açılış konuşmaları

advertisement
T.C.
HARRAN ÜNĠVERSĠTESĠ
ĠLAHĠYAT FAKÜLTESĠ
I. ULUSLARARASI KATILIMLI
BĠLĠM DĠN VE FELSEFE TARĠHĠNDE
HARRAN OKULU
SEMPOZYUMU
28-30 Nisan 2006
I. CĠLT
Editör
Prof. Dr. Ali BAKKAL
ġANLIURFA 2006
308
I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu
CABĠR ĠBN HAYYAN‟IN BAZI FELSEFĠ GÖRÜġLERĠ
Süleyman Hayri BOLAY*
M
odern kimyanın kurucusu sayılan Câbir Ġbn Hayyan‘ın M. 720-813 (H. 101197) yılları arasında yaĢadığı ifade edilmektedir. O, Harun ReĢid zamanında
yaĢamıĢ ve Bermek ailesiyle yakın münasebetler kurmuĢtur. Kendi zamanında
yaĢamıĢ olan Beni Musa kardeĢler ve benzer ilim adamlarıyla da beraber çalıĢmalar
yağmıĢtır.
Ġbn Nedim, Fihrist‘inde ġia, onun kendilerinden olduğunu, felsefeciler de onun
kendilerinin önemli bir filozofu olduğunu belirttiklerini söyler.
Ġbn Nedim‘e göre O, ―Horasan‘ın Tus Ģehrinde doğmuĢtur. Kimyaya ―Câbir
Ġlmi‖ denmesinin sebebi, onun büyük bir kimyacı olarak Kimya ilmine çok önemli
katkılarda bulunmuĢ olmasıdır. Kendisinin Kozmoloji, Felsefe, Mantık ve müsbet
ilimlerle ilgili pek çok eseri vardır. ġiilik hakkında doktrinler ileri sürdüğü ifade
ediliyor. Yine Ġbn Nedim‘e göre O, simya hakkında kapsamlı bir katalog
hazırlamıĢtır. Çok sayıda eserleri olmakla beraber, biz, felsefeyle ilgili onu yakından
ilgilendiren konulardaki eserlerinin isimlerini vereceğiz:
Kitab‘ur-Ruh,
Kitab‘ul-Hikme
el-Masune,
Kitab‘ul-Havî,
Kitab‘ulKamer,Kitab‘uĢ-ġems, Kitab‘ut-Terkîb, kitab‘ul-Fıkh, Kitab‘ul-Ustukus, Kitab‘ulHayvan,Kitab‘ul-Esrar, Kitab‘ul-Keyfiye, Kitab‘ul-Mücerredat, Kitab‘ul-Unsur,
kitab‘ul-Burhan, Kitab‘ut-Tabia, Kitab‘u Maba‘det‘tabia, kitab‘ul-Lâhût, kitab‘ulHükume, kitab‘ul-Belağa, kitab‘ul-MeĢakile, Kitab‘ul-Hey‘e, Kitab‘un-nakd,
Kitab‘ut-tasrih, kitab‘ut-Tashîh,Kitab‘ul-ma‘na, Kitab‘ul-Ġzah, kitab2ul-himme,
kitab‘ul-Mizan, Kitab‘ul-A‘raz; Pisagor ,Sokrat,Eflatun,Aristo,Homeros ve
Demokrit ‗in görüĢlerini tenkit ve tashih eden on kitab, Kitab‘ul-Havass
Câbir, ―Kitab‘ut-Tasrif‖ adlı eserinde kozmoloji ile ilgili görüĢlerini açıklamıĢtır.
Ona göre evren, içiçe yerleĢtirilmiĢ yermerkezli çemberler gibidir. Bu sistemde
Câbir içiçe üç dairenin varlığını kabul etmiĢtir. En dıĢtaki daire hareket verir ve
zekaya sahiptir. Ġkinci daire hareket edemez, ancak bilebilir. En içteki daire ise ruh
(nefis) çemberidir. Bunlar birbirine temas etmez. Bu üç dairenin üçü de faaldir. En
içte bir de dördüncü çember vardır. Bu ne faal ne gayri faal, ne bilir ne de cahildir,
*
Prof. Dr. Gazi Ü. Fen-Edebiyat Fak. Felsefe Böl. Emekli Öğretim Üyesi.
I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu
309
Ģüpheci de değildir. Buna göre 1. daire hareket ettirici, 2. si zeka ve bilim aleminin
dairesi, 3. sü ruhlar (nefisler) dünyası, 4. sü ise madde dünyası veya basit unsurlar
alemidir. Burada kuruluk, yaĢlık, sıcaklık ve soğukluk vardır.
Câbir ―Kitab‘ut-Tasrif‖ de bu hususta Ģöyle bir Ģema ileri sürer:
Ruh
Cevher
Zaman Soğukluk Sıcaklık
Mekan
Kuruluk
YaĢlık
IĢık
Buradan bitkiler ve hayvanlar Ģekil kazanarak var olurlar. Bir diğer Ģema ise,
insanın Ģekillenmesi ile ilgilidir. Bir diğer Ģema ise insanın Ģekillenmesi ile ilgilidir.
Zeka ,Nefis
ZamanSıcaklık-Mekan
Soğukluk
Kuruluk
YaĢlık
Burada zaman, ebedî bir cevher olarak tesbit ediliyor. Zaman geçmiĢe, geleceğe
ve hale bağlıdır, hareketlidir, güneĢin devirleriyle ilgilidir. Zaman, yaratma, varolma,
oluĢ ve yokoluĢ aleminde bulunur. Bu görüĢlerde Batlamyus kainatı ile Aristo‘nun
görüĢlerinin tesiri olduğu söylenebilir.
Câbir, ilk maddenin hareketli olduğunu kabul eder; bu hareketli madde ateĢ olup
merkezdedir. Hava ateĢin sebebidir ve onun su ile karıĢmasına mani olur. AteĢ ve su
birbirine zıddır, buna karĢılık toprak su ile dosttur. Bunların hepsi yerkürede
bulunur. Bunların hareketinden önce mineraller, sonra bitkiler, sonra da hayvanlar
meydana gelir.
Câbir, bu unsurlar ve daireler arasında bir muvazene (mizan/denge) olduğunu
söyler. Onun nazarında görülen ve görülmeyen alemdeki her Ģey belli bir düzenin
neticesidir; onlar hareket ve sükûnda uyumlu haldedir; farklılaĢma yoluyla farklı,
ölçülebilir miktarlardan meydana gelmiĢlerdir.
Câbir Ġbn Hayyan çok büyük bir ilim adamı olduğu kadar, büyük bir mütefekkir
ve düĢünürdür de. Onun tefekküründe anahtar kelimelerden birisi ―mizan‖
(balance) dır. Bunu bilhassa ―Fi‘l-Mizan‖ (Mizan Hakkında) adlı kitabında ele alır.
Aslında o ―Ġlm-i Mizan‖ tabirini Tabiat Bilimi manasında kullanmıĢtır. ―Mizan‖,
―tıp‖ ve ―sanat‖ ilimlerinin neticesidir. Bundan dolayı Câbir, ―Mizan‖ deyince
varlıkta bütün eĢyanın sayı türünden nesnelerin nicel ( Kemmî) kanunlarını anlıyor.
Buradan bütün tabiî olayların nitelik (Keyfiyat) ve nicelik (Kemiyet) kanunlarına
indirilebileceği neticesi çıkar.
―Mizan‖ terimi karmaĢık anlamlar taĢır. Bilimsel yönden önce ―vezin‖ (ölçü-
310
I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu
ağırlık) anlamında teknik bir terim olarak kullanılmıĢtır. Sonra kimyasal oluĢumlara
giren cevherlerin niceliği anlamı kazanmıĢtır. Câbir, bu kavram ile bütün cisimlerin
derûnî yapısını belirlemeye çalıĢır. Bunu da kimyasal oluĢuma giren unsurların
niceliğini ve yoğunluğunu ölçerek yapmak ister. Hatta O, kainattaki ahengi
(Harmonie) de bu ―Mizan‖ terimine dayanarak izah eder. Zira ona göre fizik
dünyada eĢyanın ahengi ve düzeni ruhun etkisinden ve faaliyetinden ileri gelir. Bu
bakımdan Câbir, ruhu, bedeni idare eden ―ilahi bir cevher‖ olarak görür.
Bunun yanında o ruha ―Âdâd zû te‘lif‖ (telif edici sayılar) yahut ―sayısal ahenk‖
olarak da bakar. Câbir, ―Kitab ul-Havass‖ da mizan yerine bir baĢka Kur‘anî tabiri,
―el-Kıstas‘ul-müstakîm‖i kullanır.
Câbir, Mizan‘ın mânâsını daha ileri götürerek ona tamamen metafizik bir anlam
da yükler. O, adı geçen kitapta maniheist doktrini tenkit ve reddederken araya iki
kısa paragraf sıkıĢtırarak mizan‘ın akılla kavranan alemin esaslarıyla olan ilgisini
ortaya koyar. Buna göre ―Adalet aklın ve mizan da adaletin esasıdır.‖ ―Ġlk sebeb‘in
(Tanrı‘nın) özünün akıl, aklın özünün ilim, mizan‘ın özünün de ilim‖ olduğunu
söyleyen maniheist doktrindeki özdeĢleĢtirmeye karĢı çıkar. O, bu üç kavramı
basamaklı (hiyerarĢi) biçimde kavramaktan yanadır. Bu açıdan ilk sebepten akıl,
akıldan adalet, adaletten de mizan çıkar. Bir önceki bir sonrakinin sebebi olmaktadır.
Buna dayanarak Câbir, ―mizan, tabiatın tabiatı ve zamanın zamanıdır‖ demektedir.
Görülüyor ki Câbir‘in tefekküründe ―mizan‖ kavramı çok mühim bir yer
tutmaktadır. Onda mizan, üretici, çoğaltıcı ve birleĢtirici bir iĢlev kazanmaktadır.
Câbir, çokluk aleminin oluĢumunu ise Ģöyle düĢünür:
Görünür, görünmez ve manevî dünyalarda meydana gelen her Ģey: akıllı bir
düzenlemenin, nicelikçe ve ölçülebilir tarzda değiĢken hareket ve sükûnun ahenkli
bir terkibinin ve Ġlk Sebeb‘in dıĢında meydana gelen her farklılığın, her çokluğun
kaynağını bulduğu bir ―Telif-i adedî‖ nin neticesidir.
Bu anlayıĢa göre mizan (balance), sonsuzca değiĢme özelliğine göre duyulur,
duyulmaz (duyu organlarıyla algılanamaz) her Ģeyi içine almaktadır. Çünkü Evrensel
Akla ve Ruh‘a ait alemler bu ―mizan‖ ilkesinden çıkmaktadır. Bu mânâda üstün
mizanlar Ġlm-i Ġlahî‘nin konusu olup birinci derecede önem arz etmektedir.
Tabiat dünyasında ―mizan‖ gözlemin konusudur. Câbir, evrendeki, dildeki,
müzikteki ahengi ve uyumu Evrensel Ruh‘dan gelen bu ―mizan‖ (ölçü ve ahenk) ile
izah etmektedir.
Câbir‘e göre tabiat, Heraklitçi görüĢteki gibi fark edilemez bir akıĢ ve oluĢ
değildir. Bu bakımdan O, ―mizanlar sistemi‖ nin, gerçekler dünyasını anlatmakta ve
onun Ģeklini değiĢtirmekte (Transformer) insan zihninin kapasitesine yardım ettiğine
inanır ve o sisteme güvenir.
Câbir, bu ―mizan‖ teorisinden yukarıda bahsettiğimiz kozmogoniye ulaĢır. Bu
kozmogonide Yaratıcı ve yaratıklar yer alır. Bunda en dıĢtaki daire ilk sebeb denilen
varlık alanı vardır. Ġlk sebeb her Ģeyi bilen, kudretli, akıllı, Ģuurlu olup aklı, hakikate,
iyiye ve adalete uygular. Ġkinci alem veya daire Akıl alemidir ki o, bilir, ama
yaratamaz; fakat nesnelere Ģekil verebilir. Üçüncü daire ruh, dördüncüsü cevher
I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu
311
dairesi olup bu da maddi ve manevi cevherleri ihtiva eder. Manevî cevherler akıl,
nefis ve ruhî varlıklardır (melekler gibi). Tabiat, akıl ve nefsin melekler gibi kiĢiliği
yoktur.
Câbir, bu ve benzer fikirleri Kur‘an‘daki ―Biz onların yaptıkları her iyi iĢi ele
alırız, onu saçılmıĢ zerreler haline getiririz. (Furkan: 25/23) gibi ve benzeri
ayetlerden ilham alarak ileri sürmektedir.
Bu münasebetle Câbir‘in insan anlayıĢına temas etmemiz gerekiyor: Câbir,
makrokozmozun karĢısına mikrokozmozu yani insanı koyar. Bu ikisi arasında
üçüncü bir alem daha vardır ki o da kimyadır. O, bütün kainatı ―Büyük insan‖
olarak görür. Ġnsanî varlık ise ―Küçük insan‖dır. Kimya ise ―orta insan‖dır. Kimya,
hayatın kalbidir ve onun devrini canlandırmaya çalıĢır. Kimyayı bile insan gibi canlı
bir varlık olarak mütalaa eden Câbir, insan ruhunu ―bedenlere canlılık veren ilâhi bir
cevher‖ olarak mütalaa eder. Bu açıdan ruh, görünüĢlerin gerisindeki aktif
dinamizmdir; bununla beraber o, bütün aklî kavrayıĢların üstünde aĢılamaz bir güç
olarak kalır.
Câbir, üstün insan tipi olarak ―Peygamber‖ i görür. O, ilk Peygamberlerin ilk
filozoflar olduğu kanaatındadır. Ġlk kanunları koyanlar da bunlardır. Câbir, böylelikle
―Evrensel Ġnsan‖a ulaĢır. Ġnsanın tabiatının gerçekleĢmesi için normal insanı insan-ı
Kâmil (üstün insan) mertebesine yükseltmek gayesiyle bu iki insan arasında adetâ bir
köprü kuruyor. Bu da onun sufî yönünün bir tezahürü olabilir.
Ömrünü Câbir araĢtırmalarına hasretmiĢ olan Paul Kraus, Câbir‘in ―Sun‘i Ġnsan‖
(yapay insan-Homonculus) fikrinden uzun uzadıya bahsetmektedir. Bu fikrin Batı
Ortaçağına oradan da parracels‘e ve daha sonra Goethe‘nin (19. asır) Faust‘una ve
bazı Alman hikayelerine girdiği tesbit edilmiĢtir.
Buna göre Câbir, varlıkların evrimini, tekamülünü sun‘î olarak insanın meydana
getirilmesini imkan dahilinde görmektedir.
Biraz da Câbir‘in bilgi teorisinden bahsedelim: Câbir‘in bilgi anlayıĢında akıl,
sezgi gibi esas unsurların yanında tecrübenin mühim bir yeri var. Üstün alemlerden
kaynağını alan ―mizanlar‖ aslında zihin tarafından doğrudan yani sezgici bir yolla
kavranmaktadır. Duyulara dayanan tecrübe ise bir destek, bir doğrulama olarak
zihne müdahale etmektedir.
Câbir‘in ilimler tasnifi, bilimleri insanla ilgisine, bu ilginin yakınlığına ve
uzaklığına göre yediye ayırır. Bu esasa göre tıp, sanat veya kimya ile hassalar ilmi
önde gelir.
Câbir‘e göre bilgi, esas olarak duyularla elde edilir. Yahut bilgi akıl yürütülerek
ortaya çıkar. Ama her bilgi elde ediliĢinde, akıl yürütme yetmediği için, belli ölçüde
sezginin ölçüsünü taĢır.
Mesela Kimyacı ile eseri arasında tabiat ortaklığı vardır. Kimyasal bilgi, ilahî bir
aydınlanmaya, Ģahsî bir ilhama dayanır. Câbir, vahyî bilgi ile tümevarımcı rasyonel
bilgiyi önemle ayırır. Bununla beraber, O, fevkalade olayların tabiî ve aklî bir tarzda
izah edilebileceğini de söyler. Buna göre mucizeler de aklen izah edilebilecektir.
312
I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu
Aklî bilimlerin öğrenilmesini O, onların kadîm hiyerarĢisini, en aĢağı hayvanî
dereceden ilahî dereceye yükselme Ģartına dayandırır.
Câbir nazarında zaman, sonsuz cevher ve umumî cinstir. Zamanda mevcud olan
Ģey, zamanın kendisi olmayan ama zaman ile ölçülen varlıktır. Zaman tek ve
bölünmezdir. Ama ondaki meydana geliĢler geçmiĢ, hal ve gelecek olarak üçe ayrılır.
Bu bölünüĢ, güneĢin hareketi ile ölçülür. Buna göre varlığın iki boyutu vardır:
―Zamanî boyutu ve zamandıĢı boyutu‖ zamandıĢı olan öncekini aĢar. Mutlak
zaman, ölçülebilir zamandan ayrılır. Câbir, varlığın bu seviyesine mukabil olan
bilimin ―mizan ilmi‖ olduğunu söyler. Bu bilim, cari olan bilimlerin ve felsefenin
üstündedir: Bu sebeple o,daha önce ifade edildiği gibi, ―mizan, tabiatın tabiatı,
zamanın zamanıdır‖ demektedir.
Câbir‘e göre ―Dünya Bilimleri‖ (ki yedidir) evreni anlamaya yarayan ve insanın
hayatını yönlendirmede ona yeterlik sağlayan bilimlerdir. ―Dini Bilimler‖ ise
ölümden sonraki insan hayatını kazanması için akla verilmiĢ formlardır. Bunlar da
ilm-i Ģer‘i (Kanun yapma ilmi) ve ilm-i aklîdir.
Bilgi insanda nasıl meydana gelir?
Câbir, çocuğun öğrenme ile bilgi edindiği, eĢya ile ilk karĢılaĢtığı zaman hemen
yaratıcı olduğu gibi fikirleri benimsemez. Ona göre çocuk, bedahete (apaçıklığa)
―Bizim‖ dediği zaman ulaĢır. Yani bu, bir Ģuura ulaĢma halidir. Aslında bedahet,
nefiste bulunan Ģeydir, bu hal, tecrübelerin esas bilgiye destek için müdahale
etmesidir.
Câbir nazarında ilk varlıklar hakkındaki bilgi tecrübe ile elde edilince bunlardan
diğer varlıklar hakkındaki bilgilere çıkarım yoluyla ulaĢılır. Görünenden
görünmeyene doğru takib edilen bu yolda mücanese (anoloji), mecra‘l-adet
(alıĢkanlık ve gelenek) ve el-Asâr (sebep-sonuç iliĢkisi içinde sonuçların incelenmesi)
gibi üç ayrı usûl takib edilir. Câbir birinci usule karĢı çıkar. O, burada maniheizmin
her Ģeyi aydınlık-karanlık gibi düalist bir anlayıĢ ile izah etmesini doğru bulmaz;
böyle bir akıl yürütmeden küllî bir hüküm çıkarılamayacağına kanidir. AlıĢkanlık
yoluyla da zarurî ve isbatî bilgiye ulaĢılamaz. Belki sofistlerde olduğu gibi gibi iknaî
bilgiye ulaĢılabilir.
Câbir kıyas ve istikra (tümevarım) ile elde edilen bilgilerin de kesin ve zarurî
görülmesini tenkit eder. O, Hume (ö. 1776) gibi sebep-sonuç iliĢkisinin alıĢkanlıkla
kurulduğuna kanîdir. Ġstikra metodunun gücü, benzer misallerin çokluğundan gelir.
Câbir‘e göre en emin yol, eserleri inceleyerek görülenlerden görünmeyenlere
yükselmek yolu yani el-Asâr yoludur. O, bu noktada dehrîleri tenkit etmektedir.
Câbir nazarında dehrîlerin (maddecilerin) yaratılıĢı inkar etmelerinin sebebi, hiç
kimsenin evrenin yaratılıĢının baĢlangıcını görmemiĢ olmasıdır. Görüldüğü gibi
Câbir sebep-netice münasebetine dayanarak akıl yürütme ile bilgi elde etmeyi daha
emin bir yol olarak görmektedir. Halbuki kendisi, görünenden görünmeyenin
çıkarılmasında kelamcıları tenkit etmiĢti.
Câbir düalist(ikici) anlayıĢa da karĢıdır. Bu bakımdan o, hem varlık, hem de bilgi
anlayıĢları açısından ikici maniheizmi eleĢtirmiĢtir. Onların görüĢlerini hem
I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu
313
ontolojik, hem de epistemolojik açıdan eleĢtirir ve düalist görüĢün yanlıĢlığını her iki
açıdan ortaya koyar.
Son olarak Câbir‘in atom hakkındaki fikirlerine temas ederek sözümüzü
bağlayalım:
Câbir 9. asırda yani 1200 sene evvel atomdaki sonsuz kudreti fark etmiĢ ve
Yunanlıların atomcu görüĢünün aksine atomun parçalanabileceğini söylemiĢtir. O, o
zamanki Harran Üniversitesindeki talebelerine Ģöyle seslenmiĢtir:
―Madde yoğun enerjidir. Bu sebeple yunan fizikçilerinin maddenin bölüne
bölüne parçalanamaz en küçük bir parçayla son bulduğuna ve kütlenin bu sayısız
parçalanmalarından meydana geldiğine dair iddiaları yanlıĢtır. Onların ―cüz‘ün lâ
yetecezzâ‖ (parçalamaz en küçük parça, atom) adını verdikleri bu nesne
parçalanabilir ve bundan enerji (kudret) hasıl olur. Bu öyle bir kudrettir ki,
benzetmek gibi olmasın, ama, Allah kudreti gibidir ve bir habbeciğin (taneciğin) bir
Ģekilde parçalanması, Allah saklasın, Bağdat gibi bir Ģehri yok edebilir.‖ (M.
Sertoğlu, Tarihten Sohbetler, Ankara, 1994, s.19)
Görüldüğü gibi eski bir Harran hocası olan Câbir, sadece bir alim değil, ihatalı,
derinlikli, ufuklu, özgün ve sistemli düĢünen bir filozoftur da.
Kaynaklar
-Ġbn Nedîm,El-Fihrist,Dar‘ul-Maarif,Beyrut,tarihsiz
-Bolay,Süleyman Hayri, DüĢünür olarak Câbir Ġbn Hayan, Esin Kâhya‘nın
Kitabının baĢ tarafında s.IX-XXV
-Kahya,Esin,Modern Kimyanın Kurucusu Câbir Ġbn Hayan.
-Kraus ,Paul,Jâbir Ġbn Hayan ,Ed.,Les reeles,Lettres,Paris,1986
-Lory ,Pierre, Alchemie et MystiqueEn Tere D‘Ġslâm,Ed.Verdier,Paris,1989
-Ülken,Hilmi Ziya,Ġslâm Felsefesi Tarihi,Ġstanbul,!957
Download