(MDA) ve TOTAL ANTİOKSİDAN KAPASİTE

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
SÜREYYAPAŞA GÖĞÜS VE KALP-DAMAR HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
KLİNİK ŞEFİ UZ. DR. ARMAĞAN HAZAR
AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA MALONDİALDEHİT
(MDA) ve TOTAL ANTİOKSİDAN KAPASİTE (TAOK)
DÜZEYİ ÖLÇÜMÜ İLE OKSİDAN-ANTİOKSİDAN
DENGENİN ARAŞTIRILMASI
UZMANLIK TEZİ
DR. BAYKAL ERTÜRK
İSTANBUL 2006
İÇİNDEKİLER
S
ayfa
KISALTMA LİSTESİ……………………………………………………… iii
TABLO ve ŞEKİL LİSTESİ……………………………………………….. iv
TEŞEKKÜR………………………………………………………………... v
1.
GİRİŞ……………………………………………………………... 1
2.
GENEL BİLGİLER……………………………………………… 3
2.1
AKCİĞER KANSERİ……………………………………………. 3
2.2
REAKTİF OKSİJEN PARTİKÜLLERİ…………………………. 40
3.
MATERYAL ve METOD……………………………………….. 48
4.
BULGULAR…………………………………………………….. 50
5.
TARTIŞMA……………………………………………………... 53
6.
SONUÇ………………………………………………………….. 58
7.
KAYNAKLAR………………………………………………….. 60
ii
KISALTMA LİSTESİ
AC
MDA
TAOK
DNA
KHAK
KHDAK
KOAH
ROP
TTİAB
YRBT
FOB
IUCC
WHO
HPO
PA
BT
MR
TBİA
BAL
AJCC
Akciğer
Malondialdehit
Total antioksidan kapasite
Deoksiribinükleik asit
Küçük Hücreli akciğer karsinoma
Küçük hücre dışı akciğer kanseri
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı
Reaktif oksijen partikülleri
Transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi
Yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi
Fiberoptik bronkoskopi
Uluslararası Kanaer komitesi
Dünya Sağlık Örgütü
Hipertrofik Pulmoner osteoartropati
Postero anterior
Bilgisayarlı Tomografi
Manyetik Rezonans
Trans bronşiyal iğne aspirasyonu
Bronkoalveoler lavaj
Amerikan kanser birliği
iii
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim süresince , yanında çalışmaktan gurur
duyduğum, klinik bilgi ve tecrübelerini paylaşarak yetişmemde büyük
emeği olan, her zaman ilgi, anlayış ve desteğini gördüğüm değerli
hocam, Klinik Şefim Sayın Uz.Dr. Armağan HAZAR’a,
İhtisasımın son altı ayını tamamladığım Süreyyapaşa Göğüs
Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Sayın Doç. Dr. Hasan Semih
HALEZEROĞLU’ na,
Her zaman klinik bilgi ve deneyimlerinden yaralandığım yakın
ilgilerini esirgemeyen sayın hocalarım; Klinik Şefi Uz.Dr. Melahat
KURUTEPE’ye, Klinik Şefi Doç. Dr Attila SAYGI’ya, Klinik Şefi Uz.Dr. Ö.
Ferit DEMİRÖZ’e, Göğüs Cerrahisi Klinik Şefi Doç. Dr. Bülent ARMAN’a,
Konseylerde sundukları farklı bakış açıları ve değerli görüşleri ile
eğitimime olan katkıları nedeniyle Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları
Hastanesi Sayın Klinik Şeflerine,
Rotasyonlarım sırasında eğitimime olan katkıları ve gösterdikleri
yakın ilgileri nedeniyle sayın hocalarım; Kartal Eğitim Araştırma
Hastanesi I. Dahiliye Klinik Şefi Uz.Dr. Ali YAYLA’ya ve Enfeksiyon
hastalıkları Klinik Şefi Uz.Dr. Serdar ÖZER’e, Haseki Eğitim ve Araştırma
Hastenesi Radyoloji Klinik Şefi Doç. Dr. Murat ULUSOY’a,
Hastanemizin değerli Şef Muavinleri Sayın Uz.Dr. Gülfem
YURTERİ, Sayın Uz.Dr. Özlen TÜMER ve Sayın Uz.Dr. Filiz SÜNGÜN’e,
Asistanlığımın ilk günlerinden itibaren her zaman yakınlık destek
ve yardımları gördüğüm sevgili ablalarım Sayın Uz.Dr. Müge ÖZDEMİR
ve Sayın Uz.Dr. Nihal ÖZŞEKER’e ve Uz.Dr. Esin YENTÜRK’e,
Gerek asistanlık gerekse de uzmanlıkları zarfınca birlikte
çalıştığımız üzerimde emekleri olan Sayın Uz.Dr. Canan ÖNEŞ, Sayın Uz.
Dr. Dida MARAŞLI, Sayın Uz.Dr. Arzu SOYHAN ile tez danışmanım
Sayın Uz.Dr. Nur KEREN’e,
Hastane içinde ve dışında hep en yakınımda olan, mesleki ve
insani olarak verdikleri ödenemeyecek değerli ağabeyim Sayın Uz.Dr.
Selahattin ÖZTAŞ’a ve arkadaşlarım Sayın Uz.Dr. Faysal DUKSAL ve
Sayın Uz.Dr. İdris BALUKEN’e,
Tezimin planlanması ve hayata geçirilmesinde her an yanımda
olan yardım ve desteklerini esirgemeyen Sayın Uz.Dr. Mahmut GÜMÜŞ
ve Sayın Uz.Dr. Taflan SALEPÇİ’ye, Biyokimya Uzmanı Sayın Dr. Ayşe
Dilek BANDAK’a, ve tezimin istatistikleri konusunda yardımlarından
dolayı Sayın Dr. Erdinç SAKA’ya,
Dostluk, arkadaşlık ve dayanışma içinde, özveri ve iyi niyetle
birlikte çalıştığımız, zor zamanlarda omuz omuza durduğumuz tüm
uzman, asistan, hemşire ve personel arkadaşlarıma,
ve
Tabiî ki Songülcüğüme,
Sonsuz sevgi, saygı ve teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Baykal
ERTÜRK
vi
TABLO ve ŞEKİL LİSTESİ
Tablo 1. Türkiye’ de cinsiyet gözetilmeden genel kanser dağılımı.(1994)
Tablo 2. Akciğer kanseri riskini arttıran mesleki karsinojenler(2)
Tablo 3. Akciğer kanserinde etkili onkogenler:
Tablo 4. Akciğer kanserinde etkili baskılayıcı genler:
Tablo 5. Akciğer kanserinde rölatif risk(2)
Tablo 6. Akciğer Kanseri Histolojik Sınıflaması (WHO, 1999)(15)
Tablo 7. Bronkojenik karsinomada görülen radyolojik bulguların
sınıflandırılması (14)
Tablo 8. Akciğer Kanserlerinde Yeni Uluslararası TNM Sistemi (Mountain,
1999) (11,12).
Tablo 9. IUCC’ nin yaptığı TNM’ ye göre evreleme(1996)
Tablo 10. KHAK'de VALG Evreleme Sistemi(11)
Tablo 11. ECOG ve KARNOFSKY Performans Durumu Değerlendirmesi.
Tablo 12. Reaktif oksijen partikülleri
Tablo 13. ROP kaynakları
Tablo 14. Kanserli hastaların serum MDA (Malondialdehit(mmol/ml))
ve
serum TAOK (Total Antioksidan Kapasite(mmol/l)) değerleri.
Tablo 15. Kontrol grubu hastalarının serum MDA (Malondialdehit(mmol/ml))
ve serum TAOK (Total Antioksidan Kapasite(mmol/l))değerleri.
Tablo 16. Kanserli ve kontrol grubu hastalarının serum MDA (Malondialdehit)
de
Tablo 17. Kanserli ve kontrol grubu hastalarının serum TAOK (Total
Antioksidan Kapasite) değerleri (mmol/l).
ğerleri (mmol/ml).
Şekil 1. Kanserli ve kontrol grubu hastaların Malondialdehit(MDA) (mmol/ml)
ve Total Antioksidan Kapasite(TOAK) (mmol/l) değerlerinin karşılaştırmalı
sütun grafiği.
GENEL BİLGİLER
AKCİĞER KANSERİ
Epidemiyoloji
Tüm kanserler içinde en sık görülen kanser akciğer kanseridir. 20.
yüzyılın başlarında akciğer kanseri nadir görülen bir hastalıktı. Özellikle
erkeklerde akciğer kanserine bağlı mortalite hızları 1930’lardan sonra hızla
yükselmeye başlamış; 1950’lerin ortasında ölüm nedenlerinin ilk sıralarına
yerleşmiştir. Kadınlarda başlangıçta tedrici olarak artış görülürken, 1980’lerde
oran artmış, 1987’de kadınlarda akciğer kanseri ABD’de meme kanserinin
önüne
geçmiştir.(1) Halen akciğer kanseri
erkeklerde bütün kanser
ölümlerinin %34’nü, kadınlarda %22'sini oluşturmaktadır.
Amerikan Kanser Topluluğu(American Cancer Society) 1992 yılında
ABD’de 102.000 erkek ve 66.000 kadın olmak üzere 168.000 yeni tanı
konulmuş akciğer kanseri olduğunu ve aynı yıl akciğer kanseri nedeniyle
93.000 erkek, 53.000 kadın toplam 146.000 ölüm olduğunu yayınlamıştır.(2)
ABD'de akciğer kanseri mortalite ve insidansınde ırk ve etnik kökenler
arasında önemli farklılıklar vardır. Erkeklerde akciğer kanseri riski kadınlardan
yüksektir. 1988’de akciğer kanseri mortalite oranı beyaz erkeklerde 73/
100.000, siyah erkeklerde 97/100.000, siyah kadınlarda 28/100.000, beyaz
kadınlarda 30/100.000’dir. Aynı şekilde akciğer kanseri insidansı beyaz
erkeklerde 81/100.000, siyah erkeklerde 119/100.000, beyaz kadınlarda 41/
100.000, siyah kadınlarda 41/100.000’dir (1,2). Böylece akciğer kanseri
insidansı siyah erkeklerde %50 daha fazladır. Beyaz ve siyah kadınlarda
benzer oranlardadır.(3)
ABD’de Asya’lı, İspanyol ve yerli Amerika’lıların akciğer kanseri oranları
beyaz ve zencilerden daha azdır. Akciğer kanseri dünyada en yaygın kanser
türüdür. Son zamanlara kadar akciğer kanseri özellikle gelişmiş ülkelerde
epidemik durumda idi. Dünya sağlık örgütünün 1960 ve 1980 yılları arasında
28 endüstrileşmiş ülkede kanser mortalitesi ile ilgili yaptığı çalışmada, 20
yılda erkeklerde %76, kadınlarda %135 artış saptanmıştır. Gelişmiş
ülkelerdeki kanser istatistiklerinde akciğer kanserinde dramatik bir artış vardır.
Birçok rapor akciğer kanseri oranının diğer toplumlarda da artığını
göstermektedir. Bu bütün dünyada 2000 yılında iki milyon akciğer kanseri tanı
edileceğini, bunların %60’ının gelişmiş ülkelerde olacağını göstermektedir.
(1,2,3)
Diğer organlardaki birçok kansere nazaran akciğer kanserinin prognozu
kötüdür. Yaşam süreleri son çeyrek asırda hafifçe iyileşmiştir. 1981 ve 1987
yılları arasında yeni tanı edilen akciğer kanserli şahısların beş yıl yaşama
oranı beyaz erkeklerde %11.8, zencilerde %9.9, beyaz kadınlarda %16.3 ve
zenci kadınlarda %13’tür. Lokalize olgularda 5 yıl yaşama oranı daha
yüksektir (%41). Fakat olguların sadece %18’i tanı anında lokalizedir. Küçük
hücreli akciğer kanserinde (KHAK) prognoz diğer histolojik tiplere göre daha
kötüdür. 1981 ve 1987 arasında 5 yıl yaşam oranları beyaz erkekler için %4,
beyaz kadınlar için %6 olarak tespit edilmiştir .
Yaş, seks ve ırka bağlı olarak tanıyı takiben 1, 3 ve 5 yıllık yaşam
oranları karşılaştırıldığında, kadınlarda yaşam süreleri erkeklere nazaran her
iki ırkta da yüksektir. Sadece karaciğer, pankreas ve ösofagus kanserleri,
akciğer kanserinden daha kötü prognoza sahiptir.
Akciğer kanserinden ölüm oranları karşılaştırıldığında dünyanın değişik
yerleri arasında 100 kata varan farklara rastlanmaktadır. Bunun sebebi
coğrafi özellikler, çevresel ve genetik etkenler ile istatistiksel yetersizliklerdir.
Ac Ca dan ölüme en sık endüstri toplumlarında rastlanmaktadır.(6,7)
Ülkemizde kanser istatistiklerinin yeterli olmaması Akciğer kanserinin
epidemiyolojisi hakkında sağlıklı bilgi edinmemizi engellemektedir. T.C. Sağlık
Bakanlığı verilerine göre 1983-1989 yılları arasında ülkemizde kanser
insidensi 32/100.000'dir. Bunun %26’lık bölümünü ilk sıradaki akciğer kanseri
oluşturmaktadır. 1991-1992 verilerine göre solunum sistemi kanserlerinin
oranı, tüm kanserler içinde %43’tür. Yine aynı verilere göre yapılan
tahminlerde, gerçek kanser insidansı 120-130/100.000 olmalıdır.(8)
Organlar
Solunum Sistemi
Sıklık
% 21.89
Sindirim sistemi
% 18.70
Ürogenital Sistem
% 15.79
Meme
% 9.59
Hemopoetik Sistem
% 9.37
Deri
% 5.85
Ağız, farenks
% 2.32
Diğerleri
% 16.31
Tablo 1. Türkiye’ de cinsiyet gözetilmeden genel kanser dağılımı.(1994)
Akciğer kanserinin bölgelere göre dağılımına bakılınca sırayla Akdeniz
Bölgesi %41, Ege Bölgesi %39.5, Marmara Bölgesi %26.9, İç Anadolu
Bölgesi %23, Doğu Anadolu Bölgesi %21, Güneydoğu Anadolu Bölgesi %
18.2 oranındadır .(5)
Ülkemizde akciğer kanserinden ölüm oranını kesin olarak verememekle
birlikte, her yıl tütün ile ilgili hastalıklardan 35.000 kişinin kaybedildiği
düşünülürse,
yaklaşık
25.000
kişinin
akciğer
kanserinden
öldüğünü
söyleyebiliriz.(5)
RİSK FAKTÖRLERİ
Akciğer kanseri için tespit edilen önemli risk faktörleri sigara, çevre ve
mesleki maruziyet ve olasılıkla diyet ve genetik faktörlerdir.
Sigara
Bu yüzyılın başlarında akciğer kanseri nadir bir hastalıktı. Sigaranın
yaygın olarak içilmesine paralel olarak 20–30 yıl aradan sonra önce erkekler
daha sonra kadınlarda akciğer kanser epidemisi ortaya çıkmıştır. Tüm akciğer
kanserlerinin yaklaşık %90 ından sigara sorumludur. Sigara dumanında
bulunan 4000’e yakın kimyasal maddeden bir çoğu karsinojendir(Aseton,
Akrolin, Benzen, Benzopirenler, Siyanid, Metan..vb). Risk, günlük içilen sigara
sayısı, içilen yıl, sigaraya erken yaşta başlama, filtresiz veya yüksek katran
içerikli sigara içimi ile artar. Sigaranın kesilme süresi ile orantılı olarak risk
azalır. Sigara içilen yıl sayısı kritik öneme sahiptir. 40 yıl 1 paket/gün (P/G)
sigara içen bir şahsın, 20 yıl 2 P/G sigara içen bir şahıstan daha çok akciğer
kanserine yakalanma riski vardır (9).
Sigara içenlerde akciğer kanseri riski, içmeyenlere nazaran 4-10 kat,
ağır içicilerde 15-30 kat daha fazladır. ABD, İngiltere ve Kanada’da yapılan
retrospektif çalışmalarda akciğer kanseri riski, içilen sigara sayısı ile orantılı
olarak artmaktadır. Sigara içen ve içmeyenler arasında akciğer kanserinin
histolojik tip dağılımı farklıdır. Sigara içmeyen her iki cinste adenokarsinom
daha sıktır. Sigara içen erkeklerde muhtemelen epidermoid karsinoma,
kadınlarda ise KHAK'e daha sık rastlanır. Son yıllarda akciğer kanserinin
histolojik
tiplerinin
dağılımında
belirgin
farklılıklar
olmuştur.
Özellikle
kadınlarda adenokarsinom ve KHAK oranı artmış, epidermoid kanserlerin
oranı ise azalmıştır.
50 yaş
altındaki şahıslarda
yaşlılara nazaran
adenokarsinom daha yüksek oranda görülmektedir. Bu son yıllardaki periferik
tümörlerin artışı ile orantılı ve genç yaş grubunda sigara içiminin azalması ile
tutarlıdır.
Birçok yayınlanmış çalışmada pasif sigara içimi ile akciğer kanseri
arasında pozitif ilişki bulunmuştur. Epidemiyolojik çalışmalarda sigara içen
erkekle evli sigara içmeyen kadınlarda akciğer kanseri riski %30 artmıştır.
(Tablo 3)ABD’ de her yıl 500-5000 kişinin pasif içiciliğe bağlı gelişen akciğer
kanserinden öldüğü bildirilmektedir. Akciğer kanserinden ölen erkeklerin %
90'nı ve kadınların %78'nin sigara içimine bağlı olduğu tahmin edilmektedir.
Bu toplam olarak ABD’de 1991'de 123,111 akciğer kanseri olgusuna tekabül
eder. Sigara içme prevalansının azalması, filtreli ve düşük katranlı sigara
kullanımının artması, son yıllarda ABD’de genç nüfusta akciğer kanseri
oranını azaltmıştır.
Sigarayı bırakan şahıslarda bırakmayanlara göre akciğer kanseri riski
azalır. Bazı araştırmalar, 20 yıldan daha az sigara içen şahıslarda sigarayı
kestikten 10-15 yıl sonra akciğer kanseri riskinin içmeyenlerle aynı seviyeye
indiğini göstermesine karşın, diğer araştırmalar sigarayı bırakma seviyesinde
duracağını ve sigara içmeyenlere göre yüksek kalacağını göstermiştir.(1,2,3)
Mesleki ve Çevresel Zararlar
Akciğer, karsinojenleri de kapsayan bir çok solunan zararlı için hedef
organ ve giriş kapısıdır. ABD'de akciğer kanserinin %15’nin mesleki olduğu
tahmin edilmektedir. Endüstri ve madencilikte kullanılan bir çok madde
akciğer kanserinin sebebi olarak suçlanmaktadır.
Dünyada yaygın olarak bulunan ve geniş endüstriyel kullanımı olan
asbestos bunların en önemlisidir. Asbestos işçilerinde akciğer kanseri riski 6–
10 kat (10), sigara içen işçilerde ise 90 kat artar (2).
Radyoaktif bir madde olan radon uranyum madenlerinde, toprak ve
kayalarda doğal olarak bulunur. Uranyum madeninde çalışan işçilerde ve
radon ihtiva eden inşaat malzemesinden yapılan evlerde yaşayan insanlarda,
akciğer kanseri riski belirgin olarak artmıştır. ABD’de evlerin %15’inde
özellikle bodrum katlarında, güvenilir sınırın üzerinde radon saptanmıştır.
ABD’de her yıl 5000 ile 20.000 kadar akciğer kanserinden olan ölümün radon
gazına bağlı olduğu tahmin edilmektedir (2).
Ayrıca nikel, bischloromethylether, bikromatlar, arsenik, silika, toksik
gazlar,
vinylchlorid
ve
radyoaktif
izotoplar
gibi
maddeler
potansiyel
karsinojenik olarak suçlanmıştır. Kanada Ontario’da yapılan bir çalışmada,
kanserlerin %1’den daha azına mesleki faktörlerin neden olduğu ve bunların
%80’den daha fazlasının plevral ve akciğer kaynaklı olduğu gösterilmiştir.
Karsinojenik maddeler nedeniyle oluşan bütün kanserlerde, uzun maruziyet
süresi veya maruziyetin kesilmesinden sonra uzun bir ara mevcuttur. Bu
karsinojenik etkinin zayıf olduğunu göstermektedir. Birçok çalışmada spesifik
karsinojenler ile akciğer kanseri histolojisi arasındaki ilişki araştırılmıştır.
Arsenik ile adenokarsinom, chloromethyl ether ve uranyum ile KHAK, vinyl
chlorid ile büyük hücreli kanser bağlantılıdır. Fakat hiçbir çalışma kesin
olarak, akciğer kanseri histolojisi ile spesifik fiziksel ve kimyasal karsinojenler
arasında ilişki saptayamamıştır.(5,14)
Tablo 2. Akciğer kanseri riskini arttıran mesleki karsinojenler(2)
Kanıtlanmış
Arsenik
Asbest
Bisklorometil eter
Krom
Hardal gazı
Nikel
Polisiklik aromatik hidrokarbonlar
İyonize radyasyon
Şüpheli
Akrilonitril
Berilyum
Vinil klorid
Silika
Demir cevheri
Odun tozu
Şehirde yaşayan insanlarda, akciğer kanseri insidansı kırsal kesime
göre 1.2-2.3 kat daha fazladır. Bu muhtemelen hava kirliliğinin, sigara ve
mesleki karsinojenlerin etkisini potansiyalize etmesine bağlıdır.(5,14,24)
Diyet
Beta-karoten, vitamin E (alfa-tokoferol), vitamin C (askorbik asit) ve
selenyumun antioksidan özellikleri nedeniyle, antikarsinojen olduğuna dair
kuvvetli kanıtlar mevcuttur. Bu maddelerin diyetle az alımı, özellikle sigara
içen hastalarda, akciğer kanser riskini artırabilir (2,3).
Genetik
Akciğer kanserinin çoğu, sigara içme alışkanlığına bağlanmasına
karşın, ağır sigara içicilerin yaklaşık %20'sinde akciğer kanseri oluşur. Konak
faktörleri bu değişik kişisel duyarlılıkta önemli rol oynarlar. Ailesel soy
ağacının analizi, akciğer kanserinin diğer kanserlerle birlikte belli ailelerde
daha çok görüldüğünü göstermiştir. Birçok çalışmada akciğer kanserli
hastaların ailelerinde, kontrollere nazaran 2–5 kez daha fazla akciğer
kanserine rastlandığı gösterilmiştir. Ailelerinde kanser hikayesi olan sigara
tiryakilerinde akciğer kanseri riski, sigara içmeyen ve aile hikayesi
olmayanlardan 30–47 kat daha fazladır (Tablo3). Akciğer kanserli hastaların
aile üyelerinde sigara ile akciğer kanseri ve diğer kanserlerin oranındaki artış,
konağın karsinojenlere karşı duyarlılık ve direncini etkileyen diğer faktörleri
akla getirmektedir.
Debrisoquin isimli antihipertansif bir ilacı metabolize eden P 450
enzimi ve Aryl Hydrocarbon Hydroxylase enzim sistemleri ile akciğer kanseri
gelişimi arasında, bazı güçlü kanıtlar mevcuttur. Hızlı metabolize edenlerde,
risk ortalama 6 kat artmıştır.(117) Ayrıca otokrin büyüme faktörleri, supressor
Küçük
Küçük hücreli
hücreli
olmayan
k-ras
-
+ (adenokarsinoma)
c-jun
+
+
-
+
+
-
-
+
bcl-2
-
+
c-raf
-
+
c-myb
-
+
Cyclind1
Myc
ailesi
Her-2/
neu
gen kaybı ve onkogenler halen
araştırılmakta olan genetik
faktörlerdir.
Tablo 3. Akciğer kanserinde
etkili onkogenler:
Tablo 4. Akciğer kanserinde etkili baskılayıcı
genler:
P-53
Küçük
küçük hücreli
hücreli
olmayan
+
Retinoblastom
+
(adenokarsinoma)
+
-
FHIT
+
+
p16
-
+
a
Daha Önceki Akciğer Hastalıkları
Herhangi bir nedenle akciğerde oluşan fibrotik skar dokusu akciğer
kanseri riskini arttırır. Bu tip skar karsinomlarında saptanan histolojik tip
genellikle adenokarsinomdur. Diffüz akciğer fibrozisi, skleroderma, sarkoidoz
ve KOAH hastalarında risk artmıştır.
Hasta
Rölatif Risk
Hiç
sigara
1
Öyküsü
içmemiş,
önemli
endüstriyel
teması
yok
Sigara içicisi
½
Paket/gün
15
1
Paket/gün
17
1-2
Paket/gün
>2
Paket/gün
42
64
Puro
içicisi
3
Pipo
içicisi
8
Sigarayı
2-10
Sigara
bırakmış
içmeyen,
sigara
dumanına
maruz
kalan
bayan
1,4-1,9
Asbest işçisi
Sigara
içmeyen
5
Sigara
içicisi
92
Uranyum madencisi
Sigara
içmeyen
7
Sigara
içicisi
38
AC kanser hastası akrabası
Sigara
içmeyen
4
Sigara
14
Tablo 5. Akciğer kanserinde rölatif risk(2)
içicisi
Patoloji
Patolojik olarak akciğer kanserinde 4 ana histolojik grup bilinmektedir:
Skuamoz hücreli (epidermoid) karsinom, adenokarsinom, büyük hücreli
karsinom, küçük hücreli akciğer kanseri. Hücre tipi hem tedavi ile hem de
prognoz ile çok ilişkilidir. KHAK diğer tiplerle karşılaştırıldığında belirgin olarak
farklı davrandığı için, klinisyenler akciğer kanserini KHAK ve küçük hücreli
olmayan akciğer kanseri (KHDAK) olarak iki grupta sınıflandırmaktadırlar.
Dört büyük grup akciğer kanserinin %95’ni oluşturmaktadır. 1967 yılında
dünya sağlık örgütü (WHO) bugün kullanılan sınıflamanın esasını yapmıştır.
Bu sınıflama daha sonra 1982 yılında
ve son olarak 1999 yılında WHO
tarafından gözden geçirilerek bugün yaygın olarak kullanılan halini almıştır
(Tablo 6).
Tablo 6. Akciğer Kanseri Histolojik Sınıflaması (WHO, 1999)(15)
1- Skuamöz hücreli karsinom
Papiller skuamöz hücreli karsinom
Berrak hücreli skuamöz karsinom
Küçük hücreli skuamöz karsinom
Bazaloid skuamöz hücreli karsinom
2-Küçük hücreli karsinom
Küçük hücreli karsinom
Kombine küçük hücreli karsinom
3-Adenokarsinom
Asiner adenokarsinom
Papiller adenokarsinom
Bronkioloalveoler karsinom
Nonmusinöz
Musinöz
Mikst musinöz ve nonmusinöz ya da indetermine hücreli
tip
Müsin içeren solid adenokarsinom
Mikst subtip adenokarsinom
İyi diferensiye fetal adenokarsinom
Musinöz (kolloid) adenokarsinom
Musinöz kistadenokarsinom
Taşlı yüzük hücreli adenokarsinom
Berrak hücreli adenokarsinom
4- Büyük hücrelikarsinom
Büyük hücreli nöroendokrin karsinom
Kombine büyük hücreli nöroendokrin karsinom
Bazaloid karsinom
Lenfoepitelyoma benzeri karsinom
Berrak hücreli (Clear cell) karsinom
Rabdoid fenotipli büyük hücreli adenokarsinom
5-Adenoskuamöz karsinom
6-Pleomorfik, sarkomatoid ya da sarkomatöz elementler
içeren karsinom
İğsi ve/veya dev hücreli karsinom
Pleomorfik karsinom
İğsi hücreli karsinom
Dev hücreli karsinom
Karsinosarkom
Pulmoner blastom
7-Karsinoid tümör
Tipik karsinoid
Atipik karsinoid
8- Bronşiyal bez karsinomları
Adenoid kistik karsinom (Silendiroma)
Mukoepidermoid karsinom
Asiner hücreli karsinom
Epimyoepitelyal karsinom
Malign mikst tümör
9-Sınıflandırılmamış karsinom
Akciğer kanserinin histopatolojik tipine göre görülme sıklığı şu
şekildedir:
Skuamöz hücreli karsinom
% 35-50
Küçük hücreli karsinom
% 20-25
Adenokarsinom
% 20-25
Büyük hücreli karsinom
% 10
Adenoskuamöz hücreli karsinom
çok nadir.
Akciğer karsinomları histopatolojik özellikleri açısından önemli ölçüde
heterojen bir grup oluşturmaktadır. Sitolojide, bronkoskopik küçük biyopsi
örneklerinde bu heterojenlik büyük önem kazanmakta biyopsi, rezeksiyon
piyesi, biyopsi ve otopsi materyalleri arasında tip yönünden uyuşmazlıklar
çıkmaktadır. Histopatolojik sınıflamanın temeli hücre diferansiyasyonuna
dayanmaktadır. Ancak son yıllarda immünohistokimyasal, ultrastrüktürel ve
genetik çalışmaların ışığında bir çok tümörün çıkış hücresi üzerinde farklı
görüşler oluşmuştur. İyi diferansiye tümörler dışında, az diferansiye
tümörlerde %40'a varan tanısal uyuşmazlık görülmektedir. Bu oran klinik
yaklaşımda büyük önemi olan KHAK ve KHDAK ayrımında bile %10–20
oranına ulaşabilmektedir.
EPİDERMOİD KARSİNOM
Akciğer kanserinin en sık görülen tipidir. Çeşitli serilerde %30–35
oranında saptanmıştır. Erkeklerde sıktır. Etyolojisinde sigara içiminin önemli
etkisi vardır. Tümör çoğunlukla ana bronş kökenli santral yerleşimlidir.
Periferik lokalizasyonlu lezyonlar genellikle nedbe ile birliktedir. İn situ lezyon
bronş mukozasında kabalaşma şeklinde görülür. Bronş içerisine doğru
polipoid tarzda gelişme, yüzeyde ülserasyon görülebilir. Tümör parankim
içerisine doğru yayılır. Lenf ganglionlarına invaze olabilir. Kitlenin ortasında
nekroz sıklıkla meydana gelir.
Histolojik olarak keratin formasyonu ve iyi gelişmiş intersellüler
bağlantılarla karakterlidir. İyi diferansiye tip, nukleolusu seçilemeyen, geniş
soluk veya belirgin eosinofilik sitoplazmalı hücrelerin oluşturduğu gruplarla
karakterlidir. Arada keratin incileri görülür. Az diferansiye olan tiplerde
nukleolus
belirginleşir,
nükleer
membran
düzensizdir.
Tek
hücre
keratinizasyonları görülür. Bol mitoz dikkati çeker. Sitolojik olarak bol
intrasellüler keratin, iyi gelişmiş desmosomlar, intrasitoplazmik tonoflament
demetleri görülür.
KÜÇÜK HÜCRELİ KARSİNOM (KHAK)
Çoğunlukla büyük bronşlardan kaynaklanırlar. %25 oranında görülürler.
Genellikle bronş duvarını infiltre ederek lümeni daraltırlar. Erken safhada
mediastinal ve hiler lenf bezlerine metastaz yaptıklarından, tanı anında
nadiren lokalizedirler. Hiperkromatik nukleuslu, dar sitoplazmalı, lenfositten iki
kez büyük hücrelerin oluşturduğu gruplardan oluşur. Hücreler birbirlerine
yaslanmış görünümdedir. Fuziform, poligonal hücre şekilleri görülebilir. Bol
mitoz, yaygın nekroz gösterir. Sitolojik olarak dar sitoplazmalı, organelden
fakir hücrelerdir. İnce sitoplazmik uzantıları mevcuttur. Sitoplazmada
nöroendokrin salgı özelliği bulunan yoğun granüller görülür. Bu nedenle bronş
mukozasında normal olarak bulunan Kulchitsky hücrelerinden kaynaklandığı
düşünülmektedir. İntermedier tipte daha geniş sitoplazma bulunur. Miks tipte
ise KHAK ile adenokarsinom veya skuamoz karsinom birlikte bulunur.
ADENOKARSİNOM
Sigara içimi ile daha az bağlantılı tümör tipidir. %25 oranında görülürler.
Olguların 3/4'ü periferik yerleşimlidir. Nadiren santralde yer alırlar. Nekroz
görülebilir, ancak kavitasyon sık değildir. Periferik olanlar plevrayı çeker,
kalınlaştırır ve invaze edebilir. Bu makroskopik olarak malign mezotelyoma ile
karışmaya yolaçar.
Tümörde değişik düzeylerde glandüler diferansiasyon görülür. Papiller
yapılar, psammom cisimcikleri görülebilir. Tümör hücrelerinin nukleolusları
belirgin, vesiküler nukleuslu, geniş soluk ya da eosinofilik sitoplazmalı
hücrelerdir. Musin damlaları içerebilir. En önemli özellik, gerçek lümen
oluşumudur. İnter veya intrasellüler boşluklar, iyi gelişmiş desmosomal
bağlantılar mevcuttur. Sitoplazmada tonofilament demetleri vardır.
Bronkoalveoler tipi solid periferik nodül, multipl nodüler ya da periferik
infiltrasyon şeklinde görülür. Terminal bronşiyol veya alveollerden kaynaklanır.
Histolojik olarak akciğer parenkim yapısını bozmaksızın duvar boyunca yayılır
(lepidik). Nukleusları daha çok bazalde yer alan, nuleolusları belirgin silendirik
ya da kübik, mukus sekresyonu içerebilen hücrelerden oluşur. Bazen lümene
doğru gelişen küçük papiller yapılar oluşturur. %10-15 oranında psammom
cisimcikleri görülebilir.
BÜYÜK HÜCRELİ KARSİNOM
Genellikle periferik bazan santral yerleşimlidir. Nekroz içerebilir. Sıklığı
çeşitli serilerde %10-20 arasında değişmektedir. Histolojik olarak belirgin
pleomorfizm gösteren, belirgin nukleoluslu, iri düzensiz nukleuslu, oval,
fuziform ya da poligonal, soluk ya da eosinofilik sitoplazmalı, 30-50 milimikron
büyüklüğündeki hücrelerden oluşur. Mitoz sık görülür. Berrak hücreli tiplerde
sitoplazmada belirgin berrak görünüm, dev hücreli tipte eritrosit ve polimorf
nüveli lökosit fagositozu gösteren pleomorfik dev hücreler görülür.
ADENOSKUAMOZ KARSİNOM
Adeno ve skuamoz karsinom özelliklerinin birlikte görüldüğü tümörlerdir.
Tümör
hücresinin
düşünülmektedir.
çok
yönlü
diferansiasyonu
sonucunda
oluştuğu
KARSİNOİD TÜMÖR
Nöroendokrin
kökenlidir.
Büyük
çoğunluğu
santral
yerleşimlidir.
Ortalama 40 yaş civarında kadın ve erkeklerde eşit oranda görülür. Akciğer
karsinoid
tümörlerinde,
karsinoid
sendrom
görülme
oranı
düşüktür.
Makroskopik olarak nodüler veya polipoid tarzda görülür. Yüzeydeki epitel
genellikle sağlamdır. Damardan zengin, gri soluk renkli bir kitledir. Bölgesel
lenf ganglionlarına yayılım gösterebilir. Mikroskopik olarak kaba kromatin
yapısına sahip, nukleolusu seçilemeyen, santral nukleuslu, geniş soluk ya da
eosinofilik sitoplazmalı hücrelerden oluşur. Hücresel pleomorfizm, nekroz ve
mitoz minimaldir. Fibrovasküler stroma dikkati çeker. Sitolojik olarak bol
nörosekretuar granüller, desmosomlar ve bol mitokondri içerir. Lümen
oluşumu ve tipik mikrovillüsler görülür. Tümör hücrelerini çevreleyen iyi
gelişmiş bazal lamina mevcuttur.
BRONŞİAL BEZ KARSİNOMLARI
Bronş guddelerinden çıkan karsinomlardır. Tükrük bezinde görülen
şekilleri ile aynı morfolojik özellikleri taşır.
Klinik Belirtiler
Akciğer kanserinin belirti ve bulguları öncelikle tümörün tipine,
lokalizasyonuna,
büyüklüğüne
ve
yaygınlığına
bağlı
olarak
değişir.
Epidermoid ve KHAK'nin santral yerleşimine karşılık, adeno ve büyük hücreli
karsinom periferik yerleşme eğilimindedir. Endobronşial santral tümörlerde
öksürük, nefes darlığı, hemoptizi periferik olanlarda ise plöretik göğüs ağrısı
ve dispne görülür. Bazen hiç semptom olmayabilir. Öksürük santral olanlarda
periferik olanlara göre daha sıktır.
Akciğer apeks tümörleri, göğüs duvarına lokal yayılma ile sekizinci
servikal ve birinci torasik sinirlere bası sonucu, kola yayılan omuz ağrısına
neden olurlar. 'Pancoast' veya 'Superior Sulcus Sendromu'olarak da bilinen
bu tabloya, 'Claude-Bernard-Horner sendrom' (myozis,ptozis, enoftalmus,
ipsilateral terleme azlığı) eşlik edebilir.
Akciğer kanserinde semptom ve bulgular:(10)
Öksürük
% 74
Kemik ağrısı
Kilo kaybı
% 68
LAP
% 25
% 21
Dispne
% 58
Hepatomegali % 21
Göğüs ağrısı
% 49
Ateş
Balgam
% 45
Clubbing
Hemoptizi
% 29
Nöromyopati % 10
Halsizlik
% 26
VCSS
% 21
% 20
%4
Asemptomatik % 12
Epidermoid kanser genellikle ana bronş çevresinde büyür ve çevre
dokuya invaze olur. Epidermoid kanserde rutin akciğer grafilerinde santral
yerleşim olguların %64-69'unda görülür. Klinik tabloya daha çok öksürük,
hemoptizi, wheezing, dispne ve pnömonitis hakimdir. Epidermoid kanserin
rezeke edilebilme oranı yüksek, metastaz oluşturma potansiyeli düşüktür.
KHAK
çoğunlukla
santral
yerleşimlidir.
Öksürük,
hemoptizi
ve
obstrüksiyon bulguları sıktır. En hızlı yayılım gösteren akciğer tümörü olması
dolayısıyla
tanı
konulduğunda
olguların
2/3'sinde
metastatik
odaklar
görülebilir. Tanı sırasında hastaların %10 kadarında santral sinir sistemi
metastazı belirti ve bulguları vardır.
Adenokanserde ise akciğer radyografisinde periferik yerleşim %65-72,
plevra veya göğüs duvarı invazyonu %5-14 oranında görülür. Adenokanserin
asiner, papiller ve bronkoalveoler tipleri mevcuttur. Sonuncu tip daha çok
önceden akciğerde mevcut olan fibrozis, granuloma, asbestosis, alveolitis ve
skleroderma ile ilişkili olarak görülür. Daha önceden bu hastalıkları bulunan
olgularda,
yeni
bronkoalveoler
bir
radyolojik kitle
kanserden
ya
da
infiltrasyon görüldüğünde
şüphelenilmelidir. Adenokanserde
metastatik
yayılım yüksektir ve sıklıkla beyin, karaciğer ve kemik metastazları görülür.
Büyük hücreli akciğer kanserinde periferik yerleşim %61-63 oranındadır.
Lezyonlar daha çok (%41) 4 cm'den büyüktür ve kaviteleşme eğilimi gösterir.
Hiler adenopati olguların %32 sinde, mediastinal adenopati ise %10 unda
bildirilmiştir.
Paraneoplastik Sendromlar: Hastaların %10'unda akciğer kanseri ile birlikte
çeşitli sistemleri ilgilendiren paraneoplastik sendromlar görülebilir.(5,13)
KHAK'de daha sık görülürler. Hiperkalsemi, Cushing Sendrom’u, jinekomasti,
trombositopeni, pulmoner hipertrofik osteoartropati, polimyozit, periferik
nöropati, eritema multiforme ve nefrotik sendrom gibi belirtiler tümörün
çıkarılmasından
sonra
gerileyebilirler.
Çeşitli
hormonal
ve
otoimmun
mekanizmalar etyopatogenezde gösterilmiştir.
Endokrin
Hematolojik
Anemi
Hiperkalsemi
Lökomoid reaksiyon
Cushing Sendromu
Trombositoz
Uygunsuz ADH salınımı
Karsinoid Sendrom
Jinekomasti
Trombositopeni
Eozinofili
DİC
Hiperkalsitonemi
Deri
Akromegali
Hiperkeratoz, Hiperpigmentasyon
Prolaktin, FSH, LH yüksekliği
Dermatomiyozit
Hipoglisemi
Akontozis Nigricans
Hipertroidi
Eritema giratumrepens
Pruritis, ürtiker
Nörolojik
İskelet Sistemi
Ensefalopati
Clubbing
Subakut serebellar dejenerasyon
HPO
PML
Diğerleri
Periferiknöropati
Kaşeksi
Eaton Lambert Sendromu
Ateş
Optik nörit
Renal
Laktik asidoz
Hiperürisemi, Nefrotik sendrom, Glomerülonefrit
Tanı Yöntemleri
Akciğer kanserinde tanı ve evreleme amacıyla yapılabilecek birçok
girişimli (invaziv) ve girişimsiz (noninvaziv) tanı yöntemi vardır. Tanı için
kullanılan yöntemler aşağıda belirtilmiştir.
BALGAM SİTOLOJİSİ
Akciğer kanserinin malign hücreleri bronş sekresyonlarına karışarak
dışarı atılırlar. Balgamın incelenmesi tecrübeli ellerde yüksek tanısal değere
sahiptir. Şüpheli her olguda sabah balgamı 3 gün üst üste incelenmelidir.
Balgam sitolojisinde santral bronş kanserlerinde yaklaşık %80, periferik bronş
kanserlerinde ise %50 balgam sitolojisi pozitifliği saptandığı bildirilmiştir.
Tecrübeli bir patolojist malign hücre saptanan balgam örneklerinin %8595’inde hücre tipini belirleyebilir (17). Balgam çıkaramayan hastalara %15
serum fizyolojik ve %20 propylene-glycol karışımı inhale ettirilerek öksürük ve
balgam çıkarma indüklenebilir.
RADYOLOJİK YÖNTEMLER
Konvansiyonel Akciğer Grafisi
Solunum hastalıklarının radyolojik tanısında ilk adımı oluşturur. En sık
posteroanterior (PA) akciğer grafileri kullanılmaktadır. Lateral grafiler PA
grafide gözlenen bir lezyonun anatomik yerleşimini saptamak amacıyla
kullanılır. Özellikle akciğer parenkimini değerlendirmek için yararlıdır. Tanı
değeri %70-88 arasında değişmektedir. Hiler lenf nodlarının saptanmasında
güvenilirliği %61-71, mediastinal lenf nodlarında ise bu oran %47-60'tır (15).
Akciğer grafisi ile kanserin tipi hakkında diagnostik bir görünüm olmasa da,
santral yerleşmiş tümörler daha çok epidermoid veya KHAK, periferik
yerleşimli tümörler daha çok adeno veya büyük hücreli kanser tipinde
olmaktadır. Santral tümörler, radyolojik olarak santral kitle, unilateral hiler
büyüme, tümör büyüdükçe ve havayolunu tıkadıkça atelektazi ve
postobstrüktif pnömoniye ait görünüme neden olurlar. KHAK yoğun bir
mediastinal lenfadenopati oluşturur. Periferik tümörler "corona radiata",
plevral kuyruk işareti, satellit lezyon gösteren soliter kitle olarak görülürler.
Tablo 7. Bronkojenik karsinomada görülen radyolojik bulguların
sınıflandırılması (14)
Bölge
Hilus
Lezyonun tipi
1. Hiler dolgunluk
2. Hiler kitle
3.Perihiler kitle (Merkezi hilusa 4 cm
mesafe içerisinde perihiler kitle)
Pulmoner Parankim
1.Küçük
parankimi
düzensiz)
2. Büyük
kitle
(Çapı<4cm,AC
içerisinde,
kitle
sınırları
(çapı>4cm,
AC
parankimi içerisinde, nadiren sınırları
düzenli)
3. Apikal kitle
4. Multipl kitleler
5. Saydamlık
segmentte)
6. Bronş
İntratorasik
artışı(lob
obstrüksiyon
ya
da
bulguları
(kollaps, konsolidasyon, pnömoni)
ekstrapulmoner 1. Mediastinal kitle ya da genişleme
yapılar
2. Göğüs dyvarı invazyonu
3. Plevral effüzyon
4. Hemidiyafragma elevasyonu
Adenokarsinom, parenkimal skarlar ve ekzantrik kalsifikasyonlarla
beraber olabilir. Adenokarsinomun bir alt grubu olan bronkoalveoler karsinom,
soliter bir kitle, pnömonik infiltrasyon alanı veya multipl infiltrasyon alanları
olarak karşımıza çıkabilir. İnfiltrasyonlar içinde hava bronkogramları görülür.
Büyük hücreli akciğer kanserinin 2/3'sinde periferik lezyonlar 4 cm'den büyük
bulunmaktadır. Pancoast tümöründe asimetrik apikal plevral kalınlaşma
görülür. Çoğunlukla yassı epitel hücreli tiptedir ve kosta harabiyeti sık görülür.
Ayrıca tümöre sekonder bulgular plevral efüzyon, kosta ve vertebra
harabiyeti, diafragma paralizisi görülebilir.
Bilgisayarlı Tomografi (BT)
Akciğer kanserinin tanı, evreleme ve uygun tedavi şemasının seçiminde
bilgisayarlı tomografi önemli bir yer tutmaktadır. Akciğer kanserinde prognoz
ve uygun tedavi kombinasyonunun seçimi, primer tümör ve metastazlarının
ayrıntılı biçimde ortaya konmasına bağlıdır.
Akciğer kanserinin BT kesitlerinde, belirsiz kenarlı, lobüle, heterojen
yapıda ve yumuşak doku yoğunluğunda yapılar gözlenir. BT ile lezyonun
boyutları, kenar özellikleri, yoğunluğu ve kalsifikasyon olup olmadığı
saptanarak
benign/malign
ayırımı
yapılabilir.
BT
direkt
grafilerle
saptanamayan multipl pulmoner nodülleri %50-75 sensitiviteyle gösterebilir.
Direkt grafiler mediastinal ganglion metastazlarını belirlemede yetersizdir. BT
ise tercih edilecek tanı yöntemidir. 10 mm'den daha büyük ganglionlar
patolojik olarak kabul edilir. Gerek BT gerekse diğer görüntüleme yöntemleri
ile selim/habis ganglion ayırımı yapmak mümkün değildir. Son yapılan
çalışmalarda, akciğer kanserinin intratorasik lenf nodu evrelemesinde,
mediastinoskopi ile karşılaştırılan BT'nin, yaklaşık %90 spesifisite ve
sensitiviteye sahip olduğu gösterilmiştir. Fakat daha geniş planlanmış
prospektif çalışmalarda ise, sensitivite ve spesifite %60 civarında tespit
edilmiştir.
BT, mediastinal invazyon ve göğüs duvarı invazyonunu belirlemede,
sınırlı bir değere sahiptir. Ancak plevral anormalliklerin erken tanısında diğer
yöntemlere göre üstündür. Uzak metastazların saptanması için BT karaciğer
ve sürrenalleri içine almalıdır. Karaciğer metastazlarını belirlemedeki en iyi
tanı yöntemi BT ve Arteriyel Portografidir. BT'de sürrenallerde saptanan 3
cm'den büyük, düzensiz konturlu, nonhomojen boyanan tümörlerde malignite
düşünmek uygun olur.
Akciğer
kanseri
şüphesi
olan
torakal
kitlelerde
BT
eşliğinde
'Transtorasik İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi' (TTİAB) yapılabilir. Tanı oranının
yüksekliği nedeniyle daha çok periferik, soliter, multipl yuvarlak opasitelerde
ve Pancoast tümörlerinde ön planda düşünülen bir yöntemdir. Habis
lezyonlarda pozitif tanı, çeşitli serilerde %83-85 oranında bildirilmiştir (17).
TTİAB ile tümöre ait hücre tipinin belirlenmesi, ancak %60-90 olguda
mümkün olabilmektedir.
Bilgisayarlı tomografi, kronik obstrüktif akciğer hastalıklarının tanısında
yetersiz kalmaktadır. Akciğer parenkimini değerlendirmek için, yeni bir teknik
kullanılarak Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi(YRBT) çekilmektedir.
Özellikle
bronşektazi
olmak
üzere
havayolu
ve
hastalıklarının tanısında önemli bilgiler sağlamaktadır.
interstisiyel
akciğer
Son yıllarda kullanılmaya başlayan Spiral (helikal) BT pulmoner
nodüllerin saptanması ve özelliklerinin tanımlanmasında, normal BT'den
üstündür. Bu yöntemle küçük arteriovenöz malformasyonlar, anjiografiden
daha iyi gösterilebilmektedir. Mediastinal ve parankimal vasküler lezyonları,
santral havayolu hastalıklarını, Spiral BT ve üç boyutlu görüntüleme özelliği
sayesinde daha iyi tanımlamak mümkündür.
Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG):
Bu yöntem birçok düzlemde görüntü vermekte, doku farklılığını ortaya
koyabilmekte ve akımı gösterebilmektedir. T1 ağırlıklı grafilerde anatomik
görüntü,
T2
ağırlıklı
grafilerde
ise
patolojik
değişiklikler
çok
iyi
gösterilmektedir.
MRG, kas ve yağ dokusu ile tümör dokusu arasındaki kontrast farkını
daha iyi belirlediği için, tümörün göğüs duvarı invazyonunu BT'den daha iyi
saptar.
Özellikle
pancoast
tümörlerinde,
göğüs
duvar
invazyonunun
uzanımını, subklavian arter veya brakial pleksus tutulumunu en iyi belirleyen
görüntüleme yöntemidir. MRG mediastinal, kardiak veya vasküler tutulumun
değerlendirilmesinde
atelektazilerin
BT’den
ve
iyidir. Ayrıca
tümör
obstrüktif
dokusunun
ve
nonobstrüktif
postobstrüktif
akciğer
konsolidasyonundan ayırdedilmesinde kullanılır.(16)
Mediastinal
üstünlüğü
adenopatilerin
yoktur.
Ancak
ayırdedilmesinde,
subkarinal
ve
BT’ye
aortopulmoner
belirgin
bir
penceredeki
ganglionları belirlemede, BT’den daha üstündür. Hiler adenopatileri vasküler
yapılardan ayırmada ve skar dokusunun rezidüel veya rekürrent tümörden
ayrılmasında
MRG
kullanılmaktadır.
Akciğer
parankiminin
değerlendirilmesinde, BT daha üstündür.
Bronkoskopİ
Bronkoskopi, trakeobronşial ağaçtaki patolojik değişikliklerin direkt
olarak görülmesini ve bu bölgelerden muayene materyali elde edilmesini
sağlayan değerli bir tanı yöntemidir. Bronkoskoplar başlangıçta rijid iken,
İkeda
tarafından
bükülebilir
özellikteki
fiberoptik
bronkoskop
(FOB)
geliştirilmiştir.
Santral yerleşimli tümörler, bronkoskopik olarak endobronşial kitle,
submukozal veya peribronşial infiltratif lezyonlar şeklinde görülürler. Bu tip
lezyonlardan histolojik ve sitolojik inceleme için materyal alınmasında daha
çok endobronşial forseps biyopsisi, bronş lavajı, bronşial fırçalama ve
transbronşial iğne aspirasyonu (TBİA) kullanılmaktadır.
Santral lezyonların tanısında forsepsle alınan 3 veya 4 biyopsi örneği
yeterli olmaktadır. Çeşitli çalışmalarda tanı değeri %55 ile %85 arasında
bildirilmiştir (18,19,20,). Büyük hücreli kanser dışındaki akciğer kanserlerinde,
forseps biyopsisi ile elde edilen hücre tipleri ile otopsi veya torakotomi
sonucunda
kesinleşen
histolojik
tipleri
arasında,
belirgin
korelasyon
saptanmaktadır. Bronş lavajı, bronkoskop yolu ile bronş içine 30-50 ml serum
fizyolojik verilerek uygulanan bir yöntemdir. Akciğer kanseri tanısındaki değeri
tartışmalıdır.
Endobronşial
forseps
biyopsi
ve
bronşiyal
fırça
ile
uygulandığında tanı şansını arttırdığını gösteren çalışmalar yanında, tanıya
katkısı olmadığını bildiren çalışmalarda vardır.(21) Forseps biyopsisi ve
bronşial
fırçalamadan
sonra
uygulandığında,
tanı
şansını
arttırdığı
gösterilmiştir. Santral tümörlerde ortalama tanı değeri %62 ile %79 arasında
değişmektedir. Bronşial fırçalama, özellikle forseps biyopsisi ile birlikte
uygulandığında, akciğer kanseri tanısında değerlidir. Ortalama tanı değeri %
62 ile %78 arasındadır (22,23).
TBİA, bir katetere bağlı çeşitli çaplardaki korumalı iğneler ile uygulanır.
Başlıca kullanım alanı akciğer kanserinin tanısı ve evrelendirmesidir. Özellikle
tümörün submukozal lezyon olarak görüldüğü durumlarda ve bronkoskopik
olarak operabl olduğu gözlenen tümörlerde, cerrahi sınırın tümör tarafından
invaze edilip edilmediğinin belirlenmesinde, bu yöntemden yararlanılır.
TBİA'nun en önemli uygulama alanı hiler ve mediastinal lenf düğümlerinden
yapılan aspirasyon ile malign hastalıkların evrelendirilmesidir. Mediastenin
evrelendirilmesinde TBİA’nun sensitivitesi %50, spesifitesi %96 ve doğruluğu
ise %78 olarak bildirilmiştir.(19,22)
Radyolojik olarak saptanan fakat subsegment düzeyinden daha uçta
oldukları için FOB ile ulaşılamayan periferik kitle ve nodüllerin histopatolojik
tanısı için transbronşial forseps biyopsisi, transbronşial fırçalama, bronş
lavajı, TBİA ve bronkoalveoler lavaj (BAL) teknikleri kullanılmaktadır. Pozitif
tanı, çapı 2 cm'nin altındaki lezyonlarda %25-30 iken, 2 cm'nin üzerindeki
lezyonlarda %64 ve 4 cm'nin üzerindeki lezyonlarda da %80 civarındadır.
Transbronşial forseps biyopsisi, diffüz veya sınırları belirli periferik akciğer
lezyonlarında,
bronkoskop
forsepsi
kullanılarak,
parankimal
biyopsi
alınmasını sağlayan bir yöntemdir. Transbronşial forseps biyopsisinin negatif
sonuçlandığı periferik lezyonlarda, TBİA ve transbronşial fırçalamanın tanıya
%20 civarında katkıda bulunabildiği bildirilmiştir.(20,21)
Bronkoalveoler lavaj (BAL), bronkoskop ucunun bir segment veya
subsegment bronşuna wedge yapılmasından sonra, ilgili bronşa 37 oC, 100300 ml serum fizyolojik verilmesi şeklinde yapılan bir lavaj türüdür. Bu yöntem
daha çok malign olmayan interstisiyel akciğer hastalıklarının tanı ve
izlenmesinde, immun sistemi baskılanmış hastaların opportünistik akciğer
infeksiyonlarının tanısında kullanılır.
Ayrıca son yıllarda bronş kanserinin erken tanısı için, floresanlı
parçacıklar inhale ettirilerek veya ışığa karşı duyarlaştırıcı bir madde olan
Hematoporfirin injeksiyonundan sonra, floresanlı ışık kaynağıyla bronkoskopi
yapılmaktadır. Bu teknolojik sistem büyük ümitler vadetmesine karşın, halen
araştırma safhasındadır.
Dİğer Yöntemler
Ultrasonografi
Plevra ve subplevral alanları incelemek için kullanılan bir yöntemdir.
Özellikle
plevral
sıvı
miktar
ve
lokalizasyonunu
belirlemek,
plevra
kalınlaşmasını minimal plevral sıvıdan ayırmak, toraks duvarına 2 cm den
yakın pulmoner parankimal kitlenin lokalizasyonu ve iğne biyopsisi, perkütan
iğne biyopsileri alınmasında kullanılmaktadır.
Torasentez ve Plevra Biyopsisi
Plörezi varlığında, tümörün plevral metastazı yönünden, plevra sıvısı
sitolojik, plevra biyopsisi patolojik olarak tetkik edilir. Torasentezin, malign
sıvılarda pozitif tanı değeri %50 civarındadır.
Skalen ve diğer Lenf Nodu Biyopsileri
Supraklaviküler çukurda, ön skalen kasın alt ucundaki küçük lenf
düğümlerine veya başka bir bölgede palpe edilen lenf nodu varsa, biyopsi
yapılmalıdır. Bu hem tanıyı koydurur hemde tümörün unrezektabl olduğunu
gösterir.
Mediastinoskopi ve Mediastinotomi
Cerrahi tedavi düşünülen akciğer kanseri olgularında, karşı mediastinal
tutulma şüphesi varsa, evrelendirmenin doğru olarak yapılması için bu
yöntemlerin kullanılması gereklidir.
Torakoskopi
Son yıllarda videotorakoskopik yöntemlerle akciğer parankiminden veya
hiler-mediastinal
lenf
düğümlerinden
biyopsi
alınabilmektedir.
Akciğer
kanserinde pozitif tanı değeri %90-95 tir (19).
Biyolojik Belirleyiciler
Tümör tarafından yapılan veya tümör varlığı ile yakından ilişkili
maddelerdir.
Kanda,
vücut
sıvılarında
ve
tümör
dokularında
ölçülebilmektedirler. Akciğer kanserinde ideal bir tümör belirleyicisi olmamakla
birlikte en önemlileri şunlardır: Karsinoembriyonik antijen (CEA), Doku
polipeptid antijeni (TPA), Karbohidrat Antijen 19-9 (CA 19-9), Squamous Cell
Carcinoma Antigen (SCC Ag), Nöron Spesifik Enolaz (NSE), Kreatinin
Fosfokinaz (CPK-BB), Cyfra 21-1, Bombesin, (Gastrin Releasing Peptid),
ACTH, ADH, Calsitonin. Bu testler tanı amacından izlem ve prognoz
açısından yararlı oılabilir.
Evreleme ve Prognoz
KHDAK'DE EVRELEME
Akciğer
kanserinin
anatomik
yaygınlığının
saptanması
yani
evrelendirmesi, hastalığın prognozunun belirlenmesi, tedavi şeklinin seçimi ve
farklı klinik tedavi serilerinin sonuçlarının karşılaştırılması için gerekli bilgiyi
sağlar. Özellikle küçük hücreli olmayan akciğer kanseri olgularında, küratif
cerrahi veya radyoterapi arasındaki seçimde evrelendirme esas rolü
oynamaktadır.
Bu nedenle Amerikan kanser birliği (AJCC) ve uluslararası kanser
mücadele birliği (UICC), akciğer kanseri için primer tümörün büyüklüğü ve
yaygınlığına (T), bölgesel lenf bezi tutulumuna (N), uzak metastazın varlığına
(M) dayanan TNM evrelendirme klasifikasyonunu, 1997 yılında modifiye
etmişler ve bugün kullanılan tanımı yapmışlardır (Tablo 8).
Tablo 8. Akciğer Kanserlerinde Yeni Uluslararası TNM Sistemi (Mountain,
1999) (11,12).
PRİMER TÜMÖR (T)
Tx:
Radyolojik
ve
bronkoskopik
olarak
saptanamayan
fakat
bronkopulmoner sekresyonlarda malign hücre bulunması.
T0: Primer Tümör saptanmaması.
Tis: İn situ karsinom
T1: En büyük çapı 3 cm veya daha az olan, akciğer parenkimi veya
visseral plevra ile çevrilmiş tümör. Bronkoskopik olarak lob bronşunun
proximaline invazyon olmaması.
T2: 3 cm den büyük tümör veya herhangi büyüklükteki bir tümörün
visseral plevraya yayılması veya hiler bölgeye kadar genişleyen atalektazi
ve obstrüktif pnömoniye neden olması. Bronkoskopik tetkikte, karinadan en
az 2 cm daha uzakta olan tümör.
T3: Herhangi büyüklükteki tümörün, göğüs duvarı (Superiör sulcus
tümörü dahil), diyafragma, mediastinal plevra, parietal perikarda yayılması
veya tüm akciğeri kapsayan atelektazi ve obstrüktif pnömoniye neden
olması veya bronkoskopik tetkikte karinaya 2 cm’den daha az mesafede
fakat karinaya yayılmamış olması, veya bütün bir akciğeri kapsayan
atelektazi veya obstrürüktif pnömoni ile beraber olan tümör.
T4: Herhangi büyüklükteki tümörün mediasten, kalp, büyük damarlar,
trakea, özofagus, vertebra ve karina gibi yapılardan herhangi birini invaze
etmesi; veya malign plevral ve perikardiyal sıvının saptanması veya tümörle
aynı lob içinde satellit nodül ve nodüllerin varlığı.
NODAL TUTULUM (N)
Nx: Bölgesel len bezlerinin değerlendirilememesi
N0: Rejyonal lenf nodlarında metastaz olmaması.
N1: Aynı taraf peribronşial ve/veya hiler lenf bezlerinde metastaz
veya direkt yayılım mevcut.
N2: Aynı taraf mediastinal ve/veya subcarinal lenf bezlerinde
metastaz olması.
N3: Karşı taraf hiler veya mediastinal lenf bezlerinde metastaz
saptanması, aynı taraf veya karşı taraf skalen veya subraklavikuler lenf
bezlerinde metastaz mevcut.
UZAK METASTAZ (M)
Mx: Uzak metastaz varlığının değerlendirilememesi
M0: Uzak metastaz yok
M1: Uzak metastaz mevcut.
Evre Grupları
"Occult" karsinom (TxN0M0), bronkopulmoner sekresyonlarda malign
hücreler
belirlenmiş,
fakat
tümör
radyolojik
ve
bronkoskopik
olarak
gösterilememiştir (Tablo 9). 1997'de evre I tümörler IA ve IB olarak ikiye
ayrılmıştır. Evre I'de lezyonlar tamamen akciğer içerisindedir. Uzak metastaz
veya lenf bezi tutulumu yoktur. Evre IA'da (T1 N0 M0) hastaların 5 yıllık
yaşam süreleri, evre IB hastalardan daha iyidir. Bu hastalarda cerrahi tedavi
tercih edilir. Evre IA’da 5 yıllık yaşam süresi %67, IB'de ise %57'dir. Küçük
hücreli olmayan akciğer kanserli (KHDAK) hastaların %13’ü IA, %23’ü ise
evre IB’dir.
Tablo 9. IUCC’ nin yaptığı TNM’ ye göre evreleme(1996)
Evre
Occult carcinoma
Stage 0 (Karsinoma İn
Tx
X
IS
Nx
?
0
Mx
?
0
sutu)
Stage IA
Stage IB
Stage IIA
Stage IIB
1
2
1
2
0
0
1
1
0
0
0
0
Stage IIIA
3
3
0
1
0
0
Stage IIIB
1-3
herhangi T
2
3
0
0
Stage IV
4
herhangi N
herhangi T Herhangi N
0
1
Evre II, 1997'de bu gruptaki hastalar yaşam sürelerine göre, IIA ve IIB
olarak ikiye ayrılmıştır. Evre IIA (T1N1 Mo) hastaların 5 yıllık yaşam süreleri
%55'tir. KHDAK'li hastaların %1 den daha azı bu evrededir. Evre IIB hastalar
ise, T2N1M0 ve T3N0M0 gruplarını kapsar. Göğüs duvarına invaze, ancak
lenf nodu tutulumu olmayan (T3N0M0) tümörlerin prognozu, lenf nodu
tutulumu olan küçük tümörlere göre daha iyidir. Bu nedenle T3N0M0 tümör,
evre III yerine, evre IIB olarak evrelenmektedir. Evre II B hastaların 5 yıllık
yaşam süreleri %38'dir. KHDAK'in %7'si bu evrededir. Bu evredeki hastalarda
cerrahi tercih edilir. Adjuvan tedavi ek bir yarar sağlamaz.
Evre III hastalar, cerrahi rezektabiliteye göre, IIIA ve IIIB olarak ikiye
ayrılırlar. Evre IIIA tümörler, cerrahi olarak çıkarılabilmesine rağmen, evre IIIB
tümörlere cerrahi tedavi yapılamaz. Evre IIIA hastalarda tümörün akciğer dışı
yayılımı olmasına rağmen, sınırlı bir lenf bezi yayılımı vardır. Aynı taraf
mediastinal veya subkarinal lenf bezlerine yayılmışlardır. Bu hastalar T3N1M0
veya T1-3N2M0 gruplarını kapsar. KHDAK'lerin %10’u bu evrededir. Bu
hastalarda tedavi değişkendir. Halen bu hastalara, kemoterapi, radyoterapi ve
cerrahi
tedavinin
birlikte
uygulanması
önerilmektedir.
Son
yapılan
çalışmalarda, evre IIIA hastalarda cerrahi öncesi kemoterapinin, yaşam
süresini düzelttiği ve cerrahi sonrası hastalıksız süreyi uzattığı gösterilmiştir.
Evre IIIA hastalarda 5 yıllık yaşam süresi %23'tür.
Evre IIIB hastalarda, tümörün akciğer dışı yayılımı ile beraber, karşı
taraf hiler ve mediastinal lenf bezlerine, aynı veya karşı taraf skalen ve
supraklaviküler lenf bezlerine, uzak metastaz olmaksızın yaygın mediastinal
lenf bezlerine yayılım ve sitoloji pozitif malign plevral efüzyon mevcuttur. Bu
hastalar T1-3 N3 M0 veya T4N0-3M0 gruplarını kapsar ve KHDAK'nin %
20'sini oluşturur. Bu hastalara palyatif tedavi uygulanır. Kesin tedavileri yoktur.
Beş yıllık yaşam süresi çok yönlü tedavi ile %5'tir.
Evre IV, herhangi bir metastatik yayılımı olan hastaları kapsar. Bu
hastalar herhangi T ve herhangi N’i olan M1 hastalar olarak gruplandırılır.
KHDAK'li hastaların %27'si evre IV'dür. Bu hastalara cerrahi tedavi
uygulanamaz. Palyatif olarak tedavi edilirler. Beş yıllık yaşam süreleri %1'dir.
Bu hastaların ortalama yaşam süreleri 1 yıldan daha azdır (29) (30).
KHAK'DE EVRELEME
KHAK'li hastalarda da, TNM sisteminin kullanılması önerilmektedir.
Ancak
esas
prognostik
değeri
olana
evreleme
sistemi
"Veterans
Administration Lung Cancer Group" (VALG) tarafından önerilen evreleme
sistemi kullanılmaktadır. Buna göre hastalık bir hemitoraksta lokalize ise
sınırlı,
hemitoraksın
dışında
daha
yaygın
ise,
yaygın
olarak
evrelendirilmektedir (Tablo10).
Sınırlı hastalık olarak sınıflandırılan hastalarda, hastalık bir hemitoraks
ve bölgesel lenf bezlerine (mediastinal, aynı taraf hiler ve supraklaviküler)
sınırlıdır. KHAK'lerinin %30'u bu evrededir.
Tablo 10. KHAK'de VALG Evreleme Sistemi(11)
SINIRLI
Bir hemitoraksta sınırlı tümör
Aynı taraf hiler lenf bezlerinde
Aynı veya karşı taraf suprakklaviküler lenf bezlerinde
Aynı veya karşı taraf mediastinal lenf bezlerinde metastaz
YAYGIN
Karşı akciğerde metastatik lezyonlar
Uzak metastaz (ör. Beyin, kemik, karaciğer,adrenal bezler)
Malign plevral sıvı
Yaygın hastalığı olan hastaların karşı akciğere metastaz, uzak
metastazlar veya malign plevral sıvısı vardır. KHAK'lerinin yaklaşık %70'i bu
evrededir.
KHAK'lerinde radyoterapi ve kemoterapi uygulanır. Cerrahi nadiren
düşünülür. Bu hastaların tedavisiz yaşam süresi ortalama 6-17 haftadır. Sınırlı
evrede olan hastaların %50'sinden daha çoğu, ilaç tedavisine yanıt verir ve
ortalama yaşam süresi 14 aydır. Yaygın evrede olan hastaların ancak %1020'si ilaç tedavisine yanıt verir ve ortalama yaşam süreleri 1 yıldan daha
azdır.
TEDAVİ
Son 10 yıl içinde akciğer kanserinin tedavisinde önemli gelişmeler
olmuştur. Evreleme ile erken ve geç kalmış olguları birbirinden daha iyi
ayırmak imkanı ortaya çıkmış ve inoperabl olarak kabul edilen birçok olguya
cerrahi tedavi şansı verilmiştir. Akciğer kanserinde en büyük problem, erken
tanı problemidir. Asemptomatik dönemde tanı konmuş hastaların tedavileri
hem kolay hem de 5 yıllık yaşam şansları %60'ların üzerinde bulunmaktadır.
KHDAK'de Tedavi
KHDAK'i tüm akciğer tümörlerinin %70-80'ini oluşturur. Tedavisinde tek
kür şansı cerrahidir. Ancak %30-40'ı yerleşim olarak rezektabldır.
Cerrahi Tedavi
Erken dönemde saptanan ve opere edilebilir hastalarda, esas tedavi
yöntemidir. Ayrıca tanısal ve palyatif amaçlı uygulanabilir. Tümör yükünü
azaltarak radyoterapi ve kemoterapinin etkinliğini arttırma amacı ile de
yapılabilir. KHDAK'de cerrahi tercih edilir. Yaklaşık %25 tedavi amaçlı
uygulanır. Cerrahiye uygun hasta seçimi önemlidir. FEV1'in 1.2 L üzerinde,
FEV1/FVC'nin %50'nin üzerinde olması, hiperkarbi ve cor pulmonale
olmaması gereklidir.
En sık uygulanan yöntem lobektomidir (%62) ve operasyonun
mortalitesi %3 dolayındadır. Rezeksiyon genişliği arttıkça mortalitede artış
olmaktadır. Operatif morbidite ve mortalite rezeksiyonun tipine, hastanın
yaşına, pulmoner fonksiyona ve hastalığın klinik evresine göre değişmektedir.
Evre I ve II'de cerrahi endikedir ve genellikle lobektomi yeterlidir. Cerrahi
sonrası rekürrens olmaksızın 5 yıllık yaşam evre I'de %50-60, evre II'de %3040 dolayındadır.
Evre IIIA'da T3, N1 olduğunda cerrahi rezeksiyon faydalı olabilir. N2
olduğunda cerrahi tartışmalıdır. N2 tutulumu torakotomide saptanmışsa, yani
tek bir lenf düğümü bölgesinde mikroskopik metastaz varsa (minimal N2),
cerrahi rezeksiyon uygulanabilir. N2 olduğu operasyon öncesi saptanmışsa,
genellikle inoperabl kabul edilir. Preoperatif kemoterapi veya radyoterapiye
yanıt varsa cerrahi uygulanabilir. T3N1'de 5 yıllık yaşam %23 iken, tam
rezeksiyon yapıldığında %42 dolayındadır. Minimal N2'de 5 yıllık yaşam %1020, preoperatif olarak saptanmış N2'de ise %10'un altındadır. Evre IIIB
genellikle rezeksiyon yapılamaz olarak kabul edilmektedir. Rezeksiyon
yapılan IIIB'li hastalarda 5 yıllık yaşam %6'dan azdır. Evre IV'de soliter
metastazlar dışında cerrahi önerilmemektedir.
Cerrahi sonrası yaşam süresini uzatmak amacı ile adjuvan tedaviler
uygulanmaktadır. Cerrahi uygulanan bölgede tümör bulunan hastalarda,
yüksek
doz
radyoterapi
ile
lokal
rekürrensin
azaldığı
gösterilmiştir.
Kemoterapi dolaşımdaki tümör hücrelerinin ve cerrahide saptanmayan
subklinik metastazların eradikasyonunda etkilidir. Lokal yayılım gösteren
hastalarda kemoterapi, hastalıksız yaşam süresini uzatırken, ortalama yaşam
süresinde artış izlenmemiştir.
Evre III KHDAK'li olguların çoğunda, küratif cerrahiye olanak tanımayan
bir yayılım vardır. Bunların yanıt oranlarını artırmak amacı ile cerrahi öncesi
(neoadjuvan) tedaviler uygulanmaktadır. Cerrahi öncesi radyoterapi +
kemoterapi tümör regresyonu ile tam rezeksiyonu kolaylaştırmakta ve
ortalama yaşam süresini uzatmaktadır.
Radyoterapi
DNA zincirlerini bozmak yolu ile etki eder. Bu etki, hücre içi kimyasal
radikaller oluşturarak veya doğrudan DNA zincirini kırarak sağlanır. İridyum
192, Sezyum 137, Iyot 125 ve Kobalt 60 en çok kullanılan radyoaktif
ajanlardır. Mikroskopik rezidüel hastalıkta, genellikle 45-50 Gy, gross
hastalıkta ise 60-70 Gy uygulanır.
Evre I ve II'de ancak cerrahinin kontrendike olduğu durumlarda, küratif
amaçlı radyoterapi uygulanır. Bu konuda yapılan bir çalışmada, 6100 cGy'dan
az radyoterapi alan hastalarda 5 yıl yaşam %27, 6900 cGy'den fazla
alanlarda ise %36 bulunmuştur. Evre IIIA'da N2 hastalığı olanlarda,
radyoterapi küratif amaçlıdır. Bir çalışmada, N2 KHDAK'li hastalara 40006000 cGy uygulanmış ve ortalama yaşam T1N2'li hastalarda 12 ay, T2N2'li
hastalarda 10 ay, T3N2'li hastalarda 8 ay olarak bulunmuştur. Hiperfraksiyone
şemalar yaşam süresini daha çok uzatabilir.
Kemoterapi
Sitostatik ajanlar habis tümörlerin çoğunda %50 civarında etki
gösterirler. KHDAK'de en etkili ajanların bile yanıt oranı %20 civarındadır.
Tam yanıt oranı çok düşüktür (7,17). Kemoterapi uygulanacak hastanın
performans durumunun iyi olması ve ilk defa kemoterapi alması, yanıt
oranına olumlu yönde etki eder. Tek ajan tedavisi artık bırakılmıştır. Kombine
tedavi rejimleri uygulanmaktadır. KHDAK'lerinde sisplatin içeren rejimler ön
plandadır.
Vepesid + sisplatin kombinasyonunda, yanıt oranı ortalama %27 yaşam
süresi 30–36 hafta, CAP (Cyclophosphamide + Adriamycin + Cisplatin)
kombinasyonunda yanıt oranı ortalama %26 yaşam süresi 15–33 hafta,
CAMP (Cyclophosphamid + Adriamycin + Methotrexate + Procarbazine)
kombinasyonunda ise ortalama yanıt oranı %28 yaşam süresi 20–36 hafta
bulunmuştur.
Yaygın KHDAK'de kemoterapinin yaşam süresine etkisi tartışmalıdır.
Yanıt oranları %13-73 arasında değişmektedir. Ancak çoğu hastada %50'nin
altındadır. Evre IIIB ve IV'de yalnızca iyi bir destekleyici tedavi ile ortalama
yaşam 2.3-5.3 ay, kombine kemoterapi yapılanlarda ise 6.8-8.6 aydır.
İki kür kemoterapi sonunda tümörde küçülme saptanmazsa, daha fazla
toksisiteye neden olmamak için tedavi kesilmelidir. Kemoterapiye çok az yanıt
alınsa bile tedavi 1-2 yıl kadar sürdürülebilir.
KHAK'de Tedavİ
KHAK, tüm akciğer tümörlerinin yaklaşık %25'ini oluşturmaktadır. En
önemli iki özelliği, çabuk yayılması ve kemoterapiye iyi yanıt vermesidir.
KHAK hızlı yayılım gösterdiği için, başlangıcından itibaren sistemik hastalık
olarak kabul edilmekte ve tedavisinde kemoterapi, ağırlıklı bir yer tutmaktadır.
Sınırlı hastalıkta, kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi uygulanabilir. Yaygın
hastalıkta ise kemoterapi ve palyatif radyoterapi uygulanmaktadır. Tedavisiz,
yalnızca destekleyici önlemlerle, sınırlı hastalık grubunda ortalama yaşam
süresi 12 hafta, yaygın hastalıkta ise 5 haftadır.
Kemoterapi
KHAK için pekçok kemoterapi şeması vardır. Bunlardan ençok
kullanılan iki tanesi CAV (siklofosfamid, adriamisin, vinkristin) ve EP
(etoposid, sisplatin) protokolleridir.
Bu kemoterapi protokolleri ile, sınırlı hastalık grubunda tam yanıt %
50'den fazla ortalama yaşam süresi 14 aydan uzun, 2 yıl hastalıksız yaşama
oranı %20–25 bulunmuştur. Yaygın hastalıkta ise, tam yanıt %20 dolayında
ortalama yaşama süresi ise 7 ay olarak izlenmiştir.
Tedavi etkinliğini artırmak için çeşitli yollar denenmektedir. Bunların
arasında alterne ve ardışık kemoterapi protokolleri, standart protokole yeni
ilaçların eklenmesi, kemoterapinin radyoterapi ve cerrahi ile desteklenmesi
gibi yaklaşımlar vardır.
Radyoterapi
KHAK, tüm akciğer kanserleri içinde radyoterapiye en duyarlı olanıdır.
Sınırlı hastalıkta kemoterapiye ek olarak uygulanabilir. Radyoterapinin
ortalama yaşam süresine belirgin etkisi olmamaktadır. Ancak iki yıl hastalıksız
yaşam
oranı
artmaktadır.
Radyoterapi
kemoterapiden
önce
ya
da
tamamlandıktan sonra (30-40 Gy) göğüs kafesine verilebilir. Kemoterapiye ek
radyoterapi uygulanması hematolojik, özofajial, ve pulmoner toksisiteye
neden olmaktadır. Pulmoner rezervin tedaviyi kaldırabilecek düzeyde olması
gerekir.
Yaygın hastalıkta radyoterapi yalnızca palyatif amaçlı olmalıdır.
Semptomatik beyin metastazı, kemik metastazı, spinal kord basısı olan
hastalar adaydır. Proflaktik kranial radyasyon tedavisi (PCI), kemoterapiye
tam yanıt veren hastalarda 20-30 Gy dozunda uygulanabilir. Kranial metastaz
insidansında belirgin azalma sağlanmasına karşılık, yaşam süresine katkısı
gösterilememiştir.
Cerrahi
KHAK'de cerrahinin yeri oldukça sınırlıdır. Cerrahi düşünülüyorsa, TNM
evrelemesi yapılır. Evre I, II olan hastalarda kemoterapiye ek olarak cerrahi
uygulanabilir. Yalnızca T1, T2, N0 olan hastalarda cerrahi primer tedavi olarak
önerilmektedir. Bu hastalara radyoterapi ve kemoterapi eklenmesi ile 5 yıllık
yaşam %80'lere dek çıkmaktadır.
Diğer Tedavi Yöntemleri
Akciğer kanserinde klasik tedavi yöntemleri dışında laser tedavisi,
brakiterapi,
kriyoterapi,
endobronşial
protezler
ve
immünoterapi
uygulanmaktadır.
Laser: Endobronşial laser 1976 yılından beri kullanılmaktadır. Tümörlere
bağlı santral hava yolu obstrüksiyonunu ortadan kaldırmak için uygulanır.
Laserin kesme ve koagüle edici etkisi ile, tümör dokusu bronkoskop aracılığı
ile çıkarılabilir. Bronkoskopik laserin birkaç tipi vardır:
1. Karbondioksit Laser: En belirgin kesici özelliğe sahip lazerdir. Dokuya
o.1 mm den fazla penetre olmaz. Rijid bronkoskop ile uygulanır. Larenks,
trakea ve ana bronşlardaki lezyonlarda kullanılır.
2. Neodmiyum - YAG Laser: Bir çok dokuda en derin penetrasyonu
sağlar. Rijid ve fleksibl bronkoskopla uygulanabilir. Dokuda fotokoagülasyon
ve termal nekroz oluşturur. Obstrüksiyon, diğer tedavi metodlarına yanıt
vermiyorsa, lezyon kartilaj arkasına geçmemişse, tümörün endobronşial
komponentinin uzunluğu 4 cm den kısa ise ve obstrüksiyonun arkasında
fonksiyon
gösteren
akciğer
dokusu
varsa
tercih
edilir.
Bu
kriterler
bulunmuyorsa komplikasyon riski artar. Hemoraji, hipoksemi, bronkoplevral
fistül, mediastinit, öksürük başlıca komplikasyonlarıdır.
Fotodinamik tedavi: Tedavi öncesi hematoporfrin türevleri (HPD)
intravenöz olarak verilir. Bu maddeler kanser hücrelerinde birikir ve ultraviyole
ışığı ile floresans verirler. HPD'lerin argon laser ve “tunable dye” laser ile lokal
aktivasyonu, damar geçirgenliğini ve inflamatuar reaksiyonu artırarak lokal
doku hasarı yaratır. Gross olarak izlenemeyen gizli kanserlerin gösterilmesini
sağlar. Malignensiyi, oldukça erken evrede lokalize etmeye yardımcı olur ve
küratif tedavi olasılığını artırır.
Brakiterapi: Endobronşial ve ekstrensek obstrüksiyonu olan hastalarda
etkilidir.
Bu
yöntemde,
naylon
kateter
bronkoskop
içinden
istenilen
lokalizasyona gönderilir. Kateterin istenilen uzunluğunda, İridyum 192
yerleştirilir. Tedavide önerilen doz 3000 cGy (rad) dır. Genellikle tedavi 30
dakika uygulanır. Uygun durumlarda sadece brakiterapi ile istenilen sonuç
elde edilebilir.
Kriyoterapi: Genel anestezi altında, rijid bronkoskop ile uygulanır.
Endobronşial lezyon, kriyoprob ile eksi 70 dereceye kadar sıvı nitröz oksit
kullanılarak dondurulur. İşlem yaklaşık 10-15 dakika sürer. Bronş duvarı
perforasyon tehlikesinin olmaması, kısmi infiltrtatif tümörlere ve longitidünal
eksende yerleşmiş tümörlere de uygulanabilir olması ve radyasyon
tehlikesinin olmaması üstün taraflarıdır.
Endobronşial Protezler: Endobronşial protezler silikon, paslanmaz çelik,
veya silikon + çelikten yapılır. Tümör ya da büyümüş lenf nodlarının dıştan
basısına bağlı obstrüksiyonu olan, cerrahi düşünülmeyen, radyoterapiye
yeterli yanıt alınamayan hastalarda kullanılabilir.
KEMOTERAPİ VE YANIT DEĞERLENDİRMESİ
Tümör evresi ve günlük aktivite düzeyleri kemoterapiye uygun olan
[ECOG 0-2, Karnofsky %60-100 (Tablo 11)] veya cerrahi tedaviyi kabul
etmeyen 21 olguya kemoterapi uygulandı. KHOAK grubuna vinorelbine 30
mg/m2 1-8. günler + cisplatin 25 mg/m2 1-3. günler; KHAK grubuna
etoposide 100 mg/m2 1-3. günler + cisplatin 25 mg/m2 1-3. günler, 21 gün
arayla verildi.Onbir olgunun iki kür kemoterapi (8–10 hafta) sonrası erken
planar
99
Tcm-MIBI çekimi tekrarlandı. Kontrol toraks BT'leri çekildi. Tedavi
öncesi ve sonrası toraks BT'lerde saptanan lezyonun birbirine dik en büyük iki
çapı ölçülerek tedaviye yanıt oranı yüzde (%) olarak şöyle hesaplandı (7):
(Başlangıç Ç1 x Başlangıç Ç2)-(Tedavi sonrası Ç1 x Tedavi sonrası Ç2)
YANIT = -----------------------------------------------------------------------------------------x 100
(Başlangıç Ç1 x Başlangıç Ç2)
Ç1 ve Ç2 = Lezyonun birbirine dik en büyük iki çapı
Toraks BT ile saptanan tümör yanıtı şu şekilde değerlendiridi:
Tam Yanıt (TY): Tüm lezyonların tam olarak kaybolması.
Kısmi Yanıt (KY): Tümörde %50 veya daha fazla azalma.
Stabil Hastalık (SH): Tümörde %50 den az küçülme veya tümörde %
25'ten az artma.
İlerleyici Hastalık (İH): Tümörde %25 veya daha fazla büyüme ya da
yeni lezyonların ortaya çıkması.
Tablo 11. ECOG ve KARNOFSKY Performans Durumu Değerlendirmesi.
ECOG KARNOFSKY(%) KRİTERLER
0
100
Asemptomatik
1
80-90
Semptomatik, tüm işlevlerini yapar
2
60-70
Semptomatik, günün %50 den azını
3
4
40-50
yatarak geçirir.
Semptomatik, günün %50 den fazlasını
20-30
yatarak geçirir.
Yatağa bağımlı
REAKTİF OKSİJEN PARTİKÜLLERİ
Reaktif Oksijen Partikülleri Tanımı:
Atomlarda elektronlar orbital adı verilen uzaysal bölgede çiftler halinde
bulunurlar. Atomlar arasında etkileşim ile bağlar meydana gelmekte ve moleküler
yapı oluşmaktadır. Serbest radikal, atomik yada moleküler yapılarda çiftlenmemiş tek
elektron bölümlerine verilen isimdir. Başka moleküller ile çok
kolayca elektron alışverişine giren bu moleküllere "oksidan moleküller" veya "reaktif
oksijen partikülleri( ROP )" de denmektedir (25).
ROP Sınıflandırılması:
Organizmada pek çok türde ROP oluşabilir (Tablo 12). Ancak en sık olarak
lipid yapılarla oluşur. Doymamış yağ asitlerinin alil grubundan bir hidrojen çıkarsa
lipid radikali meydana gelir. Oluşan lipid radikali oksijen ile reaksiyona girer ve lipid
peroksi radikalini oluşturur. Lipid peroksi radikali diğer lipidlerle zincir reaksiyonu
başlatır ve lipid hidroperoksitler oluşur. Ortamda bulunan demir ve bakır iyonları
lipid peroksidasyonunu hızlandır ır (26). Lipid radikaller yüksek derecede sitotoksik
ürünlere de dönüşebilir. Bunlar arasında en çok bilinen ürün aldehid grubundan
malondialdehiddir (MDA).
Hidrojen peroksit membranlardan kolaylıkla geçip hücreler üzerinde bazı
fizyolojik rollere sahip olabilir, fakat çiftlenmemiş elektrona sahip olmadığından
radikal olarak adlandır ılamaz. Bu nedenle "reaktif oksijen partikülleri", süperoksit
gibi radikaller, ayrıca hidrojen peroksit gibi radikal olmayanlar için ortak olarak
kullanılan bir terimdir (27). Oksijen molekülü, orbitalinde çiftlenmemiş elektron
taşıyorsa süperoksit radikali olarak adlandır ıl ır. Diğer ROP grubunda ise normal
oksijenden çok daha hızlı bir biyolojik molekül olan "singlet oksijen" bulunmaktadır.
Singlet oksijen molekülü yapıs ında iki adet çiftlenmemiş elektron taşır. Singlet
oksijen hücre membranındaki poliansatüre yağ asidleriyle doğrudan reaksiyona
girerek lipid peroksitlerin oluşumuna yol açar (25).
Tablo 12. Reaktif oksijen partikülleri
1 - Radikaller:
Süperoksit radikal ( O2-)
Hidroksil radikal ( OH -)
Alkoksil radikal ( LO -)
Peroksil radikal ( LOO -)
2 - Radikal olmayanlar: Hidrojen peroksit ( H2O2)
Lipid hidroperoksit ( LOOH )
Hipoklorikasit(H0C1)
3 - Singlet oksijen
ROP Kaynakları:
Mitokondrilerdeki oksijenli solunumda olduğugibi birçok anabolik ve
katabolik işlemler sırasındaki reaksiyonlarda moleküler düzeyde elektron kaçışları
olur ve bu sırada ROP'lar oluşur. Tablo 13'de ROP'lar ın in vivo ortamda kaynakları
görülmektedir (28).
Tablo 13. ROP kaynakları
I - Normal biyolojik işlemler
1 - Oksijenli solunum
2 – Katabolik ve anabolik işlemler
II - Oksidatif stres yapıcı durumlar
1 - İskemi - hemoraji - travma – radyoaktivite
intoksikasyon
2 - Ksenobiotik maddelerin etkisi
a-)İnhale
b-) Alışkanlık yapan maddeler
c-)ilaçlar
3 - Oksidan enzimler
a-) Ksantin oksidaz
b-) İndolamin dioksigenaz
c-) Triptofan dioksigenaz
d-)Galaktozoksidaz
e-)Siklooksigenaz
f-) Lipooksigenaz
g-) Monoamino oksidaz
4 - Stres ile artan katekolaminlerin oksidasyonu
5 – Fagositik inflamasyon hücrelerinden salgılanma
(nötrofıl, monosit, makrofaj, eosinofıl,endotelyal hücreler)
III - Yaşlanma süreci
6 – Uzun süreli metabolik hastalıklar
7 – Diğer nedenler: Sıcak şoku, güneş ışını, sigara
İskemi, hemoraji, travma ve radyoaktivite gibi durumlarda mitokondrilerdeki aerobik
oksidatif fosforilasyon dengesi etkilenir ve elektron taşıma sisteminden elektron
kaçakları daha fazla olur ve ROPdüzeyi artar. ROP'ların düzeyi, yaşlanma süreci ile
paralel bir artış gösterir. Yaşlanma ile protein karboksilasyonunun artışı ve katalize
edici tüm enzimlerin azalmasının bu dengesizlikte önemli rolleri vardır.
Glukoz gibi maddeler ROP'ları oluşturacak şekilde proteinlerle reaksiyona
girerler; bu ise diyabetik hastaların seneler boyunca yüksek kan glukozuna maruz
kalması nedeniyle hipergliseminin yan etkilerini kolaylaştırıc ı "oksidatif stress"
oluşumuyla sonuçlanır.
İnfeksiyöz olaylarda başta Staphylococcus aureus gibi patojenler ayrıca
lökotrienler, prostaglandinler gibi mediyatör maddeler nötrofıl, eosinofıl ve
makrofajlar ı aktive ederler, membrana bağlı NADPH oksidaz enzimi yoluyla ROP
salgılanmasına yol açarlar (89,90).
Nötrofıller tarafından kullanılan antibakteriyal savunma mekanizması
myeloperoksidaz enzimidir. Süperoksit radikalinin dismutasyonu sonucu oluşan
hidrojen peroksit myeloperoksidaz enzimi aracıl ığıyla reaksiyona girerek güçlü bir
antibakteriyal ajan olan hipoklorik asidi oluşturur. İnfeksiyöz ajanlarla savaş
için gerekli olan ROP'lar kan hücreleri tarafından aşır ı salgılanacak olurlarsa bu kez
yarar yerine zararlı olmaya başlarlar.
Süperoksit radikalinin vazoregülasyonda fizyolojik rolüne ilişkin düşünceler
de vardır. Vasküler endotelyum tarafından sentezlenen "endothelium-derived relaxing
factor" (EDRF) vasodilatator yanıttan sorumludur ve nitrik oksitle eşdeğerdir. Nitrik
oksit (NO) bir adet çiftlenmemiş elektrona sahiptir ve bu nedenle ROP olarak kabul
edilebilir. Vasküler endotelyum aynı zamanda az miktarda süperoksit radikali sentez
yeteneğine de sahiptir. Hem NO hem de süperoksit radikali ile reaksiyon sonucu
oluşabilecek bazı yan ürünler sitotoksik olmasına karşın NO ve süperoksit radikali
etkileşiminin vasküler tonüs düzenlenmesi üzerine yararlı etkilerinin olduğu
bildirilmiştir (29,30,31).
Antioksidan Savunma:
Canlı hücrelerde bulunan protein, lipid, karbohidrat ve DNA gibi okside
olabilecek maddelerin oksidasyonunu önleyen veya geciktirebilen maddelere
antioksidanlar ve bu olaya antioksidan savunma denir.
Memeli hücrelerinde oksidan ürünlere karşı korunma bazı prensipler içinde
gerçekleşmektedir. Oksidanlarm organizmadaki düzeylerini arttır ıc ı etkenlerin ve risk
faktörlerinin iyi belirlenmesi ve bunlardan uzak durulması ilk yapılması gereken
girişim olmalıdır. İkinci girişim ise ROP'larla tetiklenen biyokimyasal reaksiyonlar ı
bir yada birkaç basamağında kırmaktır. Üçüncü mücadele yolu, oluşan mediyatörlerle
aktive olan inflamatuvar hücrelerin lezyon yerine hücumunu ve orada aşır ı birikimini
önlemektir. Oksidan moleküllerle mücadelede üzerinde durulacak esas girişim ise
belirli düzeyi aşmış oksidanlara direkt olarak etki edip onları inaktif hale getiren
antioksidanlardır.
Antioksidan savunma elemanları hücre içi ve hücre dışıortamda farklıdırlar.
İnsanda bellibaşlı hücre içi antioksidanlar süperoksit dismutaz ( SOD ), katalaz (
CAT ) ve glutatyon peroksidaz ( GPx ) enzimleridir. SOD'un yapısında bakır, çinko
ve manganez; GPx'de ise Selenyum iyonu bulunduğundan bu enzimler metaloenzim
olarak da adlandırıl ırlar. Hücre içi ortamın aksine hücre dışı ortamda antioksidan
savunmadan E ve C vitamini, transferrin, haptoglobin, seruloplasmin, albumin,
bilirubin, P - karoten ve α-l antitripsin sorumludur (25).
İn vivo - hücre içi ortamda antioksidan savunma :
SOD, süperoksidin hidrojen peroksid'e dismutasyonunu katalize eden bir
metaloenzimdir. İnsan hücrelerinde özellikle sitozolde bulunan bakır ve çinko iyonu
içeren SOD ile manganez iyonu içeren mitokondrial SOD olmak üzere SOD'un iki
izoenzimi bulunur.
Süperoksit radikallerinin dismutasyonu ile yada direkt olarak oluşan hidrojen
peroksit ise GPx ve CAT enzimleri tarafından suya dönüştürülerek detoksifıye edilir.
Normal koşullarda hücrede oluşan hidrojen peroksidin detoksifıkasyonunda
esas olarak bir selenoenzim olan GPx fonksiyona sahiptir. CAT'ın hidrojen peroksit
oluşumunun arttığı durumlarda önemli etkinliğinin olduğu kabul edilmektedir.
SOD, GPx ve CAT enzimlerinden ayrı olarak E ve C vitamini de hücre içi
antioksidan özelliğe sahiptir. Her ikisi de hücre membranlarındaki lipid
peroksidasyon zincir reaksiyonlarını kıran antioksidanlardır.
İn vivo - hücre dışı ortamda antioksidan savunma:
Hücre içi ortamın aksine hücre dışı sıv ılarda enzimatik antioksidan sistemin
aktivitesi sınırlıdır. Bu nedenle hücre dışı ortamda antioksidan savunmadan minör
olarak enzimler, major olarak E ve C vitamini, transferrin, haptoglobin,
seruloplasmin, albumin, bilirubin, β karoten, ürik asit, glukoz, sistein, trakeobronşial
mukus ve ά-1 antitripsin sorumludur (25).
Düşük dansiteli lipoproteinlerin (LDL-kolesterol) peroksidasyonu
aterosklerozun progresyonuna neden olduğu için peroksidasyonu engelleyen E
vitamini hücre dışı ortamda önemli bir role sahiptir. E ve C vitamininin düşük plasma
konsantrasyonları ile birlikte olan artmış myokardial infarktüs sıklığı bunu
kanıtlamaktadır (32,33). Bununla birlikte C vitamini hidrojen peroksit varlığında
demir veya bakır iyonlarıyla birlikte reaksiyona girerek oksidan özellik de
gösterebilir. Normalde süperoksit radikali ve hidrojen peroksit hücre dışı ortamda
endotel hücreleri, lenfositler, trombositler, fıbroblastlar ve diğer hücreler tarafından
oluşturulurlar. Süperoksit radikali ve hidrojen peroksit özellikle serbest demir ve
bakır iyonu varlığında hidroksil grubu gibi daha tehlikeli radikallere dönüşebilir. O
halde organizmanın hücre dışı ortamda antioksidan savunma aracı demir ve bakır
iyonlarının bağlı duruma getirilmesi olmalıd ır. Buna transferrin örnek olarak
verilebilir. Demir transport proteini olan transferin sağlıklı insanlarda % 20 - 30
oranında demir ile yüklüdür. Böylece plasmadaki serbest iyonik demirin etkinliği
sıf ıra dek düşer. Transferrine bağlı demir lipid peroksidasyon işlemini yapamaz.
Demir depo hastalıklarında ise düşük moleküler ağırlıklı demir iyonu kompleksleri
lipid peroksidasyonu ve hidroksil radikali işlemlerini uyararak multiorgan hasarına
yol açarlar.
Hemoglobin ve miyoglobin gibi hem içeren proteinler de hidrojen peroksit
varlığında lipid peroksidasyonunu iki mekanizma ile uyarabilirler(34):
1- Proteinler ve hidrojen peroksit reaksiyonu ile OXO - hem radikali oluşur
(özellikle tirozin peroksi radikali). Bu ise lipid peroksidasyonunu uyar ır.
2- Aşırı hidrojen peroksit, miyoglobin ve hemoglobine etki ederek serbest
demir iyonların ın açığa çıkmasına neden olur. Serbest demir iyonları ise lipid
peroksidasyonunu uyarır.
Crush sendromu gibi kas hasarlarından sonra vücut sıv ılar ında myoglobin ve
hemoglobin artar. Hemoglobinin haptoglobine bağlanması veya hem molekülünün
hemopeksine bağlanması lipid peroksidasyonunu azaltır.
Plasmada bakır taşıyan seruloplasmin, demir metabolizmasında da rol
oynamaktadır.Ayrıca antioksidan özelliği de vardır. Seruloplasmin ferro-oksidaz
aktivitesine sahiptir. 2 değerlikli ferro demiri, 3 değerlikli ferri demire okside eder.
Seruloplasmini ferro-oksidaz aktivitesi demir iyonuna bağlı lipid peroksidasyonunu
inhibe eder.
Albumin vücutta birçok fonksiyonuna ek olarak bakır iyonunu bağlama
yeteneğine de sahiptir ve böylece bakır iyonuna bağlı lipid peroksidasyonunu ve
hidroksil radikali oluşumunu inhibe eder.
Albumin kandaki yağ asidlerini de taşır, ayrıca bilirubin de albumine bağlanır.
İnvivo ortamda bilirubin, lipid peroksidasyonunda antioksidan olarak
rol oynar. Muhtemelen invivo ortamda bilirubin, albumine bağlı yağ asitlerinin
peroksidasyonunu önleyebilmektedir.
Stocker ve arkadaşları 1990 yılında yaptıkları bir çalışmada oksidatif strese
maruz kalan hücrelerden açığa çıkan hem - oksigenaz enziminin oksidan
özellikteki hem molekülünü ortamdan uzaklaştırmakla kalmayıp, bilirubin gibi
antioksidanları da arttırdığını savunmuşlardır (35).
Yukarıda da belirtildiği gibi hücre dışı ortamda bellibaşlı antioksidan etkinlik
metal iyonlarının serbest radikal reaksiyonlarına girmelerini önlemekle sağlanır.Bu
ise antioksidan enzimlerle değil E ve C vitamini, transferrin, seruloplasmin, albumin
vb. İle gerçekleştirilmektedir. Fakat bütün hücre dışı sıv ılarda antioksidanların
konsantrasyonları aynı değildir. İnsan serebrospinal
sıvıs ında
transferrin,
albumin
ve
seruloplasmin
plasmaya
göre
düşük
konsantrasyonlarda iken C vitamini plasmaya göre 10 kat daha fazla konsantrasyonda
bulunur. Akciğer alveollerinde de C vitamini düzeyi plasmaya göre daha fazladır.
Seminal sıvın ın ise antioksidan kapasitesi düşüktür.
Belirli bir düzeye kadar olabilen oksidan molekül artışı yine vücutta daima
belirli bir düzeyde bulunan doğal antioksidan moleküller tarafından etkisiz hale
getirilmektedir. Böylece sağlıklı bir organizmada oksidan düzeyi ve antioksidanların
bunları etkisizleştirme gücü bir denge içindedir. Oksidanlar
belirli düzeyin üzerinde oluşur veya antioksidanlar yetersiz olursa yani denge
bozulursa söz konusu oksidan moleküller organizmanın yapı elemanları olan protein,
lipid, karbohidrat, nükleik asitler ve yararlı enzimleri bozarak zararlı etkilere yol
açarlar (36)
Artmış Reaktif Oksijen Partiküllerinin Zararları:
-Hücre organelleri ve membranmdaki lipid ve protein yapıs ın ı bozarlar,
-Hücre içi yararlı enzimleri etkisizleştirirler,
-DNA'yı tahrip ederler,
-Mitokondrilerdeki aerobik solunumu bozarlar,
-Elastaz, proteaz, fosfolipaz, lipooksigenaz, siklooksigenaz,
ksantinoksidaz, indolamin dioksigenaz, triptofan dioksigenaz, galaktoz oksidaz gibi
litik enzimleri aktive ederler,
-Hücrenin potasyum kaybın ı arttır ırlar,
-Trombosit agregasyonunu arttır ırlar,
-Dokulara fagosit toplanmasın ı kolaylaştır ırlar,
-Hücre dışındaki kollagen doku komponentlerini, savunma enzimlerini ve
transmitterleri yıkarlar.
BULGULAR
Kanserli hastaların yaş ortalaması 61 ± 10 ve yaş aralığı 42 ile 78
arasında olup, kontrol grubunun yaş ortalaması 52 ± 8 ve yaş aralığı 34 ile 66
arasındaydı. Kanserli hastaların 37 tanesi non-small cell 16 tanesi ise small
cell histolojisine sahipti. Kanserli ve kontrol grubu hastaların serum MDA ve
TAOK değerleri Tablo 14 ve 15’de gösterilmiştir.
Tablo 14. Kanserli hastaların serum MDA (Malondialdehit(mmol/ml))
ve
serum TAOK (Total Antioksidan Kapasite(mmol/l)) değerleri.
Kanse
r
Vaka
Sayısı
Minimum
Değer
Maksimu
m Değer
Ortalama
Değer
Standart
Sapma
MDA
53
1,67
3,56
2,43
0,55
TAOK
53
0,88
1,29
1,11
0,11
Tablo 15. Kontrol grubu hastalarının serum MDA (Malondialdehit(mmol/ml))
ve serum TAOK (Total Antioksidan Kapasite(mmol/l))değerleri.
Kontro
l
Vaka
Sayısı
Minimum
Değer
Maksimu
m Değer
Ortalama
Değer
Standart
Sapma
MDA
37
0,62
2,22
1,06
0,28
TAOK
37
0,96
1,32
1,18
0,08
Kanserli hastalarda yaş ile serum MDA değerleri arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir korelasyona rastlanmış olmasına karşın (r = 38,2; p =
0,005); yaş ile TAOK değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
korelasyon saptanmamıştır (r = 0,3; p = 0,981). Kontrol grubu hastalarında
yaş ile serum MDA değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
korelasyona rastlanmamış olmasının yanı sıra (r = 23,4; p = 0,164); yaş ile
TAOK değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif bir korelasyon
saptanmıştır
(r = -35,8; p = 0,030).
Tablo 16. Kanserli ve kontrol grubu hastalarının serum MDA (Malondialdehit)
değerleri (mmol/ml).
MDA
Vaka
Sayısı
Minimum
Değer
Maksimu
m Değer
Ortalama
Değer
Standart
Sapma
53
1,67
3,56
2,43
0,55
37
0,62
2,22
1,06
0,28
Kanse
r
Kontro
l
Tablo 17. Kanserli ve kontrol grubu hastalarının serum TAOK (Total
Antioksidan Kapasite) değerleri (mmol/l).
TAOK
Vaka
Sayısı
Minimum
Değer
Maksimu
m Değer
Ortalama
Değer
Standart
Sapma
53
0,88
1,29
1,11
0,11
37
0,96
1,32
1,18
0,08
Kanse
r
Kontro
l
Kanserli hastalarla kontrol grubu hastalarının serum MDA ve serum
TAOK değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldığında anlamlı bir fark tespit
edilmiştir (sırasıyla; t = 13,88; p = 0,0002 ve t = -2,93; p= 0,004).
Şekil 1. Kanserli ve kontrol grubu hastaların Malondialdehit (MDA) (mmol/ml)
ve Total Antioksidan Kapasite (TOAK)(mmol/l) değerlerinin karşılaştırmalı
sütun grafiği.
Kanserli ve Kontrol Vakalarında MDA ve TAOK De ğerleri
1,11
Kan se r
2,43
1,18
Ko n tro l
1,06
0
0,5
1
MDA
1,5
TAOK
2
2,5
MATERYAL ve METOD
Eylül 2005 ile Şubat 2006 tarihleri arasında Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi
Tıbbi Onkololoji polikliniğine Akciğer kanseri tanısı konarak sevk edilen 60 erkek
hasta çalışmaya alındı. Ek hastalığı olan 4 hasta (Kronik karaciğer hastalığı, Kronik
Böbrek Yetmezliği, İnflamatuar barsak hastalığı) sonuçlara etki edeceği düşünülerek
çalışmadan çıkarıldı. 3 hasta çalışma sürerken kaybedilmesi üzerine çalışmadan
çıkarıldı. Kalan 53 erkek hasta çalışma grubu olarak belirlendi. Fizik muayene ve
rutin tetkikleri yapılarak normal olarak saptanan ve herhangi bir ilaç kullanım
öyküsü olmayan 36 sağlıklı erkek kontrol grubu olarak çalışmaya alındı.
Hasta ve kontrollerin kanları 12 saat açlığı takiben sabah 08.00-09.00 saatleri
arasında 10 cc heparinli tüpe alınarak serumları ayrıldı. Serumlar -80 derecede
nitrojen tanklarında saklanarak tek grup halinde çalışıldı.
MDA ölçümü MDA’nın asidik ortamda tiyobarbitürik asitle oluşturduğu rengin
532 nm’de optik dansitesinin ölçülmesi prensibine dayanan Ohkawa ve
arkadaşların ın metoduna göre yapıldı
0.5 ml plazma üzerine % 8.1 sodyum dodesil sülfat 0.2 ml, pH’sı 3.5 olan %
20 asetik asit 1.5 ml ve % 0.8 thiobarbitürik asit solüsyonu 1.5 ml eklenerek 95 C’de
60 dakika ıs ıt ıldı. Soğutulduktan sonra 4000 devirde 10 dakika santrifüj edildi. Üst
tabakanın absorbansı 532 nm’de ölçüldü. Standart olarak 1,1,3,3- tetraetoksipropan
kullanılarak çizilen kalibrasyon grafiğinden numunedeki MDA miktar ı hesaplandı ve
nmol/ml olarak ifade edildi.
TAOK
ölçümü Randox marka Total Antioxidant Status kiti ile çalışıldı.
Çalışma için 3 tüp hazırlandı.
1. tüp Blank reaktifi içine 1000 μl metmyoglobin, 20 μl DD H2O, ve 200 μl
Hidrojen peroksit ilave edilir.
2. tüp standart içine; 1000 μl metmyoglobin, 20 μl 6-hidroksi-2,5,7,8 tetra
metilkroman-2-karboksilik asit ve 200 μl Hidrojen peroksit ilave edilir.
3. tüp numune içine 1000 μl metmyoglobin, 20 μl hasta serumu ve 200 μl
Hidrojen peroksit ilave edilir.
Hazırlanan tüpler 3 dakika oda ıs ında bekletildikten sonra spektrofotometrede 37°
C de 600 nm dalga boyunda önce blank, sonra standart okutularak cihazın
kalibrasyonu yapıldıktan sonra numuneler sırayla okutuldu. Çıkan sonuçlar mmol/l
olarak ifade edildi.
İstatistiksel değerlendirme
Verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde , elde edilen verilerin dağılım özelliklerine
göre; ortalamalar arasındaki farkın belirlenmesinde parametrik (Student t) testi,
değerler arasındaki ilişkinin araştırılmasında ise Pearson korelasyon testi uygulandı.
İşlemler, Pentium4 Centrino 1.73 işlemcili bilgisayarda SSPS 13.0 programı
kullanılarak yapıldı.
SONUÇ
Kanser başlama (initiation) ve ilerlemesi (progression) sırasında serbest oksijen
radikalleri ile ilgili mutasyonlar insanlarda gösterilmiştir. Serbest oksijen radikalleri
ile
başlayan
tümörlerin
gelişmesi
(promotion)
insanlarda
direkt
olarak
gösterilememiştir.
Tümör hücrelerinin proliferasyonunda serbest oksijen radikallerinin etkili
olduğu bazı deneysel çalışmalarla da kanıtlanmıştır. Bugünkü bilgilerimize göre
serbest
oksijen
radikalleri,
kanser
oluşumunu
uyaran
karsinogenlerin
en
önemlilerinden sayılabilir. Yine karsinogenezin herhangi bir safhasında oksidatif
stresin etkisi, etki eden serbest oksijen radikallerinin bileşimine ve miktarına bağlıdır.
Yaşlılarda artan kanser insidansı oksidatif radikal kaynaklar ı azaltılarak
ve antioksidan koruyucu sistemleri arttır ılarak önlenebilir. Serbest oksijen radikalleri
ile ilgili DNA hasarı onar ım mekanizmalarıyla kısmen düzeltilmektedir. İnsanlarda
bu konu ile ilgili bilgiler yeterli değildir. Tümör süpressor genlerle veya
antionkogenlerle yapılan kanser araştırmalarında ümit
verici
sonuçlar
alınmaktadır.Aynı
zamanda
antioksidan
enzimlerin
genleri
antionkogenlerden biri olabilir ve karsinogenez sıras ında bu genlerden birinin
inaktivasyonu tümör gelişmesine neden olabilir. Bu konuda yoğun çalışmalar da
yapılmaktadır.
Günümüzde oksidatif strese neden olacak endojen (özellikle kronik
inflamasyon) ve eksojen kaynakları azaltmak ve çevre karsinojenlerinden uzak
kalmak serbest oksijen radikalleri ile ilgili olan kanserden korunmada önemlidir.
Ayrıca artmış oksidan strese neden olan sigara içicisi ve mesleki maruziyeti
olan risk grubundaki kişilere antioksidan sistemi güçlendirecek diyet ve ilaçların
düzenlenmesi uzun dönemde hastalıklardan koruyucu bir önlem olabilir. Serum
antioksidanları ve diyet üzerinde yapılan epidemiyolojik çalışmalarda E vitamini ve P
- karoten'in akciğer ve kolon kanserlerinde mortaliteyi azalttığına dair sonuçlar
bildirilmiştir (101).
Çalışmamız; akciğer kanserli hastalar kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında lipid peroksidasyonunda belirgin bir yükselme olduğunu,
antioksidan durumun göstergesi olarak ölçülen TAOK düzeyi akciğer kanserli
hastalarda kontrol grubuna göre önemli derecede azalma olduğunu
göstermektedir. Oksidan-antioksidan dengedeki bu bozulma kanser
oluşumunun nedeni olabileceği gibi neoplastik sürecin bir sonucuda olabilir.
Bunun ayrımının yapılması güçtür.
Malignite gelişiminde bozulan oksidan-antioksidan dengenin rolünü ortaya
koymak için geniş kapsamlı ileri çalışmalara gerek vardır.
TARTIŞMA
Serbest radikallerin biyolojik materyallerdeki varlıkları yaklaşık olarak
50 yıl önce keşfedilmiştir.(91)
Bu keşfi takiben 1956 yılında Denham Herman oksijen radikallerinin
invivo enzimatik reaksiyonların ürünleri olarak meydana gelebileceği
varsayımında bulunmuştur.(92)
Denham Herman 1956 tarihli bu makalede serbest radikalleri Pandora’
nın kutusuna benzeterek, bunların büyük çaplı hücresel hasar, mutagenez,
kanser oluşumu ve biyolojik yaşlanmanın dejeneratif sürecinden sorumlu
olabileceğini ileri sürmüştür.(92)
McCord ve Fridovich’in süperoksit dismutazı (SOD)’u keşfinden sonra
(93), organizmadaki serbest radikalleri inceleyen bilim dalı yeni bir çağa
girmiş ve araştırmacıların çoğu serbest radikallerin biyolojideki önemi
konusunda ikna olmuştur.
Günümüzde çok sayıda araştırmacı serbest radikallerin DNA,
proteinler, lipidler ve hücredeki diğer bileşenlerin üzerinde oluşturduğu
oksidatif hasarı araştırmaktadır.
Hücre ve dokuların yapısal bütünlüğünün korunmasında ve normal
fonksiyonlarını
yerine
getirmelerinde
oksidan
ve
antioksidan
sistem
arasındaki mevcut dengenin korunması büyük önem taşımaktadır. Bu
dengenin bozulması organizmada oksidatif strese; oluşan serbest radikaller
ve ROM’leri ise vücudumuzun temel yapısal molekülleri olan lipidlerin,
proteinlerin ve DNA’nın oksidatif hasarlanmasına neden olur (83,84,85,94).
Organ ve dokuları tutan birtakım hastalıkların aşırı yükselttiği oksidatif strese
karşı koruyucu antioksidan sistem yetersiz kalmakta bu da hastalığın daha da
ilerlemesine hatta pek çok komplikasyonun hızlı bir şekilde ortaya çıkmasına
neden olmaktadır (95). Sürekli oksijene maruz kalan solunum yolları ve
akciğerlerde bu ihtimal çok daha fazla ortaya çıkmaktadır. Serbest radikaller
direkt olarak DNA hasarı yaparak çeşitli mutasyonlara neden olduğu (p53
tümör
süpresör
geninde
olduğu
gibi)
ve
bununda
akciğer
kanseri
etiyopatogenezinde rol aldığı çeşitli çalışmalarla ortaya konulmuştur (96,97).
Günümüzde
serbest
radikaller
üzerinde
yoğunlaşan
çalışmalar
bu
moleküllerin sadece DNA değil diğer biyomolekülleri de oksidatif hasara
uğrattığını göstermiştir (83,84,85,94). Dolayısıyla malign bir hastalıkta oluşan
doku ve hücre hasar nedeninin bu moleküller olabileceği açıktır.
Serbest radikal düzeyinin hücrenin antioksidan kapasitesini aştığı durumlarda
membran lipidlerinde peroksidasyon meydana gelmektedir (46,48,51,57,58).
Lipid peroksidasyonu, lipid hidroperoksitlerin aldehit ve diğer karbonil
bileşiklere dönüşmesi ile sona ermektedir. Bu bileşiklerden biri olan malondialdehit
(MDA) miktarı tiyorbarbütik asit testiyle ölçülmekte ve bu yöntem lipit peroksit
düzeylerinin saptanmasında sıklıkla kullanılmaktadır. (37,38,39,40) Aldehit yapılı
bileşiklerin uzun yaşam süreli ve zarları geçebilme özelliğinde olması lipit
peroksidasyonunun hedef organlarındaki etkilerinden bu bileşiklerin sorumlu
olduğunu düşündürmektedir.
Alataş ve arkadaşları bronş kanserli ve malign plevral mezotelyomalı
hastalarda plazma lipid peroksit düzeylerini kontrol olgularına göre anlamlı olarak
yüksek bulmuşlardır (61).
Diğer çalışmalar da akciğer kanserli hastaların MDA düzeylerini kontrol
gruplarına göre anlamlı olarak yüksek saptamışlardır (62-63).
Petruzzelli ve arkadaşları 37 akciğer kanserli, 13 kontrol grubunu içeren
çalışmalarında, son bir aya kadar sigara içen hastalarda akciğer dokusunda MDA
düzeylerini kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulmuşlardır (49)
Özkurt ve arkadaşları 35 akciğer kanserli ve 26 sağlıklı kontrol grubundan
oluşan çalışmalar ında akciğer kanserli hastalarda MDA düzeylerini kontrol grubuna
göre anlamlı olarak yüksek bulmuşlardır. Ancak iki grup arasında total sülfidril
düzeyleri açıs ından anlamlı bir fark saptanmamıştır.(98)
Ülkemizde Kaynak tarafından 21 akciğer kanserli 11 kontrol grubundan oluşan
bir çalışmada akciğer kanserli hastaların hem serum hem de doku MDA düzeyleri
kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. Ancak her iki grup arasında
doku ve serum SOD ve glutatyon reduktaz enzim düzeyleri arsında anlamlı bir fark
saptanmamıştır.(99)
Yukarıdaki çalışmalarla uyumlu olarak bizde çalışmamızda akciğer kanserli
hastalarda MDA düzeylerini (2,43±0,55) kontrol grubuna (1,06±0,28) oranla anlamlı
olarak yüksek olarak saptadık. (p=0,0002)
Hücreyi serbest radikallerin toksik etkilerinden koruyan antioksidan enzim
sistemi superoksit dismutaz (SOD) ve katalaz (CAT) başta olmak üzere glutatyon
peroksidaz (GSH-PX), glutatyon redüktaz (GR) ve sülfhidril grubu
içeren bileşiklerdir (52,60).
Son 15 yılda yapılan çalışmalarda tümör hücrelerinde antioksidan enzim
aktivitesine, özellikle SOD aktivitesine özel bir dikkat gösterildiği tespit edilmiştir.
Birçok olguda normal ve malign hücreler arasında SOD aktivitesinde belirgin bir
farklıl ık tespit edilmiştir (104,105).
Peskin ve arkadaşları akciğer karsinomuna yönelik yaptıkları bir çalışmada
sitozolik SOD aktivitesinin normal homolog dokuya oranla 0,1-1,2 oranında
azaldığını tespit etmişlerdir. (106,107)
Oberley ve arkadaşları hepatomalı dokuda Cu Zn SOD düzeyinin normal
karaciğer dokusuna oranla azaldığını göstermişlerdir. (107)
Lankin ve ark Ehrlich's karsinomada SOD aktivitesinin oldukça anlamlı olarak
düştüğünü göstermişlerdir. (108)
Yine bu kanser olgularında mitokondriyal
SOD'daki kayıptan dolayı total SOD’ un sitozolik SOD'a eşitlendiği gözlenmiştir.
Jaruga ve ark. insan akciğer kanseri dokusunda SOD ve katalaz aktivitesinde
düşüş ve DNA lezyon düzeyinde artış tespit ederek olası kanser sebebinin serbest
radikaller olduğunu yayınlamışlardır. (109)
Bronkoalveolar lavajla (BAL) yap›lan bir çalışmada 11 akciğer kanserli
hastanın BAL sonuçlar ı 21 normal hasta ile karşılaştırılmış ve kanserli hastalarda
SOD ve katalaz aktivitesinde anlamlı düşüş tespit edilmiştir (110).
Bu çalışmalara paralel bir başka çalışma da Zhang ve ark. tarafından yapılmış
ve akciğer kanseri hastalarında eritrosit Cu, Zn SOD aktivitesinde anlamlı bir düşüş
tespit olduğunu göstermektedir. (111)
Güner ve arkadaşları 15 akciğer kanserli hastanın kanserli ve sağlam akciğer
dokusunda antioksidan durumu belirlemek için SOD ve CAT düzeylerine bakmışlar,
kanserli dokuda her iki parametreyi düşük olarak tespit etmişlerdir (64). İşlekel ve
ark. da benzer sonucu elde etmişlerdir (65).
Gupta ve arkadaşları sigara dumanın ın ratlarda antioksidan enzimler ve lipid
peroksidasyonu üzerine etkisini araştırmışlar, lipid peroksidasyonunda anlamlı artış
gözlerlerken, antioksidan enzimlerde anlamlı değişiklik saptamamışlardır (66).
Şahin ve arkadaşlarıda akciğer kanserli hastalarda antioksidan SOD için
anlamlı değişiklik tespit etmemişlerdir (63).
Biz çalışmamızda antioksidan aktiviteyi belirlemek amacıyla tek tek enzim
düzeylerini ölçmek yerine, tüm enzimlerin toplam antioksidan aktivitesini gösteren
TAOK düzeyini serumda ölçtük. Akciğer kanserli hastalarda TAOK düzeyini (1,11
±0,11) kontrol grubuna (1,18±0,08) oranla anlamlı olarak düşük olarak saptadık.
(p=0,004)
Kendi çalışmamızda akciğer kanserli hastalarda serum MDA seviyesini
kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti. Lipid peroksidasyonu sonucu ortaya
çıkan aldehit yapılı bir bileşik olan MDA'daki bu artış kanserli hastalarda oksidatif
yükün arttığı şeklinde değerlendirilebilir. Yine çalışmamızda TAOK seviyesi akciğer
kanserli hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük olarak saptandı. Bu
sonuçta akciğer kanserli hastalarda antioksidan etkinliğin kontrol grubuna göre
azaldığını göstermektedir.
Bu bulgular ışığında akciğer kanserli hastalarda artan oksidan strese karşın
antioksidan aktivitede azalma saptanmıştır. Oksidan - antioksidan dengedeki bu
bozulma kanser gelişiminin olası nedeni olarak değerlendirilebilir.
KAYNAKLAR
1-)Fishman AP. Cigarette smoking and health policy. Fishman AP, Elias JA,
Fishman JA, Grippi MA, Senior RM. Fishman’s pulmonary diseases and
disorders, 3. Baskı, New York: McGraw Hill, 1998:1707-1718.
2-)Carr DT, Holoye PV, Hong WK. Bronchogenic carcinoma. Murray JF,
Nadel JA. Textbook of respiratory medicene, 2. Baskı, Philadelphia: W.B.
Saunders Company, 1994:1528-1544.
3-)Schottenfeld D. Etiology and epidemiology of lung cancer. Pass HI,
Mitchell JB, Johnson DH, Turrissi AT, Minna JD. Lung cancer, 2. Baskı.
Philadelphia:
4-)Lippincott Williams and Wilkins, 2000:367-388.
5-)T. Çavdar, N. Ekim. Akciğer kanseri. Multidisipliner Yaklaşım. Toraks
Kitapları, Sayı 1, 17-53 Eylül 1999.
6-)Temel ve Klinik T ıp Bilimleri 15. 361-413, 1995.
7-)E. Topuz, Akciğer Kanseri. Biyoloji, Tanı, Evreleme ve Tedavi. İstanbul
Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Yayınları I. 1-76.
8-) Kanser Bildirimlerinin Değerlendirilmesi. 1993-1994. T.C. Sağlık
Bakanlığı Kanser Savaş Daire Başkanlığı. Yayın No:582 Ankara 1997
9-) N. Numanoğlu. Solunum Sistemi ve Hastalıkları: 593 -616,1997
10-) Y. İzzettin Barış. Solunum Hastalıkları: 260-280, 1998.
11-) Mountain CF. Revisions in the İnternational System for Staging Lung
Cancer. Chest 111:1710, 1997.
12-) Mountain CF, Dreslere CM. Regional Lympf Node Classification for Lung
Cancer Staging. Chest 111: 1718, 1997
13-) Roth, Ruckdeschel, Weisenburger, Thoracic Oncology, Second Edition:
26-35, 1995.
14-) Fishman. AP. Fishman’s Pulmonary Diseases and Disorders, Third
Edition, Volume two, Chapter 117:1852, 1998.
15-) Secaucus NJ. Pathologic evaluation of lung cancer. Fossella F. Lung
Cancer, NewYork: Sprinter-Verlag, 2002:57-59
16-) Osma E, Savaş R. Radyolojinin tanı ve izlemdeki yeri. Akkoçlu A, Öztürk
C, Akciğer Kanseri, Sayı 1: Toraks kitapları,1999: 29-33
17-) Marglosis MC. Non-small cell lung cancer-clinical aspects, diagnosis,
staging and natural history. Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA,
Senior RM. Fishman’s pulmonary diseases and disorders, 3. Baskı, New
York:McGraw Hill, 1998:1759-1782.
18-) Buccheri G, Barbaris P, Delfino MS. Diagnostic, Morfologhic and
Histopathologic Corralates in Bronchogenic Carcinoma: A Reviev Of 1045
Bronchoscopic Examination. Chest 99:809-814, 1991.
19-) W. Popp, H. Rauscher, L. Ritschka, Diagnostic Sensitivity Of Dİfferent
Techniques İn The Diagnosis Of Lung Tumors With The Flexible Fiberoptic
Bronchoscope. Cancer”67: 72-75,1991.
20-) U. Yılmaz, G. Utkaner, E. Yalnız, Endobronşial Akciğer Tümörlerinin
Tanısında Endobronşial İğne Aspirasyonu ve Forseps Biyopsinin Etkinliği.
Solunum 1;17-21, 1999
21-) Solomon DA, Solliday NH, Gracey DR: Ctology İn Fiberoptic
Bronchoscopy. Chest, 65: 616-619 1974
22-) VHF. Mak, IDA johnston, MR Hetzel, C Grubb. Value Of Washings and
Brushings at Fiberoptic Bronchoscopy in Diagnosis Of Lung CAncer. Thoraks
23-) CWM Bedrossian, and DL Rybka. Bronchial Brushing During Fiberoptic
Bronchoscopy for The Cytodiagnosis of Lung Cancer. Acta Cytolgica Vol. 20,
No5,446-453,1976
24-) Penfield Faber MD. 1988 Lung Cancer. Textbook of Clinical Oncology
194-209
25-) Halliwell B. Drug antioxidant effects. Drugs 1991; 42(4): 569 - 605.
26-) Kour H, Perkins MJ. The free radical chemistry of food additives, In Ed:
Arvoma O.I, Halliwell B. Free radicals and food additives, 1991; New York.
27-) McCord J. Human disease, free radicals and the oxidant /antioxidant balance.
Clin Biochem 1993; 26: 351 - 357.
28-) Carroll E. Cross. Oxygen radicals and human disease. Ann Intern Med 1987;
107: 526 - 545.
29-) Saran M, Michel C, Bors W. Reaction of NO with superoxide. Free Radic Res
1990; 10: 221 - 226.
30-) Lowenstein C, Dinerman J, Snyder S. Nitric Oxide: A physiologic messenger.
Ann Intern Med 1994; 120:227- 237.
31-) Grozdanovic Z, Briining G, Baumgarten H. Nitric Oxide:A novel autonomic
neurotransmitter. Acta Anat 1994; 150: 16-24.
32-) Witztum J. The oxidation hypothesis of atherosclerosis. Lancet 1994; 344 (Sep.
17 ) : 793 - 795.
33-) Regnström J, Nilsson J, Tornvall P et al. Susceptibility to<low - density
lipoprotein oxidation and coronary atherosclerosis in man. Lancet 1992; 339 (May
16): 1183-1186.
34-) Davies MJ. Detection of myoglobin - derived radicals on reaction of
metmyoglobin with hydrogen peroxide and other peroxidic compounds. Free Radic
Res 1990; 10: 36-370.
35-) Stocker R. Induction of haem oxygenase as a defence against oxidative stress.
Free Radic Res 1990; 9: 101-112.
36-) Halliwell B. Reactive oxygen species in living system: source, biochemistry and
role in human disease. Am J Med 1991; 91: 14S-21S.
37-) Dormandy T L. An approach to free radicals. Lancet.1983; 322:1010-1013.
38-) Gutteridge J M C. Lipid peroxidation and antioxidants as biomarkers of tissue
damage. Clin Chemistry 1995;41:1819-1828.
39-) Halliwell B, Chirico S. Lipid peroxidation: Its mechanism, measurement and
significance. Am J Clin Nutr 1993;57(suppl): 715-725.
40-) Hruszkewycz A M. Lipid peroxidation and mt DNAdegeneration. A hypothesis.
Mutation Research 1992;275:243-248.
41-) Reiter R J. Oxidative processes and antioxidative defense mechanisms in the
aging brain. Faseb 1995;9:526-533.
42-) Asayama K, Nakane T, Uchida H, et al. Serum antioxidant status in
streptazosin-induced diabetic rat. Horm Metab Res 1994;26:617-620.
43-) Corrocher R, Casaril M, Bellisola G, et al. Severe impairment of antioxidant
system in human hepatoma. Cancer 1986;58: 1658-1662.
44-) Mantha S V, Prasad M Kaka J, Prasad K. Antioxidant enzymes in
hypercholesterolemia and effects of vitamin E in rabbits. Atherosclerosis
1993;101:135-144.
45-) McCoy R N, Hill K E, Ayon M A, Stein J H, Burk R F. Oxidant stress following
renal ischemia: Changes in the glutathione redox ratio. Kidney Int 1988;33:8127.
46-) Ames BN. Dietary carcinogenesis. Oxygen radicals and degenerative diseases.
Science 1983; 221: 1256-1264.
47-) Ünlü M, Akkaya A. Reaktif oksijen metabolitleri ve akciğer hastalıkları.
Solunum Hastalıklar ı 1999;10:207-211.
48-) Dimitrescu C, Belgun M, Olinescu R et al. Effect of Vitamin C administration
on the ratio between the pro- and antioxidative factors (abstract). Rom J endocrinol
1993; 31: 81-84.
49-) Petruzelli S, Hietanen E, Bartsch H. Pulmonary lipid in cigarette smokers and
lung cancer pateinets. Chest 1990; 98: 930-935.
50-) Zima T, Spicka I, Stipek S, et al. Antioxidant enzymes and lipid peroxidation in
patients with multiple myeloma. Neoplasma 1996; 43: 69-73.
51-) Cross CE, Haliwell B, Borish ET, Pryor WA, et al. Oxygen radicals and human
disease (Davis Conference). Ann Int Med 1987; 107: 526-545.
52-) Feeney L, Berman ER. Oxygen toxicity: Membran damage by free radicals.
Invest Ophthal 1976; 15: 789-792.
53-) Curitti PA. Oxy-radicals and cancer Lancet 1994; 344:862-864.
54-) Ohkawa H, Ohishi N, Yagi K. Assay for lipidperoxides in animal tissues by
thiobarbituric acid reaction . Anal Biochem 1979; 95:351-358.
55-) Joshi PG, Joshi K, Joshi NB. Effect of hematoporphyrin derivates and light on
sulfhydryl groups in brain tumour cells. Indian J Exp Biol 1995; 33: 721-724.
56-) Leanderson P. Cigarette smoke-induced DNA damage in cultured human lung
cells. Annals New York Academy of Sciences.
57-) Ames BN, Gold LS, Willett WC. The causes and prevantion of cancer. Proc Natl
Acad Sci USA 1995; 92: 5258-5265.
58-) Guyton KZ, Kensler TW. Oxidative mechanisms in carcinogenesis. BR Med
Bulletin 1993; 49:523-544.
59-) Church Df, Pryor Wa. Free-radical chemistry of cigarette smoke and its
toxicological implications. Environ Health Perspect 1985; 64: 111-126.
60-) Sun Y. Free radicals, antioxidant enzymes and carcinogenesis. Free Radic Biol
Med 1990; 8: 583 -599.
61-) Alataş Ö, Metintaş M, Çolak Ö, ve ark. Bronş kanseri ve malign plevral
mezotelyomada plazma lipid peroksit düzeyleri. Türkiye Solunum Araştırmaları
Derneği (TÜSAD), XXIII. Ulusal Kongresi, 11-14 Haziran 1995, İstanbul, TP-20.
62-) Özkan Y,Torun M, Şimşek B. Serum malondialdehyde (MDA) levels in lung
cancer. International Congress on Free Radicals in Health and Disease Med Org
(Abstracts). İstanbul 1995: P-182.
63-) Şahin Ü, Tahan V, Akkaya A ve ark. Primer akciğer kanserlerinde lipid
peroksidasyonu ve eritrosit antioksidan enzim aktivitesi. Tüberküloz ve Toraks 1999 ;
47: 31-35.
64-) Güner G, İşlekel H, Oto Ö, Hazan E ve ark. Evaluation of some antioxidant
enzymes in lung carcinoma tissue. Cancer Letters 1996; 103: 23239.
65-) İşlekel H, Güner G, Oto Ö, Aydın C, ve ark. İnsan karsinoma dokularında
süperoksid dismutaz ve katalaz düzeyleri. XIII. Ulusal Biokimya Kongresi,
Şafak Matbaası, Antalya. 1996: 361.
66-) Gupta MP, Khanduja KL, Sharma RR. Effect of cigarette smoke inhalation on
anti-oxidant enzymes and lipid peroxidation in the rat. Toxicology Letters
1998; 41: 107-114.
67-) Özdem SS, Şadan G, Serbest oksijen radikallerinin oluşumu ve klinik açıdan
önemi. Akdeniz Ü. Tıp Fak. Derg 1994; 11:63-71
68-) Akkuş İ, (1995) : Serbest Radikaller ve Fizyopatolojik Etkileri. Mimoza
Yayınları No 38, Sağlık dizisi 5, Konya.
69-) Altuntaş İ, Delibaş N, Doğuca DK, Özmen S, Gültekin F, (2003) : Role
of reactive oxygen species in organophosphate insecticide phosalone toxicity
in erythrocytes in vitro. Toxicology In Vitro, 17: 153-157.
70-) Gültekin F, Öztürk M, Akdoğan M, (2000) : The effect of
organophosphate insecticide chlorpyrifos-ethyl on lipid peroxidation and
antioxidant enzymes (in vitro). Arch. Toxicol., 74: 533-538.
71-) Gültekin F, Delibaş N, Yaşar S, Kılınç İ, (2001) : In vivo changes in
antioxidant systems and protective role of melatonin and a combination of
vitamin C and vitamin E on oxidative damage in erythrocytes induced by
chlorpyrifos-ethyl in rats. Arch. Toxicol., 75: 88-96.
72-) Kehrer JP, (1993) : Free radical as mediator of tissue injury and
disease. Crit. Rew. Toxicol., 23: 21-48.
73-) Krajcovicova-Kudlackova M, Paukova V, Bacekova M, Dusinska M,
(2004) : Lipid peroxidation in relation to vitamin C and vitamin E levels. Cent.
Eur. J. Public Health., 12:46-48.
74-) Lunec J, (1990) : Free radicals: their involvement in disease processes.
Ann. Clin. Biochem., 27: 173-182.
75-) Matés JM, (2000) : Effects of antioxidant enzymes in the molecular
control of reactive oxygen species toxicology. Toxicology, 153: 83-104.
76-) Niki E, (1987) : Antioxidant in relation to lipid peroxidation. Chem. Phy.
Lipids, 44: 227-253.
77-) Özdem SS, Şadan G, (1994) : Serbest oksijen radikallerinin oluşumu ve
klinik açıdan önemi. Akdeniz Ü. Tıp Fak. Derg., 11: 63-71.
78-) Placer CA, Cushman LL, Johnson BC, (1990) : Estimation of product
of lipid peroxidation (Malondy Dialdehyde) in biochemical systems. Anal.
Biochem., 16: 259-264.
79-) Porter NA, (1984) : Chemistry of lipid peroxidation. Methods Enzymol.,
105: 273-283
80-) Sinclair AJ, Barnett AH, Junec J, (1990) : Free radicals and
antioxidant systems in health and disease. British J. Hosp. Med., 43: 334344.
81-) Yagi K, (1994) : Lipid peroxidase and related radicals in clinical
medicine. (in) Free Radicals in Diagnostic Medicine. D Armstrong (Editor), pp.
17-27, Plenum Press, New York.
82-) Lando D, Pongratz I, Poellinger L, Whitelaw ML. A redox mechanism
controls differential DNA binding activities of hypoxia-inducible factor (HIF) 1
_ and the HIF-like factor. J Biol Chem. 2000;275:4618-27
83-) Paz-Elizur T, Krupsky M, Blumenstein S, Elinger D, Schechtman E,
Livneh Z. DNA repair activity for oxidative damage and risk of lung cancer. J
NatlCancerInst.2003;95(17):1312-9.
84-) Caporaso N. The molecular epidemiology of oxidative damage to DNA
and cancer. JNatl Cancer Inst. 2003;95(17):1263-5.
85-) Gackowski D, Speina E, Zielinska M, Kowalewski J, Rozalski R, Siomek
A, Paciorek T, Tudek B, Olinski R. Products of oxidative DNA damage and
repair as possible biomar
kers of susceptibility to lung cancer. Cancer Res. 2003;63(16):4899-902.
86-) Bonnefont-Rousselot D, Beaudeux JL, Therond P, Peynet J, Legrand A,
Delattre J. Diabetes mellitus, oxidative stress and advanced glycation endproducts.
Ann Pharm Fr. 2004;62(3):147-57.
87-) Bankson DD, Kestin M, Rifai N. Role of free radicals in cancer and
atherosclerosis. Clin Lab Med 1993; 13(2):462-81.
88-) Bao YP, Williamson G, Tew D, Plumb GW, Lambert N, Jones JG,
Menon DK, (1998) : Antioxidant effects of propofol in human hepatic
microsomes: concentration effects and clinical relevance. British J. Anaesth.,
81: 584-589.
89-) Henderson W. The role of leukotrienes in inflammation. Ann Intern Med
1994; 121: 684 - 697.
90-) Natanson C. Selected treatment strategies for septic shock based on proposed
mechanisms of pathogenesis. Ann Intern Med 1994; 120(9): 771 – 778
91-) Commoner B, Towsend J, Pake GE. Free radicals in biological materials.
Nature 1954; 174: 689-691.
92-) Harman D. Aging: a theory based on free radical and radiation chemistry. J
Gerontol 1956; 11: 298-300.
93-) McCord JM, Fridovich I. Superoxide dismutase; an enzymic function for
erythrocuprein (hemocuprein) J Biol Chem 1969; 244: 6049-6055.
94-) Molina R, Filella X, Auge JM, Fuentes R, Bover I et all. Tumor markers
(CEA, CA 125, CYFRA 21-1, SCC and NSE) in patients with non-small cell
lung cancer as an aid in histological diagnosis and prognosis. Comparison
with the main clinical and pathological prognostic factors. TumourBiol.
2003;24(4):209-18.
95-) Vliet AV, Cross CE. Oxidants, Nitrosants, and the Lung. Am J Med.
2000;109:398-421.
96-) Fujimoto H. Sasaki J. Matsumoto M. Suga M. Ando Y. Et al. Significant
Correlation of Nitric Oxide Synthase Activity and p53 Gene Mutation in Stage
I Lung adenocarcinoma spn. J.Cancer Res.1998;89:696-70223.
97-) Thacova R, Salagovic J, Ceripkova M, Tkac I, Stubna J, Kalina I.
Glutathione S-transferase M1 gene polymorphism is related to COPD in
patients with non-small-cell lung cancer. Wien Klin Wochenschr.2004;116(4):
131-4.
98-) S. Özkurt, S. Demir, M.H. Köseoğlu, Y. Enli, D. Aslan, C. Sevinç: Akciğer
kanserli hastalarda plazma malondialdehit düzeyi ve sülfidril içeriği. Solunum
2000; 2: 96-99.
99-) K. Kaynak. Aciğer kanserinde oksidatif nasarın rolü. Solunum 2002;4:
468-473
100-) Kökoğlu E. Serbest radikal reaksiyonlar›n›n kanserdeki rolü. Klinik Gelişim
1998;11: 358-64.
101-) Cerutti PA. Oxiradicals and cancer. Lancet 1994;344:86-87.
102-) Guemouri L, Arthur Y, Herbeth B. Biological variability of superoxide
dismutase, glutathione peroxidase, and catalase in blood. Clin Chem 1991;37:19321937.
103-) Halliwell B, Free radicals, antioxidants, and human disease: curiosity, cause, or
consequence? Lancet 1994;344:721-724.
104-) Bolann B J, Ulvik RJ. Improvement of a direct spectrophotometric
assay for routine determination of superoxide dismutase activity. Clin Chem
1991;37:1993-1999.
105-) Peskin AV, Koen Y M, Zbarsky I B. Superoxide dismutase activity in tumors.
FEBS Lett 1977;78:41-45.
106-) Peskin A V, Zbarsky I B, Konstantinov AA. An examination
of the superoxide dismutase activity in tumor tissue. Dokl Akad Nauk SSSR
1976;229:751-754.
107-) Oberley L W, Bize I B, Sahu S K. Superoxide dismutase activity of normal
murine liver, regenerating liver, and H6 hepatoma. J Natl Cancer Inst 1978;61:375379.
108-) Lankin U Z, Gurevich S M. Inhibition of peroxidation of lipids and
detoxification of lipoperoxides by protective enzymes (superoxide dismutase,
glutathione peroxidase, and glutathione reductase) in experimental malignant growth.
Dokl Akad Nauk SSSR 1976;226:705-708.
109-) Jaruga P, Zastawny T H, Skokowski J. Oxidative DNA base damage and
antioxidant enzyme activities in human lung cancer. FEBS Lett 1994;341:59-64.
110-) Tang ZP. Observation on the activity of superoxide dismutase and catalase of
alveolar macrophage in patient with lung cancer. Chung- Hua-Chieh-Ho-Ho-Hu HsiTaa-Chih 1991; 14:213-215.
111-) Zhang Y X, Zhang Y G. Clinical investigation of erythrocyte function in
patients with lung cancer. Chung- Hua-Chieh-Ho- Ho-Hu Hsi-Taa-Chih 1993;16:278280.
112-) Ohkawa H, Ohishi N, Yagi K. Assay for lipid peroxides in animal tissues by
thiobarbituric acid reaction. Anal Biochem 1979; 95: 351-358
113-) Ece T, Kıyık M, Özaydın N. Akciğer kanserlerinde tanı yaklaşımı Toraks
Kitapları 1999;1:54-58.
114 -) Spiro S.G. Carcinoma of the lung. European Respiratory Monograph.
Vol 1 Monogaph 1. 1995
115-) Murray J. M., Nadel J. A. Textbook of Respiratory Medicene. Second
Edition. Philadelphia W. B Saunders Company. 1994
116-) Jett J, Feins R, Kvale P, et al. Pretreatment evaluation of non-small
cell lung cancer. Am J Respir Crit Care Med. 1997
117-) Akciğer Hastalıkları ; İstanbul Tıp Fakültesi Temel ve Klinik Bilimler
Ders Kitapları 2002
118-) Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon dergisi 1997; 3-4: 92-95.
119-) Doç. Dr. Celal Karlıkaya Akciğer Kanseri Ders Notları
Download