AHMED SÛZÎ VE SÜLÛK-NÂME`Sİ

advertisement
1
AHMED SÛZÎ VE SÜLÛK-NÂME’Sİ
(Yüksek Lisans Tezi)
Nurullah GEYİK
Kütahya - 2016
2
T.C.
DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
AHMED SÛZÎ VE SÜLÛK-NÂME’Sİ
Danışman:
Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ
Hazırlayan:
Nurullah GEYİK
Kütahya – 2016
3
Kabul ve Onay
Nurullah GEYİK’in hazırladığı “Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme’si” başlıklı
Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine
göre değerlendirilip oybirliği /çokluğu ile kabul edilmiştir.
22/07/2016
Tez Jürisi
İmza
Kabul
Red
Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ (Danışman)
Doç. Dr. Atilla BATUR
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ÖZDEMİR
Doç. Dr. Niyazi KURNAZ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü
4
Yemin Metni
Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme’si” adlı
çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma
başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden
oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla
doğrularım.
22/07/2016
Nurullah GEYİK
5
Özgeçmiş
Nurullah Geyik, 1988 yılında Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde doğdu. Eğitimine
1993 yılında Siverek Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda başladı. Orta öğrenimini 2005
yılında Siverek Lisesi’nde tamamladıktan sonra, 2008 yılında Fırat Üniversitesi, İnsani
ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne başladı. Buradan 2012
yılında mezun olduktan sonra 2013 yılında Kütahya Fatih Anadolu Lise’sinde Türk Dili
ve Edebiyatı öğretmeni olarak göreve başladı. 2016 yılında Şanlıurfa / Hilvan Bağlar
Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne tayin oldu. Halen aynı okulda Türk Dili ve
Edebiyatı Öğretmeni olarak görevine devam etmektedir.
v
ÖZET
AHMED SÛZÎ VE SÜLÛK-NÂME’Sİ
GEYİK, Nurullah
Yüksek Lisans Tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ
Temmuz, 2016, 255 sayfa
Ahmed Sûzî, XVIII. yüzyılın son çeyreği ile XIX. yüzyılın ortalarına kadar
geçen sürede Sivas yöresinde yaşamış mutasavvıf bir şairdir. Halvetiyye tarikatının bir kolu
olan ve atası Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin kurduğu Şemsîyye / Sivasîyye dergâhında otuz
yıl boyunca irşat postuna oturarak çevresindekileri aydınlatmaya çalışmıştır.
Hayatı boyunca hiç evlenmeyen Ahmed Sûzî, ömrünü etrafındaki insanları
aydınlatmaya ve peygamberlerin açmış olduğu irşat yolunu açık tutmaya adamıştır. Hem
atasının kurduğu Şemsîyye / Sivasîyye dergâhında verdiği vaazlar, hem de yetiştirdiği
talebeler ve verdiği eserlerle bu mukaddes amaca hizmet etmeye çalışmıştır. Ahmed
Sûzî’nin eserlerden biri de Sülûk-nâme isimli eseridir. Ahmed Sûzî, bu eseri ile Allah
yoluna sülûk eden ve onun rızasını kazanmak isteyen insanlara rehber olmaya çalışmıştır.
Bu yolda karşılaşabilecekleri zorlukları ve düşebilecekleri tuzakları önceden haber vererek
onları uyanık tutmaya çalışmaktadır. Kısacası seyr ü sülûk boyunca salikin uyması gereken
adaplar ve yerine getirmesi gereken şartlar ayrıntılı olarak ele alınmış ve açıklanmıştır.
Üç bölümden oluşan tezimizin ilk bölümünde, Ahmed Sûzî’nin yaşadığı
dönemin sosyo-ekonomik, dinî ve tasavvufi durumunu ele aldık. Birinci bölümde, Ahmed
Sûzî’nin ailesini ve doğumunu, ilmi serüvenini, tasavvufa intisabını, mensubu olduğu
tarikatın genel özelliklerini ve etkisi günümüze kadar devam eden yetiştirdiği halifelerini
ele aldık. İkinci bölümde, Sülûk-nâme isimli eserinin incelemesini yaparak bu eserde ifade
edilen tasavvufi kavramları açıklamaya çalıştık. Üçüncü bölümde ise Sülûk-nâme isimli
eserinin transkripsiyonlu metni ve Günümüz Türkiye Türkçesine çevirisine yer verdik.
Tezimizin sonunda ise Sülûk-nâme’nin kolay anlaşılabilmesi için sözlük ve metnin
tıpkıbasımından örneklere yer verdik.
Anahtar Kelimeler: Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme, Halvetilik, Şemsîyye / Sivasîyye, Seyr ü
sülûk.
vi
ABSTRACT
AHMED SÛZÎ AND HIS SÜLÛK-NÂME’S
GEYİK, Nurullah
M.A. Thesis, Department of Turkish Language and Literature
Supervisor: Assoc. Prof. Mustafa GÜNEŞ
July, 2016, 255 pages
Ahmed Sûzî is a sufi poet who lived in Sivas region in the last quarter of XVIII. th.
century until the middle of XIX. th. century. He had tried to clarity the people around him
by sitting on the enightenment rug for 30 years in Şemsîyye/ Sivasîyye dervish convent
wich is branch of the Khalwetiyya sect and founded by his ancestor Sheikh Şemseddin.
Ahmed Sûzî who had never married during his life, had devoted his life to enlighten
people and to keep the englightement way opened by propehets, open. He had dried to
servet o this holy aim with Şemsîyye derwish convent founded by his anchestor and the
pupils he trianed and Works he gave. One of these works is Sülûk-nâme. Ahmed Sûzî
wanted to be a guide to the people who joined the God’s way and who wanted to gain his
consent. Ahmed Sûzî wanted to inform the people about the difficulties they might have
encosntered and the traps they might have fallen into, by making the people aware of them
beforehand. Briefly in Sülûk-nâme the good menners which people must have adapted
during the way. They had been moving ahead and the conditions they must have carried out
had been explained.
İn the fiest chapter of our thesis consisting of three chapters, we dealt with the social,
economic, religious and sufi circumstances of the therm Ahmed Sûzî lived. İn the first
chapter we examined Ahmed Sûzî’s family, his birth, his, scientific adventure, his
dependence to sufism. General features of the sect, he connected with and the chaliphes he
trained. İn the second chapter we tried to explain sufi conceptions, expressed at this work
by examing Sülûk-nâme. İn the third chapter we gave place to translation of to days Tukish
and its transcriptisned text of Sülûk-nâme. At the end of the thesis lexicon and copy of the
text example were given place to be understood easily.
Key Words: Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme, Khalwetiyya, Şemsîyye / Sivasîyye, walking a
spritual path to God ( Sayru suluk).
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET................................................................................................................................ v
ABSTRACT .................................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................vii
KISALTMALAR ........................................................................................................... xi
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
AHMED SÛZÎ HAYATI - ESERLERİ- EDEBİ KİŞİLİĞİ
1.1. AHMED SÛZÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEM VE ÖZELLİKLERİ ....................... 4
1.1.1. Sosyal, Siyasi ve Ekonomik Durum ................................................................ 4
1.1.2. Dinî- Tasavvufi Durum .................................................................................... 6
1.2. HAYATI ............................................................................................................... 8
1.2.1. Çocukluk ve Gençlik Devresi .......................................................................... 8
1.2.1.1. Ailesi .................................................................................................... 9
1.2.1.2. Eğitimi ............................................................................................... 10
1.2.2. Tarikata İntisabı ve Şeyhi .............................................................................. 11
1.2.2.1. Hizmet Dönemi ve Vefatı .................................................................. 12
1.2.2.2. Mensup Olduğu Tasavvufi Çevre ve Tarikat Silsilesi ....................... 12
1.2.2.2.1. Tarikatı................................................................................. 13
1.2.2.2.2. Tarikat Silsilesi .................................................................... 15
1.3. ESERLERİ ......................................................................................................... 19
1.3.1.Türkçe Dîvân .................................................................................................. 19
1.3.1.1. Divanın Nüshaları .............................................................................. 20
1.3.2. Farsça Dîvân .................................................................................................. 21
1.3.3. Süleymân-nâme ............................................................................................. 21
1.3.4. Kasîde-i Bürde Tercümesi ............................................................................. 22
1.3.5. Pend-nâme ..................................................................................................... 23
1.3.6. Menkıbe-i Abdülvehhâb Gâzî ........................................................................ 24
1.3.7. Vasiyet-nâme ................................................................................................. 25
1.3.8. Silsile-i Pîrân-ı Meşâyıh-ı Halvetiyye ........................................................... 26
1.3.9. Sülûk-nâme .................................................................................................... 26
1.4. EDEBÎ KİŞİLİĞİ ............................................................................................... 27
İKİNCİ BÖLÜM
SÜLŪK-NĀME’NİN İNCELENMESİ
2.1. SÜLÛK-NÂME’NİN BÖLÜMLERİ ................................................................. 31
viii
2.1.1. Besmele .......................................................................................................... 31
2.1.2. Hamdele ......................................................................................................... 32
2.1.3. Salvele............................................................................................................ 33
2.1.4. Tarîk-i Telkîn ................................................................................................. 35
2.1.5. Âdâb-ı Erkân-ı Sülûkü’s-Sâlikîn ................................................................... 38
2.1.6. Tembih ........................................................................................................... 40
2.1.7. Hurde-i Fukarâ ............................................................................................... 41
2.1.8. Huzur-ı Şeyh .................................................................................................. 41
2.2. SÜLÛK-NÂME’NİN KONUSU ........................................................................ 44
2.3. SEYR Ü SÜLÛKUN AMACI ............................................................................ 47
2.4. SÜLÛKA BAŞLAMA / TARİKATA GİRİŞ ..................................................... 51
2.4.1. Mürşid-i Kâmile Biat Etmek.......................................................................... 51
2.4.1.1. Mürşid-i Kâmilin Özellikleri ............................................................. 54
2.4.1.1.1. Kâmil Bir Şeyhten İcazet Almak ......................................... 55
2.4.1.1.2. Murakabe, Fikir ve Zikir Ehli Olmak .................................. 56
2.4.1.1.3. Şeriata Uygun Hareket Etmek ............................................. 57
2.4.1.1.4. Âlim Olmak ......................................................................... 58
2.4.1.1.5. Sabırlı Olmak ....................................................................... 59
2.4.2. Rüya /İstihare ................................................................................................. 60
2.4.3. Gusül .............................................................................................................. 62
2.4.4. Namaz ............................................................................................................ 62
2.4.5. Nezir ve Tasaddukta Bulunmak ..................................................................... 63
2.4.6. Tövbe ............................................................................................................. 64
2.4.7. Kul Hakkının Ödenmesi ................................................................................ 67
2.4.8. İkrar ................................................................................................................ 67
2.5. TARİKATLARDA TERBİYE USULLERİ ...................................................... 68
2.5.1. Rabıta ............................................................................................................. 69
2.5.1.1. Salikin Şeyhini Sevgi Yoluyla Düşünmesi ........................................ 71
2.5.1.2. Salikin Şeyhini Muhabbet Yoluyla Düşünmesi................................. 72
2.5.1.3. Salikin Şeyhini Nurdan Bir Kubbenin Ortasında Düşünmesi ........... 73
2.5.1.4. Salikin Kendini Her zaman Şeyhin Huzurunda Düşünmesi .............. 73
2.5.2. Zikir ............................................................................................................... 74
2.5.2.1. Zikr-i Cehrî ........................................................................................ 77
2.5.2.2. Zikr-i Hafi .......................................................................................... 78
2.5.2.2.1. Lisan ile Yapılan Zikr-i Hafi ............................................... 78
2.5.2.2.2. Kalp ile Yapılan Zikr-i Hafi ................................................ 79
2.5.3. Nispeti Koruma .............................................................................................. 79
2.5.4. Murakabe ....................................................................................................... 81
2.5.4.1. Salikin Allah’ın Sıfatları ile İlgili Bilmesi Gerekenler ...................... 82
2.5.4.1.1. Vâcib’ül- vücûd ................................................................... 83
2.5.4.1.2. Hâlik-ı câmi’ül- mahlûk ve’l- mevcûd ................................ 83
2.5.4.1.3. ‘Âlim .................................................................................... 83
ix
2.5.4.1.4. Kâdir-i Kayyûm ................................................................... 84
2.5.4.1.5. Samî’-i Basîr ........................................................................ 84
2.5.4.1.6. Fa“al-i lima yürîd................................................................. 84
2.5.4.1.7. Mütekellim........................................................................... 85
2.5.4.1.8. Vâhid ................................................................................... 85
2.5.4.1.9. Ferd-i Samed........................................................................ 86
2.5.4.1.10. Bâkî .................................................................................... 86
2.5.5. Sohbet ............................................................................................................ 87
2.5.6. Hizmet............................................................................................................ 89
2.5.7. Emre İtaat ....................................................................................................... 90
2.6. SEYR Ü SÜLÛKTA MÜRİD- MÜRŞİD İLİŞKİSİ .......................................... 91
2.6.1. Mürşidin Müride Karşı Görevleri .................................................................. 91
2.6.1.1. Saliklerin İstidatlarına Göre Terbiye Usulleri Belirlemek ................ 91
2.6.1.2. Saliklere Nasihatte Bulunmak ........................................................... 92
2.6.1.3. Salikleri Hakk’a Davet Etmek ........................................................... 93
2.6.1.4. Saliklerin İhtiyaçlarını Karşılamak .................................................... 93
2.6.1.5. İrşadda Kolay Yolu Seçmek .............................................................. 94
2.6.2. Müridin Mürşide Karşı Görevleri .................................................................. 95
2.6.2.1. Edep ................................................................................................... 95
2.6.2.2. Mürşide İtaat Etmek .......................................................................... 95
2.6.2.3. Mürşide Teslim Olmak ...................................................................... 96
2.6.2.4. Mürşide Hizmet Etmek ...................................................................... 96
2.6.2.5. Her İşinde Mürşidin İznini Almak..................................................... 97
2.6.2.6. Mürşidin Aleyhinde Konuşanlara Kulak Asmamak .......................... 98
2.6.2.7. Mürşidi Hak Bilmek .......................................................................... 98
2.6.2.8. Mürşidin Sohbetlerini Kaçırmamak .................................................. 99
2.7. SEYR Ü SÜLÛK YOLUNUN HİCAPLARI ..................................................... 99
2.7.1. Şehvet........................................................................................................... 100
2.7.2. Adet ve Gelenekler ...................................................................................... 101
2.7.3. Sebeplere Bağlanma .................................................................................... 102
2.7.4. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salikten Giderilmesi
Gereken Sıfatlar .......................................................................................... 104
2.7.4.1. Kibir ................................................................................................. 104
2.7.4.2. Enaniyet ........................................................................................... 105
2.7.4.3. Haset ................................................................................................ 106
2.7.4.4. Kin ve Adavet .................................................................................. 107
2.7.4.5. İntikam ............................................................................................. 108
2.7.5. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salike Kazandırılması
Gereken Sıfatlar .......................................................................................... 109
2.7.5.1. Tevazu ............................................................................................. 109
2.7.5.2. Sabır ................................................................................................. 110
2.7.5.3. Tevekkül .......................................................................................... 111
2.7.5.4. Rıza .................................................................................................. 111
2.7.5.5. Muhabbet ......................................................................................... 112
x
2.7.5.6. Sahavet /Cömertlik .......................................................................... 112
2.7.5.7. Hilm ................................................................................................. 113
2.7.5.8. İffet .................................................................................................. 114
2.8. SÜLÛK-NÂME’DE DİNî VE TASAVVUFİ MEFHUMLAR ........................ 115
2.8.1. Ayetler ......................................................................................................... 115
2.8.2. Hadisler ........................................................................................................ 117
2.8.3. Diğer Mutasavvıfların Sözleri ..................................................................... 119
2.8.4. Dua, Niyaz ve Virtler ................................................................................... 120
2.9. SÜLÛK-NÂME’NİN DİL, ÜSLUP VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ
ÖZELLİKLERİ ............................................................................................... 122
2.9.1. Dil Özellikleri .............................................................................................. 122
2.9.2. Üslup Özellikleri .......................................................................................... 122
2.9.3. Sülûk-nâme’de Vezin Kullanımı ................................................................. 124
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE
TÜRKÇESİNE AKTARIMI
3.1. SÜLÛK-NÂME METNİNİN KURULMASINDA İZLENEN YÖNTEM ..... 127
3.2. SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ ................................. 130
3.3. SÜLŪK-NĀME’NİN GÜNÜMÜZ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE ÇEVİRİSİ ... 173
SONUÇ ......................................................................................................................... 207
SÖZLÜK ...................................................................................................................... 210
EKLER ......................................................................................................................... 234
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 236
DİZİN ........................................................................................................................... 253
xi
KISALTMALAR
a.g.e.
Adı geçen eser
a.g.m.
Adı geçen makale
AKM
Atatürk Kültür Merkezi
Ank.
Ankara
ans.
Ansiklopedi, -si
(a.s)
Aleyhisselam
Bkz.
Bakınız
C.
Cilt
Çev.
Çeviren
Haz.
Hazırlayan
Hz.
Hazret-i
İst.
İstanbul
Mad.
Maddesi
Mat.
Matbaası
Nşr.
Neşreden
Ö.
Ölüm
s.
Sayfa
SK. HME.
Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Bölümü
SK. MŞ.
Süleymaniye Kütüphanesi Mihrişah Sultan Bölümü
vb.
ve benzeri
vd.
ve diğerleri
vs.
Vesaire
Yay.
Yayınları
xii
TEZ METNİ
1
GİRİŞ
Sülûk-nâme, Arapça bir kelime olan ve bir yola girme, bir kimseyi veya bir
yönü takip etme, bir düşünce veya bir sisteme bağlanma anlamındaki sülûk sözcüğü ile
Farsça isim soylu bir kelime olan ve iki şahıs arasında karşılıklı olarak gönderilip alınan
mektup, kitap, risale veya yazılı eser anlamına gelen nâme kelimelerinden oluşan
birleşik bir isimdir.1
Tasavvufi anlamda ise belli bir tarikata giren ve Allah yolunda mesafe kat
etmek isteyen müritlerin bu manevi yolculukları esnasında kendilerine yol gösterecek
olan kılavuz kitap olarak adlandırılabilir.
Sülûk-nâme bu anlamda tarikata yeni giren ve belli bir usul dairesinde hayvani
ve cismanî arzulardan uzaklaşıp kalp ve ruhun hayat çizgisinde gönül ayağıyla Allah’a
yürümenin, O’na ulaşmanın yollarını araştıran ve böylece vuslata erebilmek için fena
huylardan uzaklaşarak bu ruhanî yolculuğun değişik boyutlarını aşmaya çalışan salike
bu yolda nasıl ilerlemesi gerektiğini tarif eden kılavuz kitap olarak tanımlanabilir.
Çalışmamızda Sülûk-nâme isimli eserini incelediğimiz Ahmed Sûzî, bütün
ömrünü ilme ve manevi gelişmeye adamış bir din bilgini ve tarikat şeyhidir. Sivas’ta
atalarının kurduğu Şemsî dergâhında ölümüne kadar hizmet etmiş ve otuz yıl kadar da
bu dergâhın postnişini olarak görev almıştır. Çok erken yaşlardan itibaren tasavvufa
yönlendirilmiş ve bu alanda birçok âlimden ders alarak kendisini geliştirmiştir.
Bir halveti şeyhi olan Ahmed Sûzî; ailesi, yetiştirdiği talebeleri ve yaşadığı
döneme etkisi bakımından sadece Anadolu sahasında değil Suriye, Mısır ve Irak gibi
birçok bölgede etkisi gözlemlenen ve bu sahalarda da tanınan önemli bir şahsiyettir.2
Ahmed Sûzî, tarikatları bir birinden kesin çizgiler ile ayırmamış, özellikle
tarikatlar arasında ortaklıklar oluşturmaya çalışmıştır. Onun kesin olarak belirttiği tek
husus bu tarikatların şeriata ve sünnete uygun olmaları gerekliliğidir. Bu çizgide
bulunan bütün tarikatları ehl-i sünnet adabı içerisinde değerlendirmiştir. Seyr ü sülûk
merhalelerini ve bu yolda takip edilmesi gerekenleri de belirtirken farklı tarikatlardan
alıntılar yapmış ve onların çeşitli konularda belirttikleri görüşlerden de faydalanmıştır.
Şemseddin Sami, (2004), Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul: s. 1452.
Fatih Çınar, (2010), Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme isimli eseri, İslam Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, sayı:1,
İstanbul: s.205.
1
2
2
Bu yönü ile onun tarikat adabını ve salikin manevi yolculuğu esnasında uyması
gerekenleri anlattığı Sülûk-nâme isimli eserinde özellikle Nakşibendî tarikatında önemli
bir yeri bulunan sohbet, rabıta ve nazar gibi çeşitli konuları bir Halveti şeyhi olarak
derinlemesine bir tahlile tabi tutması onun bu özelliğini yansıtması bakımından
önemlidir. Ayrıca Sülûk-nâme isimli eserinde seyr ü sülûk macerasını anlatırken farklı
tarikatların silsilesinde yer alan ve bu tarikatlar açısından önemli bir yere sahip olan
birçok isimden yaptığı alıntılar da bu düşünceyi kanıtlar niteliktedir.
Halveti tarikatı silsilesinde yer almamasına rağmen Sülûk-nâme adlı eserinde
çeşitli konulardan bahsederken Muhammed Bahaüddîn, Nakşibendî, Necmüddîn Kübrî,
İbnü’l Arabî, Bayezîd-i Bistâmî gibi isimlerin görüşlerine de yer vermesi ve bunlardan
alıntılar yapması onun bütün ehl-i sünnet tarikatları kucaklayan bir mürşit olduğunu
gösterir.
Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli bu eserinde özellikle seyr ü sülûkun tarafları
olan şeyh ve mürit arasındaki ilişkileri derinlemesine bir tahlil ile ortaya koymaya
çalışır. Bu iki taraf arasındaki ilişkiden hareket ederek salikin çıktığı bu manevi
yolculuk esnasında uyması gereken ilkeleri ayrıntılı bir şekilde izah etmeye çalışır. Bu
şekilde nefsiyle mücadele etmek gayesiyle bir yola giren salikin bu maneviyat iklimi
içinde nefsini nasıl yenilgiye uğratacağını ve bu mücadele için gerekli olan ilke ve
uygulamaları anlatır.
Üç bölümden oluşan tezimizin ilk bölümünde, Ahmed Sûzî’nin yaşadığı
dönemin sosyo-ekonomik, dinî ve tasavvufi durumunu ele aldık. Birinci bölümde,
Ahmed Sûzî’nin ailesini ve doğumunu, ilmi serüvenini, tasavvufa intisabını, mensubu
olduğu tarikatın genel özelliklerini ve etkisi günümüze kadar devam eden yetiştirdiği
halifelerini ele aldık.
İkinci bölümde, Sülûk-nâme isimli eserinin incelemesini yaparak bu eserde
ifade edilen tasavvufi kavramları açıklamaya çalıştık. Üçüncü bölümde ise Sülûk-nâme
isimli eserinin transkripsiyonlu metni ve Günümüz Türkiye Türkçesine çevirisine yer
verdik. Tezimizin sonunda ise Sülûk-nâme’nin kolay anlaşılabilmesi için sözlük ve
metnin tıpkıbasımından örneklere yer verdik.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
AHMED SÛZÎ HAYATI - ESERLERİ- EDEBİ KİŞİLİĞİ
4
1.1. AHMED SÛZÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEM VE ÖZELLİKLERİ
Şair ve yazarların yetişmesinde ve onların edebî şahsiyetlerinin şekillenmesinde
yaşadığı coğrafyanın ve dönemin siyasi, sosyal ve kültürel etkisinin olduğu inkâr
edilemez bir gerçektir. Bu düşünceden hareketle Ahmed Sûzî’nin hayatını, eserlerini,
tasavvufi görüşlerini ve Sülûk-nâme adlı eserini ele almadan önce yaşadığı dönemin ve
coğrafyanın sosyal ve ekonomik, dinî ve tasavvufî durumunu ele alarak tasavvuf
tarihinde işgal ettiği yere, değerine ve katkısına kısaca değineceğiz.
1.1.1. Sosyal, Siyasi ve Ekonomik Durum
Ahmet Sûzî’nin yaşadığı dönem ve coğrafyanın incelenmesinin, hem yaşamını
etkileyen dış unsurları hem de hayatının büyük bir kısmını geçirdiği şehir olan Sivas ve
çevresindeki tasavvufi hayatın ortaya konulması bakımından önemli olduğu
kanaatindeyiz.
Ahmet Sûzî, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın başlarını içine alan
süreçte yaşamış bir mutasavvıftır. Bu yüzyıllar incelendiğinde XVIII. yüzyılda Osmanlı
Devleti’nin geleneksel yapısında büyük değişimler meydana gelmiştir. Hem ülke içinde
devlet otoritesi zayıflamış hem de ülke dışında Avrupa karşısında genişleme durmuştur.
Osmanlı Devleti başa çıkamadığı Avrupa’nın karşısında tutunabilmek için bu süreç
içerisinde batılılaşma hareketlerini başlatarak kurumsal ve yapısal değişiklikler
yapmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti bu süre zarfında barış siyaseti izleyerek kendisini
toparlamaya çalışmıştır.3
Merkez yönetiminin sivilleşmesi, uzun zamandır güçlenmeye başlayan ulemanın
daha da güçlenmesini sağladı. XVI. yüzyılda Şii- İslamî ideolojiye dayalı olarak kurulan
Safevî Devleti’ne karşı Osmanlı Devleti Sünni İslamiyet’in önderliği rolünü kendisine
biçmişti. Bu durum devlet yönetiminde dinî ideolojiyi güçlendirmiştir. Osmanlı
yönetimi bu ideolojik yaklaşımını vurguladıkça ulema da güç kazanmaya başlamıştır.4
Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyıla 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça
Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil isyanı ile sona eren ve Lale Devri
diye adlandırılan dönem ile girmiştir. Bu dönemin Padişahı olan Sultan III. Ahmet,
Sina Akşin vd. , (1992) , Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600- 1908, Cem Yayınları, İstanbul: s. 5960.
4 Akşin, a.g.e. , s. 62.
3
5
sadrazam Damat İbrahim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu sırada yaşanan Lâle
Devri’nde sanat ve toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmiştir.5
Halkın büyük bir kısmı zor durumda iken İstanbul’da bazı devlet büyüklerinin
rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu.6
Patrona Halil isimli bir yeniçeri; bu durumdan memnun olmayan halkı da yanına
katarak isyan çıkardı. İsyan sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, idam edildi ve
yakınları öldürüldü. Padişah III. Ahmed, tahttan indirildi ve yerine I. Mahmud getirildi.7
1789’da ortaya çıkan Fransız İhtilali’nin yankıları kısa süre sonra Osmanlı
Devleti’nde de halkı etkilemeye başladı. Tam da bu tarihte III. Selim ölen amcası I.
Abdülhamit’in yerine tahta geçti. Bu dönemde ağır aksak yürütülen yenileşme
hareketleri bir anda hız kazanmaya başladı.8
XVIII. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde karışıklıkların ve kargaşanın yaşandığı bir
yüzyıldır. Bu yüzyılda gerileme dönemini yaşayan Osmanlı Devleti’nin eski canlılığını
bir türlü yakalayamadığı görülmektedir. Osmanlı Devleti’ndeki bu kargaşa ortamı
zamanla Anadolu şehirlerinde de kendisini göstermeye başlamıştır.
Bu şehirlerden biri olan Sivas, coğrafi konumu ve önemli ticaret yollarının
kavşağında bulunması bakımından kuruluşundan itibaren önemli bir yere sahip
olmuştur. Bu durum şehre bir yandan avantaj sağlarken öte yandan şehri ele geçirmeye
çalışan güçlerin mücadele sahası haline gelmesi bakımından aynı zamanda bir
dezavantaja da sebep olmuştur. Nitekim Sivas Osmanlı hâkimiyetine girdiği ilk yıllarda
şehre hâkim olmaya çalışan Timur’un istilasına uğraması ve ticaret merkezlerinin batıya
kaymasıyla birlikte eski önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu beraberinde şehrin
demografik yapısında değişmelere de sebep olmuştur.9
Bu anlamda Sivas, özellikle XVIII. yüzyılın ikinci yarısında zaman zaman
Çapanoğullarının tesiri altında kalmış, valiler ve derebeylerin devlete başkaldırma
Bkz. Yılmaz Öztuna, (1983), Büyük Türkiye Tarihi, C. I, Ötüken Yayınları, İstanbul: s. 173- 212
Bkz. Ahmet Refik Altınay, (1973), Lale Devri, Haydar Ali Diriöz (Haz.), Başbakanlık Kültür
Müsteşarlığı Kültür Yayınları, Ankara: s. 32.
7 Kamuran Gürün, (1984), Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Bilgi Yayınları, Ankara: s. 516
8 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, (1983), Osmanlı Tarihi, C. IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara: s.
372,434, 441, 442.
9 Serpil Sönmez Yılmaz, (2011), Osmanlı Klasik Çağında Sivas, Kitabevi Yayınları, İstanbul: s. 1-3.
5
6
6
hareketleri sebebi ile büyük zararlara uğramıştır. Bu dönemde Sivas’ın hem ekonomik
hem de demografik yönden eski önemini kaybetmeye başladığı görülmektedir.10
Ahmed Sûzi’nin gençlik yıllarını içine alan bu dönem birçok Anadolu şehrinde
olduğu gibi Sivas’ta da eski canlılığın kaybolduğu bir devirdir. Bu yıllarda meydana
gelen kırılmalara şahitlik eden Ahmet Sûzî, yaşamını insanlara adamış ve dönemin tüm
olumsuzluklarına rağmen insanları hakka ve hakikate davet etmiştir.
Sivas, XIX. yüzyılda Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerini önceki dönemlere
nazaran daha sakin geçirmiştir. Bu dönemde Sivas’a atanan Halil Rıfat Paşa ve Reşit
Akif Paşa gibi çalışkan valilerin gayretleri ile şehre önemli eserler kazandırılmış ve
şehir tekrar canlandırılmaya çalışılmıştır.11
Ahmed Sûzi’nin gençlik yıllarından sonrasını kapsayan XIX. yüzyıl Sivas’ın
tekrar kısmen de olsa canlılık kazandığı bir dönemdir. Ahmet Sûzî, bu yıllarda Sivas’ta
atasının kurduğu Şemsî Dergâhı’nda irşat postuna oturarak halkı aydınlatmaya
çalışmıştır.
Ahmed Sûzî ve çağdaşları, siyasi, sosyal ve ekonomik bakımdan bir devletin
yıkılışına tanıklık etmiştir. Birçok kırılmaya sahne olan bu dönemde Ahmed Sûzî,
hayatını insanlara adayarak onları sırat-ı müstakim üzerinde durdurmaya gayret etmiştir.
1.1.2. Dinî- Tasavvufi Durum
Osmanlı Devleti’nde dinî ve tasavvufi hayat tamamıyla tekke ve tarikatların
etrafında gelişme göstermiştir. Bu sebeple Osmanlı Devleti sınırları içersindeki hemen
hemen bütün şehirlerde birçok tekke ve tarikat varlığını korumuştur. Osmanlı
Devleti’nin kuruluşundan çok daha eskiye dayanan bu kurumlar cumhuriyet döneminde
17 Ekim 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin resmen kapatılmasına
kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.12
Bu şehirlerden biri olan Sivas’ta da Ahîlik, Mevlevîlik, Bektaşîlik, Nakşîlik,
Kadirîlik, Kübrevîlik, Rufaîlik ve Halvetîlik gibi birçok tarikat cumhuriyet dönemine
kadar varlığını devam ettirmiştir. Sivas’ta dinî ve tasavvufi hayatın şekillenmesinde bu
Hikmet Denizli, (1998), Sivas Tarihi ve Anıtları, Özbelsan Yayıncılık, Sivas: s. 21.
Ahmet Gökbel, (2004), İnanç Tarihi Açısından Sivas, Kitabevi Yayınları, İstanbul: s. 41.
12 Ahmet Cahit Haksever, (2009), Modernleşme Sürecinde Mevleviler ve Jön Türkler , H Yayınları,
İstanbul: s.185.
10
11
7
tarikatların büyük etkisi olmuştur. Bu tarikatlar içinde bazıları zaman zaman ön plana
çıkmış bazıları da zamanla eski gücünü kaybetmişse de varlığını devam ettirmiştir.
Ahmed Sûzi’nin eseleri incelendiğinde Sivas’taki bu tasavvufi zenginliğin onun
üzerinde büyük etki uyandırdığı görülmektedir. Özellikle incelediğimiz Sülûk-nâme
isimli eserinde bahsettiği çeşitli konularda Mevlevîlik, Bektaşîlik, Nakşîlik, Kadirîlik,
Kübrevîlik, Rufaîlik ve Halvetîlik gibi tarikatların etkisi görülür. O, eserinde çeşitli
konuları ifade ederken bu tarikatlarda önemli bir yeri bulunan mürşitlerin sözlerine ve
düşüncelerine yer vererek yeni bir harman ortaya koymuştur.
Sivas’ta XV. yüzyıldan başlayarak Halvetî tarikatı etkili olmaya başlamıştır.
Özellikle Şemseddîn-i Sivasî’nin kurucusu olduğu Halvetîliğin dört ana kolundan biri
olan Sivasîyye kolu Sivas’ta tasavvufi hayatı etkileyen en önemli tarikat haline
gelmiştir.13
Bu dönemde tarikatın merkez asitanesi Sivas’ta bulunmaktaydı. Bunun yanında
İstanbul’da Şemseddîn-i Sivasî’nin yeğeni ve halifesi olan Abdülmecîd Sivasî Efendi ve
Abdülehad Nurî Efendi ile faaliyetlerini sürdürmekteydi.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Sivas’taki merkezin İstanbul’daki şubenin
gölgesinde kaldığı ve faaliyetlerin İstanbul ağırlıklı yürütüldüğü görülmektedir. XIX.
yüzyıla gelindiğinde ise Sivasîliğin etkin ve kudretli halifeler yetiştirememesi sebebi ile
etkisini yitirse de Sivas’taki Şemsîyye asitanesi’nin canlılığını devam ettirdiği
görülmektedir.
Ahmed Sûzî, bu canlılığın ortaya çıkmasında önemli bir yere sahiptir. Özellikle
Halvetiliğin Sivasîyye / Şemsîyye kolunun son dönemde yetiştirdiği önemli
halifelerdendir. Tarikatların zayıflamaya başladığı ve birçok tarikatın ortadan
kaybolduğu bir dönemde Ahmed Sûzî, mücadele ederek atalarının açtığı tasavvuf
yolunu açık tutmak ve halkı irşat etmek için her türlü çabayı göstermiştir.
Yaşadığı dönem her ne kadar birçok olumsuzluğun ve kırılmanın yaşandığı bir
devir olsa da onun gösterdiği üstün çabalar neticesinde Sivasîyye/ Şemsîyye tarikatı
onun yetiştirdiği halifeler vasıtasıyla tekke ve tarikatların kapatılmasına kadar varlığını
devam ettirmiş ve irşat faaliyetlerini sürdürmüştür.
Mustafa Aşkar, (1999), Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyye’nin Tarihi Gelişimi ve Halvetiyye
Silsilesinin Tahlili, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:47, Cilt:39, Sayı:1, Ankara: ss.
535-563.
13
8
1.2. HAYATI
Ahmed Sûzî hakkında biyografik kaynaklarda yeterli bilgi bulunmaması
sebebiyle biz hem kaynakların verdiği bilgileri hem de kendisinin yazdığı eserleri
referans alarak ulaşabildiğimiz kaynaklar ışığında Ahmed Sûzî’nin hayatını ve
şahsiyetini ele almaya çalıştık. Konu ile ilgili olarak yazarın doğumu, çevresi, ailesi ve
yetişmesi gibi konulara açıklık getirmeye gayret ettik.
1.2.1. Çocukluk ve Gençlik Devresi
Asıl adı Ahmed olan Ahmed Sûzî; şiirlerinde yanma, tutuşma ile ilgili, ateşli
kimse anlamına gelen Sûzî mahlasını kullanmıştır. Kaynaklarda bu mahlası neden
kullandığı belirtilmese de kanaatimize göre yazdığı lirik şiirlerden dolayı bu mahlası
alması kuvvetle muhtemeldir. Gerek kendi yaşadığı dönemde gerekse de ölümünden
sonra birçok çevrede ismi mahlası ile birlikte Ahmed Sûzî olarak şöhret bulmuş ve
yayılmıştır. Şairin, Arapça yazdığı bazı şiirlerinde Ahmed mahlasını kullandığı görülse
de gerek divanında yer alan şiirlerinde gerekse de diğer manzumelerinin hemen hemen
hepsinde Sûzî mahlasını kullandığı görülür.
XIX. yüzyılda Sivas’ın yetiştirdiği divan sahibi önemli tekke şairlerinden olan
Ahmed Sûzî’nin hayatıyla ilgili olarak biyografik kaynaklarda yeterli bilgi bulunmadığı
için bilim çevrelerinde fazla tanınmamaktadır. Buna rağmen genel anlamda tasavvuf
çevresinde ve özel anlamda ise Halveti tarikatında büyük bir şöhrete sahip olduğu
bilinir.
Halveti Tarikatının Şemsîyye / Sivasîyye kolunun kurucu şeyhi olan Şeyh
Şemseddîn-i Sivasî’nin altıncı kuşak torunlarından14 olan Ahmed Sûzî, 1179/1765’te
Sivas’ta doğmuş çocukluğu ve gençliği belli bir tasavvuf muhitinde geçmiştir. Hem
ailesinin tarikat ehli olması hem de doğduğu şehrin Anadolu’da önemli bir inanç ve
Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), Osmanlı Müellifleri, C. I, A. Fikri Yavuz ve İsmail Özen (Haz.) Meral
Yayınları, İstanbul: s. 191;İbnülemin Mahmut Kemal İnal, (1970), Son Asır Türk Şairleri, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul: s. 1709. ; Mehmed Nâil Tuman (İnehan-zâde), (2000) , Tuhfe-i Nâilî
(Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri) Cemal Kurnaz- Mustafa Tatçı (Haz.), Bizim Büro Yayınları,
Ankara: s. 456.
14
9
tasavvuf merkezi olması sebebi ile Ahmed Sûzî erken yaşlardan itibaren tasavvufa
yönelmiştir.15
Ahmed Sûzî’nin gençlik dönemi sadece Sivas’ta şekillenmemiştir. Seyr ü
sülûkunu tamamlamadan önce 1198/1783’te henüz on dokuz yasında iken hacca
gitmiştir. Hac yolculuğunu Divanında: Es-seyyîd el-hāc eş-şeyh Ahmed Sûzî kuddise
sırrıhu hazretlerinin on dokuz yaşında hacc-ı şerîfe gidip vakt-i sülûkundan evvel
söyledüği târîhdür. Başlığı altında yer alan bir kasidede manzum olarak anlatır.16 Bu
kasidede Rumi takvime göre 1198 yılının mart ayının onuncu gününde yola çıktığını,
önce İstanbul’a gittiğini oradan da deniz yolu ile on üç günde Mısır’a vardığını, bir
müddet Kahire’de kaldıktan sonra Medine’ye ulaştığını ve burada yetmiş iki gün
kaldığını ve ardından Mekke’ye giderek hac farizasını yerine getirdiğini manzum olarak
anlatır. Dönüşte ise karayolu ile Şam’a uğramış ve oradan da Sivas’a ulaşmıştır17.
Yukarıda verilen bilgiler Ahmed Sûzî’nin daha gençlik yıllarında tasavvufa
yöneldiğini ve Sivas’tan Mekke’ye Medine’ye Mısır’a ve Şam’a kadar uzanan İslam
coğrafyasında ettiği seyahatin de tasavvufi şahsiyetinin şekillenmesinde önemli bir yer
tuttuğunu gösterir.
1.2.1.1. Ailesi
Ahmed Sûzî, Halveti tarikatının Şemsîyye / Sivasîyye kolunun kurucu şeyhi olan
Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin altıncı kuşak torunlarındandır.18Babası da yine aynı
dergâhın şeyhlerinden olan Ömer Sanî Efendi’dir.19 Annesinin kimliği hakkında ise
kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Annesi ile ilgili geçen tek kayıt
Ahmed Sûzî’nin annesinin ölümünden kısa bir süre sonra dergâhın şeyhliğine
geldiğidir.20
Ahmed Sûzî’nin doğum tarihi hakkında kaynaklarda görüş birliğine varılmamıştır. Onun hayatından
bahseden kaynaklarda doğum tarihi hakkında farklı görüşler üretilmiştir. Hocazâde Ahmed Hilmi, Ahmed
Sûzî’nin doğum tarihini 1170/1757 olarak aktarmıştır. Hocazâde Ahmed Hilmi, (1307), Ziyaret-i Evliyâ,
İstanbul: s. 93. Bunun yanında onun doğum tarihini 1165/1751 olarak gösterenler de olmuştur. Vehbi
Cem Aşkun, (1948), Sivas Şairleri, Kamil Matbaası, Sivas: s. 64-89. ; Recep Toparlı, (1991), Ahmed
Sûzî, Revak Yayıncılık, Sivas: s. 93. Fakat bu görüşler içerisinde en fazla kabul gören tarih 1179/1765
tarihidir.
16 Alim Yıldız, (2012), Ahmed Sûzî Divanı, Buruciyye Yayınları, Sivas: s. 110.
17 Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 110-114.
18 Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), a.g.e. , s191; İnal, a.g.e. s. 1709. ; Tuman, a.g.e. , s. 456.
19 Hocazâde Ahmed Hilmi, a.g.e. , s. 93.
20 Hocazâde Ahmed Hilmi, a.g.e. , s. 93.
15
10
Kaynaklarda Ahmed Sûzî’nin Mehmed Behlül adında bir kardeşinin de
bulunduğu ve Ahmed Sûzî’nin vefatından sonra bu kardeşinin Sivas’taki Şemsî
Dergâhı’nda görev yaptığı nakledilir. Bu kaynaklarda verilen bilgilerden anlaşıldığına
göre Ahmed Sûzî’nin vefatından sonra onun yerine kardeşi Mehmed Behlül Efendi, o
da vefat edince sırasıyla oğulları Şeyh Hüseyin Sanî ve Şeyh İbrahim Nâibî Efendi
Şemsî Dergâhı’nda görev yapmışlardır. Yine aynı kaynaklarda Şeyh Hüseyin Sanî ve
Şeyh İbrahim Nâibî Efendi’nin, Ahmed Sûzî’nin halifelerinden olan Şeyh Ali Lütfî
Elbistânî’den hilafet aldıkları bilgisine yer verilir.21
Ömrünü çevresindekileri aydınlatma yoluna harcayan Ahmed Sûzî, hayatı
boyunca bekâr yaşamıştır. Bu sebeple ölümünden sonra kardeşleri onun irşat
faaliyetlerini sürdürmeye çalışmışlardır.22
1.2.1.2. Eğitimi
Tekke ve tasavvuf kültürünün yoğun olarak yaşandığı bir ailede yetişen Ahmed
Sûzî, eğitim hayatına da bu aile çevresinde erken yaşlarda başlamış ve ilk eğitimini
babası Ömer Sanî Efendi’den almıştır. Babasının teşviki ile beraber çocukluğu ve
gençliği belli bir tasavvuf muhitinde geçmiştir.23
Ahmed Sûzî’nin aldığı eğitime dair kaynaklarda net bir bilgi bulunmamakla
birlikte küçük yaştan itibaren ilme ve tasavvufa yönlendirildiği, alet ilimlerini ve dinî
ilimleri rahmetli babasından, tasavvuf ilmini de Şeyh Abdülmecîd Efendi’den tahsil
ettiği, Sivas’ta dönemin âlimlerinden dersler aldığı bilinir.24
Kaynaklarda tahsili hakkında yeterli bilgi bulunmasa da Ahmed Sûzî’nin
eserleri, tasavvufta ulaştığı rütbe onun çok iyi bir medrese tahsili yaptığını ve tarikat
terbiyesi aldığını gösterir. Onun yetişmesinde atası Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin eserleri
ve manevi etkisinin büyük ölçüde katkı sağladığı görülür. Zira eserleri incelendiğinde
dedesinin tesiri hemen göze çarpar.
Hür Mahmut Yücer, (2004), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. yy.), İnsan Yayınları, İstanbul: s. 238.
; Hocazâde, a.g.e. , s. 94.
22Osman Horata vd. , (2007), Sûzî, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı: Türk Dünyası Edebiyatçıları
Ansiklopedisi, C. VII, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara: s. 652.
23
Hocazâde Ahmed Hilmi, a.g.e. , s. 93.
24 Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), a.g.e. , s. 191; İnal, a.g.e. , s. 1709.
21
11
Bunların dışında başta yaşadığı yer olan Sivas civarında yetişmiş olan İbrahim
Tennûrî, Abdülmecîd Sivâsî, Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî gibi
mutasavvıf şairlerden de etkilendiği ve bunlardan feyiz aldığı görülmektedir.25
1.2.2. Tarikata İntisabı ve Şeyhi
Tasavvufta şer’i ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvufa yönelmek daha makbul
sayılır. Ahmed Sûzî’de de, tasavvuf geleneğinde daha makbul sayılan şer’i ilimleri
tahsilden sonra tasavvufa yönelmenin bir örneğini görmekteyiz. Zira bu şekilde, tarikat
ve hakikatin şeriata rağmen değil, şeriatın hükümleri doğrultusunda tarikat ve hakikat
gerçeği daha bilinçli olarak eyleme dönüştürülebilmektedir.
Ahmed Sûzî, doğduğu tasavvufi çevre içerisinde küçük yaştan itibaren tekke ve
tasavvuf kültürüyle yetiştirilmiştir. Babası Ömer Sanî Efendi Şemsî dergâhı
şeyhlerinden olduğu için kendisi de doğal olarak doğuştan itibaren bu tarikata intisap
etmiş ve babasının yolunda hizmetlerine devam etmiştir. Doğal olarak kendisine şeyh
olarak da Babasını seçmiştir.
Genç yaşta seyr ü sülûkunu tamamlamak için 1198/1783’te henüz on dokuz
yasında iken hacca gitmiştir. Hac yolculuğunu Divanında: Es-seyyid el-hāc eş-şeyh
Ahmed Sûzî kuddise sırruh hazretlerinin on dokuz yaşında hacc-ı şerîfe gidip vakt-i
sülûkundan evvel söyledüği târîhdür. Başlığı altında yer alan bir kasidede manzum
olarak anlatmıştır.26
Bu kaside de Rumi takvime göre 1198 yılının mart ayının onuncu gününde
yola çıktığını, önce İstanbul’a gittiğini oradan da deniz yolu ile on üç günde Mısır’a
vardığını, bir müddet Kahire’de kaldığını sonra Medine’ye ulaştığını ve burada yetmiş
iki gün kaldığını ve ardından Mekke’ye giderek hac farizasını yerine getirdiğini
manzum olarak anlatır. Dönüşte ise karayolu ile Şam’a uğradığını ve oradan da Sivas’a
ulaştığını ifade eder. 27
Bu yolculuğun onun kimliğinin tam olarak şekillenmesinde ve olgunlaşmasında
büyük bir öneme sahip olduğu söylenebilir. Çünkü mutasavvıfların seyahat ve hicretleri
Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 37-38.
Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 110.
27 Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 110-114.
25
26
12
manevi olgunlaşma sağlaması bakımından önem arz eder. Özellikle de İslam dini
açısından kutsal kabul edilen ve manevi atmosferin yoğun olduğu şehirlere yapılan
seyahatler bu olgunlaşmayı daha da arttırır. Bu sebeple bu seyahatin Ahmed Sûzî’nin
manevi gelişimine katkı sağlaması kuvvetle muhtemeldir. Bu yolculuğu tamamladıktan
sonra kendisi atalarının kurduğu dergâhın postnişinliğine getirilmiş ve irşat faaliyetlerini
devam ettirmeye çalışmıştır.
1.2.2.1. Hizmet Dönemi ve Vefatı
Ahmed Sûzî, hac farizasını eda ettikten sonra dedesi Şeyh Şemseddîn-i Sivasî
namına bina edilen Şemsî Dergâhı meşihatında bulunmuştur.28 Bu göreve ne zaman
geçtiği tam olarak belirtilmese de Divan’ında yer alan bir beyitte annesinin vefatından
bir süre sonra bu göreve geldiğini ifade etmiştir. Annesi 1211/1798 tarihinde vefat
ettiğine göre Ahmed Sûzî’nin yaklaşık olarak 1798 veya 1799 yıllarında bu makama
geldiği ve yaklaşık otuz yıl bu görevde kaldığı söylenebilir.29
Sözü edilen bu dergâh Halvetiyye tarikatına mensuptu. Bu tarikatın meşayıh
silsilesinde Şeyh Mecîd-i Turhalî’den sonra tarikat postuna oturan ve hayatı boyunca
hiç evlenmediği30 belirtilen Ahmed Sûzî 1246/1830’da vefat etmiş ve cenazesi Sivas
Meydan Camii’nin kuzey batısında bulunan türbeye atası Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin
kabri civarına defnedilmiştir.31
1.2.2.2. Mensup Olduğu Tasavvufi Çevre ve Tarikat Silsilesi
Bir sanatkârı incelerken onun yaşadığı muhit ve bağlı bulunduğu geleneksel
yapıyı da incelemek gerekir. Bu sebeple mutasavvıf bir şair, yazar ve tarikat şeyhi olan
Ahmed Sûzî’yi tarikatından ayrı olarak incelemek ve değerlendirmek doğru değildir. Bu
sebeple onun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için bağlı bulunduğu tarikatı ve bu
tarikatın tarihi köklerinin dayandığı geleneksel yapıyı da çalışmamızda değerlendirmeyi
uygun bulduk.
İnal, a.g.e. , s. 1709
Alim Yıldız, (2007), Ahmed Sûzî ve Pendnâmesi, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu
Bildiriler kitabı, Sivas Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 21-25 Mayıs 2007, Sivas: ss. 353-360.
30 Mehmet Fatih Güneren, (1994), Sivasî Şiirleri, Seçil Ofset, Sivas: s.19.
31 5 İnal, a.g.e. , s.1709; Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), a.g.e. , s.191.
28
29
13
1.2.2.2.1. Tarikatı
Ahmed Sûzî, Halvetiyye tarikatının Şemsîyye Kolunun önemli şeyhlerinden
biridir.
XIII. asırda İran’da kurulan Halvetiyye tarikatı, değişik bölgelere dağılan
halifeleri vasıtasıyla Anadolu, Balkanlar, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, Sudan,
Habeşistan ve Güney Asya’yı da kapsayan geniş bir muhite yayılmış ve zamanla en çok
kol ve şubeye sahip olan bir tarikat hüviyeti kazanmıştır.32
İlk defa Yahyâ Şirvânî’nin ölümünden sonra kollara ayrılmaya başlayan
Halvetiyye’nin Yahyâ Şirvânî’den sonra ayrıldığı dört ana kol kuruluş tarihlerine göre
şöyle sıralanmaktadır:
Dede Ömer Rûşenî (ö. 892/1486, Tebriz) tarafından kurulan Rûşeniyye, Pîr
Bahâüddîn Erzincânî’nin halîfesi33 Cemal Halvetî (ö.899/1494, Tebük) tarafından
kurulan Cemâliyye, Ahmed Şemseddîn Marmaravî es-Sarûhânî (ö.910/1505, Manisa)
tarafından kurulan Ahmediyye34 ve Şemseddîn-i Sivâsî (ö.1006/1597, Sivas) tarafından
kurulan Şemsîyye.
Ahmed Sûzî’nin bağlı bulunduğu ve Yahyâ Şirvânî’den sonra Havetilik’ten ayrı
bir kol olarak gelişen Şemsîyye kolu Şemseddîn-i Sivâsî tarafından kurulmuş, Sivas ve
özellikle Zile yöresinde yayılmış ve faaliyet göstermiştir.35 Tarikat Sivas’ta Şemsîyye
dergâhında faaliyetine devam ederken, İstanbul’da da Abdülmecîd Sivâsî (ö.1049/1639)
ve Abdülehad Nûrî (ö.1061/1651) ile temsil edilmiştir. Daha sonra bu zatların gayretiyle
İstanbul’da Sivasîyye şubesi ortaya çıkmıştır.36
Osmânzâde Hüseyin Vassâf, (2011), Sefîne –i Evliyâ, Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz (Çev.), C. III
Kitabevi Yayınları, İstanbul: s.133; Mustafa Aşkar, (1999), Bir Türk Tarikatı olarak Halvetiyye’nin
Tarihî Gelişimi ve Halvetiyye SilsilesininTahlili, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 47,
Cilt: XXXIX Sayı:1, Ankara: ss. 535-563. Süleyman Uludağ, (1997), Halvetiyye, Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi, C. XV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 393.
33 Muhammed Nazmî, (1982), Hediyyetü’l-İhvân, (İnceleme ve Edisyon Kritikli Metin) Osman Türer
(Haz.), Ankara: s. 201.
34 Bkz. Ahmet Ögke, (2001), Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yayınları,
İstanbul: s.57.
35 Sâdık Vicdanî, (1919-1922), Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye’den Halvetiyye, Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası,
İstanbul, s.115; Vassâf, a.g.e. , s. 225.
36 Bkz. Mehmed Sâmi’ Sünbülî, (1316), Esmâr-ı Esrâr, Cemâl Efendi Matbaası, İstanbul: s. 16-50. ;
Vicdanî, a.g.e. , s. 40-117. ; Cemâleddîn Hulvî, (1993), Lemezât-ı Hulviyye ez-Lemeât-ı Ulviyye,
Mehmed Serhan Tayşi (Haz.), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınları, İstanbul: s. 395-589.
32
14
Bu kolun kurucusu olup Kara Şems olarak şöhret bulan37 ve Şems-i Azîz,
Sivâsî-zâde38 olarak da anılan Şemseddîn-i Sivâsî, 926/1519 tarihinde Zile’de dünyaya
gelmiştir.39
Taşkent ulemasından olan babası Ebü’l-Berekât Muhammed, Fatih Sultan Mehmed
tarafından 1470 yıllarında Trabzon bölgesine getirilmiştir. Sonrasında Amasyalı Hacı
Hızır’a intisap etmiş ve onun müridi olmuştur40
Kaynakların ifadesine göre Şemseddîn-i Sivâsî, daha yedi yaşındayken
babasının mürşidi olan el-Hâc Hızır Amâsyavî’nin duasını almak üzere onunla birlikte
Amasya’ya gidip, Şeyhin duasını aldıktan sonra memleketine dönmüş, Zile’nin ileri
gelen âlimlerden sarf ve nahiv ilimlerini tahsil ettikten sonra Tokat’a, büyük kardeşi
Muharrem Efendi ve İbrahim Efendi’nin yanına gönderilerek orada Arakıyeci-zâde
Mevlânâ Şemseddîn Efendi’nin derslerine devam etmiştir. Kısa sürede nakli ve akli
ilimlerde ilerleyen Şemseddîn-i Sivâsî daha sonra İstanbul’a giderek ilmini ikmale
çalışmış, burada temayüz edip belli ilmî rütbeleri elde ettikten sonra, bil-âhere Sahn
Medreseleri’nden birine müderris olmuştur.41
Şemseddîn-i Sivâsî daha sonra hacca gitmiş (999/1591), dönüşte Zile’ye
yerleşerek ders okutmaya ve halka vaaz vermeye devam etmiştir. Cumapazarı
(Ezinepazarı)’na giderek babasının şeyhi Hacı Hızır’ın halifelerinden olan Muslihiddîn
Halife’ye intisap edip, onun nezdinde dördüncü tavıra (Nefs-i mutmainne) kadar
yükselmiştir.42
Şeyhinin vefatı üzerine buradan tekrar Zile’ye dönen Şemseddîn-i Sivâsî, Şeyh
Abdülmecîd Şirvânî (ö.971/1563)’nin Tokat’a geldiğini öğrenince tekrar Tokat’a
giderek bu zata intisap etmiştir.43 Şemseddîn-i Sivâsî, Abdülmecîd Şirvânî’nin
Nazmî, a.g.e. , s. 58, 267-268.
Vassâf, a.g.e. , s. 251. ; Aşkun, a.g.e. , s. 11.
39 Nazmî, a.g.e. , s. 60; Vassâf, a.g.e. , s. 251; Bursalı Mehmet Tâhir, (1318/1900) , Meşâyih-i
Osmaniyyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli, Tüccâr-zâde İbrahim Hilmî (neşr.), Kütüphâne-i İslâm,
İstanbul: s. 8; Bağdatlı İsmâil Paşa, (1945-1947), Hediyyetü'l-Ârifîn Esmâü'l-Müellifin ve Âsâru’lMusannifîn, (Keşfu’z-Zunûn Zeyli), C. I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul: s.150; Hoca-zâde, onun doğum
târihini 928 olarak vermektedir. Bkz. Hoca-zâde, a.g.e. , s. 90.
40 Receb Sivâsî,(Tarihsiz) Necmü’l-Hüdâ fî Menakıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebû’s-Senâ, Süleymâniye
Kütüphanesi, Lala İsmâil Kitâblığı, nr. 694/2, vr. 5b; Nazmî, a.g.e. , s. 59; Hoca-zâde, a.g.e. , s. 90.
41 Receb Sivâsî, a.g.e. , vr. 9a; Nazmî, a.g.e. , s. 61; Müstakîm-zâde, a.g.e. , vr. 11b; Hoca-zâde, a.g.e. , s.
90-91; Bursalı Mehmet Tâhir(1900), a.g.e. , s. 7-8.
42 Receb Sivâsî, a.g.e. , vr. 10b; Nazmî, a.g.e. , s. 61, 117. ; Vassâf, a.g.e. , s. 251; Hoca-zâde, a.g.e. , s.
91.
43 Nazmî, a.g.e. , s.60.
37
38
15
terbiyesinde kısa sürede seyr ü sülûkunu tamamlamış ve ona on bir yıl hizmet edip
hilafet alarak Zile’ye dönmüştür.44
Sivas valisi Hasan Paşa, Sivas’ta bir cami (Meydan Camii veya Yeni Cami) ve
dergâh yaptırmış, Şemseddîn-i Sivâsî’yi şeyhlik ve imamlık yapmak üzere Sivas’a davet
etmiş, o da bu daveti kabul ederek ailesi ve talebeleriyle birlikte Sivas’a yerleşip,
1006/1597 tarihine kadar burada talim ve irşat faaliyetlerini sürdürmüştür. Zahiri ve
batınî ilimlerde arif, riyazet ve takvasıyla meşhur olan Şemseddîn-i Sivâsî, Kânûnî
Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murâd, III. Mehmed, zamanında İstanbul’da vaaz ve
irşadda bulunmuş, hepsinden hürmet görmüştür.45
III. Mehmed’le birlikte Eğri Seferi’ne katılan Şemseddîn-i Sivâsî, seferden
dönüşte bir süre İstanbul’da dinlendikten sonra rahatsızlığı gerekçesiyle müsaade alarak
Sivas’a dönmüştür. Yaşlılığı sebebiyle seferde çekmiş olduğu zahmet ve şiddetli
soğuktan da etkilenmesi sonucu1006/1597 tarihinde Sivas’ta vefat etmiştir.46
Şemseddîn-i Sivâsî, hayatını insanlara hizmete adamış ve kurmuş olduğu kol
ismine izafeten Şemsîyye olarak anılmıştır. Bu kolu temsilen Anadolu’nun muhtelif
yerlerine yayılmış pek çok halife yetiştirmiştir. Silsile olarak açtığı irşat yolu tekke ve
tarikatların kapatılmasına kadar varlığını korumuştur.
1.2.2.2.2. Tarikat Silsilesi
Tarikatlarda şeyhten şeyhe ulaşarak tarikat pirine, ondan da yine şeyhten şeyhe,
böylece Hz. Peygamber’e kadar ulaştığı kabul edilen zincire silsile denir.47
Tasavvufta silsile manevi bir nikâh kabul edilir. Nasıl nikâh ile insanların nesli
meşru bir şekilde devam ediyorsa, manevi nikâh olarak tabir ettikleri silsileyle de tarikat
geleneği devam edecektir.48 Bu sebeple hemen hemen bütün tarikatlar kendisini
kesintisiz olarak silsile zinciriyle Hz. Peygamber’e bağlamışlardır. Bu bağ ile Hz.
Receb Sivâsî, a.g.e. , vr.20b; Nazmî, a.g.e. , s. 78.
Hasan Yüksel, (1990), Sivas’ta Bir Şeyh Ailesinin Ortaya Çıkışı, C. I, Revak Dergisi, Yıl: 1, sayı: 1,
Sivas: ss. 38-53. ; Receb Sivâsî, a.g.e. , vr. 39a-39b; Nazmî, a.g.e. , s. 102; Vassâf, a.g.e. , s. 252.
46 Nazmî, a.g.e. , s. 101-108; Osman Türer, (1984), Osmanlı imparatorluğunda Padişah-Tarîkat Şeyhî
Münâsebetine Dair Târihi Bir Örnek, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Yıl:4 Sayı: 28, İstanbul: s. 181194. Recep Sivâsî, a.g.e. , vr. 46a; Nazmî, a.g.e. , s. 109; Hoca-zâde, a.g.e. , s.91.
47
Abdülbâki Gölpınarlı, (2009), Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik, inkılâp Kitabevi, İstanbul: s.199.
48 Aşkar, a.g.m. , s. 535-536.
44
45
16
Peygamber’e bağlı olmayan kişinin manen yetişemeyeceği gibi irşat ehli olarak kabul
edilmeyeceği anlayışı bu durumu ortaya çıkarmıştır.
Hz. Peygamber’in açmış olduğu irşat yolu onun yetiştirdiği sahabeler vasıtasıyla
daha sonraki nesillere aktarılmıştır. Bu irşat faaliyetleri bir silsile zinciriyle devam
etmiştir. Tarikat geleneğinde silsileleri günümüze kadar devam eden başlıca iki silsile
bulunmaktadır. Bunlardan birisi Hz. Ali
diğeri ise Hz. Ebubekir vasıtasıyla Hz.
Peygamber’e ulaşmaktadır.49
Silsilelerde, tarikatın esas kurucusu sayılan ve tarikatın genellikle adını aldığı
zattan Hz. Peygamber’e kadarki kısımda adı geçen şahısların bazıları arasında zaman ve
yer açısından bir irtibatlandırma yapmanın mümkün olmadığı görülmektedir.50
Bizim burada, Halvetilikle ilgili aşağıda vereceğimiz silsilenin başında yer alan
Hz. Ali’nin, 29/661 yılında, hemen kendinden sonra gelen Hasan el-Basrî’nin 110/728
yılında vefat ettiği göz önüne alınırsa, ikisinin görüşmüş olmaları tarihi yönden
mümkün görünmemektedir. Bu durumu mutasavvıflar üveysîlik, yani bir şeyhin,
kendisinden önce yaşamış başka bir şeyhin ruhaniyetinden feyiz alarak, manen görüşme
yolu ile yetişebileceği şeklinde izah etmeye çalışmışlardır.51
Bu durum daha önce de bahsettiğimiz tarikat silsilesi ile Hz. Peygamber’e bağlı
olmayan kişinin manen yetişemeyeceği gibi irşat ehli olarak kabul edilmeyeceği
anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu durum tarikatı kuran şeyhten önceki dönemde
problem meydana getirse de kurucu şeyhten sonra şeyh, bizzat aynı dönemde ve onlarla
birlikte yaşayarak halifeler yetiştirdiği için bu sorunu ortadan kaldırmaktadır.
Ahmed Sûzî’nin bağlı olduğu Şemsîyye silsilesi şöyledir:
1. Hz. Muhammed (s.a.v)
2. Hz. Ali (ö.29/661)
3. Saîd Hasan bin Yesâr el-Basrî (ö.110/728)
4. Habîb el-Acemî
Hasan Kamil Yılmaz, (2010), 300 Soruda Tasavvufî Hayat, Erkam Yayınları, İstanbul: s. 148; Ahmet
Cahid Haksever, (2009), Ya’kub-ı Çerhî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yayınları, İstanbul:
s. 53.
50 Yılmaz, a.g.e., s. 148-149. ; Haksever, a.g.e. , s.53.
51 Aşkar, a.g.m., s.553. ; Ahmet Yaşar Ocak, (1982), Veysel Karanî ve Üveysîlik, Dergah Yayınları,
İstanbul: s.103.
49
17
5. Dâvud et-Taî (ö.l651782)
6. Ma’ruf Ali el-Kerhî (ö.200/815)
7. Seriyyü’es-Sakatî (ö.253/867)
8. Ebu’l-Kasım Cüneyd el-Bağdadî(ö.297/91O) (CÜNEYDİYYE)
9. Ahmed Mimşâd-ı Dineverî (ö.299/912)
10. Muhammed Dineverî (ö.340/951)
11. Muhammed el-Bekrî (ö.380/990)
12. Vecîhuddin-i Bekrî (ö.442/1050)
13. Ebu Necib Abdu’l-Kâhir-i Sühreverdî (ö.598/1201)(SÜHREVERDİYYE)
14. Kutbuddin el-Ebherî (ö.622/1225)
15. Muhammed Rukneddin-i Necaşî
16. Seyyid Muhammed Cemaleddin Şirazî (ö.652/1255)
17. Şehabeddin Tebrizî (ö.702/1302)
18. İbrahim Zahid Geylanî (ö.705/1305) (ZAHİDİYYE)
19. Ahî Muhammed Geylanî (ö.780/1378)
20. Ömer Halvetî (ö.800/1397) (HALVETİYYE)
21. Pîr-i Ahî Mîrem Muhammed (ö.812/1409)
22. Hacı İzzeddin Halvetî (ö.828/1424)
23. Sadreddin Hiyamî Pîr Ömer Halvetî (ö.860/1455)
24. Seyyid Yahya Şirvanî (ö.868/1463-64)
25. Ziyâeddîn Yûsuf Mahdum Şirvânî (ö.890/1485)
26. Mevlânâ Muhammed Rukiyye (ö.? )
27. Şahkubâd Şirvânî (ö.950/1543-44)
28. Abdülmecîd Şirvânî (ö.971/1563)
29. Şemseddîn-i Sivâsî (ö.1006/1597) ( HALVETİYYE - ŞEMSÎYYE)
30. Pir Mehmed Efendi ( ö. 1599)
18
31. Recep Sivâsî ( ö. 1607)
32. Abdülmecid Sivasî ( ö. 1639)
33. Hasan Çelebi Efendi (ö.1020/1611)
34. Müeyyed Efendi (ö.1070/1659)
35. Halil Efendi ( ö. ? )
36. Ömer Efendi ( ö. ? )
37. Müeyyed Sânî ( ö. ? )
38. Ömer Sâni ( ö. ? )
39. Ahmed Sûzî (ö.1246/1830)
Ahmed Sûzî’den sonra tekke ve tarikatların kapatılmasına kadar Şemsîyye
silsilesi şöyle devam etmiştir:
40. Mehmed Behlûl Efendi (ö.1256/1840)
41. Hüseyin Efendi (ö.1279/1862)
42. Ahmed Efendi (ö.1317/1899)
43. Şemseddîn-zâde Mehmed Efendi (ö. 1331/1912)
44. Hüseyin Şemsi (Güneren) (ö. 1376/1956)52
Şemsîyye silsilesi için Bkz. Mustafa Aşkar, (1999), Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyye’nin Tarihi
Gelişimi ve Halvetiyye Silsilesinin Tahlili, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:47, Cilt:39,
Sayı:1, Ankara: ss. 535-563. ; Selçuk Eraydın, (1981), Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yayınları,
İstanbul: s. 430. ; Ramazan Muslu, (2007), Halvetiye’de Etvâr-ı seb’a Yazma Geleneği ve Sofyalı Balî
Efendi’nin Etvâr-ı seb’a Risalesi, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl:8, Sayı: 18, Ankara:
ss. 65-85. , Abdülbâki Gölpınarlı, (1997), Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul:
s. 82-87. ; Feridüddin Attar, (1987), Tezkiretü’l- evliya, Orhan Yavuz (Haz.), Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara: s. 62-76. ; Hayrani Altıntaş, (2001), Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara: s.
59-65. ; Mecdî Efendi, (1986), Hadaikü’ş-şakayık, Abdülkadir Özcan (Haz.), Çağrı Yayınları, İstanbul: s.
288. ; Bursalı Mehmed Tahir, (1975), Osmanlı Müellifleri, A. Fikri Yavuz ve İsmail Özen ( Haz.), Meral
Yayınları, C. III, İstanbul: s. 174. ; Ethem Ruhi Fığlalı, (1984), İmamiye Şiası, Selçuk Yayınları, Ankara:
s. 160-168. ; Aşkım Güney, (1997), Halvetilerde Musiki, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul: s. 12. ; Rahmi Serin, (1984), İslam Tasavvufunda
Halvetilik ve Halvetiler, Petek Yayınları, İstanbul: s. 78-128. ; Abdülkerim Abdülkadiroğlu, (1991),
Halvetilik’in Şabaniyye Kolu Şeyh Şaban-ı Veli ve Külliyesi, Şaban-ı Veli Derneği Yayınları, Ankara: s.
23-38. ; Osman Türer, (2011), Osmanlılarda Tasavvufi Hayat – Halvetilik Örneği-, İnsan Yayınları,
İstanbul: s. 92-93.
52
19
1.3. ESERLERİ
1.3.1.Türkçe Dîvân
Alim Yıldız tarafından Ahmed Sûzî Divânı adıyla 2012 yılında Sivas’ta
yayımlanan bu eserin yazma eser kütüphanelerinde çeşitli nüshaları53 bulunmaktadır.
Bunun yanında eski harflerle de baskısı yapılan bu eser üzerinde Yüksek lisans tezi
olarak bazı çalışmalar yapılmıştır.54
Tekke şairi olması dolayısıyla Dîvân’ında dinî ve tasavvufi unsurlara sıklıkla
yer veren Ahmed Sûzî, ilahî aşkı, inançla ve ibadetle ilgili konuları çokça işlemiş,
Allah’tan, meleklerden, peygamberlerden, ahiretten bahsetmiş, daha çok tarikat ve
dervişlikle ilgili kavramları ele almıştır.
Ahmed Sûzî’nin mahlası olması dolayısıyla Sûzî-nâme olarak da adlandırılan
Dîvân’ında 16 kaside, 206 gazel, 63 müfred, 5 muhammes, 1 müsemmen, 1 mu’aşşer,
37 mani, 4 müstezat, 3 müseddes, 1 tarih, 1 naat ve 3 murabba olmak üzere toplam 451
şiir bulunmaktadır.55
Ahmed Sûzî Divanı’nda aruz ölçüsüyle yazılan şiirlerin dışında hece ölçüsüyle
yazılan 32 adet manzume, murabba başlığı altında 83 adet dörtlük daha mevcut olup bu
dörtlüklerin bir kısmında vezin doğru olup bir kısmında ise tutmamaktadır. 56
Ahmed Sûzî Divanı’nda Türkçe yazılmış şiirlerin yanında Arapça ve Farsça
yazılmış şiirler de bulunmaktadır. Bu da Ahmed Sûzî’nin Arapça ve Farsçaya belli
ölçüde vakıf olduğunu göstermektedir.
Ahmed Sûzî, divanını 1235/1814 tarihinde tamamlamıştır. Eserin tamamlanma
tarihini kendisi divanında yer alan şu rubaisinde açık bir şekilde ifade eder:
53
Süleymaniye Kütüphanesi, Es’ad Efendi Kitaplığı, 2646 (94 varak 19 satır, 21.5x15 mm); Süleymaniye
Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Kitaplığı, 3599 (118 varak,18 satır, 19.7x14.5 16.4x11.5 mm) ; Selim
Ağa Kütüphanesi, Hüdayi Efendi Kitaplığı, 1245 (136 varak, 15 satır, 20.0x14.7, 16.0x10.0 mm) ;
Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Kitaplığı, 135/1 (49 varak, 17 satır, 21.0x15.0 mm)
54 Bkz. Mehmet Göktaş, (2001), Ahmed Sûzî Divânı’nın Dinî ve Tasavvufî Tahlîli, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum. ; Ayşe Ulusoy, (2004),
Ahmed Sûzî Divânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Sivas. ; Metin Ceylan, (1999), Ahmed Sûzî Divânı’nın Edisyon Kritiği, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, , Afyon. ; Abdülkadir Sağlam,
(2000), Sûzî Divânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Çanakkale. ; Zafer Arslan, (2010), Ahmed Sûzî-i Sivâsî ve Divânı, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş.
55 Yücer, a.g.e. , s.232, ; Yıldız, (2012), a.g.e. , s.8, ; Ceylan, a.g.e. , s. 238.
56 Ceylan, a.g.e. , s. 238.
20
Heştâd çendân oldı rubâ’î
Kilk-i zebân yazdı çü anı
Biñ sâl u iki yüz sî pençinde
Hatm oldı şâhım Sûzî dîvânı 57
( R:82)
Ayrıca şair, divanının hatimesinde yer alan aşağıdaki beyitte de yine aynı tarihi
şöyle zikreder:
Bin iki yüz otuz beşde hatm olundu bu divân
Pes niyâzım okuyandan ola bir hayr senâ58
( N: 1 / 141)
Ahmed Sûzî, divanın tarihini, tarih düşürerek de tespit etmiştir:
Bu Sûzî-nâme’me târih düşüpdür
Kıla hayrile yâd okıyan anı 59
( G: 259/ 25)
1.3.1.1. Divanın Nüshaları
1. Süleymaniye Kütüphanesi, Es’ad Efendi Kitaplığı, 2646 (94 varak 19 satır,
21.5x15 mm)
2. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Kitaplığı, 3599 (118
varak,18 satır, 19.7x14.5 16.4x11.5 mm)
3.Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdayi Efendi Kitaplığı, 1245 (136 varak, 15 satır,
20.0x14.7, 16.0x10.0 mm)
4. Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Kitaplığı, 135/1 (49 varak, 17
satır, 21.0x15.0 mm)
Alim Yıdız, (2011), Ahmed Sûzî Hayatı ve Şiirleri, Buruciye Yayınları, Sivas: s.49-105.
Yıldız, (2012), a.g.e. , s.407
59 Ceylan, a.g.e. , s. 238.
57
58
21
1.3.2. Farsça Dîvân
Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi bölümünde 2646 numarada kayıtlı
bulunan bu eser 44 varaktan oluşan küçük bir divançedir. Ahmed Sûzî’nin bu eserinde
daha çok tasavvufa dair düşüncelerini ifade ettiği ve çeşitli nazım şekilleri ile kaleme
aldığı bir kısım şiirleri yer almaktadır. Bu eserden hareketle Ahmed Sûzî’nin şiir
yazacak kadar Farsçaya vakıf olduğu anlaşılmaktadır.
1.3.3. Süleymân-nâme60
Ahmed Sûzî’nin 553 beyitten meydana gelen bir mesnevisidir. Tek nüshası
tespit edilebilen bu eser Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih Güneren Bölümü,
No: 25’te kayıtlı mecmuanın 86-114 sayfaları arasında bulunan bu eser Ahmed Sûzî’nin
matbu Divanı (192 sayfa), Kasîde-i Bürde tercümesi (yk. 1b- 13b), Vasiyet-nâmesi (120) ve Şemseddîn-i Sivâsî’nin Süleymâniyye/ Süleymân-nâme (1-85) isimli mesnevisi
bir mecmuanın içinde bulunmaktadır.
Farklı türden eserler bir araya getirildiği için mecmua içerisinde bulunan eserler
bir bütün olarak değil, her eser kendi içerisinde ayrı ayrı olacak şekilde
numaralanmıştır. Mecmua içerisinde sadece Şemseddîn-i Sivâsî’nin Süleymâniyye adlı
mesnevisi ile Ahmed Sûzî’nin Süleymân-nâme isimli mesnevisi bir birini takip edecek
şekilde sıralanmıştır. Bunlara ise varak numarası yerine sayfa numarası verilmiştir.
Ahmed Sûzî, Sivas’ta bulunan Şemseddîn-i Sivasî dergâhına postnişin olarak
oturduğunda dergâhta bulunan ve büyük bir kısmı Şemseddîn-i Sivasî’ye ait olan
kitapların çoğunun fareler tarafından yenilmiş olduğunu görür, tahribata uğramamış
kitapları muhafaza altına alır. Bu kitaplar arasında Şemseddîn-i Sivasî’nin
Süleymâniyye/ Süleymân-nâme adlı kitabı da bulunmaktadır. Bu kitabın da son tarafları
tahribata uğrayarak okunamaz hale gelmiştir.
Süleymân-nâme her okunduğunda
Hz. Süleyman, Davut Peygamber’in oğludur. Babası gibi hem peygamber hemde hükümdar olmuştur.
Hz. Süleyman’ın kuvvet ve şevketi çok büyüktür. İnsanlar, cinler, devler, periler, vahşi hayvanlar, kuşlar,
yılanlar, karıncalar ve rüzgâr onun hükmü ve emirleri altında bulunmakta idi. Böyle büyük bir peygamber
ve hükümdar olan Hz. Süleymana ait birçok kıssa anlatıla gelmiştir. Onun hayatı, mücadelesi ve başından
geçen maceralar Süleymân-nâme adı ile anılan eserlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu tür
eserlerde özellikle Hz. Süleyman’ın kibrit-i ahmerden yapılan yüzüğü, onun karınca ile arasında geçen
olaylar, Seba melikesi Belkıs ile münasebeti ve Hüthüt adı verilen kuşu hakkında bilgiler yer alır.
Kısacası Hz. Süleyman’ın kıssasının anlatıldığı bu tür mesnevilere genel olarak Süleymân-nâme olarak
adlandırılırlar. Agâh Sırrı Levend, (1984), Divan Edebiyatı ( Kelimler ve Remizler- Mazmunlar ve
Mefhumlar ), Enderun Kitabevi, İstanbul: s.120-122.
60
22
dinleyicilerin hikâyenin bundan sonraki kısmını merak etmeleri üzerine bu eseri
yazmaya karar verdiğini söyleyen Ahmed Sûzî kitabını ancak 1230/ 1815 te
tamamlayabildiğini ifade etmektedir.61
Ahmed Sûzî’nin Süleymân-nâme’sinden anlaşıldığına göre tekkede tahrip gören
kitaplar arasında bulunan Şemseddîn-i Sivasî, Süleymâniyye / Süleymân-nâme’de
Belkıs’ın elçilerinin Hz. Süleyman’a gelmeleri konusuna kadar gelmiş, bundan sonraki
kısımlar ise fareler tarafından tahrip edilmiştir.
Bu kısım Şemseddîn-i Sivasî’nin
Süleymâniyye / Süleymân-nâme’sinin 159. Beytine denk gelmektedir. Ahmed Sûzî bu
kısımdan başlayarak bundan sonra yaşanan hadiseleri eserine almış ve yarım olan eseri
tamamlamıştır.62
1.3.4. Kasîde-i Bürde Tercümesi
Kâ’b İbni Züheyr, Hz. Peygamber aleyhinde hicviyeler yazan müşrik bir şairdi.
Öldürülmesi hakkında emir çıkarılınca, daha önce iman etmiş olan kardeşi, Müslüman
olduğu takdirde Hz. Peygamber’in kendisini affedeceğini söylemiş, o da Medine’ye
giderek Hz. Peygamberin ve ensarın huzurunda Müslüman olmuş ve o sırada Hz.
Peygamber’i öven bir kaside okumuştur. Onun büyük bir şair olduğunu gören ve
kasideyi çok beğenen Hz. Peygamber onu affetmiş ve üzerindeki hırkasını (bürde)
çıkararak Kâ’b İbni Züheyr’in omzuna atmıştır. Bu kaside İslam âleminde çok meşhur
olan Kasidetü’l-bürde (Kaside-i Bürde ) adıyla anılmıştır. 63
Bu kasidenin yanında bir de İmam Busirî tarafından Hz. Peygamber’i övmek
maksadıyla yazılan kaside-i bürde64 vardır. Bu her iki kasideyi örnek alarak İslam
âleminde bu kasidelere nazireler yazılmış ve birçok şair tarafından bu kasidelerin
manzum tercümeleri yapılmıştır.
Tüm İslam dünyası edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da birçok şair
bu kasidenin manzum tercümesini yapmıştır. Bu şairlerden biri de Ahmed Sûzî’dir.
Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 9.
Bkz. Hüseyin Akkaya, (1997), The Prophet Solomon in Ottoman Turkish Literature and the
Suleymâniyye of Şemseddin Sivâsî, Part II, Harvard University, Cambridge: pp. 288
63 Nurullah Geyik, (2012), Şeyh Abdurrahim Karahisari ve Tercüme-i Kaside-i Bürdesi, Yayımlanmamış
Bitirme Tezi, Fırat Üniversitesi, İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümü,
Elazığ: s. 3
64
İmam Busiri, (1975), Kaside-i Bürde, Fevzi Aksoy-Mehmet Balcı (Çev.), Bedir Yayınevi, İstanbul: s.1
61
62
23
Samimi bir Peygamber sevdalısı olan Ahmed Sûzî, atası Şemseddîn Sivasî’nin yolunu
takip ederek Kaside-i Bürde’nin manzum bir tercümesini meydana getirmiştir.
Bu eserin kataloglarda iki nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan biri
Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih Güneren Bölümü, no: 25’te ( yk. 1b- 13b )
diğer nüsha da yine aynı kütüphanenin aynı bölümünde no: 108’de ( yk. 1b- 17b )
kayıtlıdır. Her iki nüshanın da müstensihi ve istinsah tarihi bilinmemektedir.
162 beyitten meydana gelen ve aruz ölçüsünün mefâǾîlün mefâǾîlün mefâǾîlün
mefâǾîlün kalıbıyla kaleme alınan bu tercümede Ahmed Sûzî, ilk önce İmam Busirî
tarafından yazılan Kaside-i Bürde’nin Arapça beyitini vermiş daha sonra da bu beytin
manzum olarak tercümesini yapmıştır.
Cânâ andın mı ol semt-i kemân-ebrû-yı cânânı
Ki hılt ettin revân-ı eşki çeşme ahmer kanı
Beyiti ile başlayan bu tercümenin son beytinde Ahmed Sûzî mahlasını şu şekilde
belirtmektedir:
Habîbin âsitânında gönül mahzûn durur dâima
Sevindir izzetin hakkı kulun Sûzî-i sûzânı65
1.3.5. Pend-nâme
Ahmed Sûzî’nin Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no:
3131’de ve Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Bölümü, no: 198’de yer alan iki
nüshası bulunan bu eserin birinci nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud
Efendi Bölümü, no: 3131’de kayıtlı bulunan Sülûk-nâme isimli eserinin hemen ardında
yer alır. Mesnevi nazım şekli ile yazılmış olan 96 beyitlik bir eserdir. 66
Ahmed Sûzî bu mesnevisine klasik mesnevilerde adet olduğu üzere besmele ile
başlar. Daha sonra da mesnevisinin aşağıda yer alan ilk beytinde eserine Allah’ın adıyla
başladığını ve bununla birlikte okuyuculara bir nasihat vermek istediğini şu ifadelere
açıklamaya başlar:
Bkz. Yıldız, (2007), a.g.m. , s.27.
Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no: 3131 (yk.
36a-38b)
65
66
24
Hudâ ismiyle deprettüm lisânı
Nasihatten sana açdım dükkânı67
Yukarıda kendisinin de belirttiği gibi eserine Allah’ın adını anarak başlayan
Ahmed Sûzî, bundan sonra Allah’ı bir ve Peygamberi hak olarak tanımak ve bilmek
gerektiğini ifade eder. Bu kısımdan sonra Dört Halife’ye (Hz. Ömer, Hz. Ebubekir, Hz.
Osman ve Hz. Ali) ve Hz. Muhammed’in ashabına ve ailesine salât ve selam getirerek
eserinin asıl kısmına geçer.
Eserinde klasik pend-nâmelerde olduğu gibi nasihatlere yer verir. Klasik pendnâmelerden farklı olarak Ahmed Sûzî, bu eserinde hususi olarak tarikat yoluna girerek
bu yolda ilerlemeye çalışan saliklere nasihatlerde bulunur. Bir tarikata girerek bu yolda
ilerlemeye çalışan müritlere tarikat adabını anlatır ve müritlerin dikkat etmeleri gereken
hususlar hakkında değerlendirmelerde bulunarak onlara çeşitli konularda tavsiyelerde
bulunur.
Eserinin sonunda ise:
Hudâ eyleye dârında anı şâd
Vâ’fu ‘annâ veğfirlenâ verhemna ente mevlânâ68
Diyerek yaptığı kusurların affedilmesi ve günahlarının bağışlanması için Allah’a
dua ederek eserini tamamlar.
1.3.6. Menkıbe-i Abdülvehhâb Gâzî
Ahmed Sûzî’nin bu eserinin biri yazma biri de hat levhası olmak üzere iki
nüshası bulunmaktadır. Yazma nüshası Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih
Güneren Bölümü, No: 11’de 111b. - 114b. Varakları arasında kayıtlıdır. Hat levhası
şeklinde olan nüsha ise Sivas, Yukarı Tekke’de Abdülvehhâb Gâzî Camii’nin iç
kısmındaki batı duvarında asılı olarak bulunmaktadır. Hat levhası şeklinde olan bu
nüsha İbrahim Yasak tarafından yayımlanmıştır.69
Sûzî, a.g.e. , 36a.
Sûzî, a.g.e. , 38b.
69 İbrahim Yasak, (2010), Sivas Yatırları ve Abdülvehhab Gazi Hazretleri, Sivas: s.39-46.
67
68
25
Ahmed Sûzî, aruz ölçüsünün feǾilâtün feǾilâtün feǾilün kalıbı ile kaleme aldığı
89 beyitlik bu mesnevisinde Hz. Muhammed’in sancaktarlarından biri olduğuna
inanılan Abdülvehhâb Gâzî’nin menkıbesini anlatır. Bu menkıbede Abdülvehhâb
Gâzî’nin Anadolu’ya gelişi, Malatya ve Sivas civarında Bizans tekfurlarıyla yapılan bir
savaşta şehit olması ve şahadetinin üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra cenazesinin
bulunarak Sivas’ta Yukarı Tekke adı ile anılan yere defnedilip üzerine bir türbe inşa
edilmesi detaylı bir şekilde anlatılır.70
1.3.7. Vasiyet-nâme
Ahmed Sûzî’nin vasiyetlerini ihtiva eden mensur bir eserdir. Bu eserin bilinen
tek Yazma nüshası Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih Güneren Bölümü, no:
25’te kayıtlı olan bir mecmuanın içinde yer almaktadır.
Bu eser Meliha Yıldıran Sarıkaya tarafından Ahmed Sûzî’nin Vasiyet-nâme’si
adı ile bir makale olarak yayımlanmıştır. Ahmed Sûzî’nin müritleri ve akrabaları için
kaleme aldığı bu eserde ölümün kaçınılmaz olduğu, herkesin bir gün ecel şerbetini
tadacağı belirtilerek ölüme hazırlık ve kendi vefatından sonra yapılmasını istediği şeyler
sıralanmaktadır. Vefatı esnasında okunacak ilahilerin ve duaların neler olması gerektiği,
gasil, teçhiz ve tekfin işlemlerinin nasıl yapılması gerektiğini anlatır.71
Ahmed Sûzî, bu eserinde büyük dedesi Şemseddîn-i Sivasî’nin türbesine
defnedilmek istediğini, kabrinin genişçe kazılmasını istediğini belirtir. Çevre
düzenlemesinin nasıl olması gerektiğini, türbenin bakımlarının nasıl yapılacağını,
kabrini ziyaret edenlerden okumalarını istediği duaların neler olduğunu ve yaşadığı
müddetçe kendisine hizmet edenlere verilmesini istediği özel eşyalarının neler olduğu
gibi birçok konuda ayrıntılı bilgilere yer verir.72
Yasak, a.g.e. , s.39-46.
Meliha Yıldıran Sarıkaya, (2011), Ahmed Sûzî’nin vasiyet-nâmesi, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Yıl: 15, Sayı:2, Sivas: ss. 173-200.
72 Sarıkaya, a.g.m. , s. 192.
70
71
26
1.3.8. Silsile-i Pîrân-ı Meşâyıh-ı Halvetiyye
Bu eser Süleymaniye Kütüphanesi, Osman Huldi Öztürkler Bölümü, no:63’te
kayıtlı bulunmaktadır. Eserin adından da anlaşılacağı gibi Ahmed Sûzî, manzum olarak
yazdığı bu eserinde Halveti tarikatında görev alan Şeyhlerin Silsilesi’ni anlatır.73
1.3.9. Sülûk-nâme
Ahmed Sûzî’nin bu eserinin tespit edilebilen iki ayrı nüshası bulunmaktadır. Bu
nüshalardan biri Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Bölümü, no: 198’de (47
varak) diğer nüsha ise Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no:
3131’de (36 varak) kayıtlı bulunmaktadır.
Ahmed Sûzî, Osmanlı Türkçesi ile manzum ve mensur karışımı olarak kaleme
aldığı bu eserine bütün klasik eserlerde olduğu gibi besmele ile başlar. Ardından Allah’a
hamd ve senalarını sunduğu hamdele bölümü yer alır. Bu kısmın ardından ise Hz.
Peygambere salât ve selam getirdiği salvele bölümü bulunur.
Bu kısımlardan sonra insanın yaratılışı, zikrin önemi, tövbe, ibadet ve tarikat
gibi birçok konuyu ayetler ve hadislerle destekleyerek açıklamaya çalışır. Bu
kısımlardan sonra Âdâb-ı Sülûkü’s-Sâlikîn başlığı altında saliklere tarikat yolunda
uymaları gerekenleri açıklar.
Eserin Hurde-i Fukarâ başlığını taşıyan bölümünde, yeme-içme, yatma,
konuşma, yolda yürüme ve tuvalet adabı gibi konular ile saliklerin diğer insanlarla
münasebetinde uymaları gereken kuralları ayrıntılı bir şekilde açıklar. Bunun dışında
saliklerin şeyhe tam anlamıyla teslim olmaları gerekliliği ve şeyhin huzurunda iken
uymaları gereken kurallar açık bir şekilde anlatılmıştır.
Bu eser ilerleyen bölümde ayrıntılı bir şekilde inceleneceği için eser hakkında
kısa bir malumat vermekle yetinmekteyiz.
73
Yücer, a.g.e. , s.232. ; Fatih Çınar, (2010) , Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme isimli eseri, İslam
Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, sayı:1, İstanbul: s.204-228.
27
1.4. EDEBÎ KİŞİLİĞİ
Halvetiyye tarikatı şeyhlerinden olan Ahmed Sûzî, XIX. yüzyılın başlarında eski
tekke- tasavvuf şiiri geleneğini devam ettiren şairlerdendir.74 Sûzî mahlası ile kaleme
aldığı âşıkane ilahileri Hâvî Dîvânı adıyla Recep 1920’de İstanbul’da Mustafa Efendi
Matbaasında basılmıştır.
Ahmed Sûzî Divanı, özellikle tasavvufi konularda kaleme alınmış manzume ve
gazellerden oluşmaktadır. Ahmed Sûzî’nin edebi kişiliğinin oluşmasında bir yandan
dedesi Şeyh Şemseddîn’in diğer bir yandan da Yunus Emre’nin ve Erzurumlu İbrahim
Hakkı gibi mutasavvıfların etkisi açık bir şekilde görülür.75
Bunların dışında başta yaşadığı yer olan Sivas civarında yetişmiş olan İbrahim
Tennûrî, Abdülmecîd Sivâsî, Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî gibi
mutasavvıf şairlerden de etkilendiği görülmektedir.76
Ahmed Sûzî, hem aruz ölçüsü ile divan şiiri geleneğine bağlı şiirler yazmış hem
de hece ölçüsü ile tasavvufi halk şiiri geleneği içinde değerlendirilebilecek şiirler
yazmıştır. Divan şiiri tarzına kaleme aldığı şiirlerinde sanatkârlık, mükemmeliyet ve
üslup bakımından bir takım kusurlar gözlemlenmektedir. Ara sıra düzgün vezinli
manzumelerine rastlanmakta ise de çoğunlukla aruz ölçüsünü serbest bir şekilde
kullanmıştır. Şiirlerinde aruz kusurlarına sıklıkla rastlanan Ahmed Sûzî’nin bazen aynı
şiirin içinde birden fazla vezin kullandığı görülür.
Ahmed Sûzî, şiirlerinde kafiye konusunda da çok titiz değildir. Hece ölçüsü ile
yazdığı şiirlerinin kafiye ve ölçü bakımından daha düzgün olduğu görülür. Hece ölçüsü
ile yazdığı şiirler ifade bakımından da daha basittir. Bununla birlikte çeşitli konularda
kaleme aldığı ilahilerinde bir doğallık ve samimiyet vardır. Onun bu doğallığı ve
samimiyeti halk arasında şöhretinin artmasına ve şiirlerinin halk arasında yayılmasına
vesile olmuştur.77
Vasfi Mahir Kocatürk, (1964), Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Yayınları, Ankara: s.613
Göktaş, a.g.e. , s.4.
76 Yıldız, (2012), a.g.e. , s.37-38.
77 Kocatürk, a.g.e. , s.613.
74
75
28
Bunun yanı sıra Sülûk-nâme isimli eserinde tarikatların mahiyeti, seyr ü sülûkun
nasıl olması gerektiği hususunda, şeyh ve mürit münasebeti ile ilgili verdiği bilgilerle
tasavvuf edebiyatına önemli bir katkıda bulunmuştur.
Ahmed Sûzî, şiirlerini hüner göstermek ve sanat ortaya koymak için değil,
müritlerine tasavvufi konulardaki görüşlerini âşıkane ifadelerle ve basit bir üslupla
telkin etmek için kaleme almıştır. Dolayısıyla onun için edebiyat bir amaç değil
tasavvufi konulardaki görüş ve düşüncelerini bu yolla halka anlatmak için bir araçtır. Bu
sebeple o da kendisinden önceki birçok mutasavvıfın takip ettiği yolu takip ederek
düşüncelerini sanat kaygısından uzak sade ve samimi bir üslupla anlatmaya gayret
göstermiştir. Zaten Ahmed Sûzî’nin eserleri incelendiğinde onun alet ilimleri ve
tasavvufi ilimlerdeki bilgilerinin edebi bilgisinden daha fazla olduğu görülür.
Ahmed Sûzî, Divanının Hâzihî Hâtimetü’d-Dîvân ve Târîhuhû başlığını taşıyan
hatimesinde bir nevi kendisini savunarak eserinde bir takım kusurların bulunabileceğini
ancak kendisinin sanat ortaya koymaktan ziyade, Hakk’tan ilham olarak diline gelenleri
anlatmaya çalıştığını şu dizelerle ifade eder:
Bî-hamdillâh dîvân buldu hitâmı
Kamu noksân ile oldu tamâmı
Ne nutk olduysa Hakk’dan oldu billâh
Yapıp düzme değil diñle kelâmı
Ne söylerse göñül Hak’dan gelir bil
Anı sen sanma ki tertîb nizâmı78
(G: 259 / 1, 2, 3 )
Ahmed Sûzî’ye göre bütün şairlerin şiirlerinde biraz selika, fikir, ilim ve edebi
kaideler bulunmaktadır. Şair kendi bilgisi ve görgüsü miktarınca kelama nüfuz
edebilmektedir. Bu görüşünü şu dizelerle ifade eder:
Dahi vardır selîka hem tabîǾat
Anıñladır cemǾî şâǾir makâli
78
Yıldız, (2012), a.g.e. , s.347.
29
Biraz var fikr ü ‘ilm ile kavâid
Ki Ǿilminde bulur söyler kelâmı 79
(G: 259 / 4, 5)
Ahmed Sûzî, tekke ve tasavvuf kültürünü halka ulaştırmaya çalışan şairlerin
divanının bu tür şekli unsurlardan uzak olduğunu söyleyerek, Divan’ında sanat gayesi
gütmediğini, şiiri, fikirlerini telkin etmek için bir vasıta olarak düşündüğünü anlatmaya
çalışmıştır. Ona göre gönül ehli şairler, Allah’tan ne ihsan olunursa onu ifade ederler.
Bu ise diğer şairlerin edebi unsurlarla bezenmiş, zahiri güzelliğe sahip şiirlerinden daha
üstündür. Ahmed Sûzî, bu düşüncelerini şu dizelerle ifade etmeye çalışır.
Velî dîvân-ı ehlullâh bulardan
Müberrâdır münezzeh ey hümâmı
Olar her ne dediyse Hakk’ı söyler
Ki Hakk’ın gayrıya derler sivâyı80
(G:259 / 7, 8 )
Divandaki bazı örneklerden de anlaşıldığı gibi, Ahmed Sûzî, bir tekke şairidir.
Şiirin şekli kurallarına fazla önem vermediğini kendisi de belirten şair, esas olanın
anlam ve içerik, daha açık ifadeyle ilahî aşk olduğunu ifade etmiştir. Bazı manzumeleri
sanat endişesinden uzak olarak yazılmışsa da kimi şiir ve beyitleri, bu konuda gerekli
yeterliliğe sahip olduğunu göstermektedir. Vezni tutmayan şiirlerinin yanında hece ile
yazdığı, güzel manzumeleri de vardır.
Bu yönü ile bakıldığında Ahmed Sûzî, şairliği değil mutasavvıflığı önceleyen bir
şairdir. Ona göre şair söylediği her sözü muhatabının bilgi ve görgüsüne göre, onun
anlaya bileceği bir dille ifade etmelidir. Söz anlaşılmayınca ne kadar güzel söylenmiş
olursa olsun amacına hizmet etmez. Bu sebeple halka tasavvuf yolunu anlatmaya çalışan
Ahmed Sûzî, her türlü sanat endişesinden uzak sade ve samimi bir dil ve üslup
kullanmıştır. Tekke edebiyatının önde gelen şairlerinden etkilenmiş ve yer yer çok güzel
manzumeler kaleme almış olan Ahmed Sûzî, edebiyat tarihimizin göz ardı edilmemesi
gereken şairlerindendir.
79
80
Yıldız, (2012), a.g.e. , s.347-348.
Yıldız, (2012), a.g.e. , s.348.
30
İKİNCİ BÖLÜM
SÜLŪK-NĀME’NİN İNCELENMESİ
31
2.1. SÜLÛK-NÂME’NİN BÖLÜMLERİ
2.1.1. Besmele
Güncel hayatta sıklıkla besmele bazen de Bismillah (Allah’ın adıyla) şeklinde
kısaltma olarak kullanılan Bismillâhirrahmânirrahîm sözü İslami inanışta Rahman ve
Rahim Allah’ın Esma-ül hüsnadan iki adıdır. Birincisi gramer olarak sıfat-ı müşebbehe,
ikincisi mübalağa ile ism-i faildir. Sıfat-ı müşebbehe özelliğin devam ve değişmezliğini,
ism-i fail ise oluş ve yenilenmeyi ifade eder. Bu bakımdan “Şefkatle merhamet eden
Allah’ın adıyla” şeklinde anlaşılır.
Besmele, genel anlamda hayırlı her işin başında Allah’ın adını hatırlamaktır.
Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olan Fatiha’nın Hamd âlemlerin Rabb’i olan Allah’a
mahsustur, diye başlaması, önemli işlerin besmele ve hamdele ile başladığının en
önemli işaretidir.81 Besmeleden maksat, Yüce Allah’ı hatırlamak ve O’nun ismini
zikretmektir.
Hz. Peygamber, sahabelerine her işin başında besmele çekmeyi tavsiye ederdi.
Yemek yerken, abdest alırken, kurban keserken, Allah yolunda savaşa giderken yani her
işlerine
besmeleyle
başlamalarını
isterdi.
Bu
konuda
Hz.
Peygamber’in,
Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlamayan her iş, bereketsiz ve sonuçsuz kalır.82” hadis-i
şerifi insanları yaptıkları her işin başında Allah’ın adını anmaya yöneltmiştir.
Divan edebiyatında geleneğin belirlediği bazı kurallar vardır. Eserin yazılış
sürecinden sunuluşuna kadar belli bir usul takip edilir. Özellikle tasavvufun bu
geleneğin biçimlenmesinde büyük rolü vardır. Öyle ki eserin muhtevasında, biçiminde
yani kompozisyonunda tasavvufun belirlediği form dikkati çeker. Divan edebiyatında
mesnevi, divan mukaddimeleri, tevhit ve münacat gibi edebi türler besmele ile başlar.
Bunun yanı sıra birçok klasik eserde besmeleye mısra ve beyitlerde yer verilir ya da
besmele telmih yoluyla hatırlatılır. Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olan Fatiha’nın besmele
Kur’an, 1. Fatiha Sûresi, Ayet 1
Mehmet Görmez vd. , (2014), Hadislerle İslam, C. I, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s.
179. ; Muhammed Hamdi Yazır, (1997), Hak Dinî Kur’an Dili, C. I, Hisar Yayınevi, İstanbul: s.46.
81
82
32
ile başlıyor olması besmelenin ilk ayet olarak kabul edilmesi de özellikle tasavvufi tefsir
ve şerhler yazan müelliflerin besmele üzerine yoğunlaşmasına sebep olmuştur.83
Her hayırlı işe besmeleyle başlanılması gerektiği inancı besmelenin İslam
kültürü içindeki önemine işaret eder. İbn-i Arabî’ye göre; Allah’a göre kün (ol) ne ise,
insana göre besmele de odur. Besmele, insana bir şeyi yapma ve meydana getirme gücü
ve iradesi verir. Allah kün ile kul besmeleyle yapar.84
Bu sebeple kendisinden önceki şair ve yazarlar gibi Ahmed Sûzî de eserine
besmele ile başlamıştır.
2.1.2. Hamdele
Kelime anlamı olarak iyilik, güzellik ve övme anlamına gelen hamd sözcüğü
dinî bir terim olarak güzel nitelikleri ve iyilikleri sebebi ile Allah’ı övmek, hakkını
ödemek ve teşekkür etmek anlamına gelir.85 Hamd, şükürden daha kapsamlıdır.
Dolayısıyla hamd eden kimse aynı zamanda şükretmektedir.
Bu kelimeden türetilen hamdele Elhamdülillah cümlesinin kısaltılmış şeklidir.
Hamdele Arapçada menhût isim veya mastardır. Arap dilinde bazı cümlelerin ilk iki
yahut daha fazla harfini almak suretiyle yeni bir kelime oluşturma kuralına86 göre
İslamiyet’in yayılmasından sonra çeşitli dua ve zikir cümleleri kısaltılarak besmele,
salvele, havkale gibi yeni kelimeler meydana getirilmiştir. Hamdele de bunlardan biri
olup, “Her türlü övgü Allah’a mahsustur.” anlamına gelen el-hamdülillâh şeklindeki dua
ve zikir cümlesinin kısaltılmasıyla oluşturulmuştur.87
Bu cümle, “Hamd Allah’a mahsustur.” anlamında ihbari bir ifade olmakla
birlikte âlimler bunun, Hamd Allah’a olsun veya AIIah’a hamdolsun tarzında emir
(dilek) manası taşıdığını kabul etmişlerdir.
Ayet ve hadislerde hamd etmeye dair dualara verilen önemin etkisiyle
Müslümanlar tarafından çokça kullanılan bu zikir cümleleri muhtemelen II. (VIII.)
Ayhan Tek, (2009), Türk Tasavvuf Edebiyatında Bâ-yı Besmele, II. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı
Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı I-II, Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, , 4-6
83
Ağustos 2008, İstanbul: ss. 97-108.
84 Süleyman Uludağ, (2001), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul: s.73.
85 İsmail Karagöz, (2011), Ayet ve Hadislerin ışığında Allah’ın İsim ve Sıfatları: Esma-i Hüsna, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 152.
86 Bkz. Naht.
87 Yusuf Şevki Yavuz, (1988), Hamdele, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XV, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 448
33
yüzyıldan itibaren naht kuralına göre kısaltılan Elhamdülillah ibaresi hamdele diye
adlandırılmıştır.
Hamdele,
Hz.
Peygamber’in
tavsiyesi
gereğince
Müslüman
hatiplerin
hutbeleriyle müelliflerin kitaplarında besmeleden hemen sonra yer almış ve böylece
köklü bir İslamî gelenek teşekkül etmiştir. Hamdele ayrıca Müslümanların yeme, içme,
uykuya yatma, uykudan kalkma gibi günlük faaliyetlerinin başında ve sonunda
zikredilen bir dua cümlesi haline gelmiştir. Müslümanların bütün resmî yazışmaları ile
önemli akidelerinde de besmeleden sonra hamdele zikredilmiş, bir yazıda hamdeleye
yer verilmemesi o yazının önemli olmadığının bir işareti sayılmıştır.88
İslamiyet’in kabulünden sonra Türk toplumu arasında da gelenek halini alan bu
kurala uyarak eserine Allah’ın adı ile başlayan Ahmed Sûzî, bundan sonraki bölümde
ise Allah’a hamd ve senasını sunmak için eserine hamdele ile devam etmiştir. Bu
kısımda yazar şu ifadelere yer verir:
“ Sonsuz övgü ve şükür bütün âlemi hiç yoktan yaratan izzet ve azamet sahibi
ve yarattığı bütün varlıklardan yüce olan Allah’a olsun. O Allah ki insanoğluna güzel
konuşma yeteneği vererek onu yarattığı diğer bütün varlıklardan seçkin, güzel ahlakı
bilip buna göre hareket etmesi sebebi ile diğer mahlûklardan üstün ve büyük meleklerin
kendisine secde ettiği kimse etti. İnsanoğlunu bu özellikleri dolayısıyla şeytanların
şerrinden muhafaza eyledi.” 89
Yukarıdaki ifadelerle Ahmed Sûzî, Allah’ın insanoğlunu halk ettiği bütün
varlıklar içinde en üstün özelliklere sahip olarak yarattığını, insanoğluna diğer hiçbir
varlığa bahşetmediği konuşma yeteneği verdiğini ve böylelikle insanı bütün
mahlûkattan üstün tuttuğunu ifade etmiştir. Bu sebeple insanoğlu bu nimetin şükrünü
eda etmek için Allah’a yalvarmalı, O’na şükretmelidir. İnsanoğlu ancak bu şekilde
kendisine verilen nimetler karşısında şükretmenin mutluluğunu yaşar.
2.1.3. Salvele
Salvele, Hz. Peygamber’e salâvat okuma; Allah’a hamd ve sena ettikten sonra
Hz. Peygamber hakkında “ Ve’s-salâtü ve’s-selâmu âlâ seyyidinâ Muhammed’in ve âlâ
âlihî ve sahbihî ecmaîn.” şeklinde yapılan Hz. Peygamber’in manevi şahsiyetini
88
89
Yavuz, a.g.e. , s.449
Sülûk-nâme, SK. HME. , 1b-2a.
34
selamlama anlamında bir tabirdir. Bu zikir cümlesi daha önce de belirttiğimiz gibi
Arapçadaki naht kuralına göre kısaltılarak salvele şeklinde kullanılmıştır.
Hz. Peygamber’e imanın ve muhabbetin bir ifadesi olan bu duayı, müminlere
yüce Allah emretmiştir. Yüce Allah Ahzab suresinde şöyle buyurmaktadır: “ Hiç
şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey İman edenler, siz de
ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.90”
Bu ayette yüce Allah kendisinin ve meleklerinin Hz. Muhammed’e salat
getirdiğini bildirmekte, müminlerin de salat getirmesini emretmektedir. Ayrıca O’na
selam vermemizi bize vazife kılmaktadır. Bu ayet-i kerimede yüce Allah,
Peygamberinin
hayatını
ve
mematını
şerefli
kıldığını,
mevkiini
yücelttiğini
açıklamaktadır.91
Salavât getirmek Hz. Peygamber’e olan şükran borcumuzu ifa etmek demektir.
Çünkü o, müminler için, hatta bütün insanlar için büyük iyilikler yapmıştır.
Üzerimizdeki haklarına bir nevi teşekkürle mukabele etme ve onu yüceltme, sevgi ve
bağlılığımızı dillendirme imkânıdır. Bu ise yüce Allah’ın bir lütfüdür. Salâvat getiren
kişi birçok manevi hazza gark olur, lezzetler duyar. Bu ise anlatılmaz, ancak bireyin
kişisel tecrübesi ile elde edilir.
Salât ve selam Peygamber sevgisini artırır. Peygamber sevgisini tadan insan,
insanlara ve bütün varlıklara sevgi ile yönelir. Yani Peygamber sevgisi bireye, insanı ve
her şeyi sevmeyi, sevebilmeyi öğretir. Öyle ki bu sevgi insanın, insanlığın mutluluğu
için kalbini çarptıran, onu canlandıran bir atılım yapmasına imkân veren bir umut
kapısıdır. Çünkü bu bilince erişen mümin için sevme eylemi, sevilme olarak algılanmaz.
Yani o mümin, nasıl sevilebileceğini, nasıl sevimli olabileceğini değil, nasıl
sevebileceğini gaye edinmiştir.92
Salât ve selam bize örnek insanı gösterir. Ona salât ve selam getirmek
kelimelere hayat vermek demektir. Kelimeler ise bilgi ile hayat bulur. Bilgi de okumak
ile elde edilebilir. Sevgiye erişmek isteyen kişinin kendisini bilinçli bir birey olarak
eğitmesi gerekir. Bu bilgilenme ve gayretler bize, o örnek insanın kişiliğinde dünya
90
Kur’an, 33. Ahzab Sûresi, Ayet 56
Hidayet Işık, (1989), Hz. Peygamber’e Salât ve Selam Getirme ile İlgili Bir Araştırma, Diyanet Dergisi,
Yıl: 4, Sayı: 25, Ankara: ss. 263-286.
92 Ahmed Nedim Serinsu, (2001), Ahzâb Sûresi 56. Âyeti Çerçevesinde Hz. Peygamber’e Salât ve Selâm
Getirmenin Anlamı, Dinî Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı:10, Ankara: ss. 121-139
91
35
hayatında önemli insan olmaya değil, aksine değerli insan olma gayesine yönelmemiz
hedefini gösterecektir.93
Böylece inanan insan, bilgi ve bunun aktarılması yöntemi olarak salât ve
selama bakacak, Hz. Peygamber’in şahsında nitelikli öğretim-eğitimin insani bir
yöntemini uygulamış olacaktır. Bunun yararı insanın bildiklerini yaşayarak örnek kişilik
olmaya çabalamadıkça ne fert planında ne aile planında ve ne de toplum olarak huzuru
ve mutluluğu arzuladığı biçimde gerçekleştiremeyeceğini idrak etmesi olacaktır. Bu
tespiti yaptığı anda dünya ve ahret mutluluğunun sırrını da yakalamış demektir.94
Hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadislerde sıklıkla üzerinde durulan Hz.
Muhammed’e salât ve selam getirme Müslümanlar arasında büyük bir kabul görmüştür.
İslam’ın kabulünden sonra müstakil olarak bu konuyu işleyen eserlerin yanında diğer
eserlerde de bu hususlar salvele adı altında besmele ve hamdeleden sonra yer almıştır.
Bu geleneğe uyan Ahmed Sûzî de Sülûk-nâme isimli eserine başlarken
Besmele ile başlamış ve Allah’a hamd ve senalarını sunduktan sonra onun elçisi olan ve
bütün kâinatın yaratılış sebebi olan rahmet peygamberi Hz. Muhammed’e salât ve
selamlarını sunmuştur. Hz. Muhammed’in gelişi ile dünyada kötülüklerin ve
sapkınlıkların ortadan kaybolduğunu ifade ederek ona salât ve selam getirmek
gerektiğini ifade etmiştir.
2.1.4. Tarîk-i Telkîn
Tarikat; kalbin temizlenmesi ve dış dünyadan bütün ilişkisinin kesilmesidir.
Tarik yol demektir. Tarikat; yüce Allah’a yaklaşmak ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak
amacıyla takip edilmesi gereken yol anlamına gelir.”95 Tasavvuf ıstılahında tarikat,
önceleri ahreti kazanmak için bu dünyadan yüz çevirerek kalbi terbiye etmek, nefis ve
tabiata ait güçleri kontrol altına alabilmek için zahidane bir yaşayış manasında
kullanılırken daha sonra kurumsallaşmaya başlayan ve kalbi saflaştırma, nefsi
temizleme metotları üzerine bina edilen hususi müesseselerin adı olmuştur.96
Serinsu, a.g.m. , s.138
Serinsu, a.g.m. , s.139.
95 Selçuk Eraydın, (1981), Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yayınları, İstanbul: s.172
96 Hasan Kamil Yılmaz, (1982) , Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celveti Tarîkatı , Erkam Yayıncılık, İstanbul: s.
143.
93
94
36
Tarikatlar, dış dünyaya devamlı kapalıdırlar ve daima içe dönük yaşarlar.
Bunlardan meydana gelen cemaatler tüm şehirlerde faaliyet göstermektedirler. Kökleri
çok eskiye dayanan tarikatlar sık sık kendi içlerinde bölünmüş, aralarında mücadele
etmiş ve değişik adlarla ortaya çıkmışlardır. İlk olarak XII. yüzyıldan sonra kurulmaya
başlayan tarikatlar, süreç içinde birçok alt kola ayrılmaktan kurtulamamışlardır. Bu sayı
dört yüze kadar çıkmıştır. İslam dünyasında dört yüz civarında tarikat bulunmakla
birlikte aslında bütün tarikatlar, bir tasnife göre on iki ana koldan doğmuşlardır. Büyük
bir kısmı var olmakla birlikte bütün bu tarikatların, bugün yaşadığı da söylenemez. Bir
kısmı zaman içinde yok olmuştur. Yine süreç içinde aynı kaynaklardan beslenen birçok
yeni tarikat da ortaya çıkmıştır.97
Dört yüze yakın farklı tarikat olmasına rağmen bunların birçok yönü birbirine
benzemektedir. Bu tarikatların ortak yanı yorum kapısını açık tutmalarıdır. Bunun
dışında her tarikatın başında Pir ya da Şeyh adı verilen önderleri vardır. Her tarikat,
kendine özgü kurallara ve kıyafetlere sahiptir. Zikir yapmayan tarikat neredeyse yoktur.
Yine her tarikatın oluşturduğu kendine özgü bir ortak kültürü vardır. Bu ortak kültür,
tasavvufi yaşamın şekillenmesini belirler. Her tarikatta, tasavvufi eğitimini tamamlayan
kişilere icazet adı verilen diploma verilmesi adet olmuştur. Bu diplomaya sahip olanlar,
o tarikatları temsil etme hakkını da kazanır. Diğer bir ortak yan ise hemen hemen her
tarikatın kol-şubelerinin olmasıdır. Bu şubelerin zaman içinde bazen müstakil bir tarikat
halini de aldığı görülür. Bir cemaat yaşamı şeklinde kendisini soyutlayan tarikatlarda bu
ortak yanlarının dışında en önemli ortak unsur bir gelir kaynağı olarak vakıflara sahip
olmalarıdır.98
İslam dünyasında tarikatlar, kökleri daha eskilere dayanmakla birlikte ilk
olarak XII. yüzyıldan sonra görülmeye başlar. Bunun en önemli sebebi bu süreçte ortaya
çıkan toplumsal ihtiyaçlardandır. Mevcut İslami kurallar değişik toplum kesimlerinin
sorunlarına yeterince cevap veremediği zaman, önce mezhepler, ardından da birkaç asır
sonra tarikatlar toplumsal hayatta belirleyici rol oynamaya başlamışlardır. Böylece
değişik kültürlerden ve değişik toplumsal yapılardan gelen Müslümanlar hem İslam
dinini öğrenmek hem de yaşamlarını İslam’a uygun hale getirmek amacıyla tarikatlara
intisap etmişlerdir.
Mehmet Ünal, (2012), Tasavvuf Tarihi İçinde Celvetilik, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Yıl: 13, Sayı: 26, Isparta: ss. 91-104.
98Mustafa Kara, (1985), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul: s. 191
97
37
İslam dinini öğretecek ve insanlara Allah yolunda ilerlemeleri için yol
gösterecek resmî kurumlar yeterli sayıda olmadıkları için bunların bıraktığı boşluğu
tarikatlar doldurmaya başlamıştır. Bu sebeple Allah yolunda seyr ü sülûk etmek isteyen
kişilerin bunu ancak tarikatlar vasıtasıyla yapabileceği anlaşılmıştır.
Allah yolunda ilerlemek isteyen insanlara yol göstermek amacıyla Sülûk-nâme
isimli eserini kaleme alan Ahmed Sûzî, bu eserinde yer alan tarik-i telkin başlıklı
bölümde bu yolda ilerlemek isteyen saliklerin bir tarikata bağlanması gerektiğini ifade
etmiştir.
Ahmed Sûzî’ye göre Allah’a sülûk etmek ve Allah dostlarının yoluna girip her
iki dünyada da mutluluğa kavuşmak isteyen bir salik ilk önce bir şeyh-i kâmil bulup
ondan tarikata kabul edilmeyi istemeli ve zikrin nasıl yapılması gerektiğini, seyr ü
sülûkun adap ve erkânını ondan öğrenmelidir. Onu kendine rehber edinip sırtını ona
dayayarak yüce Allah’a giden yollara onun kılavuzluğu ile sülûk edip ayak basmalıdır.
Salik, kendisine yol gösterecek merhametli, ihlâslı bir dosta ve tarikat merasimini bilen
birine ulaşmadıkça hidayet bulamaz. Bunun yanında yolda çok sıkıntılar çeker.
Ahmed Sûzî, bu düşüncesini desteklemek için Bayezîd-i Bistâmî’nin Bir
tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür.
Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır. Sözüne de eserinde yer vererek seyr ü sülûk
yolunda ilerlemek isteyen saliklerin bir mürşid-i kâmile bağlanmasının zorunluluğunu
ifade etmeye çalışmıştır.
Ahmed Sûzî, bu düşüncesini ifade ettikten sonra müridin tarikata kabulünün
şartlarını da ortaya koymuştur. Buna göre tarikata girmek için başvuran kişinin tarikata
kabul edilmesi için ilk önce tarikatın şeyhi salike istihareye yatmasını emreder. Kendisi
de istihareye yatarak Allah dostları tarafından istihare esnasında salikin tarikata
kabulüne izin verilirse şeyh salike gusletmesini emreder. Ardından iki rekât namaz
kılmasını, Allah rızası için bir miktar şey adakta bulunmasını ve sadaka vermesini
emreder.
Salik kendisine emredilen işleri yaptıktan sonra şeyhin huzuruna gelir ve şeyh
Allah rızasını kendisine esas gaye edinmesini emreder. Şeyh saliki bütün küçük ve
büyük günahları ile birlikte gafletlerinden ve kötü hal ve hareketlerinden nasûh tövbesi
ile tövbe ettirir. Çünkü hadis-i şerifte buyrulduğu gibi bir kişi bütün günahlarına tövbe
38
edip birisine etmese o kişi tövbe etmiş sayılmaz. Sonra şeyh o salikin üzerinde kul hakkı
var ise hakkın ödenmesini ya da hak sahibinden helallik almasını ister.
Bu yönde salikten söz aldıktan sonra o müridin sağ elini tutup yapmaya mecbur
olduğu farzları, üzerine vacip olan şeriat hükümlerinin tamamını, sünnetleri ve nafile
ibadetleri salike bildirmeli ve salik bunları tasdik etmelidir. Bu amelleri işlemek için
azimle çalışacağına söz verip bidatlerden sakınacağına, tövbesinde kararlı olup onu
bozmayacağına dair söz alıp şu ayet-i kerimeyi okutmalıdır. 99‫انّ الذين يباديعونك الى احزه‬
‫قوله تعالى‬
Bundan sonra Allah’ın yedi güzel isminden ilki olan Kelime-i tevhidi sesli
olarak zikretmesini söyleyip sağından alıp solunda bitirerek ve Allah dışında hiçbir
maksat yoktur, sözünün anlamını dikkatli bir şekilde düşünmesini emreder.
Salik, bu zikri uzunca bir süre sesli olarak okuduktan sonra belki de sözleri ile
söylediklerini kalbi ile de tasdik etmeye başlar. Şeyh bu aşamadan sonra Kelime-i
tevhidi gizlice ve alçak bir sesle okuması için salike izin vermelidir.
Salik bütün bunları yerine getirdikten sonra şeyh salikin ellerini tutup verdiği
bütün sözler ve ettiği tövbelerin üzerinde dosdoğru duracağına dair ona yemin
ettirmelidir. Salik sonunda azim, gayret ve tam bir itikat ile canını, malını, başını ve
ailesini bu yolda feda etmeye hazır olduğunda tarikata kabul edilir.
2.1.5. Âdâb-ı Erkân-ı Sülûkü’s-Sâlikîn
Ahmed Sûzî, tarikata bağlanmanın en büyük şartı olarak nispeti koymuştur.
Nispeti korumanın esasını da şeyhin müride sunduğu ve müridin de kabul ettiği
antlaşma, sözleşme, telkin, talim, tembih, tesbihatlar, zikirler ve kulluk adaplarından
ibaret olarak kabul etmiştir.
Ahmed Sûzî, nispeti bu anlamda aslında tarikatın kendisi olarak tanımlamıştır.
Salik eğer bu nispeti korumazsa tarikata olan bağlılığını da korumamış olur.
Tarikata bağlılığını korumayan tarikattan çıkarılır ve yolundan dönmüş olur. Bu yüzle
Allah’a yaklaşamaz.
Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman Allah’a tabi olurlar. (Onların ellerinin üzerinde Allah’ın
eli vardır. Bundan sonra kim ahdini bozarsa o takdirde sadece kendi aleyhinde bozmuş olur. Eğer Allah’a
olan ahdine vefa ederse o zaman ona en büyük mükâfat verilecektir). Kur’an, 48. Fetih Sûresi, Ayet 10
99
39
Salik, şeyhin kendisine emrettiği ve kendisinin de kabul ettiği antlaşma,
sözleşme, telkin, talim, tembih ve tesbihatlardan en küçük birini bile terk etmemeli,
şeyhin her bir emrini candan kabul edip bunları ne eksik ne de fazla belirtildiği gibi
yerine getirmelidir.
Salik, bütün feyizlerin ve ihsanların kapısının şeyh vasıtasıyla açılacağına
inanmalıdır. Şeyh meclisine katılmaya devam etmelidir. Salik, ancak bu şekilde nispeti
yerine getirmiş olur. Eğer bunlardan birini terk ederse şeyhten özür dileyerek yeni
baştan rica edip şeyhe sığınarak nispeti yenilemek ve yeminini tazelemek zorunda kalır.
Çünkü yeminini bozarak nispeti terk etmiş olur.
Mürit, kendi şeyhinden başka şeyhlerle ve kendi tarikat arkadaşlarından başka
saliklerle görüşmemelidir. Şeyhinin aleyhinde olan kimselerin yanına varmamalı ve
bunlarla sohbet etmemelidir. “ Şeyhim Hakk’a ulaştırandır ve beni ancak o Hakk’a
ulaştırır.” şeklinde düşünmelidir. Şeyhim Hz. Peygamber’in naibidir, diye itikat
etmelidir. Buna tabi olmak peygamberler sultanı aleyhisselama tabi olmaktır. Buna biat
etmek ona biat etmektir. Buna teslim olmak ona teslim olmaktır, bunun rızası onun
rızasıdır, diye itikat etmelidir. Eğer böyle etmezse kalbinden nur silinir ve biat beni yok
olur.
Salik, beni Mevla’ya ancak şeyhim ulaştırır, ondan başkasının beni Mevla’ya
ulaştırması imkânsızdır, Hz. Hızır gelse de bana fayda vermez diyerek şeyhine sıkı bir
şekilde bağlanmalıdır.
Şeyhinin sözlerini can kulağıyla dinleyip, ne demek istediğini anlamaya çalışıp
bu sözleri hakikatin sırrı olarak düşünmelidir. Şeyhin söylediği her bir sözden kendisine
bir hisse çıkarmalı, bunu ne için söyledi, bu uygun değildir ya da bu çok zordur
dememelidir. Şeyhin bütün sözlerini kâinatın kuruluş amacını ve nizamını açıklayan
hikmet sırları olarak kabul etmelidir. Şeyhin kendisine söylediği sözlerin yanında
başkalarına söylediği sözlerden de hisse çıkarıp burada bana da bir tembih vardır, diye
düşünmelidir. Şeyh kelam söylerken bir işle uğraşmamalı, başkaları ile konuşmamalı ve
izin almadan gitmemelidir.
Salik için sülûkun şartlarından biri de şeyhin sohbetine katılmaktır. Çünkü
şeyhler müritlerini sohbetle ve sohbet esnasındaki açık ve gizli işaretlerle terbiye
ederler. Hz. Peygamber de eshab-ı kirama birçok şekilde İslam dinini anlatmıştır. Fakat
40
bunlar arasında sohbet ile söylediği fazla ve açık olduğundan onlara eshab ve sahabe
diye isim verilmiştir.
Hz. Peygamber’in yolunu takip eden şeyhler de onun en çok uyguladığı terbiye
metodu olan sohbeti bir terbiye disiplini olarak kullanmışlar ve sohbet esnasında
saliklere birçok tembihte bulunmuş, birçok adap ve kuralara işaret etmişlerdir.
Salik bunların dışında şeyhten kendisine buyrulan her şeyi candan kabul
etmelidir. Her ne sebeple olursa olsun şeyhten gelenlerin hepsini iyilik, yardım ve
himmet olarak bilmeli ve hepsine boyun eğip Allah dostlarının gemini ağzına vurup
mevcut olan imtihan, çille ve zorlukların üstesinden gelmelidir. Aklına küçük bir zorluk
ya da acizlik gelmemelidir.
Çünkü bu yolun zorlukları kazançları ile eşittir. Yol ne kadar çetin olursa
salikin kazanacağı maneviyat da o kadar değerli olacaktır. Bunu bilerek bu yolda
ilerleyen ve şeyhine tam bir bağlılıkla teslim olan salik bu sülûk ile ebedi mutluluğa ve
ebedi sırlara ulaşabilir.
2.1.6. Tembih
Kelime anlamı olarak bir şeyin belli biçimde ve yolda yapılmasını söyleme,
bunu üsteleyerek hatırlatma, uyarı, uyarma anlamına gelen tembih, sülûk-nâme adlı
eserde salikin seyr ü sülûk esnasında uyması gereken bazı kuralların hatırlatıldığı bölüm
olarak yer almaktadır.
Ahmed Sûzî, eserinin bu bölümünde tarikata intisap eden salikin yolunda
doğru bir şekilde ilerlemesi için kendisine birtakım nasihatlerde bulunur. Bu
nasihatlerin yanında uyması gereken kuralları da hatırlatır.
Ahmed Sûzî, ilk olarak tarikata intisap edip seyr ü sülûkunu tamamlamak
isteyen salikin uyması gereken yedi şart öne sürer. Eğer salik bu yedi şartı bir şeyhe
bağlanmadan kendi kendine uygulayarak sülûk etmek isterse bir sonuca ulaşamaz ve
tarikatın kendisine açacağı hakikatin sırlarına vakıf olmaz. Bu nedenle salik ancak bu
şartları bir tarikata bağlanarak ve bir şeyhin gözetiminde yerine getirmelidir. Aksi halde
bir sonuç elde edemez.
Bu yedi şart murakabe, zikr-i kalbi, vukuf-ı kalbi, hıfz-ı nispet, rabıta-i
muhabbet, sohbet-i şeyh ve huzur-ı meclis, devam-ı hizmet ve emre itaattir. Salik bu
41
şartları asla unutmamalı ve daima bu şartları yerine getirmeye çalışmalıdır. Ancak bu
şartları yerine getirirken de şeyhin iznine başvurmalıdır. Şeyhten izin almadan ya da
şeyhin izin vermediği durumlarda kendi başına hareket etmemelidir.
2.1.7. Hurde-i Fukarâ
Ahmed Sûzî, eserinin bu bölümünde tarikatta uyulması gereken yeme içme
adabını anlatmaktadır. Buna göre salik, yemek yerken diz çökmelidir. Yemek yerken,
zikrederken, Kur’an okunurken su içmemeli, pazartesi ve perşembe günleri oruçlu
olmalıdır.
Salikler, haram eğlencelerin olduğu gönlünü bu dünyaya bağlamış olan
kişilerin meclislerine gitmemeli, bunların yanlarına dahi yaklaşmamalıdırlar. Salik
yemek ayrımı yapmamalı ve çarşı yemeğini yememelidir. Şeyh ne derse veya önüne ne
gelirse onu yemelidir. Yemek yerken kaşığını ağzı yukarı gelecek şekilde koymalı ve
çabuk çabuk yememelidir. Tok gözlülükle yemek yemelidir. Şeyhin bardağından su
içmemeli ve şeyh ile diz dize oturmamalıdır.
Bir mecliste yemek yenirken ya zikir ya da Kur’an üzerine gelse hemen oturup
hepsinden sonra es-selam demelidir. Kötü sözleri diline almamalı ve kötü anlamları
çağrıştırmamalıdır. Mesela hımarın, kelbin, farenin, bevlin ve tağutun Türkçesini
söylememelidir. Avret yeri ve buna benzer arif ve kâmillere layık olmayan sözlerden
uzak durmalıdır.
Yemek yedikten sonra şeyh hazır ise sağ yanından başlamalıdır. Şeyhin ellerini
yıkadığı suyu yere dökmemeli ve şeyhten sonra onunla ellerini yıkamamalıdır. Salikler,
şeyh başlamadan yemeğe el uzatmamalı, yemekten sonra sofrayı süpürmeli ve şeyhin
ellerini yıkadığı suyu başka ele karıştırmamalıdırlar. Yemek yedikten sonra dua edip
Allah dostlarının demini çekmeli, işrak namazı ve evvabin namazlarını şeyhin izniyle
kılmalıdırlar.
2.1.8. Huzur-ı Şeyh
Ahmed Sûzî, sülûk-name’nin bu bölümünde salikin şeyhin huzurunda iken
uyması gereken kuralları açıklamaya çalışmıştır. Salik aynı zamanda şeyh yanında
bulunmadığı zamanlarda gıyabında da bu kurallara riayet etmelidir.
42
Salik her şeyden evvel yardıma ihtiyaç duyduğu zaman şeyhten yardım
istemeli ve Hakk yolunda ilerlemek istiyorsa kendisini şeyhe teslim etmelidir. Şeyhin
sözlerine asla muhalefet etmemeli, şeyhin bir sözüne dahi karşı çıkmamalıdır. Şeyh ile
münakaşaya girmemeli ve şeyh bir şey söylerken niçin söyledi veya olmaz
dememelidir.
Salik, şeyh konuşurken gözlerini dikip yüzüne bakmamalı, önüne bakmalıdır.
Şeyhin seccadesine oturmamalı ve seccadesine basmamalıdır. Şeyh izin vermiş olsa ya
da zaruri olsa da şeyhin bardağından su içmemeli ve bir haber vermeye geldiğinde şeyh
izin verse de şeyh ile diz dize oturmamalıdır.
Şeyhin rızasının olmadığı sözleri söylememelidir. Şeyhin huzurunda ya da
gıyabında gerek dünyevi ve gerekse de uhrevi bir şey teklif edip şöyle yapalım
dememelidir. Şeyhe söylemek istediği bir şey varsa arz edip şeyhin dediğine razı ve
teslim olmalıdır.
Şeyh ne derse bunu emir kabul edip hemen yerine getirmeye
çalışmalıdır. Giderken şeyhten izni almalı, şeyhin elini veya dizini öpüp gitmelidir.
“ Şeyhin yanında çok durdum huzursuz oldum.” ve şeyhin yüzüne “ Olur
amma sultanım…” dememelidir. “ Pek güzel, baş üstüne efendim.” demelidir. Şeyhinin
gıyabında “ Efendim Hazretleri şöyledir ve buyurur.” demelidir. Zaruri olsa ve şeyh izin
verse de şeyhinin yanında bir işle meşgul olmamalı ve nafile namaz kılmamalıdır. Şeyh
ne telkin ederse onunla meşgul olmalıdır. Tarikattan asla alakasını kesmemelidir.
Her ne görürse az ve çok şeyhe söylemeli, arz etmeli ve başkasına kesinlikle
söylememelidir. Anlamını öğrenmeye geldiğinde şeyhin dizini öpüp söylemeli, şeyh
tabir ederse dinlemeli, tabir etmezse nedir? diye sormamalıdır. Şeyh mecliste ayağa
kalktığında kendisi oturmamalı ve şeyh su içtiğinde yanında olanlar ayağa kalkmalı
dolup aksırsa yine ayağa kalkmalıdırlar.
Şeyh bir kişiyi vekil tayin ederse bazı virtlerini ve emirlerini ona söylemeli,
yanında tükürmemeli ve virt okunurken uyumamalı, tamamını dinlemelidir. Şeyhin
kisvesi göründüğünde kalkıp başını aşağı eğmeli, şeyh meclisindeyken etrafına
bakmamalı, şeyh bir yere veya evine gelse lütuf bilip geldiği gibi şeyhin elini öpmelidir.
Hizmette kusur etmemeli elbisesi, bedeni veya bunun gibi bir şey ile uyanmamalıdır.
Diğer insanlarla mecliste konuşmamalı, mecliste ve gıybette el oyunu
etmemeli, vesaire dünyalık işlerle uğraşmamalı, dünyalık söz söylememeli ve kimsenin
43
hücresine varmamalıdır. Sebepsiz yere varırsa selam vermeli ve ardından işini görüp
dönmeli, ayaküstü dahi oturmamalıdır.
Yakın ya da uzak olsun bir yere gidecek olursa muhakkak şeyhten izin alarak
gitmelidir. Kendisine lazım olmayan sözlere karışmamalı, söylememeli ve kahkaha ile
gülmemelidir. Şeyhin huzurunda yan olarak oturmamalı ve zorunlu olsa da gaflete
düşüp ayaklarını uzatmamalıdır. Zikrederken dizinin üstünde, terbiyeli bir şekilde ya da
kement ile oturmalıdır.
Zikri şevk ile dinlemeli ve bugün istediğim bu kadardır dememelidir ki bu
hatadır. Daima istekle, şevkle ve edeple oturmalı, şeyhin huzurunda başını eğip
kendisini bütünüyle şeyhe teslim edip teveccühle gözlerini kapatarak oturmalıdır. Zikir
esnasında adaba hürmet gösterip Allah dostlarının meydanından dehşet alıp tazim üzere
kalbini raptederek zikretmelidir. Sesini şeyhin sesine uydurmalıdır. Salik, zikrederken,
el- hayyat okunurken gözlerini yummalı ta ki gözlerinden gönlüne bir yol bulana kadar
başkalarına karışmamalıdır.
Bir toplumda şeyh söylerken orada bulunanların hepsi dinlemeli veya bir
kardeş söylerken ya dinlemeli ya zikretmeli ya da sessiz olmalıdırlar. Dünyalık
konuşmamalı ve haram eğlencelere dalmamalıdırlar. Salikler, Şeyhin rızasını Allah’ın
rızası ile birlikte bilmeli; zikir, virt ve ders okunurken aralarından geçmemeli ve
konuşmamalıdırlar. Şeyhin huzurundan arkasını dönerek çıkmamalı ve şeyhin olmadığı
zamanlarda bile teveccühle girip oturmalıdırlar.
Salikler şeyhe karşı husumeti bulunan, ondan nefret eden, özellikle şeyhi
istemeyip ya hasedinden ya da cehaletinden dolayı böyle olan kimselerle konuşup onları
dost edinmemelidir. Onları Allah’a havale etmeli ve inkâr edenler arasından bir Allah
dostu gibi geçip gitmeli, bir kargaşa ile ya da söz ile onlara bulaşmamalıdır.
Salikler, mescitlere girerken sağ ayağını atmalı, çıkarken sol ayağını atmalı
helâdan çıkarken yine aynı adaba riayet etmelidirler. Elbisesini her giydiğinde izin alıp
şeyhin dizini ve elini öpüp dua ettirmelidirler. Mescide girerken ve çıkarken şeyhin
elini, dizini öpmeli ve çok konuşmamalıdırlar. Eğer şeyh bunlara izin vermişse o zaman
engel değildir. Allah’ın bütün kullarını bir gözetmeli, onlara kötü bir söz söylememeli,
fiillerine bahane bulmamalı, hepsini yüce olarak gözetmeli ve kendisini hepsinden alçak
bilmelidir. Her ne kötü söz işitirse işitsin; “Bu söze layık olmasaydım işitmezdim,
44
benim kusurum yüzündendir.” demeli ve intikam almak için karşılık vermeye
çalışmamalıdır.
2.2. SÜLÛK-NÂME’NİN KONUSU
Ahmed Sûzî, eserinde tarikat kuralları içerisinde önemli bir yeri bulunan ve
salikin manevi yolculuğu esnasında kendisine yardımcı olacak ve kemalatını
tamamlamasını sağlayacak birçok konuya değinerek salikin bu yolculuk sırasında takip
etmesi gereken yolu aydınlatmaya çalışmıştır.
Bu sebeple eserinde; zikir, tövbe, intisap, rabıta, mürit, şeyh, sohbet ve cezbe
gibi birçok konuya değinmiştir. Ahmed Sûzî, bu konuları açıklarken sadece kendi
görüşlerini açıklamamıştır. Bu konuda kendisinden önce yetişmiş ve görüş bildirmiş,
Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Şemseddîn-i Sivâsî, Bayezîd-i Bistamî, Şeyh Ahmed Kâmil,
Necmüddîn Kübrî ve Muhammed Bahâüddîn gibi birçok âlimden nakiller de yapmıştır.
Bunların içinde en fazla etkilendiği kişi ise atası Şemseddîn-i Sivâsî’dir. Sülûk-nâme’de
anlattığı hemen her konuda ondan yaptığı alıntılar Ahmed Sûzî üzerinde atası
Şemseddîn-i Sivâsî’nin çok etkili olduğunu gösterir.
Ahmed Sûzî, eserinde Hz. Ebubekir’in ve Hz. Ali’nin üstün niteliklerini
anlatan hadislerden alıntılar yapmıştır. İslam dininde önemli bir yeri bulunan bu iki
isimden söz ederken elinden geldiğince ikisi arasında karşılaştırma yapmamaya
çalışmıştır. Ahmed Sûzî, İslam dünyasında büyük bir değere sahip olan bu iki ismin de
üstün meziyetlere sahip kişiler ve din uluları olduğunu vurgulamıştır.
Tarikatların ortaya çıkış serüvenine de değinen Ahmed Sûzî, tarikatların
kaynağı olarak Hz. Muhammed’in, onun ashabının ve daha sonraki dönemlerde yaşamış
olan İslam’ın önde gelen büyük âlimlerinin yaşadığı züht hayatını göstermiştir. Ahmed
Sûzî’ye göre bunlar İslam dinini bir yaşam felsefesi haline getirmişler ve İslam’ı kendi
hayatlarına tatbik ederek İslam’ın canlı olarak yaşadığı ve yaşatıldığı bir yol haline
getirmişlerdir. Onların açtığı bu yol ilerleyen yıllarda gelişmiş ve yayılmıştır. Bu yollar
yeni yollar açmış ve İslam coğrafyası çeşitli kollardan yayılarak genişlemeye
başlamıştır. Bu şekilde tarikatlar İslam dinini canlı bir şekilde yaşayan ve İslami terbiye
disiplinini insanlara öğreten kurumlar ortaya çıkmışlardır.
İşte bu yollarla tasavvuf ve tarikatlar nesilden nesile aktarılarak varlığını
devam ettirmişlerdir. Tarikatlar insanların sadece zahiri âleme takılıp kalarak gerçeği
45
görmelerini engelleyen perdeleri ortadan kaldırmaya çalışırlar. İnsanoğlu sadece zahiri
âleme takılıp kalırsa Allah’ın kudretini tam olarak anlayıp algılayamaz. Tasavvuf
insanın batını idrak etmesi için insanlara yol göstermeyi hedefleyen bir bilim olarak
ortaya çıkmıştır.
Ahmed Sûzî, eserine ilk önce Allah’ı tanıtarak başlamıştır. Salikin her şeyden
önce Allah’ı bilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu sebeple eserine başlarken Allah
hakkında bilinmesini zorunlu gördüğü konuları açıklamış ve saliklere ilk önce bütün
varlıkların yaratıcısı olan Allah’ı tanıtmaya çalışmıştır.
Bu kısımdan sonra ise insanın yaratılış sürecine değinmiştir. Ahmed Sûzî’ye
göre Allah ilk önce insanların ruhlarını lâhut âleminde kendi nurundan ve en güzel
şekilde Ahsen-i takvim üzere yaratmıştır. Ahmed Sûzî ,
‫لقد خلقنا االنسانا فى أحسن تقويم‬
100
ayet-i kerimesinin bu düşünceye işaret ettiğini bildirmiştir.
Allah, kendi nurundan yarattığı bu ruhları süresini yalnızca kendisinin bildiği
bir müddet arşın üzerindeki ruhlar âleminde bekletmiştir. Ruhlar bu âlemde Allah’ın zat
ve sıfatlarına mazhar olmuşlardır. Ruhlar burada müşahede makamında bir müddet
bekletildikten sonra bu ruhlar içinde üstün olanlarını kendi ilmiyle olgunlaştırmış ve
onlara kendisine sadık bir kul olma şerefini bağışlamıştır. Böylelikle bunlar Allah’ın
yeryüzündeki halifesi olma şanına sahip olmuşlardır.
Bu ruhlar böylelikle
‫خليفة‬
101
‫ إ نى جاعل فى االرض‬ayetinin tecellisine mazhar olmuşlardır.
Allah, daha sonra nurdan yarattığı bu ruhları topraktan yarattığı cesetlerin içine
yerleştirmiş ve ruhları bir bedene büründürmüştür.
‫ هوالز حلقكم من طين‬ayeti bu gerçeği
102
işaret ve ifade etmektedir.
Allah, bu aşamadan sonra ruhları sırasıyla âlem-i ceberuda, âlem-i ceberuttan
âlem-i melekûta, âlem-i melekûttan ise âlem-i mülke indirmiş ve onları kendileri için
yaratılmış olan cesetlere yerleştirmiştir.
103
‫ ثم رددناه اسفأل سافلين‬ayetinin bu manevi
yolculuğu ifade ettiğini söyler.
(Andolsun ki) Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel
surette yarattık. Kur’an, 95. Tîn Sûresi, Ayet 4
101 Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30
102 Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Kur’an, 6. Enam Sûresi Ayet 2
103 Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık. Kur’an, 95. Tin
Sûresi, Ayet 5
100
46
Ahmed Sûzî, cesetlere konulan ruhların nefislerinin arzuları sebebi ile
alçaldığını ve üstünlüklerini kaybederek aşağıların aşağısına indirildiklerini ifade eder.
Bedene bürünen ruhların ise bu durumdan haberdar olmadıklarını söyler.
104
‫ال تعلمون شيأ‬
‫ و اخرجكم من بطون امهاتكم‬ayetinin bu hakikati ifade ettiğini söyler.
Ancak bu ruhlar dünyada sâlih ameller işleyerek tekrar yaratılışlarındaki asli
yüceliğe dönebilirler. Bu yüzden Allah, ruhların hakikatleri bularak tekrar yücelmeleri
için kitaplar indirmiş ve burada insanlara doğru yolu göstermeye çalışmıştır. Ruhlar bu
kitaplarda belirtilen kaidelere uyar ve hayatlarını bu nizam üzerine sürdürürlerse
kurtuluşa erecek ve eski durumlarına döneceklerdir. Ahmed Sûzî,
‫ربه فليعمل عمل صالحا‬
105
‫ فمن كان يرجو لقاءا‬ayetinin bu ilahi hakikati ifade etmek için nazil olduğunu söyler.
Ahmed Sûzî, Allah’ı tanıttığı ve bundan sonra insanın yaratılış serüvenine
değindiği bu kısımlardan sonra tövbe konusunu ele alarak açıklamaya çalışmıştır.
Yaratılışla birlikte başlayan seyr ü sülûkun dünyadaki kısmının kişinin bir şeyhe
bağlanarak bütün günahlarından pişmanlık duyup tövbe etmesiyle başladığını belirten
Ahmed Sûzî, eserinde bu manevi yolculuğu her yönüyle ortaya koymaya çalışmıştır.
Bundan sonra şeyh ile mürit ilişkisi, şeyhin ve müridin birbirlerine karşı
görevleri, seyr ü sülûkta terbiye metotları, salikin sahip olması gereken nitelikler gibi
seyr ü sülûk esnasında gerekli olabilecek ve salike yol göstererek onun önündeki
perdeleri kaldırarak hakikati görmesini sağlayacak bir çok konu hakkında tembih ve
nasihatler yer almaktadır.
Kısaca ifade etmek gerekirse sülûk-nâme’nin konusunu Allah yolunda
ilerlemek için yola çıkarak bütün günahlarına tövbe ederek Allah’a vasıl olmak isteyen
salikin bu yolculuğunda ona rehberlik edecek ve onu menziline ulaştıracak çeşitli
konular oluşturmaktadır.
Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. (Şükredesiniz diye size işitmek için
kulak, görmek için göz ve idrak etmek için gönüller verdi). Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 78
105 ( Resulüm ) deki: “ Ben de sizin gibi ancak bir beşerim, ne var ki bana sizi yatatanın ancak bir ilah
olduğu vahyolunuyor. O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih (sünnete uygun, marifete mutabık)
amel işlesin. (ve Rabbi için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın).” Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet
110
104
47
2.3. SEYR Ü SÜLÛKUN AMACI
Tasavvufun gayesi, ayrılıktan sonra gerçek sevgiliye ulaşmak, Hakk’ı bulmak,
kişinin dünya ve ahret mutluluğunu sağlamaktır. Belirtilen hedeflere ulaşmada en etkili
yol seyr ü sülûk yoludur106. Ahmed Sûzî, bu amaç uğruna yola çıkan saliklere yol
göstermek amacıyla yazdığı bu eserinde seyr ü sülûk yolunu aşamalı bir şekilde
anlatmaya çalışmıştır.
Çünkü bu yol Kur’an-ı Kerim’de sırat-ı müstakim, karanlıklardan nura çıkmak,
Rabb’e giden yol, Hakk’ın mağarasına sığınmak, gönlün İslam’a açılması, kölelikten
kurtuluş ve arz-ı mukaddese giriş yolu olarak açıklanan kutlu bir yoldur.107
Bu sebeple bu yola çıkacak olan kişinin yol adabını bilmesi ve bunları kabul
ettikten sonra yola çıkması gerekir. Aksi halde bu yolda fayda bulamamanın yanında
elinde var olanı da ziyan eder. Bu sebeple Ahmed Sûzî eserinde ilk önce seyr ü sülûkun
amacını açıklamaya çalışmıştır.
Hedefi belli olmayan yolcunun menziline ulaşması mümkün değildir. Bu
sebeple bir yola çıkan kimsenin öncelikle bu yolculuğun menzilini ve amacını bilmesi
gerekir. Ahmed Sûzî, bu sebeple seyr ü sülûku anlatmaya başlamadan önce bu manevi
yolculuğun menzilini ve gayesini anlatmaya çalışmıştır.
Ahmed Sûzî’ye göre seyr ü sülûk aslında insanın yaratılışı ile birlikte başlayan
bir süreçtir. Bu yüzden ilk önce insanın yaratılış sürecine değinerek aslında seyr ü sülûk
sürecinin yaratılışla birlikte ruhun bedene bürünmesi ile başladığını ifade etmeye
çalışmıştır. Fakat insanın yaratılışı diğer varlıkların yaratılışı gibi değildir. Allah insanı
diğer varlıklardan üstün bir şekilde yaratmıştır. Bu sebeple Allah insanı kendisinin
dünyadaki halifesi olarak seçmiştir.
Ahmed Sûzî, bu durumu ayetlerle de destekleyerek şu şekilde açıklar:
“ Allah ʿažīmüş- şān ervāĥ-ı insānları ʿālem-i lāhūtda cevher-i nūrdan aĥsen-i
takvīm üzerine ħalķ itdi. Nitekim kelām-ı ķadīmde buyurur:
108‫تقويم‬
‫خلقنا االنسانا فى أحسن‬
‫ لقد‬śoñra ol ervāĥ-ı nūrānīleri fevķ-ı ʿarşda iskān idüp mažhar-ı źāt u śıfāt itdi ve anları
Ethem Cebecioğlu, (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları,
İstanbul: s. 565.
107 İbn-i Acîbe Ahmed el-Hasenî, (2011), el-Bahruǿl- medîd fî Tefsîriǿl- KurǾâniǿl- mecîd ( Kurǿanǿın
Tefsiri ve Tasavvufî İşaretleri ) C. I, Dilâver Selvi ( Çev.), Semerkant Yayıncılık, İstanbul: s. 45.
108 (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel
surette yarattık. Kur’an, 95. Tîn Sûresi, Ayet 4
106
48
ol ʿarş yerinde nice müddet maķām-ı müşāhadede ol ervāĥlar ol kemālāt ʿilmine ve
ādāb-ı ʿubūdiyyet ile mevśūf oldılar ki cāmiʿ-i maħlūķātdan ʿalīm ve ekrem olup
ħilāfete müsteĥaķ oldılar. Anıñ çün Ĥaķķ Teʿālādan:
110
109‫خليفة‬
‫ إ نى جاعل فى االرض‬va’dine
mažhar düşdiler. “
“ Śoñra el- ĥikmet anları yeryüzine ħalīfe itmek içün ħākdan anlara bir ķālıb-i
raʿnā ve bir cesed-i müsteŝnā icād ve taśvīr itdi. Nitekim Ķuǿrān-ı Kerīm’de buyurur:
111‫طين‬
‫ هوالز حلقكم من‬śoñra ol ervāĥları fevķ-ı ʿarşdan ʿālem-i ceberrūta inzāl ve ʿālem-i
ceberrūtdan ʿālem-i melekūta inzāl ve ʿālem-i melekūtdan ʿālem-i mülke inzāl idüp ol
cesed-i tīrdāne idħāl itdi.
Nitekim buyurdı:112‫ ثم رددناه اسفأل سافلين‬śoñra ol ervāĥ-ı
nūrānīleriñ źātlarında olan nūrānīyyetler ve nişānlarında olan ʿilm-i maʿrifetleri tīredān-ı
cesede taʿlīķ ve taʿaşşuķ sebebiyle žulmet-i ŧabīʿat-ı beşeriyyet ile maĥsūf ve kesāfet-i
cesed-i ʿanāśıriyye ile meksūf olup źātlarında olan nūrāniyyet memĥūķ ve neşʿelerinde
olān ʿilm-i maʿrifet mensūħ oldı. Nitekīm Allah celle ve ʿalā buyurdı: ol ervāĥlar 113‫شيأ‬
‫ و اخرجكم من بطون امهاتكم ال تعلمون‬114 ”
“ Ve śoñra buyurdı ol ervāĥlar neşʿe-i aślīyyelerine ricʿat ve maķśūd-ı
aʿlālarına ʿavdet itsünler içün kitāblar inzāl itdi ki her kim anları işlerse ve nefsiyle
mücāhede ve sāʿir aʿmāl-ı ĥasenātlar işlerse žulmet-i tabīʿatdan ħalāś ve keŝāfet-i
cesedden necāt bulup neşʿet-i aślīyyesine ricʿat ve nūrānīyyet-i źātiyyesine ʿavdet idüp
Ĥaķ teʿālaya kemāl-ı maʿrifet ve vuślat ide. Nitekīm buyurdı:
115‫صالحا‬
‫لقاءا ربه فليعمل عمل‬
‫ ” كان يرجو‬116‫فمن‬
Ahmed Sûzî’nin de yukarıda belirttiği gibi tasavvufi kaynakların
çoğunda insan, rabbanî olan ruh ve türabî olan beden ikilemi içinde ele
alınmıştır. İnsanın beşeri kalıbının aslı toprak, ruhunun aslı ise Allah’ın nurudur.
Eğer insanın beşeri yönü nurani yönüne baskın gelirse insan toprak âlemi olan
bu dünyaya bağlanır. Bütün işi dünyalık derdi olur ve Ahmed Sûzî’nin de
yukarıda belirttiği gibi esfel-i safilîn zümresine dâhil olur. Fakat ruhani yönü
Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30
Sülûk-nâme, SK. HME. , 2a.
111 Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Kur’an, 6. Enam Sûrsi, Ayet 2
112
Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık. Kur’an, 95. Tîn
Sûresi, Ayet 5
113 Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet78
114 Sülûk-nâme, SK. HME. , 2b.
115 (Resulüm) deki: Ben de sizin gibi ancak bir beşerim, ne var ki bana sizi yatatanın ancak bir ilah olduğu
vahyolunuyor. O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık) amel
işlesin ve (Rabbi için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın). Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet 110
116 Sülûk-nâme, SK. , HME. 3a.
109
110
49
baskın olursa cesedin kesafetinden kurtulup nurlar ve sırlar âlemine doğru
gider.117
Toprağın sıkletinden kurtulup ruhun peşinden gitmeyi başarabilmek
için seyr ü sülûk en önemli araçtır. Çünkü ruhu beşeriyetten kurtarmanın tek
yolu manevi terbiyeden geçmektir. Allah önce insana çamurdan bir beden
yaratmış sonra da ona nurdan bir kalp ve ruh yerleştirmiştir. Eğer insan nefsine
galip gelip Allah’a yönelirse ilahi sırlara muvaffak olarak melce-i asliyesine
dönecektir. Fakat günahlara bulaşarak bedenin kesafetini arttırırsa Allah’ın
nurundan uzaklaşacaktır.
Ahmed Sûzî, insanın kurtuluşa erebilmesi ve yaratılışındaki gayeyi
anlayabilmesi için Allah’ın insanlara yol göstermek için kitaplar indirerek
peygamberler gönderdiğini belirtmiştir. Tüm bunların amacı insanı Allah’a vasıl
olduğu yaratılıştan önceki mertebeye tekrar yükseltmektir. Ruh bedene
bürünerek Allah’tan uzaklaşmıştır. Fakat bu geçici bir durumdur. Eğer insan bu
bedende kaldığı müddetçe iyiliklerde bulunup doğru yolu takip ederse bedenden
kurtulup hakikat âleminde tekrar Allah ile buluşacaktır.
Ahmed Sûzî, bu hakikati mensur olarak açıkladıktan sonra daha iyi
anlaşılması ve akılda kolay kalması için manzum olarak da aşağıdaki gibi
açıklamaya ve özetlemeye çalışır.
FeǾliâtün / FeǾilâtün / FeǾilâtün / FeǾilün
( v v - - / v v - - / v v - - / v - -)
İdicek anlara ʿarş üzre Ħudā ʿarż cemālīn
Oldılar źāt-ı śıfātına merāya-yı güzīn
Śoñra icāb idüben ĥikmet-i śunʿ-ı bārī
İde insān ile bu rūy-ı zemīni tezyīn
Derin, (2013), Kurǿan-ı Kerîmǿde Seyr ü sülûk – Ahmed İbn Acîbeǿnin Tefsiriǿnde-, Erkam
Yayınları, İstanbul: s. 89-90.
117Süleyman
50
Ĥikmet-i bāliġası śunʿını ižhār itdi
Ħākdan ruĥlar içün bir cesed itdi tedvīn
Aldı Ĥaķķ ruĥlarını indürdi feżā-yı ʿarşdan
Ħākdan cesed teniñe ķodı zār-ı ĥazīn
Bu iki żıddı bir Ħudā ʿaşķ ile teʿlīf itdi
İdeler tā ki ʿubūdiyyet-i vażʿ-ı cebīn
Rūĥlar olduķda muķārrīn-i cesed itdi günāh
İtdürür ādeme elbetde günāh sūʿ-i ķarīn
Cesed-i tīre u ŧende rūhlar ġurbetde
Ĥaķķ teʿāla ola ervāĥe bu ġurbetde muʿīn
Źikr-i ŧāʿat iderek ķayd-ı ĥasedden geçelüm
Olalum rūĥ-ı muʿallā ile Allah’a yakīn118
Ahmed Sûzî’ye göre Allah, insanı kudret ve saltanatının güzelliğini gösteren,
zat ve sıfatlarını yansıtan bir ayna olarak yaratmıştır. Cemal-i mutlak olan Allah,
kendisini varlık âleminde görmek ve göstermek istemiş ve bu aşk sebebi ile insanı
yaratmıştır. Bu aşk neticesinde birbirinin zıttı olan bedeni ve ruhu bir araya getirerek
varlık âlemini onunla süslemiştir.
Bu düşünce varlık felsefesi konusunu işleyen birçok mutasavvıf tarafından dile
getirilmiştir. Bu düşüncelerine delil olarak da: “Ben bilinmeyen bir hazine idim,
bilinmeyi diledim, bunun için varlıkları yarattım; onlara kendimi bildirdim, onlar da
beni bildiler.119” hadisini gösterirler, yaratılış sürecini ve amacını bu düşünceler üzerine
temellendirirler. 120 Ahmed Sûzî de yukarıdaki manzumesinde bu düşünceye işaret eder.
Sülûk-nâme, SK. HME. , 3a-b.
Ahmet Serdaroğlu, (1996), Usul-i Hadis ve Mevzûât-ı Aliyyül- Kârî Tercemesi, Ayyıldız Matbaası,
Ankara: s. 92.
120 Mehmet Yılmaz, (1992), Edebiyatımızda İslamî Kaynaklı Sözler ( Ansiklopedik Sözlük), Enderun
Kitapevi, İstanbul: s. 98.
118
119
51
Ona göre Allah, kendisine ibadet eden kullar olsunlar diye bu iki zıddı bilinme ve
bildirme aşkı ile bir araya getirmiştir. Ruhlar bu cesede girerek gurbete çıkmışlardır.
Onların bundan sonraki gayesi tekrar asıl vatanlarına dönmektir. Bu da ancak seyr ü
sülûk ederek, zikir ve ibadetle kıskançlık bağından kurtulmuş yüce bir ruh olarak
Allah’a ulaşmakla mümkündür.
İşte seyr ü sülûk bu manevi yolculuğun kendisidir. Salikin amacı da bu
yolculuğu adabına göre tamamlayarak vuslata ulaşmaktır. Bu yola girmek isteyen kimse
öncelikle bu yüce amacı anlamalı ve yaratılışın gayesine vakıf olmalıdır. Böylelikle
çıktığı yolun önemini kavrayarak ona göre kendisine bir yol çizer.
2.4. SÜLÛKA BAŞLAMA / TARİKATA GİRİŞ
Allah bütün ruhları müşahede etme ve bilme kapasitesiyle yaratmıştır. Bütün
ruhlar dünyaya gelmeden önceki hayatlarında Allah’ı ariftiler. Ruh cesedin heva ve
hevesinin peşine düşünce daha önce sahip olduğu bu marifeti unutmuştur. seyr ü sülûk
her insanda potansiyel olarak bulunan manevi cevheri uyandırmaktan ibarettir.121
Bu sebeplerden dolayı herkes sülûka girmekle yükümlüdür. Yaratılışındaki
gayeyi anlayan ve tekrar önceki hayatındaki ebedi mutluluğa kavuşmak isteyen herkes
seyr ü sülûk yoluna girmelidir.
Ancak önceki hayatında sahip olduğu marifeti kaybeden insan bu yolda tek
başına yürüyerek Allah’a vasıl olamaz. Çünkü yolunu aydınlatacak olan marifet
ilminden mahrum kalmıştır. Bu da onu bu yoldan daha önce geçen bir mürşid-i kâmile
biat ederek onun kılavuzluğunda bu yolu tamamlamaya zorlar.
Bu sebeple seyr ü sülûkun gayesini ve amacını anlayan kişi kendisine yol
gösterecek bir mürşid-i kâmil bulup ona intisap etmelidir.
2.4.1. Mürşid-i Kâmile Biat Etmek
Tarikata girme (intisap), şeyhe bağlılık sözleşmesi anlamına gelen ve şeyhin
elini tutmak suretiyle icra edilen bir biat merasimiyle gerçekleşir. Aralarında bazı
önemsiz farklar bulunmakla birlikte biatın şekli ve gayesi bütün tarikatlarda hemen
121
Derin, a.g.e. , s.91.
52
hemen aynıdır.122 İslam dünyasında tasavvuf etrafında şekillenen tarikatların hemen
hepsi biati sülûka giden yola açılan kapı olarak telakki etmişlerdir. Bu sebeple sülûka
başlamak için bu kapıyı çalarak bir mürşid-i kâmilin terbiyesinden geçmenin ve ona tabi
olmanın gerekliliğini belirtmişlerdir. Seyr ü sülûka başlamak isteyen salik öncelikle
kendisine bir mürşid-i kâmil arar ve onu bulunca da kendisine biat eder.123
Ahmed Sûzî’ye göre cesedin kesafeti içinde kalan ruhlar beşeriyetin etkisiyle
yaratılışlarındaki asıl gayeyi unutup günahlara bulaşmışlardır. Allah da onları bu
durumdan kurtarıp aslına döndürmek için her devirde peygamberler ve kitaplar
indirerek onları doğru yola iletmek için kılavuzlar göndermiştir. En son gelen
peygamber Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed, peygamberlik zincirinin son
halkasıdır. O’ndan sonra artık peygamber gelmeyecektir.
Hz. Peygamberin vefatından sonra onun açtığı irşat yolunu sahabeler açık
tutmaya çalışmışlardır. Bu görev bir silsile olarak Hz. Muhammed’den sahabelere,
onlardan tabiinler ve tabiinlerden de veliler ve mürşid-i kâmillere aktarılarak günümüze
kadar ulaşmıştır.124
Ahmed Sûzî’ye göre mürşitler peygamberlerin varisi olarak onların irşat
yolunu devam ettirirler. Bu nedenle seyr ü sülûka başlamanın ilk şartı olarak bir mürşidi kâmil bularak ona biat etmeyi gösterir. Bu durumu sülûk-nâme adlı eserinde aşağıdaki
şekilde açıklar:
“ Sālik olayım diyen kimse cümleden evvel bir mürşīd-i kāmil ve şeyħ-i fāżıl
ve rehbere vāśıl olup anıñ eline ve etegine ve belki ayaġı altına yüz sürüp yollarıñ ādābı erkānın ve sülūk aĥvālin ve şürūŧ-ı eźkārin tesbīhāt berzaħların ve ʿuķubātların
bildirmeye cān, baş ile ķūl olup andan iźin ve ināyet idüp ve her bir ĥükmüne teslīm ve
her bir emrine semiʿnā ve meclīs-i ħiźmetlerinde cān, bāşın efnā ve ŧālib-i raġib-i liķāsı
olmadıķça füĥūl-ı zamān ve ķutb-ı ʿulemā-i devrān ve ʿibādāt ile yeksān olsa fāʿide
virmez ve nihāyetinde emegi żāyiʿ olmadan māʿada ŧālib-i rıżā-yı Mevlā ve rāġib-i
liķa-i Ħudā olup da ehlullāh yolına duħūl itmekle bu şürūŧları cāmiʿ olmazsa maķśūdına
nāʿil ve maŧlubına vaśıl olamaz.” 125
Osman Türer, (1997), Biat (Tasavvuf), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. VI, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: s.124-125. ; Reşat Öngören, (2003), Tarihte Bir Aydın Tarikatı
Zeynîler, İnsan Yayınları, İstanbul: s. 170.
123 İbn-i Acîbe, a.g.e. , C.IV, s.331.
124 Ali Ramazan Dinç, (2002), Manevi Yolculuk Seyr u Sülûk, Mavi Yayıncılık, İstanbul: s.13.
125 Sülûk-nâme, SK. HME. , 7a-b.
122
53
Ahmed Sûzî, burada salik olmak isteyen kişinin her şeyden önce fazilet sahibi
bir mürşid-i kâmil bulup kendisine biat etmesi gerektiğini ifade eder. Salik mürşitten
seyr ü sülûk yolunun adap ve erkânını, seyr ü sülûkun şeklini, zikrin şartlarını, yüce
Allah’ı azametine ve zatına layık ifadelerle anmanın berzahlarını ondan öğrenmelidir.
Ahmed Sûzî, salikin amacına ulaşabilmesi için mürşid-i kâmile intisap edip
ona bağlanmayı bir zorunluluk olarak ifade etmiştir. Salik, bu şartı yerine getirmedikçe
zamanın en büyük âlimi ve abidi olsa da yine de amacına ulaşamaz.
“ Sālik Ĥaķķ teʿālaya sülūk itmek murād itse ve ehlullah yollarına girüp dü
cihānda ber-murād olayım dise lāźımdur ki evvelā bir şeyħ-i kāmil bulup andan aħź-ı
ŧarīķ ve telķīn-i źikr ve ādāb erkān ögrenüp anı rehber ve püşter idinüp
ŧarīķat-ı
ʿalīyyeye giden yollara anıñ refāķātıyla sülūk idüp ķadem baśa. Źīrā Cenāb-ı Ĥaķķa
giden tarīķ ziyādesiyle ħaŧırına gider mūzbāt ve ʿuķyāt ve mevsūsāt çoķdur. Bir refīķ-i
müstefī ve enīs-i mūlis, cāri, cesūr, rüsūm-ı ŧarīķi bilene muķārin olmadıķça hidāyet
bulamamadan maʿada yolda çoķ sefiliyyetler çeker.126 “
Sülûk-nâme’den alınan yukarıdaki metinde de şeyhin gerekliliğini ifade eden
Ahmed Sûzî, bu düşüncesini kuvvetlendirmek için Abdülkadir Geylanî, Muhyiddîn
İbnü’l- Arabî, Bayezîd-i Bistamî, Cüneyd-i Bağdadî gibi birçok evliyaya isnaden
söylenen “ ‫من الرجال فينتقل من مجال الى محال ومن لم يكنله شيخ فشيخه الشيطان‬
‫ياخذ الطريق‬
‫“ “ من لم‬Bir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza
doğru yürür. Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır.127” sözünü delil olarak gösterir.
Ahmed Sûzî, burada kişinin mutlaka bir yol göstericinin gözetimine girerek
seyr ü sülûkunu tamamlaması gerektiğini ifade etmeye çalışmıştır. Bir kılavuzun
gözetimine girmeyen salik bu zorlu yolculukta şeytanın ve nefsin hileleri, aldatmaları ile
yolunu şaşırarak delalete düşebilir. Dolayısıyla bu durumdaki kişi bilmeyerek şeytanı
kılavuz ve şeyh olarak kabullenmiş olabilir.
Ahmed Sûzî’nin ifade ettiği bir başka söz de yine birçok mutasavvıf tarafından
tekrarlanan “‫ “ ”الرفيق ثمّ الطريق‬Evvela arkadaş sonra yol.” sözüdür. Birçok mutasavvıf
bu sözü tekrarlamış ve yola yani seyr ü sülûka başlamanın ilk şartı olarak bir refakatçi
bulmayı göstermiştir.
126Sülûk-nâme,
SK. HME. , 12b.
Şihâbuddîn Sühreverdî, (2010), Avârifü’l- Meârif – Geçek Tasavvuf, Dilâver Selvi ( Çev.), Semerkand
Yayınları İstanbul, s. 119. ; Harun Ünal, (2007), Uydurma Hadisler, C.II, Mirac Yayınları, İstanbul: s. 95102.
127
54
Ahmed Sûzî, sülûk-nâme isimli eserinde şeyhin gerekliliğini mensur olarak
açıkladıktan sonra aşağıdaki manzumesinde bu durumu manzum olarak ifade etmeye
çalışmıştır. Burada salikin Allah’a ulaşabilmesi için kendisine bir rehber bulması ve bu
rehberin, yolunu aydınlatması gerektiğini savunmuştur. Salikin Allah’ın yüce meclisine
layık bir kul olabilmesi için bir mürebbinin rabıta-i tedrisinden geçmesi gerektiğini
belirtmiştir. İnsanın dünya meşakkatleri ile asıl yolunu şaşırdığını ancak ona doğru yolu
gösterecek selahkar bir mürşidin yol göstermesi ile kurtulabileceğini, bunun da bir şeyhi kâmil bulup ona intisap ederek mümkün olabileceğini ifade etmeye çalışmıştır.
( - - v / - v - -/ - - v/ - v - -)
MefǾûlü / FâǾilâtün / MefǾûlü / FâǾilâtün
Sālik Ħudāya irmez rehber olmasa
İrşād ider ŧarīķi aña bir er olmasa
Lāyıķ olur mu ħizmet-i meclis-i mülūke hiç
Erbāb-ı terbiyyet ile o kim perver olmasa
Ādem gider mi rāh ħaŧırına ki begim
Anıñ refīķi rehnümā ve selāĥkār olmasa
Sālik bu yolda mažhar-i himmet olur mu hiç
Dergāh-ı şeyħ-i kāmile rū göster olmasa
Feyż-i himmet ʿizz-i ĥürmet ber-murād olsun ki hiç
Ĥaķķ yolında şeyħ öñünde ʿabd-ı çāker olmasa128
2.4.1.1. Mürşid-i Kâmilin Özellikleri
Mürşit, tasavvufi anlamda seyr ü sülûk etmek isteyen salikleri irşat ederek
onlara doğru yolu gösterme ehliyetine sahip olan insan-ı kâmil seviyesine ulaşmış
128
Sülûk-nâme, SK. HME. , 14a-14b.
55
rehber kişi olarak tanımlanmaktadır.129 Mürşit, salikin özellikle ruhani yönü ile
ilgilenerek onu olgunlaştırmaya çalışan bir mürebbi gibidir. Kendisine intisap eden
müritlerin bütün hallerini ve yeteneklerini göz önüne alarak onları istidatlarına göre
terbiye metotları ile kemalata ulaştırmaya çalışır.130
Eserinde tarikata giren ve manevi olarak olgunlaşmak isteyen saliklerin
mutlaka mürşid-i kâmil olan bir şeyhe bağlanması gerektiğini ifade eden Ahmed Sûzî,
mürşid-i kâmilin sahip olması gereken özellikleri de açıklamıştır. Ahmed Sûzî’nin bu
konudaki görüşleri kendisinden önce ve sonra bu konu hakkında düşüncelerini ifade
eden birçok mutassavıfın düşünceleri ile uyuşmaktadır. Ahmed Sûzî’ye göre salikin
bağlanarak kendisine rehber edineceği mürşid-i kâmilde şu özellikler mutlaka
bulunmalıdır:
2.4.1.1.1. Kâmil Bir Şeyhten İcazet Almak
İslami eğitim ve öğretimde akademik diplomaları, sanat ve meslekte yeterlilik
için gerekli izin ve onayı ifade eden bir terim olarak kullanılan icazet, sözlükte su
akıtmak; helal kılmak, izin vermek, onaylamak, geçerli kılmak gibi manalara gelen cevz
kökünden türetilmiştir. İcazet, İbn Fâris’e göre su akıtmak şeklindeki anlamından
hareketle, bir âlimin ilmini talebesine aktarması, manasında terimleşmiştir. İlk defa
kullanıldığı hadis alanında icazet; hadis rivayetine sözlü veya yazılı izin vermek, rivayet
hakkını devretmek, demektir.131
Önceleri öğretimsiz verilen izin ve izin belgesi anlamında kullanılan icazet
terimi, medreselerin kuruluşundan sonra belli bir öğretim disiplini içinde bilgi ve
rivayet nakletme yetkisi tanıyan belge, anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Hadis,
siyer ve megazî kitaplarına verilen icazet örneği, zamanla diğer ilim dallarındaki
kitaplara da müellifleri veya râvileri tarafından uygulanmıştır. Osmanlılarda ve Doğu
İslam ülkelerinde, medrese ve tekke mensuplarıyla sanat erbabından eğitim ve
öğrenimlerini
tamamlayanlara
üstatlarının
verdiği
yazılı
belgeye
icazet-nâme
denilmiştir.132
Uludağ, (2001), a.g.e. , s. 455
Mahir İz, (1990), Tasavvuf, Kitabevi Yayınları, İstanbul: s. 162.
131 Cemil Akpınar, (2000), İcazet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XXI, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 393.
132 Akpınar, a.g.e. , s. 396.
129
130
56
Mürşidin saliklerin tüm hallerine vakıf olabilmesi için kendisinin de bir şeyhin
gözetiminde sülûk yolunu tamamlamış ve bütün makamları geçmiş başka bir ifade ile
tecrübe sahibi olması gerekir. Bu tecrübelerden geçmeden şeyhlik iddia eden kimse
mürşid-i kâmil olarak kabul edilemez.133
Mürşidin bu tecrübeyi yaşadığını kanıtlaması için mürşid-i kâmil olan bir
şeyhten aldığı icazete sahip olması gerekir. Ahmed Sûzî, sülûk-nâme’sinde mürşid-i
kâmilin sahip olması gereken özellikleri sıralarken mürşid-i kâmilin her şeyden önce
kendisi de kâmil bir şeyhin elinde yetişip terbiye görmüş ve icazet almış olması
gerektiğini ifade eder.
Sülûk-nâme isimli eserinde mürşid-i kâmilin vasıflarını sıraladığı bir
manzumesinde bu durumu şu şekilde ifade eder.
Şeyħlerden olup nispet-i ʿirfān müselsel
Esmāʿ-i ŧarīķinde ola fażl-ı kemāli134 ”
Ahmed Sûzî’ye göre mürşid-i kâmil olduğunu icazetle ispat eden şeyh, ders
aldığı üstadının kendisine verdiği izin nispetinde salikleri yetiştirmeli, üstadının icazet
verdiği yere kadar salikleri terbiye etmekle meşgul olmalı ötesine karışmamalıdır.
Çünkü icazet bir çeşit izin belgesidir. Mürşid-i kâmil, Şeyhinin kendisine verdiği izin
çerçevesinde kalarak irşat faaliyetlerini sürdürmelidir.
2.4.1.1.2. Murakabe, Fikir ve Zikir Ehli Olmak
Sözlük manası bakımından bir şeyi gözetlemek, korumak, kontrol etmek
anlamında Arapça bir kelime olan murakabe, tasavvufi ıstılahta kişinin Allah’ın her
şeye kadir ve her şeyden haberdar olduğunu bilmesi, kalbin maksudunu her an
mülahaza etmesi anlamına gelir.135
Ahmed Sûzî’ye göre mürşid-i kâmil olan şeyh mutlak manada murakabe, fikir
ve zikir ehli bir zat olmalıdır. Kendini bilen Rabb’ini bilir, düşüncesinin tezahürü olan
murakabe ile kişi sürekli olarak kendi durumunu ve davranışlarını kontrol eder,
böylelikle nefsini kontrol altına alarak Allah’ın cemaline ulaşır.
Derin, a.g.e. , s. 215.
Sülûk-nâme, SK. HME. , 12a.
135 Cebecioğlu, a.g.e. , s. 445.
133
134
57
Bu yönüyle mürşid-i kâmil olan şeyh Allah’ın her şeye kadir olduğunu, her
şeyin bilgisinin zatında saklı olduğunu bilmeli ve bunu daima düşünerek hareket tarzını
buna göre şekillendirmelidir. Bu hususiyet sayesinde batını aydınlatmaya yönelik bir
çaba olan murakabe şeyhte vakar, temkin ve birçok ilme vukufiyyet gibi özellikleri
ortaya çıkarır.136 Bu da şeyhin salikleri doğru bir şekilde eğitmesini sağlar.
Ahmed Sûzî’ye göre mürşid-i kâmil olan şeyh sadece murakabe ile Hakk’ı
bulamaz. Bunun yanında ehl-i fikir olmalıdır. Yani hakikati ararken aklını da
kullanmayı bilmelidir. Akla uygun olmayan şeyleri ne kendisi uygulamalı ne de
salikleri bu tür uygulamaları yapmaya zorlamalıdır. İrşat yolunu Allah’ın insanlara bir
hediye olarak verdiği aklını kullanarak ve bütün amellerini düşünerek açık tutmaya
çalışmalıdır.
Mürşid-i kâmil aynı zamanda zikir ehli olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de de
insanların bilmedikleri konuları zikir ehline sorarak öğrenmeleri emredilmiştir. “ Eğer
bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz.” 137 ayeti mürşid-i kamilin sıfatlarından birinin zikir
ehli olmak olduğunu gösterir. Kur’an-ı Kerim’de de bildirildiği gibi ancak zikir ehli
olan kişiler seyr ü sülûk esnasında ortaya çıkabilecek sorulara cevap verebilecek
yeterliliğe sahiptirler. Özellikle kalp âlemi ile ilgili ilahi sırları sadece mürşid-i kâmiller
bilebilir.138
Ahmed Sûzî, mürşid-i kâmilde bu üç özelliğin birlikte var olması gerektiğini
savunur. Çünkü bu özelliklerin her biri seyr ü sülûkun başka bir cihetini aydınlatır.
Böylelikle bunların tamamının beraberce salikin seyr ü sülûkunu tamamlaması için yol
gösterici vaziyetinde olan mürşid-i kâmilde bulunması gerektiğini ifade eder.
2.4.1.1.3. Şeriata Uygun Hareket Etmek
Şeriat, İslam’ın en temel kaynağı ve referansı olan ve Hz. Muhammed
aracılığıyla insanlara iletilen ilahi bir mesaj olan Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in bu
İlahi mesajı açıklayıp yorumlayan sözleri ve davranışlarını içine alan kuralların
tamamını ifade eden bir kavramdır.139
Cahid Haksever, (2009), Ya’kub-ı Çerhî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan
Yayınları, İstanbul: s. 146.
137 Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 43
138 Derin, a.g.e. , s. 224.
139 Şinasi Gündüz, (2010), Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 37.
136Ahmet
58
Mürşid-i kâmilin amacı Allah’ın Peygamberler vasıtasıyla açtığı şeriat yolunu
aydınlatmak ve açık tutmaktır. Bu sebeple irşat yolunu aydınlatırken bu yolun
kurallarına aykırı hareket etmemelidir. Şeyh, dinin aslına uygun olarak hareket etmeli
ve Hz. Peygamber’in sünnetine son derece bağlı olmalı, dinin ve şeriatın aslında
olmayan bidatlerden daima kaçınmalıdır.
Ahmed Sûzî, bu durumu Sülûk-nâme’deki bir manzumesinde şeyhin hem
zahiri hem de batıni olarak şeriata uygun olarak hareket etmesi gerektiğini şu şekilde
açıklar:
MefǾûlü / FeǾilâtün / MefâǾîlün / FeǾûlün
(- - v/v v - - / v - - - /v - -)
Şeyħ öyle gerek kim ola şerʿ üzere efʿāli
ʿAnķā gibi menzil idine ʿazm-ı āli
Žāhirde ola zühd-i ʿibādāt ile meşġūl
Bāŧında Ĥaķķ ile ola ĥasb-ı ĥāli
Hem ola ķuvvet-i ķudsīyyete mālik
Bir himmet ile eyleye ķalʿa cibāli
Sālikleri ġıybetde ide ĥıfž-ı ĥırāset
Refʿ ide göñüllerde olan dāʿ u bāli
ʿĀrif ola ol mezlaķa-i rāh-ı sülūka
Temyīz ide ol nehc-i hidāyetle đelāli140
2.4.1.1.4. Âlim Olmak
Ahmed Sûzî’ye göre bir şeyhin Mürşid-i kâmil olarak kabul edilebilmesi için
gerekli olan şartlardan biri de âlim olmaktır. Seyr ü sülûk yolunda saliki doğru yola
ileterek kemalata ulaştırmaya çalışan mürşit öncelikle kendisi zahiri ve batıni ilimleri
140
Sülûk-nâme, SK. HME. , 12a.
59
bilmelidir. Bâtıni bilgiler Allah’ın sıfatlarını, tarikat yolundaki tehlikeleri, nefis ve
şeytanın tuzaklarını, vecd yollarını, makamların iç dünyasını bilmek gibi konulardır.
Zahiri ilimler ise şer’i bilgiler, haram ve helaller gibi temel dinî bilgilerdir. Mürşid-i
kâmil olan kişi bu bilgilere vakıf olan âlim bir şahsiyet olmalıdır.141
Âlim olan mürşid-i kâmil ilim, amel ve ahlak sahibidir. Ayrıca insanların nasıl
irşat edileceğini, yola getirileceğini, müritlerin ne şekilde terbiye edilip yetiştirileceğini,
bunun usul ve tekniğini bilir. Şeyh, kâmil ve mükemmil olmalıdır, dendiği zaman
anlaşılacak budur. Her kâmil aynı zamanda mükemmil (başkalarını kemale ulaştırıcı),
her salih, muslih (başkasını ıslah edici), her âlim muallim (iyi bir öğretici) değildir.
Müritleri irşat için âlim, arif, amil, abid ve ahlaklı olmak yetmez. Mürşidin, irşat ve
rehberliğin usulünü, tekniklerini ve kılavuzluğun inceliklerini de bilmesi gerekir.
Bundan başka mürşidin hali, hareketi, duruşu, bakışı ve konuşma tarzıyla insanları
manevi ve ruhani yönden etkileme gücüne sahip olması da lazımdır. Himmet denilen
manevi tesir ve kuvvet budur.142 Bu kuvvet de ancak saliki, nefsin ve şeytanın
aldatmacasından alıkoyabilecek beceriye ve yeterliliğe sahip mürşid-i kâmil olarak
kabul edilen âlim kişilerde mevcuttur.
2.4.1.1.5. Sabırlı Olmak
Sözlük manası olarak sabır, birini bir şeyden alıkoymak, katlanmak,
hapsetmek, tutmak, dayanmak gibi anlamlara gelir. Tasavvufi bir terim olarak ise sabır;
başa gelen bela ve sıkıntılara dayanmak, Allah’a ibadet etmeye devam edip O’na isyan
etmekten kaçınmak anlamında kullanılır. Sabır, birey musibetle ilk karşılaştığında
meydana gelir.143
Ahmed Sûzî, sülûk-nâme isimli eserinde mürşid-i kâmilin karşılaşılabilecek
olumsuzluklar karşısında tahammül göstermesi ve sabırlı olması gerektiğini ifade
etmiştir. Mürşid-i kâmil olan şeyh, karşılaşılabilecek her türlü olumsuzluk karşısında
tedbirli olmalı ve en zor durumlarda bile terbiyeye devam etmelidir. Çünkü seyr ü sülûk
yolu kolay bir yol değildir. Bu yol nefsin ve şeytanın hileleri ve aldatmaları ile doludur.
141Derin,
a.g.e. , s. 235.
Süleyman Uludağ, (2010), Mürşid-i Kâmilin vasıfları, Zuhûr Kültür Edebiyat ve Tasavvuf Dergisi,
Erkam matbaası, Yıl: 1 sayı:3 Eskişehir: ss.12-14.
143 Cebecioğlu, a.g.e. , s. 529.
142
60
Mürşit bu hileleri ve aldatmaları bilmeli ve bu zorluklara göğüs gererek sabır
göstermelidir.
2.4.2. Rüya /İstihare
İnsan, hayatının yaklaşık olarak üçte birlik bir kısmını uykuda geçirir. Bu süre
insan yaşamının önemli bir bölümünü oluşturur. Mutasavvıflar insanın uyuyarak
geçirdiği bu süreyi kişinin kendisini keşfetmesi için bir fırsat olarak kabul ederler. Bu
yönüyle tasavvuf ve tarikat çevresinde yetişen âlimler rüyaların bireyin yaşamının geri
kalanını zenginleştirmesine imkân verecek psikolojik ve kültürel mekanizmalar olduğu
görüşünü savunurlar.144
Rüya Arapça bir kelime olup uykuda bir şeyi görmek veya uykuda görülen şey
anlamlarına gelmektedir.145 Tasavvuf anlayışında rüya, kalbe gelen düşünceler ve hayal
gücünde şekillenen hallerdir ve keramet çeşitlerinden bir türdür. Rüya, uykuda bilinç
hallerinin tamamen kaybolmadığı bir anda görülür. Mutasavvıflar bu durumu yakaza
olarak adlandırırlar.146
Rüya, psikoloji alanında olduğu gibi tasavvuf kültüründe de önem verilen
hususlardan birisidir. Birçok tasavvuf ekolünde nefis mertebelerinin geçilmesi, görülen
rüyaların yorumlanmasıyla olmaktadır. Bu yorumlar asla indirgemeci olmayıp
teolojiktir
ve
yapılmaktadır.
genellikle
rüya
sahnelerine
sembolik
anlamlar
yüklenerek
147
İnsanlığa gönderilen tüm kutsal kitaplarda rüya bahsi yer almaktadır. Tanrı
insanlarla rüyalarda konuşur. Hem Tevrat (Eski Ahit) ve İncil’de (Yeni Ahit) hem de
Kur’an’da yer alan rüyalar, dinlerin tarihini şekillendirmede önemli rollere sahiptir. 148
Robert Evan Ornstein, (1990), Yeni Bir Psikoloji, Erol Göka-Feray Işık (Çev.), İnsan Yayınları,
İstanbul: s. 168-169.
145 Mütercim Âsım Efendi, (2013), el- Okyânûsu’l- Bâsit fî Tercemeti’l- Kâmûsu’l- Mûhit, Kâmûsu’lMûhit Tercümesi, Mustafa Koç- Eyüp Tanrıverdi ( Haz.) C. III, Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Yayınları, İstanbul: s. 817.
146 Abdulkerim Kuşeyrî, (2009), Kuşeyrî Risalesi, Süleyman Uludağ (Çev.), Dergâh Yayınları, İstanbul:
s. 467.
147 Muhammed Ecmel, (2003), ‘‘Sufi Ruh Bilimi’’, Sufi Psikolojisi, Kemal Sayar ( Haz.), İnsan
Yayınları, İstanbul: s. 88.
148 Sevda Yücesoy, (2001), Uykudaki Bilgelik: Rüyalar, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul: s. 231.
144
61
Kaynağını Kur’an ve sünnetten alan ve Hz. Yusuf’un mucizesi olan rüya 149 ve rüyaları
yorumlayarak geleceğe yön verme İslam tasavvufunda da önemli bir yer edinmiştir.150
Birçok tarikat tarikata kabulün şartı olarak rüya / istihare’yi öne sürmüştür. Bu
tarikatlardan biri olan Halvetilikte ve onun bir kolu olan Şemsîyye / Sivasîyye ekolünde
de rüya seyr ü sülûk’ta önemli bir yere sahiptir. Örneğin tanınmış sufilerden olan Niyazi Mısrî gördüğü bir rüyadan sonra Mısır’dan Anadolu’ya gelmiş ve burada Halvetiyye
tarikatına intisap etmiştir.151
Rüyaları bir bilgi kaynağı olarak kabul eden Ahmed Sûzî, tarikata girerek seyr
ü sülûk etmek isteyen salikin kabul edilmesinin uygun olup olmadığını anlamak için
hem şeyhin istihareye yatması gerektiğini hem de salike istihareyi emretmesi gerektiğini
belirtmiştir. Tarikatlarda salikin manevi yükselişi, gördüğü rüyalarla takip edilmiş;
nefsin terbiyesi esas alındığında manevi mesajlar içermesi ve nefsin durumunu ifade
etmesi bakımından en önemli rüyaların seher vakti görülen rüyalar olduğu kabul
edilmiştir.152
Rüyaların tasavvuf kültüründe irşat yöntemleri arasında önemli bir yeri olduğu
ve bazı manevi işaretler taşıdığı bilinmektedir. Bu sebeple Ahmed Sûzî, salikin seyr ü
sülûk yoluna kabulünün hayırlı olup olmadığını tespit etmek için rüyaya başvurmayı
uygun bulmuştur. Eğer rüyada Allah dostları olan veli kimseler tarafından bir işaretle
salikin kabulünün uygun olduğu bildirilirse salik müritliğe kabul edilir. Eğer uygun
olmadığı bildirilirse salikin kısmetini başka yerde araması gerektiği, nasibinin burada
olmadığı anlatılarak tarikata kabul edilmez.
Ahmed Sûzî, bu yüzden tarikata bağlanarak Allah yolunda seyr ü sülûk etmek
gayesiyle mürşid-i kâmil olan bir şeyh arayıp onu bulunca da ona intisap ederek
sülûkunu tamamlamak isteyen bir kimseye, mürşid-i kâmil olan şeyhin istihareyi
emretmesini ve kendisinin de istihareye yatmasını, rüyada kendisine bildirilen ilahi
mesaja göre karar almanın uygun olacağını ifade eder.
Kur’an, 12. Yusuf Sûresi, Ayet 4, 36, 43-49
Süleyman Uludağ, (1976), İslâm Açısından Musiki ve Rüya, İrfan Yayınları, İstanbul: s. 290-291.
151 Annemarie Schimmel, (2005), Halifenin Rüyaları- İslamda Rüya ve Rüya Tabirleri, Tuba Erkmen
149
150
(Çev.), Kabalcı Yayınları, İstanbul: s. 202.
152 Robert Frager, (2004), Aşktır Asıl Şarap, Ömer Çolakoğlu (Çev.), Gelenek Yayınları, İstanbul: s. 62. ;
Hasan Kamil Yılmaz, (2010), Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yayıncılık, İstanbul: s. 318. ;
Muammer Cengil, (2013), Tasavvufi Yaşantı, Halveti-Uşşaki Topluluğu Üzerine Psiko- Sosyolojik Bir
Araştırma, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: s.233.
62
2.4.3. Gusül
Gusül, sözlükte bir şeyi yıkamak anlamında kullanılmaktadır. Fıkıh ilminde ise
bütün vücudun temiz su ile yıkanması şeklinde yapılan hükmi temizlik işlemini ifade
eder. Fıkıhta abdeste küçük temizlik, abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik;
gusle büyük temizlik, gusül almayı gerektiren hallere de büyük kirlilik adı verilir.153
Abdest gibi gusül de esasında dinî bir temizlenme ve arınma vasıtasıdır. Gusül
kişiyi hem bedenen hem de ruhen temizler. Gusüldeki asıl amaç kişiyi hükmi kirlilikten
kurtararak psikolojik olarak ibadet atmosferine hazırlamaktır. Buna ilave olarak bilinen
veya bilinmeyen birçok fayda sağladığı tasavvuf çevreleri tarafından ifade edilmiştir.154
Tarikatlarda aralarında bir takım farklılıklar bulunmakla birlikte genellikle
salik olan kişi, “ Ulu Allah’a yaklaşmak üzere; tarikat, şeriat, hakikat ve marifet
sahiplerinin nefsi temizlediği gusüller gibi bir guslü ve amellerin kötüsünden sıyrılmak
için yıkanmaya niyet ettim.” şeklinde niyet eder. Ardından dinî hükümler çerçevesinde
guslünü alır.155
Ahmed Sûzî, rüya sonrasında tarikata kabulü uygun görülen saliklerin ilk iş
olarak maddi ve manevi kirlerden arınmak için gusül etmesi gerektiğini ifade eder.
Böylece hem bedenen hem de ruhen Allah yolunda çıkacağı manevi yolculuğa
hazırlanmış olur.
2.4.4. Namaz
Namaz, İslam’ın beş şartından biri olup, dinîn direği olarak kabul edilir. İslam
dininin emrettiği ibadetlerden biri olan namaz, bedenle yapılan ibadetlerdendir.
Türkçede Arapçadaki salât kelimesinin yerine Farsçadan alınan namaz kelimesi
kullanılmaktadır.
Ahmed Sûzî, tarikata intisap ederek seyr ü sülûk etmek isteyen salikin yerine
getirmesi gereken şartlardan biri olarak iki rekât namaz kılmayı uygun görmüştür.
İslam’ın şartlarından olan namaz tasavvuf çevreleri arasında kişinin Allah ile konuşması
olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple Allah yolunda sülûk etmek isteyen salikin bu
Hayreddin Karaman vd. , (2007), ilmihal, İman ve İbadetler, C. I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara: s. 204.
154Karaman, a.g.e. , s. 204.
155 Ebu’l- Hasan Harakanî, (2006), Seyr ü sülûk Risalesi, Sadık Yalsızuçanlar (Haz.), Sufi Kitap
Yayıncılık, İstanbul: s. 26.
153
63
vasıtayla Allah’tan, çıktığı bu yolda kendisine yardımcı olması için yardım dilemek için
namaza başvurması uygun görülmüştür.
2.4.5. Nezir ve Tasaddukta Bulunmak
Arapça bir kelime olan nezir sözlüklerde ant, vadetmek, adamak, şart ve talika
mukarin vaat, adanmış şey, adak olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca fıkıhta bir kimsenin
dinen mükellef olmadığı halde vacip olmayan bir şeyi kendi nefsi üzerine vacip kılması
anlamına gelmektedir. Bir başka tanımla nezir, hayır veya şer ile sonuçlanabilecek bir iş
sebebi ile bu için sonucunun hayırlı olması şartı ile Allah için bir ibadeti yerine
getirmek anlamına da gelir. Bir kimseyi veya bir şeyi Allah’a hasretmek, tahsis etmek
vacip olmayan bir şeyi kendine vacip saymak, istenilen bir şeyi elde edebilmek veya
maksada vasıl olabilmek ümidi ile ve manevi delalet ricasıyla adak kabilinden verilen
şeyler nezir olarak adlandırılır.156
Allah’ın yardımını temin etmek maksadıyla belli bir şeyi yapma veya terk etme
hususunda Allah’a söz vermek şeklinde görülen nezir daha çok zorlukları bulunan bir
işin üstesinden gelmek için manevi ve psikolojik bir desteği sağlamak amacıyla
başvurulan bir yöntemdir. 157
Bu sebeple Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk gibi önemli ve zor bir yolculuğa çıkan
salikin yolda karşılaşacağı bela ve musibetleri defetmek ve bu yolculuk esnasında
Allah’ın manevi desteğini sağlamak amacıyla salikin elinde bulunan şeylerden kendi
gücü nispetince nezirde bulunması gerektiğini belirtmiştir.
Ahmed Sûzî’ye göre salik aynı zamanda bu bela ve musibetleri defetmek için
bir miktar tasaddukta bulunmalıdır. Sözlükte haber, gerçek olmak, doğruluk, gibi
anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi, Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları,
bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder.158
Mehmed Salahî, (1329), Kamus-ı Osmanî, Kanaat matbaası, İstanbul: s. 578. ; Hüseyin Kazım Kadri,
(1927), Türk Lügati, C. IV, İstanbul: s. 488-489
157 Hikmet Tanyu, (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara: s. 19-21, 40-48. ; Ahmet
Özel, (1988), Adak, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara: ss. 337-340.
158 Ali Duman, (2008), Sadaka, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXXV, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara: ss.383-384.
156
64
Sadaka vermeye tasadduk denilir. İnsanın doğasında bulunan yardımlaşma ve
muhtaç olana yardım etme duygusunun yanında dinlerin ve ahlaki öğretilerin teşvikiyle,
devlet tarafından zorunlu biçimde tahsil edilen vergilerden ayrı olarak başkalarına
maddi destek sağlamak için özveride bulunma uygulamaları değişik şekiller altında
gelişerek sosyal yaraların sarılmasına ve toplumsal barışın sağlanmasına önemli katkılar
sağlamıştır.159
İslam inancına göre sadakanın kişinin başına gelecek bela ve musibetlere engel
olduğu düşünülmektedir. Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk gibi şeytanın ve nefsin hile ve
aldatmacalarının kurduğu tuzaklardan korunmak için sadakanın bir zırh olarak saliki
koruyacağını savunmuştur. Bu sebeple salike sülûka başlarken sadaka vermeyi
emretmenin uygun olacağını ifade etmiştir.
2.4.6. Tövbe
Tasavvufta önem verilen kavramlardan biri olan tövbe; dönme, pişmanlık
anlamlarını ifade eden Arapça bir kelimedir. Günahtan pişmanlık duyarak vazgeçmeyi
ifade eder. Tasavvufi olgunluk yolundaki yetmiş basamaktan ilki tövbedir.160 Dinî
terminolojide ise tövbe, Günahtan, kabahatten pişman olan kulun bir daha işlememek
üzere vazgeçtiğini anlatan bir tabirdir.161
İslam dinine göre insan günahsız olarak yaratılmıştır. Bu yüzden insan fıtri
olarak bütün kötülüklerden ve günahlardan arınmıştır. Bunu değiştirmenin imkânı
yoktur. Fakat bu fıtri yapı bazen geçici olarak bozulabilir.
İşte tam bu sırada tövbe devreye girer ve insan yaptığı hatadan dolayı tövbe
ederek asli yaratılışına döner.162 Yaratılıştaki öz yapısına dönen insan psikolojik olarak
da rahatlamaktadır. Çünkü tövbe kişide iç huzur meydana getirerek ferahlamasını
sağlar.163
Ahmet Coşkun, (1990), Ayetlerin ışığında Fakirlik ve Açlık Problemi, Erciyes Üniversitesi ilahiyat
Fakültesi Dergisi, Yıl:7, sayı: 7, Kayseri: ss. 47-64. ; Mustafa Öztürk, (2001), Sadaka Kavramının
Kur'an'daki Anlam Çerçevesi -Semantik Bir Tahlil Denemesi-, Ondokuz Mayıs Üniversitesi ilahiyat
Fakültesi Dergisi, Yıl: 15, sayı: 12-13, Samsun: s. 457-486.
159
Cebecioğlu, a.g.e. , s. 657.
Mehmet Zeki Pakalın, (1971), Osmanlı Terimleri, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlü ğü, C.
III, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara: s. 479.
162 Öznur Özdoğan, (2008), İnsana Manevi-Psikolojik Yaklaşım, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Yıl: 56, Cilt:49, Sayı: 2, Ankara: ss. 77-102.
163 Öznur Özdoğan, (2007) , İsimsiz Hayatlar Manevi ve Psikolojik Yaklaşımla Arınma ve Öze Dönüş,
Özden ÖzeYayınları, İstanbul: s. 153.
160
161
65
Tövbe tasavvufi hayatın kapısıdır. Ruh yolculuğu için ruhun yücelmesine mani
olan ağırlıkları atmaktır. Balonun uçmasını içindeki kum torbaları engeller. Bu torbalar
atıldıkça balon yavaş yavaş yükselmeye başlar. İşte bunun gibi ruhun yücelmesi için de
riya, kibir vb. ağırlıkların atılması gerekir. Bu da öyle kolay değildir ve zaman ister.
Ancak bu yolda atılacak ilk adım tövbedir.164
Kişinin yaptığı kötülükten dolayı içinde duyduğu suçluluk duygusu ve
beraberinde gelen tövbe, ondaki zulmani unsurları giderip hidayete ermesine vesile
olur.165 Tövbe içerisindeki pişmanlık ise kişinin hatalarından dönüp güzel işler
yapabilmesi için ihtiyaç duyduğu isteği de ona sağlayacaktır.166
Nitekim dinî ve ahlaki değerlerden uzaklaşan kişilerde zaman içerisinde yoğun
bir şekilde görülen günahkârlık ve pişmanlık duyguları, bu kişilerde tövbe ederek dinini
daha iyi yaşayabilme arzusunu getirmiştir.167
Ahmed Sûzî, eserinde işlediği günahlardan dolayı pişman olan insanın bu
günahlarından arınması için Allah’ın kendisine bıraktığı açık bir kapı olan tövbe
konusuna da geniş bir yer vermiştir. Salikin tarikata kabul edilip seyr ü sülûka
başlaması için ilk önce bilerek veya bilmeyerek işlediği günahlarına tövbe etmesi
gerektiğini ifade etmiştir.
Ahmed Sûzî, eserinde tövbe konusunu anlatmaya ilk önce tövbenin önemini
belirterek başlamıştır. O, tövbenin önemini eserinde şu ifadelerle açıklamaya çalışmıştır.
“ Daħi cümle ķusurına tövbe idüben naśuĥā manŧūķınca tövbeler idüp
itmemeye ʿazm-ı cezm lāzımdır. Zīrā Allah-ı teʿālā mürtekib-i ʿiśyān ve ʿāzim āŝā
tuġyān olanı sevmez ve ol der-gāha şāyeste olmaz. Mādem ki ol āb-ı tövbe ile pāk
olup ve aħlāķ-ı zemīmelerden ħalāś olup evśāf-ı ĥamīde ile mevśūf olmadıķça.168”
Ahmed Sûzî, burada insanın saf bir kalple ve işlediği günahları bir daha
işlememek üzere Allah’ın huzurunda tövbe etmesi gerektiğini belirterek isyan ve
azgınlık içinde hayatını devam ettiren kulların bu yaşantısından Allah’ın razı
olmayacağını ifade etmiştir.
Mahmud Erol Kılıç, (2012), Tasavvufa Giriş, Sufî Kitap Yayıncılık, İstanbul: s. 34.
Osman Pazarlı, (1968), Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul: s. 120-123.
166 Shafiq Falah Alawneh, (2004), İnsan Motivasyonu: İslâmî Bir Bakış Açısı, , Birey ve Din
Psikolojisinde Yeni Yaklaşımlar, Ali Rıza Aydın (Çev.), İnsan Yayınları, İstanbul: s. 151.
167Cengil, a.g.e. , s. 129.
168
Sülûk-nâme, SK. HME. , 6a.
164
165
66
Suyun kiri arındırdığı gibi tövbenin de insanın günahlarını tıpkı su gibi
temizlediğini belirterek salikin bilerek veya bilmeyerek işlediği günahlardan arınması
için ilk önce tövbe kapısını çalması gerektiğinden bahsetmiştir.
Ayrıca tövbenin nasıl yapılması gerektiği konusuna da değinen Ahmed Sûzî
salikin tövbesini mutlaka bir şeyhin gözetiminde ve usulüne uygun olarak yerine
getirmesinin gerekli olduğunu savunmuştur.
Ahmed Sûzî, bu düşüncesinin haklılığını ifade etmek için Hz. Peygamberin “
Bir adam cümle günahına tövbe edip birisine etmese taib denilmez. “ hadis-i şerifini
delil göstererek tövbenin en önemli hususunun kulun bütün günahlarından dolayı bir
daha işlememek üzere pişmanlık duyarak terk etmek olduğunu belirtmiştir.
Ahmed Sûzî, salikin şeyhin huzurunda nasuh tövbesi ile tövbe etmesi ve bütün
günahlarından pişmanlık duymasının gerekliliğini belirttikten sonra seyr ü sülûk
esnasında salikin düşebileceği hatalardan dolayı da tövbe kapısının daima açık
olduğunu ve salikin hataya düşünce hemen tövbe kapısını çalması gerektiğini dile
getirmiştir.
O, tövbenin kabul edilebilmesi için devamlı olarak tövbe edilmesi gerektiğini
ve yapılan hataların tekrarlanmaması ile bu konuda mesafe kat edileceğini savunur.
Ahmed Sûzî, tövbenin ihlâs ile ve saf bir kalp ile yapılması gerektiğini söyler. Tövbe
eden salik sadece günahlarından arınmayı düşünmeli, makam ve mevki elde etmek
düşüncesinden uzak durmalıdır. Şan ve şöhret elde etmek için yapılan tövbe kabul
görmez ve bu tövbeden insana hayır gelmez. Ayrıca dünya endişesi taşıyan salikin bu
düşüncesinin de tövbenin önünde engel olacağını ifade eder.
FâǾilâtün / FâǾilâtün / FâǾilün
( FâǾlün)
( - v - - / - v - - / - v -)
Tövbedir maġfiretiñ maʿdeni
Tövbedir her ʿameliñ aĥseni
67
Nādim olup gel cürmüne tövbe ķıl
Dime ki cürmümle sever Ĥaķķ beni
Cürmü olursa kişiniñ Ĥaķķ’a ĥicāb
Terk idegör Ĥaķķ’a ĥicāb olanı169
Sözleri ile tövbenin insanın bağışlanmasını sağladığını ve amellerin en güzeli
olduğunu belirten Ahmed Sûzî, kulların günahlarından dolayı pişman olup bütün
hatalarına ve günahlarına tövbe etmesi gerektiğini dile getirmiştir. İnsanın; “Allah beni
günahlarımla da sever.” diye bir yanılgıya düşmemesi gerektiğini savunmuştur.
Günahların Allah ile kul arasında bir perde olduğunu ve kişinin tövbe ederek Allah ile
kendisi arasındaki bu perdeyi ortadan kaldırması gerektiğini dile getirmiştir.
2.4.7. Kul Hakkının Ödenmesi
İnsanların canına, malına, konutuna, hürriyetine, namus ve şerefine tecavüz
etmek İslam dini tarafından yasaklanmış ve kul hakkı olarak kabul edilmiştir. Bunlar
insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman başkalarının haklarına saygı göstermek,
insanlara zarar verici her türlü fiil ve davranıştan sakınmakla mükelleftir.170
Büyük günahlardan sayılan kul hakkının affedilmesi ancak hak sahibinin
hakkından rızasıyla vazgeçmesi şartına bağlanmıştır. Bu sebeple hak sahibinin
bağışlaması olmadan bu günahtan arınmak imkânsızdır.
Bu sebeple Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk etmek isteyen salikin bu günahtan
arınması gerektiğini belirtmiştir. Salikin üzerinde bulunan kul hakkı maddi bir haksa ve
salikin bunu ödemeye gücü yoksa şeyh ona maddi yardımda bulunmalıdır. Eğer hak
manevi bir haksa hak sahibinin hakkını helal etmesi için salike destek olmalı ve manevi
yardımda bulunmalıdır.
2.4.8. İkrar
Sözlük anlamı olarak saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme, bildirme,
benimseme, onama, kabul, tasdik gibi anlamlara gelen ikrar, tasavvufi anlamda ise
169
170
Sülûk-nâme, SK. HME. , 6b.
Seyfettin Yazıcı, (2012), Temel Dinî Bilgiler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 241.
68
tarikata giriş sırasında salikin şeyhe, gerekli şartlara uyacağına dair söz vermesi
anlamına gelmektedir.171 İkrar, tasavvuf yoluna girenin, Allah’a yaklaşmak niyetiyle
boynunu şeyhe teslim etmesi, bir şeyhe, derviş olduğunu ve verdiği sözden
dönmeyeceğini ifade etmesi demektir. Bir başka ifadeyle ikrar, erenler yoluna girerek
gönül adamı olmak için kâmil bir mürşitten nasip almaktır.172
Ahmed Sûzî, tarikata girerek seyr ü sülûkunu tamamlamak isteyen salikin
tarikat kuralları içinde belirlenen kurallara uyacağına dair ikrar vermesi gerektiğini ifade
etmiştir. İkrar verme merasiminde seyr ü sülûkun başlaması ve tarikata giriş için gerekli
görülen önceki aşamaları geçen salik Şeyhin huzuruna çıkar. Şeyh salikin sağ elini tutup
farz, vacip, sünnet, müstehap ve nafile ibadetleri elinden geldiği kadarıyla yerine
getireceğine dair söz alır. Salik bu ibadetleri yerine getirirken emir ile değil azim ile
hareket edeceğine dair söz vermelidir. Salik ayrıca bidatlerden uzak durmalı ve bu
yönde yemin ederek bu türlü hatalara düştüğünde hemen tövbe yoluna başvuracağına
dair söz vermelidir.
Tüm bunları yapmasına rağmen istediği verimi elde edemeyen salik seyr ü
sülûkuna engel teşkil eden şeylerin neler olduğunu düşünmeli ve bu engellerden bir an
önce kurtulmaya çalışmalıdır. Seyr ü sülûkunu tamamlamasına engel olan şeylerden
kurtulmak için tekrar şeyhin huzuruna giderek bunlardan kurtulmak için tövbesini
yenilemelidir.
2.5. TARİKATLARDA TERBİYE USULLERİ
Tarikatlar nefsi terbiye ederek olgunlaştırmak ve salikin seyr ü sülûkunu
tamamlaması için çeşitli terbiye usulleri ortaya koymuşlardır. Ahmed Sûzî, salikin bu
usullerden cezbe ve sülûk ile terbiye edilebileceğini savunmuştur. Ancak cezbe ile
yapılacak olan terbiyenin bir takım sakıncaları bulunmaktadır. Bu usulde salikin
delalete sapma ihtimali bulunduğu için sülûk ile terbiyenin cezbe ile terbiye
metodundan daha uygun olduğunu ifade etmiştir. Sülûk ile terbiye daha uzun sürse de
delalete sapma riskini ortadan kaldırdığı için bu yol tercih edilmiştir.
Ahmed Sûzî, tarikata yeni giren salikin yerine getirmesi gereken bir takım
şartların olduğunu ifade etmiştir. Bu şartların sayısını yedi olarak belirlemiştir. Bu
171
172
Cebecioğlu, a.g.e. , s.131.
Mustafa Tatçı, (1990), Yunus Emre Divanı-İnceleme, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara: s. 389.
69
şartları rabıta, kalbi zikir, nispeti koruma, murakabe, şeyhin sohbetine katılmak ve şeyh
meclisinde bulunmak, hizmete devam etmek ve emre itaat etmek olarak sıralamıştır.
Ahmed Sûzî, salikin bu şartları yerine getirmesinin zorunlu olduğunu ifade
etmiştir. Bu şartlar dışında kalan hususlarda ise şeyh izni gerekmektedir. Salik şeyhin
izin verdiği konularda serbesttir. Ancak salik yukarıda belirtilen yedi şartı yerine
getirmez ise zarara uğrayacaktır.
2.5.1. Rabıta
Rabıta, Arapça rabt kökünden türetilmiş bir kelimedir. Sözlükte birleştirmek,
bitiştirmek, iliştirmek ve bağlamak anlamına gelmektedir. Bir tasavvuf terimi olarak ise
müridin, kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayıp ondan metafizik anlamda güç
alarak nurlandığını zihninde canlandırması anlamında kullanılmaktadır.173
Buna rağmen birçok tarikat tarafından bir terbiye usulü ve tarikat kuralı olarak
kabul edilen ve onaylanan rabıtanın, üzerinde fikir birliğine varılmış net bir tanımı
yoktur. Şeyhin şeklini zihninde canlandırarak ruhaniyetinden yardım dileme ve manevi
feyiz alma olarak ifade edilen rabıtanın kaynağını Animizm’den aldığı sanılmaktadır.174
Rabıta, müridin şeyhin huzurunda bulunmadığı vakitlerde şeyh yanındaymış gibi
hareket ederek gıyabında ondan feyiz alabilmesi için gerekli görülmüştür. Çünkü mürit
şeyh yanında yokken onu hayalinde canlandırarak huzura kavuşur ve böylelikle günah
işlemekten sakınır.
Necip Fazıl Kısakürek, Abdülhakim Arvasî’nin Râbıta-i Şerîfe adlı
risalesinden naklen rabıtayı şu şekilde açılar:
“Rabıta, ilahi-zati sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir
kâmil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal
hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir.175”
Ahmed Sûzî, rabıtanın müridin şeyhine olan sevgisinin tezahürü olduğunu ileri
sürmüştür. Ona göre rabıta mürit ile şeyh arasında bir sevgi bağının oluşmasını sağlar,
mürit ile şeyh arasında böylesine bir bağ bulunmazsa mürit himmet alamaz ve bütün
emekleri zayi olur. Ahmed Sûzî, bu yönüyle rabıtanın da mürit için çok önemli ve
Ferit Aydın, (2000), Tarikatta Rabıta ve Nakşibendîlik, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul: s.18.
Ferit Aydın, (1995), İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları, İstanbul: s. 133-134.
175 Aydın, (2000), a.g.e. , s. 21.
173
174
70
gerekli olduğunu ifade etmiş, rabıtanın nispeti muhafaza etmekten sonra gelen ikinci
farz olduğunu belirtmiştir.
Rabıtanın seyr ü sülûk için vazgeçilmez olduğunu ve salikin nefsini terbiye
edip Hakk’a ulaşması için mutlaka başvurması gereken bir yol olduğunu ifade eden
Ahmed Sûzî, aşağıdaki manzumesinde de rabıtanın önemini açıklamaya çalışmıştır.
MefǾûlü / MefâǾîlün / FeǾûlün
(- - v/v - - -/v - -)
İt rābıŧa-yı şeyħe müdām
Ĥabībine eyle i’tiśām
Ol ħiźmetinde śubĥ u şām
İĥsānına ol müsteĥaķ
Şeyħe hemān ķıl iķtidā
Aĥdın ŧutup eyle vefā
Bul Ĥaķķ yolunda irtifā
Ol vāśıl-ı dergāh-ı Ĥaķķ
Şeyħi taśavvur eyle ŧur
Ķalbiñden anı itme ŧur
D ā’im añunla ķıl ĥużūr
Sırrından şeyħin sebaķ
Ĥabında şeyħin fanī ol
‘Aşķında sergerdānı ol
‘İlm-i ledüni kāni ol
Dersi oķı andan varaķ
71
Meclīs-i şeyħe hāžır ol
Diñle kelāmı nāžır ol
Ķahrı yüzünden fāħir ol
Kim olmaya luŧfı ırāķ176
Ahmed Sûzî, yukarıdaki manzumesinde salikin sürekli olarak sevgilisini
düşünen âşık gibi şeyhini düşünüp rabıta ederek daima hizmetinde olması gerektiğini
ancak bu şekilde şeyhinin feyiz ve ihsanını hak edebileceğini belirtmiştir. Şeyhine rabıta
ederek ona tabi olan, sözünü tutup vefa gösteren salikler böylece manevi bir yücelik
kazanıp Hakk’ın dergâhına ulaşacaklardır.
Salik, rabıta ile şeyhini düşünmeli, onu kalbinden uzaklaştırmamalıdır. Bunu
yapan salik,
rabıta sayesinde şeyhinden kendisine tevarüs eden bir huzura ulaşıp
manevi sırlara vakıf olur. Rabıta ile şeyhinin aşkıyla başı dönmüş bir şekilde kendini
şeyhinin ruhaniyetinde yok edip ilm-i ledüne inanan salik sayfalarca ders okumuş kadar
kemalata ulaşır. Salik gıyabında bile şeyhin meclisinde hazır olup sözlerini dinlemeli,
şeyhinden gelen üzüntüyü övünç kaynağı olarak bilmelidir ki şeyhin lütfü kendisinden
uzaklaşmasın.
Rabıtanın salikin manevi kemalata ulaşmasında ve ruhaniyet kazanmasında
önemli bir terbiye metodu olduğunu ifade eden Ahmed Sûzî, rabıtanın da dört farklı
türünün olduğunu ifade etmiş ve bunları da kısaca açıklamaya çalışmıştır.
2.5.1.1. Salikin Şeyhini Sevgi Yoluyla Düşünmesi
Birinci rabıtanın salikin sevgi yoluyla şeyhini düşünmesi olduğunu ifade eden
Ahmed Sûzî, bunu şu şekilde açıklar:
“ Evvelki tarīķ budur ki mürīd şeyħin śūretin muĥabbet tarīķiyle taśavvur idüp
ol taśvīrde kendin iķnā ider. Nitekim ʿāşıķ maʿşūķınıñ śūretin taśavvur idüp kendin iķnā
itdigi gibi bu rābıŧa sebebiyle şeyħin rūĥāniyeti mürīdiñ bāŧınında ĥāżır olur. Mürīdiñ
bāŧını ol ruĥāniyyetiñ envārıyla nūrlanup kendine baʿżı esrārlar žāhir ve temkīn-i
muĥabbet ĥāśıl olur ve şeyħin baʿżı kemālātı mürīde inśibāġ ŧarīķi üzere ĥāśıl olur. Bu
176
Sülûk-nâme, SK. HME. , 18a.
72
rābıŧaya mürīd müdāvemet itse tedric ile kemāle ulaşur. Şeyħ gibi zīrā rābıŧa-i muĥabbet
muĥabbeti maĥbūbuñ śıfātlarına idħāl ider.177 “
Bu rabıta türünde salik şeyhinin suretini aşığın maşukunu düşündüğü gibi sevgi
yolu ile zihninde tasavvur eder ve kendisini o tasvirin üzerinde yoğunlaştırır. Böylelikle
şeyhin ruhaniyeti salikin batınına geçer. Müridin batını o ruhaniyetin etkisiyle nurlanır
ve kendisine birtakım sırlar görünür. Böylelikle şeyhin sahip olduğu birtakım kemalat
salike de geçer.
Salik bu rabıtaya devam ederse şeyhinin suretini düşünerek kendisini fenaya
ulaştırır ve böylelikle kademeli olarak kemalata ulaşıp şeyhinin bulunduğu hale
yaklaşır. Çünkü muhabbet ile yapılan rabıta, muhabbeti mahbubun sıfatlarına dahil eder.
Bu durum sevilen kişinin özelliklerinin seven kişiye tevarüs etmesinden kaynaklanır.
2.5.1.2. Salikin Şeyhini Muhabbet Yoluyla Düşünmesi
Ahmed Sûzî, ikinci tür rabıtayı salikin büyük bir şevk ve istiğrak hali ile
kendisine duyduğu muhabbet sebebi ile şeyhinin suretini düşünmesi olarak ifade
etmiştir. Bu aşamada salikin vecd ve istiğrak ile rabıtanın bir üst kademesine erişeceğini
belirten Ahmed Sûzî, bunu da aşağıdaki şekilde ifade etmiştir.
“ İkinci ŧarīķ budur ki mürīd şeyħin rūĥāniyyetine muĥabbet ŧarīķi üzere
teveccüh ider. Ol teveccühde bir rütbe müstaġriķ olur ki beşeriyetinden zuhūl ider. Ol
ĥālde şeyħiñ rūĥāniyeti mürīdiñ bāŧınında taśarruf ider. Mürīdiñ evśāf-ı beşeriyyesin
izāle ider ve tedrīc ile mürīd şeyħiñ evśāf-ı rūħāniyetiyle mevśūf olur. Ve bu rābıŧaya
müdāvemet ile şeyħden bedel baʿżı ĥālāta ulaşup ve kendi ne ĥāl üzre oldıġı inʿkās-ı
ŧarīķi üzre şeyħiñ derūnında ĥāśıl olur. Ĥarekāt, sekināt ve efʿāl-ı eŧvārı birleşür.178 “
İkinci tür rabıta da salik şeyhine o kadar odaklanır ki şeyhinin sureti ile istiğrak
haline bürünür bu durumun etkisiyle şeyh salikin ruhaniyeti üzerinde tasarrufta
bulunabilir ve böylece salikin beşeri özelliklerini gidererek onu kesretten kurtarır. Bu
durumun neticesinde salik kademeli olarak şeyhinin sahip olduğu sıfatları kazanmaya
başlar. Bu rabıtaya devam eden salik şeyhinin yardımıyla bazı hallere ulaşır ve onun
ulaştığı haller şeyhinin kalbinde hâsıl olur. Böylelikle şeyh ile müridin hareketleri,
filleri ve tavırları birleşir.
177
178
Sülûk-nâme, SK. HME. , 16a.
Sülûk-nâme, SK. HME. , 16b.
73
2.5.1.3. Salikin Şeyhini Nurdan Bir Kubbenin Ortasında Düşünmesi
Ahmed Sûzî, üçüncü tür rabıtanın ise salikin şeyhini nurdan bir daire ya da bir
kubbenin ortasında düşünmesi ile gerçekleştiğini belirtir ve bu durumu şu şekilde
açıklamaya çalışır:
“ Üçünci ŧarīķ budur ki mürīd şeyħin rūĥāniyyetin bir dāʿire-i müdevvare
yāħūd bir ķubbe-i merfūʿa-i nūrāniyye şeklinde mülāĥaža idüp ol mülāĥažada kendinî ol
dāʿirenin veya ķubbe-i nūrāniyyeniñ üsŧünde mülāĥaža idüp ol mülāĥažada öyle
müstaġriķ olur ki kendiden bil-külli gider ve ġāʿib olur. Ol ġıybetden şeyħiñ rūĥanīyyeti
ve nūrānīyyeti inʿkās-ı ŧarīķ ile mürīdiñ bāŧınına inśıbāġ ve intiķāş ider. Ol
nūrānīyyetden mürīdiñ ķalbine daħi bir nūrāniyyet-i ferʿiyye ĥāśıl olur ve tedrīc ile ol
nūrāniyyet-i aślīyye mālik olup mürīd daħi şeyħden bedel ba’żı kemāle vāśıl olur.179 ”
Bu rabıtada salik şeyhinin ruhaniyetini dönen bir daire ya da nurdan yükselmiş
bir kubbe şeklinde düşünür ve bu tasavvurda kendisini o daire ya da kubbenin üzerinde
düşünerek istiğrak haline bürünür. Bu istiğrak halinin etkisiyle kendisinden geçerek
tamamıyla kaybolur. Böylelikle şeyhin ruhaniyeti konuya yoğunlaşarak kendinden
geçen salikin batınına tesir eder.
Bu üçüncü tür rabıtada ruhaniyetin etkisiyle salikin kalbine bir takım nurlar akar.
Bu yolla salik yaratılışında Allah’ın kendisine bahşettiği asıl nura sahip olur ve şeyhin
bazı kemalatına ulaşır.
2.5.1.4. Salikin Kendini Her zaman Şeyhin Huzurunda Düşünmesi
Dördüncü tür rabıtada ise salik şeyhinin suretine o kadar odaklanır ki şeyhinin
huzurunda bulunduğu esnada gösterdiği edep ve terbiyeyi şeyhinin huzurunda
bulunmadığı zamanlarda da göstermeye başlar. Ahmed Sûzî, dördüncü tür rabıtayı şu
şekilde açıklar.
“ Dördinci ŧarīķ budur ki mürīd şeyħiñ śūretin rūĥānīyeti birle mizacesiniñ
mülāĥaža ile şeyħiñ ĥużurunda itdigi te’eddüb gibi ol śūret-i farziyyeye daħi te’eddüb
ve ĥużurunda kendinîñ boynunda bir zincir farż olunup ucı şeyħiñ ayaġında olaraķ
boynı egri ĥuzurda şöyle müstemir ola ki tā kim ol śūret-i mefrūżadan aña bir feyż-i
rūĥāniyyet fīżān idüp bu rabıŧa ile mürīd şeyħiñ ĥużurunda taĥśīl gibi taĥśīl ider. Lākin
bunlar şol şarŧa tevaķķuf ider ki mürīd de ziyādesiyle i’tiķād-ı ķavī lāzımdır ve ĥüsn-i
179
Sülûk-nâme, SK. HME. , 16b.-17a.
74
žan lāzımdır şeyħiniñ śūretinden her ĥālde ruĥāniyyeti irilmez ve her ķande gezerse ol
muĥabbetle ve anıñ ħavfıyla gezüp her ķande taśavvur olunur ise rūĥāniyyeti śūretiyle
bile der-i imdād ‘ināyet ve himmet iderler ayrı degildir.180”
Ahmed Sûzî’ye göre dördüncü aşamaya ulaşan salik artık şeyhin suretini
ruhaniyeti ve mizacı ile birlikte düşünür. Böylelikle göreceli olarak zihninde
canlandırdığı o surete o kadar odaklanır ki şeyh yanında bulunmadığı zamanlarda bile
sanki şeyhi yanındaymış gibi edeple hareket eder. Böylelikle şeyhin huzurunda
gösterdiği edebi gıyabında da göstermeye başlar. Bu aşamaya ulaşan salik, boynunda bir
zincir olduğunu ve o zincirin ucunun şeyhinin elinde olduğunu tasavvur eder. Bu hal ile
boynunu bükerek şeyhinin huzurunda kazandığı faziletleri şeyhinin gıyabında da elde
eder.
Ancak salikin bu kazanımları elde edebilmesi için hüsnüzan ve güçlü bir
itikada sahip olması gerekir. Yoksa inanmadan korku veya başka bir sebeple bunları
yapsa da bir fayda görmez. Salik her şeyden önce sağlam bir inançla şeyhine bağlanıp
ondan sonra ruhaniyetinden himmet beklemelidir.
Ahmed Sûzî, dörde ayırdığı rabıtanın saliki insan-ı kâmil olma erdemine
ulaştırmak için bir basamak olduğunu belirtmiştir. Bu basamağı geçemeyen salikin
insan-ı kâmil olma erdemine ulaşamayacağını savunmuştur.
Bunun da ancak şeyhe sımsıkı sarılarak ve kendisini Allah’a ulaştıracak bir
kılavuz olarak düşünmekle mümkün olacağını belirten Ahmed sûzî, salikin “ Beni
Mevla’ya ulaştıracak olan ancak şeyhimdir. Ondan başka Hz. Hızır bile gelse bana
faydası olmaz. Şeyhim bana benden bile şefkatli davranır, halimi benden daha iyi bilir.”
diye düşünmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Böyle düşünen salik her türlü halini şeyhine anlatmalı, onun sözlerini birer
hikmet ve hakikat sırrının açıklayıcısı olarak düşünmelidir. Mürit böyle hareket ederse
şeyh onu kısa bir müddet içinde insan-ı kâmil makamına ulaştırır.
2.5.2. Zikir
Zikir sözcük anlamı olarak bir şeyi zihinde tutmak, hapsetmek, hatırlamak,
adını anmak, ifade etmek, referansta bulunmak, övmek ve çağrıda bulunmak
180
Sülûk-nâme, SK. HME. , 17a.-17b.
75
anlamlarına gelir. Tasavvufi düşünce sisteminde bu kavram, sözlerini gözden geçirmek,
gayret etmek, hatırlamak, eylemlerine dikkat etmek, kendini korumak, yumuşaklık,
onur ve şükür halinde olmak anlamlarında kullanılmaktadır.181
Kur’an-ı Kerim’de altmış üç yerde geçen zikir kelimesi182dua, niyaz, hatta
Kur’an183 anlamlarında kullanıldığı gibi, bir şeyi dille ifade etmek, hatırlamak, Allah’ı
anmak anlamında da kullanılmıştır.184
Bütün tarikatlarda her zaman önemli bir yeri bulunan zikir, salikin manevi
olgunluğa erişebilmesi için bir terbiye disiplini olarak mutasavvıfların başvurduğu bir
yoldur. Ahmed Sûzî de Sülûk-nâme isimli bu eserinde zikrin önemine değinmiş ve zikri
bir terbiye yöntemi olarak kabul etmiştir.
Ahmed Sûzî, Hz. Ali’nin
185
‫ الطرق الى لّله بعدد انفاس الحاأق‬sözü ile zikrin önemini
anlatmaya başlamıştır. Ona göre Allah kendisine ulaşan yolların sayını yarattığı
varlıkların adedi ile eşit tutmuştur. Bu da insanın tek başına iken de Allah’ı bulabilecek
yeteneklerle donatıldığını ortaya koyar. İnsanın kendisini Allah ile bir ve beraber
hissettiği tek zaman dilimi Allah’ı zikrettiği zamandır. Bu sebeple zikir insanı Allah’a
ulaştıran en önemli yoldur.
Yine eserinin başka bir bölümünde şu ifadelerle zikrin önemini anlatmaya
çalışmıştır:
“ Lākin mevlaya olan turuk-ı mevsıleler beyninde tasfiyet-i ruha ve enseb ve
vüsul-ı Hakk’a akreb olan tarik zikirdir. Zira Hazret-i Ali Keremallah-ı Veche
sultanımızdan rivayet buyurulur ki: “ Akreb turuk-ı ilahi te’ala turuk-ı zikirdir.” ve yine
buyurdular ki: “ İbn-i âdem, üzerine mürur eden saatten birisinde zikirden gafil olsa ol
kimesne cennete dahi girse ol saat için muhasser ede ki ah, niçin ol saatte mevlaya
zikirden gafil oldum.186 “
Hz. Ali bu sözleri ile insanı Allah’a yaklaştıran birçok yolun bulunduğu ancak
bu yollar arasında ruhu saflaştıran ve Allah’a en yakın olan yolun zikir yolu olduğu
Cafer Seyit Secadi, (2007), Tasavvuf ve İrfan Sözlüğü, Hakkı Uğur (Çev.), Ensar Neşriyat, İstanbul: s.
522.
182 Muhammed Fuad Abdulbâki. (1990), el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’an, Çağrı Yayınları,
İstanbul: s. 273-274.
183 Kur’an, 3. Âl-i İmran Sûresi, Ayet 58; 21. Enbiyâ Sûresi, Ayet 24
184 Uludağ, (2001), a.g.e. , s. 588.
185
Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların nefeslerinin sayısı kadardır. Sait Başer, (1991), İlâhî Kös,
Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl:20, Sayı:1, İstanbul: s.67.
186
Sülûk-nâme, SK. HME. , 3b-4a.
181
76
belirtilmektedir. Zira Hz. Ali’den rivayet edilen “ Yüce Allah’a en yakın olan yol zikir
yoludur.” Sözü bu görüşü kanıtlamaktadır. Yine Hz. Ali başka bir yerde şöyle
buyurmuştur: “ İnsanoğlu geçen saatlerin birinde zikirden gafil olsa, o kişi cennete dahi
girse yine de o saatte niçin Allah’ı zikretmekten gafil oldum, diye üzüntü duyar.”
Ahmed Sûzî, Hz. Ali’den rivayet edilen ‫تصدو الحديد و جالءها ذكرهللا‬
‫ القلب‬zikrin önemine işaret ettiğini belirtmektedir. sözünün de
187
‫( كما‬7) ّ‫تصدو‬
ّ‫ان‬
Burada insan kalbi demire benzetilmiştir. Nasıl ki demir bakımsız kalıp suyla
temas ettiğinde paslanırsa zikirden uzak olan insanın kalbi de haram ve günahlarla
temas ettiğinde tıpkı o demir gibi paslanır. Zikir tıpkı cilanın demirdeki pası sildiği gibi
insanın kalbini temizler. İnsanı kemalata ulaştırarak insan kalbindeki kin ve nefret gibi
kötü düşünceleri uzaklaştırır. Bütün bunlar zikrin insanı olgunlaştırdığını ve insanı
Allah’a yaklaştıran bir ibadet olduğunu kanıtlamaktadır.
Ahmed Sûzî, Sülûk-name’sinde bunların yanı sıra 188‫ ولذكرهللا اكبر‬ve189‫ذكرونى اذكركم‬
‫ فا‬gibi birçok ayette de zikrin öneminin belirtildiğini ifade eder. Bu ayetlerden zikrin
bütün ibadetler arasında en faziletli ibadet olduğunun anlaşıldığını söyler.
Allah’ın bu ayetler ile insanı zikre sevk ettiğini bildirir. Çünkü burada Allah açık
bir şekilde zikrin en büyük ibadet olduğunu ifade ediyor. Yine Allah kullarından
kendisini anmasını istiyor. İnsan kendisine verilen nimetlerin şükrünü ancak Allah’ı
zikrederek yerine getirebilir. Başka bir şekilde Allah’a şükrünü ifade etmesi mümkün
değildir.
Yine Allah bu ayet-i kerimede kendisini zikrederek anan kulunu kendisinin de
anacağını ifade ediyor. Kul için en büyük mutluluk Allah’ın kendisini anmasıdır.
Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi
cilalayacak olan ibadet de Allah’ı zikretmektir. Muttakî el- Hindî, (1895), Kenzü’l-ummal, C. I, Darü’leşâǾat, Kahire: s. 306. İmam Suyûtî, (2008), Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi ( Heyet), C. II,
Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: s. 502.
188 (Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar).
Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Kur’an, 29. Ankebut Sûresi, Ayet 45
189 O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin. Kur’an, 2. Bakara Sûresi,
Ayet 152
187
77
Bunun dışında Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerinde de zikrin öneminin
anlatıldığı görülmektedir.
‫ أنا جليس من ذكرنى يعنى نصرتى و رحمتى و محبتى‬hadis-i
190
şerifinde Allah’ın sürekli olarak kendisini anan kulları ile beraber olduğu ve onları her
türlü kötülüklerden muhafaza ettiği belirtilmektedir. Ahmed Sûzî, bu hadis-i şerifin bile
zikrin önemini anlatmak için tek başına yeterli olduğunu ifade etmektedir.
Ahmed Sûzî, zikrin cehrî ve hafi olmak üzere iki türlü olduğunu ifade etmiştir.
2.5.2.1. Zikr-i Cehrî
Zikr-i cehrî, açıktan ve aleni olarak yapılan zikirdir. Şeyh olan kimse, cehr-i
zikirle salike dil ve duyma yoluyla Hakk’ı sürekli hatırlatmayı amaçlar. Bu zikirde zihin
Hakk’ı hem dinler hem de hatırlar. Cehrî zikirde temel amaç nisyan hastalığını
iyileştirmek ve zikredileni kendi zihninde aralıksız olarak meşgul etmektir.191 Ahmed
Sûzî, tarikata yeni başlayan salikler için cehrî olarak yapılan zikrin daha faziletli
olduğunu ifade etmiştir. Çünkü sesli olarak yapılan cehrî zikir salikin kalbinde meydana
gelebilecek vesveseleri gidererek kalbi temizler. Böylelikle kalpte Allah’tan başka
kimseye karşı bir sevgi ve bağlılık kalmaz.
Ahmed Sûzî’ye göre tarikata giriş merasimini tamamlayan salik bir an önce
esma-i sebadan ilki olan Kelime-i tevhid zikrine başlamalıdır. Salik bu zikir esnasında
nefsini sağından alıp la ilahe demeli ve soluna verirken illallah kısmını söylemelidir.
Ayrıca bu zikir esnasında 192‫ ﻻ مقصوده الّ هو‬sözünün anlamını düşünmelidir. Eğer salik bu
sözün anlamını düşünmeden zikre devam ederse bu zikirden bir fayda görmez.
Bu süreç devam ederken salik bazı sıkıntılarla karşılaşabilir. Fakat salik bu
sıkıntılarla başa çıkabileceğine inanarak ve tam bir teslimiyetle zikrine devam etmelidir.
Salik dilini bu zikre alıştırmalı ve zamanla kalbi ile zikretmeye çalışmalıdır. Salik
girdiği bu yoldan geri dönmeyi düşünmemelidir. Manevi yüceliğe ulaşmak için gayretli
ve dikkatli olmalı, varını ve yoğunu bu yolda ortaya koyup her şeyini bu yolda feda
etmeyi göze almalıdır.
Beni anan kimseyle beraber otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve muhabbetimi arayan kimseyle
(olurum) . İmam Buharî (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. (Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul:
s. 1104.
191 Mehmet Kasım Özgen, (2013), Tasavvuf Felsefesinde Zikir Kavramı, Muş Alparslan Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 1, Sayı:2, Muş: ss.215-227.
192 Allah dışında hiçbir maksat yoktur.
190
78
2.5.2.2. Zikr-i Hafi
Zikr-i hafi, gizli olarak sessizce yapılan, harf ve sesle işitilmeyip his, duygu,
sezgi gibi bütün içsel yeteneklerin hareketiyle ve hayal gücünün yardımıyla da hem
zihinde hem de nefiste açık-seçik bilinen ve yapılan zikirdir.193
Ahmed Sûzî’ye göre seyr ü sülûkunu tamamlayan müritler için hafi zikir daha
faziletlidir. Fakat tarikata yeni başlayan salikler için ise cehrî olarak yapılan zikir daha
üstündür. Gizli olarak yapılan hafi zikir de iki türlüdür. Bunlardan biri lisan ile yapılan
hafi zikir diğeri ise kalp ile yapılan hafi zikirdir.
2.5.2.2.1. Lisan ile Yapılan Zikr-i Hafi
Başkalarının duymadığı ancak salikin kendisinin duyduğu iç sesle Hakk’ın
Celal ve Cemal isimlerini çok derin bir bilinçle yaşamak, zevk almak, sevmek,
düşünmek, tecrübe etmek sonuçlarını meydana getiren bir zikirdir.194
Bu zikir başkaları tarafından duyulmaz ancak salik kendi iç sesine kulak
vererek bu sesi dinler ve bu şekilde nefsini terbiye ederek Allah dışında kalan her şeyi
zihninden uzaklaştırmaya çalışır. Çünkü ibadetteki asıl maksat kulun Allah’a şükrünü
sunmasıdır. Bunu da yalnızca Allah’ın işitmesi yeterlidir. Ayrıca başkaları yapılan
ibadetten haberdar olurlarsa nefsin vesveseleri insanı yönlendirebilir. Bunlar da ibadetin
maksadından sapmasına sebep olabilirler.
195
‫ واذكر ربك في نفسك تضرعا و خفية‬ayet-i kerimesi bunu ifade etmektedir. Burada
yüce Allah kullarının ahrette azaba uğramamak için kendisine alçak sesle yalvararak
zikretmelerini emir buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber’in
196
‫التسمعه الحفيظة سبعون ضعفا‬
‫ الذكرالذى‬hadis-i şerifinde gizli olarak yapılan zikrin yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş
kat daha fazla sevap taşıdığı ifade edilmektedir.
Özgen, a.g.m. , s.221.
Özgen, a.g.m. , s.221.
195 (Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın azabından korkarak ve O’na yalvararak alçak sesle
Rabbini an (ve gafillerde olma). Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 205
196 Hiç kimsenin işitmediği bir şekilde yapılan zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla
sevap vardır. Buharî, a.g.e. , s. 1104.
193
194
79
2.5.2.2.2. Kalp ile Yapılan Zikr-i Hafi
Salikin kendisini de devre dışı bırakarak, kalbi ile kendisinin de duymadığı bir
şekilde Allah’ı zikretmesidir. Zikir bilinçle ve çokça yapıldıkça dil de artık susmayı
öğrenir. Dil susarsa ancak o zaman zikir kalbe düşer. Zihin ve nefis ikisi birden
zayıflayınca kalbin ve ruhun gücü daha da artar.197 İnsanın beşeri yönü devre dışı
kaldıkça yapılan zikrin önemi ve etkisi artar. Bu sebeple tasavvufta zikrederken
olabildiğince beşeri yönün izale edilerek ruhani yönün ön plana çıkarılması gerektiği
belirtilmiştir.
İnsan yaratılış bakımından ruhani ve türabi olmak üzere iki ayrı unsurdan
oluşmaktadır. Ruhani yönünü kalp ve ruh oluşturur. Türabi yönünü ise beden ve onun
organları oluşturur. Bu sebeple salik beden ve ona ait olanlardan kendini soyutlayarak
ruhani yönünü ön plana çıkarmaya çalışmalıdır. Bu da ancak zikir esnasında türabi
unsurları pasifize etmekle mümkün olabilir.
Kalp, isimleri çokça zikretmeye başlayınca Allah’ın esma yoluyla zihinde
bilişsel, duyuşsal ve içsel olarak yer etmesine ve içselleştirilmesine neden olur. Bu
durumda manalar kalbe doğmaya başlar. Kalp bu manaların güzelliğine hayran kalıp,
susunca, zikir bu sefer ruha düşer ve salik hal ehli olma durumuna dönüşür. Ruh
zikretmeye başlar ve bundan dolayı sükûn bulur, ruh sakinlik ve dinginlik kazanır.198
Bütün bunlar zikrin son derece önemli bir terbiye disiplini olduğunu
göstermektedirler. Ahmed Sûzî, Zikrin insanı Allah’a yaklaştıran bir ibadet olduğunu
belirtmiş, bu düşüncesini kanıtlamak için de ayet ve hadislerden örnekler vermiştir.
Böylelikle salikin sülûku esnasında mutlaka Allah’ı zikretmesi gerektiğini belirtmiştir.
Tarikata yeni girenler için cehrî, seyr ü sülûkunu tamamlayanlar için ise hafi zikri
tavsiye etmiştir.
2.5.3. Nispeti Koruma
Arapça bir kelime olan nispet sözcük anlamı olarak, ilgi, bağ anlamına
gelmektedir. Tasavvuf felsefesinde ise şeyh ile müridi arasındaki sevgiden ibaret olan
bağa, nispet denir. Sûfilerden bir kısmı, nispeti, insanın ihtimamı olarak tanımlar,
197
198
Seyit Yahya Şirvani, (2010), Şifa-ül Esrar, Mehmet Rıhtım (Çev.), Sufi Yayınları, İstanbul: s.251
Özgen, a.g.m. , s.222.
80
insanın ihtimamı dünyaya olursa, nispeti de dünyaya, ihtimamı ahrete olursa nispeti de,
ahrete olur. Yahut bir insanın ihtimamı dünyaya ve ahrete değil, sadece Allah’a olursa,
nispeti Allah olur.199
Nispeti korumayı salikin en önemli görevi olarak gören Ahmed sûzî, nispeti
şeyhin müridine emrettiği ve müridin de kabul ettiği ve yerine getireceğine dair ikrar
verdiği davranışlar, telkinler, talim, tembih, virt, zikir ve kulluk edeplerinin tamamı
olarak ifade eder. Ahmed Sûzî’ye göre nispet tarikatın kendisidir.
Ahmed sûzî, nispeti sülûk-nâme isimli eserinde şu şekilde tanımlar:
“ Nispetiñ maʿnāsı şeyħ mürīdin virdügi ve mürīd aħz itdügi ʿahd-ı mīŝaķ ve
telķīn ve taʿlīm ve tenbīh ve evrād ve eźkār ve ādāb-ı ʿubūdiyyetden ʿibārettir. Bu
maʿnāca nisbet ʿayn-ı ŧarīķ oldı.200”
Dünyaya intisap eden kişi, hevası ve onun hazlarıyla meşgul olur. Ahret
müntesibi de, dünyada, ahret için çaba sarf eder. Salih amellerine karşılık sevap bekler.
Allah’a intisap eden de, muttaki, âmil, âbid ve vera sahibidir. Sürekli olarak Allah’a
karşı ihlâsını korur, O’nu devamlı sever. Dünya, ahret, bela veya iptila, onu meşgul
etmez. Allah’a kulluğu, ölü yıkayıcı elindeki ölü gibidir. Allah’tan başkasını görmez ve
işitmez. O, Allah ile Allah için ve Allah’tadır. Kulun bu bağlanma haline nispet denir201.
Nispeti tarikatın kendisi olarak gören Ahmed Sûzî, tarikata giren salikin her
şeyden önce nispetini muhafaza etmesi gerektiğini belirtmiştir. Ahmed Sûzî’ye göre
salikin nispetini muhafaza etmesi farzdır. Salikin nispeti korumanın önemini iyice
anlayabilmesi için şeyhin kendisine tavsiye ettiği tesbihat ve zikirlerin tamamını
kusursuz bir şekilde yerine getirmesi gerekir.
Ahmed Sûzî’ye göre nispetini koruyamamış olan salik tarikata olan bağlılığını
da koruyamamıştır. Bu durumda salik hem tarikattan atılır hem de yolundan dönmüş
olur. Bu haldeki salik hiçbir şekilde Hakk’a yaklaşamaz.
Salik nispeti korumak için şeyhin verdiği bütün emirleri harfiyen yerine
getirmeli, ekleme ya da çıkarma yapmamalıdır. Bütün feyiz ve bereketlerin kapısı şeyh
vasıtasıyla açılır, şeklinde düşünerek şeyhine büyük bir hürmet göstermelidir. Salik
Cebecioğlu, a.g.e. , s.204.
Sülûk-nâme, SK. HME. , 14b.
201 Cebecioğlu, a.g.e. , s.204.
199
200
81
şeyhin emirlerine uymakla ve başka şeyhlerin meclisine varmayarak nispeti yerine
getirmiş olur.
Salik eğer bunlardan herhangi birini terk ederek nispetini bozarsa, yeni baştan
şeyhine sığınıp özür dileyerek nispetini tazelemelidir. Çünkü ahdini bozmuş ve nispetini
terk etmiş olur. Bu da salikin kurtuluşa erememesi ve felah bulamamasına sebep olur.
Ahmed Sûzî’ye göre salik nispetini muhafaza etmek için kendi şeyhi dışındaki
şeyhlerle ve kendi tarikat kardeşleri dışındaki saliklerle görüşmemelidir. Şeyhi hakkında
“ Şeyhim Allah’a ulaştırandır. Beni ancak o, Allah’a ulaştırabilir.” diye düşünmelidir.
Salik şeyhini Hz. Peygamber’in naibi olarak görmeli, “ Şeyhe tabi olmak Hz.
Peygamber’e tabi olmaktır, buna biat etmek Hz. Peygamber’e biat etmektir. Buna teslim
olmak ona teslim olmaktır. Bunun rızası onun rızasıdır.” şeklinde düşünmelidir. Salik
böyle düşünmezse nispetini bozmuş ve kurtuluş umudu tükenerek, iktida nuru kalbinden
silinmiş olur.
2.5.4. Murakabe
Murakabe, Arapça bir şeyi beklemek ve gözlemek anlamına gelen rakebe
kökünden türemekte olup bu fiilin mufâ’ale kalıbından mastarıdır ve korumak,
muhafaza etmek demektir. 202
Tasavvufi bir ıstılah olarak ise, kalbi kötü şeylerden muhafaza etme203 ve kulun
her halinde Allah’ın kendisine muttali olduğunu bilmeye devam etmesi204 şeklinde
tanımlanabilir. Bu tanımdan hareketle murakabenin, biri kulun Allah’a yönelmesini
diğeri de kendi kalbine yönelmesini ifade eden iki boyutu olduğu söylenebilir.
Tasavvuf sözlüklerine baktığımızda murakabenin; Allah’ı kalp ile düşünmek,
O’nun her zaman, her yerde hazır ve nazır olduğunu; kendisini görüp işittiğinin
bilincinde olarak yaşamak205, kulun nefsini kontrol altında bulundurması, Allah ile
birlikte olma bilincini diri tutması, Allah’tan feyiz beklemesi, Allah’ı görürmüşçesine
Mütercim Asım Efendi, a.g.e. , s. 146.
Cafer Seyit Secadi, a.g.e. , s. 355.
204 Suad el-Hakîm, (2005), İbnü’l-Arabî Sözlüğü, Ekrem Demirli (Çev.) Kabalcı Yayınları, İstanbul: s.
604.
205 Pakalın, a.g.e. , s. 582.
202
203
82
ibadet etme mertebesine ulaşması,206 hem iç âleminde hem de zahiri hâllerinde Hakk’a
yönelmenin maksadını sürekli olarak düşünmek207 gibi değişik şekillerde tarif edildiği
görülmektedir.
O halde murakabenin; kulun daima Allah’ın gözetimi altında bulunduğunun
şuurunda olmasını, O’ndan gayrı bir şeyle meşgul etmemek için kalbini devamlı kontrol
altında bulundurmasını ifade eden bir tasavvuf terimi olduğunu söylemek mümkündür.
En genel anlamıyla murakabe, kulun her anını Allah ile beraberlik şuuru içinde
geçirmesi demektir208.
Ahmed Sûzî, salikin nefsiyle mücadele ederek onu kötü amellerden
uzaklaştırması için murakabeyi bir terbiye disiplini olarak ortaya koymuştur. Şeyh olan
kimse bu mücadelede salikin kabiliyetine göre bir yöntem belirleyerek onun nefsini
tezkiye ve tasfiye etmesini sağlamaya çalışır.
Murakabe ancak belli bir seviyeye ulaşmış salikler tarafından yapılabilir.
Yeterince olgunluğa erememiş salikler delalete sapabilir. Bu sebeple Ahmed Sûzî,
murakabenin şeyhin izni ve gözetiminde yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Şeyh
salikin durumunu gözler eğer salik murakabeye uygunsa izin verir, değilse izin vermez.
2.5.4.1. Salikin Allah’ın Sıfatları ile İlgili Bilmesi Gerekenler
Murakabe salikin daima Allah’ı düşünerek O’nun gözetiminde olduğunun
bilincinde olmasıdır. Salik Allah’ı ancak sıfatları vasıtasıyla düşünüp buna göre itikat
edebilir. Bu yüzden murakabe esnasında nefis ve şeytanın aldatmacalarından kurtulmak
için salik olan kimse Allah’ın birtakım sıfatlarını bilmeli ve buna göre Allah’a tam bir
itikat ile bağlanmalıdır. Böylece Allah’ı kalbinde sabitleyip O’nun dışında kalan her
şeyi kalbinden atmalıdır.
Salik Allah’ı aşağıdaki sıfatları ile murakabe etmelidir.
Fikret Karaman vd. , (2006), Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s.
471.
207 Abdürrezzak Kâşânî, (2004), Tasavvuf Sözlüğü, Ekrem Demirli (Çev.), İz Yayıncılık, İstanbul: s. 498.
208 Yaşar Nuri Öztürk, (1990), Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf , Yeni Boyut Yayınları, İstanbul: s. 370.
; Süleyman Uludağ, (2006), Murâkabe, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXXI, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss. 204.
206
83
2.5.4.1.1. Vâcib’ül- vücûd
Vâcib’ül- vücûd, varlığı zorunlu olan, ezelden ebede kadar var olan, yokluğu
hiç olmayan anlamına gelir. Bu sıfat Allah’ın varlığının bir zorunluluk olduğunu, hiçbir
şeyin kendi kendine var olamayacağını, her şeyin bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu ifade
etmek için kullanılır.
Ahmet Sûzî, salikin Allah’ı düşünürken O’nu bu şekliyle düşünerek tam bir
teslimiyetle Allah’a teslim olması gerektiğini ifade eder.
2.5.4.1.2. Hâlik-ı câmi’ül- mahlûk ve’l- mevcûd
Tahmin etmek, ölçmek, bir şeyi yaratmak, örneksiz meydana getirmek, yalan
uydurmak, bir şeyi düzeltmek, yumuşatmak, elbisenin eskimesi, güzel huylu olmak,
yumuşak olmak, düz olmak anlamına gelen halake kökünden türeyen Halik, yaratıcı
demektir.
Allah’ın sıfatı olarak Halik, varlıkları örneği olmadan icat eden, yaratan, var
eden anlamına gelmektedir. Ahmed Sûzî, salikin murakabe yoluyla Allah’ı düşünürken
O’nun bütün mevcudatın ve var olan her şeyin mutlak yaratıcısı olduğunu bilmesi
gerektiğini ifade etmiştir.
2.5.4.1.3. ‘Âlim
İşaretlemek, üst dudağı yarılmak, bilmek, anlamak, tanımak ve hakikatini idrak
etmek anlamlarındaki aleme kökünden türeyen âlim; bilen, anlayan ve tanıyan demektir.
Allah’ın bu sıfatı O’nun sırları, gizli olanları, olmuşu ve olacağı, görünen ve
görünmeyen âlemi, yerde ve gökte olup bitenleri, geçmişi, şimdiyi ve geleceği, canlı ve
cansız bütün varlıkları, insanların gizli ve aşikâr bütün yaptıklarını, küçük ve büyük her
şeyi bildiğini ifade eder.
Ahmet Sûzî, seyr ü sülûk esnasında Allah’ı murakabe eden salikin O’nun bu
sıfatının bilincinde olarak hareket etmesi gerektiğini belirtir. Bunun bilincinde olan salik
her zaman gözlem altında bulunduğunun farkına vararak yaşamına yön verirken daha
dikkatli davranıp günahlardan uzak durmaya çalışır.
84
2.5.4.1.4. Kâdir-i Kayyûm
Bir şeyi bir şeyle kıyaslamak, ölçülü yapmak tedbir almak, bir şeyi planlamak,
miktarını beyan etmek, hükmetmek ve taksim etmek; bir şeye gücü yetmek, güçlü
olmak, yüceltmek, hazırlamak, tanzim etmek, malik ve hâkim olmak, zengin ve kuvvetli
olmak anlamına gelen kadere kökünden türeyen kadir kelimesi aynı zamanda Allah’ın
doksan dokuz isminden biridir.209
Allah’ın sıfatı olarak Kâdir-i kayyûm, güçlü kuvvetli, istediğini istediği gibi
yapabilen, eşyaya biçim ve şekil veren, aciz olmayan demektir. Ahmet Sûzî’ye göre
salik Allah’ın her şeyi yapabilme kudretine sahip olduğunu bilmelidir. Murakabe
esnasında Allah’ı bu şekilde tahayyül etmeli ve düşünmelidir.
2.5.4.1.5. Samî’-i Basîr
Bakmak, görmek, bilmek, görüş sahibi olmak anlamlarındaki basare kökünden
türeyen basîr kelimesi sıfat-ı müşebbehe olup gören, bilen, anlayan, basiret sahibi olan
demektir. Allah’ın sıfatı olarak Basîr; aydınlık ve karanlıkta, küçük ve büyük her şeyi
gören demektir210.
Ahmet Sûzî, salikin murakabe esnasında Allah’ın her hal ve hareketini görüp
bildiğinin bilincinde olması gerektiğini belirtmiştir.
2.5.4.1.6. Fa“al-i lima yürîd
Bir şeyi işlemek ve yapmak anlamındaki fa’ale kökünden türeyen fa’’al, bu
kökten türeyen fa’il isminin mübalağalı şeklidir. Kelime anlamı olarak çok iş yapan
devamlı iş yapan demektir.211
Allah’ın sıfatı olarak Fa’’al-i Lima Yürid, dilediğini yapan anlamına
gelmektedir. Varlık âlemi kâinatı yoktan ve eşsiz bir şekilde yaratan Allah’ın varlığı
sayesinde meydana gelmiştir.212 Bu sıfat aynı zamanda Allah’ın her zaman tecelli
halinde olduğunu ve kâinatın işleyişini devamlı kontrol altında tutmak için daima aktif
Karagöz, a.g.e. , s. 156-157.
Karagöz, a.g.e. , s. 231.
211 Karagöz, a.g.e. , s. 196.
212 Mustafa Güneş, (2015), Germiyanlı Şeyhî ve Har-nâmesi (İnceleme- Metin), Academia Yayınevi,
Kütahya: s.65.
209
210
85
durumda bulunduğunu ifade eder. Ahmet Sûzî, salikin Allah’ın bu sıfatının idrakinde
olması ve itikat etmesi gerektiğini belirtmiştir.
2.5.4.1.7. Mütekellim
Mütekellim; konuşan, kelam eden anlamlarına gelen Allah’ın kemal
sıfatlarından birisidir. Mütekellim, aynı zamanda Allah’ın sese, harflere ve bu
harflerden meydana gelen kelime ve cümleleri tertiplemeye muhtaç olmadan
konuşmasını ifade eden bir ilm-i kelâm ıstılahıdır.213
Allah’ın bu sıfatı Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ifade edilmektedir,
bunlardan bazıları şunlardır: “ Bu peygamberlerin bazılarını bazılarından üstün kıldık.
Allah, onların bazılarıyla konuşmuş ve onları derece bakımından üstün kılmıştır.214”; “
Allah Musa’ya hitap ederek konuştu.215”, “Allah’ın insanla konuşması ancak vahiy ile
yahut perde arkasından veya bir elçi gönderip de kendi izniyle dilediğini bildirmesiyle
mümkün olur.216”
Allah, kendisinin bir sıfatı olan kelamla Mütekellim’dir. Allah’ta kelam
sıfatının zıtları olan sükût ve dilsizliğin bulunması mümkün değildir. Çünkü konuşmak,
dilsizliğe ve söz söylemeye karşı bir kemâli ifade etmektedir. Allah da, en yüce varlık
olduğu için bu sıfatla muttasıftır. Allah, ezeli sıfatlarından birisi olan kelam sıfatıyla
peygamberleri ile konuşur, kitaplar indirir, emir ve nehiylerde bulunur.217
Ahmet Sûzî, Allah’ın sıfatlarından biri olan mütekellim sıfatını salikin bilmesi
ve itikat etmesi gereken sıfatlar arasında saymıştır.
2.5.4.1.8. Vâhid
Vâhid, sözlük anlamı olarak bir, tek, yegâne, biricik manasına gelmektedir.
Allah’ın sıfatı olarak; eşi, benzeri ve dengi bulunmayan, cisim, cevher ve araz olmayan
bir mekân ve cihette bulunmayan, cisimlere ait özelliklerden uzak olan, bir tek ilah
Sadettin Taftazanî ,(1982), Şerhu'l-Akaid, Süleyman Uludağ (Çev.), Dergâh Yayınları, İstanbul: s.
167.
214 Kur’an: 2. Bakara Sûresi, Ayet 253
215 Kur’an, 4.Nisa Sûresi, Ayet 164
216 Kur’an, 42. Şurâ Sûresi, Ayet 51
217 Taftazanî, a.g.e. , s. 167.
213
86
anlamındadır.218 Aynı zamanda Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinde parçalara ayrılmaması
demektir.
Ahmet Sûzî, salikin murakabe esnasında Allah’ı bir tek ilah olarak bilmesi
gerektiğini ve onun hiçbir cismani özelliğe sahip olmadığının idrakinde olması
gerektiğini belirtmiştir.
2.5.4.1.9. Ferd-i Samed
Bir şeye yönelmek, azmetmek, birine güvenmek, adaletle hükmetmek, mutedil
ve doğru olmak anlamındaki samede kökünden türeyen Samed; bir toplumun önde
geleni, en şerefli ve şanı en yüce olanı, iş ve ihtiyaç konusunda kendisine başvurulan,
üstünde kimse bulunmayan ulu kişi demektir.219
Allah’ın sıfatı olarak Samed; her şeyin kendisine muhtaç olduğu, yöneldiği, her
dilek ve isteğin mercii, hiç eksiği, kusuru ve ihtiyacı olmayan, ulu şanlı, dosdoğru ve
güvenilir demektir.220
Ahmed Sûzî’ye göre salik olan kimse karşılaşılan her türlü zorluk ve sıkıntıda
başvurulacak merciin Allah olduğunu unutmamalıdır. Her türlü varlığın ona ihtiyaç
duyduğunu ve Allah’ın hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadığının bilincinde
olarak Allah’ı murakabe etmelidir.
2.5.4.1.10. Bâkî
Kalmak, devam etmek, sabit olmak, bakmak ve gözetlemek anlamlarına gelen
bakeye kökünden türeyen baki, ebedi olan ve devam eden demektir. Allah’ın sıfatı
olarak Baki, sonlu ve ölümlü olmayan, sonsuz yaşayan, varlığı sürekli olan anlamlarına
gelir.
Bu sıfatların dışında salik Allah’ı murakabe ederken şu hususları da bilmelidir:
Allah’ın bir eşi ve benzeri yoktur. Yarattığı âlemlerde ortağı ve yardımcısı,
kâinatı yarattığında kendisine yardım eden kimse yoktur. Allah’ın belli bir şekli yoktur.
Kadimlikte sonu yoktur. Allah her türlü görünüş ve düşünceden münezzehtir, O’nun
bölünmesi mümkün değildir. Allah’ın varlığının sınırı yoktur, zaman, mekân ve cihetten
Muhammed Hamdi Yazır, (1971), Hak Dinî Kur’an Dili, C. IX, Eser Kitabevi, İstanbul: s. 6291.
Karagöz, a.g.e. , s. 113.
220 Yazır, a.g.e. , C. IX, s. 6305-6306.
218
219
87
münezzehtir. Allah; göz ile görülemez, akıl ile anlaşılamaz. Ancak iman nuru ve irfan
ile keşfedilebilir. Allah kendi hakikatini ancak kendisi bilebilir. Allah bütün her yeri
kuşatmıştır, O’nun belli bir sınırı yoktur. Bütün eşyayı en ince noktasına kadar bilir,
bilmesi yarattıklarının bilmesi gibi değildir. Bütün varlıklar O’na muhtaç ve O’nun ile
kaimdir.
2.5.5. Sohbet
Arapça, arkadaşlık yapmak, karşılıklı konuşmak gibi anlamlarda kullanılan bir
kelime olan sohbet, tasavvuf çevrelerinde saliki maneviyatın yüceliklerine ulaştıran bir
vasıta olarak görülmüştür. Sohbette, mürşid-i kâmilin ruhundaki kabiliyetlerin müride
yansıması (in‘ikâs) yani kabiliyet aktarımı söz konusudur. Bu yüzden Allah dostları,
sohbete çok önem verirler.
Peygamberimizin arkadaşlarına eshab denilir ki, bu kelime suhbe mastarından
türemiştir. Hz. Peygamber’in, sahabe-i kiramı sohbet yoluyla yetiştirmesi, sohbetin
sûfiyye yolunda vazgeçilmez ve göz ardı edilemez bir metot olarak kabul edilmesini
sağlamıştır.221.
Bu sebeple sohbet tasavvuf çevrelerinde uygulanması zorunlu olarak görülen
bir terbiye disiplini olarak karşımıza çıkmaktadır. Sohbetlerde şeyhin ağzından çıkan bir
takım rumuz ve işaretlerin son derece önemli olduğu vurgulanmıştır. Sohbetin Hz.
Peygamber’den bize bir terbiye metodu olarak nakledildiği bildirilir.
Ahmed Sûzî, salikin şeyhin sohbetlerini kaçırmaması gerektiğini belirtir. Ona
göre kaçırılan sohbetin telafisi mümkün değildir. Çünkü o sohbet esnasında gelen
tecelliler çoktan geçip gitmiştir.
Ahmed Sûzî, feyiz ve bereketin ancak sohbetlerle elde edilebileceğini
belirterek insanları sohbet yoluna davet etmiştir. Hz. Peygamber ile bir sahabe arasında
geçen şu konuşmayı da bu görüşüne kanıt olarak göstermiştir.
“ Nitekim sulŧānımız sallallahu ‘aleyhi ve selem śaĥābīden birisine adam
gönderdi o kimse salvatı eda ideyim śoñra varayım diyüp śalātı edāya meşġūl oldı.
Ba’de meclis-i sa’ādete geldi buyurdılar ki: “ Niçün ta’ħir etdiñ.” “ Namāz içün ta’ħir
itdim.” diyince bu kere sulŧānımız buyurdılar ki: “ Benim meclisime gelüp icābet itmek
221
Cebecioğlu, a.g.e. , s. 241.
88
saña śalātı evvel vaķtinde ķılmadan vesā’ir nevāfilleri bā- cem’ehüm edādan
efžaldir.222”
Ahmed Sûzî, Hz. Peygamber’in kendi meclisindeki sohbeti namazı vaktinde
kılmaktan ve nafile ibadetleri yerine getirmekten daha faziletli olarak gördüğünü ifade
etmiştir. Buradan hareketle ariflerin de peygamberlerin manevi varisleri olmaları
hasebiyle bazı zamanlarının bin saatlik ibadetten daha değerli olabileceğini ifade
etmiştir.
Ahmed Sûzî, salikin sohbetlere katılırken bazı hususlara dikkat etmesi
gerektiğini de eserinde belirtmiştir. Bunların başında abdestli olmanın geldiğini ifade
etmiştir. İslam anlayışında bazı ibadetlerin yerine getirilmesi için yapılan maddi ve
manevi temizlenme şekli olarak karşımıza çıkan abdest tasavvufta da bir nevi ibadet
hükmünde olan sohbet için bir ön şart olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Ahmed Sûzî
sohbete katılacak salikin her şeyden önce abdestli olması gerektiğini belirtmiştir.
Sohbete katılmanın ikinci şartı olarak ise kalbin temizlenmesi gerektiği ifade
edilmiştir. Salik sohbete giderken, beni rabbime kavuşturacak vasıtama gidiyorum, diye
düşünmelidir. Şeyhimin bütün hatalarımı biliyorken beni kabul etmesi büyük bir
lütuftur. Bu nedenle her sözünü can kulağıyla dinlemeliyim, düşüncesiyle sohbete
katılmalıdır.
Salik, şeyhim beni kabul etse de kapısından kovsa da bana lütuftur, inancıyla
hareket etmelidir. Şeyhin huzuruna boynu bükük bir halde girip şeyh emretmeden
oturmamalı ve şeyhin gösterdiği yere oturmalıdır. Oturduğu yerde başını göğsünün
üzerine tevazu ile eğerek şeyhi dinlemeli, izin verilirse konuşmalı ve boş sözlerden
kaçınmalıdır. Şeyhten dinin zahirine dair bir şey zuhur ederse bunu inkâr etmeyip
mutlaka sebebinin olduğuna inanmalıdır. Eğer bu hususta içine bir şüphe düşerse ondan
hemen kurtulmaya çalışmalıdır.
Şeyhin bazı sözlerini virt edinip sürekli tekrarlamalıdır. Sohbetin sonunda izin
alarak şeyhin elini ve dizini öperek arka arka ve yavaş yavaş orayı terk etmelidir. Eve
döndüğünde kazandığı nimet için şükredip iki rekât namaz kılmalıdır. Salik, sohbetten
hem zahiri hem de batıni manada faydalanmaya gayret etmelidir.
222
Sülûk-nâme, SK. HME. , 21a-21b.
89
Sohbetlerde ayrıca nazarın da önemi vurgulanmıştır. Ahmed Sûzî, ariflerin
nazarlarının mutluluk ortaya çıkardığını ancak zahiri ilimlerle meşgul olan âlimlerin
sohbetlerinde bunların ortaya çıkmadığını ifade eder. Veliler Allah’a yakın oldukları
için onların sohbetlerinde bu haller ortaya çıkar. Sohbetlerden herkes niyeti ölçüsünde
faydalanır. Ahmed Sûzî, sohbetin zahiri etkisinden çok batıni etkisine değinmiştir.
2.5.6. Hizmet
Aslen Arapça kökenli bir sözcük olan hizmet, kelime anlamı olarak birinin
işini görme veya birine yarayan bir işi yapma manasında Türkçede de kullanılır.
Tasavvufi ıstılahta ise tekkeye yeni giren, ilmin lezzetini tatmamış, hallerin nefesleriyle
uyanmamış salikin durumu, hizmet olarak değerlendirilir. Tasavvufta salikin nefsini
terbiye etmesi için hizmet yolu bir terbiye disiplini olarak kullanılmıştır.
Bu yönüyle tasavvuf çevresinde “Himmet, hizmete bağlıdır.” sözü hizmetin
insanı olgunlaştıran ve menziline ulaşmasını sağlayan bir yol olduğunu ifade eder. Bu
yönüyle mutasavvıflar “ Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder.223” ayetini bu
düşüncelerine kanıt olarak gösterirler. Nefsini terbiye etmemiş kişilerin, çoğu zaman
yaptığı hizmet, onun Allah rızasına ulaşmasına engel olur, hizmet de putlaşabilir.224 Bu
sebeple tasavvuf çevresinde hizmete başlamadan önce salikin nefsini her türlü
kötülükten arındırması gerektiği belirtilmiştir.
Ahmed Sûzî, salikin mutlaka hizmet ehli olması gerektiğini belirtmiştir. Salik
bir an olsun hizmetten geri durmamalı işlerine bahaneler üretmemelidir. Hizmet
esnasında her ne kötü söz işitirse işitsin “ Bu söze layık olmasam işitmezdim, bu kendi
kusurumdur.” demelidir. Hizmet esnasında başına gelen her türlü musibete ve
güçlüklere katlanarak bunların hepsini Allah’tan bilmelidir.
Salik başına gelen musibetlerin birer imtihan olduğunu düşünmeli ve bunlara
sabır göstererek katlanmalıdır. Kendisi dışındaki hizmetçilere, hepimiz bir kapının
bekçileri ve bir kapının kullarıyız, diye yaklaşmalıdır. Salik beraber hizmette bulunduğu
tarikat kardeşlerini nesep kardeşlerinden daha evla görmelidir.
Bu şekilde hareket eden salikler hizmetlerinin karşılığı olarak nefislerini
arındırarak Allah’a yaklaşırlar. Salik, şeyhin yolunda canını ve başını vermeye hazır
223
224
Kur’an, 47. Muhammed Sûresi, Ayet 7
Cebecioğlu, a.g.e. , s. 122.
90
olmalı ve ona daima hizmet edip ondan izin ve yardım isteyerek her bir hükmüne teslim
olup her bir emrine işittik ve itaat ettik demelidir.
Ahmed Sûzî’ye göre salik, Şeyh meclisinde hizmet etmeye, canını ve başını
yolunda feda etmeye ve yüzünü görmeye arzulu olmadıkça büyük âlimlerin ileri geleni,
evliyalar arasında zamanın en büyük mürşidi ve her daim ibadet eden bir kişi olsa da
fayda vermez. Sonunda emeğinin zayi olmasının yanında Allah rızasının arzulusu ve
Allah’ın cemalini görme taliplisi olup da Allah dostlarının yoluna dahil olup bu şartları
tamamlamazsa arzusuna yine de ulaşamaz.
2.5.7. Emre İtaat
Ahmed Sûzî’ye göre seyr ü sülûkun özü Allah’a ve O’nun elçisi olan Hz.
Peygamber’e itaat etmektir. Bu sebeple salik öncelikle Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı
Kerim’i, daha sonra Hz. Peygamber’in hadislerini kendisine kılavuz edinip buradaki her
emre itaat etmelidir.
Hz. peygamber’in açtığı irşat yolu O’nun vefatından sonra sahabelere,
sahabelerden tabiinlere, onlardan da mürşid-i kâmillere kadar gelmiştir. Bu yönüyle
mürşitler Hz. Peygamber’in varisleri olarak kabul edilmiştir. Ahmed Sûzî, bu yönüyle
şeyhe itaat etmeyi Hz. Peygamber’e itaat etmekle eşit tutmuştur. Şeyhe itaat ederek
onun emirlerine tabi olanlar Şeriat-ı Muhammediyye’yi ve hakikatin sırlarını elde
ederek Allah’a vasıl olan kullardan olurlar.
Ahmed Sûzî; salikin, hikmeti anlaşılsın ya da anlaşılmasın mürşidin her türlü
emrini yerine getirmesi gerektiğini belirtir. Salik mürşidinin sözlerini sıradan bir kişinin
sözleri gibi düşünmemeli, şeyhin sözlerinde gizli veya açık hakikatlerin sırlarının saklı
olduğunu bilmelidir. Aksi halde salik menziline ulaşamaz ve maneviyatını kaybeder.
Salike düşen kendi şeyhinin aleyhinde olan kimselerin yanına varmamak ve
bunlarla sohbet etmemektir. Şeyhim hakka ulaştırandır ve beni ancak o hakka ulaştırır
şeklinde düşünmeli, onun bütün tekliflerini ve tembihlerini can u gönülden kabul etmeli,
hepsini lütuf ve bereket bilerek baş eğmelidir.
Şeyhim Hz. Peygamber’in naibidir, diye itikat etmelidir. Buna tabi olmak Hz.
peygamber’e tabi olmaktır. Buna biat etmek ona biat etmektir. Buna teslim olmak ona
91
teslim olmaktır, bunun rızası onun rızasıdır, diye itikat etmelidir. Eğer böyle
davranmazsa tabi olmanın nuru kalbinden silinir ve biat beni yok olur.
2.6. SEYR Ü SÜLÛKTA MÜRİD- MÜRŞİD İLİŞKİSİ
Ahmed Sûzî, tarikatların ortaya çıkış sürecini Hz. Peygamber’e kadar
götürmüştür. Tarikatların Hz. Peygamber ve ondan sonra gelen din büyüklerinin
katkıları ile ortaya çıktığını belirterek bu tarikatların İslam dinine hizmet ederek
bidatlerin dine girmesine engel olduklarını ifade etmiştir. Tarikata giren dervişlerin
muhakkak ki bidatlerden uzak durmalarını istemiş ve bunların insanı sapkınlığa
götüreceğini dile getirmiştir.
Ahmed Sûzî, bu görüşlerini ifade ederken Hz. Muhammed’in “ Bütün bidatler
delalettir ve bütün delaletler de ateşe götürür.” hadis-i şerifini delil olarak göstermiş ve
bu hadis-i şerifi kendisine rehber olarak benimsemiştir.
Ahmed Sûzî, salikin her türlü hal ve eyleminde bilinçli olarak hareket etmesi
gerektiğini belirtmiş ve salikin her türlü işini düşünerek, ne yaptığının farkında olarak
ve girdiği bu yolun önemini kavrayarak yapması gerektiğini anlatmıştır. Salik yaptığı
her şeyin bilincinde olmalıdır. Aksi durumlarda salik zarara uğrayıp perişan hallere
düşebilir.
Bu yönüyle Ahmed Sûzî, tarikat kuralları çerçevesinde müridin ve mürşidin
birbirleri ile ilişkilerini sürdürürken bunların birbirlerine karşı bir takım vazifeleri
olduğunu belirtmiştir. Bunlar şeyhin salikleri terbiye ederken uyması gereken kurallar
ve salikin bu terbiye esnasında şeyhine karşı yerine getirmesi gereken görevlerden
oluşmaktadır.
2.6.1. Mürşidin Müride Karşı Görevleri
2.6.1.1. Saliklerin İstidatlarına Göre Terbiye Usulleri Belirlemek
Tasavvuf, bir ilim olduğu kadar aynı zamanda bir hal ve eğitim işidir. Bu
sebeple gerek ferdi ve gerekse de toplumsal hayatta derin izler bırakan önemli
müesseseler kurmuştur. Bunlardan biri de hedefi insan ruhunu terbiye etmek ve insanı
dış dünyanın tesirlerinden kurtarıp iç âlemine yönlendirerek içindeki mutlak hakikate
ulaştırmak olan tarikatlardır. Tarikatların gayesi, nefsi kötü sıfatlarından temizleyerek
92
ruhu insan vücudunda hâkim kılmaktır. Bu gayenin gerçekleşmesi için bir takım usul ve
esaslar geliştirilmiştir.225
Bu usul ve esaslar tasavvuf yolunda ilerleyen salikin karakter özellikleri göz
önünde bulundurularak uygulamaya konulur. Ahmed Sûzî’ye göre Şeyh, müritlerini
terbiye ederken onların kişilik özelliklerini göz önünde bulundurarak karakterlerine en
uygun olan yöntemleri seçerek salikleri terbiye etme yoluna gitmelidir. Çünkü her
kişinin farklı özellikleri vardır. Herkes aynı yöntemle ilerleme ve olgunlaşma
kaydedemez. Bu sebeple kişinin ilgisi, kabiliyetleri ve kişilik özellikleri göz önünde
bulundurularak kendisine en uygun terbiye yöntemi belirlenip uygulanmalıdır.
Şeyh saliki terbiye ederken bizzat kendisi de terbiye disiplininin içinde yer
almalıdır. Salikleri terbiye ederken en kısa ve en kolay yolu tercih etmelidir. Saliklere
sülûk esnasında zahmet çektirmemelidir. Aksine elinden geldiğince saliki zorlamadan
onun sülûkunu tamamlaması için elinden geleni sarf etmeye gayret göstermelidir.
2.6.1.2. Saliklere Nasihatte Bulunmak
Mürşitlik, maneviyat yoluna girenlerin hatalarını düzeltme ve onlara öğüt
vermeyi gerektiren bir makamdır. Bu nedenle mürşidin en başta gelen görevi
müritlerine ihtiyaç duydukları her konuda öğüt vererek onları irşat etmektir.226
Ahmed Sûzî’ye göre şeyh olan kimse tarikat adabını, güzel amelleri ve
hakikatin sırlarını öğrenmek için yola çıkan saliki, yolda karşılaşabileceği tehlikelerden
ve şeytanın aldatmacalarından korumak için ona nasihatlerde bulunmalıdır. Çünkü seyr
ü sülûk yolu bir sürü engelle dolu bir yoldur. Salik yol boyunca bir sürü sıkıntı ile
karşılaşacaktır. Şeyh bu sıkıntıların saliki terbiye ederek olgunlaştıracağını, salikin bu
sıkıntılara katlanıp sabretmesi gerektiğini salike öğretmelidir.
Seyr ü sülûk yolu zahmetli bir yoldur. Bu sebeple bu yolun kolayca
tamamlanması ve salikin arzularına kısa bir sürede ulaşması mümkün değildir. Şeyh
saliki delalete düşmekten korumak ve ibadetlerini yerine getirmek için saliki daima
uyarmalı ve ona nasihatlerde bulunmalıdır.
a.g.e. , s. 231- 236. ; Osman Türer, (2003), Letâif-i Hamse, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C. XXVII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: s. 143. ; Ramazan Muslu, (2007),
Halvetiyye’de Etvâr-ı Seb’a Yazma Geleneği ve Sofyali Bâlî Efendi’nin Etvâr-ı Seb’a Risâlesi, Tasavvuf
İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 18, Ankara: ss. 65-85.
225Yılmaz,
226
Derin, a.g.e. , s. 241.
93
Şeyh salikin kendi huzurunda veya tek başına bulunduğu zamanlarda zikre
devam etmesini tembihlemeli ve salikin zikre devamını sağlayabilmek için gerekli olan
her türlü tedbiri almalıdır. Böylelikle salik gaflete düşmekten kurtulur ve nefsinin
arzularından uzaklaşarak Allah’a yaklaşır.
2.6.1.3. Salikleri Hakk’a Davet Etmek
Seyr ü sülûkun temel gayesi insanları hakka davet ederek onların maneviyat
yolunda mesafe kat etmelerini sağlamaktır. Bu sebeple şeyh olan kimse insanları
batıldan uzaklaştırmak ve hakkı bulmalarına yardımcı olmak için çalışmalıdır. Ahmed
Sûzî’ye göre hakikat perdelerin arkasında saklanmıştır. Seyr ü sülûkun amacı bu
perdeleri birer birer aşarak hakkın kendisine ulaşmaktır.
Bu sebeple şeyh olan kimse hakikatin sırlarını bulmak için Allah’ın kitabı olan
Kur’an-ı Kerimi ve Hz. Peygamber’in sünnet ve hadislerini kendisine rehber edinip seyr
ü sülûk yolunda bunların belirttiği çizgide yürümeli ve salikleri bu çizgide tutmaya
çalışmalıdır. Seyr ü sülûk yolunun adab ve şartlarını Hz. Peygamber’in sunduğu şekilde
açık tutmaya çalışmalıdır. Bu sebeple uyguladığı metotları O’nun belirttiği sıra ile ve
O’nun belirttiği şekilde devam ettirmeye çalışmalıdır.
Bu şartlara uyarak insanları hakka davet eden şeyh Hz. Peygamber’in
kendisine bıraktığı halifelik üzerinde sabit bir şekilde durmuş olur. Şeyhin belirttiği
çizgide hak yolunda ilerleyen salik de Hz. Muhammed’e biat etmiş ve sözünü yerine
getirmiş olur. Bunun neticesinde de seyr ü sülûk yolunda kemalatını tamamlamaya ve
Allah’a vasıl olmaya hak kazanır.
Şeyh olan kimse bu çerçeve dâhilinde farz ve sünnetlerden ayrılmayarak
salikleri hakka davet etmelidir. Bu çerçevenin dışında kalan bidatlerden saliki
sakındırmalı böylece saliki delalete düşmekten muhafaza etmelidir.
2.6.1.4. Saliklerin İhtiyaçlarını Karşılamak
Seyr ü sülûk yoluna giren salik, artık dünya ile bütün bağlarını koparmış ve
manevi âleme yönelmiştir. Bu sebeple bu yola giren salikin dünyalık derdinden
tamamen kurtulması gerekir. Fakat buna karşın insanın yaşamını devam ettirebilmesi
birtakım ihtiyaçlarının karşılanması ile mümkündür. Bu sebeple salikin tam olarak seyr
ü sülûka kendini adaması ve tüm yönleri ile bu yola adapte olması için rızık peşinde
94
koşmaktan kurtulması gerekir. Şeyh olan kimse kendisine başvurup sülûk etmek isteyen
kişinin bu maddi ihtiyaçlarını karşılamalıdır ki salik tam olarak bu yola adapte olabilsin
Ahmed Sûzî’ye göre Şeyh, saliklerin manevi ihtiyaçlarının yanında maddi
ihtiyaçlarını da karşılamalıdır. Eğer buna gücü yetmiyorsa en azından salikin geçimini
sağlayabileceği maddi kazancı sağlayabilmesi için ona yardımcı olmalıdır.
2.6.1.5. İrşadda Kolay Yolu Seçmek
Ahmed Sûzî’ye göre şeyh olan kimse, saliki terbiye ederken tercih edilebilecek
en kolay yolu seçmelidir. Gereksiz yere zorluk çıkararak salike eziyet etmemelidir.
Mürşit, saliklerin seyr ü sülûklarını kolayca tamamlayarak arzularına ulaşmaları ve
delalete düşmeden ibadetlerini yerine getirmeleri hususunda yardımcı olmalıdır.
Mürşit kendisi de bizzat saliklerle birlikte terbiyenin içinde bulunmalı ve
terbiye esnasında saliklere zahmet çektirmemelidir. Ahmed Sûzî, bazı şeyhlerin
saliklere zahmet çektirmek için onlara zorluklar çıkardığını ifade etmiştir. Bu şeyhleri
cahil şeyhler olarak ifade eden Ahmed Sûzî, onların uyguladıkları bu yöntemleri de
bidat olarak tanımlamıştır. Nitekim bazı şeyhlerin saliklerine on iki, elli ve kırk rekât
namaz kılmayı emrederek onlara boş yere zahmet çektirdiklerini belirtmiştir.
Ahmed Sûzî, Hz. Peygamber’in: “ Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır. En
hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin en şerlisi ise dinde olmadığı halde dine
sonradan eklenen ve yeni icat edilen şeylerdir.227” hadis-i şerifini bu düşüncesine kanıt
olarak göstermiş. Bu emirleri kabul etmeyenlerin reddedileceğini ifade etmiştir.
Ahmed Sûzî’ye göre salik nafile ibadetlerden hangisi adet olunmuşsa onları
yerine getirmeli, şeyh bunun dışında salike zahmet etmemelidir. Çünkü bunlar
bidatlerdir. Bidat olan şeyler de insanı delalete sürükler. Bu yüzden şeyh olan kimse
bunlardan uzak durmalı ve saliki de bunlardan uzak tutmaya çalışmalıdır.
227
Ahmed bin Hanbel, a.g.e. , s.319.
95
2.6.2. Müridin Mürşide Karşı Görevleri
2.6.2.1. Edep
Kişinin her söz ve fiilinde güzel muamelede bulunması anlamında Arapça bir
kelime olan edep, kişinin her türlü hata ve günahtan sakınması olarak da ifade edilir.228
Tasavvuf çevreleri edebi; şeriat edebi, hizmet edebi ve Hakk’ın edebi olmak üzere üçe
ayırmışlardır. İlki dinin zahirini öğrenmek ve bilmek, ikincisi hizmette ileri gitmekle
birlikte yaptıklarını görmeme, üçüncüsü Allah’a ve kendine ait olanı bilmektir.229
Tasavvuf yoluna giren müridin edebe tam anlamıyla uygun hareket etmesi
gerekir. Tasavvufta sıklıkla geçen şu ifade edebin önemini ifade eder: “Edeplere riayet
etmeyen, sünnetlere riayet etmeyi kaçırır; sünnetlere uymayı kaçıran farzları ve
vacipleri gereği gibi yapmaktan uzaklaşır; farz ve vacip gibi dinin temellerinin yeterince
yerine getirilmemesi, kişiyi imanı kaybetme tehlikesine duçar eder.”230
Tüm bunlar edebin tasavvufta üzerinde en çok durulan kavramlardan biri
olduğunu gösterir. Sûfilerin edep merkezli tasavvuf tanımları ve eserlerinde edep
konusuna ağırlık vermeleri de bu kavrama verilen önemin açık bir göstergesidir.
2.6.2.2. Mürşide İtaat Etmek
Salik, şeyhinin kendisine buyurduğu emirleri eksiksiz olarak yerine getirmeli
ve şeyhinin yasakladığı şeylerden sakınmalıdır. Salik kazandığı bütün manevi değerleri
şeyhi sayesinde kazandığını bilmeli ve bunların şeyh vasıtasıyla kendisine
bahşedildiğine inanmalıdır. Salik şeyhinin sözünden kesinlikle çıkmamalı ve şeyhinin
bütün talimat ve yönlendirmelerine harfiyen uymalıdır.
Ahmed Sûzî’ye göre mürşide itaat etmek, onun emir ve yasaklarını yerine
getirmek seyr ü sülûkun özünü meydana getirir. Çünkü salik ancak kendisine yol
gösteren mürşidin belirttiği yönde hareket ederse menziline ulaşabilir. Bu yüzden
mürşide itaat etmek seyr ü sülûkun hitama ulaşabilmesi için önemli bir şarttır.
Salik, mürşitten zahirde şeriata muhalif olan, nefsinin kabul edemeyeceği bir
şey duysa bile, elbette hakikatte şeriata uygundur, gerçek meramı ancak şeyhim kendi
Mütercim Âsım Efendi, a.g.e. , C. I, s. 82.
Cebecioglu, a.g.e. , s. 180-18. ; Abdulbaki Gölpınarlı, (1997), Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler
ve Atasözleri, Aka Yayınları, İstanbul: s. 108-110.
230 Kılıç, a.g.e. , s. 191.
228
229
96
bilir, diye itikat ederek şeyhe itaat etmelidir. Şeyhin söylediği bütün sözlere ve fiillerine
karşı çıkmamalı ve ona itaat etmelidir. Hakikatin sırrını ancak bu şekilde öğrenebilir ve
menziline ancak bu yolla ulaşabilir.
2.6.2.3. Mürşide Teslim Olmak
Seyr ü sülûkun başarıyla sonuçlanabilmesi için salikin bağlandığı mürşide tam
anlamıyla teslim olması gerekir. Bir terbiye disiplini olan tasavvuf, usta-çırak, ilişkisi
içinde başlayıp devam eden bir yolculuktur. Çırağın ustasından tam olarak istifade
edebilmesi için ona iyice güvenmesi ve onu benimsemesi gerekir.231
Bayezîd-i Bistâmî’nin ifadesi ile mürit mürşidin elinde, gassal elindeki ölü gibi
olmalıdır. Bu durum da ancak salikin mürşide tam teslimiyeti ile mümkündür. Burada
bir kişilik kaybı söz konusu değildir. Aksine kişiliğin olgunlaşması, gelişmesi ve
özgürlüğe kavuşması amaçlanmaktadır.232
Ahmed Sûzî, teslimiyeti salikin tarikata kabulünün ön şartı olarak sunmuştur.
Ona göre bir salik kendisine yol gösterecek olan rehberin eline ve eteğine yapışarak ona
tam anlamıyla teslim olmadıkça ve onun yolunda canını ve başını vermeye razı
olmadıkça Hakk’a ulaşamaz. Bu sebeple salik kendisini mürşidine teslim ederek seyr ü
sülûk yolunda onun gözetiminde ilerleyip olgunlaşmaya çalışmalıdır.
Salik aynı zamanda mürşid-i kâmillerin Hz. Peygamber’in varisleri ve
halifeleri olduğunu unutmamalıdır. Salik mürşidine teslim olurken aynı zamanda Hz.
Peygamber’e tabi olduğunu bilmelidir. Şeyhinin her sözünü can u gönülden kabul
etmeyen salikin seyr ü sülûk yolunda ilerlemesi mümkün değildir. Bu tür yollara
girenler sonunda delalete uğrayıp bütün emeklerini zayi ederler.
Ahmed Sûzî, teslimiyet kapısına gelerek rıza eşiğine yüz sürenlerin bu sülûk ile
ebedi mutluluğa kavuşacaklarını ve hakikatin sırlarını öğreneceklerini ifade ederek
salikleri bu yola davet etmiştir.
2.6.2.4. Mürşide Hizmet Etmek
Hizmet hemen hemen bütün mutasavvıfların salikleri yetiştirmek için
kullandığı bir terbiye yöntemi olarak kabul edilmektedir. Salik hem mürşide hem de
231
232
Mehmet Demirci, (2001), Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, Damla Yayınevi, İstanbul: s.53 - 55.
İbrahim Sarmış, (1995), Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslam, Ekin Yayınları, İstanbul: s.175.
97
tekkeye hizmet etmekten kaçınmamalıdır. Gerçek salik hizmetten kaçmak için türlü
bahaneler uydurmaktan geri durmalı ve hizmet ehli olmalıdır.
Ahmed Sûzî’ye göre salik, şeyhinin meclisinde hizmet etmeye, canını ve başını
onun yolunda feda etmeye kararlı olmadıkça zamanın en büyük âlimi, en büyük evliyası
ve her anını ibadetle geçiren biri olsa da yine de bir fayda göremez. Allah rızasını
gözetip Allah’ın cemalini görmek isteyen salik mutlaka şeyh meclisinde hizmet
etmelidir.
Salik hizmet esnasında bazen zorluklarla karşılaşabilir. Fakat bu zorlukların
hepsini iyilik, yardım ve himmet olarak kabul ederek hizmete devam etmelidir. Bu
zorlukları bir imtihan ve çille kabul ederek halinden memnun olup incinmemelidir.
Çünkü seyr ü sülûk yolunda çekilen çilelerin miktarı ile bunun karşılığındaki
kazançların miktarı eşittir. Nihayetinde hizmetin sona erdiği nokta da çekilen
zorlukların miktarınca lütuf ve ihsan elde edilecektir.
2.6.2.5. Her İşinde Mürşidin İznini Almak
Salik, tarikata intisap ettikten sonra yaşadığı bütün halleri, kat ettiği mesafeleri
ve yaşadığı hadiseleri eksiksiz olarak şeyhine anlatmalıdır. Şeyhin izni olmadan ve
şeyhin bilgisi olmadan herhangi bir işe girişmemelidir. Şeyhten gizli olarak hiçbir şey
yapmamalıdır. Her işinde ve eyleminde şeyhinin bilgisine başvurmalıdır.
Salik, bütün iş ve eylemlerinde sadece Allah rızasını düşünerek hareket
etmelidir. Allah rızasını kazanmak dışında makam ve mevki peşinde olmamalıdır.
Gayesi sadece Allah rızasını kazanarak sadık bir kul olmak olmalıdır.
Salik ibadetlerde, zikir hususunda, diğer tarikat arkadaşlarının yanına varmada,
uzak veya yakın olsun bir yere gideceği zaman şeyhten izin almalıdır. Şeyhinin izin
vermediği yerlere gitmemelidir. İbadetlerini şeyhin izin verdiği ölçüde yerine
getirmelidir, bunlara ekleme veya çıkarma yapmamalıdır. Geceleri hücresinde mum
yakıp kıraat etmek istese yine şeyhinin iznine başvurmalıdır. Eğer şeyh izin verirse
yakmalıdır, izin vermese şeyhin belirttiği şekilde davranmalıdır.
Kısacası Ahmed Sûzî, salikin bütün iş ve eylemlerinde şeyhe bağlı olarak
hareket etmesi gerektiğini belirtmiştir. Ona göre salik şeyhinden izin almadan hiçbir işe
bulaşmamalıdır. Bir şey yapmak isterse ilk önce şeyhin iznine başvurmalıdır. Eğer şeyh
98
bu işi salik hakkında hayırlı görüp izin verirse yapmalı, izin vermezse ondan uzak
durmalıdır.
2.6.2.6. Mürşidin Aleyhinde Konuşanlara Kulak Asmamak
Salik, kendi şeyhi dışında bir şeyh aramamalı, kendi şeyhi dışındaki şeyhlerle
ve tarikat mensuplarıyla görüşmemelidir. Şeyhinin aleyhinde görüş bildiren kişilerden
uzak durmalıdır. Sadece kendi şeyhine odaklanarak ona teslim olmalıdır.
Ahmed Sûzî’ye göre salik mürşidini hak bilmeli ve kendisini hidayete
erdirecek kişinin ancak şeyhi olacağına inanmalıdır. Salik şeyhi hakkında “ Şeyhim
vasılı Hak’tır, beni ancak o Mevla’ya ulaştırabilir. Onun dışında Hz. Hızır bile gelse
bana fayda vermez.” şeklinde düşünmelidir.
Salikin şeyhin aleyhinde konuşan ve şeyhe muhalefet ederek onu
sorgulayanlardan mümkün mertebe uzak durmaya çalışması onu delalete sürüklemekten
kurtaracaktır. Başkalarının şeyhi hakkında söylediklerini işiten salik bunlara inanmasa
bile nefsinde zayıflık meydana gelebilir ve şeyhi hakkında gönlünde şüpheler ve
vesveseler uyanabilir. Tüm bunlar salikin olgunlaşmasına ve nefsini terbiye etmesine
engel olarak onun seyr ü sülûkunu tamamlamasını zorlaştırır. Salik bunlardan korunmak
için anlatılanları dinlememeli ve şeyhinin aleyhinde sözlerin sarf edildiği mekanlardan
uzaklaşmalıdır.
2.6.2.7. Mürşidi Hak Bilmek
Ahmed Sûzî’ye göre salik şeyhi hakkında benim şeyhim hakka ulaşmıştır ve
yine sadece şeyhim beni hakka ulaştırabilir düşüncesine sahip olmalıdır. Salik, şeyhe
itaat Hz. Peygamber’e itaattir, şeyhin rızasını kazanmak Hakk’ın rızasını kazanmak
demektir düşüncesi ile hareket edip şeyhine sıkı sıkıya bağlanmalıdır.
Salik, eğer yukarda belirtilen hususlara harfiyen uymasa emekleri boşa gitmiş
olur ve bugüne kadar ulaştığı bütün mertebeleri kaybedebilir. Salikin, bu meclise Hz.
Hızır dahi gelse bana fayda vermez, şeyhim beni benden daha fazla düşünür, diyerek
şeyhi dışında kimseye iltifat etmemesi gerekir.
99
2.6.2.8. Mürşidin Sohbetlerini Kaçırmamak
Salik, şeyhin mecliste sarf ettiği bütün sözleri son derece dikkatli bir şekilde
can kulağıyla dinlemelidir. Ayrıca bu sözlerin manasını düşünerek sürekli tekrarlamalı
ve bu sözlerden azami bir şekilde istifade etmeye gayret göstermelidir.
Salik, şeyhin meclisteki sohbetlerini kesinlikle kaçırmamalıdır. Ayrıca uğradığı
her türlü sıkıntılara göğüs gererek bütün zorluklara, bana lütuf ve ikramlar gelsin
düşüncesi ile katlanmalıdır.
Ahmed Sûzî, ariflerin meclisinde bir an bulunup sohbetlere katılmayı bin
saatlik ibadetten daha hayırlı görmüştür. Bu düşüncesine Hz. Peygamber ile bir sahabe
arasında yaşanan şu olayı delil olarak göstermiştir.
“ Nitekim sulŧānımız śallallāh u ‘aleyhi ve sellem śaĥābīden birisine ādem gönderdi o
kimse “ Śalātı edā ideyim śoñra varayım.” diyüp śalātı edāya meşġūl oldı. B a’de meclis-i
sa’ādete geldi buyurdılar ki: ”Niçün ta’ħir etdiñ?” “Namāz içün ta’ħir itdim.” diyince bu
kerre sulŧānımız buyurdılar ki: “ Benim meclisime gelüp icābet itmek saña śalātı evvel
vaķtinde ķılmadan vesā’ir nevāfilleri bā- cem’ehüm edādan efżaldir.233 “
Burada Hz. Peygamberin sohbeti evvela ibadetleri yerine getirmekten ve
namaz kılmaktan daha faziletli gördüğü belirtilmektedir. Çünkü sohbet esnasında
meydana gelen feyizler gelip geçicidir. Sohbeti kaçıran kişi bu feyizlerden mahrum
kalır. Bu sebeple Ahmed Sûzî, şeyh meclislerindeki sohbetlerin mutlaka kaçırılmaması
gerektiğini belirtmiştir.
2.7. SEYR Ü SÜLÛK YOLUNUN HİCAPLARI
Hakk’a ve hakikate ulaşmaya, ahret hayatında Allah’ı görmeye engel olan
perde anlamında kullanılan bir terim olan hicap, sözlükte engel olmak; örtmek,
gizlemek, perde, iki nesne arasına konan engel, örtü anlamında kullanılır.234
Sülûk-name, 21a -21b.
İlyas Çelebi, (1998), Hicab, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XVII, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.429-430.
233
234
100
Hicap kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçtiği yedi ayette, ahrette cennette
bulunanlarla cehennem ehlinin birbirlerinin haline vakıf olmasına mani olan
engel,235perde, örtü.236 Kur’an okuduğu sırada Hz. Peygamber’le ahrete inanmayanlar
arasına çekildiği belirtilen görünmez perde237ve karanlığın oluşturduğu perde238
manalarında kullanılmıştır.
Sûfiler, salikle Hakk arasında bulunan ve O’nu tanımaya engel olan her şeye
hicap demişler ve kendileriyle Hak arasında kalan perdelerden daima yakınmışlardır.
Tasavvufta hicap adıyla anılan ve kulun Allah ile yakınlığına engel olan perdeler
genellikle zulmani ve nurani hicaplar olmak üzere iki şekilde ifade edilirler. Zulmani
hicaplar insan vücudundan kaynaklanan bedenle ilgili maddi perdelerdir. Nurani
hicaplar ise ruh kaynaklı hicaplardır. İnsan ruhu bedene büründükten sonra zulmani
hicap ile perdelenmiştir.239
İnsanın yaratılışı ile beraber bünyesine dahil olan bu hicaplar ancak seyr ü
sülûk yolu ile ortadan kaldırılabilir. Bunlar kaldırıldıktan sonra insan bedene
bürünmeden önceki saflığına kavuşarak Hakk’a ulaşacaktır. Ahmet Sûzî, seyr ü sülûk
yolunda salikin Hakk’ı bulmasına ve Hakk’a ulaşmasına engel olan hicapların üç türlü
olduğunu ifade etmiştir. Bu hicapları şehvet, adet ve gelenekler ve sebeplere bağlanma
olarak belirtmiştir. Bu üç hicabın salikin seyr ü sülûkuna engel teşkil eden ve onu
yolundan alıkoyan engeller olduğunu, salikin ancak bu perdeleri yırtarak Hakk’a
ulaşabileceğini belirtmiştir
2.7.1. Şehvet
Sözlükte bir şeyi isteme, sevme, arzulama, şiddetli arzu, tutku anlamında bir
isim olan şehvet, terim olarak nefsin kendisi için uygun olanı talep etmek üzere harekete
geçmesi, kişinin hissi zevklere duyduğu güçlü arzu, hazza ulaşmak için gerekli veya
235
236
Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 46
Kur’an, 19. Meryem Sûresi Ayet17; 33. Ahzab Sûresi Ayet 53; 41. Fussılet Sûresi, Ayet 5; 42. Şura
Sûresi, Ayet 5
237 Kur’an, 7. İsra Sûresi, Ayet 45
238 Kur’an, 38. Sad Sûresi, Ayet 32
239 Yılmaz, (2000) , a.g.e. , s.462.
101
faydalı olduğuna inanılan şeylere doğru insanı tahrik eden güç gibi tanımlar yapılmıştır.240
Kur’an-ı Kerim’de şehvet kelimesi iki yerde cinsel istek241 manasında
kullanılmıştır. Üç ayette geçen şehvet ile genel olarak nefsani isteklerin kastedildiği
anlaşılmaktadır. Bunların ilkinde insanlara dünya nimetlerinin çekici kılındığı
belirtilmekte242 , diğer ikisinde şehvetlerine uyanlar eleştirilmektedir.243
Bu tanımlamalardan anlaşılacağı üzere şehvet, nefsin kişi üzerinde etki ederek
onu istek ve arzularını tatmin etmek üzere uygun görülmeyen işlere bulaşmasına sebep
olur. Ahmed Sûzî, şehveti saliklerin seyr ü sülûk esnasında karşılaşabileceği hicapların
başında göstermiştir. Ona göre şehvet, salikleri nefsin iştihasına doğru çeker. Nefsine
aldanıp şehvete kapılan salik Allah’tan uzaklaşır.
Bazen salik olan kimse zikri ve Hakk yolunu hakkında hayırlı olarak düşünür.
Fakat nefsi onu bu yoldan uzaklaştırabilir. Gerek şeytan ve gerekse de nefis sürekli
olarak hileler ve vesveseler ile salikin arzularını tetikleyerek onu doğru yoldan ayırmaya
çalışır. Salik bu hicaptan kurtulmak için şeyhinin bütün uyarılarına harfiyen uymalı ve
bu hicapları ortadan kaldırmak için Kelime-i tevhit zikrine devam ederek kalben de
nefsiyle şiddetli bir mücadeleye girerek arzularından kurtulup Hakk’a ulaşmaya
çalışmalıdır.
2.7.2. Adet ve Gelenekler
Toplum nazarında genel kabul görmüş ve öteden beri tekrarlanarak yerleşmiş
bulunan uygulama anlamında bir terim olan adet, genellikle gelenek ve örf manasında
kullanılır. İslamiyet’te gelenek ve adet, mutlak kabul veya reddedilmek yerine, dinin
temel esaslarına uygunluğu açısından değerlendirilmiş, bu esaslara uygun olanlar
benimsenirken diğerleri reddedilmiştir. Bu bakımdan bazı örf ve âdetler İslamiyet’te
hukukun da bir kaynağı kabul edilmiştir. İslam hukukçuları, hukuki bir kaynak olarak
Faruk Beşer, (2010), Şehvet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXXVIII, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.476-477.
241 Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 81; 27. Neml Sûresi, Ayet 55
242 Kur’an, 3. Al-i İmran Sûresi, Ayet 14
243 Kur’an, 4. Nisa Sûresi, Ayet 27; 19. Meryem Sûresi, Ayet 59
240
102
örf ve âdeti incelerken Kitap ve Sünnet’te bu kelimeleri ihtiva eden metinler
aramışlardır. 244
Kur’an-ı Kerimde: “Onlara, Allah’ın gönderdiğine uyun denildiğinde; hayır,
biz atalarımızın yoluna uyarız, derler; atalarının akılları bir şeye ermemiş ve doğru yolu
bulamamış idiyse yine onlara uyacaklar mı?
245
” ve “Allah size bilmediklerinizi
açıklamak, öncekilerin sünnetlerine iyi geleneklerine sizi de ulaştırmak ve günahlarınızı
bağışlamak istiyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir.”246 gibi ayetlerde söz konusu edilen
gelenekler, örf ve adetler mutlak olarak kabul veya reddedilmemekte, geleneklerin akıl
ve vahiy süzgecinden geçirilmesi, vahye aykırı olmayan, akla ve insan yaratılışına
uygun bulunanların kabul edilmesi, böyle olmayanların ise terk edilmesi istenmektedir.
Ahmet Sûzî, uzun yıllar içerisinde şekillenerek toplum nazarında kabul gören
bazı adet ve gelenekleri saliki sülûkundan mahrum bırakabilecek hicapların ikincisi
olarak ifade etmiştir. Ahmet Sûzî’ye göre salik bu adettir ve aslında olan halimizdir,
bundan bize zarar gelmez diye düşünerek şeytanın yönlendirmesi ile nefsinin tarafına
geçebilir. Bu da salikin seyr ü sülûk yolundan saparak nefsin aldatmasına kapılmasına
sebep olur.
Salik bunun farkında olarak gelenekte var olsa da şeriata uygun olmayan iş ve
eylemlerden sakınmalıdır. Bunlar salikin önündeki önemli perdelerden biridir. Salik
sağlam bir tefekkürle ve aklını kullanarak şeriata uygun olmayan adet ve gelenekleri
terk etmelidir. Bu şekilde salik nefsinin ve şeytanın aldatmacasından kurtularak seyr ü
sülûkuna engel olan bu perdeyi ortadan kaldırabilir. Böylece salik, yol boyunca
karşısına çıkan engellerden birini daha kaldırarak Allah yolunda ilerlemeye devam eder.
2.7.3. Sebeplere Bağlanma
Kâinattaki her şey bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde birbirine bağlanmıştır.
Evrende meydana gelen her türlü olay bu kozmografik ilişki dahilinde ortaya çıkmakta
ve evrende meydana gelen olaylar arasında bir bağıntı ortaya koymaktadır.
Kâinattaki işleyişin sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde yürüyor olması, bir
yandan da insanoğlunun imtihanıdır. Onun sebeplere mi yoksa o sebeplerin ardındaki
Hayreddin Karaman, (1988) Adet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. I, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.369-373.
245
Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 170
246 Kur’an, 4. Nisâ Sûresi, Ayet 26
244
103
ilahî güce mi güvenip bel bağlayacağı bu imtihanın başlıca konusudur. Eğer kul,
sebeplerin ardındaki eşsiz ve kesin gücü fark eder ve ona itimat ederse yaratılışın asıl
gayesini anlayarak arif olur. Değilse, dünyaya taparcasına bağlanan, olup biten her şeyi
maddi sebeplerle izah etmeye çalışan, işin manevi tarafını göz ardı edip, kalpsiz,
maddeci bir varlık olup çıkar. Bu zihniyetle yetişen tüccar sermayesine, toprak sahibi
mahsulüne, makam sahibi koltuğuna ve ilişkilerine güvenir. 247
Böyle kimseler için kaybetmek ölmekten farksız olduğundan, sahip oldukları
şeylere adeta dişle tırnakla tutunurlar. Bu da onları manevi değerleri önemsemeyen,
hırslı, kibirli, şefkat ve paylaşımdan yoksun insanlar yapar. Bunun bir adım ötesinde ise
ciddi bir iman kriziyle baş başa kalma tehlikesi vardır. Şu halde, sebeplerin ardındaki
mutlak gücü yani yüce Allah’ı unutmamak, daima O’na güvenip, O’na dayanmak
gerekir. Sebeplerin yaratıcısı varken sebebin kendisine takılıp kalmak, gönül bağlamak,
öz dururken kabuğa takılmaya benzer.248
Ahmed Sûzî’ye göre bu karmaşık yapının içinde şeytan ve nefis insanı doğru
düşünceden ve akılla hareket etmekten alıkoyar. Bu vesveseye kapılan salik de
müsebbip olan Allah’ı düşünmeyip sebeplere çok fazla takılarak Allah’tan uzaklaşır. Bu
durum salikin seyr ü sülûktan uzaklaşmasına sebep olur.
Sebeplere
takılıp
kalmak,
sebeplerin
üstündeki
müsebbib’ül-esbabı
düşünmemek aklın fitnesidir.249 Bunun için salik sebeplere fazla takılmamalı ve her işte
müsebbib-i hakiki olan Allah’ı düşünmelidir. Yoksa her şeyi sebeplere bağladığında bu
durumun meydana gelmesinde en önemli faktör olan ilahi gücü göz ardı etmiş olur. Bu
da olayların arkasındaki ilahi hakikatleri görmeye engel olarak salikin gözüne perde
indirir. Bu duruma düşen salik de doğru yoldan çıkarak nefsin ve şeytanın peşine düşer.
Seyr ü sülûk yolundaki üçüncü hicap olarak sebeplere bağlanmayı gösteren
Ahmed Sûzî, salikin kurtuluşa erebilmesi ve seyr ü sülûkunu tamamlayarak Hakk’a
vasıl olabilmesi için bu perdeyi de ortadan kaldırması gerektiğini ifade etmiştir. Salik bu
durum karşısında ancak Allah’a sığınarak zikir ve fikir ile bu engelden kurtulabilir.
Kürşad Salih Yaman, (2012), Sebepler ve Tevekkül, Semerkand Dergisi, Yıl:13, Sayı:158, İstanbul:
ss.8-11.
248 Yaman, a.g.m. , s.10.
249
Mustafa Güneş, (2015), Ergun Çelebi ve Genc-nâme, Academia Yayınevi, Kütahya: s.22.
247
104
2.7.4. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salikten Giderilmesi
Gereken Sıfatlar
Dünya derdinin peşine düşme, şeytanın aldatmacaları, nefsin arzu ve
isteklerine rağmen kişinin manevi âlemdeki ilerlemesi, insanı diğer varlıklardan ayıran
ve onu üstün kılan bir unsurdur. Tasavvuf, insanı manevi hastalıklardan kurtarıp Allah’a
ulaştırmayı amaç edinmiştir. Nefs-i emmareden başlayıp nefs-i kâmilede sona eren seyr
ü sülûk yolculuğunda dervişe yakışan, tüm manevi hastalıklardan arınıp insan-ı kâmil
olma yolunda elinden gelen gayreti göstermesidir.
Ahmed Sûzî, salikleri seyr ü sülûktan alıkoyan hicapların izale edilmesi için
insan-ı kâmil olma yolunda ilerleyen dervişten giderilmesi gereken birtakım sıfatların
bulunduğunu ifade etmiştir. Salikin sülûkunu tamamlayabilmesi için nefsin hoşlandığı
bu kötü sıfatlardan arınması gerektiğini belirtmiştir. Salik bu kötü huylardan
arınmadıkça güzel ahlaklar ile vasıflanamaz. Bu sebeple salike düşen ilk vazife bu kötü
sıfatlardan arınmaktır.
Ahmed Sûzî’ye göre saliki seyr ü sülûk yolundan alıkoyan ve mutlaka salikten
giderilmesi gereken kötü sıfatlar şunlardır:
2.7.4.1. Kibir
Arapça bir kelime olan kibir, sözlükte büyüklenme anlamına gelir.250 İnsana
yakışmayan, onun izzet ve onuru zedeleyen bir davranış olan kibir, kişinin kendini
üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması
demektir.251
Azamet, büyüklük ve Kibriya, yücelik ancak Allah’a mahsustur. Nitekim bir
hadis-i kutside şöyle buyrulmaktadır: “ Büyüklük benim hırkamdır. Onu kendimden
başkası için kabul etmem.252” Bu sebeple insanın Allah’ın sıfatını kendisine yakıştırması
insanı şirke yaklaştırır. Kibirli insan, diğer insanlardan kendini büyük görür ve
başkalarını küçümser. Bu nedenle tasavvufi açıdan kibir, asla bir dervişin sıfatı olamaz.
Ferit Devellioğlu, (1993), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara:
s.519.
251 Mustafa Çağrıcı, (2004), Kibir, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXV, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul: ss. 562.
252 İbrahim Canan, (2004), Hadis Ansiklopedisi- Kütüb-i Sitte-, C.XIV, Akçay Yayınları, Ankara: s.400.
250
105
Ahmed Sûzî’ye göre kibir, aynı zamanda kulun tövbe etmesine engel olur.
Allah, insanı sonuçlarına katlanmak kaydıyla dilediğini yapmakta özgür bırakmıştır.
Ancak Allah’a vuslat etmek isteyen mürit, nefis ve şeytana muhalefet etmeli, kendi
özgür iradesiyle gurur ve kibirden uzak durmalı, cehaletinin bilincine varmalı ve hesap
gününü aklından hiç çıkarmamalıdır
Kibir öyle bir hastalıktır ki, kalpleri katılaştırır, gözleri kör eder. Bu hastalık,
kronik bir hale gelirse insana kendisini ve sonsuz nimetlerin gerçek sahibi olan Rabbi’ni
unutturur. İyilik yapma düşüncesini öldürür, merhamet ve sevgi duygularını yok eder.
Bu sebeple Ahmed Sûzî, Allah yolunda sülûk eden salikin şeytanın ahlakının temelini
oluşturan kibirden uzak durmasını ve bu duyguyu izale etmesi gerektiğini ifade eder.
Kibir salikin önündeki hicapları kaldırmasına ve Allah’a ulaşmasına engel olan
sıfatların başında gelir.
2.7.4.2. Enaniyet
Enaniyet terimi, Arapçada, ben anlamına gelen ene kelimesinden türemiştir.
Kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi, hem kendi varlığını hem de
etrafındakilerin varlığını Allah’tan bağımsız görmesi, tavır ve davranışlarını, bakış
açısını bu zihniyete göre düzenlemesi anlamına gelir.253
Kur’an’da, hadiste ve diğer İslami kaynaklarda, günümüzde bir ahlak ve
psikoloji terimi olarak kullanılan; insanın yalnız kendisiyle ilgilenmesi, ilişkide
bulunduğu herkesi ve her şeyi kendi yararına kullanma isteği ve kendini üstün görme,
dolayısıyla kendini her şeyin amacı olarak kabul etme eğilimi anlamındaki enaniyeti
yeren pek çok ifade bulunmaktadır.254
Tasavvufi gelenekte insan benliğine kimi zaman ene, kimi zaman nefis, kimi
zaman da ruh kavramlarıyla atıfta bulunulmuştur.255 Geleneksel tasavvufi anlayışta
insan kişiliğinin üç ayrı yönünün bulunduğu ifade edilmektedir. Bunlar ruh, kalp ve
nefistir. Ruh ile nefis kalbi ele geçirmek için sürekli savaş halindedirler. 256
Adnan Oktar, (2009), Şeytanın Enaniyeti, Araştırma Yayıncılık, İstanbul: s.34.
M. Muhsin Kalkışım, (2010), Klasik Şâirlerde Benlik Psikolojisi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Yıl: 4, Sayı:3 Sinop: ss.138-150.
255 Sabahattin Küçük, (1994), Bâkî Dîvânı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara: s.43.
256 Kemal Sayar, (2000), Sufi Psikolojisi. Bilgeliğin Ruhu, Ruhun Bilgeliği, İnsan Yayınları, İstanbul:
s.15.
253
254
106
Bir insan kendisini dünyanın merkezi olarak görmeye başladığında, kısa sürede
Allah’ın kendisine verdiği imkânlar ve özellikler doğrultusunda bir büyüklenme
psikolojisi içine girer. Her zaman ve her durumda kendisini en ön planda, en üstün
konumda görmeye ve göstermeye başlar. İblis’in, Hz. Âdem’e secde etme emriyle karşı
karşıya kalınca su yüzüne çıkan enaniyeti onun sonsuz azaba mahkûm olmasına neden
olmuştur. Bu durum enaniyetin, onu barındıran kimse için ne kadar büyük bir tehlike
olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.257
Bu tehlikeli durumun farkında olan Ahmed Sûzî, saliklerin enaniyet
duygusundan mutlaka kurtulmaları gerektiğini ifade etmiştir. Zira enaniyet, saliki
yolundan döndürerek onun şeytanın ve nefsin hilelerine kanmasına sebep olan
hicapların başında gelen kibri de beraberinde getirir. Böylece salik Hakk yolundan
ayrılarak gaflet ve delalete düşer. Bu sebeple seyr ü sülûk yolunda ilerleyen saliklerden
giderilmesi gereken sıfatlardan biri de enaniyettir.
2.7.4.3. Haset
Haset, Arapçada kıskançlık ve çekememezlik anlamında bir başkasının sahip
olduğu maddi ve manevi imkânları kıskanmak, o nimetlerden mahrum olmasını
dileyerek onların kendisine geçmesini istemek demektir. Kısacası haset, dinî ya da
dünyevi bir iyiliğin olduğu birinden nimetin zevalini dilemektir.258
Hemen hemen her insanda yaratılıştan gelen bir miktar haset bulunur. Fakat
yaratılıştan kaynaklanan bu haset insanları iyilik bağlamında yarıştırmak zorundadır.
İnsanı çalışmaya yönlendirmeli, insanda ilerleme eğilimi uyandırmalı ve sorunların
üzerine gitme isteğini ona verebilmelidir. Böylesi durumlarda çekemezliğin yararsızlığı
söylenemez.259
Haset, iyilikte rekabet etme sınırından çıktığında kişide psikolojik bir
çöküntüye sebep olur. Bu bağlamda haset, psikolojik açıdan değerlendirildiğinde,
Oktar, a.g.e. , s.35-36.
Bülent Akot, (2014), Kadızâde Mehmed Arif Efendi’nin Risâle Fi Hased Adlı Eseri ve Muhtevasının
Analizi, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar dergisi, Yıl:8, Sayı:32, Sinop: ss.15-25.
259 Alfred Adler, (1998), Yaşama Sanatı, Kamuran Şipal (Çev.), Say Yayınları, İstanbul: s.97.
257
258
107
insanın bedenini içten yıkan, mecalsiz ve halsiz bırakan, huzursuz eden, içten yakıp
tüketen psikolojik bir hastalık olarak ortaya çıkar.260
Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk yolunda ilerleyen salikin yolculuğuna engel olacak
hicapların ortaya çıkmasına sebep olan sıfatlardan biri olarak da hasedi göstermiştir.
Ona göre kişi haset duygusundan vazgeçmedikçe karşısında duran ve yolculuğuna engel
teşkil eden perdeleri ortadan kaldıramaz. Salike düşen bu perdeleri ortadan kaldırmak
için içindeki haset duygusunu tamamen ortadan kaldırmaktır.
2.7.4.4. Kin ve Adavet
Farsça asıllı bir kelime olan ve birine karşı düşmanlığını, hıncını içinde tutmak,
bir kimsenin içinde yaşattığı düşmanlık ve nefret duygusu anlamına gelen kin sözcüğü,
edebî ve ahlakî eserlerde öfke ve düşmanlık gibi başlıca erdemsizliklerden söz edilirken
adavet kelimesi ile beraber kullanılır.261
Kin, terim olarak bir kimseye karşı hissedilen öfke duygusunun ortaya çıktığı
anda yatıştırılmaması halinde bunun insanın içine yerleşip süreklilik kazanması, böylece
nefsin kontrolüne geçen kişinin insanlara karşı düşmanlık ve öfke beslemesi olarak
tanımlanabilir.
Kin duygusu kişinin ahlaki hayatı bakımından tehlikeli ve zararlı neticeler
ortaya koyar. Bunlar, birine kin besleyen kişinin sahip olduğu imkanlardan dolayı onu
kıskanması ve bu kıskançlığın süreklilik kazanması, o kişiyle normal iletişimini
kesmesi, aleyhinde kötü sözler söylemesi, zararlı faaliyetlerde bulunması, haklarını
engellemesi, fırsat bulduğunda ona eziyet etmesi gibi İslam’ın sosyal ilişkilerde
yasaklamış olduğu kötülüklerdir. Ayrıca kin beslenen tarafın da kin besleyene hak ettiği
şekilde karşılık verme, onu hoş görüp normal ilişkilerini sürdürme veya ona hak
ettiğinden daha ağır kötülüklerle karşılık verme seçeneklerinden birini tercih etmesi kin
duygusunun insan ilişkilerinde ne kadar kötü sonuçlara sebep olabileceğini ortaya
koyar.262
Adem Dölek, (2002), Hadisler Işığında Hased Hastalığı ve Psikoterapi, Harran Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Yıl:8, Sayı: 4, Şanlıurfa: ss.39-82.
261 Mustafa Çağrıcı, (2002), Kin, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXVI, Türkiye Diyanet
260
Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.30-31.
262 Çağrıcı, a.g.e. , s.31.
108
Tüm bu durumları göz önünde bulunduran Ahmed Sûzî, salikin kin ve adavet
gibi insan ilişkilerinde olumsuzluklara sebep olabilecek sıfatlardan mutlaka arınması
gerektiğini ifade etmiştir. Kin ve adavet bu olumsuzlukları ile salikin önüne perdeler
indirerek onun hakikati görmesine engel olur. Gerçeğin farkına varamayan salik nefis ve
şeytanın hileleri ile yolundan saparak sülûkunu terk eder. Bu da salikin önüne Hakk’a
ulaşmasına engel olacak hicapların ortaya çıkmasına sebep olur. Salik yolundaki bu
engellerden kurtulmak için kin ve adaveti terk etmek zorundadır.
2.7.4.5. İntikam
Sözlüklerde öç almak, hınç ve acı çıkarmak anlamında263 kullanılan bir kelime
olan ve cezalandırma, kınama gibi anlamlara gelen nakm kökünden türeyen İntikam,
kötü davranış veya sözü cezalandırmak için kötülükle karşılık verme isteği ve haksızlık
yapanın haksızlığa uğrayan kişi tarafından gerektiği şekilde cezalandırılması şeklinde
tanımlanabilir.
Kur’an-ı Kerim, intikam düşüncesini yasaklayarak cahiliye döneminin asabiyet
anlayışına dayalı kabile dayanışmasının yerine bütün müminlerin kardeş olduğu, hatta
bütün insanların aynı anne babanın evlatları olarak esasta eşit konumda bulunduğu
ilkesini getirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de toplumsal ilişkinin sürtüşme üzerine değil
uzlaşma ve kaynaşma üzerine kurulması, anlaşmazlıkların objektif hukuk ve adalet
ölçülerine göre çözümlenmesi gerektiğine dikkat çekilerek bunun ahlaki ve hukuki alt
yapısını oluşturmuştur.264
İnsanın gözünü körelterek onu öç alma duygusunun esiri yapan intikam
duygusu, kişinin sadece kendisine haksızlık yaptığını düşündüğü bireye zarar vermeye
odaklanmasına sebep olur. Bu durum bireyin sağlıklı düşünmesine ve doğru kararlar
almasına engel olur.
Ahmed Sûzî, salikin her türlü kötülük karşısında sabırlı olması gerektiğini
belirtmiş ve salikin seyr ü sülûk yolunda karşılaşa bileceği hicaplara sebep olan
sıfatlardan birinin de intikam olduğunu belirtmiştir. Bu sebeple Allah’a ulaşma yolunda
manevi bir yolculuğa çıkan salikin intikam duygusundan mutlaka kurtularak önündeki
engelleri bertaraf etmesi gerektiğini belirtmiştir.
Abdullah Yeğin, (1992), İslamî-İlmî-Edebî- Felsefî Lügat, Hizmet Vakfı Yayınları, İstanbul: s.281.
Mustafa Çağrıcı, (2000), İntikam, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXII, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss. 356-357.
263
264
109
2.7.5. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salike Kazandırılması
Gereken Sıfatlar
Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk yolunda ilerleyerek Allah’a ulaşmaya çalışan
salikten giderilmesi gereken özellikleri belirttikten sonra salikin bu manevi yolculuğun
sonunda menziline dosdoğru bir şekilde ulaşması için salike kazandırılması gereken
sıfatları belirtmiştir.
Ahmed Sûzî’ye göre salik mutlaka bu sıfatlara sahip olmalı ve hayatı boyunca
bunları geliştirmeye çalışmalıdır. Salikin karşısına çıkan hicapları ortadan kaldırmak
için sahip olması gereken sıfatlar şunlardır:
2.7.5.1. Tevazu
Tevazu, alçak gönüllülük demektir. Bu özelliğe sahip kimseye de mütevazı
denir. Alçak gönüllülük, başkasına karşı gelecek ya da onun hoşuna gidecek her tür
davranıştan sakınarak, onun önünde kendi benliğimizi silme yönünde bir eğilimdir. Bu
eğilimi doğuran nedenlerin farklılığına göre, alçak gönüllülük bir erdem ya da kusur
olabilir. Mütevazı insan, kendisini, gerçek değerinin altında değerlendirmeye eğilim
gösterir; o başkasının karşısında varlıktan yoksun gibidir. Gururlu kimse görünüşte
gerçek olan bir zayıf tarafını saklamaya kendisini zorlarken, mütevazı insan,
kendisindeki büyük kuvveti saklar.265
Ahmed Sûzî’ye göre salik mütevazı olmalıdır. Bu zorlama ve yapay bir tevazu
değil, kişinin fıtratından kaynaklanan ve kalbinden gelen bir tevazu olmalıdır. Salik
insanlar içerisinde kibirlenmemeli, övgülere itibar etmemeli, az konuşmalı ve Allah’ın
rahmetine sığınmalıdır. Halk içinde Hakk ile beraber olmalıdır. Salikin tek gayesi güzel
ahlakla ahlaklanarak Allah’a sadık bir kul olmaya çalışmak, olmalıdır.
Ahmet Sûzî, salikin sülûkuna engel olan hicapları izaleden sonra sahip olması
gereken özelliklerin başında tevazuyu göstermiştir. Ona göre mütevazı olan kimse her
söylenen söze cevap verme yerine susmayı tercih etmelidir. Böylece nefsinin ve
şeytanın hilelerinden uzaklaşarak manevi yolculuğuna engel olacak tehlikeleri bertaraf
etmiş olur.
Hayati Hökelekli, (2009 ), Tevazu ( Alçak Gönüllülük), Değerler Eğitimi Merkezi Dergisi, Yıl:1
Sayı:2, İstanbul: ss. 114-119.
265
110
2.7.5.2. Sabır
Kur’an-ı Kerim’de yüzden fazla yerde geçen sabır sözcüğü266, acı ve
zorluklara katlanmak, başa gelen belalara, sıkıntılara dayanmak anlamlarına gelir.
Bunun yanında Allah’a ibadet etmeye devam ve isyandan sürekli kaçmaya da sabır
denir. Sabır, kişinin musibetle karşılaştığı ilk anda meydana gelir. Sabrın da sonunda
karşılaşacağı nimetleri düşünerek belalara sabretmek; Allah’ın cezalandırmasından
korkarak, günaha girmekten kaçınmaya sabretmek ve ibadette nefse gelen ağırlığa
sabretmek gibi çeşitli dereceleri vardır.267
Ahmed Sûzî’ye göre salik başına gelen her türlü belayı ilahî bir imtihan olarak
görmeli ve bu belalar karşısında sabır göstermelidir. Kur’an’da adı geçen bütün
peygamberler çeşitli musibetlerle karşı karşıya kalmışlardır. Hz. Eyyûb hastalıkla, Hz.
İbrahim ateşle, Hz. İsmail canıyla imtihan edilmiştir. Fakat onlar tüm sıkıntılara sabırla
karşı koyarak zafere ulaşmışlardır.
Ahmed Sûzî, sabrı saliki kemale erdirici bir erdem olarak görmüştür. Bu
erdeme ulaşmak seyr ü sülûk yolunun çilelerine katlanmakla mümkündür. Bu sebeple
salik seyr ü sülûk yolunda karşısına çıkan zorluk ve engellere sabretmeli ve asla şikâyet
etmemelidir. Çünkü salikin yolda çekeceği eziyetler ile yolun sonunda kazanacağı
mükâfatlar eşit olacaktır. Bu nedenle salik çekeceği zorlukların karşısında kazanacağı
mükâfatın da büyük olacağını düşünerek sabırlı olmalıdır.
Ahmed Sûzî, sabrı salike kazandırılması gereken güzel davranışlar arasında
saymış ve salikin sabırla nefsin ve şeytanın aldatmacalarını aşarak Allah’a vasıl
olacağını belirtmiştir. O sabır boyasıyla boyanan salikin her türlü zorluk karşısında
direnerek seyr ü sülûk yolunda karşısına çıkan hicapları ortadan kaldırabileceğini ifade
etmiştir.
Muhammed Fuad Abdulbâki, (1990), el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’an, Çağrı Yayınları,
İstanbul: s.352-353.
267 Cebecioğlu, a.g.e. , s.529.
266
111
2.7.5.3. Tevekkül
Vekil edinmek, her işinde Allah’a güvenip O’na itiraz etmemek anlamına gelen
bir kelime olan tevekkül,268 tasavvufi düşünce sisteminde her türlü tedbiri alıp gerekli
tüm çabayı sarf ettikten sonra, işi tam bir inançla Allah’a havale etmek demektir.
Tevekkül, vekil olarak kabul edilen Allah’a kesin bir şekilde itimat etmeyi
gerektirir. Gönüldeki kesin itikat, gerçek failin Allah olduğuna inanma, fertlere sevgi,
merhamet ve yardım tevekkülün işaretleri olarak kabul edilirler.269
Ahmed Sûzî’ye göre salik bütün işlerini Allah’a havale ederek gönlünden gam
ve korkuyu uzaklaştırmalıdır. Salik Allah’tan gelen her şeye rıza göstererek, tevekkülü
asla bırakmamalıdır. Hakk’tan gelen her ne ise kişinin nasibidir. Tevekkül sahipleri
Hakk’tan gelene sabrederler.
Ahmed Sûzî, tevekkülü salike kazandırılması gereken güzel sıfatların arasında
göstermiş ve seyr ü sülûk yolunda salikin elinden gelen her türlü çabayı gösterdikten
sonra yolculuğun neticesini Allah’a tevekkül etmenin en doğru iş olduğunu belirtmiştir.
2.7.5.4. Rıza
Rıza, kelime anlamı itibariyle memnunluk, hoşnut olmak, razı olmak anlamına
gelmektedir.270 Tasavvufi ıstılahta ise eline geçene sevinmeyip elinden gidene
üzülmemek, Hakk’tan gelen hüküm ve kazaya itiraz etmemek, Hakk yolunda
karşılaşılan mihnetlere katlanmak şeklinde değerlendirilmiştir.271
Ahmed Sûzî, rızayı salikin ibadet ve ahlakla ilgili kendine huy edinmesi
gereken vasıflardan ve tasavvufta en önemli makamlardan biri olarak göstermiştir.
Allah’ın rızasını kazanmak isteyen salik O’nun razı olacağı işler yapmak için gayret
etmeli ve Hakk’ın rızasını tüm insanların rızasından üstün tutmalıdır.
Tasavvufta rıza makamı son derece üst bir makamdır. Rıza makamına ulaşan
salik ne nimet için bir şey ister ne de Allah’ın kazasından ve verdiklerinden kurtulmak
için yalvarır.272 Bu makama ulaşmak kolay değildir. Bu sebeple Ahmed Sûzî, salikin
seyr ü sülûk yolu boyunca başına gelen her türlü işe rıza göstererek Allah’a teslim
Mütercim Asım Efendi, a.g.e. , C. III, s.337.
Hayrani Altıntaş, (2001), Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara: s. 114.
270 Mütercim Asım Efendi, a.g.e. , C. III, s.824.
271 Cebecioğlu, a.g.e. , s.517.
272 Cemâlnur Sargut, (2013), Sohbetler, Arzu Eylül Yalçınkaya (Editör), Nefes Yayınları, İstanbul: s.91.
268
269
112
olması gerektiğini belirtir. Bu davranış salikin önündeki hicapları kaldırarak onun kısa
sürede makama ulaşmasını sağlayacaktır.
2.7.5.5. Muhabbet
Muhabbet, bir kimsenin kendisini tamamen sevdiği kişiye vermesi, sevdiği
kişiden başka bir şey düşünememesi, ondan başka her şeyden ilgisini kesmesi
neticelerini veren şiddetli sevgi halidir.273
Aşk ve muhabbet genellikle birbirlerinin yerine kullanılan eş anlamlı iki
kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Muhabbetin iki türü vardır. Bir insana yönelik
olduğunda bu maddi, beşeri bir aşktır. Tasavvuf literatüründeki karşılığı ise hakiki aşk,
yani Allah aşkıdır.274Tasavvuf çevreleri beşeri aşkı hiçbir zaman küçümsemeyip, İlahi
aşka götüren kıymetli bir merdiven olarak görmekle birlikte, “Ben gizli bir hazine idim,
bilinmeyi istedim ve mahlûkatı yarattım.” hadis-i kutsisine dayandırarak âlemin
yaratılış gayesinin İlahi aşk olduğunu ileri sürerler.275
Ahmed Sûzî, muhabbeti hak olarak görmüş ve Allah’a vasıl olmanın tek yolu
olarak keşf-i irfanı göstermiştir. Bunun da ancak salikin Allah’a duyduğu muhabbetle
sağlanabileceğini ifade etmiştir. Ona göre Allah’a akıl yoluyla ulaşmak mümkün
değildir. Çünkü akıl Allah’ı kavramak karşısında acizdir. Bu sebeple Allah’a ulaşmak
isteyen salik muhabbet yoluyla yoluna çıkan hicapları ortadan kaldırarak Allah’a
ulaşmaya gayret etmelidir.
2.7.5.6. Sahavet /Cömertlik
Türkçe sözlükte, para ve malını esirgemeden veren, eli açıklık, verimlilik
anlamlarına gelen sahavet / cömertlik,276salikin yoluna çıkan hicapları ortadan
kaldırması için sahip olması gereken özelliklerden biridir.
Ahmed Sûzî’ye göre salik gerektiğinde bu yolda canını, malını ve hatta ailesini
feda etmeye razı olmadıkça amacına ulaşamaz. Salik bütün varını ve yoğunu bu yolda
feda edebilecek cömertliğe sahip olmalıdır. Bu aslında malın ve canın asıl sahibine iade
Uludağ, (2001), a.g.e. , s.59.
Cebecioğlu, a.g.e. , s.120.
275 Muhittin Uysal, (2001), Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yayınları, Konya: s. 268-274.
276
Şükrü Haluk Akalın vd. , (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Basımevi, Ankara: s.413.
273
274
113
edilmesidir. Çünkü malı ve canı veren Allah’tır. O halde salik emaneti sahibine iade
etmekten çekinmemelidir.
Ahmed Sûzî, salikin gerek şeyhine, gerek diğer dervişlere, gerekse de fakir ve
yardıma muhtaçlara karşı cömert ve yardımsever olması gerektiğini belirtir. Salikin
cimri olması düşünülemez. Seyr ü sülûk yolundaki salikin, mutmaine sıfatını kazanması
için dünya ve dünyadaki her şeyi gönlünden çıkarması gerekir. Mürit, yalnızca Hakk’ın
fiillerinin tecellilerinin eserlerini görmelidir. Bundan dolayı bu makamda olan salik çok
cömert olmalı, dost yoluna bütün mallarını ve mülklerini vermeye razı olmalıdır.
Sadece malını değil, Allah yolunda canını bile tereddüt etmeden vermelidir.
Bu mertebede kalbi sevgi ile dolan salik, her şeye merhamet duygusuyla yaklaşır. Bu
duygunun onda en mükemmel şekilde gelişmesi için de salikin cömert olması gerekir.
Aksi halde cömertliğin tersi olan cimrilikle vasıflanan salik nefis ve şeytanın hileleri ile
yolundan ayrılarak kötülüklere doğru sürüklenir.
2.7.5.7. Hilm
Arapça bir kelime olan ve sözlük anlamı olarak geniş, yavaş ve yumuşak
olmak manalarında kullanılan hilm, Akıllı ve kültürlü olmakla kazanılan, beşeri
münasebetlerde hoşgörülü, bağışlayıcı ve medeni davranışlar sergilemeyi sağlayan
ahlaki erdem olarak tanımlanabilir.277
Bu kelime, İslam öncesi Arap edebiyatında akıl anlamında kullanılmakta ve
çok nadir kimselerin ulaşabildiği veya önemini takdir ettiği bir meziyet sayılmaktaydı.
Bazı kaynaklarda hilmin tanımı yapılırken bu kelime cahilliğin karşıtı olarak ifade
edilmiştir.278 İslam’dan önceki dönemin temel ahlaki karakteri olan insanın gücüyle
böbürlenmesi, kendine güvenmesi, otorite tanımaması, keskin bir şeref duygusu vb.
hususlar cehalet kavramı içinde mütalaa edilen huylardır.279 Buna göre hilme ağır
başlılık, sebat, akıllı ve uygarca davranış anlamları verilebilir. Geniş, akıllı, yumuşak
huylu ve yavaş olan kişiye halim denir. Halim olan kişinin en önemli yanı müsamahakâr
olmaktır. Toleranslı insan kendisine yapılan kötülüklere misliyle mukabele etmez.
Mustafa Çağrıcı, (1998) Hilm, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XVIII, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.33-36.
278 Toshihiko İzutsu, (1991), Kur’an’da Dinî ve Ahlaki Kavramlar , Selahattin Ayaz (Çev.),Pınar
Yayınları, İstanbul: s. 51-61.
279 Toshihiko İzutsu, (1975), Kur’an’da Allah ve İnsan, Süleyman Ateş (Çev.), Ankara Üniversitesi
Basımevi, Ankara: s. 203-207
277
114
Ahmed Sûzî, salikin halim olması gerektiğini belirtmiştir. Salik kendisine
yapılan kötülüklere karşı yumuşak huylu ve toleranslı davranmalıdır. Kötülüğe misliyle
karşılık vermek yerine her şeyin Allah’tan geldiğine inanmalı ve neticeyi Allah’a havale
etmelidir. Salik başına gelen her türlü zorluk ve kötülüğün bir sınav olduğunun farkında
olarak sabırla ve hilm ile şeytanın karşısına çıkardığı hicapları bir bir ortadan kaldırarak
Hakk’a vasıl olmayı arzulamalıdır.
2.7.5.8. İffet
İffet, Sözlükte haramdan uzak durmak, helal ve güzel olmayan söz ve
davranışlardan sakınmak gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bir ahlak terimi olarak yeme
içme ve cinsi arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın
buyruğu altına sokmak suretiyle insanın cinsel isteklerini sorumluluk bilinciyle, ölçülü
ve
dengeli
olarak
karşılamasıyla
ortaya
çıkan
şahsiyet
yapılanması
olarak
tanımlanabilir280.
Türkçede de iffet, cinsel konularda ahlak kurallarına bağlılık ve namus
manasına gelmektedir.281 Dar anlamda iffet, ahlak kurallarının kınadığı her türlü cinsel
zevkten uzak durmaktır. Karı koca arasında, evlilik kurumu çerçevesinde normal cinsel
ilişkiler kurmak iffetlilik olarak kabul edilir.282
İffet, şehvet gücünün her türlü aşırılıktan alıkonulup orta bir noktada
tutulmasıdır. İffet isteklerin bütünüyle bastırılmasını engellediği gibi, aşırı boyutlara
varmasına da mani olur. Yeme-içme, cinsel ilişki gibi eğilimlerden elde edilen hazlara
ölçü koyar. Onları aklın kontrolüne verir, doğru düşüncenin sınırları içinde
kullandırır.283
Ahmed Sûzî, salikin mutlaka iffetli olması gerektiğini belirtmiştir. Salik yeme
içme konusunda kendisini kontrol altında tutmalı ve çarşı taamını yememelidir.
Şeyhinin emrettiği ve önüne gelen yiyecekleri yemelidir. Böylelikle nefsini dizginlemiş
olur. Ayrıca salik tarikat kardeşlerinin ailelerine kötü gözle bakmamalı, iffetini
Abdurrahman Kasapoğlu, (2003), Kur’an’ın İffet Anlayışı – Batılı Cinsel Ahlak Anlayışları ile Bir
Mukayese-, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Yıl:3, Sayı:4, Malatya: ss.5-25.
281 İsmail Parlatır, (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara: s.1048; Ali Püsküllüoğlu,
(1999), Türkçe Sözlük, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: s. 786.
282 Paul Foulquie, (1994), Pedagoji Sözlüğü, Cenap Karakaya (Çev.), Sosyal Yayınlar, İstanbul: s. 225.
283 Abdurrahman Dodurgalı, (1995), İbn-i Sina Felsefesinde Eğitim, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 133- 134.
280
115
muhafaza etmelidir. Tarikat kardeşlerinin dışında yolda yürürken sağa sola bakmamalı,
gözleri ile haramdan sakınarak ayaklarının ucuna bakmalıdır. Bunlar saliki nefsin
tuzaklarından koruyarak iffetini muhafaza etmesini sağlayacaktır.
Ahmed Sûzî’ye göre şeytan ve nefis saliki yoldan çıkarmak için onun arzu ve
isteklerini tetikler. Bunlar salikin önüne hicaplar çıkarır. Salik buna karşı iffetini
koruyarak bu engelleri ortadan kaldırmalıdır.
2.8. SÜLÛK-NÂME’DE DİNî VE TASAVVUFİ MEFHUMLAR
Kaynağını İslam’dan alan tasavvuf edebiyatı gerek mensur gerekse de manzum
eserlerde Kur’an, Hadis, Evliya hikâyeleri ve yerli dini motiflerden beslenmiştir. Bu
bağlamda bazen Kur’an ayetlerine telmih yoluyla göndermede bulunulmuş, bazen de
ayetlerin tamamı veya bir kısmı sözü süslemek ve güçlendirmek amacıyla iktibas
edilmiştir. Bu iktibaslar edebi sanatlar arasında sayılmıştır.284
Özellikle tasavvuf çevrelerinde yetişen sanatçıların okura mesaj vermek, duygu
ve düşüncelerini muhataplarına etkili bir şekilde aktarmak için ayet, hadis, vecize ve
atasözlerine sıklıkla başvurdukları görülür. Sanatkârın ifadelerine temel ilham kaynağı
oluşturan ve düşüncelerine dayanak görevi gören bu alıntılar halkın inanç ve değerleri
ile uygunluk gösterdiğinde mesajın muhataplarına daha kolay ulaştığı ve daha etkili
olduğu gözlemlenmiştir.285
Bu sebeple Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli eserinde seyr ü sülûk ile ilgili
görüşlerini açıklarken konu ile ilgili olarak düşüncelerini destekleyen ayetlere, hadislere
ve kendisinden önce yetişmiş din ve tasavvuf büyüklerinin sözlerine yer vermiştir. Bu
şekilde sözlerinin ve fikirlerinin doğruluğunu ortaya koyarak ifadelerinin etkisini
arttırmayı amaçlamıştır.
2.8.1. Ayetler
Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli eserinde seyr ü sülûk ile ilgili çeşitli konularda
görüşlerini ifade ederken konuyla ilgili olarak Kur’an’da geçen ayetlerden alıntılar
yapmıştır. Bazen ayetin tamamını alan Ahmed Sûzî, bazen de ayetlerin sadece
Mustafa Güneş, (2016), Yozgatlı Hüznî Divanı’nda Ayetler, Sunuma Hazır Sempozyum Bildirisi,
Kütahya: s.1-3.
285
Güneş, (2016), a.g.e. , s.3.
284
116
açıkladığı konuyla ilgili olan kısmını almakla yetinmiştir. Allah’ın vasıfları, zikir,
insanın yaratılışı gibi birçok konuda açıklamalar yaparken bunları Kur’an’da geçen
ayetlerle desteklemiştir. Ahmed Sûzî’nin eserinde yer verdiği ayetler şunlardır:
‫ بسم هللا الرحمن الررحيم‬:Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.286
‫ كما قيل و ك ّل شى خطر ببالك و ربّنا على خالف ذلك‬: Allah aklımıza gelen her türlü
tasavvurun dışındadır. Allah düşündüğümüz hiçbir şeye benzemez.287
‫ لقد خلقنا االنسان فى أحسن تقويم‬: (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini), ahsen-i takvim
içinde (nefis tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel surette yarattık.288
‫ إنى جاعل فى االرض خليفة‬: Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım.289
‫هوالزى حلقكم من طين‬: Sizi çamurdan yaratan (sonra size bir ecel takdir eden)
O’dur.290
‫ ثم رددناه اسفأل سافلين‬: Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale,
nefsinin karanlıklarına) attık.291
‫ و اخرجكم من بطون امهاتكم ال تعلمون شيأ‬: Allah, sizi bir şey bilmiyor halde
annelerinizin karnından çıkardı.292
‫ فمن كان يرجو لقاءا ربّه فليعمل عمل صالحا‬: O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa
Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık) amel işlesin.293
‫ ولذكرهللا اكبر‬: Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir.294
‫ فا ذكرونى اذكركم‬: O halde beni anın, ben de sizi anayım295.
‫ واذكر ربّك في نفسك تض ّرعا و خفية‬: (Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın
azabından korkarak ve O’na yalvararak alçak sesle Rabbi’ni an (ve gafillerden olma)296
Kur’an’da Tevbe Suresi hariç bütün surelerin başında bulunan bu ayet aynı zamanda Neml suresinin
30. ayetidir.
287 Kur’an, 26. Şura Sûresi, Ayet 11
288 Kur’an, 95.Tīn Sûresi, Ayet 4
289 Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30
290 Kur’an, 6. Enam Sûresi, Ayet 2
291 Kur’an, 95.Tin Sûresi, Ayet 5
292 Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 78
293 Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet 110
294 Kur’an, 29. Ankebut Sûresi, Ayet 45
295 Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 152
286
117
‫ رجال ال تلهيهم تجارة و ال بيعذ ذكرهللا‬: Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının
anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı
anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar,
buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler297.
‫ قوله تعالى انّ الذين يباديعونك الى احزه‬: Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman
Allah’a tabi olurlar. Onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardır.298
2.8.2. Hadisler
Ahmed Sûzî’nin sülûk-nâme isimli eserinde görüş ve düşüncelerine dayanak
oluşturmak için kullandığı mefhumlardan biri de hadislerdir. Ahmed Sûzî, zikir, nefisle
mücadele, kalp temizliği, ibadetler, hayırlı ameller, bidatler, uzlet gibi konular başta
olmak üzere çeşitli konularda Hz. Peygamber’in hadislerine eserinde yer vererek görüş
ve düşüncelerinin şeriata uygun olduğunu ifade etmeye çalışmıştır.
‫ عمال الا جزاء والجنّة هللا وجه لى ا النّظر الّا جزاء هللا الّا اله ال لقول لي‬: ( Lailahe illallah)
Allah’tan başka ilah yoktur, sözünün mükâfatı ancak cennete girerek orada Allah’ın
cemalini görmektir.299
ّ‫ذكرهللا جالءها و الحديد تصدو كما تصدو القلب ان‬: Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin
paslandığı gibi paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi cilalayacak olan ibadet de
Allah’ı zikretmektir.300
‫ أنا محبتى و رحمتى و نصرتى يعنى ذكرنى من جليس‬: Beni anan kimseyle beraber
otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve muhabbetimi arayan kimseyle olurum.301
‫ ضعفا سبعون الحفيظة التسمعه الذكرالذى‬: Hiç kimsenin işitmediği bir şekilde yapılan
zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla sevap vardır.302
‫ الكبر الجهاد الى االصغر منالجهاد رجينا‬: Küçük harpten, büyük harbe döndük.303
Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 205
Kur’an, 24. Nur Sûresi, Ayet 36
298 Kur’an, 48. Fetih Sûresi, Ayet 10
299 İmam Müslim, (2008), Sahih-i Müslim Muhtasarı, Hanefi Akın (Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul: s.
296
297
57.
300 Muttakî el- Hindî, (1895), Kenzü’l- ummal, C. I, Darü’l- eşâǾat, Kahire: s. 306. İmam Suyûtî, (2008),
Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, ( Heyet), C. II, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: s. 502.
301 İmam Buharî (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. ( Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul: s.
1104.
302 Buharî, a.g.e. , s. 1104.
118
Müşriklere karşı galip gelinen bir harp sebebiyle, sadır olan kelamı
peygamberiyeye karşı Ashab-ı Kiram; daha büyük harp hangisidir, dediklerinde üç defa
nefsinle olan harp’tir, diye cevaplamışlardır. Bu savaşta ruh galip gelirse; kişi müminmuttaki - Sulehadan olur, velilik mertebesine kadar yükselir. Şeytan-vehim galip gelirse
ehli küfür - müşrik - fasık - münafık ve günahkâr olarak yaşar.
‫ لحمك حمى‬: Vücutta bir et parçası vardır.304 ( O’nun salahı bütün vücudun
salahına, fesadı tüm vücudun fesadına sebep olur.)
‫الصيام بل شى يوقرنى قلب‬
ّ ‫صالة و‬
ّ ‫ ليس فضل ابوبكر بكثره ال‬: Ebu Bekir’in sizden daha
faziletli olması çok namaz kılmakla ve oruç tutmakla değil, onun kalbinde sabit olan
ilimledir.305
‫كنت سمعه الّذى يسمع يه و بصره الّذى يبصريه و لسانه الّذى ينطق يه و يده الّذى يبطش براه‬
‫يتقرب الى بالنوافل حتّى احبّه فاذا احيبّه‬
‫ اليزال عبدى‬: Kulum ta ki ben onu ( Hz. Muhammed)
ّ
sevinceye kadar durmadan nafile ibadetlerle ( sünnetlerle) meşgul olup bana yaklaşıyor.
Ben onu sevdiğim zaman ister onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan
dili olurum, uzattığı eli olurum.306
‫شراالمور محدّثاتها‬
‫ انّ احسن الحديث كتاباهلل و خير الهادى مح ّمد و‬: Sözlerin en güzeli
ّ
Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin en şerlisi ise dinde
olmadığı halde dine sonradan eklenen ve yeni icat edilen şeylerdir.307
‫ من احدث امرنا فهو مردود‬: Hadislerde emredilenlerin dışında kim dinimizde
olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa, o reddedilir.308
‫ عمل قليل مع المداومة خير من عمل كثير من غيرالمداومة خيراالعمال ادومها‬: Amellerin en
hayırlısı devamlı olarak yapılan amellerdir. Başka bir rivayete göre ise az olan fakat
devamlı olarak yapılan ameller devamlı olmayan çok amellerden daha hayırlıdır.309
Abdullah Fârukî el-Müceddidî, (1997), Fıkhî Risâleler, Farukiyye İslam Araştırmaları Vakfı Yayınları,
Ankara: s.127.
304 Ahmed Avni Konuk, (2000), Fusus’ul Hikem Tercüme ve Şerhi , C. I, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları / İslam Klasikleri Dizisi, İstanbul: s.30.
305 Buhari, a.g.e. , İman, Hadis no: 37, s.145.
306 Ahmed bin Hanbel, (2014), Müsned, Hasan Yıldız, Zekeriye Yıldız, Hüseyin Yıldız (Çev.), C. VI,
Ocak Yayıncılık, İstanbul: s. 256.
307 Ahmed bin Hanbel, a.g.e. , s.319.
308
Mehmet Emin Özafşar vd. , (2014), Hadislerle İslam, Semih Ofset, Ankara: s.62.
309 Müslim, a.g.e. , s. 216.
303
119
‫ لى هللا مع وقت اليسعنى ملك مق ّرب وال نب ّى مرسل‬: Benim için Allah ile geçireceğim bir
vakit vardır ki ne Allah’a yakın olan melekler ne de Allah’ın gönderdiği peygamberler o
vakte sığarlar.310
‫انفاس الحاأق‬
‫ الطرق الى ّهلل بعدد‬: Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların
nefeslerinin sayısı kadardır.311
2.8.3. Diğer Mutasavvıfların Sözleri
Ahmed Sûzî, eserini kaleme alırken sadece kendi görüşleri doğrultusunda
hareket etmediğini eserinde beyan etmiştir. O, kendisinden önce yaşamış ve bu konuda
görüş bildirmiş mutasavvıfların görüşlerinden yararlandığını eserinde açık bir şekilde
ifade etmiştir.
Ahmed Sûzî, eserini kaleme alırken başta Şeyh Şemseddîn-i Sivasî olmak
üzere Şeyh Mecîd-i Turhalî, Ömer sanî Efendi, İbrahim Tennûrî, Abdülmecîd Sivasî,
Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Muhammed
Bahaüddin Şah-ı Nakşibendî, Necmüddin Kübrî, İbnü’l- Arabî, Bayezid-i Bistâmî gibi
birçok mutasavvıftan yararlanmıştır.
Bunların bazılarının isimlerini çeşitli vesilelerle eserinde zikreden Ahmed Sûzî,
bazılarının ise sözlerini direk olarak alıp eserinde yer vermiştir. Bunlardan bazıları
şunlardır.
‫الرفيق ث ّم ال طريق‬: Tarikata girmeden önce bir arkadaş gereklidir.
Anonim
‫من لم ياخذ الطريق من الرجال فينتقل من مجال الى محال ومن لم يكنله شيخ فشيخه الشيطان‬
: Bir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür.
Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır.312
Bayezîd-i Bistâmî
Mehmet Emin Özafşar, a.g.e. , s.307.
Sait Başer, (1991), İlâhî Kös, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl:20, Sayı:1, İstanbul: s.67.
312 Şihâbuddîn Sühreverdî, a.g.e. , s. 119. ; Ünal, a.g.e. , s. 95-102.
310
311
120
‫دخول صفات الحبوب على البدن من صفات لحبت‬
‫ المحبة‬: Muhabbet, mahbubun
niteliklerinin maşukun bedeni üzerinde kendini göstermesidir.
‫الجمعيّة‬
‫فى‬
‫ولخير‬
‫الصحبة‬
ّ
‫ طريق‬: Tarikat yolunun esası ve hayırlı olanı
sohbettir.313
ّ ‫لنوصلكم صحبة الى صحبة‬
ّ ‫هللا فانلم نطيقو فاصحبوا مع من يصحب مع‬
ّ
‫هللا ع ّز و ج ّل‬
‫هللا‬
ّ
‫ اصحبوا مع‬: Allah’la sohbet edin. Eğer siz Allah ile sohbet edemiyorsanız sizi Allah’ın
sohbetine ulaştırması için Allah ile sohbet edenlerle sohbet edin.314
Muhammed Bahaüddîn Şah-ı Nakşibendî
‫ من شغل الفضل عن الغرض فهو المفرور‬: Maksadını aşan işlerle meşgul olmak
mefrurdur.(israftır.)
Anonim
‫ من اهمل وظيفة الوقت فرقت تهيمه‬: Bir görev vaktinde ihmal edilip yerine
getirilmezse insanın kalbi aradan geçen zaman zarfında o görevden soğur. Görevini
yerine getiremez.
Anonim
‫ المصاعب كثيره و عزيمهاى زهاب الوقت‬: Kısa güçlükler ve zamanın güzellikleri
gitti.315
Cüneyd-i Bağdadî
2.8.4. Dua, Niyaz ve Virtler
Sözlükte çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek anlamına gelen
dua, insanın bütün benliği ile Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na
arzetmesi demektir. Dua Allah ile kul arasında bir dialog ortamı oluşturur. Dua aynı
zamanda zikir ve ibadettir. Allah karşısında aciz bir varlık olan insanın Allah’ın
Muhammed Parsa, (2011), Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin Sohbetleri, Erkam Yayınları, İstanbul: s.36.
Sühreverdi, a.g.e. , s. 554.
315
http://biriz.biz/evliyalar/ea0479.htm, 03.04.2016
313
314
121
yardımını temin etmek için Allah’a yakarışını ifade etme şekli olan dua, insanın ihtiyaç
ve sıkıntılarını Allah’a arzederek O’ndan yardım dilemesidir.316
Ahmed Sûzî, salikin mutlaka dua, niyaz ve virtlere devam etmesi gerektiğini
ifade etmiş, kendisi de eserinin çeşitli yerlerinde Allah’a yakarmış ve dua etmiştir.
Duaların sıkıntıları gidermede önemli bir yere sahip olduğunu ifade eden Ahmed Sûzî,
saliklerin her zaman dua etmeleri gerektiğini ve şeyhlerin kendilerine tavsiye ettiği
virtleri dillerinden düşürmemeleri gerektiğini belirtmiştir.
Dua ve virtlerin nefsin tuzaklarını bertaraf ederek salikleri Allah’a
yaklaştırdığını ve kişinin masivayı gönlünden atmasına yardımcı olduğunu belirten
Ahmed Sûzî, bu nedenle salikin manevi olgunluk kazanmak için kendisine en yararlı
aracın dua, zikir, niyaz ve virtler olduğunu belirtmiştir.
‫سالكين بحرمة المحبّين و لواصلين‬
ّ ‫سر جميع ال‬
ّ ‫سرلى و ي‬
ّ ‫ اللّه ّم ي‬: Ey Allah’ım! Seni seven ve
sana kavuşanların hürmetine bizlerin ve bütün saliklerin işlerini kolaylaştır.
‫سر اخواننا و ارحم ضعيفه حلتا و احفظنا من ذمرة الغافلين‬
ّ ‫ اللّه ّم يسرلنا و ي‬: Ey
Allah’ım! Bize ve kardeşlerimize ( zorlukları ) kolaylaştır, halimizin zayıflığına
merhamet eyle ve bizi gafillerden olmaktan muhafaza et.
‫ الله ّم احفظنا و ارحملنا برحمتك يا ارحم الرا حمين‬: Ey merhametlilerin en merhametlisi
olan Allah’ım rahmetinle bizleri koru, bizlere merhamet et.
‫ ال مقصوده ا ّل هو‬: Allah dışında hiçbir maksat yoktur.
‫ال موجوده اللهو‬: Allah dışında hiçbir mevcut yoktur.
Mehmet Canbulat, (2010), Dinî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s.
128.
316
122
2.9.
SÜLÛK-NÂME’NİN
DİL,
ÜSLUP
VE
ŞEKİL
ÖZELLİKLERİ
ÖZELLİKLERİ
2.9.1. Dil Özellikleri
Ahmed Sûzî’nin isimli eseri incelendiğinde edebiyatımızda halkın konuştuğu
dili esas alan ve sade nesir olarak adlandırılan nesir türüne örnek oluşturduğu
görülmektedir. Bu nesir türü uzun yıllar boyunca geniş halk kitlelerine ulaşmak,
insanlara bir şeyler öğretmek ve onları eğitmek amacıyla yazılan eserlerde
kullanılmıştır. Bu nesir türü zamanla inşa adı verilen süslü nesirden etkilenmiş ve
üsluptan gelen kelime, deyim ve klişeleri almış olsa da sonuna kadar halk diline bağlı
kalmıştır. 317
Kur’an tefsirleri, hadis kitapları, menkıbevi İslam tarihlerinin çoğu, fütüvvetnâmeler, dinî halk kitapları, halk için yazılmış tasavvufi eserler, ahlak ve siyaset
kitaplarının çoğu hitap edilen hedef kitlenin beklentileri göz önünde bulundurularak
didaktik veya folklorik bir üslupla kaleme alınmıştır.318
Ahmed Sûzî, sülûk-nâme isimli eserinde genel olarak anlaşılır ve oldukça sade
bir dil kullanmıştır. Eserin öğretici bir metin olması ve genele hitaben yazılması da
aslında yazarı bir nevi bu eserde sade bir dil kullanmaya teşvik etmiştir. Çünkü eserin
hitap ettiği kesim tarikata yeni intisap etmiş ve bu yolda ilerlemeye çalışan saliklerdir.
Bu saliklerin de yeterli bir birikime sahip olmadıkları ve bu birikimi kazanma
gayretinde oldukları göz önüne alındığında yazarın haklılığı ortaya çıkmaktadır.
Bunun yanında özellikle dinî terminolojide geçen ve tasavvuf kültürünün
yaygın olduğu çevrelerde yer edinen bazı Arapça ve Farsça kavramlarında kullanıldığı
görülmektedir. Bu kavramlar tasavvuf terminolojisi içinde değerlendirildiğinde ve
tasavvuf çevresinde yazılan buna benzer eserler göz önünde bulundurulduğunda Ahmed
Sûzî’nin eserinin bunlara göre oldukça sade ve anlaşılır bir dile sahip olduğu görülür.
2.9.2. Üslup Özellikleri
Ahmed Sûzî, eserinde geniş halk kitlelerine yüksek sesle hitap ederek
kalabalıkları heyecana getirmek, önceden belirlenmiş hedeflere sürüklemek ve
317
318
Fahir İz, (2011), Eski Türk Edebiyatında Nesir, Akçağ Yayınları, Ankara: s. 5.
İz, (2011), a.g.e. , s.6.
123
yönlendirmek amacıyla yazılan eserlerde sıkça kullanılan bir üslup türü olan hitabet
üslubunu kullanmıştır.
Hitabet üslubu geniş kitlelere seslenerek onları belli hedeflere yönlendirmeyi
amaçlar. Bu üslupta yazar düşünce ve duygunun gereğine göre tavır sergileyerek
eserinin insanlar üzerindeki etkisini arttırmayı amaçlar. Bunun yanında yazar adeta bir
hatip edasıyla sözü renklendirir ve böylelikle fikri aydınlatmaya çalışır.319
Özellikle nidaların sıklıkla kullanıldığı bu eserde Ahmed Sûzî, toplumsal
uyanışı sağlamak ve insanları seyr ü sülûka davet etmek gayesiyle insanlarla duygusal
bir bağ kurmaya çalışmıştır. Bu sebeple yazar üslubunu seçerken amacına en uygun
ifade tarzı olan hitabet üslubunu seçmiştir.
Ey sālik maʿlūm Olsun ki bu ŧarīķat-ı ʿaliyeniñ menbaʿı ve menşeʿi ve taliķi
senin ve şürūt-ı meşīħatınıñ ve keyfiyet-i ĥālin ve sālike telķīn ve zikr –i sülūklarınıñ
her birleri sulŧānü’l- enbiyā śallallāh u ʿaleyh-i ve sellem efendimizdendir.320
Maʿlūm olsun ki Allah ʿažīmüş-şān ervāĥ-ı insānları ʿālem-i lāhūtda cevher-i
nūrdan aĥsen-i takvīm üzerine ħalķ itdi.321
Sāʿatden birisinde zākirūn zikirden ġāfil olsa ol kimse cennete daħi girse ol
sāʿat içün taĥassür ide ki ah niçün mevlāya ol sāʿatde zikr itmedim.322
Ey sālik, billâh ma’lūm olsun ki ve cān ķulaġıyla mesmū’ıñ ve maķbūlıñ
olsun ki ŧarīķat-ı ‘aliyyeniñ yedi rükni vardır.323
Sülûk-nâme’den alınan yukarıdaki örneklerde açıkça görülen bu üslup eserin
geneline yayılmış durumdadır.
Ahmed Sûzî, sözlerinin etkisini daha da arttırmak için eserinde ifade ettiği
düşünceleri destekleyen ayetlere, hadislere ve kendisinden önce bu konuda görüş
bildiren
mutasavvıfların
sözlerine
de
yer
vermiştir.
Böylelikle
inandırıcılığını arttırmayı hedeflemiştir.
319
320
Nurullah Çetin, (2009), Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara: s. 283.
Sülûk-nâme, SK. HME. , 7b.
Sülûk-nâme, SK. HME. , 2b.
Sülûk-nâme, SK. HME. , 4b.
323 Sülûk-nâme, SK. HME. , 19b.
321
322
ifadelerinin
124
Eser genel anlamda mensur bir eser olmasına rağmen Ahmed Sûzî, eserinin her
bölümünde mensur kısımlardan sonra
kısa
manzumelere de yer vermiştir.
Manzumelerin insanlar üzerinde coşku ve heyecan uyandırmada mensur eserlerden daha
etkili olduğu bilinir. Ahmet Sûzî de bu gerçekten hareketle anlatımın etkisini arttırmak
için mensur kısımlardan sonra aynı düşünceleri manzum olarak da ifade etmiştir.
Böylece düşüncelerini daha güçlü bir şekilde ifade etmeye çalışmıştır.
2.9.3. Sülûk-nâme’de Vezin Kullanımı
Ahmed Sûzî, hem aruz ölçüsü ile divan şiiri geleneğine bağlı şiirler yazmış hem
de hece ölçüsü ile tasavvufi halk şiiri geleneği içinde değerlendirilebilecek şiirler
yazmıştır. Divan şiiri tarzına kaleme aldığı şiirlerinde sanatkârlık, mükemmeliyet ve
üslup bakımından bir takım kusurlar gözlemlenmektedir.
Şiirlerinde aruz kusurlarına sıklıkla rastlanan Ahmed Sûzî’nin bazen aynı şiirin
içinde birden fazla vezin kullandığı görülür. Sülûk-nâme adlı eserinde yer alan
manzumelerinde sıklıkla aruz kusurlarına rastlanmaktadır. Bazen aynı manzumede iki
farklı vezin kullanmış bazen de manzumenin bazı beyitlerinde ölçünün tutmadığı
görülür.
Ahmed Sûzî’nin Sülûk-nâme isimli eserinin büyük bir kısmını mensur olarak
yazmış ancak yer yer konu ile ilgili olarak manzumelere de yer vermiştir. Bu
manzumelerde de veznin çoğunlukla düzgün olmadığı görülmektedir. Ahmed Sûzî’nin
Sülûk-nâme isimli eserinde kullandığı aruz kalıpları ve bunların kullanım sayıları
aşağıdaki tabloda verilmiştir.
125
Sülûk-nâme’de Kullanılan Aruz Kalıpları
Adet
FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün/ FeǾilātün
1
FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün/ FeǾilün
1
FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün
1
FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün/ FāǾlün
1
FāǾilātün / FāǾilātün/ FāǾilün
1
FāǾilātün / FāǾilātün/ FāǾlün
2
MefǾūlü/ FeǾilātün/ MefāǾīlün/ FeǾūlün
1
MefǾūlü/ FāǾilātün/ MefǾūlü/ FāǾilātün
1
MefǾūlü/ MefāǾīlün/ FeǾūlün
1
MefāǾīlün/ MefāǾīlün/ FeǾūlün
1
Toplam
11
126
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE
TÜRKÇESİNE AKTARIMI
127
3.1. SÜLÛK-NÂME METNİNİN KURULMASINDA İZLENEN YÖNTEM
1. Farsça birleşik kelimelerin arasına bir çizgi (-) konulmuştur. ( sülūk-nāme,
bī-ġāne vb.)
2. Türkiye Türkçesinde uzun ünlü bulunmadığı için vezin gereği uzun
okunması gereken ünlüler gösterilmemiştir.
3. Sonu şeddeli olan Arapça kelimeler nominatif hâlinde tek ünsüzle, datif ve
genitif hâllerinde veya kendilerinden sonra ünlüyle başlayan kelime geldiğinde çift
ünsüzle yazılmıştır.
4. Arapça tamlamalardaki lam-ı tarif ikinci kelimenin ilk ünsüzüne göre
okunmuştur. Ǿaleyhi’s-selām, vācibü’l-vücūd gibi).
5. Atıf vâvları u, ü, ve, şeklinde gösterilmiştir.
6. Farsça tamlamalarda, izafet veya sıfat kesresi muzâf veya mevsûfa bir çizgi
ile (-) bağlanarak -ı, -i, şeklinde yazılmıştır.
7. Metinde geçen kelimeler ve aldıkları ekler, eski harfli metin doğrultusunda
bu yüzyıldaki durumlarına göre verilmiştir.
8. Metinde -ıp, -ip, -up, -üp gerundium eklerinin sonu eski harfli metinde b ile
yazılmasına rağmen Türkçe kelimelerin sonunda b bulunmadığı için bu eklerin sonunda
p ünsüzü kullanılmıştır.
9. Nüshaların varak numaraları nüshanın kısaltılmış adı ile beraber metnin
başında verilmiştir.
10. Satır numaraları metnin içinde rakamlarla parantez içinde gösterilmiştir.
11. Arapça ayet ve hadisler aslına uygun olarak Arap harfleri ile verilmiştir.
12. Ayet ve hadislerin Türkçe karşılıkları dipnotta verilmiştir.
13. Nüshalar arasındaki farklar metnin altında gösterilmiştir.
14. Metin oluşturulurken tek bir nüsha esas alınmamış, nüshalar arasında
karşılaştırma yapılarak farklılıkların olduğu kısımlar en uygun nüshadan seçilerek
metne dâhil edilmiştir.
15. Özel isimlerin ilk harfi büyük yazılmış ve bu isimlere getirilen ekler hemze
ile karıştırılmaması için bitişik olarak yazılmıştır.
128
16. Metin, yazıldığı yüz yılın fonetik özellikleri göz önünde bulundurularak
Latin alfabesine aktarılmıştır.
17. Orijinal metinde kullanılan Arap harfleri ve metin Latin alfabesine
aktarılırken kullanılan karşılıkları aşağıdaki tabloda gösterildiği şekildedir.
129
Harfin metindeki kullanımı
‫)آ( ا‬
‫)أ( ا‬
ّّّّّّّّّّّ‫ب‬
‫پ‬
‫ت‬
‫ث‬
‫ج‬
‫چ‬
‫ح‬
‫خ‬
‫د‬
‫ذ‬
‫ر‬
‫ز‬
‫ژ‬
‫س‬
‫ش‬
‫ص‬
‫ض‬
‫ط‬
‫ظ‬
‫ع‬
‫غ‬
‫ف‬
‫ق‬
‫ك‬
‫ڭ‬
‫ل‬
‫م‬
‫ن‬
‫و‬
‫ه‬
‫ﻻ‬
‫ى‬
‫ء‬
Harfin Transkripsiyonlu Gösterimi
a,ā
a, e, ı, i, u, ü
b, p
p
t
ŝ
c, ç
ç
ĥ
ħ
d
ź
r
z
j
s
ş
ś
đ, ż
ŧ
ž
‘
ġ
f
ķ
k, g, ñ
ñ
l
m
n
v, u, ū, ü, o, ö
h, a, e
la, lā
y, ı, i, ī
‘
130
3.2. SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ
SK. MS. SK. HME. 1b. (1) Bismillahirraĥmanirraĥīm
(2) Ĥamd-ı bī-nihāye ve şükr-i bī-ġāye Ħālıķ-ı zül-celāl (3) ve mülk-i mütteʿāl
ħażretlerine olsun ki nevʿ-i (4) insānı nuŧķ-ı feśāĥate mümtāz ve ādāb-ı ʿilm ile (5) serfirāz ve mescūd-ı melāǿike-i ʿažā ve maĥsūr-ı şeyāŧīn-i (6) lāʿim itdi.
NAŽM
ʿİlm-i edeble ādem hep melāǿiklere (7) oldı mescūd
Edebi terk idüp iblīs-i laʿīm (8) oldı dergāh-ı Ħudādan maŧrūd
ve daħi ol (9) şems-i risālet-i şāmile ve ħātem-i nübüvvet-i kāmile (10) olan nebīyyi
muhibb-i ĥabīb-i Ħudā Muħammed Muśŧafā śallallāhu (11) teʿālā ʿaleyhi ve sellem
ĥażretlerine śalavat-ı (12) selām olsun ki ʿālemden żulm ve đelāleti efnā
SK. HME. 2a. (1) ve envār-ı SK. MS. 2a. hidāyeti ibdā itti ve raĥmet-i Rıđvān
(2) daħi ol aķmār-ı şerīʿat-ı ġarrā ve encām-ı ŧarīķat-ı ġarra (3) olan āl-i ʿabā ve asĥāb-ı
vefā ĥażretlerine olsun ki (4) anlar daħi Allāhu teʿālāya hicret ve resūlına nuśret idüp
(5) ežhār-ı şiʿār-ı dīn ve eşʿār-ı aĥkām-ı yakīn (6) anlar eyitdiler pes maʿlūm olsun ki
Allāh ʿažīmüǿş- (7) şān ervāĥ-ı insānları ʿālem-i lāhūtda cevher-i (8) nūrdan aĥsen-i
taķvīm üzerine ħalķ itdi. Nitekim (9) kelām-ı ķadīmde buyurur:
‫( أحسن تقويم‬10) ‫فى‬
324
‫ لقد خلقنا االنسانا‬śoñra ol ervāĥ-ı nūrānīleri (11) fevķ-ı ʿarşda iskān idüp mažhar-ı źāt (12)
u śıfāt itdi ve anları ol ʿarş yerinde niçe (13) müddet maķām-ı müşāhadede ol ervāĥlar
ol (14) kemālāt ʿilmine ve ādāb-ı ʿubūdiyyet ile SK. MS. 2b. mevśūf (15) oldılar ki

1b. (4) Feśāĥate: Feśāĥatle SK. MS.
1b. (5) Melāʿike-i ʿažā: Melāʿik SK. MS.

1b. (7) Melāʿiklere: Melāʿik SK. HME.

1b. (8) Ve: - SK. MS.

1b. (10) Ĥabīb-i: - SK. HME.

1b. (11) Taʿāla: - SK. MS.

2a. (4) Hicret - SK. HME.

2a. (6) Eyitdiler pes: Etdiler imdi SK. MS.

2a. (9) Buyurur: Buyurdı SK. MS.
324 (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel
surette yarattık. Kur’an, 95.Tīn Sûresi, Ayet 4

2a. (12) Nice: Niçe SK. MS.

131
cāmīʿ-i maħlūķātdan ʿalīm ve ekrem (16) olup ħilāfete müsteĥaķ oldılar. Anıñçün (17)
Ĥaķķ Teʿālādan: 325‫ إ نى جاعل فى االرض خليفة‬vaǾdine
SK. HME. 2b. (1) mažhar düşdiler. Śoñra el- Ĥikmet, anları yeryüzine (2) ħalīfe
itmek içün ħākdan anlara (3) bir ķālıb-ı raʿnā ve bir cesed-i müsteŝnā icād ve taśvīr (4)
itdi. Nitekim Ķurǿān-ı Kerīm’inde buyurur:
‫( حلقكم من طين‬5) ‫ هوالز‬śoñra ol ervāĥları
326
fevķ-ı (6) ʿarşdan ʿālem-i ceberrūta inzāl ve ʿālem-i ceberrūtdan (7) ʿālem-i melekūta
inzāl ve ʿālem-i melekūtdan ʿālem-i mülke (8) inzāl idüp ol cesed-i tīredāne idħāl itdi.
(9) Nitekim buyurdı:327 ‫( ثم رددناه اسفأل سافلين‬10) śoñra ol ervāĥ-ı nūrānīleriñ źātlarında
olan (11) SK. MS.3a. nūrānīyyetler ve nişānlarında olan ʿilm-i maʿrifetleri (12) tīredānı cesede taʿlīķ ve taʿaşşuķ sebebiyle žulmet-i (13) ŧabīʿat-ı beşeriyyet ile maĥsūf ve
kesāfet-i cesed-i (14) ʿanāśıriyye ile meksūf olup źātlarında olan (15) nūrāniyyet
memĥūķ ve neşʿelerinde olān ʿilm-i maʿrifet (16) mensūħ oldı. Nitekīm Allāh celle ve
ʿalā buyurdı: ol ervāĥlar (17) 328‫واخرجكم من نبطو امهاتكم ال تعلمون شيأ‬
SK. HME. 3a. (1) ve śoñra buyurdı ol ervāĥlar neşǿe-i aślīyyelerine (2) ricʿat ve
maķśūd-ı aʿlālarına ʿavdet (3) itsünler içün kitāb inzāl itdi ki her kim anları (4) işlerse
ve nefsiyle mücāhede ve sāʿir aʿmāl-ı (5) ĥasenātlar işlerse žulmet-i tabīʿatdan ħalāś (6)
SK. MS.3b. ve keŝāfet-i cesedden necāt bulup neşǿet-i aślīyyesine (7) ricʿat ve
nūrānīyyet-i źātiyyesine ʿavdet (8) idüp Ĥaķķ Teʿālāya kemāl-ı maʿrifet ve vuślat (9)
ide. Nitekīm buyurdı: 329‫فمن كان يرجو لقاءا ربه فليعمل عمل صالحا‬

2a. (16) Ħilāfete: Ħilāfetine SK. MS.
Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30

2b. (4) buyurur: buyurdı SK. MS.
326 Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Kur’an, 6. Enam Sûresi, Ayet 2
327 Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık. Kur’an, 95.Tin
Sûresi, Ayet 5

2b. (16) Ol ervāĥlar: - SK. HME.
328 Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Şükredesiniz diye size işitmek için
kulak, görmek için göz ve idrak etmek gönüller verdi. Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 78

3a. (1) Ve - SK. MS.

3a. (3) Kitāb: Kitāblar SK. MS.

3a. (4) Ve - SK. MS.

3a. (4) Aʿmāl-ı: Aʿmāller SK. MS.
329 ( Resulüm ) deki: “ Ben de sizin gibi ancak bir beşerim, ne var ki bana sizi yatatanın ancak bir ilah
olduğu vahyolunuyor. O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık)
amel işlesin ve Rabbi için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın. Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet 110
325
132
NAŽM
FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilün
( v v - - / v v - - /v v - - / v - -)
İdicek anlara ʿarş (11) üzre Ħudā ʿarż cemālin
Oldılar źāt-ı (12) śıfātına merāyā-yı güzīn
Śoñra icāb idüben (13) ĥikmet-i śunʿ-ı bārī
İde insān ile bu rūy-ı (14) zemīni tezyīn
Ĥikmet-i bāliġası śunʿını ižhār (15) itdi
Ħākdan ruĥlar içün bir cesed itdi (16) tedvīn
Aldı Ĥaķķ ruĥlarını indürdi feżā-yı (17) ʿarşdan
SK. MS. 4a.
Ħākdan cesed teniñe ķodı zār-ı ĥazīn
SK. HME. 3b. (1) Bu iki żıddı bir Ħudā ʿaşķ ile teʿlīf (2) itdi
İdeler tā ki ʿubūdiyyet-i vażʿ-ı cebīn
(3) Rūĥlar olduķda muķārīn-i cesed itdi (4) günāh
İtdürür ādeme elbetde günāh sūǿ-i ķarīn
(5) Cesed-i tīre u ŧende rūhlar ġurbetde
Ĥaķķ Teʿālā (6) ola ervāĥe bu ġurbetde muʿīn
Źikr-i ŧāʿat (7) iderek ķayd-ı ĥasedden geçelüm
Olalum rūĥ-ı (8) muʿallā ile Allāha yaķīn

3a. (9) Naźm: - SK. MS.
3a. (11) ʿArž-ı cemālīn: ʿArž-ı cemāl SK. MS.

3b. (1) Bir: - SK. HME.

3b. (2) ʿUbūdiyyet-i: ʿUbūdiyyetine SK. MS.

133
Allāhu Teʿālā celle ve ʿalā (9) kütüb-i münzelde beyān itdigi mücāhedāt ve
ĥasenāt (10) ve ʿibādāt-ı śāliĥālar vaķti çoķ ve ŧarīķleri (11) çoķ aña bināʿen dinildi.
330
‫( انفاس الحاأق‬12) ‫ّل بعدد‬
‫ الطرق الى ل ه‬lākin evvel Mevlāya olan ŧarīķ-i (13) mevśıleler
beyninde taśfiye-i rūĥüǿn-neseb SK. MS. 4b. ve vüśūl-ı (14) Ĥaķķa aķreb olan ŧarīķ
źikirdir. Zīrā Ĥażret-i (15) ʿAli keremallāh veche sulŧānımızdan rivāyet buyurdılar (16)
ki aķreb ŧarīķullāh-ı teʿālāya ŧarīķ-i źikirdir. Ve yine (17) buyurdılar ki ibn-i ādem
üzerine dünyāda mürūr iden
SK. HME. 4a. (1) sāʿatden birisinde źākirūn źikirden ġāfil olsa ol (2) kimse
cennete daħi girse ol sāʿat içün taĥassür (3) ide ki āh niçün Mevlāyı ol sāʿatde źikr (4)
itmedim. Ve yine buyurdılar ki: ‫( اال عمال‬6) ‫(هللا جزاء االّ النظر ا لى وجه هللا والجنة جزاء‬5) ّ‫اال‬
‫ذكرهللا لقول ال اله‬ve yine buyurdular ki:
ve kitāb-ı (8) mübīnde buyurdı:
331
‫( كما تصدو الحديد و جالءها ليس‬7) ّ‫القلب تصدو‬
332
ّ‫ان‬
‫ ولذكرهللا اكبر‬źikriñ(9) ekberini müǿekked ĥükm itmesi
333
źikrin ʿindillāh eşref (10) ve efżal olduġuna SK. MS. 5a. delīl ve ʿibādıñ źikrini kendi
(11) źikrine sebeb ķıldı. Buyurdı:
334
‫( اذكركم‬12) ‫ فا ذكرونى‬, imdi ķulıñ bir ʿameliñe
tañrınıñ źikrine (13) ol ķulı sebeb ola andan efżāl ve enfaʿ (14) ʿamel olmaya ve ĥadīŝ-i

3b. (9) Ĥasenāt: Ĥasene SK. MS.
Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların nefeslerinin sayısı kadardır. Sait Başer, (1991), İlâhî Kös,
Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl:20, Sayı:1, İstanbul: s.67.

3b. (16) Ŧariķ-i: - SK. HME.

3b. (17) Dünyāda: - SK. HME.

4a. (1) Zākirūn: - SK. HME.

4a. (2) Daħi: - SK. HME.
331 ( Lailahe illallah) Allah’tan başka ilah yoktur, sözünün mükafatı ancak cennete girerek orada Allah’ın
cemalini görmektir. İmam Müslim, (2008), Sahih-i Müslim Muhtasarı, Hanefi Akın (Çev.), Polen
Yayıncılık, İstanbul: s. 57.
332 Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi
cilalayacak olan ibadet de Allah’ı zikretmektir. Muttakî el- Hindî, (1895), Kenzü’l- ummal, C. I, Darü’leşâǾat, Kahire: s. 306. İmam Suyûtî, (2008), Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, ( Heyet), C. II,
Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: s. 502.
333 ( Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. )
Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Kur’an, 29. Ankebut Sûresi, Ayet 45

4a. (9-10) Eşref ve efžal: Efžal ve eşref SK. MS.
334 O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin. Kur’an, 2. Bakara Sûresi,
Ayet 152

4a. (12) Bir: - SK. HME.
330
134
ķudsīde buyurdı ki (15)
335
‫( أنا جليس من ذكرنى يعنى نصرتى و رحمتى و محبتى‬16) bu ĥadīś-i
şerīfden müstefād olan budur ki źākir źikr ile ve sālik sülūk ile bir mertebeye vāśıl
SK. HME. 4b. (1) olur ve kemāl-i ķurbiyyet-i Mevlā taĥśīl ider ki ol (2)
ķurbiyyet enīsiñ lāzımı olan cülūs-ı Mevlā (3) ĥaķķında muĥāl iken anı źātına isnād itdi
ve (4) ŧālib-i rıżā ve rāġib-i liķā olan kimse źikre (5) müdāvemet ve ŧarīķlerinde bezl-i
vücūd itmek gerek ki (6) bu lüŧuflara nāǾil ola. SK. MS. 5b.
NAŽM
FāǾilātün / FāǾilātün / FāǾilün
( - v - - / - v - - / - v -)
Ĥaķķa sun źikrini (7) ider iken tār
Dāʿim ider kendüye źikrin şiʿār
(8) Źākir olur źikr ile Ĥaķķa celīs
Źākīre źikr ile (9) Ĥaķķ olur enīs
Ķalbine źikr ile virenler cilā
(10) Olur anlar ayīne-i kibriyā
Źikr ile źākir irişür ķurbete
(11) Źikr ile dāħil olur ol ĥażrete
Źākir ider (12) źikr ile kesb-i fenā
Źikr ile Allāha iden intimā
Beni anan kimseyle beraber otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve muhabbetimi arayan kimseyle
(olurum) . İmam Buharî (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. (Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul:
s. 1104.

4b. (6) Naźm: - SK. MS.

4b. (7) Kendüye: Kendüne SK. MS.

4b. (12) İden: İder SK. MS.
335
135
(13) Dilde ķomaz źikir śadādan eŝer
Žākir ol cübbe-i (14) sivādan keser
Źākir o kim eyleye vird-i zebān
SK. MS. 6a. (15) Aña olur sırr-ı ĥaķīķat ʿayān
Mürġ-śıfat-ı (16) źikr ile źākir uçar
Źikr ile ol cümle hevādan (17) geçer
Źikr ile dergāh-ı Ħudā fetĥ olur
SK. HME 5a. (1) Źikr ile ehvā-yı nefs ķadĥ olur
Zikri Ħudāyı ķoma dilden (2) śaķın
Tā olasın sen de Ĥudāya yaķīn
(3) ŧarīķ-i źikir ikidir, biri cehrī biri ħafīdir. (4) Ħafī cehrīden efżaldir, müntehīler ve
ʿārifler ʿindinde ammā (5) cehrī mübtedī sālikler ĥaķķında efżaldir ve enfaǿdır. (6) Zīrā
vesāvis-i ħāŧırātı defʿde māsivāyı defǿde sebeb-i ķavīdir. Ħafīniñ daħi iki tarīķi (7) var,
biri lisānen biri ancaķ ķalb iledir. SK. MS. 6b. Ķalb ile olan (8) lisān ile olan iħfādañ
efżaldir. Zīrā Ĥażret-i (9) Mevlā ĥabībine bunuñla emr buyurdı ki:
‫( في‬10) ‫ واذكر ربك‬ve ĥadiŝ-i şerīfde (11) sulŧānımız buyurdı:
337
‫نفسك تضرعا و خفية‬
336
‫( سبعون ضعفا‬12) ‫الحفيظة‬
‫( الذكرالذى التسمعه‬13) bu źikr-i ķalbīniñ daħi envāʿı dörtdür ammā (14) bu maĥālde beyān
olunmadı. Risāle-i Naķşībendīde (15) Şeyħ Aĥmed-i Kāmil tafśīl eyledi. Maʿlūm olsun
ki (16) Ĥaķķ sübĥāne ve Teʿālā celle celālüh ĥażretlerine
4b. (13-14) Zākir ol cübbe-i sevādan: Zākiri ol ĥubb-ı sevdādan SK. MS.
4b. (14) Zākir: Zikir SK. MS.

5a. (6) Māsivāyı refǾde: - SK. HME.

5a. (9) Ki : - SK. HME.
336 ( Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın azabından korkarak ve O’na yalvararak alçak sesle
Rabbini an ( ve gafillerde olma ) Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 205

5a. (10) Ĥadiŝ-i şerīfde: Ĥadiŝ-i şerīfinde SK. MS.
337 Hiç kimsenin işitmediği bir şekilde yapılan zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla
sevap vardır. Buharî, a.g.e. , s. 1104.

5a. (14) Beyān: Zikr SK. MS.
136
SK. HME 5b. (1) taķķarüb ve Allāh ehlullāh yollarında saʿādet dārına (2)
mažhar olayım diyen sālikde bu şarŧlar elbetde (3) lāzımdır ki beyān olunur tā ki
sülūkında vüśūl-ı (4) maķām ve ĥuśūl-ı merāma SK. MS. 7a. müyesser olup emekleri
(5) żāyiʿ olmaya. İmdi evvelā lāzım ve farż olan (6) Ĥaķķ celle ve Ǿalāyı şu śıfātlar ile
bile ve iʿtiķād (7) eyleyüp ķalbinde ŝābit ola ki evhām-ı ĥayālāt ile (8) şeyŧān-ı nefse
uymayub đelālet-i ħüsrāndan (9) ve helākdan ķurtıla. Allāhu Teʿālā Vācibüǿlvücūdǿdur (10) ve Ħālıķ-ı camīʿüǿl- maħlūķ vel- mevcūdǿdır. Ĥattā ve ʿAlīm (11) ve
Ķādir-i ķayyūm, Samīʿ-i baśīr ve Faʿʿāl-ı limā yürīd ve Mütekellim (12) ve Vāĥid ve
Ferd-i śamed źāt-ı śıfātında milŝi yoķdur (13) ve ħalķ itdigi ʿālemlerde şerīki ve nažīri
yoķdur (14) ve ĥalķ-ı icādında muʿīni ve žahīri yoķdur. Ķadīmde (15) ibtidāsı yoķ
Bāķīdir. İntihāsı yoķ tebeddül (16) ve taġayyurdan münezzehdir. Ķābil-i inķısām ve
tecezzi degüldür SK. MS. 7b. (17) ve maĥall-i ĥudūt degüldür. Zamān ve mekān ve
cihet-i
SK. HME 6a. (1) erkānda ķāʿim olmaz ve eşkāl-ı elvāndan münezzehdir. (2)
Ebśār ve ĥuş-ı ʿukūl ve efkār ile derk olunmaz. (3) Ancaķ nūr-ı imān keşf-i ʿirfān ile
derk olunur (4) ve yine kendi ĥaķīķatin kendi bilür ve cāmīʿ-i (5) ʿulviyāta ve süfliyāta
ʿilm ve ķurbiyeti müsāvīdir (6) ve İĥāŧāsı teĥdīd-i ŧarīķ üzre degildir ve cāmīʿ-i (7)
eşyāyı zerre be zerre bilür ve bilmesi maħlūķ bilmesi gibi degüldür. (8) Cāmīʿ-i
mevcūdāt ana muĥtāc ve anıñla ķāʿimdür (9) ve ħāŧırımıza her ne ki gelürse anıñ
ġayrıdır. ‫( ذلك‬11) ‫ قيل و كلّ شىّ خطر ببالك و ربنا على خالف‬tövberına ve daħi cümle ķusū
338
‫كما‬
idüben naśūĥā (12) manŧūķınca SK. MS. 8a. tövbeler idüp itmemeye ʿazm-ı cezm (13)
lāzımdır. Zīrā Allāhu Teʿālā mürtekīb-i ʿiśyān ve ʿāzim (14) āŝā tuġyān olanı sevmez

5b. (13) Ve - SK. MS.
5b. (14) Ķadīmde: Ķadīmdir SK. MS.

5b. (17) Ħudūt: Ħudūŝ SK. MS.

6a. (2) Olunmaz: Olmaz SK. MS.

6a. (6) Ve - SK. HME.

6a. (7) Ve - SK. HME.

6a. (7) Bilmesi: - SK. HME.

6a. (9) Ki: - SK. HME.
338 Allah aklımıza gelen her türlü tasavvurun dışındadır. Allah düşündüğümüz hiçbir şeye benzemez.
Kur’an, 26. Şura Sûresi, Ayet 11

137
ve ol dergāha (15) şāyeste olmaz. Mādem ki ol āb-ı tövbe ile pāk (16) olup ve aħlāķ-ı
zamīmelerden ĥalāś olup (17) evśāf-ı ĥamīde ile mevśūf olmadıķça.
NAŽM
FāǾilātün / FāǾilātün / FāǾilün
(FāǾlün)
( - v - - / - v - - / - v -)
SK. HME 6b. Tövbedir (1) maġfiretiñ maʿdeni
Tövbedir her ʿilmiñ aĥseni
(2) Nādim olup gel cürmüñe tövbe ķıl
Dime ki cürmümle (3) sever Ĥaķķ beni
Cürmü olur kişiniñ Ĥaķķa ĥicāb
(4) Terk idegör Ĥaķķa ĥicāb olanı
Ve Mevlāya kemāl-ı (5) muĥabbet ve muĥabbet yolında cān-ı cismi fedā ve (6)
māsivāyı SK. MS. 8b. terk lāzımdır.
Cān cānān yolına virmede ihmāl (7) itme
İremez maķśūdına ihmāl ehli
Baķmayın (8) cāna irdi o cānāne
Girdi meydāne terk (9) itdi mālı
Ey dil dime yārini öldürme (10) amān vir
Gerçekden eger ʿāşıķ iseñ vir (11) cānı bul viśālı

6a. (17) Evśāf-ı: - SK. HME.
6a. (17) Naźm: - SK. MS.

6b. (2) Ki: - SK. HME.

6b. (8) Girdi: Girmedi SK. MS.

138
Ve cāmīʿ-i dünyevī ve uħrevīleri (12) ķalbindeñ iħrāc eyleye ħālis li-vechullāh
(13) ola ve faķr-ı faķīhleri iftiħār ile ve ʿizzet-i dünyādan (14) aʿrāż ve nās-ı ʿindillāh
mertebe ve menzil daʿvālarından (15) fāriġ ve eźhār mālından ve fużūlından (16)
fuķarāya bedel ve Ĥaķķ yolına cānlar fedā itmek niyetiyle (17) ve şerīʿat-ı
Muĥammedīyye üźre Ǿāmil SK. MS. 9a. olup sünnet-i
SK. HME 7a.(1) nevafillere ve zühd-i taķvālara şer ve ʿalā aĥvāl-ı žāhiresin (2)
şerʿ-i şerīfe ve ŧarīķ-i Muĥammedīyyeye mutabaķatla (3) śavm, śalāt ʿibādāt, ŧāʿāt ile
žāhirin maʿmūr (4) idüp ve dil ħānesin daħi taŧhīr her bir (5) mülāķāt-ı müzĥīri ķat ve
her bir ħātırāt-ı nefsāniyye (6) ve şeyŧāniyyeden taħliye ve taśfiye itmek ve mirʿāt-ı(7)
ʿālem-nümā ve manžūr-ı Ĥażret-i Mevlā olan dil-i cānānı (8) kemāl-ı mücellā ve
muśaffā olmaķ lāzımdır ve nās ile (9) iħtilāŧ ve efrāhı śoĥbetlerden iĥtirāz ile (10) boş
ĥāllere muttaśıf olup Allāh, ehlullāh yolına (11) sülūk ile neticesinde dünyā ve āĥiret
saʿādetine (12) ve kimyāyı ekbere ve şeref-i ʿužmālara nāʿil olmaķ (13) lāzımdır. Ammā
bu şarŧları sālik olayım diyen (14) kimse cümleden evvel bir mürşīd-i kāmil ve şeyħ-i
fāżıl SK. MS. 9b. (15) ve rehbere vāśıl olup anıñ eline ve etegine ve belki (16) ayaġı
altına yüz sürüp yollarıñ ādāb-ı erkānın (17) ve sülūk aĥvālin ve şürūŧ-ı eźkārin tesbīhāt
SK. HME 7b. (1) berzaħların ve ʿuķūbātların bildirmeye cān baş ile (2) ķūl olup
andan iźin ve ināyet idüp ve her bir (3) ĥükmüne teslīm ve her bir emrine semiʿnā ve
meclīs-i ħiźmetlerinde (4) cān bāşın efnā ve ŧālib-i rāġib-i liķāsı olmadıķça (5) füĥūl-ı
zamān ve ķuŧb-ı ʿulemā-i devrān ve ʿibādāt ile (6) yeksān olsa fāʿide virmez ve
nihāyetinde emegi (7) żāyiʿ olmadan māʿadā ŧālib-i rıżā-yı Mevlā (8) ve rāġib-i liķā-i

6b. (13) İle: Bile SK. MS.
6b. (14) ʿİndallah: ʿİndinde SK. MS.

6b. (15) Ezhār: İzdiyād SK. MS.

7a. (1) Ve - SK. HME.

7a. (2) Ŧarīķ-i: Ŧarīķat-ı SK. MS.

7a. (6) Şeyŧāniyyeden: Şeyŧāniyyelerden SK. MS.

7a. (6-7) Ve mirʿāt-ı ʿālem-nümā ve: Mirʿāt-ı ʿālem SK. HME.

7a. (10) Boş ĥāllere: Bu şürūŧlara SK. MS.

7a. (13) Şarŧları: Şürūŧla SK. MS.

7a. (14) Evvel: - SK. HME.

7a. (17) Tesbīhāt: Tenbīhāt SK. MS.

7b. (2) Ve: - SK. HME.

7b. (5) ʿİbādātıyla: ʿİbādetle SK. MS.

139
Ħudā olup da ehlullāh yolına (9) duħūl itmekle bu şürūŧları cāmīʿ olmazsa (10)
maķśūdına nāʿil ve maŧlūbına vāśıl olamaz.
NAŽM
FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün
( - v - - / v
v - - / v v - - )
SK. MS. 10a. (11) Dilde eyle vuślatı yāriñle setr it şerīki
(12) Žāhire bī-gāne ol kim dimesün ağyārlar
(13) Fānī ol geç bu vücūdıñda beķā bul Ĥaķķla
(14) Şirke žāhir ola Ĥaķķdan seniñ erler
Ey sālik (15) maʿlūm Olsun ki bu ŧarīķat-ı ʿalīyyeniñ menbaʿı (16) ve menşeʿi
ve talīķi senin ve şürūt-ı meşīħatınıñ ve (17) keyfiyet-i ĥālin ve sālike telķīn ve źikr-i
sülūklarınıñ 
SK. HME 8a.(1) her birleri sulŧānüǿl- enbiyā śallallāhu ʿaleyh-i ve sellem (2)
efendimizdendir. Zīrā Ĥażret-i Muĥammed ʿaleyhiǿs-selām (3) efendimizden Ĥażret-i
ʿAlī kerremallāh veche efendimiz “Aķrebüǿ(4) ŧ-ŧarīķullāh-ı Teʿālā nedir?” diyü sūǿal
buyurup (5) ilticā itdiklerinde sulŧānımız cevāb buyurmadı, (6) vaĥye muntažır oldı.
Baʿde Cibrīl-i Emīn (7) ʿaleyhiǿs-selām Alahu Teʿālādan vaĥīy getürüp “Aķrebüǿŧ (8) ŧarīķullāh-ı Teʿālā ŧarīķ-i źikirdir.” didi. SK. MS. 10b. Ol (9) vaķit Ĥażret-i Cibrīl
sulŧānımıza źikr-i cehrī (10) telķīn buyurup ve üç defʿa kelime-i tevĥīdi cehrī (11) śavt
ile telķīn buyurdı ve telķīn-i ŧarīk üzere źikr itdi (12) ve ʿilm-i ledünnī ĥükmünde ķalb-i

7b. (10) Naźm: - SK. MS.
7b. (11) Şerīki: Şirki SK. MS.

7b. (17) Sülūklarınıñ: Sülūkıñ SK. MS.

8a. (2) ʿAleyh-i selām: Śallallāh u ʿaleyh-i ve sellem SK. MS.

8a. (3) Ĥažret-i: - SK. HME.

8a. (8) Ŧariķ-i: - SK. HME.

8a. (9) Zikr-i cerhī: Zikri SK. MS.

8a. (10) Buyurup: - SK. HME.

8a. (10) Cehrī: Cehren SK. MS.

8a. (11) Telķīn buyurdı ve telķīn-i ŧarīk: Telķīn buyurup ve ŧarīk SK. HME.

140
şerīflerinde yenbūʿ-ı (13) ĥikmet ve esrār-ı hüvviyet ve envār-ı źāt-ı ĥaķīķat (14) daħi
ziyāde ķuvvet ve mütecellī olup suŧānımız (15) ʿulūm-ı şerʿiyye-i žāhireleri imtinā-yı
neşr ve ŧarīķ-i (16) müstaķīm üzere terġīb ve cümleye teblīġ itmiş (17) ve ider idi. Lākin
ʿilm-i ledünnī śadr-ı pākinde esrār
SK. HME 8b. (1) buyurup emr-i ǾAlīyi isterdi. Ĥażret-i ǾAlī keremallāh veche
efendimiz anı izǾān buyurup niyāz ve niçe dürlü ricāya āġāz itdiler ʿazīz efendimiz (2)
nažm-ı silsilede buyurdıġı gibi
FāǾilātün / FāǾilātün / FāǾlün
( - v - - / - v - - /- -)
FeǾilātün / FeǾilātün / FāǾlün
( v v - - / v v - -/ - -)
Mebdeʿ-i feyż (3) cümle-i ʿālem
Āʿnı serdār-ı nismeʿ-i ādem
SK. MS. 11a. ʿİlm-i şerʿi (4) ķamuya neşr itdi
Ümmetin şerʿ üzere ĥaşr (5) itdi
Līke-i ʿilm-i ledünnī iĥfā
Eyleyüp anı (6) itmedi iclā
Śadr-ı pākinde eyledi esrār
(7) Anı būyından añladı Kerrār
Didi ey ümmete (8) olan hādī
Baña ol sır ile eyle irşādi

8a. (14) Ve: - SK. HME.
8b. (1) Emr-i ǾAliǿyi isterdi. Ĥazret-i ǾAli keremallah veche efendimiz anı izǾān buyurup niyāz ve niçe
dürlü ricaya: Ve niçe dürlü SK. HME.
8b. (5-6) Eyleyüp anı itmedi iclā: Eyleyüp itmedi anı iclā SK. MS.
8b. (7) Anı būyından añladı kerrār: Būyından anı añladı kerrār SK. MS.
8b. (8) İle: - SK. MS.

141
(9) Ki gelür būy śadr-ı pākiñden
Anı menʿ itme (10) ʿabd-ı çākiñden
Aña şefķat idüp didi ey Ĥaydar
(11) Çün ŧaleb itdiñ bayā bir bir
Aña ʿilm-i ledünī-i taʿlīm
(12) Eyledi hem mefātihin tefhīm
Źikr-i cehrī ile eyledi (13) telķīn
Bize andan ķalupdır āyīn
Bu mefhūmca (14) sulŧānımız cehren Ĥażret-i ʿAlī efendimize taʿlīm (15) ve telķīn ve
esrār ve rumūzātların tefhīm itdikten (16) śoñra sāʿir śaĥābīlere daħi ictimāʿ ve infirād
üzere (17) telķīn-i źikrī telķīn buyurup ŧarīķ-i źikre müdāvemetle
SK. HME 9a.(1) Oldılar ve cihāddan geldikleri vaķit buyururlar (2) idi. SK. MS.
11b.
339
‫ رجينا منالجهاد االصغر الى الجهاد الكبر‬bundan maʿlūm oldı ki źikrullāh nefs ile (4)
cihād-ı ekberdir. Zīrā nefsile mücāhededir. ʿAdū-yı (5) Allāha muʿārażadır ve anı
helākdır. Olmadıķça (6) Allāha dost ve aña ķurbiyyet peydā olamaz ve baʿżı (7) kere
aġyār bulınmasun diyü iĥtiyāŧ üzere (8) buyurması olmışdır ve Ĥażret-i ʿAlī efendimize
(9) telķīn ve iźīn olındıķda ve Ĥażret-i Ebūbekir (10) efendimize daħi ġār-ı hicretde
źikr-i ķalbīyyeyi telķīn (11) buyurup ol vaķit Ĥażret-i Ebūbekir ve Ĥażret-i (12) ʿAlī
efendilerin evvelden ziyāde sulŧānımıza bir (13) rütbe ħizmetinde ve ĥürmet-i ʿažīmde
iķāmetde (14) bulındılar ki ʿaķıllar müteĥayyir olur. Andan ol (15) ʿināyete ve luŧf-ı
8b. (10) Didi:-  SK. HME.

8b. (12) İle: - SK. HME.

8b. (14) Ĥažret-i ʿAli efendimize: Ĥažret-i ʿAliǿye SK. MS.

8b. (15) Tefhīm: - SK. HME.

8b. (16) Daħi: - SK. HME.
339 Küçük harpten, büyük harbe döndük. Abdullah Fârukî el-Müceddidî, (1997), Fıkhî Risâleler,
Farukiyye İslam Araştırmaları Vakfı Yayınları, Ankara: s.127.

9a. (6) Olamaz: Olmaz SK. MS.

9a. (8) Ĥažret-i ʿAli efendimize: Ĥažret-i ʿAli keremallah veche efendimize SK. MS.

9a. (9) Ve: - SK. MS.

9a. (12) Evvelden: Evvelinden SK. MS.
142
iĥsāne mažhar düşüp (16) Ĥażret-i ʿAlī keremallāh veche SK. MS. 12a. efendimiz ‫لحمى‬
‫قلب‬341fendimiz e i Ebūbekir-śadıķ (17) ve ) Ĥażret-manŧūķına mā
‫بل شىّ يوقرنى لحمك‬
340
‫الصالة و الصيام‬
SK. HME 9b.(1)
‫ ليس فضل ابوبكر بكثره‬ĥadīŝ-i (2) şerīflerine mažhar oldılar,
vesāʿir śaĥābīlerden (3) efżāl oldılar ve bunlar daħi baʿzı śaĥābīlere ve (4) śahābīler
daħi baʿzı tābiʿīnlere telķīn ve ifāża (5) bu uslūb üzere ŧarīķat-ı ʿaliyye temkīn ve
Mevlāya (6) aķreb ŧarīķ ehliniñ maʿlūmları oldı. Ve ammā (7) ehli ve māyesi
olmayanlar maĥrūm ķalup žāhir (8) yüzünde ĥarf-ı žāhire ve nuķūş-ı eşyāda ķalup (9)
esrār ve ĥaķīķat-ı eşyādan ve śıfat ve ķudret-i (10) Mevlādan meʿyūs oldılar.
Māsabıķdaki üslūp (11) üzere kābiren ʿan-kābiren evliyā-i ʿažām ve meşāyıħ-ı (12)
kirām beyninde silsile böylece SK. MS. 12b. cāri olup (13) meşāyıħ-ı ʿažāmdan niçe
źevāt-ı kirām Bāyezīd-i (14) Bisŧāmī ve Şeyħ Aĥmed-i Kāmil ve ĥażret-i şeyħnā (15) ve
ʿazīznā Şeyħ Şemseddīn ķaddesallāhu esrārühüm (16) efendilerimiz mesned-i īrşādde
sāliklerine baʿżı (17) suʿal ʿaķabinde sülūkı beyān ve niçe dür-i yektā
SK. HME 10a. (1)ve kīmyā-yı ekbercesine naśīĥat ve tenbīhātlar buyurup (2)
buyurdılar ki bu ŧarīķat-ı ʿalīyyede bir ceźbe ile bir (3) sülūk ile terbīyye vardır ammā
ceźbe ile mürebbī (4) olan mürşīd ve mürebbī sālikleri Ĥaķķa īśāl (5) ider ammā ol sālik
bir kimsene terbīyye ve irşāddan (6) maĥrūm ķalur. SK. MS. 13a. Źīrā kendisi ŧarīķ-i
sülūkı ve ādāb-ı (7) erkānı ve ħiźmet-i ehlullāhı görmemişdir. Terbīyye (8) ideyim
derken sālikleri đelālete düşürür (9) vesāʿir umūr dünyāsından ve āħiresinden maĥrūm
Vücudda bir et parçası vardır. O’nun salahı bütün vücudun salahına, fesadı tüm vücudun fesadına
sebeb olur. Ahmed Avni Konuk, (2000), Fusus’ul Hikem Tercüme ve Şerhi, C. I, Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları / İslam Klasikleri Dizisi, İstanbul: s.30.

9a. (17) Ĥazret-i Ebūbekir: Ebūbekir SK. HME.
341 "Ebu Bekir’in sizden efdal olması çok namaz kılmakla ve oruç tutmakla değil, onun kalbinde sabit
olan ilimledir. Buhari, a.g.e., İman, Hadis no: 37, s.145.

9b. (3) Ve bunlar: - SK. HME.

9b. (4) Baʿzı: - SK. MS.

9b. (9) Esrār ve: Ve esrār-ı: SK. MS.

9b. (9) Śıfat: ŚunǾat SK. MS.

9b. (11) Ve - SK. HME.

9b. (15) Ķuddisallah Esrārühüm: - SK. MS.

9b. (16) Mesned-i īrşādde sāliklerine: Mesned-i īrşādında sāliklerinden SK. MS.

10a. (2) Ki bu ŧarīķat-ı ʿalīyyede: Bu ŧarīķat-ı ʿalīde SK. HME.

10a. (8) Đelālete: Đelāle SK. MS.
340
143
(10) ķılar. Sālik ġayretli ise neʿūźubillāh esmāsı (11) kuvvet ile ilĥāde düşer ve
ħüsrānda ķalur. Evvelā (12)
meşāyıħatıñ şürūŧı ve ādābları vardır ki şeyħ-i (13)
mürebbī ve mürşīd olan kimesne bir şeyħ-i kāmilden (14) kendisi terbīyye görüp ve el
ŧutup ne ķadar (15) rūĥānī ižin oldıysa da žāhir-i źāta nisbet (16) olunmaķ lāzımdır ve
hem mesned-nişīn-i ŧarīķat (17) ve meydān-ı ehlullāha mālik, mefvuż ile olup
SK. HME 10b. (1) biraz sālikler ile ħalķa-i şerīflere ķādir ve mutaśarrıf (2) olup
ehl-i fikr ve źikr ve ehl-i murāķabe olup žāhirī (3) ve bāŧınī şerīʿata muvaffāķ ve efʿāl-ı
aĥvāle muŧābıķ (4) olup ādāb-ı ŧarīķat ile ʿāmil ve esrār-ı ĥaķīķati (5) keşf ve ŧarīķinde
olan meźāliķ-ı aķdām ve mehālik-i (6) berzaħāte muŧŧalliʿ olup sāliki nefs aĥvāllerinden
SK. MS. 13b. (7) ve şeyŧān yollarından menʿ idüp ve ʿuķubāt-ı (8) ŧarīķde ve berzaħāt-ı
sülūkda anları tenbīh ile (9) ve terbīyye ile maʿnāların fehm idüp teʿdīb ile (10) ve baʿżı
ĥāllerde taĥammüle ķādir ve śābir olup meşaķķat (11) ile sālikleri sülūkından sehl ile
maķśūda (12) īśāl ve ʿibādāt yüzinden niçe đalāllere (13) düşürmeden īķāż idüp yolınca
erkānınca (14) ĥıfž-ı selāmetle Ĥaķķa īśāl idüp her (15) sālike istiʿdādına göre ve
muhabbetine ve gelişātına (16) göre terbīyye ile tesellīñe mürāʿī ve ķādir olup (17)
kendi terbīyyede olup sālikler sülūkında zaĥmet çekmeyüp
SK. HME 11a. (1) ve enʿām-ı aʿŧā śāĥibi olup baʿżen sülūkından cüzīʿ (2) şeyʿ
sebebiyle fütūr bulan sāliklere enʿām veyāħūd (3) đelālet-i enʿām ile mevśūf olup SK.
MS. 14a. ve ĥużūr (4) gibi ġıybetde daħi sālikleri terbīyye ve teveccühle (5) ve ĥıfža
meşġūl olup her cihetden anlara (6) terbīyye ve tenbīhātlar ide ki ġıybetde ĥużūrda (7)
Tañrıdan ġāfil olmayup ve nefs-i şeyŧāna tābiʿ (8) olmayup źikirlerinde dāʿim olalar velĥāśıl şeyħ-i (9) mürşidiñ her efʿāli ve eŧvārı cümle mīzān-ı (10) şerʿ üzere olup ādāb-ı

10a. (11) Ķılar: Ķalur SK. MS.
10a. (12) Meşāyıħatıñ: Şeyħiniñ SK. MS.

10a. (15) Oldıysa da: Oldıysa SK. HME.

10b. (3) Ve - SK. MS.

10b. (9) Maʿnāların fehm idüp teʿdīb ile: Maʿnāların fehm ile teʿdīb idüp SK. MS.

10b. (15) Göre: - SK. HME.

10b. (17) Olup: - SK. HME.

11a. (1) Ve enʿām-ı aʿŧa: Aʿŧa SK. HME.

11a. (9) Ve - SK. MS.

11a. (10) Şerʿ üzere: meşruʿ SK. HME.

144
ʿubūdiyyet ve taʿžīm ve mütābaʿat-ı (11) sünnet olup bidʿatlerden ve ĥarāmlardan
ictināb (12) ve yaĥūŧ umūr ile ʿāmel ve miĥan-ı meşaķķat ve çille (13) iħtiyār idüp baʿżı
bu śūretler ile sālike yol (14) gösterüp ve faķr-ı fenā ile muttaśıf (15) ola ki sālikleri
daħi andan taĥalliķ ideler (16) ve Kitābullāhı ve ĥadīŝ-i Resūlullāhı pīşvā (17) idüp her
umūrında iķtidā ve esrār-ı ĥaķīķati
SK. HME 11b. (1) Kitābullāha SK. MS. 14b. ve ĥadīŝ-i Resūlullāha taŧbīķe
ķādir (2) olup bu şürūŧ-ı ādāb ile olan şeyħ-i mürşīdden (3) terbīyye-i sālike niʿmet-i
ʿužmā ve kīmyā olup böyle (4) olan şeyħ Resūlullah ŧarafından ne gūne muķaddem-i (5)
ħilāfet olındı ise teslīsle kendi daħi (6) ol ħilāfete lāyıķ ve ķāʿim-i ħalīfe olup andan (7)
iźin alan sālik daħi kāʿinne sulŧānüǿl- enbiyā efendimize (8) bīʿat ve tecdīd-i ʿahd itmiş
olup temkīn-i īmān (9) ve ķuvvet-i ʿirfān ve mütābaʿāt-ı resūl ile mevśūf (10) olup
andan śoñra yolınca taĥśīl-i kemāle ve vuślat-ı (11) Mevlāya sālik olup ve sülūkıñ
netīcesine (12) vāśıl ola ve illā bu şürūŧ ile mevśūf olmayan (13) şeyħden iźin alursa
eʿūźubillāh ol sālik (14) Ĥaķķdan inķıŧāʿına sebeb ve tekrār şeyŧān-ı (15) nefs SK. MS.
15a. yollarında ķalup cümle emekleri żāyiʿ olmadan (16) māʿda nihāyetinde ħüsrān-ı
ebed ile iki cihānda (17) rezīl ve ĥaķīr olur.

11a. (10) Ve: - SK. HME.
11a. (13) Śūretler ile: Śūretle SK. HME.

11b. (1) Resūlullaha: Resūle SK. MS.

11b. (9) Resūl: Resūlullah SK. MS.

11b. (11) Neticesine: Nicesine de SK. MS.

11b. (12) Ola: - SK. HME.

11b. (13) Şeyħinden: Şeyħden SK. HME.

145
ّّّّّّّّّّّّ‫اللهمّ احفظنا و ارحملنا‬
SK. HME 12a. (1) 342‫برحمتك يا ارحم الراحمين‬
MANŽŪM
MefǾūlü / FeǾilātün / MefāǾīün / FeǾūlün
(- - v/v v - - / v - - - /v - -)
Şeyħ öyle (2) gerek kim ola şerʿ üzere efʿāli
ʿAnķā gibi (3) menzil idine ʿazm-ı Ǿāli
Žāhirde ola zühd-i (4) ʿibādāt ile meşġūl
Bāŧında Ĥaķķ ile ola (5) ĥasb-ı ĥāli
Hem ola ķuvvet-i ķudsīyyete mālik
(6) Bir himmet ile eyleye ķalʿa cibāli
Sālikleri ġıybetde (7) ide ĥıfž-ı ĥırāset
Refʿ ide göñüllerde (8) olan dāʿ u bāli
ʿĀrif ola ol mezlaķa-i (9) rāh-ı sülūka
SK. MS. 15b. Temyīz ide ol nehc-i hidāyetle đelāli
(10) Keşf eyleye sāliklere aĥvāl-ı sülūkı
Fetĥ (11) eyleye ŧāliblere ebvāb-ı nevāli
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım rahmetinle bizleri koru, bizlere merhamet et.
12a. (1) Manźūm: - SK. MS.

12a. (5) Ķudsīyyete: Ķudsīyye SK. MS.

12a. (6-7) Ġıybetde ide: İde ġıybetde SK. MS.
342

146
Şeyħlerden olup (12) nisbet-i ʿirfān müselsel
Esmāʿ-i ŧarīķinde (13) ola fażl-ı kemāli
Ĥaķķa ola ķurb-ı velāyetle (14) muķarrib
Ĥalķa ola tāc-ı ĥilāfetle ʿāli
(15) Meʿźūn ola ol terbīyye-yi rūĥ-ı Nebīden
(16) Teʿbīd ola envāʿ-ı kerāmetle bu ĥāli
(17) Ger olmasa bu śıfatlar bir şeyħde mevcūd
SK. HME 12b.(1) Elbet de olur hükm-i meşīħatdan o ħālī
Meger ol (2) sālik-i billāh ġāyetde ĥulūśkār
SK. MS. 16a. Dāʿimā Ĥaķķa (3) nažarla ala feyż-i kemāli
Līki müşkīl olur (4) bu ĥāl ile ħiźmet
Ķorķaram dü cihānda (5) ħüsrānda ola ĥāli
ŦARĪĶ-İ TELĶĪN 
(6) Bir sālik Ĥaķķ teʿālāya sülūk itmek murād itse (7) ve ehlullāh yollarına
girüp dü cihānda ber-murād (8) olayım dise lāźımdur ki evvelā bir şeyħ-i kāmil (9)
bulup andan aħź-ı ŧarīķ ve telķīn-i źikr ve ādāb (10) erkān ögrenüp anı rehber ve püşter
idinüp (11) ŧarīķat-ı ʿalīyyeye giden yollara anıñ refāķātıyla sülūk idüp (12) ķadem
baśa. Źīrā Cenāb-ı Ĥaķķa giden tarīķ (13) ziyādesiyle ħaŧırına gider mūzbāt ve ʿuķyāt
(14) ve mevsūsāt çoķdur. Bir refīķ-i müstefī(15) ve enīs-i mūlis, cāri, cesūr, rüsūm-ı

12b. (2) Billāh: - SK. HME.
12b. (5) Ŧarīķ-i telķīn: - SK. HME.

12b. (6) İtmek: - SK. MS.

12b. (8) Ki: - SK. HME.

12b.(12) Giden yollara: - SK. HME.

12b. (14) Müstefī: Müşfiķ SK. MS.

147
ŧarīķi (16) bilene muķārin olmadıķça hidāyet bulamamadan (17) māʿada yolda çoķ
sefiliyyetler çeküp varın
SK. HME 13a. (1) yaġma idüp belki helākı muĥaķķaķ ola
343
‫( الطريق‬2) ّ‫الرفيق ثم‬
SK. MS. 16b. manŧūķınca bir daħi ve 344‫( يكنله شيخ فشيخه الشيطان‬4) ‫مجال الى محال ومن لم‬
‫( من الرجال فينتقل من‬3) ‫ من لم ياخذ الطريق‬ĥükmi muķadder olur (5) şeyħ olan kimse evvelā
sālike istiħāre ile (6) emr idüp ve kendi daħi istiħāre idüp ehlullāh (7) ŧarafından iźinden
śoñra sālike ġusl ile (8) emr idüp baʿde iki rekʿat namāz ve Ĥaķķ içün (9) rıżā yolına bir
miķdār şeyǿ nezr ve taśadduķ ile emr (10) idüp ve sālik işleyüp şeyħiñ öñüne ĥużūrına
(11) gele ve şeyħ dizi üzerine iħlāśa emr ve camīʿ (12) śaġāyir ve kebāǿirlerinden
maʿāśı ve ġafletlerinden (13) ve aħlāķ-ı zemīmelerinden tövbe-i (14) naśūĥ ile tövbe
itdürüp zīrā ĥadīŝ-i şerīfde bir ādem cümle (15) günāhına tövbe idüp SK. MS. 17a.
birisine itmese tāʿib (16) dinilmez. Śoñra şeyħ ol sālikiñ ĥuķūķ-ı ʿibādı (17) var ise
eśĥāb-ı tarīķden ister. Dādına saʿī
SK. HME 13b. (1) veyāħūd maĥalinden istiĥlāline ġayret ile ʿahd (2) alup ol
mürīdiñ śaġ elin ŧutup mükellef (3) üzerine farż olan ve vācib olan camīʿ-i aĥkām-ı (4)
şerʿiyyeyi ve sünnet-i nevāfilleri işlemesine sālikden (5) ʿahd-ı iķrār alup ve ʿazīmet ile
ʿamel itmesine daħi (6) ʿahd alup bidʿatlerden iĥtırāz ve tövbe-i iķrārlara (7) ŝābit
ķadem olmasına daħi ʿahd alup teberrüken bu āyet-i (8) kerīmeyi ķıraāt idüp
345
‫الى احزه‬
‫( يباديعونك‬9) ‫ قوله تعالى انّ الذين‬Oķuyup ve esmā-i sebʿādan ism-i evvel olan (10) kelime-i
tevhīdi zikr-i lisān ile telķīn idüp (11) śaġından alup śolında ħatm ile SK. MS. 17b. 346‫هو‬
ّ‫ ال مقصوده ال‬maʿnā-yı şerīfini mülāĥaža ile emr idüp (13) bīʿat-ı Muĥammedī üzre iźin
vire zīrā üç maʿnādan (14) biri bu maʿnādır. Sālik olan bu maʿnāyı mülāĥažasuz (15)
źikr itse fāʿidesi olmaduġından māʿada (16) belki żarar olur bu źikr-i lisān ile müddet-i
vāfire (17) geçüp lisānın ķalbine muvāffaķ ķılarsa baʿde

12b. (17) Sefiliyyetler: Sıķletler SK. MS.
Tarikata girmeden önce bir arkadaş gereklidir.
344 Bir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür. Şeyhi olmayan
kişinin şeyhi şeytandır. Şihâbuddîn Sühreverdî, a.g.e. , s. 119. ; Ünal, a.g.e. , s. 95-102.

13a. (10) Şeyħiñ öñüne ĥužūrına: Öñüne SK. MS.

13a.(11) Emr: - SK. MS.
345 Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman Allah’a tabi olurlar. Kur’an, 48. Fetih Sûresi, Ayet 10

13b. (9) İsm-i evvel olan: - SK. HME.

13b. (11) Śaġından alup śolında: Śaġdan alup śolda SK. HME.
346 Allah dışında hiçbir maksat yoktur.
343
148
SK. HME 14a. (1) tevĥīd-i şerīfi ħafī ve iħfā ve ķalbī ŧarīķ ile destūr (2) vire
ellerin ŧutup duʿā idüp cümle muʿāhedeler (3) ve tövbeler üzere ŝābit ķadem olmaya söz
virüp (4) ve iķrār alup śonuñda bir daħi tecdīd-i ahde (5) muĥtāc olınmayup ʿazm u
cezm ile iʿtiķād-ı tam (6) ile ve cümle baş, cān ve māl ve ʿıyāl bu yolda (7) fedā
nisbetiyle SK. MS. 18a. iħtitām olana ve illā eger bunlar olmaz ise (8) şeyħ cānibinden
olan ŧarīķ-i feyż ve fütūĥ-ı pür (9) şürūĥ ve esrār-ı cünūĥ kendüne mesned olup (10)
yolında zaĥmet çeküp yine tecdīde muĥtāc (11) olur ve yolı ırāķ olur.
NAŽM
( - - v / - v - -/ - - v/ - v - -)
MefǾūlü / FāǾilātün / MefǾūlü / FāǾilātün
Sālik Ħudāya (12) iremez rehber olmasa
İrşād ider ŧarīķi aña (13) bir er olmasa
Lāyıķ olur mu ħizmet-i meclis-i (14) mülūke hiç
Erbāb-ı terbīyyet ile o kim perver (15) olmasa
Ādem gider mi rāh ħaŧırına ki begim (16)
Anıñ refīķi rehnümā ve selāĥkār olmasa
Sālik (17) Bu yolda mažhar-ı himmet olur mu hiç
SK. MS. 18b. SK. HME 14b.Dergāh-ı (1) şeyħ-i kāmile rū göster olmasa
Feyż-i himmet ʿizz-i (2) ĥürmet ber-murād olsun ki hiç
Ĥaķķ yolında şeyħ (3)öñünde ʿabd-ı çāker olmasa

14a. (1) Ħafī: - SK. HME.
14a. (3) Ķadem: - SK. MS.

14a. (11) Naźm: - SK. HME.

149
(4) ĀDĀB-I ERKĀN-I SÜLŪKÜ’S-SĀLİKĪN
(5) Bu ŧarīķat-ı ʿaliyyede ĥıfž-ı nisbet rükn-i aǾžamdır. (6) Nisbetiñ maʿnāsı şeyħ
mürīdin virdügi ve mürīd (7) aħz itdügi ʿahd-ı mīŝāķ ve telķīn ve taʿlīm ve tenbīh (8) ve
evrād ve eźkār ve ādāb-ı ʿubūdiyyetden ʿibārettir. (9) Bu maʿnāca nisbet ʿayn-ı ŧarīķ
oldı. Sālik (10) eger bu nisbeti ĥıfž itmese ŧarīķini ĥıfž itmemiş (11) olur. Ŧarīķini ĥıfž
itmeyen ŧarīķden meŧrūd (12) ve yolından merdūd olur. Bir vechle Ĥaķķa taķarrüb (13)
idemez. İmdi sālike ĥıfž-ı nisbet lāzımdır (14) ve farż-ı ʿayndır. Ĥıfž-ı nisbetiñ keyfiyeti
budur ki mürīd (15) şeyħ ile itdügi ahd-ı mīŝāķıñ ve şeyħden telaķķī eyledügi (16) SK.
MS. 19a. eźkār ve evrādıñ üzerine ŝābit ķadem olup
SK. HME 15a. (1) anlardan ednī birin terk itmeyüp her bir emrini (2) cāndan
ķabūl ile ĥıfž idüp üzerine ziyāde (3) ve andan noķśan itmeye ve camīʿ-i feyż-i fütuĥı
(4) ve luŧf-ı şürūĥı şeyħ vāsıŧasıyla olur (5) iʿtiķād idüp her cihetden şeyħe ĥüsn-i žan
(6)  idüp sū’ī iʿtiķāda yanaşmayup ĥaķķına (7) kemāl-ı ĥürmet ve kendine muĥabbet ve
cāndan ĥizmet (8) ve itdigi ve virdigi şeylere müdāvemet ve aĥz-ı (9) meşāyıħ
meclislerinden ictināb idüp varmayup (10) bunlara mürāʿāt ile nisbeti edā itmiş olur ve
illā (11) eger bunlardan birin terk iderse şeyħe ʿöźür (12) ve yeñi başdan ricā ve ilticā
ile tecdīd-i nisbet (13) ve temkīn-i ʿahd itmek lāzım olur. SK. MS. 19b. Zīrā enķaż-ı
(14) ʿahd ve terk-i nisbet itmiş oldı. Eʿūźübillāh (15) felāĥ ve necāt bulmamaya ʿalāmet
ve sebebdir. (16) Ve mürīde lāzım olan şeyħden ġayrı meşāyıħlarla (17) görüşmeyüp
kendi ŧarīķ ķardaşlarınıñ ġayrı
SK. HME 15b. (1) ehl-i sülūk ile görüşmeyüp şeyħiñ ħilāfında (2) olan
kimesneler yanına varmayup ve śohbet itmeye (3) ve şeyħim vāśıl-ı Ĥaķķdır ve beni

Başlık: - SK. MS.
14b. (8) Ve: - SK. MS.

14b. (9) Nisbet-i: - SK. MS.

14b. (10) Eger: - SK. MS.

14b. (14) Ĥıfž-ı: - SK. HME.

14b. (15) Ahd-ı: - SK. HME.

15a. (1) Bir: - SK. HME.

15a. (3) Noķśan: - SK. MS.

15a. (5) Ĥüsn-i žan: Ĥüsn-i ħulķ SK. MS.

15b. (2) Kimesneler: Kimseler SK. MS.

15b. (2) Ve: - SK. MS.

150
Ĥaķķa ol īsāl (4) ider iʿtiķādın idüp camīʿ-i teklīfātını (5) ve tenbīhātların cān-ı dilden
ķabūl ve luŧf-ı (6) ʿināyet bilüp cümlesine baş ege ve nāǿib-i (7) Resūlullāhdır śallallāh
u ʿaleyh-i ve sellem diyü iʿtiķād (8) ide buña mütābaʿat sulŧān-ı enbiyā ʿaleyhisselāma
(9) mütabāʿatdır, buña bīʿat aña bīʿatdır. Buña teslīm aña (10) teslīm, bunıñ rıżāsı SK.
MS. 20a. añın rıżāsıdır diyü (11) iʿtiķād ide. Böyle itmez ise nūr-ı iķtidā (12) ķalbinden
zāʿīl olur, bīʿat beni maĥv olur. Ve bir daħi (13) rābıŧa-i muĥabbet, ŧarīķat-ı ʿaliyyeniñ
rüknüdür. Rābıŧa-i (14) muĥabbet didikleri mürīdiñ şeyħine olan muĥabbetinden (15)
ʿibāretdir. Eger mürīdde bu rābıŧā-i muĥabbet olmasa (16) istifāża ve kesb-i himmet
idemeyüp cümlesi (17) żāyīʿolur. Zīrā efrāżıñ ikincisi budur. Zīrā istifāżāya
SK. HME 16a. (1) sebeb rābıŧa-yı muĥabbetdir. Anıñçün rükün śaydılar. (2) Bu
rābıŧa-i muĥabbet dört ŧarīķ ile olur. Evvelki (3) tarīķ budur ki mürīd şeyħiñ śūretin
muĥabbet (4) tarīķiyle taśavvur idüp ol taśvīrde kendin (5) iķnā ider. Nitekim ʿāşıķ
maʿşūķınıñ śūretin (6) taśavvur idüp SK. MS. 20b. kendin iķnā itdigi gibi. Bu rābıŧa (7)
sebebiyle şeyħiñ rūĥāniyeti mürīdiñ bāŧınında (8) ĥāżır olur. Mürīdiñ bāŧını ol
rūĥāniyyetiñ (9) envārıyla nūrlanup kendine baʿżı esrārlar (10) žāhir ve temkīn-i
muĥabbet ĥāśıl olur ve şeyħiñ baʿżı (11) kemālātı mürīde inśibāġ ŧarīķi üzere ĥāśıl (12)
olur. Bu rābıŧaya mürīd müdāvemet itse (13) tedrīc ile kemāle ulaşur. Şeyħ gibi zīrā
(14) rābıŧa-i muĥabbet, muĥabbeti maĥbūbuñ śıfātlarına idħāl (15) ider. Nitekim
347
‫ المحبة دخول صفات الحبوب على البدن من صفات الحبت‬ve ikinci ŧarīķ budur ki (17) mürīd
şeyħin rūĥāniyyetine muĥabbet ŧarīķi üzere
SK. HME 16b. (1) teveccüh ider. Ol teveccühde bir rütbeye müstaġriķ (2) olur ki
beşeriyetinden zuhūl ider. SK. MS. 21a. Ol ĥālde (3) şeyħiñ rūĥāniyeti mürīdiñ
bāŧınında taśarruf ider. (4) Mürīdiñ evśāf-ı beşeriyyesin izāle ider (5) ve tedrīc ile

15b. (5) Tenbīhātların: Tenbīhātnı SK. MS.
15b. (8) Śulŧān-ı enbiyā ʿaleyhisselāma: Śulŧān-ı enbiyāya SK. MS.

15b. (10) Añın: Mevlā SK. MS.

15b. (17) Efražıñ: - SK. HME.

16a. (6) idüp: iderken SK. MS.

16a. (8) Olur: Olup SK. MS.

16a. (10) Baʿžı: - SK. HME.
347 Muhabbet, mahbubun niteliklerinin maşukun bedeni üzerinde kendinî göstermesidir.

16a. (3) Mürīdiñ: - SK. HME.

151
mürīd şeyħiñ evśāf-ı rūħāniyetiyle (6) mevśūf olur ve bu rābıŧaya müdāvemet ile (7)
şeyħden bedel baʿżı ĥālāta ulaşup ve kendi ne (8) ĥāl üzre oldıġı inʿkās ŧarīķi üzre (9)
şeyħiñ derūnında ĥāśıl olur. Ĥarekāt, (10) sekināt ve efʿāl-ı eŧvārı birleşür ol (11)
teveccühde ammā üçünci ŧarīķ budur ki mürīd (12) şeyħiñ rūĥāniyyetin bir dāǿire-i
müdevvāre yāħūd (13) bir ķubbe-i merfūʿa-i nūrāniyye şeklinde mülāĥaža (14) idüp ol
mülāĥažada kendini ol dāʿirenin veya ķubbe-i nūrāniyyeniñ (15) üsŧünde mülāĥaža idüp
ol mülāĥažada (16) öyle müstaġrīķ olur ki kendiden bil-külli (17) gider SK. MS. 21b.
ve ġāǿib olur. Ol ġıybetden şeyħiñ
SK. HME 17a. (1) rūĥanīyyeti ve nūrāniyyeti inʿkās ŧarīķiyle mürīdiñ (2)
bāŧınına inśıbāġ ve intiķāş ider. Ol nūrānīyyetden (3) mürīdiñ ķalbine daħi bir
nūrāniyyet-i ferʿiyye ĥāśıl (4) olur ve tedrīc ile ol nūrāniyyet-i aślīyye (5) mālik olup
mürīd daħi şeyħden bedel baǾżı (6) kemāle vāśıl olur. Ol teveccühde ammā dördinci (7)
ŧarīķ budur ki mürīd şeyħiñ śūretin rūĥāniyeti (8) birle mizācesiniñ mülāĥaža ile şeyħiñ
(9) ĥużūrında itdigi teǿeddüb gibi ol śūret-i (10) farziyyeye daħi teǿeddüb ve ĥużūrında
kendiniñ (11) boynında bir zincīr farż olunup ucı şeyħiñ (12) ayaġında olaraķ boynı egri
ĥużūrda (13) şöyle müstemīr SK. MS. 22a. ola ki tā kim ol śūret-i mefrūżādan (14) aña
bir feyż-i rūĥāniyyet fīżān idüp (15) bu rābıŧa ile mürīd şeyħiñ ĥużūrında (16) taĥśīl gibi
taĥśīl ider lākin bunlar şol (17) şarŧa tevaķķuf ider ki mürīd de ziyādesiyle iǿtiķād-ı

16b. (6) Olur: Olup SK. MS.
16b. (6) İle: - SK. HME.

16b. (12) Müdevvare: - SK. HME.

16b. (14) Ol mülāĥažada: - SK. HME.

16b. (15) Mülāĥažada: - SK. MS.

17a. (1) Rūhanīyyeti ve nūrānīyyeti: Rūĥanīyyetiniñ nūrānīyyeti SK. MS.

17a. (3) Nūrāniyyet-i ferʿiyye: Nūrāniyye-i ferʿiyye SK. MS.

17a. (13) Tā Kim: - SK. HME.

17a. (17) Ziyādesiyle: Ziyāde - SK. HME.

152
SK. HME 17b. (1) ķavī lāzımdır ve ĥüsn-i žan lāzımdır. Şeyħiniñ (2) śūretinden
her ĥālde rūĥāniyyeti irilmez ve her ķande (3) gezerse ol muĥabbetle ve anıñ ħavfıyla
gezüp her (4) ķande taśavvūr olunur ise rūĥāniyyeti śūretiyle bile (5) der-i imdād
Ǿināyet ve himmet iderler ayrı degüldür. (6) Ancaķ beni Mevlāya ol īśāl ider, ġayrıdan
(7) muĥāldır. Ħıżır gelse baña fāǿide virmez, diyüp (8) baña benden ziyāde müşfiķdir,
ĥālimi benden ziyāde (9) bilür diyü bu iǾtiķād üzere olup her ĥālini (10) ve kendine
SK. MS. 22b. perīşānlıķ virecek aĥvāllerini (11) ve aķvāllerini cümleten ifāde lāzımdır
ve anıñ (12) lisānından ne himmet olur diyü ma-ĥażā bir nuŧķını kimyā (13) Ǿad idüp
görelim ne nuŧķ buyurur, diyü tefāǾül (14) üzere olup hiçbir kelāmını boşa geçürmeyüp
(15) cümlesinden bir ĥiśśe alup “Bunı niçün (16) didi, bu münāsib degül idi yāħūd bu
(17) müşkildür.” dimeyüp cümlesin ĥikmet ĥaml
SK. HME 18a. (1) idüp ve cān ķulaġıyla diñleyüp ve baǾżı (2) ġayrılara itdigi
kelāmlardan daħi ĥiśśe (3) alup baña daħi bunda tenbīh vārdır diyü (4) iǾtiķād ide.
Şeyħ kelām söylerken bir iş (5) ŧutmaya ve ġayrıya iltifāt itmeye ve iźinsiz (6) gitmeye
ve baǾżı olur ki ĥużūrda nefsin (7) fānī idüp müstaġriķ olur SK. MS. 23a. mürīdde bu
üslūb üzere sülūklar, (8) bu teǿeddüb ve mülāĥažalar ve bu iǾtiķādlar (9) olduķça şeyħ
mürīdi ez-vaķitde maķāma (10) ve rütbeye ulaşdırır. Bu rābıŧalar mürīde fāǿide (11)
virmesi muĥabbete muķārin olursa eger (12) muķārin olmayup hemān bu ādābları ve bu
erkān-ı (13) sülūkları śırf yüze olup yāħūd ġareż-i (14) dünyā ve ġareż-i uħrī olup
birazımız ħavflar (15) ile žāhiren śūret-i teslīmiyyet olup (16) Allāh ve ehlullāh
yollarınıñ niçesinden (17) ve niyetlerinden ġāfil olursa žarār virmez belki żordur.

17b. (2) Ve: - SK. HME.
17b. (4) Bile: - SK. HME.

17b. (5) İderler: İder SK. HME.

17b. (6) Ol: - SK. MS.

17b. (9) İǿtiķād Üzere: İǿtiķādda SK. MS.

17b. (10) Kendine: Kendüye SK. MS.

17b. (12) Olur: - SK. HME.

18a. (1) Ve: - SK. MS.

18a. (1) Ve baǾžı: BaǾžen SK. MS.

18a. (4) İǿtiķād ide: Bu iǾtiķādı ide SK. MS.

18a. (7) İdüp: - SK. HME.

18a. (7) Üslūb üzere: - SK. HME.

18a. (10) Ulaşdırır: Ulaşdurup SK. MS.

18a. (17) Žarar virmez belki žordur: Belki žordur SK. HME., žarar virmez SK. MS.

153
SK. HME 18b. (1) Muĥabbet daħi muhibbe ĥaķdır, iktisābı degüldür. Hemān (2)
nuŧuķlar ve ādāblar muķtażāsınca sülūk żımnında Mevlā (3) daħi Ǿināyet ider ve
himmet ile olur muĥabbetde tekellüf (4) zındıķālıkdır baǾde irāŝ ider.
MefǾūlü / MefāǾīlün / FeǾūlün
(- - v/v - - -/v - -)
SK. MS. 23b. İt rābıŧa-yı (5) şeyħe müdām SK. HME 18b.
Ĥabībine eyle iǿtiśām
Ol ħiźmetinde (6) śubĥ u şām
İĥsānına ol müsteĥaķ
Şeyħe hemān ķıl iķtidā (7)
Aĥdın ŧutup eyle vefā
Bul Ĥaķķ yolunda irtifā
(8) Ol vāśıl-ı dergāh-ı Ĥaķķ
Şeyħi taśavvūr eyle ŧur
(9) Ķalbiñden anı itme ŧur
D āǿim añunla ķıl ĥużūr
(10) Sırrından şeyħin sebaķ
Ĥābında şeyħiñ fānī (11) ol
ǾAşķında sergerdānı ol
Ǿİlm-i ledüni kāni (12) ol
Dersi oķı andan varaķ

18b. (2) Ādāblar: Edebler SK. HME.
18b. (3) İder ve : - SK. HME.

18b. (5) Eyle: - SK. HME.

18b. (6) Hemān: - SK. HME.

154
Meclīs-i şeyħe (13) hāžır ol
Diñle kelāmı nāžır ol
Ķahrı (14) yüzinden fāħir ol
Kim olmaya luŧfı ırāķ
(15) Daħi erkān-ı sülūkdan biri daħi bu ki śoĥbet-i meşāyıħ (16) elzem ve
levāzımdır ve aǾzam-ı Ǿazāyimdir. Zīrā meşāyıħlarıñ (17) ekŝeriyye mürīdleri terbīyyesi
śoĥbetle ve eŝnāyı
SK. HME 19a. (1) kelāmda SK. MS. 24a. rumūzātlar ile ve ġumūżātlar ile olup
(2) ifāđeleri ve himmetleri śoĥbet-i ŧarīķ ile olur. (3) śallalāhu teǾālā Ǿaleyhi ve sellem
ĥażretleri eśĥāb-ı (4) kirāma çoķ ŧarīķler ile ifāđe ittiler ammā śoĥbet ile ifāđeleri
ziyāde (5) ve eblāġ olduġundan anlara eśĥāb ve śaĥābi (6) diyü tesmiye olındı ve
ekŝeriyye meşāyıħ-ı kirām (7) daħi ħizmetler ile ve baǾżı muǾāmele-i refīķ ile ve baǾżı
(8) śūret-i ķāhirde ħuşūnetle ve ġažāb ile ve baǾzı (9) taǿrīż ile ve baǾzen luŧf ile śūret-i
cemāl (10) gösterüp bunlar eŝnāsında çoķ tenbīhāt (11) ve çoķ ādāb-ı erkānlar işāret
iderler ve lākin (12) śūret-i celāl ile ķahr yönünden olan (13) işāretler eblāġ ve ez ki
fāǿidesi tizce müşāhede (14) olunur. SK. MS. 24b. Ammā sālik her ne yüzden olursa
(15) cümlesini luŧf-ı Ǿināyet ve himmet bilüp (16) cümlesine boyun egüp ebūllāh
licāmın (17) aġzına urup vāķıǾ olan imtiĥān ve çille
SK. HME 19b. (1) ve meşaķķatleriñ cümlesine ĥużūr ile ve śafā (2) ile memnūn
olup incinmeyüp ve ħāŧırına cüzīǾ (3) ŝıķlet veya cüzīǿ Ǿacz žāhir olmayup kahrı (4)
luŧfı Ǿindinde müsāvī olup ħiźmetler ħitāmında (5) ve çilleler Ǿaķabinde luŧfa muntažir
olmayup belki (6) olanca Ǿömrümü ve varımı daħi bu yolda efnā itsem yine (7) azdur,
dāǿima Ǿināyetdir. Bu yolda bulunup ķapularında (8) yeksān olduġum bu hemān besdir,
kendiler bilür (9) diyü bāb-ı teslīmde rıżā eşigine yüzler sürüp (10) bu sülūklar ile

18b. (15) Śoĥbet-i: - SK. HME.
18b. (16) Ve: - SK. HME.

19a. (1) Rumūzātlar ile: Rumūzātla SK. MS.

19a. (4) İfāđe ittiler amma śoĥbet: - SK. HME.

19a. (7) BaǾzı: - SK. HME.

19b. (6) Ve: - SK. HME.

19b. (6) Daħi: - SK. HME.

155
saǾādet-i ebedī ve kimyā-yı sermedīye (11) vāśıl olur.
‫( الغافلين‬13) ‫و احفظنا من ذمرة‬
348
‫ و ارحم ضعيفه حلتا‬SK. MS. 25a. (12) ‫سر اخواننا‬
ّ ‫اللّه ّم يسرلنا و ي‬
TENBĪH
Ey sālik, billāh maǾlūm olsun ki (14) ve cān ķulaġıyla mesmūǾıñ ve maķbūlıñ
olsun ki (15) ŧarīķat-ı Ǿaliyyeniñ yedi rükni vardır. Eger yüreginden (16) birisin sālik
olsa şeyħden ħabersiz elbet de (17) bu ŧarīķat-ı Ǿaliyyeniñ sırrına muĥarrem olamaz
SK. HME 20a. (1) ve sülūkdan çıķup cümle emekleri żāyiǾ olur. (2) Ammā şeyħ
bu rüknüñ baǾżısına icāzet virmediyse (3) yāħūd kendine ruħśat ile kendiliginden (4)
emr itdi ise o żarar virmez ve biraz vācibleri (5) ve biraz şürūŧlar
ile sünnet-i
müekkedesi vardır ve ādābları (6) lā-yuǾad ve lā-yaĥśidir. BaǾžısı münāsebetle (7) zikr
olundı ve baǾżıları źikr olur ve ħurde-i (8) fuķarā tesmīyye olunan baǾżı şürūŧları daħi
(9) vardır. SK. MS. 25b. Źikr olunur ammā yedi rükünden birisi (10) murāķabedir. Bu
rükni žeyħ olan kimsene sālikiñ (11) istiǾdādına ve ħizmetine ve gelişātına göre (12)
iźin virürse edā ider virmez ise aña (13) sülūk idemez. Maĥallinde beyān olındı ve biri
(14) daħi źikr-i ķalbīdir ki aña daħi şeyħ iźni olmayınca (15) olmaz ve birisi vuķūf-ı
ķalbīdir ki aña daħi şeyħ (16) iźni olmayınca olmaz bu üç rükün rükn-i erbaǾādan (17)
śoñra olur ve her birine başķaca şeyħ
SK. HME 20b. (1) olan kişi destūr virmedükçe ve ādāb ile ħaber (2) virmedükçe
olmaz. Maĥallinde beyān olunur durur. (3) Dördüncisi ĥıfž-ı nisbet, beşincisi rābıŧa-i (4)
muĥabbet bunlar rükn-i Ǿažāmdur. Altıncısı śoĥbet-i şeyĥ (5) ve ĥużūr-ı meclis
yedincisi devām-ı ħiźmet (6) ve emre iŧāǾaŧ ve lākin bu dördüñ SK. MS. 26a. ĥıfž-ı (7)
nisbet ve rābıŧa-i muĥabbet bunları beyān itdik. (8) Śoĥbet ve ĥużūr ve ħizmet ve iŧāǾat

19b. (11) Olur: olsa SK. MS.
Ey Allah’ım! Bize ve kardeşlerimize ( zorlukları ) kolaylaştır, halimizin zayılığına merhamet eyle ve
bizi gafillerden olmaktan muhafaza et.

Başlık: - SK. MS.

19b. (13) Billah: - SK. HME.

19b. (13) Ki: - SK. MS.

20a. (8) Şürūŧları: Şürūŧ SK. HME.

20a. (10) Sālikiñ: Sālik SK. HME.

20a. (13) Olundı ve biri: Olur ve bu SK. MS.

20a. (15) Şeyħ: - SK. HME.

20a. (16) İzni olmayınca: İzin virmedikçe SK. MS.
348
156
(9) bunlarıñ daħi baǾżıları münāsebetiyle źikr (10) olındı. Ammā tafśīli budur ki
ehlullāh-ı (11) kirām demişler ki ĥużūr-ı meclīs-i şeyħ ve śoĥbet-i şeyħ (12) elzem-i
levāzımdır. Zīrā Pīr Muĥammed Bahāǿüddīn Ħażretleri (13) buyurur ŧarīķata;
‫الجمعيّة‬
349
‫صحبة ولخير فى‬
ّ ‫( طريق ال‬14) mefhūmınca sālik olana ŧarīķinde kendi yollarına (15) ve
ādāb-ı erkānına müteǾalliķ śoĥbet lāzımdır. (16) Ħuśūśen ĥużūr-ı şeyħde kelāma
muntaźir (17) olup sülūk śoĥbetlerini fehm ve nuŧķ olunan
SK. HME 21a. (1) kelāmları cān ķulaġıyla istimāǿ ve ķıśśādan (2) ĥiśśe ve her
bir kelām-ı şeyħden bir edeb (3) ögrenmeye intižār lāzımdır. Zirā Ǿārifleriñ SK. MS.
26b. (4) śoĥbetleri Allāhu TeǾālānıñ tecelliyātından neşǿet (5) ider ve vaķt ise mürūr
ider ŧurmaz. Ol nuŧuķlar (6) ise her vaķit olmaz ve gelişāt her bir zamān (7) gelmez ve
tecelliyāt tekerrür itmez. Fevt olan śoĥbet (8) bir daħi tedārik olınmaz. Hemān intiźār
ve terķib (9) ile fırśatı geçürmeyüp her bir kelāmı ĥikmet ĥaml (10) idüp nāžır ola. Zīrā
sālikleriñ ŧarīķinde (11) baǾżı maķāmdan Ǿubūrları ve baǾżı maķāma (12) ve dereceye
vüśūlları ve ķabžları ferāǿiž ve sünnet-i (13) nevāfil ve śavm Ǿibādetler ile olmaz. Belki
(14) śoĥbet ile ve ħiźmet, iŧāǾatle ve ādāb-ı erkāna (15) mürāǾāt ile olur. Ol śoĥbetler
çoķ olur (16) ki Ǿibādetden infaǾ olur. Nitekim sulŧānımız (17) śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellem śaĥābīden birisine
SK. HME 21b. (1) ādem SK. MS. 27a. gönderdi. O kimse śalātı edā ideyim (2)
śoñra varayım diyüp śalātı edāya
meşġūl oldı. (3) BaǾde meclis-i saǾādete geldi.
Buyurdılar ki (4) “Niçün tāħir itdiñ?”, “Namāz içün tāħir itdim.” (5) diyince bu kerre
sulŧānımız buyurdılar ki, “Benim (6) meclisime gelüp icābet itmek saña śalātı (7) evvel
vaķtinde ķılmadan vesāǿir nevāfilleri bā- cemǾehüm (8) edādan efżāldir.” BaǾżı vaķit

20b. (11) Şeyħ: - SK. HME.
Tarikat yolunun esası ve hayırlı olanı sohbettir. Muhammed Parsa, (2011), Şah-ı Nakşibend
Hazretlerinin Sohbetleri, Erkam Yayınları, İstanbul: s.36.

20b. (17) Śoĥbetlerini: Śoĥbetlerin SK. HME.

20b. (17) Ve: - SK. HME.

21a. (2) Kelām-ı şeyħden bir: Kelāmda şeyħden birer SK. MS.

21a. (5) İse: - SK. HME.

21a. (7) Ve: - SK. HME.

21a. (9) Fırśatı: - SK. HME.

21a. (15) Ve: - SK. HME.

21a. (12) Vüśūlları ve ķabžları: Duħulları ve feyžleri SK. HME.

21a. (14) İle: - SK. HME.

21b. (2) Śalātı edāya: Śalātla SK. HME.
349
157
düşer ki Ǿārifleriñ (9) bir laĥża-i meclīsi biñ sāǾat Ǿibādetden (10) ħayırlı olur anıñçün
ّ ‫( صحبة الى صحبة‬13) ‫لنوصلكم‬
ّ ‫مع‬
sālikleriñe bir Ǿārif (11) buyurdılar ki 350 ‫هللا ع ّز و ج ّل‬
‫هللا‬
ّ
ّ ‫ اصحبوا مع‬zīrā anlarıñ (14) śoĥbetleri ķalbi
‫( فاصحبوا مع من يصحب‬12) ‫هللا فانلم نطيقو‬
taśfīyye ve mücellā ider ve ķulūbda (15) olan śoĥbet ĥicab-ı mevāniǾleri SK. MS. 27b.
ve vesāvisleri (16) izāle ider ve anlara baǾżı vaķitde beyneǿl-kelām (17) ve baǾżı
mürāķābe ĥāllerinde ve baǾżı lisānları
SK. HME 22a. (1) söylerken baǿźen Allāh ķādirlerdir ki Ĥaķķı müşāhede (2)
iderler ve sālikleri daħi çoķ esrārlar müşāhede (3) itdürürler. Ammā anlar bilmezler ve
fehm itdürmezler. (4) Zīrā bilseler ķulūbları perīşān ve nefisleri (5) śafā bulur. Hemān
anlara bir rūĥāniyyet veya bir (6) lezzet veya bir nūrāniyyet-i beşāşet ĥuśūluyla (7)
geçerler. Ammā eǾūzubillāh bunlardan birisin (8) daħi ŧuymayup belki kendine sıķlet ya
bir (9) nevm-i Ǿārıż olursa aña sālik dinmez. (10) Küllīyen nefs-i şeyŧān elinde
ķalmışdır. Müceddeden (11) tövbe idüp tecdīd-i ināyet ve tażarruǾ-ı tezlīl-i (12)
nedāmet ile ķābil-i edeb ve mālik-i ķalb olana (13) suǾal olunur ki: “VüǾāžālarıñ ve
ħatīb, SK. MS. 28a. (14) imām ve Ǿulemā-yı žāhirleriñ kelāmlarında bu (15) ĥalāvetler
niçün yoķ?” añā cevāb oldur ki: (16) “Meşāyıħdan vārid olan śoĥbetler Ǿālem-i cemǾ-i
cumhūrdan (17) žuhūr ider ammā anlara žuhūr iden Ǿālem-i
SK. HME 22b. (1) farķdandır.” Meşāyıħıñ kelāmı tecelliyātdan ve ķudretden (2)
ve ķurbiyyetden neşǿet ider. Her ne söylerse (3) gerçi žāhirde ǿavām-ı nās kelāmı gibi
olsa da elbetde (4) anlarda āŝār-ı tecelliyāt ve ilhāmüǿl-hayāt ve çoķ (5) nikātler vardır.
MālāyaǾnīyye ĥaml itmek (6) ħaŧā-yı Ǿažīmedir. Anıñçün meşāyıħ kelāmları (7) ķurb-ı
şühūda ve fevz-i fütūĥa irāŝ ider. (8) Ammā her kimesneniñ alışatına ve gelişātına (9) ve
niyetine ve ķalbine göre fehm olunur. Ziyāde fehm (10) idemez. Anıñ çün bir meclisde
niçe kelām olur ki SK. MS. 28b. (11) ol kelāmdan niçe kimesneler münbasiŧ ve niçeler
Allah’la sohbet edin. Eğer siz Allah ile sohbet edemiyorsanız sizi Allah’ın azze ve celle sohbetine
ulaştırması için Allah ile sohbet edenlerle sohbet edin. Sühreverdi, a.g.e. , s. 554.

21b. (14) Ķulūbda: Ķulūblarda SK. HME.

21b. (15) Śoĥbet: - SK. HME.

22a. (11) Ve: - SK. HME.

22a. (15) Yoķ: olmaz SK. MS.

22a. (16) CemǾ-i cumhūrdan: CemǾden SK. HME.

22b. (1) Tecelliyātdan ve ķudretden: Tecelliyātdır ve ķudretdir SK. HME.

22b. (3) Gerçi źāhirde Ǿavām-ı nās kelāmı: Źāhirde Ǿavām-ı nās SK. HME.

22b. (4) Aŝār-ı: Eŝer-i SK. HME.

22b. (11) Kimesneler: Kimseler SK. MS.
350
158
(12) münķabıż ve niçeler münbasiŧ ve niçeler bī-ħaber olurlar ve Ǿārifleriñ (13)
meclisinde niçe kelām vāķıǾ olur ki (14) sālik baǾžısı niyetine göre ve nažar-ı ķalbiniñ
(15) istedigine göre ol kelāmdan (16) feyż-yāb ve niçe ĥiśś-yāb olup giderler ve niçe
(17) sālikler daħi ǿavām-ı nās kelāmı veş diñleyüp
SK. HME 23a. (1) bī-fāǿide giderler. Vel-ĥāśıl meşāyıħ kelāmı (2) ġayrı nāslar
kelāmına miķyās olınmaz.
BEYT
FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün
(v v - -/v v - -/v v - -/v v - -)
(3)Dem-i ǾĪsī gibi śoĥbetledir Ǿārifleriñ feyži
(4)Ĥayāt-ı cāvidānī baĥş ider anlar kelāmından
(5)ǾAceb mi feyż iderse sālike śoĥbetle Ǿārifler
(6)Olarıñ śoĥbeti neşǿet ider ķudret maķāmından
(7) Ve daħi meşāyıħlarıñ śoĥbetleri feyż irāŝ SK. MS. 29a. itdigi gibi (8)
nažarları daħi himmetdir. Sālike feyż virür. (9) Zīrā anlarıñ nažarı Ĥaķķıñ nažarından
teferruǾ itmişdir. (10) Zīrā meşāyıħ olanlarda baǾżı vaķit olur ki (11) anlarıñ bir nažarı
kimyā olur ve bir nefesi ve bir nuŧkı (12) ekŝer-i Ǿaźimdir. Sālik ism-i Ǿažāmı şeyħi (13)
lisānından ŧoġan nuŧuķdur, dediler. Necmüddīn (14) Kübrī ķuddise sırrıhu ĥažretlerine

22b. (12) Ve niçeler münbasiŧ: - SK. HME.
22b. (14-15) Naźar-ı ķalbiniñ istedigine: Naźar-ı ķalbin istegine SK. MS.

22b. (16) Giderler: gider SK. MS.

23a.(2) Nāslar kelāmına mıķyās: Nāslara ķıyās SK. HME.

23a. (2) Beyt: - SK. HME.

23a. (3) Śoĥbetledir: Śoĥbetdir SK. HME.

23a.(4) Cāvidānī: Cāvidān SK. HME.

23a. (7) Śoĥbetleri: Śoĥbeti SK. HME.

23a. (9) Zirā: - SK. HME.

159
bir ĥālet geldi (15) kelpe nažar itdi, kelpde Ǿacayib esrārlar žāhir (16) oldı. TaǾaccüb
itdiler meşāyıħ ħizmetinde mukīm (17) olanlar böyle hāletlere rāst gelmesi çoķ vāķıǾ
SK. HME 23b. (1) olur, ammā ġefletle geçürürse ve niyeti śādıķ (2) degilse
andan bilmez ve bilse tedārik idemez, żāyiǾ (3) olur. Zīrā śāĥib-i meclis olan
meşāyıħlarıñ (4) pek ednī ve ġāfili daħi olsa yine anlar da bu (5) rūĥāniyyetler SK. MS.
29b. ve tecelliyātlar çoķ žuhūr ider. Kendileri (6) daħi bilmezler eger ġafletde iseler
hemān Mevlāya (7) mütteǾāl ehl-i dīller ĥürmetine cümlemizi ġafletden (8) agāh idüp
erenler muhabbetinden irmeye emīn (9) ve daħi meşāyıħlarıñ ve Ǿārifleriñ yüzlerinde
(10) daħi Allāhu TeǾālā ĥicāb şerbetleriñ refǾ idüp (11) esrār-ı źāt ve śıfātın anlarıñ
vücūhlarında (12) ižhār itmişdir. ǾĀrifler yüzünden niçe Ǿavām-ı (13) nās hidāyet
bulurlar. Ĥaķķ TeǾālā anlarıñ (14) vāsıŧasıyla Ǿavām-ı nāsı hidāyete irgürürler (15) ve
sālik olanlar daħi Ĥaķķı bilürler ve Ĥaķķı bulurlar. (16) Bu ŧarīķ iledür ki enbiyāǿ-i
Ǿažām śalavallāhu (17) Ǿaleyhi nebīyyinā ve Ǿaleyhim ve evliyā-i kirām ķaddesallāh
SK. HME 24a. (1) esrārühüm ĥażretleri insānı hidāyet ve irşād (2) iderler. SK.
MS. 30a. İmdi bunlarıñ yüzlerin görmek Ĥaķķı (3) görmek gibidir ve daħi naķl olundı
ki (4) Ebū Turāb Naĥşebī ķuddise sırrüǿl-Ǿazīz bir sālik (5) dir ki: “Bendesine Allāhu
TeǾālā küllī yevm yetmiş kere tecellī (6) ider” ve Ebū Türāb Nahşebī buyurdılar ki: “
yetmiş tecellīden (7) Bāyezīd-i Bisŧāmī ki şeyħiñdir bir kere yüzine (8) baķsañ ve
görmek ħayırlı ve infaǾ degil mi? (9) elbet de evlādır.” Ol sālik ķalķup Bāyezīde (10)
rāst gelüp ve bir nažarda teslīm-i emānet (11) itdiler. Bāyezīd Efendīmiz cevāb
buyurdılar ki: (12) “Anda olan tecellī-yi esmāǿ idi ve bizde olan tecellī (13) tecellī-yi
źātdır. Tecellī-yi esmānıñ mažharı tecellī-yi źāta (14) taĥammül idemez. Müşāhede
itdikde aña daħi (15) mażhar olmaķ istedi. Lākin ĥūsule-yi vaǾā-yı (16) istidādatınıñ

23a.(15) ǾAcayib: ǾAceb SK. MS.
23a.(16) Ħizmetinde: Ħizmetlerinde SK. MS.

23b. (14) İrgürürler: İrgürür SK. HME.

23b. (15) Daħi: - SK. HME.

24a.(2) Yüzlerin: Yüzin SK. HME.

24a. (4) Sırrüǿl-Ǿazīz: Sırrıhü SK. MS.

24a.(5) Dir ki: Didi ki SK. MS.

24a. (6) Nahşebī: - SK. HME.

24a. (8) Ve: - SK. HME.

24a. (10) Ve: - SK. HME.

24a. (12) Tecellī: - SK. HME.

160
SK. MS. 30b. oldıġından ādem taĥammülden (17) öldi. Zīrā sübĥān-ı tecelliyāta
taĥammül avǾiye-yi
SK. HME 24b. (1) istiǾdātınıñ vüsǾatine mevķūfdur.” İmdi (2) ŧarīķinde ĥüccet-i
meşāyıħ rükn-i aǾžām ve farż-ı (3) elzem oldı. Eger ādābına mürāǾāt olunursa (4)
olunmaz ise fāǿidesi olmaz, belki żararı olur. (5) Ey sālik-i Ǿalīǿullah, bilmiş ol ki mürīd
şeyħiniñ (6) meclisine ve śoĥbetine gelmek murād itse dāǾima yanında (7) ħiźmetde
olmayana göre abdest alup ve ķalbini (8) ŧahīr idüp güzel niyetler idüp beni Mevlāya
(9) vāśıl ķılan rehber-i reh-nümāya giderim bir kere meclisiyle (10) müşerref olup ve
cemālin görüp dertlerime (11) bir devā ve marāżlarıma bir şifā ve ķalbimi mücellā (12)
ve bāş u cānımı fedā ve varımı yolında efnā idüp (13) Ǿacabā cümle ķuśūrlarımı bilüp
SK. MS. 31a. görürken ve ne (14) ĥālde bir ĥayvān oldıġım kendine maǾlūm iken (15)
bir ġayrı mürüvvetleri ve nažar-ı kerāmetleri ve nuŧķ-ı (16) kimyālarına mālik olur
muyum ve bize bir iltifāt (17) ider mi yoķsa kendi ĥālimce bizi ŧard-ı
SK. HME 25a. (1) ĥużūrundan ibǾād ile cürümlerim Ǿafū itmez mi? (2) Her
ķanķısı žuhūr iderse lütufdır, Ǿināyetdir. (3) Ķıŧmīr-veş ķapusı öñünde işigin KaǾbe (4)
işigi bilüp siyāh yüzimi sürüp Ǿatebe-i (5) Ǿalīyyelerin beklemeye inşallāh ruħśat vardır.
(6) Ola ki nažar-ı Ǿalīyyesine rāst gelüp bir (7) iltifāt itseler aña daħi rāżıyım. Hiç iltifāt
(8) itmeseler ķapudan ŧard itmezler, aña daħi rāżıyım (9) ve eger ķapudan daħi ŧard
itseler SK. MS. 31b. inşallāh (10) ķulūbdan ŧard itmezler. Bir zamān daħi ol (11)
ķapunıñ ķıtmīrligin ideyim, diyü bu ħülyālar (12) ile ve bu sevdālar ile ve bu Ǿaşķ ile
yolın (13) şaşırmayup kendini berzaħa düşürmeyüp (14) elbetde bir gün mürüvvet
iderler ne zamān ki (15) cürmümüz Ǿafū olup ol ķapuya yine yüz sürmeye (16) lāyıķ
olursam bize kāfīdir. O gün bu gündür, (17) diyü bu güzelce iǾtiķādları ve niyetleri

24b. (2) Aǿźām: Aǿźāmdır SK. HME.
24b. (3) Eger: Ekŝer SK. MS.

24b. (8) Ŧahīr idüp: Taŧhīr ile SK. MS.

24b. (12) Ve: - SK. HME.

24b. (14) Bir: - SK. HME.

24b. (16) Olurmuyum: Olursam SK. HME.

25a. (9) Daħi: - SK. MS.

25a. (10) İtseler inşāllah: İderse inşā SK. HME.

25a. (11) Ķıtmīrligin ideyim: Ķıtmīri idim SK. MS.

25a. (12) Bu: - SK. HME.

161
SK. HME 25b. (1) cümleten mülāĥaža ve Ǿindinde kānī olmuş gibi (2) iķrārı ve
iħlāśı olup daħi varmadan (3) bu niyyetler ile biraz saǾādetler ve lüŧuflar bulur ki (4)
ancaķ Mevlāsı bilür ve nihāyetinde kendisi (5) daħi Ǿārif olup her bir niyyet birisine SK.
MS. 32a. Ǿibādet, (6) ŧāǾāt olmadan ħayırlı düşer. Ķulūb ile bu (7) ħiźmet tamām
olduķda vücūd ile daħi cümle (8) ħavāŧırlardan ve taǾliķātdan kendini taħliye (9)
iderek ĥużūr-ı şeyħe niyet-i ħāliśe ile (10) ve taǾžīm ile teǿdīb iderek dāħil olup (11) ve
şeyħiñ elin taķbīl ve ķahķariyyen rücūǾ ve śaf-ı (12) naǾilde el baġlı, boyun egri, ser
fürū vaķıf olup (13) şeyħ cülūs ile emr iderse emr itdigi (14) ve işāret itdügi maĥalle
cülūs ide ve tevāżūǾ ile (15) rāst-ı śadrına liķā eyleye ve kelāma muntažīr (16) ola ve
şeyħ istinŧāķ iderse nuŧķ eyleye (17) ve şeyħiñ vechine sebepsüz kelām söylemeye.
SK. HME 26a. (1) Sükūt üzere ola ve ħāŧırını evhām-ı (2) ħayālātdan SK. MS.
32b. menǾ ve şübhātdan kef idüp (3) śoĥbet-i şeyħi cān gūşıyla istimāǾ ve kelāmların
(4) ĥüsn ü ķabūl ile ķabūl ve her ne ķadar emrī (5) ve tenbīhi olursa cān ile ķabūl-ı
maķbūl (6) idüp her ne ķadar kelām olursa bir miķdār (7) daħi nuŧķ ide idi ve her ne
emri ve tenbīhi (8) olursa bundan daħi ziyāde ideydi (9) diyü temennī eyleye. Eger
şeyħde žāhir-i şerǾe (10) muħālif nefsiñ ürküp rāżı olmayacaġı (11) bir kelāma cevāb
žuhūr iderse ben fehm (12) idemedim ve bilmem elbetde şerǾe muvāffaķdır ve ĥaķīķat-ı
(13) merāmı kendiler bilür elbetde güzel söyler diyü (14) ĥüsn-i iǾtiķād idüp şeyħiñ bir
vech ile (15) cümle aķvāline ve kelāmlarına ve efǾāllerine (16) iǿtirāż ve şüphe itmeyüp
Ĥaķķa iǿtiķād SK. MS. 33a. (17) eyleyüp taĥsīn ide ve şeyħiñ baǾżı
SK. HME 26b. (1) śoĥbetinde kendine ziyāde şüphe ve ilişik (2) olacaķ bir şeyǿ
vāķıǾ olursa śabr eyleyüp (3) biraz mülāĥaža ile şüphesi defǾ olmaz ise (4) gelüp elin
öpüp ol şüpheyi ĥal eyleye ve şeyħiñ (5) cümle kelāmlarını inŧāķ-ı Ĥaķķ bile ve
kelimātların (6) ĥıfž eyleye. BaǾżı kelimātlarını lisānında evrād (7) gibi devr ide ve
vāridātı var ise anı (8) cümlesinden aǾlā gözedüp anıñla lezzet-yāb (9) ve feyż-yāb ola.

25b. (1) Cümleten: Cümle SK. HME.
25b. (5) Ǿİbādet: Ǿİbādāt SK. MS.

25b. (8) Ħavāŧırlardan: Ħavāŧırdan SK. MS.

25b. (11) Elin: Yeddinî SK. HME.

25b. (12) Olup: - SK. HME.

26a. (7) Tenbīhi: - SK. MS.

26b. (5) Kelimātların: Kelimātları SK. MS

26b. (7) Vāridātı: evrādı SK. MS

162
Muķtażāsınca Ǿamel (10) eyleye ve śoĥbetleriñ tamāmında iźīn alup eger (11) iźīn
virürse ķalķup teźellil ve tażarruǾ üzere (12) şeyħiñ elin ve dizin öpüp ķahķariyyen
rücūǾ (13) idüp boyun egri ħalvetine gide ve anda (14) şükrāne namāz ķılup SK. MS.
33b. şeyħe duǾā eyleye. (15)
MefâǾīlün MefâǾīlün FeǾūlün
( v - - - v - - - v - - )
Edebdir bāǾiŝ-i vuślat Ħudāya
Edebdir zād (16) olan rāh-ı Hudāya
Edeble meclis-i şeyħe varanlar
(17)Bulurlar anda feyž-i bī-nihāye
SK. HME 27a.Ŧarīķatdan (1) ġareż ancaķ edebdir
Edeb oldı ĥaķiķat (2) içre māye
Edeble şeyħine ħiźmet idenler (3)
İrişdi fevķ-ı Ǿarşa śaldı sāye (4)
Bu mezkūrātlarıñ temāmeti gerek ħużūr-ı şeyħ (5) ve gerek ħiźmet-i ħurde-i
fuķarā tesmīyye olunan (6) ādāblar źikri aşaġıda tafśīl olunur. (7) Lakīn sāliklere ĥāl-i
sülūkında ĥāśıl olan (8) ĥālāt ve makāmāt ve mevāniǾāt SK. MS. 34a. beyān (9) olsun ki
bunları işidüp anlayan (10) ķalbde ħıfž idüp muķteżāsınca Ǿāmil (11) ve sālik olmadıķça
fāǿide virmez. MaǾlūm (12) olsun ki mübtedīleriñ sülūkı eŝnāsında (13) üç dürlü
ĥicāblar vardır ki sāliki sülūkından (14) menǾ idüp ve kendine bürūdet gelüp yolınca
(15) gitmeye ķoymaz. Evvelki ĥicāblar şehvāt hadiŝeleri ki (16) sālikleri müştehāt-ı
nefse cezb ider. (17) Ĥaķķdan menǾ ider ve baǾżı olur ki żāhirine

26b. (13) Ve: - SK. HME.
27a. (2) Şeyħine: Şeyħe SK. HME.

27a. (15) Ki: - SK. HME.

163
SK. HME 27b. (1) źikir yolı ve Ĥaķķ yolı ve ĥaķķımda ħayırlı diyü sülūk (2)
ider, lākin nefsiñ müştehāsıdır. Ĥaķķdan, (3) dūr ve maĥcūb ider. İkinci ĥicāblar Ǿādāt
(4) ve rüsūmāt ile mālūfdur. SK. MS. 34b. Bu Ǿādātdır (5) ve aślında olan ĥālimizdir.
Bunda ne żarar var, (6) diyü nefs-i şeyŧān ol ŧaraflara ilĥāĥ ve iķdām (7) ider. Mā-hazā
anlarıñ cümlesin fāriġ olup (8) tāzeden bir cedīd yol ŧutup sülūkı (9) yollarınca gide
bunlar daħi Ĥaķķdan maĥcūb ider. (10) üçünci esbāb-ı mevķūfedir ki müsebbīb (11)
olan Mevlāyı düşünmeyüp sebeplerine (12) ziyādece iştiġāl ile Ĥaķķdan dūr (13) ve
sülūkına māniǾ olup kendini maĥcūb (14) ider ve bu sebeblere tevaķķuf ve bunda
emānet (15) ider. Müsebbīb-i ĥaķīķītden ġāfil ve yolından (16) fāriġ olur bu üç ĥicāblar
arasında (17) şeyŧān ve nefs sālik-i mübtedīlere çoķ
SK. HME 28a. (1) meger ĥīleler ve çoķ vesveseler ve çoķ (2) ilĥāĥlar idüp niçe
ŧuzaķlar ķurup (3) kimisi iştahāsı (4) üzere SK. MS. 35a. ve kimisi istikrāhı üzere,
kimisi śūret-i şerǾde ve kimisi (5) Ǿādāt-ı nāsda ve kimisi medār-ı müǾāşede źımnında
(6) olaraķ kendini mühlikiyetüǿl-liķāǾ ve bir ķālıb-ı (7) şeyŧānīyye ifrāǾ ider. İmdi
sāliklere (8) vācib olan şeyħiniñ cümle tenbīhātların (9) ve emānetlerin Ǿāmil ve żābıŧ
olduķdan (10) śoñra bu ĥicābların defǾini dāǾimā kelime-i tevĥīde (11) müdāvemet ile
ve ķalbden iştiġāl ile ve (12) ictihād-ı şedīd ile nefse muĥālefetle (13) ve hevā-yı
nefislere tābiǾ olmama ile Ǿaķılla (14) ŧaraf-ı nefse ve ŧaraf-ı şeyŧāne taķılmamaġ ile (15)
ve şehvāt-ı Ǿādāta meyl itmemek (16) ile ĥicābları izāle idüp ve mahcūp (17) olmayup
ve ĥicāb-ı žulmānī ve ĥicāb-ı nūrānīleri
SK. HME 28b. (1) daħi defǾ ile Ĥaķķa taķarrüb-i müyesser eyleye. (2) evvelā
ĥicābı žulmānīyi defǾde SK. MS. 35b. elbetde sālik (3) mütevasıŧlara lāzım ve vācībdir.
Anlar aħlāķ-ı (4) źemīme-yi nefsāniyyelerdir. Kibir, enānīyyet ve ĥaķd (5) Ǿaceb ve

27b. (1) Sülūk: - SK. HME.
27b. (5) Var: - SK. HME.

27b. (9) İder: - SK. HME.

28a. (3) Kimisi: Kimseni SK. HME.

28a. (4) İstikrāhı üzere kimisi: Kimseni SK. HME.

28a. (4) Kimisi: Kimseni SK. HME.

28a. (5) Kimisi: Kimseni SK. HME.

28a. (5) Źımnında: - SK. HME.

28a. (8) Şeyħiniñ: Şeyħiñ SK. HME.

28a. (16) Ve - SK. HME.

28b. (1) Eyleye: Olur SK. MS

164
ĥased ve baǾżı Ǿadāvet ve kīn, (6) intiķām ve necl-i kederāt bu ĥicāblar māniǾ-yi
Ǿažīmelerdir. (7) sālik şeyħine ħiźmetle ve nuŧuķlarıñ ķabūl ile (8) ve nefsine riyāżatla
ve tevĥīd-i şerīfe (9) müdāvemetle bu ĥicābları izāle itmedikçe (10) sülūkından lezzet
bulmaz ve bulsa nefsānīdir. (11) ve aħlāķ-ı ĥamīdeler ile muttaśıf olamaz bu (12)
śıfātları izāleden śoñra śıfāt-ı ĥamīde-yi (13) rūĥānīyyeler ki tevāžuǾ, mürüvvet, Ǿiffet,
seĥāvet (14) ĥilm, śabır ve sāǿirler gibi bunlar ile muttāśıf (15) olup bir zamān SK. MS.
36a. sülūkında lezzet bulmaz ve bulsa feyż-yāb (16) ve bahre-yāb ve rūĥānī biraz
esrārlara vāķıf ve Ǿārif (17) olduķdan soñra bu śıfātlar daħi ĥicāb-ı rūĥānīdir.
SK. HME 29a. (1) tevekkül, teslīm-i rıżā ve liķā-yı muĥabbet bu bāblara (2)
duħūl ile ol ĥicāb-ı rūĥānī ki aħlāķ-ı (3) ĥamīdelerdir ki o ĥicābları daħi izāle ile (4)
envār-ı śıfāt-ı rabbāniyyeler ile inśıbāġ ve ittiśāf (5) ve taĥķīķ iderse velāyet-i śāġrā
ibtidāsına (6) vāśıl olup tedrīc ile rütbe-yi ŝāliŝeye (7) rābīǾiyye alī itmāme vuślāta
müyesser olup Ǿārif-i (8) billāh, vāśılullāh ve Ĥaķk ile Ĥaķķa nāǾil (9) olur. 351‫و الواصلين‬
‫( بحرمة المحبين‬10) ‫ اللهمّ يسرلى و يسر جميع السالكين‬SK. MS. 36b. bu maķāmlarda (11)
fenāfīllāh ile beķābillāha müyesser olup sır ve ĥaddinden (12) ħaberdār ve būy-ı
raĥmāndan istişmām zāt-ı (13) Ĥaķķa müstaġrīķ olduķda camīǾ-i müşāǾir (14) ve
medārikleri ve aǾżā-yı havāsları źāhirde (15) ħalķ ile mükāleme ve Ǿavām-ı nās gibi
mübāĥeŝe (16) ider. Kimse bilmez ammā ol envār ile ve ol (17) esrār ile munśabiǾ olup
içeriden içeri
SK. HME 29b. (1) bir ĥāle düşüp ancaķ kendisiyle Mevlāsı (2) beyninde vücūd-ı
aĥedīyyet źātüǿl-hayyı müşāhede (3) ider. Ol vaķit ol sālikiñ Ĥaķķı rüǿyeti (4) Ĥaķķıñ
rüǿyeti olup ol źevķ ile hengām-ı seĥer ve vaķt-i (5) vecd oldıġı maĥal-ı ŧālūb kendi
ĥāline (6) ve kendi cünbüşīne meşġūl olup śafāda olur. (7) ve eŧrāfdan görenler birşeyǿ
SK. MS. 37a. fehm idemeyüp (8) kendileri gibi žān ider meger ki kendi ĥāline(9)
ġayrıyı vāķıf ķılmaķ isteye yāħūd kendi (10) ĥāli miŝālli ol maķāma varmış ola. Ol

28b. (11) Aħlāķ-ı ĥamīdeler: Aħlāķ-ı ĥamīde SK. HME.
28b. (15) Lezzet bulmaz ve bulsa: - SK. HME.

28b. (16) Ve bahreyāb: - SK. HME.

28b. (17) Daħi: - SK. HME.

29a. (7) Vuślata: - SK. HME.
351 Ey Allahım! Seni seven ve sana kavuşanların hürmetine bizlerin ve bütün saliklerin işlerini kolaylaştır.

29b. (4) Olup ol zevķ ile: Olmaķla SK. HME.

29b. (6) Ve kendi: - SK. HME.

165
maķāmda (11) kelīme-i tevĥīdiñ üçünci maǾnāsı
‫( اللهو‬12) ‫ ال موجوده‬mülāĥaża olunup
352
ol maķām cemüǾl (13) -cemǾ maķāmıdır. Anda Ĥaķķdan özge birşeyǿ (14) olmaz. Bu
maĥalde kelām-ı kimyā çoķdur. Ammā ĥusūla (15) taĥammül idemediginden yazılmadı.
Ol makāmlara (16) duĥūlda fehm olunur. MaǾlūm olsun ki sālik (17) sünnet-i
seniyyelere şeyħiñ iźniyle müdāvemet idüp
SK. HME 30a. (1) nevāfiller ile ola. Ŧālib-i vuślat-ı Ĥaķķ olup (2) iştiġāl-ı
Ǿibādāt-ı nāfile itmek lāzımdır. Tā kim (3) anlar ile ve ferāǿiżler ile žāhirin şerīǾat-ı SK.
MS. 37b. Muĥammedīyye (4) üzere maǾmūr idüp dergāh-ı Ħudāya lāyıķ (5) olmaya
teveŧiye idene. Nitekim ĥadīŝ-i ķudsī-yi şerīfde (6) buyuruldı:
353
‫يه و يده الذى يبطش براه‬
‫( ينطق‬9) ‫( يسمع يه و بصره الذى يبصريه و لسانه الذى‬8) ‫( حتى احبه فاذا احيبه كنت سمعه الذى‬7) ‫بالنوافل‬
‫ يزالال عبدى يتقرب الى‬ve daħi (10) Ǿibādāt-ı nāfileleriñ mūcib-i ķurbiyyet ve müstelzim-i
(11) muĥabbet olması ferāǿiż ve icābāt ve sünnetleri (12) kemāl-ı edādan soñra olur ve
illa belki biǾdayet (13) virir nitekim buyuruldı:354‫( ا فهو المفرور‬14) ‫من شغل الفضل عن لغرض‬
ve nevāfilden murād sünnet olanları (15) edādır. Yoksa bidǾatler degil ve muĥaddiŝātlar
degil. (16) BaǾżı cāhil şeyħler on iki ve elli ve ķırķ SK. MS. 38a. kez (17) namāz sālike
taǾyīn idüp beyhūde zaĥmet
SK. HME 30b. (1) çekdürürler maǾ-hazā bidǾātdir. Ĥadīŝ-i şerīfde (2)
‫( محمد و شراالمور‬3) ‫ انّ احسن الحديث كتاباهلل و خير الهادى‬ve buyurıldı. (4)
356
355
‫محدثاتها‬
‫احدث امرنا فهو مردود‬
‫ من‬ve nevāfilden (5) her ķanķısı Ǿādet olındı ise vird idine.(6) anı ol vaķit geldikde terk
itmeye, iderse aħir (7) vaķitde tedārik ide. Şeyħden terk ile emr (8) olunup fesĥ idinceye
ķadar zīrā 357‫( ادومها‬9) ‫ خيراالعمال‬ve aħir maĥalde ‫( عمل كثير من غيرالمداومة‬10) ‫المداومة خير من‬
‫ عمل قليل مع‬tārik (11) olurdı. Mefhūmınca vird ile berāber böyle muǾtād (12) itdigi
nevāfilleri edā eyleye. Sālik rāh-ı Ĥaķķda (13) olan ibtidāǿ olduķça mümkün miķdārı
Allah dışında hiçbir mevcut yoktur.
Kulum ta ki ben onu ( Hz. Muhammed) sevinceye kadar durmadan nafile ibadetlerle ( sünnetlerle)
meşgul olup bana yaklaşıyor. Ben onu sevdiğim zaman ister onun işiten kulağı olurum, gören gözü
olurum, konuşan dili olurum, uzattığı eli olurum. Ahmed bin Hanbel, (2014), Müsned, Hasan Yıldız,
Zekeriye Yıldız, Hüseyin Yıldız (Çev.), C. VI, Ocak Yayıncılık, İstanbul: s. 256.
354 Maksadını aşan işlerle meşgul olmak mefrurdur.(israftır.)
355 Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin en şerlisi ise
dinde olmadığı halde dine sonradan eklenen ve yeni icad edilen şeylerdir. Ahmed bin Hanbel, a.g.e.,
s.319.
356 Hadislerde emredilenlerin dışında kim dinimizde olmayan bir şeyi ortaya koyarsa, o reddediir.
Mehmet Emin Özafşar vd. , (2014), Hadislerle İslam, Semih Ofset, Ankara: s.62.
357 Amellerin en hayırlısı devamlı olarak yapılan amellerdir. Başka bir rivayete göre ise az olan fakat
devamlı olarak yapılan ameller devamlı olmayan çok amellerden daha hayırlıdır.Müslim, a.g.e., s. 215228.
352
353
166
ħalķdan (14) Ǿuzlet ve Ĥaķķ ile ünsiyet SK. MS. 38b. taĥśīl itmek gerekdir. (15) Tā kim
sālik-i müntehīler gibi nās ile ĥılŧiyyet, Ĥaķķ ile (16) ünsīyyet ve anlar ile cemǾiyyet-i
Ĥaķķ ile ħalvet (17) ve ülfete māniǾ olmayıncaya ķadar göremezsin ki baǾżı
SK. HME 31a. (1) meşāyıħ ve sālik-i müntehīler ħalvet-i žāhirīyye (2) itmesi
ħalvet-i bāŧınīyyeǾyi taĥśīl içündür ve illā (3) ħalvet-i žāhirīyye şerīǾatden maķbūl
degildür. sulŧānüǿl- (4) enbiyā Ǿaleyhis-selām sađr-ı nübüvvete cülūs (5) itdükten śoñra
aślā nāsdan Ǿuzlet itmedi (6) ve buyurmadı. Dāǿimā ħalķa žāhirde taǾlīm-i (7) şerīǾat ve
bāŧında Ĥaķķ ile ülfet ve ünsīyyet (8) iderler idi ve tenhāca Mevlāsına münācāt (9) ve
tāze niyāz iderler idi. Anıñçün buyurdılar (10) 358‫( مرسل‬11) ّ‫ ملك مقرب الو نبى‬SK. MS. 39a.
‫ لى اللهمع وقت يسعنىال‬ve eśĥāb-ı kirām daħi dāǿimā ĥalķ ile ülfet (12) ve ünsīyyet idüp ve
ehlullāh-ı kirāmıñ ekŝeri (13) żāhirde ħalķ ile ve bāŧında ve tenhāsında (14) Ĥaķķ ile
ünsīyyet ve ülfet ve muĥabbet iderler idi. (15) Zīrā ehl-i ĥālleriñ ekŝeri ĥāli žāhiri nās
gibi (16) muǾāmele ve bāŧını Ĥaķķ ile muǾāmelede olurlar. (17) Nitekim Allāhu TeǾālā
bu ĥāle işāreten kelām-ı ķadīminde
SK. HME 31b. (1) buyurdılar:
359
‫( ذكرهللا‬2) ‫ رجال ال تلهيهم تجارة و ال بيعذ‬ve daħi
sālik olan kimsene her nehārını (3) ve leylini fikr ve muĥāsebe idüp Ĥaķķ yolına ne
ķadar (4) geçmiş ve dünyā ve nefs yolına ne ķadar geçmiş ĥesāb (5) ve mülāĥaža idüp
aña göre nedāmet ve aña (6) göre maĥzūn ve ĥamd-ı ŝenā idüp veǿl-ĥāśıl (7) ġafletden
SK. MS. 39b. dūr ve Mevlāya maķbūl ve ehlullāh (8) Ǿindinde maĥcūb olmayup fırśatı
ġanīmet (9) bilüp tażyīǾ-i evķāt itmeyüp beş günlük (10) dünyāda kesb-i kemālāt ve
taĥśīl-i himmet idüp (11)
360
‫ من اهمل وظيفة الوقت فرقت تهيمه‬mefhūmınca (12) vaķitlerini
żāyiǾ ķılmayup ķalbini tefrīķden ve ġafletden (13) ve taǾlīk-i māsivādan ĥıfż ve lisānını
fużūli (14) kelāmdan ve mālāyaǾnīden ve baśiretini mubśırātdan (15) ve iźnini ve
simāǾını eśvāt-ı beyhūdler ve yeddini (16) ve ricalini Ǿabeŝe yapışmadan ve Ǿabeŝe
gitmeden ĥıfž (17) ve menǾ idüp dāǿima istiġfār ile ve źikr-i

30b. (16) İle: - SK. HME.
31a. (3) Ħalvet-i: - SK. HME.
358 Benim için Allah ile geçireceğim bir vakit vardır ki ne Allah’a yakın olan melekler ne de Allah’ın
gönderdiği peygamberler o vakte sığarlar. Mehmet Emin Özafşar, a.g.e. , s.307.
359 Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir
alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım
adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Kur’an, 24. Nur Sûresi, Ayet 36
360 Bir görev vaktinde ihmal edilip yerine getirilmezse insanın kalbi aradan geçen zaman zarfında o
görevden soğur. Görevini yerine getiremez.

167
SK. HME 32a. (1) fikr ile geçüp dāǿimā mücāhede-i nefs üzere olup sülūkında
(2) ķāǿim ve yolları ādābında cāsūs SK. MS. 40a. ve ĥıfž-ı ĥizmet (3) ve edā-yı ŧāǾat
idüp ‫الوقت‬
‫زهاب‬
‫( عزيمهاى‬4) ‫و‬
‫كثيره‬
Ǿvaķitlerin żāyi bu mefhūmca
‫المصاعب‬
361
ķılmayaśuñ. (5) Nedāmet fāǿide virmez. Bu maĥale gelinceye (6) ķadar bu kelāmlar
Şeyħ Aĥmed-i Kāmiliñ ve Ĥaķķı (7) Ĥażretleriniñ ve ǾAzīz Efendimiziñ münāsibince
(8) alınup mübtedī sālikleriñ istiǿdādına göre (9) ve taĥammülüne göre ibtidā-i sülūka
lāzım olacaķlarıñ (10) baǾżı ehven ve asān olanları keteb olındı. (11) Bundan aşaġı źikr
olunan ħurde-i fuķarā diyü (12) tesmīyye itmişlerdir. Ehlullāh sülūkınıñ ekserī (13)
yolları bunuñla žafer bulur ve ādāb-ı erkānları (14) bilinür. Gerçi baǾżısı mā sabıķda
geçdi (15) ise baǾžısı bilinmedi. Naśūĥ İbn-i Şeyħ ǾAlī (16) Ĥażretleri niçe sālikānıñ
temennāsı ve ricāsı (17) ve aķdāmıyla SK. MS. 40b. şeyħ-i ķuŧbüǿz-zamān ve
mürşīdüǿs-sālikān
SK. HME 32b. (1) olan Sinān-ı Ümmī ķuddīse sırrıhū ĥażretleriniñ (2) taǾlīmi ve
irşādı üzere beyān idüp ve baǾżı (3) şeyħnā ve mürşīdnā ķuŧbüǿl-Ǿārifīn Ǿazīz efendimiz
(4) ĥażretleriniñ kelām-ı kīmyālarıyla berāber tafśīl (5) ve keteb olındı. İmdi
buyurmışlar ki cümle (6) günāhlarına tövbe-i naśūĥ ile bir mürşīd şeyħden (7) ināyet
ŧālib-i Ĥaķķ ve sālik olana lāzım (8) olduġundan ināyetden soñra şeyħe kendi özini (9)
teslīm idüp ne virse ve ne söylese aślā (10) ķatǾā muħālefet itmeyüp ve bir kelāmı
muǾāraża (11) itmeyüp münāķaşa itmeyüp ve şeyħ söylerken (12) niçün veyaħūd olmaz
dimeye ve söylerken göz (13) diküp yüzine baķmaya ve öñüne baķa ve ķurı (14) yire
yalın ayaķ baśmaya ve şeyħ SK. MS. 41a. seccādesine (15) oturmaya ve baśmaya ve
bardaġından śu içmeye (16) meger ġāyet żarūret yāħūd iźīn virmiş (17) ola ve şeyħ ile
diz be diz oturmaya meger bir
SK. HME 33a. (1) ħaber söyleye yā iźni ola vāķıǾa gibi ve sāǿir (2) müşkil gibi
ve şeyħ rıżāsı olmayan kelāmı (3) söylemeye ĥużūrda ve ġıybetde eger dünyevī (4) ve

32a. (1) Olup: - SK. HME.
Kısa güçlükler ve zamanın güzellikleri gitti. http://biriz.biz/evliyalar/ea0479.htm, 03.04.2016

32a. (4) Bu mefhūmca: Mefhūmunca SK. MS

32a. (4) Ķılmayaśuñ : - SK. HME.

32a. (8) Göre: - SK. HME.

32a. (9) Ve taĥammülüne göre: - SK. MS

32a. (12) Ehlullah sülūkınıñ: Ehl-i sülūkıñ SK. MS

32b. (8) Soñra: - SK. HME.

32b. (13) Yüzine baķmaya ve: - SK. MS
361
168
eger uĥrevī bir nesne teklīf idüp şöyle (5) idek dimeye. Belki her ne aĥvālı var ise (6)
Ǿarż idüp didigine rāżı ve teslīm olup (7) öpsem tūra şeyħ her ne derse emir siziñdir, (8)
diye ve giderken iźniyle gide elin veya dizin (9) öpüp gide ve şeyħ yanında çoķ
eglendim (10) bī-ĥużūr oldım dimeye ve yüzine olur ammā (11) sulŧānım dimeye ziyāde
edebdir. Pek güzel SK. MS. 41b. (12) baş üzere efendim diye ve ġıybetde efendim (13)
ĥażretleri şöyledir ve buyurur diye. Şeyħ (14) yanında bir işe meşġūl olmaya ve nāfile
namāz (15) ķılmaya illā meger ki ya żarūrī ola veyā izīn (16) vire. Şeyħ ne telķīn iderse
aña meşġūl (17) ola. Aśla fāriġ ve tārik olmaya ve maǾnāda ne
SK. HME 33b. (1) görürse ķalīl ve keŝīr şeyħe söyleye, Ǿarż (2) eyleye. Ġayrıya
zinhār söylemeye ve maǾnāsın söylemeye. (3) Geldikde dizin öpüp söyleye şeyħ taǾbīr
iderse (4) diñleye, taǾbīr itmezse nedir dimeye ve śormaya (5) ve şeyħ meclisde ayaķ
üzere ķalķduķda kendi oturmaya (6) ve şeyħ śu içdügi vaķit yanında olanlar (7) ayaķ
üzere ķalķalar ŧopuķ ile aķsırsa yine keźālik. (8) Şeyħ bir kimsene taǾyīn iderse SK.
MS. 42a. baǾżı vāridātın (9) emr ile aña söyleye ve yanında tükürmeye ve vird (10)
oķunurken uyumaya tamāmca diñleye ve şeyħ (11) kisvesi göründükde ķalķup başın
aşaġı (12) eyleye ve şeyħ meclisinde eŧrāfına baķmaya ve şeyħ (13) bir maĥale gelse
veya ħānesine gelse çoķ (14) lüŧuf bilüp geldigi gibi elin öpüp ve ħiźmetde (15) ķuśūr
itmeye ve libāsı ve bedeni vesāǿir bir şeyǿ (16) uyanmaya ve aħir kimseneler ile
meclisde çoķ (17) tekellüm itmeye ve kimseneler ile ĥużūrda
SK. HME 34a. (1) ve ġıybetde el oyunı itmeye vesāǿir mālāyaǾnī itmeye (2) ve
laġūyyāt söylemeye ve kimsene ĥücresine varmaya, (3) sebebsiz varırsa selām vire
Ǿaķabince maślaĥatın (4) görüp döne ve pīş-i ķademiñ daħi üzerine oturmaya SK. MS.
42b. (5) ve mücādele itmeye ve çārşū ŧaǾāmın yimeye (6) şeyħ ne dirse veyāĥud ne
gelürse anı yiye. Bir yere (7) gider olursa ırāķ - yaķın şeyħden iźinsiz (8) gitmeye ve

33a. (2) Eger: - SK. HME.
33a. (12) Ve: - SK. HME.

33a. ( 15) Ya: - SK. HME.

33b. (5) Ayaķ üzere: - SK. HME.

33b. (7) Yine: - SK. HME.

33b. (9) Emr ile: - SK. MS

33b. (14) Gibi: Vaķit SK. MS

34a.(4) Daħi: - SK. HME.

34a. (7) Iraķ yaķın: - SK. HME.

169
yürürken gövdesin ve ķolların śaġa (9) śola śallanmaya, arķalanmaya, gögsün gere gere
(10) yürümeye. Yuķarı baķmaya belki öñine baķup ellerin (11) ķavuşdurup yürüye.
Gözüyle ayaġı burnın gözede. (12) Kendine lāzım olmayan söze ķarışmaya ve
söylemeye (13) ve ķahķaha ile gülmeye. Ħelāya giderken varmadan (14) çözünmeye ve
açılmaya ve nažar itmeye, ĥazır ide ve tenħiħ (15) daħi itmeye ve kimsene ile kelimāt
itmeye. Ķıbleye (16) ķarşu oturmaya ve açıķ yere tebevvül daħi itmeye ve taġuŧ (17)
itmeye żarūrī olsa üstin örte ve ŧonın
SK. HME 34b. (1) baġladuġın ve Ǿavret aǾżāsın SK. MS. 43a. kimseye
göstermeye iĥtirāz ide. (2) Omuzına destmālın atmaya ve ķolların giye ve ķuşaķsuz (3)
ŧurmaya. ŦaǾām yerken ķaşuġın aġzı yuķaru (4) ķoya ve tiz tiz yemiye ġına ile ekl ide.
Bir meclisde ŧaǾām yenürken ya zikir ya Ķurǿān üzerine gelse (5) hemān otura
tamāmından śoñra es-selām diye (6) ve lafż-ı ķabīĥleri lisānına almaya ve maǾnā-yı
ķabĥı ihām (7) eylemeye. Meŝelā ĥımārıñ ve kelbiñ ve fāreniñ ve bevliñ (8) ve taġūŧıñ
türkīleriñ dimeye ve od Ǿavret (9) yeriniñ ve çöziñ ve buña müşābih Ǿārife ve kāmile
(10) lāyıķ olmayacaķ sözlerden iĥtirāz eyleye. Ĥücresine (11) mūm yaķmaya, şeyħ
destūr virmezse oķumaya (12) eger destūr olursa mūm yaķup oķuya. (13) Mübtedīler,
bī-gāneler meclisine varmaya żarūrī bulunursa SK. MS. 43b. (14) kelām itmeye. Kendi
ŧarīķ ķardaşınıñ (15) kāmilleriyle ĥasb-ı ĥāl ve ŧarīķat-ı Ǿalīyye ve yol (16) erkānların
müşāvere ideler ve şeyħine duǾā ideler (17) ve şeyħ ķapusında olanlara baǾżı Ǿadāvet ne
mümkün ķardaş ile mükāleme ideler
SK. HME 35a. (1) ve birbirleriniñ yüzine medĥin itmeyeler ve şeyħ (2) filān
dimeyeler. Belki efendim şöyle diyeler. Birbirlerine daħi filān dimeyeler ya ķardaş
yāĥūd dede yāĥūd (3) ķāmillerine baba ve şeyħine baba efendi dinse ol daħi (4) diyene
Ǿamāmesin ziyāde ögütlemeye. Nižām (5) virmeye ve yanın yatmaya ve ayaķların

34a. (9) Śallanmaya: - SK. MS
34a. (11) Ķavuşdurup yürüye: Ķavuşdura SK. MS

34a. (15) Kimsene: Kimse SK. HME.
34a. (16) Daħi: - SK. HME.

34b. (1) İĥtirāz ide: - SK. HME.

34b. (2) Destmālın: Destmāl SK. HME.

34b. (4) Ve tiz tiz yemiye ġına ile ekl ide bir meclisde ŧaǾām yenürken: - SK. HME.

34b. (16) Şeyħine: Şeyħe SK. HME.

34b. (17) Ne mümkün ķardaş ile mükāleme ideler: İtmeyeler SK. HME.

35a. (2) Belki efendim şöyle diyeler birbirlerine daħi filān dimeyeler: - SK. HME.

170
ġāfilen uzatmaya (6) meger żarūrī ola. Źikr iderken ya dizin yāħūd (7) mürebbiǾ yāħūd
kemend ile otura ve źikri şevķ ile (8) ide. Bugün istegim bu ķadar dimeye ĥaŧadır. (9)
Dāǿim istekle SK. MS. 44a. şevķ ile ve edeble otura ve şeyħ (10) ĥużūrunda baş egüp
kendiniñ camīǾ-i özin (11) şeyħe telsīmle ve teveccühle gözlerin yumup (12) otura.
Eŝnā-yı źikirde ādāba ĥürmet ve ehlullāh (13) meydānından dehşet alup taǾžīm üzere
(14) rabŧ-ı ķalb ile źikr eyleye ve śavtın şeyħiñ śavtına (15) uydura. Eger şavķı ġalebe
idüp vecd (16) olursa ne ĥāl üzere iderse ide. ŦaǾām
SK. HME 35b. (1) yerken diz çöke ki ŧaǾām yerken, źikr iderken Ķurǿān (2)
oķunurken śu içmeye, düşenbih ve pençşembih (3) günleri śāǿim ola ve kimseneden
cebr ķaydında (4) olmaya. Źikr iderken el-hayyāt oķunurken gözin (5) yuma. Tā kim
gözünden göñline yol bula. Aġyāre (6) duħūl itmeye. Bir cemǾiyette şeyħ söylerken SK.
MS. 44b. (7) cümlesi diñleye veya bir iħvān söylerken (8) diñleye veya zikr ideler veya
ħāmūş olalar, (9) laġūyyāt ve lehviyyāt itmeyeler. Sālikleri perīşān (10) ider ve laġūyyāt
olunan ehl-i dünyā meclislerine (11) varmayalar. İĥtirāz ideler ve yanlarına varmayalar.
(12) Ķalpleri perīşān olur, ġafletleri artar ve nefs-i şeyŧān (13) fırśat bulur ve ŧaǾāmdan
śoñra şeyħ ĥāžır ise ( 14) saġ yanından başlana ve şeyħ eli śuyın yire (15) dökmeyeler
ve pīş-i ķademden daħi el yıķamayalar (16) ve ŧaǾāma el śunmayalar. BāǾdüǿŧ-taǾām
süpüreler (17) ve şeyħiñ eli śuyın āħir ele ħılŧ itmeyeler. Meger
SK. HME 36a. (1) şeyħ iźin virmiş ola. Bu meźkūr Ǿamellerden (2) ekŝerisi
şeyħiñ iźniyle olursa ve iźin virirse (3) żarūrī yoķdur. MāniǾ degil ve taǾāmdan śoñra (4)
duǾā idüp ehlullāh demin çekeler ve işrāķ (5) namāzı ve żiĥī ve śalavāt-ı SK. MS. 45a.
evvābīn şeyħ iźniyle ķılalar (6) ve gün ŧoġarken ve batarken ve vaķt-ı zevālde tekellüm
(7) itmeyüp źikre, fikre meşġūl ola. Şeyħ iźni (8) olmaķsızın biraz namāz ve ŝevāb
đelālete düşmeyeler. (9) Cümleden aķdem-i rıżā gözedeler. Şeyħ rıżāsın (10) Allāh
rıżāsıyla bileler ve źikr, vird ve ders (11) oķunurken mābeylerinden geçmeyeler ve
kelām itmeyeler (12) ve şeyħ ĥużūrunda arķa virüp geçmeyeler (13) ve ġıybetinde

35a. (5) Ġāfilen: - SK. HME.
35b. (12) Perīşān: - SK. HME.

35b. (12) Ve nefs-i şeyŧān: Ve şeyŧān SK. MS

35b. (13) Şeyħ: - SK. HME.

35b. (17) Śunmayalar: Ŧutmayalar

36a. (1) Mezkūr amellerden: Mezkūrātlardan SK. MS

171
teveccühle girüp oturalar ve şeyħin (14) mebġūżı ve menfūrı olup ħuśūsā şeyħi (15)
istemeyüp ya ĥasedinden yāħūd cehlinden (16) böyle olan kimseneler ile kelimāt ve
ülfet itmeyeler. (17) Belki baǾżı fīllāh ideler ve münkīrler beyninde
SK. HME 36b. (1) eglenmeyeler, żarūrī varılur ise Ĥaķķ (2) ižhār olmayacaġın
bilürse ve iķrāre (3) gelmeyecegin fehm iderse mücādele itmeyeler (4) ve bir ehlullāh
ĥużūrunda SK. MS. 45b. iken öñünden (5)geçüp yāĥūd bir şemātāt ile veya bir kelimāt
(6) ile mānīǾ olmayalar. Żārūriyyet dünyevī olan (7) umūrları olursa Ĥaķķdan ġāfil ve
teveccühden (8) fāriġ olmayup ķulūblarından źikre meşġūl ve fikre meşġūl ile (9) agāh
olalar. Eger ħatāen bir küstāħlıķ yaħūd bir (10) cürmde vāķıǾ oldısa ol saǾāt tövbe (11)
idüp naśūĥ ile nedāmet bulalar ki Ǿindillāh (12) mesrūr olalar ve Ǿināyet muĥal olacaķ
cürm (13) ise niçe tövbe ve iǾtizār ile tecdīd-i ināyet (14) ideler. Mescīdlere girerken
śaġ ayaġın aŧa çıķarken (15) śolın aŧalar.
Ħelādan çıķarken yine keźalik (16) ādāba
riǾāyet ideler ve her ki esbāb giydikçe (17) iźin alup ve şeyħīñ dizin, elin öpüp duǾā
SK. HME 37a. (1) itdüreler ve birisine virse şeyħiñ elin öpeler, (2) girerken ve
çıķarken elin ve dizin öpeler ve çoķ (3) kelimāt itmeyeleri, SK. MS. 46a. meger şeyħ
bunlara icāzet virmiş, (4) ol zamān māniǾ degil. Cümle Mevlā ķullarınıñ (5) hepisin bir
gözede, bir şeyǾ söylemeye, efǾāllerine (6) bir bahāne bulmaya, cümlesin aǾlā gözede
kendüni (7) cümlesinden ednī bile. Her ne kötü söz işidürse (8) bu söze lāyıķ olmasam
işitmezdim ķusūrumdandur, (9) diye. İntiķām olaraķ söz söylemeye. Birisi (10) Ǿöźr
iderse ķabūl ide, Ǿafū ide. Her ne gelürse (11) ve olursa Ĥaķķdan bile, ne ŝıķlet çekerse
(12) ve ne güçlük görürse kendi ķuśūrımdır diye. (13) Ne sıķlet çekerse yine Ĥaķķdan
bile. Ehlullāh sāliklerine imtiĥān (14) yüzünden ve ķahr yüzünden muǾāmele eylemeye.
Kendine (15) ķahr yüzi ve imtiĥān yüzi çille muǾāmelesi iden olursa (16) śabr eyleye,
gücenmeye, taǾcīzlik itmeye, lüŧf-ı (17) Ǿināyet bile SK. MS. 46b. ve ŧarīķ ķardaşlarına
źiyādesiyle

36b. (4) Ehlullah: Ehl-i ĥužūr SK. MS
36b. (8) Meşġūl ve: - SK. HME.

36b. (14) Ayaġın: - SK. HME.

37a. (8) Ķusūrumdandur: Ķusūrumdur SK. HME.

37a. (13) Ne sıķlet çekerse: SK. HME.

37a. (15) Yüzi: SK. HME.

172
SK. HME 37b. (1) ĥürmet eyleye ve muĥabbet eyleye. Ħusūsen asitāne (2)
ħiźmetçilerine cümlemiz bir ķapu bekçileri ve bir ķapu ķūluyuz, (3) diyü māl, ehl-i
Ǿıyāl ve evlādlarına kendi cānından (4) ve mālından ve Ǿıyālından ziyāde śadāķat ide (5)
ve aǾlā nažar ile baķa ve zinhār bir kem nažar ile kendi (6) ŧarīķ ķardaşlarına ve māl,
Ǿırż, evlādlarına (7) nažar iderse ehlullāh beyninde maĥcūb ve yolında (8) feyż-yāb
olmayup nedāmetde ve ħüsrānda ķalur (9) ve silleye rāst gelür. Zīrā kendi ŧarīķ (10)
ķardaşları bir meşāyıħdan münīb olaraķ ve bir (11) ķapudan olaraķ ol asitāne sālikleri
ve ol (12) meşāyıħ münībleri cümlesi bir ķardaşlardır ve neseben (13) kardaşlardan ŧarīķ
SK. MS. 47a. ķarındaşı yaķındır ve evlādır (14) ve beynlerinde ĥaķk-ı uħūvvet ehlullāh
muǾāhedesiyle (15) olmuşdur. Birbirlerine cüzǾī ħitābetleri ve ġareżleri (16) büyük
cürm Ǿaddolunur merdūd-ı ŧarīķat ve menfūr-ı (17) ĥaķīķatdır. ġāyetüǿl-ġāye bunlardan
iĥtirāz idüp
SK. HME 38a. (1) śadāķatle ve muĥabbet ve ġayrete sāǾī olalar ve kuśūrlarını
(2) birbirleriniñ Ǿafū ve nażar itmeyeler. Yā ĥū…
Temet.

37b. (2) Bekçileri ve bir ķapu: Bekçisi ve SK. HME.
37b. (3) Ve - SK. HME.

37b. (7) Ve - SK. HME.

38a. (2) Birbirleriniñ: - SK. HME.

173
3.3. SÜLŪK-NĀME’NİN GÜNÜMÜZ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE ÇEVİRİSİ
SK. HME. 1b. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Sonsuz övgü ve şükür bütün âlemi hiç yoktan yaratan izzet ve azamet sahibi ve
yarattığı bütün varlıklardan yüce olan Allah’a olsun. O Allah ki insanoğluna güzel
konuşma yeteneği vererek onu yarattığı diğer bütün varlıklar arasında seçkin, güzel
ahlakı bilip buna göre hareket etmesi sebebi ile diğer mahluklardan üstün ve büyük
meleklerin kendisine secde ettiği kimse etti. İnsanoğlunu bu özellikleri dolayısıyla
şeytanların şerrinden muhafaza eyledi.
NAZIM
İnsan, edebi bilerek bütün meleklerin kendisine secde ettiği varlık oldu
Akılları çelen şeytan edebi terk ederek doğruluk kapısından kovuldu
O, peygamberliği çevreleyen güneş ve eksiksiz bütün peygamberlerin sonuncusu
olan Allah’ın sevgili dostu Muhammed Mustafa Allah O’nun şanını yüceltsin, duasını
kabul etsin, selamete erdirsin. Hz. Peygamber’e salavat ve selam olsun ki kâinatta
haksızlığı ve sapkınlığı bitirdi.
SK. HME. 2a. Hz. Muhammed, kalbine ilham olunan bilgi ile doğru yolun
ışığını insanlara gösterdi. Cennet kapısının bekçisi olan Rıdvan’ın rahmeti o yüce bir
din olan İslam’ın gösterdiği doğru yolun dolunayı ve Allah’a ulaşmak amacıyla tutulan
yolun yıldızı olan ailesine ve vefalı dostları olan yüce sahabelerine olsun ki onlar dahi
yüce Allah’ın peygamberine yardım ederek İslam’ın en üstün ve en temiz hizmetkarı
olanlarının işaretini taşıdılar. İşte bunlar; çok zeki oldukları için inanç kuvveti ile
gerçeğin hükümlerini apaçık bir şekilde görenler şöyle söylediler:
“ Bilinsin ki şanı yüce olan Allah insanların ruhlarını ruhlar âleminde nurdan bir
cevher ile yeteneklerle donatarak ve yarattığı varlıklar içinde en güzel yaratılışa sahip
olacak şekilde yaratmıştır.”
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini),
Ahsen-i takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel surette yarattık.
174
Allah, daha sonra o nurdan yaratılan ruhları dokuzuncu kat gökte bulunan kudret
ve azamet tahtı üzerinde oturtup onları belli bir kişilik ve sıfat sahibi etti. Daha sonra
onları yeryüzünde bir süre müşahede makamında durdurdu. O ruhlar olgunlaşıp bilgi
sahibi olunca ve kulluk edep ve erkânını öğrenince kendisinden önce yaratılanların
hepsinden bilgili ve üstün olup Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olmaya müstahak
oldular. Bunun içindir ki insanoğlu yüce Allah’ın Muhakkak ki ben yeryüzünde onu
halife kılacağım, vaadine mazhar oldu.
SK. HME. 2b. Sonra insanın ne olduğunu anlayamadığı sebep ve hakikatleri
bilen Allah, insanoğlunu yeryüzünde kendisine halife etmek için insanoğluna çok güzel
bir kalp ve eşi ve benzeri bulunmayan güzellikte bir beden yarattı.
Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: Sizi çamurdan yaratan
sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen ecel de ( kıyamet zamanı ) onun
katındadır, sonra bir de şüphe ediyorsunuz.
Sonra o ruhları dokuzuncu kat gökte bulunan kudret ve azamet tahtının
üzerinden ruhlar âlemine indirdi ve ruhlar âleminden melekler âlemine indirdi. Melekler
âleminden de varlık âlemi olan dünyaya indirerek burada onları topraktan yapılmış bir
bedenin içine yerleştirdi. Nitekim şöyle buyurdu: Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına
(en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık.
Sonra o nurlu ruhların kendi özlerinde bulunan nurlar ve nişanlarında bulunan
ilim ve irfan ile cesedin sadağına yerleştirdi ve insanın yaratılışı gereği içinde bulunan
karanlık ile gölgeledi ve cesedi oluşturan elementler ile yoğunlaştırdı. Kendi özlerinde
bulunan nurlar söndü ve gönüllerinde bulunan marifet bilgisi hükmünü kaybetti.
Nitekim yüce Allah o ruhlara şöyle buyurdu: Allah, sizi bir şey bilmiyor halde
annelerinizin karnından çıkardı. Şükredesiniz diye size işitmek için kulak, görmek için
göz ve idrak etmek için gönüller verdi.
SK. HME. 3a. Sonra buyurdu: O, ruhları aslında sahip oldukları yüceliğe geri
döndürmek ve büyük isteklerine ulaşsınlar diye kitaplar indirdi. Her kim ki onları
okuyup anlayıp hayatına tatbik ederse ve nefsiyle cihat ederse ve bunun gibi güzel
ameller ve iyilikler yaparsa yaratılışın karanlığından ve cesedin kesafetinden kurtulup
175
asıl yüceliğine geri döner ve kendi özünde bulunan nurla nurlanır. Böylece irfani bir
olgunlukla yüce Allah’a kavuşur.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurdu: ( Resulüm ) Deki: “ Ben de sizin gibi ancak
bir beşerim, ne var ki bana sizi yaratanın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. O halde
kim Rabbi’ne kavuşmayı istiyorsa Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık) amel işlesin
ve Rab’i için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın.
NAZIM
Allah, kudret ve saltanatının tecelli yeri olan arşta güzelliğini gösterince onlar
onun zat ve sıfatlarını yansıtan seçilmiş aynalar oldular.
Daha sonra her şeyi mükemmel bir şekilde yaratan Allah, hikmeti ile yeryüzünü
insanlarla süsledi.
Sonsuz bilgeliği eserlerini açığa çıkardı. Ruhlar için topraktan bir ceset yarattı.
Allah ruhlarını alarak gökteki kudret ve azamet tahtından indirip hüzünlü bir
şekilde inleyen topraktan cesetlerin içine yerleştirdi.
SK. HME. 3b. Bir tek yaratıcı olan Allah, kendisine ibadet eden kullar olsunlar
diye bu iki zıddı aşk ile bir araya getirdi.
Ruhlar cesede ulaşınca günah işlediler. Kötülüğe yaklaşmak elbette insana
günah işletir.
Bu karanlık cesette ve tenin içinde ruhlar gurbettedir. Yüce Allah bu gurbette
ruhların yardımcısı olsun.
Zikir ve ibadet ederek kıskançlık bağından kurtulalım. Yüce bir ruh olarak
Allah’a yaklaşalım.
Azameti yüce ve ulu olan Allah’ın indirdiği kitaplarda açıkladığı cihatların,
iyiliklerin ve salih bir amelle yapılan ibadetlerin vakti ve yolları çoktur. Bunun üzerine
şöyle denildi: Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların nefeslerinin sayısı kadardır.
176
Fakat Allah’a giden yollar arasında ruhun soyunu temizleyen ve Allah’a
ulaştıran en yakın yol zikirdir. Zira Hz. Ali ( Allah yüzünü şerefli kılsın ) sultanımız
Hz. Muhammed’den rivayet ettiler ki: Yüce Allaha ulaşan yollardan en yakın olanı
zikirdir.
Ve yine buyurdular ki: SK. HME. 4a. İnsanoğlunun yaşadığı dünya üzerinde
geçen saatlerden birinde zakirler zikirden gafil olsalar ve o kişiler cennete dahi girseler
o saatte zikretmedikleri için ah! O saatte niçin Allah’a zikretmedim, diye pişmanlık
duyarlar.
Ve yine buyurdular ki: ( Lailahe illallah) Allah’tan başka ilah yoktur, sözünün
mükâfatı ancak cennete girerek orada Allah’ın cemalini görmektir.
Ve yine buyurdular ki: Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin paslandığı gibi
paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi cilalayacak olan ibadet de Allah’ı
zikretmektir.
Kur’an-ı Kerim’de buyruldu: Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir.
Allah’ın zikri en büyük ibadet olarak tekrar tekrar belirtmesi Allah katında zikrin
en güzel ve en faziletli ibadet olduğunu kanıtlar. Allah kullarının kendisini zikretmesini
kendisinin de kullarını zikretmesine sebep kılarak şöyle buyurdu: O halde beni anın, ben
de sizi anayım.
Şimdi kulun işlediği bir amel ile Allah’ın kedisini anmasına vesile olması, o
amelden daha faziletli ve daha faydalı bir amelin olmadığını gösterir. Hadis-i kutside
buyurdu ki: Beni anan kimseyle beraber otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve
muhabbetimi arayan kimseyle ( olurum) .
Bu hadis-i şeriften anlaşılan odur ki zakir zikr ile ve salik sülûk ile bir mertebeye
ulaşır.
SK. HME. 4b. Zakir ve salikler bu yolla Allah’a yaklaşmanın olgunluğunu
öğrenirler ki o yakınlık insanlara lazım olan Allah’a kavuşma bu kadar zor iken onu
kendisine isnat etti ve Allah rızasını arzulayan ve Allah’ın cemalini görmeyi isteyen
177
kimse zikre devam etmeli ve tarikat yolundan ayrılmamalıdır ki bu lütuflara nail
olabilsin.
NAZIM
Hava kararınca Allah’a zikrini sun.
Zikreden daima kendisinde üstünlük veren bir işaret taşır.
Zikreden kimse yaptığı zikirle Allah’ın dostu olur.
Allah da kendisini zikreden kişiyi sever.
Zikr ile kalbini cilalayıp temizleyenler
Allah’ın azameti ve kudretini gösteren bir ayna gibi olurlar.
Zakir zikr ile Allah’a yaklaşır.
Zikr ile Allah’a yakın olan makama ulaşır.
Zikri kendisine alışkanlık haline getirenler
Zikr ile kendi varlıklarından geçerler.
Zikir dilde sedadan eser bırakmaz.
Zakir zayıflık cübbesinden keser.
Diliyle daima zikir çekip dua eden zakire
Hakikatin sırrı apaçık görünür.
Zakir zikir kuşunun özellikleri ile uçar.
Zikr ile nefsinin bütün arzularından geçer.
Allah’ın makamının kapısı zikr ile açılır.
SK. HME 5a.Zikr ile nefsin bütün arzuları yok olur.
Allah’ın zikrini sakın gönlünden çıkarma
Ki sende Allah’a yakın olasın.
178
Zikrin yolu ikidir. Biri açık ve biri de gizlidir. Sülûkunu tamamlayan salikler ve
arifler için gizli olarak yapılan zikir açık olarak yapılan zikirden daha faziletlidir. Fakat
tarikata yeni başlayan salikler için ise açıktan yapılan zikir daha faziletli ve faydalıdır.
Çünkü gönülden vesveseleri ve Allah’tan başka her şeyi çıkarmak için açıktan yapılan
zikir kuvvetli bir sebeptir. Gizli olarak yapılan zikrin de iki türü vardır. Bunlardan biri
dil ile yapılan biri de kalp ile yapılandır. Kalp ile yapılan zikir dil ile sessiz bir şekilde
yapılan zikirden daha faziletlidir.
Çünkü yüce Allah Peygamberine bununla emir
buyurmuştur.
( Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın azabından korkarak ve O’na
yalvararak alçak sesle Rabbini an ( ve gafillerden olma )
Hadis-i şerifinde Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: Hiç kimsenin
işitmediği bir şekilde yapılan zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla
sevap vardır.
Kalp ile yapılan zikrin de dört çeşidi vardır, fakat burada açıklanmamıştır. Şeyh
Ahmed-i Kamil Risale-i Nakşibendî’de bunu ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bilinsin ki
azameti ve şanı yüce olan Allah’a yakın olan,
SK. HME 5b.Allah yolunda yürüyen ve onun saadet mekânına ulaşmayı
arzulayan saliklere bu şartlar elbette lazımdır ki açıklanmıştır. Ta ki sülûkunda makama
ve isteklerine ulaşıp emekleri zayi olmasın. Şimdi evvela lazım ve farz olan azameti ve
şanı yüce olan Allah’ı şu sıfatlar ile bilip ve buna inanıp kalbinde bunu yerleştirmektir.
Salik, ancak bu şekilde hayallerin kuruntusuyla nefsine uymayıp delaletin hüsranından
ve helak olmaktan kurtulabilir. Yüce Allah’ın varlığı mutlaka lazımdır ve O, bütün
varlıkların mutlak yaratıcısıdır. O ‘Âlim ve Kadir-i kayyum, Sami’-i basir ve Fa’al-i
lima yürid ve Mütekellim ve Vahid ve Ferd-i samed’dir. Onun kendi sıfatlarında
kendisine benzeyen başka biri yoktur. Yarattığı âlemlerde ortağı ve yardımcısı yoktur.
Varlıkları yoktan var ettiğinde yardımcısı ve destekçisi yoktur. Eskilikte onun evveli
yoktur Baki’dir. Sonu yoktur, değişim ve başkalaşmaktan münezzehtir. Parçalara
ayrılması ve bölünmesi mümkün değildir. Allah’ın varlığının sınırı yoktur. Allah,
zaman mekân ve esas yönünden sabit bir yerde olamaz.
SK. HME 6a. Allah, renk ve şekilden münezzehtir. Gözler, akıl ve düşüncelerle
anlaşılmaz. Ancak iman nuru ve keşf-i irfan ile anlaşılabilir. Allah kendi hakikatini
179
ancak kendisi bilir. Bütün yüce işler ve dünyevi işler onun ilmi iledir ve Allah’ın
bunlara yakınlığı denktir. Allah’ın varlığının sınırı yoktur ve hiçbir şekilde
sınırlandırılamaz. Bütün eşyayı en ince ayrıntısına kadar bilir. O’nun bilmesi yarattığı
varlıkların bilmesi gibi değildir. Bütün varlık dünyası O’na muhtaçtır ve mahlûkatın
varlığı O’na bağlıdır. Allah düşünce ile tahayyül edilemez. Biz O’nu nasıl hayal edersek
O bizim hayalimizin dışındadır.
Allah aklımıza gelen her türlü tasavvurun dışındadır. Allah düşündüğümüz
hiçbir şeye benzemez.
İnsan bütün kusurlarına tövbe edip nasuh tövbe mantıkıyla günahları bir daha
işlememeye kati bir şekilde yemin etmelidir. Zira yüce Allah kötü işlere bulaşıp isyan
edenler ile zulüm ve küfürde ileri gidenleri sevmez ve o mekâna yakışmaz. Ta ki kişi
tövbe suyu ile temizlenip güzel ahlak ile ahlaklanıp yüce niteliklerle vasıflanmadıkça.
NAZIM
SK. HME 6b. Tövbe bağışlanmanın madenidir.
Tövbe her türlü amelin en güzelidir.
Pişman olup gel günahlarına tövbe et.
Allah beni günahlarımla sever deme.
Kişinin günahı Allah ile arasında perde olur.
Allah ile aranda perde olan günahı terk et.
Allah’a tam bir sevgi ile teslim olup bu yolda canını feda etmek ve Allah
dışındaki her şeyden vazgeçmek lazımdır.
Canını sevgilinin yolunda vermeyi ihmal etme.
İhmal sahibi olan kimseler muradına eremezler.
Sevgilinin cana ulaştığına bakmayın.
O bütün malını terk edip meydana çıktı.
180
Ey gönül sevgilini öldürme, aman ver.
Eğer gerçekten âşık isen canını ver ki sevgiliye kavuşasın.
Dünyevi ve uhrevi bütün arzuları kalbinden uzaklaştır. Sadece Allah rızasını
gözeterek Allah’ı zikret. Anlayışlı kimselerin yalnızca Allah’a ihtiyaç duyduklarını bil.
Dünyanın itibarından vazgeç ve yalnızca Allah katında mertebe kazanmaya ve Allah’a
ulaşma yolunda ilerlemeye gayret et. Zahirenden fazla olanını fakirlere ver ve Allah
yolunda canını feda etmek niyetiyle Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu şeriat üzere
amel et.
SK. HME 7a. O’nun sünnetlerine uy, nafile ibadetlerle meşgul olup nefsani zevk
ve arzudan kendini çekerek ibadete ver. Bütün günahlardan kendini koruyup görünen
hallerini mübarek şeriata ve Hz. Muhammed’in yoluna uydur. Salik, Oruç, namaz ve
ibadetlerle zahiri yönünü imar edip gönül evini temizlemelidir. İnsanlara söylediği her
bir sözünü doğru söylemeli, nefsin ve şeytanın hatıralarından kurtulup kalbini
saflaştırmalıdır. Dünyayı ve yüce Allah’ı gösteren bir ayna olan sevgili gönlünü
olgunlukla cilalamalı ve saflaştırmalıdır. İnsanlarla karışmaktan ve onlarla sevinmekten
sakınmalı, bu gibi boş hallerle vasıflanmamalıdır ki Allah’ın ve Allah dostlarının
yolunda sülûk ederek bunun sonucunda dünya ve ahret mutluluğuna erişebilsin.
Mevcut olana kanaat edip elde edilmesi mümkün olmayana ait en büyük arzuyu terk
edip mevki ve şeref bakımından büyük olanların yüceliğine ulaşmak lazımdır. Fakat
salik olmak isteyen bir kişi tüm bu şartlardan önce bir mürşid-i kâmile, faziletli bir
şeyhe ve yol göstericiye ulaşıp onun eline, eteğine ve belki de ayağının altına yüz sürüp
seyr ü sülûk yolunun adap ve erkânını, seyr ü sülûkun şeklini, zikrin şartlarını, yüce
Allah’ı sıfatına layık ifadelerle yâd etmenin berzahlarını ve kötülüklere karşı alınacak
cezaları ondan öğrenmelidir.
SK. HME 7b.Salik, şeyhin yolunda canını ve başını vermeye hazır olmalı ve ona
daima hizmet edip ondan izin ve yardım isteyerek her bir hükmüne teslim olup her bir
emrine işittik ve itaat ettik demelidir. Salik, şeyh meclisinde hizmet etmeye, canını ve
başını şeyhinin yolunda feda etmeye ve yüzünü görmeye arzulu olmadıkça büyük
âlimlerin ileri geleni, evliyaların içinde zamanın en büyük mürşidi ve daima ibadet eden
bir kişi olsa da fayda vermez. Sonunda emeğinin zayi olmasının yanında Allah rızasının
181
arzulusu ve Allah’ın cemalini görme taliplisi olup da Allah dostlarının yoluna dahil olup
bu şartları tamamlamazsa arzusuna yine de ulaşamaz.
NAZIM
Sevgiliye gönlünle kavuşmaya çalışıp şirki gizle
Dünyaya gönül bağlama ki başkaları sana müşrik demesinler
Fani olup vücudundan geçerek Allah ile sonsuzluğa ulaş
Böylece Allah seni şirkten ve dünyaya gönül bağlamaktan korusun
Ey salik şu iyice bilinsin ki bu yüce tarikatın kaynağı, ortaya çıktığı ve bağlı
olduğu yer, senin ve şeyhinin bağlı bulunduğu şartlar, bulunduğun durum ve şeyhinin
sana telkin ettiği zikirler ile seyr ü sülûkun tamamı peygamberlerin sultanı olan Hz.
Muhammed sallallah u aleyhi ve sellem efendimizden gelmiştir.
SK. HME 8a.Zira Hz. Ali efendimiz Allah onun yüzünü şerefli kılsın Hz.
Muhammed aleyhisselam efendimizden Allah’a en yakın olan yol nedir? diye
sorduğunda, Hz. Muhammed aleyhisselam Efendimiz cevap vermedi. Daha sonra
kendisine vahiy geldi. Cibril-i Emin aleyhisselam yüce Allah’tan vahiy getirerek
Allah’a en yakın olan yol zikir yoludur, dedi. O zaman Hazret-i Cebrail Hz. Muhammed
aleyhisselam efendimize sesli olarak yapılan zikri telkin edip üç defa Kelime-i tevhidi
sesli olarak söyleyip telkin etti ve sana bildirdiğim şekilde zikret, dedi. Böylelikle ledün
ilmi kendisine verilerek yüce gönlünde hikmetin kaynağı, varlığın sırları ve hakikatin
türlü makamları birer birer güçlü bir şekilde tecelli etti. Hz. Muhammed aleyhisselam
efendimiz şeriat ilimlerinin açık olanlarını tüm zorluklara rağmen yayıp insanları
dosdoğru yol üzerine çekerek şeriat hükümlerini kendilerine tebliğ etmiştir. Fakat ledün
ilmini temiz ve mübarek gönlünde sır olarak saklamıştır.
SK. HME 8b.Daha sonra Hz. Ali’yi çağırtmış, aziz efendimizin de yazmış
olduğu manzumelerinde belirttiği gibi Hz. Ali efendimiz Allah onun yüzünü şerefli
kılsın, Hz. Muhammed’in ledün ilmine muvaffak olduğunu idrak ederek ona
yalvarmaya ve türlü türlü ricalarda bulunmaya başladı.
182
Bütün âlemdeki feyzin kaynağıdır.
Dünyadaki köle insanların serdarıdır.
Şeriat bilgisini bütün âleme yaydı.
Ümmetini şeriat üzerinde bir araya topladı.
Ledün ilminin izini gizledi
Fakat onu kimseye açıklamadı.
Onu mübarek gönlünde sakladı.
Hz. Ali onu kokusundan anladı.
Dedi ki ey ümmetini hidayete erdiren
İlk önce beni şeriatla aydınlat.
Ki mübarek gönlünden şeriatın kokusu gelir
Onu yüreği parçalanmış kölenden esirgeme
Ona şefkat edip dedi ey Haydar
Çok arzuladığın için ( sana bunu anlatacağım )
Ona ledün ilmini öğretti
Hem de anahtarlarını bildirdi
Sesli olarak zikretmesini kendisine telkin etti
İşte bu ayin bize oradan kalmıştır.
Buradan anlaşıldığı üzere Sultanımız Hz. Muhammed ledün ilminin hakikatlerini
Hz. Ali efendimize öğrettikten ve gizli kalan ya da işaret edilen yönleri Hz. Ali
tarafından iyice anlaşıldıktan sonra diğer sahabeler de toplu olarak veya tek başlarına
bulundukları zamanlarda sesli olarak zikrederek zikir yoluna devam etmişlerdir.
183
SK. HME 9a. Hz. Muhammed, cihattan geldikleri zaman şöyle buyururlardı:
Küçük harpten, büyük harbe döndük. Buradan da anlaşıldı ki Allah’ı zikretmek nefis ile
yapılan büyük cihattır. Çünkü Allah’ı zikretmek Allah’ın düşmanları ile mücadele
ederek onları helak etmek demektir. Zikir olmadıkça Allah dostu olunmaz ve Allah ile
yakınlık sağlanamaz. Hz. Peygamber bazı defalar tedbir sebebi ile Allah’ın kalbi olarak
zikredilmesini buyurmuştur. Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye ve hicret sırasında sığındıkları
mağarada Hz. Ebubekir’e kalp ile zikretmesini buyurmuştur. O zaman Hz. Ali ve Hz.
Ebubekir Hz. Peygamber’e evvelden daha ziyade hizmet ve hürmet ettiler ki akıllar
hayrete düşer. Bu yüzden Allah’ın yardımına ve ihsanlarına mazhar oldular. Hz. Ali
Allah onun yüzünü mükerrem kılsın, “ Vücutta bir et parçası vardır. O’nun salahı bütün
vücudun salahına, fesadı tüm vücudun fesadına sebep olur. “ hadisine nail olarak
inancına sadık bir şekilde bağlandı. Hz. Ebubekir ise “ Ebubekir’in sizden daha faziletli
olması çok namaz kılmakla ve çok oruç tutmakla değil, onun kalbinde sabit olan
ilimledir. “ hadisine mazhar olarak diğer sahabelerden daha faziletli oldular.
SK. HME 9b. Bunlar dahi bazı sahabelere ve sahabeler bazı tabiinlere bildirerek
taşıyıp yaydılar. Böylece bu şekilde yüce tarikat yolu ortaya çıkarak Allah’a yakın olan
tarikat sahipleri tarafından bilindi. Fakat tarikat ehli olmayıp kaynağını buradan
almayan kişiler ise bu yoldan mahrum kaldılar. Sadece zahirde görünen şeylere ve
eşyalardaki işaretlere aldanıp hakikatin sırrını, eşyanın gerçekliğini, Allah’ın sıfatlarını
ve kudretini anlamaktan aciz oldular. Geçmişte belirtildiği şekilde ulular ulusu olan
büyük evliyalar ve büyük şeyhler arasında silsile bu şekilde devam edip büyük
şeyhlerden nice büyük zat; Bayezîd-i Bistâmî, Şeyh Ahmed-i Kâmil ve hürmetli aziz
şeyhimiz Şeyh Şemseddîn Allah onun sırrını aziz kılsın efendilerimiz irşat makamında
saliklerine bazı sorular sorduktan sonra sülûkı beyan eden her biri değerli bir inci olan
ve hakikatlerin sırrını açıklayan nasihat ve tembihlerde bulundular.
SK. HME 10 a. Buyurdular ki bu yüce tarikatta bir cezbe ile bir de sülûk ile
terbiye vardır. Fakat müritlerini cezbe ile yetiştiren mürşit saliklerini Hakk’a ulaştırır
ama o salikler terbiye ve irşattan mahrum kalırlar. Çünkü kendisi seyr ü sülûkun yolunu,
adabını, erkânı ve ehlullāh olan bir mürşidin hizmetini görmemiştir. Bu şekilde terbiye
edeyim derken salikleri delalete düşürür.
Onları Allah’ın bu dünya hayatı için
buyurduğu emirleri yerine getirerek ahrette mutluluğa kavuşmaktan mahrum bırakır.
Salik de bu işe meyilli ise Allah korusun büyük ihtimalle dinden çıkar ve hüsrana uğrar.
184
İlk önce şeyhliğin şartları ve adapları vardır. Salikleri terbiye edecek şeyh ve mürşit bir
şeyh-i kâmilden kendisi de terbiye görmüş olmalıdır. Şeyhinin kendisine izin verdiği
ölçüde müritlerini yetiştirmeye çalışmalıdır. Tarikatın esaslarını ortaya koyan şeyhten
ve Allah yolunda ilerleyenlerden feyiz almalıdır.
SK. HME 10b. Saliklerle bir araya gelmeye kudretli ve onları yönetebilecek
yeteneklere sahip olmalıdır. Bilgili olmalı, daima zikredenlerden olmalı, nafile
ibadetleri de yerine getirmelidir. Zahiri ve batıni şeriat bilgisine sahip olmalı ve sözleri
ile davranışları uygun olmalıdır. Tarikat adabını, güzel amelleri ve hakikatin sırlarını
bilerek tarikatında bulunan ve salikin ayağını kaydırabilecek tehlikelerden haberdar
olup saliki nefsine uymaktan ve şeytanın şerrinden muhafaza etmelidir. Yoldaki
eziyetler ve seyr ü sülûk boyunca meydana gelecek olan sıkıntılar hakkında saliklere
tembihlerde bulunmalıdır. Salikleri terbiye ederek çekecekleri sıkıntıların manalarını
kavrayıp zor durumlar karşısında tahammül gösterip sabretmelerini öğretmelidir.
Salikleri seyr ü sülûklarını kolayca tamamlayarak arzularına ulaşmaları ve delalete
düşmeden ibadetlerini yerine getirmeleri hususunda uyarmalıdır. Böylece onları esenlik
içinde Hakk’a ulaştırıp her salike kabiliyetine göre, hoşlandığına göre ve gelişatına göre
bir terbiye disiplini uygulamalıdır. Kendisi de bizzat terbiyenin içinde bulunmalı ve
saliklere terbiye esnasında zahmet çektirmemelidir.
SK. HME 11a. Dua etmekte cömert davranmalıdır. Bazen sülûk esnasında
küçücük bir şey sebebiyle ortaya çıkan gevşeklik saliklerde dua etmeyi bırakmaya sebep
olabilir. Şeyh hem huzurunda bulundukları zaman hem de gıybette salikleri terbiye
etmeli, onları doğru yola iletmeli ve Kur’an’ı ezberlemekle meşgul olmalarını
sağlamalıdır. Her yönüyle onlara tembihlerde bulunarak onları terbiye etmeye
çalışmalıdır. Onların hem huzurda hem de gıybette Allah’tan gafil olmayıp nefis ve
şeytanın şerrinden uzak durmalarını sağlamalıdır ki zikirlerinde sürekli olsunlar. Her
şeyin özü olarak şeyhin her türlü işi ve davranışları şeriat ölçüsünde olup kulluk adabını
bilerek, sünnete hürmet göstererek ona uymalıdır. Bidatlerden ve haramlardan uzak
durmalı, emirler ile amel etmeli sıkıntılar karşısında çileyi benimsemelidir. Bu şekilde
salike yol gösterip fenafillâhı arzulamalıdır ki salikler de onun yolunu takip etsinler ve
Allah’ın kitabını, Hz. Peygamber’in hadislerini kılavuz edinip her emrine uysunlar.
185
SK. HME 11b. Hakikatin sırlarını Allah’ın kitabına ve Hz. Peygamber’in
hadislerine tatbik etmeye çalışmalı, bu adap şartlarını bilmeli, şeyh saliklerine büyük
nimetleri ve sırları Allah’ın peygamberi tarafından ne şekilde sunuldu ise sırasıyla
kendisi dahi bu yolu devam ettirmeye layık ve Hz. Peygamber’in kendisine bıraktığı
halifelik üzerinde sabit olan şeyhten izin alan salik de peygamberler sultanı olan Hz.
Muhammed’e biat etmiş ve sözünü yenilemiş olur. Böylece imanını sağlamlaştırmış,
aydınlanmış ve Hz. Peygamber’e uymuş olur. Bundan sonra yolu boyunca kemalatını
tamamlamaya ve Allah’a kavuşmak için salik olmaya ve bunun sonunda Allah’a
kavuşmaya hak kazanır. Bu şartları yerine getirmeyen salik, şeyhten izin alsa dahi
bunlar onun Allah korusun Hakk’tan ayrılmasına sebep olur. Tekrar nefsinin ve
şeytanın yollarında kalır, bütün emeklerinin zayi olmasının yanında ebediyete kadar
hüsranda kalıp en sonunda her iki dünyada da rezil olur. Ey merhametlilerin en
merhametlisi olan Allah’ım rahmetinle bizleri koru, bizlere merhamet et.
SK. HME 12b. MANZUM
Şeyhin her türlü davranışı şeriata uygun olmalıdır.
Anka kuşu gibi göğün en yüksek noktasını kendisine menzil edinmelidir.
Görünüşte ibadet ve zikirle meşgul olmalıdır.
Batında ize Allah ile hasb-ı hal etmelidir.
Mukaddes bir güce sahip olmadır.
Allah’ın lütfü ile dağları kaleye çevirmelidir.
Gıybette saliklerini koruyup gözetmelidir.
Gönüllerindeki hastalık ve zaafları çıkarmalıdır.
Sülûk yolunda saliklerin ayağını kaydırabilecek tehlikeleri bilmelidir.
Allah’ın yardımı ile doğruluk yolunu delaletlerden temizlemelidir.
Saliklerin sülûk yolunu keşfetmelerini sağlamalıdır.
Kısmet kapılarını arzulayanlar için açmalıdır.
186
Şeyhlerinden Kur’an ve iman hakikatlerini silsile olarak öğrenmelidir.
Kemalat ve faziletleri tarikatının isminde olmalıdır.
Veliliğin yakınlığı ile Allah’a yakın olmalı
Halk içinde hilafet tacı ile üstün olmalı
Hz. Peygamber’in yolunda terbiye görmüş ve izin almış olmalıdır.
Bu hali çeşitli kerametlerle ebedileşmelidir
Eğer bu sıfatlar bir şeyhte bulunmazsa
SK. HME 12b. Elbette o kişi şeyhlik makamından uzak olur
Samimi olarak Allah yolunda gayretle yürüyen salik
Allah’a nazarla kemalatın faziletlerine sahip olur.
Fakat bu şekilde hizmet etmek çok zordur.
Korkarım ki her iki cihanda hüsrana uğrar.
TARİKATA ÇAĞRI
Bir salik yüce Allah’a sülûk itmek isterse ve Allah dostlarının yoluna girip her
iki dünyada da mutluluğa kavuşmayım derse ilk önce bir şeyh-i kâmil bulup ondan
tarikata kabul edilmeyi istemelidir. Zikrin nasıl yapılması gerektiğini, seyr ü sülûkun
adap ve erkânını ondan öğrenmelidir. Onu kendine rehber edinip sırtını ona dayayarak
yüce tarikata giden yollara onun kılavuzluğu ile sülûk edip ayak basmalıdır. Zira yüce
Allah’a giden yollar birçok gönülden gider ve bu yolların zorlukları ve çeşitleri çoktur.
Salik, kendisine yol gösterecek merhametli bir arkadaşa, ihlaslı bir insana ve tarikat
merasimini bilen birine ulaşmadıkça hidayet bulamamanın yanında yolda çok sefaletler
çeker.
SK. HME 13a. Varını yoğunu yağma edip belki de helak olmasına kesin gözü ile
bakılır. “Tarikata girmeden önce bir arkadaş gereklidir.” Sözünün anlamına göre ve “Bir
tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür.
187
Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır.” hükmünün ifade edilmek istendiği anlaşılır.
Şeyh olan bir kimse ilk önce salike istihareye yatmasını emreder. Kendisi de istihareye
yatarak Allah dostları tarafından istihare esnasında salikin tarikata kabulüne izin
verilirse şeyh salike gusletmesini emreder. Ardından iki rekât namaz kılmasını, Allah
rızası için bir miktar şey adakta bulunmasını ve sadaka vermesini emreder. Salik
kendisine emredilen işleri yaptıktan sonra şeyhin huzuruna gelmeli ve şeyh Allah
rızasını kendisine esas gaye edinmesini emretmelidir. Şeyh saliki bütün küçük ve büyük
günahları ile birlikte gafletlerinden, kötü hal ve hareketlerinden nasuh tövbesi ile tövbe
ettirir. Çünkü hadis-i şerifte buyrulduğu gibi: “ Bir kişi bütün günahlarına tövbe edip
birisine etmese o kişi tövbe etmiş sayılmaz.” Sonra şeyh o salikin üzerinde kul hakkı
var ise hakkın ödenmesini ya da hak sahibinden helallik almasını ister.
SK. HME 13b. Bu yönde salikten söz aldıktan sonra şeyh, müridin sağ elini
tutup yapmaya mecbur olduğu farzları, üzerine vacip olan şeriat hükümlerinin
tamamını, sünnetleri ve nafile ibadetleri salike bildirmeli ve salikten bunları yerine
getireceğine dair söz almalıdır. Bu amelleri işlemek için azimle çalışacağına söz verip
bidatlerden sakınacağına, tövbesinde kararlı olup onu bozmayacağına dair söz alıp şu
ayet-i kerimeyi okutmalıdır: “ Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman Allah’a tabi
olurlar.” bu ayeti okuyup Allah’ın yedi güzel isminden ilki olan Kelime-i tevhidi sesli
olarak zikretmesini söyleyip sağından alıp solunda bitirmesini ve “Allah dışında hiçbir
maksat yoktur.” Sözünün yüce anlamını dikkatli bir şekilde düşünmesini emreder. Hz.
Muhammed’in sözleri üzerine salike izin verir. Zira üç anlamdan biri bu anlamdır. Salik
olan bu sözleri dikkatlice düşünmeden zikretse faydası bulunmamasının dışında belki de
zararı dokunur. Bu zikri uzunca bir süre sesli olarak okuduktan sonra belki de sözleri ile
söylediklerini kalbi ile de tasdik etmeye başlar.
SK. HME 14a. Daha sonra Kelime-i tevhidi gizlice ve alçak bir sesle okuması
için salike izin vermelidir. Şeyh salikin ellerini tutup verdiği bütün sözler ve ettiği
tövbelerin üzerinde dosdoğru duracağına dair ondan söz alıp sözünde duracağına yemin
ettirmelidir. Salik sonunda bir daha yeminini yenilemeye ihtiyaç duymayıp azim, gayret
ve tam bir itikat ile canını, malını, başını ve ailesini bu yolda feda etmeye hazır
olmalıdır. Eğer bunlar olmasa şeyh tarafından açılan feyiz yolu, açıklamalar, sırlara
yönelmeler kendisine engel olur ve yollarda zahmetler çeker, tekrar yeminini
yenilemeye muhtaç kalarak yolu uzar.
188
NAZIM
Salik Allah’a ulaşamaz rehber olmasa
Ona tarikat yolunu aydınlatan bir kişi olmasa
Hakk’ın meclisinde hizmet etmeye layık olur mu hiç
O kişi terbiye sahipleri ile dost olmasa
İnsan yol hatırına bir yere gider mi beyim!
Onun arkadaşı iyi bir yol gösterici olmasa
Salik bu yolda himmete ulaşır mı hiç
SK. HME 14b.Kamil bir şeyhin dergâhına yüz sürmüş olmasa
Himmetin bereketi, hürmetin kıymeti ile muradına ulaşır mı hiç
Hakk yolunda ve şeyh önünde sadık bir kul olmasa
SALİKİN SÜLÛK ETMESİNİN ADAB VE ERKÂNI
Bu yüce tarikatta nispeti korumak bağlılığın en büyük şartıdır. Nispetin anlamı
şeyhin müridine verdiği ve müridin de kabul ettiği anlaşma, sözleşme, telkin, talim,
tembih, tesbihatlar, zikirler ve kulluk adaplarından ibarettir. Bu anlamda nispet aslında
tarikatın kendisidir. Salik eğer bu nispeti korumazsa tarikata olan bağlılığını da
korumamış olur. Tarikata bağlılığını korumayan tarikattan çıkarılır ve yolundan dönmüş
olur. Bu yüzle Allah’a yaklaşamaz. Şimdi salike nispeti korumak gereklidir ve bu salike
farz-ı ayndır. Nispeti korumanın esası müridin şeyhe verdiği sözün gereği olarak ondan
öğrendiği tesbihat ve zikirleri eksiksiz yerine getirmesidir.
SK. HME 15a. Salik, bunlardan en küçük birini bile terk etmeyip şeyhin her bir
emrini candan kabul edip bunların üstüne fazladan ekleme veya azaltma yapmamalıdır.
Salik, bütün feyizlerin ve ihsanların kapısının şeyh vasıtasıyla açılacağına inanmalıdır.
Her yönüyle şeyhe hüsnüzan ederek kötü inançlara yaklaşmayıp hakkına olgunlukla
hürmet gösterip kendisine muhabbet ve candan hizmet etmelidir. Şeyhin kendisine tayin
ettiği ibadetlere ve şeyh meclisine katılmaya devam etmelidir. Başka şeyhlerin
189
meclislerinden uzak durup onların meclislerine varmayıp şeyhin emirlerine saygı
göstererek nispeti yerine getirmiş olur. Eğer bunlardan birini terk ederse şeyhten özür
dileyerek yeni baştan rica edip şeyhe sığınarak nispetini yenilemek ve yeminini
tazelemek zorunda kalır. Çünkü yeminini bozarak nispetini terk etmiş olur. Bu da Allah
korusun saadet ve kurtuluş bulamamanın alameti ve sebebidir. Müride gerekli olan
kendi şeyhinden başka şeyhlerle ve kendi tarikat arkadaşlarından başka saliklerle
görüşmemektir.
SK. HME 15b. Salike düşen kendi şeyhinin aleyhinde olan kimselerin yanına
varmamak ve bunlarla sohbet etmemektir. “ Şeyhim Hakk’a ulaştırandır ve beni ancak
o Hakk’a ulaştırır.” şeklinde düşünmeli, onun bütün tekliflerini ve tembihlerini can u
gönülden kabul etmeli, hepsini lütuf ve bereket bilerek onlara baş eğmelidir. Şeyhim,
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin naibidir, diye itikat etmelidir. Buna tabi olmak
peygamberler sultanı aleyhisselama tabi olmaktır. Buna biat etmek ona biat etmektir.
Buna teslim olmak ona teslim olmaktır, bunun rızası onun rızasıdır, diye itikat etmelidir.
Eğer böyle etmezse tabi olmanın nuru kalbinden silinir ve biat beni yok olur. Bir diğeri
yüce tarikatın muhabbet rabıtası, muhabbet rabıtasının kapısı dedikleri müridin şeyhine
olan sevgisinden ibarettir. Eğer müritçe bu muhabbet rabıtası olmasa feyiz bulamaz ve
himmet kazanamaz ve yaptıklarının tamamı boşa gider. Çünkü farzların ikincisi budur.
SK. HME 16a. Zira manevi zenginlik kazanmanın sebebi rabıta-i muhabbettir.
Onun için bunu da bir esas olarak saydılar. Bu rabıta-i muhabbet dört yol ile olur.
Birinci yol budur ki, mürit şeyhinin suretini muhabbet yoluyla düşünerek o düşünce
üzerinde kendisini ikna eder. Nitekim aşığın sevgilisinin suretini düşünerek kendisini
ikna ettiği gibi şeyhini düşünmelidir. Bu rabıta sebebi ile şeyhin ruhaniyeti müridin
batınında hazır olur. Müridin batını o ruhaniyetin ışığı ile aydınlanıp kendisine bazı
sırlar görünür ve muhabbetin tamamlanması sağlanır. Böylece şeyhin bazı kemalatı
tevarüs yolu ile müride geçerek kendisini gösterir. Mürit bu rabıtaya devam ederse
derece derece şeyh gibi olgunluğa ulaşır. Çünkü rabıta-i muhabbet muhabbeti sevenin
sıfatlarına dahil eder. Nitekim Muhabbet, mahbubun niteliklerinin maşukun bedeni
üzerinde kendini göstermesidir. İkinci yol budur ki mürit şeyhin ruhaniyetine muhabbet
yolu ile teveccüh eder.
190
SK. HME 16b. O teveccüh ile bir rütbe kazanarak beşeriyetine dahil eder. O
halde şeyhin ruhaniyeti müridin batınında tasarruf eder. Müridin beşeri vasıflarını izale
eder ve mürit derece derece şeyhin ruhani vasıfları ile vasıflanır. Bu rabıtaya devam
etmenin karşılığı olarak şeyhin bazı hallerine ulaşır ve kendisinin ne hal üzerine olduğu
kıyas yolu ile şeyhin gönlünde belirir. O teveccühte kalp rahatlığı ile davranış ve
tavırları birleşir. Fakat üçüncü yol budur ki mürit şeyhinin ruhaniyetini sürekli dönen bir
daire yahut nurdan yüksek bir kubbe şeklinde tefekkür edip o tefekkürde kendini o
dairenin ya da nurdan kubbenin üstünde düşünerek o düşünceye o kadar dalar ki
tamamen kendinden geçer ve kaybolur.
SK. HME 17a. Şeyhin gıyabındaki ruhaniyeti ve nuraniyeti yolun azalması ile
müridin batınında kendini gösterir. O nuraniyetten müridin kalbinde büyük ve iyi bir
nuraniyyet meydana gelir. Sonra da derece derece artarak nuraniyet-i asliyeye sahip
olur. Böylece mürit buna karşılık olarak şeyhin teveccühü ile bazı kemalata ulaşır. Fakat
dördüncü yol budur ki, müridin şeyhinin suretini, ruhaniyeti ile bağ oluşturan bir dalga
olarak düşünerek şeyhin huzurunda gösterdiği edepleri farazi olarak belirtilen surette de
yerine getirmesidir. Şeyhin huzurunda kendisinin boynunda bir zincir varmış gibi farz
ederek ve bu zincirin ucunun da şeyhin ayağında olduğunu düşünerek boynu eğri bir
şekilde huzurda şeyhin emrine amade şekilde durmalıdır. Böylece o farazi olarak
belirtilen suretten ona ruhani bir feyiz ulaşır. Rabıta ile de mürit tıpkı şeyhin huzurunda
eğitim aldığı gibi eğitim alır. Fakat bu durum şu şarta bağlıdır ki mürit fazlası ile sağlam
bir itikat ve hüsnüzan sahibi olmalıdır.
SK. HME 17b. Şeyhin ruhaniyetine kolay ulaşılmaz. Salik her zaman şeyhe
duyduğu muhabbetle gezer ve onun korkusuyla gezip her zaman onu düşünürse şeyhin
ruhaniyetinin imdat kapısı açılır, onun yardımına ve himmetine nail olur. “ Ancak beni
Mevla’ya o ulaştırır, ondan başkasının beni Mevla’ya ulaştırması imkânsızdır. Hızır
gelse de bana fayda vermez.” diyerek, “Şeyhim bana benden fazla şefkat gösterir,
halimi benden fazla bilir.” diyerek bu itikat üzere olup her halini ve kendisine perişanlık
verecek işlerini ve verdiği sözleri bütünü ile ifade etmek gereklidir. Onun dilinden ne
himmet olur diye her sözünde ne demek istediğini anlamaya çalışıp bu sözleri hakikatin
sırrı olarak düşünmelidir. Salik şeyhin huzurunda iken, görelim ne söyleyecek diye
hazır bir şekilde durup hiçbir kelamını boşa geçirmeyip cümlesinden bir hisse alarak
191
bunu ne için söyledi ya da bu uygun değildi yahut bu çok zordur demeyip hepsini
hikmet olarak yüklenmeli ve can kulağı ile dinlemelidir.
SK. HME 18a. Bazen şeyhin başkalarına söylediği sözlerden de hisse çıkarıp
burada bana da bir tembih vardır, diye düşünmelidir. Şeyh kelam söylerken bir işle
uğraşmamalıdır. Başkaları ile konuşmamalı ve izin almadan gitmemelidir. Bazen olur ki
salik şeyhin huzurunda nefsini öldürüp istiğrak hali ile kendinden geçer. Müritte bu
şekilde sülûklar, edepler, düşünceler ve itikatlar oldukça şeyh müridi kısa bir zamanda
makama ve rütbeye ulaştırır. Bu rabıtaların müride fayda verebilmesi muhabbete
ulaştırmasıyla mümkündür. Eğer salik muhabbete yakın olmayıp bu edepleri ve sülûk
için gerekli olan amelleri sırf gösteriş, dünya ve ahret istekleri için ve korkular
yüzünden görünürde teslim olmuş görünüp Allah’ın ve Allah dostlarının yollarından ve
niyetlerinden ayrılırsa menziline ulaşması zordur.
SK. HME 18b. Muhabbet sevene haktır, öğrenilmiş değildir. O andaki sözler ve
edeplerin gerektirdiği gibi sülûk zamanında Allah da yardım eder. Bu ancak himmet ile
olur, muhabbette gösterişe kapılmak zındıklıktır, sonradan insanı sarsar.
Devamlı olarak şeyhe rabıta et
Sevgiline sıkıca tutun
Sabah akşam onun hizmetinde ol
Ki ihsanını kazanmayı hak et
Şeyhe derhal tabi ol
Sözünü tutup vefa göster
Hakk yolunda böylece yüksel
Hakk’ın dergâhına ulaş
Şeyhi düşünüp dur
Onu kalbinden uzak tutma
Daima onunla huzur bul
Şeyhin sırrından ders al
192
Şeyhin uykusunda kendini yok et
Aşkından başı dönmüş ol
İlm-i ledüne inanmış ol
Ondan sayfalarca ders oku
Şeyhin meclisinde hazır ol
Sözlerini dinleyerek nazır ol
Kederi sebebi ile övün
Ki lütfü senden uzaklaşmasın
Sülûkun şartlarından biri olan şeyhin sohbetlerine katılmak da acil ve gereklidir,
büyüklerden de büyüktür. Zira genel olarak şeyhlerin müritlerini terbiye etmesi sohbetle
ve konuştuğu zamanlarda manası gizli olan işaretlerle olur.
SK. HME 19a. Sözleri ise tarikatlardaki sohbet ile olur. Hz. Peygamber, eshab-ı
kirama birçok yol ile şeriatı anlatmıştır. Fakat sohbet ile söyledikleri fazla ve açık
olduğundan onlara eshab ve sahabe diye isim verilmiştir. Genellikle büyük şeyhler de
hizmet ile bazen arkadaşlık ederek, bazen zorlayarak sert bir şekilde ve kızgınlıkla,
bazen dokunaklı sözlerle, bazen lütuf ile ve güzellikle saliklere yol gösterip bunlar
sırasında birçok tembih, adap ve kurallara işaret ederler. Fakat hiddet ve zorlama
tarafında olan işaretler açıktır ve faydası kısa sürede görülür. Fakat salik her ne sebeple
olursa olsun bunların hepsini iyilik, yardım ve himmet olarak bilmeli ve hepsine boyun
eğip Allah dostlarının gemini ağzına vurup mevcut olan imtihan, çille ve
SK. HME 19b. zorlukların tümünden huzur ve safa ile memnun olup
incinmemelidir. Aklına küçük bir zorluk ya da acizlik gelmemelidir. Seyr ü sülûk
yolunun zorlukları kazançları ile eşittir. Salik, hizmetlerin sona ermesini ve çillelerin
bitmesini lütuf görmeyip belki bütün ömrümü, varımı bu yolda bitirsem yine de azdır,
daima yardımdır. Bu yolda bulunup kapıları ile bir olduğum bu bana yeterlidir.
Kendileri bilir, teslimiyet kapısında rıza eşiğine yüz sürüp bu sülûk ile ebedi mutluluğa
ve ebedi sırlara ulaşır. Ey Allah’ım! Bize ve kardeşlerimize ( zorlukları ) kolaylaştır,
halimizin zayıflığına merhamet eyle ve bizi gafillerden olmaktan muhafaza et.
193
TENBİH
Ey salik, Allah’ın adıyla malumun olsun ki ve can kulağıyla dinleyip kabul et ki
bu yüce tarikatın yedi rüknü vardır. Eğer bir kişi şeyhten habersiz olarak yüreği ile
bunlardan biri ile sülûk etmek isterse bu yüce tarikatın sırlarına ulaşamaz.
SK. HME 20a. Sülûktan çıkar ve bütün emekleri boşa gitmiş olur. Fakat şeyh bu
kuralların bazılarına izin vermediyse ya da kendisine izin verilmiş ve emredilmiş ise o
zarar vermez. Tarikatın bazı vacipleri, şartları, sünnet-i müekkedeleri vardır. Bunlar
sayısı pek çok olan güzel amellerdir. Bunların bazıları yeri geldiği için ifade edildiler ve
bazıları da açıklanacaklardır. Hurde-i fukara diye isimlendirilen bazı şartları da vardır.
Bu anlatacağımız yedi rükünden biri murakabedir. Bu rüknü şeyh olan kimse salikin
kabiliyetine, hizmetine ve durumuna göre izin verirse yerine getirir. Şeyh izin vermezse
salik, bunları yerine getirmez ve sülûk edemez. Biri de zikr-i kalbidir ki bu da yeri
geldiğinde anlatıldı. Buna da şeyhin izni olmayınca olmaz. Birisi vukuf-ı kalbidir ki bu
da şeyhten izinsiz olmaz. Bu üç rükün rükn-i Erbaa’dan sonra olur ve her biri için ayrı
ayrı olarak şeyh
SK. HME 20b. olan kişi destur vermedikçe ve edebi ile haber vermedikçe olmaz.
Yeri geldiğinde açıklanır. Dördüncüsü hıfz-ı nispet, beşincisi rabıta-i muhabbettir,
bunlar büyük rükünlerdir. Altıncısı sohbet-i şeyh ve huzur-ı meclis, yedincisi devam-ı
hizmet ve emre itaattir. Bu dördünden hıfz-ı nispet ve rabıta-i muhabbeti ifade ettik.
Sohbet, hizmet, huzur ve itaat bunlar da bazı münasebetlerle açıklandı. Bunun izahı
budur ki büyük Allah dostları demişlerdir ki: “ Huzur-ı meclis-i şeyh ve sohbeti şeyh
muhakkak olarak gereklidir.” Zira Pir Muhammed Bahâüddîn Hazretleri tarikatlardan
bahsederken: “ Toplum için en hayırlı olan tarikatlardaki sohbettir.” demiştir. Buradan
anlaşıldığı üzere salik olan kimseye tarikat yolunda ilerleyip tarikatın adap ve erkânına
uymanın yanında sohbet de gereklidir. Salik, özellikle şeyhin huzurunda söylenen
sözleri dinleyerek sülûk sohbetlerini idrak etmek, anlatılan ve
SK. HME 21a. söylenen sözleri can kulağıyla dinleyerek bunlardan ders
çıkarmaya ve şeyhin her bir sözünden bir edep öğrenmeye gayret göstermelidir. Çünkü
ariflerin sohbetleri yüce Allah’ın tecellilerinden ortaya çıkmaktadır. Vakit ise geçip
durur, o sözler ise her zaman olmaz, gelişat her zaman gelmez ve tecelliler tekrar ortaya
çıkmaz. Biten sohbetler bir daha bulunamaz. Salik, hemen gözlerini açıp bunlarla
194
birleşerek fırsatı kaçırmayıp her bir sözü hikmet bilerek hazır olmalıdır. Zira saliklerin
yollarında bazı makamlardan atlayarak bazı makamlara ve derecelere ulaşmaları bunları
kavrayıp idrak etmekle olur. Farzlar, sünnetler, nafile ibadetler ve oruç ile olmaz; belki
sohbet ile itaat edip hizmet etmekle, adap ve erkânlara uygun hareket etmekle olur. O
sohbetler çoğu zaman ibadetlerden daha faziletli olur. Nitekim Sultanımız Sallallah u
‘Aleyhi ve Sellem sahabelerden birine
SK. HME 21b. bir adam gönderdi. O kimse namazımı kılayım da sonra gelirim
diyerek namazını kılmak ile meşgul oldu. Daha sonra saadet meclisine geldi.
Buyurdular ki: “ Niçin geciktin?” “ Namaz için geciktim.” diyince bu defa sultanımız
buyurdu ki: “ Benim meclisime gelip icabet etmek sana namazı vaktinde kılmaktan ve
bunun gibi nafile ibadetleri cemaatle yerine getirmekten daha faziletlidir.” Bazı vakitler
olur ki ariflerin meclisinde bir an bulunmak bin saat ibadet etmekten daha hayırlı olur.
Onun için bir arif şöyle buyurdular: “Allah ile sohbet edin. Eğer siz Allah ile sohbet
edemiyorsanız sizi Allah’ın sohbetine ulaştırması için Allah ile sohbet edenlerle sohbet
edin.” Zira onların sohbetleri kalbi saflaştırıp cilalar ve sohbet kalplerdeki engelleri,
perdeleri ve vesveseleri izale eder. Onlara bazı vakitlerde söz arasında ve bazen
murakabe halinde, bazen dilleri
SK. HME 22a. söylerken her şeye gücü yeten Allah’ı müşahede ederler ve
saliklere de birçok sırrı müşahede ettirirler. Fakat onlar bilmez ve anlamazlar. Çünkü
bilseler kalpleri perişan olur ve nefisleri safa bulur. Hemen onlarda bir ruhaniyet, bir
lezzet veya taze nurlar meydana gelir. Fakat Allah korusun bunlardan birine dahi
uymayıp belki kendinde manevi bir sıkıntı ya da gaflet uykusu olursa ona salik denmez.
Tamamıyla nefsi şeytanın elinde kalmıştır. Tekrardan tövbe edip yeniden Allah’ın
yardımını dileyerek ve düştüğü zillet karşısında pişman olup Allah’a yalvararak edep ve
kalp sahibi olana sorulur ki: “ Vaizlerin, hatip, imam ve görünüşte âlim olanların
sözlerinde bu tatlılıklar niçin yok? ” Ona cevap budur ki, şeyhlerden bize ulaşan
sohbetler âlem-i cem-i cumhurdan zuhur eder. Onlara ulaşan mürşitlerle âlimlerin
sözleri arasındaki fark buradan kaynaklanmaktadır.
SK. HME 22b. Şeyhlerin kelamı Allah’ın tecellilerinden, kudretinden ve Allah’a
olan yakınlıktan ortaya çıkar. Şeyh her ne söylerse görünüşte hakikate tam erememiş,
tevhidin derin hakikatlerinden haberi olmayan insanların sözleri gibi olsa da elbette
195
onlarda tecellilerin eserleri, hayatın ilhamı ve anlamı derinlerde olan hakikatler vardır.
Dünya malını arzulamak büyük bir hatadır. Onun için şeyhlerin sözleri salikleri
gerçekleri görmeye yaklaştırır ve kurtuluş kapısını açmaya ulaştırır. Fakat bu sırlardan
herkes durumuna, niyetine ve kalbine göre birtakım çıkarımlarda bulunur, bundan
fazlasını anlayamaz. Onun için bir mecliste birçok söz olur ki o sözler birçok kişi
arasında yayılır, birçok kişi bunlardan manevi sıkıntı duyar ve birçok kişi de habersiz
olur. Ariflerin meclisinde birçok kelam söylenir ki bazı salikler niyetlerine ve
kalplerinin gördüğüne göre o sözlerden feyiz alıp hislenirler. Nice salikler de sıradan
insanların sözü gibi dinleyip
SK. HME 23a. faydasız bir şekilde giderler. Sözün özü şeyhlerin kelamları diğer
insanların sözleri ile kıyaslanamaz.
BEYT
Ariflerin feyizleri Hz. İsa’nın nefesi gibi sohbetledir.
Onlar sözleri ile sonsuz bir hayat bağışlarlar.
Arifler sözleri ile saliklere feyiz verirlerse şaşılır mı?
Onların sözleri kaynağını kudret makamından alır.
Şeyhler, sohbetleri ile saliklere feyiz verdikleri gibi onların nazarları bile
himmettir,
saliklere
feyiz
verir.
Çünkü
onların
nazarı
Hakk’ın
nazarından
kaynaklanmıştır. Bazı vakitlerde Şeyhlerin bir nazarı hakikatin sırrını ortaya koyar, bir
nefesi ve bir nutku genelin üzerinde bir anlam ifade eder. Salikin ism-i azamı şeyhinin
dilinden çıkan nutuktur. Necmüddîn Kübrî kuddise sırrıhu hazretlerine bir halet geldi.
Köpeğe baktı, köpekte acayip sırlar ortaya çıkınca şaşırdılar. Şeyhlerin hizmetine devam
edenlerin böyle hallere rast gelmeleri çok görülür.
SK. HME 23b. Ama salikler bu zamanı gafletle geçirirse ve niyeti sadık değilse
bu durumu bilemezler. Bilseler de araştırıp bulamazlar ve emekleri zayi olur. Çünkü
meclis sahibi olan mürşit, şeyhlerin pek aşağı ve gafili dahi olsa onlarda da bu
ruhaniyetler ve tecelliler çok ortaya çıkar. Eğer gaflette iseler kendileri dahi bilmezler.
Derhal Mevla’ya yakın ehl-i diller hürmetine cümlemizi gafletten uyandırıp onların
meclisine ermeye emin ve şeyhlerin ve ariflerin dahi yüzlerinden yüce Allah’a karşı
196
perde olan beşeriyetleri def edip zat ve sıfatlarının sırlarını yüzlerinde açığa çıkarmıştır.
Ariflerin yüzünden nice insanlar hidayet bulurlar. Yüce Allah onların vasıtasıyla onları
hidayete erdirir. Salik olanlar Hakk’ı bilirler ve bulurlar. Bu tarikat iledir ki
peygamberlerin en büyüğü salavallah u ‘aleyhi nebiyyina ve ‘aleyhim ve büyük
evliyalar kuddisallah
SK. HME 24a. esrarühüm hazretleri insanı aydınlatıp hidayete erdirirler. Şimdi
bunların yüzlerini görmek Hakk’ı görmek gibidir. Nakledilir ki Ebu Turab Nahşebî
kuddise sırrü’l ‘aziz bir salik der ki; “ Yüce Allah günde yetmiş kere kuluna tecelli
eder.” Ebu Turab Nahşebî buyurdular ki: “ Yetmiş tecelliden Bayezîd-i Bistamî ki
şeyhindir, bir kere yüzüne baksan görmek hayırlı ve faydalı değil mi? Elbette daha
iyidir.” O salik kalkıp Bayezîd’e rast gelip bir bakışta emanetini teslim etti. Bayezîd
Efendimiz cevap buyurdular ki: “ Onda olan tecelli tecelli-i esma idi ve bizde olan
tecelli tecelli-i zattır. Tecelli-i esmaya mazhar olan tecelli-i zata tahammül edemez. Onu
görünce ona da mazhar olmak istedi fakat ardından meydana gelen tecelli kabiliyetinin
üstünde olduğundan adam tahammül edemediğinden öldü.” Allah’ın tecellilerine
tahammül
SK. HME 24b. kabiliyetinin genişliğine bağlıdır. Şimdi tarikat yolunda şeyhlerin
sohbeti, eğer adabına uygun olarak hareket edilirse büyük bir kural ve gerekli olan bir
farz oldu. Eğer adabına uygun hareket edilmez ise faydası olmaz, belki de zararı olur.
Ey yüce Allah’ın yolunda yürüyen salik, bilmiş ol ki mürit şeyhinin meclisine ve
sohbetine gelmeyi arzularsa daima yanında hizmette olmayana göre abdest alıp ve
kalbini temizleyip güzel niyetler edip beni Allah’a ulaştıran bana yol gösteren rehbere
giderim. Bir kere meclisiyle müşerref olup cemalini görüp dertlerime bir deva ve
hastalıklarıma bir şifa, kalbimi mücella kılıp canımı, başımı ve varımı yolunda feda
ederek onun yanına giderim. Acaba bütün kusurlarımı bilip görürken ve ne şekilde bir
hayvan olduğum kendisinin malumu iken bir mürüvvet gözü ve kerametli bir bakışı ve
hakikatin sırlarını açıklayan sözlerine malik olur muyum? Bize bir iltifat eder mi?
Yoksa kendi halimizce bizi huzurundan kovar mı?
SK. HME 25a. Huzurundan kovarak hatalarımı affetmez mi? Her hangisi ortaya
çıksa lütuftur, yardımdır. Köpek gibi kapısının önünde eşiğini Kabe eşiği bilerek siyah
yüzümü sürüp yüce eşiğinde beklemeye inşallah izin vardır. Ola ki yüce nazarına rast
197
gelsem, bir iltifat etseler ona dahi razıyım. Hiç nazar etmeseler de kapıdan kovmasalar
ona da razıyım. Eğer kapıdan da kovsalar inşallah kalpten kovmazlar. Bir müddet bu
kapının köpekliğini edeyim, diye hayaller ile bu sevda ve bu aşk ile yolunu şaşırmayıp
kendini sıkıntıya düşürmeyip elbet bir gün mürüvvet ederler, ne zaman ki hatamız
affolup o kapıya yine yüz sürmeye layık olursam bana yeterdir. O gün bu gündür, diye
güzel düşünce ve itikatlarla
SK. HME 25b. bütünüyle düşünerek manevi huzuru bulmuş gibi ikrarlı ve ihlaslı
olup varmadan önce bu niyetlerle biraz saadet ve lütuflar bulur. Ancak Mevla’sı bilir ve
sonunda kendisi de arif olup her bir iyi niyet, ibadet ve taatten daha hayırlı olur. Kalp ile
bu hizmet tamamlanınca vücut ile de bütün düşüncelerden ve açıklamalardan kendisini
tahliye ederek halisane bir niyet ile şeyhin huzuruna büyük bir edeple dahil olur. Salik,
şeyhin elini öper ve geri dönmekten rücu ederek muradına erenlerin safında el bağlı,
boyun eğri ve başı önünde bir şekilde bekleyip şeyh içeri girmesini emrederse emrettiği
ve işaret ettiği yere gidip tevazu ile sağ dizine bakıp ve kelama muntazır olmalıdır. Şeyh
sorguya çekerse konuşmalı ve sebepsiz yere şeyhin yüzüne karşı söz söylememelidir.
SK. HME 26a. Sükût üzere ola ve düşüncelerini hayal ürünü vehimlerden ve
şüphelerden men edip şeyhin sohbetlerini can kulağıyla dinleyip hüsnükabul ile kabul
etmelidir. Şeyhin ne kadar emri ve tembihi varsa hepsini candan kabul etmeli. Şeyh ne
kadar kelam söylese de yine de biraz daha nasihat etseydi ve ne kadar emri ve tembihi
varsa bundan biraz daha fazla olsaydı diye temenni eylemelidir. Eğer şeyhten görünüşte
şeriata aykırı olan ve nefsin ürküp razı olmayacağı bir söz duyarsa ben anlamadım ve
bilmem, elbette şeriata uygundur. Söylenmek istenenin doğrusunu şeyhim bilir, elbette
güzel söyler diye itikat etmelidir. Şeyhin hallerine, kavillerine, fiillerine ve kelamlarına
her ne sebeple olursa olsun itiraz ve şüphe etmeyip gerçekten itikat ederek
beğenmelidir.
SK. HME 26b. Şeyhin bazı sohbetlerinde kendisinde şüphe uyandıracak bir
durum ortaya çıkacak olursa sabredip biraz düşünmeli, şüphesi kalkmazsa gelip şeyhin
elini öperek o şüpheyi halletmelidir. Şeyhin bütün sözlerini Hakk’ı ifade eden sözler
olarak bilmeli ve bu sözleri ezberlemelidir. Şeyhin bazı sözlerini virt edinip dilinde
sürekli devretmelidir. Eğer şeyhin zikirleri varsa onu hepsinden üstün tutup ondan
lezzet almalı, feyiz bulmalı ve bunların gerektirdiği şekilde davranmalıdır. Sohbetlerin
198
tamamında kalkıp izin alarak ve şeyh izin verirse kalkıp hayâ ile yalvarıp şeyhin elini ve
dizini öpmeli, geri dönerken boynu eğri bir şekilde halvetine gitmelidir. Orada şükür
namazı kılıp şeyhine dua etmelidir.
Allah’a ulaşmanın sebebi edeptir.
Allah’a giden yolun azığı edeptir.
Şeyhin meclisine edeple varanlar.
Orada sonsuz bir bereket bulurlar.
SK. HME 27a. Tarikat ile kasıt ancak edeptir.
Edep hakikatin içindeki mayadır.
Şeyhine edeple hizmet edenler.
Gökyüzüne ulaşıp gölge saldılar.
Bu zikri geçenlerin tamamı gerek huzur-ı şeyh ve gerekse de hizmet-i hurde-i
fukara diye adlandırılan adapların bahsi aşağıda açıklanacaktır. Fakat saliklere sülûk
esnasında meydana gelen haller, makamlar ve engeller beyan edilsin ki bunları işitip
anlayan kalbinde hıfz edip gerektiği gibi amil ve salik olmadıkça fayda vermez. Bilinsin
ki yeni talebelerin sülûku esnasında üç türlü perde vardır. Bunlar saliki sülûkundan geri
bırakıp ve bu yoldan soğutarak istikamet üzerinde yürümesine engel olur. Evvelki
perdeler şehvet olaylarıdır ki salikleri nefsin arzularına doğru çekerek haktan
uzaklaştırır. Bazen olur ki zahirine
SK. HME 27b. zikir ve Hakk yolu hakkımda hayırlıdır diye sülûk eder. Fakat
nefsin arzuları onu Hakk’tan uzaklaştırıp mahcup eder. İkinci perdeler adetler,
merasimler ve huylardır. Bu adetler aslında olan hallerimizdir. Bunlarda ne zarar var,
diye şeytanın hilelerine kapılan nefis saliki devamlı o taraflara gitmeye zorlar. Salik,
bunların cümlesinden kurtularak tazeden yeni bir yol tutarak sülûkunu devam ettirse de
yine de Hakk’a karşı mahcup olur. Üçüncü perde ise sebeplere bağlanmadır ki
müsebbip olan Allah’ı düşünmeyip sebepleri ile fazlasıyla meşgul olmakla Hak’tan
uzaklaşır ve sülûkuna engel olup kendisini mahcup eder. Bu sebeplere bağlanıp orada
199
durur. Hakiki müsebbip olan Allah’tan gafil olur ve yolundan ayrılır. Bu perdelerin
arasında şeytan ve nefis yeni talebe olan saliklere
SK. HME 28a. hileler, vesveseler ve ısrarlar ile nice tuzaklar kurup, kimisi
arzuları ile kimisi istemeyerek, kimisi şeriata uygun olduğunu öne sürerek, kimisi
insanların adetleri ile kimisi de geçimini sağlamak gayesiyle kendisini tehlikeye atarak
kalbini şeytana parçalatır. Şimdi saliklere vacip olan şeyhin bütün uyarılarını ve
emanetlerini iyice anlayıp kavradıktan sonra bu perdelerin ortadan kalkması için daima
Kelime-i tevhidi zikretmeye devam ederek ve kalbi ile de şiddetli bir gayretle nefsine
muhalefet ederek nefsin arzularına uymayıp aklıyla şeytanın ve nefsin tarafına tabi
olmamaktır.
Salik, ancak geleneklerin şehvetine kapılmayarak perdeleri izale edip
mahcup olmayıp gaflet perdelerini ve nur perdelerini
SK. HME 28b. dahi ortadan kaldırarak Hakk’a ulaşmaya müyesser olabilir. İlk
önce gaflet perdesini ortadan kaldırmak için salike vasıtalar lazım ve vaciptir. Onlar
nefsin beğenilmeyen davranışlarıdır. Kibir, enaniyet, kin tutmak, inkar, haset,
düşmanlık, nefret, intikam ve üzüntüleri dışa vurmak bu perdeler salikin önündeki
büyük engellerdir. Salik şeyhine hizmet ile nutuklarını kabul edip nefsinin arzularından
vazgeçip Tevhid-i şerifi zikretmeye devam ederek bu perdeleri izale etmedikçe
sülûkundan lezzet bulamaz, bulsa da bu nefsani bir lezzet olur. Güzel ahlaklarla
vasıflanmaz bu sıfatları izale ettikten sonra güzel ve ruhu dinginleştiren sıfatlar ki
bunlar tevazu, mürüvvet, haramdan kaçınmak, cömertlik, yumuşak huyluluk, sabır ve
bunlar gibi sıfatlara sahip olmadığı bu vasıflara kederlenen bir müddet sülûkundan
lezzet alamaz, bulsa feyiz alamaz, nasibi olan ruhani sırlara vakıf olup bunları
anladıktan sonra bu sıfatların da ruhani perdeler olduğunu anlar.
SK. HME 29a. Tevekkül, teslim-i rıza, lika-i muhabbet bu bölümlere dâhil
edilerek o ruhani perdeleri bu güzel ahlaklar izale eder. Allah’ın sıfatlarının nurları ile
boyanıp bu vasıflara sahip olup bunların hakkını verirse tasavvuf ehlinin gittiği yolun
başına ulaşır. Böylece derece atlayıp Allah tamamlamayı nasip etsin üçüncü rütbeye
ulaşıp arif-i billah, vasılullah ve Hakk ile Hakk’a ulaşır. Ey Allah’ım! Seni seven ve
sana kavuşanların hürmetine bizlerin ve bütün saliklerin işlerini kolaylaştır.
Bu
makamlarda fenafillâh ile bekabillâha ulaşıp ilahi sırlardan ve kendi haddinden haberdar
olur. Burada Rahman ve Rahim olan Allah’ın kokusunu hissederek Hakk’ın kendisine
200
müstağrik olunca bütün işaret edilenleri, anlaşılanları ve büyük arzuları görünüşte halk
ile söyleşir ve sıradan insanlar gibi bahseder. Kimse bilmez fakat o nurlar ve o sırlarla
karışıp içeriden içeri
SK. HME 29b. bir hale düşüp ancak kendisi ve Mevla’sı arasında vahdet-i vücut
ile Zatü’l-hayy’ı müşahede eder. O zaman o salikin Hakk’ı görmesi Hakk’ın görmesi
olup o zevk ile seher vakti ve vecd zamanı kendi yerinde, kendi hali ve kendi eğlencesi
ile safa bulur. Etraftan görenler bir şey anlamayıp kendileri gibi zannederler. Meğerki
kendi haline başkalarını vakıf kılmak istesin ya da kendisi gibi o makama varmış olsun.
O makamda Kelime-i tevhidin üçüncü manası Allah’tan başka ilah yoktur. Mülahaza
olunur. O makam cemü’l- cem makamıdır. Orada Allah’tan başka bir şey bulunmaz. Bu
makamda hakikatin sırlarını açıklayan sözler çoktur. Fakat meydana gelmesine
tahammül edilemediğinden onlar yazılmadı. Bunlar ancak o makamlara ulaşıp oraya
dâhil olunduğunda anlaşılır. Bilinsin ki salik, sünnet-i seniyyelere şeyhin izniyle devam
edip
SK. HME 30a. nafile ibadetlerle Allah’a kavuşmayı arzulamalı ve nafile
ibadetlerle meşgul olmalıdır. Ta ki farzlarla ve Hz. Muhammed’in getirdiği şeriat
üzerine zahirini mamur edip Allah’ın dergahına layık olmaya hazır olana kadar. Nitekim
hadis-i kutsi-i şerifte şöyle buyruldu: “Kulum ta ki ben onu ( Hz. Muhammed)
sevinceye kadar durmadan nafile ibadetlerle ( sünnetlerle) meşgul olup bana yaklaşıyor.
Ben onu sevdiğim zaman ister onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan
dili olurum, uzattığı eli olurum.” Böylece nafile ibadetlerin kulları Allah’a
yaklaştırmasının muhabbet için gerekli olduğu farzların, gerekli olan tüm şeylerin ve
sünnetlerin olgunlukla yerine getirilmesinden sonra olur. Belki de bunu öncelik haline
getirir.
Nitekim
şöyle
buyrulur:
“Maksadını
aşan
işlerle
meşgul
olmak
mefrurdur.(israftır.)” nafile ibadetlerle ifade edilmek istenen sünnet olan ibadetleri
yerine getirmektir. Yoksa bidatler ve muhaddislerin belirttiği ibadetler değildir. Bazı
cahil şeyhler saliklerine on iki, elli ve kırk defa namaz kılmayı tayin ederek boşuna
zahmet
SK. HME 30b. çektirirler. Allah korusun bunlar bidattir. Hadis-i şerifte:
“Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin
en şerlisi ise dinde olmadığı halde dine sonradan eklenen ve yeni icat edilen şeylerdir.”
201
buyruldu. Hadislerdeki emirleri kabul etmeyenler reddedilir. Salik, nafile ibadetlerden
hangisi adet olunmuşsa onları virt edinmelidir. Salik, Şeyhten o ibadeti terk etmesi
yönünde bir emir gelip bu durumu ortadan kaldırana kadar bu ibadetleri vakti gelince
terk etmemelidir, terk ederse daha sonraki zamanlarda onu yerine getirmelidir.
Zira
“Amellerin en hayırlısı devamlı olarak yapılan amellerdir. Başka bir rivayete göre ise az
olan fakat devamlı olarak yapılan ameller devamlı olmayan çok amellerden daha
hayırlıdır.” mefhumu gereği böyle alışkanlık haline getirdiği nafile ibadetleri yerine
getirmelidir. Salikin Hakk yolunun başında olduğu vakitlerde mümkün oldukça halktan
uzak durarak Hakk ile ünsiyet tahsil etmesi gerekir. Yeni saliklerin seyr ü sülûk yolunda
mesafe kat etmiş salikler gibi insanlar ile karışmasını, Hakk ile ünsiyet kurmak ve Hakk
cemiyetinde olanlarla halvet ve ülfete engel olmayana kadar göremezsin. Bazı
SK. HME 31a. şeyhler ve tarikat yolunda mesafe kat etmiş saliklerin halvet-i
zahiriye etmeleri halvet-i batıniyyeyi tahsil etmek içindir. Fakat halvet-i zahiriye
şeriattan daha makbul değildir. Peygamberler sultanı aleyhisselam peygamberlik
makamına oturduktan sonra asla insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilmedi ve böyle bir
şeyi de emretmedi. Daima zahirde halka şeriat kurallarını öğretir, batında ise Hakk ile
ülfet ve ünsiyet kurardı. Yalnız başına Mevla’sına yalvarır ve niyazını yenilerdi. Onun
için buyurdular: “Benim için Allah ile geçireceğim bir vakit vardır ki ne Allah’a yakın
olan melekler ne de Allah’ın gönderdiği peygamberler o vakte sığarlar.” Eshab-ı kiram
da daima halk ile ülfet ve ünsiyet ederdi. Büyük evliyaların geneli zahirde halk ile ve
batında yalnız başına iken Hakk ile ülfet, ünsiyet ve muhabbet ederdi. Zira hal ehli
olanların genelinin hali insanlara göründüğü gibi muamele olur ve batında ise Hakk ile
muamele olur. Nitekim yüce Allah bu duruma işaret ederek kelam-ı kadiminde
SK. HME 31b. Şöyle buyurdular: “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının
anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı
anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar,
buralarda sabah akşam O’nu tespih ederler.” Salik olan kimse her gündüzünü ve
gecesini düşünüp muhasebe ederek Hakk yolunda ne kadar geçmiş, dünya ve nefis
yolunda ne kadar geçmiş hesap varsa dikkatli bir şekilde düşünüp ona göre pişman olup
ona göre üzülüp haline şükretmelidir. İşin özü gafletten uzak durup Allah yolunda
makbul olmalıdır. Allah dostlarının gözünde mahcup olmayıp eline geçen fırsatı
ganimet bilerek zaman kaybetmeden beş günlük dünyada olgunluk kazanmak için
202
himmet tahsil etmelidir. Bir görev vaktinde ihmal edilip yerine getirilmezse insanın
kalbi aradan geçen zaman zarfında o görevden soğur. Görevini yerine getiremez,
mefhumuna göre vaktini boşa harcamayıp kalbini korku ve gafletten ve masivaya
bağlanmaktan korumalıdır. Dilini boş sözlerden, dünya işlerini konuşmaktan, bakışlarını
görünen âlemden, kulaklarını boş sesleri işitmekten, ellerini ve mevkisini boş işlere
yapışmaktan ve boş işlerle uğraşmaktan korumalı ve men etmelidir. Daima istiğfar ile
zikrederek
SK. HME 32a. ve fikrederek daima nefsiyle mücadele üzere olup seyr ü sülûk
yolunda dosdoğru yürüyerek yol adabına uyup, sırları saklayarak, hizmeti korumalı ve
ibadetleri yerine getirmelidir. Vaktini yanlış düşüncelerle geçirmek çeşitli musibetlere
sebep olur. Bu mefhuma göre zamanını boşa geçirmeyesin, son pişmanlık fayda
vermez. Bu yere gelinceye kadar şeyh Ahmed-i Kâmil’in ve Erzurumlu İbrahim Hakkı
hazretlerinin ve aziz efendimizin uygun gördüğü şekilde alınıp sülûk yolunda ilerlemiş
olan saliklerin kabiliyetine ve tahammülüne göre sülûka başlamaları için lazım
olacakların en zararsız ve kolay olanları yazıldı. Bundan sonra aşağıda açıklananlar
hurde-i fukara olarak adlandırılmıştır. Allah dostlarının yolunda sülûk edenlerin çoğu bu
şekilde doğru yolu bulur ve sülûkun adap ve erkânını öğrenir. Gerçi bunları çoğu daha
önceden de geçti ise de bazısı bilinmedi. Nasuh İbn-i Şeyh Ali hazretleri nice saliklerin
temennisi, ricası ve adımlarıyla zamanın şeyhlerinin kutbu ve saliklerin mürşidi
SK. HME 32b. Olan Sinan-ı Ümmî kuddise sırrıhu hazretlerinin talimi ve irşadı
üzere açıklayıp bazı şeyh ve mürşitlerin ariflerin kutbu olan aziz efendimiz hazretlerinin
hakikatin sırlarını ifade eden sözleri ile beraber etraflı olarak açıklanıp yazıldı. Şimdi
buyurmuşlar ki cümle günahlarına kalpten gelerek tövbe etmek, şeyhten yardım istemek
ve Hakk yolunu arzulamak salik olana gerekli olduğundan yardımdan sonra kendisini
şeyhe teslim etmelidir. Şeyh ne derse ve ne söylerse salik, asla ve katiyen muhalefet
etmeyip bir sözüne dahi karşı çıkmayarak, münakaşaya girmeyerek ve şeyh bir şey
söylerken niçin veya olmaz dememelidir. Şeyh konuşurken gözlerini dikip yüzüne
bakmamalı, önüne bakmalı ve kuru yere yalın ayakla basmamalıdır. Şeyhin seccadesine
oturmamalı ve basmamalı,
şeyh izin vermiş ya da zaruri olsa da bardağından su
içmemelidir. Bir haber vermek için gelmiş veya şeyh izin vermiş olsa da şeyh ile diz
dize oturmamalıdır.
203
SK. HME 33a. Meydana gelmiş gibi veya buna benzer müşkül gibi şeyhin
rızasının olmadığı sözleri söylememelidir. Şeyhin huzurunda ya da gıyabında gerek
dünyevi ve gerekse de uhrevi bir şey teklif edip şöyle yapalım dememelidir. Belki her
ne hali varsa arz edip şeyhin dediğine razı ve teslim olmalıdır. Şeyh ne derse emrine
uymalı ve giderken izin alarak, elini veya dizini öpüp gitmelidir. Şeyhin yanında çok
durdum huzursuz oldum ve şeyhin yüzüne “ Olur amma sultanım…”dememelidir. “Pek
güzel, baş üstüne efendim.” demelidir. Şeyhinin gıybetinde “ Efendim hazretleri
şöyledir ve buyurur.” demelidir. Zaruri olsa ve şeyh izin verse de şeyhinin yanında bir
işle meşgul olmamalı ve nafile namaz kılmamalıdır. Şeyh ne telkin ederse onunla
meşgul olmalıdır. Tarikattan asla alakasını kesmemelidir. Manada ne
SK. HME 33b. görürse az veya çok olsun şeyhe söylemeli, arz etmeli ve
başkasına kesinlikle söylememelidir. Anlamını öğrenmeye geldiğinde şeyhin dizini
öpüp söylemeli, şeyh tabir ederse dinlemeli, tabir etmezse nedir diye sormamalıdır.
Şeyh mecliste ayağa kalktığında kendisi oturmamalı ve şeyh su içtiğinde yanında
olanlar ayağa kalkmalı dolup aksırsa yine böyledir. Şeyh bir kişiyi tayin ederse bazı
virtlerini ve emirlerini ona söylemeli, yanında tükürmemeli ve virt okunurken
uyumamalı tamamını dinlemelidir. Şeyhin kisvesi göründüğünde kalkıp başını aşağı
eğmeli, şeyh meclisindeyken etrafına bakmamalı, şeyh bir yere veya evine gelse lütuf
bilip geldiği gibi şeyhin elini öpmelidir. Hizmette kusur etmemeli; elbisesi, bedeni veya
bunun gibi bir şey ile uyanmamalıdır. Diğer insanlarla mecliste konuşmamalı, mecliste
SK. HME 34a. ve gıybette el oyunu etmemeli, vesaire dünyalık işlerle
uğraşmamalı, dünyalık söz söylememeli ve kimsenin hücresine varmamalıdır. Sebepsiz
yere varırsa selam vermeli ve ardından işini görüp dönmeli, ayaküstü dahi
oturmamalıdır. Herhangi bir konuda karşısındaki ile çekişmemeli ve çarşı yemeğini
yememelidir. Şeyh ne derse veya ne gelirse onu yemelidir. Yakın ya da uzak olsun bir
yere gidecek olursa şeyhten izin almalı, izinsiz gitmemelidir. Yürürken gövdesini ve
kollarını sağa sola sallamamalı, arkalanmamalı ve göğsünü gere gere yürümemelidir.
Yukarı bakmamalı, önüne bakıp ellerini kavuşturup, gözleri ile ayağının burnuna
bakarak yürümelidir. Kendisine lazım olmayan sözlere karışmamalı, söylememeli ve
kahkaha ile gülmemelidir. Helâya giderken helâya varmadan çözünmemeli, açılmamalı
ve bakmamalıdır. Sindirmemeli ve kimse ile konuşmamalıdır. Kıbleye karşı
204
oturmamalı, açık yere işememeli ve hacet gidermemelidir. Zaruri olsa üstünü örtmeli ve
donunu
SK. HME 34b.bağladığını ve avret azasını kimseye göstermekten kaçınmalıdır.
Mendilini omzuna atmamalı, kollarını giymeli ve kuşaksız durmamalıdır. Yemek
yerken kaşığını ağzı yukarı gelecek şekilde koymalı ve çabuk çabuk yememelidir. Tok
gözlülükle yemek yemelidir. Bir mecliste yemek yenirken ya zikir ya da Kur’an üzerine
gelse hemen oturup hepsinden sonra es-selam demelidir. Kötü sözleri diline almamalı
ve kötü anlamları çağrıştırmamalıdır. Mesela hımarın, kelbin, farenin, bevlin, tağutun
Türkçesini söylememelidir. Avret yeri ve buna benzer arif ve kâmillere layık olmayan
sözlerden uzak durmalıdır. Hücresinde mum yakmamalı ve şeyh izin vermezse
okumamalı, eğer şeyhten destur alırsa mum yakıp okumalıdır. Yeni saliklerin ve
yabancıların meclisine varmamalı, zorunlu olursa onlarla konuşmamalıdır. Salikler,
kendi tarikat kardeşlerinden kâmil olanlarla hasb-ı hal etmeli, yüce tarikatın yol ve
erkânlarını istişare edip şeyhe dua etmelidirler. Şeyhin kapısında olanlarla düşmanlıkla
değil kardeşlikle söyleşmelidirler.
SK. HME 35a. Birbirlerinin yüzüne karşı övgülerini söylememelidirler. Şeyh
filan dememeli, belki de efendim şöyle demelidirler. Birbirlerine de filan dememeliler
ya kardeş ya dede ya da kâmil olanlarına baba ve şeyhine baba efendi dense daha uygun
olur. Salik sarığını çok düzeltmemeli, yan olarak oturmamalı ve zorunlu olsa da gaflete
düşüp ayaklarını uzatmamalıdır. Zikrederken dizinin üstünde, terbiyeli bir şekilde ya da
kement ile oturmalıdır. Zikri şevk ile dinlemeli ve bugün istediğim bu kadardır
dememelidir ki bu hatadır. Daima istekle, şevkle ve edeple oturmalı, şeyhin huzurunda
başını eğip kendisini bütünüyle şeyhe teslim edip teveccühle gözlerini kapatarak
oturmalıdır. Zikir esnasında adaba hürmet gösterip Allah dostlarının meydanından
dehşet alıp tazim üzere kalbini rabt ederek zikretmelidir. Eğer şevki galebe gelip vecd
haline girerse sesini şeyhin sesine uydurmalıdır. Ne olursa olsun yemek
SK. HME 35b. yerken diz çökmelidir. Yemek yerken, zikrederken, Kur’an
okunurken su içmemeli, pazartesi ve perşembe günleri oruçlu olmalı ve kimseyi
zorlamamalıdır. Zikrederken, el- hayyat okunurken gözlerini yummalı, ta ki gözlerinden
gönlüne bir yol bulana kadar başkalarına karışmamalıdır. Bir toplumda şeyh söylerken
saliklerin hepsi dinlemeli veya bir kardeş söylerken ya dinlemeli ya zikretmeli ya da
205
sessiz olmalıdırlar. Dünyalık konuşmamalı ve haram eğlencelere dalmamalıdırlar. Bu
salikleri perişan eder. Salikler haram eğlencelerin olduğu ehl-i dünya meclislerine
varmaktan sakınmalılar ve yanlarına dahi yaklaşmamalıdırlar. Kalpleri perişan olur,
gafletleri artar ve şeytana uyan nefis fırsat bulur. Yemek yedikten sonra şeyh hazır ise
salikler sağ yanından başlamalılar, şeyhin ellerini yıkadığı suyu yere dökmemeliler ve
şeyhten sonra onunla ellerini yıkamamalıdırlar. Yemeğe el sunmamalılar, yemekten
sonra süpürmeliler ve şeyhin ellerini yıkadığı suyu başka ele karıştırmamalıdırlar.
SK. HME 36a. Bu zikredilen amellerin geneli şeyhin izniyle olursa ve şeyh izin
verirse bunlara uymanın bir zorunluluğu yoktur ve engel değildir. Yemek yedikten
sonra dua edip Allah dostlarının demini çekmeli, işrak namazı ve evvabin namazlarını
şeyhin izniyle kılmalıdırlar. Salikler, gün doğarken, batarken ve güneşin tam ortada
olduğu zamanlarda konuşmayıp zikir ve tefekkürle meşgul olmalıdırlar. Şeyhin izni
olmadan biraz namaz kılıp sevaba gireyim diyerek delalete düşmemeli ve her şeyden
önce şeyhin rızasını gözetmelidirler. Salikler, şeyhin rızasını Allah’ın rızası ile birlikte
bilmeli; zikir, virt ve ders okunurken aralarından geçmemeli ve konuşmamalıdırlar.
Şeyhin huzurundan arkasını dönerek çıkmamalı ve şeyhin olmadığı zamanlarda bile
teveccühle girip oturmalıdırlar. Şeyhe husumeti bulunan, ondan nefret eden özellikle
şeyhi istemeyip ya hasedinden ya da cehaletinden dolayı böyle olan kimselerle konuşup
onları dost edinmemelidirler. Onları Allah’a havale etmeli ve inkâr edenler arasında
SK. HME 36b. bulunmamalıdırlar. Zorunlu olarak bunların yanına varılırsa
hakkın açığa çıkmayacağını bilirse ve ikrara gelmeyeceğini anlarsa mücadele
etmemelidirler. Bir Allah dostunun huzurunda iken önünden geçip, bir kargaşa ile ya da
söz ile ona engel olmamalıdırlar. Dünyanın zorlukları karşılarına çıkacak olursa
Hakk’tan gafil olmayıp teveccühten mahrum olmayarak kalpleri ile zikir ve fikir ile
meşgul olup basiretli olmalıdırlar. Eğer hatayla bir küstahlık ya da bir kabahat
işledilerse hemen o saatte tövbe edip kesin bir pişmanlık duymalıdırlar ki Allah katında
amaçlarına ersinler. Yardım istenecek yerde ise nice tövbe ve kusurunu bilip anlayarak
af dileyip yardım isteğini yenilemelidirler. Mescitlere girerken sağ ayağını atmalı,
çıkarken sol ayağını atmalı helâdan çıkarken yine aynı adaba riayet etmelidirler. Salik,
elbisesini her giydiğinde izin alıp şeyhin dizini ve elini öpüp dua
206
SK. HME 37a.ettirmelidirler. Şeyh birinin yanına gelse hemen şeyhin elini
öpmeli, girerken, çıkarken elini, dizini öpmeli ve çok konuşmamalıdır. Eğer şeyh
bunlara izin vermişse o zaman engel değildir. Salik, Allah’ın bütün kullarını bir
gözetmeli, bir şey söylememeli, fiillerine bahane bulmamalı, hepsini yüce olarak
gözetmeli ve kendisini hepsinden alçak bilmelidir. Her ne kötü söz işitse “ Bu söze layık
olmasaydım işitmezdim benim kusurum yüzündendir.” demeli ve intikam almak için
söz söylememelidir. Birisi kendisinden özür dilese kabul edip onu affetmelidir. Her ne
gelirse Allah’tan bilmeli, ne sıkıntı çekerse ve ne zorluk görürse yine kendi
kusurumdur, diyerek Allah’tan bilmelidir. Allah dostlarına ve onların saliklerine
imtihan yüzünden ve zorluk yüzünden muamele etmemelidir. Kendisine zorluk çıkaran,
kendisini sınayan ve çille muamelesi yapan olursa sabır göstermeli, gücenmemeli,
acizlik göstermemeli bunları lütuf ve yardım olarak görmelidir. Tarikat kardeşlerine
fazlasıyla
SK. HME 37b. hürmet göstermeli ve muhabbet beslemelidir. Özellikle âsitane
hizmetçilerine hepimiz bir kapının bekçileri ve bir kapının kuluyuz, demeli. Ailesinin
malına ve çocuklarına kendi malından ve ailesinden fazla sadık olmalıdır. Onlara daha
ulvi bir gözle bakmalı ve kesinlikle kendi tarikat kardeşlerine, onların mal, ırz ve
evlatlarına kötü gözle bakmamalıdır. Bakarsa Allah dostları arasında mahcup olur,
yolundan feyiz alamaz, pişman olur ve hüsranda kalarak şefkat tokadına rast gelir.
Çünkü kendi tarikat kardeşleri günahlarını terk edip Hakk’a yönelten şeyhleri bir olduğu
ve bir kapıdan yetiştikleri için o âsitane salikleri ve bir şeyh vasıtasıyla günahlarını terk
edip Hakk’a yönelenlerin hepsi kardeştir. Tarikat kardeşleri nesep kardeşlerinden daha
iyidir. Aralarında kardeşlik hakkı Allah dostlarının anlaşmasıyla olmuştur. Bunların
birbirlerine karşı en küçük sözleri ve garezleri büyük hata sayılır. Bu tarikattan
kovulmuş ve hakikatin nefret ettiği bir şeydir. Asıl amaç bunlardan sakınıp
SK. HME 38a.sadakatle ve muhabbetle ve gayretle çalışmalarıdır. Birbirlerinin
kusurlarını affetmelidirler ve görmemelidirler. Ya hu…
Temet
207
SONUÇ
Bu çalışmamız sonucunda bazı önemli neticelere ulaşılmıştır. Bunların başında
tasavvuf edebiyatında sıklıkla seyr ü sülûktan bahsedilmesine rağmen, seyr ü sülûku
tüm yönleri ile inceleyen bir çalışma bulunmamasıdır. Biz bu çalışmamızda Ahmed
Sûzî tarafından yazılan Sülûk-nâme isimli eseri esas alarak seyr ü sülûk denilen bu
manevi yolculuğu tüm yönleri ile incelemeye çalıştık.
Bu çalışmamız aynı zaman da edebi bir tür çalışması olarak kabul edilebilir.
Çünkü çalışmamızdan önce bir tür olarak sülûk-nâme hakkında kaynaklarda yeterli ve
doyurucu bilgiler bulunmamaktadır. Birtakım eserlerde kısa açıklamalar yer alsa da tam
anlamıyla bu türü açıklayan bilgiler yetersiz kalmaktadır. Biz bu çalışmamızla hem bir
tür olarak sülûk-nâme türünü edebiyatımıza kazandırmaya çalıştık hem de Ahmed
Sûzî’nin bu eserini tüm yönleriyle incelemeye gayret ederek seyr ü sülûk yolculuğunu
tüm yönleri ile araştırmacıların istifadesine sunmaya çalıştık.
Çalışmamızın başında müellifimizin yaşadığı dönemin sosyal, siyasi,
ekonomik ve tasavvufi durumunu ortaya koyarak bu dönemde yaşanan hadiselerin
eserin ve müellifin üzerindeki etkilerini tespit etmeye gayret ettik.
İkinci olarak Ahmed Sûzî’nin hayatı, mensup olduğu tasavvufi çevre, tarikatı
ve tarikat silsilesi gibi konulara değinerek eserin meydana gelmesinde doğrudan veya
dolaylı olarak etki eden faktörleri tahlil etmeye çalıştık. Bunlarla birlikte tezimizin ilk
bölümünde Ahmed Sûzî’nin eserleri ve edebi kişiliği hakkında bilgileri araştırmacıların
istifadesine sunarak konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalıştık.
Tezimizin ikinci bölümünde ise seyr ü sülûk olarak adlandırılan ve Allah’ta
başlayıp Allah ile son bulan bu manevi yolculuğu Anlatan Sülûk-nâme isimli eseri
incelemeye çalıştık. İlk olarak edebî bir tür olarak Sülûk-nâme hakkında kısa bir
malumat vermeyi uygun bulduk. Daha sonra Sülûk-nâme’nin bölümleri ile dil ve üslup
özelliklerini ortaya koymaya çalıştık. Bundan sonra Sülûk-nâme’nin konusu, seyr ü
sülûkun amacı, seyr ü sülûka nasıl başlanacağı, mürşid-i kâmilin özellikleri, tarikatlarda
terbiye usulleri, seyr ü sülûkta mürid-mürşid ilişkisinin nasıl olması gerektiği, seyr ü
sülûk yolunda salikin karşılaşabileceği hicaplar ve bunlardan kurtulmak için neler
yapılması gerektiği gibi konulara açıklık getirmeye çalıştık.
208
Çalışmamızda ayrıca Sülûk-nâme’de geçen dinî ve tasavvufi mefhumları da ele
almayı uygun bulduk.
Tezimizin üçüncü bölümünde ise Sülûk-nâme isimli eserin transkripsiyonlu
metni ve bu metnin günümüz Türkiye Türkçesine aktarımına yer verdik. Tezimizin
sonunda ise eserin araştırmacılar tarafından daha kolay anlaşılabilmesi için sözlük
kısmına yer verdik.
Ahmed Sûzî, yazdığı Sülûk-nâme isimli eseri ile insanlara rehberlik etmeye
çalışmıştır. Biz de onun bu eserinin günümüz insanları tarafından daha iyi anlaşılması
ve onlara rehberlik etmesi için insanların istifadesine sunmaya çalıştık. Bu
çalışmamızda ulaştığımız sonuçlar şunlardır:
1. Çalışmamız en başta seyr ü sülûk yolculuğunun baştan sona anlatıldığı
müstakil bir eseri ortaya koymuş ve kültür hayatımıza edebi bir tür olarak Sülûknâme’yi kazandırmıştır.
2. Seyr ü sülûkun başlangıcından sonuna kadar saliklerin aşması gereken
engeller ve seyr ü sülûkun merhaleleri aşamalı bir şekilde ifade edilmiştir.
3. Sülûk-nâme isimli eserini kendisinden önce yaşamış tasavvuf büyüklerinin
görüş ve düşüncelerinden yararlanarak yazan Ahmed Sûzî, başta Şeyh Şemseddîn-i
Sivasî olmak üzere Şeyh Mecîd-i Turhalî, Ömer sanî Efendi, İbrahim Tennûrî,
Abdülmecîd Sivasî, Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî, Erzurumlu İbrahim
Hakkı, Muhammed Bahaüddîn Şah-ı Nakşibendî, Necmüddîn Kübrî, İbnü’l- Arabî,
Bayezîd-i Bistâmî gibi birçok mutasavvıftan yararlanmıştır. Bunun yanında nazar gibi
Halvetîlikte bulunmayan tasavvufi kavramlara yer vermesi onun bütün ehl-i sünnet
tarikatları kucaklayan bir mürşit olduğunu gösterir. Ahmed Sûzî, İslam dünyasının
ayrılık düşüncesiyle parçalanmaya yüz tuttuğu bir dönemde bu davranışıyla birleştirici
bir rol oynamaya çalışmıştır.
4. Sülûk-nâme isimli eserine insanın yaratılışı ile başlayan Ahmed Sûzî,
Mevlana’nın Mesnevi’sinde ney metaforuyla belirttiği gibi insanın bu dünyada gurbette
olduğunu belirtmiştir. Ona göre ruhlar bedene büründüklerinde asıl vatanlarından
ayrılmışlardır. Bu nedenle ruhlar bu dünyada gurbette yaşamaktadırlar. Ruhun bedene
bürünmesiyle esfel-i safilin zümresine dâhil olan insanın bu durumdan kurtulması ancak
seyr ü sülûk ile mümkündür.
209
5. Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli eserinde insanlara Kur’an ve sünnet
çizgisinde bir seyr ü sülûk modeli sunmuştur. Gerek görüşlerini açıklarken Kur’an ve
Hadislerden yaptığı alıntılar, gerekse de ortaya koyduğu terbiye metotlarının Hz.
Peygamberin sahabeleri irşat ederken kullandığı terbiye metotları ile örtüşmesi bu
düşünceyi desteklemektedir.
6. O, Sülûk-nâme isimli eseri ile tefsirlerdeki teorik anlamların dışına çıkarak
Kur’an’ı tekke ve tasavvuf çevresi içinde pratik hayata uygulamaya çalışmıştır.
Kur’an’ın pek çok alanda olduğu gibi tekke ve tasavvuf hayatında müritlere ve
mürşitlere yol gösterebileceğini ortaya koymaya gayret etmiştir. Birçok tasavvufi
uygulamanın kaynağını Kur’an’da ve sünnette doğrudan ya da işaret yoluyla bulmaya
çalışması eserinin değerini daha da arttırmaktadır.
7. Bu yola giren salikin tek başına bu yolu aşamayacağını ifade eden Ahmed
Sûzî, salikin ilk iş olarak bu yoldan daha önce geçerek yolun tehlikelerini bilen bir
mürşid-i kâmil bularak ona intisap etmesi gerektiğini bildirmiştir. Ahmed Sûzî, eserinde
ayrıca salikin yanlış kişilerin peşine düşüp helak olmaması için mürşid-i kâmilin
özelliklerini de sıralamıştır. Salikin bu özellikleri taşıyan şeyhin kılavuzluğunda
menziline ulaşabileceğini ifade etmiştir.
8. Salikin mürşide karşı vazifeleri, mürşidin salike karşı vazifeleri, seyr ü
sülûkta terbiye metotları ve seyr ü sülûk yolunda salikin karşısına çıkabilecek perdeleri
ve salikin bu perdeleri aşmak için yapması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde anlatan
Ahmed Sûzî, bu şekilde seyr ü sülûk yolunda ilerlemek isteyenlere kılavuzluk etmeye
gayret etmiştir.
9. Allah’ta başlayan ve Allah’ta biten bir yol olan seyr ü sülûk kişinin
kendinden kendine yaptığı bir yolculuktur. Bu yolculuk esnasında salik aslında kendine
ait olmayan ve dünya hayatında üzerine bulaşan sıkletlerden kurtulmaya başlar. Ta ki
Allah’ın kendisine bahşettiği nur-ı ilahi dışında hiçbir şey kalmayana kadar bu yolculuk
devam eder. Salik tüm ağırlıklarından kurtulup Allah ile bir olduğu zaman seyr ü sülûk
da tamamlanmış olur.
210
SÖZLÜK
A
ǿālem-i lāhūt: Ruhaniler âlemi, öteki
adap:
Edep
kelimesinin
çoğuludur.
dünya.
Usul, yol, yordam, davranış kaideleri ve
ǿālem -i melekūt: Melekler dünyası,
terbiye anlamında da kullanılır. Ahlak
gökyüzü.
ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve
ǿālem-i mülk: Yeryüzü, dünya, varlık
hareket tarzı olarak bilinir.
âlemi.
ǿadāvet: Husumet, düşmanlık, kin, buğz,
Ǿalīye: Yüksek, yüce. Şerif ve aziz olan.
garez.
Necid ve Hicaz ülkesi. Süngü başı.
ādem: İnsan.
aǿmāl: Ameller, işler, yapılan hayırlar.
ǿadū: Düşman, hasım, aduv.
ǿamāme: Sarık, başa sarılan ve sünnet-i
aġāz: Başlama.
seniyye olan kisve
ağyār: Başkaları, yabancılar, eller.
ǿanaśır: Unsurlar. Bir şeyin meydana
ǿahd: Vaat etme, söz verme, vefa,
gelmesine sebep olan temel esaslar,
yemin.
elementler.
Ant,
misak,
peyman.
aĥkām:Hükümler.
ǿanķā: İsmi olup cismi bilinmeyen bir
aĥsen: Çok güzel, daha güzel, pek
kuş.
güzel.
Zümrüdü Anka ve Simurg gibi isimlerle
aĥvāl: Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
de anılır.
aĥz: Tutma. Kabul etme. İşkence etme.
aǿrāz:
aķdām: Ayaklar, kademler.
Tesadüfler. Hastalık alametleri. Kazalar,
aķmār:
Aylar,
mehtaplar.
Uydular,
Çok
büyük
İşaretler,
olduğu
nişanlar,
anlatılır.
alametler.
felaketler, musibetler.
gezegenler.
ǿārıž: Sonradan olan şey. Bir şeyin
aķreb: En yakın. Daha yakın. Ziyade
zatına ve hakikatine ait ve lazım
yakın.
olmayıp başka bir varlıktan bazen vaki
ǿālem: Bütün cihan. Kâinat. Dünya. Her
ve kaim olan. Takılan. Yapışan. Bir şeyi
şey. Cemaat. Halk. Bir güneş ile ona
arz ve takdim edici olan. Kalın ve geniş
tâbi
bulut. Ön dişlerin haricindeki on altı
olan
ve
etrafında
devreden
seyyarelerin teşkil ettiği daire.
dişin her biri. İnsanın yanağı. Hasta
ǿālem-nümā: Dünyayı gösteren.
olduğundan dolayı kesilen deve. Seyrek
ǿālem-i cebrrūt: Tasavvufta Tanrı âlemi,
sakallı kimse.
Ruhlar âlemi.
211
ǿārif: Bilen, bilgide ileri olan. Aşina,
Tarikata mensup tekkelerde yapılan dinî
vakıf. Hakkı, hakkı ile bilen. Sabırlı ve
merasime ayin denir.
tahammül
Çok
ayīne-i kibriyā: Azamet aynası. Yüce
kalmaksızın,
Allah’ın azameti ve kudretini gösteren
gösteren
düşünmeye
kimse.
ihtiyaç
tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan.
ayna,
Zevki ve vicdani irfan sahibi olan
gösteren ayna.
kimse.
ǿazīmüş-şān: Şanı büyük olan.
ǿarş: Çardak, gölgelik, çatı, kubbe. Yüce
ǿazm: Kast, niyet. Sağlam ve kati karar
Allah’ın
B
dokuzuncu
kat
gökte
bulunduğu düşünülen kudret ve azamet
tahtı.
asān: Kolay, suhuletli, yesir. Bükülmüş
ipin her katı.
asĥāb:
Sahipler.
Hz.
Peygamber’in
sohbetine katılmış kimseler.
aǿŧa: Verme, bağışlama, bahşiş. Lütuf,
ihsan.
ǿavām: Halktan ilmi irfanı kıt olan
Okuyup
yazması
az
olan.
Fakirler sınıfından olan kimse. Tas:
Hakikate tam olarak erememiş, tevhidin
derin hakikatlerinden haberi olmayan
ham kişi. Halkın ekseriyeti.
ǿavdet: Dönüş, geri gelme, dönme, rücu
etme.
ǿayān:
Aşikar,
belli.
Herkesin
bilebileceği ve görebileceği şekilde
açıkça görünen. Çiftçi âletlerinden olan
saban okunun bileziği.
āyīn: Merasim. Usul. Görenek. Dinî
adap, adet, örf ve kanun. Ziynet, süs.
yönleri
ile
büyüklüğü
baǾde: Sonra.
Bahre-yāb: Nasibi olan, hissesi olan.
bāǾiŝ: Gönderen, sebep olan. İcap
ettiren. Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar
dirilten, peygamber gönderen. (Allah )
bāl: Cahiliyet devrine mahsus bir put.
Güneş Tanrısı. Yılda bir kez yağmur
yağan
ǿatebe: Basamak, eşik.
kimse.
tüm
yüksek
yer.
Hayret.
Zaaf,
zayıflık.
bāliġa: Yetişmiş, olgun yaşına gelmiş.
Aklı kemal bulmuş, erişmiş, varmış.
Bārī: Bir kalıptan döker gibi, düzgün,
tertipli ve güzel yaratan. Aza ve
organları birbirine uygun ve kâinattaki
genel nizama uygun şekilde halk eden
yüce Allah.
baśiret:
Hakikati
kalbiyle
hissedip
anlama. Kalpte eşyanın hakikatlerini
bilen kuvve-i kudsîyye. Feraset. İbret
alınacak hidayet sebepleri. Hüccet. Bir
evin iki tarafının arası. Yer üstündeki
kan.
212
berzāħ: İki âlemin arası. Kabir. Dünya
celīs: Ekseri bir yerde oturan. Arkadaş,
ile ahret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki
birlikte oturan.
yer arasındaki geçit.
cemāl: Yüz güzelliği. Fertteki güzellik.
beşāşet: Güler yüzlülük. Tazelik.
Yüce Allah’ın lütuf ve ihsanı ile
beşeriyet: İnsanın tabiatı, hilkati ve fıtri
tecellisi. Hak ile söylenen doğru söz.
halleri. İnsanlık.
cesed: İnsan veya hayvan bedeni,
bevl: Sidik, idrar.
gövde, ten.
beyn: Arası, arasında, aralık. İki şeyin
cevher: Kendi nefsi olan şey, öz, zat.
arası. İkisinin ortası. Firkat, ayrılık.
Yaratılış,
bezl: Bol, Esirgemeden vermek.
kabiliyet.
bīǿat: Bağlılığını, itimadını bildirmek.
cezbe: Meczubiyet, istiğrak. Allah’ı
Birisinin
hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden
hakemliğini
veya
cibilliyet, maya. Yetenek,
hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak
geçer bir hale gelme.
bağlılığını
cezm:
alenen
izhar
etmek.
Kati
Bağlılığını tazelemek. Rey vermek.
Kararlaştırmak.
bī-gāne:
Tahmin. Takdir.
Kayıtsız,
alakasız,
aldırış
karar,
yemin.
Kesmek.
Niyet.
etmeyen. Yabancı. Dünya ile alakayı
cibāl: Dağlar.
kesmiş olan.
cihād: Düşman ile muharebe. İlim ve
būy: Koku, rayiha.
imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün
bürūdet:
Soğukluk.
Soğuk
olmak.
Hararetsizlik.
C
kuvvetini sarf etmek. Allah yolunda
muharebe. Din için çalışmak.
cülūs: Oturuş. Oturma. Padişahın tahta
oturması.
camiǾ: Birleştirici, derleyip toparlayıcı.
cünbüş:
cānān: Sevgili, güzel, güzellik sahibi.
kımıldanma. Uta benzer bir çalgı.
cānāne: Sevgili, canan, güzel , Canlar,
cünūĥ: Yöneliş, meyil.
ruhlar.
cürm: Kabahat, kusur, hata. İsyan.
cāvidān: ebedi, sonsuza ait, sonsuza
Günah. Kanun hilafına hareket etmek.
kadar kalıcı olan.
cüzīǾ:
cebīn: Korkak. Cesaretsiz. Alın.
Biraz, pek az. Kıymetsiz. Mühim
cehrī: Aleni ve yüksek sesle meydana
olmayan. Esasa ait olmayan.
gelen şey.
Zevk,
eğlence.
Hareket,
Azdan olan. Parçaya ait olan.
213
Ç
edep:
çille: Eziyet, sıkıntı. İplik. Yay kirişi.
Tas:
Dervişlerin
kapalı
bir
yere
çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün.
D
dād: Adalet. Hak, doğruluk. İnsaf.
dalālet: Sapınç, sapkınlık, doğru yoldan
ayrılma.
İzin,
müsaade.
Şerlilerden
kurtulmak için söylenen söz. Allah’ın
yardımı.
dergāh: Allah’a ibadet edilen yer.
Büyük
bir
huzura
girilecek
kapı.
Padişahların kapısı. Şeyhlerin tekkesi.
derk: En aşağı kat, her şeyin dibi. Aşağı
inen basamak. Anlamak.
devrān: Devir, felek, zaman, deveran,
dünya.
dil: Gönül, kalp, niyet. Cesaret, yürek.
duħūl: İçeri girme. İçeri dahil oluş.
E
Daha fasih.
Gözler.
Dikkat
sahipleri.
Kısımlar.
Bahisler.
Görücüler.
ebvāb:
ve
fiilen
insanlara lütuf ile muamele etmek.
Güzel ahlak. Usluluk. Hayâ. Utanılacak
şeylerden insanı koruyan meleke.
efǾāl: Fiiller, işler, ameller.
efnā :Noksan etmek. İçmek.
efrāh:
Ferahlamalar.
İç
açılmaları.
Sevinmeler.
efžal: En faziletli.
ekber: Daha büyük, en büyük.
ekl: Yemek yeme.
elvān: Renkler. Muhtelif görünüşler.
enǾām:
Deve,
sığır,
koyun
gibi
hayvanlar. Kur’an-ı Kerimin altıncı
Suresinin adı ve bir kısım Kur’an
ayetlerinden ve Surelerinden müteşekkil
dua kitabı.
encām: Yıldızlar.
enfaǾ: Daha nafi, daha menfaatli. Pek
faydalı.
enīs: Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş
olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş
olan. Sevgili.
eblaġ: En açık ve güzel. Daha beliğ.
ebśār:
Kavlen
efkār: Fikirler. Düşünceler.
dāǾ: Maraz, hastalık. Meşakkat, zahmet.
destūr:
Terbiye.
Kapılar.
Parçalar.
edani: En deniler, en alçaklar. Alçak,
pek bayağı ve aşağılık kimseler.
enķaž: Yıkıntı, yıkılmış şeyin artıkları.
Harabenin parçaları.
envāǾ: Neviler, çeşitler, türler.
envār:
Nurlar,
ışıklar,
aydınlıklar.
Maddi
veya
manevi
karanlıktan
kurtarmaya vasıta olanlar.
ervāĥ: Ruhlar.
esmā-i
sebǾā:
Arapça,
yedi
demektir. Allah’ın yedi güzel ismi.
isim
214
esrār: Sırlar. Gizli hikmetler ve manalar.
felāh: Selamet. Saadet. Kurtuluş. Hayır
Bilinmeyen şeyler. Keyif veren zehir.
ve nimetlerde refah,
Uyuşturucu
olmak.
madde.
Elinde
ve
el
rahatta daim
ayasında olan hatlar.
ferǾiyye: İyi iş işlemek. Meşin dikmek.
eśvāt: Sesler. Savtlar.
Yaramaz iş. Bir nesneyi ıslah için
eşǾār: Çok zeki, pek kavrayışlı. En
kesmek.
güzel şiir söyleyen kimse. Şiirler,
fesāĥat: Doğru ve düzgün söyleyiş. Açık
manzum olarak kaleme alınmış eserler.
ve güzel ifadeli konuşma. Sözün; lâfız,
eşkāl: Şekiller, kılık.
mana ve ahenk itibariyle kusursuz
eşref: En şerefli. Daha şerefli. En iyi, en
olmasıdır.
güzel.
söylenişinin
eŧvār: Tavırlar, haller, davranışlar.
söylenirken hemen zihne girmesidir.
evhām: Olmayan bir şeyi olur zannı ile
fevķ: Üst, üst taraf, yukarı, yukarısı.
meraklanma.
Vehimler.
fežā-yı Ǿarş: Allah’ın dokuzuncu kat
Kuruntular. Zarar ihtimali çok az olan
gökte tasavvur olunan kudret ve azamet
bir şeyden meraklanma ve üzülme.
tahtı.
ezhār: Çiçekler. Zehreler. Şukufeler.
fīžān:
ezkār: Zikirler.
anlamında kullanılan kelime.
Üzüntü.
F
Diğer
tabirle,
tatlı,
lafızların
manasının
Gidilebilecek
en
uzak
da
yer
fuhūl: Büyük âlimlerin ileri gelenleri,
emsalinden üstün olan kimseler.
fāķih: Fıkıh ilmini bilen. İslâm
fütūĥ:
Fetihler. Açılmak. Yardım.
hukukçusu. Zeki, anlayışlı kimse.
Zafer,
galibiyet.
faķr: İhtiyaç, yoksulluk. Azlık,
ferahlıkları.
muhtaçlık. Allah’a karşı fakrını,
fütūr: Yeis, Ümitsizlik. Usanç. Zaaf.
ihtiyacını hissetmek. Tas: Kendisindeki
Keder, gam. Gevşeklik.
bütün her şeyin Allah’a ait olduğunu
bilmek.
Açıklık.
G
fāriġ: İşini bitirmiş, boş kalmış,
güzīn: Seçilmiş. Beğenilmiş.
alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş,
gūne: Tarz, gidiş, yol, tarz. Sıfat.
çekilmiş. Fıkıhta: Tasarrufu altında olan
mülkün kullanma ve tasarruf hakkını
Gönül
Ğ
başkasına devreden.
ġaflet:
fāžıl: Fazilet sahibi, üstün kimse.
vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi
Dikkatsizlik,
endişesizlik,
215
düşünmeyip, Allah’a itaat gibi işleri
Ħālıķ-ı camīǾüǿl- ħülūķ vel- mevcūd:
bilmeyip,
Bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah.
başka
kıymetsiz
şeylerle
uğraşmak. Nefsine ve heveslerine tabi
ĥāli: Tenha, boş, sahipsiz, ıssız.
olarak Allah’ı ve emirlerini unutmak.
ĥalim: Yumuşak huylu, hoş muamele
ġār: Mağara, in, kehf.
eden kimse.
ġarrā: Alnında beyaz bir lekesi, akıtması
ħālis:
olan at. Ak, parlak, güzel, gösterişli.
Saffetli. Pek beyaz. Evvelce karışık iken
ġāye: Maksat, kastedilen, netice, sonuç.
kusuru zail olan. Her ameli, yalnız
ġažab: Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık.
Allah rızası için işleyen.
ġına: Zenginlik. Yeterlik. Tok gözlülük.
ħalķ: Yaratma, yaratılma. Bir ülkede
Bir
yaşayan insanların bütünü. Aynı soydan
kimseye
dostluğunda
devamlı
Hilesiz,
insanlar.
katıksız,
saf,
olmak. Bıkma, usanç. Şarkı söylemek.
gelen
ġıybet: Arkadan çekiştirmek. Hazır
kimseler.
olmayan birisinin aleyhine konuşmak.
ĥamd: Övmek. Allah’a karşı kulların
Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir
memnuniyet ve sevinçlerini ve O’na
şeyi söylemek.
hamd
ve
Okumamış,
duru.
şükür
ile
sıradan
metihlerini
bildirmeleri, sena etmeleri.
H
ĥaml: Yük. Sırtına yük alıp getirmek.
ĥabīb: Sevilen, sevgili, seven. Dost.
Kadının
hādi: Hidayete ermiş. Mürşit. Rehber,
Yüklenme.
delil.
ĥased: Başkasının iyi hallerini veya
Hidayet
yolunu
gösteren,
karnındaki
çocuk.
İsnat.
doğruluğa eriştiren. Önde giden.
zenginliğini istemeyip, kendisinin o
ħafī: Gizli, saklı. Fıkıhta: Sığasından
hallere veya zenginliğe kavuşmasını
dolayı değil, bir arızadan dolayı manası
istemek. Çekememezlik, kıskançlık.
kapalı kalan lafız.
ĥasenāt:
ĥāk: Toprak.
iyilikler.
ĥaķd:
Kin
tutmak.
Düşmanlığını
Güzellikler,
iyi
ameller,
ħaşr: Toplanmak, bir yere birikmek.
gizlemek.
Kıyametten sonra bütün insanların bir
ħalās: Kurtulma, kurtuluş. Selamete
yere
ermek.
diriltip mahşere çıkarması.
ĥalāvet: Tatlılık, şirin olmak.
ħātem: Mühür. Üzerinde yazı olan ve
ħālıķ: Yoktan yaratan, yaratıcı, Allah.
mühür yerine kullanılan yüzük. Son, en
son.
toplanmaları.
Allah’ın,
ölüleri
216
ħātırāt: Hatıralar, hatırda kalan şeyler.
kimsenin manevi yardımı ile birisini
ħavāŧır: Fikirler, düşünceler.
koruması, yardım etmesi. Tabii şevk ve
ħavf: Korku, korkutmak.
meyil ve heves. Lütuf, yardım.
ĥažret: Hürmet maksadı ile büyüklere
ĥulūśkār: Bir insana karşı samimi
verilen unvan.
muhabbeti olan. Dalkavuk. Menfaati
helāk:
Yıkılma,
bitme,
mahvolma.
için sevgi ve iyi muamele gösteren.
Harislik ve pek düşkünlük. Azap, korku,
ħuśūl: Peyda olma, hasıl olma. Meydana
havf.
gelmek. Üremek, türemek.
hengām: Zaman, devir, çağ, sıra, vakit,
ĥuş: Akıl, fikir, zeka, iyi ile kötüyü
mevsim.
ayırma hissi. Ruh, can. Ölüm, Zehir.
hevā: Nefsin isteği, gelip geçici olan
ħuşūnet: Kabalık, sertlik, inatçılık.
heves. Nefsin zararlı ve günah olan
Ĥudā: Doğru yol göstermek. Doğruluk.
arzuları.
Hidayet. Allah.
ĥıfž: Saklama, koruma. Ezberlemek.
ħüsrān:
Hatırda
edilememesinden
tutmak.
Kur’an’ı
ezberde
Ümit
edilenin
duyulan
elde
elem.
tutmak.
Mahrumiyet acısı. Zarar, ziyan, kayıp.
ĥımār: Eşek.
hüviyet: Kimlik.
ĥırāset: Koruma. Bekleme, bekçilik
etme, muhafaza etme.
I
ĥicāp: Perde, örtü. Utanma. Kendini
ǿıyāl: Bir adamın üzerine nafakasını
kusurlu
vermek
bilip
insanlar
arasından
çekilmek. Allah ile kul arasındaki
vacip
olan,
kendilerini
geçindirdiği kimseler.
perde. Setretmek, gizlemek.
hidāyet: Doğru yolu arama, doğru yola
İ
girme. Kalbine ilham olunan Hakk
ǿibād: Allah’ın kulları.
yolunu aramak arzusu. İslam dinî.
ibǿād: Uzaklaştırmak, sürmek, kovmak.
ĥikmet:
Bilgelik,
hakimlik,
hakim
ǿibādāt: İbadetler.
adamın hali, felsefe bilimi. Sır, ne
ibdā: Yoktan var etme, icat.
olduğu anlaşılmaz.
iblis:
himmet: Kalbin bütün kuvveti ile
çıkarmaya çalışan şeytan.
Allah’a ve diğer kutsallara yönelmesi.
ibn-i adem: İnsanoğlu.
Kalp isteği ile gösterilen ciddi gayret.
ibtidā: Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En
Allah indinde makbul ve mübarek bir
önce, başta.
İnsanları
Allah
yolundan
217
icād: Yeni bir şey yaratma, bulma.
iħfā: Saklamak, gizlemek. Tecvidde:
Gerçekmiş gibi gösterme.
Harflerden birisini söylerken gizli ve
icāzet: İzin, müsaade. Şahadetname,
zayıf söylemek.
diploma. Destur vermek. İlmi ehliyet.
iħlās: Kalbini safi etmek. İçten, samimi,
Reva görmek.
riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile
iclā: Sürme, nefyetme, sürgün etme.
doğruluk
Evinden barkından ayırma. Cilalama,
emretmiş olduğu için ibadet etmek.
parlatma.
Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık
ictihād:
Kudret
ve
kuvvetini
tam
ve
bağlılık.
Sırf
Allah
ve menfaati, hakiki ve esas gaye
kullanarak çalışmak. Gayret etmek.
etmeyerek
Çalışmak. Anlayış. Kanaat.
rızasını esas maksat ve gaye edinmek.
ictimāǾ: Toplantı, bir araya gelmek.
İnsanlara riyakarlıktan, gösterişten uzak
Kavuşmak.
olmak.
ictināb: Çekinmek, sakınmak. Uzak
iħrāc: Çıkarmak. Dışarı atmak. Fazla
olmak.
malı
ifāža: Bereketlendirmek. Feyiz vermek.
İstifade için meydana koymak.
Bol bol dağıtmak ve akıtmak. Taşıp
iĥtilāŧ: Karışmak, karışıp görüşmek.
yayılmak.
iĥtitām: Hitam bulma, sona erme, iş
ǿiffet: Namus. Temizlik. Helale razı
bitme.
olup haramdan kaçınmak.
iĥtirāz: Sakınmak, çekinmek, kaçınmak.
ifrāǾ: Kesmek. Yarmak.
iĥtiyāŧ: Sakınmak, işleri iyi düşünmek.
iftiĥār: Övünmek, kendini beğenircesine
Tedbirlilik.
kendinden ve yaptıklarından bahsetmek.
bulunmak. Yedek.
Başkasının iyi bir hali ile sevinmek.
iķrār: Açıktan söylemek. Kabul ve
ihām:
tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar
Vehme
vehimlendirmek.
düşürmek,
Edebiyatta:
İki
başka
yalnız
ve
yalnız
memlekete
İşlerde
Allah
göndermek.
basiret
üzere
vermek.
manaya gelen bir kelimeden en az
iķdām: Gayret ve sebat ile çalışmak.
kullanılan manayı bilerek kullanmak.
İlerlemeye
iĥāŧā: Etrafından çevirmek, kuşatmak,
çalışmak. İlerlemek. Kimseye diğerinin
içine
kendisinde olan hakkını haber vermek.
almak.
Kuşatılmak,
sarılmak.
Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak.
gayret
etmek.
Devamlı
iķtidā: Uymak, tabi olmak. Birinin
hareketini örnek alarak ona benzemeye
çalışmak.
218
iktisāb: Kazanmak. Tahsil etmek. Elde
infirād: Tek başına kalma, yalnızlık hali.
etmek.
inǾkās: Eksilme, eksiltme.
ilĥād: Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden
inķısām: Kısımlara ayrılma, bölünme,
dönmek. Allahın varlığına, birliğine
taksim olunma.
inanmamak. İmansızlık.
inķıŧāǾ:
ilĥāĥ: Zorlamak, ısrar etmek. Bir şeyin
gelmeme.
kabulü için son derece üstüne düşmek.
inśibāġ:
ǿilm : Okumakla veya görmek ve
Temizlenme.
dinlemekle
intihā: Son, nihayet, uç.
veya
Allah’ın
Tükenme.
Boya
Kesilme.
tutma,
Arkası
boyanma.
bağışlamasıyla elde edilen malumat.
intiķāş: Nakışlanmak.
Bilmek, idrak etmek.
intimā: Huy, yaratılış.
ǿilm-i ledünnī: Garip bir ilim ismidir.
intiźār: Adamak, nezretmek. Gözlemek.
Ona vakıf olan, mesturat ve hafayayı,
Ümit ederek beklemek.
gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği
inzāl: İndirme, aşağıya indirme. Vahi
gibi, ilahi sırları da bilir. Bu ilm-i şerifin
gelme,
hocası Hz. Peygamber’dir.
peygamberlere ulaşması.
ilticā: Sığınmak. Melce’ ve penaha
ǿirfān: Bilmek, anlayış, tecrübe ve
varmak. Birinden himaye istemek.
zekadan ileri gelen zihni kemal.
iltifāt: Güzel sözle samimi olarak
iskān:
okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh
Yurtlanma, yerleşme.
etmek. İyilik etmek. Lütfetmek.
istiǾdād:
imtina:
Feragat
Muvafakat
edip
geri
etmeme.
durma.
Çekinme.
Allah’ın
Yurtlandırma,
buyruğunun
yerleştirme.
Bir
şeyin
kabulüne
kazanılmasına
olan
fıtri
Kabiliyet.
Akıllılık.
ve
meyil.
Anlayışlılık.
İstememe. Yapmama. İmkânsızlık.
istifāža: feyiz bulma, feyizlenme. İlim,
ināyet: Yardım, lütuf medet etmek.
irfan ve manevi zenginlik kazanma.
Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul
istiĥāre: Sual sorup cevap istemek.
olmak.
Hayırlı olmayı istemek. Hayran olmak,
ǿind: Arapçada zaman veya mekân ismi
şaşmak, taaccüp etmek. Bir işin hayırlı
yerine kullanılır. Hissi ve manevi
olup olmayacağı niyetiyle abdest alıp,
mekan. Maddi ve manevi huzura delalet
dua edip rüya görmek üzere uykuya
eder. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve
yatma.
tergib etmek manalarına gelir.
istiĥlāl: Helal saymak. Helalleşmeyi
ǿindallah: Allah yanında, Allah indinde.
istemek.
219
istikrāh: Bir şeyi kötü ve kerih görmek.
ķabiĥ: Çirkin, fena, kötü, yakışıksız,
Beğenmemek, nefret etmek. Bir şeyi
ayıp.
cebir ve ikrah ile işlemek.
kābir: Büyük, ulu.
istinŧāķ: Söyletmek. Sorguya çekmek.
ķabž: Tutmak. Ele almak. Kavramak.
Zanlıdan işlediği fiile dair ifade almak.
Almak. Tahsil etmek. Teslim almak.
İstişmām: Koklamak, kokusunu almak.
Amelde zorluk çekmek. Kuşun süratle
Hissetmek,
uçması. Mülk.
sezmek,
dolayısı
ile
anlamak. Uzaktan haber almak.
ķadĥ:
Zemmetme,
iştihā: Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu.
kimsenin ayıp ve kusurlarını söyleyerek
Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla
gıybet etme. Menetmek, engel olmak.
isteklilik.
Çakmak taşını çakmak. Bir kimsenin
ittiśāf: Vasıflanmak, sıfat sahibi olmak.
işine halel vermek.
Bir hal takınmak.
ķadīm:
iǿtiśām: Günahlardan sakınmak. Pak
olmayan, uzun zamandan beri var olan.
olmak. Bir şeye yapışarak sıkı tutmak
Evveli bilinmeyen hal ve keyfiyet.
ve korunmak.
ķādir: Bir işi yapmaya gücü yeten,
iǿtizār: Kusurunu bilerek özür dilemek.
kudret sahibi ve her şeye kudreti yeten.
Kusurunu beyan edip ve anlayıp af
(Allah)
dilemek.
ķahir: Üstün gelen, yenen, galip gelen.
izǾān: Basiret. Anlayış. Teslim olup
Zorlayan. Mecbur eden.
itaat etmek. Akıl. Zeka. İnanç. İdrak.
ķahķari: Birdenbire geri dönme, aniden
Bilmek.
arkaya dönme. Geri çekilmekle ilgili,
ǿizzet: Bir kimse zelil iken kavi ve
geri dönmekle ilgili.
kudret sahibi olmak. Ziyadelik ve
ķāǾim: Ayakta duran. Mevcut. Vaktini
üstünlük.
Değer,
kıymet.
Kuvvet.
ibadetle geçiren.
Muhterem
ve
muteber
olmak.
Eski
çekiştirme.
zaman.
Bir
Başlangıcı
ķalīl: Az. Bodur kimse.
Bulunmaz derecede az olan şey.
kāmile: Bütün, tam, olgun, eksiksiz,
iźhār: Açığa vurma, meydana çıkarma,
kemalde olan, kusursuz. Kemal ve
göstermek. Zahir ve aşikâre ettirmek.
fazilet sahibi. Yaşını başını almış,
Yalandan gösteriş.
terbiyeli ve görgülü kimse. Âlim, bilgin
K
olan kişi.
ķamu: Hep, bütün, tamamen.
220
ķavī: Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli,
kimyā: Mevcut olana kanaat ve elde
güçlü. Varlıklı, zengin, salih, emin,
edilmesi mümkün olmayana ait arzuyu
mutemet.
terk etmek.
ķayd: Kelepçe, bağ, bağlamak. Bir şeyi
kirām: Benzetmeli, kinayeli. Kerimler,
bir yere yazmak. Deftere geçirmek.
şerefliler. Eli açık cömert kimseler.
Sınırlamak. Şart.
kitāb-ı mübīn: Kur’an-ı Kerim
kebāǿir: Büyük şeyler, büyük günahlar.
ķudsīyyet:
kelb: Köpek, it. Meşhur bir yıldız. iki
azizlik. Temizlik, paklık.
adım arasına koyarak dikilen kayış.
ķurbet:
Yolcuların,
manevi yakınlığa sebep olan Salih amel.
yük
üstünde
azıklarını
Kutsilik,
Yakınlık.
mukaddeslik,
Fıkıhta:
Allah’a
astıkları demir çengel. Şiddet. Hırs.
ķutb: Dinî bir meslek veya grubun başı.
kelām-ı ķadīm: En eski söz, Kur’an-ı
Birçok
Kerim.
bağlandıkları azim ve büyük evliyalar
kemāl: Kâmillik, olgunluk. Erginlik.
arasında zamanın en büyük mürşidi.
Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak.
kütüb: Kitaplar.
Fazilet. Değer, baha. Fazlalık. Sıdk ile
yapılan güzel iş.
kemālāt: Kemaller, olgunluklar.
kerem:
Soyluluk,
büyüklük,
Müslümanların
kendisine
L
lāǾim: Çekiştiren. Başkasını kötüleyen.
asalet,
lāyuǾad: Adedi belli olmayan. Sayısız.
cömertlik. İyilik, yardımseverlik, lütuf,
Pek çok.
merhamet, ihsan, inayet.
levc: Ağız içinde lokma veya başka bir
kerrār: Harpte, çekilip tekrar saldırmak.
şeyi döndürüp çevirme.
Döne döne saldırmak. Hz. Ali’ye
lehviyāt:
verilen bir unvan.
eğlenceler, oyunlar; nefsani gayrı meşru
kesb: Kazanç. Çalışmak. Say ve amel ile
eğlenceler.
kazanmak.
licām: Dizgin. Gem.
Elde
etmek.
Edinmek.
Kadınlı
erkekli
haram
Kazanç yolu.
liķā: Kavuşmak. Rast gelip buluşmak.
kesb-i fenā: Kendi varlığından geçmek
Görüşmek.
için çalışmak, gayret sarf etmek.
sima, çehre.
Yalnız
görüşmek.
Yüz,
kesāfet: Bulanıklık. Kir. Açık veya
berrak olmamak. Kalınlık, yoğunluk,
kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
M
māǾada: Başka. Fazla. Bundan gayrı.
221
maĥl: Kıtlık. Kuraklık. Kuraklıktan
maǾlūm: Bilinen, bilinmiş, öğrenilmiş.
dolayı mahsulün yetişmemesi.
Sözü edilen veya bilinen konu. Evet,
maħlūķ: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş
belli.
olan.
maǾmūr: İmar edilen, tamir edilmiş.
maĥrūm:
Maddi
manevi
manŧuķ: Bir lafzın nutuk halinde, söz
nimetlerden uzak kalmak. Malı bereket
sahasında üzerine delâlet ettiği şey. Söz,
bulmaz olan bedbaht. Felahtan nasipsiz
nukut, mana, mefhum.
olan.
manžur: Görülen, bakılan, nazar edilen.
İffetinden
veya
dolayı
zengin
zannedildiğinden sadakadan mahrum
Beğenilen.
olan.
maǾrifet: Bilme, bir şeyi cüzi vecihle
maĥsūf: Husufa uğramış, gölgelenmiş.
bilmek.
Perdelenmiş.
Tuhaflık, garip hareket. Vasıta, tavassut.
maĥsūr: Etrafı çevrilmiş. Muhasara
İlim ve fenlerle tahsil olunan malumat.
altına
İrfan kazanmak.
alınmış.
Hasrolunmuş.
Hüner.
Üstatlık.
Sanat.
hudutlanmış. kuşatılmış.
māsivā: Ondan gayrisi. Allah’tan başka
maġfiret: Allah’ın kullarının günahlarını
her şey hakkında kullanılan tabirdir.
örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfü.
Dünya ile alakalı şeyler.
maķām: Durulan yer, durak, mekan,
maślaĥat: İş, mesele. Sulh yolu. Fayda,
mahal. Bir velinin veya diğer büyük bir
maksat, keyfiyet.
zatın
maŧrūd:
kabrinin
bulunduğu
ya
da
Kovulmuş.
Uzaklaştırılmış
bulunduğuna inanılan yer, türbe, ziyaret
olan.
yeri.
māye: Damızlık. Esas. Temel. Bir şeyin
maķbūl:
Kabul
olunan.
Beğenilen.
mayalanması ve ekşimesi için konulan
Sevaplı.
madde. Para, mal. İktidar. Güç. İlim.
maķśūd: Kastedilmiş. İstenilen şey.
Dişi deve.
İstek. Arzu. Gaye.
mažhar: Görmek için üstüne çıkılan yer,
mālik: Sahip. Malı elinde bulunduran,
bir şeyin görüldüğü mahal, zahir olduğu
bir şeyin mülkiyetini elinde tutan. Her
yer.
şeyin sahibi olan Allah. Cehennem
tekkelerde
zebanilerine hâkim ve onları idare eden
dayanılan kısa değnek. Bir çeşit tef.
meleğin adı.
Tasavvufta Allah’ın isim ve sıfatlarının
Nail
olma,
şereflenme.
oturarak
tecelli ettiği varlık olan insan.
Bazı
uyunurken
222
mebdeǾ: Baş taraf. Başlangıç. Başlama.
merām: Maksat. Niyet. Arzu. İstek.
Kaynak. Kök. Temel. Esas.
İçten tasarlanan.
mebġūž: Sevmeme. Birisi hakkında gizli
merāya: Aynalar.
ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin,
merfūǾa: Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi
husumet.
ettirilmiş.
medār: Sebep, vesile. Bir şeyin etrafında
mescūd: Secde edilmiş. Kendisine secde
döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği,
edilmiş olan.
üzerinde
mesmūǾ: Dinlenilen. İşitilen. Duyulmuş.
hareket
Gezegenlerin
edeceği
gezerken
yer.
hareket
Hükümsüz
İşitilmiş.
noktalarının çizdiği daire.
mesned:
mefātiĥ: Anahtarlar.
Mertebe. Makam. Destek.
mefhūm:
Anlaşılan.
Mana.
İfade.
bırakılmış.
Dayanacak
yer,
nokta.
mesrūr: Sevinçli. Sürurlu. Meserretli.
Sözden çıkarılan mana.
Meramına ermiş.
mefrūž: Farz olunmuş. Farz haline
meşāyıħ: Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar.
gelmiş. Çok lüzumlu. Farz kabilinden
mevāniǾāt: Engeller. Mani olanlar.
olmuş. Var sayılan.
mevaśıl: Ulaşan, erişen, kavuşan.
mehālik: Tehlikeler. Tehlikeli işler.
mevce: Bir dalga. Ses, elektrik ve
Korkulan yerler.
hararetin yayılma dalgalarından her biri.
melāǿike: Melekler. Nurdan yaratılmış,
mevķūf: Durdurulan. Vakfedilen. Daimi
fıtratları safi, makamları sabit, kendileri
bir halde bırakılan. Tevkif edilen.
masum mahluklar.
Tutulup hapsedilen. Ait, bağlı.
meksūf:
Küsufa
uğramış,
ziyası,
aydınlığı tutulmuş. Kararmış.
menbaǾ:
Kaynak.
Nimetin
mevśūf: Nitelenmiş, vasıflandırılmış.
meǾyūs:
veya
Ümitsiz.
Kederli.
Yeise
düşmüş. Ümidi kesik.
herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun
mezāliķ: Kaygan yerler. Ayak kayacak
çıktığı yer. Pınar.
yerler.
menfūr:
Kendisinden
nefret
edilen,
mezkūr:
Zikri
geçen.
Zikredilmiş.
sevilmeyen. İğrenç.
Evvelce bahsi geçmiş olan.
mensūħ: Hükmü kaldırılmış. Hükümsüz
mezlaķa: Ayak kayacak yer. Kaypak
bırakılmış.
yer.
menşeǾ: Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı,
sebep olan hal.
neşet ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.
meǾzūn: İzinli, izin
Mecazen:
Yanlışlığa
miĥan: Mihnetler, sıkıntılar.
düşmeye
223
miķyās: Kıyas edecek, ölçecek alet.
muķadder:
Ölçü aleti. Uzunluk ölçüsü. Ölçek.
Kader. Miktarı tayin ve takdir olunmuş
mirǾāt: Ayine. Ayna. Meşhur bir cins
olan.
lale.
Beğenilmiş.
mīzān: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak,
olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan.
muhakeme. Mikyas. Fıkıhta: Mahşerde
Lafzen zikredilmeyip, manen Murat
herkesin amellerini tartmağa mahsus bir
edildiği anlaşılan.
adalet ölçüsü olup, hakiki mahiyeti
muķarrib: Takrip eden. Yaklaştıran.
ancak ahrette bilinecektir. Mat: Yapılan
muķārīn: Yakın olan. Bitişen. Ulaşan.
hesabın
Ulaşmış olan.
doğruluğunu
anlamak
için
Tayin olunmuş. Kısmet.
Kaza.
Kıymeti
Yazılmış
biçilmiş.
olan.
Yazılı
yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
munśabiǾ: Dökülen, karışan.
muǾāhede:
murāķabe: Kontrol etmek. İnceleyip
Karşılıklı
yeminleşme,
anlaşma. Devletlerarasında antlaşma.
vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. Kendini
muǾāraža: Bir şeyden yan verip sapmak.
kontrol etmek. İç âlemine bakmak.
Biri
Gözetmek.
ile
yarışmak.
Birbirine
karşı
Hıfz
etmek.
Beklemek.
gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz
İntizar. Dalarak kendinden geçmek.
mücadelesi.
Tas: Kendisini tamamen nafile ibadet ve
mubśırāt: Görünenler, görünen âlem.
itaate vermek için mabede kapanmak.
muĥāl:
murġ: Kuş.
İmkânsız,
vukuu
mümkün
olmayan. Batıl, boş söz. Hurafe olan
muśafā:
nazariye.
Süslenmiş.
muĥarrem: Haram kılınmış.
mutabaķat:
muhib: Seven, sevgi besleyen, dost.
mugayir olmayıp, uygun ve muvafık
muǾīn: Yardımcı. Muavin.
olmak.
muķaddem: Zaman ve mekan cihetiyle
muŧābıķ: Uygun. Muvafık. Uyan.
daha evvel olan. Askerin ön tarafına
muǾtād: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyat
sevk edilen karakol. Değerli, üstün.
edilen. Alışılmış olan.
Küçükten
muŧŧalliǾ: Haberli. Bilgisi olan. Bir
büyüğe
sunulan,
takdim
Safileşmiş.
Uygunluk.
Temizlenmiş.
Muhalif
ve
edilen.
yüksek yerden bakarak görüp anlayan.
muķaddemāt: Sunulan, takdim edilen,
mutaśarrıf: Tasarruf hakkı ve salâhiyeti
arz edilen. Önde bulunan, ileri giden.
olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi
Önceliği bulunan, ileri giden. Saygın,
isteğine göre idare eden. Bir malın
üstün.
224
sahibi. Eskiden, vilayetten küçük olan
mülāhaźa: Mütalaa. Dikkatle bakmak.
Sancağın en büyük idare âmiri.
İyice düşünüp bir işin hakikatini tetkik
muttaśıf: İyi veya kötü bir sıfatla tarif
etmek. Tefekkür, düşünce.
edilen. Vasıflanmış, vasfı mevcut olan.
mülāķāt: Kavuşma. Buluşma. Birleşme.
muvaffaķ: Başarmış. Gayesine erişmiş.
Resmi görüşme. Yüz yüze olma.
Ulaşmış. Başarılı.
mülk: Mal. Yer. Bina. Hüküm ile bir
mūzbāt: Kül içinde pişirilen ekmek.
şeyin zabt ve tasarrufu. İzzet, azamet,
mübāĥeŝe: Bir şeye dair iki veya daha
şevket. Bir şeyin dış yüzü. İnsanın sahip
çok kimse arasında olan konuşma. Bir
ve malik olduğu şey. Akıl sahiplerini
şeyin bahsini etmek. Muhasebe.
tasarruf etmek.
mübtedi: Yeni. Yeni talebe. İlk mektep
mümtāz: Diğerlerinden ayrılmış, üstün,
talebesi. Yeni başlamış.
seçkin, seçilmiş. Ayrı tutulan.
mücādele: İki kişinin bir şey üzerine
münāķaşa:
çekişmesi. Uğraşma. Savaşma
Karşılıklı sözle çekişmek. Bir meseleyi
mücāhedāt: Mücahedeler. Çarpışmalar,
sormayı çok ileri götürerek çekişmek.
cihatlar.
münbasiŧ:
mücāhede: Cihat etme. Din düşmanına
genişleyen. Yaygın, münteşir, yayılmış,
karşı
açık. Şen.
koyma.
Çarpışma.
Uğraşma.
Çalışma. Gayret gösterme.
mücedded:
Mücadele.
İnbisat
Münazaa.
eden,
yayılan,
müntehī: Sona eren. Son. Bir şeyi
Kullanılmamış.
Yeni.
tamamlayan. Biten.
Yenilenmiş.
münzil: İnzal eden, aşağı indiren. Bir
mücella: Parlak, Cilalı. Cilalanmış.
şeyi indiren.
müdām: Devam eden. Sürekli. Daim ve
mürāǾāt:
baki olan. Müptela olan.
Korumak, hıfzetmek, saklamak. Riayet
müdāvemet:
Devamlılık.
saygı
göstermek.
işte
etmek. Bir şeyin akıbetinin ne olacağını
devamlı çalışmak. Aralıksız bir işe
gözetmek. Söze kulak vermek. Bir
devam etmek.
kimsenin hakkına riayet eylemek. Göz
müǿekked:
Tekitli,
sağlamlaştırılmış,
Bir
Riayet,
kuvvetli,
kuvvetlendirilmiş.
Tekrar edilmiş.
mükāleme:
Anlaşma.
Söyleşme.
ucuyla bakmak.
mürāǾi:
İkiyüzlü
kimse,
dalkavuk,
riyakar, münafık.
Karşılıklı
konuşma.
mürebbi:
Müzakere.
Muhavere.
yetiştiren,
Besleyen.
Terbiyeci,
ders
terbiye
veren.
eden,
Pedagog.
225
mürşīd: İrşat eden, doğru yolu gösteren,
mütteǾāl: Yüksek ve yüce, bilinenlerin
gafletten uyandıran. Peygamber varisi
en
olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.
yaratılmışlarda mümkün gördüğü her
mürtekib: İrtikap eden, kötü iş yapan.
şeyden çok yücedir.
Rüşvet alan ve yiyen.
mütecelli: Tecelli eden, meydana çıkan,
mürūr: Geçmek, gitmek. Bir taraftan
görünen. Parlak.
girip öteden çıkmak. Sona erme, nihayet
müteĥayyir: Şaşmış, hayrette kalmış.
bulma.gerektiren. Mucip ve sebep.
müteeśśif:
müstemir: Sürekli, devamlı, öncelikli
Elem ve keder etmiş. Eseflenen, teessüf
olan.
eden, kederlenen.
müstesnā: Kural dışı, ayrıcalıklı. Saygın,
müzĥīr: İzhar edici, gösterici.
mümtaz,
emsallerinden
üstün,
fevkalade. Ayrık.
üstünü
demektir.
Sevmemiş,
Akıllı
hoşlanmamış.
N
müştehāt: Şehveti celp eder hale gelen.
nādim: Nedamet etmiş, pişman.
Yetişmiş kız.
nāǾil: Muradına eren, nail olan, ele
müsāvi: Birbirine denk olmak, aynı
geçiren. Erişmiş.
seviyede olmak. Denk, aynı derecede.
nās: İnsanlar.
mütābaǾat: Birine tabi olmak, uymak.
nažīr: Benzer. Benzeyen.
Birini takip etmek.
nebī: Haber getiren. Peygamber. Yeni
müşāhade: Görerek anlama ve tespit
bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden
etme. Gözlem. Tasavvufta uluhiyet
evvelki Resulün getirdiği kitap ve
âlemine vakıf olma.
şeriatı devam ettiren Peygamber.
müşāvere: Bir iş hususunda iki veya
necāt: Kurtuluş, selamet. Hırs ve haset.
daha fazla kimseler arasındaki konuşma
Yüksek mekan. Ağaç budağı. Mantar.
ve danışma. İstişare etme.
necl: Oğul, evlat, çocuk. Kuşak, nesil,
müselsel: Teselsül eden, birbirine bağlı
sülale. Atmak. Ayakucuyla vurmak.
olan, bir sırada devam eden. Zincir
nedāmet: Pişmanlık.
halkaları gibi bir sırada olan.
nehc: Yol, usul. Doğru yol.
müstaġriķ: Gark olmuş, dalmış, batmış.
neseb: Sülale, hısımlık, soy. Baba soyu,
müstaķīm:
atalar zinciri.
Doğru,
istikametli.
olmayan, düz, dik. Hilesiz, temiz.
müsteǾad: Anlaşılan.
müstelzim: Lüzumlu, gerekli olan.
Eğri
nesme: Satın alınan köle.
226
neşǾe: Gönül açıklığı, sevinç. Yeniden
nuśret: yardım, muavenet, muzaheret.
meydana gelmek. Yeniden olan şey.
Allah’ın yardımı ve desteği. Zafer,
Yiğit olmak. Yüksek olmak.
başarı, üstünlük.
neşǾet:
Meydana
gelmek,
vücuda
nutķ:
Nutuk,
söyleyiş,
söyleme
gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi
kabiliyeti, konuşma, hitabet.
olmak. Yetişmek, ileri gelmek. Çıkmak.
nübūvvet:
Kaynak olmak.
Allah’ın
neşr: Neşretmek, yaymak, bir haberi ifşa
insanları doğru yola çağırmak.
etmek, herkese duyurmak, şayi kılmak.
Başıboş cemaat. Bulutlu günde yel
Peygamberlik,
emriyle
pīşvā:
veya hastaya dua yazmak veya okumak.
imam.
nevǾ: Çeşit, sınıf, cins.
püşter: Arka, sırt.
Yiyecek içecek. Bir tek porsiyon.
vazifeli
olarak
P
esmek. İzhar etmek. Kat etmek. Mecnun
nevāl: Bahşiş. Kısmet, talih, nasip.
nebilik.
Reis, baş. Hâkim. Mukteda,
R
nevm: Uyku. Uyumak. Rüya. Sönmek.
raġib: İçi geniş olan nesne.
Sükûn.
raĥīm: Rahmet edici, merhamet eyleyen.
nezr: Adak adamak. Fıkıhta: Allah’a
Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve
tazim için mubah bir fiilin yapılmasını
merhamet sahibi, şefkat eden, gufran
deruhte etmek, öyle bir işin yapılmasını
sahibi.
kendi nefsine vacip kılmaktır.
Raĥman: Bütün yaratıklara rızıklarını
nihāye: Son, uç, son derece, çok.
veren, her an bütün mahlûkat hakkında
nikāt: Nükteler. İnce manalar. İnce
hayır ve rahmet irade buyuran, bütün
manalı, şakalı ve zarif sözler.
mahlûkatına sayısız nimetler veren.
nispet: Münasebet, yakınlık, bağlılık,
Nizam ve adalet sahibi. (Allah)
ölçü. Rağmen. İnat olarak. İnat olsun
raǾnā: Hoş, güzel, latif, çekici, parlak,
diye.
revnaklı, cazibeli. En güzel, çok iyi.
niyāz: Yalvarma, yakarma. Dua. Rağbet
Geniş yapraklı ve göbekli gül.
ve istek. Hacet, ihtiyaç.
refǾ:
nūrānī: Nurlu, ışıklı, nura yakışır,
kaldırma.
parlak, münevver.
bırakma.
Kaldırma,
yüceltme,
Lağvetme,
yukarı
hükümsüz
rehnümā: Yol gösteren. Kılavuz.
227
resūl: Elçi, sefir. Peygamber, yalvaç,
śadā: Seda. Ses. Avaz. Savt. Erkek
savacı, nebi. Herhangi bir katkıda ve
baykuş. Bir böcek adı. Susuzluk. Yankı.
eklemede bulunmaksızın birinin sözünü
śadr: Her şeyin evveli ve başlangıcının
diğerine ileten veya ulaştıran kimse.
en iyisi. Kalp, göğüs, ön. Meclisin önü
ricǾat: Geri dönme, çekilme, kaçma,
ve en muteber yeri. Reisin oturduğu yer.
vazgeçme.
Rücu. Bir aruz kalıbı. Baş, reis, başkan.
rıđvān: Kabul, rıza. Sevinç, huzur,
Oturulacak yerlerin en iyisi.
sürur, keyif. Cennetin kapıcısı olan
śaġāir: Küçük günahlar.
büyük meleklerden biri.
saǾī: Çalışan. Devletçe posta idaresinin
risālet: Birisini bir vazife ile bir yere
kurulmasından evvel mektup ve emanet
göndermek.
götürüp getiren kimseler. Bir yere vali
Peygamberlik.
Büyük
kitapla gelen peygamberlik. Elçilik.
olan. Cemaat başı. Yan yan giden. Hızlı
rūĥ-ı
yürüyen. Koğuculuk yapan.
muʿallā:
Makamı
ve
rütbesi
śāǾim: Oruçlu, oruç tutan.
yüksek olan ruh.
ruħśat:
İzin,
müsaade.
Genişlik.
śalavat:
Namazlar.
Bütün
dualar.
Kolaylık. Fıkıhta: Kulların özürlerine
İhtiyaçtan gelen ricalar. Nimetten çıkan
mebni,
şükürler.
kendilerine
bir
suhulet
ve
İbadetler.
Hazret-i
müsaade olmak üzere, ikinci derecede
Muhammed’e memnuniyet ve bağlılık
meşru kılınan şeydir.
için yapılan dualar.
rumūzāt: Remizler, işaretler.
śallallāhu teǾāla Ǿaleyhi ve sellem: Allah
rūy-ı zemīn: Yeryüzü.
onun
rükn: Direk. Esas. Kuvvet. Bir şeyin en
isteklerini kabul etsin; her isteğini
fazla sağlam olan tarafı veya köşesi
versin,
veya
Peygamberimiz
temeli.
Bir
cemaatin
ileri
şanını
selamete
yüceltsin;
erdirsin
duasını,
mealinde
hakkında
söylenilen
Belirli
vakitlerde
gelenlerinden olan. Nüfuzlu, kuvvetli ve
duadır.
ehemmiyetli kimse.
śalāt:
rüǾyet: Görmek, bakmak. İdare etmek.
Kur’an’da emredildiği tarzda ve Hz.
Göz ile veya kalp gözü ile görmek. Akıl
Peygamber’in tarif ettiği şekilde yapılan
ile müşahede derecesinde bilmek, idrak
ibadet.
etmek,
śavm: Oruç. İkinci fecirden başlayarak
tefekkür
etmek,
düşünmek.
Namaz.
Araştırmak.
güneşin batmasına kadar yemekten,
S
içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi
menetmek suretiyle yapılan ibadet.
228
savt: Ses. Bağırmak.
Sıradağ. Seri. Dizi. Art arda gelen
sebaķ: Ders. Yarış. Koşu yapanların
şeylerin meydana getirdiği sıra.
aralarında koydukları ödül.
simāǾ:
seĥāvet: Cömertlik, el açıklığı, muhtaç
İşitmek.
olanlara çok ihsan etmek
işitmesi istenilen güzel zikir ve sözler.
sehl: Kolay. Toprağı yumuşak düz yer.
Mevlevilerin ve sair dervişlerin ney
Sade.
veya def ile beraber ilahi okuyarak
sekināt: Sükûn ve itminan, temkin.
raksları ve nağme terennüm etmeleri,
Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan
dönmeleri.
kalp huzuru ve sükûneti. Telaş ve
sūǾal: İsteme. İstek. Soru. Sorulan şey.
hafifliğin zıddıdır. Kalp rahatlığı, kalp
Dilencilik.
kuvveti veren çok mühim bir duanın
sūǾ-i ķarīn: Kötülüğe yaklaşmak.
ismi.
śunǾ: Yapmak. Eser, yapılan iş. Güzel iş
selām: Ayıplardan, afetten salim oluş.
yapmak.
Selamet, emniyet. Sulh. Asayiş. Bütün
süfliyāt: Bu dünya ile alâkalı işler.
korktuklarından emin olma. Allah’ın
Nefsani, heva ve hevese tabi olan
rızasına
kimselerin işleri.
erişmek
için
müminlerin
Dinlemek,
Çalgı
kulak
vermek.
dinlemek.
Herkesin
birbirlerine yaptığı dua.
sünnet-i
semiǾnā: işittik.
Efendimizin bunları devamlı yaptığı,
serdār: Askerin başı. Kumandan.
nadiren terk etmiş olduğu farz ve vacip
ser-firāz:Başını
olmayan amelleridir.
yukarı
kaldıran,
yükselten. Benzerlerinden üstün olan.
setr: Örtme, kapama, gizleme.
müekkede:
Peygamber
Ş
sevā: Mukim olmak, ikamet etmek,
şāmile: Çevreleyen, içine alan, ihtiva
oturmak. Zayıf olmak.
eden, kaplayan. Çok şeye birden örtü ve
śıfāt: Bir şahsın veya bir nesnenin
zarf olan. Fazla şeyleri veya kimseleri
görünen durumu, suret. İnsanın konumu
ilgilendiren.
veya unvanı. İz, nişan, alamet.
şāyeste: Şayan, uygun, yaraşır, layık.
sıķlet: Ağırlık. Manevi sıkıntı.
Numune.
Silsile: Birbirine bağlanan, bir sıra
şedīd: Sert, sıkı, şiddetli. Musibet, belâ.
meydana getiren şey. Zincir. Zincir gibi
Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan,
birbirine ekli ve bitişik olan. Soy, sop.
sükûn ile harf söylendiğinde sesin
akmaması hali.
229
şems: Güneş.
şürūŧ: Şartlar. Bir şeyde bulunması
şerǾ: Emir ve nehiy gibi hükümleri
lazım gelen esaslar, temeller.
vazetmek. Bir işe başlamak. Dalmak.
Girmek. Zahir etmek, göstermek. Ayet,
hadis, icma-i ümmetle ve kıyas-ı fukaha
ile sabit olan dinin temelleri, şeriat.
şeref: Yükseklik, yücelik. Büyüklük.
İnsanlar arasında geçerli ve makbul
olma. Büyük bir makam sahibi olma.
Allah’a itaat ve ubudiyeti ve yüksek
hizmeti ile çok ihsanına mazhar olma.
İftihar, övünme.
şerīfe: Şerefli, mübarek. Peygamber
neslinden ve Hz. Hüseyin’in soyundan
olup İslamiyet’e tam sadakatle bağlı
temiz kimse.
şerīǾat: Doğru yol, Hak yolu. Allah’ın
buyruğu. Kur’an-ı Kerim hükümlerine
ve hadislere dayanan din kuralları.
şiǾār: Belirti, işaret. Hacı olmak için
Mekke’de yapılan tören. Yol, tarz, adet,
usul. Eklendiği söze iyilik üstünlük
veren işaret anlamını verir.
şirk: En büyük günah olan Allah’a ortak
kabul etmek. Allah’tan ümidini keserek
başkasından medet beklemek.
memnunluk
nimetlerine
göstermek.
teşekkür.
şürūĥ: Şerhler, açıklamalar.
ŧāǾat: İbadet etmek. Allah’ın emirlerini
yerine getirmek. İtaat etmek.
tābiiǾn: Birinin arkası sıra giden, ona
uyan.
Boyun
Kendinden
eğen.
evvelki
İtaat
kelimeye
eden.
göre
hareke alan. Peygamberimizi görmüş
olanları, ashabını görüp, onlardan hadis
dinlemiş olan kimseleri ifade eder.
tafśīl:
Etraflı
olarak
bildirmek.
Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah
etmek.
taġayyur:
Değişmek.
Başkalaşmak.
Bozulmak. Renk değiştirmek.
taĥlīķ: Yaratmak. Eskitmek.
Boşaltmak.
Boş
bırakmak.
Serbest bırakmak. Temizlemek.
şeyāŧīn: Şeytanlar.
Allah’ın
ŧaǾām: Yemek. Yenilen şey.
taĥliye:
şerīk: Ortak. Arkadaş.
şükr:
T
karşı
Allah’a
taĥśīl: Hâsıl etmek. İlim edinmek. İlim
öğrenmek veya öğretmek için çalışmak.
Vergi toplamak. Aşikâre eylemek.
taĥsīn: Beğenmek ve alkışlamak. Tezyin
eylemek, güzelleştirmek. İyi ve güzel
bulmak.
taĥķīķ:
Doğru
olup
araştırmak
veya
yanlışlığını
meydana
olmadığını
doğruluğunu,
çıkarmak.
İncelemek. İçyüzünü araştırmak. Bir
şeyi eksiksiz ve ziyadesiz yapmakta
mübalağa etmektir. Bir şeyin hakikatine
230
ermek, künhüne vakıf olmak, nihayetine
olan husus veya bu hususların heyet-i
erişmek demektir.
mecmuası.
tāǾib: Tövbe eden. Günahlarına pişman
ŧarīķat: yol, meslek, tarik. Allah’a
olan.
ulaşmak amacıyla tutulan yol, ilahi yol.
taķbīl: Öpmek
taǾrīž:
taǾliķāt: Bir eseri açıklamak üzere
Kapalıca yapılan sitem. Kinaye ile
kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak
söylemek.
hazırlanan notlar.
taśvīr: Bir şeyin suretini çıkarma,
ŧard:
Sürme,
kovma,
uzaklaştırma.
resmini
Dokunaklı
yapma.
söz
Resim
söylemek.
gibi
güzel
Mektepten veya vazifeden uzaklaştırma.
anlatma, betimleme.
Hizmetten çıkarma.
taŧhīr: Temizlemek. Yıkayıp pak etmek.
taśfiye: Saflaştırmak. Olduğundan daha
Tahir kılmak.
temiz bir hale getirmek. Temizlemek.
tažarruǾ: Bir şeye gizlice yaklaşmak.
taķvā:
Kendi
Bütün
günahlardan
kendini
kusurlarını
bilip
kibirden
korumak. Dinin yasak ettiğinden veya
vazgeçip tevazu ile yalvarmak.
haram
taǾžīm:
olduğunda
şüphesi
olan
Hürmet.
Riayet.
İkramda
şeylerden çekinmek.
bulunmak. Bir zat hakkında büyük
takvīm: Doğrultma, düzeltme, yoluna
sayıldığına delalet edecek surette güzel
koyma, tertip ve tanzim etme. Yılın her
muamelede ve hürmet ifade
ayını ve gününü gösteren defter, zaman
tavırda bulunmak.
çizelgesi.
tažyīǾ: Kaybına sebep olma, bırakıp
ŧālib: İsteyen, istekli. Talebe, öğrenci.
kaybetme. Boşuna harcama.
taǾliķ:
Geciktirmek.
tebarek: Mübarek etsin mealinde dua.
Bağlanmak. Bir cümlenin mazmununun
tebeddül: Başkalaşmak. Değişmek. Yeni
husulünü
heyete, başka kıyafete girmek.
Asmak.
diğer
bir
cümlenin
eden
mazmununun husulüne edat-ı şart ile
teǾbīd: Ebedileştirme, sonsuzlaştırma.
raptetmektir. Bir zamana bıraktırmak.
tebliġ:
Kur’an yazısının bir çeşidi. Tefsir.
Bildirmek. Eriştirmek.
taǾlīm:
tecdīd:
Öğretmek.
Yetiştirmek.
Ulaştırmak.
Yenileme.
Götürmek.
Yenilenme.
Alıştırmak. Belli etmek. İdman.
Tazelenme.
tār: Karanlık. Tel. Saç teli. Tepe. İplik.
tecezzi: Parçalara ayrılma ve bölünme.
ŧarīķ: Yol. Tarz, usul. Vasıta. Meslek.
Ufalanma.
Bir maksada nail olmak için icrası lazım
231
teǿdīb: Edeplendirme. Terbiye verme.
getirilmek.
Haddini bildirme.
maddeler.
tedvīn: Bir araya toplayarak tertipleme.
tesbīhāt:
Edebiyatta: Aynı mevzuya ait bahisleri,
ifadelerle zikretmek.
çalışmaları bir araya getirip kitap haline
tesellī: Avunma. Kederli ve gamlı olan
getirme.
bir
tefāǾül: Tutmak.
ferahlandırma.
tefhīm: Anlatmak. Bildirmek.
tesmiye:
tefriķ: Birbirinden ayırmak, seçmek,
Besmele çekme.
ayırt etmek, ayrı kılmak. Korkutmak.
tevaķķuf:
teferruǾ: Birçok kollara ayrılmak. Bir
Duraklama.
kimse halkın üzerine havale olmak. Bir
teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir
kavmin en şerefli kadını ile evlenmek.
tarafa dönme. Çevrilme. Manen üzerine
Çatallanıp dal dal olmak.
düşme. Ait olmak. Hoşlanmak. Sevgi,
teklīfāt: Teklifler.
alaka.
teǿlīf: Barıştırmak. Husumeti defetmek.
tevĥīd-i şerīf: Allah’ın birliğini ifade
Ülfet ve imtizaç ettirmek. Çeşitli şeyleri
eden Lâilahe illallah Muhammedü’r
birleştirip karıştırmak. Eser yazmak.
Resulullah cümle-i kudsiyesidir.
telķīn: Zihinde yer ettirmek. Fikir
tezlil: Birisini tahkir etme, aşağılatma.
aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce.
Zelil ve hakir bulma.
Yeni Müslüman olana İslam esaslarını
tezyīn: Süslemek. Bezemek. Donatmak.
anlatmak. Ölü gömüldükten sonra imam
tīre: Karanlık. Bulanık.
tarafından söylenen söz.
tīrdān: Ok mahfazası, sadak.
temkīn: Ağır başlılık, usluluk. Ölçülü
tuġyān: Zulüm ve küfürde çok ileri
hareket sahibi. Vakar, izzet. İktidar,
gitmek.
kudret. Birini bir şeye muktedir kılmak.
mizaçlılık. Kan galebe etmesi hali.
Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükûna
Resmî
mazhar olmak. Tedbir, ihtiyat.
durmak. Su baskını.
terġīb:
Şevklendirme,
ümitlendirme.
Rağbet verdirme. İsteklendirme.
Birbirine
Allah’ı
kimseyi
sıfatlarına
söz
ve
İsimlendirme.
Durma.
Azgınlık,
devlet
karıştırılmış
layık
nasihatle
Ad
verme.
Eğlenip
kalma.
taşkınlık.
kuvvetlerine
Taşkın
karşı
U
terķib: Birkaç şeyin beraber olması.
ǿubūdiyyet: Kulluk, kölelik. Düşkün
Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana
olma durumu, aşırı bağlılık, tutkunluk.
232
ǿukubāt:Cezalar. İşkenceler, eziyetler.
vuślat: Kavuşma.
Kısas ve şahsi cezalar.
vüsūl: kavuşma, ulaşma.
ǿukūl: Akıllar.
vüsǾat: Genişlik. Uzam.
ǿulviyāt: Ulvilik, yücelik, yükseklik,
ululuk.
umūr:
Emirler.
İşler.
Hususlar.
Y
yakīn: Sağlam bilgi, kesin olarak bilme,
Maddeler.
şüphe götürmez gerçek. İnanç kuvveti
Ǿuzemā: Mevki ve şeref bakımından
ile gerçeği apaçık görme.
büyükler.
yeksān: Beraber. Bir. Düz. Her zaman.
uzlet: Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak
yenbūǾ:Pınar, kaynak.
bir tarafa çekilip yalnız kalmak.
Z
V
zād: Azık. Yolda yenecek veya içilecek
Vācibüǿl- vücūd: Varlığı mutlaka lazım
gıda maddesi.
olan. Allah.
žahīr: Kuvvetli deve. Yardımcı, arka
vāfire: Birçok, bol, çok.
çıkan. Geriden gelen kuvvet.
vārid: Ulaşan, yetişen, gelen, erişen.
žāhir: Görünen, aşikar olan. Açık, belli,
Akla gelen. Olan. Bir şey hakkında
meydanda
söylenip tatbik edilen. Hazır, nazır.
Şüphesiz. Suret. Dış yüz. Görünüş.
Bahadır.
Anlaşılan. Meğer. Galiba. Zannederim.
vāridāt: Kâr, gelir. Varit olan. Bir
Elbette.
kimseye veya hazineye ait gelir ve
zār-ı ĥazīn: Hüzünlü bir şekilde inleyen.
paralar. Hatıra gelen, içe doğan.
Keder meydana getiren. Acı uyandıran.
važǾ:
zāt: Kendi, öz, asıl, cevher. Sahip,
Koyma,
konulma.
Bırakmak.
olan.
Görünüşe
göre.
Atlamak. Tayin etme, belirtmek. Duruş,
malik.
hareket, tarz.
zebān: Dil, lisan, lügat, lehçe.
velāyet-i śāġra: Tarikat ve tasavvuf
zemīme:
ehlinin gittiği yol.
Beğenilmeyen kötü hal ve hareket.
velĥāśıl: Sözün kısası, özü, kısacası.
zevāt: Zatlar, şahıslar, kimseler. Üzüm,
vesāvis: Vesveseler.
buğday gibi şeylerin kabuğu.
vird: Sık sık ve devamlı okunan dua.
žulm: Haksızlık. Eziyet, işkence. Bir
Kur’an-ı Kerim’den her gün okunması
hakkı kendi yerinden başka bir yere
vazife bilinen kısım, bir cüz.
koymak.
Zemme
müstahak
olan.
233
źulmānī: Karanlık. Karanlıkla alâkalı.
zühd:
Dünyaya
Karanlıklı ve karanlık gaflet uykusunda
Nefsani
olan.
çekerek ibadete vermek.
žulmet: Karanlık. Mc: Sıkıntı.
Zül-celāl: Celal sahibi, Allah, Azamet,
Kibriya, izzet ve heybet sahibi.
zevk
ve
rağbet
arzudan
etmemek.
kendini
234
EKLER
235
Ek 1: Sülûk-nâme Tıpkı Basım Metninden Örnekler
236
237
238
239
240
KAYNAKÇA
ABDULLAH FÂRUKÎ EL-MÜCEDDİDÎ, (1997), Fıkhî Risâleler, Farukiyye İslam
Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
ABDÜLKADİROĞLU, Abdülkerim, (1991), Halvetilik’in Şabaniyye Kolu Şeyh
Şaban-ı Veli ve Külliyesi, Şaban-ı Veli Derneği Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
ABDÜLKERİM KUŞEYRÎ, (2009), Kuşeyrî Risalesi, Süleyman Uludağ (Çev.),
Dergâh Yayınları, 7. Baskı, İstanbul.
ABDÜRREZZAK KÂŞÂNÎ, (2004), Tasavvuf Sözlüğü, Ekrem Demirli (Çev.), İz
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul.
ADLER, Alfred, (1998), Yaşama Sanatı, Kamuran Şipal (Çev.), Say Yayınları, 12.
Baskı, İstanbul.
AHMED BİN HANBEL, (2014), Müsned, Hasan Yıldız, Zekeriya Yıldız, Hüseyin
Yıldız (Çev.), Ocak Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul.
AHMED SÛZÎ, Sülûk-nâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi
Bölümü, no: 3131 (yk. 36a-38b)
AHMED SÛZÎ, Sülûk-nâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Bölümü, no:
198.
AKALIN, Şükrü Haluk vd., (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Basımevi, 1.
Baskı, Ankara.
AKKAYA, Hüseyin, (1997), The Prophet Solomon in Turkish Literature and the
Suleymâniyye of Şemseddin Sivâsî, Part II, Harvard University.
AKOT, Bülent, (2014), Kadızâde Mehmed Arif Efendi’nin Risâle Fi Hased Adlı Eseri
ve Muhtevasının Analizi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar dergisi, Yıl:8,
Sayı:32, ss.15-25. Sinop.
AKPINAR, Cemil, (2000), “ İcazet ” , Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c.XXI, İstanbul, ss.393-400.
AKŞİN, Sina, (1992), Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600- 1908, Cem Yayınları,
1. Baskı, İstanbul.
241
ALAWNEH, Shafiq Falah, (2004) , İnsan Motivasyonu: İslâmî Bir Bakış Açısı,
Birey ve Din, Din Psikolojisinde Yeni Yaklaşımlar, Ali Rıza Aydın (Çev.),
İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
ALTINAY, Ahmet Refik, (1973), Lale Devri, Haydar Ali Diriöz ( Hzr.), Başbakanlık
Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
ALTINTAŞ, Hayrani, (2001), Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, 2. Baskı, Ankara.
ARSLAN, Zafer, (2010), “Ahmed Sûzî-i Sivâsî ve Divânı”, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans
Tezi,
Sütçü
İmam
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü,
Kahramanmaraş.
AŞKAR, Mustafa, (1999), “Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyye’nin Tarihi Gelişimi ve
Halvetiyye Silsilesinin Tahlili”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Yıl:47, Cilt:39 Sayı:1, Ankara, ss. 535-563.
AŞKUN, Vehbi Cem, (1948), Sivas Şairleri, Kamil Matbaası, 1. Baskı, Sivas.
BAĞDATLI İSMÂİL PAŞA, (1945-1947), Hediyyetü'l-Ârifîn Esmâü'l-Müellifin ve
Âsâru’l-Musannifîn, (Keşfu’z-Zunûn Zeyli), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
AYDIN, Ferit, (1995), İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul.
AYDIN, Ferit, (2000), Tarikatta Rabıta ve Nakşibendîlik, Süleymaniye Vakfı
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
BERGSTRASSER, Gotthelf, (2011), Metin Tenkidi ve Yazma Metinleri Yayınlama
İlkeleri, Muhammed Hamdî el- Bekrî ( Haz.), Eyüp Tanrıverdi (Çev.), 1. Baskı,
Kitabevi Yayınları, İstanbul.
BEŞER, Faruk, (2010), “Şehvet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.XXXVIII, İstanbul, ss.476-477.
BURSALI MEHMET TÂHİR, (1900), Meşâyih-i Osmaniyyeden Sekiz Zâtın
Terâcim-i Ahvâli, Tüccâr-zâde İbrahim Hilmî (Nşr.), Kütüphâne-i İslâm,
İstanbul.
BURSALI MEHMET TÂHİR, (1975), Osmanlı Müellifleri, A. Fikri Yavuz ve İsmail
Özen ( Haz.) Meral Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
242
CAFER SEYİT SECADİ, (2007), Tasavvuf ve İrfan Sözlüğü, Hakkı Uğur (Çev.),
Ensar Neşriyat, 1. Baskı, İstanbul.
CANAN, İbrahim, (2004), Hadis Ansiklopedisi- Kütüb-i Sitte-, C.XIV, Akçay
Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
CEBECİOĞLU, Ethem, (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç
Kitabevi Yayınları, 5. Baskı, İstanbul.
CEMÂLEDDÎN HULVÎ, (1993), Lemezât-ı Hulviyye ez-Lemeât-ı Ulviyye, Mehmed
Serhan Tayşi (Haz.), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,1. Baskı
İstanbul.
CENGİL, Muammer, (2013), Tasavvufi Yaşantı, Halveti-Uşşaki Topluluğu Üzerine
Psiko- Sosyolojik Bir Araştırma, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1. Baskı,
Ankara.
CEYLAN, Metin, (1999), “Ahmed Sûzî Divânı’nın Edisyon Kritiği”, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Afyonkarahisar.
COŞKUN, Ahmet, (1990), “Ayetlerin ışığında Fakirlik ve Açlık Problemi”, Erciyes
Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:7, Sayı:7, ss. 47-64, Kayseri.
ÇAĞRICI, Mustafa, (1998) “Hilm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XVIII, İstanbul, ss.33-36.
ÇAĞRICI, Mustafa, (2000), “İntikam”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXII, İstanbul, ss. 356-357.
ÇAĞRICI, Mustafa, (2002), “Kin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXVI, İstanbul, ss.30-31.
ÇAĞRICI, Mustafa, (2004), “Kibir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXV, İstanbul, ss. 562.
ÇELEBİ, İlyas, (1998), “Hicab”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, C.XVII, İstanbul, ss. 429-430.
ÇETİN, Nurullah, (2009), Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, 8. Baskı,
Ankara.
243
ÇINAR, Fatih, (2010), “Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme isimli eseri”, İslam Araştırmaları
Dergisi, Yıl:3, sayı:1, ss.204-228, İstanbul.
DEMİRCİ, Mehmet, (2001), Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, Damla Yayınevi, 1.
Baskı, İstanbul.
DENİZLİ, Hikmet, (1998), Sivas Tarihi ve Anıtları, Özbelsan Yayıncılık, 1. Baskı,
Sivas.
DERİN, Süleyman, (2013), Kur’an-ı Kerîm’de Seyr ü sülûk – Ahmed İbn Acîbe’nin
Tefsiri’nde-, Erkam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
DEVELLİOĞLU, Ferit, (1993), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın
Kitabevi Yayınları, 11. Baskı, Ankara.
DİNÇ, Ali Ramazan, (2002), Manevi Yolculuk Seyr u Sülûk, Mavi Yayıncılık, 1.
Baskı, İstanbul.
DODURGALI, Abdurrahman, (1995), İbn-i Sina Felsefesinde Eğitim, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
DÖLEK, Adem, (2002), “Hadisler Işığında Hased Hastalığı ve Psikoterapi”, Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:8, Sayı: 4, ss.39-82, Şanlıurfa.
DUMAN, Ali, (2008), “ Sadaka “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. XXXV, Ankara, ss. 383-384.
ECMEL, Muhammed, (2003), “Sufi Ruh Bilimi’’, Sufi Psikolojisi, Kemal Sayar
(haz.), İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
EBU’L- HASAN HARAKANÎ, ( 2006), Seyr ü sülûk Risalesi, Sadık Yalsızuçanlar
( Haz.), Sufi Kitap Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
ERAYDIN, Selçuk, (1981), Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul.
FERİDÜDDİN ATTAR, (1987), Tezkiretü’l- evliya, Orhan Yavuz (Haz.), Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, (1984), İmamiye Şiası, Selçuk Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
244
FRAGER, Robert, (2004), Aşktır Asıl Şarap, Ömer Çolakoğlu (Çev.), Gelenek
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
FOULQUİE, Paul, (1994), Pedagoji Sözlüğü, Cenap Karakaya (Çev.), Sosyal Yayınlar,
1. Baskı, İstanbul.
GEYİK, Nurullah, (2012), “Şeyh Abdurrahim Karahisari ve Tercüme-i Kaside-i
Bürdesi”, Yayımlanmamış Bitirme Tezi, Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal
Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Elazığ.
GÖKBEL, Ahmet, (2004), İnanç Tarihi Açısından Sivas, Kitabevi Yayınları, 1. Baskı
İstanbul.
GÖKTAŞ, Mehmet, (1996), “Ahmed Sûzî Divânı’nın Dinî ve Tasavvufi Tahlîli”,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Erzurum.
GÖLPINARLI, Abdulbaki, (1997), Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve
Atasözleri, Aka Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul.
GÖLPINARLI, Abdülbâki, (1997), Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılâp
Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul.
GÜNDÜZ, Şinasi, (2010), Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, 3. Baskı, Ankara.
GÜNEREN, Mehmet Fatih, ( 1994), Sivasî Şiirleri, Seçil Ofset, 1. Baskı, Sivas.
GÜNEŞ, Mustafa, (2015), Ergun Çelebi ve Genc-nâme, Academia Yayınevi, 1. Baskı,
Kütahya.
GÜNEŞ, Mustafa, (2015), Germiyanlı Şeyhî ve Har-nâme’si (İnceleme- Metin),
Academia Yayınevi, 1. Baskı, Kütahya.
GÜNEŞ, Mustafa, (2016), Yozgatlı Hüznî Divanı’nda Ayetler, Sunuma Hazır
Sempozyum Bildirisi, Kütahya: s.1-3.
GÜNEY, Aşkım, (1997), “Halvetilerde Musiki,” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
245
GÖRMEZ, Mehmet, Mehmet Emin ÖZAFŞAR, İsmail Hakkı ÜNAL, Yavuz ÜNAL,
Bünyamin ERUL, Huriye MARTI ve Mahmut DEMİR, (2014), Hadislerle
İslam, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
GÜRÜN, Kamuran, (1984), Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Bilgi Yayınları, 2.
Baskı, Ankara.
HAKSEVER, Ahmet Cahit, (2009), Modernleşme Sürecinde Mevleviler ve Jön
Türkler, H Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
HAKSEVER, Ahmet Cahit, (2009), Ya’kub-ı Çerhî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf
Anlayışı, İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
HOCAZÂDE AHMED HİLMİ, (1307), Ziyaret-i Evliyâ, Matbaa-i Amire, İstanbul.
HORATA, Osman, (2007), “ Sûzî” Türk Dünyası Ortak Edebiyatı: Türk Dünyası
Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, C.VII,
Ankara, ss.652.
HÖKELEKLİ, Hayati, (2009 ), “Tevazu (Alçak Gönüllülük)”, Değerler Eğitimi
Merkezi Dergisi, Yıl:1 Sayı: 2, ss. 114-119. İstanbul.
HÜSEYİN KAZIM KADRİ, (1927), Türk Lügati, 1. Baskı, İstanbul.
IŞIK, Hidayet, (1989), “Hz. Peygamber (S.A.S)’e Salât ve Selam Getirme ile İlgili Bir
Araştırma”, Diyanet Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 25, s. 263-286, Ankara.
İBN-İ ACÎBE AHMED EL-HASENÎ, (2011), el-Bahru’l- medîd fî Tefsîri’lKur’âni’l- mecîd ( Kur’an’ın Tefsiri ve Tasavvufi İşaretleri ) Dilâver Selvi
(Çev.) , Semerkant Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
İMAM BUHARÎ, (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. (Çev.), Polen
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul.
İMAM BUSİRİ, (1975), Kaside-i Bürde, Fevzi Aksoy-Mehmet Balcı (Çev.), Bedir
Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul.
İMAM MÜSLİM, (2008), Sahih-i Müslim Muhtasarı, Hanefi Akın (Çev.) , Polen
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul.
İMAM SUYÛTÎ, (2008), Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi (Heyet), C. II,
Yeni Asya Neşriyat, 1. Baskı, İstanbul.
246
İNAL, İbnülemin Mahmut Kemal, (1970), Son Asır Türk Şairleri, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
İZ, Mahir, (1990), Tasavvuf, Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
İZ, Fahir, (2011), Eski Türk Edebiyatında Nesir, Akçağ Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
İZUTSU, Toshihiko, (1975), Kur’an’da Allah ve İnsan, Süleyman Ateş (Çev.),
Ankara Üniversitesi Basımevi, 1. Baskı, Ankara.
İZUTSU, Toshihiko, (1991), Kur’an’da Dinî ve Ahlaki Kavramlar, Selahattin Ayaz
(Çev.), Pınar Yayınları, 2. Baskı, İstanbul.
KALKIŞIM, Mehmet Muhsin, (2010), “Klasik Şairlerde Benlik Psikolojisi”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı:3, ss.138-150. Sinop.
KARA, Mustafa, (1985), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul.
KARAGÖZ, İsmail, (2011), Ayet ve Hadislerin ışığında Allah’ın İsim ve Sıfatları:
Esma-i Hüsna, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. Baskı, Ankara.
KARAMAN, Fikret, (2006), Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyânet İşleri Başkanlığı
Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
KARAMAN, Hayreddin, Ali BARDAKOĞLU ve Yunus APAYDIN, (2007), ilmihal,
İman ve İbadetler, C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 13. Baskı, Ankara.
KARAMAN, Hayreddin, (1988) “Adet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. I, İstanbul, ss.369-373.
KASAPOĞLU, Abdurrahman, (2003), Kur’an’ın İffet Anlayışı – Batılı Cinsel Ahlak
Anlayışları ile Bir Mukayese-, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi,
Yıl:3, Sayı:4, ss.5-25, Malatya.
KILIÇ, Mahmud Erol, (2012), Tasavvufa Giriş, Sufî Kitap Yayıncılık, 5. Baskı,
İstanbul.
KOCATÜRK, Vasfi Mahir, (1996), Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Yayınları, 8.
Baskı, Ankara.
247
KONUK, Ahmed Avni, (2000), Fusus’ul Hikem Tercüme ve Şerhi, C. I, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları / İslam Klasikleri Dizisi, 3. Baskı,
İstanbul.
KÜÇÜK, Sabahattin, (1994), Bâkî Dîvânı, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1. Baskı,
Ankara.
LEVEND, Agâh Sırrı, (1984), Divan Edebiyatı ( Kelimler ve Remizler- Mazmunlar
ve Mefhumlar ), Enderun Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul.
MECDÎ EFENDİ, (1986), Hadaikü’ş-şakayık, Abdülkadir Özcan (Haz.), Çağrı
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
MEHMED SALAHÎ, (1329), Kamus-ı Osmanî, Kanaat matbaası, İstanbul.
MEHMED SÂMİ’ SÜNBÜLÎ, (1316) , Esmâr-ı Esrâr, Cemâl Efendi Matbaası,
İstanbul.
MUHAMMED FUAD ABDULBÂKİ, (1990), el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’lKur’an, Çağrı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.
MUHAMMED NAZMÎ, (1982), Hediyyetü’l-İhvân, (İnceleme ve Edisyon Kritikli
Metin) Osman Türer (Haz.), 1. Baskı, Ankara.
MUSLU, Ramazan, (2007), “Halvetiyye’de Etvâr-ı Seb’a Yazma Geleneği ve Sofyali
Bâlî Efendi’nin Etvâr-ı Seb’a Risâlesi”, Tasavvuf İlmî ve Akademik
Araştırma Dergisi, Yıl:8, sayı:18, ss. 65-85, Ankara.
MUTTAKÎ EL- HİNDÎ, (1895), Kenzü’l- ummal, C. I, Darü’l- eşâ’at, Kahire.
MÜTERCİM ÂSIM EFENDİ, (2013), el- Okyânûsu’l- Bâsit fî Tercemeti’lKâmûsu’l- Mûhit,Kâmûsu’l- Mûhit Tercümesi, Mustafa Koç- Eyüp
Tanrıverdi ( Haz.) C. III, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları,
1. Baskı, İstanbul.
OKTAR, Adnan, (2009), Şeytanın Enaniyeti, Araştırma Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul.
ORNSTEİN, Robert Evan, (1990), Yeni Bir Psikoloji, Erol Göka-Feray Işık (Çev.),
İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
OSMÂNZÂDE HÜSEYİN VASSÂF, (2011), Sefîne –i Evliyâ, Mehmet Akkuş, Ali
Yılmaz (ÇEV.), Kitabevi Yayınları, İstanbul.
248
ÖGKE, Ahmet, (2001), Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Hayatı, Eserleri, Görüşleri,
İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
ÖNGÖREN, Reşat, (2003), Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, İnsan Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul.
ÖZDOĞAN, Öznur, (2007), İsimsiz Hayatlar Manevi ve Psikolojik Yaklaşımla
Arınma ve Öze Dönüş, Özden ÖzeYayınları, 1. Baskı, İstanbul.
ÖZDOĞAN, Öznur, (2008), ‘‘İnsana Manevi-Psikolojik Yaklaşım’’, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 56, Cilt:49, sayı: 2, ss.77-102.
Ankara.
ÖZEL, Ahmet, (1998) , “ Adak “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.I, Ankara, ss. 337-340.
ÖZGEN, Mehmet Kasım, (2013), “Tasavvuf Felsefesinde Zikir Kavramı”, Muş
Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:1, Cilt:1, sayı:2, ss.215227, Muş.
ÖZTUNA, Yılmaz, (1983), Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul.
ÖZTÜRK, Mustafa, (2001), “ Sadaka Kavramının Kur’an’daki Anlam Çerçevesi Semantik Bir Tahlil Denemesi-“, Ondokuz Mayıs Üniversitesi ilahiyat
Fakültesi Dergisi, Yıl:15, sayı: 12-13, ss. 457-487, Samsun.
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, (1990), Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
PAKALIN, Mehmet Zeki, (1971), Osmanlı Terimleri, Osmanlı Tarih Deyimleri ve
Terimleri Sözlüğü, C.III, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
PARLATIR, İsmail, (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1. Baskı,
Ankara.
PARSA, Muhammed, (2011), Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin Sohbetleri, Erkam
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
PAZARLI, Osman, (1968), Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, 1. Baskı, İstanbul.
249
PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali, (1999), Türkçe Sözlük, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul.
RECEB SİVÂSÎ, (Tarihsiz) Necmü’l-Hüdâ fî Menakıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebû’sSenâ, Süleymâniye Ktp., Lala İsmâil Kitâblığı, nr. 694/2, vr. 5b.
SADETTİN TAFTAZANÎ, (1982), Şerhu’l-Akaid, Süleyman Uludağ (çev.), Dergah
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
SÂDIK VİCDANÎ, (1919-1922), Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye’den Halvetiyye, Evkâf-ı
İslâmiyye Matbaası, İstanbul.
SAĞLAM, Abdülkadir, (2000), “Sûzî Divânı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale.
SARGUT, Cemâlnur, (2013), Sohbetler, Arzu Eylül Yalçınkaya (Editör), Nefes
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
SARMIŞ, İbrahim, (1995), Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslam, Ekin
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
SAYAR, Kemal, (2000). Sufi Psikolojisi. Bilgeliğin Ruhu, Ruhun Bilgeliği, İnsan
Yayınları, 2. Baskı, İstanbul.
SCHİMMEL, Annemarie, (2005), Halifenin Rüyaları – İslamda Rüya ve Rüya
Tabirleri, Tuba Erkmen (Çev.), Kabalcı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
SERDAROĞLU, Ahmet, (1996), Usul-i Hadis ve Mevzûât-ı Aliyyül-Kârî Tercemesi,
Ayyıldız Matbaası, 1. Baskı, Ankara.
SERİN, Rahmi, (1984), İslam Tasavvufunda Halvetilik ve Halvetiler, Petek
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
SERİNSU, Ahmed Nedim, (2001), “Ahzâb Sûresi 56. Ayeti Çerçevesinde Hz.
Peygamber’e Salât ve Selam Getirmenin Anlamı” , Dinî Araştırmalar Dergisi,
Yıl:4, Sayı:10, Ankara, ss. 121-139
SÖNMEZ YILMAZ, Serpil, (2011), Osmanlı Klasik Çağında Sivas, Kitabevi
Yayınları 1. Baskı, İstanbul.
SUAD EL-HAKÎM, (2005), İbnü’l-Arabî Sözlüğü, Erkem Demirli (Çev.), Kabalcı
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
250
ŞEMSEDDİN SAMİ, (2004), Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, 13. Baskı, İstanbul.
ŞİHÂBUDDÎN SÜHREVERDÎ, (2010), Avârifü’l- Meârif – Geçek Tasavvuf, Dilâver
Selvi ( Çev.), Semerkand Yayınları, 7. Baskı, İstanbul.
TANYU, Hikmet, (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, 1. Baskı,
Ankara.
TATÇI, Mustafa, (1990), Yunus Emre Divanı – İnceleme, Kültür Bakanlığı Yayınları,
1. Baskı, Ankara.
TEK, Ayhan, (2009), “ Türk Tasavvuf Edebiyatında Bâ-yı Besmele”, II. Uluslararası
Türk Dili ve Edebiyatı Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı I-II. Türkiye
Cumhuriyeti İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, 4-6 Ağustos 2008, İstanbul,
ss. 97-108.
TOPARLI, Recep, (1991), Ahmed Sûzî, Revak Yayınları, 1. Baskı, Sivas.
TUMAN, Mehmed Nâil (İnehan-zâde), (2001) , Tuhfe-i Nâilî (Divan Şairlerinin
Muhtasar Biyografileri) Cemal Kurnaz – Mustafa Tatçı (Haz.), Bizim Büro
Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
TÜRER,
Osman,
(1984),
“Osmanlı
imparatorluğunda
Padişah-Tarîkat
Şeyhî
Münâsebetine Dair Târihi Bir Örnek”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
Yıl:4 Sayı: 28, ss. 181-194, İstanbul.
TÜRER, Osman, (1997) , “Biat (Tasavvuf)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. VI, İstanbul, ss. 120-124.
TÜRER, Osman, (2003), “Letâif-i Hamse”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. XXVII, Ankara, ss. 143.
TÜRER, Osman, (2011), Osmanlılarda Tasavvufi Hayat – Halvetilik Örneği-, İnsan
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
ULUDAĞ, Süleyman, (1976), İslâm Açısından Musiki ve Rüya, İrfan Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul.
ULUDAĞ, Süleyman, (1997), ‘‘Halvetiyye’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. XV, İstanbul, ss. 393-395.
251
ULUDAĞ, Süleyman, (2001). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul.
ULUDAĞ,
Süleyman,
(2006),
“Murâkabe”,
Türkiye
Diyanet Vakfı
İslam
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXXI, İstanbul, ss. 204.
ULUDAĞ, Süleyman, (2010), “Mürşid-i Kâmilin vasıfları”, Zuhûr Kültür Edebiyat
ve Tasavvuf Dergisi Yıl:1, sayı:3, ss.12-14. Erkam matbaası, Eskişehir.
ULUSOY, Ayşe, (2004), “Ahmed Sûzî Divânı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas.
UYSAL, Muhittin, (2001), Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yayınları, 1.
Baskı, Konya.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, (1983), Osmanlı Tarihi,
Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1. Baskı, Ankara.
ÜNAL, Harun, (2007), Uydurma Hadisler, Mirac Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
ÜNAL, Mehmet, (2012), “Tasavvuf Tarihi İçinde Celvetilik”, Süleyman Demirel
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:13, sayı: 26, ss. 91-104, Isparta.
YAHYA ŞİRVANİ, (2010), Şifa-ül Esrar, Mehmet Rıhtım (Çev.), Sufi Yayınları, 4.
Baskı, İstanbul.
YAMAN, Kürşad Salih, (2012), “Sebepler ve Tevekkül”, Semerkand Dergisi, Yıl:13,
Sayı:158, ss.8-11. İstanbul.
YASAK, İbrahim, (2010), Sivas Yatırları ve Abdülvehhab Gazi Hazretleri, 1. Baskı,
Sivas.
YAVUZ, Kemal, (2014), “Besmele-i Şerife’nin Türk Şiirine Akisleri”, Yağmur
Dergisi, Yıl: 17, sayı:70, ss.14-19. İzmir.
YAVUZ, Yusuf Şevki, (1997) , “Hamdele” Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C.XV, İstanbul, ss. 448-449.
YAZICI, Seyfettin, (2012), Temel Dinî Bilgiler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 6.
Baskı, Ankara.
252
YAZIR, Muhammed Hamdi, (1997), Hak Dinî Kur’an Dili, C.I, Hisar Yayınevi, 1.
Baskı, İstanbul.
YEĞİN, Abdullah, (1992), İslamî-İlmî-Edebi- Felsefî Lügat, Hizmet Vakfı Yayınları,
1. Baskı, 8. Baskı, İstanbul.
YILDIRAN SARIKAYA, Meliha, (2011), “Ahmed Sûzî’nin vasiyet-nâmesi”,
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 15, Sayı:2, ss. 173200. Sivas.
YILDIZ, Alim, (2012), Ahmed Sûzî Divanı, Buruciyye Yayınları, 1. Baskı, Sivas.
YILDIZ, Alim, (2007), “ Ahmed Sûzî ve Pendnâmesi” , Osmanlılar Döneminde Sivas
Sempozyumu Bildiri kitabı, Sivas Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2125 Mayıs 2007, Sivas, ss.353-360.
YILDIZ, Alim, (2011), Ahmed Sûzî Hayatı ve Şiirleri, Buruciyye Yayınları,1. Baskı,
Sivas.
YILMAZ, Hasan Kamil, (1982), Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celveti Tarîkatı, Erkam
Yayınları,1. Baskı, İstanbul.
YILMAZ, Hasan Kamil, (2010), 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul.
YILMAZ, Hasan Kamil, (2010), Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar
Yayıcılık, 13. Baskı, İstanbul.
YILMAZ, Mehmet, (1992), Edebiyatımızda İslamî Kaynaklı Sözler ( Ansiklopedik
Sözlük), Enderun Kitapevi, 1. Baskı, İstanbul.
YÜCER, Hür Mahmut, (2004), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. yy.), İnsan
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.
YÜCESOY, Sevda, (2001), Uykudaki Bilgelik: Rüyalar, Ruh ve Madde Yayınları, 1.
Baskı, İstanbul.
YÜKSEL, Hasan, (1990), “Sivas’ta Bir Şeyh Ailesinin Ortaya Çıkışı”, Revak Dergisi,
Yıl:1, sayı: 1, ss. 38-53, Sivas.
253
DİZİN
-AAbdest, 62
Abdülehad Nurî, 7, 11, 27, 119, 208
Abdülmecid Sivasî, 7, 18
Adavet, 107
Adet, 101, 102, 250
Ahlak, 114, 213, 250
Ahmed Sûzî, 3, 4, v, vi, 1, 2, 4, 8, 9, 10,
11, 12, 13, 16, 18, 19, 20, 21, 22, 23,
24, 25, 26, 27, 28, 29, 32, 33, 35, 37,
38, 40, 41, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50,
52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 61, 62,
63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72,
73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82,
83, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94,
95, 96, 97, 98, 99, 101, 103, 104, 105,
106, 107, 108, 109, 110, 111, 112,
113, 114, 115, 117, 119, 121, 122,
123, 124, 208, 209, 245, 246, 247,
248, 254, 255, 256
Ali, 5, 10, 13, 16, 17, 24, 44, 52, 63, 65,
75, 76, 114, 133, 139, 140, 141, 167,
176, 181, 182, 183, 202, 224, 245,
247, 250, 251, 253
Ayet, 31, 32, 34, 38, 45, 46, 47, 48, 57,
61, 75, 76, 78, 85, 89, 100, 101, 102,
116, 117, 130, 131, 133, 135, 136,
147, 166, 233, 250
-BBayezîd-i Bistamî, 44, 53, 196
Besmele, 31, 32, 35, 235, 254, 255
Biat, 51, 52, 254
-CCehri, 77, 139, 216
Cezbe, 216
Cömertlik, 112, 232
Cüneyd-i Bağdadî, 53, 120
-DDergâh, 36, 60, 85, 244, 250
Dua, 121, 184, 230
-EEbubekir, 24, 44, 183
Edep, 95, 198, 213, 217
Enaniyet, 105
Eshab, 201
-FFeyiz, 221
-GGelenek, 61, 248
Gusül, 62
-HHadis, 50, 55, 104, 112, 115, 118, 142,
176, 178, 200, 246, 253, 255
Hafi, 78, 79
Halvetiyye, v, 7, 12, 13, 18, 26, 27, 61,
92, 245, 251, 253, 254
Hamdele, 32, 33, 255
Haset, 106
Hilm, 113, 246
Hizmet, 12, 89, 96, 108, 256
Hz. Ali, 16, 24, 44, 75, 76, 176, 181,
182, 183, 224
Hz. Ebubekir, 16, 24, 44, 183
Hz. Eyyûb, 110
Hz. İsmail, 110
Hz. Muhammed, 16, 24, 25, 34, 35, 44,
52, 57, 91, 93, 94, 118, 165, 173, 176,
180, 181, 182, 183, 185, 187, 200
-İİbrahim Tennûrî, 11, 27, 119, 208
İcazet, 55, 244
İffet, 114, 221, 250
İkrar, 67, 68
İntikam, 108, 246
İrşat, 57, 229
İslam, 1, 9, 12, 13, 18, 22, 26, 31, 32,
35, 36, 37, 39, 44, 47, 52, 55, 57, 61,
62, 63, 64, 67, 69, 82, 88, 91, 92, 96,
99, 101, 102, 104, 107, 108, 113, 115,
118, 122, 141, 142, 165, 173, 208,
254
220, 235, 244, 245, 246, 247, 249,
250, 251, 252, 253, 254, 255
İstihare, 60
İtaat, 90, 95, 233
-KKâmil, 55, 202
Kasîde-i Bürde, 21, 22
Kibir, 104, 105, 199, 246
Kin, 107, 108, 219, 226, 246
-MMehmed Behlül, 10
Muhabbet, 72, 112, 120, 150, 189, 191
Muhammed, 2, 13, 14, 16, 17, 24, 25,
31, 34, 35, 44, 52, 57, 60, 75, 86, 89,
91, 93, 94, 110, 119, 156, 165, 173,
176, 180, 181, 182, 183, 185, 187,
193, 200, 208, 231, 245, 247, 252,
256
Murakabe, 56, 81, 82, 84
Mürit, 39, 74, 113, 189
Mürşid-i kâmil, 56, 57, 58, 59
Mütekellim, 85, 136, 178
-NNamaz, 62, 194, 231
Nezir, 63
Niyaz, 61, 121
-ÖÖmer Sanî, 9, 10, 11
-PPend-nâme, 23
-RRabıta, 69, 71, 190, 245
Rıza, 65, 111, 245
Ruh, 49, 51, 60, 65, 79, 105, 220, 247,
256
Rüya, 60, 61, 230, 253, 254
-SSabır, 59, 110
Sadaka, 63, 64, 247, 252
Sahavet, 112
Salik, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 53, 68,
69, 71, 72, 74, 77, 80, 81, 82, 88, 89,
90, 91, 92, 95, 96, 97, 98, 99, 101,
102, 103, 104, 108, 109, 111, 112,
114, 115, 178, 180, 183, 186, 187,
188, 190, 192, 193, 196, 197, 198,
199, 201, 204, 205, 206, 209
Salvele, 33
Sarıhatipzade Ahmed Hamdî, 11, 27,
119, 208
Sevgi, 71, 235
Silsile, 15, 26, 232
Sivas, v, vi, 1, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12,
13, 15, 19, 21, 24, 25, 27, 245, 247,
248, 253, 254, 255, 256
Sohbet, 87, 193
Süleymân-nâme, 21, 22
sülûk-nâme, 4, 7, 40, 46, 52, 54, 56, 59,
75, 80, 115, 117, 122
Sülûknâme, 28
-ŞŞehvet, 100, 101, 245
Şemseddîn-i Sivasî, v, 7, 8, 9, 10, 12,
21, 25, 119, 208
Şemsîyye, v, vi, 7, 8, 9, 13, 15, 16, 18,
61
Şeriat, 57, 90, 182
Şeyh, v, 8, 9, 10, 12, 14, 15, 18, 22, 27,
36, 37, 38, 39, 41, 42, 44, 58, 59, 68,
77, 82, 90, 92, 93, 94, 119, 178, 183,
184, 187, 191, 193, 194, 195, 197,
202, 203, 204, 206, 208, 226, 244,
248, 253, 256
Şeyh Abdülmecid Efendi, 10
Şeyh Alixe "Ali" Lütfî Elbistânî, 10
Şeyh Hüseyin Sanî, 10
Şeyh İbrahim Nâibî, 10
Şeyh Mecîd-i Turhalî, 12, 119, 208
Şeytan, 118
-Ttarikat, 1, 2, 6, 7, 8, 10, 11, 12, 13, 15,
16, 19, 24, 26, 35, 36, 37, 39, 44, 59,
60, 61, 62, 68, 69, 81, 89, 91, 92, 97,
98, 114, 177, 183, 186, 188, 189, 193,
196, 201, 204, 206
255
Tasavvuf, 10, 16, 18, 32, 35, 36, 45, 47,
52, 53, 55, 57, 59, 60, 61, 75, 77, 79,
81, 82, 91, 92, 95, 96, 104, 111, 112,
244, 245, 246, 247, 249, 250, 251,
252, 253, 254, 255, 256
tekke, 6, 7, 8, 11, 15, 18, 27, 29, 55
Tekke, 10, 19, 24, 25, 29
Terbiye, 91, 217, 235
Tevazu, 109, 249
Tevekkül, 103, 111, 199, 255
Tövbe, 64, 65, 66, 179, 234
-ÜÜveysîlik, 16
-VVâhid, 85
Vasiyet-nâme, 21, 25
-ZZikir, 36, 43, 56, 74, 76, 77, 79, 135,
175, 177, 183, 204, 252
Zikr, 77, 78, 79, 135, 139, 177
256
Download