KUR'iN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMiNiN ÇÖZÜMÜ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KÜÇÜKKALAY Selçuk Üniv. ilahiyat Fak. A- İSLAM VE MAL İslam'da malın değeri: Önce şunu belirtmek gerekir ki, İslam dini, dünya malına karşı aşın hırsı pek hoş karşılamaz: "Ey iman edenler, sizi ne mallarımz, ne evlatlarıniz Allah'ın (c.c.) zikrinden alakoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir."(1) "Mallarımz da evlatlarınız da sizin için ancak bir imtihan (mevzuu) dur. Allah (c.c.) ise büyük mükafat O'nun nezdindedir."(2) "(Okumamaktan) sakın. Çünkü insan mutlaka azar. Kendisini (mal sebebiyle) ihtiyaçtan vareste gördü diye... "(3) Bir hadiste ise müslümanın dinini mal, şöhret ve şeref sevgisinin bir sürüye bırakılan iki yırtıcı kurttan daha fazla ifsad edeceği beyan edilmektedir(4). Bir başka hadiste de ölüyü üç şeyin takib edeceği ancak bunlardan ikisi olan mal ve dostların kabre kadar gelecekleri, işlenen amellerin ise mahşere kadar kişiyle beraber olacağı ifade edilmektedir(5). Bir kimse Ebu'd-Derda'ya saygısızlık etmişti. EbU'd-Derda ise ona şöyle bir dilekte bulundu: "Ya Rabbi, bana kötülük edeni sıhhatli kıl, ömrünü uzun et ve malını da artır."(6) Malın kötülenmesi yanında bazan övüldüğüne de rastlıyoruz: "Sizin mallarınızı, oğullarınızı da çoğaltır, size bağlar, bostanlar verir, size ırmaklar akıtir ."(7) Bu manada birtakım hadisi şerifler de mevcuttur. Bu hadislerden birinde takva (1) Münafikun/9. (2) (3) (4) (5) (6) Teğabün/15. Alak/6-7. Müsned'ül İmam Ahmed, Mısır, 1313,3/459-460. El-Buhar!, Rikak, 42, Ha. Nu.: 6514. İhyau U!umiddin, 3/228. (7) Nuh/12. 27 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM- ARALIK 1995 • CiLT: 31 • SAYI: 4 sahibinin elindeki helal maldan övgü ile bahsedilmektedir(8). Mal hakkında hem övücü hem de yerici bazı ayet ve hadisler olduğuna göre, bunların bir araya getirilmesinden elde edilecek sonuç şudur ki, insan maldan doğacak fayda ve zararları tam manasıyla bilir de ona göre hareket ederse bu davranışı oriun için iyi neticeler doğurabilir. Fakat nereden ve nasıl kazandığını, nereye harcadığını dikkate almadan haram ve helal arasında bir ayınını gözetmeden bütün gücünü mal elde etmeye yöneltirse işte bu durum da o kimse için bilhassa manevi açıdan büyük sıkıntılara sebebiyet verebilir. Fakirlik problemi Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinde ve onu takib eden devirlerde de vardı. Halen de mevcuttur. İslami fetihler alabildiğine devam ederken Mekke ve Medine'ye de birçok mal gelmekteydi. Bu yüzden ictimai bir gerçek olan fakir ve zengin kişiler görüldü. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) ashabı arasında güçlü bir iradeye sahip olan EbU Zerr, gerçek bir problem saydığı fakirliğin yok edilmesi için zenginlere ciddi çağnlarda bulunmaya başladı. Bu davasında kendisini destekleyen kimseler de vardı. Ebu Zerr, "kenz" ismiyle ifade edilebilen biriktirilmişve muhafaza altı­ na alınmış mallara karşı idi(9). Bilindiği gibi "kenz" kelimesi değişik kalıplarla Kur'an-ı Kerim 'de ve hadisi şe­ riflerde de görülmektedir. "(Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki) İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta oldunuz şeylerin (azabını) tadın"OO). Hz. Peygamber (s.a.s.) Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edilen bir hadisinde "La havle vela guvvete illa billah" sözünün arşın altındaki bir "kenz"den gelmiş olduğunu ifade etmiştirOl). 2- "Kenz" hakkındaki bazı görüşler: ilim adamlarımız "kenz" konusunda değişik görüşler belirtmişlerdir. Şimdi kısaca Bazıları zekatı verilmiş bunlara temas etmek istiyorum. olan malın biriktirilip muhafaza altında tutulmasına taraftar olmamışlardır. Bunlar delil olarak Tevbe süresinin yukarıda geçen 35. ayeti üzerinde durmaktadırlar. Her ne kadar diyorlar, ayeti kerime ehli kitapla ilgili olsa bile umum u itibariyle bizleri de kapsamaktadır. B una göre de "kenz". yasaklanmıştır. Şöyle ki: olsa bile ihtiyaç dışı a- Ayeti kerime umumu itibariyle "kenz"i yasaklamaktadır. Zekatı verilmiş bile (8) El-Müsned, 4/197. (9) EbU Zerr'in bu konudaki görüşleri için bkz. Abdü'l-Mec!d Muhammed el-Aktaş, Ebu Zerr eiGıfılri ve Arauhu fl 's-Siyaseti ve'l-iktisat, Amman, 1981, s. 231 ve dv. (10) Tevbe/35. (ll) el-Buhari, Megazi, 38, H. Nu: 4205, Hadis mu'cemine bakildığı zaman "kenz" kelimesinin değişik kalıplarıyla pekçok hadiste kullanıldığı görülecektir. 28 olsa bir malın saklanmasının caiz olabileceğini söylemek ayetin anlamını dikkate almamak demektir. Çünkü ayette bu manayı ifade eden bir karine yoktur. b- Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında ehlü's-suffe denilen fukaradan biri ölmüştü. Cebinde bir dinar para çıktı. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir defa dağlanacağını ifade etti. Sonra bir başkası daha öldü ve bunun da cebinden iki dinar para çıktı. Bu defa Hz. Peygamber (s.a.s.) iki defa dağlanacağını söyledi02). Hz. Peygamber (s.a.s.) burada Tevbe suresinin 35. ayetine işaret etmek istemekteydi, diyorlar. c- Zeyd b. Vehb'den gelen bir rivayetin özeti şöyledir: "Rabeze'ye uğramıştım. Orada Ebı1 Zerr'le karşılaştım ve kendisine neden buralarda olduğunu sordum, şöyle dedi: "Şam' da bulunuyordum. Muaviye ile aramda ' ..... Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, yanları ve sırtları onlarla dağlanacak •.... ' ayeti hakkın­ da bir anlaşmazlık oldu. Muaviye bu ayetin ehli kitap hakkında nazil olduğunu söyledi. Ben, hem onların ve hem de bizim hakkımızda inmiştir dedim. Beni Osman'a şikayet etti. Osman da beni Medine'ye çağırdı ve benim Medine'den uzaklaşmamı istedi. Burada bulunuşumun sebebi işte budur"(l3). Bu fikir sahipleri diyorlar ki, Hz. Muaviye Hz. Ebı1 Zerr'in görüşünü çürütecek bir delil getirmeyip durumu bir üst makama iletmiştir. Hz. Osman da aynı tutum içerisine girmiştir ki, O da Ebı1 Zerr'in görüşünü çürütecek bir delil getirmemiş, ancak Medine'den uzaklaşmasını istemiştir. Buna göre ayetin ifade etmiş olduğu mana, malların "kenz" olarak muhafaza edilmesinin caiz olamayacağıdır. Şu halde böyle düşüneniere göre ayette geçen altın ve gümüşün, işlenmiş veya işlenınemiş olsun, zekatı verilmiş veya verilmemiş, şer'i tabiriyle nisap miktarına ulaşmış veya ulaşmamış olsun saklanması haramdırC14). Hz. Ali'nin de bu görüşte olduğu söylenmektedir05)_ Diğer taraftan ikinci bir grup zekatı verilen malın saklanmasında bir yasaklık olamayacağını savunmaktadır. Bunlar diyorlar ki: a- "Kenz" ayetizekat ayetiyle neshedilmiştir06l. b- Bir bedevi Abdullah b. Ömer'e "kenz" ayetinden sormuş O da, "kenz"in zekat ayeti inmeden önce olduğunu, zekat ayetinin inmesiyle de zekatın mallar için bir temizlik getirdiğine işaret etmiştir( 17). Bir başka rivayette de "kenz"den maksadın zekatı verilmeyen mal olduğu (12) (13) (14) (15) (16) EI-Camiu li abkamil-Kur'an li'I-Kurtubi, Kahire 1967, 8/131. el-Buhari, Zekat, 4, Ha. Nu. 1406. Fethu'l-Bari'de de bu hadisle ilgili olarak geniş bilgi (17) el-Buhari, Zekat, Ebfi Cii'fer, et-Taberi, Camiu'l-beyan an te'vili ayi'I-Kur'an, Aynı Mısır, ifade verilmiştir. 1954, 10/118. yer. Mekki b. Ebi Talib, ei-Idah linasihi'I-Kur'an ve mensuhihi, Tah. Ahemd Hasen Ferhat, Riyad, ı 97 6, s. 272. 4, Ha. Nu.: 1404, Aynca bkz. el-Idah, s. 272. 29 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM- ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 edilmektedir< ı 8). Bu durumda kişi zekatını verdiği malından bir kısmını daha sarf etıfiekle yükümlü olmayacaktır. Ümmü Selerne takındığı altın ziynet eşyasının "kenz" olup olmadığını Hz. Peygamber'e (s.a.s.) sormuş O da, "Zekatını verdiğin takdirde "kenz" değildir" buyurmuştur<ı9). Bu fikirde olanlar daha başka hadislerden de deliller getirmektedirler. Ebu Zerr ihtiyaç dışı malların saklanmasına karşı idi.· Evinde ne altın ve ne de gümüş hiçbir şey bırakmazdı. Devletten maaşını aldığı zaman hizmetkarını çağırır ve onun bir yıllık ihtiyacını ayırdıktan sonra elinde bir şey bırakmaz fakiriere dağıtırdı(20). Bu konuda Ebu Zerr iki esasa dayanmakdaydı. Birincisi ayet ve hadisler, ikincisi de ahirete olan sonsuz ve sarsılmaz inancıydı. Çünkü çok mal ahirette uzun hesaplaş­ ınayı gerektirecekti. İki dirhemi olanın hesabı, bir dirhem sahibinin hesabından her halde daha zordu. Ancak Ahmed Emin'in Taberi tarihinden naklettiğine göre(2ı) bu fikri Ebu Zerr'e telkin eden İbnü's-Sevda diye bilinen Abdullah b. Sebe'dir. Bu kişi Ebu'd-Derda' ve Ubade b. Samit'e de gelmiş fakat onlar kendisini dinlememişlerdir. Ebu Zerr ise iyi niyetli davranarak bu görüşü benimsemiştir. Kanaatİınce Ahmed Emin 'in nakletmiş olduğu bu fikir üzerinde düşünmek gerekmektedir. Zira durumun böyle olduğu kabul edilse bile gerek Ubade b. Sarnit ve gerekse Ebu'd-Derda'nın Ebu Zerr'i bu konuda uyarmaları gerekmez miydi? Aynca Ebu Zerr'in görüşünde olan başka sahabiler de vardı. Biri de Ebu Zerr gibi büyük bir sahabinin böyle birmeseleye hiç düşünmeden kendisini bu derece kaptırabileceğini hiç sanmıyorum. Bizce bu fikir Ebu Zerr'in içinden doğmuştu ve dışarıdan yapılmış bir telkin neticesi de değildi. Aynı konuyu ele alan Abdülmecid el-Aktaş Taberi tarihinden de nakiller yaparak geniş izahatta bulunmuş ve Abdullah b. Sebe' ile Ebı1 Zerr'in buluşmalarına temas etmiştir(22). Kurtubi olaya şöyle bir yorum getirmektedir. Özetle diyor ki: "Kenz" ayetinin, muhacirlerin maddi bakımdan çok zayıf olup ihtiyacın da fazla olduğu ve Hz. Peygamber'in (s.a.s.) de onların ihtiyaçlanna cevap veremediği bir andanazil olmuş olması muhtemeldir. O zaman devletin hazinesinde de ihtiyaçlannı giderecek kadar mal bulunmamaktaydı. Bu sebeple ihtiyaç dışında olan malların elde tutulması, altın ve gümüşün saklanması hoş karşılanmamıştı. Daha sonra müslümanların elleri bolalınca Hz. Peygamber (s.a.s.) zekat için belli bir miktar verilmesini söylemiş ve (18) Taberi, ı0/118. (19) Ebu Davud, zekat, Ha. Nu.: (20) Ebu Zerr, s. 242. ı564. (2ı) Ahmed Emin, Fecru'I-İslam, Mısır, ı955, s. ı 10-111. (22) Ebu Zerr, s. 329 vd. 30 YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAY • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi tüm malın elden çıkanlmasının gerekli olmadığına işaret etmiştirC23). BukonudaTaberi de Abdullah b. Ömer'den gelen rivayetleri tercih ederek zekatı verilen malın saklanmasında bir yasaklık olamayacağını ve bu malın "kenz" sayıla­ mayacağını benimsemiştirC24). Kanaatİmiz odur ki "kenz"in yasak oluşu zekat ayetinininmesinden önce idiC25) ve zekat ayetinin inmesiyle de bu yasaklık tamamen ortadan kalkmış oluyordu. İşte başta Ebı1 Zerr ve Ali b. Ebi Talib olmak üzere bazı sahabiler, zenginin malında fakirin zekattan başka da haklan olabileceğini söylüyorlardı. Bunlara göre zekatını veren bir mümin, üzerine düşen bu görevi tam olarak yapmış sayılmıyordu. Fakirin onun malında daha başka haklan da vardı. Söylendiği gibi Ebu Zerr bu fikirlerini Şam'da ve Hz. Osman'ın hilafetinde anlatmaya başlamıştı. Şam valisi de Muaviye idi. Muaviye durumun ciddiyetini anlamıştı. Bu sebeple Hz. Osman'a bir mektupla olayı duyurdu. Hz. Osman da Ebı1 Zerr'i Medine'ye çağırdı. Medine'ye gelen Ebı1 Zerr ile Hz. Osman arasında bir konuşma geçti. Ebu Zerr zenginlerin malında fakirierin zekattan başka alacakları haklar bulunduğunu savunuyordu. Buna karşı olan Hz. Osman Ebu Zerr'i Rabeze'ye yolladı. Bir müddet sonra da Ebı1 Zerr orada vefat ettiC26). Ancak Ebı1 Zerr bu açıklamalannda zekatın eda edilmesinden sonra fakirierin zenginlerin malında ne kadar hakkı olduğunu ve bunun miktannı ortaya koymuş değildi. Ebı1 Zerr'i destekleyen İbn Hazmisebu konuda ciddi açıklamalarda bulunmuş­ tur. İbn Hazm'in bütün araştırmalanndan sonra ulaştığı sonuç şudur ki, zekatla her şey olup bitmiş sayılmaz. Vazife ancak fakir tabakaya da mesut ve rahat bir hayat temin etmekle yerine getirilmiş olabilir(27). İbn Hazm 'e göre şayet zekat ülkenin fakirlerini kalkındırmamışsa İslam devleti ve zenginlerden belli miktarlar alarak bu suretle fakiriere yardımcı olmalıdır. Bu husus devletin yapması gereken bir vazifedir. Aynı zamanda devlet fakiriere kendilerini banndıracak bir mesken tayin etmek, onlan doyurmak ve giydirmekle de görevlidir. bu işe el atmalı İbn Hazm bu fikrine delil olarak ayet, hadis ve selefin sözlerinden de örnekler vermektedir. O, zekat dışı bir hak tesbit ederken bu hakkın miktarında Hz. Ali'nin sözünü ileri sürer. Hz. Ali demiştir ki: "Fakirlere yetecek kadar bir miktarın (23) el-Kurtubi, 8/127 vd. (24) et-Tabeıi, IO/ll8. (25) Aynca bkz. Ebu Zerr, s. 241. (26) Ebfi Zerr, s. 107. (27) Yusuf el-Kardavl, Müşkiletü'l-fakr ve keyfe alecehe'I-İslam, Beyrut, 1966, s. 137-141. 31 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM- ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 ödenmesi zenginlere farzdır. Eğer fakirler aç veya susuz kalacak olurlarsa Allah (c.c.) bu durumdan zenginleri sorumlu tutacaktır."(28) Netice itibariyle İbn Hazm demek istiyor ki, önce fakirierin ihtiyaçları temin edilmeli daha sonra da zekat gözden geçirilmelidir. Eğer zekat bütün ihtiyaçlara cevap veriyorsa istenen şey elde edilmiş demektir. Aksi takdirde zekat dışı ve fakirIerin hakkı olmak üzere zenginlerden yeteri kadar bir miktar para daha alınabilecek­ tirC29). Kurtubi Bakara süresinin 177. ayetini tefsir ederken kişinin malında zekattan başka hakların da bulunduğunu kesin bir ifadeyle izah etmekte ve"Malda zekattan başka da hak vardır." hadisi üzerinde durmaktadır. Fahru'd-din er-Razi de aynı ayetin tefsirinde konu hakkında izahatta bulunmuştur. Şatiibi'nin ifadesine göre de şayet devlete bir saldın vaki olur da devlet hazinesinde de yeterince para bulunmazsa vatan müdafaası için halktan yardım alınmalıdır. Çünkü aksi takdirde vatan toprakları düşman istilasına uğrayabilir. Tatarların Şam'a saldmiarı sırasında devlet hazinesinde askeri, malzemeyle donatacak kadar mal yoktu. Baybars ilim adamlarıyla İstişare ederek halktan yardım alıp alamayacağına dair fetva istedi. Tüm ilim adamlarından aldığı cevap olumluydu. Şam'da bulunmayan İmam Nevevi'ye imzalaması için fetvayı yolladı. Nevevi ise fetvaya şartlı olarak imza koyuyordu ve "Baybars'ın tüm yakınları, uşakları ve cariyeleri ellerinde olan bütün mal ve ziynet eşyasını devletin hazinesine devredeceklerdir" diyordu. Ülkenin uğraya­ bileceği sel, yangın ve zelzele felaketlerinde de aynı yol takib edilebilir ve halktan yardım talebinde bulunulabilir. Ancak bu gibi hallerde devletin gerçek anlamda ihtiyacı olması ve elindeki mal ve parayı meşru olmayan yerlere harcamaması şart­ tır. Prof. Mustafa es-Sibai bu konuyu İştirakiyyetü'l-İslam isimli eserinde "Kanunu Haleti 't-Tavari" (olağanüstü hal kanunu) başlığı altında geniş olarak ele almakta ve Endülüs'ten de örnekler vermektedirC30). Ayrıca Müslim 'in rivayet etmiş olduğu bir hadiste şöyle denilmektedir: "Eş'arl'ler savaşta yiyecekleri biter veya Medine'deki aile efradının yiyecekleri azalırsa ellerindeki yiyeceği bir elbisenin içine toplar sonra onu aralarında bir kabın içinde müsavi olarak taksim ederler. Şimdi onlar bendendir (benim yolumdalar, benim istediğimi yapıyorlar) ben de onlardanım"(30. her şeyden önce yardımlaşmanın gerekli olduğuna işaret eder olması bakımından üzerinde bulunduğumuz konu için bir delil olabileceği kanaatindeyim. Bu hadisi şerifın (28) Aynı eser, s. 140. (29) Müşkiletü'l-fakr, s. 138. (30) Şam, 1960, s. 193-198. (31) Müslim, Kital>u fadaili's-sahabe, 39, Ha. Nu.: 2500. 32 YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAV • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi Bu kısa izah İslam alimlerinin fakirliğin izalesi hususunda ne derece çalışma yaptıklarını ve yapmak istediklerini göstermektedir. Şunu da unutmamak gerekir ki, Ebu Zerr gibi düşünenierin bu fikirleri bazı çarpık ideoloji sahiplerinin fikir ve düşünceleriyle asla bağdaşamaz. Zira bazı sosyalist düşüneeli kişiler kendi ekonomi anlayışlannın Ebu Zerr gibi bir sahabiden geldiğini ileri sürmektedirler. Fakat bu apaçık bir iftira olmaktan öte gidemez. Zira zekat kafi gelmediği takdirde zenginlerin bir miktar daha zekat dışı yardımda bulunmalan gerektiğini söyleyen Ebu Zerr ve onun gibi düşünenler mülkiyet hakkının olmadığı fikrini asla benimsemiş değillerdir. 3- Fakiri kalkındırmaya yönelik gelir kaynakları, uygulamalar ve tedbirler: İslam' ın fakirliği nasıl ortadan kaldırmak istediğini anlatırken, İslam dev Ietinin benimsediği ve fakiri kalkındırmaya yönelik gelir kaynaklanndan bazılarını burada kısaca gözden geçirmemiz gerekmektedir. Çünkü bu gelir kaynakları sayesinde İslam'ın bütçesinin bir kısmı meydana gelmekte ve fakirler de böylece yardım görmektedirler. a- Zekat: Zekatın ilah! bir emir olup İslam'ın şartlanndan birini teşkil ettiği ve İslam'ın değişmez bir hükmü olduğu hepimizce malumdur. Kur'an-ı Kerim'de zekatla ilgili pek çok ayeti kerime bulunmaktadır: "Haydi akrabaya, yoksula, yolda (nzasını) kalmışa hakkını ver. Bu, Allah'ın (c.c.) cemalini dilernekte olanlar için daha hayırlıdır. Ve onlar korktuklanndan emin, umduk- lanna nail olanların ta kendileridir." "İnsanların mallarında artış olması için faiz (cinsin)den verdiğiniz şey Allah'ın rızasını tıranlar dileyerek onlar (onu "Elif, Him, mim, verdiğiniz zekat ise, böyle değildir. Sevapiarını artmaz. kat kat art- verenler)dır"(32). işte bunlar, o hikmet dolu için bir hidayet ve bir rahmettir. (0 ihsan zekatı katında (nakit, mal, sadaka, vs.) Allah (C.C.) kitabın erbabı) ayetleridir, ki (herbiri) ihsan erbabı ki onlar verenlerdir. Onlar ahirete yakin (yani kat'i inanç) dosdoğru namazı kılarlar, hasıl edenlerin de ta kendi- leridir." "İşte onlar Rablerinden bir hidayet üzerindedirler. Ve işte onlar felaha erenlerdir"(33). "Namazı dosdoğru kılın, zekatı (c.c.) katında (ve ona göre onu bulacaksınız. Şüphesiz mükiifatını hayır yollarsamz Allah yaparsanız cemaliyle görücü verin, kendiniz için önden ne Allah (c.c.) ne vefici)dir"(34). "(V akar ile) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı kılın, zekatı verin, Allah ve Rasulüne itaat edin. Ey ehli beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yap(32) Rum/38-39. (33) Lokman/1-5. (34) Bakarall 10. 33 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM- ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 mak ister"(35). "Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a (c.c.) gönül hoşluğuyla ödünç verin. Önden nefis- leriniz için ne daha hayırlı, hayır gönderirserriz onu Allah'ın (c.c.) nezdinde bulursunuz, (hem) bu sevapça daha büyük olmak üzere. Allah'dan (c.c.) mağfiret isteyin. Şüp­ hesiz ki Allah (c.c.) (mü'minleri) çok yarlığayıcı çok esirgeyicidir"(36). Bu ayeti kerimeler yanında zekattan bahseden pek çok hadisi şerifler de vardır ki hepsi de İslam 'ın bu rüknüne '!erilen önemi göstermektedir. r? Hz. Ebu Bekr'in hilafetinde bazı irtidat hareketleri olmuş bir kısım insanlar zekat vermek istememişlerdi. Bu sebeple Hz. Ebu Bekr onların bu tutumianna karşı savaş yapmaya karar vermişti. Bu irtidat hadisesini temsil eden üç grup insan bulunuyordu. Bunlardan bir kısmı tekrar putperest olmuşlardı. Bir ikincisi Müseylime ve elEsvedü'l-ansi gl.bi daha Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken peygamberlik iddiasın­ da bulunan yalancılardı. Müseylime'ye Yername halkıyla birlikte bazı insanlar tabi olmuş, el-Esved'e de San'alılarla yine bir grup insan takılmıştı. el-Esved Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ölümünden kısa bir süre önce öldürülmüş, Müseylime ise Hz. Ebu Bekr'in teşkil ettiği ve Hz. Halid koroutasında gönderilen bir ordu ile yok edilmişti. Üçüncü bir grup ise zekatın Hz. Peygamber (s.a.v.) devrine ait olduğunu söyleyerek Tevbe suresinin "Onların mallanndan sadaka al ki bununla kendilerini (günahlardan) temizlemiş, bununla onları (n hasenatını) bereketlendirmiş olasın. Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sukiinettir." meruindeki 103. ayetini te'vile kalkışmışlardı. Bunlar Hz. Peygamber'den (s.a.v.) başkasının kendilerini temizleyemeyeceğini iddia ediyorlardı. Başta Hz. EbU Bekr'in fikrinde olmayan Hz. Ömer de kısa bir süre sonra Hz. EbU Bekr'in hak yolda olduğunu görerek aynı kanaatİ o da paylaşmıştı(37)~ Aynca zekat vermek istemeyenler bu davranışlanyle İslam'ın bir hükmünü tebdil ve tağyir etmek istiyorlardı. Çünkü zekat hem. İslam'ın bir şartı ve hem de ulu'lemr'e itaatin gerçek alameti idi. Şu halde müslüman olup da ulu'l-emr'e itaat edenin mutlaka zekat vermesi gerekiyordu. İşte Hz. Ebu Bekr harp kararını yukarıda zikredilen ayetlerin delaletlerinden ve bu hususta Rası1lullah'ın (s.a.v.) beyanlanndan elde etmiş bulunuyordu. Kur'an-ı Kerim zekattan elde edilecek gelirleri şu sekiz gruba dağıtmaktadır: 1- Fakirler, 2- Miskinler, 3- Zekat amilleri (Zekat topl;ımak için görevlendirilen (35) Ahzab/33. (36) Müzzemmil/20. (37) Geniş bilgi için bkz.: 34 İbn kişiler), Hacer, Fethu'l-Bari, Kitabu İstitabeti'I-Murteddin, 3, Ha. Nu.: 6924-6925. YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN ı<ÜÇÜKKALAY • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi 4- Müellefe-i kulı1b. Bazı yazarlar Hz. Ömer'in kalpleri ısındırmak maksadıyla bazı kişilere zekattan hisse vermediğini ileri sürerek İslam'ın reforma açık olduğuna işaret etmek isternek- de fikirlerine uygun olan bu düşünce kanaatimizce doğru değildir. Zira Hz. Ömer'in, Allah'ın (c.c.) tayin etmiş olduğu bir farzı asla kaldırma salahiyeti yoktur. Hz. Ömer içinde bulundukları zamana bakarak artık İslam'a ısındırmak maksadıyla kimseye bir hisse verilmesine lüzum kalmadığı kaatine varmıştı. Hz. Peygamber devrinde bu gruptan zekat alanların hakları devamlı olmazdı. Çünkü bu, bir sebebe bağlıydı ve o sebep de ortadan kalkmıştı. tedirler. Müsteşriklerin 5- Kölelerin azad edilmesi, 6- Borçlular, 7- Allah (c.c.) yolunda cihad edenler ve 8- ihtiyacı olan yolcular. Bir başka itibarla bu sekiz sınıfı ikiye ayırabiliriz. Birincisi ihtiyaç sahibi olanlardır ki, bunlar fakirler, miskinler, yolcular ve borçlulardır. İkincisi ise; bir bakıma devletin genel siyaseti ile ilgili kimselerdir. Bunlar da vazifeliler, İslam'a ısındırmak istenen müellefe-i kulfib, köle azadı ve Allah (c.c.) yolunda yapılacak sarfiyattır. b- Ganimetler: Ganimetler de İslam devletinin gelir kaynaklarından birini teş­ kil eder. Buradan elde edilecek gelirlerin nereye sarfedilmesi gerektiğini Enfal suresinin 41. ayeti beyan etmektedir ki, fakirler de bu ayette yine dikkate alın­ mışlardır: "Eğer Allah'a (c.c.) (iman kavuştuğu hak ile batılın aynidığı gün, iki ordunun (Bedir) (gün)ü kulumuz (Muhammed)(i indirdiğİrniz ayetlere bilin ki ganimet olarak Rasülü'nün, hakkıyla etmiş) hısımların, aldığınız (c.c.) yetimlerin, yoksullann, yolcunundur. Allah (c.c.) her şeye mutlaka beşte inanmışsanız, Allah'ın herhangi bir şeyin birbirine~ biri kadirdir"(38). Bütün bunlar çok açık olarak ifade ediyor ki İslam dini fakirierin kalkınması ve fakirliğin yok edilmesi için tüm hal çarelerini ortaya koymuş bulunmaktadır. c- ei-Fey'u: Haşr suresi 6-9 ayetlerine göre harp yapmaksızın düşmandan kazanılan mallar da İslam devletinin bütçesinde yer alır. Bu gelir kaynağının da bir kısmı fakir, yetim, yolda kalmış ve miskinlere tahsis edilmiştir: "Allah'ın (c.c.) onlar(ın mallann)dan Peygamberine verdiği "fey"e gelince siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşamadınız. Fakat Allah (c.c.) Peygambeilerini dileyeceği kimseye musallat eder. Allah (c.c.) herşeye hakkıyla kadirdir." (38) Ganimetler hakkında fazla bilgi için bkz.: Vehbe ez-Zühayll, Asaru'l-harb ti'l-fıkhi'l-İslami, Şam, I 965, s. 549 vd. 35 OiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM -ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 "Ailah'ın verdiği (c.c.) (fethedilen diğer küffar) memleketler(i) ahalisinden peygamberine "fey'i" Allah'a (c.c.), Peygamberine, kalanlara aittir. Ta ki, (bu mallar) içinizden devlet olmasın. sakının, hısımlara, (yalnız) Peygamber size ne verdiyse onu alın, yoksullara, yetimlere, yolda zenginler arasında dolaşan bir size ne yasak ettiyse ondan da Allah'dan (c.c.) korkun çünkü Allah'ın (c.c.) azabı çetindir." "(Bilhassa o fey'i) hicret eden fakiriere aittir ki, onlar Allah'dan fazi (u inayet) ve Allah'a ve Peygamberine (mallarıyla ve canlarıyla) yardım hoşnutluk ederlerken ararlar ve yurtlarından ve mallarından (mahrum edilerek) çıkarılmışlardır. İşte bunlar sadıkların ta kendileridir." "Onlardan evvel (Medine'yi) yurt ve iman (evi) hicret edenlere saygı edinmiş olan kimseler, kendilerine beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli) bulmazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile (onları) öz canlanndan daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa işte muratlarına erenler onların ta kendileridir." d- Cizye: İslam devletinin bir başka gelir kaynağı da cizyedir. Bilindiği gibi İslam dini zimmilere(39) bazı mali külfetler (vergiler) yüklemiştir. Bunlardan biri de temas edilen cizyedir. Çünkü İslam, tıpkı müslüman tebea gibi bu insanların mallarını, canlarını, dinlerini, yaşatmayı üstlenmiştir. malları ırz ve namuslannı, hülasa onları her yönden huzur içinde Bu hususu Hz. Ali şöyle ifade etmektedir. "Onlar bu malı, bizim malımız, kanları da bizim kanımız gibi olsun için vermekte- dirler(40)." Zirnınller de İslam devletinin kendilerini korumasına karşılık bu mali külfete katlanacaklardır. Cizyenin meşruiyeti kitap(41), sünnetC42) ve icma' ile sabittir. Şunu da burada belirtmek yerinde olur ki, İslam devleti kendi ülkesinde yaşayan zimmilerin de ülkenin düşmanıanna karşı vatan ülkede yaşamaktadırlar. savunmasına katılmalarını Bunlar müslüman olmadıkları ister. Çünkü onlar da bu için her halde fiilen olmasa bile fikren İslam devletinin yanında değil bu devletin düşmanları yanında yer alacaklardır. Bu sebeple İslam, vatan savunmasına fiilen katılmayan zirnınHere bu mali külfeti yüklemiş ve onların da ülke savunmasına maddi bir katkılannın bulunmasını istemiştir. Alınan bu mal zirnınileri de koruyan İslam devletinin ordusuna sarfedile- cektir. Zirnınllerin ödedikleri bir miktar mal onlar için bir ceza mahiyetinde değil, korunmalanna karşılık alınmış adil bir vergiden ibarettir(43). (39) Zirnınilik birkaç husus la olabilir. Bir sulh anlaşması ile, yahut bir harpte yenilip de İslam dev Jetinin idaresini kabul etmek suretiyle veya müslüman devlet ile sulh yaparak onun vatandaşlığını ve kendisini korumasını kabul etmiş olan kimsedir. (Servet Armağan, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s. 27-28.) (40) el-Kasanl, Bedaiu's-sanai', 1327,7/111. (41) Tevbe/29. (42) el-Cassas, Ahkamü'I-Kur'an, 1338, İstanbul, 3/90 vd. (43) 1839 Tanzimat Fermanı ile müslim ve gayri müslim tebea eşit kabul edilmişlerdir. 36 YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAY • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi Tevbe suresinin 29. ayeti cizye hususunu şöyle açıklamaktadır: "Kendilerine· kitap verilenlerden ne Allah'a (c.c.), ne ahiret gününe inanmayan, Allah'ın (c.c.) ve Peygamberin haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakir kendi elleriyle, cizye verecekleri zamana kadar mu harebe edin." Netice itibariyle İslam devletinin gelir kaynaklarının hemen hemen hepsinde de fakirler için bir hisse rilmiş tir(44). ayrılmış ve onların ihtiyaçlarının giderilmesine önem ve- e- Fıtır sadakası: İslam dininin fakiriere yardım olmak üzere getirmiş olduğu bir de fıtır sactakası vardır ki, bu sadaka orucun bitmesiyle vacib olur. Zekat verebilecek durumda olan her müslüman hem kendisi ve hem de bakmakta olduğu küçük çocuklarının fıtır sadakalarını fakiriere vermek suretiyle onlara yardımda bulunacaktır. f- Keffaretler: Yine fakirliğin yok edilmesi ve fakiriere yardım için keffaret ismi altında bir yardım kolu vardır. Buna göre Allah (c.c.) işlenen bazı hataların telafisini keffaretlerle bazı esaslara bağlamış bulunmaktadır. İslam hukukunda uzunca bahsedilen bu keffaretlerin hepsinde de fakiriere yardımda bulunulması söz konusudur. müesseselerinden biri de sadakadır. Biz burada sadaka derken zekatı kast ediyor değiliz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de "zekat" yerinde g- Sadakalar: Fakiriere yardım bazan "sadaka" kelimesi de kullanılmaktadır. Buradaki sadakadan maksat, mü'minlerin bir nevi farz olarak verdikleri zekattan başka fakiriere yapacakları teberru mahiyetindeki yardımdır. Bu yardım yapılırken ihlasla yerine getirilmelidir. Zaten "sadaka" kelimesinin rimeler verilen bu alındığı sadakanın kök de bunu hissettirmektedir. Müteaddit ayeti keihlasla yapılmasını ön görmektedir: "Mallarını Allah (c.c.) yolunda harcayanların hali, yedi başak bitiren, her başakta yüz (tane) bulunan bir tek tohumun hali gibidir. Allah (c.c.) kimse dilerse ona kat kat verir. Allah (c.c.) ihsanı bol olan, hakkıyle bilendir." "Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da sonra o harcadıklarının arkasından bir başa kakış v~ bir eziyet takip katmayanlar (yok mu) onların Rableri yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, muhzun da olacak değillerdir onlar." "İyi (güzel ve tatlı) bir söz ve bir ayıp örtme; ardından eziyet gelen bir sadakadan hayır­ lıdır. Allah (kullarının sadakalarından) müstağnidir, halimdir (ukubette acele edici değildir.)" "Ey iman edenler, sadakalarınızı -malını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a (c.c.) ve ahiret gününe inanmayan bir kimse gibi- başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin. Çünkü onun hali, üzerinde bir toprak bulunup da kendine şiddetli bir yağmur (44) Cizye konusunda geniş bilgi için bkz.: Abdulkerim Zeydan, Ahkamu'z.zimmiyyin ve'l-müste'· menin, Beyrut, 1982, s. 137 vd. 37 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM- ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 isabet eden, bu suretle o, kendisini kaskatı kayanın işledikleri hali gibidir. Onlar (dünyada) bir taş haline hiçbir bırakrriış şeyden olan k!lypak bir (sevap kazamaya) muk- tedir olmazlar. Allah (c.c.) kafırler güruhuna hidayet vermez." "Allalı'ın için (c.c.) mallannı nzasını isternek ve ruhlannda olan (iman)ı kökleştirip harcayaniann hali de bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçenin haline benzer ki ona bol bir yağınur isabet etmiş de meyvelerini iki kat bol bir takviye etmek vermiştir. Ona yağmur düşmese de (hiç olmazsa onda) bir çisinti (bulunur). Allah (c.c.), ne yaparsanız (hepsini) hakkıyle görücüdür"<45l. "Onlann iyilik fısıldaşmalannın yapmayı bir çoğunda hayır veya insaniann yoktur. arasını düzeltıneyi Meğer ki bir sadaka vermeyi bir emredenler(inki) ola. Kim Allah'ın (c.c.) nzasını arayarak böyle yaparsa biz ona çok büyük bir mükiifiit vereceğiz"(46) .. Kur'an-ı Kerim verilen bu sadakanın bilhassa kişinin sevip beğendiği şeylerden olmasını da istemektedir. Bu demektir ki insan kendisinin giyerneyeceği veya yiye. meyeceğini sadaka olarak bir başkasına takdim etmemelidir. "Siz sevdiğiniz şeyler­ . den (A!Iah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş (itaatte bulunmuş) olmazsınız. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah (c.c.) onu bilicidir"(47). RasUlullah da (s.a.v.) bu şekilde verilen bir sadakanın kıyamette sahibini gölgelendireceğini ve bu kişinin bu mertebeye ulaşan yedi neferden biri olacağını beyan etmektedirC48). Şu halde fakiderin kalkındınlmasına ilişkin yapılan bu yardımın her şeyden önce ibiasla ve iyi niyetle yapılması şarttır. Burada fakiriere sadaka verilmesini ve bunun dini bir görev olduğunu söylerken bazılarının İslam dininin tembelliğe cesaret verdiği şeklindeki iddialarına da kısaca cevap vermek istiyoruz. Gerçek şudur ki, İslam dini hiçbir zaman tembellik ve gevşekliği ~svip etmez. İslam, fakiriere yardımı emrederken cemiyet içerisinde çaba göstermelerine ve çalışmalarına rağmen varlıklı olmaya yol bulamayan kişileri kast etmektedir. Her cemiyette böylelerinin bulunması tabiidir. Aynca İslam dini bu insanları hiçbir zaman küçümsemez, onların bir başkası karşısında ezilmesini de asla istemez: "Onlar eğer Medine'ye dönersek, andolsun, en şerefli ve kuvvetli olan(ımız) orada efi hakir (ve zayıf) olanı muhakkak çıkaracaktır, diyorlardı. Halbuki şeref, kuvvet ve gali~ biyet Allah'ındır, Peygamberinindir, mü'minlerindir. Fakat mezler"(49) (45) Bakara/261-265. (46) Nisa/1 ı 4. (47) Alu Imran/92. (48) el-Buhari, Ezan, 36, Ha. Nu.: 660. (49) Münafikfin/8. 38 münafıklar (bunu) bil- YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAY • KUR'.Ô.N-1 KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi "Andolsun ki, biz Ade m oğullarını üstün bir izzet ve karada, denizde taşıyacak (vasıtalar) şerefe mahzar kılmışızdır. Onlara verdik. Onlara güzel güzel nzıklar verdik; onları yarattığımızın bir çoğundan üstün kıldık"(50). h- Vakıflar: Fakiriere kullara ait olmak üzere bir yardım teşekküllerinden şeyi biri de vakıftır. Vakıf, faidesi Allah (c.c.) için mülkiyetten çıkarmak demektir ki, bu malın artık satılması, bir başkasına bağışlanması ve varisiere intikali mümkün olmaz. Vakıflardan temin edilen gelirler her ne kadar değişik yönlere sarfediliyorsa da netice olarak yine fakir ve yoksunann hakkı sayılır. islam' dan önce islami manada bir vakıf müessesesi bilinmiyordu. Cahiliyet devrinde bir kimsenin evini veya bir başka malım vakıf olarak elden çıkardığı da işitilmemiştir. Bu durumda vakıf teşki­ latı İslam dininin getirmiş olduğu bir yeniliktir diyebiliriz(51). Müslümanlardan pekçoğu Rası1lullah'ın (s.a.s.) "İnsan ölünce üç şey hariç artık arneli kesilmiş olur. O üç şey, ölenini hayıda anan ve duada bulunan bir çocuk, fayc dalı bir ilim ve (devamlı olarak hayırdan istifade edilen) sadaka-ı cariyedir"(52) hadislerine binaen pek çok vakıflar kurmuşlardır. Aynı şekilde Hz. Ebu Bekir, Osman, Ali ve daha başka pek çok kadın ve erkek sahabiler mallannı bu yolla mülkiyetlerinden çıkarmışlardır. İslam ülkelerinde çok çeşitli vakıflar vardı. Bunlan kısaca şu şekilde sıralayabi­ liriz(53): -1- Fakir ve kimsesizlere yemek yedirmek için kurulan yapılan yemeklerle fakirler doyurulurdu. vakıflan: 2- Hastane Bu vakıflardan vakıflar: Bu vakıflarda elde edilen gelirler tamamen hastanelere sarfedilirdi. 3- Fakiriere 4- Kur'an perşembe günü bazı hususi günlerde kullanmak üzere ziynet eşyası veren vakflar. öğrenen yapılan çocuklar vakfı: müzakerede Bu başanlı vakfın geliri Kur'an öğrenen ve her olan fakir müslüman çocuklaona tahsis edilmişti. 5- Öğrenci ve bilhassa Kur'an-ı Kerim'in tecvidini öğrenenler vakfı. 7- Ramazanda tatlı dağıtmak için aynlmış vakıflar. 8- Kimsesizlerin banyo yapabilmeleri için tahsis edilen vakıflar. 9- Boşanmış olup kimsesi olmayan kadınlara ait vakıflar. (50) İsril/70. Keyfe Alece'l-İslamu Müşkilete'I-Fakr, s. 44A5. Muhammed Ebu Zelıra diyor ki; İslam'dan önce her ne kadar vakıf ismiyle değilse de buna benzer bir şeyler mevcuttu. Çünkü bir takım mabetierde görev yapanlara tarla, bağ ve bahçelerden elde edilen ürünlerden verilmekteydi. Bu da bir nevi vakıf olarak kabul edilebilir. (Muhadaratün filvakf, Mısır, 1971, s. 5 vd.) (52) Ebfi Davud, Yasaya, Ha. Nu.: 2880, Ebu Abdirrahman en-Neslll, es-Sünen, Kahire, 1964, 6/251; Müslim, Yasaya, 3, Ha. Nu.: 1631. · (53) Keyfe Alece'I-İslam, s. 48 vd. (51) 39 DiYANET iLMi DERGi • EKiM -KASIM- ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 Bunlar yanında Fas'da körler ve hastalar için vakıflar kurulmuştu. Tunus'da sırf balık alarak fakiriere dağıtma vakfı vardı. Şam'da ise fakir kız çocuklarını evlendirebilmek için vakfılar kurulduğunu müşahede ediyoruz. Yine Şam'da yüzlerce vakıf bulunuyordu. Bunlar arasında: 1- Hacca gidemeyenlere tahsisat, 2- Esirleri kurtarma, 3-. Yolda kalmışları yedirip, içirip yola giderken de yiyeceğini temin etme ve 4- Yolların tamir ve ıslahı için vakıflar mevcuttu. Bunlardan başka pek çok vakıf müesseseleri fakir ve yoksullara tahsis edilmiş bulunuyordu. Şarkta 1886 yalında gezinti yapan bir şarkiyatçı İngiliz yazarı İstanbul ve Kahire'deki fakir yurtlannın 415'e ulaştığını söylemekteC54) ve burada barındinianların sayısının da 40.000'e ulaştığını ifade etmektedir. Daha sonra da şunları söylüyor: "Bu iki büyük İslam şehrinde fakirlik hemen hemen yok olmuş sayılır. Gördüğüm bütün dilenciler hristiyan ve yahudilerden idi. Bu hayır müesseseleri için çok güzel binalar yapılmış ve kapılarının üzerine de fakiriere yardımı teşvik edici ayetler yazılmıştır. En çok dikkatimi çeken şey, her fakir yurdunun yanında bir de hamam ve çeşme yapılmış olmasıydı." i- Karaborsacılık yasaktır: İslam dini maişeti kolaylaştırmak, bütün halk tabakalannın ihtiyaçlarını temin etmek için ihtikan yasaklamıştır. Bu hususta RasUlullah' ın (s.a. s.) müteaddit hadisi şerifleri vardır ki hepsi de ihtikar yoluyla müslümanların nzıklarını daraltanlara suçlarının büyüklüğünü anlatmaktadır. "İhtikar yapan mutlaka hatalıdır, günahkardır"(55). "Tacir merzuktur, muhtekir ise mel'undur"(56), "Her kim fiyat artması kashyla halkın erzakını kırk gün ihtikar ederse Allah'ın İlıdinden uzaklaşır, Allah ondan beri olur"(57). Bu konuyla ilgili başka hadisi şerifler de vardır. Bu hadislerden de anlaşıldığına göre insanların yiyecekleriyle oynayarak servet ve kazanç temin eden, halkı sıkıntıya sokarak saadet elde etmeye çalışan ihtikarcılar üzerinde İslam dini çok durmuş ve yaptıkları işin hiç de doğru olmadığını açık­ lamıştır. İslam dini fakirierin hakkını korumak, onları geçim darlığına düşürmernek için fiyatların yüks~lmesi halinde devamlı olarak fıyat kontrolü yaptırır(58). Herkes alabildiğine fiyatlarda yükseltme yapamaz. İslam'ın getirdiği Hisbe nizarnı işte bunun (54) Aynı eser, s. 53 vd. (55) İbn Mace, Ticarat, 6, Ha. Nu.: 2514. (56) Aynı yer, Ha. Nu.: 2153. (57) Müsnedü'I-İmam Ahmed, 2/33. (58) Macid Ebii Ruhayye, et-Tes'ir fi'I-İslam, Amman, 1983, s. 28 vd. 40 YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAY • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi için kurulmuştur. Bu nizama göre hükümetin tayin edeceği kişiler devamlı olarak fiyatiann durumunu incelerler ve lüzumu halinde fiyat ayarlaması yoluna giderek herkesi kendi arzusuna göre hareket etmeye bırakmazlar. İmam Ebu Hanife, bilir kişi ile yapılacak istişare sonunda gerekirse fiyatıann ayarlanabileceğini, bazı hallerde ise gerekli olduğunu söylemektedir(59). Hz. Ömer Rasulullah'ın (s.a.s.) ihtikar yapanlar hakkında iflasa veya cüzzam hastalığına uğrayacaklannı söylediğini açıklamıştır<60). Bu işi yapan iki kişiden biri bir daha yapmayacağına söz vermiş, ikincisi ise malımızia alıp satıyoruz demişti. Bu hadisin ravisi bu ikinci şahsın o hastalİğa tutulduğunu gözlerimle gördüm demektedirC61). Harun asla izin Reşid çarşının vermemiş kontrol edilmesi için bazı kimseler tayin ederek ihtikara ve böyle yapanların büyük cezalara çarptınlacağını ilan etmişti(62). Halife Mustansır zamanında bir fiyat yükselmesi olmuş, Mustansır da valiye mektup yazarak: "Eğer bu durumu düzeltmezseniz sizi cezalandıracağım." demişti. Vali ölüm cezasına çarptınlmış bir kaç kişiyi hapisten çıkararak memleketin tanın­ mış bir taeiri gibi giydirip kuşatmış, daha sonra şehrin ileri gelen esnafını çağınp onlarla bir toplantı yapmıştı. Toplantı esnasında o hükümlü kişilerden birini getirerek "Demek bÜtün yaptıkların yetmedi de padişaha karşı geldin ve müslümanların yiyeceklerine de el attın, öyle mi?" diyerek orada boynunu vurdurttu. Bir ikinci şahsın getirilmesini isteyince oradaki tüccar araya girerek durumun düzeltileceğine dair söz verdiler ve çarşıdaki pahalılığı yok ettiler(63). j- Karz: Fakirierin ihtiyaçlarını giderip onlan sıkıntıdan kurtarmak için İslam 'ın tavsiye ettiği hususlardan biri de karz'dır. Karz hakkında Kur'an-ı Kerim'de teşvik edici ayetler vardır. "Kimdir o ki, Allah'a (c.c.) güzel bir ödünç versin de (Allah da) onu kat kat artırsın. Allah (kimini) daraltır, (kimini) genişletir. Siz (hepiniz) ancak ona döndürü(lüp götürü)leceksiniz"(64). ".,. Allah'a karz-ü hasenle ödünç verenler (yok mu?) onlar(ın mükafatı) kat kat artınlır"(65). Aynca Rasıllullah (s.a.s.) "Kul kardeşinin yardımında oldukça Allah da o kulun yardımında bulunur." buyunnuştur<66). (59) Keyfe Alece'I-İslam, s. 58-59. (60) İbn Mace, Ticarat, Ha. Nu.: 2155. (61) Keyfe Alece'I-İslam, s. 61. (62) Aynı yer. (63) Aynı eser, s. 63-64. (64) Bakara/245. (65) Hadid/18. (66) Müsnedü'I-İmam Ahmed, 2/274. 41 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM- ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 Bu yolla para veren kimse borçlunun durumunu göz önünde bulundurmalı ve · şayet eli dar ise bolalıncaya kadar beklemelidir. Bu hususu Bakara suresinin 280. ayetinden anlamaktayız: "Borçlu darda ise bolalıncaya kadar ona mühlet verin." Alacaklımnda alacağını isteyeceği zaman borçluya iyi davranması gerekmektedir. Borçlu da öyle yapmalıdır. Rivayete göre Rasillullah (s.a.s.) bir bedeviden ödünç deve almıştı. Bedevi deveyi geri almaya gelince biraz sertlik gösterdi. Galeyana gelen sahabeye Rasillullah (s.a.s,) "Bırakın (ne de olsa) hak sahibinin bir söz hakkı (e vardır." bu~rdu. Daha sonra da devesini vermelerini emretti. Ashab: "Onun devesinin ayarında bir deve yok, ancak onunkinden daha iyisini bulabiliyoruz." dediklerinde de Rasftlullah (s.a.s.): "Verin, en hayırlınız en iyi ödeme yapanınızdır." buyurdu(67). k- Faiz haramdır: ·Karz usftlüne teşvik eden İslam dini fakir ve muhtaçların durumlarını da dikkate alarak faizi haram kılmıştır: "Riba yiyen (ve alan) o tefeciler (yok mu?-Bunlar mezarlarından) şeytan çarpmışlar gibi delilik ile musab olarak kalkarlar. Bu ceza demelerindendir. Halbuki Allah (c.c.) ki Rabbi geçmişi tarafından alış-verişi onların: heHil, kendisine (faizden nehyeden) bir 'Bey' riba gibi (helal)dir.' ribayı öğüt haram kılmıştır. Her kim gelir de vaz geçerse artık ona, hükmü de Allah'a aittir. Kim de döner(ek ribayı helal görür, yeniden faiz alır)sa, bunlar da cehennem ashabıdırlar, hep orada kalırlar"(68)_ Şu halde faiz yiyenler kıyamet gününde tıpkı dünyadaki delilerin hareketleri gibi bir takım tabii olmayan davranışlarıyla bilineceklerdir: "Ey iman edenler, eğer siz (hakiki) mü'minler iseniz Allah'dan korkunuz da, ribadan (borçlu zimmetinde) kalan miktarı (ona) bırakınız, şayet devam eder)seniz size, Allah ve Peygamberi niz"(69)_ tarafından böyle yapmaz (da tefecilikte bir harp açılacağını iyi bili- Rasillullah (s.a.s.) insanlık tarihinin bir şaheseri olan Veda Hutbesinde cahiliyet devrinden beri devam ede gelen tefeciliğin artık sona erdiğini kesin bir ifadeyle beyarı etmiştir: "Faiz artık mülğadır. Fakat borcunuzun aslını vermek vacibtir. Ne zulmediniz ne de mağdur olunuz." Hz. Peygamber'in ilk kaldırdığı faiz de Abdülmuttalib oğlu Abbas'ın faizi idi(70)_ Faiz haram olmalıydı. Çünkü tefecilikle hiçbir surette ictimai bir dayanışma meydana gelemezdi. Faiz veren kimse vermiş olduğu bu fazlalığı asla Allah nzası için vermez ve öderken de alacaklıya karşı öfkeli bir tavır takınarak ödeme yapar. Böylece insanlar arasındaki fazilet hisleri tamamen ölür. Faiz alanlar da insafsızca (67) Müslim, Musilkat, 22, Ha. Nu: 1601. (68) Bakara/275. (69) .Bakara/278-279. (70) İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, Kahire, 1966, 4/603 vd. 42 YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAY • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi karşısındakilerin kıvranmalarına bakmadan bu haram lokmayı alarak ahiretlerini zindana çevirirler. Bu sebeple insanlık duygusu silinip yok olur, ticaret, sanat ve iktisadi gelişmelere giden yollar tamamen kapanır. İslam dini semavi dinlerin en sonuncusu ve mütekamili olduuğuna göre koymuş olduğu bu faiz yasağı kayamete kadar kalacaktır. Çünkü din tamamlanmıştır: "Bugün sizin dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi de tamamladım ve size din olarak İslam'ı ihtiyar ve intibab ettim"(71)_ Netice itibariyle faiz, İslam'ın haram kıldığı bir muamele şeklidir. Bunda da İslam her şeyden önce fakirleri gözetmiş ve onların mağdur olmamalarını istemiştir. Rası1lullah da (s.a.s.) faiz yiyene, yedirene, yazana ve şahidierine bedduada bulunmuştur02). Çünkü faizle yapılan muamele halkın fakir düşüp devamlı ihtiyaç içerisinde kalmasına vesile olmaktadır. Faiz yoluyla gelen para her ne kadar çok olursa olsun sonunda yok olmaya mahkıımdur03). Faiz için, tıpkı bir alış veriş gibidir diyerek haram olan faizi helal kabul eden insanın İslam 'la ilişiği kesilmiş olur. Çünkü Allah 'ın haram kıldığı bir şeyi helal olarak görmek çok kötüdür ve insanın inancını yok edebilir. Başkalarının helal demesiyle veya faizli muamelelere müsade edilmesiyle bu faiz meşruiyet kazanmaz. Çünkü haram ve helalı tayin eden ancak Allah (c.c.) ve O'nun RasUlü'dür. Rası1lullah (s.a.s.) faizle ilgili olarak anlattığı ve Buhari'nin rivayet ettiği bir rüyasında faiz yiyen kimsenin kandan bir nehir içinde bulunacağı ve bu nehirden her çıkmak isteyişinde kıyıda duran bir kimse tarafından taşlanacağı ve tekrar o nehre itileceği ve bu durumun tekrarlanacağından bahsetmektedir04). Rası1llullah (s.a.s.) Arap Yanmadası'nda bulunan yahudilerin faizle iş yapmamaları için kendilerinden söz almıştı. Bu yarımadada kalmalarını da bu şarta bağlamıştı. Fakat yahudiler sözlerinde durmayınca Hz. Peygamber kendilerini uzaklaştırdı05). Faizin yaygın olduğu bir toplumda cimrilik artar, kazançlarından ilahi bereket kaldırılır ve Allah o topluma beklenmedik felaketler verir(76). Faiz kötülüklerin kaynağı, fitnenin başı, iktisadi dengenin bozulmasında en büyük amildir. Bunun için zina ile faiz bir yerde görüldüğü takdirde ora halkı kendilerini Allah'ın azabına müstehak kılmışlar demektir(77). (71) Maide/2. el-Buhari, Libas, 86, Ha. Nu.: 5945; Müsnedü'I-İmam Ahmed, 1/83, 88, 93 ... ; Müslim, Musaldit, 19, Ha. Nu.: 1598; EbU Davud, Buyu', 4, Ha. Nu.: 3333. (73) Müsnedü'I-İmam Ahmed, 1/395. (74) el-Buhari, et-Ta'blr, 48, Ha. Nu.: 7047. (75) Keyfe Alece'l-İslam, s. 79. (76) Aynı eser, s. 82-83. (77) Müsnedü'l-İmam Ahmed, 1/402. (72) 43 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM- ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 1- Çalışmak: Fakirliğin karşısına çıkan güçlü tedbirlerden biri de çalışmaktır. Allah Teala yerleri ve gökleri insanoğlu için yaratmıştır. Bunun için de çalışıp çabalayıp nzkını temin etmesi gerekir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. O halde onun köşesinde bucağında dolaşm! (AIIah'm) rızkından yiyin"(78J. Bu nedenlerdir ki İslam dini -bir zarar doğuonadığı veya prensiplerine aykın düşmediği sürece- insanoğlu için her türlü çalışma kapısını açık tutmaktadır. İnsan evinde oturup nzkının ayağına kadar gelmesini bekleyemez. Çünkü -Hz. Ömer'in de dediği gibi- gökyüzü ne altın ve ne de gümüş yağdınnaktadır(79)_ Çalışmanın ehemiyetini belirten pek çok ayet ve hadis vardır. Yine bunun içindir ki İslam dilenciliğe izin vennemektedir. Bir hadisi şerifte şöyle denilmiştir: "Nefsim kudreti altında olan Allah'a yemin ederim ki herhangi birinizinipini alarak (dağdan-bayırdan) odun toplayıp sırtma koyarak onu satmak suretiyle geçinmesi insanlara ihtiyacını arz etmekten daha hayırlıdır. İstediği adam kendisine birşey versin veya vermesin"(80)_ Kendisinden bir şeyler istenen insan verse de vennese de dilenrnek bir zillettir. Görüldüğü gibi bu hadisi şerif insanları güçleri nisbetinde çalışmaya teşvik etmektedir. Mesela çarşıdaki seyyar bir satıcının çalışarak bir zaman sonra büyük iş adamlarından olup fabrikalar bile kurduğu görülmüş olaylardandır. Hakim b. Hızarn'ın anlattığına göre Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyunnuştur: Hakim diyor ki: Ben Rasfilullah'dan (s.a.s.) bir şeyler istedim verdiler. Tekrar istedim yine verdiler. Bir daha istedim yine verdirler. Sonra da "Ey Hakim, mal arzu edilir, hoştur ve tatlıdır; kim bu malı verenden gönül arzusuyla alırsa alan kişi bu malın bereketini bulur. Ve kim ki hırslı olarak alırsa alan kimse o malın asla bereketini bulamaz ve yediği halde doymayan kişi gibi olur. Veren el, alan elden hayırlıdır" buyurdular. Ben o zaman "Ya Rasülallah (s.a.v.) seni hak peygamber ol~ak gönderen Allah'a (c.c.) yemin ederim ki çalışır çabalarım senden sonra da ölünceye kadar kimseden hiçbir şey istemem" dedimC81). Bu hadisten de dileomenin haram olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ancak ölümle karşı karşıya kalan bir kimsenin yakın­ larından ve dostlarından bir şeyler istemesi mümkün olabilir. Kuru bir toprak üzerinde kalacak kadar hiçbir şeyi kalmayan fakir bir insan da başkalarından istekte bulunabilirC82). Yine bir başka hadiste "Her kim malını çoğaltmek için insanlardan mallarını isterse o ancak ateş parçası ister. Artık ister azını ister çoğunu istesin" (83) denilmektedir. (78) Mülk/15. (79) Müşkiletü'l-fakr, s. 48. (80) el-Buhari, Zekat, 50, Ha. Nu.: 1470. (81) Aynı yer, Ha. Nu.: 1472. (82) Nesei, zekat, "Fadlu men la yes'elü'n-nase şey'en", 5/96-97. (83) Müslim, zekat, 35, Ha. Nu.: 1041. 44 YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAY • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi B- FAKİRLİK PROBLEMi VE DEGİŞİK GÖRÜŞLER Fakirlik bir fazilet değildir: Bazı insanlar fakirliğin bir nimet olduğunu ve Allah'ın (c.c.) bunu ancak sevdiği kullarına verdiğini söylemektedirler. İnsan, fakir düştüğü zaman bu halinden kurtulmak için çaba harcamamalı ve bunu Allah'ın (c.c.) kendisine ihsan ettiği bir nimet kabul etmelidir diyorlar. Ne var ki bu fikir İslami bir düşünce olmadığı gibi zahidligin methedilmesi de fakirliğin övülmesi anlamına gelmemektedir(84). Zira Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de kullarına mal vermek suretiyle onları mükafatlandırdığını belirtmektedir: " ... Sizin mallarınızı, oğullarınızı da çoğaltır."(85) Bazı insanlar da fakirliğin bir musibet olduğunu söylerler. Faldrlik, derler, Allah'ın (c.c.) kaza ve kaderidir. Allah (c.c.) dileseydi herkesi zengin yapabilirdi. Bu düşüncede olan insanlar fakiriere sabır tavsiye etmekte ve kaderlerine razı olmalarını söylemektedirler. Tavsiyeleri bundan öte gitmeyen bu grup zenginlerin içinde bulunduklan israf dolu hayatıanna hiç bakiDıyorlar ve onların fakiriere karşı ne derece yardımcı olmalan gerektiğini unutmuş görünüyorlar. Bunların tüm nasihatleri fakirIerin sabırlı olması yolunda gelişmektedir. İslam dini bu insanların görüşlerini de benimsemez. Çünkü bu düşünceyle hareket edilecek olursa fakirliği yenmek ve insanları mal yüzünden düştükleri bataklıktan kurtarmak için hiçbir çaba harcamamak gerikir. İşte Kur'an-ı Kerim bu fikre karşı adeta savaş açmıştır: "Onlara Allah'ın (c.c.) rızıklandırdığı şeylerden (hayra) infak edin denildiği zaman o küfredenler iman edenlere (şöyle) dedi(ler): Allah (c.c.) dileseydi yedireceği kimseyi biz mi yedirecek mişiz? Siz apaçık sapıklıkta bulunanlardan başkası değilsiniz."(86) Ancak her hastalığın bir tedavisi olduğu gibi fakirliğin de tedavi yol. larını her halde aramak gerekir. Bu tedavi yollan da ancak İslamiyet'in getirdiği zekat müessesesinin gereği gibi çalıştırılması ile mümkündür. Fakirliği Allah'ın (c.c.) kaza ve kaderi olarak yorumlayıp bu sebeple fakirierin içinde bulunduklan mali sıkıntıya her şekliyle rıza göstermeleri gerektiği söylenemez. Hz. Peygamber'in Hz. Enes için dua edip malının artmasını istediği, Hz. EbU Bekr'in malından faydalandığı gibi hiç kimsenin malından faydalanmadığını ifade ettiği bir gerçektir<87). Fakirlikten sorumlu olan yalnız fert değildir: Kapitalistlerin bu konudaki görüşleri şöyledir(88). Diyorlar ki, fakirlik hakikaten bir felakettir. Fakat bunun (84) Müşkiletü'l-fakr, s. 17. (85) Nuh/12. (86) Yasin/47. (87) Müşkiletü'l-fakr, s. 26. (88) Aynı eser, s. 12. 45 DiYANET iLMi DERGi • EKiM- KASIM --ARALIK 1995 • CiLT:31 • SAYI: 4 sorumlusu ne devlet, ne zenginler ve ne de toplumdur. Bu· problemin' sorumlusu ancak ve ancak fakirin kendisidir. Hz. Musa'nın kavminden olan Kfuun da böyle düşünüyordu(89), Kendisine, Allah'ın (c.c.) sana iyilikte bulunduğu gibi sen de iyilik yap denilince şöyle demişti: "Bu bana ancak bende olan ilim sayesinde verilmiştir"(90). Kapitalistler topladıklan mallan zekalan sayesinde kazandıkianna inanırlar. Bu nedenle de mallannı diledikleri gibi kullanabilmek isterler. Mal sahibi olamayanlardan ise toplum sorumlu değildir; "zekasını kullanıp kazansaydı" derler. Zenginlere.gelince fakirierin onlardan alacaklan hiçbir haklan yoktur. Eğer zenginler fakir düşenlere birşeyler verirlerse bu onlardan fakiriere uzatılan bir lütuftur, iyiliktir inancını taşırlar. İşte kapitalistlerin düşünceleri ve uygulamalan bundan ibarettir. Ancak bunlann unuttuklan bir şey var ki, o da şudur: Mal, mülk tüm kainat, herşey Allah'ın (c.c.) malıdır. Çünkü yaratan O'dur. İnsanoğlu malının bir vekili durumundadır. Bu malı çalıştıran, ondan belli bir süre için menfaatlanıp sonra da onu terkedip bu dünyadan göçecek olan bir emanetçidir. Yani er veya geç emanetçi olduğu için bu mal onun elinden çıkacaktır. SONUÇ Fakirliğin toplumlar için sıkıntı teşkil ettiği bir gerçektir. Şayet bu problem ülke genelindeki gelir kaynaklannın azlığı ve nüfusun da çokluğundan ileri gelmekteyse toplum tarafından bu problemin normal kabul edilmesi mümkündür. Fakat toplum. dan sosyal adalet kalkmış, servet dağılımına bir dengesizlik hakim olmuşsa o zaman fakirliğin bu nevi dengesizliklerden kaynaklandığını da söylemek gerekmektedir. Bir tarafta haksız kazançlar, vurgun ve meşru olmayan usullerle gelir temin edenlerin yanında aynı toplumda günlük yiyeceğini elde edemeyen, maddi sıkıntısı yüzünden bir kutu ilacını alamayan, kışın ısınamadıkları için çocukları donarak ölen. insanlar yaşıyorsa bu toplumda ciddi bir hastalık var demektir. Bu gibi toplumlarda iktisadi dengeler bozulur ve "nereden ve nasıl kazanırsan kazan, nereye ve nasıl istersen harca" felsefesi hakim olur. Yine bu toplumlarda cinayetler artar, intiharlar çoğalır, insanlar arasındaki dini ve milli bağlar tamamen gevşeyip kopar. Artık kimsenin kimseye itimadı da kalmamıştır bu toplumda. Kişi her türlü alışverişinde insan aldatmayı adeta meslek edinir. Mali sakıntı önce kişinin kendisine yansır. Sonra aile fertleri de bu sıkıntıya ortak olurlar. Sonunda bu ortaklığa toplumda katılır. Bir toplumda zirnınete para geçirmeler gerçek manada ceza görmez, katile layık olduğu ceza verilmez, ahlak ve din kurallan da hor görülerek göz ardı edilirse bu toplumun çöküşünü kimse engelleyemez. (89) Aynı yer. (90) Kasas(77. 46' YRD. DOÇ. DR. HÜSEYiN KÜÇÜKKALAY • KUR' AN-I KERiM VE FAKiRLiK PROBLEMi İnsanlık öyle bir nizama sarılmalı ki bu nizamın tümü hak ve adalet olsun, devlet malına saldıranlar olmasın, fertlerin kalpleri Allah (c.c.) korkusuyla dolup taşsın, suçlar layık oldukları cezaları mutlaka görsün ve fakirierin tüm hakları korunsun. Kötülüğe götüren yollar kapatılsın, Hiyık olmayanlar iş başına gelmesin, "kardeşim aç iken ben geeemi tok olarak geçirernem" inancı kalplere yerleşsin. 47