1 AHMED SÛZÎ VE SÜLÛK-NÂME’Sİ (Yüksek Lisans Tezi) Nurullah GEYİK Kütahya - 2016 2 T.C. DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi AHMED SÛZÎ VE SÜLÛK-NÂME’Sİ Danışman: Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ Hazırlayan: Nurullah GEYİK Kütahya – 2016 3 Kabul ve Onay Nurullah GEYİK’in hazırladığı “Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme’si” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine göre değerlendirilip oybirliği /çokluğu ile kabul edilmiştir. 22/07/2016 Tez Jürisi İmza Kabul Red Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ (Danışman) Doç. Dr. Atilla BATUR Yrd. Doç. Dr. Mehmet ÖZDEMİR Doç. Dr. Niyazi KURNAZ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 4 Yemin Metni Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme’si” adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım. 22/07/2016 Nurullah GEYİK 5 Özgeçmiş Nurullah Geyik, 1988 yılında Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde doğdu. Eğitimine 1993 yılında Siverek Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda başladı. Orta öğrenimini 2005 yılında Siverek Lisesi’nde tamamladıktan sonra, 2008 yılında Fırat Üniversitesi, İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne başladı. Buradan 2012 yılında mezun olduktan sonra 2013 yılında Kütahya Fatih Anadolu Lise’sinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak göreve başladı. 2016 yılında Şanlıurfa / Hilvan Bağlar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne tayin oldu. Halen aynı okulda Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görevine devam etmektedir. v ÖZET AHMED SÛZÎ VE SÜLÛK-NÂME’Sİ GEYİK, Nurullah Yüksek Lisans Tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ Temmuz, 2016, 255 sayfa Ahmed Sûzî, XVIII. yüzyılın son çeyreği ile XIX. yüzyılın ortalarına kadar geçen sürede Sivas yöresinde yaşamış mutasavvıf bir şairdir. Halvetiyye tarikatının bir kolu olan ve atası Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin kurduğu Şemsîyye / Sivasîyye dergâhında otuz yıl boyunca irşat postuna oturarak çevresindekileri aydınlatmaya çalışmıştır. Hayatı boyunca hiç evlenmeyen Ahmed Sûzî, ömrünü etrafındaki insanları aydınlatmaya ve peygamberlerin açmış olduğu irşat yolunu açık tutmaya adamıştır. Hem atasının kurduğu Şemsîyye / Sivasîyye dergâhında verdiği vaazlar, hem de yetiştirdiği talebeler ve verdiği eserlerle bu mukaddes amaca hizmet etmeye çalışmıştır. Ahmed Sûzî’nin eserlerden biri de Sülûk-nâme isimli eseridir. Ahmed Sûzî, bu eseri ile Allah yoluna sülûk eden ve onun rızasını kazanmak isteyen insanlara rehber olmaya çalışmıştır. Bu yolda karşılaşabilecekleri zorlukları ve düşebilecekleri tuzakları önceden haber vererek onları uyanık tutmaya çalışmaktadır. Kısacası seyr ü sülûk boyunca salikin uyması gereken adaplar ve yerine getirmesi gereken şartlar ayrıntılı olarak ele alınmış ve açıklanmıştır. Üç bölümden oluşan tezimizin ilk bölümünde, Ahmed Sûzî’nin yaşadığı dönemin sosyo-ekonomik, dinî ve tasavvufi durumunu ele aldık. Birinci bölümde, Ahmed Sûzî’nin ailesini ve doğumunu, ilmi serüvenini, tasavvufa intisabını, mensubu olduğu tarikatın genel özelliklerini ve etkisi günümüze kadar devam eden yetiştirdiği halifelerini ele aldık. İkinci bölümde, Sülûk-nâme isimli eserinin incelemesini yaparak bu eserde ifade edilen tasavvufi kavramları açıklamaya çalıştık. Üçüncü bölümde ise Sülûk-nâme isimli eserinin transkripsiyonlu metni ve Günümüz Türkiye Türkçesine çevirisine yer verdik. Tezimizin sonunda ise Sülûk-nâme’nin kolay anlaşılabilmesi için sözlük ve metnin tıpkıbasımından örneklere yer verdik. Anahtar Kelimeler: Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme, Halvetilik, Şemsîyye / Sivasîyye, Seyr ü sülûk. vi ABSTRACT AHMED SÛZÎ AND HIS SÜLÛK-NÂME’S GEYİK, Nurullah M.A. Thesis, Department of Turkish Language and Literature Supervisor: Assoc. Prof. Mustafa GÜNEŞ July, 2016, 255 pages Ahmed Sûzî is a sufi poet who lived in Sivas region in the last quarter of XVIII. th. century until the middle of XIX. th. century. He had tried to clarity the people around him by sitting on the enightenment rug for 30 years in Şemsîyye/ Sivasîyye dervish convent wich is branch of the Khalwetiyya sect and founded by his ancestor Sheikh Şemseddin. Ahmed Sûzî who had never married during his life, had devoted his life to enlighten people and to keep the englightement way opened by propehets, open. He had dried to servet o this holy aim with Şemsîyye derwish convent founded by his anchestor and the pupils he trianed and Works he gave. One of these works is Sülûk-nâme. Ahmed Sûzî wanted to be a guide to the people who joined the God’s way and who wanted to gain his consent. Ahmed Sûzî wanted to inform the people about the difficulties they might have encosntered and the traps they might have fallen into, by making the people aware of them beforehand. Briefly in Sülûk-nâme the good menners which people must have adapted during the way. They had been moving ahead and the conditions they must have carried out had been explained. İn the fiest chapter of our thesis consisting of three chapters, we dealt with the social, economic, religious and sufi circumstances of the therm Ahmed Sûzî lived. İn the first chapter we examined Ahmed Sûzî’s family, his birth, his, scientific adventure, his dependence to sufism. General features of the sect, he connected with and the chaliphes he trained. İn the second chapter we tried to explain sufi conceptions, expressed at this work by examing Sülûk-nâme. İn the third chapter we gave place to translation of to days Tukish and its transcriptisned text of Sülûk-nâme. At the end of the thesis lexicon and copy of the text example were given place to be understood easily. Key Words: Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme, Khalwetiyya, Şemsîyye / Sivasîyye, walking a spritual path to God ( Sayru suluk). vii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET................................................................................................................................ v ABSTRACT .................................................................................................................... vi İÇİNDEKİLER .............................................................................................................vii KISALTMALAR ........................................................................................................... xi GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM AHMED SÛZÎ HAYATI - ESERLERİ- EDEBİ KİŞİLİĞİ 1.1. AHMED SÛZÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEM VE ÖZELLİKLERİ ....................... 4 1.1.1. Sosyal, Siyasi ve Ekonomik Durum ................................................................ 4 1.1.2. Dinî- Tasavvufi Durum .................................................................................... 6 1.2. HAYATI ............................................................................................................... 8 1.2.1. Çocukluk ve Gençlik Devresi .......................................................................... 8 1.2.1.1. Ailesi .................................................................................................... 9 1.2.1.2. Eğitimi ............................................................................................... 10 1.2.2. Tarikata İntisabı ve Şeyhi .............................................................................. 11 1.2.2.1. Hizmet Dönemi ve Vefatı .................................................................. 12 1.2.2.2. Mensup Olduğu Tasavvufi Çevre ve Tarikat Silsilesi ....................... 12 1.2.2.2.1. Tarikatı................................................................................. 13 1.2.2.2.2. Tarikat Silsilesi .................................................................... 15 1.3. ESERLERİ ......................................................................................................... 19 1.3.1.Türkçe Dîvân .................................................................................................. 19 1.3.1.1. Divanın Nüshaları .............................................................................. 20 1.3.2. Farsça Dîvân .................................................................................................. 21 1.3.3. Süleymân-nâme ............................................................................................. 21 1.3.4. Kasîde-i Bürde Tercümesi ............................................................................. 22 1.3.5. Pend-nâme ..................................................................................................... 23 1.3.6. Menkıbe-i Abdülvehhâb Gâzî ........................................................................ 24 1.3.7. Vasiyet-nâme ................................................................................................. 25 1.3.8. Silsile-i Pîrân-ı Meşâyıh-ı Halvetiyye ........................................................... 26 1.3.9. Sülûk-nâme .................................................................................................... 26 1.4. EDEBÎ KİŞİLİĞİ ............................................................................................... 27 İKİNCİ BÖLÜM SÜLŪK-NĀME’NİN İNCELENMESİ 2.1. SÜLÛK-NÂME’NİN BÖLÜMLERİ ................................................................. 31 viii 2.1.1. Besmele .......................................................................................................... 31 2.1.2. Hamdele ......................................................................................................... 32 2.1.3. Salvele............................................................................................................ 33 2.1.4. Tarîk-i Telkîn ................................................................................................. 35 2.1.5. Âdâb-ı Erkân-ı Sülûkü’s-Sâlikîn ................................................................... 38 2.1.6. Tembih ........................................................................................................... 40 2.1.7. Hurde-i Fukarâ ............................................................................................... 41 2.1.8. Huzur-ı Şeyh .................................................................................................. 41 2.2. SÜLÛK-NÂME’NİN KONUSU ........................................................................ 44 2.3. SEYR Ü SÜLÛKUN AMACI ............................................................................ 47 2.4. SÜLÛKA BAŞLAMA / TARİKATA GİRİŞ ..................................................... 51 2.4.1. Mürşid-i Kâmile Biat Etmek.......................................................................... 51 2.4.1.1. Mürşid-i Kâmilin Özellikleri ............................................................. 54 2.4.1.1.1. Kâmil Bir Şeyhten İcazet Almak ......................................... 55 2.4.1.1.2. Murakabe, Fikir ve Zikir Ehli Olmak .................................. 56 2.4.1.1.3. Şeriata Uygun Hareket Etmek ............................................. 57 2.4.1.1.4. Âlim Olmak ......................................................................... 58 2.4.1.1.5. Sabırlı Olmak ....................................................................... 59 2.4.2. Rüya /İstihare ................................................................................................. 60 2.4.3. Gusül .............................................................................................................. 62 2.4.4. Namaz ............................................................................................................ 62 2.4.5. Nezir ve Tasaddukta Bulunmak ..................................................................... 63 2.4.6. Tövbe ............................................................................................................. 64 2.4.7. Kul Hakkının Ödenmesi ................................................................................ 67 2.4.8. İkrar ................................................................................................................ 67 2.5. TARİKATLARDA TERBİYE USULLERİ ...................................................... 68 2.5.1. Rabıta ............................................................................................................. 69 2.5.1.1. Salikin Şeyhini Sevgi Yoluyla Düşünmesi ........................................ 71 2.5.1.2. Salikin Şeyhini Muhabbet Yoluyla Düşünmesi................................. 72 2.5.1.3. Salikin Şeyhini Nurdan Bir Kubbenin Ortasında Düşünmesi ........... 73 2.5.1.4. Salikin Kendini Her zaman Şeyhin Huzurunda Düşünmesi .............. 73 2.5.2. Zikir ............................................................................................................... 74 2.5.2.1. Zikr-i Cehrî ........................................................................................ 77 2.5.2.2. Zikr-i Hafi .......................................................................................... 78 2.5.2.2.1. Lisan ile Yapılan Zikr-i Hafi ............................................... 78 2.5.2.2.2. Kalp ile Yapılan Zikr-i Hafi ................................................ 79 2.5.3. Nispeti Koruma .............................................................................................. 79 2.5.4. Murakabe ....................................................................................................... 81 2.5.4.1. Salikin Allah’ın Sıfatları ile İlgili Bilmesi Gerekenler ...................... 82 2.5.4.1.1. Vâcib’ül- vücûd ................................................................... 83 2.5.4.1.2. Hâlik-ı câmi’ül- mahlûk ve’l- mevcûd ................................ 83 2.5.4.1.3. ‘Âlim .................................................................................... 83 ix 2.5.4.1.4. Kâdir-i Kayyûm ................................................................... 84 2.5.4.1.5. Samî’-i Basîr ........................................................................ 84 2.5.4.1.6. Fa“al-i lima yürîd................................................................. 84 2.5.4.1.7. Mütekellim........................................................................... 85 2.5.4.1.8. Vâhid ................................................................................... 85 2.5.4.1.9. Ferd-i Samed........................................................................ 86 2.5.4.1.10. Bâkî .................................................................................... 86 2.5.5. Sohbet ............................................................................................................ 87 2.5.6. Hizmet............................................................................................................ 89 2.5.7. Emre İtaat ....................................................................................................... 90 2.6. SEYR Ü SÜLÛKTA MÜRİD- MÜRŞİD İLİŞKİSİ .......................................... 91 2.6.1. Mürşidin Müride Karşı Görevleri .................................................................. 91 2.6.1.1. Saliklerin İstidatlarına Göre Terbiye Usulleri Belirlemek ................ 91 2.6.1.2. Saliklere Nasihatte Bulunmak ........................................................... 92 2.6.1.3. Salikleri Hakk’a Davet Etmek ........................................................... 93 2.6.1.4. Saliklerin İhtiyaçlarını Karşılamak .................................................... 93 2.6.1.5. İrşadda Kolay Yolu Seçmek .............................................................. 94 2.6.2. Müridin Mürşide Karşı Görevleri .................................................................. 95 2.6.2.1. Edep ................................................................................................... 95 2.6.2.2. Mürşide İtaat Etmek .......................................................................... 95 2.6.2.3. Mürşide Teslim Olmak ...................................................................... 96 2.6.2.4. Mürşide Hizmet Etmek ...................................................................... 96 2.6.2.5. Her İşinde Mürşidin İznini Almak..................................................... 97 2.6.2.6. Mürşidin Aleyhinde Konuşanlara Kulak Asmamak .......................... 98 2.6.2.7. Mürşidi Hak Bilmek .......................................................................... 98 2.6.2.8. Mürşidin Sohbetlerini Kaçırmamak .................................................. 99 2.7. SEYR Ü SÜLÛK YOLUNUN HİCAPLARI ..................................................... 99 2.7.1. Şehvet........................................................................................................... 100 2.7.2. Adet ve Gelenekler ...................................................................................... 101 2.7.3. Sebeplere Bağlanma .................................................................................... 102 2.7.4. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salikten Giderilmesi Gereken Sıfatlar .......................................................................................... 104 2.7.4.1. Kibir ................................................................................................. 104 2.7.4.2. Enaniyet ........................................................................................... 105 2.7.4.3. Haset ................................................................................................ 106 2.7.4.4. Kin ve Adavet .................................................................................. 107 2.7.4.5. İntikam ............................................................................................. 108 2.7.5. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salike Kazandırılması Gereken Sıfatlar .......................................................................................... 109 2.7.5.1. Tevazu ............................................................................................. 109 2.7.5.2. Sabır ................................................................................................. 110 2.7.5.3. Tevekkül .......................................................................................... 111 2.7.5.4. Rıza .................................................................................................. 111 2.7.5.5. Muhabbet ......................................................................................... 112 x 2.7.5.6. Sahavet /Cömertlik .......................................................................... 112 2.7.5.7. Hilm ................................................................................................. 113 2.7.5.8. İffet .................................................................................................. 114 2.8. SÜLÛK-NÂME’DE DİNî VE TASAVVUFİ MEFHUMLAR ........................ 115 2.8.1. Ayetler ......................................................................................................... 115 2.8.2. Hadisler ........................................................................................................ 117 2.8.3. Diğer Mutasavvıfların Sözleri ..................................................................... 119 2.8.4. Dua, Niyaz ve Virtler ................................................................................... 120 2.9. SÜLÛK-NÂME’NİN DİL, ÜSLUP VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ ÖZELLİKLERİ ............................................................................................... 122 2.9.1. Dil Özellikleri .............................................................................................. 122 2.9.2. Üslup Özellikleri .......................................................................................... 122 2.9.3. Sülûk-nâme’de Vezin Kullanımı ................................................................. 124 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE AKTARIMI 3.1. SÜLÛK-NÂME METNİNİN KURULMASINDA İZLENEN YÖNTEM ..... 127 3.2. SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ ................................. 130 3.3. SÜLŪK-NĀME’NİN GÜNÜMÜZ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE ÇEVİRİSİ ... 173 SONUÇ ......................................................................................................................... 207 SÖZLÜK ...................................................................................................................... 210 EKLER ......................................................................................................................... 234 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 236 DİZİN ........................................................................................................................... 253 xi KISALTMALAR a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale AKM Atatürk Kültür Merkezi Ank. Ankara ans. Ansiklopedi, -si (a.s) Aleyhisselam Bkz. Bakınız C. Cilt Çev. Çeviren Haz. Hazırlayan Hz. Hazret-i İst. İstanbul Mad. Maddesi Mat. Matbaası Nşr. Neşreden Ö. Ölüm s. Sayfa SK. HME. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Bölümü SK. MŞ. Süleymaniye Kütüphanesi Mihrişah Sultan Bölümü vb. ve benzeri vd. ve diğerleri vs. Vesaire Yay. Yayınları xii TEZ METNİ 1 GİRİŞ Sülûk-nâme, Arapça bir kelime olan ve bir yola girme, bir kimseyi veya bir yönü takip etme, bir düşünce veya bir sisteme bağlanma anlamındaki sülûk sözcüğü ile Farsça isim soylu bir kelime olan ve iki şahıs arasında karşılıklı olarak gönderilip alınan mektup, kitap, risale veya yazılı eser anlamına gelen nâme kelimelerinden oluşan birleşik bir isimdir.1 Tasavvufi anlamda ise belli bir tarikata giren ve Allah yolunda mesafe kat etmek isteyen müritlerin bu manevi yolculukları esnasında kendilerine yol gösterecek olan kılavuz kitap olarak adlandırılabilir. Sülûk-nâme bu anlamda tarikata yeni giren ve belli bir usul dairesinde hayvani ve cismanî arzulardan uzaklaşıp kalp ve ruhun hayat çizgisinde gönül ayağıyla Allah’a yürümenin, O’na ulaşmanın yollarını araştıran ve böylece vuslata erebilmek için fena huylardan uzaklaşarak bu ruhanî yolculuğun değişik boyutlarını aşmaya çalışan salike bu yolda nasıl ilerlemesi gerektiğini tarif eden kılavuz kitap olarak tanımlanabilir. Çalışmamızda Sülûk-nâme isimli eserini incelediğimiz Ahmed Sûzî, bütün ömrünü ilme ve manevi gelişmeye adamış bir din bilgini ve tarikat şeyhidir. Sivas’ta atalarının kurduğu Şemsî dergâhında ölümüne kadar hizmet etmiş ve otuz yıl kadar da bu dergâhın postnişini olarak görev almıştır. Çok erken yaşlardan itibaren tasavvufa yönlendirilmiş ve bu alanda birçok âlimden ders alarak kendisini geliştirmiştir. Bir halveti şeyhi olan Ahmed Sûzî; ailesi, yetiştirdiği talebeleri ve yaşadığı döneme etkisi bakımından sadece Anadolu sahasında değil Suriye, Mısır ve Irak gibi birçok bölgede etkisi gözlemlenen ve bu sahalarda da tanınan önemli bir şahsiyettir.2 Ahmed Sûzî, tarikatları bir birinden kesin çizgiler ile ayırmamış, özellikle tarikatlar arasında ortaklıklar oluşturmaya çalışmıştır. Onun kesin olarak belirttiği tek husus bu tarikatların şeriata ve sünnete uygun olmaları gerekliliğidir. Bu çizgide bulunan bütün tarikatları ehl-i sünnet adabı içerisinde değerlendirmiştir. Seyr ü sülûk merhalelerini ve bu yolda takip edilmesi gerekenleri de belirtirken farklı tarikatlardan alıntılar yapmış ve onların çeşitli konularda belirttikleri görüşlerden de faydalanmıştır. Şemseddin Sami, (2004), Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul: s. 1452. Fatih Çınar, (2010), Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme isimli eseri, İslam Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, sayı:1, İstanbul: s.205. 1 2 2 Bu yönü ile onun tarikat adabını ve salikin manevi yolculuğu esnasında uyması gerekenleri anlattığı Sülûk-nâme isimli eserinde özellikle Nakşibendî tarikatında önemli bir yeri bulunan sohbet, rabıta ve nazar gibi çeşitli konuları bir Halveti şeyhi olarak derinlemesine bir tahlile tabi tutması onun bu özelliğini yansıtması bakımından önemlidir. Ayrıca Sülûk-nâme isimli eserinde seyr ü sülûk macerasını anlatırken farklı tarikatların silsilesinde yer alan ve bu tarikatlar açısından önemli bir yere sahip olan birçok isimden yaptığı alıntılar da bu düşünceyi kanıtlar niteliktedir. Halveti tarikatı silsilesinde yer almamasına rağmen Sülûk-nâme adlı eserinde çeşitli konulardan bahsederken Muhammed Bahaüddîn, Nakşibendî, Necmüddîn Kübrî, İbnü’l Arabî, Bayezîd-i Bistâmî gibi isimlerin görüşlerine de yer vermesi ve bunlardan alıntılar yapması onun bütün ehl-i sünnet tarikatları kucaklayan bir mürşit olduğunu gösterir. Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli bu eserinde özellikle seyr ü sülûkun tarafları olan şeyh ve mürit arasındaki ilişkileri derinlemesine bir tahlil ile ortaya koymaya çalışır. Bu iki taraf arasındaki ilişkiden hareket ederek salikin çıktığı bu manevi yolculuk esnasında uyması gereken ilkeleri ayrıntılı bir şekilde izah etmeye çalışır. Bu şekilde nefsiyle mücadele etmek gayesiyle bir yola giren salikin bu maneviyat iklimi içinde nefsini nasıl yenilgiye uğratacağını ve bu mücadele için gerekli olan ilke ve uygulamaları anlatır. Üç bölümden oluşan tezimizin ilk bölümünde, Ahmed Sûzî’nin yaşadığı dönemin sosyo-ekonomik, dinî ve tasavvufi durumunu ele aldık. Birinci bölümde, Ahmed Sûzî’nin ailesini ve doğumunu, ilmi serüvenini, tasavvufa intisabını, mensubu olduğu tarikatın genel özelliklerini ve etkisi günümüze kadar devam eden yetiştirdiği halifelerini ele aldık. İkinci bölümde, Sülûk-nâme isimli eserinin incelemesini yaparak bu eserde ifade edilen tasavvufi kavramları açıklamaya çalıştık. Üçüncü bölümde ise Sülûk-nâme isimli eserinin transkripsiyonlu metni ve Günümüz Türkiye Türkçesine çevirisine yer verdik. Tezimizin sonunda ise Sülûk-nâme’nin kolay anlaşılabilmesi için sözlük ve metnin tıpkıbasımından örneklere yer verdik. 3 BİRİNCİ BÖLÜM AHMED SÛZÎ HAYATI - ESERLERİ- EDEBİ KİŞİLİĞİ 4 1.1. AHMED SÛZÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEM VE ÖZELLİKLERİ Şair ve yazarların yetişmesinde ve onların edebî şahsiyetlerinin şekillenmesinde yaşadığı coğrafyanın ve dönemin siyasi, sosyal ve kültürel etkisinin olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bu düşünceden hareketle Ahmed Sûzî’nin hayatını, eserlerini, tasavvufi görüşlerini ve Sülûk-nâme adlı eserini ele almadan önce yaşadığı dönemin ve coğrafyanın sosyal ve ekonomik, dinî ve tasavvufî durumunu ele alarak tasavvuf tarihinde işgal ettiği yere, değerine ve katkısına kısaca değineceğiz. 1.1.1. Sosyal, Siyasi ve Ekonomik Durum Ahmet Sûzî’nin yaşadığı dönem ve coğrafyanın incelenmesinin, hem yaşamını etkileyen dış unsurları hem de hayatının büyük bir kısmını geçirdiği şehir olan Sivas ve çevresindeki tasavvufi hayatın ortaya konulması bakımından önemli olduğu kanaatindeyiz. Ahmet Sûzî, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın başlarını içine alan süreçte yaşamış bir mutasavvıftır. Bu yüzyıllar incelendiğinde XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin geleneksel yapısında büyük değişimler meydana gelmiştir. Hem ülke içinde devlet otoritesi zayıflamış hem de ülke dışında Avrupa karşısında genişleme durmuştur. Osmanlı Devleti başa çıkamadığı Avrupa’nın karşısında tutunabilmek için bu süreç içerisinde batılılaşma hareketlerini başlatarak kurumsal ve yapısal değişiklikler yapmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti bu süre zarfında barış siyaseti izleyerek kendisini toparlamaya çalışmıştır.3 Merkez yönetiminin sivilleşmesi, uzun zamandır güçlenmeye başlayan ulemanın daha da güçlenmesini sağladı. XVI. yüzyılda Şii- İslamî ideolojiye dayalı olarak kurulan Safevî Devleti’ne karşı Osmanlı Devleti Sünni İslamiyet’in önderliği rolünü kendisine biçmişti. Bu durum devlet yönetiminde dinî ideolojiyi güçlendirmiştir. Osmanlı yönetimi bu ideolojik yaklaşımını vurguladıkça ulema da güç kazanmaya başlamıştır.4 Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyıla 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil isyanı ile sona eren ve Lale Devri diye adlandırılan dönem ile girmiştir. Bu dönemin Padişahı olan Sultan III. Ahmet, Sina Akşin vd. , (1992) , Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600- 1908, Cem Yayınları, İstanbul: s. 5960. 4 Akşin, a.g.e. , s. 62. 3 5 sadrazam Damat İbrahim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu sırada yaşanan Lâle Devri’nde sanat ve toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmiştir.5 Halkın büyük bir kısmı zor durumda iken İstanbul’da bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu.6 Patrona Halil isimli bir yeniçeri; bu durumdan memnun olmayan halkı da yanına katarak isyan çıkardı. İsyan sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, idam edildi ve yakınları öldürüldü. Padişah III. Ahmed, tahttan indirildi ve yerine I. Mahmud getirildi.7 1789’da ortaya çıkan Fransız İhtilali’nin yankıları kısa süre sonra Osmanlı Devleti’nde de halkı etkilemeye başladı. Tam da bu tarihte III. Selim ölen amcası I. Abdülhamit’in yerine tahta geçti. Bu dönemde ağır aksak yürütülen yenileşme hareketleri bir anda hız kazanmaya başladı.8 XVIII. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde karışıklıkların ve kargaşanın yaşandığı bir yüzyıldır. Bu yüzyılda gerileme dönemini yaşayan Osmanlı Devleti’nin eski canlılığını bir türlü yakalayamadığı görülmektedir. Osmanlı Devleti’ndeki bu kargaşa ortamı zamanla Anadolu şehirlerinde de kendisini göstermeye başlamıştır. Bu şehirlerden biri olan Sivas, coğrafi konumu ve önemli ticaret yollarının kavşağında bulunması bakımından kuruluşundan itibaren önemli bir yere sahip olmuştur. Bu durum şehre bir yandan avantaj sağlarken öte yandan şehri ele geçirmeye çalışan güçlerin mücadele sahası haline gelmesi bakımından aynı zamanda bir dezavantaja da sebep olmuştur. Nitekim Sivas Osmanlı hâkimiyetine girdiği ilk yıllarda şehre hâkim olmaya çalışan Timur’un istilasına uğraması ve ticaret merkezlerinin batıya kaymasıyla birlikte eski önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu beraberinde şehrin demografik yapısında değişmelere de sebep olmuştur.9 Bu anlamda Sivas, özellikle XVIII. yüzyılın ikinci yarısında zaman zaman Çapanoğullarının tesiri altında kalmış, valiler ve derebeylerin devlete başkaldırma Bkz. Yılmaz Öztuna, (1983), Büyük Türkiye Tarihi, C. I, Ötüken Yayınları, İstanbul: s. 173- 212 Bkz. Ahmet Refik Altınay, (1973), Lale Devri, Haydar Ali Diriöz (Haz.), Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, Ankara: s. 32. 7 Kamuran Gürün, (1984), Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Bilgi Yayınları, Ankara: s. 516 8 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, (1983), Osmanlı Tarihi, C. IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara: s. 372,434, 441, 442. 9 Serpil Sönmez Yılmaz, (2011), Osmanlı Klasik Çağında Sivas, Kitabevi Yayınları, İstanbul: s. 1-3. 5 6 6 hareketleri sebebi ile büyük zararlara uğramıştır. Bu dönemde Sivas’ın hem ekonomik hem de demografik yönden eski önemini kaybetmeye başladığı görülmektedir.10 Ahmed Sûzi’nin gençlik yıllarını içine alan bu dönem birçok Anadolu şehrinde olduğu gibi Sivas’ta da eski canlılığın kaybolduğu bir devirdir. Bu yıllarda meydana gelen kırılmalara şahitlik eden Ahmet Sûzî, yaşamını insanlara adamış ve dönemin tüm olumsuzluklarına rağmen insanları hakka ve hakikate davet etmiştir. Sivas, XIX. yüzyılda Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerini önceki dönemlere nazaran daha sakin geçirmiştir. Bu dönemde Sivas’a atanan Halil Rıfat Paşa ve Reşit Akif Paşa gibi çalışkan valilerin gayretleri ile şehre önemli eserler kazandırılmış ve şehir tekrar canlandırılmaya çalışılmıştır.11 Ahmed Sûzi’nin gençlik yıllarından sonrasını kapsayan XIX. yüzyıl Sivas’ın tekrar kısmen de olsa canlılık kazandığı bir dönemdir. Ahmet Sûzî, bu yıllarda Sivas’ta atasının kurduğu Şemsî Dergâhı’nda irşat postuna oturarak halkı aydınlatmaya çalışmıştır. Ahmed Sûzî ve çağdaşları, siyasi, sosyal ve ekonomik bakımdan bir devletin yıkılışına tanıklık etmiştir. Birçok kırılmaya sahne olan bu dönemde Ahmed Sûzî, hayatını insanlara adayarak onları sırat-ı müstakim üzerinde durdurmaya gayret etmiştir. 1.1.2. Dinî- Tasavvufi Durum Osmanlı Devleti’nde dinî ve tasavvufi hayat tamamıyla tekke ve tarikatların etrafında gelişme göstermiştir. Bu sebeple Osmanlı Devleti sınırları içersindeki hemen hemen bütün şehirlerde birçok tekke ve tarikat varlığını korumuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan çok daha eskiye dayanan bu kurumlar cumhuriyet döneminde 17 Ekim 1925 tarih ve 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin resmen kapatılmasına kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.12 Bu şehirlerden biri olan Sivas’ta da Ahîlik, Mevlevîlik, Bektaşîlik, Nakşîlik, Kadirîlik, Kübrevîlik, Rufaîlik ve Halvetîlik gibi birçok tarikat cumhuriyet dönemine kadar varlığını devam ettirmiştir. Sivas’ta dinî ve tasavvufi hayatın şekillenmesinde bu Hikmet Denizli, (1998), Sivas Tarihi ve Anıtları, Özbelsan Yayıncılık, Sivas: s. 21. Ahmet Gökbel, (2004), İnanç Tarihi Açısından Sivas, Kitabevi Yayınları, İstanbul: s. 41. 12 Ahmet Cahit Haksever, (2009), Modernleşme Sürecinde Mevleviler ve Jön Türkler , H Yayınları, İstanbul: s.185. 10 11 7 tarikatların büyük etkisi olmuştur. Bu tarikatlar içinde bazıları zaman zaman ön plana çıkmış bazıları da zamanla eski gücünü kaybetmişse de varlığını devam ettirmiştir. Ahmed Sûzi’nin eseleri incelendiğinde Sivas’taki bu tasavvufi zenginliğin onun üzerinde büyük etki uyandırdığı görülmektedir. Özellikle incelediğimiz Sülûk-nâme isimli eserinde bahsettiği çeşitli konularda Mevlevîlik, Bektaşîlik, Nakşîlik, Kadirîlik, Kübrevîlik, Rufaîlik ve Halvetîlik gibi tarikatların etkisi görülür. O, eserinde çeşitli konuları ifade ederken bu tarikatlarda önemli bir yeri bulunan mürşitlerin sözlerine ve düşüncelerine yer vererek yeni bir harman ortaya koymuştur. Sivas’ta XV. yüzyıldan başlayarak Halvetî tarikatı etkili olmaya başlamıştır. Özellikle Şemseddîn-i Sivasî’nin kurucusu olduğu Halvetîliğin dört ana kolundan biri olan Sivasîyye kolu Sivas’ta tasavvufi hayatı etkileyen en önemli tarikat haline gelmiştir.13 Bu dönemde tarikatın merkez asitanesi Sivas’ta bulunmaktaydı. Bunun yanında İstanbul’da Şemseddîn-i Sivasî’nin yeğeni ve halifesi olan Abdülmecîd Sivasî Efendi ve Abdülehad Nurî Efendi ile faaliyetlerini sürdürmekteydi. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Sivas’taki merkezin İstanbul’daki şubenin gölgesinde kaldığı ve faaliyetlerin İstanbul ağırlıklı yürütüldüğü görülmektedir. XIX. yüzyıla gelindiğinde ise Sivasîliğin etkin ve kudretli halifeler yetiştirememesi sebebi ile etkisini yitirse de Sivas’taki Şemsîyye asitanesi’nin canlılığını devam ettirdiği görülmektedir. Ahmed Sûzî, bu canlılığın ortaya çıkmasında önemli bir yere sahiptir. Özellikle Halvetiliğin Sivasîyye / Şemsîyye kolunun son dönemde yetiştirdiği önemli halifelerdendir. Tarikatların zayıflamaya başladığı ve birçok tarikatın ortadan kaybolduğu bir dönemde Ahmed Sûzî, mücadele ederek atalarının açtığı tasavvuf yolunu açık tutmak ve halkı irşat etmek için her türlü çabayı göstermiştir. Yaşadığı dönem her ne kadar birçok olumsuzluğun ve kırılmanın yaşandığı bir devir olsa da onun gösterdiği üstün çabalar neticesinde Sivasîyye/ Şemsîyye tarikatı onun yetiştirdiği halifeler vasıtasıyla tekke ve tarikatların kapatılmasına kadar varlığını devam ettirmiş ve irşat faaliyetlerini sürdürmüştür. Mustafa Aşkar, (1999), Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyye’nin Tarihi Gelişimi ve Halvetiyye Silsilesinin Tahlili, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:47, Cilt:39, Sayı:1, Ankara: ss. 535-563. 13 8 1.2. HAYATI Ahmed Sûzî hakkında biyografik kaynaklarda yeterli bilgi bulunmaması sebebiyle biz hem kaynakların verdiği bilgileri hem de kendisinin yazdığı eserleri referans alarak ulaşabildiğimiz kaynaklar ışığında Ahmed Sûzî’nin hayatını ve şahsiyetini ele almaya çalıştık. Konu ile ilgili olarak yazarın doğumu, çevresi, ailesi ve yetişmesi gibi konulara açıklık getirmeye gayret ettik. 1.2.1. Çocukluk ve Gençlik Devresi Asıl adı Ahmed olan Ahmed Sûzî; şiirlerinde yanma, tutuşma ile ilgili, ateşli kimse anlamına gelen Sûzî mahlasını kullanmıştır. Kaynaklarda bu mahlası neden kullandığı belirtilmese de kanaatimize göre yazdığı lirik şiirlerden dolayı bu mahlası alması kuvvetle muhtemeldir. Gerek kendi yaşadığı dönemde gerekse de ölümünden sonra birçok çevrede ismi mahlası ile birlikte Ahmed Sûzî olarak şöhret bulmuş ve yayılmıştır. Şairin, Arapça yazdığı bazı şiirlerinde Ahmed mahlasını kullandığı görülse de gerek divanında yer alan şiirlerinde gerekse de diğer manzumelerinin hemen hemen hepsinde Sûzî mahlasını kullandığı görülür. XIX. yüzyılda Sivas’ın yetiştirdiği divan sahibi önemli tekke şairlerinden olan Ahmed Sûzî’nin hayatıyla ilgili olarak biyografik kaynaklarda yeterli bilgi bulunmadığı için bilim çevrelerinde fazla tanınmamaktadır. Buna rağmen genel anlamda tasavvuf çevresinde ve özel anlamda ise Halveti tarikatında büyük bir şöhrete sahip olduğu bilinir. Halveti Tarikatının Şemsîyye / Sivasîyye kolunun kurucu şeyhi olan Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin altıncı kuşak torunlarından14 olan Ahmed Sûzî, 1179/1765’te Sivas’ta doğmuş çocukluğu ve gençliği belli bir tasavvuf muhitinde geçmiştir. Hem ailesinin tarikat ehli olması hem de doğduğu şehrin Anadolu’da önemli bir inanç ve Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), Osmanlı Müellifleri, C. I, A. Fikri Yavuz ve İsmail Özen (Haz.) Meral Yayınları, İstanbul: s. 191;İbnülemin Mahmut Kemal İnal, (1970), Son Asır Türk Şairleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul: s. 1709. ; Mehmed Nâil Tuman (İnehan-zâde), (2000) , Tuhfe-i Nâilî (Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri) Cemal Kurnaz- Mustafa Tatçı (Haz.), Bizim Büro Yayınları, Ankara: s. 456. 14 9 tasavvuf merkezi olması sebebi ile Ahmed Sûzî erken yaşlardan itibaren tasavvufa yönelmiştir.15 Ahmed Sûzî’nin gençlik dönemi sadece Sivas’ta şekillenmemiştir. Seyr ü sülûkunu tamamlamadan önce 1198/1783’te henüz on dokuz yasında iken hacca gitmiştir. Hac yolculuğunu Divanında: Es-seyyîd el-hāc eş-şeyh Ahmed Sûzî kuddise sırrıhu hazretlerinin on dokuz yaşında hacc-ı şerîfe gidip vakt-i sülûkundan evvel söyledüği târîhdür. Başlığı altında yer alan bir kasidede manzum olarak anlatır.16 Bu kasidede Rumi takvime göre 1198 yılının mart ayının onuncu gününde yola çıktığını, önce İstanbul’a gittiğini oradan da deniz yolu ile on üç günde Mısır’a vardığını, bir müddet Kahire’de kaldıktan sonra Medine’ye ulaştığını ve burada yetmiş iki gün kaldığını ve ardından Mekke’ye giderek hac farizasını yerine getirdiğini manzum olarak anlatır. Dönüşte ise karayolu ile Şam’a uğramış ve oradan da Sivas’a ulaşmıştır17. Yukarıda verilen bilgiler Ahmed Sûzî’nin daha gençlik yıllarında tasavvufa yöneldiğini ve Sivas’tan Mekke’ye Medine’ye Mısır’a ve Şam’a kadar uzanan İslam coğrafyasında ettiği seyahatin de tasavvufi şahsiyetinin şekillenmesinde önemli bir yer tuttuğunu gösterir. 1.2.1.1. Ailesi Ahmed Sûzî, Halveti tarikatının Şemsîyye / Sivasîyye kolunun kurucu şeyhi olan Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin altıncı kuşak torunlarındandır.18Babası da yine aynı dergâhın şeyhlerinden olan Ömer Sanî Efendi’dir.19 Annesinin kimliği hakkında ise kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Annesi ile ilgili geçen tek kayıt Ahmed Sûzî’nin annesinin ölümünden kısa bir süre sonra dergâhın şeyhliğine geldiğidir.20 Ahmed Sûzî’nin doğum tarihi hakkında kaynaklarda görüş birliğine varılmamıştır. Onun hayatından bahseden kaynaklarda doğum tarihi hakkında farklı görüşler üretilmiştir. Hocazâde Ahmed Hilmi, Ahmed Sûzî’nin doğum tarihini 1170/1757 olarak aktarmıştır. Hocazâde Ahmed Hilmi, (1307), Ziyaret-i Evliyâ, İstanbul: s. 93. Bunun yanında onun doğum tarihini 1165/1751 olarak gösterenler de olmuştur. Vehbi Cem Aşkun, (1948), Sivas Şairleri, Kamil Matbaası, Sivas: s. 64-89. ; Recep Toparlı, (1991), Ahmed Sûzî, Revak Yayıncılık, Sivas: s. 93. Fakat bu görüşler içerisinde en fazla kabul gören tarih 1179/1765 tarihidir. 16 Alim Yıldız, (2012), Ahmed Sûzî Divanı, Buruciyye Yayınları, Sivas: s. 110. 17 Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 110-114. 18 Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), a.g.e. , s191; İnal, a.g.e. s. 1709. ; Tuman, a.g.e. , s. 456. 19 Hocazâde Ahmed Hilmi, a.g.e. , s. 93. 20 Hocazâde Ahmed Hilmi, a.g.e. , s. 93. 15 10 Kaynaklarda Ahmed Sûzî’nin Mehmed Behlül adında bir kardeşinin de bulunduğu ve Ahmed Sûzî’nin vefatından sonra bu kardeşinin Sivas’taki Şemsî Dergâhı’nda görev yaptığı nakledilir. Bu kaynaklarda verilen bilgilerden anlaşıldığına göre Ahmed Sûzî’nin vefatından sonra onun yerine kardeşi Mehmed Behlül Efendi, o da vefat edince sırasıyla oğulları Şeyh Hüseyin Sanî ve Şeyh İbrahim Nâibî Efendi Şemsî Dergâhı’nda görev yapmışlardır. Yine aynı kaynaklarda Şeyh Hüseyin Sanî ve Şeyh İbrahim Nâibî Efendi’nin, Ahmed Sûzî’nin halifelerinden olan Şeyh Ali Lütfî Elbistânî’den hilafet aldıkları bilgisine yer verilir.21 Ömrünü çevresindekileri aydınlatma yoluna harcayan Ahmed Sûzî, hayatı boyunca bekâr yaşamıştır. Bu sebeple ölümünden sonra kardeşleri onun irşat faaliyetlerini sürdürmeye çalışmışlardır.22 1.2.1.2. Eğitimi Tekke ve tasavvuf kültürünün yoğun olarak yaşandığı bir ailede yetişen Ahmed Sûzî, eğitim hayatına da bu aile çevresinde erken yaşlarda başlamış ve ilk eğitimini babası Ömer Sanî Efendi’den almıştır. Babasının teşviki ile beraber çocukluğu ve gençliği belli bir tasavvuf muhitinde geçmiştir.23 Ahmed Sûzî’nin aldığı eğitime dair kaynaklarda net bir bilgi bulunmamakla birlikte küçük yaştan itibaren ilme ve tasavvufa yönlendirildiği, alet ilimlerini ve dinî ilimleri rahmetli babasından, tasavvuf ilmini de Şeyh Abdülmecîd Efendi’den tahsil ettiği, Sivas’ta dönemin âlimlerinden dersler aldığı bilinir.24 Kaynaklarda tahsili hakkında yeterli bilgi bulunmasa da Ahmed Sûzî’nin eserleri, tasavvufta ulaştığı rütbe onun çok iyi bir medrese tahsili yaptığını ve tarikat terbiyesi aldığını gösterir. Onun yetişmesinde atası Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin eserleri ve manevi etkisinin büyük ölçüde katkı sağladığı görülür. Zira eserleri incelendiğinde dedesinin tesiri hemen göze çarpar. Hür Mahmut Yücer, (2004), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. yy.), İnsan Yayınları, İstanbul: s. 238. ; Hocazâde, a.g.e. , s. 94. 22Osman Horata vd. , (2007), Sûzî, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı: Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, C. VII, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara: s. 652. 23 Hocazâde Ahmed Hilmi, a.g.e. , s. 93. 24 Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), a.g.e. , s. 191; İnal, a.g.e. , s. 1709. 21 11 Bunların dışında başta yaşadığı yer olan Sivas civarında yetişmiş olan İbrahim Tennûrî, Abdülmecîd Sivâsî, Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî gibi mutasavvıf şairlerden de etkilendiği ve bunlardan feyiz aldığı görülmektedir.25 1.2.2. Tarikata İntisabı ve Şeyhi Tasavvufta şer’i ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvufa yönelmek daha makbul sayılır. Ahmed Sûzî’de de, tasavvuf geleneğinde daha makbul sayılan şer’i ilimleri tahsilden sonra tasavvufa yönelmenin bir örneğini görmekteyiz. Zira bu şekilde, tarikat ve hakikatin şeriata rağmen değil, şeriatın hükümleri doğrultusunda tarikat ve hakikat gerçeği daha bilinçli olarak eyleme dönüştürülebilmektedir. Ahmed Sûzî, doğduğu tasavvufi çevre içerisinde küçük yaştan itibaren tekke ve tasavvuf kültürüyle yetiştirilmiştir. Babası Ömer Sanî Efendi Şemsî dergâhı şeyhlerinden olduğu için kendisi de doğal olarak doğuştan itibaren bu tarikata intisap etmiş ve babasının yolunda hizmetlerine devam etmiştir. Doğal olarak kendisine şeyh olarak da Babasını seçmiştir. Genç yaşta seyr ü sülûkunu tamamlamak için 1198/1783’te henüz on dokuz yasında iken hacca gitmiştir. Hac yolculuğunu Divanında: Es-seyyid el-hāc eş-şeyh Ahmed Sûzî kuddise sırruh hazretlerinin on dokuz yaşında hacc-ı şerîfe gidip vakt-i sülûkundan evvel söyledüği târîhdür. Başlığı altında yer alan bir kasidede manzum olarak anlatmıştır.26 Bu kaside de Rumi takvime göre 1198 yılının mart ayının onuncu gününde yola çıktığını, önce İstanbul’a gittiğini oradan da deniz yolu ile on üç günde Mısır’a vardığını, bir müddet Kahire’de kaldığını sonra Medine’ye ulaştığını ve burada yetmiş iki gün kaldığını ve ardından Mekke’ye giderek hac farizasını yerine getirdiğini manzum olarak anlatır. Dönüşte ise karayolu ile Şam’a uğradığını ve oradan da Sivas’a ulaştığını ifade eder. 27 Bu yolculuğun onun kimliğinin tam olarak şekillenmesinde ve olgunlaşmasında büyük bir öneme sahip olduğu söylenebilir. Çünkü mutasavvıfların seyahat ve hicretleri Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 37-38. Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 110. 27 Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 110-114. 25 26 12 manevi olgunlaşma sağlaması bakımından önem arz eder. Özellikle de İslam dini açısından kutsal kabul edilen ve manevi atmosferin yoğun olduğu şehirlere yapılan seyahatler bu olgunlaşmayı daha da arttırır. Bu sebeple bu seyahatin Ahmed Sûzî’nin manevi gelişimine katkı sağlaması kuvvetle muhtemeldir. Bu yolculuğu tamamladıktan sonra kendisi atalarının kurduğu dergâhın postnişinliğine getirilmiş ve irşat faaliyetlerini devam ettirmeye çalışmıştır. 1.2.2.1. Hizmet Dönemi ve Vefatı Ahmed Sûzî, hac farizasını eda ettikten sonra dedesi Şeyh Şemseddîn-i Sivasî namına bina edilen Şemsî Dergâhı meşihatında bulunmuştur.28 Bu göreve ne zaman geçtiği tam olarak belirtilmese de Divan’ında yer alan bir beyitte annesinin vefatından bir süre sonra bu göreve geldiğini ifade etmiştir. Annesi 1211/1798 tarihinde vefat ettiğine göre Ahmed Sûzî’nin yaklaşık olarak 1798 veya 1799 yıllarında bu makama geldiği ve yaklaşık otuz yıl bu görevde kaldığı söylenebilir.29 Sözü edilen bu dergâh Halvetiyye tarikatına mensuptu. Bu tarikatın meşayıh silsilesinde Şeyh Mecîd-i Turhalî’den sonra tarikat postuna oturan ve hayatı boyunca hiç evlenmediği30 belirtilen Ahmed Sûzî 1246/1830’da vefat etmiş ve cenazesi Sivas Meydan Camii’nin kuzey batısında bulunan türbeye atası Şeyh Şemseddîn-i Sivasî’nin kabri civarına defnedilmiştir.31 1.2.2.2. Mensup Olduğu Tasavvufi Çevre ve Tarikat Silsilesi Bir sanatkârı incelerken onun yaşadığı muhit ve bağlı bulunduğu geleneksel yapıyı da incelemek gerekir. Bu sebeple mutasavvıf bir şair, yazar ve tarikat şeyhi olan Ahmed Sûzî’yi tarikatından ayrı olarak incelemek ve değerlendirmek doğru değildir. Bu sebeple onun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için bağlı bulunduğu tarikatı ve bu tarikatın tarihi köklerinin dayandığı geleneksel yapıyı da çalışmamızda değerlendirmeyi uygun bulduk. İnal, a.g.e. , s. 1709 Alim Yıldız, (2007), Ahmed Sûzî ve Pendnâmesi, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler kitabı, Sivas Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 21-25 Mayıs 2007, Sivas: ss. 353-360. 30 Mehmet Fatih Güneren, (1994), Sivasî Şiirleri, Seçil Ofset, Sivas: s.19. 31 5 İnal, a.g.e. , s.1709; Bursalı Mehmed Tâhir, (1975), a.g.e. , s.191. 28 29 13 1.2.2.2.1. Tarikatı Ahmed Sûzî, Halvetiyye tarikatının Şemsîyye Kolunun önemli şeyhlerinden biridir. XIII. asırda İran’da kurulan Halvetiyye tarikatı, değişik bölgelere dağılan halifeleri vasıtasıyla Anadolu, Balkanlar, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, Sudan, Habeşistan ve Güney Asya’yı da kapsayan geniş bir muhite yayılmış ve zamanla en çok kol ve şubeye sahip olan bir tarikat hüviyeti kazanmıştır.32 İlk defa Yahyâ Şirvânî’nin ölümünden sonra kollara ayrılmaya başlayan Halvetiyye’nin Yahyâ Şirvânî’den sonra ayrıldığı dört ana kol kuruluş tarihlerine göre şöyle sıralanmaktadır: Dede Ömer Rûşenî (ö. 892/1486, Tebriz) tarafından kurulan Rûşeniyye, Pîr Bahâüddîn Erzincânî’nin halîfesi33 Cemal Halvetî (ö.899/1494, Tebük) tarafından kurulan Cemâliyye, Ahmed Şemseddîn Marmaravî es-Sarûhânî (ö.910/1505, Manisa) tarafından kurulan Ahmediyye34 ve Şemseddîn-i Sivâsî (ö.1006/1597, Sivas) tarafından kurulan Şemsîyye. Ahmed Sûzî’nin bağlı bulunduğu ve Yahyâ Şirvânî’den sonra Havetilik’ten ayrı bir kol olarak gelişen Şemsîyye kolu Şemseddîn-i Sivâsî tarafından kurulmuş, Sivas ve özellikle Zile yöresinde yayılmış ve faaliyet göstermiştir.35 Tarikat Sivas’ta Şemsîyye dergâhında faaliyetine devam ederken, İstanbul’da da Abdülmecîd Sivâsî (ö.1049/1639) ve Abdülehad Nûrî (ö.1061/1651) ile temsil edilmiştir. Daha sonra bu zatların gayretiyle İstanbul’da Sivasîyye şubesi ortaya çıkmıştır.36 Osmânzâde Hüseyin Vassâf, (2011), Sefîne –i Evliyâ, Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz (Çev.), C. III Kitabevi Yayınları, İstanbul: s.133; Mustafa Aşkar, (1999), Bir Türk Tarikatı olarak Halvetiyye’nin Tarihî Gelişimi ve Halvetiyye SilsilesininTahlili, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 47, Cilt: XXXIX Sayı:1, Ankara: ss. 535-563. Süleyman Uludağ, (1997), Halvetiyye, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 393. 33 Muhammed Nazmî, (1982), Hediyyetü’l-İhvân, (İnceleme ve Edisyon Kritikli Metin) Osman Türer (Haz.), Ankara: s. 201. 34 Bkz. Ahmet Ögke, (2001), Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yayınları, İstanbul: s.57. 35 Sâdık Vicdanî, (1919-1922), Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye’den Halvetiyye, Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, İstanbul, s.115; Vassâf, a.g.e. , s. 225. 36 Bkz. Mehmed Sâmi’ Sünbülî, (1316), Esmâr-ı Esrâr, Cemâl Efendi Matbaası, İstanbul: s. 16-50. ; Vicdanî, a.g.e. , s. 40-117. ; Cemâleddîn Hulvî, (1993), Lemezât-ı Hulviyye ez-Lemeât-ı Ulviyye, Mehmed Serhan Tayşi (Haz.), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınları, İstanbul: s. 395-589. 32 14 Bu kolun kurucusu olup Kara Şems olarak şöhret bulan37 ve Şems-i Azîz, Sivâsî-zâde38 olarak da anılan Şemseddîn-i Sivâsî, 926/1519 tarihinde Zile’de dünyaya gelmiştir.39 Taşkent ulemasından olan babası Ebü’l-Berekât Muhammed, Fatih Sultan Mehmed tarafından 1470 yıllarında Trabzon bölgesine getirilmiştir. Sonrasında Amasyalı Hacı Hızır’a intisap etmiş ve onun müridi olmuştur40 Kaynakların ifadesine göre Şemseddîn-i Sivâsî, daha yedi yaşındayken babasının mürşidi olan el-Hâc Hızır Amâsyavî’nin duasını almak üzere onunla birlikte Amasya’ya gidip, Şeyhin duasını aldıktan sonra memleketine dönmüş, Zile’nin ileri gelen âlimlerden sarf ve nahiv ilimlerini tahsil ettikten sonra Tokat’a, büyük kardeşi Muharrem Efendi ve İbrahim Efendi’nin yanına gönderilerek orada Arakıyeci-zâde Mevlânâ Şemseddîn Efendi’nin derslerine devam etmiştir. Kısa sürede nakli ve akli ilimlerde ilerleyen Şemseddîn-i Sivâsî daha sonra İstanbul’a giderek ilmini ikmale çalışmış, burada temayüz edip belli ilmî rütbeleri elde ettikten sonra, bil-âhere Sahn Medreseleri’nden birine müderris olmuştur.41 Şemseddîn-i Sivâsî daha sonra hacca gitmiş (999/1591), dönüşte Zile’ye yerleşerek ders okutmaya ve halka vaaz vermeye devam etmiştir. Cumapazarı (Ezinepazarı)’na giderek babasının şeyhi Hacı Hızır’ın halifelerinden olan Muslihiddîn Halife’ye intisap edip, onun nezdinde dördüncü tavıra (Nefs-i mutmainne) kadar yükselmiştir.42 Şeyhinin vefatı üzerine buradan tekrar Zile’ye dönen Şemseddîn-i Sivâsî, Şeyh Abdülmecîd Şirvânî (ö.971/1563)’nin Tokat’a geldiğini öğrenince tekrar Tokat’a giderek bu zata intisap etmiştir.43 Şemseddîn-i Sivâsî, Abdülmecîd Şirvânî’nin Nazmî, a.g.e. , s. 58, 267-268. Vassâf, a.g.e. , s. 251. ; Aşkun, a.g.e. , s. 11. 39 Nazmî, a.g.e. , s. 60; Vassâf, a.g.e. , s. 251; Bursalı Mehmet Tâhir, (1318/1900) , Meşâyih-i Osmaniyyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli, Tüccâr-zâde İbrahim Hilmî (neşr.), Kütüphâne-i İslâm, İstanbul: s. 8; Bağdatlı İsmâil Paşa, (1945-1947), Hediyyetü'l-Ârifîn Esmâü'l-Müellifin ve Âsâru’lMusannifîn, (Keşfu’z-Zunûn Zeyli), C. I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul: s.150; Hoca-zâde, onun doğum târihini 928 olarak vermektedir. Bkz. Hoca-zâde, a.g.e. , s. 90. 40 Receb Sivâsî,(Tarihsiz) Necmü’l-Hüdâ fî Menakıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebû’s-Senâ, Süleymâniye Kütüphanesi, Lala İsmâil Kitâblığı, nr. 694/2, vr. 5b; Nazmî, a.g.e. , s. 59; Hoca-zâde, a.g.e. , s. 90. 41 Receb Sivâsî, a.g.e. , vr. 9a; Nazmî, a.g.e. , s. 61; Müstakîm-zâde, a.g.e. , vr. 11b; Hoca-zâde, a.g.e. , s. 90-91; Bursalı Mehmet Tâhir(1900), a.g.e. , s. 7-8. 42 Receb Sivâsî, a.g.e. , vr. 10b; Nazmî, a.g.e. , s. 61, 117. ; Vassâf, a.g.e. , s. 251; Hoca-zâde, a.g.e. , s. 91. 43 Nazmî, a.g.e. , s.60. 37 38 15 terbiyesinde kısa sürede seyr ü sülûkunu tamamlamış ve ona on bir yıl hizmet edip hilafet alarak Zile’ye dönmüştür.44 Sivas valisi Hasan Paşa, Sivas’ta bir cami (Meydan Camii veya Yeni Cami) ve dergâh yaptırmış, Şemseddîn-i Sivâsî’yi şeyhlik ve imamlık yapmak üzere Sivas’a davet etmiş, o da bu daveti kabul ederek ailesi ve talebeleriyle birlikte Sivas’a yerleşip, 1006/1597 tarihine kadar burada talim ve irşat faaliyetlerini sürdürmüştür. Zahiri ve batınî ilimlerde arif, riyazet ve takvasıyla meşhur olan Şemseddîn-i Sivâsî, Kânûnî Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murâd, III. Mehmed, zamanında İstanbul’da vaaz ve irşadda bulunmuş, hepsinden hürmet görmüştür.45 III. Mehmed’le birlikte Eğri Seferi’ne katılan Şemseddîn-i Sivâsî, seferden dönüşte bir süre İstanbul’da dinlendikten sonra rahatsızlığı gerekçesiyle müsaade alarak Sivas’a dönmüştür. Yaşlılığı sebebiyle seferde çekmiş olduğu zahmet ve şiddetli soğuktan da etkilenmesi sonucu1006/1597 tarihinde Sivas’ta vefat etmiştir.46 Şemseddîn-i Sivâsî, hayatını insanlara hizmete adamış ve kurmuş olduğu kol ismine izafeten Şemsîyye olarak anılmıştır. Bu kolu temsilen Anadolu’nun muhtelif yerlerine yayılmış pek çok halife yetiştirmiştir. Silsile olarak açtığı irşat yolu tekke ve tarikatların kapatılmasına kadar varlığını korumuştur. 1.2.2.2.2. Tarikat Silsilesi Tarikatlarda şeyhten şeyhe ulaşarak tarikat pirine, ondan da yine şeyhten şeyhe, böylece Hz. Peygamber’e kadar ulaştığı kabul edilen zincire silsile denir.47 Tasavvufta silsile manevi bir nikâh kabul edilir. Nasıl nikâh ile insanların nesli meşru bir şekilde devam ediyorsa, manevi nikâh olarak tabir ettikleri silsileyle de tarikat geleneği devam edecektir.48 Bu sebeple hemen hemen bütün tarikatlar kendisini kesintisiz olarak silsile zinciriyle Hz. Peygamber’e bağlamışlardır. Bu bağ ile Hz. Receb Sivâsî, a.g.e. , vr.20b; Nazmî, a.g.e. , s. 78. Hasan Yüksel, (1990), Sivas’ta Bir Şeyh Ailesinin Ortaya Çıkışı, C. I, Revak Dergisi, Yıl: 1, sayı: 1, Sivas: ss. 38-53. ; Receb Sivâsî, a.g.e. , vr. 39a-39b; Nazmî, a.g.e. , s. 102; Vassâf, a.g.e. , s. 252. 46 Nazmî, a.g.e. , s. 101-108; Osman Türer, (1984), Osmanlı imparatorluğunda Padişah-Tarîkat Şeyhî Münâsebetine Dair Târihi Bir Örnek, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Yıl:4 Sayı: 28, İstanbul: s. 181194. Recep Sivâsî, a.g.e. , vr. 46a; Nazmî, a.g.e. , s. 109; Hoca-zâde, a.g.e. , s.91. 47 Abdülbâki Gölpınarlı, (2009), Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik, inkılâp Kitabevi, İstanbul: s.199. 48 Aşkar, a.g.m. , s. 535-536. 44 45 16 Peygamber’e bağlı olmayan kişinin manen yetişemeyeceği gibi irşat ehli olarak kabul edilmeyeceği anlayışı bu durumu ortaya çıkarmıştır. Hz. Peygamber’in açmış olduğu irşat yolu onun yetiştirdiği sahabeler vasıtasıyla daha sonraki nesillere aktarılmıştır. Bu irşat faaliyetleri bir silsile zinciriyle devam etmiştir. Tarikat geleneğinde silsileleri günümüze kadar devam eden başlıca iki silsile bulunmaktadır. Bunlardan birisi Hz. Ali diğeri ise Hz. Ebubekir vasıtasıyla Hz. Peygamber’e ulaşmaktadır.49 Silsilelerde, tarikatın esas kurucusu sayılan ve tarikatın genellikle adını aldığı zattan Hz. Peygamber’e kadarki kısımda adı geçen şahısların bazıları arasında zaman ve yer açısından bir irtibatlandırma yapmanın mümkün olmadığı görülmektedir.50 Bizim burada, Halvetilikle ilgili aşağıda vereceğimiz silsilenin başında yer alan Hz. Ali’nin, 29/661 yılında, hemen kendinden sonra gelen Hasan el-Basrî’nin 110/728 yılında vefat ettiği göz önüne alınırsa, ikisinin görüşmüş olmaları tarihi yönden mümkün görünmemektedir. Bu durumu mutasavvıflar üveysîlik, yani bir şeyhin, kendisinden önce yaşamış başka bir şeyhin ruhaniyetinden feyiz alarak, manen görüşme yolu ile yetişebileceği şeklinde izah etmeye çalışmışlardır.51 Bu durum daha önce de bahsettiğimiz tarikat silsilesi ile Hz. Peygamber’e bağlı olmayan kişinin manen yetişemeyeceği gibi irşat ehli olarak kabul edilmeyeceği anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu durum tarikatı kuran şeyhten önceki dönemde problem meydana getirse de kurucu şeyhten sonra şeyh, bizzat aynı dönemde ve onlarla birlikte yaşayarak halifeler yetiştirdiği için bu sorunu ortadan kaldırmaktadır. Ahmed Sûzî’nin bağlı olduğu Şemsîyye silsilesi şöyledir: 1. Hz. Muhammed (s.a.v) 2. Hz. Ali (ö.29/661) 3. Saîd Hasan bin Yesâr el-Basrî (ö.110/728) 4. Habîb el-Acemî Hasan Kamil Yılmaz, (2010), 300 Soruda Tasavvufî Hayat, Erkam Yayınları, İstanbul: s. 148; Ahmet Cahid Haksever, (2009), Ya’kub-ı Çerhî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yayınları, İstanbul: s. 53. 50 Yılmaz, a.g.e., s. 148-149. ; Haksever, a.g.e. , s.53. 51 Aşkar, a.g.m., s.553. ; Ahmet Yaşar Ocak, (1982), Veysel Karanî ve Üveysîlik, Dergah Yayınları, İstanbul: s.103. 49 17 5. Dâvud et-Taî (ö.l651782) 6. Ma’ruf Ali el-Kerhî (ö.200/815) 7. Seriyyü’es-Sakatî (ö.253/867) 8. Ebu’l-Kasım Cüneyd el-Bağdadî(ö.297/91O) (CÜNEYDİYYE) 9. Ahmed Mimşâd-ı Dineverî (ö.299/912) 10. Muhammed Dineverî (ö.340/951) 11. Muhammed el-Bekrî (ö.380/990) 12. Vecîhuddin-i Bekrî (ö.442/1050) 13. Ebu Necib Abdu’l-Kâhir-i Sühreverdî (ö.598/1201)(SÜHREVERDİYYE) 14. Kutbuddin el-Ebherî (ö.622/1225) 15. Muhammed Rukneddin-i Necaşî 16. Seyyid Muhammed Cemaleddin Şirazî (ö.652/1255) 17. Şehabeddin Tebrizî (ö.702/1302) 18. İbrahim Zahid Geylanî (ö.705/1305) (ZAHİDİYYE) 19. Ahî Muhammed Geylanî (ö.780/1378) 20. Ömer Halvetî (ö.800/1397) (HALVETİYYE) 21. Pîr-i Ahî Mîrem Muhammed (ö.812/1409) 22. Hacı İzzeddin Halvetî (ö.828/1424) 23. Sadreddin Hiyamî Pîr Ömer Halvetî (ö.860/1455) 24. Seyyid Yahya Şirvanî (ö.868/1463-64) 25. Ziyâeddîn Yûsuf Mahdum Şirvânî (ö.890/1485) 26. Mevlânâ Muhammed Rukiyye (ö.? ) 27. Şahkubâd Şirvânî (ö.950/1543-44) 28. Abdülmecîd Şirvânî (ö.971/1563) 29. Şemseddîn-i Sivâsî (ö.1006/1597) ( HALVETİYYE - ŞEMSÎYYE) 30. Pir Mehmed Efendi ( ö. 1599) 18 31. Recep Sivâsî ( ö. 1607) 32. Abdülmecid Sivasî ( ö. 1639) 33. Hasan Çelebi Efendi (ö.1020/1611) 34. Müeyyed Efendi (ö.1070/1659) 35. Halil Efendi ( ö. ? ) 36. Ömer Efendi ( ö. ? ) 37. Müeyyed Sânî ( ö. ? ) 38. Ömer Sâni ( ö. ? ) 39. Ahmed Sûzî (ö.1246/1830) Ahmed Sûzî’den sonra tekke ve tarikatların kapatılmasına kadar Şemsîyye silsilesi şöyle devam etmiştir: 40. Mehmed Behlûl Efendi (ö.1256/1840) 41. Hüseyin Efendi (ö.1279/1862) 42. Ahmed Efendi (ö.1317/1899) 43. Şemseddîn-zâde Mehmed Efendi (ö. 1331/1912) 44. Hüseyin Şemsi (Güneren) (ö. 1376/1956)52 Şemsîyye silsilesi için Bkz. Mustafa Aşkar, (1999), Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyye’nin Tarihi Gelişimi ve Halvetiyye Silsilesinin Tahlili, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:47, Cilt:39, Sayı:1, Ankara: ss. 535-563. ; Selçuk Eraydın, (1981), Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yayınları, İstanbul: s. 430. ; Ramazan Muslu, (2007), Halvetiye’de Etvâr-ı seb’a Yazma Geleneği ve Sofyalı Balî Efendi’nin Etvâr-ı seb’a Risalesi, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl:8, Sayı: 18, Ankara: ss. 65-85. , Abdülbâki Gölpınarlı, (1997), Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul: s. 82-87. ; Feridüddin Attar, (1987), Tezkiretü’l- evliya, Orhan Yavuz (Haz.), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara: s. 62-76. ; Hayrani Altıntaş, (2001), Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara: s. 59-65. ; Mecdî Efendi, (1986), Hadaikü’ş-şakayık, Abdülkadir Özcan (Haz.), Çağrı Yayınları, İstanbul: s. 288. ; Bursalı Mehmed Tahir, (1975), Osmanlı Müellifleri, A. Fikri Yavuz ve İsmail Özen ( Haz.), Meral Yayınları, C. III, İstanbul: s. 174. ; Ethem Ruhi Fığlalı, (1984), İmamiye Şiası, Selçuk Yayınları, Ankara: s. 160-168. ; Aşkım Güney, (1997), Halvetilerde Musiki, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul: s. 12. ; Rahmi Serin, (1984), İslam Tasavvufunda Halvetilik ve Halvetiler, Petek Yayınları, İstanbul: s. 78-128. ; Abdülkerim Abdülkadiroğlu, (1991), Halvetilik’in Şabaniyye Kolu Şeyh Şaban-ı Veli ve Külliyesi, Şaban-ı Veli Derneği Yayınları, Ankara: s. 23-38. ; Osman Türer, (2011), Osmanlılarda Tasavvufi Hayat – Halvetilik Örneği-, İnsan Yayınları, İstanbul: s. 92-93. 52 19 1.3. ESERLERİ 1.3.1.Türkçe Dîvân Alim Yıldız tarafından Ahmed Sûzî Divânı adıyla 2012 yılında Sivas’ta yayımlanan bu eserin yazma eser kütüphanelerinde çeşitli nüshaları53 bulunmaktadır. Bunun yanında eski harflerle de baskısı yapılan bu eser üzerinde Yüksek lisans tezi olarak bazı çalışmalar yapılmıştır.54 Tekke şairi olması dolayısıyla Dîvân’ında dinî ve tasavvufi unsurlara sıklıkla yer veren Ahmed Sûzî, ilahî aşkı, inançla ve ibadetle ilgili konuları çokça işlemiş, Allah’tan, meleklerden, peygamberlerden, ahiretten bahsetmiş, daha çok tarikat ve dervişlikle ilgili kavramları ele almıştır. Ahmed Sûzî’nin mahlası olması dolayısıyla Sûzî-nâme olarak da adlandırılan Dîvân’ında 16 kaside, 206 gazel, 63 müfred, 5 muhammes, 1 müsemmen, 1 mu’aşşer, 37 mani, 4 müstezat, 3 müseddes, 1 tarih, 1 naat ve 3 murabba olmak üzere toplam 451 şiir bulunmaktadır.55 Ahmed Sûzî Divanı’nda aruz ölçüsüyle yazılan şiirlerin dışında hece ölçüsüyle yazılan 32 adet manzume, murabba başlığı altında 83 adet dörtlük daha mevcut olup bu dörtlüklerin bir kısmında vezin doğru olup bir kısmında ise tutmamaktadır. 56 Ahmed Sûzî Divanı’nda Türkçe yazılmış şiirlerin yanında Arapça ve Farsça yazılmış şiirler de bulunmaktadır. Bu da Ahmed Sûzî’nin Arapça ve Farsçaya belli ölçüde vakıf olduğunu göstermektedir. Ahmed Sûzî, divanını 1235/1814 tarihinde tamamlamıştır. Eserin tamamlanma tarihini kendisi divanında yer alan şu rubaisinde açık bir şekilde ifade eder: 53 Süleymaniye Kütüphanesi, Es’ad Efendi Kitaplığı, 2646 (94 varak 19 satır, 21.5x15 mm); Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Kitaplığı, 3599 (118 varak,18 satır, 19.7x14.5 16.4x11.5 mm) ; Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdayi Efendi Kitaplığı, 1245 (136 varak, 15 satır, 20.0x14.7, 16.0x10.0 mm) ; Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Kitaplığı, 135/1 (49 varak, 17 satır, 21.0x15.0 mm) 54 Bkz. Mehmet Göktaş, (2001), Ahmed Sûzî Divânı’nın Dinî ve Tasavvufî Tahlîli, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum. ; Ayşe Ulusoy, (2004), Ahmed Sûzî Divânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas. ; Metin Ceylan, (1999), Ahmed Sûzî Divânı’nın Edisyon Kritiği, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, , Afyon. ; Abdülkadir Sağlam, (2000), Sûzî Divânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale. ; Zafer Arslan, (2010), Ahmed Sûzî-i Sivâsî ve Divânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş. 55 Yücer, a.g.e. , s.232, ; Yıldız, (2012), a.g.e. , s.8, ; Ceylan, a.g.e. , s. 238. 56 Ceylan, a.g.e. , s. 238. 20 Heştâd çendân oldı rubâ’î Kilk-i zebân yazdı çü anı Biñ sâl u iki yüz sî pençinde Hatm oldı şâhım Sûzî dîvânı 57 ( R:82) Ayrıca şair, divanının hatimesinde yer alan aşağıdaki beyitte de yine aynı tarihi şöyle zikreder: Bin iki yüz otuz beşde hatm olundu bu divân Pes niyâzım okuyandan ola bir hayr senâ58 ( N: 1 / 141) Ahmed Sûzî, divanın tarihini, tarih düşürerek de tespit etmiştir: Bu Sûzî-nâme’me târih düşüpdür Kıla hayrile yâd okıyan anı 59 ( G: 259/ 25) 1.3.1.1. Divanın Nüshaları 1. Süleymaniye Kütüphanesi, Es’ad Efendi Kitaplığı, 2646 (94 varak 19 satır, 21.5x15 mm) 2. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Kitaplığı, 3599 (118 varak,18 satır, 19.7x14.5 16.4x11.5 mm) 3.Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdayi Efendi Kitaplığı, 1245 (136 varak, 15 satır, 20.0x14.7, 16.0x10.0 mm) 4. Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Kitaplığı, 135/1 (49 varak, 17 satır, 21.0x15.0 mm) Alim Yıdız, (2011), Ahmed Sûzî Hayatı ve Şiirleri, Buruciye Yayınları, Sivas: s.49-105. Yıldız, (2012), a.g.e. , s.407 59 Ceylan, a.g.e. , s. 238. 57 58 21 1.3.2. Farsça Dîvân Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi bölümünde 2646 numarada kayıtlı bulunan bu eser 44 varaktan oluşan küçük bir divançedir. Ahmed Sûzî’nin bu eserinde daha çok tasavvufa dair düşüncelerini ifade ettiği ve çeşitli nazım şekilleri ile kaleme aldığı bir kısım şiirleri yer almaktadır. Bu eserden hareketle Ahmed Sûzî’nin şiir yazacak kadar Farsçaya vakıf olduğu anlaşılmaktadır. 1.3.3. Süleymân-nâme60 Ahmed Sûzî’nin 553 beyitten meydana gelen bir mesnevisidir. Tek nüshası tespit edilebilen bu eser Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih Güneren Bölümü, No: 25’te kayıtlı mecmuanın 86-114 sayfaları arasında bulunan bu eser Ahmed Sûzî’nin matbu Divanı (192 sayfa), Kasîde-i Bürde tercümesi (yk. 1b- 13b), Vasiyet-nâmesi (120) ve Şemseddîn-i Sivâsî’nin Süleymâniyye/ Süleymân-nâme (1-85) isimli mesnevisi bir mecmuanın içinde bulunmaktadır. Farklı türden eserler bir araya getirildiği için mecmua içerisinde bulunan eserler bir bütün olarak değil, her eser kendi içerisinde ayrı ayrı olacak şekilde numaralanmıştır. Mecmua içerisinde sadece Şemseddîn-i Sivâsî’nin Süleymâniyye adlı mesnevisi ile Ahmed Sûzî’nin Süleymân-nâme isimli mesnevisi bir birini takip edecek şekilde sıralanmıştır. Bunlara ise varak numarası yerine sayfa numarası verilmiştir. Ahmed Sûzî, Sivas’ta bulunan Şemseddîn-i Sivasî dergâhına postnişin olarak oturduğunda dergâhta bulunan ve büyük bir kısmı Şemseddîn-i Sivasî’ye ait olan kitapların çoğunun fareler tarafından yenilmiş olduğunu görür, tahribata uğramamış kitapları muhafaza altına alır. Bu kitaplar arasında Şemseddîn-i Sivasî’nin Süleymâniyye/ Süleymân-nâme adlı kitabı da bulunmaktadır. Bu kitabın da son tarafları tahribata uğrayarak okunamaz hale gelmiştir. Süleymân-nâme her okunduğunda Hz. Süleyman, Davut Peygamber’in oğludur. Babası gibi hem peygamber hemde hükümdar olmuştur. Hz. Süleyman’ın kuvvet ve şevketi çok büyüktür. İnsanlar, cinler, devler, periler, vahşi hayvanlar, kuşlar, yılanlar, karıncalar ve rüzgâr onun hükmü ve emirleri altında bulunmakta idi. Böyle büyük bir peygamber ve hükümdar olan Hz. Süleymana ait birçok kıssa anlatıla gelmiştir. Onun hayatı, mücadelesi ve başından geçen maceralar Süleymân-nâme adı ile anılan eserlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu tür eserlerde özellikle Hz. Süleyman’ın kibrit-i ahmerden yapılan yüzüğü, onun karınca ile arasında geçen olaylar, Seba melikesi Belkıs ile münasebeti ve Hüthüt adı verilen kuşu hakkında bilgiler yer alır. Kısacası Hz. Süleyman’ın kıssasının anlatıldığı bu tür mesnevilere genel olarak Süleymân-nâme olarak adlandırılırlar. Agâh Sırrı Levend, (1984), Divan Edebiyatı ( Kelimler ve Remizler- Mazmunlar ve Mefhumlar ), Enderun Kitabevi, İstanbul: s.120-122. 60 22 dinleyicilerin hikâyenin bundan sonraki kısmını merak etmeleri üzerine bu eseri yazmaya karar verdiğini söyleyen Ahmed Sûzî kitabını ancak 1230/ 1815 te tamamlayabildiğini ifade etmektedir.61 Ahmed Sûzî’nin Süleymân-nâme’sinden anlaşıldığına göre tekkede tahrip gören kitaplar arasında bulunan Şemseddîn-i Sivasî, Süleymâniyye / Süleymân-nâme’de Belkıs’ın elçilerinin Hz. Süleyman’a gelmeleri konusuna kadar gelmiş, bundan sonraki kısımlar ise fareler tarafından tahrip edilmiştir. Bu kısım Şemseddîn-i Sivasî’nin Süleymâniyye / Süleymân-nâme’sinin 159. Beytine denk gelmektedir. Ahmed Sûzî bu kısımdan başlayarak bundan sonra yaşanan hadiseleri eserine almış ve yarım olan eseri tamamlamıştır.62 1.3.4. Kasîde-i Bürde Tercümesi Kâ’b İbni Züheyr, Hz. Peygamber aleyhinde hicviyeler yazan müşrik bir şairdi. Öldürülmesi hakkında emir çıkarılınca, daha önce iman etmiş olan kardeşi, Müslüman olduğu takdirde Hz. Peygamber’in kendisini affedeceğini söylemiş, o da Medine’ye giderek Hz. Peygamberin ve ensarın huzurunda Müslüman olmuş ve o sırada Hz. Peygamber’i öven bir kaside okumuştur. Onun büyük bir şair olduğunu gören ve kasideyi çok beğenen Hz. Peygamber onu affetmiş ve üzerindeki hırkasını (bürde) çıkararak Kâ’b İbni Züheyr’in omzuna atmıştır. Bu kaside İslam âleminde çok meşhur olan Kasidetü’l-bürde (Kaside-i Bürde ) adıyla anılmıştır. 63 Bu kasidenin yanında bir de İmam Busirî tarafından Hz. Peygamber’i övmek maksadıyla yazılan kaside-i bürde64 vardır. Bu her iki kasideyi örnek alarak İslam âleminde bu kasidelere nazireler yazılmış ve birçok şair tarafından bu kasidelerin manzum tercümeleri yapılmıştır. Tüm İslam dünyası edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da birçok şair bu kasidenin manzum tercümesini yapmıştır. Bu şairlerden biri de Ahmed Sûzî’dir. Yıldız, (2012), a.g.e. , s. 9. Bkz. Hüseyin Akkaya, (1997), The Prophet Solomon in Ottoman Turkish Literature and the Suleymâniyye of Şemseddin Sivâsî, Part II, Harvard University, Cambridge: pp. 288 63 Nurullah Geyik, (2012), Şeyh Abdurrahim Karahisari ve Tercüme-i Kaside-i Bürdesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi, Fırat Üniversitesi, İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümü, Elazığ: s. 3 64 İmam Busiri, (1975), Kaside-i Bürde, Fevzi Aksoy-Mehmet Balcı (Çev.), Bedir Yayınevi, İstanbul: s.1 61 62 23 Samimi bir Peygamber sevdalısı olan Ahmed Sûzî, atası Şemseddîn Sivasî’nin yolunu takip ederek Kaside-i Bürde’nin manzum bir tercümesini meydana getirmiştir. Bu eserin kataloglarda iki nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan biri Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih Güneren Bölümü, no: 25’te ( yk. 1b- 13b ) diğer nüsha da yine aynı kütüphanenin aynı bölümünde no: 108’de ( yk. 1b- 17b ) kayıtlıdır. Her iki nüshanın da müstensihi ve istinsah tarihi bilinmemektedir. 162 beyitten meydana gelen ve aruz ölçüsünün mefâǾîlün mefâǾîlün mefâǾîlün mefâǾîlün kalıbıyla kaleme alınan bu tercümede Ahmed Sûzî, ilk önce İmam Busirî tarafından yazılan Kaside-i Bürde’nin Arapça beyitini vermiş daha sonra da bu beytin manzum olarak tercümesini yapmıştır. Cânâ andın mı ol semt-i kemân-ebrû-yı cânânı Ki hılt ettin revân-ı eşki çeşme ahmer kanı Beyiti ile başlayan bu tercümenin son beytinde Ahmed Sûzî mahlasını şu şekilde belirtmektedir: Habîbin âsitânında gönül mahzûn durur dâima Sevindir izzetin hakkı kulun Sûzî-i sûzânı65 1.3.5. Pend-nâme Ahmed Sûzî’nin Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no: 3131’de ve Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Bölümü, no: 198’de yer alan iki nüshası bulunan bu eserin birinci nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no: 3131’de kayıtlı bulunan Sülûk-nâme isimli eserinin hemen ardında yer alır. Mesnevi nazım şekli ile yazılmış olan 96 beyitlik bir eserdir. 66 Ahmed Sûzî bu mesnevisine klasik mesnevilerde adet olduğu üzere besmele ile başlar. Daha sonra da mesnevisinin aşağıda yer alan ilk beytinde eserine Allah’ın adıyla başladığını ve bununla birlikte okuyuculara bir nasihat vermek istediğini şu ifadelere açıklamaya başlar: Bkz. Yıldız, (2007), a.g.m. , s.27. Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no: 3131 (yk. 36a-38b) 65 66 24 Hudâ ismiyle deprettüm lisânı Nasihatten sana açdım dükkânı67 Yukarıda kendisinin de belirttiği gibi eserine Allah’ın adını anarak başlayan Ahmed Sûzî, bundan sonra Allah’ı bir ve Peygamberi hak olarak tanımak ve bilmek gerektiğini ifade eder. Bu kısımdan sonra Dört Halife’ye (Hz. Ömer, Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve Hz. Ali) ve Hz. Muhammed’in ashabına ve ailesine salât ve selam getirerek eserinin asıl kısmına geçer. Eserinde klasik pend-nâmelerde olduğu gibi nasihatlere yer verir. Klasik pendnâmelerden farklı olarak Ahmed Sûzî, bu eserinde hususi olarak tarikat yoluna girerek bu yolda ilerlemeye çalışan saliklere nasihatlerde bulunur. Bir tarikata girerek bu yolda ilerlemeye çalışan müritlere tarikat adabını anlatır ve müritlerin dikkat etmeleri gereken hususlar hakkında değerlendirmelerde bulunarak onlara çeşitli konularda tavsiyelerde bulunur. Eserinin sonunda ise: Hudâ eyleye dârında anı şâd Vâ’fu ‘annâ veğfirlenâ verhemna ente mevlânâ68 Diyerek yaptığı kusurların affedilmesi ve günahlarının bağışlanması için Allah’a dua ederek eserini tamamlar. 1.3.6. Menkıbe-i Abdülvehhâb Gâzî Ahmed Sûzî’nin bu eserinin biri yazma biri de hat levhası olmak üzere iki nüshası bulunmaktadır. Yazma nüshası Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih Güneren Bölümü, No: 11’de 111b. - 114b. Varakları arasında kayıtlıdır. Hat levhası şeklinde olan nüsha ise Sivas, Yukarı Tekke’de Abdülvehhâb Gâzî Camii’nin iç kısmındaki batı duvarında asılı olarak bulunmaktadır. Hat levhası şeklinde olan bu nüsha İbrahim Yasak tarafından yayımlanmıştır.69 Sûzî, a.g.e. , 36a. Sûzî, a.g.e. , 38b. 69 İbrahim Yasak, (2010), Sivas Yatırları ve Abdülvehhab Gazi Hazretleri, Sivas: s.39-46. 67 68 25 Ahmed Sûzî, aruz ölçüsünün feǾilâtün feǾilâtün feǾilün kalıbı ile kaleme aldığı 89 beyitlik bu mesnevisinde Hz. Muhammed’in sancaktarlarından biri olduğuna inanılan Abdülvehhâb Gâzî’nin menkıbesini anlatır. Bu menkıbede Abdülvehhâb Gâzî’nin Anadolu’ya gelişi, Malatya ve Sivas civarında Bizans tekfurlarıyla yapılan bir savaşta şehit olması ve şahadetinin üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra cenazesinin bulunarak Sivas’ta Yukarı Tekke adı ile anılan yere defnedilip üzerine bir türbe inşa edilmesi detaylı bir şekilde anlatılır.70 1.3.7. Vasiyet-nâme Ahmed Sûzî’nin vasiyetlerini ihtiva eden mensur bir eserdir. Bu eserin bilinen tek Yazma nüshası Süleymâniye Kütüphanesi, H. Şemsi, Fatih Güneren Bölümü, no: 25’te kayıtlı olan bir mecmuanın içinde yer almaktadır. Bu eser Meliha Yıldıran Sarıkaya tarafından Ahmed Sûzî’nin Vasiyet-nâme’si adı ile bir makale olarak yayımlanmıştır. Ahmed Sûzî’nin müritleri ve akrabaları için kaleme aldığı bu eserde ölümün kaçınılmaz olduğu, herkesin bir gün ecel şerbetini tadacağı belirtilerek ölüme hazırlık ve kendi vefatından sonra yapılmasını istediği şeyler sıralanmaktadır. Vefatı esnasında okunacak ilahilerin ve duaların neler olması gerektiği, gasil, teçhiz ve tekfin işlemlerinin nasıl yapılması gerektiğini anlatır.71 Ahmed Sûzî, bu eserinde büyük dedesi Şemseddîn-i Sivasî’nin türbesine defnedilmek istediğini, kabrinin genişçe kazılmasını istediğini belirtir. Çevre düzenlemesinin nasıl olması gerektiğini, türbenin bakımlarının nasıl yapılacağını, kabrini ziyaret edenlerden okumalarını istediği duaların neler olduğunu ve yaşadığı müddetçe kendisine hizmet edenlere verilmesini istediği özel eşyalarının neler olduğu gibi birçok konuda ayrıntılı bilgilere yer verir.72 Yasak, a.g.e. , s.39-46. Meliha Yıldıran Sarıkaya, (2011), Ahmed Sûzî’nin vasiyet-nâmesi, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 15, Sayı:2, Sivas: ss. 173-200. 72 Sarıkaya, a.g.m. , s. 192. 70 71 26 1.3.8. Silsile-i Pîrân-ı Meşâyıh-ı Halvetiyye Bu eser Süleymaniye Kütüphanesi, Osman Huldi Öztürkler Bölümü, no:63’te kayıtlı bulunmaktadır. Eserin adından da anlaşılacağı gibi Ahmed Sûzî, manzum olarak yazdığı bu eserinde Halveti tarikatında görev alan Şeyhlerin Silsilesi’ni anlatır.73 1.3.9. Sülûk-nâme Ahmed Sûzî’nin bu eserinin tespit edilebilen iki ayrı nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan biri Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Bölümü, no: 198’de (47 varak) diğer nüsha ise Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no: 3131’de (36 varak) kayıtlı bulunmaktadır. Ahmed Sûzî, Osmanlı Türkçesi ile manzum ve mensur karışımı olarak kaleme aldığı bu eserine bütün klasik eserlerde olduğu gibi besmele ile başlar. Ardından Allah’a hamd ve senalarını sunduğu hamdele bölümü yer alır. Bu kısmın ardından ise Hz. Peygambere salât ve selam getirdiği salvele bölümü bulunur. Bu kısımlardan sonra insanın yaratılışı, zikrin önemi, tövbe, ibadet ve tarikat gibi birçok konuyu ayetler ve hadislerle destekleyerek açıklamaya çalışır. Bu kısımlardan sonra Âdâb-ı Sülûkü’s-Sâlikîn başlığı altında saliklere tarikat yolunda uymaları gerekenleri açıklar. Eserin Hurde-i Fukarâ başlığını taşıyan bölümünde, yeme-içme, yatma, konuşma, yolda yürüme ve tuvalet adabı gibi konular ile saliklerin diğer insanlarla münasebetinde uymaları gereken kuralları ayrıntılı bir şekilde açıklar. Bunun dışında saliklerin şeyhe tam anlamıyla teslim olmaları gerekliliği ve şeyhin huzurunda iken uymaları gereken kurallar açık bir şekilde anlatılmıştır. Bu eser ilerleyen bölümde ayrıntılı bir şekilde inceleneceği için eser hakkında kısa bir malumat vermekle yetinmekteyiz. 73 Yücer, a.g.e. , s.232. ; Fatih Çınar, (2010) , Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme isimli eseri, İslam Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, sayı:1, İstanbul: s.204-228. 27 1.4. EDEBÎ KİŞİLİĞİ Halvetiyye tarikatı şeyhlerinden olan Ahmed Sûzî, XIX. yüzyılın başlarında eski tekke- tasavvuf şiiri geleneğini devam ettiren şairlerdendir.74 Sûzî mahlası ile kaleme aldığı âşıkane ilahileri Hâvî Dîvânı adıyla Recep 1920’de İstanbul’da Mustafa Efendi Matbaasında basılmıştır. Ahmed Sûzî Divanı, özellikle tasavvufi konularda kaleme alınmış manzume ve gazellerden oluşmaktadır. Ahmed Sûzî’nin edebi kişiliğinin oluşmasında bir yandan dedesi Şeyh Şemseddîn’in diğer bir yandan da Yunus Emre’nin ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi mutasavvıfların etkisi açık bir şekilde görülür.75 Bunların dışında başta yaşadığı yer olan Sivas civarında yetişmiş olan İbrahim Tennûrî, Abdülmecîd Sivâsî, Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî gibi mutasavvıf şairlerden de etkilendiği görülmektedir.76 Ahmed Sûzî, hem aruz ölçüsü ile divan şiiri geleneğine bağlı şiirler yazmış hem de hece ölçüsü ile tasavvufi halk şiiri geleneği içinde değerlendirilebilecek şiirler yazmıştır. Divan şiiri tarzına kaleme aldığı şiirlerinde sanatkârlık, mükemmeliyet ve üslup bakımından bir takım kusurlar gözlemlenmektedir. Ara sıra düzgün vezinli manzumelerine rastlanmakta ise de çoğunlukla aruz ölçüsünü serbest bir şekilde kullanmıştır. Şiirlerinde aruz kusurlarına sıklıkla rastlanan Ahmed Sûzî’nin bazen aynı şiirin içinde birden fazla vezin kullandığı görülür. Ahmed Sûzî, şiirlerinde kafiye konusunda da çok titiz değildir. Hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerinin kafiye ve ölçü bakımından daha düzgün olduğu görülür. Hece ölçüsü ile yazdığı şiirler ifade bakımından da daha basittir. Bununla birlikte çeşitli konularda kaleme aldığı ilahilerinde bir doğallık ve samimiyet vardır. Onun bu doğallığı ve samimiyeti halk arasında şöhretinin artmasına ve şiirlerinin halk arasında yayılmasına vesile olmuştur.77 Vasfi Mahir Kocatürk, (1964), Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Yayınları, Ankara: s.613 Göktaş, a.g.e. , s.4. 76 Yıldız, (2012), a.g.e. , s.37-38. 77 Kocatürk, a.g.e. , s.613. 74 75 28 Bunun yanı sıra Sülûk-nâme isimli eserinde tarikatların mahiyeti, seyr ü sülûkun nasıl olması gerektiği hususunda, şeyh ve mürit münasebeti ile ilgili verdiği bilgilerle tasavvuf edebiyatına önemli bir katkıda bulunmuştur. Ahmed Sûzî, şiirlerini hüner göstermek ve sanat ortaya koymak için değil, müritlerine tasavvufi konulardaki görüşlerini âşıkane ifadelerle ve basit bir üslupla telkin etmek için kaleme almıştır. Dolayısıyla onun için edebiyat bir amaç değil tasavvufi konulardaki görüş ve düşüncelerini bu yolla halka anlatmak için bir araçtır. Bu sebeple o da kendisinden önceki birçok mutasavvıfın takip ettiği yolu takip ederek düşüncelerini sanat kaygısından uzak sade ve samimi bir üslupla anlatmaya gayret göstermiştir. Zaten Ahmed Sûzî’nin eserleri incelendiğinde onun alet ilimleri ve tasavvufi ilimlerdeki bilgilerinin edebi bilgisinden daha fazla olduğu görülür. Ahmed Sûzî, Divanının Hâzihî Hâtimetü’d-Dîvân ve Târîhuhû başlığını taşıyan hatimesinde bir nevi kendisini savunarak eserinde bir takım kusurların bulunabileceğini ancak kendisinin sanat ortaya koymaktan ziyade, Hakk’tan ilham olarak diline gelenleri anlatmaya çalıştığını şu dizelerle ifade eder: Bî-hamdillâh dîvân buldu hitâmı Kamu noksân ile oldu tamâmı Ne nutk olduysa Hakk’dan oldu billâh Yapıp düzme değil diñle kelâmı Ne söylerse göñül Hak’dan gelir bil Anı sen sanma ki tertîb nizâmı78 (G: 259 / 1, 2, 3 ) Ahmed Sûzî’ye göre bütün şairlerin şiirlerinde biraz selika, fikir, ilim ve edebi kaideler bulunmaktadır. Şair kendi bilgisi ve görgüsü miktarınca kelama nüfuz edebilmektedir. Bu görüşünü şu dizelerle ifade eder: Dahi vardır selîka hem tabîǾat Anıñladır cemǾî şâǾir makâli 78 Yıldız, (2012), a.g.e. , s.347. 29 Biraz var fikr ü ‘ilm ile kavâid Ki Ǿilminde bulur söyler kelâmı 79 (G: 259 / 4, 5) Ahmed Sûzî, tekke ve tasavvuf kültürünü halka ulaştırmaya çalışan şairlerin divanının bu tür şekli unsurlardan uzak olduğunu söyleyerek, Divan’ında sanat gayesi gütmediğini, şiiri, fikirlerini telkin etmek için bir vasıta olarak düşündüğünü anlatmaya çalışmıştır. Ona göre gönül ehli şairler, Allah’tan ne ihsan olunursa onu ifade ederler. Bu ise diğer şairlerin edebi unsurlarla bezenmiş, zahiri güzelliğe sahip şiirlerinden daha üstündür. Ahmed Sûzî, bu düşüncelerini şu dizelerle ifade etmeye çalışır. Velî dîvân-ı ehlullâh bulardan Müberrâdır münezzeh ey hümâmı Olar her ne dediyse Hakk’ı söyler Ki Hakk’ın gayrıya derler sivâyı80 (G:259 / 7, 8 ) Divandaki bazı örneklerden de anlaşıldığı gibi, Ahmed Sûzî, bir tekke şairidir. Şiirin şekli kurallarına fazla önem vermediğini kendisi de belirten şair, esas olanın anlam ve içerik, daha açık ifadeyle ilahî aşk olduğunu ifade etmiştir. Bazı manzumeleri sanat endişesinden uzak olarak yazılmışsa da kimi şiir ve beyitleri, bu konuda gerekli yeterliliğe sahip olduğunu göstermektedir. Vezni tutmayan şiirlerinin yanında hece ile yazdığı, güzel manzumeleri de vardır. Bu yönü ile bakıldığında Ahmed Sûzî, şairliği değil mutasavvıflığı önceleyen bir şairdir. Ona göre şair söylediği her sözü muhatabının bilgi ve görgüsüne göre, onun anlaya bileceği bir dille ifade etmelidir. Söz anlaşılmayınca ne kadar güzel söylenmiş olursa olsun amacına hizmet etmez. Bu sebeple halka tasavvuf yolunu anlatmaya çalışan Ahmed Sûzî, her türlü sanat endişesinden uzak sade ve samimi bir dil ve üslup kullanmıştır. Tekke edebiyatının önde gelen şairlerinden etkilenmiş ve yer yer çok güzel manzumeler kaleme almış olan Ahmed Sûzî, edebiyat tarihimizin göz ardı edilmemesi gereken şairlerindendir. 79 80 Yıldız, (2012), a.g.e. , s.347-348. Yıldız, (2012), a.g.e. , s.348. 30 İKİNCİ BÖLÜM SÜLŪK-NĀME’NİN İNCELENMESİ 31 2.1. SÜLÛK-NÂME’NİN BÖLÜMLERİ 2.1.1. Besmele Güncel hayatta sıklıkla besmele bazen de Bismillah (Allah’ın adıyla) şeklinde kısaltma olarak kullanılan Bismillâhirrahmânirrahîm sözü İslami inanışta Rahman ve Rahim Allah’ın Esma-ül hüsnadan iki adıdır. Birincisi gramer olarak sıfat-ı müşebbehe, ikincisi mübalağa ile ism-i faildir. Sıfat-ı müşebbehe özelliğin devam ve değişmezliğini, ism-i fail ise oluş ve yenilenmeyi ifade eder. Bu bakımdan “Şefkatle merhamet eden Allah’ın adıyla” şeklinde anlaşılır. Besmele, genel anlamda hayırlı her işin başında Allah’ın adını hatırlamaktır. Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olan Fatiha’nın Hamd âlemlerin Rabb’i olan Allah’a mahsustur, diye başlaması, önemli işlerin besmele ve hamdele ile başladığının en önemli işaretidir.81 Besmeleden maksat, Yüce Allah’ı hatırlamak ve O’nun ismini zikretmektir. Hz. Peygamber, sahabelerine her işin başında besmele çekmeyi tavsiye ederdi. Yemek yerken, abdest alırken, kurban keserken, Allah yolunda savaşa giderken yani her işlerine besmeleyle başlamalarını isterdi. Bu konuda Hz. Peygamber’in, Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlamayan her iş, bereketsiz ve sonuçsuz kalır.82” hadis-i şerifi insanları yaptıkları her işin başında Allah’ın adını anmaya yöneltmiştir. Divan edebiyatında geleneğin belirlediği bazı kurallar vardır. Eserin yazılış sürecinden sunuluşuna kadar belli bir usul takip edilir. Özellikle tasavvufun bu geleneğin biçimlenmesinde büyük rolü vardır. Öyle ki eserin muhtevasında, biçiminde yani kompozisyonunda tasavvufun belirlediği form dikkati çeker. Divan edebiyatında mesnevi, divan mukaddimeleri, tevhit ve münacat gibi edebi türler besmele ile başlar. Bunun yanı sıra birçok klasik eserde besmeleye mısra ve beyitlerde yer verilir ya da besmele telmih yoluyla hatırlatılır. Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olan Fatiha’nın besmele Kur’an, 1. Fatiha Sûresi, Ayet 1 Mehmet Görmez vd. , (2014), Hadislerle İslam, C. I, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 179. ; Muhammed Hamdi Yazır, (1997), Hak Dinî Kur’an Dili, C. I, Hisar Yayınevi, İstanbul: s.46. 81 82 32 ile başlıyor olması besmelenin ilk ayet olarak kabul edilmesi de özellikle tasavvufi tefsir ve şerhler yazan müelliflerin besmele üzerine yoğunlaşmasına sebep olmuştur.83 Her hayırlı işe besmeleyle başlanılması gerektiği inancı besmelenin İslam kültürü içindeki önemine işaret eder. İbn-i Arabî’ye göre; Allah’a göre kün (ol) ne ise, insana göre besmele de odur. Besmele, insana bir şeyi yapma ve meydana getirme gücü ve iradesi verir. Allah kün ile kul besmeleyle yapar.84 Bu sebeple kendisinden önceki şair ve yazarlar gibi Ahmed Sûzî de eserine besmele ile başlamıştır. 2.1.2. Hamdele Kelime anlamı olarak iyilik, güzellik ve övme anlamına gelen hamd sözcüğü dinî bir terim olarak güzel nitelikleri ve iyilikleri sebebi ile Allah’ı övmek, hakkını ödemek ve teşekkür etmek anlamına gelir.85 Hamd, şükürden daha kapsamlıdır. Dolayısıyla hamd eden kimse aynı zamanda şükretmektedir. Bu kelimeden türetilen hamdele Elhamdülillah cümlesinin kısaltılmış şeklidir. Hamdele Arapçada menhût isim veya mastardır. Arap dilinde bazı cümlelerin ilk iki yahut daha fazla harfini almak suretiyle yeni bir kelime oluşturma kuralına86 göre İslamiyet’in yayılmasından sonra çeşitli dua ve zikir cümleleri kısaltılarak besmele, salvele, havkale gibi yeni kelimeler meydana getirilmiştir. Hamdele de bunlardan biri olup, “Her türlü övgü Allah’a mahsustur.” anlamına gelen el-hamdülillâh şeklindeki dua ve zikir cümlesinin kısaltılmasıyla oluşturulmuştur.87 Bu cümle, “Hamd Allah’a mahsustur.” anlamında ihbari bir ifade olmakla birlikte âlimler bunun, Hamd Allah’a olsun veya AIIah’a hamdolsun tarzında emir (dilek) manası taşıdığını kabul etmişlerdir. Ayet ve hadislerde hamd etmeye dair dualara verilen önemin etkisiyle Müslümanlar tarafından çokça kullanılan bu zikir cümleleri muhtemelen II. (VIII.) Ayhan Tek, (2009), Türk Tasavvuf Edebiyatında Bâ-yı Besmele, II. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı I-II, Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, , 4-6 83 Ağustos 2008, İstanbul: ss. 97-108. 84 Süleyman Uludağ, (2001), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul: s.73. 85 İsmail Karagöz, (2011), Ayet ve Hadislerin ışığında Allah’ın İsim ve Sıfatları: Esma-i Hüsna, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 152. 86 Bkz. Naht. 87 Yusuf Şevki Yavuz, (1988), Hamdele, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 448 33 yüzyıldan itibaren naht kuralına göre kısaltılan Elhamdülillah ibaresi hamdele diye adlandırılmıştır. Hamdele, Hz. Peygamber’in tavsiyesi gereğince Müslüman hatiplerin hutbeleriyle müelliflerin kitaplarında besmeleden hemen sonra yer almış ve böylece köklü bir İslamî gelenek teşekkül etmiştir. Hamdele ayrıca Müslümanların yeme, içme, uykuya yatma, uykudan kalkma gibi günlük faaliyetlerinin başında ve sonunda zikredilen bir dua cümlesi haline gelmiştir. Müslümanların bütün resmî yazışmaları ile önemli akidelerinde de besmeleden sonra hamdele zikredilmiş, bir yazıda hamdeleye yer verilmemesi o yazının önemli olmadığının bir işareti sayılmıştır.88 İslamiyet’in kabulünden sonra Türk toplumu arasında da gelenek halini alan bu kurala uyarak eserine Allah’ın adı ile başlayan Ahmed Sûzî, bundan sonraki bölümde ise Allah’a hamd ve senasını sunmak için eserine hamdele ile devam etmiştir. Bu kısımda yazar şu ifadelere yer verir: “ Sonsuz övgü ve şükür bütün âlemi hiç yoktan yaratan izzet ve azamet sahibi ve yarattığı bütün varlıklardan yüce olan Allah’a olsun. O Allah ki insanoğluna güzel konuşma yeteneği vererek onu yarattığı diğer bütün varlıklardan seçkin, güzel ahlakı bilip buna göre hareket etmesi sebebi ile diğer mahlûklardan üstün ve büyük meleklerin kendisine secde ettiği kimse etti. İnsanoğlunu bu özellikleri dolayısıyla şeytanların şerrinden muhafaza eyledi.” 89 Yukarıdaki ifadelerle Ahmed Sûzî, Allah’ın insanoğlunu halk ettiği bütün varlıklar içinde en üstün özelliklere sahip olarak yarattığını, insanoğluna diğer hiçbir varlığa bahşetmediği konuşma yeteneği verdiğini ve böylelikle insanı bütün mahlûkattan üstün tuttuğunu ifade etmiştir. Bu sebeple insanoğlu bu nimetin şükrünü eda etmek için Allah’a yalvarmalı, O’na şükretmelidir. İnsanoğlu ancak bu şekilde kendisine verilen nimetler karşısında şükretmenin mutluluğunu yaşar. 2.1.3. Salvele Salvele, Hz. Peygamber’e salâvat okuma; Allah’a hamd ve sena ettikten sonra Hz. Peygamber hakkında “ Ve’s-salâtü ve’s-selâmu âlâ seyyidinâ Muhammed’in ve âlâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.” şeklinde yapılan Hz. Peygamber’in manevi şahsiyetini 88 89 Yavuz, a.g.e. , s.449 Sülûk-nâme, SK. HME. , 1b-2a. 34 selamlama anlamında bir tabirdir. Bu zikir cümlesi daha önce de belirttiğimiz gibi Arapçadaki naht kuralına göre kısaltılarak salvele şeklinde kullanılmıştır. Hz. Peygamber’e imanın ve muhabbetin bir ifadesi olan bu duayı, müminlere yüce Allah emretmiştir. Yüce Allah Ahzab suresinde şöyle buyurmaktadır: “ Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey İman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.90” Bu ayette yüce Allah kendisinin ve meleklerinin Hz. Muhammed’e salat getirdiğini bildirmekte, müminlerin de salat getirmesini emretmektedir. Ayrıca O’na selam vermemizi bize vazife kılmaktadır. Bu ayet-i kerimede yüce Allah, Peygamberinin hayatını ve mematını şerefli kıldığını, mevkiini yücelttiğini açıklamaktadır.91 Salavât getirmek Hz. Peygamber’e olan şükran borcumuzu ifa etmek demektir. Çünkü o, müminler için, hatta bütün insanlar için büyük iyilikler yapmıştır. Üzerimizdeki haklarına bir nevi teşekkürle mukabele etme ve onu yüceltme, sevgi ve bağlılığımızı dillendirme imkânıdır. Bu ise yüce Allah’ın bir lütfüdür. Salâvat getiren kişi birçok manevi hazza gark olur, lezzetler duyar. Bu ise anlatılmaz, ancak bireyin kişisel tecrübesi ile elde edilir. Salât ve selam Peygamber sevgisini artırır. Peygamber sevgisini tadan insan, insanlara ve bütün varlıklara sevgi ile yönelir. Yani Peygamber sevgisi bireye, insanı ve her şeyi sevmeyi, sevebilmeyi öğretir. Öyle ki bu sevgi insanın, insanlığın mutluluğu için kalbini çarptıran, onu canlandıran bir atılım yapmasına imkân veren bir umut kapısıdır. Çünkü bu bilince erişen mümin için sevme eylemi, sevilme olarak algılanmaz. Yani o mümin, nasıl sevilebileceğini, nasıl sevimli olabileceğini değil, nasıl sevebileceğini gaye edinmiştir.92 Salât ve selam bize örnek insanı gösterir. Ona salât ve selam getirmek kelimelere hayat vermek demektir. Kelimeler ise bilgi ile hayat bulur. Bilgi de okumak ile elde edilebilir. Sevgiye erişmek isteyen kişinin kendisini bilinçli bir birey olarak eğitmesi gerekir. Bu bilgilenme ve gayretler bize, o örnek insanın kişiliğinde dünya 90 Kur’an, 33. Ahzab Sûresi, Ayet 56 Hidayet Işık, (1989), Hz. Peygamber’e Salât ve Selam Getirme ile İlgili Bir Araştırma, Diyanet Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 25, Ankara: ss. 263-286. 92 Ahmed Nedim Serinsu, (2001), Ahzâb Sûresi 56. Âyeti Çerçevesinde Hz. Peygamber’e Salât ve Selâm Getirmenin Anlamı, Dinî Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı:10, Ankara: ss. 121-139 91 35 hayatında önemli insan olmaya değil, aksine değerli insan olma gayesine yönelmemiz hedefini gösterecektir.93 Böylece inanan insan, bilgi ve bunun aktarılması yöntemi olarak salât ve selama bakacak, Hz. Peygamber’in şahsında nitelikli öğretim-eğitimin insani bir yöntemini uygulamış olacaktır. Bunun yararı insanın bildiklerini yaşayarak örnek kişilik olmaya çabalamadıkça ne fert planında ne aile planında ve ne de toplum olarak huzuru ve mutluluğu arzuladığı biçimde gerçekleştiremeyeceğini idrak etmesi olacaktır. Bu tespiti yaptığı anda dünya ve ahret mutluluğunun sırrını da yakalamış demektir.94 Hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadislerde sıklıkla üzerinde durulan Hz. Muhammed’e salât ve selam getirme Müslümanlar arasında büyük bir kabul görmüştür. İslam’ın kabulünden sonra müstakil olarak bu konuyu işleyen eserlerin yanında diğer eserlerde de bu hususlar salvele adı altında besmele ve hamdeleden sonra yer almıştır. Bu geleneğe uyan Ahmed Sûzî de Sülûk-nâme isimli eserine başlarken Besmele ile başlamış ve Allah’a hamd ve senalarını sunduktan sonra onun elçisi olan ve bütün kâinatın yaratılış sebebi olan rahmet peygamberi Hz. Muhammed’e salât ve selamlarını sunmuştur. Hz. Muhammed’in gelişi ile dünyada kötülüklerin ve sapkınlıkların ortadan kaybolduğunu ifade ederek ona salât ve selam getirmek gerektiğini ifade etmiştir. 2.1.4. Tarîk-i Telkîn Tarikat; kalbin temizlenmesi ve dış dünyadan bütün ilişkisinin kesilmesidir. Tarik yol demektir. Tarikat; yüce Allah’a yaklaşmak ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla takip edilmesi gereken yol anlamına gelir.”95 Tasavvuf ıstılahında tarikat, önceleri ahreti kazanmak için bu dünyadan yüz çevirerek kalbi terbiye etmek, nefis ve tabiata ait güçleri kontrol altına alabilmek için zahidane bir yaşayış manasında kullanılırken daha sonra kurumsallaşmaya başlayan ve kalbi saflaştırma, nefsi temizleme metotları üzerine bina edilen hususi müesseselerin adı olmuştur.96 Serinsu, a.g.m. , s.138 Serinsu, a.g.m. , s.139. 95 Selçuk Eraydın, (1981), Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yayınları, İstanbul: s.172 96 Hasan Kamil Yılmaz, (1982) , Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celveti Tarîkatı , Erkam Yayıncılık, İstanbul: s. 143. 93 94 36 Tarikatlar, dış dünyaya devamlı kapalıdırlar ve daima içe dönük yaşarlar. Bunlardan meydana gelen cemaatler tüm şehirlerde faaliyet göstermektedirler. Kökleri çok eskiye dayanan tarikatlar sık sık kendi içlerinde bölünmüş, aralarında mücadele etmiş ve değişik adlarla ortaya çıkmışlardır. İlk olarak XII. yüzyıldan sonra kurulmaya başlayan tarikatlar, süreç içinde birçok alt kola ayrılmaktan kurtulamamışlardır. Bu sayı dört yüze kadar çıkmıştır. İslam dünyasında dört yüz civarında tarikat bulunmakla birlikte aslında bütün tarikatlar, bir tasnife göre on iki ana koldan doğmuşlardır. Büyük bir kısmı var olmakla birlikte bütün bu tarikatların, bugün yaşadığı da söylenemez. Bir kısmı zaman içinde yok olmuştur. Yine süreç içinde aynı kaynaklardan beslenen birçok yeni tarikat da ortaya çıkmıştır.97 Dört yüze yakın farklı tarikat olmasına rağmen bunların birçok yönü birbirine benzemektedir. Bu tarikatların ortak yanı yorum kapısını açık tutmalarıdır. Bunun dışında her tarikatın başında Pir ya da Şeyh adı verilen önderleri vardır. Her tarikat, kendine özgü kurallara ve kıyafetlere sahiptir. Zikir yapmayan tarikat neredeyse yoktur. Yine her tarikatın oluşturduğu kendine özgü bir ortak kültürü vardır. Bu ortak kültür, tasavvufi yaşamın şekillenmesini belirler. Her tarikatta, tasavvufi eğitimini tamamlayan kişilere icazet adı verilen diploma verilmesi adet olmuştur. Bu diplomaya sahip olanlar, o tarikatları temsil etme hakkını da kazanır. Diğer bir ortak yan ise hemen hemen her tarikatın kol-şubelerinin olmasıdır. Bu şubelerin zaman içinde bazen müstakil bir tarikat halini de aldığı görülür. Bir cemaat yaşamı şeklinde kendisini soyutlayan tarikatlarda bu ortak yanlarının dışında en önemli ortak unsur bir gelir kaynağı olarak vakıflara sahip olmalarıdır.98 İslam dünyasında tarikatlar, kökleri daha eskilere dayanmakla birlikte ilk olarak XII. yüzyıldan sonra görülmeye başlar. Bunun en önemli sebebi bu süreçte ortaya çıkan toplumsal ihtiyaçlardandır. Mevcut İslami kurallar değişik toplum kesimlerinin sorunlarına yeterince cevap veremediği zaman, önce mezhepler, ardından da birkaç asır sonra tarikatlar toplumsal hayatta belirleyici rol oynamaya başlamışlardır. Böylece değişik kültürlerden ve değişik toplumsal yapılardan gelen Müslümanlar hem İslam dinini öğrenmek hem de yaşamlarını İslam’a uygun hale getirmek amacıyla tarikatlara intisap etmişlerdir. Mehmet Ünal, (2012), Tasavvuf Tarihi İçinde Celvetilik, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 13, Sayı: 26, Isparta: ss. 91-104. 98Mustafa Kara, (1985), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul: s. 191 97 37 İslam dinini öğretecek ve insanlara Allah yolunda ilerlemeleri için yol gösterecek resmî kurumlar yeterli sayıda olmadıkları için bunların bıraktığı boşluğu tarikatlar doldurmaya başlamıştır. Bu sebeple Allah yolunda seyr ü sülûk etmek isteyen kişilerin bunu ancak tarikatlar vasıtasıyla yapabileceği anlaşılmıştır. Allah yolunda ilerlemek isteyen insanlara yol göstermek amacıyla Sülûk-nâme isimli eserini kaleme alan Ahmed Sûzî, bu eserinde yer alan tarik-i telkin başlıklı bölümde bu yolda ilerlemek isteyen saliklerin bir tarikata bağlanması gerektiğini ifade etmiştir. Ahmed Sûzî’ye göre Allah’a sülûk etmek ve Allah dostlarının yoluna girip her iki dünyada da mutluluğa kavuşmak isteyen bir salik ilk önce bir şeyh-i kâmil bulup ondan tarikata kabul edilmeyi istemeli ve zikrin nasıl yapılması gerektiğini, seyr ü sülûkun adap ve erkânını ondan öğrenmelidir. Onu kendine rehber edinip sırtını ona dayayarak yüce Allah’a giden yollara onun kılavuzluğu ile sülûk edip ayak basmalıdır. Salik, kendisine yol gösterecek merhametli, ihlâslı bir dosta ve tarikat merasimini bilen birine ulaşmadıkça hidayet bulamaz. Bunun yanında yolda çok sıkıntılar çeker. Ahmed Sûzî, bu düşüncesini desteklemek için Bayezîd-i Bistâmî’nin Bir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür. Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır. Sözüne de eserinde yer vererek seyr ü sülûk yolunda ilerlemek isteyen saliklerin bir mürşid-i kâmile bağlanmasının zorunluluğunu ifade etmeye çalışmıştır. Ahmed Sûzî, bu düşüncesini ifade ettikten sonra müridin tarikata kabulünün şartlarını da ortaya koymuştur. Buna göre tarikata girmek için başvuran kişinin tarikata kabul edilmesi için ilk önce tarikatın şeyhi salike istihareye yatmasını emreder. Kendisi de istihareye yatarak Allah dostları tarafından istihare esnasında salikin tarikata kabulüne izin verilirse şeyh salike gusletmesini emreder. Ardından iki rekât namaz kılmasını, Allah rızası için bir miktar şey adakta bulunmasını ve sadaka vermesini emreder. Salik kendisine emredilen işleri yaptıktan sonra şeyhin huzuruna gelir ve şeyh Allah rızasını kendisine esas gaye edinmesini emreder. Şeyh saliki bütün küçük ve büyük günahları ile birlikte gafletlerinden ve kötü hal ve hareketlerinden nasûh tövbesi ile tövbe ettirir. Çünkü hadis-i şerifte buyrulduğu gibi bir kişi bütün günahlarına tövbe 38 edip birisine etmese o kişi tövbe etmiş sayılmaz. Sonra şeyh o salikin üzerinde kul hakkı var ise hakkın ödenmesini ya da hak sahibinden helallik almasını ister. Bu yönde salikten söz aldıktan sonra o müridin sağ elini tutup yapmaya mecbur olduğu farzları, üzerine vacip olan şeriat hükümlerinin tamamını, sünnetleri ve nafile ibadetleri salike bildirmeli ve salik bunları tasdik etmelidir. Bu amelleri işlemek için azimle çalışacağına söz verip bidatlerden sakınacağına, tövbesinde kararlı olup onu bozmayacağına dair söz alıp şu ayet-i kerimeyi okutmalıdır. 99انّ الذين يباديعونك الى احزه قوله تعالى Bundan sonra Allah’ın yedi güzel isminden ilki olan Kelime-i tevhidi sesli olarak zikretmesini söyleyip sağından alıp solunda bitirerek ve Allah dışında hiçbir maksat yoktur, sözünün anlamını dikkatli bir şekilde düşünmesini emreder. Salik, bu zikri uzunca bir süre sesli olarak okuduktan sonra belki de sözleri ile söylediklerini kalbi ile de tasdik etmeye başlar. Şeyh bu aşamadan sonra Kelime-i tevhidi gizlice ve alçak bir sesle okuması için salike izin vermelidir. Salik bütün bunları yerine getirdikten sonra şeyh salikin ellerini tutup verdiği bütün sözler ve ettiği tövbelerin üzerinde dosdoğru duracağına dair ona yemin ettirmelidir. Salik sonunda azim, gayret ve tam bir itikat ile canını, malını, başını ve ailesini bu yolda feda etmeye hazır olduğunda tarikata kabul edilir. 2.1.5. Âdâb-ı Erkân-ı Sülûkü’s-Sâlikîn Ahmed Sûzî, tarikata bağlanmanın en büyük şartı olarak nispeti koymuştur. Nispeti korumanın esasını da şeyhin müride sunduğu ve müridin de kabul ettiği antlaşma, sözleşme, telkin, talim, tembih, tesbihatlar, zikirler ve kulluk adaplarından ibaret olarak kabul etmiştir. Ahmed Sûzî, nispeti bu anlamda aslında tarikatın kendisi olarak tanımlamıştır. Salik eğer bu nispeti korumazsa tarikata olan bağlılığını da korumamış olur. Tarikata bağlılığını korumayan tarikattan çıkarılır ve yolundan dönmüş olur. Bu yüzle Allah’a yaklaşamaz. Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman Allah’a tabi olurlar. (Onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim ahdini bozarsa o takdirde sadece kendi aleyhinde bozmuş olur. Eğer Allah’a olan ahdine vefa ederse o zaman ona en büyük mükâfat verilecektir). Kur’an, 48. Fetih Sûresi, Ayet 10 99 39 Salik, şeyhin kendisine emrettiği ve kendisinin de kabul ettiği antlaşma, sözleşme, telkin, talim, tembih ve tesbihatlardan en küçük birini bile terk etmemeli, şeyhin her bir emrini candan kabul edip bunları ne eksik ne de fazla belirtildiği gibi yerine getirmelidir. Salik, bütün feyizlerin ve ihsanların kapısının şeyh vasıtasıyla açılacağına inanmalıdır. Şeyh meclisine katılmaya devam etmelidir. Salik, ancak bu şekilde nispeti yerine getirmiş olur. Eğer bunlardan birini terk ederse şeyhten özür dileyerek yeni baştan rica edip şeyhe sığınarak nispeti yenilemek ve yeminini tazelemek zorunda kalır. Çünkü yeminini bozarak nispeti terk etmiş olur. Mürit, kendi şeyhinden başka şeyhlerle ve kendi tarikat arkadaşlarından başka saliklerle görüşmemelidir. Şeyhinin aleyhinde olan kimselerin yanına varmamalı ve bunlarla sohbet etmemelidir. “ Şeyhim Hakk’a ulaştırandır ve beni ancak o Hakk’a ulaştırır.” şeklinde düşünmelidir. Şeyhim Hz. Peygamber’in naibidir, diye itikat etmelidir. Buna tabi olmak peygamberler sultanı aleyhisselama tabi olmaktır. Buna biat etmek ona biat etmektir. Buna teslim olmak ona teslim olmaktır, bunun rızası onun rızasıdır, diye itikat etmelidir. Eğer böyle etmezse kalbinden nur silinir ve biat beni yok olur. Salik, beni Mevla’ya ancak şeyhim ulaştırır, ondan başkasının beni Mevla’ya ulaştırması imkânsızdır, Hz. Hızır gelse de bana fayda vermez diyerek şeyhine sıkı bir şekilde bağlanmalıdır. Şeyhinin sözlerini can kulağıyla dinleyip, ne demek istediğini anlamaya çalışıp bu sözleri hakikatin sırrı olarak düşünmelidir. Şeyhin söylediği her bir sözden kendisine bir hisse çıkarmalı, bunu ne için söyledi, bu uygun değildir ya da bu çok zordur dememelidir. Şeyhin bütün sözlerini kâinatın kuruluş amacını ve nizamını açıklayan hikmet sırları olarak kabul etmelidir. Şeyhin kendisine söylediği sözlerin yanında başkalarına söylediği sözlerden de hisse çıkarıp burada bana da bir tembih vardır, diye düşünmelidir. Şeyh kelam söylerken bir işle uğraşmamalı, başkaları ile konuşmamalı ve izin almadan gitmemelidir. Salik için sülûkun şartlarından biri de şeyhin sohbetine katılmaktır. Çünkü şeyhler müritlerini sohbetle ve sohbet esnasındaki açık ve gizli işaretlerle terbiye ederler. Hz. Peygamber de eshab-ı kirama birçok şekilde İslam dinini anlatmıştır. Fakat 40 bunlar arasında sohbet ile söylediği fazla ve açık olduğundan onlara eshab ve sahabe diye isim verilmiştir. Hz. Peygamber’in yolunu takip eden şeyhler de onun en çok uyguladığı terbiye metodu olan sohbeti bir terbiye disiplini olarak kullanmışlar ve sohbet esnasında saliklere birçok tembihte bulunmuş, birçok adap ve kuralara işaret etmişlerdir. Salik bunların dışında şeyhten kendisine buyrulan her şeyi candan kabul etmelidir. Her ne sebeple olursa olsun şeyhten gelenlerin hepsini iyilik, yardım ve himmet olarak bilmeli ve hepsine boyun eğip Allah dostlarının gemini ağzına vurup mevcut olan imtihan, çille ve zorlukların üstesinden gelmelidir. Aklına küçük bir zorluk ya da acizlik gelmemelidir. Çünkü bu yolun zorlukları kazançları ile eşittir. Yol ne kadar çetin olursa salikin kazanacağı maneviyat da o kadar değerli olacaktır. Bunu bilerek bu yolda ilerleyen ve şeyhine tam bir bağlılıkla teslim olan salik bu sülûk ile ebedi mutluluğa ve ebedi sırlara ulaşabilir. 2.1.6. Tembih Kelime anlamı olarak bir şeyin belli biçimde ve yolda yapılmasını söyleme, bunu üsteleyerek hatırlatma, uyarı, uyarma anlamına gelen tembih, sülûk-nâme adlı eserde salikin seyr ü sülûk esnasında uyması gereken bazı kuralların hatırlatıldığı bölüm olarak yer almaktadır. Ahmed Sûzî, eserinin bu bölümünde tarikata intisap eden salikin yolunda doğru bir şekilde ilerlemesi için kendisine birtakım nasihatlerde bulunur. Bu nasihatlerin yanında uyması gereken kuralları da hatırlatır. Ahmed Sûzî, ilk olarak tarikata intisap edip seyr ü sülûkunu tamamlamak isteyen salikin uyması gereken yedi şart öne sürer. Eğer salik bu yedi şartı bir şeyhe bağlanmadan kendi kendine uygulayarak sülûk etmek isterse bir sonuca ulaşamaz ve tarikatın kendisine açacağı hakikatin sırlarına vakıf olmaz. Bu nedenle salik ancak bu şartları bir tarikata bağlanarak ve bir şeyhin gözetiminde yerine getirmelidir. Aksi halde bir sonuç elde edemez. Bu yedi şart murakabe, zikr-i kalbi, vukuf-ı kalbi, hıfz-ı nispet, rabıta-i muhabbet, sohbet-i şeyh ve huzur-ı meclis, devam-ı hizmet ve emre itaattir. Salik bu 41 şartları asla unutmamalı ve daima bu şartları yerine getirmeye çalışmalıdır. Ancak bu şartları yerine getirirken de şeyhin iznine başvurmalıdır. Şeyhten izin almadan ya da şeyhin izin vermediği durumlarda kendi başına hareket etmemelidir. 2.1.7. Hurde-i Fukarâ Ahmed Sûzî, eserinin bu bölümünde tarikatta uyulması gereken yeme içme adabını anlatmaktadır. Buna göre salik, yemek yerken diz çökmelidir. Yemek yerken, zikrederken, Kur’an okunurken su içmemeli, pazartesi ve perşembe günleri oruçlu olmalıdır. Salikler, haram eğlencelerin olduğu gönlünü bu dünyaya bağlamış olan kişilerin meclislerine gitmemeli, bunların yanlarına dahi yaklaşmamalıdırlar. Salik yemek ayrımı yapmamalı ve çarşı yemeğini yememelidir. Şeyh ne derse veya önüne ne gelirse onu yemelidir. Yemek yerken kaşığını ağzı yukarı gelecek şekilde koymalı ve çabuk çabuk yememelidir. Tok gözlülükle yemek yemelidir. Şeyhin bardağından su içmemeli ve şeyh ile diz dize oturmamalıdır. Bir mecliste yemek yenirken ya zikir ya da Kur’an üzerine gelse hemen oturup hepsinden sonra es-selam demelidir. Kötü sözleri diline almamalı ve kötü anlamları çağrıştırmamalıdır. Mesela hımarın, kelbin, farenin, bevlin ve tağutun Türkçesini söylememelidir. Avret yeri ve buna benzer arif ve kâmillere layık olmayan sözlerden uzak durmalıdır. Yemek yedikten sonra şeyh hazır ise sağ yanından başlamalıdır. Şeyhin ellerini yıkadığı suyu yere dökmemeli ve şeyhten sonra onunla ellerini yıkamamalıdır. Salikler, şeyh başlamadan yemeğe el uzatmamalı, yemekten sonra sofrayı süpürmeli ve şeyhin ellerini yıkadığı suyu başka ele karıştırmamalıdırlar. Yemek yedikten sonra dua edip Allah dostlarının demini çekmeli, işrak namazı ve evvabin namazlarını şeyhin izniyle kılmalıdırlar. 2.1.8. Huzur-ı Şeyh Ahmed Sûzî, sülûk-name’nin bu bölümünde salikin şeyhin huzurunda iken uyması gereken kuralları açıklamaya çalışmıştır. Salik aynı zamanda şeyh yanında bulunmadığı zamanlarda gıyabında da bu kurallara riayet etmelidir. 42 Salik her şeyden evvel yardıma ihtiyaç duyduğu zaman şeyhten yardım istemeli ve Hakk yolunda ilerlemek istiyorsa kendisini şeyhe teslim etmelidir. Şeyhin sözlerine asla muhalefet etmemeli, şeyhin bir sözüne dahi karşı çıkmamalıdır. Şeyh ile münakaşaya girmemeli ve şeyh bir şey söylerken niçin söyledi veya olmaz dememelidir. Salik, şeyh konuşurken gözlerini dikip yüzüne bakmamalı, önüne bakmalıdır. Şeyhin seccadesine oturmamalı ve seccadesine basmamalıdır. Şeyh izin vermiş olsa ya da zaruri olsa da şeyhin bardağından su içmemeli ve bir haber vermeye geldiğinde şeyh izin verse de şeyh ile diz dize oturmamalıdır. Şeyhin rızasının olmadığı sözleri söylememelidir. Şeyhin huzurunda ya da gıyabında gerek dünyevi ve gerekse de uhrevi bir şey teklif edip şöyle yapalım dememelidir. Şeyhe söylemek istediği bir şey varsa arz edip şeyhin dediğine razı ve teslim olmalıdır. Şeyh ne derse bunu emir kabul edip hemen yerine getirmeye çalışmalıdır. Giderken şeyhten izni almalı, şeyhin elini veya dizini öpüp gitmelidir. “ Şeyhin yanında çok durdum huzursuz oldum.” ve şeyhin yüzüne “ Olur amma sultanım…” dememelidir. “ Pek güzel, baş üstüne efendim.” demelidir. Şeyhinin gıyabında “ Efendim Hazretleri şöyledir ve buyurur.” demelidir. Zaruri olsa ve şeyh izin verse de şeyhinin yanında bir işle meşgul olmamalı ve nafile namaz kılmamalıdır. Şeyh ne telkin ederse onunla meşgul olmalıdır. Tarikattan asla alakasını kesmemelidir. Her ne görürse az ve çok şeyhe söylemeli, arz etmeli ve başkasına kesinlikle söylememelidir. Anlamını öğrenmeye geldiğinde şeyhin dizini öpüp söylemeli, şeyh tabir ederse dinlemeli, tabir etmezse nedir? diye sormamalıdır. Şeyh mecliste ayağa kalktığında kendisi oturmamalı ve şeyh su içtiğinde yanında olanlar ayağa kalkmalı dolup aksırsa yine ayağa kalkmalıdırlar. Şeyh bir kişiyi vekil tayin ederse bazı virtlerini ve emirlerini ona söylemeli, yanında tükürmemeli ve virt okunurken uyumamalı, tamamını dinlemelidir. Şeyhin kisvesi göründüğünde kalkıp başını aşağı eğmeli, şeyh meclisindeyken etrafına bakmamalı, şeyh bir yere veya evine gelse lütuf bilip geldiği gibi şeyhin elini öpmelidir. Hizmette kusur etmemeli elbisesi, bedeni veya bunun gibi bir şey ile uyanmamalıdır. Diğer insanlarla mecliste konuşmamalı, mecliste ve gıybette el oyunu etmemeli, vesaire dünyalık işlerle uğraşmamalı, dünyalık söz söylememeli ve kimsenin 43 hücresine varmamalıdır. Sebepsiz yere varırsa selam vermeli ve ardından işini görüp dönmeli, ayaküstü dahi oturmamalıdır. Yakın ya da uzak olsun bir yere gidecek olursa muhakkak şeyhten izin alarak gitmelidir. Kendisine lazım olmayan sözlere karışmamalı, söylememeli ve kahkaha ile gülmemelidir. Şeyhin huzurunda yan olarak oturmamalı ve zorunlu olsa da gaflete düşüp ayaklarını uzatmamalıdır. Zikrederken dizinin üstünde, terbiyeli bir şekilde ya da kement ile oturmalıdır. Zikri şevk ile dinlemeli ve bugün istediğim bu kadardır dememelidir ki bu hatadır. Daima istekle, şevkle ve edeple oturmalı, şeyhin huzurunda başını eğip kendisini bütünüyle şeyhe teslim edip teveccühle gözlerini kapatarak oturmalıdır. Zikir esnasında adaba hürmet gösterip Allah dostlarının meydanından dehşet alıp tazim üzere kalbini raptederek zikretmelidir. Sesini şeyhin sesine uydurmalıdır. Salik, zikrederken, el- hayyat okunurken gözlerini yummalı ta ki gözlerinden gönlüne bir yol bulana kadar başkalarına karışmamalıdır. Bir toplumda şeyh söylerken orada bulunanların hepsi dinlemeli veya bir kardeş söylerken ya dinlemeli ya zikretmeli ya da sessiz olmalıdırlar. Dünyalık konuşmamalı ve haram eğlencelere dalmamalıdırlar. Salikler, Şeyhin rızasını Allah’ın rızası ile birlikte bilmeli; zikir, virt ve ders okunurken aralarından geçmemeli ve konuşmamalıdırlar. Şeyhin huzurundan arkasını dönerek çıkmamalı ve şeyhin olmadığı zamanlarda bile teveccühle girip oturmalıdırlar. Salikler şeyhe karşı husumeti bulunan, ondan nefret eden, özellikle şeyhi istemeyip ya hasedinden ya da cehaletinden dolayı böyle olan kimselerle konuşup onları dost edinmemelidir. Onları Allah’a havale etmeli ve inkâr edenler arasından bir Allah dostu gibi geçip gitmeli, bir kargaşa ile ya da söz ile onlara bulaşmamalıdır. Salikler, mescitlere girerken sağ ayağını atmalı, çıkarken sol ayağını atmalı helâdan çıkarken yine aynı adaba riayet etmelidirler. Elbisesini her giydiğinde izin alıp şeyhin dizini ve elini öpüp dua ettirmelidirler. Mescide girerken ve çıkarken şeyhin elini, dizini öpmeli ve çok konuşmamalıdırlar. Eğer şeyh bunlara izin vermişse o zaman engel değildir. Allah’ın bütün kullarını bir gözetmeli, onlara kötü bir söz söylememeli, fiillerine bahane bulmamalı, hepsini yüce olarak gözetmeli ve kendisini hepsinden alçak bilmelidir. Her ne kötü söz işitirse işitsin; “Bu söze layık olmasaydım işitmezdim, 44 benim kusurum yüzündendir.” demeli ve intikam almak için karşılık vermeye çalışmamalıdır. 2.2. SÜLÛK-NÂME’NİN KONUSU Ahmed Sûzî, eserinde tarikat kuralları içerisinde önemli bir yeri bulunan ve salikin manevi yolculuğu esnasında kendisine yardımcı olacak ve kemalatını tamamlamasını sağlayacak birçok konuya değinerek salikin bu yolculuk sırasında takip etmesi gereken yolu aydınlatmaya çalışmıştır. Bu sebeple eserinde; zikir, tövbe, intisap, rabıta, mürit, şeyh, sohbet ve cezbe gibi birçok konuya değinmiştir. Ahmed Sûzî, bu konuları açıklarken sadece kendi görüşlerini açıklamamıştır. Bu konuda kendisinden önce yetişmiş ve görüş bildirmiş, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Şemseddîn-i Sivâsî, Bayezîd-i Bistamî, Şeyh Ahmed Kâmil, Necmüddîn Kübrî ve Muhammed Bahâüddîn gibi birçok âlimden nakiller de yapmıştır. Bunların içinde en fazla etkilendiği kişi ise atası Şemseddîn-i Sivâsî’dir. Sülûk-nâme’de anlattığı hemen her konuda ondan yaptığı alıntılar Ahmed Sûzî üzerinde atası Şemseddîn-i Sivâsî’nin çok etkili olduğunu gösterir. Ahmed Sûzî, eserinde Hz. Ebubekir’in ve Hz. Ali’nin üstün niteliklerini anlatan hadislerden alıntılar yapmıştır. İslam dininde önemli bir yeri bulunan bu iki isimden söz ederken elinden geldiğince ikisi arasında karşılaştırma yapmamaya çalışmıştır. Ahmed Sûzî, İslam dünyasında büyük bir değere sahip olan bu iki ismin de üstün meziyetlere sahip kişiler ve din uluları olduğunu vurgulamıştır. Tarikatların ortaya çıkış serüvenine de değinen Ahmed Sûzî, tarikatların kaynağı olarak Hz. Muhammed’in, onun ashabının ve daha sonraki dönemlerde yaşamış olan İslam’ın önde gelen büyük âlimlerinin yaşadığı züht hayatını göstermiştir. Ahmed Sûzî’ye göre bunlar İslam dinini bir yaşam felsefesi haline getirmişler ve İslam’ı kendi hayatlarına tatbik ederek İslam’ın canlı olarak yaşadığı ve yaşatıldığı bir yol haline getirmişlerdir. Onların açtığı bu yol ilerleyen yıllarda gelişmiş ve yayılmıştır. Bu yollar yeni yollar açmış ve İslam coğrafyası çeşitli kollardan yayılarak genişlemeye başlamıştır. Bu şekilde tarikatlar İslam dinini canlı bir şekilde yaşayan ve İslami terbiye disiplinini insanlara öğreten kurumlar ortaya çıkmışlardır. İşte bu yollarla tasavvuf ve tarikatlar nesilden nesile aktarılarak varlığını devam ettirmişlerdir. Tarikatlar insanların sadece zahiri âleme takılıp kalarak gerçeği 45 görmelerini engelleyen perdeleri ortadan kaldırmaya çalışırlar. İnsanoğlu sadece zahiri âleme takılıp kalırsa Allah’ın kudretini tam olarak anlayıp algılayamaz. Tasavvuf insanın batını idrak etmesi için insanlara yol göstermeyi hedefleyen bir bilim olarak ortaya çıkmıştır. Ahmed Sûzî, eserine ilk önce Allah’ı tanıtarak başlamıştır. Salikin her şeyden önce Allah’ı bilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu sebeple eserine başlarken Allah hakkında bilinmesini zorunlu gördüğü konuları açıklamış ve saliklere ilk önce bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah’ı tanıtmaya çalışmıştır. Bu kısımdan sonra ise insanın yaratılış sürecine değinmiştir. Ahmed Sûzî’ye göre Allah ilk önce insanların ruhlarını lâhut âleminde kendi nurundan ve en güzel şekilde Ahsen-i takvim üzere yaratmıştır. Ahmed Sûzî , لقد خلقنا االنسانا فى أحسن تقويم 100 ayet-i kerimesinin bu düşünceye işaret ettiğini bildirmiştir. Allah, kendi nurundan yarattığı bu ruhları süresini yalnızca kendisinin bildiği bir müddet arşın üzerindeki ruhlar âleminde bekletmiştir. Ruhlar bu âlemde Allah’ın zat ve sıfatlarına mazhar olmuşlardır. Ruhlar burada müşahede makamında bir müddet bekletildikten sonra bu ruhlar içinde üstün olanlarını kendi ilmiyle olgunlaştırmış ve onlara kendisine sadık bir kul olma şerefini bağışlamıştır. Böylelikle bunlar Allah’ın yeryüzündeki halifesi olma şanına sahip olmuşlardır. Bu ruhlar böylelikle خليفة 101 إ نى جاعل فى االرضayetinin tecellisine mazhar olmuşlardır. Allah, daha sonra nurdan yarattığı bu ruhları topraktan yarattığı cesetlerin içine yerleştirmiş ve ruhları bir bedene büründürmüştür. هوالز حلقكم من طينayeti bu gerçeği 102 işaret ve ifade etmektedir. Allah, bu aşamadan sonra ruhları sırasıyla âlem-i ceberuda, âlem-i ceberuttan âlem-i melekûta, âlem-i melekûttan ise âlem-i mülke indirmiş ve onları kendileri için yaratılmış olan cesetlere yerleştirmiştir. 103 ثم رددناه اسفأل سافلينayetinin bu manevi yolculuğu ifade ettiğini söyler. (Andolsun ki) Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel surette yarattık. Kur’an, 95. Tîn Sûresi, Ayet 4 101 Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30 102 Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Kur’an, 6. Enam Sûresi Ayet 2 103 Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık. Kur’an, 95. Tin Sûresi, Ayet 5 100 46 Ahmed Sûzî, cesetlere konulan ruhların nefislerinin arzuları sebebi ile alçaldığını ve üstünlüklerini kaybederek aşağıların aşağısına indirildiklerini ifade eder. Bedene bürünen ruhların ise bu durumdan haberdar olmadıklarını söyler. 104 ال تعلمون شيأ و اخرجكم من بطون امهاتكمayetinin bu hakikati ifade ettiğini söyler. Ancak bu ruhlar dünyada sâlih ameller işleyerek tekrar yaratılışlarındaki asli yüceliğe dönebilirler. Bu yüzden Allah, ruhların hakikatleri bularak tekrar yücelmeleri için kitaplar indirmiş ve burada insanlara doğru yolu göstermeye çalışmıştır. Ruhlar bu kitaplarda belirtilen kaidelere uyar ve hayatlarını bu nizam üzerine sürdürürlerse kurtuluşa erecek ve eski durumlarına döneceklerdir. Ahmed Sûzî, ربه فليعمل عمل صالحا 105 فمن كان يرجو لقاءاayetinin bu ilahi hakikati ifade etmek için nazil olduğunu söyler. Ahmed Sûzî, Allah’ı tanıttığı ve bundan sonra insanın yaratılış serüvenine değindiği bu kısımlardan sonra tövbe konusunu ele alarak açıklamaya çalışmıştır. Yaratılışla birlikte başlayan seyr ü sülûkun dünyadaki kısmının kişinin bir şeyhe bağlanarak bütün günahlarından pişmanlık duyup tövbe etmesiyle başladığını belirten Ahmed Sûzî, eserinde bu manevi yolculuğu her yönüyle ortaya koymaya çalışmıştır. Bundan sonra şeyh ile mürit ilişkisi, şeyhin ve müridin birbirlerine karşı görevleri, seyr ü sülûkta terbiye metotları, salikin sahip olması gereken nitelikler gibi seyr ü sülûk esnasında gerekli olabilecek ve salike yol göstererek onun önündeki perdeleri kaldırarak hakikati görmesini sağlayacak bir çok konu hakkında tembih ve nasihatler yer almaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse sülûk-nâme’nin konusunu Allah yolunda ilerlemek için yola çıkarak bütün günahlarına tövbe ederek Allah’a vasıl olmak isteyen salikin bu yolculuğunda ona rehberlik edecek ve onu menziline ulaştıracak çeşitli konular oluşturmaktadır. Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. (Şükredesiniz diye size işitmek için kulak, görmek için göz ve idrak etmek için gönüller verdi). Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 78 105 ( Resulüm ) deki: “ Ben de sizin gibi ancak bir beşerim, ne var ki bana sizi yatatanın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih (sünnete uygun, marifete mutabık) amel işlesin. (ve Rabbi için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın).” Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet 110 104 47 2.3. SEYR Ü SÜLÛKUN AMACI Tasavvufun gayesi, ayrılıktan sonra gerçek sevgiliye ulaşmak, Hakk’ı bulmak, kişinin dünya ve ahret mutluluğunu sağlamaktır. Belirtilen hedeflere ulaşmada en etkili yol seyr ü sülûk yoludur106. Ahmed Sûzî, bu amaç uğruna yola çıkan saliklere yol göstermek amacıyla yazdığı bu eserinde seyr ü sülûk yolunu aşamalı bir şekilde anlatmaya çalışmıştır. Çünkü bu yol Kur’an-ı Kerim’de sırat-ı müstakim, karanlıklardan nura çıkmak, Rabb’e giden yol, Hakk’ın mağarasına sığınmak, gönlün İslam’a açılması, kölelikten kurtuluş ve arz-ı mukaddese giriş yolu olarak açıklanan kutlu bir yoldur.107 Bu sebeple bu yola çıkacak olan kişinin yol adabını bilmesi ve bunları kabul ettikten sonra yola çıkması gerekir. Aksi halde bu yolda fayda bulamamanın yanında elinde var olanı da ziyan eder. Bu sebeple Ahmed Sûzî eserinde ilk önce seyr ü sülûkun amacını açıklamaya çalışmıştır. Hedefi belli olmayan yolcunun menziline ulaşması mümkün değildir. Bu sebeple bir yola çıkan kimsenin öncelikle bu yolculuğun menzilini ve amacını bilmesi gerekir. Ahmed Sûzî, bu sebeple seyr ü sülûku anlatmaya başlamadan önce bu manevi yolculuğun menzilini ve gayesini anlatmaya çalışmıştır. Ahmed Sûzî’ye göre seyr ü sülûk aslında insanın yaratılışı ile birlikte başlayan bir süreçtir. Bu yüzden ilk önce insanın yaratılış sürecine değinerek aslında seyr ü sülûk sürecinin yaratılışla birlikte ruhun bedene bürünmesi ile başladığını ifade etmeye çalışmıştır. Fakat insanın yaratılışı diğer varlıkların yaratılışı gibi değildir. Allah insanı diğer varlıklardan üstün bir şekilde yaratmıştır. Bu sebeple Allah insanı kendisinin dünyadaki halifesi olarak seçmiştir. Ahmed Sûzî, bu durumu ayetlerle de destekleyerek şu şekilde açıklar: “ Allah ʿažīmüş- şān ervāĥ-ı insānları ʿālem-i lāhūtda cevher-i nūrdan aĥsen-i takvīm üzerine ħalķ itdi. Nitekim kelām-ı ķadīmde buyurur: 108تقويم خلقنا االنسانا فى أحسن لقدśoñra ol ervāĥ-ı nūrānīleri fevķ-ı ʿarşda iskān idüp mažhar-ı źāt u śıfāt itdi ve anları Ethem Cebecioğlu, (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul: s. 565. 107 İbn-i Acîbe Ahmed el-Hasenî, (2011), el-Bahruǿl- medîd fî Tefsîriǿl- KurǾâniǿl- mecîd ( Kurǿanǿın Tefsiri ve Tasavvufî İşaretleri ) C. I, Dilâver Selvi ( Çev.), Semerkant Yayıncılık, İstanbul: s. 45. 108 (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel surette yarattık. Kur’an, 95. Tîn Sûresi, Ayet 4 106 48 ol ʿarş yerinde nice müddet maķām-ı müşāhadede ol ervāĥlar ol kemālāt ʿilmine ve ādāb-ı ʿubūdiyyet ile mevśūf oldılar ki cāmiʿ-i maħlūķātdan ʿalīm ve ekrem olup ħilāfete müsteĥaķ oldılar. Anıñ çün Ĥaķķ Teʿālādan: 110 109خليفة إ نى جاعل فى االرضva’dine mažhar düşdiler. “ “ Śoñra el- ĥikmet anları yeryüzine ħalīfe itmek içün ħākdan anlara bir ķālıb-i raʿnā ve bir cesed-i müsteŝnā icād ve taśvīr itdi. Nitekim Ķuǿrān-ı Kerīm’de buyurur: 111طين هوالز حلقكم منśoñra ol ervāĥları fevķ-ı ʿarşdan ʿālem-i ceberrūta inzāl ve ʿālem-i ceberrūtdan ʿālem-i melekūta inzāl ve ʿālem-i melekūtdan ʿālem-i mülke inzāl idüp ol cesed-i tīrdāne idħāl itdi. Nitekim buyurdı:112 ثم رددناه اسفأل سافلينśoñra ol ervāĥ-ı nūrānīleriñ źātlarında olan nūrānīyyetler ve nişānlarında olan ʿilm-i maʿrifetleri tīredān-ı cesede taʿlīķ ve taʿaşşuķ sebebiyle žulmet-i ŧabīʿat-ı beşeriyyet ile maĥsūf ve kesāfet-i cesed-i ʿanāśıriyye ile meksūf olup źātlarında olan nūrāniyyet memĥūķ ve neşʿelerinde olān ʿilm-i maʿrifet mensūħ oldı. Nitekīm Allah celle ve ʿalā buyurdı: ol ervāĥlar 113شيأ و اخرجكم من بطون امهاتكم ال تعلمون114 ” “ Ve śoñra buyurdı ol ervāĥlar neşʿe-i aślīyyelerine ricʿat ve maķśūd-ı aʿlālarına ʿavdet itsünler içün kitāblar inzāl itdi ki her kim anları işlerse ve nefsiyle mücāhede ve sāʿir aʿmāl-ı ĥasenātlar işlerse žulmet-i tabīʿatdan ħalāś ve keŝāfet-i cesedden necāt bulup neşʿet-i aślīyyesine ricʿat ve nūrānīyyet-i źātiyyesine ʿavdet idüp Ĥaķ teʿālaya kemāl-ı maʿrifet ve vuślat ide. Nitekīm buyurdı: 115صالحا لقاءا ربه فليعمل عمل ” كان يرجو116فمن Ahmed Sûzî’nin de yukarıda belirttiği gibi tasavvufi kaynakların çoğunda insan, rabbanî olan ruh ve türabî olan beden ikilemi içinde ele alınmıştır. İnsanın beşeri kalıbının aslı toprak, ruhunun aslı ise Allah’ın nurudur. Eğer insanın beşeri yönü nurani yönüne baskın gelirse insan toprak âlemi olan bu dünyaya bağlanır. Bütün işi dünyalık derdi olur ve Ahmed Sûzî’nin de yukarıda belirttiği gibi esfel-i safilîn zümresine dâhil olur. Fakat ruhani yönü Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30 Sülûk-nâme, SK. HME. , 2a. 111 Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Kur’an, 6. Enam Sûrsi, Ayet 2 112 Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık. Kur’an, 95. Tîn Sûresi, Ayet 5 113 Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet78 114 Sülûk-nâme, SK. HME. , 2b. 115 (Resulüm) deki: Ben de sizin gibi ancak bir beşerim, ne var ki bana sizi yatatanın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık) amel işlesin ve (Rabbi için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın). Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet 110 116 Sülûk-nâme, SK. , HME. 3a. 109 110 49 baskın olursa cesedin kesafetinden kurtulup nurlar ve sırlar âlemine doğru gider.117 Toprağın sıkletinden kurtulup ruhun peşinden gitmeyi başarabilmek için seyr ü sülûk en önemli araçtır. Çünkü ruhu beşeriyetten kurtarmanın tek yolu manevi terbiyeden geçmektir. Allah önce insana çamurdan bir beden yaratmış sonra da ona nurdan bir kalp ve ruh yerleştirmiştir. Eğer insan nefsine galip gelip Allah’a yönelirse ilahi sırlara muvaffak olarak melce-i asliyesine dönecektir. Fakat günahlara bulaşarak bedenin kesafetini arttırırsa Allah’ın nurundan uzaklaşacaktır. Ahmed Sûzî, insanın kurtuluşa erebilmesi ve yaratılışındaki gayeyi anlayabilmesi için Allah’ın insanlara yol göstermek için kitaplar indirerek peygamberler gönderdiğini belirtmiştir. Tüm bunların amacı insanı Allah’a vasıl olduğu yaratılıştan önceki mertebeye tekrar yükseltmektir. Ruh bedene bürünerek Allah’tan uzaklaşmıştır. Fakat bu geçici bir durumdur. Eğer insan bu bedende kaldığı müddetçe iyiliklerde bulunup doğru yolu takip ederse bedenden kurtulup hakikat âleminde tekrar Allah ile buluşacaktır. Ahmed Sûzî, bu hakikati mensur olarak açıkladıktan sonra daha iyi anlaşılması ve akılda kolay kalması için manzum olarak da aşağıdaki gibi açıklamaya ve özetlemeye çalışır. FeǾliâtün / FeǾilâtün / FeǾilâtün / FeǾilün ( v v - - / v v - - / v v - - / v - -) İdicek anlara ʿarş üzre Ħudā ʿarż cemālīn Oldılar źāt-ı śıfātına merāya-yı güzīn Śoñra icāb idüben ĥikmet-i śunʿ-ı bārī İde insān ile bu rūy-ı zemīni tezyīn Derin, (2013), Kurǿan-ı Kerîmǿde Seyr ü sülûk – Ahmed İbn Acîbeǿnin Tefsiriǿnde-, Erkam Yayınları, İstanbul: s. 89-90. 117Süleyman 50 Ĥikmet-i bāliġası śunʿını ižhār itdi Ħākdan ruĥlar içün bir cesed itdi tedvīn Aldı Ĥaķķ ruĥlarını indürdi feżā-yı ʿarşdan Ħākdan cesed teniñe ķodı zār-ı ĥazīn Bu iki żıddı bir Ħudā ʿaşķ ile teʿlīf itdi İdeler tā ki ʿubūdiyyet-i vażʿ-ı cebīn Rūĥlar olduķda muķārrīn-i cesed itdi günāh İtdürür ādeme elbetde günāh sūʿ-i ķarīn Cesed-i tīre u ŧende rūhlar ġurbetde Ĥaķķ teʿāla ola ervāĥe bu ġurbetde muʿīn Źikr-i ŧāʿat iderek ķayd-ı ĥasedden geçelüm Olalum rūĥ-ı muʿallā ile Allah’a yakīn118 Ahmed Sûzî’ye göre Allah, insanı kudret ve saltanatının güzelliğini gösteren, zat ve sıfatlarını yansıtan bir ayna olarak yaratmıştır. Cemal-i mutlak olan Allah, kendisini varlık âleminde görmek ve göstermek istemiş ve bu aşk sebebi ile insanı yaratmıştır. Bu aşk neticesinde birbirinin zıttı olan bedeni ve ruhu bir araya getirerek varlık âlemini onunla süslemiştir. Bu düşünce varlık felsefesi konusunu işleyen birçok mutasavvıf tarafından dile getirilmiştir. Bu düşüncelerine delil olarak da: “Ben bilinmeyen bir hazine idim, bilinmeyi diledim, bunun için varlıkları yarattım; onlara kendimi bildirdim, onlar da beni bildiler.119” hadisini gösterirler, yaratılış sürecini ve amacını bu düşünceler üzerine temellendirirler. 120 Ahmed Sûzî de yukarıdaki manzumesinde bu düşünceye işaret eder. Sülûk-nâme, SK. HME. , 3a-b. Ahmet Serdaroğlu, (1996), Usul-i Hadis ve Mevzûât-ı Aliyyül- Kârî Tercemesi, Ayyıldız Matbaası, Ankara: s. 92. 120 Mehmet Yılmaz, (1992), Edebiyatımızda İslamî Kaynaklı Sözler ( Ansiklopedik Sözlük), Enderun Kitapevi, İstanbul: s. 98. 118 119 51 Ona göre Allah, kendisine ibadet eden kullar olsunlar diye bu iki zıddı bilinme ve bildirme aşkı ile bir araya getirmiştir. Ruhlar bu cesede girerek gurbete çıkmışlardır. Onların bundan sonraki gayesi tekrar asıl vatanlarına dönmektir. Bu da ancak seyr ü sülûk ederek, zikir ve ibadetle kıskançlık bağından kurtulmuş yüce bir ruh olarak Allah’a ulaşmakla mümkündür. İşte seyr ü sülûk bu manevi yolculuğun kendisidir. Salikin amacı da bu yolculuğu adabına göre tamamlayarak vuslata ulaşmaktır. Bu yola girmek isteyen kimse öncelikle bu yüce amacı anlamalı ve yaratılışın gayesine vakıf olmalıdır. Böylelikle çıktığı yolun önemini kavrayarak ona göre kendisine bir yol çizer. 2.4. SÜLÛKA BAŞLAMA / TARİKATA GİRİŞ Allah bütün ruhları müşahede etme ve bilme kapasitesiyle yaratmıştır. Bütün ruhlar dünyaya gelmeden önceki hayatlarında Allah’ı ariftiler. Ruh cesedin heva ve hevesinin peşine düşünce daha önce sahip olduğu bu marifeti unutmuştur. seyr ü sülûk her insanda potansiyel olarak bulunan manevi cevheri uyandırmaktan ibarettir.121 Bu sebeplerden dolayı herkes sülûka girmekle yükümlüdür. Yaratılışındaki gayeyi anlayan ve tekrar önceki hayatındaki ebedi mutluluğa kavuşmak isteyen herkes seyr ü sülûk yoluna girmelidir. Ancak önceki hayatında sahip olduğu marifeti kaybeden insan bu yolda tek başına yürüyerek Allah’a vasıl olamaz. Çünkü yolunu aydınlatacak olan marifet ilminden mahrum kalmıştır. Bu da onu bu yoldan daha önce geçen bir mürşid-i kâmile biat ederek onun kılavuzluğunda bu yolu tamamlamaya zorlar. Bu sebeple seyr ü sülûkun gayesini ve amacını anlayan kişi kendisine yol gösterecek bir mürşid-i kâmil bulup ona intisap etmelidir. 2.4.1. Mürşid-i Kâmile Biat Etmek Tarikata girme (intisap), şeyhe bağlılık sözleşmesi anlamına gelen ve şeyhin elini tutmak suretiyle icra edilen bir biat merasimiyle gerçekleşir. Aralarında bazı önemsiz farklar bulunmakla birlikte biatın şekli ve gayesi bütün tarikatlarda hemen 121 Derin, a.g.e. , s.91. 52 hemen aynıdır.122 İslam dünyasında tasavvuf etrafında şekillenen tarikatların hemen hepsi biati sülûka giden yola açılan kapı olarak telakki etmişlerdir. Bu sebeple sülûka başlamak için bu kapıyı çalarak bir mürşid-i kâmilin terbiyesinden geçmenin ve ona tabi olmanın gerekliliğini belirtmişlerdir. Seyr ü sülûka başlamak isteyen salik öncelikle kendisine bir mürşid-i kâmil arar ve onu bulunca da kendisine biat eder.123 Ahmed Sûzî’ye göre cesedin kesafeti içinde kalan ruhlar beşeriyetin etkisiyle yaratılışlarındaki asıl gayeyi unutup günahlara bulaşmışlardır. Allah da onları bu durumdan kurtarıp aslına döndürmek için her devirde peygamberler ve kitaplar indirerek onları doğru yola iletmek için kılavuzlar göndermiştir. En son gelen peygamber Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed, peygamberlik zincirinin son halkasıdır. O’ndan sonra artık peygamber gelmeyecektir. Hz. Peygamberin vefatından sonra onun açtığı irşat yolunu sahabeler açık tutmaya çalışmışlardır. Bu görev bir silsile olarak Hz. Muhammed’den sahabelere, onlardan tabiinler ve tabiinlerden de veliler ve mürşid-i kâmillere aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır.124 Ahmed Sûzî’ye göre mürşitler peygamberlerin varisi olarak onların irşat yolunu devam ettirirler. Bu nedenle seyr ü sülûka başlamanın ilk şartı olarak bir mürşidi kâmil bularak ona biat etmeyi gösterir. Bu durumu sülûk-nâme adlı eserinde aşağıdaki şekilde açıklar: “ Sālik olayım diyen kimse cümleden evvel bir mürşīd-i kāmil ve şeyħ-i fāżıl ve rehbere vāśıl olup anıñ eline ve etegine ve belki ayaġı altına yüz sürüp yollarıñ ādābı erkānın ve sülūk aĥvālin ve şürūŧ-ı eźkārin tesbīhāt berzaħların ve ʿuķubātların bildirmeye cān, baş ile ķūl olup andan iźin ve ināyet idüp ve her bir ĥükmüne teslīm ve her bir emrine semiʿnā ve meclīs-i ħiźmetlerinde cān, bāşın efnā ve ŧālib-i raġib-i liķāsı olmadıķça füĥūl-ı zamān ve ķutb-ı ʿulemā-i devrān ve ʿibādāt ile yeksān olsa fāʿide virmez ve nihāyetinde emegi żāyiʿ olmadan māʿada ŧālib-i rıżā-yı Mevlā ve rāġib-i liķa-i Ħudā olup da ehlullāh yolına duħūl itmekle bu şürūŧları cāmiʿ olmazsa maķśūdına nāʿil ve maŧlubına vaśıl olamaz.” 125 Osman Türer, (1997), Biat (Tasavvuf), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. VI, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: s.124-125. ; Reşat Öngören, (2003), Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, İnsan Yayınları, İstanbul: s. 170. 123 İbn-i Acîbe, a.g.e. , C.IV, s.331. 124 Ali Ramazan Dinç, (2002), Manevi Yolculuk Seyr u Sülûk, Mavi Yayıncılık, İstanbul: s.13. 125 Sülûk-nâme, SK. HME. , 7a-b. 122 53 Ahmed Sûzî, burada salik olmak isteyen kişinin her şeyden önce fazilet sahibi bir mürşid-i kâmil bulup kendisine biat etmesi gerektiğini ifade eder. Salik mürşitten seyr ü sülûk yolunun adap ve erkânını, seyr ü sülûkun şeklini, zikrin şartlarını, yüce Allah’ı azametine ve zatına layık ifadelerle anmanın berzahlarını ondan öğrenmelidir. Ahmed Sûzî, salikin amacına ulaşabilmesi için mürşid-i kâmile intisap edip ona bağlanmayı bir zorunluluk olarak ifade etmiştir. Salik, bu şartı yerine getirmedikçe zamanın en büyük âlimi ve abidi olsa da yine de amacına ulaşamaz. “ Sālik Ĥaķķ teʿālaya sülūk itmek murād itse ve ehlullah yollarına girüp dü cihānda ber-murād olayım dise lāźımdur ki evvelā bir şeyħ-i kāmil bulup andan aħź-ı ŧarīķ ve telķīn-i źikr ve ādāb erkān ögrenüp anı rehber ve püşter idinüp ŧarīķat-ı ʿalīyyeye giden yollara anıñ refāķātıyla sülūk idüp ķadem baśa. Źīrā Cenāb-ı Ĥaķķa giden tarīķ ziyādesiyle ħaŧırına gider mūzbāt ve ʿuķyāt ve mevsūsāt çoķdur. Bir refīķ-i müstefī ve enīs-i mūlis, cāri, cesūr, rüsūm-ı ŧarīķi bilene muķārin olmadıķça hidāyet bulamamadan maʿada yolda çoķ sefiliyyetler çeker.126 “ Sülûk-nâme’den alınan yukarıdaki metinde de şeyhin gerekliliğini ifade eden Ahmed Sûzî, bu düşüncesini kuvvetlendirmek için Abdülkadir Geylanî, Muhyiddîn İbnü’l- Arabî, Bayezîd-i Bistamî, Cüneyd-i Bağdadî gibi birçok evliyaya isnaden söylenen “ من الرجال فينتقل من مجال الى محال ومن لم يكنله شيخ فشيخه الشيطان ياخذ الطريق “ “ من لمBir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür. Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır.127” sözünü delil olarak gösterir. Ahmed Sûzî, burada kişinin mutlaka bir yol göstericinin gözetimine girerek seyr ü sülûkunu tamamlaması gerektiğini ifade etmeye çalışmıştır. Bir kılavuzun gözetimine girmeyen salik bu zorlu yolculukta şeytanın ve nefsin hileleri, aldatmaları ile yolunu şaşırarak delalete düşebilir. Dolayısıyla bu durumdaki kişi bilmeyerek şeytanı kılavuz ve şeyh olarak kabullenmiş olabilir. Ahmed Sûzî’nin ifade ettiği bir başka söz de yine birçok mutasavvıf tarafından tekrarlanan “ “ ”الرفيق ثمّ الطريقEvvela arkadaş sonra yol.” sözüdür. Birçok mutasavvıf bu sözü tekrarlamış ve yola yani seyr ü sülûka başlamanın ilk şartı olarak bir refakatçi bulmayı göstermiştir. 126Sülûk-nâme, SK. HME. , 12b. Şihâbuddîn Sühreverdî, (2010), Avârifü’l- Meârif – Geçek Tasavvuf, Dilâver Selvi ( Çev.), Semerkand Yayınları İstanbul, s. 119. ; Harun Ünal, (2007), Uydurma Hadisler, C.II, Mirac Yayınları, İstanbul: s. 95102. 127 54 Ahmed Sûzî, sülûk-nâme isimli eserinde şeyhin gerekliliğini mensur olarak açıkladıktan sonra aşağıdaki manzumesinde bu durumu manzum olarak ifade etmeye çalışmıştır. Burada salikin Allah’a ulaşabilmesi için kendisine bir rehber bulması ve bu rehberin, yolunu aydınlatması gerektiğini savunmuştur. Salikin Allah’ın yüce meclisine layık bir kul olabilmesi için bir mürebbinin rabıta-i tedrisinden geçmesi gerektiğini belirtmiştir. İnsanın dünya meşakkatleri ile asıl yolunu şaşırdığını ancak ona doğru yolu gösterecek selahkar bir mürşidin yol göstermesi ile kurtulabileceğini, bunun da bir şeyhi kâmil bulup ona intisap ederek mümkün olabileceğini ifade etmeye çalışmıştır. ( - - v / - v - -/ - - v/ - v - -) MefǾûlü / FâǾilâtün / MefǾûlü / FâǾilâtün Sālik Ħudāya irmez rehber olmasa İrşād ider ŧarīķi aña bir er olmasa Lāyıķ olur mu ħizmet-i meclis-i mülūke hiç Erbāb-ı terbiyyet ile o kim perver olmasa Ādem gider mi rāh ħaŧırına ki begim Anıñ refīķi rehnümā ve selāĥkār olmasa Sālik bu yolda mažhar-i himmet olur mu hiç Dergāh-ı şeyħ-i kāmile rū göster olmasa Feyż-i himmet ʿizz-i ĥürmet ber-murād olsun ki hiç Ĥaķķ yolında şeyħ öñünde ʿabd-ı çāker olmasa128 2.4.1.1. Mürşid-i Kâmilin Özellikleri Mürşit, tasavvufi anlamda seyr ü sülûk etmek isteyen salikleri irşat ederek onlara doğru yolu gösterme ehliyetine sahip olan insan-ı kâmil seviyesine ulaşmış 128 Sülûk-nâme, SK. HME. , 14a-14b. 55 rehber kişi olarak tanımlanmaktadır.129 Mürşit, salikin özellikle ruhani yönü ile ilgilenerek onu olgunlaştırmaya çalışan bir mürebbi gibidir. Kendisine intisap eden müritlerin bütün hallerini ve yeteneklerini göz önüne alarak onları istidatlarına göre terbiye metotları ile kemalata ulaştırmaya çalışır.130 Eserinde tarikata giren ve manevi olarak olgunlaşmak isteyen saliklerin mutlaka mürşid-i kâmil olan bir şeyhe bağlanması gerektiğini ifade eden Ahmed Sûzî, mürşid-i kâmilin sahip olması gereken özellikleri de açıklamıştır. Ahmed Sûzî’nin bu konudaki görüşleri kendisinden önce ve sonra bu konu hakkında düşüncelerini ifade eden birçok mutassavıfın düşünceleri ile uyuşmaktadır. Ahmed Sûzî’ye göre salikin bağlanarak kendisine rehber edineceği mürşid-i kâmilde şu özellikler mutlaka bulunmalıdır: 2.4.1.1.1. Kâmil Bir Şeyhten İcazet Almak İslami eğitim ve öğretimde akademik diplomaları, sanat ve meslekte yeterlilik için gerekli izin ve onayı ifade eden bir terim olarak kullanılan icazet, sözlükte su akıtmak; helal kılmak, izin vermek, onaylamak, geçerli kılmak gibi manalara gelen cevz kökünden türetilmiştir. İcazet, İbn Fâris’e göre su akıtmak şeklindeki anlamından hareketle, bir âlimin ilmini talebesine aktarması, manasında terimleşmiştir. İlk defa kullanıldığı hadis alanında icazet; hadis rivayetine sözlü veya yazılı izin vermek, rivayet hakkını devretmek, demektir.131 Önceleri öğretimsiz verilen izin ve izin belgesi anlamında kullanılan icazet terimi, medreselerin kuruluşundan sonra belli bir öğretim disiplini içinde bilgi ve rivayet nakletme yetkisi tanıyan belge, anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Hadis, siyer ve megazî kitaplarına verilen icazet örneği, zamanla diğer ilim dallarındaki kitaplara da müellifleri veya râvileri tarafından uygulanmıştır. Osmanlılarda ve Doğu İslam ülkelerinde, medrese ve tekke mensuplarıyla sanat erbabından eğitim ve öğrenimlerini tamamlayanlara üstatlarının verdiği yazılı belgeye icazet-nâme denilmiştir.132 Uludağ, (2001), a.g.e. , s. 455 Mahir İz, (1990), Tasavvuf, Kitabevi Yayınları, İstanbul: s. 162. 131 Cemil Akpınar, (2000), İcazet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XXI, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 393. 132 Akpınar, a.g.e. , s. 396. 129 130 56 Mürşidin saliklerin tüm hallerine vakıf olabilmesi için kendisinin de bir şeyhin gözetiminde sülûk yolunu tamamlamış ve bütün makamları geçmiş başka bir ifade ile tecrübe sahibi olması gerekir. Bu tecrübelerden geçmeden şeyhlik iddia eden kimse mürşid-i kâmil olarak kabul edilemez.133 Mürşidin bu tecrübeyi yaşadığını kanıtlaması için mürşid-i kâmil olan bir şeyhten aldığı icazete sahip olması gerekir. Ahmed Sûzî, sülûk-nâme’sinde mürşid-i kâmilin sahip olması gereken özellikleri sıralarken mürşid-i kâmilin her şeyden önce kendisi de kâmil bir şeyhin elinde yetişip terbiye görmüş ve icazet almış olması gerektiğini ifade eder. Sülûk-nâme isimli eserinde mürşid-i kâmilin vasıflarını sıraladığı bir manzumesinde bu durumu şu şekilde ifade eder. Şeyħlerden olup nispet-i ʿirfān müselsel Esmāʿ-i ŧarīķinde ola fażl-ı kemāli134 ” Ahmed Sûzî’ye göre mürşid-i kâmil olduğunu icazetle ispat eden şeyh, ders aldığı üstadının kendisine verdiği izin nispetinde salikleri yetiştirmeli, üstadının icazet verdiği yere kadar salikleri terbiye etmekle meşgul olmalı ötesine karışmamalıdır. Çünkü icazet bir çeşit izin belgesidir. Mürşid-i kâmil, Şeyhinin kendisine verdiği izin çerçevesinde kalarak irşat faaliyetlerini sürdürmelidir. 2.4.1.1.2. Murakabe, Fikir ve Zikir Ehli Olmak Sözlük manası bakımından bir şeyi gözetlemek, korumak, kontrol etmek anlamında Arapça bir kelime olan murakabe, tasavvufi ıstılahta kişinin Allah’ın her şeye kadir ve her şeyden haberdar olduğunu bilmesi, kalbin maksudunu her an mülahaza etmesi anlamına gelir.135 Ahmed Sûzî’ye göre mürşid-i kâmil olan şeyh mutlak manada murakabe, fikir ve zikir ehli bir zat olmalıdır. Kendini bilen Rabb’ini bilir, düşüncesinin tezahürü olan murakabe ile kişi sürekli olarak kendi durumunu ve davranışlarını kontrol eder, böylelikle nefsini kontrol altına alarak Allah’ın cemaline ulaşır. Derin, a.g.e. , s. 215. Sülûk-nâme, SK. HME. , 12a. 135 Cebecioğlu, a.g.e. , s. 445. 133 134 57 Bu yönüyle mürşid-i kâmil olan şeyh Allah’ın her şeye kadir olduğunu, her şeyin bilgisinin zatında saklı olduğunu bilmeli ve bunu daima düşünerek hareket tarzını buna göre şekillendirmelidir. Bu hususiyet sayesinde batını aydınlatmaya yönelik bir çaba olan murakabe şeyhte vakar, temkin ve birçok ilme vukufiyyet gibi özellikleri ortaya çıkarır.136 Bu da şeyhin salikleri doğru bir şekilde eğitmesini sağlar. Ahmed Sûzî’ye göre mürşid-i kâmil olan şeyh sadece murakabe ile Hakk’ı bulamaz. Bunun yanında ehl-i fikir olmalıdır. Yani hakikati ararken aklını da kullanmayı bilmelidir. Akla uygun olmayan şeyleri ne kendisi uygulamalı ne de salikleri bu tür uygulamaları yapmaya zorlamalıdır. İrşat yolunu Allah’ın insanlara bir hediye olarak verdiği aklını kullanarak ve bütün amellerini düşünerek açık tutmaya çalışmalıdır. Mürşid-i kâmil aynı zamanda zikir ehli olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de de insanların bilmedikleri konuları zikir ehline sorarak öğrenmeleri emredilmiştir. “ Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz.” 137 ayeti mürşid-i kamilin sıfatlarından birinin zikir ehli olmak olduğunu gösterir. Kur’an-ı Kerim’de de bildirildiği gibi ancak zikir ehli olan kişiler seyr ü sülûk esnasında ortaya çıkabilecek sorulara cevap verebilecek yeterliliğe sahiptirler. Özellikle kalp âlemi ile ilgili ilahi sırları sadece mürşid-i kâmiller bilebilir.138 Ahmed Sûzî, mürşid-i kâmilde bu üç özelliğin birlikte var olması gerektiğini savunur. Çünkü bu özelliklerin her biri seyr ü sülûkun başka bir cihetini aydınlatır. Böylelikle bunların tamamının beraberce salikin seyr ü sülûkunu tamamlaması için yol gösterici vaziyetinde olan mürşid-i kâmilde bulunması gerektiğini ifade eder. 2.4.1.1.3. Şeriata Uygun Hareket Etmek Şeriat, İslam’ın en temel kaynağı ve referansı olan ve Hz. Muhammed aracılığıyla insanlara iletilen ilahi bir mesaj olan Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in bu İlahi mesajı açıklayıp yorumlayan sözleri ve davranışlarını içine alan kuralların tamamını ifade eden bir kavramdır.139 Cahid Haksever, (2009), Ya’kub-ı Çerhî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yayınları, İstanbul: s. 146. 137 Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 43 138 Derin, a.g.e. , s. 224. 139 Şinasi Gündüz, (2010), Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 37. 136Ahmet 58 Mürşid-i kâmilin amacı Allah’ın Peygamberler vasıtasıyla açtığı şeriat yolunu aydınlatmak ve açık tutmaktır. Bu sebeple irşat yolunu aydınlatırken bu yolun kurallarına aykırı hareket etmemelidir. Şeyh, dinin aslına uygun olarak hareket etmeli ve Hz. Peygamber’in sünnetine son derece bağlı olmalı, dinin ve şeriatın aslında olmayan bidatlerden daima kaçınmalıdır. Ahmed Sûzî, bu durumu Sülûk-nâme’deki bir manzumesinde şeyhin hem zahiri hem de batıni olarak şeriata uygun olarak hareket etmesi gerektiğini şu şekilde açıklar: MefǾûlü / FeǾilâtün / MefâǾîlün / FeǾûlün (- - v/v v - - / v - - - /v - -) Şeyħ öyle gerek kim ola şerʿ üzere efʿāli ʿAnķā gibi menzil idine ʿazm-ı āli Žāhirde ola zühd-i ʿibādāt ile meşġūl Bāŧında Ĥaķķ ile ola ĥasb-ı ĥāli Hem ola ķuvvet-i ķudsīyyete mālik Bir himmet ile eyleye ķalʿa cibāli Sālikleri ġıybetde ide ĥıfž-ı ĥırāset Refʿ ide göñüllerde olan dāʿ u bāli ʿĀrif ola ol mezlaķa-i rāh-ı sülūka Temyīz ide ol nehc-i hidāyetle đelāli140 2.4.1.1.4. Âlim Olmak Ahmed Sûzî’ye göre bir şeyhin Mürşid-i kâmil olarak kabul edilebilmesi için gerekli olan şartlardan biri de âlim olmaktır. Seyr ü sülûk yolunda saliki doğru yola ileterek kemalata ulaştırmaya çalışan mürşit öncelikle kendisi zahiri ve batıni ilimleri 140 Sülûk-nâme, SK. HME. , 12a. 59 bilmelidir. Bâtıni bilgiler Allah’ın sıfatlarını, tarikat yolundaki tehlikeleri, nefis ve şeytanın tuzaklarını, vecd yollarını, makamların iç dünyasını bilmek gibi konulardır. Zahiri ilimler ise şer’i bilgiler, haram ve helaller gibi temel dinî bilgilerdir. Mürşid-i kâmil olan kişi bu bilgilere vakıf olan âlim bir şahsiyet olmalıdır.141 Âlim olan mürşid-i kâmil ilim, amel ve ahlak sahibidir. Ayrıca insanların nasıl irşat edileceğini, yola getirileceğini, müritlerin ne şekilde terbiye edilip yetiştirileceğini, bunun usul ve tekniğini bilir. Şeyh, kâmil ve mükemmil olmalıdır, dendiği zaman anlaşılacak budur. Her kâmil aynı zamanda mükemmil (başkalarını kemale ulaştırıcı), her salih, muslih (başkasını ıslah edici), her âlim muallim (iyi bir öğretici) değildir. Müritleri irşat için âlim, arif, amil, abid ve ahlaklı olmak yetmez. Mürşidin, irşat ve rehberliğin usulünü, tekniklerini ve kılavuzluğun inceliklerini de bilmesi gerekir. Bundan başka mürşidin hali, hareketi, duruşu, bakışı ve konuşma tarzıyla insanları manevi ve ruhani yönden etkileme gücüne sahip olması da lazımdır. Himmet denilen manevi tesir ve kuvvet budur.142 Bu kuvvet de ancak saliki, nefsin ve şeytanın aldatmacasından alıkoyabilecek beceriye ve yeterliliğe sahip mürşid-i kâmil olarak kabul edilen âlim kişilerde mevcuttur. 2.4.1.1.5. Sabırlı Olmak Sözlük manası olarak sabır, birini bir şeyden alıkoymak, katlanmak, hapsetmek, tutmak, dayanmak gibi anlamlara gelir. Tasavvufi bir terim olarak ise sabır; başa gelen bela ve sıkıntılara dayanmak, Allah’a ibadet etmeye devam edip O’na isyan etmekten kaçınmak anlamında kullanılır. Sabır, birey musibetle ilk karşılaştığında meydana gelir.143 Ahmed Sûzî, sülûk-nâme isimli eserinde mürşid-i kâmilin karşılaşılabilecek olumsuzluklar karşısında tahammül göstermesi ve sabırlı olması gerektiğini ifade etmiştir. Mürşid-i kâmil olan şeyh, karşılaşılabilecek her türlü olumsuzluk karşısında tedbirli olmalı ve en zor durumlarda bile terbiyeye devam etmelidir. Çünkü seyr ü sülûk yolu kolay bir yol değildir. Bu yol nefsin ve şeytanın hileleri ve aldatmaları ile doludur. 141Derin, a.g.e. , s. 235. Süleyman Uludağ, (2010), Mürşid-i Kâmilin vasıfları, Zuhûr Kültür Edebiyat ve Tasavvuf Dergisi, Erkam matbaası, Yıl: 1 sayı:3 Eskişehir: ss.12-14. 143 Cebecioğlu, a.g.e. , s. 529. 142 60 Mürşit bu hileleri ve aldatmaları bilmeli ve bu zorluklara göğüs gererek sabır göstermelidir. 2.4.2. Rüya /İstihare İnsan, hayatının yaklaşık olarak üçte birlik bir kısmını uykuda geçirir. Bu süre insan yaşamının önemli bir bölümünü oluşturur. Mutasavvıflar insanın uyuyarak geçirdiği bu süreyi kişinin kendisini keşfetmesi için bir fırsat olarak kabul ederler. Bu yönüyle tasavvuf ve tarikat çevresinde yetişen âlimler rüyaların bireyin yaşamının geri kalanını zenginleştirmesine imkân verecek psikolojik ve kültürel mekanizmalar olduğu görüşünü savunurlar.144 Rüya Arapça bir kelime olup uykuda bir şeyi görmek veya uykuda görülen şey anlamlarına gelmektedir.145 Tasavvuf anlayışında rüya, kalbe gelen düşünceler ve hayal gücünde şekillenen hallerdir ve keramet çeşitlerinden bir türdür. Rüya, uykuda bilinç hallerinin tamamen kaybolmadığı bir anda görülür. Mutasavvıflar bu durumu yakaza olarak adlandırırlar.146 Rüya, psikoloji alanında olduğu gibi tasavvuf kültüründe de önem verilen hususlardan birisidir. Birçok tasavvuf ekolünde nefis mertebelerinin geçilmesi, görülen rüyaların yorumlanmasıyla olmaktadır. Bu yorumlar asla indirgemeci olmayıp teolojiktir ve yapılmaktadır. genellikle rüya sahnelerine sembolik anlamlar yüklenerek 147 İnsanlığa gönderilen tüm kutsal kitaplarda rüya bahsi yer almaktadır. Tanrı insanlarla rüyalarda konuşur. Hem Tevrat (Eski Ahit) ve İncil’de (Yeni Ahit) hem de Kur’an’da yer alan rüyalar, dinlerin tarihini şekillendirmede önemli rollere sahiptir. 148 Robert Evan Ornstein, (1990), Yeni Bir Psikoloji, Erol Göka-Feray Işık (Çev.), İnsan Yayınları, İstanbul: s. 168-169. 145 Mütercim Âsım Efendi, (2013), el- Okyânûsu’l- Bâsit fî Tercemeti’l- Kâmûsu’l- Mûhit, Kâmûsu’lMûhit Tercümesi, Mustafa Koç- Eyüp Tanrıverdi ( Haz.) C. III, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul: s. 817. 146 Abdulkerim Kuşeyrî, (2009), Kuşeyrî Risalesi, Süleyman Uludağ (Çev.), Dergâh Yayınları, İstanbul: s. 467. 147 Muhammed Ecmel, (2003), ‘‘Sufi Ruh Bilimi’’, Sufi Psikolojisi, Kemal Sayar ( Haz.), İnsan Yayınları, İstanbul: s. 88. 148 Sevda Yücesoy, (2001), Uykudaki Bilgelik: Rüyalar, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul: s. 231. 144 61 Kaynağını Kur’an ve sünnetten alan ve Hz. Yusuf’un mucizesi olan rüya 149 ve rüyaları yorumlayarak geleceğe yön verme İslam tasavvufunda da önemli bir yer edinmiştir.150 Birçok tarikat tarikata kabulün şartı olarak rüya / istihare’yi öne sürmüştür. Bu tarikatlardan biri olan Halvetilikte ve onun bir kolu olan Şemsîyye / Sivasîyye ekolünde de rüya seyr ü sülûk’ta önemli bir yere sahiptir. Örneğin tanınmış sufilerden olan Niyazi Mısrî gördüğü bir rüyadan sonra Mısır’dan Anadolu’ya gelmiş ve burada Halvetiyye tarikatına intisap etmiştir.151 Rüyaları bir bilgi kaynağı olarak kabul eden Ahmed Sûzî, tarikata girerek seyr ü sülûk etmek isteyen salikin kabul edilmesinin uygun olup olmadığını anlamak için hem şeyhin istihareye yatması gerektiğini hem de salike istihareyi emretmesi gerektiğini belirtmiştir. Tarikatlarda salikin manevi yükselişi, gördüğü rüyalarla takip edilmiş; nefsin terbiyesi esas alındığında manevi mesajlar içermesi ve nefsin durumunu ifade etmesi bakımından en önemli rüyaların seher vakti görülen rüyalar olduğu kabul edilmiştir.152 Rüyaların tasavvuf kültüründe irşat yöntemleri arasında önemli bir yeri olduğu ve bazı manevi işaretler taşıdığı bilinmektedir. Bu sebeple Ahmed Sûzî, salikin seyr ü sülûk yoluna kabulünün hayırlı olup olmadığını tespit etmek için rüyaya başvurmayı uygun bulmuştur. Eğer rüyada Allah dostları olan veli kimseler tarafından bir işaretle salikin kabulünün uygun olduğu bildirilirse salik müritliğe kabul edilir. Eğer uygun olmadığı bildirilirse salikin kısmetini başka yerde araması gerektiği, nasibinin burada olmadığı anlatılarak tarikata kabul edilmez. Ahmed Sûzî, bu yüzden tarikata bağlanarak Allah yolunda seyr ü sülûk etmek gayesiyle mürşid-i kâmil olan bir şeyh arayıp onu bulunca da ona intisap ederek sülûkunu tamamlamak isteyen bir kimseye, mürşid-i kâmil olan şeyhin istihareyi emretmesini ve kendisinin de istihareye yatmasını, rüyada kendisine bildirilen ilahi mesaja göre karar almanın uygun olacağını ifade eder. Kur’an, 12. Yusuf Sûresi, Ayet 4, 36, 43-49 Süleyman Uludağ, (1976), İslâm Açısından Musiki ve Rüya, İrfan Yayınları, İstanbul: s. 290-291. 151 Annemarie Schimmel, (2005), Halifenin Rüyaları- İslamda Rüya ve Rüya Tabirleri, Tuba Erkmen 149 150 (Çev.), Kabalcı Yayınları, İstanbul: s. 202. 152 Robert Frager, (2004), Aşktır Asıl Şarap, Ömer Çolakoğlu (Çev.), Gelenek Yayınları, İstanbul: s. 62. ; Hasan Kamil Yılmaz, (2010), Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yayıncılık, İstanbul: s. 318. ; Muammer Cengil, (2013), Tasavvufi Yaşantı, Halveti-Uşşaki Topluluğu Üzerine Psiko- Sosyolojik Bir Araştırma, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: s.233. 62 2.4.3. Gusül Gusül, sözlükte bir şeyi yıkamak anlamında kullanılmaktadır. Fıkıh ilminde ise bütün vücudun temiz su ile yıkanması şeklinde yapılan hükmi temizlik işlemini ifade eder. Fıkıhta abdeste küçük temizlik, abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik; gusle büyük temizlik, gusül almayı gerektiren hallere de büyük kirlilik adı verilir.153 Abdest gibi gusül de esasında dinî bir temizlenme ve arınma vasıtasıdır. Gusül kişiyi hem bedenen hem de ruhen temizler. Gusüldeki asıl amaç kişiyi hükmi kirlilikten kurtararak psikolojik olarak ibadet atmosferine hazırlamaktır. Buna ilave olarak bilinen veya bilinmeyen birçok fayda sağladığı tasavvuf çevreleri tarafından ifade edilmiştir.154 Tarikatlarda aralarında bir takım farklılıklar bulunmakla birlikte genellikle salik olan kişi, “ Ulu Allah’a yaklaşmak üzere; tarikat, şeriat, hakikat ve marifet sahiplerinin nefsi temizlediği gusüller gibi bir guslü ve amellerin kötüsünden sıyrılmak için yıkanmaya niyet ettim.” şeklinde niyet eder. Ardından dinî hükümler çerçevesinde guslünü alır.155 Ahmed Sûzî, rüya sonrasında tarikata kabulü uygun görülen saliklerin ilk iş olarak maddi ve manevi kirlerden arınmak için gusül etmesi gerektiğini ifade eder. Böylece hem bedenen hem de ruhen Allah yolunda çıkacağı manevi yolculuğa hazırlanmış olur. 2.4.4. Namaz Namaz, İslam’ın beş şartından biri olup, dinîn direği olarak kabul edilir. İslam dininin emrettiği ibadetlerden biri olan namaz, bedenle yapılan ibadetlerdendir. Türkçede Arapçadaki salât kelimesinin yerine Farsçadan alınan namaz kelimesi kullanılmaktadır. Ahmed Sûzî, tarikata intisap ederek seyr ü sülûk etmek isteyen salikin yerine getirmesi gereken şartlardan biri olarak iki rekât namaz kılmayı uygun görmüştür. İslam’ın şartlarından olan namaz tasavvuf çevreleri arasında kişinin Allah ile konuşması olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple Allah yolunda sülûk etmek isteyen salikin bu Hayreddin Karaman vd. , (2007), ilmihal, İman ve İbadetler, C. I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: s. 204. 154Karaman, a.g.e. , s. 204. 155 Ebu’l- Hasan Harakanî, (2006), Seyr ü sülûk Risalesi, Sadık Yalsızuçanlar (Haz.), Sufi Kitap Yayıncılık, İstanbul: s. 26. 153 63 vasıtayla Allah’tan, çıktığı bu yolda kendisine yardımcı olması için yardım dilemek için namaza başvurması uygun görülmüştür. 2.4.5. Nezir ve Tasaddukta Bulunmak Arapça bir kelime olan nezir sözlüklerde ant, vadetmek, adamak, şart ve talika mukarin vaat, adanmış şey, adak olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca fıkıhta bir kimsenin dinen mükellef olmadığı halde vacip olmayan bir şeyi kendi nefsi üzerine vacip kılması anlamına gelmektedir. Bir başka tanımla nezir, hayır veya şer ile sonuçlanabilecek bir iş sebebi ile bu için sonucunun hayırlı olması şartı ile Allah için bir ibadeti yerine getirmek anlamına da gelir. Bir kimseyi veya bir şeyi Allah’a hasretmek, tahsis etmek vacip olmayan bir şeyi kendine vacip saymak, istenilen bir şeyi elde edebilmek veya maksada vasıl olabilmek ümidi ile ve manevi delalet ricasıyla adak kabilinden verilen şeyler nezir olarak adlandırılır.156 Allah’ın yardımını temin etmek maksadıyla belli bir şeyi yapma veya terk etme hususunda Allah’a söz vermek şeklinde görülen nezir daha çok zorlukları bulunan bir işin üstesinden gelmek için manevi ve psikolojik bir desteği sağlamak amacıyla başvurulan bir yöntemdir. 157 Bu sebeple Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk gibi önemli ve zor bir yolculuğa çıkan salikin yolda karşılaşacağı bela ve musibetleri defetmek ve bu yolculuk esnasında Allah’ın manevi desteğini sağlamak amacıyla salikin elinde bulunan şeylerden kendi gücü nispetince nezirde bulunması gerektiğini belirtmiştir. Ahmed Sûzî’ye göre salik aynı zamanda bu bela ve musibetleri defetmek için bir miktar tasaddukta bulunmalıdır. Sözlükte haber, gerçek olmak, doğruluk, gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları, bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder.158 Mehmed Salahî, (1329), Kamus-ı Osmanî, Kanaat matbaası, İstanbul: s. 578. ; Hüseyin Kazım Kadri, (1927), Türk Lügati, C. IV, İstanbul: s. 488-489 157 Hikmet Tanyu, (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara: s. 19-21, 40-48. ; Ahmet Özel, (1988), Adak, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: ss. 337-340. 158 Ali Duman, (2008), Sadaka, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXXV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: ss.383-384. 156 64 Sadaka vermeye tasadduk denilir. İnsanın doğasında bulunan yardımlaşma ve muhtaç olana yardım etme duygusunun yanında dinlerin ve ahlaki öğretilerin teşvikiyle, devlet tarafından zorunlu biçimde tahsil edilen vergilerden ayrı olarak başkalarına maddi destek sağlamak için özveride bulunma uygulamaları değişik şekiller altında gelişerek sosyal yaraların sarılmasına ve toplumsal barışın sağlanmasına önemli katkılar sağlamıştır.159 İslam inancına göre sadakanın kişinin başına gelecek bela ve musibetlere engel olduğu düşünülmektedir. Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk gibi şeytanın ve nefsin hile ve aldatmacalarının kurduğu tuzaklardan korunmak için sadakanın bir zırh olarak saliki koruyacağını savunmuştur. Bu sebeple salike sülûka başlarken sadaka vermeyi emretmenin uygun olacağını ifade etmiştir. 2.4.6. Tövbe Tasavvufta önem verilen kavramlardan biri olan tövbe; dönme, pişmanlık anlamlarını ifade eden Arapça bir kelimedir. Günahtan pişmanlık duyarak vazgeçmeyi ifade eder. Tasavvufi olgunluk yolundaki yetmiş basamaktan ilki tövbedir.160 Dinî terminolojide ise tövbe, Günahtan, kabahatten pişman olan kulun bir daha işlememek üzere vazgeçtiğini anlatan bir tabirdir.161 İslam dinine göre insan günahsız olarak yaratılmıştır. Bu yüzden insan fıtri olarak bütün kötülüklerden ve günahlardan arınmıştır. Bunu değiştirmenin imkânı yoktur. Fakat bu fıtri yapı bazen geçici olarak bozulabilir. İşte tam bu sırada tövbe devreye girer ve insan yaptığı hatadan dolayı tövbe ederek asli yaratılışına döner.162 Yaratılıştaki öz yapısına dönen insan psikolojik olarak da rahatlamaktadır. Çünkü tövbe kişide iç huzur meydana getirerek ferahlamasını sağlar.163 Ahmet Coşkun, (1990), Ayetlerin ışığında Fakirlik ve Açlık Problemi, Erciyes Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:7, sayı: 7, Kayseri: ss. 47-64. ; Mustafa Öztürk, (2001), Sadaka Kavramının Kur'an'daki Anlam Çerçevesi -Semantik Bir Tahlil Denemesi-, Ondokuz Mayıs Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 15, sayı: 12-13, Samsun: s. 457-486. 159 Cebecioğlu, a.g.e. , s. 657. Mehmet Zeki Pakalın, (1971), Osmanlı Terimleri, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlü ğü, C. III, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara: s. 479. 162 Öznur Özdoğan, (2008), İnsana Manevi-Psikolojik Yaklaşım, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 56, Cilt:49, Sayı: 2, Ankara: ss. 77-102. 163 Öznur Özdoğan, (2007) , İsimsiz Hayatlar Manevi ve Psikolojik Yaklaşımla Arınma ve Öze Dönüş, Özden ÖzeYayınları, İstanbul: s. 153. 160 161 65 Tövbe tasavvufi hayatın kapısıdır. Ruh yolculuğu için ruhun yücelmesine mani olan ağırlıkları atmaktır. Balonun uçmasını içindeki kum torbaları engeller. Bu torbalar atıldıkça balon yavaş yavaş yükselmeye başlar. İşte bunun gibi ruhun yücelmesi için de riya, kibir vb. ağırlıkların atılması gerekir. Bu da öyle kolay değildir ve zaman ister. Ancak bu yolda atılacak ilk adım tövbedir.164 Kişinin yaptığı kötülükten dolayı içinde duyduğu suçluluk duygusu ve beraberinde gelen tövbe, ondaki zulmani unsurları giderip hidayete ermesine vesile olur.165 Tövbe içerisindeki pişmanlık ise kişinin hatalarından dönüp güzel işler yapabilmesi için ihtiyaç duyduğu isteği de ona sağlayacaktır.166 Nitekim dinî ve ahlaki değerlerden uzaklaşan kişilerde zaman içerisinde yoğun bir şekilde görülen günahkârlık ve pişmanlık duyguları, bu kişilerde tövbe ederek dinini daha iyi yaşayabilme arzusunu getirmiştir.167 Ahmed Sûzî, eserinde işlediği günahlardan dolayı pişman olan insanın bu günahlarından arınması için Allah’ın kendisine bıraktığı açık bir kapı olan tövbe konusuna da geniş bir yer vermiştir. Salikin tarikata kabul edilip seyr ü sülûka başlaması için ilk önce bilerek veya bilmeyerek işlediği günahlarına tövbe etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ahmed Sûzî, eserinde tövbe konusunu anlatmaya ilk önce tövbenin önemini belirterek başlamıştır. O, tövbenin önemini eserinde şu ifadelerle açıklamaya çalışmıştır. “ Daħi cümle ķusurına tövbe idüben naśuĥā manŧūķınca tövbeler idüp itmemeye ʿazm-ı cezm lāzımdır. Zīrā Allah-ı teʿālā mürtekib-i ʿiśyān ve ʿāzim āŝā tuġyān olanı sevmez ve ol der-gāha şāyeste olmaz. Mādem ki ol āb-ı tövbe ile pāk olup ve aħlāķ-ı zemīmelerden ħalāś olup evśāf-ı ĥamīde ile mevśūf olmadıķça.168” Ahmed Sûzî, burada insanın saf bir kalple ve işlediği günahları bir daha işlememek üzere Allah’ın huzurunda tövbe etmesi gerektiğini belirterek isyan ve azgınlık içinde hayatını devam ettiren kulların bu yaşantısından Allah’ın razı olmayacağını ifade etmiştir. Mahmud Erol Kılıç, (2012), Tasavvufa Giriş, Sufî Kitap Yayıncılık, İstanbul: s. 34. Osman Pazarlı, (1968), Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul: s. 120-123. 166 Shafiq Falah Alawneh, (2004), İnsan Motivasyonu: İslâmî Bir Bakış Açısı, , Birey ve Din Psikolojisinde Yeni Yaklaşımlar, Ali Rıza Aydın (Çev.), İnsan Yayınları, İstanbul: s. 151. 167Cengil, a.g.e. , s. 129. 168 Sülûk-nâme, SK. HME. , 6a. 164 165 66 Suyun kiri arındırdığı gibi tövbenin de insanın günahlarını tıpkı su gibi temizlediğini belirterek salikin bilerek veya bilmeyerek işlediği günahlardan arınması için ilk önce tövbe kapısını çalması gerektiğinden bahsetmiştir. Ayrıca tövbenin nasıl yapılması gerektiği konusuna da değinen Ahmed Sûzî salikin tövbesini mutlaka bir şeyhin gözetiminde ve usulüne uygun olarak yerine getirmesinin gerekli olduğunu savunmuştur. Ahmed Sûzî, bu düşüncesinin haklılığını ifade etmek için Hz. Peygamberin “ Bir adam cümle günahına tövbe edip birisine etmese taib denilmez. “ hadis-i şerifini delil göstererek tövbenin en önemli hususunun kulun bütün günahlarından dolayı bir daha işlememek üzere pişmanlık duyarak terk etmek olduğunu belirtmiştir. Ahmed Sûzî, salikin şeyhin huzurunda nasuh tövbesi ile tövbe etmesi ve bütün günahlarından pişmanlık duymasının gerekliliğini belirttikten sonra seyr ü sülûk esnasında salikin düşebileceği hatalardan dolayı da tövbe kapısının daima açık olduğunu ve salikin hataya düşünce hemen tövbe kapısını çalması gerektiğini dile getirmiştir. O, tövbenin kabul edilebilmesi için devamlı olarak tövbe edilmesi gerektiğini ve yapılan hataların tekrarlanmaması ile bu konuda mesafe kat edileceğini savunur. Ahmed Sûzî, tövbenin ihlâs ile ve saf bir kalp ile yapılması gerektiğini söyler. Tövbe eden salik sadece günahlarından arınmayı düşünmeli, makam ve mevki elde etmek düşüncesinden uzak durmalıdır. Şan ve şöhret elde etmek için yapılan tövbe kabul görmez ve bu tövbeden insana hayır gelmez. Ayrıca dünya endişesi taşıyan salikin bu düşüncesinin de tövbenin önünde engel olacağını ifade eder. FâǾilâtün / FâǾilâtün / FâǾilün ( FâǾlün) ( - v - - / - v - - / - v -) Tövbedir maġfiretiñ maʿdeni Tövbedir her ʿameliñ aĥseni 67 Nādim olup gel cürmüne tövbe ķıl Dime ki cürmümle sever Ĥaķķ beni Cürmü olursa kişiniñ Ĥaķķ’a ĥicāb Terk idegör Ĥaķķ’a ĥicāb olanı169 Sözleri ile tövbenin insanın bağışlanmasını sağladığını ve amellerin en güzeli olduğunu belirten Ahmed Sûzî, kulların günahlarından dolayı pişman olup bütün hatalarına ve günahlarına tövbe etmesi gerektiğini dile getirmiştir. İnsanın; “Allah beni günahlarımla da sever.” diye bir yanılgıya düşmemesi gerektiğini savunmuştur. Günahların Allah ile kul arasında bir perde olduğunu ve kişinin tövbe ederek Allah ile kendisi arasındaki bu perdeyi ortadan kaldırması gerektiğini dile getirmiştir. 2.4.7. Kul Hakkının Ödenmesi İnsanların canına, malına, konutuna, hürriyetine, namus ve şerefine tecavüz etmek İslam dini tarafından yasaklanmış ve kul hakkı olarak kabul edilmiştir. Bunlar insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman başkalarının haklarına saygı göstermek, insanlara zarar verici her türlü fiil ve davranıştan sakınmakla mükelleftir.170 Büyük günahlardan sayılan kul hakkının affedilmesi ancak hak sahibinin hakkından rızasıyla vazgeçmesi şartına bağlanmıştır. Bu sebeple hak sahibinin bağışlaması olmadan bu günahtan arınmak imkânsızdır. Bu sebeple Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk etmek isteyen salikin bu günahtan arınması gerektiğini belirtmiştir. Salikin üzerinde bulunan kul hakkı maddi bir haksa ve salikin bunu ödemeye gücü yoksa şeyh ona maddi yardımda bulunmalıdır. Eğer hak manevi bir haksa hak sahibinin hakkını helal etmesi için salike destek olmalı ve manevi yardımda bulunmalıdır. 2.4.8. İkrar Sözlük anlamı olarak saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme, bildirme, benimseme, onama, kabul, tasdik gibi anlamlara gelen ikrar, tasavvufi anlamda ise 169 170 Sülûk-nâme, SK. HME. , 6b. Seyfettin Yazıcı, (2012), Temel Dinî Bilgiler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 241. 68 tarikata giriş sırasında salikin şeyhe, gerekli şartlara uyacağına dair söz vermesi anlamına gelmektedir.171 İkrar, tasavvuf yoluna girenin, Allah’a yaklaşmak niyetiyle boynunu şeyhe teslim etmesi, bir şeyhe, derviş olduğunu ve verdiği sözden dönmeyeceğini ifade etmesi demektir. Bir başka ifadeyle ikrar, erenler yoluna girerek gönül adamı olmak için kâmil bir mürşitten nasip almaktır.172 Ahmed Sûzî, tarikata girerek seyr ü sülûkunu tamamlamak isteyen salikin tarikat kuralları içinde belirlenen kurallara uyacağına dair ikrar vermesi gerektiğini ifade etmiştir. İkrar verme merasiminde seyr ü sülûkun başlaması ve tarikata giriş için gerekli görülen önceki aşamaları geçen salik Şeyhin huzuruna çıkar. Şeyh salikin sağ elini tutup farz, vacip, sünnet, müstehap ve nafile ibadetleri elinden geldiği kadarıyla yerine getireceğine dair söz alır. Salik bu ibadetleri yerine getirirken emir ile değil azim ile hareket edeceğine dair söz vermelidir. Salik ayrıca bidatlerden uzak durmalı ve bu yönde yemin ederek bu türlü hatalara düştüğünde hemen tövbe yoluna başvuracağına dair söz vermelidir. Tüm bunları yapmasına rağmen istediği verimi elde edemeyen salik seyr ü sülûkuna engel teşkil eden şeylerin neler olduğunu düşünmeli ve bu engellerden bir an önce kurtulmaya çalışmalıdır. Seyr ü sülûkunu tamamlamasına engel olan şeylerden kurtulmak için tekrar şeyhin huzuruna giderek bunlardan kurtulmak için tövbesini yenilemelidir. 2.5. TARİKATLARDA TERBİYE USULLERİ Tarikatlar nefsi terbiye ederek olgunlaştırmak ve salikin seyr ü sülûkunu tamamlaması için çeşitli terbiye usulleri ortaya koymuşlardır. Ahmed Sûzî, salikin bu usullerden cezbe ve sülûk ile terbiye edilebileceğini savunmuştur. Ancak cezbe ile yapılacak olan terbiyenin bir takım sakıncaları bulunmaktadır. Bu usulde salikin delalete sapma ihtimali bulunduğu için sülûk ile terbiyenin cezbe ile terbiye metodundan daha uygun olduğunu ifade etmiştir. Sülûk ile terbiye daha uzun sürse de delalete sapma riskini ortadan kaldırdığı için bu yol tercih edilmiştir. Ahmed Sûzî, tarikata yeni giren salikin yerine getirmesi gereken bir takım şartların olduğunu ifade etmiştir. Bu şartların sayısını yedi olarak belirlemiştir. Bu 171 172 Cebecioğlu, a.g.e. , s.131. Mustafa Tatçı, (1990), Yunus Emre Divanı-İnceleme, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara: s. 389. 69 şartları rabıta, kalbi zikir, nispeti koruma, murakabe, şeyhin sohbetine katılmak ve şeyh meclisinde bulunmak, hizmete devam etmek ve emre itaat etmek olarak sıralamıştır. Ahmed Sûzî, salikin bu şartları yerine getirmesinin zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Bu şartlar dışında kalan hususlarda ise şeyh izni gerekmektedir. Salik şeyhin izin verdiği konularda serbesttir. Ancak salik yukarıda belirtilen yedi şartı yerine getirmez ise zarara uğrayacaktır. 2.5.1. Rabıta Rabıta, Arapça rabt kökünden türetilmiş bir kelimedir. Sözlükte birleştirmek, bitiştirmek, iliştirmek ve bağlamak anlamına gelmektedir. Bir tasavvuf terimi olarak ise müridin, kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayıp ondan metafizik anlamda güç alarak nurlandığını zihninde canlandırması anlamında kullanılmaktadır.173 Buna rağmen birçok tarikat tarafından bir terbiye usulü ve tarikat kuralı olarak kabul edilen ve onaylanan rabıtanın, üzerinde fikir birliğine varılmış net bir tanımı yoktur. Şeyhin şeklini zihninde canlandırarak ruhaniyetinden yardım dileme ve manevi feyiz alma olarak ifade edilen rabıtanın kaynağını Animizm’den aldığı sanılmaktadır.174 Rabıta, müridin şeyhin huzurunda bulunmadığı vakitlerde şeyh yanındaymış gibi hareket ederek gıyabında ondan feyiz alabilmesi için gerekli görülmüştür. Çünkü mürit şeyh yanında yokken onu hayalinde canlandırarak huzura kavuşur ve böylelikle günah işlemekten sakınır. Necip Fazıl Kısakürek, Abdülhakim Arvasî’nin Râbıta-i Şerîfe adlı risalesinden naklen rabıtayı şu şekilde açılar: “Rabıta, ilahi-zati sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir kâmil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir.175” Ahmed Sûzî, rabıtanın müridin şeyhine olan sevgisinin tezahürü olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre rabıta mürit ile şeyh arasında bir sevgi bağının oluşmasını sağlar, mürit ile şeyh arasında böylesine bir bağ bulunmazsa mürit himmet alamaz ve bütün emekleri zayi olur. Ahmed Sûzî, bu yönüyle rabıtanın da mürit için çok önemli ve Ferit Aydın, (2000), Tarikatta Rabıta ve Nakşibendîlik, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul: s.18. Ferit Aydın, (1995), İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları, İstanbul: s. 133-134. 175 Aydın, (2000), a.g.e. , s. 21. 173 174 70 gerekli olduğunu ifade etmiş, rabıtanın nispeti muhafaza etmekten sonra gelen ikinci farz olduğunu belirtmiştir. Rabıtanın seyr ü sülûk için vazgeçilmez olduğunu ve salikin nefsini terbiye edip Hakk’a ulaşması için mutlaka başvurması gereken bir yol olduğunu ifade eden Ahmed Sûzî, aşağıdaki manzumesinde de rabıtanın önemini açıklamaya çalışmıştır. MefǾûlü / MefâǾîlün / FeǾûlün (- - v/v - - -/v - -) İt rābıŧa-yı şeyħe müdām Ĥabībine eyle i’tiśām Ol ħiźmetinde śubĥ u şām İĥsānına ol müsteĥaķ Şeyħe hemān ķıl iķtidā Aĥdın ŧutup eyle vefā Bul Ĥaķķ yolunda irtifā Ol vāśıl-ı dergāh-ı Ĥaķķ Şeyħi taśavvur eyle ŧur Ķalbiñden anı itme ŧur D ā’im añunla ķıl ĥużūr Sırrından şeyħin sebaķ Ĥabında şeyħin fanī ol ‘Aşķında sergerdānı ol ‘İlm-i ledüni kāni ol Dersi oķı andan varaķ 71 Meclīs-i şeyħe hāžır ol Diñle kelāmı nāžır ol Ķahrı yüzünden fāħir ol Kim olmaya luŧfı ırāķ176 Ahmed Sûzî, yukarıdaki manzumesinde salikin sürekli olarak sevgilisini düşünen âşık gibi şeyhini düşünüp rabıta ederek daima hizmetinde olması gerektiğini ancak bu şekilde şeyhinin feyiz ve ihsanını hak edebileceğini belirtmiştir. Şeyhine rabıta ederek ona tabi olan, sözünü tutup vefa gösteren salikler böylece manevi bir yücelik kazanıp Hakk’ın dergâhına ulaşacaklardır. Salik, rabıta ile şeyhini düşünmeli, onu kalbinden uzaklaştırmamalıdır. Bunu yapan salik, rabıta sayesinde şeyhinden kendisine tevarüs eden bir huzura ulaşıp manevi sırlara vakıf olur. Rabıta ile şeyhinin aşkıyla başı dönmüş bir şekilde kendini şeyhinin ruhaniyetinde yok edip ilm-i ledüne inanan salik sayfalarca ders okumuş kadar kemalata ulaşır. Salik gıyabında bile şeyhin meclisinde hazır olup sözlerini dinlemeli, şeyhinden gelen üzüntüyü övünç kaynağı olarak bilmelidir ki şeyhin lütfü kendisinden uzaklaşmasın. Rabıtanın salikin manevi kemalata ulaşmasında ve ruhaniyet kazanmasında önemli bir terbiye metodu olduğunu ifade eden Ahmed Sûzî, rabıtanın da dört farklı türünün olduğunu ifade etmiş ve bunları da kısaca açıklamaya çalışmıştır. 2.5.1.1. Salikin Şeyhini Sevgi Yoluyla Düşünmesi Birinci rabıtanın salikin sevgi yoluyla şeyhini düşünmesi olduğunu ifade eden Ahmed Sûzî, bunu şu şekilde açıklar: “ Evvelki tarīķ budur ki mürīd şeyħin śūretin muĥabbet tarīķiyle taśavvur idüp ol taśvīrde kendin iķnā ider. Nitekim ʿāşıķ maʿşūķınıñ śūretin taśavvur idüp kendin iķnā itdigi gibi bu rābıŧa sebebiyle şeyħin rūĥāniyeti mürīdiñ bāŧınında ĥāżır olur. Mürīdiñ bāŧını ol ruĥāniyyetiñ envārıyla nūrlanup kendine baʿżı esrārlar žāhir ve temkīn-i muĥabbet ĥāśıl olur ve şeyħin baʿżı kemālātı mürīde inśibāġ ŧarīķi üzere ĥāśıl olur. Bu 176 Sülûk-nâme, SK. HME. , 18a. 72 rābıŧaya mürīd müdāvemet itse tedric ile kemāle ulaşur. Şeyħ gibi zīrā rābıŧa-i muĥabbet muĥabbeti maĥbūbuñ śıfātlarına idħāl ider.177 “ Bu rabıta türünde salik şeyhinin suretini aşığın maşukunu düşündüğü gibi sevgi yolu ile zihninde tasavvur eder ve kendisini o tasvirin üzerinde yoğunlaştırır. Böylelikle şeyhin ruhaniyeti salikin batınına geçer. Müridin batını o ruhaniyetin etkisiyle nurlanır ve kendisine birtakım sırlar görünür. Böylelikle şeyhin sahip olduğu birtakım kemalat salike de geçer. Salik bu rabıtaya devam ederse şeyhinin suretini düşünerek kendisini fenaya ulaştırır ve böylelikle kademeli olarak kemalata ulaşıp şeyhinin bulunduğu hale yaklaşır. Çünkü muhabbet ile yapılan rabıta, muhabbeti mahbubun sıfatlarına dahil eder. Bu durum sevilen kişinin özelliklerinin seven kişiye tevarüs etmesinden kaynaklanır. 2.5.1.2. Salikin Şeyhini Muhabbet Yoluyla Düşünmesi Ahmed Sûzî, ikinci tür rabıtayı salikin büyük bir şevk ve istiğrak hali ile kendisine duyduğu muhabbet sebebi ile şeyhinin suretini düşünmesi olarak ifade etmiştir. Bu aşamada salikin vecd ve istiğrak ile rabıtanın bir üst kademesine erişeceğini belirten Ahmed Sûzî, bunu da aşağıdaki şekilde ifade etmiştir. “ İkinci ŧarīķ budur ki mürīd şeyħin rūĥāniyyetine muĥabbet ŧarīķi üzere teveccüh ider. Ol teveccühde bir rütbe müstaġriķ olur ki beşeriyetinden zuhūl ider. Ol ĥālde şeyħiñ rūĥāniyeti mürīdiñ bāŧınında taśarruf ider. Mürīdiñ evśāf-ı beşeriyyesin izāle ider ve tedrīc ile mürīd şeyħiñ evśāf-ı rūħāniyetiyle mevśūf olur. Ve bu rābıŧaya müdāvemet ile şeyħden bedel baʿżı ĥālāta ulaşup ve kendi ne ĥāl üzre oldıġı inʿkās-ı ŧarīķi üzre şeyħiñ derūnında ĥāśıl olur. Ĥarekāt, sekināt ve efʿāl-ı eŧvārı birleşür.178 “ İkinci tür rabıta da salik şeyhine o kadar odaklanır ki şeyhinin sureti ile istiğrak haline bürünür bu durumun etkisiyle şeyh salikin ruhaniyeti üzerinde tasarrufta bulunabilir ve böylece salikin beşeri özelliklerini gidererek onu kesretten kurtarır. Bu durumun neticesinde salik kademeli olarak şeyhinin sahip olduğu sıfatları kazanmaya başlar. Bu rabıtaya devam eden salik şeyhinin yardımıyla bazı hallere ulaşır ve onun ulaştığı haller şeyhinin kalbinde hâsıl olur. Böylelikle şeyh ile müridin hareketleri, filleri ve tavırları birleşir. 177 178 Sülûk-nâme, SK. HME. , 16a. Sülûk-nâme, SK. HME. , 16b. 73 2.5.1.3. Salikin Şeyhini Nurdan Bir Kubbenin Ortasında Düşünmesi Ahmed Sûzî, üçüncü tür rabıtanın ise salikin şeyhini nurdan bir daire ya da bir kubbenin ortasında düşünmesi ile gerçekleştiğini belirtir ve bu durumu şu şekilde açıklamaya çalışır: “ Üçünci ŧarīķ budur ki mürīd şeyħin rūĥāniyyetin bir dāʿire-i müdevvare yāħūd bir ķubbe-i merfūʿa-i nūrāniyye şeklinde mülāĥaža idüp ol mülāĥažada kendinî ol dāʿirenin veya ķubbe-i nūrāniyyeniñ üsŧünde mülāĥaža idüp ol mülāĥažada öyle müstaġriķ olur ki kendiden bil-külli gider ve ġāʿib olur. Ol ġıybetden şeyħiñ rūĥanīyyeti ve nūrānīyyeti inʿkās-ı ŧarīķ ile mürīdiñ bāŧınına inśıbāġ ve intiķāş ider. Ol nūrānīyyetden mürīdiñ ķalbine daħi bir nūrāniyyet-i ferʿiyye ĥāśıl olur ve tedrīc ile ol nūrāniyyet-i aślīyye mālik olup mürīd daħi şeyħden bedel ba’żı kemāle vāśıl olur.179 ” Bu rabıtada salik şeyhinin ruhaniyetini dönen bir daire ya da nurdan yükselmiş bir kubbe şeklinde düşünür ve bu tasavvurda kendisini o daire ya da kubbenin üzerinde düşünerek istiğrak haline bürünür. Bu istiğrak halinin etkisiyle kendisinden geçerek tamamıyla kaybolur. Böylelikle şeyhin ruhaniyeti konuya yoğunlaşarak kendinden geçen salikin batınına tesir eder. Bu üçüncü tür rabıtada ruhaniyetin etkisiyle salikin kalbine bir takım nurlar akar. Bu yolla salik yaratılışında Allah’ın kendisine bahşettiği asıl nura sahip olur ve şeyhin bazı kemalatına ulaşır. 2.5.1.4. Salikin Kendini Her zaman Şeyhin Huzurunda Düşünmesi Dördüncü tür rabıtada ise salik şeyhinin suretine o kadar odaklanır ki şeyhinin huzurunda bulunduğu esnada gösterdiği edep ve terbiyeyi şeyhinin huzurunda bulunmadığı zamanlarda da göstermeye başlar. Ahmed Sûzî, dördüncü tür rabıtayı şu şekilde açıklar. “ Dördinci ŧarīķ budur ki mürīd şeyħiñ śūretin rūĥānīyeti birle mizacesiniñ mülāĥaža ile şeyħiñ ĥużurunda itdigi te’eddüb gibi ol śūret-i farziyyeye daħi te’eddüb ve ĥużurunda kendinîñ boynunda bir zincir farż olunup ucı şeyħiñ ayaġında olaraķ boynı egri ĥuzurda şöyle müstemir ola ki tā kim ol śūret-i mefrūżadan aña bir feyż-i rūĥāniyyet fīżān idüp bu rabıŧa ile mürīd şeyħiñ ĥużurunda taĥśīl gibi taĥśīl ider. Lākin bunlar şol şarŧa tevaķķuf ider ki mürīd de ziyādesiyle i’tiķād-ı ķavī lāzımdır ve ĥüsn-i 179 Sülûk-nâme, SK. HME. , 16b.-17a. 74 žan lāzımdır şeyħiniñ śūretinden her ĥālde ruĥāniyyeti irilmez ve her ķande gezerse ol muĥabbetle ve anıñ ħavfıyla gezüp her ķande taśavvur olunur ise rūĥāniyyeti śūretiyle bile der-i imdād ‘ināyet ve himmet iderler ayrı degildir.180” Ahmed Sûzî’ye göre dördüncü aşamaya ulaşan salik artık şeyhin suretini ruhaniyeti ve mizacı ile birlikte düşünür. Böylelikle göreceli olarak zihninde canlandırdığı o surete o kadar odaklanır ki şeyh yanında bulunmadığı zamanlarda bile sanki şeyhi yanındaymış gibi edeple hareket eder. Böylelikle şeyhin huzurunda gösterdiği edebi gıyabında da göstermeye başlar. Bu aşamaya ulaşan salik, boynunda bir zincir olduğunu ve o zincirin ucunun şeyhinin elinde olduğunu tasavvur eder. Bu hal ile boynunu bükerek şeyhinin huzurunda kazandığı faziletleri şeyhinin gıyabında da elde eder. Ancak salikin bu kazanımları elde edebilmesi için hüsnüzan ve güçlü bir itikada sahip olması gerekir. Yoksa inanmadan korku veya başka bir sebeple bunları yapsa da bir fayda görmez. Salik her şeyden önce sağlam bir inançla şeyhine bağlanıp ondan sonra ruhaniyetinden himmet beklemelidir. Ahmed Sûzî, dörde ayırdığı rabıtanın saliki insan-ı kâmil olma erdemine ulaştırmak için bir basamak olduğunu belirtmiştir. Bu basamağı geçemeyen salikin insan-ı kâmil olma erdemine ulaşamayacağını savunmuştur. Bunun da ancak şeyhe sımsıkı sarılarak ve kendisini Allah’a ulaştıracak bir kılavuz olarak düşünmekle mümkün olacağını belirten Ahmed sûzî, salikin “ Beni Mevla’ya ulaştıracak olan ancak şeyhimdir. Ondan başka Hz. Hızır bile gelse bana faydası olmaz. Şeyhim bana benden bile şefkatli davranır, halimi benden daha iyi bilir.” diye düşünmesi gerektiğini ifade etmiştir. Böyle düşünen salik her türlü halini şeyhine anlatmalı, onun sözlerini birer hikmet ve hakikat sırrının açıklayıcısı olarak düşünmelidir. Mürit böyle hareket ederse şeyh onu kısa bir müddet içinde insan-ı kâmil makamına ulaştırır. 2.5.2. Zikir Zikir sözcük anlamı olarak bir şeyi zihinde tutmak, hapsetmek, hatırlamak, adını anmak, ifade etmek, referansta bulunmak, övmek ve çağrıda bulunmak 180 Sülûk-nâme, SK. HME. , 17a.-17b. 75 anlamlarına gelir. Tasavvufi düşünce sisteminde bu kavram, sözlerini gözden geçirmek, gayret etmek, hatırlamak, eylemlerine dikkat etmek, kendini korumak, yumuşaklık, onur ve şükür halinde olmak anlamlarında kullanılmaktadır.181 Kur’an-ı Kerim’de altmış üç yerde geçen zikir kelimesi182dua, niyaz, hatta Kur’an183 anlamlarında kullanıldığı gibi, bir şeyi dille ifade etmek, hatırlamak, Allah’ı anmak anlamında da kullanılmıştır.184 Bütün tarikatlarda her zaman önemli bir yeri bulunan zikir, salikin manevi olgunluğa erişebilmesi için bir terbiye disiplini olarak mutasavvıfların başvurduğu bir yoldur. Ahmed Sûzî de Sülûk-nâme isimli bu eserinde zikrin önemine değinmiş ve zikri bir terbiye yöntemi olarak kabul etmiştir. Ahmed Sûzî, Hz. Ali’nin 185 الطرق الى لّله بعدد انفاس الحاأقsözü ile zikrin önemini anlatmaya başlamıştır. Ona göre Allah kendisine ulaşan yolların sayını yarattığı varlıkların adedi ile eşit tutmuştur. Bu da insanın tek başına iken de Allah’ı bulabilecek yeteneklerle donatıldığını ortaya koyar. İnsanın kendisini Allah ile bir ve beraber hissettiği tek zaman dilimi Allah’ı zikrettiği zamandır. Bu sebeple zikir insanı Allah’a ulaştıran en önemli yoldur. Yine eserinin başka bir bölümünde şu ifadelerle zikrin önemini anlatmaya çalışmıştır: “ Lākin mevlaya olan turuk-ı mevsıleler beyninde tasfiyet-i ruha ve enseb ve vüsul-ı Hakk’a akreb olan tarik zikirdir. Zira Hazret-i Ali Keremallah-ı Veche sultanımızdan rivayet buyurulur ki: “ Akreb turuk-ı ilahi te’ala turuk-ı zikirdir.” ve yine buyurdular ki: “ İbn-i âdem, üzerine mürur eden saatten birisinde zikirden gafil olsa ol kimesne cennete dahi girse ol saat için muhasser ede ki ah, niçin ol saatte mevlaya zikirden gafil oldum.186 “ Hz. Ali bu sözleri ile insanı Allah’a yaklaştıran birçok yolun bulunduğu ancak bu yollar arasında ruhu saflaştıran ve Allah’a en yakın olan yolun zikir yolu olduğu Cafer Seyit Secadi, (2007), Tasavvuf ve İrfan Sözlüğü, Hakkı Uğur (Çev.), Ensar Neşriyat, İstanbul: s. 522. 182 Muhammed Fuad Abdulbâki. (1990), el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’an, Çağrı Yayınları, İstanbul: s. 273-274. 183 Kur’an, 3. Âl-i İmran Sûresi, Ayet 58; 21. Enbiyâ Sûresi, Ayet 24 184 Uludağ, (2001), a.g.e. , s. 588. 185 Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların nefeslerinin sayısı kadardır. Sait Başer, (1991), İlâhî Kös, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl:20, Sayı:1, İstanbul: s.67. 186 Sülûk-nâme, SK. HME. , 3b-4a. 181 76 belirtilmektedir. Zira Hz. Ali’den rivayet edilen “ Yüce Allah’a en yakın olan yol zikir yoludur.” Sözü bu görüşü kanıtlamaktadır. Yine Hz. Ali başka bir yerde şöyle buyurmuştur: “ İnsanoğlu geçen saatlerin birinde zikirden gafil olsa, o kişi cennete dahi girse yine de o saatte niçin Allah’ı zikretmekten gafil oldum, diye üzüntü duyar.” Ahmed Sûzî, Hz. Ali’den rivayet edilen تصدو الحديد و جالءها ذكرهللا القلبzikrin önemine işaret ettiğini belirtmektedir. sözünün de 187 ( كما7) ّتصدو ّان Burada insan kalbi demire benzetilmiştir. Nasıl ki demir bakımsız kalıp suyla temas ettiğinde paslanırsa zikirden uzak olan insanın kalbi de haram ve günahlarla temas ettiğinde tıpkı o demir gibi paslanır. Zikir tıpkı cilanın demirdeki pası sildiği gibi insanın kalbini temizler. İnsanı kemalata ulaştırarak insan kalbindeki kin ve nefret gibi kötü düşünceleri uzaklaştırır. Bütün bunlar zikrin insanı olgunlaştırdığını ve insanı Allah’a yaklaştıran bir ibadet olduğunu kanıtlamaktadır. Ahmed Sûzî, Sülûk-name’sinde bunların yanı sıra 188 ولذكرهللا اكبرve189ذكرونى اذكركم فاgibi birçok ayette de zikrin öneminin belirtildiğini ifade eder. Bu ayetlerden zikrin bütün ibadetler arasında en faziletli ibadet olduğunun anlaşıldığını söyler. Allah’ın bu ayetler ile insanı zikre sevk ettiğini bildirir. Çünkü burada Allah açık bir şekilde zikrin en büyük ibadet olduğunu ifade ediyor. Yine Allah kullarından kendisini anmasını istiyor. İnsan kendisine verilen nimetlerin şükrünü ancak Allah’ı zikrederek yerine getirebilir. Başka bir şekilde Allah’a şükrünü ifade etmesi mümkün değildir. Yine Allah bu ayet-i kerimede kendisini zikrederek anan kulunu kendisinin de anacağını ifade ediyor. Kul için en büyük mutluluk Allah’ın kendisini anmasıdır. Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi cilalayacak olan ibadet de Allah’ı zikretmektir. Muttakî el- Hindî, (1895), Kenzü’l-ummal, C. I, Darü’leşâǾat, Kahire: s. 306. İmam Suyûtî, (2008), Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi ( Heyet), C. II, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: s. 502. 188 (Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar). Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Kur’an, 29. Ankebut Sûresi, Ayet 45 189 O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 152 187 77 Bunun dışında Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerinde de zikrin öneminin anlatıldığı görülmektedir. أنا جليس من ذكرنى يعنى نصرتى و رحمتى و محبتىhadis-i 190 şerifinde Allah’ın sürekli olarak kendisini anan kulları ile beraber olduğu ve onları her türlü kötülüklerden muhafaza ettiği belirtilmektedir. Ahmed Sûzî, bu hadis-i şerifin bile zikrin önemini anlatmak için tek başına yeterli olduğunu ifade etmektedir. Ahmed Sûzî, zikrin cehrî ve hafi olmak üzere iki türlü olduğunu ifade etmiştir. 2.5.2.1. Zikr-i Cehrî Zikr-i cehrî, açıktan ve aleni olarak yapılan zikirdir. Şeyh olan kimse, cehr-i zikirle salike dil ve duyma yoluyla Hakk’ı sürekli hatırlatmayı amaçlar. Bu zikirde zihin Hakk’ı hem dinler hem de hatırlar. Cehrî zikirde temel amaç nisyan hastalığını iyileştirmek ve zikredileni kendi zihninde aralıksız olarak meşgul etmektir.191 Ahmed Sûzî, tarikata yeni başlayan salikler için cehrî olarak yapılan zikrin daha faziletli olduğunu ifade etmiştir. Çünkü sesli olarak yapılan cehrî zikir salikin kalbinde meydana gelebilecek vesveseleri gidererek kalbi temizler. Böylelikle kalpte Allah’tan başka kimseye karşı bir sevgi ve bağlılık kalmaz. Ahmed Sûzî’ye göre tarikata giriş merasimini tamamlayan salik bir an önce esma-i sebadan ilki olan Kelime-i tevhid zikrine başlamalıdır. Salik bu zikir esnasında nefsini sağından alıp la ilahe demeli ve soluna verirken illallah kısmını söylemelidir. Ayrıca bu zikir esnasında 192 ﻻ مقصوده الّ هوsözünün anlamını düşünmelidir. Eğer salik bu sözün anlamını düşünmeden zikre devam ederse bu zikirden bir fayda görmez. Bu süreç devam ederken salik bazı sıkıntılarla karşılaşabilir. Fakat salik bu sıkıntılarla başa çıkabileceğine inanarak ve tam bir teslimiyetle zikrine devam etmelidir. Salik dilini bu zikre alıştırmalı ve zamanla kalbi ile zikretmeye çalışmalıdır. Salik girdiği bu yoldan geri dönmeyi düşünmemelidir. Manevi yüceliğe ulaşmak için gayretli ve dikkatli olmalı, varını ve yoğunu bu yolda ortaya koyup her şeyini bu yolda feda etmeyi göze almalıdır. Beni anan kimseyle beraber otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve muhabbetimi arayan kimseyle (olurum) . İmam Buharî (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. (Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul: s. 1104. 191 Mehmet Kasım Özgen, (2013), Tasavvuf Felsefesinde Zikir Kavramı, Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 1, Sayı:2, Muş: ss.215-227. 192 Allah dışında hiçbir maksat yoktur. 190 78 2.5.2.2. Zikr-i Hafi Zikr-i hafi, gizli olarak sessizce yapılan, harf ve sesle işitilmeyip his, duygu, sezgi gibi bütün içsel yeteneklerin hareketiyle ve hayal gücünün yardımıyla da hem zihinde hem de nefiste açık-seçik bilinen ve yapılan zikirdir.193 Ahmed Sûzî’ye göre seyr ü sülûkunu tamamlayan müritler için hafi zikir daha faziletlidir. Fakat tarikata yeni başlayan salikler için ise cehrî olarak yapılan zikir daha üstündür. Gizli olarak yapılan hafi zikir de iki türlüdür. Bunlardan biri lisan ile yapılan hafi zikir diğeri ise kalp ile yapılan hafi zikirdir. 2.5.2.2.1. Lisan ile Yapılan Zikr-i Hafi Başkalarının duymadığı ancak salikin kendisinin duyduğu iç sesle Hakk’ın Celal ve Cemal isimlerini çok derin bir bilinçle yaşamak, zevk almak, sevmek, düşünmek, tecrübe etmek sonuçlarını meydana getiren bir zikirdir.194 Bu zikir başkaları tarafından duyulmaz ancak salik kendi iç sesine kulak vererek bu sesi dinler ve bu şekilde nefsini terbiye ederek Allah dışında kalan her şeyi zihninden uzaklaştırmaya çalışır. Çünkü ibadetteki asıl maksat kulun Allah’a şükrünü sunmasıdır. Bunu da yalnızca Allah’ın işitmesi yeterlidir. Ayrıca başkaları yapılan ibadetten haberdar olurlarsa nefsin vesveseleri insanı yönlendirebilir. Bunlar da ibadetin maksadından sapmasına sebep olabilirler. 195 واذكر ربك في نفسك تضرعا و خفيةayet-i kerimesi bunu ifade etmektedir. Burada yüce Allah kullarının ahrette azaba uğramamak için kendisine alçak sesle yalvararak zikretmelerini emir buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber’in 196 التسمعه الحفيظة سبعون ضعفا الذكرالذىhadis-i şerifinde gizli olarak yapılan zikrin yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla sevap taşıdığı ifade edilmektedir. Özgen, a.g.m. , s.221. Özgen, a.g.m. , s.221. 195 (Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın azabından korkarak ve O’na yalvararak alçak sesle Rabbini an (ve gafillerde olma). Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 205 196 Hiç kimsenin işitmediği bir şekilde yapılan zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla sevap vardır. Buharî, a.g.e. , s. 1104. 193 194 79 2.5.2.2.2. Kalp ile Yapılan Zikr-i Hafi Salikin kendisini de devre dışı bırakarak, kalbi ile kendisinin de duymadığı bir şekilde Allah’ı zikretmesidir. Zikir bilinçle ve çokça yapıldıkça dil de artık susmayı öğrenir. Dil susarsa ancak o zaman zikir kalbe düşer. Zihin ve nefis ikisi birden zayıflayınca kalbin ve ruhun gücü daha da artar.197 İnsanın beşeri yönü devre dışı kaldıkça yapılan zikrin önemi ve etkisi artar. Bu sebeple tasavvufta zikrederken olabildiğince beşeri yönün izale edilerek ruhani yönün ön plana çıkarılması gerektiği belirtilmiştir. İnsan yaratılış bakımından ruhani ve türabi olmak üzere iki ayrı unsurdan oluşmaktadır. Ruhani yönünü kalp ve ruh oluşturur. Türabi yönünü ise beden ve onun organları oluşturur. Bu sebeple salik beden ve ona ait olanlardan kendini soyutlayarak ruhani yönünü ön plana çıkarmaya çalışmalıdır. Bu da ancak zikir esnasında türabi unsurları pasifize etmekle mümkün olabilir. Kalp, isimleri çokça zikretmeye başlayınca Allah’ın esma yoluyla zihinde bilişsel, duyuşsal ve içsel olarak yer etmesine ve içselleştirilmesine neden olur. Bu durumda manalar kalbe doğmaya başlar. Kalp bu manaların güzelliğine hayran kalıp, susunca, zikir bu sefer ruha düşer ve salik hal ehli olma durumuna dönüşür. Ruh zikretmeye başlar ve bundan dolayı sükûn bulur, ruh sakinlik ve dinginlik kazanır.198 Bütün bunlar zikrin son derece önemli bir terbiye disiplini olduğunu göstermektedirler. Ahmed Sûzî, Zikrin insanı Allah’a yaklaştıran bir ibadet olduğunu belirtmiş, bu düşüncesini kanıtlamak için de ayet ve hadislerden örnekler vermiştir. Böylelikle salikin sülûku esnasında mutlaka Allah’ı zikretmesi gerektiğini belirtmiştir. Tarikata yeni girenler için cehrî, seyr ü sülûkunu tamamlayanlar için ise hafi zikri tavsiye etmiştir. 2.5.3. Nispeti Koruma Arapça bir kelime olan nispet sözcük anlamı olarak, ilgi, bağ anlamına gelmektedir. Tasavvuf felsefesinde ise şeyh ile müridi arasındaki sevgiden ibaret olan bağa, nispet denir. Sûfilerden bir kısmı, nispeti, insanın ihtimamı olarak tanımlar, 197 198 Seyit Yahya Şirvani, (2010), Şifa-ül Esrar, Mehmet Rıhtım (Çev.), Sufi Yayınları, İstanbul: s.251 Özgen, a.g.m. , s.222. 80 insanın ihtimamı dünyaya olursa, nispeti de dünyaya, ihtimamı ahrete olursa nispeti de, ahrete olur. Yahut bir insanın ihtimamı dünyaya ve ahrete değil, sadece Allah’a olursa, nispeti Allah olur.199 Nispeti korumayı salikin en önemli görevi olarak gören Ahmed sûzî, nispeti şeyhin müridine emrettiği ve müridin de kabul ettiği ve yerine getireceğine dair ikrar verdiği davranışlar, telkinler, talim, tembih, virt, zikir ve kulluk edeplerinin tamamı olarak ifade eder. Ahmed Sûzî’ye göre nispet tarikatın kendisidir. Ahmed sûzî, nispeti sülûk-nâme isimli eserinde şu şekilde tanımlar: “ Nispetiñ maʿnāsı şeyħ mürīdin virdügi ve mürīd aħz itdügi ʿahd-ı mīŝaķ ve telķīn ve taʿlīm ve tenbīh ve evrād ve eźkār ve ādāb-ı ʿubūdiyyetden ʿibārettir. Bu maʿnāca nisbet ʿayn-ı ŧarīķ oldı.200” Dünyaya intisap eden kişi, hevası ve onun hazlarıyla meşgul olur. Ahret müntesibi de, dünyada, ahret için çaba sarf eder. Salih amellerine karşılık sevap bekler. Allah’a intisap eden de, muttaki, âmil, âbid ve vera sahibidir. Sürekli olarak Allah’a karşı ihlâsını korur, O’nu devamlı sever. Dünya, ahret, bela veya iptila, onu meşgul etmez. Allah’a kulluğu, ölü yıkayıcı elindeki ölü gibidir. Allah’tan başkasını görmez ve işitmez. O, Allah ile Allah için ve Allah’tadır. Kulun bu bağlanma haline nispet denir201. Nispeti tarikatın kendisi olarak gören Ahmed Sûzî, tarikata giren salikin her şeyden önce nispetini muhafaza etmesi gerektiğini belirtmiştir. Ahmed Sûzî’ye göre salikin nispetini muhafaza etmesi farzdır. Salikin nispeti korumanın önemini iyice anlayabilmesi için şeyhin kendisine tavsiye ettiği tesbihat ve zikirlerin tamamını kusursuz bir şekilde yerine getirmesi gerekir. Ahmed Sûzî’ye göre nispetini koruyamamış olan salik tarikata olan bağlılığını da koruyamamıştır. Bu durumda salik hem tarikattan atılır hem de yolundan dönmüş olur. Bu haldeki salik hiçbir şekilde Hakk’a yaklaşamaz. Salik nispeti korumak için şeyhin verdiği bütün emirleri harfiyen yerine getirmeli, ekleme ya da çıkarma yapmamalıdır. Bütün feyiz ve bereketlerin kapısı şeyh vasıtasıyla açılır, şeklinde düşünerek şeyhine büyük bir hürmet göstermelidir. Salik Cebecioğlu, a.g.e. , s.204. Sülûk-nâme, SK. HME. , 14b. 201 Cebecioğlu, a.g.e. , s.204. 199 200 81 şeyhin emirlerine uymakla ve başka şeyhlerin meclisine varmayarak nispeti yerine getirmiş olur. Salik eğer bunlardan herhangi birini terk ederek nispetini bozarsa, yeni baştan şeyhine sığınıp özür dileyerek nispetini tazelemelidir. Çünkü ahdini bozmuş ve nispetini terk etmiş olur. Bu da salikin kurtuluşa erememesi ve felah bulamamasına sebep olur. Ahmed Sûzî’ye göre salik nispetini muhafaza etmek için kendi şeyhi dışındaki şeyhlerle ve kendi tarikat kardeşleri dışındaki saliklerle görüşmemelidir. Şeyhi hakkında “ Şeyhim Allah’a ulaştırandır. Beni ancak o, Allah’a ulaştırabilir.” diye düşünmelidir. Salik şeyhini Hz. Peygamber’in naibi olarak görmeli, “ Şeyhe tabi olmak Hz. Peygamber’e tabi olmaktır, buna biat etmek Hz. Peygamber’e biat etmektir. Buna teslim olmak ona teslim olmaktır. Bunun rızası onun rızasıdır.” şeklinde düşünmelidir. Salik böyle düşünmezse nispetini bozmuş ve kurtuluş umudu tükenerek, iktida nuru kalbinden silinmiş olur. 2.5.4. Murakabe Murakabe, Arapça bir şeyi beklemek ve gözlemek anlamına gelen rakebe kökünden türemekte olup bu fiilin mufâ’ale kalıbından mastarıdır ve korumak, muhafaza etmek demektir. 202 Tasavvufi bir ıstılah olarak ise, kalbi kötü şeylerden muhafaza etme203 ve kulun her halinde Allah’ın kendisine muttali olduğunu bilmeye devam etmesi204 şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımdan hareketle murakabenin, biri kulun Allah’a yönelmesini diğeri de kendi kalbine yönelmesini ifade eden iki boyutu olduğu söylenebilir. Tasavvuf sözlüklerine baktığımızda murakabenin; Allah’ı kalp ile düşünmek, O’nun her zaman, her yerde hazır ve nazır olduğunu; kendisini görüp işittiğinin bilincinde olarak yaşamak205, kulun nefsini kontrol altında bulundurması, Allah ile birlikte olma bilincini diri tutması, Allah’tan feyiz beklemesi, Allah’ı görürmüşçesine Mütercim Asım Efendi, a.g.e. , s. 146. Cafer Seyit Secadi, a.g.e. , s. 355. 204 Suad el-Hakîm, (2005), İbnü’l-Arabî Sözlüğü, Ekrem Demirli (Çev.) Kabalcı Yayınları, İstanbul: s. 604. 205 Pakalın, a.g.e. , s. 582. 202 203 82 ibadet etme mertebesine ulaşması,206 hem iç âleminde hem de zahiri hâllerinde Hakk’a yönelmenin maksadını sürekli olarak düşünmek207 gibi değişik şekillerde tarif edildiği görülmektedir. O halde murakabenin; kulun daima Allah’ın gözetimi altında bulunduğunun şuurunda olmasını, O’ndan gayrı bir şeyle meşgul etmemek için kalbini devamlı kontrol altında bulundurmasını ifade eden bir tasavvuf terimi olduğunu söylemek mümkündür. En genel anlamıyla murakabe, kulun her anını Allah ile beraberlik şuuru içinde geçirmesi demektir208. Ahmed Sûzî, salikin nefsiyle mücadele ederek onu kötü amellerden uzaklaştırması için murakabeyi bir terbiye disiplini olarak ortaya koymuştur. Şeyh olan kimse bu mücadelede salikin kabiliyetine göre bir yöntem belirleyerek onun nefsini tezkiye ve tasfiye etmesini sağlamaya çalışır. Murakabe ancak belli bir seviyeye ulaşmış salikler tarafından yapılabilir. Yeterince olgunluğa erememiş salikler delalete sapabilir. Bu sebeple Ahmed Sûzî, murakabenin şeyhin izni ve gözetiminde yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Şeyh salikin durumunu gözler eğer salik murakabeye uygunsa izin verir, değilse izin vermez. 2.5.4.1. Salikin Allah’ın Sıfatları ile İlgili Bilmesi Gerekenler Murakabe salikin daima Allah’ı düşünerek O’nun gözetiminde olduğunun bilincinde olmasıdır. Salik Allah’ı ancak sıfatları vasıtasıyla düşünüp buna göre itikat edebilir. Bu yüzden murakabe esnasında nefis ve şeytanın aldatmacalarından kurtulmak için salik olan kimse Allah’ın birtakım sıfatlarını bilmeli ve buna göre Allah’a tam bir itikat ile bağlanmalıdır. Böylece Allah’ı kalbinde sabitleyip O’nun dışında kalan her şeyi kalbinden atmalıdır. Salik Allah’ı aşağıdaki sıfatları ile murakabe etmelidir. Fikret Karaman vd. , (2006), Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 471. 207 Abdürrezzak Kâşânî, (2004), Tasavvuf Sözlüğü, Ekrem Demirli (Çev.), İz Yayıncılık, İstanbul: s. 498. 208 Yaşar Nuri Öztürk, (1990), Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf , Yeni Boyut Yayınları, İstanbul: s. 370. ; Süleyman Uludağ, (2006), Murâkabe, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXXI, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss. 204. 206 83 2.5.4.1.1. Vâcib’ül- vücûd Vâcib’ül- vücûd, varlığı zorunlu olan, ezelden ebede kadar var olan, yokluğu hiç olmayan anlamına gelir. Bu sıfat Allah’ın varlığının bir zorunluluk olduğunu, hiçbir şeyin kendi kendine var olamayacağını, her şeyin bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu ifade etmek için kullanılır. Ahmet Sûzî, salikin Allah’ı düşünürken O’nu bu şekliyle düşünerek tam bir teslimiyetle Allah’a teslim olması gerektiğini ifade eder. 2.5.4.1.2. Hâlik-ı câmi’ül- mahlûk ve’l- mevcûd Tahmin etmek, ölçmek, bir şeyi yaratmak, örneksiz meydana getirmek, yalan uydurmak, bir şeyi düzeltmek, yumuşatmak, elbisenin eskimesi, güzel huylu olmak, yumuşak olmak, düz olmak anlamına gelen halake kökünden türeyen Halik, yaratıcı demektir. Allah’ın sıfatı olarak Halik, varlıkları örneği olmadan icat eden, yaratan, var eden anlamına gelmektedir. Ahmed Sûzî, salikin murakabe yoluyla Allah’ı düşünürken O’nun bütün mevcudatın ve var olan her şeyin mutlak yaratıcısı olduğunu bilmesi gerektiğini ifade etmiştir. 2.5.4.1.3. ‘Âlim İşaretlemek, üst dudağı yarılmak, bilmek, anlamak, tanımak ve hakikatini idrak etmek anlamlarındaki aleme kökünden türeyen âlim; bilen, anlayan ve tanıyan demektir. Allah’ın bu sıfatı O’nun sırları, gizli olanları, olmuşu ve olacağı, görünen ve görünmeyen âlemi, yerde ve gökte olup bitenleri, geçmişi, şimdiyi ve geleceği, canlı ve cansız bütün varlıkları, insanların gizli ve aşikâr bütün yaptıklarını, küçük ve büyük her şeyi bildiğini ifade eder. Ahmet Sûzî, seyr ü sülûk esnasında Allah’ı murakabe eden salikin O’nun bu sıfatının bilincinde olarak hareket etmesi gerektiğini belirtir. Bunun bilincinde olan salik her zaman gözlem altında bulunduğunun farkına vararak yaşamına yön verirken daha dikkatli davranıp günahlardan uzak durmaya çalışır. 84 2.5.4.1.4. Kâdir-i Kayyûm Bir şeyi bir şeyle kıyaslamak, ölçülü yapmak tedbir almak, bir şeyi planlamak, miktarını beyan etmek, hükmetmek ve taksim etmek; bir şeye gücü yetmek, güçlü olmak, yüceltmek, hazırlamak, tanzim etmek, malik ve hâkim olmak, zengin ve kuvvetli olmak anlamına gelen kadere kökünden türeyen kadir kelimesi aynı zamanda Allah’ın doksan dokuz isminden biridir.209 Allah’ın sıfatı olarak Kâdir-i kayyûm, güçlü kuvvetli, istediğini istediği gibi yapabilen, eşyaya biçim ve şekil veren, aciz olmayan demektir. Ahmet Sûzî’ye göre salik Allah’ın her şeyi yapabilme kudretine sahip olduğunu bilmelidir. Murakabe esnasında Allah’ı bu şekilde tahayyül etmeli ve düşünmelidir. 2.5.4.1.5. Samî’-i Basîr Bakmak, görmek, bilmek, görüş sahibi olmak anlamlarındaki basare kökünden türeyen basîr kelimesi sıfat-ı müşebbehe olup gören, bilen, anlayan, basiret sahibi olan demektir. Allah’ın sıfatı olarak Basîr; aydınlık ve karanlıkta, küçük ve büyük her şeyi gören demektir210. Ahmet Sûzî, salikin murakabe esnasında Allah’ın her hal ve hareketini görüp bildiğinin bilincinde olması gerektiğini belirtmiştir. 2.5.4.1.6. Fa“al-i lima yürîd Bir şeyi işlemek ve yapmak anlamındaki fa’ale kökünden türeyen fa’’al, bu kökten türeyen fa’il isminin mübalağalı şeklidir. Kelime anlamı olarak çok iş yapan devamlı iş yapan demektir.211 Allah’ın sıfatı olarak Fa’’al-i Lima Yürid, dilediğini yapan anlamına gelmektedir. Varlık âlemi kâinatı yoktan ve eşsiz bir şekilde yaratan Allah’ın varlığı sayesinde meydana gelmiştir.212 Bu sıfat aynı zamanda Allah’ın her zaman tecelli halinde olduğunu ve kâinatın işleyişini devamlı kontrol altında tutmak için daima aktif Karagöz, a.g.e. , s. 156-157. Karagöz, a.g.e. , s. 231. 211 Karagöz, a.g.e. , s. 196. 212 Mustafa Güneş, (2015), Germiyanlı Şeyhî ve Har-nâmesi (İnceleme- Metin), Academia Yayınevi, Kütahya: s.65. 209 210 85 durumda bulunduğunu ifade eder. Ahmet Sûzî, salikin Allah’ın bu sıfatının idrakinde olması ve itikat etmesi gerektiğini belirtmiştir. 2.5.4.1.7. Mütekellim Mütekellim; konuşan, kelam eden anlamlarına gelen Allah’ın kemal sıfatlarından birisidir. Mütekellim, aynı zamanda Allah’ın sese, harflere ve bu harflerden meydana gelen kelime ve cümleleri tertiplemeye muhtaç olmadan konuşmasını ifade eden bir ilm-i kelâm ıstılahıdır.213 Allah’ın bu sıfatı Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ifade edilmektedir, bunlardan bazıları şunlardır: “ Bu peygamberlerin bazılarını bazılarından üstün kıldık. Allah, onların bazılarıyla konuşmuş ve onları derece bakımından üstün kılmıştır.214”; “ Allah Musa’ya hitap ederek konuştu.215”, “Allah’ın insanla konuşması ancak vahiy ile yahut perde arkasından veya bir elçi gönderip de kendi izniyle dilediğini bildirmesiyle mümkün olur.216” Allah, kendisinin bir sıfatı olan kelamla Mütekellim’dir. Allah’ta kelam sıfatının zıtları olan sükût ve dilsizliğin bulunması mümkün değildir. Çünkü konuşmak, dilsizliğe ve söz söylemeye karşı bir kemâli ifade etmektedir. Allah da, en yüce varlık olduğu için bu sıfatla muttasıftır. Allah, ezeli sıfatlarından birisi olan kelam sıfatıyla peygamberleri ile konuşur, kitaplar indirir, emir ve nehiylerde bulunur.217 Ahmet Sûzî, Allah’ın sıfatlarından biri olan mütekellim sıfatını salikin bilmesi ve itikat etmesi gereken sıfatlar arasında saymıştır. 2.5.4.1.8. Vâhid Vâhid, sözlük anlamı olarak bir, tek, yegâne, biricik manasına gelmektedir. Allah’ın sıfatı olarak; eşi, benzeri ve dengi bulunmayan, cisim, cevher ve araz olmayan bir mekân ve cihette bulunmayan, cisimlere ait özelliklerden uzak olan, bir tek ilah Sadettin Taftazanî ,(1982), Şerhu'l-Akaid, Süleyman Uludağ (Çev.), Dergâh Yayınları, İstanbul: s. 167. 214 Kur’an: 2. Bakara Sûresi, Ayet 253 215 Kur’an, 4.Nisa Sûresi, Ayet 164 216 Kur’an, 42. Şurâ Sûresi, Ayet 51 217 Taftazanî, a.g.e. , s. 167. 213 86 anlamındadır.218 Aynı zamanda Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinde parçalara ayrılmaması demektir. Ahmet Sûzî, salikin murakabe esnasında Allah’ı bir tek ilah olarak bilmesi gerektiğini ve onun hiçbir cismani özelliğe sahip olmadığının idrakinde olması gerektiğini belirtmiştir. 2.5.4.1.9. Ferd-i Samed Bir şeye yönelmek, azmetmek, birine güvenmek, adaletle hükmetmek, mutedil ve doğru olmak anlamındaki samede kökünden türeyen Samed; bir toplumun önde geleni, en şerefli ve şanı en yüce olanı, iş ve ihtiyaç konusunda kendisine başvurulan, üstünde kimse bulunmayan ulu kişi demektir.219 Allah’ın sıfatı olarak Samed; her şeyin kendisine muhtaç olduğu, yöneldiği, her dilek ve isteğin mercii, hiç eksiği, kusuru ve ihtiyacı olmayan, ulu şanlı, dosdoğru ve güvenilir demektir.220 Ahmed Sûzî’ye göre salik olan kimse karşılaşılan her türlü zorluk ve sıkıntıda başvurulacak merciin Allah olduğunu unutmamalıdır. Her türlü varlığın ona ihtiyaç duyduğunu ve Allah’ın hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadığının bilincinde olarak Allah’ı murakabe etmelidir. 2.5.4.1.10. Bâkî Kalmak, devam etmek, sabit olmak, bakmak ve gözetlemek anlamlarına gelen bakeye kökünden türeyen baki, ebedi olan ve devam eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak Baki, sonlu ve ölümlü olmayan, sonsuz yaşayan, varlığı sürekli olan anlamlarına gelir. Bu sıfatların dışında salik Allah’ı murakabe ederken şu hususları da bilmelidir: Allah’ın bir eşi ve benzeri yoktur. Yarattığı âlemlerde ortağı ve yardımcısı, kâinatı yarattığında kendisine yardım eden kimse yoktur. Allah’ın belli bir şekli yoktur. Kadimlikte sonu yoktur. Allah her türlü görünüş ve düşünceden münezzehtir, O’nun bölünmesi mümkün değildir. Allah’ın varlığının sınırı yoktur, zaman, mekân ve cihetten Muhammed Hamdi Yazır, (1971), Hak Dinî Kur’an Dili, C. IX, Eser Kitabevi, İstanbul: s. 6291. Karagöz, a.g.e. , s. 113. 220 Yazır, a.g.e. , C. IX, s. 6305-6306. 218 219 87 münezzehtir. Allah; göz ile görülemez, akıl ile anlaşılamaz. Ancak iman nuru ve irfan ile keşfedilebilir. Allah kendi hakikatini ancak kendisi bilebilir. Allah bütün her yeri kuşatmıştır, O’nun belli bir sınırı yoktur. Bütün eşyayı en ince noktasına kadar bilir, bilmesi yarattıklarının bilmesi gibi değildir. Bütün varlıklar O’na muhtaç ve O’nun ile kaimdir. 2.5.5. Sohbet Arapça, arkadaşlık yapmak, karşılıklı konuşmak gibi anlamlarda kullanılan bir kelime olan sohbet, tasavvuf çevrelerinde saliki maneviyatın yüceliklerine ulaştıran bir vasıta olarak görülmüştür. Sohbette, mürşid-i kâmilin ruhundaki kabiliyetlerin müride yansıması (in‘ikâs) yani kabiliyet aktarımı söz konusudur. Bu yüzden Allah dostları, sohbete çok önem verirler. Peygamberimizin arkadaşlarına eshab denilir ki, bu kelime suhbe mastarından türemiştir. Hz. Peygamber’in, sahabe-i kiramı sohbet yoluyla yetiştirmesi, sohbetin sûfiyye yolunda vazgeçilmez ve göz ardı edilemez bir metot olarak kabul edilmesini sağlamıştır.221. Bu sebeple sohbet tasavvuf çevrelerinde uygulanması zorunlu olarak görülen bir terbiye disiplini olarak karşımıza çıkmaktadır. Sohbetlerde şeyhin ağzından çıkan bir takım rumuz ve işaretlerin son derece önemli olduğu vurgulanmıştır. Sohbetin Hz. Peygamber’den bize bir terbiye metodu olarak nakledildiği bildirilir. Ahmed Sûzî, salikin şeyhin sohbetlerini kaçırmaması gerektiğini belirtir. Ona göre kaçırılan sohbetin telafisi mümkün değildir. Çünkü o sohbet esnasında gelen tecelliler çoktan geçip gitmiştir. Ahmed Sûzî, feyiz ve bereketin ancak sohbetlerle elde edilebileceğini belirterek insanları sohbet yoluna davet etmiştir. Hz. Peygamber ile bir sahabe arasında geçen şu konuşmayı da bu görüşüne kanıt olarak göstermiştir. “ Nitekim sulŧānımız sallallahu ‘aleyhi ve selem śaĥābīden birisine adam gönderdi o kimse salvatı eda ideyim śoñra varayım diyüp śalātı edāya meşġūl oldı. Ba’de meclis-i sa’ādete geldi buyurdılar ki: “ Niçün ta’ħir etdiñ.” “ Namāz içün ta’ħir itdim.” diyince bu kere sulŧānımız buyurdılar ki: “ Benim meclisime gelüp icābet itmek 221 Cebecioğlu, a.g.e. , s. 241. 88 saña śalātı evvel vaķtinde ķılmadan vesā’ir nevāfilleri bā- cem’ehüm edādan efžaldir.222” Ahmed Sûzî, Hz. Peygamber’in kendi meclisindeki sohbeti namazı vaktinde kılmaktan ve nafile ibadetleri yerine getirmekten daha faziletli olarak gördüğünü ifade etmiştir. Buradan hareketle ariflerin de peygamberlerin manevi varisleri olmaları hasebiyle bazı zamanlarının bin saatlik ibadetten daha değerli olabileceğini ifade etmiştir. Ahmed Sûzî, salikin sohbetlere katılırken bazı hususlara dikkat etmesi gerektiğini de eserinde belirtmiştir. Bunların başında abdestli olmanın geldiğini ifade etmiştir. İslam anlayışında bazı ibadetlerin yerine getirilmesi için yapılan maddi ve manevi temizlenme şekli olarak karşımıza çıkan abdest tasavvufta da bir nevi ibadet hükmünde olan sohbet için bir ön şart olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Ahmed Sûzî sohbete katılacak salikin her şeyden önce abdestli olması gerektiğini belirtmiştir. Sohbete katılmanın ikinci şartı olarak ise kalbin temizlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Salik sohbete giderken, beni rabbime kavuşturacak vasıtama gidiyorum, diye düşünmelidir. Şeyhimin bütün hatalarımı biliyorken beni kabul etmesi büyük bir lütuftur. Bu nedenle her sözünü can kulağıyla dinlemeliyim, düşüncesiyle sohbete katılmalıdır. Salik, şeyhim beni kabul etse de kapısından kovsa da bana lütuftur, inancıyla hareket etmelidir. Şeyhin huzuruna boynu bükük bir halde girip şeyh emretmeden oturmamalı ve şeyhin gösterdiği yere oturmalıdır. Oturduğu yerde başını göğsünün üzerine tevazu ile eğerek şeyhi dinlemeli, izin verilirse konuşmalı ve boş sözlerden kaçınmalıdır. Şeyhten dinin zahirine dair bir şey zuhur ederse bunu inkâr etmeyip mutlaka sebebinin olduğuna inanmalıdır. Eğer bu hususta içine bir şüphe düşerse ondan hemen kurtulmaya çalışmalıdır. Şeyhin bazı sözlerini virt edinip sürekli tekrarlamalıdır. Sohbetin sonunda izin alarak şeyhin elini ve dizini öperek arka arka ve yavaş yavaş orayı terk etmelidir. Eve döndüğünde kazandığı nimet için şükredip iki rekât namaz kılmalıdır. Salik, sohbetten hem zahiri hem de batıni manada faydalanmaya gayret etmelidir. 222 Sülûk-nâme, SK. HME. , 21a-21b. 89 Sohbetlerde ayrıca nazarın da önemi vurgulanmıştır. Ahmed Sûzî, ariflerin nazarlarının mutluluk ortaya çıkardığını ancak zahiri ilimlerle meşgul olan âlimlerin sohbetlerinde bunların ortaya çıkmadığını ifade eder. Veliler Allah’a yakın oldukları için onların sohbetlerinde bu haller ortaya çıkar. Sohbetlerden herkes niyeti ölçüsünde faydalanır. Ahmed Sûzî, sohbetin zahiri etkisinden çok batıni etkisine değinmiştir. 2.5.6. Hizmet Aslen Arapça kökenli bir sözcük olan hizmet, kelime anlamı olarak birinin işini görme veya birine yarayan bir işi yapma manasında Türkçede de kullanılır. Tasavvufi ıstılahta ise tekkeye yeni giren, ilmin lezzetini tatmamış, hallerin nefesleriyle uyanmamış salikin durumu, hizmet olarak değerlendirilir. Tasavvufta salikin nefsini terbiye etmesi için hizmet yolu bir terbiye disiplini olarak kullanılmıştır. Bu yönüyle tasavvuf çevresinde “Himmet, hizmete bağlıdır.” sözü hizmetin insanı olgunlaştıran ve menziline ulaşmasını sağlayan bir yol olduğunu ifade eder. Bu yönüyle mutasavvıflar “ Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder.223” ayetini bu düşüncelerine kanıt olarak gösterirler. Nefsini terbiye etmemiş kişilerin, çoğu zaman yaptığı hizmet, onun Allah rızasına ulaşmasına engel olur, hizmet de putlaşabilir.224 Bu sebeple tasavvuf çevresinde hizmete başlamadan önce salikin nefsini her türlü kötülükten arındırması gerektiği belirtilmiştir. Ahmed Sûzî, salikin mutlaka hizmet ehli olması gerektiğini belirtmiştir. Salik bir an olsun hizmetten geri durmamalı işlerine bahaneler üretmemelidir. Hizmet esnasında her ne kötü söz işitirse işitsin “ Bu söze layık olmasam işitmezdim, bu kendi kusurumdur.” demelidir. Hizmet esnasında başına gelen her türlü musibete ve güçlüklere katlanarak bunların hepsini Allah’tan bilmelidir. Salik başına gelen musibetlerin birer imtihan olduğunu düşünmeli ve bunlara sabır göstererek katlanmalıdır. Kendisi dışındaki hizmetçilere, hepimiz bir kapının bekçileri ve bir kapının kullarıyız, diye yaklaşmalıdır. Salik beraber hizmette bulunduğu tarikat kardeşlerini nesep kardeşlerinden daha evla görmelidir. Bu şekilde hareket eden salikler hizmetlerinin karşılığı olarak nefislerini arındırarak Allah’a yaklaşırlar. Salik, şeyhin yolunda canını ve başını vermeye hazır 223 224 Kur’an, 47. Muhammed Sûresi, Ayet 7 Cebecioğlu, a.g.e. , s. 122. 90 olmalı ve ona daima hizmet edip ondan izin ve yardım isteyerek her bir hükmüne teslim olup her bir emrine işittik ve itaat ettik demelidir. Ahmed Sûzî’ye göre salik, Şeyh meclisinde hizmet etmeye, canını ve başını yolunda feda etmeye ve yüzünü görmeye arzulu olmadıkça büyük âlimlerin ileri geleni, evliyalar arasında zamanın en büyük mürşidi ve her daim ibadet eden bir kişi olsa da fayda vermez. Sonunda emeğinin zayi olmasının yanında Allah rızasının arzulusu ve Allah’ın cemalini görme taliplisi olup da Allah dostlarının yoluna dahil olup bu şartları tamamlamazsa arzusuna yine de ulaşamaz. 2.5.7. Emre İtaat Ahmed Sûzî’ye göre seyr ü sülûkun özü Allah’a ve O’nun elçisi olan Hz. Peygamber’e itaat etmektir. Bu sebeple salik öncelikle Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i, daha sonra Hz. Peygamber’in hadislerini kendisine kılavuz edinip buradaki her emre itaat etmelidir. Hz. peygamber’in açtığı irşat yolu O’nun vefatından sonra sahabelere, sahabelerden tabiinlere, onlardan da mürşid-i kâmillere kadar gelmiştir. Bu yönüyle mürşitler Hz. Peygamber’in varisleri olarak kabul edilmiştir. Ahmed Sûzî, bu yönüyle şeyhe itaat etmeyi Hz. Peygamber’e itaat etmekle eşit tutmuştur. Şeyhe itaat ederek onun emirlerine tabi olanlar Şeriat-ı Muhammediyye’yi ve hakikatin sırlarını elde ederek Allah’a vasıl olan kullardan olurlar. Ahmed Sûzî; salikin, hikmeti anlaşılsın ya da anlaşılmasın mürşidin her türlü emrini yerine getirmesi gerektiğini belirtir. Salik mürşidinin sözlerini sıradan bir kişinin sözleri gibi düşünmemeli, şeyhin sözlerinde gizli veya açık hakikatlerin sırlarının saklı olduğunu bilmelidir. Aksi halde salik menziline ulaşamaz ve maneviyatını kaybeder. Salike düşen kendi şeyhinin aleyhinde olan kimselerin yanına varmamak ve bunlarla sohbet etmemektir. Şeyhim hakka ulaştırandır ve beni ancak o hakka ulaştırır şeklinde düşünmeli, onun bütün tekliflerini ve tembihlerini can u gönülden kabul etmeli, hepsini lütuf ve bereket bilerek baş eğmelidir. Şeyhim Hz. Peygamber’in naibidir, diye itikat etmelidir. Buna tabi olmak Hz. peygamber’e tabi olmaktır. Buna biat etmek ona biat etmektir. Buna teslim olmak ona 91 teslim olmaktır, bunun rızası onun rızasıdır, diye itikat etmelidir. Eğer böyle davranmazsa tabi olmanın nuru kalbinden silinir ve biat beni yok olur. 2.6. SEYR Ü SÜLÛKTA MÜRİD- MÜRŞİD İLİŞKİSİ Ahmed Sûzî, tarikatların ortaya çıkış sürecini Hz. Peygamber’e kadar götürmüştür. Tarikatların Hz. Peygamber ve ondan sonra gelen din büyüklerinin katkıları ile ortaya çıktığını belirterek bu tarikatların İslam dinine hizmet ederek bidatlerin dine girmesine engel olduklarını ifade etmiştir. Tarikata giren dervişlerin muhakkak ki bidatlerden uzak durmalarını istemiş ve bunların insanı sapkınlığa götüreceğini dile getirmiştir. Ahmed Sûzî, bu görüşlerini ifade ederken Hz. Muhammed’in “ Bütün bidatler delalettir ve bütün delaletler de ateşe götürür.” hadis-i şerifini delil olarak göstermiş ve bu hadis-i şerifi kendisine rehber olarak benimsemiştir. Ahmed Sûzî, salikin her türlü hal ve eyleminde bilinçli olarak hareket etmesi gerektiğini belirtmiş ve salikin her türlü işini düşünerek, ne yaptığının farkında olarak ve girdiği bu yolun önemini kavrayarak yapması gerektiğini anlatmıştır. Salik yaptığı her şeyin bilincinde olmalıdır. Aksi durumlarda salik zarara uğrayıp perişan hallere düşebilir. Bu yönüyle Ahmed Sûzî, tarikat kuralları çerçevesinde müridin ve mürşidin birbirleri ile ilişkilerini sürdürürken bunların birbirlerine karşı bir takım vazifeleri olduğunu belirtmiştir. Bunlar şeyhin salikleri terbiye ederken uyması gereken kurallar ve salikin bu terbiye esnasında şeyhine karşı yerine getirmesi gereken görevlerden oluşmaktadır. 2.6.1. Mürşidin Müride Karşı Görevleri 2.6.1.1. Saliklerin İstidatlarına Göre Terbiye Usulleri Belirlemek Tasavvuf, bir ilim olduğu kadar aynı zamanda bir hal ve eğitim işidir. Bu sebeple gerek ferdi ve gerekse de toplumsal hayatta derin izler bırakan önemli müesseseler kurmuştur. Bunlardan biri de hedefi insan ruhunu terbiye etmek ve insanı dış dünyanın tesirlerinden kurtarıp iç âlemine yönlendirerek içindeki mutlak hakikate ulaştırmak olan tarikatlardır. Tarikatların gayesi, nefsi kötü sıfatlarından temizleyerek 92 ruhu insan vücudunda hâkim kılmaktır. Bu gayenin gerçekleşmesi için bir takım usul ve esaslar geliştirilmiştir.225 Bu usul ve esaslar tasavvuf yolunda ilerleyen salikin karakter özellikleri göz önünde bulundurularak uygulamaya konulur. Ahmed Sûzî’ye göre Şeyh, müritlerini terbiye ederken onların kişilik özelliklerini göz önünde bulundurarak karakterlerine en uygun olan yöntemleri seçerek salikleri terbiye etme yoluna gitmelidir. Çünkü her kişinin farklı özellikleri vardır. Herkes aynı yöntemle ilerleme ve olgunlaşma kaydedemez. Bu sebeple kişinin ilgisi, kabiliyetleri ve kişilik özellikleri göz önünde bulundurularak kendisine en uygun terbiye yöntemi belirlenip uygulanmalıdır. Şeyh saliki terbiye ederken bizzat kendisi de terbiye disiplininin içinde yer almalıdır. Salikleri terbiye ederken en kısa ve en kolay yolu tercih etmelidir. Saliklere sülûk esnasında zahmet çektirmemelidir. Aksine elinden geldiğince saliki zorlamadan onun sülûkunu tamamlaması için elinden geleni sarf etmeye gayret göstermelidir. 2.6.1.2. Saliklere Nasihatte Bulunmak Mürşitlik, maneviyat yoluna girenlerin hatalarını düzeltme ve onlara öğüt vermeyi gerektiren bir makamdır. Bu nedenle mürşidin en başta gelen görevi müritlerine ihtiyaç duydukları her konuda öğüt vererek onları irşat etmektir.226 Ahmed Sûzî’ye göre şeyh olan kimse tarikat adabını, güzel amelleri ve hakikatin sırlarını öğrenmek için yola çıkan saliki, yolda karşılaşabileceği tehlikelerden ve şeytanın aldatmacalarından korumak için ona nasihatlerde bulunmalıdır. Çünkü seyr ü sülûk yolu bir sürü engelle dolu bir yoldur. Salik yol boyunca bir sürü sıkıntı ile karşılaşacaktır. Şeyh bu sıkıntıların saliki terbiye ederek olgunlaştıracağını, salikin bu sıkıntılara katlanıp sabretmesi gerektiğini salike öğretmelidir. Seyr ü sülûk yolu zahmetli bir yoldur. Bu sebeple bu yolun kolayca tamamlanması ve salikin arzularına kısa bir sürede ulaşması mümkün değildir. Şeyh saliki delalete düşmekten korumak ve ibadetlerini yerine getirmek için saliki daima uyarmalı ve ona nasihatlerde bulunmalıdır. a.g.e. , s. 231- 236. ; Osman Türer, (2003), Letâif-i Hamse, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXVII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara: s. 143. ; Ramazan Muslu, (2007), Halvetiyye’de Etvâr-ı Seb’a Yazma Geleneği ve Sofyali Bâlî Efendi’nin Etvâr-ı Seb’a Risâlesi, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 18, Ankara: ss. 65-85. 225Yılmaz, 226 Derin, a.g.e. , s. 241. 93 Şeyh salikin kendi huzurunda veya tek başına bulunduğu zamanlarda zikre devam etmesini tembihlemeli ve salikin zikre devamını sağlayabilmek için gerekli olan her türlü tedbiri almalıdır. Böylelikle salik gaflete düşmekten kurtulur ve nefsinin arzularından uzaklaşarak Allah’a yaklaşır. 2.6.1.3. Salikleri Hakk’a Davet Etmek Seyr ü sülûkun temel gayesi insanları hakka davet ederek onların maneviyat yolunda mesafe kat etmelerini sağlamaktır. Bu sebeple şeyh olan kimse insanları batıldan uzaklaştırmak ve hakkı bulmalarına yardımcı olmak için çalışmalıdır. Ahmed Sûzî’ye göre hakikat perdelerin arkasında saklanmıştır. Seyr ü sülûkun amacı bu perdeleri birer birer aşarak hakkın kendisine ulaşmaktır. Bu sebeple şeyh olan kimse hakikatin sırlarını bulmak için Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerimi ve Hz. Peygamber’in sünnet ve hadislerini kendisine rehber edinip seyr ü sülûk yolunda bunların belirttiği çizgide yürümeli ve salikleri bu çizgide tutmaya çalışmalıdır. Seyr ü sülûk yolunun adab ve şartlarını Hz. Peygamber’in sunduğu şekilde açık tutmaya çalışmalıdır. Bu sebeple uyguladığı metotları O’nun belirttiği sıra ile ve O’nun belirttiği şekilde devam ettirmeye çalışmalıdır. Bu şartlara uyarak insanları hakka davet eden şeyh Hz. Peygamber’in kendisine bıraktığı halifelik üzerinde sabit bir şekilde durmuş olur. Şeyhin belirttiği çizgide hak yolunda ilerleyen salik de Hz. Muhammed’e biat etmiş ve sözünü yerine getirmiş olur. Bunun neticesinde de seyr ü sülûk yolunda kemalatını tamamlamaya ve Allah’a vasıl olmaya hak kazanır. Şeyh olan kimse bu çerçeve dâhilinde farz ve sünnetlerden ayrılmayarak salikleri hakka davet etmelidir. Bu çerçevenin dışında kalan bidatlerden saliki sakındırmalı böylece saliki delalete düşmekten muhafaza etmelidir. 2.6.1.4. Saliklerin İhtiyaçlarını Karşılamak Seyr ü sülûk yoluna giren salik, artık dünya ile bütün bağlarını koparmış ve manevi âleme yönelmiştir. Bu sebeple bu yola giren salikin dünyalık derdinden tamamen kurtulması gerekir. Fakat buna karşın insanın yaşamını devam ettirebilmesi birtakım ihtiyaçlarının karşılanması ile mümkündür. Bu sebeple salikin tam olarak seyr ü sülûka kendini adaması ve tüm yönleri ile bu yola adapte olması için rızık peşinde 94 koşmaktan kurtulması gerekir. Şeyh olan kimse kendisine başvurup sülûk etmek isteyen kişinin bu maddi ihtiyaçlarını karşılamalıdır ki salik tam olarak bu yola adapte olabilsin Ahmed Sûzî’ye göre Şeyh, saliklerin manevi ihtiyaçlarının yanında maddi ihtiyaçlarını da karşılamalıdır. Eğer buna gücü yetmiyorsa en azından salikin geçimini sağlayabileceği maddi kazancı sağlayabilmesi için ona yardımcı olmalıdır. 2.6.1.5. İrşadda Kolay Yolu Seçmek Ahmed Sûzî’ye göre şeyh olan kimse, saliki terbiye ederken tercih edilebilecek en kolay yolu seçmelidir. Gereksiz yere zorluk çıkararak salike eziyet etmemelidir. Mürşit, saliklerin seyr ü sülûklarını kolayca tamamlayarak arzularına ulaşmaları ve delalete düşmeden ibadetlerini yerine getirmeleri hususunda yardımcı olmalıdır. Mürşit kendisi de bizzat saliklerle birlikte terbiyenin içinde bulunmalı ve terbiye esnasında saliklere zahmet çektirmemelidir. Ahmed Sûzî, bazı şeyhlerin saliklere zahmet çektirmek için onlara zorluklar çıkardığını ifade etmiştir. Bu şeyhleri cahil şeyhler olarak ifade eden Ahmed Sûzî, onların uyguladıkları bu yöntemleri de bidat olarak tanımlamıştır. Nitekim bazı şeyhlerin saliklerine on iki, elli ve kırk rekât namaz kılmayı emrederek onlara boş yere zahmet çektirdiklerini belirtmiştir. Ahmed Sûzî, Hz. Peygamber’in: “ Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin en şerlisi ise dinde olmadığı halde dine sonradan eklenen ve yeni icat edilen şeylerdir.227” hadis-i şerifini bu düşüncesine kanıt olarak göstermiş. Bu emirleri kabul etmeyenlerin reddedileceğini ifade etmiştir. Ahmed Sûzî’ye göre salik nafile ibadetlerden hangisi adet olunmuşsa onları yerine getirmeli, şeyh bunun dışında salike zahmet etmemelidir. Çünkü bunlar bidatlerdir. Bidat olan şeyler de insanı delalete sürükler. Bu yüzden şeyh olan kimse bunlardan uzak durmalı ve saliki de bunlardan uzak tutmaya çalışmalıdır. 227 Ahmed bin Hanbel, a.g.e. , s.319. 95 2.6.2. Müridin Mürşide Karşı Görevleri 2.6.2.1. Edep Kişinin her söz ve fiilinde güzel muamelede bulunması anlamında Arapça bir kelime olan edep, kişinin her türlü hata ve günahtan sakınması olarak da ifade edilir.228 Tasavvuf çevreleri edebi; şeriat edebi, hizmet edebi ve Hakk’ın edebi olmak üzere üçe ayırmışlardır. İlki dinin zahirini öğrenmek ve bilmek, ikincisi hizmette ileri gitmekle birlikte yaptıklarını görmeme, üçüncüsü Allah’a ve kendine ait olanı bilmektir.229 Tasavvuf yoluna giren müridin edebe tam anlamıyla uygun hareket etmesi gerekir. Tasavvufta sıklıkla geçen şu ifade edebin önemini ifade eder: “Edeplere riayet etmeyen, sünnetlere riayet etmeyi kaçırır; sünnetlere uymayı kaçıran farzları ve vacipleri gereği gibi yapmaktan uzaklaşır; farz ve vacip gibi dinin temellerinin yeterince yerine getirilmemesi, kişiyi imanı kaybetme tehlikesine duçar eder.”230 Tüm bunlar edebin tasavvufta üzerinde en çok durulan kavramlardan biri olduğunu gösterir. Sûfilerin edep merkezli tasavvuf tanımları ve eserlerinde edep konusuna ağırlık vermeleri de bu kavrama verilen önemin açık bir göstergesidir. 2.6.2.2. Mürşide İtaat Etmek Salik, şeyhinin kendisine buyurduğu emirleri eksiksiz olarak yerine getirmeli ve şeyhinin yasakladığı şeylerden sakınmalıdır. Salik kazandığı bütün manevi değerleri şeyhi sayesinde kazandığını bilmeli ve bunların şeyh vasıtasıyla kendisine bahşedildiğine inanmalıdır. Salik şeyhinin sözünden kesinlikle çıkmamalı ve şeyhinin bütün talimat ve yönlendirmelerine harfiyen uymalıdır. Ahmed Sûzî’ye göre mürşide itaat etmek, onun emir ve yasaklarını yerine getirmek seyr ü sülûkun özünü meydana getirir. Çünkü salik ancak kendisine yol gösteren mürşidin belirttiği yönde hareket ederse menziline ulaşabilir. Bu yüzden mürşide itaat etmek seyr ü sülûkun hitama ulaşabilmesi için önemli bir şarttır. Salik, mürşitten zahirde şeriata muhalif olan, nefsinin kabul edemeyeceği bir şey duysa bile, elbette hakikatte şeriata uygundur, gerçek meramı ancak şeyhim kendi Mütercim Âsım Efendi, a.g.e. , C. I, s. 82. Cebecioglu, a.g.e. , s. 180-18. ; Abdulbaki Gölpınarlı, (1997), Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Aka Yayınları, İstanbul: s. 108-110. 230 Kılıç, a.g.e. , s. 191. 228 229 96 bilir, diye itikat ederek şeyhe itaat etmelidir. Şeyhin söylediği bütün sözlere ve fiillerine karşı çıkmamalı ve ona itaat etmelidir. Hakikatin sırrını ancak bu şekilde öğrenebilir ve menziline ancak bu yolla ulaşabilir. 2.6.2.3. Mürşide Teslim Olmak Seyr ü sülûkun başarıyla sonuçlanabilmesi için salikin bağlandığı mürşide tam anlamıyla teslim olması gerekir. Bir terbiye disiplini olan tasavvuf, usta-çırak, ilişkisi içinde başlayıp devam eden bir yolculuktur. Çırağın ustasından tam olarak istifade edebilmesi için ona iyice güvenmesi ve onu benimsemesi gerekir.231 Bayezîd-i Bistâmî’nin ifadesi ile mürit mürşidin elinde, gassal elindeki ölü gibi olmalıdır. Bu durum da ancak salikin mürşide tam teslimiyeti ile mümkündür. Burada bir kişilik kaybı söz konusu değildir. Aksine kişiliğin olgunlaşması, gelişmesi ve özgürlüğe kavuşması amaçlanmaktadır.232 Ahmed Sûzî, teslimiyeti salikin tarikata kabulünün ön şartı olarak sunmuştur. Ona göre bir salik kendisine yol gösterecek olan rehberin eline ve eteğine yapışarak ona tam anlamıyla teslim olmadıkça ve onun yolunda canını ve başını vermeye razı olmadıkça Hakk’a ulaşamaz. Bu sebeple salik kendisini mürşidine teslim ederek seyr ü sülûk yolunda onun gözetiminde ilerleyip olgunlaşmaya çalışmalıdır. Salik aynı zamanda mürşid-i kâmillerin Hz. Peygamber’in varisleri ve halifeleri olduğunu unutmamalıdır. Salik mürşidine teslim olurken aynı zamanda Hz. Peygamber’e tabi olduğunu bilmelidir. Şeyhinin her sözünü can u gönülden kabul etmeyen salikin seyr ü sülûk yolunda ilerlemesi mümkün değildir. Bu tür yollara girenler sonunda delalete uğrayıp bütün emeklerini zayi ederler. Ahmed Sûzî, teslimiyet kapısına gelerek rıza eşiğine yüz sürenlerin bu sülûk ile ebedi mutluluğa kavuşacaklarını ve hakikatin sırlarını öğreneceklerini ifade ederek salikleri bu yola davet etmiştir. 2.6.2.4. Mürşide Hizmet Etmek Hizmet hemen hemen bütün mutasavvıfların salikleri yetiştirmek için kullandığı bir terbiye yöntemi olarak kabul edilmektedir. Salik hem mürşide hem de 231 232 Mehmet Demirci, (2001), Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, Damla Yayınevi, İstanbul: s.53 - 55. İbrahim Sarmış, (1995), Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslam, Ekin Yayınları, İstanbul: s.175. 97 tekkeye hizmet etmekten kaçınmamalıdır. Gerçek salik hizmetten kaçmak için türlü bahaneler uydurmaktan geri durmalı ve hizmet ehli olmalıdır. Ahmed Sûzî’ye göre salik, şeyhinin meclisinde hizmet etmeye, canını ve başını onun yolunda feda etmeye kararlı olmadıkça zamanın en büyük âlimi, en büyük evliyası ve her anını ibadetle geçiren biri olsa da yine de bir fayda göremez. Allah rızasını gözetip Allah’ın cemalini görmek isteyen salik mutlaka şeyh meclisinde hizmet etmelidir. Salik hizmet esnasında bazen zorluklarla karşılaşabilir. Fakat bu zorlukların hepsini iyilik, yardım ve himmet olarak kabul ederek hizmete devam etmelidir. Bu zorlukları bir imtihan ve çille kabul ederek halinden memnun olup incinmemelidir. Çünkü seyr ü sülûk yolunda çekilen çilelerin miktarı ile bunun karşılığındaki kazançların miktarı eşittir. Nihayetinde hizmetin sona erdiği nokta da çekilen zorlukların miktarınca lütuf ve ihsan elde edilecektir. 2.6.2.5. Her İşinde Mürşidin İznini Almak Salik, tarikata intisap ettikten sonra yaşadığı bütün halleri, kat ettiği mesafeleri ve yaşadığı hadiseleri eksiksiz olarak şeyhine anlatmalıdır. Şeyhin izni olmadan ve şeyhin bilgisi olmadan herhangi bir işe girişmemelidir. Şeyhten gizli olarak hiçbir şey yapmamalıdır. Her işinde ve eyleminde şeyhinin bilgisine başvurmalıdır. Salik, bütün iş ve eylemlerinde sadece Allah rızasını düşünerek hareket etmelidir. Allah rızasını kazanmak dışında makam ve mevki peşinde olmamalıdır. Gayesi sadece Allah rızasını kazanarak sadık bir kul olmak olmalıdır. Salik ibadetlerde, zikir hususunda, diğer tarikat arkadaşlarının yanına varmada, uzak veya yakın olsun bir yere gideceği zaman şeyhten izin almalıdır. Şeyhinin izin vermediği yerlere gitmemelidir. İbadetlerini şeyhin izin verdiği ölçüde yerine getirmelidir, bunlara ekleme veya çıkarma yapmamalıdır. Geceleri hücresinde mum yakıp kıraat etmek istese yine şeyhinin iznine başvurmalıdır. Eğer şeyh izin verirse yakmalıdır, izin vermese şeyhin belirttiği şekilde davranmalıdır. Kısacası Ahmed Sûzî, salikin bütün iş ve eylemlerinde şeyhe bağlı olarak hareket etmesi gerektiğini belirtmiştir. Ona göre salik şeyhinden izin almadan hiçbir işe bulaşmamalıdır. Bir şey yapmak isterse ilk önce şeyhin iznine başvurmalıdır. Eğer şeyh 98 bu işi salik hakkında hayırlı görüp izin verirse yapmalı, izin vermezse ondan uzak durmalıdır. 2.6.2.6. Mürşidin Aleyhinde Konuşanlara Kulak Asmamak Salik, kendi şeyhi dışında bir şeyh aramamalı, kendi şeyhi dışındaki şeyhlerle ve tarikat mensuplarıyla görüşmemelidir. Şeyhinin aleyhinde görüş bildiren kişilerden uzak durmalıdır. Sadece kendi şeyhine odaklanarak ona teslim olmalıdır. Ahmed Sûzî’ye göre salik mürşidini hak bilmeli ve kendisini hidayete erdirecek kişinin ancak şeyhi olacağına inanmalıdır. Salik şeyhi hakkında “ Şeyhim vasılı Hak’tır, beni ancak o Mevla’ya ulaştırabilir. Onun dışında Hz. Hızır bile gelse bana fayda vermez.” şeklinde düşünmelidir. Salikin şeyhin aleyhinde konuşan ve şeyhe muhalefet ederek onu sorgulayanlardan mümkün mertebe uzak durmaya çalışması onu delalete sürüklemekten kurtaracaktır. Başkalarının şeyhi hakkında söylediklerini işiten salik bunlara inanmasa bile nefsinde zayıflık meydana gelebilir ve şeyhi hakkında gönlünde şüpheler ve vesveseler uyanabilir. Tüm bunlar salikin olgunlaşmasına ve nefsini terbiye etmesine engel olarak onun seyr ü sülûkunu tamamlamasını zorlaştırır. Salik bunlardan korunmak için anlatılanları dinlememeli ve şeyhinin aleyhinde sözlerin sarf edildiği mekanlardan uzaklaşmalıdır. 2.6.2.7. Mürşidi Hak Bilmek Ahmed Sûzî’ye göre salik şeyhi hakkında benim şeyhim hakka ulaşmıştır ve yine sadece şeyhim beni hakka ulaştırabilir düşüncesine sahip olmalıdır. Salik, şeyhe itaat Hz. Peygamber’e itaattir, şeyhin rızasını kazanmak Hakk’ın rızasını kazanmak demektir düşüncesi ile hareket edip şeyhine sıkı sıkıya bağlanmalıdır. Salik, eğer yukarda belirtilen hususlara harfiyen uymasa emekleri boşa gitmiş olur ve bugüne kadar ulaştığı bütün mertebeleri kaybedebilir. Salikin, bu meclise Hz. Hızır dahi gelse bana fayda vermez, şeyhim beni benden daha fazla düşünür, diyerek şeyhi dışında kimseye iltifat etmemesi gerekir. 99 2.6.2.8. Mürşidin Sohbetlerini Kaçırmamak Salik, şeyhin mecliste sarf ettiği bütün sözleri son derece dikkatli bir şekilde can kulağıyla dinlemelidir. Ayrıca bu sözlerin manasını düşünerek sürekli tekrarlamalı ve bu sözlerden azami bir şekilde istifade etmeye gayret göstermelidir. Salik, şeyhin meclisteki sohbetlerini kesinlikle kaçırmamalıdır. Ayrıca uğradığı her türlü sıkıntılara göğüs gererek bütün zorluklara, bana lütuf ve ikramlar gelsin düşüncesi ile katlanmalıdır. Ahmed Sûzî, ariflerin meclisinde bir an bulunup sohbetlere katılmayı bin saatlik ibadetten daha hayırlı görmüştür. Bu düşüncesine Hz. Peygamber ile bir sahabe arasında yaşanan şu olayı delil olarak göstermiştir. “ Nitekim sulŧānımız śallallāh u ‘aleyhi ve sellem śaĥābīden birisine ādem gönderdi o kimse “ Śalātı edā ideyim śoñra varayım.” diyüp śalātı edāya meşġūl oldı. B a’de meclis-i sa’ādete geldi buyurdılar ki: ”Niçün ta’ħir etdiñ?” “Namāz içün ta’ħir itdim.” diyince bu kerre sulŧānımız buyurdılar ki: “ Benim meclisime gelüp icābet itmek saña śalātı evvel vaķtinde ķılmadan vesā’ir nevāfilleri bā- cem’ehüm edādan efżaldir.233 “ Burada Hz. Peygamberin sohbeti evvela ibadetleri yerine getirmekten ve namaz kılmaktan daha faziletli gördüğü belirtilmektedir. Çünkü sohbet esnasında meydana gelen feyizler gelip geçicidir. Sohbeti kaçıran kişi bu feyizlerden mahrum kalır. Bu sebeple Ahmed Sûzî, şeyh meclislerindeki sohbetlerin mutlaka kaçırılmaması gerektiğini belirtmiştir. 2.7. SEYR Ü SÜLÛK YOLUNUN HİCAPLARI Hakk’a ve hakikate ulaşmaya, ahret hayatında Allah’ı görmeye engel olan perde anlamında kullanılan bir terim olan hicap, sözlükte engel olmak; örtmek, gizlemek, perde, iki nesne arasına konan engel, örtü anlamında kullanılır.234 Sülûk-name, 21a -21b. İlyas Çelebi, (1998), Hicab, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XVII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.429-430. 233 234 100 Hicap kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçtiği yedi ayette, ahrette cennette bulunanlarla cehennem ehlinin birbirlerinin haline vakıf olmasına mani olan engel,235perde, örtü.236 Kur’an okuduğu sırada Hz. Peygamber’le ahrete inanmayanlar arasına çekildiği belirtilen görünmez perde237ve karanlığın oluşturduğu perde238 manalarında kullanılmıştır. Sûfiler, salikle Hakk arasında bulunan ve O’nu tanımaya engel olan her şeye hicap demişler ve kendileriyle Hak arasında kalan perdelerden daima yakınmışlardır. Tasavvufta hicap adıyla anılan ve kulun Allah ile yakınlığına engel olan perdeler genellikle zulmani ve nurani hicaplar olmak üzere iki şekilde ifade edilirler. Zulmani hicaplar insan vücudundan kaynaklanan bedenle ilgili maddi perdelerdir. Nurani hicaplar ise ruh kaynaklı hicaplardır. İnsan ruhu bedene büründükten sonra zulmani hicap ile perdelenmiştir.239 İnsanın yaratılışı ile beraber bünyesine dahil olan bu hicaplar ancak seyr ü sülûk yolu ile ortadan kaldırılabilir. Bunlar kaldırıldıktan sonra insan bedene bürünmeden önceki saflığına kavuşarak Hakk’a ulaşacaktır. Ahmet Sûzî, seyr ü sülûk yolunda salikin Hakk’ı bulmasına ve Hakk’a ulaşmasına engel olan hicapların üç türlü olduğunu ifade etmiştir. Bu hicapları şehvet, adet ve gelenekler ve sebeplere bağlanma olarak belirtmiştir. Bu üç hicabın salikin seyr ü sülûkuna engel teşkil eden ve onu yolundan alıkoyan engeller olduğunu, salikin ancak bu perdeleri yırtarak Hakk’a ulaşabileceğini belirtmiştir 2.7.1. Şehvet Sözlükte bir şeyi isteme, sevme, arzulama, şiddetli arzu, tutku anlamında bir isim olan şehvet, terim olarak nefsin kendisi için uygun olanı talep etmek üzere harekete geçmesi, kişinin hissi zevklere duyduğu güçlü arzu, hazza ulaşmak için gerekli veya 235 236 Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 46 Kur’an, 19. Meryem Sûresi Ayet17; 33. Ahzab Sûresi Ayet 53; 41. Fussılet Sûresi, Ayet 5; 42. Şura Sûresi, Ayet 5 237 Kur’an, 7. İsra Sûresi, Ayet 45 238 Kur’an, 38. Sad Sûresi, Ayet 32 239 Yılmaz, (2000) , a.g.e. , s.462. 101 faydalı olduğuna inanılan şeylere doğru insanı tahrik eden güç gibi tanımlar yapılmıştır.240 Kur’an-ı Kerim’de şehvet kelimesi iki yerde cinsel istek241 manasında kullanılmıştır. Üç ayette geçen şehvet ile genel olarak nefsani isteklerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bunların ilkinde insanlara dünya nimetlerinin çekici kılındığı belirtilmekte242 , diğer ikisinde şehvetlerine uyanlar eleştirilmektedir.243 Bu tanımlamalardan anlaşılacağı üzere şehvet, nefsin kişi üzerinde etki ederek onu istek ve arzularını tatmin etmek üzere uygun görülmeyen işlere bulaşmasına sebep olur. Ahmed Sûzî, şehveti saliklerin seyr ü sülûk esnasında karşılaşabileceği hicapların başında göstermiştir. Ona göre şehvet, salikleri nefsin iştihasına doğru çeker. Nefsine aldanıp şehvete kapılan salik Allah’tan uzaklaşır. Bazen salik olan kimse zikri ve Hakk yolunu hakkında hayırlı olarak düşünür. Fakat nefsi onu bu yoldan uzaklaştırabilir. Gerek şeytan ve gerekse de nefis sürekli olarak hileler ve vesveseler ile salikin arzularını tetikleyerek onu doğru yoldan ayırmaya çalışır. Salik bu hicaptan kurtulmak için şeyhinin bütün uyarılarına harfiyen uymalı ve bu hicapları ortadan kaldırmak için Kelime-i tevhit zikrine devam ederek kalben de nefsiyle şiddetli bir mücadeleye girerek arzularından kurtulup Hakk’a ulaşmaya çalışmalıdır. 2.7.2. Adet ve Gelenekler Toplum nazarında genel kabul görmüş ve öteden beri tekrarlanarak yerleşmiş bulunan uygulama anlamında bir terim olan adet, genellikle gelenek ve örf manasında kullanılır. İslamiyet’te gelenek ve adet, mutlak kabul veya reddedilmek yerine, dinin temel esaslarına uygunluğu açısından değerlendirilmiş, bu esaslara uygun olanlar benimsenirken diğerleri reddedilmiştir. Bu bakımdan bazı örf ve âdetler İslamiyet’te hukukun da bir kaynağı kabul edilmiştir. İslam hukukçuları, hukuki bir kaynak olarak Faruk Beşer, (2010), Şehvet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXXVIII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.476-477. 241 Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 81; 27. Neml Sûresi, Ayet 55 242 Kur’an, 3. Al-i İmran Sûresi, Ayet 14 243 Kur’an, 4. Nisa Sûresi, Ayet 27; 19. Meryem Sûresi, Ayet 59 240 102 örf ve âdeti incelerken Kitap ve Sünnet’te bu kelimeleri ihtiva eden metinler aramışlardır. 244 Kur’an-ı Kerimde: “Onlara, Allah’ın gönderdiğine uyun denildiğinde; hayır, biz atalarımızın yoluna uyarız, derler; atalarının akılları bir şeye ermemiş ve doğru yolu bulamamış idiyse yine onlara uyacaklar mı? 245 ” ve “Allah size bilmediklerinizi açıklamak, öncekilerin sünnetlerine iyi geleneklerine sizi de ulaştırmak ve günahlarınızı bağışlamak istiyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir.”246 gibi ayetlerde söz konusu edilen gelenekler, örf ve adetler mutlak olarak kabul veya reddedilmemekte, geleneklerin akıl ve vahiy süzgecinden geçirilmesi, vahye aykırı olmayan, akla ve insan yaratılışına uygun bulunanların kabul edilmesi, böyle olmayanların ise terk edilmesi istenmektedir. Ahmet Sûzî, uzun yıllar içerisinde şekillenerek toplum nazarında kabul gören bazı adet ve gelenekleri saliki sülûkundan mahrum bırakabilecek hicapların ikincisi olarak ifade etmiştir. Ahmet Sûzî’ye göre salik bu adettir ve aslında olan halimizdir, bundan bize zarar gelmez diye düşünerek şeytanın yönlendirmesi ile nefsinin tarafına geçebilir. Bu da salikin seyr ü sülûk yolundan saparak nefsin aldatmasına kapılmasına sebep olur. Salik bunun farkında olarak gelenekte var olsa da şeriata uygun olmayan iş ve eylemlerden sakınmalıdır. Bunlar salikin önündeki önemli perdelerden biridir. Salik sağlam bir tefekkürle ve aklını kullanarak şeriata uygun olmayan adet ve gelenekleri terk etmelidir. Bu şekilde salik nefsinin ve şeytanın aldatmacasından kurtularak seyr ü sülûkuna engel olan bu perdeyi ortadan kaldırabilir. Böylece salik, yol boyunca karşısına çıkan engellerden birini daha kaldırarak Allah yolunda ilerlemeye devam eder. 2.7.3. Sebeplere Bağlanma Kâinattaki her şey bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde birbirine bağlanmıştır. Evrende meydana gelen her türlü olay bu kozmografik ilişki dahilinde ortaya çıkmakta ve evrende meydana gelen olaylar arasında bir bağıntı ortaya koymaktadır. Kâinattaki işleyişin sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde yürüyor olması, bir yandan da insanoğlunun imtihanıdır. Onun sebeplere mi yoksa o sebeplerin ardındaki Hayreddin Karaman, (1988) Adet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.369-373. 245 Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 170 246 Kur’an, 4. Nisâ Sûresi, Ayet 26 244 103 ilahî güce mi güvenip bel bağlayacağı bu imtihanın başlıca konusudur. Eğer kul, sebeplerin ardındaki eşsiz ve kesin gücü fark eder ve ona itimat ederse yaratılışın asıl gayesini anlayarak arif olur. Değilse, dünyaya taparcasına bağlanan, olup biten her şeyi maddi sebeplerle izah etmeye çalışan, işin manevi tarafını göz ardı edip, kalpsiz, maddeci bir varlık olup çıkar. Bu zihniyetle yetişen tüccar sermayesine, toprak sahibi mahsulüne, makam sahibi koltuğuna ve ilişkilerine güvenir. 247 Böyle kimseler için kaybetmek ölmekten farksız olduğundan, sahip oldukları şeylere adeta dişle tırnakla tutunurlar. Bu da onları manevi değerleri önemsemeyen, hırslı, kibirli, şefkat ve paylaşımdan yoksun insanlar yapar. Bunun bir adım ötesinde ise ciddi bir iman kriziyle baş başa kalma tehlikesi vardır. Şu halde, sebeplerin ardındaki mutlak gücü yani yüce Allah’ı unutmamak, daima O’na güvenip, O’na dayanmak gerekir. Sebeplerin yaratıcısı varken sebebin kendisine takılıp kalmak, gönül bağlamak, öz dururken kabuğa takılmaya benzer.248 Ahmed Sûzî’ye göre bu karmaşık yapının içinde şeytan ve nefis insanı doğru düşünceden ve akılla hareket etmekten alıkoyar. Bu vesveseye kapılan salik de müsebbip olan Allah’ı düşünmeyip sebeplere çok fazla takılarak Allah’tan uzaklaşır. Bu durum salikin seyr ü sülûktan uzaklaşmasına sebep olur. Sebeplere takılıp kalmak, sebeplerin üstündeki müsebbib’ül-esbabı düşünmemek aklın fitnesidir.249 Bunun için salik sebeplere fazla takılmamalı ve her işte müsebbib-i hakiki olan Allah’ı düşünmelidir. Yoksa her şeyi sebeplere bağladığında bu durumun meydana gelmesinde en önemli faktör olan ilahi gücü göz ardı etmiş olur. Bu da olayların arkasındaki ilahi hakikatleri görmeye engel olarak salikin gözüne perde indirir. Bu duruma düşen salik de doğru yoldan çıkarak nefsin ve şeytanın peşine düşer. Seyr ü sülûk yolundaki üçüncü hicap olarak sebeplere bağlanmayı gösteren Ahmed Sûzî, salikin kurtuluşa erebilmesi ve seyr ü sülûkunu tamamlayarak Hakk’a vasıl olabilmesi için bu perdeyi de ortadan kaldırması gerektiğini ifade etmiştir. Salik bu durum karşısında ancak Allah’a sığınarak zikir ve fikir ile bu engelden kurtulabilir. Kürşad Salih Yaman, (2012), Sebepler ve Tevekkül, Semerkand Dergisi, Yıl:13, Sayı:158, İstanbul: ss.8-11. 248 Yaman, a.g.m. , s.10. 249 Mustafa Güneş, (2015), Ergun Çelebi ve Genc-nâme, Academia Yayınevi, Kütahya: s.22. 247 104 2.7.4. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salikten Giderilmesi Gereken Sıfatlar Dünya derdinin peşine düşme, şeytanın aldatmacaları, nefsin arzu ve isteklerine rağmen kişinin manevi âlemdeki ilerlemesi, insanı diğer varlıklardan ayıran ve onu üstün kılan bir unsurdur. Tasavvuf, insanı manevi hastalıklardan kurtarıp Allah’a ulaştırmayı amaç edinmiştir. Nefs-i emmareden başlayıp nefs-i kâmilede sona eren seyr ü sülûk yolculuğunda dervişe yakışan, tüm manevi hastalıklardan arınıp insan-ı kâmil olma yolunda elinden gelen gayreti göstermesidir. Ahmed Sûzî, salikleri seyr ü sülûktan alıkoyan hicapların izale edilmesi için insan-ı kâmil olma yolunda ilerleyen dervişten giderilmesi gereken birtakım sıfatların bulunduğunu ifade etmiştir. Salikin sülûkunu tamamlayabilmesi için nefsin hoşlandığı bu kötü sıfatlardan arınması gerektiğini belirtmiştir. Salik bu kötü huylardan arınmadıkça güzel ahlaklar ile vasıflanamaz. Bu sebeple salike düşen ilk vazife bu kötü sıfatlardan arınmaktır. Ahmed Sûzî’ye göre saliki seyr ü sülûk yolundan alıkoyan ve mutlaka salikten giderilmesi gereken kötü sıfatlar şunlardır: 2.7.4.1. Kibir Arapça bir kelime olan kibir, sözlükte büyüklenme anlamına gelir.250 İnsana yakışmayan, onun izzet ve onuru zedeleyen bir davranış olan kibir, kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması demektir.251 Azamet, büyüklük ve Kibriya, yücelik ancak Allah’a mahsustur. Nitekim bir hadis-i kutside şöyle buyrulmaktadır: “ Büyüklük benim hırkamdır. Onu kendimden başkası için kabul etmem.252” Bu sebeple insanın Allah’ın sıfatını kendisine yakıştırması insanı şirke yaklaştırır. Kibirli insan, diğer insanlardan kendini büyük görür ve başkalarını küçümser. Bu nedenle tasavvufi açıdan kibir, asla bir dervişin sıfatı olamaz. Ferit Devellioğlu, (1993), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara: s.519. 251 Mustafa Çağrıcı, (2004), Kibir, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss. 562. 252 İbrahim Canan, (2004), Hadis Ansiklopedisi- Kütüb-i Sitte-, C.XIV, Akçay Yayınları, Ankara: s.400. 250 105 Ahmed Sûzî’ye göre kibir, aynı zamanda kulun tövbe etmesine engel olur. Allah, insanı sonuçlarına katlanmak kaydıyla dilediğini yapmakta özgür bırakmıştır. Ancak Allah’a vuslat etmek isteyen mürit, nefis ve şeytana muhalefet etmeli, kendi özgür iradesiyle gurur ve kibirden uzak durmalı, cehaletinin bilincine varmalı ve hesap gününü aklından hiç çıkarmamalıdır Kibir öyle bir hastalıktır ki, kalpleri katılaştırır, gözleri kör eder. Bu hastalık, kronik bir hale gelirse insana kendisini ve sonsuz nimetlerin gerçek sahibi olan Rabbi’ni unutturur. İyilik yapma düşüncesini öldürür, merhamet ve sevgi duygularını yok eder. Bu sebeple Ahmed Sûzî, Allah yolunda sülûk eden salikin şeytanın ahlakının temelini oluşturan kibirden uzak durmasını ve bu duyguyu izale etmesi gerektiğini ifade eder. Kibir salikin önündeki hicapları kaldırmasına ve Allah’a ulaşmasına engel olan sıfatların başında gelir. 2.7.4.2. Enaniyet Enaniyet terimi, Arapçada, ben anlamına gelen ene kelimesinden türemiştir. Kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi, hem kendi varlığını hem de etrafındakilerin varlığını Allah’tan bağımsız görmesi, tavır ve davranışlarını, bakış açısını bu zihniyete göre düzenlemesi anlamına gelir.253 Kur’an’da, hadiste ve diğer İslami kaynaklarda, günümüzde bir ahlak ve psikoloji terimi olarak kullanılan; insanın yalnız kendisiyle ilgilenmesi, ilişkide bulunduğu herkesi ve her şeyi kendi yararına kullanma isteği ve kendini üstün görme, dolayısıyla kendini her şeyin amacı olarak kabul etme eğilimi anlamındaki enaniyeti yeren pek çok ifade bulunmaktadır.254 Tasavvufi gelenekte insan benliğine kimi zaman ene, kimi zaman nefis, kimi zaman da ruh kavramlarıyla atıfta bulunulmuştur.255 Geleneksel tasavvufi anlayışta insan kişiliğinin üç ayrı yönünün bulunduğu ifade edilmektedir. Bunlar ruh, kalp ve nefistir. Ruh ile nefis kalbi ele geçirmek için sürekli savaş halindedirler. 256 Adnan Oktar, (2009), Şeytanın Enaniyeti, Araştırma Yayıncılık, İstanbul: s.34. M. Muhsin Kalkışım, (2010), Klasik Şâirlerde Benlik Psikolojisi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı:3 Sinop: ss.138-150. 255 Sabahattin Küçük, (1994), Bâkî Dîvânı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara: s.43. 256 Kemal Sayar, (2000), Sufi Psikolojisi. Bilgeliğin Ruhu, Ruhun Bilgeliği, İnsan Yayınları, İstanbul: s.15. 253 254 106 Bir insan kendisini dünyanın merkezi olarak görmeye başladığında, kısa sürede Allah’ın kendisine verdiği imkânlar ve özellikler doğrultusunda bir büyüklenme psikolojisi içine girer. Her zaman ve her durumda kendisini en ön planda, en üstün konumda görmeye ve göstermeye başlar. İblis’in, Hz. Âdem’e secde etme emriyle karşı karşıya kalınca su yüzüne çıkan enaniyeti onun sonsuz azaba mahkûm olmasına neden olmuştur. Bu durum enaniyetin, onu barındıran kimse için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.257 Bu tehlikeli durumun farkında olan Ahmed Sûzî, saliklerin enaniyet duygusundan mutlaka kurtulmaları gerektiğini ifade etmiştir. Zira enaniyet, saliki yolundan döndürerek onun şeytanın ve nefsin hilelerine kanmasına sebep olan hicapların başında gelen kibri de beraberinde getirir. Böylece salik Hakk yolundan ayrılarak gaflet ve delalete düşer. Bu sebeple seyr ü sülûk yolunda ilerleyen saliklerden giderilmesi gereken sıfatlardan biri de enaniyettir. 2.7.4.3. Haset Haset, Arapçada kıskançlık ve çekememezlik anlamında bir başkasının sahip olduğu maddi ve manevi imkânları kıskanmak, o nimetlerden mahrum olmasını dileyerek onların kendisine geçmesini istemek demektir. Kısacası haset, dinî ya da dünyevi bir iyiliğin olduğu birinden nimetin zevalini dilemektir.258 Hemen hemen her insanda yaratılıştan gelen bir miktar haset bulunur. Fakat yaratılıştan kaynaklanan bu haset insanları iyilik bağlamında yarıştırmak zorundadır. İnsanı çalışmaya yönlendirmeli, insanda ilerleme eğilimi uyandırmalı ve sorunların üzerine gitme isteğini ona verebilmelidir. Böylesi durumlarda çekemezliğin yararsızlığı söylenemez.259 Haset, iyilikte rekabet etme sınırından çıktığında kişide psikolojik bir çöküntüye sebep olur. Bu bağlamda haset, psikolojik açıdan değerlendirildiğinde, Oktar, a.g.e. , s.35-36. Bülent Akot, (2014), Kadızâde Mehmed Arif Efendi’nin Risâle Fi Hased Adlı Eseri ve Muhtevasının Analizi, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar dergisi, Yıl:8, Sayı:32, Sinop: ss.15-25. 259 Alfred Adler, (1998), Yaşama Sanatı, Kamuran Şipal (Çev.), Say Yayınları, İstanbul: s.97. 257 258 107 insanın bedenini içten yıkan, mecalsiz ve halsiz bırakan, huzursuz eden, içten yakıp tüketen psikolojik bir hastalık olarak ortaya çıkar.260 Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk yolunda ilerleyen salikin yolculuğuna engel olacak hicapların ortaya çıkmasına sebep olan sıfatlardan biri olarak da hasedi göstermiştir. Ona göre kişi haset duygusundan vazgeçmedikçe karşısında duran ve yolculuğuna engel teşkil eden perdeleri ortadan kaldıramaz. Salike düşen bu perdeleri ortadan kaldırmak için içindeki haset duygusunu tamamen ortadan kaldırmaktır. 2.7.4.4. Kin ve Adavet Farsça asıllı bir kelime olan ve birine karşı düşmanlığını, hıncını içinde tutmak, bir kimsenin içinde yaşattığı düşmanlık ve nefret duygusu anlamına gelen kin sözcüğü, edebî ve ahlakî eserlerde öfke ve düşmanlık gibi başlıca erdemsizliklerden söz edilirken adavet kelimesi ile beraber kullanılır.261 Kin, terim olarak bir kimseye karşı hissedilen öfke duygusunun ortaya çıktığı anda yatıştırılmaması halinde bunun insanın içine yerleşip süreklilik kazanması, böylece nefsin kontrolüne geçen kişinin insanlara karşı düşmanlık ve öfke beslemesi olarak tanımlanabilir. Kin duygusu kişinin ahlaki hayatı bakımından tehlikeli ve zararlı neticeler ortaya koyar. Bunlar, birine kin besleyen kişinin sahip olduğu imkanlardan dolayı onu kıskanması ve bu kıskançlığın süreklilik kazanması, o kişiyle normal iletişimini kesmesi, aleyhinde kötü sözler söylemesi, zararlı faaliyetlerde bulunması, haklarını engellemesi, fırsat bulduğunda ona eziyet etmesi gibi İslam’ın sosyal ilişkilerde yasaklamış olduğu kötülüklerdir. Ayrıca kin beslenen tarafın da kin besleyene hak ettiği şekilde karşılık verme, onu hoş görüp normal ilişkilerini sürdürme veya ona hak ettiğinden daha ağır kötülüklerle karşılık verme seçeneklerinden birini tercih etmesi kin duygusunun insan ilişkilerinde ne kadar kötü sonuçlara sebep olabileceğini ortaya koyar.262 Adem Dölek, (2002), Hadisler Işığında Hased Hastalığı ve Psikoterapi, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:8, Sayı: 4, Şanlıurfa: ss.39-82. 261 Mustafa Çağrıcı, (2002), Kin, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXVI, Türkiye Diyanet 260 Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.30-31. 262 Çağrıcı, a.g.e. , s.31. 108 Tüm bu durumları göz önünde bulunduran Ahmed Sûzî, salikin kin ve adavet gibi insan ilişkilerinde olumsuzluklara sebep olabilecek sıfatlardan mutlaka arınması gerektiğini ifade etmiştir. Kin ve adavet bu olumsuzlukları ile salikin önüne perdeler indirerek onun hakikati görmesine engel olur. Gerçeğin farkına varamayan salik nefis ve şeytanın hileleri ile yolundan saparak sülûkunu terk eder. Bu da salikin önüne Hakk’a ulaşmasına engel olacak hicapların ortaya çıkmasına sebep olur. Salik yolundaki bu engellerden kurtulmak için kin ve adaveti terk etmek zorundadır. 2.7.4.5. İntikam Sözlüklerde öç almak, hınç ve acı çıkarmak anlamında263 kullanılan bir kelime olan ve cezalandırma, kınama gibi anlamlara gelen nakm kökünden türeyen İntikam, kötü davranış veya sözü cezalandırmak için kötülükle karşılık verme isteği ve haksızlık yapanın haksızlığa uğrayan kişi tarafından gerektiği şekilde cezalandırılması şeklinde tanımlanabilir. Kur’an-ı Kerim, intikam düşüncesini yasaklayarak cahiliye döneminin asabiyet anlayışına dayalı kabile dayanışmasının yerine bütün müminlerin kardeş olduğu, hatta bütün insanların aynı anne babanın evlatları olarak esasta eşit konumda bulunduğu ilkesini getirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de toplumsal ilişkinin sürtüşme üzerine değil uzlaşma ve kaynaşma üzerine kurulması, anlaşmazlıkların objektif hukuk ve adalet ölçülerine göre çözümlenmesi gerektiğine dikkat çekilerek bunun ahlaki ve hukuki alt yapısını oluşturmuştur.264 İnsanın gözünü körelterek onu öç alma duygusunun esiri yapan intikam duygusu, kişinin sadece kendisine haksızlık yaptığını düşündüğü bireye zarar vermeye odaklanmasına sebep olur. Bu durum bireyin sağlıklı düşünmesine ve doğru kararlar almasına engel olur. Ahmed Sûzî, salikin her türlü kötülük karşısında sabırlı olması gerektiğini belirtmiş ve salikin seyr ü sülûk yolunda karşılaşa bileceği hicaplara sebep olan sıfatlardan birinin de intikam olduğunu belirtmiştir. Bu sebeple Allah’a ulaşma yolunda manevi bir yolculuğa çıkan salikin intikam duygusundan mutlaka kurtularak önündeki engelleri bertaraf etmesi gerektiğini belirtmiştir. Abdullah Yeğin, (1992), İslamî-İlmî-Edebî- Felsefî Lügat, Hizmet Vakfı Yayınları, İstanbul: s.281. Mustafa Çağrıcı, (2000), İntikam, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss. 356-357. 263 264 109 2.7.5. Seyr ü sülûk Yolundaki Hicapları Kaldırmak İçin Salike Kazandırılması Gereken Sıfatlar Ahmed Sûzî, seyr ü sülûk yolunda ilerleyerek Allah’a ulaşmaya çalışan salikten giderilmesi gereken özellikleri belirttikten sonra salikin bu manevi yolculuğun sonunda menziline dosdoğru bir şekilde ulaşması için salike kazandırılması gereken sıfatları belirtmiştir. Ahmed Sûzî’ye göre salik mutlaka bu sıfatlara sahip olmalı ve hayatı boyunca bunları geliştirmeye çalışmalıdır. Salikin karşısına çıkan hicapları ortadan kaldırmak için sahip olması gereken sıfatlar şunlardır: 2.7.5.1. Tevazu Tevazu, alçak gönüllülük demektir. Bu özelliğe sahip kimseye de mütevazı denir. Alçak gönüllülük, başkasına karşı gelecek ya da onun hoşuna gidecek her tür davranıştan sakınarak, onun önünde kendi benliğimizi silme yönünde bir eğilimdir. Bu eğilimi doğuran nedenlerin farklılığına göre, alçak gönüllülük bir erdem ya da kusur olabilir. Mütevazı insan, kendisini, gerçek değerinin altında değerlendirmeye eğilim gösterir; o başkasının karşısında varlıktan yoksun gibidir. Gururlu kimse görünüşte gerçek olan bir zayıf tarafını saklamaya kendisini zorlarken, mütevazı insan, kendisindeki büyük kuvveti saklar.265 Ahmed Sûzî’ye göre salik mütevazı olmalıdır. Bu zorlama ve yapay bir tevazu değil, kişinin fıtratından kaynaklanan ve kalbinden gelen bir tevazu olmalıdır. Salik insanlar içerisinde kibirlenmemeli, övgülere itibar etmemeli, az konuşmalı ve Allah’ın rahmetine sığınmalıdır. Halk içinde Hakk ile beraber olmalıdır. Salikin tek gayesi güzel ahlakla ahlaklanarak Allah’a sadık bir kul olmaya çalışmak, olmalıdır. Ahmet Sûzî, salikin sülûkuna engel olan hicapları izaleden sonra sahip olması gereken özelliklerin başında tevazuyu göstermiştir. Ona göre mütevazı olan kimse her söylenen söze cevap verme yerine susmayı tercih etmelidir. Böylece nefsinin ve şeytanın hilelerinden uzaklaşarak manevi yolculuğuna engel olacak tehlikeleri bertaraf etmiş olur. Hayati Hökelekli, (2009 ), Tevazu ( Alçak Gönüllülük), Değerler Eğitimi Merkezi Dergisi, Yıl:1 Sayı:2, İstanbul: ss. 114-119. 265 110 2.7.5.2. Sabır Kur’an-ı Kerim’de yüzden fazla yerde geçen sabır sözcüğü266, acı ve zorluklara katlanmak, başa gelen belalara, sıkıntılara dayanmak anlamlarına gelir. Bunun yanında Allah’a ibadet etmeye devam ve isyandan sürekli kaçmaya da sabır denir. Sabır, kişinin musibetle karşılaştığı ilk anda meydana gelir. Sabrın da sonunda karşılaşacağı nimetleri düşünerek belalara sabretmek; Allah’ın cezalandırmasından korkarak, günaha girmekten kaçınmaya sabretmek ve ibadette nefse gelen ağırlığa sabretmek gibi çeşitli dereceleri vardır.267 Ahmed Sûzî’ye göre salik başına gelen her türlü belayı ilahî bir imtihan olarak görmeli ve bu belalar karşısında sabır göstermelidir. Kur’an’da adı geçen bütün peygamberler çeşitli musibetlerle karşı karşıya kalmışlardır. Hz. Eyyûb hastalıkla, Hz. İbrahim ateşle, Hz. İsmail canıyla imtihan edilmiştir. Fakat onlar tüm sıkıntılara sabırla karşı koyarak zafere ulaşmışlardır. Ahmed Sûzî, sabrı saliki kemale erdirici bir erdem olarak görmüştür. Bu erdeme ulaşmak seyr ü sülûk yolunun çilelerine katlanmakla mümkündür. Bu sebeple salik seyr ü sülûk yolunda karşısına çıkan zorluk ve engellere sabretmeli ve asla şikâyet etmemelidir. Çünkü salikin yolda çekeceği eziyetler ile yolun sonunda kazanacağı mükâfatlar eşit olacaktır. Bu nedenle salik çekeceği zorlukların karşısında kazanacağı mükâfatın da büyük olacağını düşünerek sabırlı olmalıdır. Ahmed Sûzî, sabrı salike kazandırılması gereken güzel davranışlar arasında saymış ve salikin sabırla nefsin ve şeytanın aldatmacalarını aşarak Allah’a vasıl olacağını belirtmiştir. O sabır boyasıyla boyanan salikin her türlü zorluk karşısında direnerek seyr ü sülûk yolunda karşısına çıkan hicapları ortadan kaldırabileceğini ifade etmiştir. Muhammed Fuad Abdulbâki, (1990), el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’an, Çağrı Yayınları, İstanbul: s.352-353. 267 Cebecioğlu, a.g.e. , s.529. 266 111 2.7.5.3. Tevekkül Vekil edinmek, her işinde Allah’a güvenip O’na itiraz etmemek anlamına gelen bir kelime olan tevekkül,268 tasavvufi düşünce sisteminde her türlü tedbiri alıp gerekli tüm çabayı sarf ettikten sonra, işi tam bir inançla Allah’a havale etmek demektir. Tevekkül, vekil olarak kabul edilen Allah’a kesin bir şekilde itimat etmeyi gerektirir. Gönüldeki kesin itikat, gerçek failin Allah olduğuna inanma, fertlere sevgi, merhamet ve yardım tevekkülün işaretleri olarak kabul edilirler.269 Ahmed Sûzî’ye göre salik bütün işlerini Allah’a havale ederek gönlünden gam ve korkuyu uzaklaştırmalıdır. Salik Allah’tan gelen her şeye rıza göstererek, tevekkülü asla bırakmamalıdır. Hakk’tan gelen her ne ise kişinin nasibidir. Tevekkül sahipleri Hakk’tan gelene sabrederler. Ahmed Sûzî, tevekkülü salike kazandırılması gereken güzel sıfatların arasında göstermiş ve seyr ü sülûk yolunda salikin elinden gelen her türlü çabayı gösterdikten sonra yolculuğun neticesini Allah’a tevekkül etmenin en doğru iş olduğunu belirtmiştir. 2.7.5.4. Rıza Rıza, kelime anlamı itibariyle memnunluk, hoşnut olmak, razı olmak anlamına gelmektedir.270 Tasavvufi ıstılahta ise eline geçene sevinmeyip elinden gidene üzülmemek, Hakk’tan gelen hüküm ve kazaya itiraz etmemek, Hakk yolunda karşılaşılan mihnetlere katlanmak şeklinde değerlendirilmiştir.271 Ahmed Sûzî, rızayı salikin ibadet ve ahlakla ilgili kendine huy edinmesi gereken vasıflardan ve tasavvufta en önemli makamlardan biri olarak göstermiştir. Allah’ın rızasını kazanmak isteyen salik O’nun razı olacağı işler yapmak için gayret etmeli ve Hakk’ın rızasını tüm insanların rızasından üstün tutmalıdır. Tasavvufta rıza makamı son derece üst bir makamdır. Rıza makamına ulaşan salik ne nimet için bir şey ister ne de Allah’ın kazasından ve verdiklerinden kurtulmak için yalvarır.272 Bu makama ulaşmak kolay değildir. Bu sebeple Ahmed Sûzî, salikin seyr ü sülûk yolu boyunca başına gelen her türlü işe rıza göstererek Allah’a teslim Mütercim Asım Efendi, a.g.e. , C. III, s.337. Hayrani Altıntaş, (2001), Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara: s. 114. 270 Mütercim Asım Efendi, a.g.e. , C. III, s.824. 271 Cebecioğlu, a.g.e. , s.517. 272 Cemâlnur Sargut, (2013), Sohbetler, Arzu Eylül Yalçınkaya (Editör), Nefes Yayınları, İstanbul: s.91. 268 269 112 olması gerektiğini belirtir. Bu davranış salikin önündeki hicapları kaldırarak onun kısa sürede makama ulaşmasını sağlayacaktır. 2.7.5.5. Muhabbet Muhabbet, bir kimsenin kendisini tamamen sevdiği kişiye vermesi, sevdiği kişiden başka bir şey düşünememesi, ondan başka her şeyden ilgisini kesmesi neticelerini veren şiddetli sevgi halidir.273 Aşk ve muhabbet genellikle birbirlerinin yerine kullanılan eş anlamlı iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Muhabbetin iki türü vardır. Bir insana yönelik olduğunda bu maddi, beşeri bir aşktır. Tasavvuf literatüründeki karşılığı ise hakiki aşk, yani Allah aşkıdır.274Tasavvuf çevreleri beşeri aşkı hiçbir zaman küçümsemeyip, İlahi aşka götüren kıymetli bir merdiven olarak görmekle birlikte, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve mahlûkatı yarattım.” hadis-i kutsisine dayandırarak âlemin yaratılış gayesinin İlahi aşk olduğunu ileri sürerler.275 Ahmed Sûzî, muhabbeti hak olarak görmüş ve Allah’a vasıl olmanın tek yolu olarak keşf-i irfanı göstermiştir. Bunun da ancak salikin Allah’a duyduğu muhabbetle sağlanabileceğini ifade etmiştir. Ona göre Allah’a akıl yoluyla ulaşmak mümkün değildir. Çünkü akıl Allah’ı kavramak karşısında acizdir. Bu sebeple Allah’a ulaşmak isteyen salik muhabbet yoluyla yoluna çıkan hicapları ortadan kaldırarak Allah’a ulaşmaya gayret etmelidir. 2.7.5.6. Sahavet /Cömertlik Türkçe sözlükte, para ve malını esirgemeden veren, eli açıklık, verimlilik anlamlarına gelen sahavet / cömertlik,276salikin yoluna çıkan hicapları ortadan kaldırması için sahip olması gereken özelliklerden biridir. Ahmed Sûzî’ye göre salik gerektiğinde bu yolda canını, malını ve hatta ailesini feda etmeye razı olmadıkça amacına ulaşamaz. Salik bütün varını ve yoğunu bu yolda feda edebilecek cömertliğe sahip olmalıdır. Bu aslında malın ve canın asıl sahibine iade Uludağ, (2001), a.g.e. , s.59. Cebecioğlu, a.g.e. , s.120. 275 Muhittin Uysal, (2001), Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yayınları, Konya: s. 268-274. 276 Şükrü Haluk Akalın vd. , (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Basımevi, Ankara: s.413. 273 274 113 edilmesidir. Çünkü malı ve canı veren Allah’tır. O halde salik emaneti sahibine iade etmekten çekinmemelidir. Ahmed Sûzî, salikin gerek şeyhine, gerek diğer dervişlere, gerekse de fakir ve yardıma muhtaçlara karşı cömert ve yardımsever olması gerektiğini belirtir. Salikin cimri olması düşünülemez. Seyr ü sülûk yolundaki salikin, mutmaine sıfatını kazanması için dünya ve dünyadaki her şeyi gönlünden çıkarması gerekir. Mürit, yalnızca Hakk’ın fiillerinin tecellilerinin eserlerini görmelidir. Bundan dolayı bu makamda olan salik çok cömert olmalı, dost yoluna bütün mallarını ve mülklerini vermeye razı olmalıdır. Sadece malını değil, Allah yolunda canını bile tereddüt etmeden vermelidir. Bu mertebede kalbi sevgi ile dolan salik, her şeye merhamet duygusuyla yaklaşır. Bu duygunun onda en mükemmel şekilde gelişmesi için de salikin cömert olması gerekir. Aksi halde cömertliğin tersi olan cimrilikle vasıflanan salik nefis ve şeytanın hileleri ile yolundan ayrılarak kötülüklere doğru sürüklenir. 2.7.5.7. Hilm Arapça bir kelime olan ve sözlük anlamı olarak geniş, yavaş ve yumuşak olmak manalarında kullanılan hilm, Akıllı ve kültürlü olmakla kazanılan, beşeri münasebetlerde hoşgörülü, bağışlayıcı ve medeni davranışlar sergilemeyi sağlayan ahlaki erdem olarak tanımlanabilir.277 Bu kelime, İslam öncesi Arap edebiyatında akıl anlamında kullanılmakta ve çok nadir kimselerin ulaşabildiği veya önemini takdir ettiği bir meziyet sayılmaktaydı. Bazı kaynaklarda hilmin tanımı yapılırken bu kelime cahilliğin karşıtı olarak ifade edilmiştir.278 İslam’dan önceki dönemin temel ahlaki karakteri olan insanın gücüyle böbürlenmesi, kendine güvenmesi, otorite tanımaması, keskin bir şeref duygusu vb. hususlar cehalet kavramı içinde mütalaa edilen huylardır.279 Buna göre hilme ağır başlılık, sebat, akıllı ve uygarca davranış anlamları verilebilir. Geniş, akıllı, yumuşak huylu ve yavaş olan kişiye halim denir. Halim olan kişinin en önemli yanı müsamahakâr olmaktır. Toleranslı insan kendisine yapılan kötülüklere misliyle mukabele etmez. Mustafa Çağrıcı, (1998) Hilm, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XVIII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul: ss.33-36. 278 Toshihiko İzutsu, (1991), Kur’an’da Dinî ve Ahlaki Kavramlar , Selahattin Ayaz (Çev.),Pınar Yayınları, İstanbul: s. 51-61. 279 Toshihiko İzutsu, (1975), Kur’an’da Allah ve İnsan, Süleyman Ateş (Çev.), Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara: s. 203-207 277 114 Ahmed Sûzî, salikin halim olması gerektiğini belirtmiştir. Salik kendisine yapılan kötülüklere karşı yumuşak huylu ve toleranslı davranmalıdır. Kötülüğe misliyle karşılık vermek yerine her şeyin Allah’tan geldiğine inanmalı ve neticeyi Allah’a havale etmelidir. Salik başına gelen her türlü zorluk ve kötülüğün bir sınav olduğunun farkında olarak sabırla ve hilm ile şeytanın karşısına çıkardığı hicapları bir bir ortadan kaldırarak Hakk’a vasıl olmayı arzulamalıdır. 2.7.5.8. İffet İffet, Sözlükte haramdan uzak durmak, helal ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmak gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bir ahlak terimi olarak yeme içme ve cinsi arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle insanın cinsel isteklerini sorumluluk bilinciyle, ölçülü ve dengeli olarak karşılamasıyla ortaya çıkan şahsiyet yapılanması olarak tanımlanabilir280. Türkçede de iffet, cinsel konularda ahlak kurallarına bağlılık ve namus manasına gelmektedir.281 Dar anlamda iffet, ahlak kurallarının kınadığı her türlü cinsel zevkten uzak durmaktır. Karı koca arasında, evlilik kurumu çerçevesinde normal cinsel ilişkiler kurmak iffetlilik olarak kabul edilir.282 İffet, şehvet gücünün her türlü aşırılıktan alıkonulup orta bir noktada tutulmasıdır. İffet isteklerin bütünüyle bastırılmasını engellediği gibi, aşırı boyutlara varmasına da mani olur. Yeme-içme, cinsel ilişki gibi eğilimlerden elde edilen hazlara ölçü koyar. Onları aklın kontrolüne verir, doğru düşüncenin sınırları içinde kullandırır.283 Ahmed Sûzî, salikin mutlaka iffetli olması gerektiğini belirtmiştir. Salik yeme içme konusunda kendisini kontrol altında tutmalı ve çarşı taamını yememelidir. Şeyhinin emrettiği ve önüne gelen yiyecekleri yemelidir. Böylelikle nefsini dizginlemiş olur. Ayrıca salik tarikat kardeşlerinin ailelerine kötü gözle bakmamalı, iffetini Abdurrahman Kasapoğlu, (2003), Kur’an’ın İffet Anlayışı – Batılı Cinsel Ahlak Anlayışları ile Bir Mukayese-, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Yıl:3, Sayı:4, Malatya: ss.5-25. 281 İsmail Parlatır, (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara: s.1048; Ali Püsküllüoğlu, (1999), Türkçe Sözlük, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: s. 786. 282 Paul Foulquie, (1994), Pedagoji Sözlüğü, Cenap Karakaya (Çev.), Sosyal Yayınlar, İstanbul: s. 225. 283 Abdurrahman Dodurgalı, (1995), İbn-i Sina Felsefesinde Eğitim, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul: s. 133- 134. 280 115 muhafaza etmelidir. Tarikat kardeşlerinin dışında yolda yürürken sağa sola bakmamalı, gözleri ile haramdan sakınarak ayaklarının ucuna bakmalıdır. Bunlar saliki nefsin tuzaklarından koruyarak iffetini muhafaza etmesini sağlayacaktır. Ahmed Sûzî’ye göre şeytan ve nefis saliki yoldan çıkarmak için onun arzu ve isteklerini tetikler. Bunlar salikin önüne hicaplar çıkarır. Salik buna karşı iffetini koruyarak bu engelleri ortadan kaldırmalıdır. 2.8. SÜLÛK-NÂME’DE DİNî VE TASAVVUFİ MEFHUMLAR Kaynağını İslam’dan alan tasavvuf edebiyatı gerek mensur gerekse de manzum eserlerde Kur’an, Hadis, Evliya hikâyeleri ve yerli dini motiflerden beslenmiştir. Bu bağlamda bazen Kur’an ayetlerine telmih yoluyla göndermede bulunulmuş, bazen de ayetlerin tamamı veya bir kısmı sözü süslemek ve güçlendirmek amacıyla iktibas edilmiştir. Bu iktibaslar edebi sanatlar arasında sayılmıştır.284 Özellikle tasavvuf çevrelerinde yetişen sanatçıların okura mesaj vermek, duygu ve düşüncelerini muhataplarına etkili bir şekilde aktarmak için ayet, hadis, vecize ve atasözlerine sıklıkla başvurdukları görülür. Sanatkârın ifadelerine temel ilham kaynağı oluşturan ve düşüncelerine dayanak görevi gören bu alıntılar halkın inanç ve değerleri ile uygunluk gösterdiğinde mesajın muhataplarına daha kolay ulaştığı ve daha etkili olduğu gözlemlenmiştir.285 Bu sebeple Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli eserinde seyr ü sülûk ile ilgili görüşlerini açıklarken konu ile ilgili olarak düşüncelerini destekleyen ayetlere, hadislere ve kendisinden önce yetişmiş din ve tasavvuf büyüklerinin sözlerine yer vermiştir. Bu şekilde sözlerinin ve fikirlerinin doğruluğunu ortaya koyarak ifadelerinin etkisini arttırmayı amaçlamıştır. 2.8.1. Ayetler Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli eserinde seyr ü sülûk ile ilgili çeşitli konularda görüşlerini ifade ederken konuyla ilgili olarak Kur’an’da geçen ayetlerden alıntılar yapmıştır. Bazen ayetin tamamını alan Ahmed Sûzî, bazen de ayetlerin sadece Mustafa Güneş, (2016), Yozgatlı Hüznî Divanı’nda Ayetler, Sunuma Hazır Sempozyum Bildirisi, Kütahya: s.1-3. 285 Güneş, (2016), a.g.e. , s.3. 284 116 açıkladığı konuyla ilgili olan kısmını almakla yetinmiştir. Allah’ın vasıfları, zikir, insanın yaratılışı gibi birçok konuda açıklamalar yaparken bunları Kur’an’da geçen ayetlerle desteklemiştir. Ahmed Sûzî’nin eserinde yer verdiği ayetler şunlardır: بسم هللا الرحمن الررحيم:Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.286 كما قيل و ك ّل شى خطر ببالك و ربّنا على خالف ذلك: Allah aklımıza gelen her türlü tasavvurun dışındadır. Allah düşündüğümüz hiçbir şeye benzemez.287 لقد خلقنا االنسان فى أحسن تقويم: (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini), ahsen-i takvim içinde (nefis tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel surette yarattık.288 إنى جاعل فى االرض خليفة: Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım.289 هوالزى حلقكم من طين: Sizi çamurdan yaratan (sonra size bir ecel takdir eden) O’dur.290 ثم رددناه اسفأل سافلين: Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık.291 و اخرجكم من بطون امهاتكم ال تعلمون شيأ: Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı.292 فمن كان يرجو لقاءا ربّه فليعمل عمل صالحا: O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık) amel işlesin.293 ولذكرهللا اكبر: Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir.294 فا ذكرونى اذكركم: O halde beni anın, ben de sizi anayım295. واذكر ربّك في نفسك تض ّرعا و خفية: (Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın azabından korkarak ve O’na yalvararak alçak sesle Rabbi’ni an (ve gafillerden olma)296 Kur’an’da Tevbe Suresi hariç bütün surelerin başında bulunan bu ayet aynı zamanda Neml suresinin 30. ayetidir. 287 Kur’an, 26. Şura Sûresi, Ayet 11 288 Kur’an, 95.Tīn Sûresi, Ayet 4 289 Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30 290 Kur’an, 6. Enam Sûresi, Ayet 2 291 Kur’an, 95.Tin Sûresi, Ayet 5 292 Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 78 293 Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet 110 294 Kur’an, 29. Ankebut Sûresi, Ayet 45 295 Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 152 286 117 رجال ال تلهيهم تجارة و ال بيعذ ذكرهللا: Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler297. قوله تعالى انّ الذين يباديعونك الى احزه: Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman Allah’a tabi olurlar. Onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardır.298 2.8.2. Hadisler Ahmed Sûzî’nin sülûk-nâme isimli eserinde görüş ve düşüncelerine dayanak oluşturmak için kullandığı mefhumlardan biri de hadislerdir. Ahmed Sûzî, zikir, nefisle mücadele, kalp temizliği, ibadetler, hayırlı ameller, bidatler, uzlet gibi konular başta olmak üzere çeşitli konularda Hz. Peygamber’in hadislerine eserinde yer vererek görüş ve düşüncelerinin şeriata uygun olduğunu ifade etmeye çalışmıştır. عمال الا جزاء والجنّة هللا وجه لى ا النّظر الّا جزاء هللا الّا اله ال لقول لي: ( Lailahe illallah) Allah’tan başka ilah yoktur, sözünün mükâfatı ancak cennete girerek orada Allah’ın cemalini görmektir.299 ّذكرهللا جالءها و الحديد تصدو كما تصدو القلب ان: Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi cilalayacak olan ibadet de Allah’ı zikretmektir.300 أنا محبتى و رحمتى و نصرتى يعنى ذكرنى من جليس: Beni anan kimseyle beraber otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve muhabbetimi arayan kimseyle olurum.301 ضعفا سبعون الحفيظة التسمعه الذكرالذى: Hiç kimsenin işitmediği bir şekilde yapılan zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla sevap vardır.302 الكبر الجهاد الى االصغر منالجهاد رجينا: Küçük harpten, büyük harbe döndük.303 Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 205 Kur’an, 24. Nur Sûresi, Ayet 36 298 Kur’an, 48. Fetih Sûresi, Ayet 10 299 İmam Müslim, (2008), Sahih-i Müslim Muhtasarı, Hanefi Akın (Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul: s. 296 297 57. 300 Muttakî el- Hindî, (1895), Kenzü’l- ummal, C. I, Darü’l- eşâǾat, Kahire: s. 306. İmam Suyûtî, (2008), Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, ( Heyet), C. II, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: s. 502. 301 İmam Buharî (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. ( Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul: s. 1104. 302 Buharî, a.g.e. , s. 1104. 118 Müşriklere karşı galip gelinen bir harp sebebiyle, sadır olan kelamı peygamberiyeye karşı Ashab-ı Kiram; daha büyük harp hangisidir, dediklerinde üç defa nefsinle olan harp’tir, diye cevaplamışlardır. Bu savaşta ruh galip gelirse; kişi müminmuttaki - Sulehadan olur, velilik mertebesine kadar yükselir. Şeytan-vehim galip gelirse ehli küfür - müşrik - fasık - münafık ve günahkâr olarak yaşar. لحمك حمى: Vücutta bir et parçası vardır.304 ( O’nun salahı bütün vücudun salahına, fesadı tüm vücudun fesadına sebep olur.) الصيام بل شى يوقرنى قلب ّ صالة و ّ ليس فضل ابوبكر بكثره ال: Ebu Bekir’in sizden daha faziletli olması çok namaz kılmakla ve oruç tutmakla değil, onun kalbinde sabit olan ilimledir.305 كنت سمعه الّذى يسمع يه و بصره الّذى يبصريه و لسانه الّذى ينطق يه و يده الّذى يبطش براه يتقرب الى بالنوافل حتّى احبّه فاذا احيبّه اليزال عبدى: Kulum ta ki ben onu ( Hz. Muhammed) ّ sevinceye kadar durmadan nafile ibadetlerle ( sünnetlerle) meşgul olup bana yaklaşıyor. Ben onu sevdiğim zaman ister onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan dili olurum, uzattığı eli olurum.306 شراالمور محدّثاتها انّ احسن الحديث كتاباهلل و خير الهادى مح ّمد و: Sözlerin en güzeli ّ Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin en şerlisi ise dinde olmadığı halde dine sonradan eklenen ve yeni icat edilen şeylerdir.307 من احدث امرنا فهو مردود: Hadislerde emredilenlerin dışında kim dinimizde olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa, o reddedilir.308 عمل قليل مع المداومة خير من عمل كثير من غيرالمداومة خيراالعمال ادومها: Amellerin en hayırlısı devamlı olarak yapılan amellerdir. Başka bir rivayete göre ise az olan fakat devamlı olarak yapılan ameller devamlı olmayan çok amellerden daha hayırlıdır.309 Abdullah Fârukî el-Müceddidî, (1997), Fıkhî Risâleler, Farukiyye İslam Araştırmaları Vakfı Yayınları, Ankara: s.127. 304 Ahmed Avni Konuk, (2000), Fusus’ul Hikem Tercüme ve Şerhi , C. I, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları / İslam Klasikleri Dizisi, İstanbul: s.30. 305 Buhari, a.g.e. , İman, Hadis no: 37, s.145. 306 Ahmed bin Hanbel, (2014), Müsned, Hasan Yıldız, Zekeriye Yıldız, Hüseyin Yıldız (Çev.), C. VI, Ocak Yayıncılık, İstanbul: s. 256. 307 Ahmed bin Hanbel, a.g.e. , s.319. 308 Mehmet Emin Özafşar vd. , (2014), Hadislerle İslam, Semih Ofset, Ankara: s.62. 309 Müslim, a.g.e. , s. 216. 303 119 لى هللا مع وقت اليسعنى ملك مق ّرب وال نب ّى مرسل: Benim için Allah ile geçireceğim bir vakit vardır ki ne Allah’a yakın olan melekler ne de Allah’ın gönderdiği peygamberler o vakte sığarlar.310 انفاس الحاأق الطرق الى ّهلل بعدد: Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların nefeslerinin sayısı kadardır.311 2.8.3. Diğer Mutasavvıfların Sözleri Ahmed Sûzî, eserini kaleme alırken sadece kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmediğini eserinde beyan etmiştir. O, kendisinden önce yaşamış ve bu konuda görüş bildirmiş mutasavvıfların görüşlerinden yararlandığını eserinde açık bir şekilde ifade etmiştir. Ahmed Sûzî, eserini kaleme alırken başta Şeyh Şemseddîn-i Sivasî olmak üzere Şeyh Mecîd-i Turhalî, Ömer sanî Efendi, İbrahim Tennûrî, Abdülmecîd Sivasî, Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Muhammed Bahaüddin Şah-ı Nakşibendî, Necmüddin Kübrî, İbnü’l- Arabî, Bayezid-i Bistâmî gibi birçok mutasavvıftan yararlanmıştır. Bunların bazılarının isimlerini çeşitli vesilelerle eserinde zikreden Ahmed Sûzî, bazılarının ise sözlerini direk olarak alıp eserinde yer vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır. الرفيق ث ّم ال طريق: Tarikata girmeden önce bir arkadaş gereklidir. Anonim من لم ياخذ الطريق من الرجال فينتقل من مجال الى محال ومن لم يكنله شيخ فشيخه الشيطان : Bir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür. Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır.312 Bayezîd-i Bistâmî Mehmet Emin Özafşar, a.g.e. , s.307. Sait Başer, (1991), İlâhî Kös, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl:20, Sayı:1, İstanbul: s.67. 312 Şihâbuddîn Sühreverdî, a.g.e. , s. 119. ; Ünal, a.g.e. , s. 95-102. 310 311 120 دخول صفات الحبوب على البدن من صفات لحبت المحبة: Muhabbet, mahbubun niteliklerinin maşukun bedeni üzerinde kendini göstermesidir. الجمعيّة فى ولخير الصحبة ّ طريق: Tarikat yolunun esası ve hayırlı olanı sohbettir.313 ّ لنوصلكم صحبة الى صحبة ّ هللا فانلم نطيقو فاصحبوا مع من يصحب مع ّ هللا ع ّز و ج ّل هللا ّ اصحبوا مع: Allah’la sohbet edin. Eğer siz Allah ile sohbet edemiyorsanız sizi Allah’ın sohbetine ulaştırması için Allah ile sohbet edenlerle sohbet edin.314 Muhammed Bahaüddîn Şah-ı Nakşibendî من شغل الفضل عن الغرض فهو المفرور: Maksadını aşan işlerle meşgul olmak mefrurdur.(israftır.) Anonim من اهمل وظيفة الوقت فرقت تهيمه: Bir görev vaktinde ihmal edilip yerine getirilmezse insanın kalbi aradan geçen zaman zarfında o görevden soğur. Görevini yerine getiremez. Anonim المصاعب كثيره و عزيمهاى زهاب الوقت: Kısa güçlükler ve zamanın güzellikleri gitti.315 Cüneyd-i Bağdadî 2.8.4. Dua, Niyaz ve Virtler Sözlükte çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek anlamına gelen dua, insanın bütün benliği ile Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arzetmesi demektir. Dua Allah ile kul arasında bir dialog ortamı oluşturur. Dua aynı zamanda zikir ve ibadettir. Allah karşısında aciz bir varlık olan insanın Allah’ın Muhammed Parsa, (2011), Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinin Sohbetleri, Erkam Yayınları, İstanbul: s.36. Sühreverdi, a.g.e. , s. 554. 315 http://biriz.biz/evliyalar/ea0479.htm, 03.04.2016 313 314 121 yardımını temin etmek için Allah’a yakarışını ifade etme şekli olan dua, insanın ihtiyaç ve sıkıntılarını Allah’a arzederek O’ndan yardım dilemesidir.316 Ahmed Sûzî, salikin mutlaka dua, niyaz ve virtlere devam etmesi gerektiğini ifade etmiş, kendisi de eserinin çeşitli yerlerinde Allah’a yakarmış ve dua etmiştir. Duaların sıkıntıları gidermede önemli bir yere sahip olduğunu ifade eden Ahmed Sûzî, saliklerin her zaman dua etmeleri gerektiğini ve şeyhlerin kendilerine tavsiye ettiği virtleri dillerinden düşürmemeleri gerektiğini belirtmiştir. Dua ve virtlerin nefsin tuzaklarını bertaraf ederek salikleri Allah’a yaklaştırdığını ve kişinin masivayı gönlünden atmasına yardımcı olduğunu belirten Ahmed Sûzî, bu nedenle salikin manevi olgunluk kazanmak için kendisine en yararlı aracın dua, zikir, niyaz ve virtler olduğunu belirtmiştir. سالكين بحرمة المحبّين و لواصلين ّ سر جميع ال ّ سرلى و ي ّ اللّه ّم ي: Ey Allah’ım! Seni seven ve sana kavuşanların hürmetine bizlerin ve bütün saliklerin işlerini kolaylaştır. سر اخواننا و ارحم ضعيفه حلتا و احفظنا من ذمرة الغافلين ّ اللّه ّم يسرلنا و ي: Ey Allah’ım! Bize ve kardeşlerimize ( zorlukları ) kolaylaştır, halimizin zayıflığına merhamet eyle ve bizi gafillerden olmaktan muhafaza et. الله ّم احفظنا و ارحملنا برحمتك يا ارحم الرا حمين: Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım rahmetinle bizleri koru, bizlere merhamet et. ال مقصوده ا ّل هو: Allah dışında hiçbir maksat yoktur. ال موجوده اللهو: Allah dışında hiçbir mevcut yoktur. Mehmet Canbulat, (2010), Dinî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara: s. 128. 316 122 2.9. SÜLÛK-NÂME’NİN DİL, ÜSLUP VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ ÖZELLİKLERİ 2.9.1. Dil Özellikleri Ahmed Sûzî’nin isimli eseri incelendiğinde edebiyatımızda halkın konuştuğu dili esas alan ve sade nesir olarak adlandırılan nesir türüne örnek oluşturduğu görülmektedir. Bu nesir türü uzun yıllar boyunca geniş halk kitlelerine ulaşmak, insanlara bir şeyler öğretmek ve onları eğitmek amacıyla yazılan eserlerde kullanılmıştır. Bu nesir türü zamanla inşa adı verilen süslü nesirden etkilenmiş ve üsluptan gelen kelime, deyim ve klişeleri almış olsa da sonuna kadar halk diline bağlı kalmıştır. 317 Kur’an tefsirleri, hadis kitapları, menkıbevi İslam tarihlerinin çoğu, fütüvvetnâmeler, dinî halk kitapları, halk için yazılmış tasavvufi eserler, ahlak ve siyaset kitaplarının çoğu hitap edilen hedef kitlenin beklentileri göz önünde bulundurularak didaktik veya folklorik bir üslupla kaleme alınmıştır.318 Ahmed Sûzî, sülûk-nâme isimli eserinde genel olarak anlaşılır ve oldukça sade bir dil kullanmıştır. Eserin öğretici bir metin olması ve genele hitaben yazılması da aslında yazarı bir nevi bu eserde sade bir dil kullanmaya teşvik etmiştir. Çünkü eserin hitap ettiği kesim tarikata yeni intisap etmiş ve bu yolda ilerlemeye çalışan saliklerdir. Bu saliklerin de yeterli bir birikime sahip olmadıkları ve bu birikimi kazanma gayretinde oldukları göz önüne alındığında yazarın haklılığı ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında özellikle dinî terminolojide geçen ve tasavvuf kültürünün yaygın olduğu çevrelerde yer edinen bazı Arapça ve Farsça kavramlarında kullanıldığı görülmektedir. Bu kavramlar tasavvuf terminolojisi içinde değerlendirildiğinde ve tasavvuf çevresinde yazılan buna benzer eserler göz önünde bulundurulduğunda Ahmed Sûzî’nin eserinin bunlara göre oldukça sade ve anlaşılır bir dile sahip olduğu görülür. 2.9.2. Üslup Özellikleri Ahmed Sûzî, eserinde geniş halk kitlelerine yüksek sesle hitap ederek kalabalıkları heyecana getirmek, önceden belirlenmiş hedeflere sürüklemek ve 317 318 Fahir İz, (2011), Eski Türk Edebiyatında Nesir, Akçağ Yayınları, Ankara: s. 5. İz, (2011), a.g.e. , s.6. 123 yönlendirmek amacıyla yazılan eserlerde sıkça kullanılan bir üslup türü olan hitabet üslubunu kullanmıştır. Hitabet üslubu geniş kitlelere seslenerek onları belli hedeflere yönlendirmeyi amaçlar. Bu üslupta yazar düşünce ve duygunun gereğine göre tavır sergileyerek eserinin insanlar üzerindeki etkisini arttırmayı amaçlar. Bunun yanında yazar adeta bir hatip edasıyla sözü renklendirir ve böylelikle fikri aydınlatmaya çalışır.319 Özellikle nidaların sıklıkla kullanıldığı bu eserde Ahmed Sûzî, toplumsal uyanışı sağlamak ve insanları seyr ü sülûka davet etmek gayesiyle insanlarla duygusal bir bağ kurmaya çalışmıştır. Bu sebeple yazar üslubunu seçerken amacına en uygun ifade tarzı olan hitabet üslubunu seçmiştir. Ey sālik maʿlūm Olsun ki bu ŧarīķat-ı ʿaliyeniñ menbaʿı ve menşeʿi ve taliķi senin ve şürūt-ı meşīħatınıñ ve keyfiyet-i ĥālin ve sālike telķīn ve zikr –i sülūklarınıñ her birleri sulŧānü’l- enbiyā śallallāh u ʿaleyh-i ve sellem efendimizdendir.320 Maʿlūm olsun ki Allah ʿažīmüş-şān ervāĥ-ı insānları ʿālem-i lāhūtda cevher-i nūrdan aĥsen-i takvīm üzerine ħalķ itdi.321 Sāʿatden birisinde zākirūn zikirden ġāfil olsa ol kimse cennete daħi girse ol sāʿat içün taĥassür ide ki ah niçün mevlāya ol sāʿatde zikr itmedim.322 Ey sālik, billâh ma’lūm olsun ki ve cān ķulaġıyla mesmū’ıñ ve maķbūlıñ olsun ki ŧarīķat-ı ‘aliyyeniñ yedi rükni vardır.323 Sülûk-nâme’den alınan yukarıdaki örneklerde açıkça görülen bu üslup eserin geneline yayılmış durumdadır. Ahmed Sûzî, sözlerinin etkisini daha da arttırmak için eserinde ifade ettiği düşünceleri destekleyen ayetlere, hadislere ve kendisinden önce bu konuda görüş bildiren mutasavvıfların sözlerine de yer vermiştir. Böylelikle inandırıcılığını arttırmayı hedeflemiştir. 319 320 Nurullah Çetin, (2009), Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara: s. 283. Sülûk-nâme, SK. HME. , 7b. Sülûk-nâme, SK. HME. , 2b. Sülûk-nâme, SK. HME. , 4b. 323 Sülûk-nâme, SK. HME. , 19b. 321 322 ifadelerinin 124 Eser genel anlamda mensur bir eser olmasına rağmen Ahmed Sûzî, eserinin her bölümünde mensur kısımlardan sonra kısa manzumelere de yer vermiştir. Manzumelerin insanlar üzerinde coşku ve heyecan uyandırmada mensur eserlerden daha etkili olduğu bilinir. Ahmet Sûzî de bu gerçekten hareketle anlatımın etkisini arttırmak için mensur kısımlardan sonra aynı düşünceleri manzum olarak da ifade etmiştir. Böylece düşüncelerini daha güçlü bir şekilde ifade etmeye çalışmıştır. 2.9.3. Sülûk-nâme’de Vezin Kullanımı Ahmed Sûzî, hem aruz ölçüsü ile divan şiiri geleneğine bağlı şiirler yazmış hem de hece ölçüsü ile tasavvufi halk şiiri geleneği içinde değerlendirilebilecek şiirler yazmıştır. Divan şiiri tarzına kaleme aldığı şiirlerinde sanatkârlık, mükemmeliyet ve üslup bakımından bir takım kusurlar gözlemlenmektedir. Şiirlerinde aruz kusurlarına sıklıkla rastlanan Ahmed Sûzî’nin bazen aynı şiirin içinde birden fazla vezin kullandığı görülür. Sülûk-nâme adlı eserinde yer alan manzumelerinde sıklıkla aruz kusurlarına rastlanmaktadır. Bazen aynı manzumede iki farklı vezin kullanmış bazen de manzumenin bazı beyitlerinde ölçünün tutmadığı görülür. Ahmed Sûzî’nin Sülûk-nâme isimli eserinin büyük bir kısmını mensur olarak yazmış ancak yer yer konu ile ilgili olarak manzumelere de yer vermiştir. Bu manzumelerde de veznin çoğunlukla düzgün olmadığı görülmektedir. Ahmed Sûzî’nin Sülûk-nâme isimli eserinde kullandığı aruz kalıpları ve bunların kullanım sayıları aşağıdaki tabloda verilmiştir. 125 Sülûk-nâme’de Kullanılan Aruz Kalıpları Adet FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün/ FeǾilātün 1 FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün/ FeǾilün 1 FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün 1 FeǾilātün / FeǾilātün/ FeǾilātün/ FāǾlün 1 FāǾilātün / FāǾilātün/ FāǾilün 1 FāǾilātün / FāǾilātün/ FāǾlün 2 MefǾūlü/ FeǾilātün/ MefāǾīlün/ FeǾūlün 1 MefǾūlü/ FāǾilātün/ MefǾūlü/ FāǾilātün 1 MefǾūlü/ MefāǾīlün/ FeǾūlün 1 MefāǾīlün/ MefāǾīlün/ FeǾūlün 1 Toplam 11 126 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE AKTARIMI 127 3.1. SÜLÛK-NÂME METNİNİN KURULMASINDA İZLENEN YÖNTEM 1. Farsça birleşik kelimelerin arasına bir çizgi (-) konulmuştur. ( sülūk-nāme, bī-ġāne vb.) 2. Türkiye Türkçesinde uzun ünlü bulunmadığı için vezin gereği uzun okunması gereken ünlüler gösterilmemiştir. 3. Sonu şeddeli olan Arapça kelimeler nominatif hâlinde tek ünsüzle, datif ve genitif hâllerinde veya kendilerinden sonra ünlüyle başlayan kelime geldiğinde çift ünsüzle yazılmıştır. 4. Arapça tamlamalardaki lam-ı tarif ikinci kelimenin ilk ünsüzüne göre okunmuştur. Ǿaleyhi’s-selām, vācibü’l-vücūd gibi). 5. Atıf vâvları u, ü, ve, şeklinde gösterilmiştir. 6. Farsça tamlamalarda, izafet veya sıfat kesresi muzâf veya mevsûfa bir çizgi ile (-) bağlanarak -ı, -i, şeklinde yazılmıştır. 7. Metinde geçen kelimeler ve aldıkları ekler, eski harfli metin doğrultusunda bu yüzyıldaki durumlarına göre verilmiştir. 8. Metinde -ıp, -ip, -up, -üp gerundium eklerinin sonu eski harfli metinde b ile yazılmasına rağmen Türkçe kelimelerin sonunda b bulunmadığı için bu eklerin sonunda p ünsüzü kullanılmıştır. 9. Nüshaların varak numaraları nüshanın kısaltılmış adı ile beraber metnin başında verilmiştir. 10. Satır numaraları metnin içinde rakamlarla parantez içinde gösterilmiştir. 11. Arapça ayet ve hadisler aslına uygun olarak Arap harfleri ile verilmiştir. 12. Ayet ve hadislerin Türkçe karşılıkları dipnotta verilmiştir. 13. Nüshalar arasındaki farklar metnin altında gösterilmiştir. 14. Metin oluşturulurken tek bir nüsha esas alınmamış, nüshalar arasında karşılaştırma yapılarak farklılıkların olduğu kısımlar en uygun nüshadan seçilerek metne dâhil edilmiştir. 15. Özel isimlerin ilk harfi büyük yazılmış ve bu isimlere getirilen ekler hemze ile karıştırılmaması için bitişik olarak yazılmıştır. 128 16. Metin, yazıldığı yüz yılın fonetik özellikleri göz önünde bulundurularak Latin alfabesine aktarılmıştır. 17. Orijinal metinde kullanılan Arap harfleri ve metin Latin alfabesine aktarılırken kullanılan karşılıkları aşağıdaki tabloda gösterildiği şekildedir. 129 Harfin metindeki kullanımı )آ( ا )أ( ا ّّّّّّّّّّّب پ ت ث ج چ ح خ د ذ ر ز ژ س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ڭ ل م ن و ه ﻻ ى ء Harfin Transkripsiyonlu Gösterimi a,ā a, e, ı, i, u, ü b, p p t ŝ c, ç ç ĥ ħ d ź r z j s ş ś đ, ż ŧ ž ‘ ġ f ķ k, g, ñ ñ l m n v, u, ū, ü, o, ö h, a, e la, lā y, ı, i, ī ‘ 130 3.2. SÜLŪK-NĀME’NİN TRANSKRİPSİYONLU METNİ SK. MS. SK. HME. 1b. (1) Bismillahirraĥmanirraĥīm (2) Ĥamd-ı bī-nihāye ve şükr-i bī-ġāye Ħālıķ-ı zül-celāl (3) ve mülk-i mütteʿāl ħażretlerine olsun ki nevʿ-i (4) insānı nuŧķ-ı feśāĥate mümtāz ve ādāb-ı ʿilm ile (5) serfirāz ve mescūd-ı melāǿike-i ʿažā ve maĥsūr-ı şeyāŧīn-i (6) lāʿim itdi. NAŽM ʿİlm-i edeble ādem hep melāǿiklere (7) oldı mescūd Edebi terk idüp iblīs-i laʿīm (8) oldı dergāh-ı Ħudādan maŧrūd ve daħi ol (9) şems-i risālet-i şāmile ve ħātem-i nübüvvet-i kāmile (10) olan nebīyyi muhibb-i ĥabīb-i Ħudā Muħammed Muśŧafā śallallāhu (11) teʿālā ʿaleyhi ve sellem ĥażretlerine śalavat-ı (12) selām olsun ki ʿālemden żulm ve đelāleti efnā SK. HME. 2a. (1) ve envār-ı SK. MS. 2a. hidāyeti ibdā itti ve raĥmet-i Rıđvān (2) daħi ol aķmār-ı şerīʿat-ı ġarrā ve encām-ı ŧarīķat-ı ġarra (3) olan āl-i ʿabā ve asĥāb-ı vefā ĥażretlerine olsun ki (4) anlar daħi Allāhu teʿālāya hicret ve resūlına nuśret idüp (5) ežhār-ı şiʿār-ı dīn ve eşʿār-ı aĥkām-ı yakīn (6) anlar eyitdiler pes maʿlūm olsun ki Allāh ʿažīmüǿş- (7) şān ervāĥ-ı insānları ʿālem-i lāhūtda cevher-i (8) nūrdan aĥsen-i taķvīm üzerine ħalķ itdi. Nitekim (9) kelām-ı ķadīmde buyurur: ( أحسن تقويم10) فى 324 لقد خلقنا االنساناśoñra ol ervāĥ-ı nūrānīleri (11) fevķ-ı ʿarşda iskān idüp mažhar-ı źāt (12) u śıfāt itdi ve anları ol ʿarş yerinde niçe (13) müddet maķām-ı müşāhadede ol ervāĥlar ol (14) kemālāt ʿilmine ve ādāb-ı ʿubūdiyyet ile SK. MS. 2b. mevśūf (15) oldılar ki 1b. (4) Feśāĥate: Feśāĥatle SK. MS. 1b. (5) Melāʿike-i ʿažā: Melāʿik SK. MS. 1b. (7) Melāʿiklere: Melāʿik SK. HME. 1b. (8) Ve: - SK. MS. 1b. (10) Ĥabīb-i: - SK. HME. 1b. (11) Taʿāla: - SK. MS. 2a. (4) Hicret - SK. HME. 2a. (6) Eyitdiler pes: Etdiler imdi SK. MS. 2a. (9) Buyurur: Buyurdı SK. MS. 324 (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel surette yarattık. Kur’an, 95.Tīn Sûresi, Ayet 4 2a. (12) Nice: Niçe SK. MS. 131 cāmīʿ-i maħlūķātdan ʿalīm ve ekrem (16) olup ħilāfete müsteĥaķ oldılar. Anıñçün (17) Ĥaķķ Teʿālādan: 325 إ نى جاعل فى االرض خليفةvaǾdine SK. HME. 2b. (1) mažhar düşdiler. Śoñra el- Ĥikmet, anları yeryüzine (2) ħalīfe itmek içün ħākdan anlara (3) bir ķālıb-ı raʿnā ve bir cesed-i müsteŝnā icād ve taśvīr (4) itdi. Nitekim Ķurǿān-ı Kerīm’inde buyurur: ( حلقكم من طين5) هوالزśoñra ol ervāĥları 326 fevķ-ı (6) ʿarşdan ʿālem-i ceberrūta inzāl ve ʿālem-i ceberrūtdan (7) ʿālem-i melekūta inzāl ve ʿālem-i melekūtdan ʿālem-i mülke (8) inzāl idüp ol cesed-i tīredāne idħāl itdi. (9) Nitekim buyurdı:327 ( ثم رددناه اسفأل سافلين10) śoñra ol ervāĥ-ı nūrānīleriñ źātlarında olan (11) SK. MS.3a. nūrānīyyetler ve nişānlarında olan ʿilm-i maʿrifetleri (12) tīredānı cesede taʿlīķ ve taʿaşşuķ sebebiyle žulmet-i (13) ŧabīʿat-ı beşeriyyet ile maĥsūf ve kesāfet-i cesed-i (14) ʿanāśıriyye ile meksūf olup źātlarında olan (15) nūrāniyyet memĥūķ ve neşʿelerinde olān ʿilm-i maʿrifet (16) mensūħ oldı. Nitekīm Allāh celle ve ʿalā buyurdı: ol ervāĥlar (17) 328واخرجكم من نبطو امهاتكم ال تعلمون شيأ SK. HME. 3a. (1) ve śoñra buyurdı ol ervāĥlar neşǿe-i aślīyyelerine (2) ricʿat ve maķśūd-ı aʿlālarına ʿavdet (3) itsünler içün kitāb inzāl itdi ki her kim anları (4) işlerse ve nefsiyle mücāhede ve sāʿir aʿmāl-ı (5) ĥasenātlar işlerse žulmet-i tabīʿatdan ħalāś (6) SK. MS.3b. ve keŝāfet-i cesedden necāt bulup neşǿet-i aślīyyesine (7) ricʿat ve nūrānīyyet-i źātiyyesine ʿavdet (8) idüp Ĥaķķ Teʿālāya kemāl-ı maʿrifet ve vuślat (9) ide. Nitekīm buyurdı: 329فمن كان يرجو لقاءا ربه فليعمل عمل صالحا 2a. (16) Ħilāfete: Ħilāfetine SK. MS. Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 30 2b. (4) buyurur: buyurdı SK. MS. 326 Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Kur’an, 6. Enam Sûresi, Ayet 2 327 Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık. Kur’an, 95.Tin Sûresi, Ayet 5 2b. (16) Ol ervāĥlar: - SK. HME. 328 Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Şükredesiniz diye size işitmek için kulak, görmek için göz ve idrak etmek gönüller verdi. Kur’an, 16. Nahl Sûresi, Ayet 78 3a. (1) Ve - SK. MS. 3a. (3) Kitāb: Kitāblar SK. MS. 3a. (4) Ve - SK. MS. 3a. (4) Aʿmāl-ı: Aʿmāller SK. MS. 329 ( Resulüm ) deki: “ Ben de sizin gibi ancak bir beşerim, ne var ki bana sizi yatatanın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. O halde kim Rabbine kavuşmayı istiyorsa Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık) amel işlesin ve Rabbi için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın. Kur’an, 18. Kehf Sûresi, Ayet 110 325 132 NAŽM FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilün ( v v - - / v v - - /v v - - / v - -) İdicek anlara ʿarş (11) üzre Ħudā ʿarż cemālin Oldılar źāt-ı (12) śıfātına merāyā-yı güzīn Śoñra icāb idüben (13) ĥikmet-i śunʿ-ı bārī İde insān ile bu rūy-ı (14) zemīni tezyīn Ĥikmet-i bāliġası śunʿını ižhār (15) itdi Ħākdan ruĥlar içün bir cesed itdi (16) tedvīn Aldı Ĥaķķ ruĥlarını indürdi feżā-yı (17) ʿarşdan SK. MS. 4a. Ħākdan cesed teniñe ķodı zār-ı ĥazīn SK. HME. 3b. (1) Bu iki żıddı bir Ħudā ʿaşķ ile teʿlīf (2) itdi İdeler tā ki ʿubūdiyyet-i vażʿ-ı cebīn (3) Rūĥlar olduķda muķārīn-i cesed itdi (4) günāh İtdürür ādeme elbetde günāh sūǿ-i ķarīn (5) Cesed-i tīre u ŧende rūhlar ġurbetde Ĥaķķ Teʿālā (6) ola ervāĥe bu ġurbetde muʿīn Źikr-i ŧāʿat (7) iderek ķayd-ı ĥasedden geçelüm Olalum rūĥ-ı (8) muʿallā ile Allāha yaķīn 3a. (9) Naźm: - SK. MS. 3a. (11) ʿArž-ı cemālīn: ʿArž-ı cemāl SK. MS. 3b. (1) Bir: - SK. HME. 3b. (2) ʿUbūdiyyet-i: ʿUbūdiyyetine SK. MS. 133 Allāhu Teʿālā celle ve ʿalā (9) kütüb-i münzelde beyān itdigi mücāhedāt ve ĥasenāt (10) ve ʿibādāt-ı śāliĥālar vaķti çoķ ve ŧarīķleri (11) çoķ aña bināʿen dinildi. 330 ( انفاس الحاأق12) ّل بعدد الطرق الى ل هlākin evvel Mevlāya olan ŧarīķ-i (13) mevśıleler beyninde taśfiye-i rūĥüǿn-neseb SK. MS. 4b. ve vüśūl-ı (14) Ĥaķķa aķreb olan ŧarīķ źikirdir. Zīrā Ĥażret-i (15) ʿAli keremallāh veche sulŧānımızdan rivāyet buyurdılar (16) ki aķreb ŧarīķullāh-ı teʿālāya ŧarīķ-i źikirdir. Ve yine (17) buyurdılar ki ibn-i ādem üzerine dünyāda mürūr iden SK. HME. 4a. (1) sāʿatden birisinde źākirūn źikirden ġāfil olsa ol (2) kimse cennete daħi girse ol sāʿat içün taĥassür (3) ide ki āh niçün Mevlāyı ol sāʿatde źikr (4) itmedim. Ve yine buyurdılar ki: ( اال عمال6) (هللا جزاء االّ النظر ا لى وجه هللا والجنة جزاء5) ّاال ذكرهللا لقول ال الهve yine buyurdular ki: ve kitāb-ı (8) mübīnde buyurdı: 331 ( كما تصدو الحديد و جالءها ليس7) ّالقلب تصدو 332 ّان ولذكرهللا اكبرźikriñ(9) ekberini müǿekked ĥükm itmesi 333 źikrin ʿindillāh eşref (10) ve efżal olduġuna SK. MS. 5a. delīl ve ʿibādıñ źikrini kendi (11) źikrine sebeb ķıldı. Buyurdı: 334 ( اذكركم12) فا ذكرونى, imdi ķulıñ bir ʿameliñe tañrınıñ źikrine (13) ol ķulı sebeb ola andan efżāl ve enfaʿ (14) ʿamel olmaya ve ĥadīŝ-i 3b. (9) Ĥasenāt: Ĥasene SK. MS. Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların nefeslerinin sayısı kadardır. Sait Başer, (1991), İlâhî Kös, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl:20, Sayı:1, İstanbul: s.67. 3b. (16) Ŧariķ-i: - SK. HME. 3b. (17) Dünyāda: - SK. HME. 4a. (1) Zākirūn: - SK. HME. 4a. (2) Daħi: - SK. HME. 331 ( Lailahe illallah) Allah’tan başka ilah yoktur, sözünün mükafatı ancak cennete girerek orada Allah’ın cemalini görmektir. İmam Müslim, (2008), Sahih-i Müslim Muhtasarı, Hanefi Akın (Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul: s. 57. 332 Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi cilalayacak olan ibadet de Allah’ı zikretmektir. Muttakî el- Hindî, (1895), Kenzü’l- ummal, C. I, Darü’leşâǾat, Kahire: s. 306. İmam Suyûtî, (2008), Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, ( Heyet), C. II, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul: s. 502. 333 ( Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl, muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ) Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Kur’an, 29. Ankebut Sûresi, Ayet 45 4a. (9-10) Eşref ve efžal: Efžal ve eşref SK. MS. 334 O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin. Kur’an, 2. Bakara Sûresi, Ayet 152 4a. (12) Bir: - SK. HME. 330 134 ķudsīde buyurdı ki (15) 335 ( أنا جليس من ذكرنى يعنى نصرتى و رحمتى و محبتى16) bu ĥadīś-i şerīfden müstefād olan budur ki źākir źikr ile ve sālik sülūk ile bir mertebeye vāśıl SK. HME. 4b. (1) olur ve kemāl-i ķurbiyyet-i Mevlā taĥśīl ider ki ol (2) ķurbiyyet enīsiñ lāzımı olan cülūs-ı Mevlā (3) ĥaķķında muĥāl iken anı źātına isnād itdi ve (4) ŧālib-i rıżā ve rāġib-i liķā olan kimse źikre (5) müdāvemet ve ŧarīķlerinde bezl-i vücūd itmek gerek ki (6) bu lüŧuflara nāǾil ola. SK. MS. 5b. NAŽM FāǾilātün / FāǾilātün / FāǾilün ( - v - - / - v - - / - v -) Ĥaķķa sun źikrini (7) ider iken tār Dāʿim ider kendüye źikrin şiʿār (8) Źākir olur źikr ile Ĥaķķa celīs Źākīre źikr ile (9) Ĥaķķ olur enīs Ķalbine źikr ile virenler cilā (10) Olur anlar ayīne-i kibriyā Źikr ile źākir irişür ķurbete (11) Źikr ile dāħil olur ol ĥażrete Źākir ider (12) źikr ile kesb-i fenā Źikr ile Allāha iden intimā Beni anan kimseyle beraber otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve muhabbetimi arayan kimseyle (olurum) . İmam Buharî (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. (Çev.), Polen Yayıncılık, İstanbul: s. 1104. 4b. (6) Naźm: - SK. MS. 4b. (7) Kendüye: Kendüne SK. MS. 4b. (12) İden: İder SK. MS. 335 135 (13) Dilde ķomaz źikir śadādan eŝer Žākir ol cübbe-i (14) sivādan keser Źākir o kim eyleye vird-i zebān SK. MS. 6a. (15) Aña olur sırr-ı ĥaķīķat ʿayān Mürġ-śıfat-ı (16) źikr ile źākir uçar Źikr ile ol cümle hevādan (17) geçer Źikr ile dergāh-ı Ħudā fetĥ olur SK. HME 5a. (1) Źikr ile ehvā-yı nefs ķadĥ olur Zikri Ħudāyı ķoma dilden (2) śaķın Tā olasın sen de Ĥudāya yaķīn (3) ŧarīķ-i źikir ikidir, biri cehrī biri ħafīdir. (4) Ħafī cehrīden efżaldir, müntehīler ve ʿārifler ʿindinde ammā (5) cehrī mübtedī sālikler ĥaķķında efżaldir ve enfaǿdır. (6) Zīrā vesāvis-i ħāŧırātı defʿde māsivāyı defǿde sebeb-i ķavīdir. Ħafīniñ daħi iki tarīķi (7) var, biri lisānen biri ancaķ ķalb iledir. SK. MS. 6b. Ķalb ile olan (8) lisān ile olan iħfādañ efżaldir. Zīrā Ĥażret-i (9) Mevlā ĥabībine bunuñla emr buyurdı ki: ( في10) واذكر ربكve ĥadiŝ-i şerīfde (11) sulŧānımız buyurdı: 337 نفسك تضرعا و خفية 336 ( سبعون ضعفا12) الحفيظة ( الذكرالذى التسمعه13) bu źikr-i ķalbīniñ daħi envāʿı dörtdür ammā (14) bu maĥālde beyān olunmadı. Risāle-i Naķşībendīde (15) Şeyħ Aĥmed-i Kāmil tafśīl eyledi. Maʿlūm olsun ki (16) Ĥaķķ sübĥāne ve Teʿālā celle celālüh ĥażretlerine 4b. (13-14) Zākir ol cübbe-i sevādan: Zākiri ol ĥubb-ı sevdādan SK. MS. 4b. (14) Zākir: Zikir SK. MS. 5a. (6) Māsivāyı refǾde: - SK. HME. 5a. (9) Ki : - SK. HME. 336 ( Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın azabından korkarak ve O’na yalvararak alçak sesle Rabbini an ( ve gafillerde olma ) Kur’an, 7. Araf Sûresi, Ayet 205 5a. (10) Ĥadiŝ-i şerīfde: Ĥadiŝ-i şerīfinde SK. MS. 337 Hiç kimsenin işitmediği bir şekilde yapılan zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla sevap vardır. Buharî, a.g.e. , s. 1104. 5a. (14) Beyān: Zikr SK. MS. 136 SK. HME 5b. (1) taķķarüb ve Allāh ehlullāh yollarında saʿādet dārına (2) mažhar olayım diyen sālikde bu şarŧlar elbetde (3) lāzımdır ki beyān olunur tā ki sülūkında vüśūl-ı (4) maķām ve ĥuśūl-ı merāma SK. MS. 7a. müyesser olup emekleri (5) żāyiʿ olmaya. İmdi evvelā lāzım ve farż olan (6) Ĥaķķ celle ve Ǿalāyı şu śıfātlar ile bile ve iʿtiķād (7) eyleyüp ķalbinde ŝābit ola ki evhām-ı ĥayālāt ile (8) şeyŧān-ı nefse uymayub đelālet-i ħüsrāndan (9) ve helākdan ķurtıla. Allāhu Teʿālā Vācibüǿlvücūdǿdur (10) ve Ħālıķ-ı camīʿüǿl- maħlūķ vel- mevcūdǿdır. Ĥattā ve ʿAlīm (11) ve Ķādir-i ķayyūm, Samīʿ-i baśīr ve Faʿʿāl-ı limā yürīd ve Mütekellim (12) ve Vāĥid ve Ferd-i śamed źāt-ı śıfātında milŝi yoķdur (13) ve ħalķ itdigi ʿālemlerde şerīki ve nažīri yoķdur (14) ve ĥalķ-ı icādında muʿīni ve žahīri yoķdur. Ķadīmde (15) ibtidāsı yoķ Bāķīdir. İntihāsı yoķ tebeddül (16) ve taġayyurdan münezzehdir. Ķābil-i inķısām ve tecezzi degüldür SK. MS. 7b. (17) ve maĥall-i ĥudūt degüldür. Zamān ve mekān ve cihet-i SK. HME 6a. (1) erkānda ķāʿim olmaz ve eşkāl-ı elvāndan münezzehdir. (2) Ebśār ve ĥuş-ı ʿukūl ve efkār ile derk olunmaz. (3) Ancaķ nūr-ı imān keşf-i ʿirfān ile derk olunur (4) ve yine kendi ĥaķīķatin kendi bilür ve cāmīʿ-i (5) ʿulviyāta ve süfliyāta ʿilm ve ķurbiyeti müsāvīdir (6) ve İĥāŧāsı teĥdīd-i ŧarīķ üzre degildir ve cāmīʿ-i (7) eşyāyı zerre be zerre bilür ve bilmesi maħlūķ bilmesi gibi degüldür. (8) Cāmīʿ-i mevcūdāt ana muĥtāc ve anıñla ķāʿimdür (9) ve ħāŧırımıza her ne ki gelürse anıñ ġayrıdır. ( ذلك11) قيل و كلّ شىّ خطر ببالك و ربنا على خالفtövberına ve daħi cümle ķusū 338 كما idüben naśūĥā (12) manŧūķınca SK. MS. 8a. tövbeler idüp itmemeye ʿazm-ı cezm (13) lāzımdır. Zīrā Allāhu Teʿālā mürtekīb-i ʿiśyān ve ʿāzim (14) āŝā tuġyān olanı sevmez 5b. (13) Ve - SK. MS. 5b. (14) Ķadīmde: Ķadīmdir SK. MS. 5b. (17) Ħudūt: Ħudūŝ SK. MS. 6a. (2) Olunmaz: Olmaz SK. MS. 6a. (6) Ve - SK. HME. 6a. (7) Ve - SK. HME. 6a. (7) Bilmesi: - SK. HME. 6a. (9) Ki: - SK. HME. 338 Allah aklımıza gelen her türlü tasavvurun dışındadır. Allah düşündüğümüz hiçbir şeye benzemez. Kur’an, 26. Şura Sûresi, Ayet 11 137 ve ol dergāha (15) şāyeste olmaz. Mādem ki ol āb-ı tövbe ile pāk (16) olup ve aħlāķ-ı zamīmelerden ĥalāś olup (17) evśāf-ı ĥamīde ile mevśūf olmadıķça. NAŽM FāǾilātün / FāǾilātün / FāǾilün (FāǾlün) ( - v - - / - v - - / - v -) SK. HME 6b. Tövbedir (1) maġfiretiñ maʿdeni Tövbedir her ʿilmiñ aĥseni (2) Nādim olup gel cürmüñe tövbe ķıl Dime ki cürmümle (3) sever Ĥaķķ beni Cürmü olur kişiniñ Ĥaķķa ĥicāb (4) Terk idegör Ĥaķķa ĥicāb olanı Ve Mevlāya kemāl-ı (5) muĥabbet ve muĥabbet yolında cān-ı cismi fedā ve (6) māsivāyı SK. MS. 8b. terk lāzımdır. Cān cānān yolına virmede ihmāl (7) itme İremez maķśūdına ihmāl ehli Baķmayın (8) cāna irdi o cānāne Girdi meydāne terk (9) itdi mālı Ey dil dime yārini öldürme (10) amān vir Gerçekden eger ʿāşıķ iseñ vir (11) cānı bul viśālı 6a. (17) Evśāf-ı: - SK. HME. 6a. (17) Naźm: - SK. MS. 6b. (2) Ki: - SK. HME. 6b. (8) Girdi: Girmedi SK. MS. 138 Ve cāmīʿ-i dünyevī ve uħrevīleri (12) ķalbindeñ iħrāc eyleye ħālis li-vechullāh (13) ola ve faķr-ı faķīhleri iftiħār ile ve ʿizzet-i dünyādan (14) aʿrāż ve nās-ı ʿindillāh mertebe ve menzil daʿvālarından (15) fāriġ ve eźhār mālından ve fużūlından (16) fuķarāya bedel ve Ĥaķķ yolına cānlar fedā itmek niyetiyle (17) ve şerīʿat-ı Muĥammedīyye üźre Ǿāmil SK. MS. 9a. olup sünnet-i SK. HME 7a.(1) nevafillere ve zühd-i taķvālara şer ve ʿalā aĥvāl-ı žāhiresin (2) şerʿ-i şerīfe ve ŧarīķ-i Muĥammedīyyeye mutabaķatla (3) śavm, śalāt ʿibādāt, ŧāʿāt ile žāhirin maʿmūr (4) idüp ve dil ħānesin daħi taŧhīr her bir (5) mülāķāt-ı müzĥīri ķat ve her bir ħātırāt-ı nefsāniyye (6) ve şeyŧāniyyeden taħliye ve taśfiye itmek ve mirʿāt-ı(7) ʿālem-nümā ve manžūr-ı Ĥażret-i Mevlā olan dil-i cānānı (8) kemāl-ı mücellā ve muśaffā olmaķ lāzımdır ve nās ile (9) iħtilāŧ ve efrāhı śoĥbetlerden iĥtirāz ile (10) boş ĥāllere muttaśıf olup Allāh, ehlullāh yolına (11) sülūk ile neticesinde dünyā ve āĥiret saʿādetine (12) ve kimyāyı ekbere ve şeref-i ʿužmālara nāʿil olmaķ (13) lāzımdır. Ammā bu şarŧları sālik olayım diyen (14) kimse cümleden evvel bir mürşīd-i kāmil ve şeyħ-i fāżıl SK. MS. 9b. (15) ve rehbere vāśıl olup anıñ eline ve etegine ve belki (16) ayaġı altına yüz sürüp yollarıñ ādāb-ı erkānın (17) ve sülūk aĥvālin ve şürūŧ-ı eźkārin tesbīhāt SK. HME 7b. (1) berzaħların ve ʿuķūbātların bildirmeye cān baş ile (2) ķūl olup andan iźin ve ināyet idüp ve her bir (3) ĥükmüne teslīm ve her bir emrine semiʿnā ve meclīs-i ħiźmetlerinde (4) cān bāşın efnā ve ŧālib-i rāġib-i liķāsı olmadıķça (5) füĥūl-ı zamān ve ķuŧb-ı ʿulemā-i devrān ve ʿibādāt ile (6) yeksān olsa fāʿide virmez ve nihāyetinde emegi (7) żāyiʿ olmadan māʿadā ŧālib-i rıżā-yı Mevlā (8) ve rāġib-i liķā-i 6b. (13) İle: Bile SK. MS. 6b. (14) ʿİndallah: ʿİndinde SK. MS. 6b. (15) Ezhār: İzdiyād SK. MS. 7a. (1) Ve - SK. HME. 7a. (2) Ŧarīķ-i: Ŧarīķat-ı SK. MS. 7a. (6) Şeyŧāniyyeden: Şeyŧāniyyelerden SK. MS. 7a. (6-7) Ve mirʿāt-ı ʿālem-nümā ve: Mirʿāt-ı ʿālem SK. HME. 7a. (10) Boş ĥāllere: Bu şürūŧlara SK. MS. 7a. (13) Şarŧları: Şürūŧla SK. MS. 7a. (14) Evvel: - SK. HME. 7a. (17) Tesbīhāt: Tenbīhāt SK. MS. 7b. (2) Ve: - SK. HME. 7b. (5) ʿİbādātıyla: ʿİbādetle SK. MS. 139 Ħudā olup da ehlullāh yolına (9) duħūl itmekle bu şürūŧları cāmīʿ olmazsa (10) maķśūdına nāʿil ve maŧlūbına vāśıl olamaz. NAŽM FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün ( - v - - / v v - - / v v - - ) SK. MS. 10a. (11) Dilde eyle vuślatı yāriñle setr it şerīki (12) Žāhire bī-gāne ol kim dimesün ağyārlar (13) Fānī ol geç bu vücūdıñda beķā bul Ĥaķķla (14) Şirke žāhir ola Ĥaķķdan seniñ erler Ey sālik (15) maʿlūm Olsun ki bu ŧarīķat-ı ʿalīyyeniñ menbaʿı (16) ve menşeʿi ve talīķi senin ve şürūt-ı meşīħatınıñ ve (17) keyfiyet-i ĥālin ve sālike telķīn ve źikr-i sülūklarınıñ SK. HME 8a.(1) her birleri sulŧānüǿl- enbiyā śallallāhu ʿaleyh-i ve sellem (2) efendimizdendir. Zīrā Ĥażret-i Muĥammed ʿaleyhiǿs-selām (3) efendimizden Ĥażret-i ʿAlī kerremallāh veche efendimiz “Aķrebüǿ(4) ŧ-ŧarīķullāh-ı Teʿālā nedir?” diyü sūǿal buyurup (5) ilticā itdiklerinde sulŧānımız cevāb buyurmadı, (6) vaĥye muntažır oldı. Baʿde Cibrīl-i Emīn (7) ʿaleyhiǿs-selām Alahu Teʿālādan vaĥīy getürüp “Aķrebüǿŧ (8) ŧarīķullāh-ı Teʿālā ŧarīķ-i źikirdir.” didi. SK. MS. 10b. Ol (9) vaķit Ĥażret-i Cibrīl sulŧānımıza źikr-i cehrī (10) telķīn buyurup ve üç defʿa kelime-i tevĥīdi cehrī (11) śavt ile telķīn buyurdı ve telķīn-i ŧarīk üzere źikr itdi (12) ve ʿilm-i ledünnī ĥükmünde ķalb-i 7b. (10) Naźm: - SK. MS. 7b. (11) Şerīki: Şirki SK. MS. 7b. (17) Sülūklarınıñ: Sülūkıñ SK. MS. 8a. (2) ʿAleyh-i selām: Śallallāh u ʿaleyh-i ve sellem SK. MS. 8a. (3) Ĥažret-i: - SK. HME. 8a. (8) Ŧariķ-i: - SK. HME. 8a. (9) Zikr-i cerhī: Zikri SK. MS. 8a. (10) Buyurup: - SK. HME. 8a. (10) Cehrī: Cehren SK. MS. 8a. (11) Telķīn buyurdı ve telķīn-i ŧarīk: Telķīn buyurup ve ŧarīk SK. HME. 140 şerīflerinde yenbūʿ-ı (13) ĥikmet ve esrār-ı hüvviyet ve envār-ı źāt-ı ĥaķīķat (14) daħi ziyāde ķuvvet ve mütecellī olup suŧānımız (15) ʿulūm-ı şerʿiyye-i žāhireleri imtinā-yı neşr ve ŧarīķ-i (16) müstaķīm üzere terġīb ve cümleye teblīġ itmiş (17) ve ider idi. Lākin ʿilm-i ledünnī śadr-ı pākinde esrār SK. HME 8b. (1) buyurup emr-i ǾAlīyi isterdi. Ĥażret-i ǾAlī keremallāh veche efendimiz anı izǾān buyurup niyāz ve niçe dürlü ricāya āġāz itdiler ʿazīz efendimiz (2) nažm-ı silsilede buyurdıġı gibi FāǾilātün / FāǾilātün / FāǾlün ( - v - - / - v - - /- -) FeǾilātün / FeǾilātün / FāǾlün ( v v - - / v v - -/ - -) Mebdeʿ-i feyż (3) cümle-i ʿālem Āʿnı serdār-ı nismeʿ-i ādem SK. MS. 11a. ʿİlm-i şerʿi (4) ķamuya neşr itdi Ümmetin şerʿ üzere ĥaşr (5) itdi Līke-i ʿilm-i ledünnī iĥfā Eyleyüp anı (6) itmedi iclā Śadr-ı pākinde eyledi esrār (7) Anı būyından añladı Kerrār Didi ey ümmete (8) olan hādī Baña ol sır ile eyle irşādi 8a. (14) Ve: - SK. HME. 8b. (1) Emr-i ǾAliǿyi isterdi. Ĥazret-i ǾAli keremallah veche efendimiz anı izǾān buyurup niyāz ve niçe dürlü ricaya: Ve niçe dürlü SK. HME. 8b. (5-6) Eyleyüp anı itmedi iclā: Eyleyüp itmedi anı iclā SK. MS. 8b. (7) Anı būyından añladı kerrār: Būyından anı añladı kerrār SK. MS. 8b. (8) İle: - SK. MS. 141 (9) Ki gelür būy śadr-ı pākiñden Anı menʿ itme (10) ʿabd-ı çākiñden Aña şefķat idüp didi ey Ĥaydar (11) Çün ŧaleb itdiñ bayā bir bir Aña ʿilm-i ledünī-i taʿlīm (12) Eyledi hem mefātihin tefhīm Źikr-i cehrī ile eyledi (13) telķīn Bize andan ķalupdır āyīn Bu mefhūmca (14) sulŧānımız cehren Ĥażret-i ʿAlī efendimize taʿlīm (15) ve telķīn ve esrār ve rumūzātların tefhīm itdikten (16) śoñra sāʿir śaĥābīlere daħi ictimāʿ ve infirād üzere (17) telķīn-i źikrī telķīn buyurup ŧarīķ-i źikre müdāvemetle SK. HME 9a.(1) Oldılar ve cihāddan geldikleri vaķit buyururlar (2) idi. SK. MS. 11b. 339 رجينا منالجهاد االصغر الى الجهاد الكبرbundan maʿlūm oldı ki źikrullāh nefs ile (4) cihād-ı ekberdir. Zīrā nefsile mücāhededir. ʿAdū-yı (5) Allāha muʿārażadır ve anı helākdır. Olmadıķça (6) Allāha dost ve aña ķurbiyyet peydā olamaz ve baʿżı (7) kere aġyār bulınmasun diyü iĥtiyāŧ üzere (8) buyurması olmışdır ve Ĥażret-i ʿAlī efendimize (9) telķīn ve iźīn olındıķda ve Ĥażret-i Ebūbekir (10) efendimize daħi ġār-ı hicretde źikr-i ķalbīyyeyi telķīn (11) buyurup ol vaķit Ĥażret-i Ebūbekir ve Ĥażret-i (12) ʿAlī efendilerin evvelden ziyāde sulŧānımıza bir (13) rütbe ħizmetinde ve ĥürmet-i ʿažīmde iķāmetde (14) bulındılar ki ʿaķıllar müteĥayyir olur. Andan ol (15) ʿināyete ve luŧf-ı 8b. (10) Didi:- SK. HME. 8b. (12) İle: - SK. HME. 8b. (14) Ĥažret-i ʿAli efendimize: Ĥažret-i ʿAliǿye SK. MS. 8b. (15) Tefhīm: - SK. HME. 8b. (16) Daħi: - SK. HME. 339 Küçük harpten, büyük harbe döndük. Abdullah Fârukî el-Müceddidî, (1997), Fıkhî Risâleler, Farukiyye İslam Araştırmaları Vakfı Yayınları, Ankara: s.127. 9a. (6) Olamaz: Olmaz SK. MS. 9a. (8) Ĥažret-i ʿAli efendimize: Ĥažret-i ʿAli keremallah veche efendimize SK. MS. 9a. (9) Ve: - SK. MS. 9a. (12) Evvelden: Evvelinden SK. MS. 142 iĥsāne mažhar düşüp (16) Ĥażret-i ʿAlī keremallāh veche SK. MS. 12a. efendimiz لحمى قلب341fendimiz e i Ebūbekir-śadıķ (17) ve ) Ĥażret-manŧūķına mā بل شىّ يوقرنى لحمك 340 الصالة و الصيام SK. HME 9b.(1) ليس فضل ابوبكر بكثرهĥadīŝ-i (2) şerīflerine mažhar oldılar, vesāʿir śaĥābīlerden (3) efżāl oldılar ve bunlar daħi baʿzı śaĥābīlere ve (4) śahābīler daħi baʿzı tābiʿīnlere telķīn ve ifāża (5) bu uslūb üzere ŧarīķat-ı ʿaliyye temkīn ve Mevlāya (6) aķreb ŧarīķ ehliniñ maʿlūmları oldı. Ve ammā (7) ehli ve māyesi olmayanlar maĥrūm ķalup žāhir (8) yüzünde ĥarf-ı žāhire ve nuķūş-ı eşyāda ķalup (9) esrār ve ĥaķīķat-ı eşyādan ve śıfat ve ķudret-i (10) Mevlādan meʿyūs oldılar. Māsabıķdaki üslūp (11) üzere kābiren ʿan-kābiren evliyā-i ʿažām ve meşāyıħ-ı (12) kirām beyninde silsile böylece SK. MS. 12b. cāri olup (13) meşāyıħ-ı ʿažāmdan niçe źevāt-ı kirām Bāyezīd-i (14) Bisŧāmī ve Şeyħ Aĥmed-i Kāmil ve ĥażret-i şeyħnā (15) ve ʿazīznā Şeyħ Şemseddīn ķaddesallāhu esrārühüm (16) efendilerimiz mesned-i īrşādde sāliklerine baʿżı (17) suʿal ʿaķabinde sülūkı beyān ve niçe dür-i yektā SK. HME 10a. (1)ve kīmyā-yı ekbercesine naśīĥat ve tenbīhātlar buyurup (2) buyurdılar ki bu ŧarīķat-ı ʿalīyyede bir ceźbe ile bir (3) sülūk ile terbīyye vardır ammā ceźbe ile mürebbī (4) olan mürşīd ve mürebbī sālikleri Ĥaķķa īśāl (5) ider ammā ol sālik bir kimsene terbīyye ve irşāddan (6) maĥrūm ķalur. SK. MS. 13a. Źīrā kendisi ŧarīķ-i sülūkı ve ādāb-ı (7) erkānı ve ħiźmet-i ehlullāhı görmemişdir. Terbīyye (8) ideyim derken sālikleri đelālete düşürür (9) vesāʿir umūr dünyāsından ve āħiresinden maĥrūm Vücudda bir et parçası vardır. O’nun salahı bütün vücudun salahına, fesadı tüm vücudun fesadına sebeb olur. Ahmed Avni Konuk, (2000), Fusus’ul Hikem Tercüme ve Şerhi, C. I, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları / İslam Klasikleri Dizisi, İstanbul: s.30. 9a. (17) Ĥazret-i Ebūbekir: Ebūbekir SK. HME. 341 "Ebu Bekir’in sizden efdal olması çok namaz kılmakla ve oruç tutmakla değil, onun kalbinde sabit olan ilimledir. Buhari, a.g.e., İman, Hadis no: 37, s.145. 9b. (3) Ve bunlar: - SK. HME. 9b. (4) Baʿzı: - SK. MS. 9b. (9) Esrār ve: Ve esrār-ı: SK. MS. 9b. (9) Śıfat: ŚunǾat SK. MS. 9b. (11) Ve - SK. HME. 9b. (15) Ķuddisallah Esrārühüm: - SK. MS. 9b. (16) Mesned-i īrşādde sāliklerine: Mesned-i īrşādında sāliklerinden SK. MS. 10a. (2) Ki bu ŧarīķat-ı ʿalīyyede: Bu ŧarīķat-ı ʿalīde SK. HME. 10a. (8) Đelālete: Đelāle SK. MS. 340 143 (10) ķılar. Sālik ġayretli ise neʿūźubillāh esmāsı (11) kuvvet ile ilĥāde düşer ve ħüsrānda ķalur. Evvelā (12) meşāyıħatıñ şürūŧı ve ādābları vardır ki şeyħ-i (13) mürebbī ve mürşīd olan kimesne bir şeyħ-i kāmilden (14) kendisi terbīyye görüp ve el ŧutup ne ķadar (15) rūĥānī ižin oldıysa da žāhir-i źāta nisbet (16) olunmaķ lāzımdır ve hem mesned-nişīn-i ŧarīķat (17) ve meydān-ı ehlullāha mālik, mefvuż ile olup SK. HME 10b. (1) biraz sālikler ile ħalķa-i şerīflere ķādir ve mutaśarrıf (2) olup ehl-i fikr ve źikr ve ehl-i murāķabe olup žāhirī (3) ve bāŧınī şerīʿata muvaffāķ ve efʿāl-ı aĥvāle muŧābıķ (4) olup ādāb-ı ŧarīķat ile ʿāmil ve esrār-ı ĥaķīķati (5) keşf ve ŧarīķinde olan meźāliķ-ı aķdām ve mehālik-i (6) berzaħāte muŧŧalliʿ olup sāliki nefs aĥvāllerinden SK. MS. 13b. (7) ve şeyŧān yollarından menʿ idüp ve ʿuķubāt-ı (8) ŧarīķde ve berzaħāt-ı sülūkda anları tenbīh ile (9) ve terbīyye ile maʿnāların fehm idüp teʿdīb ile (10) ve baʿżı ĥāllerde taĥammüle ķādir ve śābir olup meşaķķat (11) ile sālikleri sülūkından sehl ile maķśūda (12) īśāl ve ʿibādāt yüzinden niçe đalāllere (13) düşürmeden īķāż idüp yolınca erkānınca (14) ĥıfž-ı selāmetle Ĥaķķa īśāl idüp her (15) sālike istiʿdādına göre ve muhabbetine ve gelişātına (16) göre terbīyye ile tesellīñe mürāʿī ve ķādir olup (17) kendi terbīyyede olup sālikler sülūkında zaĥmet çekmeyüp SK. HME 11a. (1) ve enʿām-ı aʿŧā śāĥibi olup baʿżen sülūkından cüzīʿ (2) şeyʿ sebebiyle fütūr bulan sāliklere enʿām veyāħūd (3) đelālet-i enʿām ile mevśūf olup SK. MS. 14a. ve ĥużūr (4) gibi ġıybetde daħi sālikleri terbīyye ve teveccühle (5) ve ĥıfža meşġūl olup her cihetden anlara (6) terbīyye ve tenbīhātlar ide ki ġıybetde ĥużūrda (7) Tañrıdan ġāfil olmayup ve nefs-i şeyŧāna tābiʿ (8) olmayup źikirlerinde dāʿim olalar velĥāśıl şeyħ-i (9) mürşidiñ her efʿāli ve eŧvārı cümle mīzān-ı (10) şerʿ üzere olup ādāb-ı 10a. (11) Ķılar: Ķalur SK. MS. 10a. (12) Meşāyıħatıñ: Şeyħiniñ SK. MS. 10a. (15) Oldıysa da: Oldıysa SK. HME. 10b. (3) Ve - SK. MS. 10b. (9) Maʿnāların fehm idüp teʿdīb ile: Maʿnāların fehm ile teʿdīb idüp SK. MS. 10b. (15) Göre: - SK. HME. 10b. (17) Olup: - SK. HME. 11a. (1) Ve enʿām-ı aʿŧa: Aʿŧa SK. HME. 11a. (9) Ve - SK. MS. 11a. (10) Şerʿ üzere: meşruʿ SK. HME. 144 ʿubūdiyyet ve taʿžīm ve mütābaʿat-ı (11) sünnet olup bidʿatlerden ve ĥarāmlardan ictināb (12) ve yaĥūŧ umūr ile ʿāmel ve miĥan-ı meşaķķat ve çille (13) iħtiyār idüp baʿżı bu śūretler ile sālike yol (14) gösterüp ve faķr-ı fenā ile muttaśıf (15) ola ki sālikleri daħi andan taĥalliķ ideler (16) ve Kitābullāhı ve ĥadīŝ-i Resūlullāhı pīşvā (17) idüp her umūrında iķtidā ve esrār-ı ĥaķīķati SK. HME 11b. (1) Kitābullāha SK. MS. 14b. ve ĥadīŝ-i Resūlullāha taŧbīķe ķādir (2) olup bu şürūŧ-ı ādāb ile olan şeyħ-i mürşīdden (3) terbīyye-i sālike niʿmet-i ʿužmā ve kīmyā olup böyle (4) olan şeyħ Resūlullah ŧarafından ne gūne muķaddem-i (5) ħilāfet olındı ise teslīsle kendi daħi (6) ol ħilāfete lāyıķ ve ķāʿim-i ħalīfe olup andan (7) iźin alan sālik daħi kāʿinne sulŧānüǿl- enbiyā efendimize (8) bīʿat ve tecdīd-i ʿahd itmiş olup temkīn-i īmān (9) ve ķuvvet-i ʿirfān ve mütābaʿāt-ı resūl ile mevśūf (10) olup andan śoñra yolınca taĥśīl-i kemāle ve vuślat-ı (11) Mevlāya sālik olup ve sülūkıñ netīcesine (12) vāśıl ola ve illā bu şürūŧ ile mevśūf olmayan (13) şeyħden iźin alursa eʿūźubillāh ol sālik (14) Ĥaķķdan inķıŧāʿına sebeb ve tekrār şeyŧān-ı (15) nefs SK. MS. 15a. yollarında ķalup cümle emekleri żāyiʿ olmadan (16) māʿda nihāyetinde ħüsrān-ı ebed ile iki cihānda (17) rezīl ve ĥaķīr olur. 11a. (10) Ve: - SK. HME. 11a. (13) Śūretler ile: Śūretle SK. HME. 11b. (1) Resūlullaha: Resūle SK. MS. 11b. (9) Resūl: Resūlullah SK. MS. 11b. (11) Neticesine: Nicesine de SK. MS. 11b. (12) Ola: - SK. HME. 11b. (13) Şeyħinden: Şeyħden SK. HME. 145 ّّّّّّّّّّّّاللهمّ احفظنا و ارحملنا SK. HME 12a. (1) 342برحمتك يا ارحم الراحمين MANŽŪM MefǾūlü / FeǾilātün / MefāǾīün / FeǾūlün (- - v/v v - - / v - - - /v - -) Şeyħ öyle (2) gerek kim ola şerʿ üzere efʿāli ʿAnķā gibi (3) menzil idine ʿazm-ı Ǿāli Žāhirde ola zühd-i (4) ʿibādāt ile meşġūl Bāŧında Ĥaķķ ile ola (5) ĥasb-ı ĥāli Hem ola ķuvvet-i ķudsīyyete mālik (6) Bir himmet ile eyleye ķalʿa cibāli Sālikleri ġıybetde (7) ide ĥıfž-ı ĥırāset Refʿ ide göñüllerde (8) olan dāʿ u bāli ʿĀrif ola ol mezlaķa-i (9) rāh-ı sülūka SK. MS. 15b. Temyīz ide ol nehc-i hidāyetle đelāli (10) Keşf eyleye sāliklere aĥvāl-ı sülūkı Fetĥ (11) eyleye ŧāliblere ebvāb-ı nevāli Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım rahmetinle bizleri koru, bizlere merhamet et. 12a. (1) Manźūm: - SK. MS. 12a. (5) Ķudsīyyete: Ķudsīyye SK. MS. 12a. (6-7) Ġıybetde ide: İde ġıybetde SK. MS. 342 146 Şeyħlerden olup (12) nisbet-i ʿirfān müselsel Esmāʿ-i ŧarīķinde (13) ola fażl-ı kemāli Ĥaķķa ola ķurb-ı velāyetle (14) muķarrib Ĥalķa ola tāc-ı ĥilāfetle ʿāli (15) Meʿźūn ola ol terbīyye-yi rūĥ-ı Nebīden (16) Teʿbīd ola envāʿ-ı kerāmetle bu ĥāli (17) Ger olmasa bu śıfatlar bir şeyħde mevcūd SK. HME 12b.(1) Elbet de olur hükm-i meşīħatdan o ħālī Meger ol (2) sālik-i billāh ġāyetde ĥulūśkār SK. MS. 16a. Dāʿimā Ĥaķķa (3) nažarla ala feyż-i kemāli Līki müşkīl olur (4) bu ĥāl ile ħiźmet Ķorķaram dü cihānda (5) ħüsrānda ola ĥāli ŦARĪĶ-İ TELĶĪN (6) Bir sālik Ĥaķķ teʿālāya sülūk itmek murād itse (7) ve ehlullāh yollarına girüp dü cihānda ber-murād (8) olayım dise lāźımdur ki evvelā bir şeyħ-i kāmil (9) bulup andan aħź-ı ŧarīķ ve telķīn-i źikr ve ādāb (10) erkān ögrenüp anı rehber ve püşter idinüp (11) ŧarīķat-ı ʿalīyyeye giden yollara anıñ refāķātıyla sülūk idüp (12) ķadem baśa. Źīrā Cenāb-ı Ĥaķķa giden tarīķ (13) ziyādesiyle ħaŧırına gider mūzbāt ve ʿuķyāt (14) ve mevsūsāt çoķdur. Bir refīķ-i müstefī(15) ve enīs-i mūlis, cāri, cesūr, rüsūm-ı 12b. (2) Billāh: - SK. HME. 12b. (5) Ŧarīķ-i telķīn: - SK. HME. 12b. (6) İtmek: - SK. MS. 12b. (8) Ki: - SK. HME. 12b.(12) Giden yollara: - SK. HME. 12b. (14) Müstefī: Müşfiķ SK. MS. 147 ŧarīķi (16) bilene muķārin olmadıķça hidāyet bulamamadan (17) māʿada yolda çoķ sefiliyyetler çeküp varın SK. HME 13a. (1) yaġma idüp belki helākı muĥaķķaķ ola 343 ( الطريق2) ّالرفيق ثم SK. MS. 16b. manŧūķınca bir daħi ve 344( يكنله شيخ فشيخه الشيطان4) مجال الى محال ومن لم ( من الرجال فينتقل من3) من لم ياخذ الطريقĥükmi muķadder olur (5) şeyħ olan kimse evvelā sālike istiħāre ile (6) emr idüp ve kendi daħi istiħāre idüp ehlullāh (7) ŧarafından iźinden śoñra sālike ġusl ile (8) emr idüp baʿde iki rekʿat namāz ve Ĥaķķ içün (9) rıżā yolına bir miķdār şeyǿ nezr ve taśadduķ ile emr (10) idüp ve sālik işleyüp şeyħiñ öñüne ĥużūrına (11) gele ve şeyħ dizi üzerine iħlāśa emr ve camīʿ (12) śaġāyir ve kebāǿirlerinden maʿāśı ve ġafletlerinden (13) ve aħlāķ-ı zemīmelerinden tövbe-i (14) naśūĥ ile tövbe itdürüp zīrā ĥadīŝ-i şerīfde bir ādem cümle (15) günāhına tövbe idüp SK. MS. 17a. birisine itmese tāʿib (16) dinilmez. Śoñra şeyħ ol sālikiñ ĥuķūķ-ı ʿibādı (17) var ise eśĥāb-ı tarīķden ister. Dādına saʿī SK. HME 13b. (1) veyāħūd maĥalinden istiĥlāline ġayret ile ʿahd (2) alup ol mürīdiñ śaġ elin ŧutup mükellef (3) üzerine farż olan ve vācib olan camīʿ-i aĥkām-ı (4) şerʿiyyeyi ve sünnet-i nevāfilleri işlemesine sālikden (5) ʿahd-ı iķrār alup ve ʿazīmet ile ʿamel itmesine daħi (6) ʿahd alup bidʿatlerden iĥtırāz ve tövbe-i iķrārlara (7) ŝābit ķadem olmasına daħi ʿahd alup teberrüken bu āyet-i (8) kerīmeyi ķıraāt idüp 345 الى احزه ( يباديعونك9) قوله تعالى انّ الذينOķuyup ve esmā-i sebʿādan ism-i evvel olan (10) kelime-i tevhīdi zikr-i lisān ile telķīn idüp (11) śaġından alup śolında ħatm ile SK. MS. 17b. 346هو ّ ال مقصوده الmaʿnā-yı şerīfini mülāĥaža ile emr idüp (13) bīʿat-ı Muĥammedī üzre iźin vire zīrā üç maʿnādan (14) biri bu maʿnādır. Sālik olan bu maʿnāyı mülāĥažasuz (15) źikr itse fāʿidesi olmaduġından māʿada (16) belki żarar olur bu źikr-i lisān ile müddet-i vāfire (17) geçüp lisānın ķalbine muvāffaķ ķılarsa baʿde 12b. (17) Sefiliyyetler: Sıķletler SK. MS. Tarikata girmeden önce bir arkadaş gereklidir. 344 Bir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür. Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır. Şihâbuddîn Sühreverdî, a.g.e. , s. 119. ; Ünal, a.g.e. , s. 95-102. 13a. (10) Şeyħiñ öñüne ĥužūrına: Öñüne SK. MS. 13a.(11) Emr: - SK. MS. 345 Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman Allah’a tabi olurlar. Kur’an, 48. Fetih Sûresi, Ayet 10 13b. (9) İsm-i evvel olan: - SK. HME. 13b. (11) Śaġından alup śolında: Śaġdan alup śolda SK. HME. 346 Allah dışında hiçbir maksat yoktur. 343 148 SK. HME 14a. (1) tevĥīd-i şerīfi ħafī ve iħfā ve ķalbī ŧarīķ ile destūr (2) vire ellerin ŧutup duʿā idüp cümle muʿāhedeler (3) ve tövbeler üzere ŝābit ķadem olmaya söz virüp (4) ve iķrār alup śonuñda bir daħi tecdīd-i ahde (5) muĥtāc olınmayup ʿazm u cezm ile iʿtiķād-ı tam (6) ile ve cümle baş, cān ve māl ve ʿıyāl bu yolda (7) fedā nisbetiyle SK. MS. 18a. iħtitām olana ve illā eger bunlar olmaz ise (8) şeyħ cānibinden olan ŧarīķ-i feyż ve fütūĥ-ı pür (9) şürūĥ ve esrār-ı cünūĥ kendüne mesned olup (10) yolında zaĥmet çeküp yine tecdīde muĥtāc (11) olur ve yolı ırāķ olur. NAŽM ( - - v / - v - -/ - - v/ - v - -) MefǾūlü / FāǾilātün / MefǾūlü / FāǾilātün Sālik Ħudāya (12) iremez rehber olmasa İrşād ider ŧarīķi aña (13) bir er olmasa Lāyıķ olur mu ħizmet-i meclis-i (14) mülūke hiç Erbāb-ı terbīyyet ile o kim perver (15) olmasa Ādem gider mi rāh ħaŧırına ki begim (16) Anıñ refīķi rehnümā ve selāĥkār olmasa Sālik (17) Bu yolda mažhar-ı himmet olur mu hiç SK. MS. 18b. SK. HME 14b.Dergāh-ı (1) şeyħ-i kāmile rū göster olmasa Feyż-i himmet ʿizz-i (2) ĥürmet ber-murād olsun ki hiç Ĥaķķ yolında şeyħ (3)öñünde ʿabd-ı çāker olmasa 14a. (1) Ħafī: - SK. HME. 14a. (3) Ķadem: - SK. MS. 14a. (11) Naźm: - SK. HME. 149 (4) ĀDĀB-I ERKĀN-I SÜLŪKÜ’S-SĀLİKĪN (5) Bu ŧarīķat-ı ʿaliyyede ĥıfž-ı nisbet rükn-i aǾžamdır. (6) Nisbetiñ maʿnāsı şeyħ mürīdin virdügi ve mürīd (7) aħz itdügi ʿahd-ı mīŝāķ ve telķīn ve taʿlīm ve tenbīh (8) ve evrād ve eźkār ve ādāb-ı ʿubūdiyyetden ʿibārettir. (9) Bu maʿnāca nisbet ʿayn-ı ŧarīķ oldı. Sālik (10) eger bu nisbeti ĥıfž itmese ŧarīķini ĥıfž itmemiş (11) olur. Ŧarīķini ĥıfž itmeyen ŧarīķden meŧrūd (12) ve yolından merdūd olur. Bir vechle Ĥaķķa taķarrüb (13) idemez. İmdi sālike ĥıfž-ı nisbet lāzımdır (14) ve farż-ı ʿayndır. Ĥıfž-ı nisbetiñ keyfiyeti budur ki mürīd (15) şeyħ ile itdügi ahd-ı mīŝāķıñ ve şeyħden telaķķī eyledügi (16) SK. MS. 19a. eźkār ve evrādıñ üzerine ŝābit ķadem olup SK. HME 15a. (1) anlardan ednī birin terk itmeyüp her bir emrini (2) cāndan ķabūl ile ĥıfž idüp üzerine ziyāde (3) ve andan noķśan itmeye ve camīʿ-i feyż-i fütuĥı (4) ve luŧf-ı şürūĥı şeyħ vāsıŧasıyla olur (5) iʿtiķād idüp her cihetden şeyħe ĥüsn-i žan (6) idüp sū’ī iʿtiķāda yanaşmayup ĥaķķına (7) kemāl-ı ĥürmet ve kendine muĥabbet ve cāndan ĥizmet (8) ve itdigi ve virdigi şeylere müdāvemet ve aĥz-ı (9) meşāyıħ meclislerinden ictināb idüp varmayup (10) bunlara mürāʿāt ile nisbeti edā itmiş olur ve illā (11) eger bunlardan birin terk iderse şeyħe ʿöźür (12) ve yeñi başdan ricā ve ilticā ile tecdīd-i nisbet (13) ve temkīn-i ʿahd itmek lāzım olur. SK. MS. 19b. Zīrā enķaż-ı (14) ʿahd ve terk-i nisbet itmiş oldı. Eʿūźübillāh (15) felāĥ ve necāt bulmamaya ʿalāmet ve sebebdir. (16) Ve mürīde lāzım olan şeyħden ġayrı meşāyıħlarla (17) görüşmeyüp kendi ŧarīķ ķardaşlarınıñ ġayrı SK. HME 15b. (1) ehl-i sülūk ile görüşmeyüp şeyħiñ ħilāfında (2) olan kimesneler yanına varmayup ve śohbet itmeye (3) ve şeyħim vāśıl-ı Ĥaķķdır ve beni Başlık: - SK. MS. 14b. (8) Ve: - SK. MS. 14b. (9) Nisbet-i: - SK. MS. 14b. (10) Eger: - SK. MS. 14b. (14) Ĥıfž-ı: - SK. HME. 14b. (15) Ahd-ı: - SK. HME. 15a. (1) Bir: - SK. HME. 15a. (3) Noķśan: - SK. MS. 15a. (5) Ĥüsn-i žan: Ĥüsn-i ħulķ SK. MS. 15b. (2) Kimesneler: Kimseler SK. MS. 15b. (2) Ve: - SK. MS. 150 Ĥaķķa ol īsāl (4) ider iʿtiķādın idüp camīʿ-i teklīfātını (5) ve tenbīhātların cān-ı dilden ķabūl ve luŧf-ı (6) ʿināyet bilüp cümlesine baş ege ve nāǿib-i (7) Resūlullāhdır śallallāh u ʿaleyh-i ve sellem diyü iʿtiķād (8) ide buña mütābaʿat sulŧān-ı enbiyā ʿaleyhisselāma (9) mütabāʿatdır, buña bīʿat aña bīʿatdır. Buña teslīm aña (10) teslīm, bunıñ rıżāsı SK. MS. 20a. añın rıżāsıdır diyü (11) iʿtiķād ide. Böyle itmez ise nūr-ı iķtidā (12) ķalbinden zāʿīl olur, bīʿat beni maĥv olur. Ve bir daħi (13) rābıŧa-i muĥabbet, ŧarīķat-ı ʿaliyyeniñ rüknüdür. Rābıŧa-i (14) muĥabbet didikleri mürīdiñ şeyħine olan muĥabbetinden (15) ʿibāretdir. Eger mürīdde bu rābıŧā-i muĥabbet olmasa (16) istifāża ve kesb-i himmet idemeyüp cümlesi (17) żāyīʿolur. Zīrā efrāżıñ ikincisi budur. Zīrā istifāżāya SK. HME 16a. (1) sebeb rābıŧa-yı muĥabbetdir. Anıñçün rükün śaydılar. (2) Bu rābıŧa-i muĥabbet dört ŧarīķ ile olur. Evvelki (3) tarīķ budur ki mürīd şeyħiñ śūretin muĥabbet (4) tarīķiyle taśavvur idüp ol taśvīrde kendin (5) iķnā ider. Nitekim ʿāşıķ maʿşūķınıñ śūretin (6) taśavvur idüp SK. MS. 20b. kendin iķnā itdigi gibi. Bu rābıŧa (7) sebebiyle şeyħiñ rūĥāniyeti mürīdiñ bāŧınında (8) ĥāżır olur. Mürīdiñ bāŧını ol rūĥāniyyetiñ (9) envārıyla nūrlanup kendine baʿżı esrārlar (10) žāhir ve temkīn-i muĥabbet ĥāśıl olur ve şeyħiñ baʿżı (11) kemālātı mürīde inśibāġ ŧarīķi üzere ĥāśıl (12) olur. Bu rābıŧaya mürīd müdāvemet itse (13) tedrīc ile kemāle ulaşur. Şeyħ gibi zīrā (14) rābıŧa-i muĥabbet, muĥabbeti maĥbūbuñ śıfātlarına idħāl (15) ider. Nitekim 347 المحبة دخول صفات الحبوب على البدن من صفات الحبتve ikinci ŧarīķ budur ki (17) mürīd şeyħin rūĥāniyyetine muĥabbet ŧarīķi üzere SK. HME 16b. (1) teveccüh ider. Ol teveccühde bir rütbeye müstaġriķ (2) olur ki beşeriyetinden zuhūl ider. SK. MS. 21a. Ol ĥālde (3) şeyħiñ rūĥāniyeti mürīdiñ bāŧınında taśarruf ider. (4) Mürīdiñ evśāf-ı beşeriyyesin izāle ider (5) ve tedrīc ile 15b. (5) Tenbīhātların: Tenbīhātnı SK. MS. 15b. (8) Śulŧān-ı enbiyā ʿaleyhisselāma: Śulŧān-ı enbiyāya SK. MS. 15b. (10) Añın: Mevlā SK. MS. 15b. (17) Efražıñ: - SK. HME. 16a. (6) idüp: iderken SK. MS. 16a. (8) Olur: Olup SK. MS. 16a. (10) Baʿžı: - SK. HME. 347 Muhabbet, mahbubun niteliklerinin maşukun bedeni üzerinde kendinî göstermesidir. 16a. (3) Mürīdiñ: - SK. HME. 151 mürīd şeyħiñ evśāf-ı rūħāniyetiyle (6) mevśūf olur ve bu rābıŧaya müdāvemet ile (7) şeyħden bedel baʿżı ĥālāta ulaşup ve kendi ne (8) ĥāl üzre oldıġı inʿkās ŧarīķi üzre (9) şeyħiñ derūnında ĥāśıl olur. Ĥarekāt, (10) sekināt ve efʿāl-ı eŧvārı birleşür ol (11) teveccühde ammā üçünci ŧarīķ budur ki mürīd (12) şeyħiñ rūĥāniyyetin bir dāǿire-i müdevvāre yāħūd (13) bir ķubbe-i merfūʿa-i nūrāniyye şeklinde mülāĥaža (14) idüp ol mülāĥažada kendini ol dāʿirenin veya ķubbe-i nūrāniyyeniñ (15) üsŧünde mülāĥaža idüp ol mülāĥažada (16) öyle müstaġrīķ olur ki kendiden bil-külli (17) gider SK. MS. 21b. ve ġāǿib olur. Ol ġıybetden şeyħiñ SK. HME 17a. (1) rūĥanīyyeti ve nūrāniyyeti inʿkās ŧarīķiyle mürīdiñ (2) bāŧınına inśıbāġ ve intiķāş ider. Ol nūrānīyyetden (3) mürīdiñ ķalbine daħi bir nūrāniyyet-i ferʿiyye ĥāśıl (4) olur ve tedrīc ile ol nūrāniyyet-i aślīyye (5) mālik olup mürīd daħi şeyħden bedel baǾżı (6) kemāle vāśıl olur. Ol teveccühde ammā dördinci (7) ŧarīķ budur ki mürīd şeyħiñ śūretin rūĥāniyeti (8) birle mizācesiniñ mülāĥaža ile şeyħiñ (9) ĥużūrında itdigi teǿeddüb gibi ol śūret-i (10) farziyyeye daħi teǿeddüb ve ĥużūrında kendiniñ (11) boynında bir zincīr farż olunup ucı şeyħiñ (12) ayaġında olaraķ boynı egri ĥużūrda (13) şöyle müstemīr SK. MS. 22a. ola ki tā kim ol śūret-i mefrūżādan (14) aña bir feyż-i rūĥāniyyet fīżān idüp (15) bu rābıŧa ile mürīd şeyħiñ ĥużūrında (16) taĥśīl gibi taĥśīl ider lākin bunlar şol (17) şarŧa tevaķķuf ider ki mürīd de ziyādesiyle iǿtiķād-ı 16b. (6) Olur: Olup SK. MS. 16b. (6) İle: - SK. HME. 16b. (12) Müdevvare: - SK. HME. 16b. (14) Ol mülāĥažada: - SK. HME. 16b. (15) Mülāĥažada: - SK. MS. 17a. (1) Rūhanīyyeti ve nūrānīyyeti: Rūĥanīyyetiniñ nūrānīyyeti SK. MS. 17a. (3) Nūrāniyyet-i ferʿiyye: Nūrāniyye-i ferʿiyye SK. MS. 17a. (13) Tā Kim: - SK. HME. 17a. (17) Ziyādesiyle: Ziyāde - SK. HME. 152 SK. HME 17b. (1) ķavī lāzımdır ve ĥüsn-i žan lāzımdır. Şeyħiniñ (2) śūretinden her ĥālde rūĥāniyyeti irilmez ve her ķande (3) gezerse ol muĥabbetle ve anıñ ħavfıyla gezüp her (4) ķande taśavvūr olunur ise rūĥāniyyeti śūretiyle bile (5) der-i imdād Ǿināyet ve himmet iderler ayrı degüldür. (6) Ancaķ beni Mevlāya ol īśāl ider, ġayrıdan (7) muĥāldır. Ħıżır gelse baña fāǿide virmez, diyüp (8) baña benden ziyāde müşfiķdir, ĥālimi benden ziyāde (9) bilür diyü bu iǾtiķād üzere olup her ĥālini (10) ve kendine SK. MS. 22b. perīşānlıķ virecek aĥvāllerini (11) ve aķvāllerini cümleten ifāde lāzımdır ve anıñ (12) lisānından ne himmet olur diyü ma-ĥażā bir nuŧķını kimyā (13) Ǿad idüp görelim ne nuŧķ buyurur, diyü tefāǾül (14) üzere olup hiçbir kelāmını boşa geçürmeyüp (15) cümlesinden bir ĥiśśe alup “Bunı niçün (16) didi, bu münāsib degül idi yāħūd bu (17) müşkildür.” dimeyüp cümlesin ĥikmet ĥaml SK. HME 18a. (1) idüp ve cān ķulaġıyla diñleyüp ve baǾżı (2) ġayrılara itdigi kelāmlardan daħi ĥiśśe (3) alup baña daħi bunda tenbīh vārdır diyü (4) iǾtiķād ide. Şeyħ kelām söylerken bir iş (5) ŧutmaya ve ġayrıya iltifāt itmeye ve iźinsiz (6) gitmeye ve baǾżı olur ki ĥużūrda nefsin (7) fānī idüp müstaġriķ olur SK. MS. 23a. mürīdde bu üslūb üzere sülūklar, (8) bu teǿeddüb ve mülāĥažalar ve bu iǾtiķādlar (9) olduķça şeyħ mürīdi ez-vaķitde maķāma (10) ve rütbeye ulaşdırır. Bu rābıŧalar mürīde fāǿide (11) virmesi muĥabbete muķārin olursa eger (12) muķārin olmayup hemān bu ādābları ve bu erkān-ı (13) sülūkları śırf yüze olup yāħūd ġareż-i (14) dünyā ve ġareż-i uħrī olup birazımız ħavflar (15) ile žāhiren śūret-i teslīmiyyet olup (16) Allāh ve ehlullāh yollarınıñ niçesinden (17) ve niyetlerinden ġāfil olursa žarār virmez belki żordur. 17b. (2) Ve: - SK. HME. 17b. (4) Bile: - SK. HME. 17b. (5) İderler: İder SK. HME. 17b. (6) Ol: - SK. MS. 17b. (9) İǿtiķād Üzere: İǿtiķādda SK. MS. 17b. (10) Kendine: Kendüye SK. MS. 17b. (12) Olur: - SK. HME. 18a. (1) Ve: - SK. MS. 18a. (1) Ve baǾžı: BaǾžen SK. MS. 18a. (4) İǿtiķād ide: Bu iǾtiķādı ide SK. MS. 18a. (7) İdüp: - SK. HME. 18a. (7) Üslūb üzere: - SK. HME. 18a. (10) Ulaşdırır: Ulaşdurup SK. MS. 18a. (17) Žarar virmez belki žordur: Belki žordur SK. HME., žarar virmez SK. MS. 153 SK. HME 18b. (1) Muĥabbet daħi muhibbe ĥaķdır, iktisābı degüldür. Hemān (2) nuŧuķlar ve ādāblar muķtażāsınca sülūk żımnında Mevlā (3) daħi Ǿināyet ider ve himmet ile olur muĥabbetde tekellüf (4) zındıķālıkdır baǾde irāŝ ider. MefǾūlü / MefāǾīlün / FeǾūlün (- - v/v - - -/v - -) SK. MS. 23b. İt rābıŧa-yı (5) şeyħe müdām SK. HME 18b. Ĥabībine eyle iǿtiśām Ol ħiźmetinde (6) śubĥ u şām İĥsānına ol müsteĥaķ Şeyħe hemān ķıl iķtidā (7) Aĥdın ŧutup eyle vefā Bul Ĥaķķ yolunda irtifā (8) Ol vāśıl-ı dergāh-ı Ĥaķķ Şeyħi taśavvūr eyle ŧur (9) Ķalbiñden anı itme ŧur D āǿim añunla ķıl ĥużūr (10) Sırrından şeyħin sebaķ Ĥābında şeyħiñ fānī (11) ol ǾAşķında sergerdānı ol Ǿİlm-i ledüni kāni (12) ol Dersi oķı andan varaķ 18b. (2) Ādāblar: Edebler SK. HME. 18b. (3) İder ve : - SK. HME. 18b. (5) Eyle: - SK. HME. 18b. (6) Hemān: - SK. HME. 154 Meclīs-i şeyħe (13) hāžır ol Diñle kelāmı nāžır ol Ķahrı (14) yüzinden fāħir ol Kim olmaya luŧfı ırāķ (15) Daħi erkān-ı sülūkdan biri daħi bu ki śoĥbet-i meşāyıħ (16) elzem ve levāzımdır ve aǾzam-ı Ǿazāyimdir. Zīrā meşāyıħlarıñ (17) ekŝeriyye mürīdleri terbīyyesi śoĥbetle ve eŝnāyı SK. HME 19a. (1) kelāmda SK. MS. 24a. rumūzātlar ile ve ġumūżātlar ile olup (2) ifāđeleri ve himmetleri śoĥbet-i ŧarīķ ile olur. (3) śallalāhu teǾālā Ǿaleyhi ve sellem ĥażretleri eśĥāb-ı (4) kirāma çoķ ŧarīķler ile ifāđe ittiler ammā śoĥbet ile ifāđeleri ziyāde (5) ve eblāġ olduġundan anlara eśĥāb ve śaĥābi (6) diyü tesmiye olındı ve ekŝeriyye meşāyıħ-ı kirām (7) daħi ħizmetler ile ve baǾżı muǾāmele-i refīķ ile ve baǾżı (8) śūret-i ķāhirde ħuşūnetle ve ġažāb ile ve baǾzı (9) taǿrīż ile ve baǾzen luŧf ile śūret-i cemāl (10) gösterüp bunlar eŝnāsında çoķ tenbīhāt (11) ve çoķ ādāb-ı erkānlar işāret iderler ve lākin (12) śūret-i celāl ile ķahr yönünden olan (13) işāretler eblāġ ve ez ki fāǿidesi tizce müşāhede (14) olunur. SK. MS. 24b. Ammā sālik her ne yüzden olursa (15) cümlesini luŧf-ı Ǿināyet ve himmet bilüp (16) cümlesine boyun egüp ebūllāh licāmın (17) aġzına urup vāķıǾ olan imtiĥān ve çille SK. HME 19b. (1) ve meşaķķatleriñ cümlesine ĥużūr ile ve śafā (2) ile memnūn olup incinmeyüp ve ħāŧırına cüzīǾ (3) ŝıķlet veya cüzīǿ Ǿacz žāhir olmayup kahrı (4) luŧfı Ǿindinde müsāvī olup ħiźmetler ħitāmında (5) ve çilleler Ǿaķabinde luŧfa muntažir olmayup belki (6) olanca Ǿömrümü ve varımı daħi bu yolda efnā itsem yine (7) azdur, dāǿima Ǿināyetdir. Bu yolda bulunup ķapularında (8) yeksān olduġum bu hemān besdir, kendiler bilür (9) diyü bāb-ı teslīmde rıżā eşigine yüzler sürüp (10) bu sülūklar ile 18b. (15) Śoĥbet-i: - SK. HME. 18b. (16) Ve: - SK. HME. 19a. (1) Rumūzātlar ile: Rumūzātla SK. MS. 19a. (4) İfāđe ittiler amma śoĥbet: - SK. HME. 19a. (7) BaǾzı: - SK. HME. 19b. (6) Ve: - SK. HME. 19b. (6) Daħi: - SK. HME. 155 saǾādet-i ebedī ve kimyā-yı sermedīye (11) vāśıl olur. ( الغافلين13) و احفظنا من ذمرة 348 و ارحم ضعيفه حلتاSK. MS. 25a. (12) سر اخواننا ّ اللّه ّم يسرلنا و ي TENBĪH Ey sālik, billāh maǾlūm olsun ki (14) ve cān ķulaġıyla mesmūǾıñ ve maķbūlıñ olsun ki (15) ŧarīķat-ı Ǿaliyyeniñ yedi rükni vardır. Eger yüreginden (16) birisin sālik olsa şeyħden ħabersiz elbet de (17) bu ŧarīķat-ı Ǿaliyyeniñ sırrına muĥarrem olamaz SK. HME 20a. (1) ve sülūkdan çıķup cümle emekleri żāyiǾ olur. (2) Ammā şeyħ bu rüknüñ baǾżısına icāzet virmediyse (3) yāħūd kendine ruħśat ile kendiliginden (4) emr itdi ise o żarar virmez ve biraz vācibleri (5) ve biraz şürūŧlar ile sünnet-i müekkedesi vardır ve ādābları (6) lā-yuǾad ve lā-yaĥśidir. BaǾžısı münāsebetle (7) zikr olundı ve baǾżıları źikr olur ve ħurde-i (8) fuķarā tesmīyye olunan baǾżı şürūŧları daħi (9) vardır. SK. MS. 25b. Źikr olunur ammā yedi rükünden birisi (10) murāķabedir. Bu rükni žeyħ olan kimsene sālikiñ (11) istiǾdādına ve ħizmetine ve gelişātına göre (12) iźin virürse edā ider virmez ise aña (13) sülūk idemez. Maĥallinde beyān olındı ve biri (14) daħi źikr-i ķalbīdir ki aña daħi şeyħ iźni olmayınca (15) olmaz ve birisi vuķūf-ı ķalbīdir ki aña daħi şeyħ (16) iźni olmayınca olmaz bu üç rükün rükn-i erbaǾādan (17) śoñra olur ve her birine başķaca şeyħ SK. HME 20b. (1) olan kişi destūr virmedükçe ve ādāb ile ħaber (2) virmedükçe olmaz. Maĥallinde beyān olunur durur. (3) Dördüncisi ĥıfž-ı nisbet, beşincisi rābıŧa-i (4) muĥabbet bunlar rükn-i Ǿažāmdur. Altıncısı śoĥbet-i şeyĥ (5) ve ĥużūr-ı meclis yedincisi devām-ı ħiźmet (6) ve emre iŧāǾaŧ ve lākin bu dördüñ SK. MS. 26a. ĥıfž-ı (7) nisbet ve rābıŧa-i muĥabbet bunları beyān itdik. (8) Śoĥbet ve ĥużūr ve ħizmet ve iŧāǾat 19b. (11) Olur: olsa SK. MS. Ey Allah’ım! Bize ve kardeşlerimize ( zorlukları ) kolaylaştır, halimizin zayılığına merhamet eyle ve bizi gafillerden olmaktan muhafaza et. Başlık: - SK. MS. 19b. (13) Billah: - SK. HME. 19b. (13) Ki: - SK. MS. 20a. (8) Şürūŧları: Şürūŧ SK. HME. 20a. (10) Sālikiñ: Sālik SK. HME. 20a. (13) Olundı ve biri: Olur ve bu SK. MS. 20a. (15) Şeyħ: - SK. HME. 20a. (16) İzni olmayınca: İzin virmedikçe SK. MS. 348 156 (9) bunlarıñ daħi baǾżıları münāsebetiyle źikr (10) olındı. Ammā tafśīli budur ki ehlullāh-ı (11) kirām demişler ki ĥużūr-ı meclīs-i şeyħ ve śoĥbet-i şeyħ (12) elzem-i levāzımdır. Zīrā Pīr Muĥammed Bahāǿüddīn Ħażretleri (13) buyurur ŧarīķata; الجمعيّة 349 صحبة ولخير فى ّ ( طريق ال14) mefhūmınca sālik olana ŧarīķinde kendi yollarına (15) ve ādāb-ı erkānına müteǾalliķ śoĥbet lāzımdır. (16) Ħuśūśen ĥużūr-ı şeyħde kelāma muntaźir (17) olup sülūk śoĥbetlerini fehm ve nuŧķ olunan SK. HME 21a. (1) kelāmları cān ķulaġıyla istimāǿ ve ķıśśādan (2) ĥiśśe ve her bir kelām-ı şeyħden bir edeb (3) ögrenmeye intižār lāzımdır. Zirā Ǿārifleriñ SK. MS. 26b. (4) śoĥbetleri Allāhu TeǾālānıñ tecelliyātından neşǿet (5) ider ve vaķt ise mürūr ider ŧurmaz. Ol nuŧuķlar (6) ise her vaķit olmaz ve gelişāt her bir zamān (7) gelmez ve tecelliyāt tekerrür itmez. Fevt olan śoĥbet (8) bir daħi tedārik olınmaz. Hemān intiźār ve terķib (9) ile fırśatı geçürmeyüp her bir kelāmı ĥikmet ĥaml (10) idüp nāžır ola. Zīrā sālikleriñ ŧarīķinde (11) baǾżı maķāmdan Ǿubūrları ve baǾżı maķāma (12) ve dereceye vüśūlları ve ķabžları ferāǿiž ve sünnet-i (13) nevāfil ve śavm Ǿibādetler ile olmaz. Belki (14) śoĥbet ile ve ħiźmet, iŧāǾatle ve ādāb-ı erkāna (15) mürāǾāt ile olur. Ol śoĥbetler çoķ olur (16) ki Ǿibādetden infaǾ olur. Nitekim sulŧānımız (17) śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem śaĥābīden birisine SK. HME 21b. (1) ādem SK. MS. 27a. gönderdi. O kimse śalātı edā ideyim (2) śoñra varayım diyüp śalātı edāya meşġūl oldı. (3) BaǾde meclis-i saǾādete geldi. Buyurdılar ki (4) “Niçün tāħir itdiñ?”, “Namāz içün tāħir itdim.” (5) diyince bu kerre sulŧānımız buyurdılar ki, “Benim (6) meclisime gelüp icābet itmek saña śalātı (7) evvel vaķtinde ķılmadan vesāǿir nevāfilleri bā- cemǾehüm (8) edādan efżāldir.” BaǾżı vaķit 20b. (11) Şeyħ: - SK. HME. Tarikat yolunun esası ve hayırlı olanı sohbettir. Muhammed Parsa, (2011), Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin Sohbetleri, Erkam Yayınları, İstanbul: s.36. 20b. (17) Śoĥbetlerini: Śoĥbetlerin SK. HME. 20b. (17) Ve: - SK. HME. 21a. (2) Kelām-ı şeyħden bir: Kelāmda şeyħden birer SK. MS. 21a. (5) İse: - SK. HME. 21a. (7) Ve: - SK. HME. 21a. (9) Fırśatı: - SK. HME. 21a. (15) Ve: - SK. HME. 21a. (12) Vüśūlları ve ķabžları: Duħulları ve feyžleri SK. HME. 21a. (14) İle: - SK. HME. 21b. (2) Śalātı edāya: Śalātla SK. HME. 349 157 düşer ki Ǿārifleriñ (9) bir laĥża-i meclīsi biñ sāǾat Ǿibādetden (10) ħayırlı olur anıñçün ّ ( صحبة الى صحبة13) لنوصلكم ّ مع sālikleriñe bir Ǿārif (11) buyurdılar ki 350 هللا ع ّز و ج ّل هللا ّ ّ اصحبوا معzīrā anlarıñ (14) śoĥbetleri ķalbi ( فاصحبوا مع من يصحب12) هللا فانلم نطيقو taśfīyye ve mücellā ider ve ķulūbda (15) olan śoĥbet ĥicab-ı mevāniǾleri SK. MS. 27b. ve vesāvisleri (16) izāle ider ve anlara baǾżı vaķitde beyneǿl-kelām (17) ve baǾżı mürāķābe ĥāllerinde ve baǾżı lisānları SK. HME 22a. (1) söylerken baǿźen Allāh ķādirlerdir ki Ĥaķķı müşāhede (2) iderler ve sālikleri daħi çoķ esrārlar müşāhede (3) itdürürler. Ammā anlar bilmezler ve fehm itdürmezler. (4) Zīrā bilseler ķulūbları perīşān ve nefisleri (5) śafā bulur. Hemān anlara bir rūĥāniyyet veya bir (6) lezzet veya bir nūrāniyyet-i beşāşet ĥuśūluyla (7) geçerler. Ammā eǾūzubillāh bunlardan birisin (8) daħi ŧuymayup belki kendine sıķlet ya bir (9) nevm-i Ǿārıż olursa aña sālik dinmez. (10) Küllīyen nefs-i şeyŧān elinde ķalmışdır. Müceddeden (11) tövbe idüp tecdīd-i ināyet ve tażarruǾ-ı tezlīl-i (12) nedāmet ile ķābil-i edeb ve mālik-i ķalb olana (13) suǾal olunur ki: “VüǾāžālarıñ ve ħatīb, SK. MS. 28a. (14) imām ve Ǿulemā-yı žāhirleriñ kelāmlarında bu (15) ĥalāvetler niçün yoķ?” añā cevāb oldur ki: (16) “Meşāyıħdan vārid olan śoĥbetler Ǿālem-i cemǾ-i cumhūrdan (17) žuhūr ider ammā anlara žuhūr iden Ǿālem-i SK. HME 22b. (1) farķdandır.” Meşāyıħıñ kelāmı tecelliyātdan ve ķudretden (2) ve ķurbiyyetden neşǿet ider. Her ne söylerse (3) gerçi žāhirde ǿavām-ı nās kelāmı gibi olsa da elbetde (4) anlarda āŝār-ı tecelliyāt ve ilhāmüǿl-hayāt ve çoķ (5) nikātler vardır. MālāyaǾnīyye ĥaml itmek (6) ħaŧā-yı Ǿažīmedir. Anıñçün meşāyıħ kelāmları (7) ķurb-ı şühūda ve fevz-i fütūĥa irāŝ ider. (8) Ammā her kimesneniñ alışatına ve gelişātına (9) ve niyetine ve ķalbine göre fehm olunur. Ziyāde fehm (10) idemez. Anıñ çün bir meclisde niçe kelām olur ki SK. MS. 28b. (11) ol kelāmdan niçe kimesneler münbasiŧ ve niçeler Allah’la sohbet edin. Eğer siz Allah ile sohbet edemiyorsanız sizi Allah’ın azze ve celle sohbetine ulaştırması için Allah ile sohbet edenlerle sohbet edin. Sühreverdi, a.g.e. , s. 554. 21b. (14) Ķulūbda: Ķulūblarda SK. HME. 21b. (15) Śoĥbet: - SK. HME. 22a. (11) Ve: - SK. HME. 22a. (15) Yoķ: olmaz SK. MS. 22a. (16) CemǾ-i cumhūrdan: CemǾden SK. HME. 22b. (1) Tecelliyātdan ve ķudretden: Tecelliyātdır ve ķudretdir SK. HME. 22b. (3) Gerçi źāhirde Ǿavām-ı nās kelāmı: Źāhirde Ǿavām-ı nās SK. HME. 22b. (4) Aŝār-ı: Eŝer-i SK. HME. 22b. (11) Kimesneler: Kimseler SK. MS. 350 158 (12) münķabıż ve niçeler münbasiŧ ve niçeler bī-ħaber olurlar ve Ǿārifleriñ (13) meclisinde niçe kelām vāķıǾ olur ki (14) sālik baǾžısı niyetine göre ve nažar-ı ķalbiniñ (15) istedigine göre ol kelāmdan (16) feyż-yāb ve niçe ĥiśś-yāb olup giderler ve niçe (17) sālikler daħi ǿavām-ı nās kelāmı veş diñleyüp SK. HME 23a. (1) bī-fāǿide giderler. Vel-ĥāśıl meşāyıħ kelāmı (2) ġayrı nāslar kelāmına miķyās olınmaz. BEYT FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün / FeǾilātün (v v - -/v v - -/v v - -/v v - -) (3)Dem-i ǾĪsī gibi śoĥbetledir Ǿārifleriñ feyži (4)Ĥayāt-ı cāvidānī baĥş ider anlar kelāmından (5)ǾAceb mi feyż iderse sālike śoĥbetle Ǿārifler (6)Olarıñ śoĥbeti neşǿet ider ķudret maķāmından (7) Ve daħi meşāyıħlarıñ śoĥbetleri feyż irāŝ SK. MS. 29a. itdigi gibi (8) nažarları daħi himmetdir. Sālike feyż virür. (9) Zīrā anlarıñ nažarı Ĥaķķıñ nažarından teferruǾ itmişdir. (10) Zīrā meşāyıħ olanlarda baǾżı vaķit olur ki (11) anlarıñ bir nažarı kimyā olur ve bir nefesi ve bir nuŧkı (12) ekŝer-i Ǿaźimdir. Sālik ism-i Ǿažāmı şeyħi (13) lisānından ŧoġan nuŧuķdur, dediler. Necmüddīn (14) Kübrī ķuddise sırrıhu ĥažretlerine 22b. (12) Ve niçeler münbasiŧ: - SK. HME. 22b. (14-15) Naźar-ı ķalbiniñ istedigine: Naźar-ı ķalbin istegine SK. MS. 22b. (16) Giderler: gider SK. MS. 23a.(2) Nāslar kelāmına mıķyās: Nāslara ķıyās SK. HME. 23a. (2) Beyt: - SK. HME. 23a. (3) Śoĥbetledir: Śoĥbetdir SK. HME. 23a.(4) Cāvidānī: Cāvidān SK. HME. 23a. (7) Śoĥbetleri: Śoĥbeti SK. HME. 23a. (9) Zirā: - SK. HME. 159 bir ĥālet geldi (15) kelpe nažar itdi, kelpde Ǿacayib esrārlar žāhir (16) oldı. TaǾaccüb itdiler meşāyıħ ħizmetinde mukīm (17) olanlar böyle hāletlere rāst gelmesi çoķ vāķıǾ SK. HME 23b. (1) olur, ammā ġefletle geçürürse ve niyeti śādıķ (2) degilse andan bilmez ve bilse tedārik idemez, żāyiǾ (3) olur. Zīrā śāĥib-i meclis olan meşāyıħlarıñ (4) pek ednī ve ġāfili daħi olsa yine anlar da bu (5) rūĥāniyyetler SK. MS. 29b. ve tecelliyātlar çoķ žuhūr ider. Kendileri (6) daħi bilmezler eger ġafletde iseler hemān Mevlāya (7) mütteǾāl ehl-i dīller ĥürmetine cümlemizi ġafletden (8) agāh idüp erenler muhabbetinden irmeye emīn (9) ve daħi meşāyıħlarıñ ve Ǿārifleriñ yüzlerinde (10) daħi Allāhu TeǾālā ĥicāb şerbetleriñ refǾ idüp (11) esrār-ı źāt ve śıfātın anlarıñ vücūhlarında (12) ižhār itmişdir. ǾĀrifler yüzünden niçe Ǿavām-ı (13) nās hidāyet bulurlar. Ĥaķķ TeǾālā anlarıñ (14) vāsıŧasıyla Ǿavām-ı nāsı hidāyete irgürürler (15) ve sālik olanlar daħi Ĥaķķı bilürler ve Ĥaķķı bulurlar. (16) Bu ŧarīķ iledür ki enbiyāǿ-i Ǿažām śalavallāhu (17) Ǿaleyhi nebīyyinā ve Ǿaleyhim ve evliyā-i kirām ķaddesallāh SK. HME 24a. (1) esrārühüm ĥażretleri insānı hidāyet ve irşād (2) iderler. SK. MS. 30a. İmdi bunlarıñ yüzlerin görmek Ĥaķķı (3) görmek gibidir ve daħi naķl olundı ki (4) Ebū Turāb Naĥşebī ķuddise sırrüǿl-Ǿazīz bir sālik (5) dir ki: “Bendesine Allāhu TeǾālā küllī yevm yetmiş kere tecellī (6) ider” ve Ebū Türāb Nahşebī buyurdılar ki: “ yetmiş tecellīden (7) Bāyezīd-i Bisŧāmī ki şeyħiñdir bir kere yüzine (8) baķsañ ve görmek ħayırlı ve infaǾ degil mi? (9) elbet de evlādır.” Ol sālik ķalķup Bāyezīde (10) rāst gelüp ve bir nažarda teslīm-i emānet (11) itdiler. Bāyezīd Efendīmiz cevāb buyurdılar ki: (12) “Anda olan tecellī-yi esmāǿ idi ve bizde olan tecellī (13) tecellī-yi źātdır. Tecellī-yi esmānıñ mažharı tecellī-yi źāta (14) taĥammül idemez. Müşāhede itdikde aña daħi (15) mażhar olmaķ istedi. Lākin ĥūsule-yi vaǾā-yı (16) istidādatınıñ 23a.(15) ǾAcayib: ǾAceb SK. MS. 23a.(16) Ħizmetinde: Ħizmetlerinde SK. MS. 23b. (14) İrgürürler: İrgürür SK. HME. 23b. (15) Daħi: - SK. HME. 24a.(2) Yüzlerin: Yüzin SK. HME. 24a. (4) Sırrüǿl-Ǿazīz: Sırrıhü SK. MS. 24a.(5) Dir ki: Didi ki SK. MS. 24a. (6) Nahşebī: - SK. HME. 24a. (8) Ve: - SK. HME. 24a. (10) Ve: - SK. HME. 24a. (12) Tecellī: - SK. HME. 160 SK. MS. 30b. oldıġından ādem taĥammülden (17) öldi. Zīrā sübĥān-ı tecelliyāta taĥammül avǾiye-yi SK. HME 24b. (1) istiǾdātınıñ vüsǾatine mevķūfdur.” İmdi (2) ŧarīķinde ĥüccet-i meşāyıħ rükn-i aǾžām ve farż-ı (3) elzem oldı. Eger ādābına mürāǾāt olunursa (4) olunmaz ise fāǿidesi olmaz, belki żararı olur. (5) Ey sālik-i Ǿalīǿullah, bilmiş ol ki mürīd şeyħiniñ (6) meclisine ve śoĥbetine gelmek murād itse dāǾima yanında (7) ħiźmetde olmayana göre abdest alup ve ķalbini (8) ŧahīr idüp güzel niyetler idüp beni Mevlāya (9) vāśıl ķılan rehber-i reh-nümāya giderim bir kere meclisiyle (10) müşerref olup ve cemālin görüp dertlerime (11) bir devā ve marāżlarıma bir şifā ve ķalbimi mücellā (12) ve bāş u cānımı fedā ve varımı yolında efnā idüp (13) Ǿacabā cümle ķuśūrlarımı bilüp SK. MS. 31a. görürken ve ne (14) ĥālde bir ĥayvān oldıġım kendine maǾlūm iken (15) bir ġayrı mürüvvetleri ve nažar-ı kerāmetleri ve nuŧķ-ı (16) kimyālarına mālik olur muyum ve bize bir iltifāt (17) ider mi yoķsa kendi ĥālimce bizi ŧard-ı SK. HME 25a. (1) ĥużūrundan ibǾād ile cürümlerim Ǿafū itmez mi? (2) Her ķanķısı žuhūr iderse lütufdır, Ǿināyetdir. (3) Ķıŧmīr-veş ķapusı öñünde işigin KaǾbe (4) işigi bilüp siyāh yüzimi sürüp Ǿatebe-i (5) Ǿalīyyelerin beklemeye inşallāh ruħśat vardır. (6) Ola ki nažar-ı Ǿalīyyesine rāst gelüp bir (7) iltifāt itseler aña daħi rāżıyım. Hiç iltifāt (8) itmeseler ķapudan ŧard itmezler, aña daħi rāżıyım (9) ve eger ķapudan daħi ŧard itseler SK. MS. 31b. inşallāh (10) ķulūbdan ŧard itmezler. Bir zamān daħi ol (11) ķapunıñ ķıtmīrligin ideyim, diyü bu ħülyālar (12) ile ve bu sevdālar ile ve bu Ǿaşķ ile yolın (13) şaşırmayup kendini berzaħa düşürmeyüp (14) elbetde bir gün mürüvvet iderler ne zamān ki (15) cürmümüz Ǿafū olup ol ķapuya yine yüz sürmeye (16) lāyıķ olursam bize kāfīdir. O gün bu gündür, (17) diyü bu güzelce iǾtiķādları ve niyetleri 24b. (2) Aǿźām: Aǿźāmdır SK. HME. 24b. (3) Eger: Ekŝer SK. MS. 24b. (8) Ŧahīr idüp: Taŧhīr ile SK. MS. 24b. (12) Ve: - SK. HME. 24b. (14) Bir: - SK. HME. 24b. (16) Olurmuyum: Olursam SK. HME. 25a. (9) Daħi: - SK. MS. 25a. (10) İtseler inşāllah: İderse inşā SK. HME. 25a. (11) Ķıtmīrligin ideyim: Ķıtmīri idim SK. MS. 25a. (12) Bu: - SK. HME. 161 SK. HME 25b. (1) cümleten mülāĥaža ve Ǿindinde kānī olmuş gibi (2) iķrārı ve iħlāśı olup daħi varmadan (3) bu niyyetler ile biraz saǾādetler ve lüŧuflar bulur ki (4) ancaķ Mevlāsı bilür ve nihāyetinde kendisi (5) daħi Ǿārif olup her bir niyyet birisine SK. MS. 32a. Ǿibādet, (6) ŧāǾāt olmadan ħayırlı düşer. Ķulūb ile bu (7) ħiźmet tamām olduķda vücūd ile daħi cümle (8) ħavāŧırlardan ve taǾliķātdan kendini taħliye (9) iderek ĥużūr-ı şeyħe niyet-i ħāliśe ile (10) ve taǾžīm ile teǿdīb iderek dāħil olup (11) ve şeyħiñ elin taķbīl ve ķahķariyyen rücūǾ ve śaf-ı (12) naǾilde el baġlı, boyun egri, ser fürū vaķıf olup (13) şeyħ cülūs ile emr iderse emr itdigi (14) ve işāret itdügi maĥalle cülūs ide ve tevāżūǾ ile (15) rāst-ı śadrına liķā eyleye ve kelāma muntažīr (16) ola ve şeyħ istinŧāķ iderse nuŧķ eyleye (17) ve şeyħiñ vechine sebepsüz kelām söylemeye. SK. HME 26a. (1) Sükūt üzere ola ve ħāŧırını evhām-ı (2) ħayālātdan SK. MS. 32b. menǾ ve şübhātdan kef idüp (3) śoĥbet-i şeyħi cān gūşıyla istimāǾ ve kelāmların (4) ĥüsn ü ķabūl ile ķabūl ve her ne ķadar emrī (5) ve tenbīhi olursa cān ile ķabūl-ı maķbūl (6) idüp her ne ķadar kelām olursa bir miķdār (7) daħi nuŧķ ide idi ve her ne emri ve tenbīhi (8) olursa bundan daħi ziyāde ideydi (9) diyü temennī eyleye. Eger şeyħde žāhir-i şerǾe (10) muħālif nefsiñ ürküp rāżı olmayacaġı (11) bir kelāma cevāb žuhūr iderse ben fehm (12) idemedim ve bilmem elbetde şerǾe muvāffaķdır ve ĥaķīķat-ı (13) merāmı kendiler bilür elbetde güzel söyler diyü (14) ĥüsn-i iǾtiķād idüp şeyħiñ bir vech ile (15) cümle aķvāline ve kelāmlarına ve efǾāllerine (16) iǿtirāż ve şüphe itmeyüp Ĥaķķa iǿtiķād SK. MS. 33a. (17) eyleyüp taĥsīn ide ve şeyħiñ baǾżı SK. HME 26b. (1) śoĥbetinde kendine ziyāde şüphe ve ilişik (2) olacaķ bir şeyǿ vāķıǾ olursa śabr eyleyüp (3) biraz mülāĥaža ile şüphesi defǾ olmaz ise (4) gelüp elin öpüp ol şüpheyi ĥal eyleye ve şeyħiñ (5) cümle kelāmlarını inŧāķ-ı Ĥaķķ bile ve kelimātların (6) ĥıfž eyleye. BaǾżı kelimātlarını lisānında evrād (7) gibi devr ide ve vāridātı var ise anı (8) cümlesinden aǾlā gözedüp anıñla lezzet-yāb (9) ve feyż-yāb ola. 25b. (1) Cümleten: Cümle SK. HME. 25b. (5) Ǿİbādet: Ǿİbādāt SK. MS. 25b. (8) Ħavāŧırlardan: Ħavāŧırdan SK. MS. 25b. (11) Elin: Yeddinî SK. HME. 25b. (12) Olup: - SK. HME. 26a. (7) Tenbīhi: - SK. MS. 26b. (5) Kelimātların: Kelimātları SK. MS 26b. (7) Vāridātı: evrādı SK. MS 162 Muķtażāsınca Ǿamel (10) eyleye ve śoĥbetleriñ tamāmında iźīn alup eger (11) iźīn virürse ķalķup teźellil ve tażarruǾ üzere (12) şeyħiñ elin ve dizin öpüp ķahķariyyen rücūǾ (13) idüp boyun egri ħalvetine gide ve anda (14) şükrāne namāz ķılup SK. MS. 33b. şeyħe duǾā eyleye. (15) MefâǾīlün MefâǾīlün FeǾūlün ( v - - - v - - - v - - ) Edebdir bāǾiŝ-i vuślat Ħudāya Edebdir zād (16) olan rāh-ı Hudāya Edeble meclis-i şeyħe varanlar (17)Bulurlar anda feyž-i bī-nihāye SK. HME 27a.Ŧarīķatdan (1) ġareż ancaķ edebdir Edeb oldı ĥaķiķat (2) içre māye Edeble şeyħine ħiźmet idenler (3) İrişdi fevķ-ı Ǿarşa śaldı sāye (4) Bu mezkūrātlarıñ temāmeti gerek ħużūr-ı şeyħ (5) ve gerek ħiźmet-i ħurde-i fuķarā tesmīyye olunan (6) ādāblar źikri aşaġıda tafśīl olunur. (7) Lakīn sāliklere ĥāl-i sülūkında ĥāśıl olan (8) ĥālāt ve makāmāt ve mevāniǾāt SK. MS. 34a. beyān (9) olsun ki bunları işidüp anlayan (10) ķalbde ħıfž idüp muķteżāsınca Ǿāmil (11) ve sālik olmadıķça fāǿide virmez. MaǾlūm (12) olsun ki mübtedīleriñ sülūkı eŝnāsında (13) üç dürlü ĥicāblar vardır ki sāliki sülūkından (14) menǾ idüp ve kendine bürūdet gelüp yolınca (15) gitmeye ķoymaz. Evvelki ĥicāblar şehvāt hadiŝeleri ki (16) sālikleri müştehāt-ı nefse cezb ider. (17) Ĥaķķdan menǾ ider ve baǾżı olur ki żāhirine 26b. (13) Ve: - SK. HME. 27a. (2) Şeyħine: Şeyħe SK. HME. 27a. (15) Ki: - SK. HME. 163 SK. HME 27b. (1) źikir yolı ve Ĥaķķ yolı ve ĥaķķımda ħayırlı diyü sülūk (2) ider, lākin nefsiñ müştehāsıdır. Ĥaķķdan, (3) dūr ve maĥcūb ider. İkinci ĥicāblar Ǿādāt (4) ve rüsūmāt ile mālūfdur. SK. MS. 34b. Bu Ǿādātdır (5) ve aślında olan ĥālimizdir. Bunda ne żarar var, (6) diyü nefs-i şeyŧān ol ŧaraflara ilĥāĥ ve iķdām (7) ider. Mā-hazā anlarıñ cümlesin fāriġ olup (8) tāzeden bir cedīd yol ŧutup sülūkı (9) yollarınca gide bunlar daħi Ĥaķķdan maĥcūb ider. (10) üçünci esbāb-ı mevķūfedir ki müsebbīb (11) olan Mevlāyı düşünmeyüp sebeplerine (12) ziyādece iştiġāl ile Ĥaķķdan dūr (13) ve sülūkına māniǾ olup kendini maĥcūb (14) ider ve bu sebeblere tevaķķuf ve bunda emānet (15) ider. Müsebbīb-i ĥaķīķītden ġāfil ve yolından (16) fāriġ olur bu üç ĥicāblar arasında (17) şeyŧān ve nefs sālik-i mübtedīlere çoķ SK. HME 28a. (1) meger ĥīleler ve çoķ vesveseler ve çoķ (2) ilĥāĥlar idüp niçe ŧuzaķlar ķurup (3) kimisi iştahāsı (4) üzere SK. MS. 35a. ve kimisi istikrāhı üzere, kimisi śūret-i şerǾde ve kimisi (5) Ǿādāt-ı nāsda ve kimisi medār-ı müǾāşede źımnında (6) olaraķ kendini mühlikiyetüǿl-liķāǾ ve bir ķālıb-ı (7) şeyŧānīyye ifrāǾ ider. İmdi sāliklere (8) vācib olan şeyħiniñ cümle tenbīhātların (9) ve emānetlerin Ǿāmil ve żābıŧ olduķdan (10) śoñra bu ĥicābların defǾini dāǾimā kelime-i tevĥīde (11) müdāvemet ile ve ķalbden iştiġāl ile ve (12) ictihād-ı şedīd ile nefse muĥālefetle (13) ve hevā-yı nefislere tābiǾ olmama ile Ǿaķılla (14) ŧaraf-ı nefse ve ŧaraf-ı şeyŧāne taķılmamaġ ile (15) ve şehvāt-ı Ǿādāta meyl itmemek (16) ile ĥicābları izāle idüp ve mahcūp (17) olmayup ve ĥicāb-ı žulmānī ve ĥicāb-ı nūrānīleri SK. HME 28b. (1) daħi defǾ ile Ĥaķķa taķarrüb-i müyesser eyleye. (2) evvelā ĥicābı žulmānīyi defǾde SK. MS. 35b. elbetde sālik (3) mütevasıŧlara lāzım ve vācībdir. Anlar aħlāķ-ı (4) źemīme-yi nefsāniyyelerdir. Kibir, enānīyyet ve ĥaķd (5) Ǿaceb ve 27b. (1) Sülūk: - SK. HME. 27b. (5) Var: - SK. HME. 27b. (9) İder: - SK. HME. 28a. (3) Kimisi: Kimseni SK. HME. 28a. (4) İstikrāhı üzere kimisi: Kimseni SK. HME. 28a. (4) Kimisi: Kimseni SK. HME. 28a. (5) Kimisi: Kimseni SK. HME. 28a. (5) Źımnında: - SK. HME. 28a. (8) Şeyħiniñ: Şeyħiñ SK. HME. 28a. (16) Ve - SK. HME. 28b. (1) Eyleye: Olur SK. MS 164 ĥased ve baǾżı Ǿadāvet ve kīn, (6) intiķām ve necl-i kederāt bu ĥicāblar māniǾ-yi Ǿažīmelerdir. (7) sālik şeyħine ħiźmetle ve nuŧuķlarıñ ķabūl ile (8) ve nefsine riyāżatla ve tevĥīd-i şerīfe (9) müdāvemetle bu ĥicābları izāle itmedikçe (10) sülūkından lezzet bulmaz ve bulsa nefsānīdir. (11) ve aħlāķ-ı ĥamīdeler ile muttaśıf olamaz bu (12) śıfātları izāleden śoñra śıfāt-ı ĥamīde-yi (13) rūĥānīyyeler ki tevāžuǾ, mürüvvet, Ǿiffet, seĥāvet (14) ĥilm, śabır ve sāǿirler gibi bunlar ile muttāśıf (15) olup bir zamān SK. MS. 36a. sülūkında lezzet bulmaz ve bulsa feyż-yāb (16) ve bahre-yāb ve rūĥānī biraz esrārlara vāķıf ve Ǿārif (17) olduķdan soñra bu śıfātlar daħi ĥicāb-ı rūĥānīdir. SK. HME 29a. (1) tevekkül, teslīm-i rıżā ve liķā-yı muĥabbet bu bāblara (2) duħūl ile ol ĥicāb-ı rūĥānī ki aħlāķ-ı (3) ĥamīdelerdir ki o ĥicābları daħi izāle ile (4) envār-ı śıfāt-ı rabbāniyyeler ile inśıbāġ ve ittiśāf (5) ve taĥķīķ iderse velāyet-i śāġrā ibtidāsına (6) vāśıl olup tedrīc ile rütbe-yi ŝāliŝeye (7) rābīǾiyye alī itmāme vuślāta müyesser olup Ǿārif-i (8) billāh, vāśılullāh ve Ĥaķk ile Ĥaķķa nāǾil (9) olur. 351و الواصلين ( بحرمة المحبين10) اللهمّ يسرلى و يسر جميع السالكينSK. MS. 36b. bu maķāmlarda (11) fenāfīllāh ile beķābillāha müyesser olup sır ve ĥaddinden (12) ħaberdār ve būy-ı raĥmāndan istişmām zāt-ı (13) Ĥaķķa müstaġrīķ olduķda camīǾ-i müşāǾir (14) ve medārikleri ve aǾżā-yı havāsları źāhirde (15) ħalķ ile mükāleme ve Ǿavām-ı nās gibi mübāĥeŝe (16) ider. Kimse bilmez ammā ol envār ile ve ol (17) esrār ile munśabiǾ olup içeriden içeri SK. HME 29b. (1) bir ĥāle düşüp ancaķ kendisiyle Mevlāsı (2) beyninde vücūd-ı aĥedīyyet źātüǿl-hayyı müşāhede (3) ider. Ol vaķit ol sālikiñ Ĥaķķı rüǿyeti (4) Ĥaķķıñ rüǿyeti olup ol źevķ ile hengām-ı seĥer ve vaķt-i (5) vecd oldıġı maĥal-ı ŧālūb kendi ĥāline (6) ve kendi cünbüşīne meşġūl olup śafāda olur. (7) ve eŧrāfdan görenler birşeyǿ SK. MS. 37a. fehm idemeyüp (8) kendileri gibi žān ider meger ki kendi ĥāline(9) ġayrıyı vāķıf ķılmaķ isteye yāħūd kendi (10) ĥāli miŝālli ol maķāma varmış ola. Ol 28b. (11) Aħlāķ-ı ĥamīdeler: Aħlāķ-ı ĥamīde SK. HME. 28b. (15) Lezzet bulmaz ve bulsa: - SK. HME. 28b. (16) Ve bahreyāb: - SK. HME. 28b. (17) Daħi: - SK. HME. 29a. (7) Vuślata: - SK. HME. 351 Ey Allahım! Seni seven ve sana kavuşanların hürmetine bizlerin ve bütün saliklerin işlerini kolaylaştır. 29b. (4) Olup ol zevķ ile: Olmaķla SK. HME. 29b. (6) Ve kendi: - SK. HME. 165 maķāmda (11) kelīme-i tevĥīdiñ üçünci maǾnāsı ( اللهو12) ال موجودهmülāĥaża olunup 352 ol maķām cemüǾl (13) -cemǾ maķāmıdır. Anda Ĥaķķdan özge birşeyǿ (14) olmaz. Bu maĥalde kelām-ı kimyā çoķdur. Ammā ĥusūla (15) taĥammül idemediginden yazılmadı. Ol makāmlara (16) duĥūlda fehm olunur. MaǾlūm olsun ki sālik (17) sünnet-i seniyyelere şeyħiñ iźniyle müdāvemet idüp SK. HME 30a. (1) nevāfiller ile ola. Ŧālib-i vuślat-ı Ĥaķķ olup (2) iştiġāl-ı Ǿibādāt-ı nāfile itmek lāzımdır. Tā kim (3) anlar ile ve ferāǿiżler ile žāhirin şerīǾat-ı SK. MS. 37b. Muĥammedīyye (4) üzere maǾmūr idüp dergāh-ı Ħudāya lāyıķ (5) olmaya teveŧiye idene. Nitekim ĥadīŝ-i ķudsī-yi şerīfde (6) buyuruldı: 353 يه و يده الذى يبطش براه ( ينطق9) ( يسمع يه و بصره الذى يبصريه و لسانه الذى8) ( حتى احبه فاذا احيبه كنت سمعه الذى7) بالنوافل يزالال عبدى يتقرب الىve daħi (10) Ǿibādāt-ı nāfileleriñ mūcib-i ķurbiyyet ve müstelzim-i (11) muĥabbet olması ferāǿiż ve icābāt ve sünnetleri (12) kemāl-ı edādan soñra olur ve illa belki biǾdayet (13) virir nitekim buyuruldı:354( ا فهو المفرور14) من شغل الفضل عن لغرض ve nevāfilden murād sünnet olanları (15) edādır. Yoksa bidǾatler degil ve muĥaddiŝātlar degil. (16) BaǾżı cāhil şeyħler on iki ve elli ve ķırķ SK. MS. 38a. kez (17) namāz sālike taǾyīn idüp beyhūde zaĥmet SK. HME 30b. (1) çekdürürler maǾ-hazā bidǾātdir. Ĥadīŝ-i şerīfde (2) ( محمد و شراالمور3) انّ احسن الحديث كتاباهلل و خير الهادىve buyurıldı. (4) 356 355 محدثاتها احدث امرنا فهو مردود منve nevāfilden (5) her ķanķısı Ǿādet olındı ise vird idine.(6) anı ol vaķit geldikde terk itmeye, iderse aħir (7) vaķitde tedārik ide. Şeyħden terk ile emr (8) olunup fesĥ idinceye ķadar zīrā 357( ادومها9) خيراالعمالve aħir maĥalde ( عمل كثير من غيرالمداومة10) المداومة خير من عمل قليل معtārik (11) olurdı. Mefhūmınca vird ile berāber böyle muǾtād (12) itdigi nevāfilleri edā eyleye. Sālik rāh-ı Ĥaķķda (13) olan ibtidāǿ olduķça mümkün miķdārı Allah dışında hiçbir mevcut yoktur. Kulum ta ki ben onu ( Hz. Muhammed) sevinceye kadar durmadan nafile ibadetlerle ( sünnetlerle) meşgul olup bana yaklaşıyor. Ben onu sevdiğim zaman ister onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan dili olurum, uzattığı eli olurum. Ahmed bin Hanbel, (2014), Müsned, Hasan Yıldız, Zekeriye Yıldız, Hüseyin Yıldız (Çev.), C. VI, Ocak Yayıncılık, İstanbul: s. 256. 354 Maksadını aşan işlerle meşgul olmak mefrurdur.(israftır.) 355 Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin en şerlisi ise dinde olmadığı halde dine sonradan eklenen ve yeni icad edilen şeylerdir. Ahmed bin Hanbel, a.g.e., s.319. 356 Hadislerde emredilenlerin dışında kim dinimizde olmayan bir şeyi ortaya koyarsa, o reddediir. Mehmet Emin Özafşar vd. , (2014), Hadislerle İslam, Semih Ofset, Ankara: s.62. 357 Amellerin en hayırlısı devamlı olarak yapılan amellerdir. Başka bir rivayete göre ise az olan fakat devamlı olarak yapılan ameller devamlı olmayan çok amellerden daha hayırlıdır.Müslim, a.g.e., s. 215228. 352 353 166 ħalķdan (14) Ǿuzlet ve Ĥaķķ ile ünsiyet SK. MS. 38b. taĥśīl itmek gerekdir. (15) Tā kim sālik-i müntehīler gibi nās ile ĥılŧiyyet, Ĥaķķ ile (16) ünsīyyet ve anlar ile cemǾiyyet-i Ĥaķķ ile ħalvet (17) ve ülfete māniǾ olmayıncaya ķadar göremezsin ki baǾżı SK. HME 31a. (1) meşāyıħ ve sālik-i müntehīler ħalvet-i žāhirīyye (2) itmesi ħalvet-i bāŧınīyyeǾyi taĥśīl içündür ve illā (3) ħalvet-i žāhirīyye şerīǾatden maķbūl degildür. sulŧānüǿl- (4) enbiyā Ǿaleyhis-selām sađr-ı nübüvvete cülūs (5) itdükten śoñra aślā nāsdan Ǿuzlet itmedi (6) ve buyurmadı. Dāǿimā ħalķa žāhirde taǾlīm-i (7) şerīǾat ve bāŧında Ĥaķķ ile ülfet ve ünsīyyet (8) iderler idi ve tenhāca Mevlāsına münācāt (9) ve tāze niyāz iderler idi. Anıñçün buyurdılar (10) 358( مرسل11) ّ ملك مقرب الو نبىSK. MS. 39a. لى اللهمع وقت يسعنىالve eśĥāb-ı kirām daħi dāǿimā ĥalķ ile ülfet (12) ve ünsīyyet idüp ve ehlullāh-ı kirāmıñ ekŝeri (13) żāhirde ħalķ ile ve bāŧında ve tenhāsında (14) Ĥaķķ ile ünsīyyet ve ülfet ve muĥabbet iderler idi. (15) Zīrā ehl-i ĥālleriñ ekŝeri ĥāli žāhiri nās gibi (16) muǾāmele ve bāŧını Ĥaķķ ile muǾāmelede olurlar. (17) Nitekim Allāhu TeǾālā bu ĥāle işāreten kelām-ı ķadīminde SK. HME 31b. (1) buyurdılar: 359 ( ذكرهللا2) رجال ال تلهيهم تجارة و ال بيعذve daħi sālik olan kimsene her nehārını (3) ve leylini fikr ve muĥāsebe idüp Ĥaķķ yolına ne ķadar (4) geçmiş ve dünyā ve nefs yolına ne ķadar geçmiş ĥesāb (5) ve mülāĥaža idüp aña göre nedāmet ve aña (6) göre maĥzūn ve ĥamd-ı ŝenā idüp veǿl-ĥāśıl (7) ġafletden SK. MS. 39b. dūr ve Mevlāya maķbūl ve ehlullāh (8) Ǿindinde maĥcūb olmayup fırśatı ġanīmet (9) bilüp tażyīǾ-i evķāt itmeyüp beş günlük (10) dünyāda kesb-i kemālāt ve taĥśīl-i himmet idüp (11) 360 من اهمل وظيفة الوقت فرقت تهيمهmefhūmınca (12) vaķitlerini żāyiǾ ķılmayup ķalbini tefrīķden ve ġafletden (13) ve taǾlīk-i māsivādan ĥıfż ve lisānını fużūli (14) kelāmdan ve mālāyaǾnīden ve baśiretini mubśırātdan (15) ve iźnini ve simāǾını eśvāt-ı beyhūdler ve yeddini (16) ve ricalini Ǿabeŝe yapışmadan ve Ǿabeŝe gitmeden ĥıfž (17) ve menǾ idüp dāǿima istiġfār ile ve źikr-i 30b. (16) İle: - SK. HME. 31a. (3) Ħalvet-i: - SK. HME. 358 Benim için Allah ile geçireceğim bir vakit vardır ki ne Allah’a yakın olan melekler ne de Allah’ın gönderdiği peygamberler o vakte sığarlar. Mehmet Emin Özafşar, a.g.e. , s.307. 359 Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Kur’an, 24. Nur Sûresi, Ayet 36 360 Bir görev vaktinde ihmal edilip yerine getirilmezse insanın kalbi aradan geçen zaman zarfında o görevden soğur. Görevini yerine getiremez. 167 SK. HME 32a. (1) fikr ile geçüp dāǿimā mücāhede-i nefs üzere olup sülūkında (2) ķāǿim ve yolları ādābında cāsūs SK. MS. 40a. ve ĥıfž-ı ĥizmet (3) ve edā-yı ŧāǾat idüp الوقت زهاب ( عزيمهاى4) و كثيره Ǿvaķitlerin żāyi bu mefhūmca المصاعب 361 ķılmayaśuñ. (5) Nedāmet fāǿide virmez. Bu maĥale gelinceye (6) ķadar bu kelāmlar Şeyħ Aĥmed-i Kāmiliñ ve Ĥaķķı (7) Ĥażretleriniñ ve ǾAzīz Efendimiziñ münāsibince (8) alınup mübtedī sālikleriñ istiǿdādına göre (9) ve taĥammülüne göre ibtidā-i sülūka lāzım olacaķlarıñ (10) baǾżı ehven ve asān olanları keteb olındı. (11) Bundan aşaġı źikr olunan ħurde-i fuķarā diyü (12) tesmīyye itmişlerdir. Ehlullāh sülūkınıñ ekserī (13) yolları bunuñla žafer bulur ve ādāb-ı erkānları (14) bilinür. Gerçi baǾżısı mā sabıķda geçdi (15) ise baǾžısı bilinmedi. Naśūĥ İbn-i Şeyħ ǾAlī (16) Ĥażretleri niçe sālikānıñ temennāsı ve ricāsı (17) ve aķdāmıyla SK. MS. 40b. şeyħ-i ķuŧbüǿz-zamān ve mürşīdüǿs-sālikān SK. HME 32b. (1) olan Sinān-ı Ümmī ķuddīse sırrıhū ĥażretleriniñ (2) taǾlīmi ve irşādı üzere beyān idüp ve baǾżı (3) şeyħnā ve mürşīdnā ķuŧbüǿl-Ǿārifīn Ǿazīz efendimiz (4) ĥażretleriniñ kelām-ı kīmyālarıyla berāber tafśīl (5) ve keteb olındı. İmdi buyurmışlar ki cümle (6) günāhlarına tövbe-i naśūĥ ile bir mürşīd şeyħden (7) ināyet ŧālib-i Ĥaķķ ve sālik olana lāzım (8) olduġundan ināyetden soñra şeyħe kendi özini (9) teslīm idüp ne virse ve ne söylese aślā (10) ķatǾā muħālefet itmeyüp ve bir kelāmı muǾāraża (11) itmeyüp münāķaşa itmeyüp ve şeyħ söylerken (12) niçün veyaħūd olmaz dimeye ve söylerken göz (13) diküp yüzine baķmaya ve öñüne baķa ve ķurı (14) yire yalın ayaķ baśmaya ve şeyħ SK. MS. 41a. seccādesine (15) oturmaya ve baśmaya ve bardaġından śu içmeye (16) meger ġāyet żarūret yāħūd iźīn virmiş (17) ola ve şeyħ ile diz be diz oturmaya meger bir SK. HME 33a. (1) ħaber söyleye yā iźni ola vāķıǾa gibi ve sāǿir (2) müşkil gibi ve şeyħ rıżāsı olmayan kelāmı (3) söylemeye ĥużūrda ve ġıybetde eger dünyevī (4) ve 32a. (1) Olup: - SK. HME. Kısa güçlükler ve zamanın güzellikleri gitti. http://biriz.biz/evliyalar/ea0479.htm, 03.04.2016 32a. (4) Bu mefhūmca: Mefhūmunca SK. MS 32a. (4) Ķılmayaśuñ : - SK. HME. 32a. (8) Göre: - SK. HME. 32a. (9) Ve taĥammülüne göre: - SK. MS 32a. (12) Ehlullah sülūkınıñ: Ehl-i sülūkıñ SK. MS 32b. (8) Soñra: - SK. HME. 32b. (13) Yüzine baķmaya ve: - SK. MS 361 168 eger uĥrevī bir nesne teklīf idüp şöyle (5) idek dimeye. Belki her ne aĥvālı var ise (6) Ǿarż idüp didigine rāżı ve teslīm olup (7) öpsem tūra şeyħ her ne derse emir siziñdir, (8) diye ve giderken iźniyle gide elin veya dizin (9) öpüp gide ve şeyħ yanında çoķ eglendim (10) bī-ĥużūr oldım dimeye ve yüzine olur ammā (11) sulŧānım dimeye ziyāde edebdir. Pek güzel SK. MS. 41b. (12) baş üzere efendim diye ve ġıybetde efendim (13) ĥażretleri şöyledir ve buyurur diye. Şeyħ (14) yanında bir işe meşġūl olmaya ve nāfile namāz (15) ķılmaya illā meger ki ya żarūrī ola veyā izīn (16) vire. Şeyħ ne telķīn iderse aña meşġūl (17) ola. Aśla fāriġ ve tārik olmaya ve maǾnāda ne SK. HME 33b. (1) görürse ķalīl ve keŝīr şeyħe söyleye, Ǿarż (2) eyleye. Ġayrıya zinhār söylemeye ve maǾnāsın söylemeye. (3) Geldikde dizin öpüp söyleye şeyħ taǾbīr iderse (4) diñleye, taǾbīr itmezse nedir dimeye ve śormaya (5) ve şeyħ meclisde ayaķ üzere ķalķduķda kendi oturmaya (6) ve şeyħ śu içdügi vaķit yanında olanlar (7) ayaķ üzere ķalķalar ŧopuķ ile aķsırsa yine keźālik. (8) Şeyħ bir kimsene taǾyīn iderse SK. MS. 42a. baǾżı vāridātın (9) emr ile aña söyleye ve yanında tükürmeye ve vird (10) oķunurken uyumaya tamāmca diñleye ve şeyħ (11) kisvesi göründükde ķalķup başın aşaġı (12) eyleye ve şeyħ meclisinde eŧrāfına baķmaya ve şeyħ (13) bir maĥale gelse veya ħānesine gelse çoķ (14) lüŧuf bilüp geldigi gibi elin öpüp ve ħiźmetde (15) ķuśūr itmeye ve libāsı ve bedeni vesāǿir bir şeyǿ (16) uyanmaya ve aħir kimseneler ile meclisde çoķ (17) tekellüm itmeye ve kimseneler ile ĥużūrda SK. HME 34a. (1) ve ġıybetde el oyunı itmeye vesāǿir mālāyaǾnī itmeye (2) ve laġūyyāt söylemeye ve kimsene ĥücresine varmaya, (3) sebebsiz varırsa selām vire Ǿaķabince maślaĥatın (4) görüp döne ve pīş-i ķademiñ daħi üzerine oturmaya SK. MS. 42b. (5) ve mücādele itmeye ve çārşū ŧaǾāmın yimeye (6) şeyħ ne dirse veyāĥud ne gelürse anı yiye. Bir yere (7) gider olursa ırāķ - yaķın şeyħden iźinsiz (8) gitmeye ve 33a. (2) Eger: - SK. HME. 33a. (12) Ve: - SK. HME. 33a. ( 15) Ya: - SK. HME. 33b. (5) Ayaķ üzere: - SK. HME. 33b. (7) Yine: - SK. HME. 33b. (9) Emr ile: - SK. MS 33b. (14) Gibi: Vaķit SK. MS 34a.(4) Daħi: - SK. HME. 34a. (7) Iraķ yaķın: - SK. HME. 169 yürürken gövdesin ve ķolların śaġa (9) śola śallanmaya, arķalanmaya, gögsün gere gere (10) yürümeye. Yuķarı baķmaya belki öñine baķup ellerin (11) ķavuşdurup yürüye. Gözüyle ayaġı burnın gözede. (12) Kendine lāzım olmayan söze ķarışmaya ve söylemeye (13) ve ķahķaha ile gülmeye. Ħelāya giderken varmadan (14) çözünmeye ve açılmaya ve nažar itmeye, ĥazır ide ve tenħiħ (15) daħi itmeye ve kimsene ile kelimāt itmeye. Ķıbleye (16) ķarşu oturmaya ve açıķ yere tebevvül daħi itmeye ve taġuŧ (17) itmeye żarūrī olsa üstin örte ve ŧonın SK. HME 34b. (1) baġladuġın ve Ǿavret aǾżāsın SK. MS. 43a. kimseye göstermeye iĥtirāz ide. (2) Omuzına destmālın atmaya ve ķolların giye ve ķuşaķsuz (3) ŧurmaya. ŦaǾām yerken ķaşuġın aġzı yuķaru (4) ķoya ve tiz tiz yemiye ġına ile ekl ide. Bir meclisde ŧaǾām yenürken ya zikir ya Ķurǿān üzerine gelse (5) hemān otura tamāmından śoñra es-selām diye (6) ve lafż-ı ķabīĥleri lisānına almaya ve maǾnā-yı ķabĥı ihām (7) eylemeye. Meŝelā ĥımārıñ ve kelbiñ ve fāreniñ ve bevliñ (8) ve taġūŧıñ türkīleriñ dimeye ve od Ǿavret (9) yeriniñ ve çöziñ ve buña müşābih Ǿārife ve kāmile (10) lāyıķ olmayacaķ sözlerden iĥtirāz eyleye. Ĥücresine (11) mūm yaķmaya, şeyħ destūr virmezse oķumaya (12) eger destūr olursa mūm yaķup oķuya. (13) Mübtedīler, bī-gāneler meclisine varmaya żarūrī bulunursa SK. MS. 43b. (14) kelām itmeye. Kendi ŧarīķ ķardaşınıñ (15) kāmilleriyle ĥasb-ı ĥāl ve ŧarīķat-ı Ǿalīyye ve yol (16) erkānların müşāvere ideler ve şeyħine duǾā ideler (17) ve şeyħ ķapusında olanlara baǾżı Ǿadāvet ne mümkün ķardaş ile mükāleme ideler SK. HME 35a. (1) ve birbirleriniñ yüzine medĥin itmeyeler ve şeyħ (2) filān dimeyeler. Belki efendim şöyle diyeler. Birbirlerine daħi filān dimeyeler ya ķardaş yāĥūd dede yāĥūd (3) ķāmillerine baba ve şeyħine baba efendi dinse ol daħi (4) diyene Ǿamāmesin ziyāde ögütlemeye. Nižām (5) virmeye ve yanın yatmaya ve ayaķların 34a. (9) Śallanmaya: - SK. MS 34a. (11) Ķavuşdurup yürüye: Ķavuşdura SK. MS 34a. (15) Kimsene: Kimse SK. HME. 34a. (16) Daħi: - SK. HME. 34b. (1) İĥtirāz ide: - SK. HME. 34b. (2) Destmālın: Destmāl SK. HME. 34b. (4) Ve tiz tiz yemiye ġına ile ekl ide bir meclisde ŧaǾām yenürken: - SK. HME. 34b. (16) Şeyħine: Şeyħe SK. HME. 34b. (17) Ne mümkün ķardaş ile mükāleme ideler: İtmeyeler SK. HME. 35a. (2) Belki efendim şöyle diyeler birbirlerine daħi filān dimeyeler: - SK. HME. 170 ġāfilen uzatmaya (6) meger żarūrī ola. Źikr iderken ya dizin yāħūd (7) mürebbiǾ yāħūd kemend ile otura ve źikri şevķ ile (8) ide. Bugün istegim bu ķadar dimeye ĥaŧadır. (9) Dāǿim istekle SK. MS. 44a. şevķ ile ve edeble otura ve şeyħ (10) ĥużūrunda baş egüp kendiniñ camīǾ-i özin (11) şeyħe telsīmle ve teveccühle gözlerin yumup (12) otura. Eŝnā-yı źikirde ādāba ĥürmet ve ehlullāh (13) meydānından dehşet alup taǾžīm üzere (14) rabŧ-ı ķalb ile źikr eyleye ve śavtın şeyħiñ śavtına (15) uydura. Eger şavķı ġalebe idüp vecd (16) olursa ne ĥāl üzere iderse ide. ŦaǾām SK. HME 35b. (1) yerken diz çöke ki ŧaǾām yerken, źikr iderken Ķurǿān (2) oķunurken śu içmeye, düşenbih ve pençşembih (3) günleri śāǿim ola ve kimseneden cebr ķaydında (4) olmaya. Źikr iderken el-hayyāt oķunurken gözin (5) yuma. Tā kim gözünden göñline yol bula. Aġyāre (6) duħūl itmeye. Bir cemǾiyette şeyħ söylerken SK. MS. 44b. (7) cümlesi diñleye veya bir iħvān söylerken (8) diñleye veya zikr ideler veya ħāmūş olalar, (9) laġūyyāt ve lehviyyāt itmeyeler. Sālikleri perīşān (10) ider ve laġūyyāt olunan ehl-i dünyā meclislerine (11) varmayalar. İĥtirāz ideler ve yanlarına varmayalar. (12) Ķalpleri perīşān olur, ġafletleri artar ve nefs-i şeyŧān (13) fırśat bulur ve ŧaǾāmdan śoñra şeyħ ĥāžır ise ( 14) saġ yanından başlana ve şeyħ eli śuyın yire (15) dökmeyeler ve pīş-i ķademden daħi el yıķamayalar (16) ve ŧaǾāma el śunmayalar. BāǾdüǿŧ-taǾām süpüreler (17) ve şeyħiñ eli śuyın āħir ele ħılŧ itmeyeler. Meger SK. HME 36a. (1) şeyħ iźin virmiş ola. Bu meźkūr Ǿamellerden (2) ekŝerisi şeyħiñ iźniyle olursa ve iźin virirse (3) żarūrī yoķdur. MāniǾ degil ve taǾāmdan śoñra (4) duǾā idüp ehlullāh demin çekeler ve işrāķ (5) namāzı ve żiĥī ve śalavāt-ı SK. MS. 45a. evvābīn şeyħ iźniyle ķılalar (6) ve gün ŧoġarken ve batarken ve vaķt-ı zevālde tekellüm (7) itmeyüp źikre, fikre meşġūl ola. Şeyħ iźni (8) olmaķsızın biraz namāz ve ŝevāb đelālete düşmeyeler. (9) Cümleden aķdem-i rıżā gözedeler. Şeyħ rıżāsın (10) Allāh rıżāsıyla bileler ve źikr, vird ve ders (11) oķunurken mābeylerinden geçmeyeler ve kelām itmeyeler (12) ve şeyħ ĥużūrunda arķa virüp geçmeyeler (13) ve ġıybetinde 35a. (5) Ġāfilen: - SK. HME. 35b. (12) Perīşān: - SK. HME. 35b. (12) Ve nefs-i şeyŧān: Ve şeyŧān SK. MS 35b. (13) Şeyħ: - SK. HME. 35b. (17) Śunmayalar: Ŧutmayalar 36a. (1) Mezkūr amellerden: Mezkūrātlardan SK. MS 171 teveccühle girüp oturalar ve şeyħin (14) mebġūżı ve menfūrı olup ħuśūsā şeyħi (15) istemeyüp ya ĥasedinden yāħūd cehlinden (16) böyle olan kimseneler ile kelimāt ve ülfet itmeyeler. (17) Belki baǾżı fīllāh ideler ve münkīrler beyninde SK. HME 36b. (1) eglenmeyeler, żarūrī varılur ise Ĥaķķ (2) ižhār olmayacaġın bilürse ve iķrāre (3) gelmeyecegin fehm iderse mücādele itmeyeler (4) ve bir ehlullāh ĥużūrunda SK. MS. 45b. iken öñünden (5)geçüp yāĥūd bir şemātāt ile veya bir kelimāt (6) ile mānīǾ olmayalar. Żārūriyyet dünyevī olan (7) umūrları olursa Ĥaķķdan ġāfil ve teveccühden (8) fāriġ olmayup ķulūblarından źikre meşġūl ve fikre meşġūl ile (9) agāh olalar. Eger ħatāen bir küstāħlıķ yaħūd bir (10) cürmde vāķıǾ oldısa ol saǾāt tövbe (11) idüp naśūĥ ile nedāmet bulalar ki Ǿindillāh (12) mesrūr olalar ve Ǿināyet muĥal olacaķ cürm (13) ise niçe tövbe ve iǾtizār ile tecdīd-i ināyet (14) ideler. Mescīdlere girerken śaġ ayaġın aŧa çıķarken (15) śolın aŧalar. Ħelādan çıķarken yine keźalik (16) ādāba riǾāyet ideler ve her ki esbāb giydikçe (17) iźin alup ve şeyħīñ dizin, elin öpüp duǾā SK. HME 37a. (1) itdüreler ve birisine virse şeyħiñ elin öpeler, (2) girerken ve çıķarken elin ve dizin öpeler ve çoķ (3) kelimāt itmeyeleri, SK. MS. 46a. meger şeyħ bunlara icāzet virmiş, (4) ol zamān māniǾ degil. Cümle Mevlā ķullarınıñ (5) hepisin bir gözede, bir şeyǾ söylemeye, efǾāllerine (6) bir bahāne bulmaya, cümlesin aǾlā gözede kendüni (7) cümlesinden ednī bile. Her ne kötü söz işidürse (8) bu söze lāyıķ olmasam işitmezdim ķusūrumdandur, (9) diye. İntiķām olaraķ söz söylemeye. Birisi (10) Ǿöźr iderse ķabūl ide, Ǿafū ide. Her ne gelürse (11) ve olursa Ĥaķķdan bile, ne ŝıķlet çekerse (12) ve ne güçlük görürse kendi ķuśūrımdır diye. (13) Ne sıķlet çekerse yine Ĥaķķdan bile. Ehlullāh sāliklerine imtiĥān (14) yüzünden ve ķahr yüzünden muǾāmele eylemeye. Kendine (15) ķahr yüzi ve imtiĥān yüzi çille muǾāmelesi iden olursa (16) śabr eyleye, gücenmeye, taǾcīzlik itmeye, lüŧf-ı (17) Ǿināyet bile SK. MS. 46b. ve ŧarīķ ķardaşlarına źiyādesiyle 36b. (4) Ehlullah: Ehl-i ĥužūr SK. MS 36b. (8) Meşġūl ve: - SK. HME. 36b. (14) Ayaġın: - SK. HME. 37a. (8) Ķusūrumdandur: Ķusūrumdur SK. HME. 37a. (13) Ne sıķlet çekerse: SK. HME. 37a. (15) Yüzi: SK. HME. 172 SK. HME 37b. (1) ĥürmet eyleye ve muĥabbet eyleye. Ħusūsen asitāne (2) ħiźmetçilerine cümlemiz bir ķapu bekçileri ve bir ķapu ķūluyuz, (3) diyü māl, ehl-i Ǿıyāl ve evlādlarına kendi cānından (4) ve mālından ve Ǿıyālından ziyāde śadāķat ide (5) ve aǾlā nažar ile baķa ve zinhār bir kem nažar ile kendi (6) ŧarīķ ķardaşlarına ve māl, Ǿırż, evlādlarına (7) nažar iderse ehlullāh beyninde maĥcūb ve yolında (8) feyż-yāb olmayup nedāmetde ve ħüsrānda ķalur (9) ve silleye rāst gelür. Zīrā kendi ŧarīķ (10) ķardaşları bir meşāyıħdan münīb olaraķ ve bir (11) ķapudan olaraķ ol asitāne sālikleri ve ol (12) meşāyıħ münībleri cümlesi bir ķardaşlardır ve neseben (13) kardaşlardan ŧarīķ SK. MS. 47a. ķarındaşı yaķındır ve evlādır (14) ve beynlerinde ĥaķk-ı uħūvvet ehlullāh muǾāhedesiyle (15) olmuşdur. Birbirlerine cüzǾī ħitābetleri ve ġareżleri (16) büyük cürm Ǿaddolunur merdūd-ı ŧarīķat ve menfūr-ı (17) ĥaķīķatdır. ġāyetüǿl-ġāye bunlardan iĥtirāz idüp SK. HME 38a. (1) śadāķatle ve muĥabbet ve ġayrete sāǾī olalar ve kuśūrlarını (2) birbirleriniñ Ǿafū ve nażar itmeyeler. Yā ĥū… Temet. 37b. (2) Bekçileri ve bir ķapu: Bekçisi ve SK. HME. 37b. (3) Ve - SK. HME. 37b. (7) Ve - SK. HME. 38a. (2) Birbirleriniñ: - SK. HME. 173 3.3. SÜLŪK-NĀME’NİN GÜNÜMÜZ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE ÇEVİRİSİ SK. HME. 1b. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Sonsuz övgü ve şükür bütün âlemi hiç yoktan yaratan izzet ve azamet sahibi ve yarattığı bütün varlıklardan yüce olan Allah’a olsun. O Allah ki insanoğluna güzel konuşma yeteneği vererek onu yarattığı diğer bütün varlıklar arasında seçkin, güzel ahlakı bilip buna göre hareket etmesi sebebi ile diğer mahluklardan üstün ve büyük meleklerin kendisine secde ettiği kimse etti. İnsanoğlunu bu özellikleri dolayısıyla şeytanların şerrinden muhafaza eyledi. NAZIM İnsan, edebi bilerek bütün meleklerin kendisine secde ettiği varlık oldu Akılları çelen şeytan edebi terk ederek doğruluk kapısından kovuldu O, peygamberliği çevreleyen güneş ve eksiksiz bütün peygamberlerin sonuncusu olan Allah’ın sevgili dostu Muhammed Mustafa Allah O’nun şanını yüceltsin, duasını kabul etsin, selamete erdirsin. Hz. Peygamber’e salavat ve selam olsun ki kâinatta haksızlığı ve sapkınlığı bitirdi. SK. HME. 2a. Hz. Muhammed, kalbine ilham olunan bilgi ile doğru yolun ışığını insanlara gösterdi. Cennet kapısının bekçisi olan Rıdvan’ın rahmeti o yüce bir din olan İslam’ın gösterdiği doğru yolun dolunayı ve Allah’a ulaşmak amacıyla tutulan yolun yıldızı olan ailesine ve vefalı dostları olan yüce sahabelerine olsun ki onlar dahi yüce Allah’ın peygamberine yardım ederek İslam’ın en üstün ve en temiz hizmetkarı olanlarının işaretini taşıdılar. İşte bunlar; çok zeki oldukları için inanç kuvveti ile gerçeğin hükümlerini apaçık bir şekilde görenler şöyle söylediler: “ Bilinsin ki şanı yüce olan Allah insanların ruhlarını ruhlar âleminde nurdan bir cevher ile yeteneklerle donatarak ve yarattığı varlıklar içinde en güzel yaratılışa sahip olacak şekilde yaratmıştır.” Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: (Andolsun ki ) Biz, insanı (nefsini), Ahsen-i takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak) en güzel surette yarattık. 174 Allah, daha sonra o nurdan yaratılan ruhları dokuzuncu kat gökte bulunan kudret ve azamet tahtı üzerinde oturtup onları belli bir kişilik ve sıfat sahibi etti. Daha sonra onları yeryüzünde bir süre müşahede makamında durdurdu. O ruhlar olgunlaşıp bilgi sahibi olunca ve kulluk edep ve erkânını öğrenince kendisinden önce yaratılanların hepsinden bilgili ve üstün olup Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olmaya müstahak oldular. Bunun içindir ki insanoğlu yüce Allah’ın Muhakkak ki ben yeryüzünde onu halife kılacağım, vaadine mazhar oldu. SK. HME. 2b. Sonra insanın ne olduğunu anlayamadığı sebep ve hakikatleri bilen Allah, insanoğlunu yeryüzünde kendisine halife etmek için insanoğluna çok güzel bir kalp ve eşi ve benzeri bulunmayan güzellikte bir beden yarattı. Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen ecel de ( kıyamet zamanı ) onun katındadır, sonra bir de şüphe ediyorsunuz. Sonra o ruhları dokuzuncu kat gökte bulunan kudret ve azamet tahtının üzerinden ruhlar âlemine indirdi ve ruhlar âleminden melekler âlemine indirdi. Melekler âleminden de varlık âlemi olan dünyaya indirerek burada onları topraktan yapılmış bir bedenin içine yerleştirdi. Nitekim şöyle buyurdu: Sonra onu çevirip aşağıların aşağısına (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) attık. Sonra o nurlu ruhların kendi özlerinde bulunan nurlar ve nişanlarında bulunan ilim ve irfan ile cesedin sadağına yerleştirdi ve insanın yaratılışı gereği içinde bulunan karanlık ile gölgeledi ve cesedi oluşturan elementler ile yoğunlaştırdı. Kendi özlerinde bulunan nurlar söndü ve gönüllerinde bulunan marifet bilgisi hükmünü kaybetti. Nitekim yüce Allah o ruhlara şöyle buyurdu: Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Şükredesiniz diye size işitmek için kulak, görmek için göz ve idrak etmek için gönüller verdi. SK. HME. 3a. Sonra buyurdu: O, ruhları aslında sahip oldukları yüceliğe geri döndürmek ve büyük isteklerine ulaşsınlar diye kitaplar indirdi. Her kim ki onları okuyup anlayıp hayatına tatbik ederse ve nefsiyle cihat ederse ve bunun gibi güzel ameller ve iyilikler yaparsa yaratılışın karanlığından ve cesedin kesafetinden kurtulup 175 asıl yüceliğine geri döner ve kendi özünde bulunan nurla nurlanır. Böylece irfani bir olgunlukla yüce Allah’a kavuşur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurdu: ( Resulüm ) Deki: “ Ben de sizin gibi ancak bir beşerim, ne var ki bana sizi yaratanın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. O halde kim Rabbi’ne kavuşmayı istiyorsa Salih ( sünnete uygun, marifete mutabık) amel işlesin ve Rab’i için yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmasın. NAZIM Allah, kudret ve saltanatının tecelli yeri olan arşta güzelliğini gösterince onlar onun zat ve sıfatlarını yansıtan seçilmiş aynalar oldular. Daha sonra her şeyi mükemmel bir şekilde yaratan Allah, hikmeti ile yeryüzünü insanlarla süsledi. Sonsuz bilgeliği eserlerini açığa çıkardı. Ruhlar için topraktan bir ceset yarattı. Allah ruhlarını alarak gökteki kudret ve azamet tahtından indirip hüzünlü bir şekilde inleyen topraktan cesetlerin içine yerleştirdi. SK. HME. 3b. Bir tek yaratıcı olan Allah, kendisine ibadet eden kullar olsunlar diye bu iki zıddı aşk ile bir araya getirdi. Ruhlar cesede ulaşınca günah işlediler. Kötülüğe yaklaşmak elbette insana günah işletir. Bu karanlık cesette ve tenin içinde ruhlar gurbettedir. Yüce Allah bu gurbette ruhların yardımcısı olsun. Zikir ve ibadet ederek kıskançlık bağından kurtulalım. Yüce bir ruh olarak Allah’a yaklaşalım. Azameti yüce ve ulu olan Allah’ın indirdiği kitaplarda açıkladığı cihatların, iyiliklerin ve salih bir amelle yapılan ibadetlerin vakti ve yolları çoktur. Bunun üzerine şöyle denildi: Allah’a giden yollar yarattığı varlıkların nefeslerinin sayısı kadardır. 176 Fakat Allah’a giden yollar arasında ruhun soyunu temizleyen ve Allah’a ulaştıran en yakın yol zikirdir. Zira Hz. Ali ( Allah yüzünü şerefli kılsın ) sultanımız Hz. Muhammed’den rivayet ettiler ki: Yüce Allaha ulaşan yollardan en yakın olanı zikirdir. Ve yine buyurdular ki: SK. HME. 4a. İnsanoğlunun yaşadığı dünya üzerinde geçen saatlerden birinde zakirler zikirden gafil olsalar ve o kişiler cennete dahi girseler o saatte zikretmedikleri için ah! O saatte niçin Allah’a zikretmedim, diye pişmanlık duyarlar. Ve yine buyurdular ki: ( Lailahe illallah) Allah’tan başka ilah yoktur, sözünün mükâfatı ancak cennete girerek orada Allah’ın cemalini görmektir. Ve yine buyurdular ki: Muhakkak ki kalp de tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır, kalpteki bu pası temizleyerek kalbi cilalayacak olan ibadet de Allah’ı zikretmektir. Kur’an-ı Kerim’de buyruldu: Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah’ın zikri en büyük ibadet olarak tekrar tekrar belirtmesi Allah katında zikrin en güzel ve en faziletli ibadet olduğunu kanıtlar. Allah kullarının kendisini zikretmesini kendisinin de kullarını zikretmesine sebep kılarak şöyle buyurdu: O halde beni anın, ben de sizi anayım. Şimdi kulun işlediği bir amel ile Allah’ın kedisini anmasına vesile olması, o amelden daha faziletli ve daha faydalı bir amelin olmadığını gösterir. Hadis-i kutside buyurdu ki: Beni anan kimseyle beraber otururum; yani yardımımı, rahmetimi ve muhabbetimi arayan kimseyle ( olurum) . Bu hadis-i şeriften anlaşılan odur ki zakir zikr ile ve salik sülûk ile bir mertebeye ulaşır. SK. HME. 4b. Zakir ve salikler bu yolla Allah’a yaklaşmanın olgunluğunu öğrenirler ki o yakınlık insanlara lazım olan Allah’a kavuşma bu kadar zor iken onu kendisine isnat etti ve Allah rızasını arzulayan ve Allah’ın cemalini görmeyi isteyen 177 kimse zikre devam etmeli ve tarikat yolundan ayrılmamalıdır ki bu lütuflara nail olabilsin. NAZIM Hava kararınca Allah’a zikrini sun. Zikreden daima kendisinde üstünlük veren bir işaret taşır. Zikreden kimse yaptığı zikirle Allah’ın dostu olur. Allah da kendisini zikreden kişiyi sever. Zikr ile kalbini cilalayıp temizleyenler Allah’ın azameti ve kudretini gösteren bir ayna gibi olurlar. Zakir zikr ile Allah’a yaklaşır. Zikr ile Allah’a yakın olan makama ulaşır. Zikri kendisine alışkanlık haline getirenler Zikr ile kendi varlıklarından geçerler. Zikir dilde sedadan eser bırakmaz. Zakir zayıflık cübbesinden keser. Diliyle daima zikir çekip dua eden zakire Hakikatin sırrı apaçık görünür. Zakir zikir kuşunun özellikleri ile uçar. Zikr ile nefsinin bütün arzularından geçer. Allah’ın makamının kapısı zikr ile açılır. SK. HME 5a.Zikr ile nefsin bütün arzuları yok olur. Allah’ın zikrini sakın gönlünden çıkarma Ki sende Allah’a yakın olasın. 178 Zikrin yolu ikidir. Biri açık ve biri de gizlidir. Sülûkunu tamamlayan salikler ve arifler için gizli olarak yapılan zikir açık olarak yapılan zikirden daha faziletlidir. Fakat tarikata yeni başlayan salikler için ise açıktan yapılan zikir daha faziletli ve faydalıdır. Çünkü gönülden vesveseleri ve Allah’tan başka her şeyi çıkarmak için açıktan yapılan zikir kuvvetli bir sebeptir. Gizli olarak yapılan zikrin de iki türü vardır. Bunlardan biri dil ile yapılan biri de kalp ile yapılandır. Kalp ile yapılan zikir dil ile sessiz bir şekilde yapılan zikirden daha faziletlidir. Çünkü yüce Allah Peygamberine bununla emir buyurmuştur. ( Sabah akşam demeden) kendi içinden Allah’ın azabından korkarak ve O’na yalvararak alçak sesle Rabbini an ( ve gafillerden olma ) Hadis-i şerifinde Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: Hiç kimsenin işitmediği bir şekilde yapılan zikirde yüksek sesle yapılan zikirden yetmiş kat daha fazla sevap vardır. Kalp ile yapılan zikrin de dört çeşidi vardır, fakat burada açıklanmamıştır. Şeyh Ahmed-i Kamil Risale-i Nakşibendî’de bunu ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bilinsin ki azameti ve şanı yüce olan Allah’a yakın olan, SK. HME 5b.Allah yolunda yürüyen ve onun saadet mekânına ulaşmayı arzulayan saliklere bu şartlar elbette lazımdır ki açıklanmıştır. Ta ki sülûkunda makama ve isteklerine ulaşıp emekleri zayi olmasın. Şimdi evvela lazım ve farz olan azameti ve şanı yüce olan Allah’ı şu sıfatlar ile bilip ve buna inanıp kalbinde bunu yerleştirmektir. Salik, ancak bu şekilde hayallerin kuruntusuyla nefsine uymayıp delaletin hüsranından ve helak olmaktan kurtulabilir. Yüce Allah’ın varlığı mutlaka lazımdır ve O, bütün varlıkların mutlak yaratıcısıdır. O ‘Âlim ve Kadir-i kayyum, Sami’-i basir ve Fa’al-i lima yürid ve Mütekellim ve Vahid ve Ferd-i samed’dir. Onun kendi sıfatlarında kendisine benzeyen başka biri yoktur. Yarattığı âlemlerde ortağı ve yardımcısı yoktur. Varlıkları yoktan var ettiğinde yardımcısı ve destekçisi yoktur. Eskilikte onun evveli yoktur Baki’dir. Sonu yoktur, değişim ve başkalaşmaktan münezzehtir. Parçalara ayrılması ve bölünmesi mümkün değildir. Allah’ın varlığının sınırı yoktur. Allah, zaman mekân ve esas yönünden sabit bir yerde olamaz. SK. HME 6a. Allah, renk ve şekilden münezzehtir. Gözler, akıl ve düşüncelerle anlaşılmaz. Ancak iman nuru ve keşf-i irfan ile anlaşılabilir. Allah kendi hakikatini 179 ancak kendisi bilir. Bütün yüce işler ve dünyevi işler onun ilmi iledir ve Allah’ın bunlara yakınlığı denktir. Allah’ın varlığının sınırı yoktur ve hiçbir şekilde sınırlandırılamaz. Bütün eşyayı en ince ayrıntısına kadar bilir. O’nun bilmesi yarattığı varlıkların bilmesi gibi değildir. Bütün varlık dünyası O’na muhtaçtır ve mahlûkatın varlığı O’na bağlıdır. Allah düşünce ile tahayyül edilemez. Biz O’nu nasıl hayal edersek O bizim hayalimizin dışındadır. Allah aklımıza gelen her türlü tasavvurun dışındadır. Allah düşündüğümüz hiçbir şeye benzemez. İnsan bütün kusurlarına tövbe edip nasuh tövbe mantıkıyla günahları bir daha işlememeye kati bir şekilde yemin etmelidir. Zira yüce Allah kötü işlere bulaşıp isyan edenler ile zulüm ve küfürde ileri gidenleri sevmez ve o mekâna yakışmaz. Ta ki kişi tövbe suyu ile temizlenip güzel ahlak ile ahlaklanıp yüce niteliklerle vasıflanmadıkça. NAZIM SK. HME 6b. Tövbe bağışlanmanın madenidir. Tövbe her türlü amelin en güzelidir. Pişman olup gel günahlarına tövbe et. Allah beni günahlarımla sever deme. Kişinin günahı Allah ile arasında perde olur. Allah ile aranda perde olan günahı terk et. Allah’a tam bir sevgi ile teslim olup bu yolda canını feda etmek ve Allah dışındaki her şeyden vazgeçmek lazımdır. Canını sevgilinin yolunda vermeyi ihmal etme. İhmal sahibi olan kimseler muradına eremezler. Sevgilinin cana ulaştığına bakmayın. O bütün malını terk edip meydana çıktı. 180 Ey gönül sevgilini öldürme, aman ver. Eğer gerçekten âşık isen canını ver ki sevgiliye kavuşasın. Dünyevi ve uhrevi bütün arzuları kalbinden uzaklaştır. Sadece Allah rızasını gözeterek Allah’ı zikret. Anlayışlı kimselerin yalnızca Allah’a ihtiyaç duyduklarını bil. Dünyanın itibarından vazgeç ve yalnızca Allah katında mertebe kazanmaya ve Allah’a ulaşma yolunda ilerlemeye gayret et. Zahirenden fazla olanını fakirlere ver ve Allah yolunda canını feda etmek niyetiyle Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu şeriat üzere amel et. SK. HME 7a. O’nun sünnetlerine uy, nafile ibadetlerle meşgul olup nefsani zevk ve arzudan kendini çekerek ibadete ver. Bütün günahlardan kendini koruyup görünen hallerini mübarek şeriata ve Hz. Muhammed’in yoluna uydur. Salik, Oruç, namaz ve ibadetlerle zahiri yönünü imar edip gönül evini temizlemelidir. İnsanlara söylediği her bir sözünü doğru söylemeli, nefsin ve şeytanın hatıralarından kurtulup kalbini saflaştırmalıdır. Dünyayı ve yüce Allah’ı gösteren bir ayna olan sevgili gönlünü olgunlukla cilalamalı ve saflaştırmalıdır. İnsanlarla karışmaktan ve onlarla sevinmekten sakınmalı, bu gibi boş hallerle vasıflanmamalıdır ki Allah’ın ve Allah dostlarının yolunda sülûk ederek bunun sonucunda dünya ve ahret mutluluğuna erişebilsin. Mevcut olana kanaat edip elde edilmesi mümkün olmayana ait en büyük arzuyu terk edip mevki ve şeref bakımından büyük olanların yüceliğine ulaşmak lazımdır. Fakat salik olmak isteyen bir kişi tüm bu şartlardan önce bir mürşid-i kâmile, faziletli bir şeyhe ve yol göstericiye ulaşıp onun eline, eteğine ve belki de ayağının altına yüz sürüp seyr ü sülûk yolunun adap ve erkânını, seyr ü sülûkun şeklini, zikrin şartlarını, yüce Allah’ı sıfatına layık ifadelerle yâd etmenin berzahlarını ve kötülüklere karşı alınacak cezaları ondan öğrenmelidir. SK. HME 7b.Salik, şeyhin yolunda canını ve başını vermeye hazır olmalı ve ona daima hizmet edip ondan izin ve yardım isteyerek her bir hükmüne teslim olup her bir emrine işittik ve itaat ettik demelidir. Salik, şeyh meclisinde hizmet etmeye, canını ve başını şeyhinin yolunda feda etmeye ve yüzünü görmeye arzulu olmadıkça büyük âlimlerin ileri geleni, evliyaların içinde zamanın en büyük mürşidi ve daima ibadet eden bir kişi olsa da fayda vermez. Sonunda emeğinin zayi olmasının yanında Allah rızasının 181 arzulusu ve Allah’ın cemalini görme taliplisi olup da Allah dostlarının yoluna dahil olup bu şartları tamamlamazsa arzusuna yine de ulaşamaz. NAZIM Sevgiliye gönlünle kavuşmaya çalışıp şirki gizle Dünyaya gönül bağlama ki başkaları sana müşrik demesinler Fani olup vücudundan geçerek Allah ile sonsuzluğa ulaş Böylece Allah seni şirkten ve dünyaya gönül bağlamaktan korusun Ey salik şu iyice bilinsin ki bu yüce tarikatın kaynağı, ortaya çıktığı ve bağlı olduğu yer, senin ve şeyhinin bağlı bulunduğu şartlar, bulunduğun durum ve şeyhinin sana telkin ettiği zikirler ile seyr ü sülûkun tamamı peygamberlerin sultanı olan Hz. Muhammed sallallah u aleyhi ve sellem efendimizden gelmiştir. SK. HME 8a.Zira Hz. Ali efendimiz Allah onun yüzünü şerefli kılsın Hz. Muhammed aleyhisselam efendimizden Allah’a en yakın olan yol nedir? diye sorduğunda, Hz. Muhammed aleyhisselam Efendimiz cevap vermedi. Daha sonra kendisine vahiy geldi. Cibril-i Emin aleyhisselam yüce Allah’tan vahiy getirerek Allah’a en yakın olan yol zikir yoludur, dedi. O zaman Hazret-i Cebrail Hz. Muhammed aleyhisselam efendimize sesli olarak yapılan zikri telkin edip üç defa Kelime-i tevhidi sesli olarak söyleyip telkin etti ve sana bildirdiğim şekilde zikret, dedi. Böylelikle ledün ilmi kendisine verilerek yüce gönlünde hikmetin kaynağı, varlığın sırları ve hakikatin türlü makamları birer birer güçlü bir şekilde tecelli etti. Hz. Muhammed aleyhisselam efendimiz şeriat ilimlerinin açık olanlarını tüm zorluklara rağmen yayıp insanları dosdoğru yol üzerine çekerek şeriat hükümlerini kendilerine tebliğ etmiştir. Fakat ledün ilmini temiz ve mübarek gönlünde sır olarak saklamıştır. SK. HME 8b.Daha sonra Hz. Ali’yi çağırtmış, aziz efendimizin de yazmış olduğu manzumelerinde belirttiği gibi Hz. Ali efendimiz Allah onun yüzünü şerefli kılsın, Hz. Muhammed’in ledün ilmine muvaffak olduğunu idrak ederek ona yalvarmaya ve türlü türlü ricalarda bulunmaya başladı. 182 Bütün âlemdeki feyzin kaynağıdır. Dünyadaki köle insanların serdarıdır. Şeriat bilgisini bütün âleme yaydı. Ümmetini şeriat üzerinde bir araya topladı. Ledün ilminin izini gizledi Fakat onu kimseye açıklamadı. Onu mübarek gönlünde sakladı. Hz. Ali onu kokusundan anladı. Dedi ki ey ümmetini hidayete erdiren İlk önce beni şeriatla aydınlat. Ki mübarek gönlünden şeriatın kokusu gelir Onu yüreği parçalanmış kölenden esirgeme Ona şefkat edip dedi ey Haydar Çok arzuladığın için ( sana bunu anlatacağım ) Ona ledün ilmini öğretti Hem de anahtarlarını bildirdi Sesli olarak zikretmesini kendisine telkin etti İşte bu ayin bize oradan kalmıştır. Buradan anlaşıldığı üzere Sultanımız Hz. Muhammed ledün ilminin hakikatlerini Hz. Ali efendimize öğrettikten ve gizli kalan ya da işaret edilen yönleri Hz. Ali tarafından iyice anlaşıldıktan sonra diğer sahabeler de toplu olarak veya tek başlarına bulundukları zamanlarda sesli olarak zikrederek zikir yoluna devam etmişlerdir. 183 SK. HME 9a. Hz. Muhammed, cihattan geldikleri zaman şöyle buyururlardı: Küçük harpten, büyük harbe döndük. Buradan da anlaşıldı ki Allah’ı zikretmek nefis ile yapılan büyük cihattır. Çünkü Allah’ı zikretmek Allah’ın düşmanları ile mücadele ederek onları helak etmek demektir. Zikir olmadıkça Allah dostu olunmaz ve Allah ile yakınlık sağlanamaz. Hz. Peygamber bazı defalar tedbir sebebi ile Allah’ın kalbi olarak zikredilmesini buyurmuştur. Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye ve hicret sırasında sığındıkları mağarada Hz. Ebubekir’e kalp ile zikretmesini buyurmuştur. O zaman Hz. Ali ve Hz. Ebubekir Hz. Peygamber’e evvelden daha ziyade hizmet ve hürmet ettiler ki akıllar hayrete düşer. Bu yüzden Allah’ın yardımına ve ihsanlarına mazhar oldular. Hz. Ali Allah onun yüzünü mükerrem kılsın, “ Vücutta bir et parçası vardır. O’nun salahı bütün vücudun salahına, fesadı tüm vücudun fesadına sebep olur. “ hadisine nail olarak inancına sadık bir şekilde bağlandı. Hz. Ebubekir ise “ Ebubekir’in sizden daha faziletli olması çok namaz kılmakla ve çok oruç tutmakla değil, onun kalbinde sabit olan ilimledir. “ hadisine mazhar olarak diğer sahabelerden daha faziletli oldular. SK. HME 9b. Bunlar dahi bazı sahabelere ve sahabeler bazı tabiinlere bildirerek taşıyıp yaydılar. Böylece bu şekilde yüce tarikat yolu ortaya çıkarak Allah’a yakın olan tarikat sahipleri tarafından bilindi. Fakat tarikat ehli olmayıp kaynağını buradan almayan kişiler ise bu yoldan mahrum kaldılar. Sadece zahirde görünen şeylere ve eşyalardaki işaretlere aldanıp hakikatin sırrını, eşyanın gerçekliğini, Allah’ın sıfatlarını ve kudretini anlamaktan aciz oldular. Geçmişte belirtildiği şekilde ulular ulusu olan büyük evliyalar ve büyük şeyhler arasında silsile bu şekilde devam edip büyük şeyhlerden nice büyük zat; Bayezîd-i Bistâmî, Şeyh Ahmed-i Kâmil ve hürmetli aziz şeyhimiz Şeyh Şemseddîn Allah onun sırrını aziz kılsın efendilerimiz irşat makamında saliklerine bazı sorular sorduktan sonra sülûkı beyan eden her biri değerli bir inci olan ve hakikatlerin sırrını açıklayan nasihat ve tembihlerde bulundular. SK. HME 10 a. Buyurdular ki bu yüce tarikatta bir cezbe ile bir de sülûk ile terbiye vardır. Fakat müritlerini cezbe ile yetiştiren mürşit saliklerini Hakk’a ulaştırır ama o salikler terbiye ve irşattan mahrum kalırlar. Çünkü kendisi seyr ü sülûkun yolunu, adabını, erkânı ve ehlullāh olan bir mürşidin hizmetini görmemiştir. Bu şekilde terbiye edeyim derken salikleri delalete düşürür. Onları Allah’ın bu dünya hayatı için buyurduğu emirleri yerine getirerek ahrette mutluluğa kavuşmaktan mahrum bırakır. Salik de bu işe meyilli ise Allah korusun büyük ihtimalle dinden çıkar ve hüsrana uğrar. 184 İlk önce şeyhliğin şartları ve adapları vardır. Salikleri terbiye edecek şeyh ve mürşit bir şeyh-i kâmilden kendisi de terbiye görmüş olmalıdır. Şeyhinin kendisine izin verdiği ölçüde müritlerini yetiştirmeye çalışmalıdır. Tarikatın esaslarını ortaya koyan şeyhten ve Allah yolunda ilerleyenlerden feyiz almalıdır. SK. HME 10b. Saliklerle bir araya gelmeye kudretli ve onları yönetebilecek yeteneklere sahip olmalıdır. Bilgili olmalı, daima zikredenlerden olmalı, nafile ibadetleri de yerine getirmelidir. Zahiri ve batıni şeriat bilgisine sahip olmalı ve sözleri ile davranışları uygun olmalıdır. Tarikat adabını, güzel amelleri ve hakikatin sırlarını bilerek tarikatında bulunan ve salikin ayağını kaydırabilecek tehlikelerden haberdar olup saliki nefsine uymaktan ve şeytanın şerrinden muhafaza etmelidir. Yoldaki eziyetler ve seyr ü sülûk boyunca meydana gelecek olan sıkıntılar hakkında saliklere tembihlerde bulunmalıdır. Salikleri terbiye ederek çekecekleri sıkıntıların manalarını kavrayıp zor durumlar karşısında tahammül gösterip sabretmelerini öğretmelidir. Salikleri seyr ü sülûklarını kolayca tamamlayarak arzularına ulaşmaları ve delalete düşmeden ibadetlerini yerine getirmeleri hususunda uyarmalıdır. Böylece onları esenlik içinde Hakk’a ulaştırıp her salike kabiliyetine göre, hoşlandığına göre ve gelişatına göre bir terbiye disiplini uygulamalıdır. Kendisi de bizzat terbiyenin içinde bulunmalı ve saliklere terbiye esnasında zahmet çektirmemelidir. SK. HME 11a. Dua etmekte cömert davranmalıdır. Bazen sülûk esnasında küçücük bir şey sebebiyle ortaya çıkan gevşeklik saliklerde dua etmeyi bırakmaya sebep olabilir. Şeyh hem huzurunda bulundukları zaman hem de gıybette salikleri terbiye etmeli, onları doğru yola iletmeli ve Kur’an’ı ezberlemekle meşgul olmalarını sağlamalıdır. Her yönüyle onlara tembihlerde bulunarak onları terbiye etmeye çalışmalıdır. Onların hem huzurda hem de gıybette Allah’tan gafil olmayıp nefis ve şeytanın şerrinden uzak durmalarını sağlamalıdır ki zikirlerinde sürekli olsunlar. Her şeyin özü olarak şeyhin her türlü işi ve davranışları şeriat ölçüsünde olup kulluk adabını bilerek, sünnete hürmet göstererek ona uymalıdır. Bidatlerden ve haramlardan uzak durmalı, emirler ile amel etmeli sıkıntılar karşısında çileyi benimsemelidir. Bu şekilde salike yol gösterip fenafillâhı arzulamalıdır ki salikler de onun yolunu takip etsinler ve Allah’ın kitabını, Hz. Peygamber’in hadislerini kılavuz edinip her emrine uysunlar. 185 SK. HME 11b. Hakikatin sırlarını Allah’ın kitabına ve Hz. Peygamber’in hadislerine tatbik etmeye çalışmalı, bu adap şartlarını bilmeli, şeyh saliklerine büyük nimetleri ve sırları Allah’ın peygamberi tarafından ne şekilde sunuldu ise sırasıyla kendisi dahi bu yolu devam ettirmeye layık ve Hz. Peygamber’in kendisine bıraktığı halifelik üzerinde sabit olan şeyhten izin alan salik de peygamberler sultanı olan Hz. Muhammed’e biat etmiş ve sözünü yenilemiş olur. Böylece imanını sağlamlaştırmış, aydınlanmış ve Hz. Peygamber’e uymuş olur. Bundan sonra yolu boyunca kemalatını tamamlamaya ve Allah’a kavuşmak için salik olmaya ve bunun sonunda Allah’a kavuşmaya hak kazanır. Bu şartları yerine getirmeyen salik, şeyhten izin alsa dahi bunlar onun Allah korusun Hakk’tan ayrılmasına sebep olur. Tekrar nefsinin ve şeytanın yollarında kalır, bütün emeklerinin zayi olmasının yanında ebediyete kadar hüsranda kalıp en sonunda her iki dünyada da rezil olur. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım rahmetinle bizleri koru, bizlere merhamet et. SK. HME 12b. MANZUM Şeyhin her türlü davranışı şeriata uygun olmalıdır. Anka kuşu gibi göğün en yüksek noktasını kendisine menzil edinmelidir. Görünüşte ibadet ve zikirle meşgul olmalıdır. Batında ize Allah ile hasb-ı hal etmelidir. Mukaddes bir güce sahip olmadır. Allah’ın lütfü ile dağları kaleye çevirmelidir. Gıybette saliklerini koruyup gözetmelidir. Gönüllerindeki hastalık ve zaafları çıkarmalıdır. Sülûk yolunda saliklerin ayağını kaydırabilecek tehlikeleri bilmelidir. Allah’ın yardımı ile doğruluk yolunu delaletlerden temizlemelidir. Saliklerin sülûk yolunu keşfetmelerini sağlamalıdır. Kısmet kapılarını arzulayanlar için açmalıdır. 186 Şeyhlerinden Kur’an ve iman hakikatlerini silsile olarak öğrenmelidir. Kemalat ve faziletleri tarikatının isminde olmalıdır. Veliliğin yakınlığı ile Allah’a yakın olmalı Halk içinde hilafet tacı ile üstün olmalı Hz. Peygamber’in yolunda terbiye görmüş ve izin almış olmalıdır. Bu hali çeşitli kerametlerle ebedileşmelidir Eğer bu sıfatlar bir şeyhte bulunmazsa SK. HME 12b. Elbette o kişi şeyhlik makamından uzak olur Samimi olarak Allah yolunda gayretle yürüyen salik Allah’a nazarla kemalatın faziletlerine sahip olur. Fakat bu şekilde hizmet etmek çok zordur. Korkarım ki her iki cihanda hüsrana uğrar. TARİKATA ÇAĞRI Bir salik yüce Allah’a sülûk itmek isterse ve Allah dostlarının yoluna girip her iki dünyada da mutluluğa kavuşmayım derse ilk önce bir şeyh-i kâmil bulup ondan tarikata kabul edilmeyi istemelidir. Zikrin nasıl yapılması gerektiğini, seyr ü sülûkun adap ve erkânını ondan öğrenmelidir. Onu kendine rehber edinip sırtını ona dayayarak yüce tarikata giden yollara onun kılavuzluğu ile sülûk edip ayak basmalıdır. Zira yüce Allah’a giden yollar birçok gönülden gider ve bu yolların zorlukları ve çeşitleri çoktur. Salik, kendisine yol gösterecek merhametli bir arkadaşa, ihlaslı bir insana ve tarikat merasimini bilen birine ulaşmadıkça hidayet bulamamanın yanında yolda çok sefaletler çeker. SK. HME 13a. Varını yoğunu yağma edip belki de helak olmasına kesin gözü ile bakılır. “Tarikata girmeden önce bir arkadaş gereklidir.” Sözünün anlamına göre ve “Bir tarikata girerek bir kimseye tabi olmayan kişi imkânsızdan imkânsıza doğru yürür. 187 Şeyhi olmayan kişinin şeyhi şeytandır.” hükmünün ifade edilmek istendiği anlaşılır. Şeyh olan bir kimse ilk önce salike istihareye yatmasını emreder. Kendisi de istihareye yatarak Allah dostları tarafından istihare esnasında salikin tarikata kabulüne izin verilirse şeyh salike gusletmesini emreder. Ardından iki rekât namaz kılmasını, Allah rızası için bir miktar şey adakta bulunmasını ve sadaka vermesini emreder. Salik kendisine emredilen işleri yaptıktan sonra şeyhin huzuruna gelmeli ve şeyh Allah rızasını kendisine esas gaye edinmesini emretmelidir. Şeyh saliki bütün küçük ve büyük günahları ile birlikte gafletlerinden, kötü hal ve hareketlerinden nasuh tövbesi ile tövbe ettirir. Çünkü hadis-i şerifte buyrulduğu gibi: “ Bir kişi bütün günahlarına tövbe edip birisine etmese o kişi tövbe etmiş sayılmaz.” Sonra şeyh o salikin üzerinde kul hakkı var ise hakkın ödenmesini ya da hak sahibinden helallik almasını ister. SK. HME 13b. Bu yönde salikten söz aldıktan sonra şeyh, müridin sağ elini tutup yapmaya mecbur olduğu farzları, üzerine vacip olan şeriat hükümlerinin tamamını, sünnetleri ve nafile ibadetleri salike bildirmeli ve salikten bunları yerine getireceğine dair söz almalıdır. Bu amelleri işlemek için azimle çalışacağına söz verip bidatlerden sakınacağına, tövbesinde kararlı olup onu bozmayacağına dair söz alıp şu ayet-i kerimeyi okutmalıdır: “ Muhakkak ki onlar sana tabi oldukları zaman Allah’a tabi olurlar.” bu ayeti okuyup Allah’ın yedi güzel isminden ilki olan Kelime-i tevhidi sesli olarak zikretmesini söyleyip sağından alıp solunda bitirmesini ve “Allah dışında hiçbir maksat yoktur.” Sözünün yüce anlamını dikkatli bir şekilde düşünmesini emreder. Hz. Muhammed’in sözleri üzerine salike izin verir. Zira üç anlamdan biri bu anlamdır. Salik olan bu sözleri dikkatlice düşünmeden zikretse faydası bulunmamasının dışında belki de zararı dokunur. Bu zikri uzunca bir süre sesli olarak okuduktan sonra belki de sözleri ile söylediklerini kalbi ile de tasdik etmeye başlar. SK. HME 14a. Daha sonra Kelime-i tevhidi gizlice ve alçak bir sesle okuması için salike izin vermelidir. Şeyh salikin ellerini tutup verdiği bütün sözler ve ettiği tövbelerin üzerinde dosdoğru duracağına dair ondan söz alıp sözünde duracağına yemin ettirmelidir. Salik sonunda bir daha yeminini yenilemeye ihtiyaç duymayıp azim, gayret ve tam bir itikat ile canını, malını, başını ve ailesini bu yolda feda etmeye hazır olmalıdır. Eğer bunlar olmasa şeyh tarafından açılan feyiz yolu, açıklamalar, sırlara yönelmeler kendisine engel olur ve yollarda zahmetler çeker, tekrar yeminini yenilemeye muhtaç kalarak yolu uzar. 188 NAZIM Salik Allah’a ulaşamaz rehber olmasa Ona tarikat yolunu aydınlatan bir kişi olmasa Hakk’ın meclisinde hizmet etmeye layık olur mu hiç O kişi terbiye sahipleri ile dost olmasa İnsan yol hatırına bir yere gider mi beyim! Onun arkadaşı iyi bir yol gösterici olmasa Salik bu yolda himmete ulaşır mı hiç SK. HME 14b.Kamil bir şeyhin dergâhına yüz sürmüş olmasa Himmetin bereketi, hürmetin kıymeti ile muradına ulaşır mı hiç Hakk yolunda ve şeyh önünde sadık bir kul olmasa SALİKİN SÜLÛK ETMESİNİN ADAB VE ERKÂNI Bu yüce tarikatta nispeti korumak bağlılığın en büyük şartıdır. Nispetin anlamı şeyhin müridine verdiği ve müridin de kabul ettiği anlaşma, sözleşme, telkin, talim, tembih, tesbihatlar, zikirler ve kulluk adaplarından ibarettir. Bu anlamda nispet aslında tarikatın kendisidir. Salik eğer bu nispeti korumazsa tarikata olan bağlılığını da korumamış olur. Tarikata bağlılığını korumayan tarikattan çıkarılır ve yolundan dönmüş olur. Bu yüzle Allah’a yaklaşamaz. Şimdi salike nispeti korumak gereklidir ve bu salike farz-ı ayndır. Nispeti korumanın esası müridin şeyhe verdiği sözün gereği olarak ondan öğrendiği tesbihat ve zikirleri eksiksiz yerine getirmesidir. SK. HME 15a. Salik, bunlardan en küçük birini bile terk etmeyip şeyhin her bir emrini candan kabul edip bunların üstüne fazladan ekleme veya azaltma yapmamalıdır. Salik, bütün feyizlerin ve ihsanların kapısının şeyh vasıtasıyla açılacağına inanmalıdır. Her yönüyle şeyhe hüsnüzan ederek kötü inançlara yaklaşmayıp hakkına olgunlukla hürmet gösterip kendisine muhabbet ve candan hizmet etmelidir. Şeyhin kendisine tayin ettiği ibadetlere ve şeyh meclisine katılmaya devam etmelidir. Başka şeyhlerin 189 meclislerinden uzak durup onların meclislerine varmayıp şeyhin emirlerine saygı göstererek nispeti yerine getirmiş olur. Eğer bunlardan birini terk ederse şeyhten özür dileyerek yeni baştan rica edip şeyhe sığınarak nispetini yenilemek ve yeminini tazelemek zorunda kalır. Çünkü yeminini bozarak nispetini terk etmiş olur. Bu da Allah korusun saadet ve kurtuluş bulamamanın alameti ve sebebidir. Müride gerekli olan kendi şeyhinden başka şeyhlerle ve kendi tarikat arkadaşlarından başka saliklerle görüşmemektir. SK. HME 15b. Salike düşen kendi şeyhinin aleyhinde olan kimselerin yanına varmamak ve bunlarla sohbet etmemektir. “ Şeyhim Hakk’a ulaştırandır ve beni ancak o Hakk’a ulaştırır.” şeklinde düşünmeli, onun bütün tekliflerini ve tembihlerini can u gönülden kabul etmeli, hepsini lütuf ve bereket bilerek onlara baş eğmelidir. Şeyhim, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin naibidir, diye itikat etmelidir. Buna tabi olmak peygamberler sultanı aleyhisselama tabi olmaktır. Buna biat etmek ona biat etmektir. Buna teslim olmak ona teslim olmaktır, bunun rızası onun rızasıdır, diye itikat etmelidir. Eğer böyle etmezse tabi olmanın nuru kalbinden silinir ve biat beni yok olur. Bir diğeri yüce tarikatın muhabbet rabıtası, muhabbet rabıtasının kapısı dedikleri müridin şeyhine olan sevgisinden ibarettir. Eğer müritçe bu muhabbet rabıtası olmasa feyiz bulamaz ve himmet kazanamaz ve yaptıklarının tamamı boşa gider. Çünkü farzların ikincisi budur. SK. HME 16a. Zira manevi zenginlik kazanmanın sebebi rabıta-i muhabbettir. Onun için bunu da bir esas olarak saydılar. Bu rabıta-i muhabbet dört yol ile olur. Birinci yol budur ki, mürit şeyhinin suretini muhabbet yoluyla düşünerek o düşünce üzerinde kendisini ikna eder. Nitekim aşığın sevgilisinin suretini düşünerek kendisini ikna ettiği gibi şeyhini düşünmelidir. Bu rabıta sebebi ile şeyhin ruhaniyeti müridin batınında hazır olur. Müridin batını o ruhaniyetin ışığı ile aydınlanıp kendisine bazı sırlar görünür ve muhabbetin tamamlanması sağlanır. Böylece şeyhin bazı kemalatı tevarüs yolu ile müride geçerek kendisini gösterir. Mürit bu rabıtaya devam ederse derece derece şeyh gibi olgunluğa ulaşır. Çünkü rabıta-i muhabbet muhabbeti sevenin sıfatlarına dahil eder. Nitekim Muhabbet, mahbubun niteliklerinin maşukun bedeni üzerinde kendini göstermesidir. İkinci yol budur ki mürit şeyhin ruhaniyetine muhabbet yolu ile teveccüh eder. 190 SK. HME 16b. O teveccüh ile bir rütbe kazanarak beşeriyetine dahil eder. O halde şeyhin ruhaniyeti müridin batınında tasarruf eder. Müridin beşeri vasıflarını izale eder ve mürit derece derece şeyhin ruhani vasıfları ile vasıflanır. Bu rabıtaya devam etmenin karşılığı olarak şeyhin bazı hallerine ulaşır ve kendisinin ne hal üzerine olduğu kıyas yolu ile şeyhin gönlünde belirir. O teveccühte kalp rahatlığı ile davranış ve tavırları birleşir. Fakat üçüncü yol budur ki mürit şeyhinin ruhaniyetini sürekli dönen bir daire yahut nurdan yüksek bir kubbe şeklinde tefekkür edip o tefekkürde kendini o dairenin ya da nurdan kubbenin üstünde düşünerek o düşünceye o kadar dalar ki tamamen kendinden geçer ve kaybolur. SK. HME 17a. Şeyhin gıyabındaki ruhaniyeti ve nuraniyeti yolun azalması ile müridin batınında kendini gösterir. O nuraniyetten müridin kalbinde büyük ve iyi bir nuraniyyet meydana gelir. Sonra da derece derece artarak nuraniyet-i asliyeye sahip olur. Böylece mürit buna karşılık olarak şeyhin teveccühü ile bazı kemalata ulaşır. Fakat dördüncü yol budur ki, müridin şeyhinin suretini, ruhaniyeti ile bağ oluşturan bir dalga olarak düşünerek şeyhin huzurunda gösterdiği edepleri farazi olarak belirtilen surette de yerine getirmesidir. Şeyhin huzurunda kendisinin boynunda bir zincir varmış gibi farz ederek ve bu zincirin ucunun da şeyhin ayağında olduğunu düşünerek boynu eğri bir şekilde huzurda şeyhin emrine amade şekilde durmalıdır. Böylece o farazi olarak belirtilen suretten ona ruhani bir feyiz ulaşır. Rabıta ile de mürit tıpkı şeyhin huzurunda eğitim aldığı gibi eğitim alır. Fakat bu durum şu şarta bağlıdır ki mürit fazlası ile sağlam bir itikat ve hüsnüzan sahibi olmalıdır. SK. HME 17b. Şeyhin ruhaniyetine kolay ulaşılmaz. Salik her zaman şeyhe duyduğu muhabbetle gezer ve onun korkusuyla gezip her zaman onu düşünürse şeyhin ruhaniyetinin imdat kapısı açılır, onun yardımına ve himmetine nail olur. “ Ancak beni Mevla’ya o ulaştırır, ondan başkasının beni Mevla’ya ulaştırması imkânsızdır. Hızır gelse de bana fayda vermez.” diyerek, “Şeyhim bana benden fazla şefkat gösterir, halimi benden fazla bilir.” diyerek bu itikat üzere olup her halini ve kendisine perişanlık verecek işlerini ve verdiği sözleri bütünü ile ifade etmek gereklidir. Onun dilinden ne himmet olur diye her sözünde ne demek istediğini anlamaya çalışıp bu sözleri hakikatin sırrı olarak düşünmelidir. Salik şeyhin huzurunda iken, görelim ne söyleyecek diye hazır bir şekilde durup hiçbir kelamını boşa geçirmeyip cümlesinden bir hisse alarak 191 bunu ne için söyledi ya da bu uygun değildi yahut bu çok zordur demeyip hepsini hikmet olarak yüklenmeli ve can kulağı ile dinlemelidir. SK. HME 18a. Bazen şeyhin başkalarına söylediği sözlerden de hisse çıkarıp burada bana da bir tembih vardır, diye düşünmelidir. Şeyh kelam söylerken bir işle uğraşmamalıdır. Başkaları ile konuşmamalı ve izin almadan gitmemelidir. Bazen olur ki salik şeyhin huzurunda nefsini öldürüp istiğrak hali ile kendinden geçer. Müritte bu şekilde sülûklar, edepler, düşünceler ve itikatlar oldukça şeyh müridi kısa bir zamanda makama ve rütbeye ulaştırır. Bu rabıtaların müride fayda verebilmesi muhabbete ulaştırmasıyla mümkündür. Eğer salik muhabbete yakın olmayıp bu edepleri ve sülûk için gerekli olan amelleri sırf gösteriş, dünya ve ahret istekleri için ve korkular yüzünden görünürde teslim olmuş görünüp Allah’ın ve Allah dostlarının yollarından ve niyetlerinden ayrılırsa menziline ulaşması zordur. SK. HME 18b. Muhabbet sevene haktır, öğrenilmiş değildir. O andaki sözler ve edeplerin gerektirdiği gibi sülûk zamanında Allah da yardım eder. Bu ancak himmet ile olur, muhabbette gösterişe kapılmak zındıklıktır, sonradan insanı sarsar. Devamlı olarak şeyhe rabıta et Sevgiline sıkıca tutun Sabah akşam onun hizmetinde ol Ki ihsanını kazanmayı hak et Şeyhe derhal tabi ol Sözünü tutup vefa göster Hakk yolunda böylece yüksel Hakk’ın dergâhına ulaş Şeyhi düşünüp dur Onu kalbinden uzak tutma Daima onunla huzur bul Şeyhin sırrından ders al 192 Şeyhin uykusunda kendini yok et Aşkından başı dönmüş ol İlm-i ledüne inanmış ol Ondan sayfalarca ders oku Şeyhin meclisinde hazır ol Sözlerini dinleyerek nazır ol Kederi sebebi ile övün Ki lütfü senden uzaklaşmasın Sülûkun şartlarından biri olan şeyhin sohbetlerine katılmak da acil ve gereklidir, büyüklerden de büyüktür. Zira genel olarak şeyhlerin müritlerini terbiye etmesi sohbetle ve konuştuğu zamanlarda manası gizli olan işaretlerle olur. SK. HME 19a. Sözleri ise tarikatlardaki sohbet ile olur. Hz. Peygamber, eshab-ı kirama birçok yol ile şeriatı anlatmıştır. Fakat sohbet ile söyledikleri fazla ve açık olduğundan onlara eshab ve sahabe diye isim verilmiştir. Genellikle büyük şeyhler de hizmet ile bazen arkadaşlık ederek, bazen zorlayarak sert bir şekilde ve kızgınlıkla, bazen dokunaklı sözlerle, bazen lütuf ile ve güzellikle saliklere yol gösterip bunlar sırasında birçok tembih, adap ve kurallara işaret ederler. Fakat hiddet ve zorlama tarafında olan işaretler açıktır ve faydası kısa sürede görülür. Fakat salik her ne sebeple olursa olsun bunların hepsini iyilik, yardım ve himmet olarak bilmeli ve hepsine boyun eğip Allah dostlarının gemini ağzına vurup mevcut olan imtihan, çille ve SK. HME 19b. zorlukların tümünden huzur ve safa ile memnun olup incinmemelidir. Aklına küçük bir zorluk ya da acizlik gelmemelidir. Seyr ü sülûk yolunun zorlukları kazançları ile eşittir. Salik, hizmetlerin sona ermesini ve çillelerin bitmesini lütuf görmeyip belki bütün ömrümü, varımı bu yolda bitirsem yine de azdır, daima yardımdır. Bu yolda bulunup kapıları ile bir olduğum bu bana yeterlidir. Kendileri bilir, teslimiyet kapısında rıza eşiğine yüz sürüp bu sülûk ile ebedi mutluluğa ve ebedi sırlara ulaşır. Ey Allah’ım! Bize ve kardeşlerimize ( zorlukları ) kolaylaştır, halimizin zayıflığına merhamet eyle ve bizi gafillerden olmaktan muhafaza et. 193 TENBİH Ey salik, Allah’ın adıyla malumun olsun ki ve can kulağıyla dinleyip kabul et ki bu yüce tarikatın yedi rüknü vardır. Eğer bir kişi şeyhten habersiz olarak yüreği ile bunlardan biri ile sülûk etmek isterse bu yüce tarikatın sırlarına ulaşamaz. SK. HME 20a. Sülûktan çıkar ve bütün emekleri boşa gitmiş olur. Fakat şeyh bu kuralların bazılarına izin vermediyse ya da kendisine izin verilmiş ve emredilmiş ise o zarar vermez. Tarikatın bazı vacipleri, şartları, sünnet-i müekkedeleri vardır. Bunlar sayısı pek çok olan güzel amellerdir. Bunların bazıları yeri geldiği için ifade edildiler ve bazıları da açıklanacaklardır. Hurde-i fukara diye isimlendirilen bazı şartları da vardır. Bu anlatacağımız yedi rükünden biri murakabedir. Bu rüknü şeyh olan kimse salikin kabiliyetine, hizmetine ve durumuna göre izin verirse yerine getirir. Şeyh izin vermezse salik, bunları yerine getirmez ve sülûk edemez. Biri de zikr-i kalbidir ki bu da yeri geldiğinde anlatıldı. Buna da şeyhin izni olmayınca olmaz. Birisi vukuf-ı kalbidir ki bu da şeyhten izinsiz olmaz. Bu üç rükün rükn-i Erbaa’dan sonra olur ve her biri için ayrı ayrı olarak şeyh SK. HME 20b. olan kişi destur vermedikçe ve edebi ile haber vermedikçe olmaz. Yeri geldiğinde açıklanır. Dördüncüsü hıfz-ı nispet, beşincisi rabıta-i muhabbettir, bunlar büyük rükünlerdir. Altıncısı sohbet-i şeyh ve huzur-ı meclis, yedincisi devam-ı hizmet ve emre itaattir. Bu dördünden hıfz-ı nispet ve rabıta-i muhabbeti ifade ettik. Sohbet, hizmet, huzur ve itaat bunlar da bazı münasebetlerle açıklandı. Bunun izahı budur ki büyük Allah dostları demişlerdir ki: “ Huzur-ı meclis-i şeyh ve sohbeti şeyh muhakkak olarak gereklidir.” Zira Pir Muhammed Bahâüddîn Hazretleri tarikatlardan bahsederken: “ Toplum için en hayırlı olan tarikatlardaki sohbettir.” demiştir. Buradan anlaşıldığı üzere salik olan kimseye tarikat yolunda ilerleyip tarikatın adap ve erkânına uymanın yanında sohbet de gereklidir. Salik, özellikle şeyhin huzurunda söylenen sözleri dinleyerek sülûk sohbetlerini idrak etmek, anlatılan ve SK. HME 21a. söylenen sözleri can kulağıyla dinleyerek bunlardan ders çıkarmaya ve şeyhin her bir sözünden bir edep öğrenmeye gayret göstermelidir. Çünkü ariflerin sohbetleri yüce Allah’ın tecellilerinden ortaya çıkmaktadır. Vakit ise geçip durur, o sözler ise her zaman olmaz, gelişat her zaman gelmez ve tecelliler tekrar ortaya çıkmaz. Biten sohbetler bir daha bulunamaz. Salik, hemen gözlerini açıp bunlarla 194 birleşerek fırsatı kaçırmayıp her bir sözü hikmet bilerek hazır olmalıdır. Zira saliklerin yollarında bazı makamlardan atlayarak bazı makamlara ve derecelere ulaşmaları bunları kavrayıp idrak etmekle olur. Farzlar, sünnetler, nafile ibadetler ve oruç ile olmaz; belki sohbet ile itaat edip hizmet etmekle, adap ve erkânlara uygun hareket etmekle olur. O sohbetler çoğu zaman ibadetlerden daha faziletli olur. Nitekim Sultanımız Sallallah u ‘Aleyhi ve Sellem sahabelerden birine SK. HME 21b. bir adam gönderdi. O kimse namazımı kılayım da sonra gelirim diyerek namazını kılmak ile meşgul oldu. Daha sonra saadet meclisine geldi. Buyurdular ki: “ Niçin geciktin?” “ Namaz için geciktim.” diyince bu defa sultanımız buyurdu ki: “ Benim meclisime gelip icabet etmek sana namazı vaktinde kılmaktan ve bunun gibi nafile ibadetleri cemaatle yerine getirmekten daha faziletlidir.” Bazı vakitler olur ki ariflerin meclisinde bir an bulunmak bin saat ibadet etmekten daha hayırlı olur. Onun için bir arif şöyle buyurdular: “Allah ile sohbet edin. Eğer siz Allah ile sohbet edemiyorsanız sizi Allah’ın sohbetine ulaştırması için Allah ile sohbet edenlerle sohbet edin.” Zira onların sohbetleri kalbi saflaştırıp cilalar ve sohbet kalplerdeki engelleri, perdeleri ve vesveseleri izale eder. Onlara bazı vakitlerde söz arasında ve bazen murakabe halinde, bazen dilleri SK. HME 22a. söylerken her şeye gücü yeten Allah’ı müşahede ederler ve saliklere de birçok sırrı müşahede ettirirler. Fakat onlar bilmez ve anlamazlar. Çünkü bilseler kalpleri perişan olur ve nefisleri safa bulur. Hemen onlarda bir ruhaniyet, bir lezzet veya taze nurlar meydana gelir. Fakat Allah korusun bunlardan birine dahi uymayıp belki kendinde manevi bir sıkıntı ya da gaflet uykusu olursa ona salik denmez. Tamamıyla nefsi şeytanın elinde kalmıştır. Tekrardan tövbe edip yeniden Allah’ın yardımını dileyerek ve düştüğü zillet karşısında pişman olup Allah’a yalvararak edep ve kalp sahibi olana sorulur ki: “ Vaizlerin, hatip, imam ve görünüşte âlim olanların sözlerinde bu tatlılıklar niçin yok? ” Ona cevap budur ki, şeyhlerden bize ulaşan sohbetler âlem-i cem-i cumhurdan zuhur eder. Onlara ulaşan mürşitlerle âlimlerin sözleri arasındaki fark buradan kaynaklanmaktadır. SK. HME 22b. Şeyhlerin kelamı Allah’ın tecellilerinden, kudretinden ve Allah’a olan yakınlıktan ortaya çıkar. Şeyh her ne söylerse görünüşte hakikate tam erememiş, tevhidin derin hakikatlerinden haberi olmayan insanların sözleri gibi olsa da elbette 195 onlarda tecellilerin eserleri, hayatın ilhamı ve anlamı derinlerde olan hakikatler vardır. Dünya malını arzulamak büyük bir hatadır. Onun için şeyhlerin sözleri salikleri gerçekleri görmeye yaklaştırır ve kurtuluş kapısını açmaya ulaştırır. Fakat bu sırlardan herkes durumuna, niyetine ve kalbine göre birtakım çıkarımlarda bulunur, bundan fazlasını anlayamaz. Onun için bir mecliste birçok söz olur ki o sözler birçok kişi arasında yayılır, birçok kişi bunlardan manevi sıkıntı duyar ve birçok kişi de habersiz olur. Ariflerin meclisinde birçok kelam söylenir ki bazı salikler niyetlerine ve kalplerinin gördüğüne göre o sözlerden feyiz alıp hislenirler. Nice salikler de sıradan insanların sözü gibi dinleyip SK. HME 23a. faydasız bir şekilde giderler. Sözün özü şeyhlerin kelamları diğer insanların sözleri ile kıyaslanamaz. BEYT Ariflerin feyizleri Hz. İsa’nın nefesi gibi sohbetledir. Onlar sözleri ile sonsuz bir hayat bağışlarlar. Arifler sözleri ile saliklere feyiz verirlerse şaşılır mı? Onların sözleri kaynağını kudret makamından alır. Şeyhler, sohbetleri ile saliklere feyiz verdikleri gibi onların nazarları bile himmettir, saliklere feyiz verir. Çünkü onların nazarı Hakk’ın nazarından kaynaklanmıştır. Bazı vakitlerde Şeyhlerin bir nazarı hakikatin sırrını ortaya koyar, bir nefesi ve bir nutku genelin üzerinde bir anlam ifade eder. Salikin ism-i azamı şeyhinin dilinden çıkan nutuktur. Necmüddîn Kübrî kuddise sırrıhu hazretlerine bir halet geldi. Köpeğe baktı, köpekte acayip sırlar ortaya çıkınca şaşırdılar. Şeyhlerin hizmetine devam edenlerin böyle hallere rast gelmeleri çok görülür. SK. HME 23b. Ama salikler bu zamanı gafletle geçirirse ve niyeti sadık değilse bu durumu bilemezler. Bilseler de araştırıp bulamazlar ve emekleri zayi olur. Çünkü meclis sahibi olan mürşit, şeyhlerin pek aşağı ve gafili dahi olsa onlarda da bu ruhaniyetler ve tecelliler çok ortaya çıkar. Eğer gaflette iseler kendileri dahi bilmezler. Derhal Mevla’ya yakın ehl-i diller hürmetine cümlemizi gafletten uyandırıp onların meclisine ermeye emin ve şeyhlerin ve ariflerin dahi yüzlerinden yüce Allah’a karşı 196 perde olan beşeriyetleri def edip zat ve sıfatlarının sırlarını yüzlerinde açığa çıkarmıştır. Ariflerin yüzünden nice insanlar hidayet bulurlar. Yüce Allah onların vasıtasıyla onları hidayete erdirir. Salik olanlar Hakk’ı bilirler ve bulurlar. Bu tarikat iledir ki peygamberlerin en büyüğü salavallah u ‘aleyhi nebiyyina ve ‘aleyhim ve büyük evliyalar kuddisallah SK. HME 24a. esrarühüm hazretleri insanı aydınlatıp hidayete erdirirler. Şimdi bunların yüzlerini görmek Hakk’ı görmek gibidir. Nakledilir ki Ebu Turab Nahşebî kuddise sırrü’l ‘aziz bir salik der ki; “ Yüce Allah günde yetmiş kere kuluna tecelli eder.” Ebu Turab Nahşebî buyurdular ki: “ Yetmiş tecelliden Bayezîd-i Bistamî ki şeyhindir, bir kere yüzüne baksan görmek hayırlı ve faydalı değil mi? Elbette daha iyidir.” O salik kalkıp Bayezîd’e rast gelip bir bakışta emanetini teslim etti. Bayezîd Efendimiz cevap buyurdular ki: “ Onda olan tecelli tecelli-i esma idi ve bizde olan tecelli tecelli-i zattır. Tecelli-i esmaya mazhar olan tecelli-i zata tahammül edemez. Onu görünce ona da mazhar olmak istedi fakat ardından meydana gelen tecelli kabiliyetinin üstünde olduğundan adam tahammül edemediğinden öldü.” Allah’ın tecellilerine tahammül SK. HME 24b. kabiliyetinin genişliğine bağlıdır. Şimdi tarikat yolunda şeyhlerin sohbeti, eğer adabına uygun olarak hareket edilirse büyük bir kural ve gerekli olan bir farz oldu. Eğer adabına uygun hareket edilmez ise faydası olmaz, belki de zararı olur. Ey yüce Allah’ın yolunda yürüyen salik, bilmiş ol ki mürit şeyhinin meclisine ve sohbetine gelmeyi arzularsa daima yanında hizmette olmayana göre abdest alıp ve kalbini temizleyip güzel niyetler edip beni Allah’a ulaştıran bana yol gösteren rehbere giderim. Bir kere meclisiyle müşerref olup cemalini görüp dertlerime bir deva ve hastalıklarıma bir şifa, kalbimi mücella kılıp canımı, başımı ve varımı yolunda feda ederek onun yanına giderim. Acaba bütün kusurlarımı bilip görürken ve ne şekilde bir hayvan olduğum kendisinin malumu iken bir mürüvvet gözü ve kerametli bir bakışı ve hakikatin sırlarını açıklayan sözlerine malik olur muyum? Bize bir iltifat eder mi? Yoksa kendi halimizce bizi huzurundan kovar mı? SK. HME 25a. Huzurundan kovarak hatalarımı affetmez mi? Her hangisi ortaya çıksa lütuftur, yardımdır. Köpek gibi kapısının önünde eşiğini Kabe eşiği bilerek siyah yüzümü sürüp yüce eşiğinde beklemeye inşallah izin vardır. Ola ki yüce nazarına rast 197 gelsem, bir iltifat etseler ona dahi razıyım. Hiç nazar etmeseler de kapıdan kovmasalar ona da razıyım. Eğer kapıdan da kovsalar inşallah kalpten kovmazlar. Bir müddet bu kapının köpekliğini edeyim, diye hayaller ile bu sevda ve bu aşk ile yolunu şaşırmayıp kendini sıkıntıya düşürmeyip elbet bir gün mürüvvet ederler, ne zaman ki hatamız affolup o kapıya yine yüz sürmeye layık olursam bana yeterdir. O gün bu gündür, diye güzel düşünce ve itikatlarla SK. HME 25b. bütünüyle düşünerek manevi huzuru bulmuş gibi ikrarlı ve ihlaslı olup varmadan önce bu niyetlerle biraz saadet ve lütuflar bulur. Ancak Mevla’sı bilir ve sonunda kendisi de arif olup her bir iyi niyet, ibadet ve taatten daha hayırlı olur. Kalp ile bu hizmet tamamlanınca vücut ile de bütün düşüncelerden ve açıklamalardan kendisini tahliye ederek halisane bir niyet ile şeyhin huzuruna büyük bir edeple dahil olur. Salik, şeyhin elini öper ve geri dönmekten rücu ederek muradına erenlerin safında el bağlı, boyun eğri ve başı önünde bir şekilde bekleyip şeyh içeri girmesini emrederse emrettiği ve işaret ettiği yere gidip tevazu ile sağ dizine bakıp ve kelama muntazır olmalıdır. Şeyh sorguya çekerse konuşmalı ve sebepsiz yere şeyhin yüzüne karşı söz söylememelidir. SK. HME 26a. Sükût üzere ola ve düşüncelerini hayal ürünü vehimlerden ve şüphelerden men edip şeyhin sohbetlerini can kulağıyla dinleyip hüsnükabul ile kabul etmelidir. Şeyhin ne kadar emri ve tembihi varsa hepsini candan kabul etmeli. Şeyh ne kadar kelam söylese de yine de biraz daha nasihat etseydi ve ne kadar emri ve tembihi varsa bundan biraz daha fazla olsaydı diye temenni eylemelidir. Eğer şeyhten görünüşte şeriata aykırı olan ve nefsin ürküp razı olmayacağı bir söz duyarsa ben anlamadım ve bilmem, elbette şeriata uygundur. Söylenmek istenenin doğrusunu şeyhim bilir, elbette güzel söyler diye itikat etmelidir. Şeyhin hallerine, kavillerine, fiillerine ve kelamlarına her ne sebeple olursa olsun itiraz ve şüphe etmeyip gerçekten itikat ederek beğenmelidir. SK. HME 26b. Şeyhin bazı sohbetlerinde kendisinde şüphe uyandıracak bir durum ortaya çıkacak olursa sabredip biraz düşünmeli, şüphesi kalkmazsa gelip şeyhin elini öperek o şüpheyi halletmelidir. Şeyhin bütün sözlerini Hakk’ı ifade eden sözler olarak bilmeli ve bu sözleri ezberlemelidir. Şeyhin bazı sözlerini virt edinip dilinde sürekli devretmelidir. Eğer şeyhin zikirleri varsa onu hepsinden üstün tutup ondan lezzet almalı, feyiz bulmalı ve bunların gerektirdiği şekilde davranmalıdır. Sohbetlerin 198 tamamında kalkıp izin alarak ve şeyh izin verirse kalkıp hayâ ile yalvarıp şeyhin elini ve dizini öpmeli, geri dönerken boynu eğri bir şekilde halvetine gitmelidir. Orada şükür namazı kılıp şeyhine dua etmelidir. Allah’a ulaşmanın sebebi edeptir. Allah’a giden yolun azığı edeptir. Şeyhin meclisine edeple varanlar. Orada sonsuz bir bereket bulurlar. SK. HME 27a. Tarikat ile kasıt ancak edeptir. Edep hakikatin içindeki mayadır. Şeyhine edeple hizmet edenler. Gökyüzüne ulaşıp gölge saldılar. Bu zikri geçenlerin tamamı gerek huzur-ı şeyh ve gerekse de hizmet-i hurde-i fukara diye adlandırılan adapların bahsi aşağıda açıklanacaktır. Fakat saliklere sülûk esnasında meydana gelen haller, makamlar ve engeller beyan edilsin ki bunları işitip anlayan kalbinde hıfz edip gerektiği gibi amil ve salik olmadıkça fayda vermez. Bilinsin ki yeni talebelerin sülûku esnasında üç türlü perde vardır. Bunlar saliki sülûkundan geri bırakıp ve bu yoldan soğutarak istikamet üzerinde yürümesine engel olur. Evvelki perdeler şehvet olaylarıdır ki salikleri nefsin arzularına doğru çekerek haktan uzaklaştırır. Bazen olur ki zahirine SK. HME 27b. zikir ve Hakk yolu hakkımda hayırlıdır diye sülûk eder. Fakat nefsin arzuları onu Hakk’tan uzaklaştırıp mahcup eder. İkinci perdeler adetler, merasimler ve huylardır. Bu adetler aslında olan hallerimizdir. Bunlarda ne zarar var, diye şeytanın hilelerine kapılan nefis saliki devamlı o taraflara gitmeye zorlar. Salik, bunların cümlesinden kurtularak tazeden yeni bir yol tutarak sülûkunu devam ettirse de yine de Hakk’a karşı mahcup olur. Üçüncü perde ise sebeplere bağlanmadır ki müsebbip olan Allah’ı düşünmeyip sebepleri ile fazlasıyla meşgul olmakla Hak’tan uzaklaşır ve sülûkuna engel olup kendisini mahcup eder. Bu sebeplere bağlanıp orada 199 durur. Hakiki müsebbip olan Allah’tan gafil olur ve yolundan ayrılır. Bu perdelerin arasında şeytan ve nefis yeni talebe olan saliklere SK. HME 28a. hileler, vesveseler ve ısrarlar ile nice tuzaklar kurup, kimisi arzuları ile kimisi istemeyerek, kimisi şeriata uygun olduğunu öne sürerek, kimisi insanların adetleri ile kimisi de geçimini sağlamak gayesiyle kendisini tehlikeye atarak kalbini şeytana parçalatır. Şimdi saliklere vacip olan şeyhin bütün uyarılarını ve emanetlerini iyice anlayıp kavradıktan sonra bu perdelerin ortadan kalkması için daima Kelime-i tevhidi zikretmeye devam ederek ve kalbi ile de şiddetli bir gayretle nefsine muhalefet ederek nefsin arzularına uymayıp aklıyla şeytanın ve nefsin tarafına tabi olmamaktır. Salik, ancak geleneklerin şehvetine kapılmayarak perdeleri izale edip mahcup olmayıp gaflet perdelerini ve nur perdelerini SK. HME 28b. dahi ortadan kaldırarak Hakk’a ulaşmaya müyesser olabilir. İlk önce gaflet perdesini ortadan kaldırmak için salike vasıtalar lazım ve vaciptir. Onlar nefsin beğenilmeyen davranışlarıdır. Kibir, enaniyet, kin tutmak, inkar, haset, düşmanlık, nefret, intikam ve üzüntüleri dışa vurmak bu perdeler salikin önündeki büyük engellerdir. Salik şeyhine hizmet ile nutuklarını kabul edip nefsinin arzularından vazgeçip Tevhid-i şerifi zikretmeye devam ederek bu perdeleri izale etmedikçe sülûkundan lezzet bulamaz, bulsa da bu nefsani bir lezzet olur. Güzel ahlaklarla vasıflanmaz bu sıfatları izale ettikten sonra güzel ve ruhu dinginleştiren sıfatlar ki bunlar tevazu, mürüvvet, haramdan kaçınmak, cömertlik, yumuşak huyluluk, sabır ve bunlar gibi sıfatlara sahip olmadığı bu vasıflara kederlenen bir müddet sülûkundan lezzet alamaz, bulsa feyiz alamaz, nasibi olan ruhani sırlara vakıf olup bunları anladıktan sonra bu sıfatların da ruhani perdeler olduğunu anlar. SK. HME 29a. Tevekkül, teslim-i rıza, lika-i muhabbet bu bölümlere dâhil edilerek o ruhani perdeleri bu güzel ahlaklar izale eder. Allah’ın sıfatlarının nurları ile boyanıp bu vasıflara sahip olup bunların hakkını verirse tasavvuf ehlinin gittiği yolun başına ulaşır. Böylece derece atlayıp Allah tamamlamayı nasip etsin üçüncü rütbeye ulaşıp arif-i billah, vasılullah ve Hakk ile Hakk’a ulaşır. Ey Allah’ım! Seni seven ve sana kavuşanların hürmetine bizlerin ve bütün saliklerin işlerini kolaylaştır. Bu makamlarda fenafillâh ile bekabillâha ulaşıp ilahi sırlardan ve kendi haddinden haberdar olur. Burada Rahman ve Rahim olan Allah’ın kokusunu hissederek Hakk’ın kendisine 200 müstağrik olunca bütün işaret edilenleri, anlaşılanları ve büyük arzuları görünüşte halk ile söyleşir ve sıradan insanlar gibi bahseder. Kimse bilmez fakat o nurlar ve o sırlarla karışıp içeriden içeri SK. HME 29b. bir hale düşüp ancak kendisi ve Mevla’sı arasında vahdet-i vücut ile Zatü’l-hayy’ı müşahede eder. O zaman o salikin Hakk’ı görmesi Hakk’ın görmesi olup o zevk ile seher vakti ve vecd zamanı kendi yerinde, kendi hali ve kendi eğlencesi ile safa bulur. Etraftan görenler bir şey anlamayıp kendileri gibi zannederler. Meğerki kendi haline başkalarını vakıf kılmak istesin ya da kendisi gibi o makama varmış olsun. O makamda Kelime-i tevhidin üçüncü manası Allah’tan başka ilah yoktur. Mülahaza olunur. O makam cemü’l- cem makamıdır. Orada Allah’tan başka bir şey bulunmaz. Bu makamda hakikatin sırlarını açıklayan sözler çoktur. Fakat meydana gelmesine tahammül edilemediğinden onlar yazılmadı. Bunlar ancak o makamlara ulaşıp oraya dâhil olunduğunda anlaşılır. Bilinsin ki salik, sünnet-i seniyyelere şeyhin izniyle devam edip SK. HME 30a. nafile ibadetlerle Allah’a kavuşmayı arzulamalı ve nafile ibadetlerle meşgul olmalıdır. Ta ki farzlarla ve Hz. Muhammed’in getirdiği şeriat üzerine zahirini mamur edip Allah’ın dergahına layık olmaya hazır olana kadar. Nitekim hadis-i kutsi-i şerifte şöyle buyruldu: “Kulum ta ki ben onu ( Hz. Muhammed) sevinceye kadar durmadan nafile ibadetlerle ( sünnetlerle) meşgul olup bana yaklaşıyor. Ben onu sevdiğim zaman ister onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, konuşan dili olurum, uzattığı eli olurum.” Böylece nafile ibadetlerin kulları Allah’a yaklaştırmasının muhabbet için gerekli olduğu farzların, gerekli olan tüm şeylerin ve sünnetlerin olgunlukla yerine getirilmesinden sonra olur. Belki de bunu öncelik haline getirir. Nitekim şöyle buyrulur: “Maksadını aşan işlerle meşgul olmak mefrurdur.(israftır.)” nafile ibadetlerle ifade edilmek istenen sünnet olan ibadetleri yerine getirmektir. Yoksa bidatler ve muhaddislerin belirttiği ibadetler değildir. Bazı cahil şeyhler saliklerine on iki, elli ve kırk defa namaz kılmayı tayin ederek boşuna zahmet SK. HME 30b. çektirirler. Allah korusun bunlar bidattir. Hadis-i şerifte: “Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hediye Hz. Muhammed’dir. Şerlilerin en şerlisi ise dinde olmadığı halde dine sonradan eklenen ve yeni icat edilen şeylerdir.” 201 buyruldu. Hadislerdeki emirleri kabul etmeyenler reddedilir. Salik, nafile ibadetlerden hangisi adet olunmuşsa onları virt edinmelidir. Salik, Şeyhten o ibadeti terk etmesi yönünde bir emir gelip bu durumu ortadan kaldırana kadar bu ibadetleri vakti gelince terk etmemelidir, terk ederse daha sonraki zamanlarda onu yerine getirmelidir. Zira “Amellerin en hayırlısı devamlı olarak yapılan amellerdir. Başka bir rivayete göre ise az olan fakat devamlı olarak yapılan ameller devamlı olmayan çok amellerden daha hayırlıdır.” mefhumu gereği böyle alışkanlık haline getirdiği nafile ibadetleri yerine getirmelidir. Salikin Hakk yolunun başında olduğu vakitlerde mümkün oldukça halktan uzak durarak Hakk ile ünsiyet tahsil etmesi gerekir. Yeni saliklerin seyr ü sülûk yolunda mesafe kat etmiş salikler gibi insanlar ile karışmasını, Hakk ile ünsiyet kurmak ve Hakk cemiyetinde olanlarla halvet ve ülfete engel olmayana kadar göremezsin. Bazı SK. HME 31a. şeyhler ve tarikat yolunda mesafe kat etmiş saliklerin halvet-i zahiriye etmeleri halvet-i batıniyyeyi tahsil etmek içindir. Fakat halvet-i zahiriye şeriattan daha makbul değildir. Peygamberler sultanı aleyhisselam peygamberlik makamına oturduktan sonra asla insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilmedi ve böyle bir şeyi de emretmedi. Daima zahirde halka şeriat kurallarını öğretir, batında ise Hakk ile ülfet ve ünsiyet kurardı. Yalnız başına Mevla’sına yalvarır ve niyazını yenilerdi. Onun için buyurdular: “Benim için Allah ile geçireceğim bir vakit vardır ki ne Allah’a yakın olan melekler ne de Allah’ın gönderdiği peygamberler o vakte sığarlar.” Eshab-ı kiram da daima halk ile ülfet ve ünsiyet ederdi. Büyük evliyaların geneli zahirde halk ile ve batında yalnız başına iken Hakk ile ülfet, ünsiyet ve muhabbet ederdi. Zira hal ehli olanların genelinin hali insanlara göründüğü gibi muamele olur ve batında ise Hakk ile muamele olur. Nitekim yüce Allah bu duruma işaret ederek kelam-ı kadiminde SK. HME 31b. Şöyle buyurdular: “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tespih ederler.” Salik olan kimse her gündüzünü ve gecesini düşünüp muhasebe ederek Hakk yolunda ne kadar geçmiş, dünya ve nefis yolunda ne kadar geçmiş hesap varsa dikkatli bir şekilde düşünüp ona göre pişman olup ona göre üzülüp haline şükretmelidir. İşin özü gafletten uzak durup Allah yolunda makbul olmalıdır. Allah dostlarının gözünde mahcup olmayıp eline geçen fırsatı ganimet bilerek zaman kaybetmeden beş günlük dünyada olgunluk kazanmak için 202 himmet tahsil etmelidir. Bir görev vaktinde ihmal edilip yerine getirilmezse insanın kalbi aradan geçen zaman zarfında o görevden soğur. Görevini yerine getiremez, mefhumuna göre vaktini boşa harcamayıp kalbini korku ve gafletten ve masivaya bağlanmaktan korumalıdır. Dilini boş sözlerden, dünya işlerini konuşmaktan, bakışlarını görünen âlemden, kulaklarını boş sesleri işitmekten, ellerini ve mevkisini boş işlere yapışmaktan ve boş işlerle uğraşmaktan korumalı ve men etmelidir. Daima istiğfar ile zikrederek SK. HME 32a. ve fikrederek daima nefsiyle mücadele üzere olup seyr ü sülûk yolunda dosdoğru yürüyerek yol adabına uyup, sırları saklayarak, hizmeti korumalı ve ibadetleri yerine getirmelidir. Vaktini yanlış düşüncelerle geçirmek çeşitli musibetlere sebep olur. Bu mefhuma göre zamanını boşa geçirmeyesin, son pişmanlık fayda vermez. Bu yere gelinceye kadar şeyh Ahmed-i Kâmil’in ve Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin ve aziz efendimizin uygun gördüğü şekilde alınıp sülûk yolunda ilerlemiş olan saliklerin kabiliyetine ve tahammülüne göre sülûka başlamaları için lazım olacakların en zararsız ve kolay olanları yazıldı. Bundan sonra aşağıda açıklananlar hurde-i fukara olarak adlandırılmıştır. Allah dostlarının yolunda sülûk edenlerin çoğu bu şekilde doğru yolu bulur ve sülûkun adap ve erkânını öğrenir. Gerçi bunları çoğu daha önceden de geçti ise de bazısı bilinmedi. Nasuh İbn-i Şeyh Ali hazretleri nice saliklerin temennisi, ricası ve adımlarıyla zamanın şeyhlerinin kutbu ve saliklerin mürşidi SK. HME 32b. Olan Sinan-ı Ümmî kuddise sırrıhu hazretlerinin talimi ve irşadı üzere açıklayıp bazı şeyh ve mürşitlerin ariflerin kutbu olan aziz efendimiz hazretlerinin hakikatin sırlarını ifade eden sözleri ile beraber etraflı olarak açıklanıp yazıldı. Şimdi buyurmuşlar ki cümle günahlarına kalpten gelerek tövbe etmek, şeyhten yardım istemek ve Hakk yolunu arzulamak salik olana gerekli olduğundan yardımdan sonra kendisini şeyhe teslim etmelidir. Şeyh ne derse ve ne söylerse salik, asla ve katiyen muhalefet etmeyip bir sözüne dahi karşı çıkmayarak, münakaşaya girmeyerek ve şeyh bir şey söylerken niçin veya olmaz dememelidir. Şeyh konuşurken gözlerini dikip yüzüne bakmamalı, önüne bakmalı ve kuru yere yalın ayakla basmamalıdır. Şeyhin seccadesine oturmamalı ve basmamalı, şeyh izin vermiş ya da zaruri olsa da bardağından su içmemelidir. Bir haber vermek için gelmiş veya şeyh izin vermiş olsa da şeyh ile diz dize oturmamalıdır. 203 SK. HME 33a. Meydana gelmiş gibi veya buna benzer müşkül gibi şeyhin rızasının olmadığı sözleri söylememelidir. Şeyhin huzurunda ya da gıyabında gerek dünyevi ve gerekse de uhrevi bir şey teklif edip şöyle yapalım dememelidir. Belki her ne hali varsa arz edip şeyhin dediğine razı ve teslim olmalıdır. Şeyh ne derse emrine uymalı ve giderken izin alarak, elini veya dizini öpüp gitmelidir. Şeyhin yanında çok durdum huzursuz oldum ve şeyhin yüzüne “ Olur amma sultanım…”dememelidir. “Pek güzel, baş üstüne efendim.” demelidir. Şeyhinin gıybetinde “ Efendim hazretleri şöyledir ve buyurur.” demelidir. Zaruri olsa ve şeyh izin verse de şeyhinin yanında bir işle meşgul olmamalı ve nafile namaz kılmamalıdır. Şeyh ne telkin ederse onunla meşgul olmalıdır. Tarikattan asla alakasını kesmemelidir. Manada ne SK. HME 33b. görürse az veya çok olsun şeyhe söylemeli, arz etmeli ve başkasına kesinlikle söylememelidir. Anlamını öğrenmeye geldiğinde şeyhin dizini öpüp söylemeli, şeyh tabir ederse dinlemeli, tabir etmezse nedir diye sormamalıdır. Şeyh mecliste ayağa kalktığında kendisi oturmamalı ve şeyh su içtiğinde yanında olanlar ayağa kalkmalı dolup aksırsa yine böyledir. Şeyh bir kişiyi tayin ederse bazı virtlerini ve emirlerini ona söylemeli, yanında tükürmemeli ve virt okunurken uyumamalı tamamını dinlemelidir. Şeyhin kisvesi göründüğünde kalkıp başını aşağı eğmeli, şeyh meclisindeyken etrafına bakmamalı, şeyh bir yere veya evine gelse lütuf bilip geldiği gibi şeyhin elini öpmelidir. Hizmette kusur etmemeli; elbisesi, bedeni veya bunun gibi bir şey ile uyanmamalıdır. Diğer insanlarla mecliste konuşmamalı, mecliste SK. HME 34a. ve gıybette el oyunu etmemeli, vesaire dünyalık işlerle uğraşmamalı, dünyalık söz söylememeli ve kimsenin hücresine varmamalıdır. Sebepsiz yere varırsa selam vermeli ve ardından işini görüp dönmeli, ayaküstü dahi oturmamalıdır. Herhangi bir konuda karşısındaki ile çekişmemeli ve çarşı yemeğini yememelidir. Şeyh ne derse veya ne gelirse onu yemelidir. Yakın ya da uzak olsun bir yere gidecek olursa şeyhten izin almalı, izinsiz gitmemelidir. Yürürken gövdesini ve kollarını sağa sola sallamamalı, arkalanmamalı ve göğsünü gere gere yürümemelidir. Yukarı bakmamalı, önüne bakıp ellerini kavuşturup, gözleri ile ayağının burnuna bakarak yürümelidir. Kendisine lazım olmayan sözlere karışmamalı, söylememeli ve kahkaha ile gülmemelidir. Helâya giderken helâya varmadan çözünmemeli, açılmamalı ve bakmamalıdır. Sindirmemeli ve kimse ile konuşmamalıdır. Kıbleye karşı 204 oturmamalı, açık yere işememeli ve hacet gidermemelidir. Zaruri olsa üstünü örtmeli ve donunu SK. HME 34b.bağladığını ve avret azasını kimseye göstermekten kaçınmalıdır. Mendilini omzuna atmamalı, kollarını giymeli ve kuşaksız durmamalıdır. Yemek yerken kaşığını ağzı yukarı gelecek şekilde koymalı ve çabuk çabuk yememelidir. Tok gözlülükle yemek yemelidir. Bir mecliste yemek yenirken ya zikir ya da Kur’an üzerine gelse hemen oturup hepsinden sonra es-selam demelidir. Kötü sözleri diline almamalı ve kötü anlamları çağrıştırmamalıdır. Mesela hımarın, kelbin, farenin, bevlin, tağutun Türkçesini söylememelidir. Avret yeri ve buna benzer arif ve kâmillere layık olmayan sözlerden uzak durmalıdır. Hücresinde mum yakmamalı ve şeyh izin vermezse okumamalı, eğer şeyhten destur alırsa mum yakıp okumalıdır. Yeni saliklerin ve yabancıların meclisine varmamalı, zorunlu olursa onlarla konuşmamalıdır. Salikler, kendi tarikat kardeşlerinden kâmil olanlarla hasb-ı hal etmeli, yüce tarikatın yol ve erkânlarını istişare edip şeyhe dua etmelidirler. Şeyhin kapısında olanlarla düşmanlıkla değil kardeşlikle söyleşmelidirler. SK. HME 35a. Birbirlerinin yüzüne karşı övgülerini söylememelidirler. Şeyh filan dememeli, belki de efendim şöyle demelidirler. Birbirlerine de filan dememeliler ya kardeş ya dede ya da kâmil olanlarına baba ve şeyhine baba efendi dense daha uygun olur. Salik sarığını çok düzeltmemeli, yan olarak oturmamalı ve zorunlu olsa da gaflete düşüp ayaklarını uzatmamalıdır. Zikrederken dizinin üstünde, terbiyeli bir şekilde ya da kement ile oturmalıdır. Zikri şevk ile dinlemeli ve bugün istediğim bu kadardır dememelidir ki bu hatadır. Daima istekle, şevkle ve edeple oturmalı, şeyhin huzurunda başını eğip kendisini bütünüyle şeyhe teslim edip teveccühle gözlerini kapatarak oturmalıdır. Zikir esnasında adaba hürmet gösterip Allah dostlarının meydanından dehşet alıp tazim üzere kalbini rabt ederek zikretmelidir. Eğer şevki galebe gelip vecd haline girerse sesini şeyhin sesine uydurmalıdır. Ne olursa olsun yemek SK. HME 35b. yerken diz çökmelidir. Yemek yerken, zikrederken, Kur’an okunurken su içmemeli, pazartesi ve perşembe günleri oruçlu olmalı ve kimseyi zorlamamalıdır. Zikrederken, el- hayyat okunurken gözlerini yummalı, ta ki gözlerinden gönlüne bir yol bulana kadar başkalarına karışmamalıdır. Bir toplumda şeyh söylerken saliklerin hepsi dinlemeli veya bir kardeş söylerken ya dinlemeli ya zikretmeli ya da 205 sessiz olmalıdırlar. Dünyalık konuşmamalı ve haram eğlencelere dalmamalıdırlar. Bu salikleri perişan eder. Salikler haram eğlencelerin olduğu ehl-i dünya meclislerine varmaktan sakınmalılar ve yanlarına dahi yaklaşmamalıdırlar. Kalpleri perişan olur, gafletleri artar ve şeytana uyan nefis fırsat bulur. Yemek yedikten sonra şeyh hazır ise salikler sağ yanından başlamalılar, şeyhin ellerini yıkadığı suyu yere dökmemeliler ve şeyhten sonra onunla ellerini yıkamamalıdırlar. Yemeğe el sunmamalılar, yemekten sonra süpürmeliler ve şeyhin ellerini yıkadığı suyu başka ele karıştırmamalıdırlar. SK. HME 36a. Bu zikredilen amellerin geneli şeyhin izniyle olursa ve şeyh izin verirse bunlara uymanın bir zorunluluğu yoktur ve engel değildir. Yemek yedikten sonra dua edip Allah dostlarının demini çekmeli, işrak namazı ve evvabin namazlarını şeyhin izniyle kılmalıdırlar. Salikler, gün doğarken, batarken ve güneşin tam ortada olduğu zamanlarda konuşmayıp zikir ve tefekkürle meşgul olmalıdırlar. Şeyhin izni olmadan biraz namaz kılıp sevaba gireyim diyerek delalete düşmemeli ve her şeyden önce şeyhin rızasını gözetmelidirler. Salikler, şeyhin rızasını Allah’ın rızası ile birlikte bilmeli; zikir, virt ve ders okunurken aralarından geçmemeli ve konuşmamalıdırlar. Şeyhin huzurundan arkasını dönerek çıkmamalı ve şeyhin olmadığı zamanlarda bile teveccühle girip oturmalıdırlar. Şeyhe husumeti bulunan, ondan nefret eden özellikle şeyhi istemeyip ya hasedinden ya da cehaletinden dolayı böyle olan kimselerle konuşup onları dost edinmemelidirler. Onları Allah’a havale etmeli ve inkâr edenler arasında SK. HME 36b. bulunmamalıdırlar. Zorunlu olarak bunların yanına varılırsa hakkın açığa çıkmayacağını bilirse ve ikrara gelmeyeceğini anlarsa mücadele etmemelidirler. Bir Allah dostunun huzurunda iken önünden geçip, bir kargaşa ile ya da söz ile ona engel olmamalıdırlar. Dünyanın zorlukları karşılarına çıkacak olursa Hakk’tan gafil olmayıp teveccühten mahrum olmayarak kalpleri ile zikir ve fikir ile meşgul olup basiretli olmalıdırlar. Eğer hatayla bir küstahlık ya da bir kabahat işledilerse hemen o saatte tövbe edip kesin bir pişmanlık duymalıdırlar ki Allah katında amaçlarına ersinler. Yardım istenecek yerde ise nice tövbe ve kusurunu bilip anlayarak af dileyip yardım isteğini yenilemelidirler. Mescitlere girerken sağ ayağını atmalı, çıkarken sol ayağını atmalı helâdan çıkarken yine aynı adaba riayet etmelidirler. Salik, elbisesini her giydiğinde izin alıp şeyhin dizini ve elini öpüp dua 206 SK. HME 37a.ettirmelidirler. Şeyh birinin yanına gelse hemen şeyhin elini öpmeli, girerken, çıkarken elini, dizini öpmeli ve çok konuşmamalıdır. Eğer şeyh bunlara izin vermişse o zaman engel değildir. Salik, Allah’ın bütün kullarını bir gözetmeli, bir şey söylememeli, fiillerine bahane bulmamalı, hepsini yüce olarak gözetmeli ve kendisini hepsinden alçak bilmelidir. Her ne kötü söz işitse “ Bu söze layık olmasaydım işitmezdim benim kusurum yüzündendir.” demeli ve intikam almak için söz söylememelidir. Birisi kendisinden özür dilese kabul edip onu affetmelidir. Her ne gelirse Allah’tan bilmeli, ne sıkıntı çekerse ve ne zorluk görürse yine kendi kusurumdur, diyerek Allah’tan bilmelidir. Allah dostlarına ve onların saliklerine imtihan yüzünden ve zorluk yüzünden muamele etmemelidir. Kendisine zorluk çıkaran, kendisini sınayan ve çille muamelesi yapan olursa sabır göstermeli, gücenmemeli, acizlik göstermemeli bunları lütuf ve yardım olarak görmelidir. Tarikat kardeşlerine fazlasıyla SK. HME 37b. hürmet göstermeli ve muhabbet beslemelidir. Özellikle âsitane hizmetçilerine hepimiz bir kapının bekçileri ve bir kapının kuluyuz, demeli. Ailesinin malına ve çocuklarına kendi malından ve ailesinden fazla sadık olmalıdır. Onlara daha ulvi bir gözle bakmalı ve kesinlikle kendi tarikat kardeşlerine, onların mal, ırz ve evlatlarına kötü gözle bakmamalıdır. Bakarsa Allah dostları arasında mahcup olur, yolundan feyiz alamaz, pişman olur ve hüsranda kalarak şefkat tokadına rast gelir. Çünkü kendi tarikat kardeşleri günahlarını terk edip Hakk’a yönelten şeyhleri bir olduğu ve bir kapıdan yetiştikleri için o âsitane salikleri ve bir şeyh vasıtasıyla günahlarını terk edip Hakk’a yönelenlerin hepsi kardeştir. Tarikat kardeşleri nesep kardeşlerinden daha iyidir. Aralarında kardeşlik hakkı Allah dostlarının anlaşmasıyla olmuştur. Bunların birbirlerine karşı en küçük sözleri ve garezleri büyük hata sayılır. Bu tarikattan kovulmuş ve hakikatin nefret ettiği bir şeydir. Asıl amaç bunlardan sakınıp SK. HME 38a.sadakatle ve muhabbetle ve gayretle çalışmalarıdır. Birbirlerinin kusurlarını affetmelidirler ve görmemelidirler. Ya hu… Temet 207 SONUÇ Bu çalışmamız sonucunda bazı önemli neticelere ulaşılmıştır. Bunların başında tasavvuf edebiyatında sıklıkla seyr ü sülûktan bahsedilmesine rağmen, seyr ü sülûku tüm yönleri ile inceleyen bir çalışma bulunmamasıdır. Biz bu çalışmamızda Ahmed Sûzî tarafından yazılan Sülûk-nâme isimli eseri esas alarak seyr ü sülûk denilen bu manevi yolculuğu tüm yönleri ile incelemeye çalıştık. Bu çalışmamız aynı zaman da edebi bir tür çalışması olarak kabul edilebilir. Çünkü çalışmamızdan önce bir tür olarak sülûk-nâme hakkında kaynaklarda yeterli ve doyurucu bilgiler bulunmamaktadır. Birtakım eserlerde kısa açıklamalar yer alsa da tam anlamıyla bu türü açıklayan bilgiler yetersiz kalmaktadır. Biz bu çalışmamızla hem bir tür olarak sülûk-nâme türünü edebiyatımıza kazandırmaya çalıştık hem de Ahmed Sûzî’nin bu eserini tüm yönleriyle incelemeye gayret ederek seyr ü sülûk yolculuğunu tüm yönleri ile araştırmacıların istifadesine sunmaya çalıştık. Çalışmamızın başında müellifimizin yaşadığı dönemin sosyal, siyasi, ekonomik ve tasavvufi durumunu ortaya koyarak bu dönemde yaşanan hadiselerin eserin ve müellifin üzerindeki etkilerini tespit etmeye gayret ettik. İkinci olarak Ahmed Sûzî’nin hayatı, mensup olduğu tasavvufi çevre, tarikatı ve tarikat silsilesi gibi konulara değinerek eserin meydana gelmesinde doğrudan veya dolaylı olarak etki eden faktörleri tahlil etmeye çalıştık. Bunlarla birlikte tezimizin ilk bölümünde Ahmed Sûzî’nin eserleri ve edebi kişiliği hakkında bilgileri araştırmacıların istifadesine sunarak konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalıştık. Tezimizin ikinci bölümünde ise seyr ü sülûk olarak adlandırılan ve Allah’ta başlayıp Allah ile son bulan bu manevi yolculuğu Anlatan Sülûk-nâme isimli eseri incelemeye çalıştık. İlk olarak edebî bir tür olarak Sülûk-nâme hakkında kısa bir malumat vermeyi uygun bulduk. Daha sonra Sülûk-nâme’nin bölümleri ile dil ve üslup özelliklerini ortaya koymaya çalıştık. Bundan sonra Sülûk-nâme’nin konusu, seyr ü sülûkun amacı, seyr ü sülûka nasıl başlanacağı, mürşid-i kâmilin özellikleri, tarikatlarda terbiye usulleri, seyr ü sülûkta mürid-mürşid ilişkisinin nasıl olması gerektiği, seyr ü sülûk yolunda salikin karşılaşabileceği hicaplar ve bunlardan kurtulmak için neler yapılması gerektiği gibi konulara açıklık getirmeye çalıştık. 208 Çalışmamızda ayrıca Sülûk-nâme’de geçen dinî ve tasavvufi mefhumları da ele almayı uygun bulduk. Tezimizin üçüncü bölümünde ise Sülûk-nâme isimli eserin transkripsiyonlu metni ve bu metnin günümüz Türkiye Türkçesine aktarımına yer verdik. Tezimizin sonunda ise eserin araştırmacılar tarafından daha kolay anlaşılabilmesi için sözlük kısmına yer verdik. Ahmed Sûzî, yazdığı Sülûk-nâme isimli eseri ile insanlara rehberlik etmeye çalışmıştır. Biz de onun bu eserinin günümüz insanları tarafından daha iyi anlaşılması ve onlara rehberlik etmesi için insanların istifadesine sunmaya çalıştık. Bu çalışmamızda ulaştığımız sonuçlar şunlardır: 1. Çalışmamız en başta seyr ü sülûk yolculuğunun baştan sona anlatıldığı müstakil bir eseri ortaya koymuş ve kültür hayatımıza edebi bir tür olarak Sülûknâme’yi kazandırmıştır. 2. Seyr ü sülûkun başlangıcından sonuna kadar saliklerin aşması gereken engeller ve seyr ü sülûkun merhaleleri aşamalı bir şekilde ifade edilmiştir. 3. Sülûk-nâme isimli eserini kendisinden önce yaşamış tasavvuf büyüklerinin görüş ve düşüncelerinden yararlanarak yazan Ahmed Sûzî, başta Şeyh Şemseddîn-i Sivasî olmak üzere Şeyh Mecîd-i Turhalî, Ömer sanî Efendi, İbrahim Tennûrî, Abdülmecîd Sivasî, Abdülehad Nurî, Sarıhatipzade Ahmed Hamdî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Muhammed Bahaüddîn Şah-ı Nakşibendî, Necmüddîn Kübrî, İbnü’l- Arabî, Bayezîd-i Bistâmî gibi birçok mutasavvıftan yararlanmıştır. Bunun yanında nazar gibi Halvetîlikte bulunmayan tasavvufi kavramlara yer vermesi onun bütün ehl-i sünnet tarikatları kucaklayan bir mürşit olduğunu gösterir. Ahmed Sûzî, İslam dünyasının ayrılık düşüncesiyle parçalanmaya yüz tuttuğu bir dönemde bu davranışıyla birleştirici bir rol oynamaya çalışmıştır. 4. Sülûk-nâme isimli eserine insanın yaratılışı ile başlayan Ahmed Sûzî, Mevlana’nın Mesnevi’sinde ney metaforuyla belirttiği gibi insanın bu dünyada gurbette olduğunu belirtmiştir. Ona göre ruhlar bedene büründüklerinde asıl vatanlarından ayrılmışlardır. Bu nedenle ruhlar bu dünyada gurbette yaşamaktadırlar. Ruhun bedene bürünmesiyle esfel-i safilin zümresine dâhil olan insanın bu durumdan kurtulması ancak seyr ü sülûk ile mümkündür. 209 5. Ahmed Sûzî, Sülûk-nâme isimli eserinde insanlara Kur’an ve sünnet çizgisinde bir seyr ü sülûk modeli sunmuştur. Gerek görüşlerini açıklarken Kur’an ve Hadislerden yaptığı alıntılar, gerekse de ortaya koyduğu terbiye metotlarının Hz. Peygamberin sahabeleri irşat ederken kullandığı terbiye metotları ile örtüşmesi bu düşünceyi desteklemektedir. 6. O, Sülûk-nâme isimli eseri ile tefsirlerdeki teorik anlamların dışına çıkarak Kur’an’ı tekke ve tasavvuf çevresi içinde pratik hayata uygulamaya çalışmıştır. Kur’an’ın pek çok alanda olduğu gibi tekke ve tasavvuf hayatında müritlere ve mürşitlere yol gösterebileceğini ortaya koymaya gayret etmiştir. Birçok tasavvufi uygulamanın kaynağını Kur’an’da ve sünnette doğrudan ya da işaret yoluyla bulmaya çalışması eserinin değerini daha da arttırmaktadır. 7. Bu yola giren salikin tek başına bu yolu aşamayacağını ifade eden Ahmed Sûzî, salikin ilk iş olarak bu yoldan daha önce geçerek yolun tehlikelerini bilen bir mürşid-i kâmil bularak ona intisap etmesi gerektiğini bildirmiştir. Ahmed Sûzî, eserinde ayrıca salikin yanlış kişilerin peşine düşüp helak olmaması için mürşid-i kâmilin özelliklerini de sıralamıştır. Salikin bu özellikleri taşıyan şeyhin kılavuzluğunda menziline ulaşabileceğini ifade etmiştir. 8. Salikin mürşide karşı vazifeleri, mürşidin salike karşı vazifeleri, seyr ü sülûkta terbiye metotları ve seyr ü sülûk yolunda salikin karşısına çıkabilecek perdeleri ve salikin bu perdeleri aşmak için yapması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde anlatan Ahmed Sûzî, bu şekilde seyr ü sülûk yolunda ilerlemek isteyenlere kılavuzluk etmeye gayret etmiştir. 9. Allah’ta başlayan ve Allah’ta biten bir yol olan seyr ü sülûk kişinin kendinden kendine yaptığı bir yolculuktur. Bu yolculuk esnasında salik aslında kendine ait olmayan ve dünya hayatında üzerine bulaşan sıkletlerden kurtulmaya başlar. Ta ki Allah’ın kendisine bahşettiği nur-ı ilahi dışında hiçbir şey kalmayana kadar bu yolculuk devam eder. Salik tüm ağırlıklarından kurtulup Allah ile bir olduğu zaman seyr ü sülûk da tamamlanmış olur. 210 SÖZLÜK A ǿālem-i lāhūt: Ruhaniler âlemi, öteki adap: Edep kelimesinin çoğuludur. dünya. Usul, yol, yordam, davranış kaideleri ve ǿālem -i melekūt: Melekler dünyası, terbiye anlamında da kullanılır. Ahlak gökyüzü. ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve ǿālem-i mülk: Yeryüzü, dünya, varlık hareket tarzı olarak bilinir. âlemi. ǿadāvet: Husumet, düşmanlık, kin, buğz, Ǿalīye: Yüksek, yüce. Şerif ve aziz olan. garez. Necid ve Hicaz ülkesi. Süngü başı. ādem: İnsan. aǿmāl: Ameller, işler, yapılan hayırlar. ǿadū: Düşman, hasım, aduv. ǿamāme: Sarık, başa sarılan ve sünnet-i aġāz: Başlama. seniyye olan kisve ağyār: Başkaları, yabancılar, eller. ǿanaśır: Unsurlar. Bir şeyin meydana ǿahd: Vaat etme, söz verme, vefa, gelmesine sebep olan temel esaslar, yemin. elementler. Ant, misak, peyman. aĥkām:Hükümler. ǿanķā: İsmi olup cismi bilinmeyen bir aĥsen: Çok güzel, daha güzel, pek kuş. güzel. Zümrüdü Anka ve Simurg gibi isimlerle aĥvāl: Haller. Vaziyetler. Oluşlar. de anılır. aĥz: Tutma. Kabul etme. İşkence etme. aǿrāz: aķdām: Ayaklar, kademler. Tesadüfler. Hastalık alametleri. Kazalar, aķmār: Aylar, mehtaplar. Uydular, Çok büyük İşaretler, olduğu nişanlar, anlatılır. alametler. felaketler, musibetler. gezegenler. ǿārıž: Sonradan olan şey. Bir şeyin aķreb: En yakın. Daha yakın. Ziyade zatına ve hakikatine ait ve lazım yakın. olmayıp başka bir varlıktan bazen vaki ǿālem: Bütün cihan. Kâinat. Dünya. Her ve kaim olan. Takılan. Yapışan. Bir şeyi şey. Cemaat. Halk. Bir güneş ile ona arz ve takdim edici olan. Kalın ve geniş tâbi bulut. Ön dişlerin haricindeki on altı olan ve etrafında devreden seyyarelerin teşkil ettiği daire. dişin her biri. İnsanın yanağı. Hasta ǿālem-nümā: Dünyayı gösteren. olduğundan dolayı kesilen deve. Seyrek ǿālem-i cebrrūt: Tasavvufta Tanrı âlemi, sakallı kimse. Ruhlar âlemi. 211 ǿārif: Bilen, bilgide ileri olan. Aşina, Tarikata mensup tekkelerde yapılan dinî vakıf. Hakkı, hakkı ile bilen. Sabırlı ve merasime ayin denir. tahammül Çok ayīne-i kibriyā: Azamet aynası. Yüce kalmaksızın, Allah’ın azameti ve kudretini gösteren gösteren düşünmeye kimse. ihtiyaç tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. ayna, Zevki ve vicdani irfan sahibi olan gösteren ayna. kimse. ǿazīmüş-şān: Şanı büyük olan. ǿarş: Çardak, gölgelik, çatı, kubbe. Yüce ǿazm: Kast, niyet. Sağlam ve kati karar Allah’ın B dokuzuncu kat gökte bulunduğu düşünülen kudret ve azamet tahtı. asān: Kolay, suhuletli, yesir. Bükülmüş ipin her katı. asĥāb: Sahipler. Hz. Peygamber’in sohbetine katılmış kimseler. aǿŧa: Verme, bağışlama, bahşiş. Lütuf, ihsan. ǿavām: Halktan ilmi irfanı kıt olan Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından olan kimse. Tas: Hakikate tam olarak erememiş, tevhidin derin hakikatlerinden haberi olmayan ham kişi. Halkın ekseriyeti. ǿavdet: Dönüş, geri gelme, dönme, rücu etme. ǿayān: Aşikar, belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği şekilde açıkça görünen. Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği. āyīn: Merasim. Usul. Görenek. Dinî adap, adet, örf ve kanun. Ziynet, süs. yönleri ile büyüklüğü baǾde: Sonra. Bahre-yāb: Nasibi olan, hissesi olan. bāǾiŝ: Gönderen, sebep olan. İcap ettiren. Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten, peygamber gönderen. (Allah ) bāl: Cahiliyet devrine mahsus bir put. Güneş Tanrısı. Yılda bir kez yağmur yağan ǿatebe: Basamak, eşik. kimse. tüm yüksek yer. Hayret. Zaaf, zayıflık. bāliġa: Yetişmiş, olgun yaşına gelmiş. Aklı kemal bulmuş, erişmiş, varmış. Bārī: Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve organları birbirine uygun ve kâinattaki genel nizama uygun şekilde halk eden yüce Allah. baśiret: Hakikati kalbiyle hissedip anlama. Kalpte eşyanın hakikatlerini bilen kuvve-i kudsîyye. Feraset. İbret alınacak hidayet sebepleri. Hüccet. Bir evin iki tarafının arası. Yer üstündeki kan. 212 berzāħ: İki âlemin arası. Kabir. Dünya celīs: Ekseri bir yerde oturan. Arkadaş, ile ahret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki birlikte oturan. yer arasındaki geçit. cemāl: Yüz güzelliği. Fertteki güzellik. beşāşet: Güler yüzlülük. Tazelik. Yüce Allah’ın lütuf ve ihsanı ile beşeriyet: İnsanın tabiatı, hilkati ve fıtri tecellisi. Hak ile söylenen doğru söz. halleri. İnsanlık. cesed: İnsan veya hayvan bedeni, bevl: Sidik, idrar. gövde, ten. beyn: Arası, arasında, aralık. İki şeyin cevher: Kendi nefsi olan şey, öz, zat. arası. İkisinin ortası. Firkat, ayrılık. Yaratılış, bezl: Bol, Esirgemeden vermek. kabiliyet. bīǿat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. cezbe: Meczubiyet, istiğrak. Allah’ı Birisinin hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden hakemliğini veya cibilliyet, maya. Yetenek, hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak geçer bir hale gelme. bağlılığını cezm: alenen izhar etmek. Kati Bağlılığını tazelemek. Rey vermek. Kararlaştırmak. bī-gāne: Tahmin. Takdir. Kayıtsız, alakasız, aldırış karar, yemin. Kesmek. Niyet. etmeyen. Yabancı. Dünya ile alakayı cibāl: Dağlar. kesmiş olan. cihād: Düşman ile muharebe. İlim ve būy: Koku, rayiha. imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün bürūdet: Soğukluk. Soğuk olmak. Hararetsizlik. C kuvvetini sarf etmek. Allah yolunda muharebe. Din için çalışmak. cülūs: Oturuş. Oturma. Padişahın tahta oturması. camiǾ: Birleştirici, derleyip toparlayıcı. cünbüş: cānān: Sevgili, güzel, güzellik sahibi. kımıldanma. Uta benzer bir çalgı. cānāne: Sevgili, canan, güzel , Canlar, cünūĥ: Yöneliş, meyil. ruhlar. cürm: Kabahat, kusur, hata. İsyan. cāvidān: ebedi, sonsuza ait, sonsuza Günah. Kanun hilafına hareket etmek. kadar kalıcı olan. cüzīǾ: cebīn: Korkak. Cesaretsiz. Alın. Biraz, pek az. Kıymetsiz. Mühim cehrī: Aleni ve yüksek sesle meydana olmayan. Esasa ait olmayan. gelen şey. Zevk, eğlence. Hareket, Azdan olan. Parçaya ait olan. 213 Ç edep: çille: Eziyet, sıkıntı. İplik. Yay kirişi. Tas: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün. D dād: Adalet. Hak, doğruluk. İnsaf. dalālet: Sapınç, sapkınlık, doğru yoldan ayrılma. İzin, müsaade. Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz. Allah’ın yardımı. dergāh: Allah’a ibadet edilen yer. Büyük bir huzura girilecek kapı. Padişahların kapısı. Şeyhlerin tekkesi. derk: En aşağı kat, her şeyin dibi. Aşağı inen basamak. Anlamak. devrān: Devir, felek, zaman, deveran, dünya. dil: Gönül, kalp, niyet. Cesaret, yürek. duħūl: İçeri girme. İçeri dahil oluş. E Daha fasih. Gözler. Dikkat sahipleri. Kısımlar. Bahisler. Görücüler. ebvāb: ve fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlak. Usluluk. Hayâ. Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke. efǾāl: Fiiller, işler, ameller. efnā :Noksan etmek. İçmek. efrāh: Ferahlamalar. İç açılmaları. Sevinmeler. efžal: En faziletli. ekber: Daha büyük, en büyük. ekl: Yemek yeme. elvān: Renkler. Muhtelif görünüşler. enǾām: Deve, sığır, koyun gibi hayvanlar. Kur’an-ı Kerimin altıncı Suresinin adı ve bir kısım Kur’an ayetlerinden ve Surelerinden müteşekkil dua kitabı. encām: Yıldızlar. enfaǾ: Daha nafi, daha menfaatli. Pek faydalı. enīs: Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili. eblaġ: En açık ve güzel. Daha beliğ. ebśār: Kavlen efkār: Fikirler. Düşünceler. dāǾ: Maraz, hastalık. Meşakkat, zahmet. destūr: Terbiye. Kapılar. Parçalar. edani: En deniler, en alçaklar. Alçak, pek bayağı ve aşağılık kimseler. enķaž: Yıkıntı, yıkılmış şeyin artıkları. Harabenin parçaları. envāǾ: Neviler, çeşitler, türler. envār: Nurlar, ışıklar, aydınlıklar. Maddi veya manevi karanlıktan kurtarmaya vasıta olanlar. ervāĥ: Ruhlar. esmā-i sebǾā: Arapça, yedi demektir. Allah’ın yedi güzel ismi. isim 214 esrār: Sırlar. Gizli hikmetler ve manalar. felāh: Selamet. Saadet. Kurtuluş. Hayır Bilinmeyen şeyler. Keyif veren zehir. ve nimetlerde refah, Uyuşturucu olmak. madde. Elinde ve el rahatta daim ayasında olan hatlar. ferǾiyye: İyi iş işlemek. Meşin dikmek. eśvāt: Sesler. Savtlar. Yaramaz iş. Bir nesneyi ıslah için eşǾār: Çok zeki, pek kavrayışlı. En kesmek. güzel şiir söyleyen kimse. Şiirler, fesāĥat: Doğru ve düzgün söyleyiş. Açık manzum olarak kaleme alınmış eserler. ve güzel ifadeli konuşma. Sözün; lâfız, eşkāl: Şekiller, kılık. mana ve ahenk itibariyle kusursuz eşref: En şerefli. Daha şerefli. En iyi, en olmasıdır. güzel. söylenişinin eŧvār: Tavırlar, haller, davranışlar. söylenirken hemen zihne girmesidir. evhām: Olmayan bir şeyi olur zannı ile fevķ: Üst, üst taraf, yukarı, yukarısı. meraklanma. Vehimler. fežā-yı Ǿarş: Allah’ın dokuzuncu kat Kuruntular. Zarar ihtimali çok az olan gökte tasavvur olunan kudret ve azamet bir şeyden meraklanma ve üzülme. tahtı. ezhār: Çiçekler. Zehreler. Şukufeler. fīžān: ezkār: Zikirler. anlamında kullanılan kelime. Üzüntü. F Diğer tabirle, tatlı, lafızların manasının Gidilebilecek en uzak da yer fuhūl: Büyük âlimlerin ileri gelenleri, emsalinden üstün olan kimseler. fāķih: Fıkıh ilmini bilen. İslâm fütūĥ: Fetihler. Açılmak. Yardım. hukukçusu. Zeki, anlayışlı kimse. Zafer, galibiyet. faķr: İhtiyaç, yoksulluk. Azlık, ferahlıkları. muhtaçlık. Allah’a karşı fakrını, fütūr: Yeis, Ümitsizlik. Usanç. Zaaf. ihtiyacını hissetmek. Tas: Kendisindeki Keder, gam. Gevşeklik. bütün her şeyin Allah’a ait olduğunu bilmek. Açıklık. G fāriġ: İşini bitirmiş, boş kalmış, güzīn: Seçilmiş. Beğenilmiş. alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, gūne: Tarz, gidiş, yol, tarz. Sıfat. çekilmiş. Fıkıhta: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını Gönül Ğ başkasına devreden. ġaflet: fāžıl: Fazilet sahibi, üstün kimse. vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi Dikkatsizlik, endişesizlik, 215 düşünmeyip, Allah’a itaat gibi işleri Ħālıķ-ı camīǾüǿl- ħülūķ vel- mevcūd: bilmeyip, Bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah. başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve heveslerine tabi ĥāli: Tenha, boş, sahipsiz, ıssız. olarak Allah’ı ve emirlerini unutmak. ĥalim: Yumuşak huylu, hoş muamele ġār: Mağara, in, kehf. eden kimse. ġarrā: Alnında beyaz bir lekesi, akıtması ħālis: olan at. Ak, parlak, güzel, gösterişli. Saffetli. Pek beyaz. Evvelce karışık iken ġāye: Maksat, kastedilen, netice, sonuç. kusuru zail olan. Her ameli, yalnız ġažab: Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık. Allah rızası için işleyen. ġına: Zenginlik. Yeterlik. Tok gözlülük. ħalķ: Yaratma, yaratılma. Bir ülkede Bir yaşayan insanların bütünü. Aynı soydan kimseye dostluğunda devamlı Hilesiz, insanlar. katıksız, saf, olmak. Bıkma, usanç. Şarkı söylemek. gelen ġıybet: Arkadan çekiştirmek. Hazır kimseler. olmayan birisinin aleyhine konuşmak. ĥamd: Övmek. Allah’a karşı kulların Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir memnuniyet ve sevinçlerini ve O’na şeyi söylemek. hamd ve Okumamış, duru. şükür ile sıradan metihlerini bildirmeleri, sena etmeleri. H ĥaml: Yük. Sırtına yük alıp getirmek. ĥabīb: Sevilen, sevgili, seven. Dost. Kadının hādi: Hidayete ermiş. Mürşit. Rehber, Yüklenme. delil. ĥased: Başkasının iyi hallerini veya Hidayet yolunu gösteren, karnındaki çocuk. İsnat. doğruluğa eriştiren. Önde giden. zenginliğini istemeyip, kendisinin o ħafī: Gizli, saklı. Fıkıhta: Sığasından hallere veya zenginliğe kavuşmasını dolayı değil, bir arızadan dolayı manası istemek. Çekememezlik, kıskançlık. kapalı kalan lafız. ĥasenāt: ĥāk: Toprak. iyilikler. ĥaķd: Kin tutmak. Düşmanlığını Güzellikler, iyi ameller, ħaşr: Toplanmak, bir yere birikmek. gizlemek. Kıyametten sonra bütün insanların bir ħalās: Kurtulma, kurtuluş. Selamete yere ermek. diriltip mahşere çıkarması. ĥalāvet: Tatlılık, şirin olmak. ħātem: Mühür. Üzerinde yazı olan ve ħālıķ: Yoktan yaratan, yaratıcı, Allah. mühür yerine kullanılan yüzük. Son, en son. toplanmaları. Allah’ın, ölüleri 216 ħātırāt: Hatıralar, hatırda kalan şeyler. kimsenin manevi yardımı ile birisini ħavāŧır: Fikirler, düşünceler. koruması, yardım etmesi. Tabii şevk ve ħavf: Korku, korkutmak. meyil ve heves. Lütuf, yardım. ĥažret: Hürmet maksadı ile büyüklere ĥulūśkār: Bir insana karşı samimi verilen unvan. muhabbeti olan. Dalkavuk. Menfaati helāk: Yıkılma, bitme, mahvolma. için sevgi ve iyi muamele gösteren. Harislik ve pek düşkünlük. Azap, korku, ħuśūl: Peyda olma, hasıl olma. Meydana havf. gelmek. Üremek, türemek. hengām: Zaman, devir, çağ, sıra, vakit, ĥuş: Akıl, fikir, zeka, iyi ile kötüyü mevsim. ayırma hissi. Ruh, can. Ölüm, Zehir. hevā: Nefsin isteği, gelip geçici olan ħuşūnet: Kabalık, sertlik, inatçılık. heves. Nefsin zararlı ve günah olan Ĥudā: Doğru yol göstermek. Doğruluk. arzuları. Hidayet. Allah. ĥıfž: Saklama, koruma. Ezberlemek. ħüsrān: Hatırda edilememesinden tutmak. Kur’an’ı ezberde Ümit edilenin duyulan elde elem. tutmak. Mahrumiyet acısı. Zarar, ziyan, kayıp. ĥımār: Eşek. hüviyet: Kimlik. ĥırāset: Koruma. Bekleme, bekçilik etme, muhafaza etme. I ĥicāp: Perde, örtü. Utanma. Kendini ǿıyāl: Bir adamın üzerine nafakasını kusurlu vermek bilip insanlar arasından çekilmek. Allah ile kul arasındaki vacip olan, kendilerini geçindirdiği kimseler. perde. Setretmek, gizlemek. hidāyet: Doğru yolu arama, doğru yola İ girme. Kalbine ilham olunan Hakk ǿibād: Allah’ın kulları. yolunu aramak arzusu. İslam dinî. ibǿād: Uzaklaştırmak, sürmek, kovmak. ĥikmet: Bilgelik, hakimlik, hakim ǿibādāt: İbadetler. adamın hali, felsefe bilimi. Sır, ne ibdā: Yoktan var etme, icat. olduğu anlaşılmaz. iblis: himmet: Kalbin bütün kuvveti ile çıkarmaya çalışan şeytan. Allah’a ve diğer kutsallara yönelmesi. ibn-i adem: İnsanoğlu. Kalp isteği ile gösterilen ciddi gayret. ibtidā: Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En Allah indinde makbul ve mübarek bir önce, başta. İnsanları Allah yolundan 217 icād: Yeni bir şey yaratma, bulma. iħfā: Saklamak, gizlemek. Tecvidde: Gerçekmiş gibi gösterme. Harflerden birisini söylerken gizli ve icāzet: İzin, müsaade. Şahadetname, zayıf söylemek. diploma. Destur vermek. İlmi ehliyet. iħlās: Kalbini safi etmek. İçten, samimi, Reva görmek. riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile iclā: Sürme, nefyetme, sürgün etme. doğruluk Evinden barkından ayırma. Cilalama, emretmiş olduğu için ibadet etmek. parlatma. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ictihād: Kudret ve kuvvetini tam ve bağlılık. Sırf Allah ve menfaati, hakiki ve esas gaye kullanarak çalışmak. Gayret etmek. etmeyerek Çalışmak. Anlayış. Kanaat. rızasını esas maksat ve gaye edinmek. ictimāǾ: Toplantı, bir araya gelmek. İnsanlara riyakarlıktan, gösterişten uzak Kavuşmak. olmak. ictināb: Çekinmek, sakınmak. Uzak iħrāc: Çıkarmak. Dışarı atmak. Fazla olmak. malı ifāža: Bereketlendirmek. Feyiz vermek. İstifade için meydana koymak. Bol bol dağıtmak ve akıtmak. Taşıp iĥtilāŧ: Karışmak, karışıp görüşmek. yayılmak. iĥtitām: Hitam bulma, sona erme, iş ǿiffet: Namus. Temizlik. Helale razı bitme. olup haramdan kaçınmak. iĥtirāz: Sakınmak, çekinmek, kaçınmak. ifrāǾ: Kesmek. Yarmak. iĥtiyāŧ: Sakınmak, işleri iyi düşünmek. iftiĥār: Övünmek, kendini beğenircesine Tedbirlilik. kendinden ve yaptıklarından bahsetmek. bulunmak. Yedek. Başkasının iyi bir hali ile sevinmek. iķrār: Açıktan söylemek. Kabul ve ihām: tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar Vehme vehimlendirmek. düşürmek, Edebiyatta: İki başka yalnız ve yalnız memlekete İşlerde Allah göndermek. basiret üzere vermek. manaya gelen bir kelimeden en az iķdām: Gayret ve sebat ile çalışmak. kullanılan manayı bilerek kullanmak. İlerlemeye iĥāŧā: Etrafından çevirmek, kuşatmak, çalışmak. İlerlemek. Kimseye diğerinin içine kendisinde olan hakkını haber vermek. almak. Kuşatılmak, sarılmak. Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak. gayret etmek. Devamlı iķtidā: Uymak, tabi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. 218 iktisāb: Kazanmak. Tahsil etmek. Elde infirād: Tek başına kalma, yalnızlık hali. etmek. inǾkās: Eksilme, eksiltme. ilĥād: Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden inķısām: Kısımlara ayrılma, bölünme, dönmek. Allahın varlığına, birliğine taksim olunma. inanmamak. İmansızlık. inķıŧāǾ: ilĥāĥ: Zorlamak, ısrar etmek. Bir şeyin gelmeme. kabulü için son derece üstüne düşmek. inśibāġ: ǿilm : Okumakla veya görmek ve Temizlenme. dinlemekle intihā: Son, nihayet, uç. veya Allah’ın Tükenme. Boya Kesilme. tutma, Arkası boyanma. bağışlamasıyla elde edilen malumat. intiķāş: Nakışlanmak. Bilmek, idrak etmek. intimā: Huy, yaratılış. ǿilm-i ledünnī: Garip bir ilim ismidir. intiźār: Adamak, nezretmek. Gözlemek. Ona vakıf olan, mesturat ve hafayayı, Ümit ederek beklemek. gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği inzāl: İndirme, aşağıya indirme. Vahi gibi, ilahi sırları da bilir. Bu ilm-i şerifin gelme, hocası Hz. Peygamber’dir. peygamberlere ulaşması. ilticā: Sığınmak. Melce’ ve penaha ǿirfān: Bilmek, anlayış, tecrübe ve varmak. Birinden himaye istemek. zekadan ileri gelen zihni kemal. iltifāt: Güzel sözle samimi olarak iskān: okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh Yurtlanma, yerleşme. etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. istiǾdād: imtina: Feragat Muvafakat edip geri etmeme. durma. Çekinme. Allah’ın Yurtlandırma, buyruğunun yerleştirme. Bir şeyin kabulüne kazanılmasına olan fıtri Kabiliyet. Akıllılık. ve meyil. Anlayışlılık. İstememe. Yapmama. İmkânsızlık. istifāža: feyiz bulma, feyizlenme. İlim, ināyet: Yardım, lütuf medet etmek. irfan ve manevi zenginlik kazanma. Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul istiĥāre: Sual sorup cevap istemek. olmak. Hayırlı olmayı istemek. Hayran olmak, ǿind: Arapçada zaman veya mekân ismi şaşmak, taaccüp etmek. Bir işin hayırlı yerine kullanılır. Hissi ve manevi olup olmayacağı niyetiyle abdest alıp, mekan. Maddi ve manevi huzura delalet dua edip rüya görmek üzere uykuya eder. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve yatma. tergib etmek manalarına gelir. istiĥlāl: Helal saymak. Helalleşmeyi ǿindallah: Allah yanında, Allah indinde. istemek. 219 istikrāh: Bir şeyi kötü ve kerih görmek. ķabiĥ: Çirkin, fena, kötü, yakışıksız, Beğenmemek, nefret etmek. Bir şeyi ayıp. cebir ve ikrah ile işlemek. kābir: Büyük, ulu. istinŧāķ: Söyletmek. Sorguya çekmek. ķabž: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Zanlıdan işlediği fiile dair ifade almak. Almak. Tahsil etmek. Teslim almak. İstişmām: Koklamak, kokusunu almak. Amelde zorluk çekmek. Kuşun süratle Hissetmek, uçması. Mülk. sezmek, dolayısı ile anlamak. Uzaktan haber almak. ķadĥ: Zemmetme, iştihā: Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu. kimsenin ayıp ve kusurlarını söyleyerek Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla gıybet etme. Menetmek, engel olmak. isteklilik. Çakmak taşını çakmak. Bir kimsenin ittiśāf: Vasıflanmak, sıfat sahibi olmak. işine halel vermek. Bir hal takınmak. ķadīm: iǿtiśām: Günahlardan sakınmak. Pak olmayan, uzun zamandan beri var olan. olmak. Bir şeye yapışarak sıkı tutmak Evveli bilinmeyen hal ve keyfiyet. ve korunmak. ķādir: Bir işi yapmaya gücü yeten, iǿtizār: Kusurunu bilerek özür dilemek. kudret sahibi ve her şeye kudreti yeten. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af (Allah) dilemek. ķahir: Üstün gelen, yenen, galip gelen. izǾān: Basiret. Anlayış. Teslim olup Zorlayan. Mecbur eden. itaat etmek. Akıl. Zeka. İnanç. İdrak. ķahķari: Birdenbire geri dönme, aniden Bilmek. arkaya dönme. Geri çekilmekle ilgili, ǿizzet: Bir kimse zelil iken kavi ve geri dönmekle ilgili. kudret sahibi olmak. Ziyadelik ve ķāǾim: Ayakta duran. Mevcut. Vaktini üstünlük. Değer, kıymet. Kuvvet. ibadetle geçiren. Muhterem ve muteber olmak. Eski çekiştirme. zaman. Bir Başlangıcı ķalīl: Az. Bodur kimse. Bulunmaz derecede az olan şey. kāmile: Bütün, tam, olgun, eksiksiz, iźhār: Açığa vurma, meydana çıkarma, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve göstermek. Zahir ve aşikâre ettirmek. fazilet sahibi. Yaşını başını almış, Yalandan gösteriş. terbiyeli ve görgülü kimse. Âlim, bilgin K olan kişi. ķamu: Hep, bütün, tamamen. 220 ķavī: Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, kimyā: Mevcut olana kanaat ve elde güçlü. Varlıklı, zengin, salih, emin, edilmesi mümkün olmayana ait arzuyu mutemet. terk etmek. ķayd: Kelepçe, bağ, bağlamak. Bir şeyi kirām: Benzetmeli, kinayeli. Kerimler, bir yere yazmak. Deftere geçirmek. şerefliler. Eli açık cömert kimseler. Sınırlamak. Şart. kitāb-ı mübīn: Kur’an-ı Kerim kebāǿir: Büyük şeyler, büyük günahlar. ķudsīyyet: kelb: Köpek, it. Meşhur bir yıldız. iki azizlik. Temizlik, paklık. adım arasına koyarak dikilen kayış. ķurbet: Yolcuların, manevi yakınlığa sebep olan Salih amel. yük üstünde azıklarını Kutsilik, Yakınlık. mukaddeslik, Fıkıhta: Allah’a astıkları demir çengel. Şiddet. Hırs. ķutb: Dinî bir meslek veya grubun başı. kelām-ı ķadīm: En eski söz, Kur’an-ı Birçok Kerim. bağlandıkları azim ve büyük evliyalar kemāl: Kâmillik, olgunluk. Erginlik. arasında zamanın en büyük mürşidi. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. kütüb: Kitaplar. Fazilet. Değer, baha. Fazlalık. Sıdk ile yapılan güzel iş. kemālāt: Kemaller, olgunluklar. kerem: Soyluluk, büyüklük, Müslümanların kendisine L lāǾim: Çekiştiren. Başkasını kötüleyen. asalet, lāyuǾad: Adedi belli olmayan. Sayısız. cömertlik. İyilik, yardımseverlik, lütuf, Pek çok. merhamet, ihsan, inayet. levc: Ağız içinde lokma veya başka bir kerrār: Harpte, çekilip tekrar saldırmak. şeyi döndürüp çevirme. Döne döne saldırmak. Hz. Ali’ye lehviyāt: verilen bir unvan. eğlenceler, oyunlar; nefsani gayrı meşru kesb: Kazanç. Çalışmak. Say ve amel ile eğlenceler. kazanmak. licām: Dizgin. Gem. Elde etmek. Edinmek. Kadınlı erkekli haram Kazanç yolu. liķā: Kavuşmak. Rast gelip buluşmak. kesb-i fenā: Kendi varlığından geçmek Görüşmek. için çalışmak, gayret sarf etmek. sima, çehre. Yalnız görüşmek. Yüz, kesāfet: Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak. M māǾada: Başka. Fazla. Bundan gayrı. 221 maĥl: Kıtlık. Kuraklık. Kuraklıktan maǾlūm: Bilinen, bilinmiş, öğrenilmiş. dolayı mahsulün yetişmemesi. Sözü edilen veya bilinen konu. Evet, maħlūķ: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş belli. olan. maǾmūr: İmar edilen, tamir edilmiş. maĥrūm: Maddi manevi manŧuķ: Bir lafzın nutuk halinde, söz nimetlerden uzak kalmak. Malı bereket sahasında üzerine delâlet ettiği şey. Söz, bulmaz olan bedbaht. Felahtan nasipsiz nukut, mana, mefhum. olan. manžur: Görülen, bakılan, nazar edilen. İffetinden veya dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum Beğenilen. olan. maǾrifet: Bilme, bir şeyi cüzi vecihle maĥsūf: Husufa uğramış, gölgelenmiş. bilmek. Perdelenmiş. Tuhaflık, garip hareket. Vasıta, tavassut. maĥsūr: Etrafı çevrilmiş. Muhasara İlim ve fenlerle tahsil olunan malumat. altına İrfan kazanmak. alınmış. Hasrolunmuş. Hüner. Üstatlık. Sanat. hudutlanmış. kuşatılmış. māsivā: Ondan gayrisi. Allah’tan başka maġfiret: Allah’ın kullarının günahlarını her şey hakkında kullanılan tabirdir. örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfü. Dünya ile alakalı şeyler. maķām: Durulan yer, durak, mekan, maślaĥat: İş, mesele. Sulh yolu. Fayda, mahal. Bir velinin veya diğer büyük bir maksat, keyfiyet. zatın maŧrūd: kabrinin bulunduğu ya da Kovulmuş. Uzaklaştırılmış bulunduğuna inanılan yer, türbe, ziyaret olan. yeri. māye: Damızlık. Esas. Temel. Bir şeyin maķbūl: Kabul olunan. Beğenilen. mayalanması ve ekşimesi için konulan Sevaplı. madde. Para, mal. İktidar. Güç. İlim. maķśūd: Kastedilmiş. İstenilen şey. Dişi deve. İstek. Arzu. Gaye. mažhar: Görmek için üstüne çıkılan yer, mālik: Sahip. Malı elinde bulunduran, bir şeyin görüldüğü mahal, zahir olduğu bir şeyin mülkiyetini elinde tutan. Her yer. şeyin sahibi olan Allah. Cehennem tekkelerde zebanilerine hâkim ve onları idare eden dayanılan kısa değnek. Bir çeşit tef. meleğin adı. Tasavvufta Allah’ın isim ve sıfatlarının Nail olma, şereflenme. oturarak tecelli ettiği varlık olan insan. Bazı uyunurken 222 mebdeǾ: Baş taraf. Başlangıç. Başlama. merām: Maksat. Niyet. Arzu. İstek. Kaynak. Kök. Temel. Esas. İçten tasarlanan. mebġūž: Sevmeme. Birisi hakkında gizli merāya: Aynalar. ve kalbi düşmanlık hissetme. Kin, merfūǾa: Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi husumet. ettirilmiş. medār: Sebep, vesile. Bir şeyin etrafında mescūd: Secde edilmiş. Kendisine secde döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, edilmiş olan. üzerinde mesmūǾ: Dinlenilen. İşitilen. Duyulmuş. hareket Gezegenlerin edeceği gezerken yer. hareket Hükümsüz İşitilmiş. noktalarının çizdiği daire. mesned: mefātiĥ: Anahtarlar. Mertebe. Makam. Destek. mefhūm: Anlaşılan. Mana. İfade. bırakılmış. Dayanacak yer, nokta. mesrūr: Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Sözden çıkarılan mana. Meramına ermiş. mefrūž: Farz olunmuş. Farz haline meşāyıħ: Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar. gelmiş. Çok lüzumlu. Farz kabilinden mevāniǾāt: Engeller. Mani olanlar. olmuş. Var sayılan. mevaśıl: Ulaşan, erişen, kavuşan. mehālik: Tehlikeler. Tehlikeli işler. mevce: Bir dalga. Ses, elektrik ve Korkulan yerler. hararetin yayılma dalgalarından her biri. melāǿike: Melekler. Nurdan yaratılmış, mevķūf: Durdurulan. Vakfedilen. Daimi fıtratları safi, makamları sabit, kendileri bir halde bırakılan. Tevkif edilen. masum mahluklar. Tutulup hapsedilen. Ait, bağlı. meksūf: Küsufa uğramış, ziyası, aydınlığı tutulmuş. Kararmış. menbaǾ: Kaynak. Nimetin mevśūf: Nitelenmiş, vasıflandırılmış. meǾyūs: veya Ümitsiz. Kederli. Yeise düşmüş. Ümidi kesik. herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun mezāliķ: Kaygan yerler. Ayak kayacak çıktığı yer. Pınar. yerler. menfūr: Kendisinden nefret edilen, mezkūr: Zikri geçen. Zikredilmiş. sevilmeyen. İğrenç. Evvelce bahsi geçmiş olan. mensūħ: Hükmü kaldırılmış. Hükümsüz mezlaķa: Ayak kayacak yer. Kaypak bırakılmış. yer. menşeǾ: Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, sebep olan hal. neşet ettiği yer. Beslenip yetişilen yer. meǾzūn: İzinli, izin Mecazen: Yanlışlığa miĥan: Mihnetler, sıkıntılar. düşmeye 223 miķyās: Kıyas edecek, ölçecek alet. muķadder: Ölçü aleti. Uzunluk ölçüsü. Ölçek. Kader. Miktarı tayin ve takdir olunmuş mirǾāt: Ayine. Ayna. Meşhur bir cins olan. lale. Beğenilmiş. mīzān: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak, olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan. muhakeme. Mikyas. Fıkıhta: Mahşerde Lafzen zikredilmeyip, manen Murat herkesin amellerini tartmağa mahsus bir edildiği anlaşılan. adalet ölçüsü olup, hakiki mahiyeti muķarrib: Takrip eden. Yaklaştıran. ancak ahrette bilinecektir. Mat: Yapılan muķārīn: Yakın olan. Bitişen. Ulaşan. hesabın Ulaşmış olan. doğruluğunu anlamak için Tayin olunmuş. Kısmet. Kaza. Kıymeti Yazılmış biçilmiş. olan. Yazılı yapılan diğer bir hesap. Sağlama. munśabiǾ: Dökülen, karışan. muǾāhede: murāķabe: Kontrol etmek. İnceleyip Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletlerarasında antlaşma. vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. Kendini muǾāraža: Bir şeyden yan verip sapmak. kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Biri Gözetmek. ile yarışmak. Birbirine karşı Hıfz etmek. Beklemek. gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz İntizar. Dalarak kendinden geçmek. mücadelesi. Tas: Kendisini tamamen nafile ibadet ve mubśırāt: Görünenler, görünen âlem. itaate vermek için mabede kapanmak. muĥāl: murġ: Kuş. İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Batıl, boş söz. Hurafe olan muśafā: nazariye. Süslenmiş. muĥarrem: Haram kılınmış. mutabaķat: muhib: Seven, sevgi besleyen, dost. mugayir olmayıp, uygun ve muvafık muǾīn: Yardımcı. Muavin. olmak. muķaddem: Zaman ve mekan cihetiyle muŧābıķ: Uygun. Muvafık. Uyan. daha evvel olan. Askerin ön tarafına muǾtād: Âdet. Âdet edilen iş. İtiyat sevk edilen karakol. Değerli, üstün. edilen. Alışılmış olan. Küçükten muŧŧalliǾ: Haberli. Bilgisi olan. Bir büyüğe sunulan, takdim Safileşmiş. Uygunluk. Temizlenmiş. Muhalif ve edilen. yüksek yerden bakarak görüp anlayan. muķaddemāt: Sunulan, takdim edilen, mutaśarrıf: Tasarruf hakkı ve salâhiyeti arz edilen. Önde bulunan, ileri giden. olan. Tasarruf eden. Bir işi kendi Önceliği bulunan, ileri giden. Saygın, isteğine göre idare eden. Bir malın üstün. 224 sahibi. Eskiden, vilayetten küçük olan mülāhaźa: Mütalaa. Dikkatle bakmak. Sancağın en büyük idare âmiri. İyice düşünüp bir işin hakikatini tetkik muttaśıf: İyi veya kötü bir sıfatla tarif etmek. Tefekkür, düşünce. edilen. Vasıflanmış, vasfı mevcut olan. mülāķāt: Kavuşma. Buluşma. Birleşme. muvaffaķ: Başarmış. Gayesine erişmiş. Resmi görüşme. Yüz yüze olma. Ulaşmış. Başarılı. mülk: Mal. Yer. Bina. Hüküm ile bir mūzbāt: Kül içinde pişirilen ekmek. şeyin zabt ve tasarrufu. İzzet, azamet, mübāĥeŝe: Bir şeye dair iki veya daha şevket. Bir şeyin dış yüzü. İnsanın sahip çok kimse arasında olan konuşma. Bir ve malik olduğu şey. Akıl sahiplerini şeyin bahsini etmek. Muhasebe. tasarruf etmek. mübtedi: Yeni. Yeni talebe. İlk mektep mümtāz: Diğerlerinden ayrılmış, üstün, talebesi. Yeni başlamış. seçkin, seçilmiş. Ayrı tutulan. mücādele: İki kişinin bir şey üzerine münāķaşa: çekişmesi. Uğraşma. Savaşma Karşılıklı sözle çekişmek. Bir meseleyi mücāhedāt: Mücahedeler. Çarpışmalar, sormayı çok ileri götürerek çekişmek. cihatlar. münbasiŧ: mücāhede: Cihat etme. Din düşmanına genişleyen. Yaygın, münteşir, yayılmış, karşı açık. Şen. koyma. Çarpışma. Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme. mücedded: Mücadele. İnbisat Münazaa. eden, yayılan, müntehī: Sona eren. Son. Bir şeyi Kullanılmamış. Yeni. tamamlayan. Biten. Yenilenmiş. münzil: İnzal eden, aşağı indiren. Bir mücella: Parlak, Cilalı. Cilalanmış. şeyi indiren. müdām: Devam eden. Sürekli. Daim ve mürāǾāt: baki olan. Müptela olan. Korumak, hıfzetmek, saklamak. Riayet müdāvemet: Devamlılık. saygı göstermek. işte etmek. Bir şeyin akıbetinin ne olacağını devamlı çalışmak. Aralıksız bir işe gözetmek. Söze kulak vermek. Bir devam etmek. kimsenin hakkına riayet eylemek. Göz müǿekked: Tekitli, sağlamlaştırılmış, Bir Riayet, kuvvetli, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş. mükāleme: Anlaşma. Söyleşme. ucuyla bakmak. mürāǾi: İkiyüzlü kimse, dalkavuk, riyakar, münafık. Karşılıklı konuşma. mürebbi: Müzakere. Muhavere. yetiştiren, Besleyen. Terbiyeci, ders terbiye veren. eden, Pedagog. 225 mürşīd: İrşat eden, doğru yolu gösteren, mütteǾāl: Yüksek ve yüce, bilinenlerin gafletten uyandıran. Peygamber varisi en olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi. yaratılmışlarda mümkün gördüğü her mürtekib: İrtikap eden, kötü iş yapan. şeyden çok yücedir. Rüşvet alan ve yiyen. mütecelli: Tecelli eden, meydana çıkan, mürūr: Geçmek, gitmek. Bir taraftan görünen. Parlak. girip öteden çıkmak. Sona erme, nihayet müteĥayyir: Şaşmış, hayrette kalmış. bulma.gerektiren. Mucip ve sebep. müteeśśif: müstemir: Sürekli, devamlı, öncelikli Elem ve keder etmiş. Eseflenen, teessüf olan. eden, kederlenen. müstesnā: Kural dışı, ayrıcalıklı. Saygın, müzĥīr: İzhar edici, gösterici. mümtaz, emsallerinden üstün, fevkalade. Ayrık. üstünü demektir. Sevmemiş, Akıllı hoşlanmamış. N müştehāt: Şehveti celp eder hale gelen. nādim: Nedamet etmiş, pişman. Yetişmiş kız. nāǾil: Muradına eren, nail olan, ele müsāvi: Birbirine denk olmak, aynı geçiren. Erişmiş. seviyede olmak. Denk, aynı derecede. nās: İnsanlar. mütābaǾat: Birine tabi olmak, uymak. nažīr: Benzer. Benzeyen. Birini takip etmek. nebī: Haber getiren. Peygamber. Yeni müşāhade: Görerek anlama ve tespit bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden etme. Gözlem. Tasavvufta uluhiyet evvelki Resulün getirdiği kitap ve âlemine vakıf olma. şeriatı devam ettiren Peygamber. müşāvere: Bir iş hususunda iki veya necāt: Kurtuluş, selamet. Hırs ve haset. daha fazla kimseler arasındaki konuşma Yüksek mekan. Ağaç budağı. Mantar. ve danışma. İstişare etme. necl: Oğul, evlat, çocuk. Kuşak, nesil, müselsel: Teselsül eden, birbirine bağlı sülale. Atmak. Ayakucuyla vurmak. olan, bir sırada devam eden. Zincir nedāmet: Pişmanlık. halkaları gibi bir sırada olan. nehc: Yol, usul. Doğru yol. müstaġriķ: Gark olmuş, dalmış, batmış. neseb: Sülale, hısımlık, soy. Baba soyu, müstaķīm: atalar zinciri. Doğru, istikametli. olmayan, düz, dik. Hilesiz, temiz. müsteǾad: Anlaşılan. müstelzim: Lüzumlu, gerekli olan. Eğri nesme: Satın alınan köle. 226 neşǾe: Gönül açıklığı, sevinç. Yeniden nuśret: yardım, muavenet, muzaheret. meydana gelmek. Yeniden olan şey. Allah’ın yardımı ve desteği. Zafer, Yiğit olmak. Yüksek olmak. başarı, üstünlük. neşǾet: Meydana gelmek, vücuda nutķ: Nutuk, söyleyiş, söyleme gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi kabiliyeti, konuşma, hitabet. olmak. Yetişmek, ileri gelmek. Çıkmak. nübūvvet: Kaynak olmak. Allah’ın neşr: Neşretmek, yaymak, bir haberi ifşa insanları doğru yola çağırmak. etmek, herkese duyurmak, şayi kılmak. Başıboş cemaat. Bulutlu günde yel Peygamberlik, emriyle pīşvā: veya hastaya dua yazmak veya okumak. imam. nevǾ: Çeşit, sınıf, cins. püşter: Arka, sırt. Yiyecek içecek. Bir tek porsiyon. vazifeli olarak P esmek. İzhar etmek. Kat etmek. Mecnun nevāl: Bahşiş. Kısmet, talih, nasip. nebilik. Reis, baş. Hâkim. Mukteda, R nevm: Uyku. Uyumak. Rüya. Sönmek. raġib: İçi geniş olan nesne. Sükûn. raĥīm: Rahmet edici, merhamet eyleyen. nezr: Adak adamak. Fıkıhta: Allah’a Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve tazim için mubah bir fiilin yapılmasını merhamet sahibi, şefkat eden, gufran deruhte etmek, öyle bir işin yapılmasını sahibi. kendi nefsine vacip kılmaktır. Raĥman: Bütün yaratıklara rızıklarını nihāye: Son, uç, son derece, çok. veren, her an bütün mahlûkat hakkında nikāt: Nükteler. İnce manalar. İnce hayır ve rahmet irade buyuran, bütün manalı, şakalı ve zarif sözler. mahlûkatına sayısız nimetler veren. nispet: Münasebet, yakınlık, bağlılık, Nizam ve adalet sahibi. (Allah) ölçü. Rağmen. İnat olarak. İnat olsun raǾnā: Hoş, güzel, latif, çekici, parlak, diye. revnaklı, cazibeli. En güzel, çok iyi. niyāz: Yalvarma, yakarma. Dua. Rağbet Geniş yapraklı ve göbekli gül. ve istek. Hacet, ihtiyaç. refǾ: nūrānī: Nurlu, ışıklı, nura yakışır, kaldırma. parlak, münevver. bırakma. Kaldırma, yüceltme, Lağvetme, yukarı hükümsüz rehnümā: Yol gösteren. Kılavuz. 227 resūl: Elçi, sefir. Peygamber, yalvaç, śadā: Seda. Ses. Avaz. Savt. Erkek savacı, nebi. Herhangi bir katkıda ve baykuş. Bir böcek adı. Susuzluk. Yankı. eklemede bulunmaksızın birinin sözünü śadr: Her şeyin evveli ve başlangıcının diğerine ileten veya ulaştıran kimse. en iyisi. Kalp, göğüs, ön. Meclisin önü ricǾat: Geri dönme, çekilme, kaçma, ve en muteber yeri. Reisin oturduğu yer. vazgeçme. Rücu. Bir aruz kalıbı. Baş, reis, başkan. rıđvān: Kabul, rıza. Sevinç, huzur, Oturulacak yerlerin en iyisi. sürur, keyif. Cennetin kapıcısı olan śaġāir: Küçük günahlar. büyük meleklerden biri. saǾī: Çalışan. Devletçe posta idaresinin risālet: Birisini bir vazife ile bir yere kurulmasından evvel mektup ve emanet göndermek. götürüp getiren kimseler. Bir yere vali Peygamberlik. Büyük kitapla gelen peygamberlik. Elçilik. olan. Cemaat başı. Yan yan giden. Hızlı rūĥ-ı yürüyen. Koğuculuk yapan. muʿallā: Makamı ve rütbesi śāǾim: Oruçlu, oruç tutan. yüksek olan ruh. ruħśat: İzin, müsaade. Genişlik. śalavat: Namazlar. Bütün dualar. Kolaylık. Fıkıhta: Kulların özürlerine İhtiyaçtan gelen ricalar. Nimetten çıkan mebni, şükürler. kendilerine bir suhulet ve İbadetler. Hazret-i müsaade olmak üzere, ikinci derecede Muhammed’e memnuniyet ve bağlılık meşru kılınan şeydir. için yapılan dualar. rumūzāt: Remizler, işaretler. śallallāhu teǾāla Ǿaleyhi ve sellem: Allah rūy-ı zemīn: Yeryüzü. onun rükn: Direk. Esas. Kuvvet. Bir şeyin en isteklerini kabul etsin; her isteğini fazla sağlam olan tarafı veya köşesi versin, veya Peygamberimiz temeli. Bir cemaatin ileri şanını selamete yüceltsin; erdirsin duasını, mealinde hakkında söylenilen Belirli vakitlerde gelenlerinden olan. Nüfuzlu, kuvvetli ve duadır. ehemmiyetli kimse. śalāt: rüǾyet: Görmek, bakmak. İdare etmek. Kur’an’da emredildiği tarzda ve Hz. Göz ile veya kalp gözü ile görmek. Akıl Peygamber’in tarif ettiği şekilde yapılan ile müşahede derecesinde bilmek, idrak ibadet. etmek, śavm: Oruç. İkinci fecirden başlayarak tefekkür etmek, düşünmek. Namaz. Araştırmak. güneşin batmasına kadar yemekten, S içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi menetmek suretiyle yapılan ibadet. 228 savt: Ses. Bağırmak. Sıradağ. Seri. Dizi. Art arda gelen sebaķ: Ders. Yarış. Koşu yapanların şeylerin meydana getirdiği sıra. aralarında koydukları ödül. simāǾ: seĥāvet: Cömertlik, el açıklığı, muhtaç İşitmek. olanlara çok ihsan etmek işitmesi istenilen güzel zikir ve sözler. sehl: Kolay. Toprağı yumuşak düz yer. Mevlevilerin ve sair dervişlerin ney Sade. veya def ile beraber ilahi okuyarak sekināt: Sükûn ve itminan, temkin. raksları ve nağme terennüm etmeleri, Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan dönmeleri. kalp huzuru ve sükûneti. Telaş ve sūǾal: İsteme. İstek. Soru. Sorulan şey. hafifliğin zıddıdır. Kalp rahatlığı, kalp Dilencilik. kuvveti veren çok mühim bir duanın sūǾ-i ķarīn: Kötülüğe yaklaşmak. ismi. śunǾ: Yapmak. Eser, yapılan iş. Güzel iş selām: Ayıplardan, afetten salim oluş. yapmak. Selamet, emniyet. Sulh. Asayiş. Bütün süfliyāt: Bu dünya ile alâkalı işler. korktuklarından emin olma. Allah’ın Nefsani, heva ve hevese tabi olan rızasına kimselerin işleri. erişmek için müminlerin Dinlemek, Çalgı kulak vermek. dinlemek. Herkesin birbirlerine yaptığı dua. sünnet-i semiǾnā: işittik. Efendimizin bunları devamlı yaptığı, serdār: Askerin başı. Kumandan. nadiren terk etmiş olduğu farz ve vacip ser-firāz:Başını olmayan amelleridir. yukarı kaldıran, yükselten. Benzerlerinden üstün olan. setr: Örtme, kapama, gizleme. müekkede: Peygamber Ş sevā: Mukim olmak, ikamet etmek, şāmile: Çevreleyen, içine alan, ihtiva oturmak. Zayıf olmak. eden, kaplayan. Çok şeye birden örtü ve śıfāt: Bir şahsın veya bir nesnenin zarf olan. Fazla şeyleri veya kimseleri görünen durumu, suret. İnsanın konumu ilgilendiren. veya unvanı. İz, nişan, alamet. şāyeste: Şayan, uygun, yaraşır, layık. sıķlet: Ağırlık. Manevi sıkıntı. Numune. Silsile: Birbirine bağlanan, bir sıra şedīd: Sert, sıkı, şiddetli. Musibet, belâ. meydana getiren şey. Zincir. Zincir gibi Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, birbirine ekli ve bitişik olan. Soy, sop. sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali. 229 şems: Güneş. şürūŧ: Şartlar. Bir şeyde bulunması şerǾ: Emir ve nehiy gibi hükümleri lazım gelen esaslar, temeller. vazetmek. Bir işe başlamak. Dalmak. Girmek. Zahir etmek, göstermek. Ayet, hadis, icma-i ümmetle ve kıyas-ı fukaha ile sabit olan dinin temelleri, şeriat. şeref: Yükseklik, yücelik. Büyüklük. İnsanlar arasında geçerli ve makbul olma. Büyük bir makam sahibi olma. Allah’a itaat ve ubudiyeti ve yüksek hizmeti ile çok ihsanına mazhar olma. İftihar, övünme. şerīfe: Şerefli, mübarek. Peygamber neslinden ve Hz. Hüseyin’in soyundan olup İslamiyet’e tam sadakatle bağlı temiz kimse. şerīǾat: Doğru yol, Hak yolu. Allah’ın buyruğu. Kur’an-ı Kerim hükümlerine ve hadislere dayanan din kuralları. şiǾār: Belirti, işaret. Hacı olmak için Mekke’de yapılan tören. Yol, tarz, adet, usul. Eklendiği söze iyilik üstünlük veren işaret anlamını verir. şirk: En büyük günah olan Allah’a ortak kabul etmek. Allah’tan ümidini keserek başkasından medet beklemek. memnunluk nimetlerine göstermek. teşekkür. şürūĥ: Şerhler, açıklamalar. ŧāǾat: İbadet etmek. Allah’ın emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek. tābiiǾn: Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun Kendinden eğen. evvelki İtaat kelimeye eden. göre hareke alan. Peygamberimizi görmüş olanları, ashabını görüp, onlardan hadis dinlemiş olan kimseleri ifade eder. tafśīl: Etraflı olarak bildirmek. Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah etmek. taġayyur: Değişmek. Başkalaşmak. Bozulmak. Renk değiştirmek. taĥlīķ: Yaratmak. Eskitmek. Boşaltmak. Boş bırakmak. Serbest bırakmak. Temizlemek. şeyāŧīn: Şeytanlar. Allah’ın ŧaǾām: Yemek. Yenilen şey. taĥliye: şerīk: Ortak. Arkadaş. şükr: T karşı Allah’a taĥśīl: Hâsıl etmek. İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak. Vergi toplamak. Aşikâre eylemek. taĥsīn: Beğenmek ve alkışlamak. Tezyin eylemek, güzelleştirmek. İyi ve güzel bulmak. taĥķīķ: Doğru olup araştırmak veya yanlışlığını meydana olmadığını doğruluğunu, çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak. Bir şeyi eksiksiz ve ziyadesiz yapmakta mübalağa etmektir. Bir şeyin hakikatine 230 ermek, künhüne vakıf olmak, nihayetine olan husus veya bu hususların heyet-i erişmek demektir. mecmuası. tāǾib: Tövbe eden. Günahlarına pişman ŧarīķat: yol, meslek, tarik. Allah’a olan. ulaşmak amacıyla tutulan yol, ilahi yol. taķbīl: Öpmek taǾrīž: taǾliķāt: Bir eseri açıklamak üzere Kapalıca yapılan sitem. Kinaye ile kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak söylemek. hazırlanan notlar. taśvīr: Bir şeyin suretini çıkarma, ŧard: Sürme, kovma, uzaklaştırma. resmini Dokunaklı yapma. söz Resim söylemek. gibi güzel Mektepten veya vazifeden uzaklaştırma. anlatma, betimleme. Hizmetten çıkarma. taŧhīr: Temizlemek. Yıkayıp pak etmek. taśfiye: Saflaştırmak. Olduğundan daha Tahir kılmak. temiz bir hale getirmek. Temizlemek. tažarruǾ: Bir şeye gizlice yaklaşmak. taķvā: Kendi Bütün günahlardan kendini kusurlarını bilip kibirden korumak. Dinin yasak ettiğinden veya vazgeçip tevazu ile yalvarmak. haram taǾžīm: olduğunda şüphesi olan Hürmet. Riayet. İkramda şeylerden çekinmek. bulunmak. Bir zat hakkında büyük takvīm: Doğrultma, düzeltme, yoluna sayıldığına delalet edecek surette güzel koyma, tertip ve tanzim etme. Yılın her muamelede ve hürmet ifade ayını ve gününü gösteren defter, zaman tavırda bulunmak. çizelgesi. tažyīǾ: Kaybına sebep olma, bırakıp ŧālib: İsteyen, istekli. Talebe, öğrenci. kaybetme. Boşuna harcama. taǾliķ: Geciktirmek. tebarek: Mübarek etsin mealinde dua. Bağlanmak. Bir cümlenin mazmununun tebeddül: Başkalaşmak. Değişmek. Yeni husulünü heyete, başka kıyafete girmek. Asmak. diğer bir cümlenin eden mazmununun husulüne edat-ı şart ile teǾbīd: Ebedileştirme, sonsuzlaştırma. raptetmektir. Bir zamana bıraktırmak. tebliġ: Kur’an yazısının bir çeşidi. Tefsir. Bildirmek. Eriştirmek. taǾlīm: tecdīd: Öğretmek. Yetiştirmek. Ulaştırmak. Yenileme. Götürmek. Yenilenme. Alıştırmak. Belli etmek. İdman. Tazelenme. tār: Karanlık. Tel. Saç teli. Tepe. İplik. tecezzi: Parçalara ayrılma ve bölünme. ŧarīķ: Yol. Tarz, usul. Vasıta. Meslek. Ufalanma. Bir maksada nail olmak için icrası lazım 231 teǿdīb: Edeplendirme. Terbiye verme. getirilmek. Haddini bildirme. maddeler. tedvīn: Bir araya toplayarak tertipleme. tesbīhāt: Edebiyatta: Aynı mevzuya ait bahisleri, ifadelerle zikretmek. çalışmaları bir araya getirip kitap haline tesellī: Avunma. Kederli ve gamlı olan getirme. bir tefāǾül: Tutmak. ferahlandırma. tefhīm: Anlatmak. Bildirmek. tesmiye: tefriķ: Birbirinden ayırmak, seçmek, Besmele çekme. ayırt etmek, ayrı kılmak. Korkutmak. tevaķķuf: teferruǾ: Birçok kollara ayrılmak. Bir Duraklama. kimse halkın üzerine havale olmak. Bir teveccüh: Bir şeye doğru yönelme, bir kavmin en şerefli kadını ile evlenmek. tarafa dönme. Çevrilme. Manen üzerine Çatallanıp dal dal olmak. düşme. Ait olmak. Hoşlanmak. Sevgi, teklīfāt: Teklifler. alaka. teǿlīf: Barıştırmak. Husumeti defetmek. tevĥīd-i şerīf: Allah’ın birliğini ifade Ülfet ve imtizaç ettirmek. Çeşitli şeyleri eden Lâilahe illallah Muhammedü’r birleştirip karıştırmak. Eser yazmak. Resulullah cümle-i kudsiyesidir. telķīn: Zihinde yer ettirmek. Fikir tezlil: Birisini tahkir etme, aşağılatma. aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. Zelil ve hakir bulma. Yeni Müslüman olana İslam esaslarını tezyīn: Süslemek. Bezemek. Donatmak. anlatmak. Ölü gömüldükten sonra imam tīre: Karanlık. Bulanık. tarafından söylenen söz. tīrdān: Ok mahfazası, sadak. temkīn: Ağır başlılık, usluluk. Ölçülü tuġyān: Zulüm ve küfürde çok ileri hareket sahibi. Vakar, izzet. İktidar, gitmek. kudret. Birini bir şeye muktedir kılmak. mizaçlılık. Kan galebe etmesi hali. Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükûna Resmî mazhar olmak. Tedbir, ihtiyat. durmak. Su baskını. terġīb: Şevklendirme, ümitlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme. Birbirine Allah’ı kimseyi sıfatlarına söz ve İsimlendirme. Durma. Azgınlık, devlet karıştırılmış layık nasihatle Ad verme. Eğlenip kalma. taşkınlık. kuvvetlerine Taşkın karşı U terķib: Birkaç şeyin beraber olması. ǿubūdiyyet: Kulluk, kölelik. Düşkün Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana olma durumu, aşırı bağlılık, tutkunluk. 232 ǿukubāt:Cezalar. İşkenceler, eziyetler. vuślat: Kavuşma. Kısas ve şahsi cezalar. vüsūl: kavuşma, ulaşma. ǿukūl: Akıllar. vüsǾat: Genişlik. Uzam. ǿulviyāt: Ulvilik, yücelik, yükseklik, ululuk. umūr: Emirler. İşler. Hususlar. Y yakīn: Sağlam bilgi, kesin olarak bilme, Maddeler. şüphe götürmez gerçek. İnanç kuvveti Ǿuzemā: Mevki ve şeref bakımından ile gerçeği apaçık görme. büyükler. yeksān: Beraber. Bir. Düz. Her zaman. uzlet: Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak yenbūǾ:Pınar, kaynak. bir tarafa çekilip yalnız kalmak. Z V zād: Azık. Yolda yenecek veya içilecek Vācibüǿl- vücūd: Varlığı mutlaka lazım gıda maddesi. olan. Allah. žahīr: Kuvvetli deve. Yardımcı, arka vāfire: Birçok, bol, çok. çıkan. Geriden gelen kuvvet. vārid: Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. žāhir: Görünen, aşikar olan. Açık, belli, Akla gelen. Olan. Bir şey hakkında meydanda söylenip tatbik edilen. Hazır, nazır. Şüphesiz. Suret. Dış yüz. Görünüş. Bahadır. Anlaşılan. Meğer. Galiba. Zannederim. vāridāt: Kâr, gelir. Varit olan. Bir Elbette. kimseye veya hazineye ait gelir ve zār-ı ĥazīn: Hüzünlü bir şekilde inleyen. paralar. Hatıra gelen, içe doğan. Keder meydana getiren. Acı uyandıran. važǾ: zāt: Kendi, öz, asıl, cevher. Sahip, Koyma, konulma. Bırakmak. olan. Görünüşe göre. Atlamak. Tayin etme, belirtmek. Duruş, malik. hareket, tarz. zebān: Dil, lisan, lügat, lehçe. velāyet-i śāġra: Tarikat ve tasavvuf zemīme: ehlinin gittiği yol. Beğenilmeyen kötü hal ve hareket. velĥāśıl: Sözün kısası, özü, kısacası. zevāt: Zatlar, şahıslar, kimseler. Üzüm, vesāvis: Vesveseler. buğday gibi şeylerin kabuğu. vird: Sık sık ve devamlı okunan dua. žulm: Haksızlık. Eziyet, işkence. Bir Kur’an-ı Kerim’den her gün okunması hakkı kendi yerinden başka bir yere vazife bilinen kısım, bir cüz. koymak. Zemme müstahak olan. 233 źulmānī: Karanlık. Karanlıkla alâkalı. zühd: Dünyaya Karanlıklı ve karanlık gaflet uykusunda Nefsani olan. çekerek ibadete vermek. žulmet: Karanlık. Mc: Sıkıntı. Zül-celāl: Celal sahibi, Allah, Azamet, Kibriya, izzet ve heybet sahibi. zevk ve rağbet arzudan etmemek. kendini 234 EKLER 235 Ek 1: Sülûk-nâme Tıpkı Basım Metninden Örnekler 236 237 238 239 240 KAYNAKÇA ABDULLAH FÂRUKÎ EL-MÜCEDDİDÎ, (1997), Fıkhî Risâleler, Farukiyye İslam Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1. Baskı, Ankara. ABDÜLKADİROĞLU, Abdülkerim, (1991), Halvetilik’in Şabaniyye Kolu Şeyh Şaban-ı Veli ve Külliyesi, Şaban-ı Veli Derneği Yayınları, 1. Baskı, Ankara. ABDÜLKERİM KUŞEYRÎ, (2009), Kuşeyrî Risalesi, Süleyman Uludağ (Çev.), Dergâh Yayınları, 7. Baskı, İstanbul. ABDÜRREZZAK KÂŞÂNÎ, (2004), Tasavvuf Sözlüğü, Ekrem Demirli (Çev.), İz Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. ADLER, Alfred, (1998), Yaşama Sanatı, Kamuran Şipal (Çev.), Say Yayınları, 12. Baskı, İstanbul. AHMED BİN HANBEL, (2014), Müsned, Hasan Yıldız, Zekeriya Yıldız, Hüseyin Yıldız (Çev.), Ocak Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. AHMED SÛZÎ, Sülûk-nâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, no: 3131 (yk. 36a-38b) AHMED SÛZÎ, Sülûk-nâme, Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Sultan Bölümü, no: 198. AKALIN, Şükrü Haluk vd., (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Basımevi, 1. Baskı, Ankara. AKKAYA, Hüseyin, (1997), The Prophet Solomon in Turkish Literature and the Suleymâniyye of Şemseddin Sivâsî, Part II, Harvard University. AKOT, Bülent, (2014), Kadızâde Mehmed Arif Efendi’nin Risâle Fi Hased Adlı Eseri ve Muhtevasının Analizi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar dergisi, Yıl:8, Sayı:32, ss.15-25. Sinop. AKPINAR, Cemil, (2000), “ İcazet ” , Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c.XXI, İstanbul, ss.393-400. AKŞİN, Sina, (1992), Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600- 1908, Cem Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. 241 ALAWNEH, Shafiq Falah, (2004) , İnsan Motivasyonu: İslâmî Bir Bakış Açısı, Birey ve Din, Din Psikolojisinde Yeni Yaklaşımlar, Ali Rıza Aydın (Çev.), İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ALTINAY, Ahmet Refik, (1973), Lale Devri, Haydar Ali Diriöz ( Hzr.), Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, 1. Baskı, Ankara. ALTINTAŞ, Hayrani, (2001), Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, 2. Baskı, Ankara. ARSLAN, Zafer, (2010), “Ahmed Sûzî-i Sivâsî ve Divânı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş. AŞKAR, Mustafa, (1999), “Bir Türk Tarikatı Olarak Halvetiyye’nin Tarihi Gelişimi ve Halvetiyye Silsilesinin Tahlili”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:47, Cilt:39 Sayı:1, Ankara, ss. 535-563. AŞKUN, Vehbi Cem, (1948), Sivas Şairleri, Kamil Matbaası, 1. Baskı, Sivas. BAĞDATLI İSMÂİL PAŞA, (1945-1947), Hediyyetü'l-Ârifîn Esmâü'l-Müellifin ve Âsâru’l-Musannifîn, (Keşfu’z-Zunûn Zeyli), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. AYDIN, Ferit, (1995), İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. AYDIN, Ferit, (2000), Tarikatta Rabıta ve Nakşibendîlik, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. BERGSTRASSER, Gotthelf, (2011), Metin Tenkidi ve Yazma Metinleri Yayınlama İlkeleri, Muhammed Hamdî el- Bekrî ( Haz.), Eyüp Tanrıverdi (Çev.), 1. Baskı, Kitabevi Yayınları, İstanbul. BEŞER, Faruk, (2010), “Şehvet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.XXXVIII, İstanbul, ss.476-477. BURSALI MEHMET TÂHİR, (1900), Meşâyih-i Osmaniyyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli, Tüccâr-zâde İbrahim Hilmî (Nşr.), Kütüphâne-i İslâm, İstanbul. BURSALI MEHMET TÂHİR, (1975), Osmanlı Müellifleri, A. Fikri Yavuz ve İsmail Özen ( Haz.) Meral Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. 242 CAFER SEYİT SECADİ, (2007), Tasavvuf ve İrfan Sözlüğü, Hakkı Uğur (Çev.), Ensar Neşriyat, 1. Baskı, İstanbul. CANAN, İbrahim, (2004), Hadis Ansiklopedisi- Kütüb-i Sitte-, C.XIV, Akçay Yayınları, 1. Baskı, Ankara. CEBECİOĞLU, Ethem, (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, 5. Baskı, İstanbul. CEMÂLEDDÎN HULVÎ, (1993), Lemezât-ı Hulviyye ez-Lemeât-ı Ulviyye, Mehmed Serhan Tayşi (Haz.), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları,1. Baskı İstanbul. CENGİL, Muammer, (2013), Tasavvufi Yaşantı, Halveti-Uşşaki Topluluğu Üzerine Psiko- Sosyolojik Bir Araştırma, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1. Baskı, Ankara. CEYLAN, Metin, (1999), “Ahmed Sûzî Divânı’nın Edisyon Kritiği”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyonkarahisar. COŞKUN, Ahmet, (1990), “Ayetlerin ışığında Fakirlik ve Açlık Problemi”, Erciyes Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:7, Sayı:7, ss. 47-64, Kayseri. ÇAĞRICI, Mustafa, (1998) “Hilm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XVIII, İstanbul, ss.33-36. ÇAĞRICI, Mustafa, (2000), “İntikam”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXII, İstanbul, ss. 356-357. ÇAĞRICI, Mustafa, (2002), “Kin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXVI, İstanbul, ss.30-31. ÇAĞRICI, Mustafa, (2004), “Kibir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXV, İstanbul, ss. 562. ÇELEBİ, İlyas, (1998), “Hicab”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.XVII, İstanbul, ss. 429-430. ÇETİN, Nurullah, (2009), Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, 8. Baskı, Ankara. 243 ÇINAR, Fatih, (2010), “Ahmed Sûzî ve Sülûk-nâme isimli eseri”, İslam Araştırmaları Dergisi, Yıl:3, sayı:1, ss.204-228, İstanbul. DEMİRCİ, Mehmet, (2001), Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, Damla Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul. DENİZLİ, Hikmet, (1998), Sivas Tarihi ve Anıtları, Özbelsan Yayıncılık, 1. Baskı, Sivas. DERİN, Süleyman, (2013), Kur’an-ı Kerîm’de Seyr ü sülûk – Ahmed İbn Acîbe’nin Tefsiri’nde-, Erkam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. DEVELLİOĞLU, Ferit, (1993), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, 11. Baskı, Ankara. DİNÇ, Ali Ramazan, (2002), Manevi Yolculuk Seyr u Sülûk, Mavi Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. DODURGALI, Abdurrahman, (1995), İbn-i Sina Felsefesinde Eğitim, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. DÖLEK, Adem, (2002), “Hadisler Işığında Hased Hastalığı ve Psikoterapi”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:8, Sayı: 4, ss.39-82, Şanlıurfa. DUMAN, Ali, (2008), “ Sadaka “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. XXXV, Ankara, ss. 383-384. ECMEL, Muhammed, (2003), “Sufi Ruh Bilimi’’, Sufi Psikolojisi, Kemal Sayar (haz.), İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. EBU’L- HASAN HARAKANÎ, ( 2006), Seyr ü sülûk Risalesi, Sadık Yalsızuçanlar ( Haz.), Sufi Kitap Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ERAYDIN, Selçuk, (1981), Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. FERİDÜDDİN ATTAR, (1987), Tezkiretü’l- evliya, Orhan Yavuz (Haz.), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara. FIĞLALI, Ethem Ruhi, (1984), İmamiye Şiası, Selçuk Yayınları, 1. Baskı, Ankara. 244 FRAGER, Robert, (2004), Aşktır Asıl Şarap, Ömer Çolakoğlu (Çev.), Gelenek Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. FOULQUİE, Paul, (1994), Pedagoji Sözlüğü, Cenap Karakaya (Çev.), Sosyal Yayınlar, 1. Baskı, İstanbul. GEYİK, Nurullah, (2012), “Şeyh Abdurrahim Karahisari ve Tercüme-i Kaside-i Bürdesi”, Yayımlanmamış Bitirme Tezi, Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Elazığ. GÖKBEL, Ahmet, (2004), İnanç Tarihi Açısından Sivas, Kitabevi Yayınları, 1. Baskı İstanbul. GÖKTAŞ, Mehmet, (1996), “Ahmed Sûzî Divânı’nın Dinî ve Tasavvufi Tahlîli”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum. GÖLPINARLI, Abdulbaki, (1997), Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Aka Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. GÖLPINARLI, Abdülbâki, (1997), Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılâp Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul. GÜNDÜZ, Şinasi, (2010), Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 3. Baskı, Ankara. GÜNEREN, Mehmet Fatih, ( 1994), Sivasî Şiirleri, Seçil Ofset, 1. Baskı, Sivas. GÜNEŞ, Mustafa, (2015), Ergun Çelebi ve Genc-nâme, Academia Yayınevi, 1. Baskı, Kütahya. GÜNEŞ, Mustafa, (2015), Germiyanlı Şeyhî ve Har-nâme’si (İnceleme- Metin), Academia Yayınevi, 1. Baskı, Kütahya. GÜNEŞ, Mustafa, (2016), Yozgatlı Hüznî Divanı’nda Ayetler, Sunuma Hazır Sempozyum Bildirisi, Kütahya: s.1-3. GÜNEY, Aşkım, (1997), “Halvetilerde Musiki,” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. 245 GÖRMEZ, Mehmet, Mehmet Emin ÖZAFŞAR, İsmail Hakkı ÜNAL, Yavuz ÜNAL, Bünyamin ERUL, Huriye MARTI ve Mahmut DEMİR, (2014), Hadislerle İslam, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara. GÜRÜN, Kamuran, (1984), Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Bilgi Yayınları, 2. Baskı, Ankara. HAKSEVER, Ahmet Cahit, (2009), Modernleşme Sürecinde Mevleviler ve Jön Türkler, H Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. HAKSEVER, Ahmet Cahit, (2009), Ya’kub-ı Çerhî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. HOCAZÂDE AHMED HİLMİ, (1307), Ziyaret-i Evliyâ, Matbaa-i Amire, İstanbul. HORATA, Osman, (2007), “ Sûzî” Türk Dünyası Ortak Edebiyatı: Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, C.VII, Ankara, ss.652. HÖKELEKLİ, Hayati, (2009 ), “Tevazu (Alçak Gönüllülük)”, Değerler Eğitimi Merkezi Dergisi, Yıl:1 Sayı: 2, ss. 114-119. İstanbul. HÜSEYİN KAZIM KADRİ, (1927), Türk Lügati, 1. Baskı, İstanbul. IŞIK, Hidayet, (1989), “Hz. Peygamber (S.A.S)’e Salât ve Selam Getirme ile İlgili Bir Araştırma”, Diyanet Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 25, s. 263-286, Ankara. İBN-İ ACÎBE AHMED EL-HASENÎ, (2011), el-Bahru’l- medîd fî Tefsîri’lKur’âni’l- mecîd ( Kur’an’ın Tefsiri ve Tasavvufi İşaretleri ) Dilâver Selvi (Çev.) , Semerkant Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. İMAM BUHARÎ, (2008), Sahîh-i Buharî, Abdullah Durmuş vd. (Çev.), Polen Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. İMAM BUSİRİ, (1975), Kaside-i Bürde, Fevzi Aksoy-Mehmet Balcı (Çev.), Bedir Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul. İMAM MÜSLİM, (2008), Sahih-i Müslim Muhtasarı, Hanefi Akın (Çev.) , Polen Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. İMAM SUYÛTÎ, (2008), Camîu’s Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi (Heyet), C. II, Yeni Asya Neşriyat, 1. Baskı, İstanbul. 246 İNAL, İbnülemin Mahmut Kemal, (1970), Son Asır Türk Şairleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. İZ, Mahir, (1990), Tasavvuf, Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. İZ, Fahir, (2011), Eski Türk Edebiyatında Nesir, Akçağ Yayınları, 1. Baskı, Ankara. İZUTSU, Toshihiko, (1975), Kur’an’da Allah ve İnsan, Süleyman Ateş (Çev.), Ankara Üniversitesi Basımevi, 1. Baskı, Ankara. İZUTSU, Toshihiko, (1991), Kur’an’da Dinî ve Ahlaki Kavramlar, Selahattin Ayaz (Çev.), Pınar Yayınları, 2. Baskı, İstanbul. KALKIŞIM, Mehmet Muhsin, (2010), “Klasik Şairlerde Benlik Psikolojisi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı:3, ss.138-150. Sinop. KARA, Mustafa, (1985), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. KARAGÖZ, İsmail, (2011), Ayet ve Hadislerin ışığında Allah’ın İsim ve Sıfatları: Esma-i Hüsna, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. Baskı, Ankara. KARAMAN, Fikret, (2006), Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara. KARAMAN, Hayreddin, Ali BARDAKOĞLU ve Yunus APAYDIN, (2007), ilmihal, İman ve İbadetler, C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 13. Baskı, Ankara. KARAMAN, Hayreddin, (1988) “Adet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. I, İstanbul, ss.369-373. KASAPOĞLU, Abdurrahman, (2003), Kur’an’ın İffet Anlayışı – Batılı Cinsel Ahlak Anlayışları ile Bir Mukayese-, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Yıl:3, Sayı:4, ss.5-25, Malatya. KILIÇ, Mahmud Erol, (2012), Tasavvufa Giriş, Sufî Kitap Yayıncılık, 5. Baskı, İstanbul. KOCATÜRK, Vasfi Mahir, (1996), Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Yayınları, 8. Baskı, Ankara. 247 KONUK, Ahmed Avni, (2000), Fusus’ul Hikem Tercüme ve Şerhi, C. I, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları / İslam Klasikleri Dizisi, 3. Baskı, İstanbul. KÜÇÜK, Sabahattin, (1994), Bâkî Dîvânı, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1. Baskı, Ankara. LEVEND, Agâh Sırrı, (1984), Divan Edebiyatı ( Kelimler ve Remizler- Mazmunlar ve Mefhumlar ), Enderun Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul. MECDÎ EFENDİ, (1986), Hadaikü’ş-şakayık, Abdülkadir Özcan (Haz.), Çağrı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. MEHMED SALAHÎ, (1329), Kamus-ı Osmanî, Kanaat matbaası, İstanbul. MEHMED SÂMİ’ SÜNBÜLÎ, (1316) , Esmâr-ı Esrâr, Cemâl Efendi Matbaası, İstanbul. MUHAMMED FUAD ABDULBÂKİ, (1990), el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’lKur’an, Çağrı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul. MUHAMMED NAZMÎ, (1982), Hediyyetü’l-İhvân, (İnceleme ve Edisyon Kritikli Metin) Osman Türer (Haz.), 1. Baskı, Ankara. MUSLU, Ramazan, (2007), “Halvetiyye’de Etvâr-ı Seb’a Yazma Geleneği ve Sofyali Bâlî Efendi’nin Etvâr-ı Seb’a Risâlesi”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl:8, sayı:18, ss. 65-85, Ankara. MUTTAKÎ EL- HİNDÎ, (1895), Kenzü’l- ummal, C. I, Darü’l- eşâ’at, Kahire. MÜTERCİM ÂSIM EFENDİ, (2013), el- Okyânûsu’l- Bâsit fî Tercemeti’lKâmûsu’l- Mûhit,Kâmûsu’l- Mûhit Tercümesi, Mustafa Koç- Eyüp Tanrıverdi ( Haz.) C. III, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. OKTAR, Adnan, (2009), Şeytanın Enaniyeti, Araştırma Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul. ORNSTEİN, Robert Evan, (1990), Yeni Bir Psikoloji, Erol Göka-Feray Işık (Çev.), İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. OSMÂNZÂDE HÜSEYİN VASSÂF, (2011), Sefîne –i Evliyâ, Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz (ÇEV.), Kitabevi Yayınları, İstanbul. 248 ÖGKE, Ahmet, (2001), Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ÖNGÖREN, Reşat, (2003), Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ÖZDOĞAN, Öznur, (2007), İsimsiz Hayatlar Manevi ve Psikolojik Yaklaşımla Arınma ve Öze Dönüş, Özden ÖzeYayınları, 1. Baskı, İstanbul. ÖZDOĞAN, Öznur, (2008), ‘‘İnsana Manevi-Psikolojik Yaklaşım’’, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 56, Cilt:49, sayı: 2, ss.77-102. Ankara. ÖZEL, Ahmet, (1998) , “ Adak “, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.I, Ankara, ss. 337-340. ÖZGEN, Mehmet Kasım, (2013), “Tasavvuf Felsefesinde Zikir Kavramı”, Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:1, Cilt:1, sayı:2, ss.215227, Muş. ÖZTUNA, Yılmaz, (1983), Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ÖZTÜRK, Mustafa, (2001), “ Sadaka Kavramının Kur’an’daki Anlam Çerçevesi Semantik Bir Tahlil Denemesi-“, Ondokuz Mayıs Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:15, sayı: 12-13, ss. 457-487, Samsun. ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, (1990), Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. PAKALIN, Mehmet Zeki, (1971), Osmanlı Terimleri, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara. PARLATIR, İsmail, (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1. Baskı, Ankara. PARSA, Muhammed, (2011), Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin Sohbetleri, Erkam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. PAZARLI, Osman, (1968), Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, 1. Baskı, İstanbul. 249 PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali, (1999), Türkçe Sözlük, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. RECEB SİVÂSÎ, (Tarihsiz) Necmü’l-Hüdâ fî Menakıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebû’sSenâ, Süleymâniye Ktp., Lala İsmâil Kitâblığı, nr. 694/2, vr. 5b. SADETTİN TAFTAZANÎ, (1982), Şerhu’l-Akaid, Süleyman Uludağ (çev.), Dergah Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. SÂDIK VİCDANÎ, (1919-1922), Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye’den Halvetiyye, Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası, İstanbul. SAĞLAM, Abdülkadir, (2000), “Sûzî Divânı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale. SARGUT, Cemâlnur, (2013), Sohbetler, Arzu Eylül Yalçınkaya (Editör), Nefes Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. SARMIŞ, İbrahim, (1995), Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslam, Ekin Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. SAYAR, Kemal, (2000). Sufi Psikolojisi. Bilgeliğin Ruhu, Ruhun Bilgeliği, İnsan Yayınları, 2. Baskı, İstanbul. SCHİMMEL, Annemarie, (2005), Halifenin Rüyaları – İslamda Rüya ve Rüya Tabirleri, Tuba Erkmen (Çev.), Kabalcı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. SERDAROĞLU, Ahmet, (1996), Usul-i Hadis ve Mevzûât-ı Aliyyül-Kârî Tercemesi, Ayyıldız Matbaası, 1. Baskı, Ankara. SERİN, Rahmi, (1984), İslam Tasavvufunda Halvetilik ve Halvetiler, Petek Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. SERİNSU, Ahmed Nedim, (2001), “Ahzâb Sûresi 56. Ayeti Çerçevesinde Hz. Peygamber’e Salât ve Selam Getirmenin Anlamı” , Dinî Araştırmalar Dergisi, Yıl:4, Sayı:10, Ankara, ss. 121-139 SÖNMEZ YILMAZ, Serpil, (2011), Osmanlı Klasik Çağında Sivas, Kitabevi Yayınları 1. Baskı, İstanbul. SUAD EL-HAKÎM, (2005), İbnü’l-Arabî Sözlüğü, Erkem Demirli (Çev.), Kabalcı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. 250 ŞEMSEDDİN SAMİ, (2004), Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, 13. Baskı, İstanbul. ŞİHÂBUDDÎN SÜHREVERDÎ, (2010), Avârifü’l- Meârif – Geçek Tasavvuf, Dilâver Selvi ( Çev.), Semerkand Yayınları, 7. Baskı, İstanbul. TANYU, Hikmet, (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, 1. Baskı, Ankara. TATÇI, Mustafa, (1990), Yunus Emre Divanı – İnceleme, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara. TEK, Ayhan, (2009), “ Türk Tasavvuf Edebiyatında Bâ-yı Besmele”, II. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Öğrenci Kongresi Bildiriler Kitabı I-II. Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, 4-6 Ağustos 2008, İstanbul, ss. 97-108. TOPARLI, Recep, (1991), Ahmed Sûzî, Revak Yayınları, 1. Baskı, Sivas. TUMAN, Mehmed Nâil (İnehan-zâde), (2001) , Tuhfe-i Nâilî (Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri) Cemal Kurnaz – Mustafa Tatçı (Haz.), Bizim Büro Yayınları, 1. Baskı, Ankara. TÜRER, Osman, (1984), “Osmanlı imparatorluğunda Padişah-Tarîkat Şeyhî Münâsebetine Dair Târihi Bir Örnek”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Yıl:4 Sayı: 28, ss. 181-194, İstanbul. TÜRER, Osman, (1997) , “Biat (Tasavvuf)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. VI, İstanbul, ss. 120-124. TÜRER, Osman, (2003), “Letâif-i Hamse”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. XXVII, Ankara, ss. 143. TÜRER, Osman, (2011), Osmanlılarda Tasavvufi Hayat – Halvetilik Örneği-, İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ULUDAĞ, Süleyman, (1976), İslâm Açısından Musiki ve Rüya, İrfan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ULUDAĞ, Süleyman, (1997), ‘‘Halvetiyye’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, c. XV, İstanbul, ss. 393-395. 251 ULUDAĞ, Süleyman, (2001). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ULUDAĞ, Süleyman, (2006), “Murâkabe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. XXXI, İstanbul, ss. 204. ULUDAĞ, Süleyman, (2010), “Mürşid-i Kâmilin vasıfları”, Zuhûr Kültür Edebiyat ve Tasavvuf Dergisi Yıl:1, sayı:3, ss.12-14. Erkam matbaası, Eskişehir. ULUSOY, Ayşe, (2004), “Ahmed Sûzî Divânı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas. UYSAL, Muhittin, (2001), Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yayınları, 1. Baskı, Konya. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, (1983), Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1. Baskı, Ankara. ÜNAL, Harun, (2007), Uydurma Hadisler, Mirac Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. ÜNAL, Mehmet, (2012), “Tasavvuf Tarihi İçinde Celvetilik”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:13, sayı: 26, ss. 91-104, Isparta. YAHYA ŞİRVANİ, (2010), Şifa-ül Esrar, Mehmet Rıhtım (Çev.), Sufi Yayınları, 4. Baskı, İstanbul. YAMAN, Kürşad Salih, (2012), “Sebepler ve Tevekkül”, Semerkand Dergisi, Yıl:13, Sayı:158, ss.8-11. İstanbul. YASAK, İbrahim, (2010), Sivas Yatırları ve Abdülvehhab Gazi Hazretleri, 1. Baskı, Sivas. YAVUZ, Kemal, (2014), “Besmele-i Şerife’nin Türk Şiirine Akisleri”, Yağmur Dergisi, Yıl: 17, sayı:70, ss.14-19. İzmir. YAVUZ, Yusuf Şevki, (1997) , “Hamdele” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XV, İstanbul, ss. 448-449. YAZICI, Seyfettin, (2012), Temel Dinî Bilgiler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 6. Baskı, Ankara. 252 YAZIR, Muhammed Hamdi, (1997), Hak Dinî Kur’an Dili, C.I, Hisar Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul. YEĞİN, Abdullah, (1992), İslamî-İlmî-Edebi- Felsefî Lügat, Hizmet Vakfı Yayınları, 1. Baskı, 8. Baskı, İstanbul. YILDIRAN SARIKAYA, Meliha, (2011), “Ahmed Sûzî’nin vasiyet-nâmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 15, Sayı:2, ss. 173200. Sivas. YILDIZ, Alim, (2012), Ahmed Sûzî Divanı, Buruciyye Yayınları, 1. Baskı, Sivas. YILDIZ, Alim, (2007), “ Ahmed Sûzî ve Pendnâmesi” , Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiri kitabı, Sivas Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2125 Mayıs 2007, Sivas, ss.353-360. YILDIZ, Alim, (2011), Ahmed Sûzî Hayatı ve Şiirleri, Buruciyye Yayınları,1. Baskı, Sivas. YILMAZ, Hasan Kamil, (1982), Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celveti Tarîkatı, Erkam Yayınları,1. Baskı, İstanbul. YILMAZ, Hasan Kamil, (2010), 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. YILMAZ, Hasan Kamil, (2010), Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yayıcılık, 13. Baskı, İstanbul. YILMAZ, Mehmet, (1992), Edebiyatımızda İslamî Kaynaklı Sözler ( Ansiklopedik Sözlük), Enderun Kitapevi, 1. Baskı, İstanbul. YÜCER, Hür Mahmut, (2004), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. yy.), İnsan Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. YÜCESOY, Sevda, (2001), Uykudaki Bilgelik: Rüyalar, Ruh ve Madde Yayınları, 1. Baskı, İstanbul. YÜKSEL, Hasan, (1990), “Sivas’ta Bir Şeyh Ailesinin Ortaya Çıkışı”, Revak Dergisi, Yıl:1, sayı: 1, ss. 38-53, Sivas. 253 DİZİN -AAbdest, 62 Abdülehad Nurî, 7, 11, 27, 119, 208 Abdülmecid Sivasî, 7, 18 Adavet, 107 Adet, 101, 102, 250 Ahlak, 114, 213, 250 Ahmed Sûzî, 3, 4, v, vi, 1, 2, 4, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 16, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 32, 33, 35, 37, 38, 40, 41, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 101, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 117, 119, 121, 122, 123, 124, 208, 209, 245, 246, 247, 248, 254, 255, 256 Ali, 5, 10, 13, 16, 17, 24, 44, 52, 63, 65, 75, 76, 114, 133, 139, 140, 141, 167, 176, 181, 182, 183, 202, 224, 245, 247, 250, 251, 253 Ayet, 31, 32, 34, 38, 45, 46, 47, 48, 57, 61, 75, 76, 78, 85, 89, 100, 101, 102, 116, 117, 130, 131, 133, 135, 136, 147, 166, 233, 250 -BBayezîd-i Bistamî, 44, 53, 196 Besmele, 31, 32, 35, 235, 254, 255 Biat, 51, 52, 254 -CCehri, 77, 139, 216 Cezbe, 216 Cömertlik, 112, 232 Cüneyd-i Bağdadî, 53, 120 -DDergâh, 36, 60, 85, 244, 250 Dua, 121, 184, 230 -EEbubekir, 24, 44, 183 Edep, 95, 198, 213, 217 Enaniyet, 105 Eshab, 201 -FFeyiz, 221 -GGelenek, 61, 248 Gusül, 62 -HHadis, 50, 55, 104, 112, 115, 118, 142, 176, 178, 200, 246, 253, 255 Hafi, 78, 79 Halvetiyye, v, 7, 12, 13, 18, 26, 27, 61, 92, 245, 251, 253, 254 Hamdele, 32, 33, 255 Haset, 106 Hilm, 113, 246 Hizmet, 12, 89, 96, 108, 256 Hz. Ali, 16, 24, 44, 75, 76, 176, 181, 182, 183, 224 Hz. Ebubekir, 16, 24, 44, 183 Hz. Eyyûb, 110 Hz. İsmail, 110 Hz. Muhammed, 16, 24, 25, 34, 35, 44, 52, 57, 91, 93, 94, 118, 165, 173, 176, 180, 181, 182, 183, 185, 187, 200 -İİbrahim Tennûrî, 11, 27, 119, 208 İcazet, 55, 244 İffet, 114, 221, 250 İkrar, 67, 68 İntikam, 108, 246 İrşat, 57, 229 İslam, 1, 9, 12, 13, 18, 22, 26, 31, 32, 35, 36, 37, 39, 44, 47, 52, 55, 57, 61, 62, 63, 64, 67, 69, 82, 88, 91, 92, 96, 99, 101, 102, 104, 107, 108, 113, 115, 118, 122, 141, 142, 165, 173, 208, 254 220, 235, 244, 245, 246, 247, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 255 İstihare, 60 İtaat, 90, 95, 233 -KKâmil, 55, 202 Kasîde-i Bürde, 21, 22 Kibir, 104, 105, 199, 246 Kin, 107, 108, 219, 226, 246 -MMehmed Behlül, 10 Muhabbet, 72, 112, 120, 150, 189, 191 Muhammed, 2, 13, 14, 16, 17, 24, 25, 31, 34, 35, 44, 52, 57, 60, 75, 86, 89, 91, 93, 94, 110, 119, 156, 165, 173, 176, 180, 181, 182, 183, 185, 187, 193, 200, 208, 231, 245, 247, 252, 256 Murakabe, 56, 81, 82, 84 Mürit, 39, 74, 113, 189 Mürşid-i kâmil, 56, 57, 58, 59 Mütekellim, 85, 136, 178 -NNamaz, 62, 194, 231 Nezir, 63 Niyaz, 61, 121 -ÖÖmer Sanî, 9, 10, 11 -PPend-nâme, 23 -RRabıta, 69, 71, 190, 245 Rıza, 65, 111, 245 Ruh, 49, 51, 60, 65, 79, 105, 220, 247, 256 Rüya, 60, 61, 230, 253, 254 -SSabır, 59, 110 Sadaka, 63, 64, 247, 252 Sahavet, 112 Salik, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 53, 68, 69, 71, 72, 74, 77, 80, 81, 82, 88, 89, 90, 91, 92, 95, 96, 97, 98, 99, 101, 102, 103, 104, 108, 109, 111, 112, 114, 115, 178, 180, 183, 186, 187, 188, 190, 192, 193, 196, 197, 198, 199, 201, 204, 205, 206, 209 Salvele, 33 Sarıhatipzade Ahmed Hamdî, 11, 27, 119, 208 Sevgi, 71, 235 Silsile, 15, 26, 232 Sivas, v, vi, 1, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 15, 19, 21, 24, 25, 27, 245, 247, 248, 253, 254, 255, 256 Sohbet, 87, 193 Süleymân-nâme, 21, 22 sülûk-nâme, 4, 7, 40, 46, 52, 54, 56, 59, 75, 80, 115, 117, 122 Sülûknâme, 28 -ŞŞehvet, 100, 101, 245 Şemseddîn-i Sivasî, v, 7, 8, 9, 10, 12, 21, 25, 119, 208 Şemsîyye, v, vi, 7, 8, 9, 13, 15, 16, 18, 61 Şeriat, 57, 90, 182 Şeyh, v, 8, 9, 10, 12, 14, 15, 18, 22, 27, 36, 37, 38, 39, 41, 42, 44, 58, 59, 68, 77, 82, 90, 92, 93, 94, 119, 178, 183, 184, 187, 191, 193, 194, 195, 197, 202, 203, 204, 206, 208, 226, 244, 248, 253, 256 Şeyh Abdülmecid Efendi, 10 Şeyh Alixe "Ali" Lütfî Elbistânî, 10 Şeyh Hüseyin Sanî, 10 Şeyh İbrahim Nâibî, 10 Şeyh Mecîd-i Turhalî, 12, 119, 208 Şeytan, 118 -Ttarikat, 1, 2, 6, 7, 8, 10, 11, 12, 13, 15, 16, 19, 24, 26, 35, 36, 37, 39, 44, 59, 60, 61, 62, 68, 69, 81, 89, 91, 92, 97, 98, 114, 177, 183, 186, 188, 189, 193, 196, 201, 204, 206 255 Tasavvuf, 10, 16, 18, 32, 35, 36, 45, 47, 52, 53, 55, 57, 59, 60, 61, 75, 77, 79, 81, 82, 91, 92, 95, 96, 104, 111, 112, 244, 245, 246, 247, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 255, 256 tekke, 6, 7, 8, 11, 15, 18, 27, 29, 55 Tekke, 10, 19, 24, 25, 29 Terbiye, 91, 217, 235 Tevazu, 109, 249 Tevekkül, 103, 111, 199, 255 Tövbe, 64, 65, 66, 179, 234 -ÜÜveysîlik, 16 -VVâhid, 85 Vasiyet-nâme, 21, 25 -ZZikir, 36, 43, 56, 74, 76, 77, 79, 135, 175, 177, 183, 204, 252 Zikr, 77, 78, 79, 135, 139, 177 256