normal olarak çıkartılmasını amaçlamış olduğu sonucuna varmak mümkündür. Gerçekten de, yasa koyucu bilinen en son adres ile mernis adresinin aynı olması durumunda bu adrese doğrudan Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre tebligat yapılmasına dair düzenleme getirerek, konuya netlik sağlayabilirdi. Ancak yasa koyucu böyle bir düzenleme yapma iradesinden kaçınmış durumdadır. 316 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre çıkartılacak tebligatların açık mavi renkte olacağına dair düzenleme, 25.01.2012 T.li ve 28184 s.lı Resmi Gazetede yayınlanan ve 1959 yılından bu yana uygulanan Tebligat Tüzüğü’nü yürürlükten kaldıran “Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’ in (TKUDY)” 79. maddesinde yapılmıştır. Bu tebligat zarfının üzerine ayrıca, “adresin muhatabın MERNİS adresi olduğu ve tebligatın Tebligat Kanununun 21 / 2 hükmüne göre yapılması gerektiği” hususunun şerh edilmesi gereklidir. Anılan şerhin yasal dayanağı, TKUDY md.16 / 2 hükmü ve PTT tarafından tebligat hizmetlerinde uyulması gereken usul ve esasları düzenleyen TEBLİGAT İŞLETME ESASLARI’ nın “Tebliğ Evrakının Bilinen En Son Adrese Tebliğ Edilmesi” başlıklı 36. maddesinin 3 ve 4. fıkralarında yer alan “muhatabın adres kayıt sisteminden alınmış olduğunun ELLE, KAŞE BASMAK sureti ile veya zarfın üzerinde MATBU olarak açıkça” ve “zarfın ön yüzünde belirtilmiş olması” şeklindeki düzenlemedir. Söz konusu düzenlemeden, NORMAL ve TEB.K.md.21 / 2 usulüne dair tebligat olmak üzere 2 ayrı tebliğ zarfı öngörülmüş olduğunu, normal tebliğ zarflarının eskiden olduğu gibi beyaz renkte ve fakat Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre çıkartılacak tebliğ zarflarının açık mavi renkte olması gerektiği sonucuna ulaşıyoruz. Bu arada, bahsedilen BİLİNEN EN SON ADRESİN hem GERÇEK kişiler ve hem de TÜZEL kişiler için söz konusu olduğunu belirtmek gerekmektedir. Örneğin, icraya konulacak bir bononun borçlusu / sözleşmenin tarafı “A” gerçek kişisinin ya da “X” tüzel kişisinin bonoda / sözleşmede yazılı adresinin BİLİNEN EN SON ADRES olarak kabul edilmesi ve tebligatın da öncelikle bu adrese çıkartılması gerekmektedir. Bu adrese çıkartılan tebligatın BİLA iade olması halinde, gerçek kişiler için 21. madde ve tüzel kişiler içinse 35. madde hükümleri devreye girecektir. IV. Adres Değiştirmenin Bildirilmesi Mecburiyeti Maddenin güncel hali şu şekildedir: 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 317 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY ADRES DEĞİŞTİRMENİN BİLDİRİLMESİ MECBURİYETİ MADDE 35–Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır. (Değişik 2. fıkra: 6099–11.1.2011 / m.9 / Yürürlük / m.18/ç ) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır. (Değişik 3. fıkra: 4829–19.3.2003 / m.11) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır. (Ek fıkra: 3220–6.6.1985) (Değişik 4. fıkra: 6099–11.1.2011 / m.9 / Yürürlük / m.18/ç ) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve bu madde hükümleri uygulanır. (Ek fıkra: 6099–11.1.2011 / m.9 / Yürürlük / m.18/ç ) Daha önce yurt dışındaki adresine tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışı adresini değiştirir ve bunu tebliğ çıkaran mercie bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılır. Kendisine tebligat yapılmış olan muhatabın değişen adresini derhal tebligatı çıkartan mercie bildirme mecburiyeti ile yükümlü olduğu yolundaki 1. fıkra değişmemiştir. Burada, daha önce yapılmış olan tebligatın usulüne uygun olması gerektiğini akılda tutmak gerekir. Eğer ilk tebligat, yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun değilse, muhatap değişen adresini bildirmek zorunda değildir ve bu durumda da, muhataba Teb.K.md.35 hükmüne göre tebligat çıkartılamaz ve çıkartılır ise bu tebligat usulsüz olur. Maddenin 2. fıkrasında ise,değişen adresin tebliğ memurunca tespit edilmesine dair düzenlemeden vazgeçilmiş ve kendisine daha önceden tebligat yapılan gerçek kişi muhatabın AKS adresinin tespit edilememesi durumunda, iade edilen tebligatın önceki tebligatın yapıldığı adresin kapısına asılacağı ve asılma tarihinin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği kuralı kabul edilmiştir. Maddenin eski metninde, bundan sonraki tebliğlerin tebligat çıkartan merciin divanhanesine asılmak suretiyle yapılacağı kuralı varken, değişiklikle bundan vazgeçilmiş ve 35. maddeye göre çıkartılan tebligatların muhataba yapılmış sayılacağı kabul edilmiştir. Madde mevcut hali ile; a) Muhataba aynı dosyadan daha önce usulünce tebligat yapılmış olması halinde, sonradan çıkartılan tebligatın iade edilmesi ve muhatabın da değişen yeni adresini bildirmemesi ve ayrıca gerçek kişi muhatabın AKS’ de kayıtlı bir 318 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY adresinin de bulunmaması durumunda, iade edilen tebligatın kapıya asılmak suretiyle yapılmasını, b) Sadece tüzel kişiler açısından, resmi kayıtlardaki adreslerine gönderilecek tebligatın iade edilmesi koşulunun gerçekleşmesi durumunda, tebligatın iade edilen tebligat adresinin kapısına asılmak suretiyle yapılması hallerini düzenlemektedir. Kendisine daha önceden tebligat yapılan muhataba, aynı adrese çıkartılan tebligatın iade edilmesi halinde, tebligatın yapıldığı eski adrese md.35 uyarınca (kapıya asma yolu ile) tebligat yapılabilmesi için, muhatabın yeni adresini tebligat merciine bildirmemiş olması ve gerçek kişi muhatabın AKS sistemine kayıtlı bir adresinin bulunmaması gereklidir. Kendisine daha önce tebligat yapılmış olan muhatap, yeni adresini bildirmişse elbet bildirilen bu adrese önce NORMAL tebligat çıkartılacak ve ancak bu tebligatın iade olması durumunda, muhatap gerçek kişi ise ve farklı bir AKS adresi varsa, bu adres bilinen en son adres olarak kabul edildiğinden bu adrese NORMAL bir tebligat gönderilecek ve bu tebligatın iade edilmesi halinde ise, bundan sonraki tebligatlar alacaklının talebine göre gerçek kişiler için ya AKS adresine Teb.K.md.21 / 2 hükmüne göre ya da Teb.K.md.35. maddeye göre yapılacaktır. Tüzel kişiler için ise sadece 35. madde hükmü uygulanacaktır. Maddenin 4. fıkrasında da değişiklik yapılmış ve tüzel kişiler bakımından, daha önce tebligat yapılmamış olsa dahi, RESMİ KAYITLARDAKİ adreslerine 35. maddeye göre tebliğ yapılacağı kabul edilmiştir. Maddenin eski halinde gerçek ve tüzel kişi ayrımı yapılmaksızın yer alan; ”daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, ...kamu kurum ve kuruluşlarına verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır” düzenlemesi ise, gerçek kişiler açısından kaldırılmıştır. Bu değişiklik sonrasında, daha önceden gerçek kişi muhataba hiç tebligat yapılmamış olsa dahi, resmi kurum ve kuruluşlara daha önceki tarihlerde bildirilen adreslere önce normal bir tebligat çıkartılması ve bu tebligatın iade edilmesi üzerine, bundan sonraki tebligatların bu adrese gönderilmesi ve 35. maddeye göre tebliğ edilmesi uygulaması da sona ermiştir. Değişiklik sonrası düzenlemeye göre tüzel kişilerin ticaret sicilindeki adresleri tek tebligat adresi değildir; muhatabın SGK, Emniyet Müdürlüğü ve başkaca resmi kurumlarda bulunan adreslerine de tebligat çıkartılabilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, tebligata konu dosya içeriği ile uyumlu resmi makamların tercih edilmesi gerekliliğidir. Örneğin, dosya bir araç ile ilgili ise muhatabın adına tescilli olan bu aracın tescil dosyasındaki adres uyumlu bir adrestir. Ancak, muhatabın yıllar önce açtırmış olduğu ve işin tamamlanması ile iz olmuş, kapanmış işyeri sicil dosyasındaki adresi uyumsuz bir adres olacaktır. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 319 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Tüzel kişiler için resmi kayıtlardan elde edilen adrese önce normal tebligat çıkartılmalı, bu adrese gönderilen tebligatın iade edilmesi durumunda, ancak o zaman Teb.K.md.35 hükmüne göre tebligat çıkartılmalıdır. Yani, tüzel kişinin resmi kurumdan elde edilen adresine doğrudan 35. maddeye göre tebligat çıkartılması söz konusu değildir, bu resmi adrese daha önceden tebligat çıkartılmış ve iade edilmiş ise, ancak o zaman 35. maddeye göre o adrese tebligat çıkartılacaktır. Maddeye yurt dışındaki adresine daha önceden tebligat yapılmış Türk vatandaşının değişen adresini tebligatı çıkaran mercie bildirmemesi durumunda ve ayrıca AKS adresinin de tespit edilemediği hallerde, daha önce tebligat yapılan yurt dışı adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu aracılığı ile (Teb.K.md.25/a hükmüne göre) tebliğ yapılacağı ve gönderilen bildirimin ulaştığı tarihten 30 gün sonrasının tebliğ tarihi olarak kabul edileceğine dair yeni bir kural getirilmiştir. Düzenlemeden, yurt dışındaki adresine daha önce tebligat yapılmış olan muhatabın AKS adresi mevcutsa, bu adrese tebligat yapılacağı sonucu çıkmaktadır. V. Elektronik Tebligat 6099 s.lı Kanun ile 7201 sayılı kanuna ELEKTRONİK TEBLİGAT başlığı ile 7/a maddesi eklendi. Bu hükme göre, gerçek kişiler için elektronik tebligat isteklerine bırakılırken, Anonim, Limited ve Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Şirketler için elektronik tebligat zorunlu hale getirildi. Maddeye göre elektronik tebligatın zorunlu nedenlerle (teknik altyapı nedenleri) ötürü yapılmaması durumunda, tebligatın diğer usullerle yapılacağı kabul edildi. Elektronik tebligat, muhatabın elektronik posta adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda muhataba tebliğ edilmiş sayılacak. ELEKTRONİK TEBLİGAT YÖNETMELİĞİ’ nin 17.maddesine göre, elektronik tebligat usulü 19.01.2013 tarihinden bu yana yürürlükte. Ancak, henüz yapılan bir elektronik tebligat bulunmamakta. Yönetmeliğin 2. maddesine göre, Yargı Mercileri, 5018 sayılı Kanuna ekli (I) sayılı cetvelde yer alan Kamu İdareleri, (II) sayılı cetvelde yer alan Özel Bütçeli İdareler, (III) sayılı cetvelde yer alan Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar, (IV) sayılı cetvelde yer alan Sosyal Güvenlik Kurumları ile İl Özel İdareleri, Belediyeler, Köy Hükmi Şahsiyetleri, Barolar ve Noterler tarafından yapılacak tebligatlar ELEKTRONİK TEBLİGAT olarak yapılmak zorunda. Elektronik tebligat, bu kurumların gerek birbirlerine ve gerekse 7 / a maddesinde sayılan sermaye şirketlerine çıkartacakları tebliğler için zorunlu. Avukatlara elektronik tebligat mecburi değil, avukatlara gönderilecek olan tebligatlar, eskisi gibi fiziki ortamda olacak. 320 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Ancak, gerçek kişi avukatların, elektronik tebligata elverişli bir elektronik posta adresi edinmeleri durumunda ve bu adresi de elektronik tebligat çıkartmak zorunda olan kurumlara bildirmeleri halinde, taleplerine binaen tebligatlar fiziki olarak değil, elektronik ortamda gönderilecek ve posta kutusuna düştükleri tarihten 5 gün sonra tebliğ edilmiş sayılacak. PTT kurumu, 35,00 TL bedel ile elektronik posta adreslerini ( KEP – Kayıtlı Elektronik Posta) satışa sunmuş halde. Bu bedel bir kez ve adres tahsisi için ödeniyor. Verilen adres; (isim + nokta + soyisim@hs.01.kep.tr) şeklinde. Bu adrese gönderilen tebligatlar için para ödenmiyor, elektronik tebligat adresinize gönderilen her bir tebligatın gönderildiğini haber veren SMS servisinin ücreti ise, her bir SMS için 0,10 TL. Elektronik tebligat adresi edinmek için elektronik imza sahibi olmak gerek, yoksa elektronik imza da alınması gerekiyor. Kayıtlı elektronik posta adresinden gönderilecek her bir elektronik tebligat için ise 1,50 TL ödeniyor. Bu ödemeler için, PTT tarafından açılan KEP (Kayıtlı Elektronik Posta) hesabına bir miktar para depo etmek gerek. Elektronik posta adresi hazır ama, henüz Mahkeme ve İcra Daireleri ile diğer kurumlar bu posta adresini kabul etmeye ve posta göndermeye hazır olmadıklarından, fiili olarak elektronik posta yok. Bu arada, bilgi olarak, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan ve yakın zamanda tam anlamıyla devreye alınacak olan MERSİS (Merkezi Sicil Kayıt Sistemi) ile tüzel kişilerin tebligat adreslerine de, tıpkı gerçek kişilerin adreslerine ulaşılan mernis adresi gibi ulaşılabileceğini de belirtelim. Mersis sistemi, mernis sisteminin gerçek kişilere tebligat hususunda sağladığı etkiyi, tüzel kişiler açısından sağlayacaktır. Sistem, her bir tüzel kişiye bağlı olacak sabit bir MERSİS numarasına dayalı ve şimdilik şirket yetkilisinin takibini sağlıyor. Şu anda aktif olan ve http://www.mersissorgulama.com/ adresinden erişime açık olan MERSİS tam anlamıyla devreye girdiğinde, Tebligat Kanununda tüzel kişilere tebligat konusunda, gerçek kişilerin AKS adreslerine yapılan tebligat usulüne benzer tarzda bir değişiklik yapılması gerekecektir. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 321 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY SONUÇ M ahkeme ve icra dairelerince muhataplara çıkartılacak ilk tebligatın mutlaka, bilinen en son adrese gönderilecek tebligatla başlaması kuralı halen yürürlüktedir, ilk tebligat bilinen en son adrese normal yolla gönderilmek zorundadır. Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının Mahkeme veya icra dairesi tarafından tespiti halinde, muhatabın AKS adresi bilinen en son adres olarak kabul edilecek ve bu adrese NORMAL tebligat çıkartılacaktır. Bilinen en son adres ile AKS adresinin aynı olması durumunda, tebligat önce NORMAL olarak çıkartılacak, ancak iade olması durumunda Teb.k.md.21 / 2 hükmüne göre üzerinde “mernis adresidir” şerhi yazılarak ve açık mavi renkte tebligat zarfı ile gönderilecektir. Değişiklik sonrası tüzel kişilere tebligat yapılamaması hali olanaksız hale gelmiş, ancak AKS adresi olmayan gerçek kişilere tebligat yapabilmenin tek yolu olarak, Teb.K.md.18 gereği ilanen tebligat usulü kalmıştır. Gerçek kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarına beyan ettikleri adreslere Teb.K. md.35 uyarınca tebligat yapılabilme yolunun kaldırılması, hak kaybına neden olan sonuçları gideren yanı ile olumludur. Ancak, istisnasız tüm vatandaşların AKS içine dahil edilmesi henüz sonuçlanmamış olduğundan, AKS adresi olmayan gerçek kişiler için ilanen tebligat yolunun tek çare olarak kalmış olması, olumsuzdur. Yukarıda tam metni bulunan Yargıtay 12.H.D.2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. s. ve 11.02.2013 T.li karardaki çoğunluk görüşü haklı ve hukuka uygundur. Elektronik tebligat yapılmasına dair yasal düzenleme 19.01.2013 tarihinden bu yana yürürlükte olmasına rağmen, bu adresi edinmek zorunda olanlar halen bu adresi edinmemişlerdir ve elektronik tebligat pratik olarak henüz uygulamaya geçmemiştir. Avukatlar, sadece tercih ederlerse, tebligatlar onlara elektronik posta yoluyla yapılacaktır. Elektronik tebligat usulünde, tebliğ tarihi elektronik posta adresine düşme tarihinden 5 gün sonrası olarak kabul edilecektir. EKLERİ: 1. YHGK. 2001 / 11-295 – 2001 / 313 – 28.03.2001 2. Yargıtay 6. HD.2012 / 7290 – 10144 – 05.07.2012 3. Yargıtay 6. HD. 2012 / 16178 – 2013 / 1086 – 28.01.2013 322 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY EK-1 T.C YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2001/11-295 K. 2001/313 T. 28.3.2001 • TRAFİK SİCİL AMİRLİĞİNE BİLDİRİLEN ADRES ( 7201 Sa.Ka.35 ) • ADRES DEĞİŞİKLİĞİNİN BİLDİRİLMESİ ZORUNLUĞU ( Trafik sicil amirliği ) • TEBLİGAT KANUNU 35. MADDESİ UYGULAMASI 7201/m.35 ÖZET : Davalıya daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, Trafik Sicil Amirliği’ne beyan etmiş olduğu adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebligat yapılması taraf teşkili bu suretle sağlandıktan sonra işin esasına girilmek gerekirken; ilanen tebligat yapılmadığı için davanın reddi isabetsizdir. DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal 1.Sulh Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 6.4.2000 gün ve 1998/1244 E.2000/328 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18.9.2000 gün ve 5772-6747 sayılı ilamı: ( .....Davacı vekili, davalıların maliki ve zorunlu trafik sigortacısı bulunduğu aracın müvekkiline kasko sigortalı araçta çarpışması sonucu sigortalı araçta meydana gelen hasar bedelinin sigortalıya ödendiğini ileri sürerek kendilerine ödenen miktar dışında kalan 124.208.417 TL nin davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalılar, yargılamaya katılmamıştır. Mahkemece, iddia ve toplanan kanıtlara göre, davalı Hulusi Tırmıkçı’nın dava dilekçesinde gösterilen adreste bulunmadığı, zabıtaca yapılan araştırmada açık adresinin tespit edilemediği, davacıya ilanen tebligat yaptırması için süre verilmiş ise de, ilanen tebligat yaptırmayacağını bildirip, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebligat yapılması hususunda ısrar ettiği, ancak bu istemin yasaya uygun bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava dilekçesi, davalıya davacı vekili tarafından gösterilen adreste tebliğ edilememiş, zabıtaca yapılan araştırmada davalının ikamet ettiği adres tebliğ edilemediği gibi, Trafik Sicil Amirliğine bildirdiği adreste ikamet etmediği saptanmıştır. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 323 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY Uyuşmazlık; bu durumda davalıya Trafik Sicil Amirliği’ne beyan ettiği ikamet adresine 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca, tebligat yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmıştır. 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine 6.6.1985-3220/12 sayılı madde ile eklenen ek fıkrada “daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar siciline verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da, bu madde hükümlerinin uygulanacağı” öngörülmüştür. O halde davalının Trafik Sicil Amirliği’ne beyan etmiş olduğu adres değişikliğini bildirme zorunluluğu mevcut olduğu gibi, 2918 sayılı KTK. nun 32. maddesinde de bu zorunluluk açıkça düzenlenmiştir. Bu durumda mahkemece, davalıya daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, Trafik Sicil Amirliği’ne beyan etmiş olduğu adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebligat yapılmak, taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına girilmek gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Taraflar karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA oybirliği ile karar verildi. 324 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY EK-2 T.C. YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E. 2012/7290 K. 2012/10144 T. 5.7.2012 • ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ ( Olağan Yoldan Tebliğ İşlemi Yapılıp Taraf Teşkili Sağlanmadan Davalının Adres Kayıt Sistemindeki Adresine Doğrudan Tebligat Kanununun 35. Maddesi Uyarınca Tebliğ İşlemi Yapılamayacağı ) • TARAF TEŞKİLİ ( Ortaklığın Giderilmesi–Mahkemece Tespit Edilen Mernis Adresine Öncelikle Olağan Yoldan Tebliğ İşleminin Yapılması Gerektiği ) • ADRES KAYIT SİSTEMİ ( Ortaklığın Giderilmesi–Mahkemece Tespit Edilen Mernis Adresine Öncelikle Olağan Yoldan Tebliğ İşlemi Yapılıp Taraf Teşkilinin Sağlanması Gerektiği ) • USULSÜZ TEBLİGAT ( Ortaklığın Giderilmesi–Olağan Yoldan Tebliğ İşlemi Yapılıp Taraf Teşkili Sağlanmadan Davalının Adres Kayıt Sistemindeki Adresine Doğrudan Tebligat Kanununun 35. Maddesi Uyarınca Tebliğ İşlemi Yapılamayacağı ) 6100/m.27 7201/m.21/2,35 ÖZET : Dava, bir adet taşınmazın ortaklığının giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece tespit edilen mernis adresine öncelikle Tebligat Kanunu’nun 21/2 maddesi gözetilmek suretiyle olağan yoldan dava dilekçesi ve duruşma gününe ilişkin tebliğ işlemi yapılıp taraf teşkilinin sağlanması gerekirken davalının adres kayıt sistemindeki adresine doğrudan Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca tebliğ işlemi yapılması usul ve yasaya aykırıdır. DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı ortaklığın giderilmesi davasına dair karar, bir kısım davalılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Dava, bir adet taşınmazın ortaklığının giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmiş, hüküm davalılar H. Y., H. Ş. ve M. K. tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir. Paydaşlığın ( ortaklığın ) giderilmesi davaları paylı veya elbirliği mülkiyetine konu taşınır veya taşınmaz mallarda paydaşlar ( ortaklar ) arasında mevcut birlikte mülkiyet ilişkisini sona erdirip ferdi mülkiyete geçmeyi sağlayan iki taraflı taraflar için benzer sonuçlar doğuran davalardır. Paydaşlığın ( ortaklığın ) giderilmesi davasını paydaşlardan ( ortaklardan ) biri veya bir kaçı diğer paydaşlara ( ortaklara ) karşı açar. HMK.’nun 27. 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 325 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY maddesi hükmü uyarınca, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi haklarıyla bağlı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Hukuki dinlenilme hakkı, Anayasının 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının en önemli unsurudur. Bu itibarla, paydaşlardan veya ortaklardan birisinin ölmesi halinde alınacak mirasçılık belgesine göre mirasçılarının davaya katılmaları sağlandıktan sonra işin esasının incelenmesi gerekir. Olayımızda dava dilekçesi ve duruşma gününe ilişkin tebligat davalı M. G.’a tebliğ edilmemiş, bunun üzerine davalının adres kayıt sistemindeki adresine doğrudan Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca tebliğ edilmiştir. 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanun ile adres kayıt sistemi esas alınarak 7201 sayılı Tebligat Kanununda bazı değişiklikler yapılmıştır. 6099 sayılı Yasanın 9. maddesi ile değiştirilen 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35/2. fıkrası uyarınca “adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır, asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır”. Bu düzenleme uyarınca davalı M. G.’ın mahkemece tespit edilen mernis adresine öncelikle Tebligat Kanunu’nun değişik 21/2 maddesi hükmüde gözetilmek suretiyle olağan yoldan tebliğ işlemi yapılıp taraf teşkilinin sağlanması gerekirken davalının adres kayıt sistemindeki adresine doğrudan Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca tebliğ işlemi yapılması usul ve yasaya aykırı olup hüküm bu nedenle bozulmalıdır. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.na 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, temyiz nedenine göre davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 05.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 326 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY EK-3 T.C. YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ E. 2012/16718 K. 2013/1086 T. 28.1.2013 • ARAÇ KİRALAMA SÖZLEŞMESİ ( İtirazın İptali Davası–Tebligatın 6099 S.K.’nın Yürürlüğe Girmesinden Sonra Yapıldığı/Usulsüz Olduğu/Dava Dilekçesi ve Duruşma Gününü Bildiren Tebligatın Davalının Kimlik Bilgilerine Göre Adres Kayıt Sistemindeki Son Adresinde Usulüne Uygun Şekilde Tebliğ Edileceği ) • İTİRAZIN İPTALİ DAVASI ( Tebligatın 6099 S.K.’nın Yürürlüğe Girmesinde Sonra Yapıldığı/Usulsüz Olduğu–Dava Dilekçesi ve Duruşma Gününü Bildiren Tebligatın Davalının Kimlik Bilgilerine Göre Adres Kayıt Sistemindeki Son Adresinde Usulüne Uygun Şekilde Tebliğ Edileceği ) • FAİZ ( Faizin Tahsili İçin Yapılan İcra Takibi/İtirazın İptali Davası–Dava Dilekçesi ve Duruşma Gününü Bildiren Tebligatın Davalının Kimlik Bilgilerine Göre Adres Kayıt Sistemindeki Son Adresinde Usulüne Uygun Şekilde Tebliğ Edilmesi Gereği ) 7201/m.21, 35 ÖZET: Dava, araç kira sözleşmesine dayanılarak işlemiş faizin tahsili için yapılan icra takibine vaki itirazın iptali takibin devamı ve % 40 icra tazminatı istemine ilişkindir. Dava dilekçesi ekli ve duruşma gününü bildirir tebligat davalıya Tebligat Yasasının 35. maddesine göre yapılmış olup, tebligat 6099 Sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra yapılmış olması nedeni ile usulsüzdür. Bu nedenle dava dilekçesi ve duruşma gününü bildiren tebligatın adı geçen davalının, kimlik bilgilerine göre adres kayıt sistemindeki son adresinde usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesinden sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekir. DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın iptali davasına dair karar, davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Dava, araç kira sözleşmesine dayanılarak 4.238,28-TL asıl alacak ve 245,50-TL işlemiş faizin tahsili için yapılan icra takibine vaki itirazın iptali takibin devamı ve % 40 icra tazminatı istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, 2.602,59-TL üzerinden takibin devamına, itirazın iptaline, fazlaya ilişkin ve icra tazminatı isteminin reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Tebligat Kanunun’da 6099 Sayılı Yasa ile değişikliğe gidilmiştir. 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle Tebligat Kanununun 10. maddesi “Tebligat, 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 327 Tebligat Kanununda Yapılan Değişiklikler ve Bir Yargıtay Kararı Işığında (Yargıtay 12. H.d. 2012 / 32459 E. – 2013 / 3328 K. S. -11.02.2013 T.) Tebligat Kanunu Uygulamaları / SALGIRTAY tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartıyla her yerde tebligat yapılması caizdir. ( Ek fıkra:11.01.2011–6099 S.K./3.mad. ) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.” hükmünü, T.K.’nun 21/2. maddesi ( Ek fıkra: 11.01.2011–6099 S.K./5.mad ) gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.” T.K.’nun 35/2. maddesi “Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.” hükümlerini içermektedir. Açıklanan Yasa hükmüne göre, adres kayıt sisteminde adresleri tespit edilebilen taraflara Tebligat Kanunu 35. maddesine göre tebligat yapılması yerinde değildir. Olayımıza gelince; dava dilekçesi ekli ve duruşma gününü bildirir tebligat davalıya Tebligat Yasasının 35. maddesine göre yapılmış olup, tebligat 6099 Sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra yapılmış olması nedeni ile usulsüzdür. Bu nedenle dava dilekçesi ve duruşma gününü bildiren tebligatın adı geçen davalının, kimlik bilgilerine göre adres kayıt sistemindeki son adresinde usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesinden sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, savunma hakkı kısıtlanarak yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK. ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 28.01.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 328 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Kriminalistik Av. Seyfettin ARIKAN* * Avukat ve Em. Emniyet Müdürü, Polis Akademisi Em. Kriminalistik Dersi Öğr. Üyesi, Kriminalistik (Grafoloji ve Sahtecilik) UZMANI, seyfettinarikan@yahoo.com Kriminalistik / ARIKAN SAHTE OLMADIKLARI HALDE SAHTECİLİK ARIZASI GÖSTEREN İMZALARIN NEDENLERİ G enel olarak imzaların tarifi “bizi temsil eden işaret” olarak tanımlanır. Ayrılmaz bir parçamız olan imzalar zaman zaman mutluluğumuza ve zaman zaman da felaketimize neden olabilir. Bu nedenle, attığımız imzaların şahsımıza ait belirli yazı karakterlerini taşıması ve bilhassa bu imzaları inceleyen uzmanların da aşağıda açıklayacağımız hususları nazara almaları şarttır. İmzaların sahte olup olmadığının yanında, eğer sahte ise bu imzanın kim tarafından sahte olarak atılmış olduğunun tespiti de önemlidir. Bir imzanın nasıl atılması gerektiği ve diğer konular daha sonraki yazılarımızda izah edilecektir. İmzalar atılırken değişik ortamlar, kalem, kağıt farkları, psikolojik durumlar ve diğer hususlar etkili olmakta ve gerçek imzalarımızda bazı şekil ve karakter farklılıkları meydana gelmektedir. Belirtilen değişikliklerin çoğu, incelemelerde sahtecilik arızası olarak da ortaya çıkmakta ve incelemeyi yapan uzmanın kanaatinde etkili olmaktadır. Bu nedenle aşağıda açıklayacağımız hususların hem imzayı atan şahıs, hem de inceleyen uzman tarafından göz önüne alınması gerekmektedir. Gerçek olan imzalarda meydana gelen ve sahtecilik arızaları olarak değerlendirilen arızaların sebepleri: 1- ZEMİN FARKI: Atmış olduğumuz imzalar kesinlikle bir zemin üzerinde atılmaktadır. Bu zeminler bazen yumuşak, bazen sert olmaktadır. Yumuşak zeminlerle kalem ucumuz kağıt liflerinin içine daha çok girmekte ve belge arkasında bulunan imza izlerini gösteren fulaj izleri de daha derin olmaktadır. Halbuki sert ve tırtıllı zeminlerde kalem ucumuz kağıt lifleri içine fazla giremeyeceğinden imzanın çizgileri daha ince olmakta ve imzanın da hatlarında bir titreklik meydana gelmektedir. Halbuki titreklik, imza incelemelerinde bir sahtecilik arızası olarak görülmekte ve diğer arızalar ile birlikte değerlendirildiğinde belirli bir kanaat ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle imzanın atılmış olduğu zemin farkının ciddi olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. 2- İMZANIN ATILMIŞ OLDUĞU KAĞIT ÇEŞİDİ İmzalarımızı kesin olarak bir kağıt üzerine attığımıza göre, bu kağıtların da önemi büyüktür. Kağıtlar imal edilirken başta ağaç olmak üzere birçok malzeme kullanılmaktadır. Daha sonra kağıtlar üzerinde mürekkeplerin dağılmasını önlemek için kolaj maddesi uygulanmakta ve mürekkeplerin kağıt lifleri arasında dağılması engellenmektedir. Bu nedenle uygulanan kolaj maddesinin özelliğine göre de kalemin kayganlığına etkilenmekte ve bilhassa kağıtlar üzerindeki fiziki 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 331 Kriminalistik / ARIKAN silmelerden sonra bu kolaj maddesinin kaldırılması sonucu meydana gelen lif kalkmaları da kalemin yazmasına büyük bir engel teşkil etmektedir. Bu şekilde ortaya çıkan mürekkep birikintileri ve duraklamalar da sahtecilik arızalarının başlıca örnekleridir. 3- İMZALARDA KULLANILAN KALEM ÇEŞİTLERİ: İmzaların atılmasında kağıt faktörü ile birlikte kalem uçlarının da büyük bir önemi vardır. Kağıt liflerinin tahrifli veya kağıtlar üzerinde bulunan kolaj maddelerinin az olması veya olmaması kalem uçlarının da kağıt üzerindeki kayganlığında büyük bir rol oynamaktadır. Sahte olmamasına rağmen kalem özelliği sebebiyle imzalar sahtecilik arızası gösterebilir. Örneğin, dolma kalem uçlarının liflere takılması ve bu bölgelerde mürekkep birikintisi meydana getirmesi sahtecilik arızası olarak değerlendirilebilir. Yine tükenmez kalemlerin mürekkeplerinin azalması veya bu kalemlerin ucunda bulunan bilyelerin arızalı olması ve mürekkebin kağıt üzerine akmasının engellemesi de arızalar arasında sayılır. 4- PSİKOLOJİK DURUM- ÜZÜNTÜ- SEVİNÇ Bir insanın psikolojik durumu tüm düzenini değiştirdiği gibi atmış olduğu imzayı da etkileyecektir. Bir ölüm haberinin alınması annda atılan imzalar, nikah defterine atılan imzalar, çok sevinçli bir haberin alınmasında atılan imzalar, normal şartlarda atılan imzalarla gerek şekil, gerek büyüklük ve gerekse bazı karakteristik özellikler yönünden fark göstermektedir. Bu fark esasında bir sahtecilik arızası olarak görülmekte ise de, imzanın bütün olarak değerlendirilmesi ve bu faktörlerin de nazara alınması gerekmektedir. 5- HASTALIK- SARHOŞLUK Bir şahsın normal olarak atmış olduğu imza ile, hasta veya içkili olduğu zaman atmış olduğu imzalar arasında büyük farklar bulunmaktadır. Özellikle bu imzalar üzerinde titreklik arızaları ve şekil bozuklukları öne çıkmaktadır. Çünkü bu durumlarda atılan imzalarda dikkat dağılmakta, el hareketleri de zayıflamakta ve bunlar imzanın genel şekline intikal etmektedir. Bilhassa sarhoş bir şahıs genelde atmış olduğu imzayı da hatırlamadığından, bu konular çoğunlukla imza inkarı yönünden icra dairelerini ve mahkemeleri meşgul etmektedir. 6- YAŞLILIK Yaşlı ve hareket kabiliyetini kısmen de olsa kaybetmiş bir insanın atmış olduğu imza ile sağlıklı hallerinde atmış olduğu imzalar arasında büyük farklar 332 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4 Kriminalistik / ARIKAN bulunmaktadır. Bunlar özellikle titreklik, kalem kaldırma, duraklama ve müşterek şekil ve harflerin bozukluğu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu arızalar da sahte imzaların belirgin özellikleridir. Bu nedenle bu tip imzaların incelenmesinde atma zamanındaki imzaların örnek alınması yararlı olacaktır. 7- ATILAN İMZA ADEDİ Atılmış bir adet imza ile, çok miktarda atılmış bulunan imzalar arasında da genel şekil ve kaligrafik özellikler yönünden fark vardır. Bu fark özellikle çok fazla ve arka arkaya imza atma durumunda ve belirli mesleklerde ortaya çıkmaktadır. Çünkü çok fazla ve arka arkaya atılan imzalarda sonlara doğru bir düzleşme, karakter gösteren hatların ve harflerin değişmesi şeklinde arızalar ortaya çıkmaktadır. Bu hususların da inceleme yapan grafoloji uzmanları tarafından dikkate alınması gerekmektedir. 8- ATILAN İMZANIN ÖNEMİ Bazı imzalar vardır ki atan şahıs için çok önem arz etmemektedir. Mesela bir kira kontratosuna atılan imza ile büyük miktarda bir senede veya önemli bir sözleşmeye atılan imza arasında fark vardır. Çünkü sizin için önemli olan bir belgeye atılan imzaya da o derecede önem gösterirsiniz ve imzayı itinalı olarak atarsınız. Bu imzalar hastalık veya sarhoşluk gibi durumlarda atılan imzaların aksine şekil yönünden bir düzen içinde olur ve normal imzalardan farklı bir özellik gösterir. Belirli bir kalıp özelliği gösteren imzalar da inceleme sırasında uzmanın dikkatini çekmekte ve o şekilde değerlendirilmektedir. 9- İMZAYA AYRILAN YER Bazı şahısların imzası uzun, bazılarının ise kısadır. Eğer size imza atmanız için ayrılan yer büyük ve sizin imzanız küçük ise bu durumda imzanızı büyütmek ve bazı hatlar ilave etmek durumunda kalabilirsiniz veya bunun aksine, sizin imzanız büyük ancak ayrılan yer küçük ise bu durumda da mevcut imzanızın belirli bölgelerini ortadan kaldırmak ve imzanızı küçültmek zorunda kalabilirsiniz. Her iki durumda da imzanızın bazı hatları değişmiş olacağından farklı yapı ve karakterler ortaya çıkabilir veya eksilebilir. Bu imzalar üzerinde meydana gelen değişiklikler de bir uzmanın dikkate alması gereken özelliklerdir. 10- HAVA ŞARTLARI Havaların çok sıcak veya çok soğuk olması normal hayatımızı etkilediği gibi, bu şartlarda atmış bulunduğumuz imzalar da değişiklik gösterir. Sıcak bir havada atılan imzanın normal imzalardan daha geniş hatlara sahip olduğu, 2013/ 4 Ankara Barosu Dergisi 333 Kriminalistik / ARIKAN soğuk havada atılan imzaların ise daha sıkışık ve dik çizgiler içeren hatlara sahip olduğu görülmektedir. Aslında gerçek imzadan daha geniş hatlarla atılan imzaların, bakarak taklit şeklinde atılan sahte imzalarda görülmesi mümkündür. Çünkü bu imzalar muhtevasında, bakarak taklit usulü ile atılmış olmaları nedeni ile hat ve harflerin bağlantı bölgelerinde genişlik ortaya çıkmakta ve bunlar da sahtecilik arızaları olarak görülmektedir. 11- İMZA ATMA POSİZYONU Normal olarak imzalar bir masada ve rahat bir pozisyonda atılmaktadır. Bu durumda gerçek yazı karakterimiz de imza hatlarına intikal eder. Ancak bazen imzaları eğilerek, oturarak, çömelerek, kalemimizi yukarıya kaldırarak veya sıkışık bir pozisyonda atmak zorunda kalabiliriz. Bu şekilde atılan imzalar da gerçek imzalardan farklı karakterler göstermekte olup gerçek imzalarla örtüşmemektedir. Bu farklar bazen sahtecilik arızaları olarak ortaya çıkmakta ve diğer arızalar ile birlikte değerlendirildiğinde verilecek kanaati etkilemektedir. Belirtilen bu hususlar, imzalarımızın gerçek olmasına rağmen, sahtecilik arızalarından bir veya birkaçını taşımasına sebep olmaktadır. Grafoloji uzmanları tarafından yapılacak imza incelemelerinde bu noktaların nazara alınması, verilecek kanaatin daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır. 334 Ankara Barosu Dergisi 2013/ 4