kadınlara özel hallerle lg l hükümler n slam hukuku açısından

advertisement
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (İSLAM HUKUKU)
ANABİLİMDALI
KADINLARA ÖZEL HALLERLE İLGİLİ
HÜKÜMLERİN İSLAM HUKUKU
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Lisans Tezi
Gülsüm SOYDAN
Ankara 2007
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (İSLAM HUKUKU)
ANABİLİMDALI
KADINLARA ÖZEL HALLERLE İLGİLİ
HÜKÜMLERİN İSLAM HUKUKU
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Lisans Tezi
Gülsüm SOYDAN
Tez Danışmanı:
Prof.Dr.İbrahim ÇALIŞKAN
Ankara 2007
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ………………………………………………………………………….....V
GİRİŞ…………………………………………………………………….……......1
I. Konunun Önemi………………………………………………………..……1
II. Konunun Sınırlandırılması………………………………………………..1
III. Konunun Sunulması………………………………………………….…….2
IV. Konuyla İlgili Kaynakların Değerlendirilmesi……………………...…2
BİRİNCİ BÖLÜM
KADINLARA ÖZEL HALLER
I. Hayız……………………………………………………………………………4
A. Hayzın Mâhiyeti…………………………………………………………..4
B. Hayzın Süresi……………………………………………………….…...15
II. Nifas…………………………………………………………………………..20
A. Nifasın Mâhiyeti………………………………………………….……..20
B. Nifasın Süresi……………………………………………………….…..23
III. İstihâza……………………………………………………………….………25
A. İstihâzanın Mâhiyeti……………………………………..…………….25
III
İKİNCİ BÖLÜM
KADINLARA ÖZEL HALLERLE İLGİLİ HÜKÜMLERİN İSLÂM
HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
I. Hayızla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi………………….……..29
A. Mübâşeret……………………………………………………….……….29
B. Namaz……………………………………………………………….…….40
C. Oruç………………………………………………………………….……43
D. Hacc……………………………………………………………..............50
E. Mescide Girme…………………………………………………………..54
F. Mushafa Dokunma ve Kur’ân Okuma……………………………..57
II. Nifasla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi………………………….61
A. Mübâşeret…………………………………………………………….…..62
B. Namaz………………………………………………………………….….62
C. Oruç…………………………………………………………………..……62
D. Hacc……………………………………………………………..............63
E. Mescide Girme…………………………………………………………..63
F. Mushafa Dokunma ve Kur’ân Okuma……………………………..64
III. İstihazayla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi…………………….64
A. Mübâşeret………………………………………………………………..64
B. Namaz……………………………………………………………………..65
C. Oruç……………………………………………………………………….69
D. Hacc……………………………………………………………………….70
IV
E. Mescide Girme…………………………………………………………..70
F. Mushafa Dokunma ve Kur’ân Okuma……………………….…….70
SONUÇ…………………………………………………………………………….71
KAYNAKÇA…………..………………………………………………………….73
ÖZET………………………………………………………………………………88
ABSTRACT………………………………………………………………………89
V
ÖNSÖZ
İnsan neslinin devamı için kadında ve erkekte birtakım fiziksel
özellikler bulunmaktadır. Bu fiziksel özelliklerin kadına âit bölümü
olan hayız, nifas ve istihâzanın doğru anlaşılmasıyla ilgili, özellikle
kadınlara hakkettiği düzeyde değer verilmeyen kültürlerde bazı
sıkıntılar yaşandığı bilinmektedir. Bunda meselenin kişinin özel
alanına girmesi dolayısıyla açık ve net bir şekilde dile getirilememesi
sonucu
olarak
bireysel
iletişime
dayalı
gelişen,
disiplin
ve
homojenlikten uzak bir sözel kültürün en büyük rolü oynamış olması
muhtemeldir.
Danışman hocamla yaptığım istişârede meselenin, zaten
mevcut hükümleri sıralamaktan ibâret hâle getirmeksizin ya da
ayrıntılara boğmaksızın anlamlı bir bütün olarak ele alınarak, en
azından daha kapsamlı araştırmalara basamak olabilecek nitelikte
bir çalışmanın yararlı olacağı kanaatine vardım.
Dînî
açıdan
birtakım
düzenlemeleri
berâberinde
getiren
kadınlara özel hallerle ilgili hükümlere dâir ilâhî söylemi aşan
kültürel yorumları eleştirel bir gözle değerlendirmek çalışmamızın
yegâne hedefi olduğu halde, bu değerlendirmeyi zenginleştirmek için
gerekli olan tıbbî, sosyal ve psikolojik analizlere de yer vermeye
çalışılmıştır.
İlk önce şahsım sonra da tüm hanımlar adına, kaynak
ihtiyacıma büyük oranda karşılık veren İSAM’ın kuruluşunda ve
VI
devamında katkı sahibi herkese ve bu çalışmanın oluşmasında titiz
gayretlerini
esirgemeyen
değerli
danışman
hocam
sayın
Prof.Dr.İbrahim ÇALIŞKAN Bey’e zamanlarını ayırıp önemli katkılarda
bulundukları için gönülden minnettârım.
Gülsüm SOYDAN
GİRİŞ
KAPSAM ve METOD
I.
Konunun Önemi
İslam dinine göre kadınlar özel hallerinde, abdestli olmayı
gerektiren fiillerden muaf tutulmuş ayrıca onlara, sağlıklı olmayı
gerektiren fillerin terki ve sonradan telafisi içinse izin verilmiştir. Bu
muaf tutulmanın sınırları ve nedenleri İslam hukuk literatüründe
epeyce tartışılmış fakat özellikle kadınlarla ilgili meselelerde uç
noktalara
kaçıldığı
için
bu
konu
üzerinde
görüş
birliğine
varılamamıştır. Bu nedenle müslüman toplumun kadın kesiminde
pratik, erkek kesiminde ise teorik bir karmaşa gözlenmektedir.
Gerekli tıbbî, psikolojik ve sosyolojik incelemeler yapılarak, söz
konusu hükümlerin tarihsel olanları olmayanlardan, ayrıca dînî
söylem konuyla ilgili yerleşmiş örften ayırt edilmeye çalışılmıştır.
Böylece,
değiştirilemeyecek
ve
gerektiğinde
değiştirilebilecek
hükümlerin birbirinden ayrılması müslümanlara bir hareket imkanı
sağlamak bakımından önemlidir.
II. Konunun Sınırlandırılması
Kadınlara özel hallerle ilgili hükümlerin incelenmesinden ibâret
olan çalışmamızda, bu inceleme için konuyu dağıtmayacak şekilde
hâdisenin birtakım tıbbî, psikolojik ve sosyolojik boyutları ele
alınmaya gayret gösterilmiştir. Bunun dışında Kur’ân’da hayza göre
2
düzenlenen talâk (boşanma) meselesi, konuyla doğrudan ilgisi
olmadığı, yani hayzın mâhiyetinden ziyâde süresini belirleme amacı
taşıdığından incelenmemiştir.
III. Konunun Sunulması
Konu iki ana bölüm halinde sunulmuştur:
Birinci bölümde kadınlara özel haller, fizikî boyutundan dolayı
tıbbî açıdan incelenmiştir. Klasik kaynaklarda bulunan ve tıbbî
unsurlar taşıyan rivâyetlere de yer verilmiş ve bunların modern tıpla
örtüşüp örtüşmediği tespit edilmeye çalışılmıştır.
İkinci bölümde hayız, nifas ve istihâzanın ortak meselelere aynı
ya da farklı etkileri incelenmiş, hükümlerin sağlamlığı farklı açılardan
kontrol edilerek ya mevcut hükmün geçerliliği tespit edilmiş, ya
seçenekler arasında tercih yapılmış ya da delilleriyle birlikte bu
konuda verilmiş hükümlerden farklı bir hüküm öngörülmüştür.
IV. Konuyla İlgili Kaynakların Değerlendirilmesi
İlk
aşamada
kitaplarından
jinekoloji
yararlanılarak
konularını
kadınlara
içinde
özel
barındıran
haller,
tıp
günümüzde
gelinen son noktaya göre açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Konuyla ilgili hükümlere varmada, Kur’ân’da tek bir âyet olduğu,
dolayısıyla hadisler belirleyicilik arz ettiği için hadis literatürü
taranarak söz konusu rivâyetler tespit edilmeye çalışılmış, hem senet
hem de metin açısından değerlendirilmeye gayret gösterilmiştir. İlgili
3
âyeti anlamada ise klasik ve modern tefsirlerden yararlanılmıştır.
Bunların dışında klasik fıkıh literatürünün fürû‘ ile ilgili kısmı da
mümkün olduğunca gözden geçirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca meseleye
psikolojik ve sosyal açıdan yaklaşan eserlere de yer verilmiştir.
Kadınlarla ilgili mevcut zengin literatürden de, kaynakçada aşırı bir
artmanın oluşmasına izin vermeden, azamî ölçüde yararlanılmaya
çalışılmıştır.
Tezimizin tamamlanma aşamasında Yrd.Doç.Dr.Kemal YILDIZ’ın
Hanımların Özel Halleri∗ isimli bir çalışması olduğunu öğrendik.
Yaptığımız inceleme sonucunda gördük ki bu çalışma konu itibâriyle
benzerlik gösterse de içerik itibâriyle tezimizden farklıdır. Zîrâ söz
konusu çalışmada hükümlerin incelenmesinden çok hayız, nifas ve
istihâza kavramları incelenmiştir. Ayrıca hükümler incelenirken de
detaydan
kaçınılmış
ve
ilmihal
tarzında
sadece
sonuçlar
yansıtılmıştır.
Son olarak ise kaynakçada tamlama şeklinde olan isimlerin
kolay bulunabilmesi için “el” takısı bir önceki kelimeden ayrı yazılmış
(İbn el-Hümâm) fakat dipnotta ismin aslına sadık kalınmıştır (İbnü’lHümâm).
∗
Kemal YILDIZ, Hanımların Özel Halleri, Semerkand Yy., İstanbul 2006.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
KADINLARA ÖZEL HALLER
I.
Hayız
A. Hayzın Mâhiyeti
Hayız1, Arapça bir kelime olup sözlükte seyelân, akıntı ve akış,
bir şeyden akan ve çıkan şey2 gibi anlamlara gelmektedir. Hayız
kelimesi, kadınlara özel bir hâli nitelemeden önce -akan maddenin
keyfiyetinin önemi olmaksızın- ağaçlardan reçine akması durumunda
ya da dolup taşan vâdiler için kullanılırdı. Kadınlara özel olan hâlde
de sözlük anlamına uygun bir şekilde rahmin iç zarının parçalanarak
rahmi doldurup fercden (vajina) akması söz konusu olduğu için bu
1
Aslında kelime “hayd” olarak okunmakla berâber Arapça’daki “dâd” harfi
Türkçe’de hem “z” hem de “d” olarak ifâde edildiği için yaygın olan kullanımı
yazmayı tercih ettik.
2
Cürcânî, Ebü’l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali (ö.816/1413), etTa‘rîfât, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983, 94; Ma‘lûf, Luvis b. Nikola, elMüncid fi’l-Luğa ve’l-Edeb ve’l-‘Ulûm, Matbaatü’l-Kasolikiyye, Beyrut 1927, 160;
Ahmed Negarî, Abdünnebî b. Abdirrasûl, Mevsû‘atü Mustalahâti Câmi‘i’l-‘Ulûm,
Mektebetü Lübnan, Beyrut 1997, 391-392; Kal‘acî, Muhammed Revvâs, Mu‘cemü
Lüğati’l-Fukahâ, Dârü’n-Nefâis, Beyrut 1985, 189. Bu “seyelân” anlamını taşıyan
hayzın zıddı ise “tuhur” olarak kabul edilmiştir. (Berfî, Muhammed Âşık İlâhî, etTeshîlü’d-Darûrî li-Mesâili’l-Kudûrî, Dârü’l-Erkam, Beyrut 1997, I/27)
5
duruma hayız denmiştir.3 Hayız ayrıca tams, ‘arâk, dahk, ibkâr,
i‘sâr4, fârik ve ders5 gibi isimlerle de nitelendirilmiştir. Tıp dilinde ise
menstürasyon (menstruation)/regl olarak,6 halk arasında düzenli
aralıklarla ve sürekli olduğu için âdet görme, bedene rahatsızlık
verdiği için hastalanma ve yerleşmiş kanaate göre de pislenme olarak
bilinmektedir.
Ergenlikten menopoza kadar sağlıklı kadının rahmi her ay
döllenme süreciyle birlikte bebeğin oluşma ihtimâlinden dolayı
kendini gebeliğe hazırlamaktadır. Eğer kadın hâmile kalırsa bebek,
içinde bulunduğu plesenta kesesinin rahme tutunmasıyla kan, doku
ve çeşitli hormon hücrelerinden oluşan, dolayısıyla kendisi için besin
kaynağı
3
olan
rahmin
iç
zarından
(endometriyum)
beslenmeye
Râgıb el-Isfahânî, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal (ö.502/1108),
Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân, Dârü’l-Kalem, Şam 2002, 265; Aynî, Ebû Muhammed
Bedruddîn Mahmud b. Ahmed b. Mûsâ (ö.855/1451), el-Binâye fî Şerhi’l-Hidâye,
Dârü’l-Fikr, (y.y.) 1980, 610; İbn Müflih, Ebû İshak Burhânüddîn İbrâhim b.
Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed (ö.884/1479), el-Mübdi‘ Şerhü’l-Mukni‘,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, 220; Ahmed Negarî, 391-392; Abdülmünim,
Mahmud Abdurrahmân, Mu‘cemü’l-Mustalahâti’l-Elfâzi’l-Fıkhiyye, Dârü’l-Fadîle,
Kâhire (t.y.), I/604-607; Mer‘î, Hüseyin, el-Kâmûsü’l-Fıkhiyye, Dârü’l-Müctebâ,
Beyrut 1992, 77; Konevî, Kasım, Enîsü’l-Fukahâ fî Ta‘rîfâti’l-Elfâzi’l-Mütedâvile
beyne’l-Fukahâ, Dârü’l-Vefâ, Cidde 1987, 63-66; Ebû Ceyb, Sadî, el-Kâmûsü’lFıkhî Lüğa ve Istılâha, Dârü’l-Fikr, Dımaşk 1982, 107.
4
Abdülmünim, I/604-607; Mâverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habîb
(ö.450/1058), el-Hâvi’l-Kebîr, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1992, I/378-379.
(Hz. İbrâhim’e oğlu müjdelendiğinde “Karısı ayaktaydı ve güldü.” (Hûd Sûresi
11/71) âyetinde “dahk” kelimesi geçmektedir.)
5
6
Aynî, I/612.
Süreyyâ ÜLKER, Ülker Tıp Terimleri Sözlüğü, İnkılâb Kitabevi, İstanbul 1991, 338;
Selçuk-Reyhan EREZ, Obstetrik ve Jinekoloji, Yüce Yy., İstanbul 1997, 665-666.
6
başlamaktadır. Kadın hamile kalmadığı aylarda ise rahmin iç zarı,
rahmin ve vajinanın büyüklüğü, zardaki hormon miktarı ve bazı
genetik faktörlerin de etkisiyle her kadın için ayın belli günlerinde ve
belli süre zarfında, belli miktarda parçalanarak dışarı çıkmaktadır.7
Yani
rahim
kanaması,
göstermektedir.8
İşte
bu
döllenmeyen
hâdiseye
yumurtanın
İslâm
hukuk
öldüğünü
literatüründe,
Kur’ân’da da geçtiği şekliyle9 hayız denmiştir.
Hayız kanı kırmızı olmakla berâber mâhiyetinde doku parçaları,
çeşitli hormon hücreleri, mukus, toksik maddeler olduğu için ve
rahmin iç zarı parçalandıktan sonra içerde bir süre beklediği bir
durumda oksijensiz kalacağından dolayı rengi koyu kırmızı da
olabilmektedir.10
Kaynaklarda
siyah
anlamına
gelen
esved
isimlendirmesinin kullanılması11 bu yüzden olmalıdır. Küdra olarak
isimlendirilen bulanık ve sufra olarak isimlendirilen sarımsı renkteki
akıntılar ise, hayız döneminde geldiği takdirde hayızdan sayılmakta
fakat hayız döneminin dışında gelirse farklı bir durum söz konusu
7
Abdülmünim, I/604-607.
8
Walter STOECKEL, (ö.1961), Kadın Hastalıkları, (çev. M.A. Hâdî Gediz, Şükrü Ş.
Ansay), Universum Basım Evi, İstanbul 1938, 224.
9
Bakara Sûresi 2/222.
10
Ertuğrul YENEN, vd., Kadın Hastalıkları Bilgisi (Jinekoloji), Zeynep Kâmil Kadın
ve Çocuk Hastalıkları Hastane Kütüphanesi, (m.y.), İstanbul 1964, 39-42.
11
Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, I/389; Serahsî, Ebû Bekr Şemsü’l-Eimme Muhammed b.
Ahmed b. Sehl (ö.483/1090), el-Mebsût, Çağrı Yy., İstanbul 1982, III/150; İbn
Rüşd (el-hafîd), Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed
(ö.595/1198),
Bidâyetü’l-Müctehid
Tevfîkıyye, Kâhire h.1418, I/109.
ve
Nihâyetü’l-Muktesid,
el-Mektebetü’t-
7
olmaktadır.12
Bazı
kaynaklarda
hayız
kanının
yeşil
renkle
nitelendirilmesi13 ise tamamen beslenme farklılıklarıyla alâkalı bir
durum olup kanın aslî rengini ifâde etmemektedir. Ayrıca hayız
12
Bkz. Birinci Bölüm\İstihâza (s.25). Nitekim Ümmü Atıyye’den “Biz yıkandıktan
sonra gelen sufra ve küdrayı bir şeyden saymazdık.” sözü de rivâyet edilmiştir.
Bkz. Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş‘as el-Ezdî (ö.275/889), es-Sünen, Dârü’l-Kıble
li’s-Sekâfeti’l-İslâmiyye, Cidde 1998, I/301, (Kitâbü’t-Tahâra, 119); Nesâî, Ebû
Abdurrahmân Ahmed b. Ali b. Şuayb (ö.303/915), es-Sünen, Mektebetü’tTerbiyyeti’l-Arabî, Riyâd 1988, I/79, (Kitâbü’l-Hayz, 7); Dârakutnî, Ebü’l-Hasan
Ali b. Ömer b. Ahmed (ö.385/995), es-Sünen, Dârü’l-Mehâsin li’t-Tıbâ‘a, Kâhire
1966, I/219, (Kitâbü’l-Hayz, 64). Bazı kaynaklarda ise küdranın diğer bir adı da
“türbiye” olarak geçmektedir. (Serahsî, III/150)
Peygamberimizin de Fatma b. Ebî Hubeyş’in sorusu üzerine şöyle dediği
rivâyet edilmektedir: “Hayız kanı bilinen siyah renktedir. Bu siyah renkteki kan
geldiği zaman namazını kılma, başka renkte bir akıntı gelirse abdest al ve namaz
kıl, çünkü o patlak (çatlamış) damar kanıdır.” (Ebû Dâvûd, I/289, (Kitâbü’tTahâra, 110); Nesâî, I/76-77, (Kitâbü’l-Hayz, 4); Dârakutnî, I/207, (Kitâbü’l-Hayz,
3). Fakat Kâsânî, hayzı siyah renge hasreden bu rivâyeti, “Sana hayızdan
soruyorlar. De ki: ‘O bir ezâdır.’” (Bakara Sûresi 2/222) âyetinde, kanın rengi
zikredilmeksizin hayzın ezâ olduğuna delil getirerek eleştirmekte ve kanların farklı
renkte olmasını, beslenme farklılıklarıyla açıklamaktadır. [Kâsânî, Alâuddîn Ebû
Bekr b. Mesud el-Hanefî (ö.587/1191), Bedâi‘u’s-Sanâi‘ fî Tertîbi’ş-Şerâi‘, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, I/286-287.]
Ebû Hanîfe, küdrayı, hayzın başında da sonunda da gelse hayızdan sayarken,
Ebu Yûsuf, hayzın başında gelen küdrayı “her şey olabilir” düşüncesiyle hayızdan
saymamakta fakat küdranın peşinden hayız başladığı takdirde küdrayı da
hayızdan saymaktadır. Ayrıca rivâyetlere göre kanın siyah olması onun kirliliğini,
sarı olması ise temizliğini göstermektedir. (Serahsî, III/150) Şâfiîler ve Mâlikîler de
Hanefîler gibi hayız günlerinde gelen sufra ve küdrayı hayızdan saymaktadır.
[Sahnûn, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdisselâm b. Sa‘îd (ö.256/870), elMüdevvenetü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır, Kâhire 1905, I/50; İbn Rüşd (el-cedd), Ebü’lVelîd Muammed b. Ahmed (ö.520/1126), el-Mukaddimâtü’l-Mümehhedât, Dârü’lĞarbi’l-İslâmî, Beyrut 1988, I/133; Râfi‘î, Ebü’l-Kâsım Abdülkerim b. Muhammed
b. Abdülkerim (ö.623/1226), el-Azîz Şerhü’l-Vecîz, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
1997, I/322.]
13
Serahsî, III/150; Abdülmünim, I/604-607.
8
kanının dışarı çıkması belli bir süre zarfında olduğu ve bu sürede
pıhtılaşmaması için mâhiyetinde pıhtılaşmayı önleyici unsurları da
barındırmaktadır. Çünkü hayız kanı dışarı çıkabilmek için dar bir
kanaldan geçer, ayrıca içeriği itibariyle akışkan da değildir.14
Rahmin iç zarı dökülünce geriye kas tabakası, bu tabakada da
zarın kökleri kalır ve zar bu sâyede hayzın son günlerine doğru bir
sonraki döllenme dönemi için kendisini yeniler. Rahmin tam olarak
boşalıp temizlendiğinin (hâtimü’l-hayz)15, dolayısıyla bebek için hazır
olduğunun belirtisi ise beyaz (şeffaf) renkte bir akıntıdır. Fakat bu
akıntı, kanın kesilmesinden hemen sonra gelmeyebilir, hatta birkaç
gün sonra da gelebilir. Bu yüzden Hz.Âişe’den nakledilen “Beyaz
parçayı görene kadar (namaz kılmada) acele etmeyin.”16 rivâyeti,
hayız kanının kesilmesiyle beyaz parçanın gelmesi arasında kayda
değer bir zaman olduğu durumu kapsamaması gerekir.17
Âdetten bir hafta önce şişkinlik, ödem ve karında gaz sıkışması
gibi şikâyetler olmakta fakat rahmin kanamasıyla birlikte bu
14
Eşkar, Ömer Süleyman, vd., Dirâse Fıkhiyye fî Kadâyâ Tıbbiyye Muâsıra, Dârü’n-
Nefâis, Amman 2001, I/121-128.
15
Cüveynî, Ebü’l-Meâlî İmâmü’l-Harameyn Rükneddîn Abdülmelik (ö.478/1085),
et-Tabsıra, Matbaatü’l-Medenî, Kâhire 1993, 300.
16
Mâlik b. Enes, Ebû Abdillâh el-Himyerî (ö.179/795), el-Muvatta’, Dârü’l-Ğarbi’l-
İslâmî, Beyrut 1997, I/104, (Kitâbü’t-Tahâra, 35).
17
Bu beyaz akıntı iki âdet döneminin ortalarında gelir ve rahmin eski hâline
döndüğünü ve döllenme için hazır olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla kan
kesildikten 3-5 gün sonra da gelebilir. Bu yüzden bu akıntı tıbbî olarak hayzın
bittiğinin ve rahmin eski hâlini aldığının bir ifâdesidir. Fakat kanın kesilmesi,
fıkhî açıdan hayzın bittiğine hükmetmek için yeterli görünmektedir.
9
şikâyetler ortadan kalkmaktadır.18 Rahmin iç zarının parçalanması
vücudu “hastalık” derecesinde rahatsız eden bir durumdur. Bu zarın
tekrar
yenilenmesi
için
de
vücuttaki
tüm
hormon
değerleri
değişmekte ve bedenin bu süreçte bitkin düşmesiyle birlikte bel ve
kasık bölgesinde de şiddetli ağrı görülmektedir. Bu ağrıların şiddeti,
rahmin ve vajinanın büyüklüğü ya da küçüklüğü, kanın içerde bir
süre beklemesi gibi durumların etkisiyle farklılıklar göstermektedir.
Yani ağrıların şiddeti, tamamen kadının yukarıda belirttiğimiz
fizyolojik özellikleriyle ilgilidir. Her âdet dönemini iğne ve ilaçsız
geçiremeyen kadınlar olduğu gibi, bu durumu hiç hissetmeyen
kadınlar da vardır. Sancılı âdet olarak bilinen bu dismenore durumu
her iki kadından birinde görülmektedir. Bu dönemde kadınlar 1-2
gün
hayat
Dismenore
akışlarını
tedavisi
sekteye
olarak
uğratmak
ilaç,
zorunda
istirahat,
kalabilirler.
sıcak
uygulama
öngörülmektedir. Fakat bu tedavilerle önüne geçilemeyen bir durum
varsa en son çare olarak ameliyat da yapılabilmektedir. Genelde
genital organların olgunlaşmasıyla (doğum ile) dismenore kaybolmaya
yüz tutmaktadır. Bütün bu fizyolojik rahatsızlıklar elbette birtakım
psikolojik hassâsiyetleri de berâberinde getirebilmektedir.19
18
19
Ertuğrul YENEN, 76-79.
Rağrûğî, el-Emîn Abdülhafîz Ebû Bekr, İttifâkâtü ibn Rüşdi’l-Hafîd min Hilâli
Kitâbihi Bidâyeti’l-Müctehid, Câmi‘atü Sebha, Sebha 2001, I/217-218; Ertuğrul
YENEN, 76-79; Walter STOECKEL, 229; Stephen L. STOLL, “Dismenore”,
Sorularla Kadın Hastalıkları ve Doğum, (çev. Gürkan Zorlu), Güneş Kitabevi,
Ankara 1994, 14-19; Nevzat TARHAN, Kadın Psikolojisi, Nesil Yy., İstanbul 2005,
83.
10
Âdet hâlindeki kadınların yaptıkları konservelerin bozulması,
elleri ile yoğurdukları hamur işlerinin iyi kabarmaması, elleri ile
koltuk altlarında tuttukları çiçeklerin solması meşhur bir halk
tespitidir. Nitekim tıp da bunların nedeni olarak hormonel dengesi
değişen hayızlı kadının tenini göstermektedir.20 Fakat mesele tıbbî
açıdan bu şekilde anlaşılana kadar toplum, hayızlı kadına “uğursuz”,
dolayısıyla “bir şey yapmadan oturması gereken bir varlık” damgasını
vurmuş gibi görünmektedir. Rivâyetlerde kullanılan bazı kelimelerin
âdetâ bu anlayışı ifâde ettiği söylenebilir.21 Zîrâ senet ve metnin
sahihlik derecesi, bu anlamı etkileyebilecek bir unsur değildir. Yani
rivâyetler sahih olmasa da, döneminin hayızlı kadına bakış açısı
adına fikir vermektedir.
Bazı klasik kaynaklarda hayızla ilgili konuların, karmaşık ve
muğlak konular olmasından dolayı itinayla incelenmesi gerektiği,
ayrıca hayız konularındaki cehâletin zararının diğer konulardaki
cehâletin zararından daha güçlü olduğu ifâde edilmiştir.22 Buna
rağmen hayzın illetinin her zaman hayız olarak ifâde edilerek kadının
da yaşadığı cünüplüğün, içeriği dahî benzemeyen bir ifrâzâtın
vücuttan çıkması hariç, hayızla hiçbir ortak noktasının olmamasına
20
Walter STOECKEL, 229.
21
Konuyla ilgili rivâyetlerde “celese” ve “ka‘ade” fiilleri kullanılmıştır: Ebû Dâvûd,
I/285, (Kitâbü’t-Tahâra, 285); Dârakutnî, I/221, 222, (Kitâbü’l-Hayz, 74, 78).
22
İbn Âbidîn, Muhammed Emin b. Ömer b. Abdülazîz (ö.1252/1836), Reddü’l
Muhtâr ‘ale’d-Dürri’l-Muhtâr Şerhi Tenvîri’l-Ebsâr, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
1994, I/474.
11
karşın hayza kıyaslanması,23 onun mâhiyetini anlama noktasında
görünen yüzünün ötesine geçilmede bazı aksamalar yaşandığını
göstermektedir.
Hayız, Allâh’ın yeryüzündeki halîfesinin24 çoğalması için insana
verilmiş olan fizikî özelliklerin kadına düşen bölümünü ifâde
etmektedir. Fakat İslâm öncesinden zihinlerde kalan kültürel yapının
da etkisiyle kadının, özellikle hayız döneminde pis bir varlık olarak
algılanması,
dönemin
şartlarından
dolayı
tıbbî
incelemelerin
yetersizliği ve kimi zaman doğru olmayan kıyaslarla bu fikrin
desteklenmesi neticesinde ne yazık ki bugün kadınlar bile hayzı
kendilerine mânevî bir kirlilik hâli olarak telakki edebilmektedir.
Ayrıca
hayzın,
Hz.Havvâ’nın
ölümsüzlük ağacından
yemesi ve
Hz.Âdem’e yedirmesi sonucu Allâh’ın Âdem kızlarına yazdığı ya da
İsrâîloğullarına yaptıkları kötülüklerin karşılığı olarak verilen bir ceza
olarak görülmesi, konuyla
ilgili
klasik
kaynaklardaki hükümlerin
iskeletini oluşturduğu söylenebilir.25
23
Bkz. İkinci Bölüm (s.29).
24
Bakara Sûresi 2/30.
25
Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, I/379-380; İbn Rüşd (el-cedd), I/124; Aynî, I/610-613;
İbn Nüceym, Zeynüddîn Ömer b. İbrâhim b. Muhammed (ö.970/1563), el-Bahrü’rRâik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, I/332; İbn
Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/475; ‘Abbâdi, Abdülhamîd eş-Şervânî Ahmed b. Kâsım,
Havâşî ‘alâ Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc, Dârü’l-Fikr, (y.y.) (t.y.), I/383.
Ayrıca bkz. İkinci Bölüm (s.29).
12
Hz. Âişe’nin, Hz. Peygamber’in saçını hayızlıyken yıkaması ya da
taraması,26 Hz.Peygamber’in hayızlı olan Hz.Âişe’yle aynı odada
kalması ya da ona yaslanıp Kur’ân okuması,27 mescitteyken hayız
döneminde olan Hz.Âişe’den örtü getirmesini istemesi,28 namaz
kılarken secde esnâsında elbisesinin hayızlı olan eşi Hz.Meymûne’ye
değmesi,29 Hz.Peygamber’in hayız döneminde olan eşinin ağzını
koyduğu yere ağzını koyarak yiyip içtiğini söylemesi,30 peygamber
eşlerinin hayızlıyken Hz.Peygamber’le aynı örtü altında yattıklarının
ve elbisesine bir şey bulaştığında Hz.Peygamber’in orayı yıkayıp
namaz kıldığının söylenmesiyle31 ilgili rivâyetler, İslâm geldikten
sonraki davranışları ifâde ettiğine göre, bu durum, aksi davranışların
İslam’dan önceki toplumda var olduğunu göstermektedir.
Yeryüzündeki ilk kadın olan Hz.Havvâ’nın eşini kandırıp, birlikte
yasak
ağaçtan
Cennetten
26
yemeleri ve
yeryüzüne
Allâh’a
indirilmelerinden
itaatsizliğin
dolayı
sonucu
olarak
hayzın,
Allah
Mâlik, 105, (Kitâbü’t-Tahâra, 155); Ebû Yûsuf, Yâkub b. İbrâhim b. Habîb el-Kûfî
(ö.182/798), el-Âsâr, Matbaatü’l-İstikâme, Kâhire h.1355, 26; Müslim b. Haccâc,
Ebü’l-Hüseyin el-Kuşeyrî (ö.261/875), Sahîhu Müslim, el-Mektebetü’l-İslâmiyye,
İstanbul 1955, I/244, (Kitâbü’l-Hayz, 7); İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b.
Yezîd el-Kazvinî (ö.273/887), es-Sünen, Mektebetü’l-Me‘ârif, Riyâd 1997, I/196,
(Kitâbü’l-Hayz, 522); Nesâî, I/82-83, (Kitâbü’l-Hayz, 373, 374).
27
Müslim, I/246, (Kitâbü’l-Hayz, 15); İbn Mâce, I/196, (Kitâbü’l-Hayz, 523); Ebû
Dâvûd, I/277, (Kitâbü’l-Tahâra, 264); Nesâî, I/81, (Kitâbü’l-Hayz, 368).
28
Ebû Yûsuf, 34; İbn Mâce, I/195, (Kitâbü’l-Hayz, 521); Ebû Dâvûd, I/277,
(Kitâbü’t-Tahâra, 265); Nesâî, I/82, (Kitâbü’l-Hayz, 371).
29
İbn Mâce, I/202, (Kitâbü’l-Hayz, 538).
Müslim, I/245, (Kitâbü’l-Hayz, 14); İbn Mâce, I/202, (Kitâbü’l-Hayz, 537); Ebû
Dâvûd, I/277, (Kitâbü’t-Tahâra, 293); Nesâî, I/81, (Kitâbü’l-Hayz, 364, 365).
31 Ebû Dâvûd, I/281, (Kitâbü’t-Tahâra, 273); Nesâî, I/80, (Kitâbü’l-Hayz, 359,360).
30
13
tarafından ilk kadından itibâren kadın nesline verilen bir cezâ
olduğuna inanılması, onun yanlış anlaşılmasını yeryüzündeki ilk
kadına kadar uzatmaktadır. İlk kadınla birlikte insanlığın zihnine
yerleşen bu yanlış anlayış Tevrat’ta aslını bilmediğimiz bir şekilde
hükümleşerek kalıcılık kazanmıştır. Nitekim Tevrat’ta yer alan
hayızla ilgili âyetler,32 bu kalıcılığın nedeni hakkında bir fikir
vermektedir. Kaldı ki hakkında bu kadar kesin, net ve olumsuz bir
ifâdeyle
âyetlerin
bulunduğu
meselenin,
kadınları
insandan
saymayan bir yapıyla birleştiğinde uygulamada yaşananları tahmin
etmek çok zor görünmemektedir. Çünkü bu uygulamanın insanlık
tarihi
boyunca
kemikleşen
dalları
günümüzde
de
kendini
hissettirmektedir.
32
“Âdet gördüğü için kan kaybeden kadın, yedi gün kirli sayılacak. Ona dokunan
da akşama kadar kirli sayılacak. Âdet gördüğü günlerde kadının üzerinde yattığı
ya da oturduğu her şey kirli sayılacaktır. Kim kadının yatağına dokunursa
giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Kim kadının
üzerine oturduğu herhangi bir şeye dokunursa, o da giysilerini yıkayacak,
yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Kadının yatağındaki ya da oturduğu
şeyin üzerindeki herhangi bir eşyaya dokunan herkes, akşama kadar kirli
sayılacaktır. Âdet gören kadının kirliliği onunla yatan adama da bulaşır. Adam
yedi gün kirli kalır ve yattığı her yatak kirli sayılır.” (Tevrat, Levililer, 14, 15)
14
İlâhiyat Fakültesi öğrencileri arasında yaptığımız ankette33
“Hayızlı kadını temiz olarak görmeyen genel kanaate katılıyor
musunuz?” sorusuna verilen cevaplar konuyla ilgili belli bir görüşün
hâkimiyetinden ziyâde bu konuda toplumda oluşan karmaşayı ifâde
etmektedir. Ayrıca verilen cevaplarda cinsiyet faktörünün oynadığı rol
de dikkatlerden kaçmamaktadır. Nitekim verilen cevapları yüzdesinin
cinsiyete göre kayda değer bir değişimi söz konusudur.
a) Katılıyorum
b) Katılmıyorum
Erkek
42/126
Erkek
67/126
Bayan
28/251
Bayan
200/251
Erkek
- Kısmen.
- Dînî konularda
katılıyorum.
- Kadın
olmadığım için
bilemem o hâli
yaşamam lazım.
c) ( Boş bırakılan seçeneğe
- Ben değil din
verilen cevaplar: )
pis diyor.
-Müslüman hiçbir
şekilde pis kabul
edilemez. Bu bir
hastalık hâlidir.
-Âyet ve hadisler
ne diyorsa o.
33
Toplam
70/377
Toplam
294/377
Bayan
- Hükmen temiz
değildir.
-Bugüne kadar
aldığım dînî bilgi
beni “katılıyorum”
seçeneğine
sürüklüyor.
- Buradaki necâset
maddî ya da
mânevî değildir.
-Duruma göre
değişir.
-Saçmalık.
Gülsüm SOYDAN, Kur’ân Bağlamında Mevcut Kadın Anlayışının Analizi, (lisans
tezi), Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, Bursa 2003, 98.
15
B. Hayzın Süresi
Hayız kanı, her ayın belli vakitlerinde ve belli bir süre zarfında
dışarı çıkmaktadır. Bu sürenin başlangıcı ve miktarı her kadın için
farklılık göstermektedir. Çünkü sürenin başlangıcı ve miktarında
rahmin, iklim, beslenme, hormonel özellikler gibi çeşitli faktörlerden
etkilenerek iç duvarının yüzülmeye başlaması ve kanın dışarı çıkmak
için geçtiği kanalın ve rahmin büyüklük ya da küçüklüğü, bünyedeki
kan oranı gibi muhtelif özellikler belirleyici olmaktadır. Ortalama 2-7
gün boyunca âdet devam etmekte fakat bu sürenin dışında düzenli
âdet gören kadının durumu da normal kabul edilmektedir. İlk gün az
olan kanama, ikinci ve üçüncü gün artmakta daha sonra tekrar
azalmaktadır. Bir âdet döneminde yaklaşık 50-170 cc kan vücuttan
dışarı atılmaktadır. Bir âdetin başlangıcıyla diğerinin arasında 28
günlük bir süre bulunmakta fakat çeşitli faktörlerin etkisiyle bu süre
20 güne kadar düşebilmekte ya da 35 güne kadar çıkabilmektedir.34
Hayız süresinin bu esnekliğini klasik kaynaklar kabul etmekle
berâber çeşitli rivâyetleri baz alarak yine de hayzın en az ve en fazla
süresini belirlemeye çalışmışlardır. Bu noktada fıkıh mezhepleri
arasında farklılıklar baş göstermiştir.
Hanefîler, senedinde meçhul biri olduğu için “zayıf” olarak
nitelendirilen35 bir hadisi36 delil gösterip hayzın en azını üç gün, en
34
Ertuğrul YENEN, 39-42.
Zeylâ‘î, Cemâlüddîn Ebî Muhammed b. Abdillâh b. Yûsuf (ö.762/1360), Nasbü’rRâye li-Ehâdîsi’l-Hidâye, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Riyâd 1938, I/191.
36 Dârakutnî, I/209-210, 219, (Kitâbü’l-Hayz, 19-31, 61).
35
16
çoğunu on gün kabul etmektedirler. Üç günü de, üç gün üç gece
olarak tanımlarlar fakat bu konuda
mezhepte farklı görüşler
mevcuttur.37 Hayzın en azı üç gün derken Allâh’ın Hz.Zekeriyâ için
söylemiş
olduğu
“Senin
işâretin
insanlarla
üç
gün
konuşmamandır.”38 âyetini delil getirmektedirler.39 Ayrıca hadiste40
çoğul
olarak
gelen
“gün”
kelimesi,
çoğulun
“en
azı
üçtür”
düşüncesiyle, Hanefîler için hayzın en az süresini tespit etmede
belirleyici olmuştur. Hayzın en uzun süresini on gün olarak
belirlemeleri
içinse
ilgili
rivâyetin
dışında
herhangi
bir
delil
araştırdığımız kadarıyla tespit edilememiştir.
Şâfiîler ise hayzın en azının bir gün bir gece, en fazlasının on beş
37
Serahsî, III/147; İbnü’l-Hümâm, Kemâlüddîn Muhammed b. Abdülvâhid b.
Abdülhamîd (ö.681/1457), Şerhu Fethi’l-Kadîr ‘ale’l-Hidâye Şerhi Bidâyeti’lMübtedî, Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, (y.y.) 1970, I/160; İbn Nüceym, elBahrü’r-Râik, I/303; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/476-477.
38
Meryem Sûresi 19/10; Âl-i İmrân Sûresi 3/41.
39
İbn Nüceym, el-Bahrü’r-Râik, I/303.
40
“Muhakkak bu patlak damar kanıdır. Fakat sen hayızlı olduğun ‘günler (eyyâm)’
kadar namazı bırak, sonra yıkan ve namaz kıl.” (Buhârî, Ebû Abdillâh
Muhammed b. İsmâil (ö.256/870), Sahîhü’l-Buhârî, el-Mektebetü’l-İslâmiyye,
İstanbul 1979, I/84, (Kitâbü’l-Hayz, 84); İbn Battâl, I/425.)
17
gün,41 hayzın ortasının ise (ortalama süresinin) altı veya yedi gün olduğu
kanaatindedirler.42
gün
olarak
“Kadınların
41
Şâfiîlerin
hayzın
hesaplamasının
nedeni
dini
noksandır.
en
uzun
süresini
Hz.Peygamber’den
Ömürlerinin
yarısını
(şatr)
on
beş
nakledilen
oturarak
Müzenî, Ebû İbrâhim İsmâil b. Yahyâ b. İsmâil (ö.264/878), Muhtasarü’l-Müzenî
fî Furû‘i’ş-Şâfiiyye, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1998, 20-21; Mâverdî, Ebü’lHasan Ali b. Muhamed b. Habîb (ö.450/1058), el-‘İknâ‘ fi’l-Fıkhi’ş-Şâfiî, Dârü’l‘Urûbe, Kuveyt 1982, 28; Şîrâzî, Ebû İshak Cemâlüddîn İbrâhim b. Ali b. Yusuf
(ö.476), el-Mühezzeb fî Fıkhi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, Dârü’l-Kalem, Dımaşk 1996, I/144;
Mukri’, Ebû Muhammed Şerefüddîn İsmâil b. Ebî Bekr (ö.837/1433), İhlâsü’nNâvî, Vezâretü’l-Evkâf, Kâhire 1989, I/95; Zekeriyâ, Ebû Yahyâ Zeynüddîn
Zekeriyâ el-Ensârî (ö.926/1520), el-Ğurarü’l-Behiyye fî Şerhi Manzûmeti’l-Behceti’lVerdiyye, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, I/575; Şâtırî, Muhammed b.
Ahmed b. Ömer, Yâkûtü’n-Nefîs fî Mezhebi ibni İdrîs, Dârü’l-Fikr, Beyrut (t.y.), 31;
Kühecî, Abdullah b. Hasan, Zâdü’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc, Mektebetü’l-Asriyye,
Beyrut 1988, I/107.
Şâfiî mezhebine göre fıkıh konuları şiir hâlinde de kaleme alınmıştır. Bu
şiirlerden hayızla ilgili olanın bir kısmı ise şöyledir:
İmkânühû min ba‘di tis‘in ve’l-ekall
Edne’n-nifâsi lahzatün sittûn
Yevmün ve leyletün ve ekserühü’l-ecel
Aksâhû ve’l-ğâlibü erbe‘ûn
Hamsün ilâ ‘aşratin ve’l-ğâlib
İn ‘abera’l-eksera ve’stedâmâ
Sittün ve illâ seb‘atün tükârib
fe-Müstehâda havet aksâmâ…
(Bkz. Ramlî, Şemsüddîn Muhammed b. Ebi’l-Abbas Ahmed b. Hamza b.
Şihâbiddîn (ö.1004/1596), Ğâyetü’l-Beyân Şerhu Zebed b. Raslân, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1994, 101-102. Diğer şiirler için bkz. Ulvî, Ebû Bekr b. Ahmed b.
Hüseyin b. Muhammed, Elfiyye fi’l-Fıkh ‘alâ Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, (m.y.), Beyrut
h.1416, 160.
42
Mâverdî, el-İknâ‘, 28; Şâtırî, 31; İbn Dakîkül‘îd, Ebü’l-Feth Takıyyüddîn
Muhammed b. Ali (ö.702/1302), Tuhfetü’l-Lübâb fî Şerhi’t-Takrîb, Dâru Atlas,
Riyâd 1999, 70; Hısnî, Takıyyüddîn Ebû Bekr b. Muhammed eş-Şâfiî
(ö.829/1426), Kifâyetü’l-Ahyâr fî Halli Ğayeti’l-İhtisâr, Dârü’l-Hayr, Beyrut 1996,
95; Ulvân, Ali b. Atıyye el-Hîtî el-Hamevî (ö.936), Takrîbü’l-Fevâid ve Teshîlü’lMakâsıd fi’l-Fıkhi’ş-Şâfiî, (m.y.), (y.y.) (t.y), 149; İbn Hacer el-Heytemî, Ebü’l-Abbâs
Ahmed Şihâbüddîn (ö.974/1567), el-Minhâcü’l-Kavîm Şerhu ‘ale’l-Mukaddimeti’lHadramiyye, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1996, 97.
18
geçirirler,
namaz
kılmaz,
oruç
tutmazlar.”43
hadisi
olarak
gösterilmektedir.44 Nitekim ayın yarısı on beş gündür.45 Fakat
Hanefîler
bu
hadisi,
ömrün
yarısına
tekâbül
eden,
hayzın
başlamasından önceki dönem ve hayzın kesilmesinden sonraki
dönem (iyâse) şeklinde anlamaktadırlar.46
Mâlikîler ise hayzın en azına bir süre belirlemezken, en çoğunu Şâfiîler
gibi on beş gün olarak kabul etmektedirler.47
Ayrıca Zâhirîler, cumhurdan ayrılarak hayza süre belirlemeyip,
bir defa da olsa kanın gelmesiyle hayzın başladığını söylemektedir.
Bu görüşlerine ise “Boşanmış kadınlar evlenmeksizin üç ay hâli
boyunca bekleyeceklerdir.”48 âyetini delil getirmektedirler. Zîrâ onlara
göre
bu
âyette
her
kadın
için
farklı
olan
hayız
süresi
belirtilmemiştir.49
Mezheplerin, hayza süre belirlemek için göstermiş olduğu
çabanın bu
43
birbirinden
farklı sonuçları görünürde
küçük,
Gördüğümüz kadarıyla bu rivâyet, hadis kaynaklarında “ömürlerinin yarısı (şatr
‘umrihâ)” ifâdesi olmaksızın geçmektedir.
44
Bkz. 41. Dipnot.
Ayrıca hayzın süresini on beş gün olarak belirten rivâyetler de vardır. Bkz.
Dârakutnî, I/208, (Kitâbü’l-Hayz, 10-18).
46 Serahsî, III/148.
47 İbn Rüşd (el-hafîd), I/104; Mâzerî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ali b. Ömer etTemîmi (ö.536/1141), Şerhu’t-Telkîn, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut 1997, I/334;
Rassâ‘, Ebû Abdillâh Muhammed et-Tûnusî (ö.894/1489), Şerhu Hudûdi’l-İmâmi’lEkber Ebî Abdillâh b. ‘Arafe, Vezâratü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, Rabat 1992,
59.
48 Bakara Sûresi 2/228.
45
49
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd (ö.456/1064), el-Muhallâ,
Dârü’t-Türâs, Kâhire (t.y.), II/191.
19
uygulamada ise büyük problemlere yol açan bir unsur olmuştur50
çünkü süre belirlemeye çalışanların da kabul ettikleri gibi bu, her
kadın için farklılık gösteren bir durumdur. Bunu kabul ettikten sonra
hayza süre belirlemeye çalışmak -ki bu belirlemelere getirilen deliller,
bizce
konunun
aslıyla
ilgili
görünmemektedir-
anlamsız
uygulamaların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Örneğin hayzı
iki gün süren bir kadın, Hanefî mezhebine göre hayızlı sayılmamakta
fakat diğer mezheplere göre hayızlı sayılmaktadır. Her kadın için
uygun olan doğal süreyi kabul etmek yerine hayza farklı süreler
belirleme, bu durumla ilgili ibâdetlerde kadınları bir “ne yapacağını
bilmezliğe” düşürebilmektedir. Sonunda nasıl yapacağına karar verip
yerine getirdiği ya da getirmediği ibâdetlerde ise kadın, yanlış
yaptığına dâir bir tedirginlik yaşayabilmektedir. Bu sebeple kadının,
ibâdetlerinde her ay hayızlı geçirdiği gün süresini esas alması daha
uygun görünmektedir. Nitekim kaynaklarda bu konuyla ilgili de pek
çok görüş bulunmaktadır. Örneğin, Hz.Ali’nin, aynı ay içinde üç kez
hayız gören kadın hakkındaki sorusuna Şurayh “İspat edebiliyorsa
kabul edilir.” demekte, ayrıca kadının hayız süresi bir aydan diğerine
değişse de bu, normal bir durum olarak kabul edilebilmektedir.51
50
Bkz. İkinci Bölüm\İstihâzayla İlgili Hükümlerin Değerledirilmesi\Namaz (s.65).
51
Serahsî, II/14-21.
20
II. Nifas
A. Nifasın Mâhiyeti
Nifas, Arapça bir kelime olup ne-fi-se fiilinin mastarıdır.52
Bebeğin doğmasıyla birlikte içeride biriken kanın dışarı çıkması
rahmin “teneffüsü”nü sağlamaktadır. Rahmin bu “nefes” alması yine
aynı kökten bir kelimeyle ifâde edilmiştir.53 Nifas da hayız gibi sağlık
açısından gerekli olan normal bir durumdur.
Kadın, hâmile kalmadığı sürece rahmin iç duvarı her ay
parçalanarak kendisini dışarı atmakta ve böylece her ay rahim bebek
için yenilenmektedir. Fakat kadın hâmile kaldığında bebek rahme
tutunacağı için bu kan, doğuma kadar dışarı çıkamamakta ve bebek
için besin kaynağı olmaktadır.54 Yalnız doğumla birlikte içeride
biriken kan yine çeşitli faktörlerin etkisiyle muhtelif sürelerde dışarı
çıkmaktadır. İşte bu hâdiseye ve vuku bulduğu zamana İslam hukuk
literatüründe nifas55 denilmektedir. Ayrıca hayız dönemi için de aynı
isimlendirme kullanılmıştır.56
Nifas hâli, halk arasında “çocuk doğurma ve yeni çocuk
doğurmuş olup üreme organları henüz eski halini almamış bulunan
52
Râgıb el-Isfahânî, 818.
53
Aynî, I/690. Doğan çocuğa ise “menfûs” denir. (Ma‘lûf, 901.)
54
Cerdânî, Muhammed Abdullâh, Fethü’l-‘Allâm bi-Şerhi Mürşidi’l-Enâm, Dârü’s-
Selâm, Kâhire 1990, I/401.
55
56
Cürcânî, 245; Ma‘lûf, 900-901.
Ümmü Seleme’den riyâyet edilir: “Nebî ile aynı yatakta yatıyorken benim hayzım
başladı, sıyrıldım ve hayız elbisemi giydim. Bana ‘nifas mı oldun’ (E nefisti) dedi.”
(İbn Battâl, I/415)
21
kadın” anlamında Yunanca bir kelime olan lohusa (loğusa) adıyla da
bilinmektedir.57
Tıpta ve fıkıhta, nifasa farklı anlamlar verilebilmektedir. Çünkü
tıp uzmanları, hayızda olduğu gibi rahmin hamilelikten önceki hâline
dönmesini dikkate alırken, fakîhler rahimden dışarıya kan ifrâzâtının
olup olmamasını dikkate almışlardır. Bu yüzdendir ki tıpta nifas,
rahmin eski hâlini almasıyla,58 fıkıhta ise, kan çıkışının durmasıyla
sona ermiş olmaktadır.59
Mezhepler arasında çocuğun süresini doldurmadan düşmesi ya
da âzâsının eksik olması, insan sûretinde olmaması, ölü doğması gibi
durumlarda gelen kanı nifastan saymayan görüşler de mevcuttur.
Nitekim Hanbelîler doğumdan sonra gelen kanın nifas sayılabilmesi
için çocuğun insan yaratılışında olması gerektiğini öne sürmüşlerdir.
Zîrâ
onlar
bebeğin
alaka
veya
nutfe
hâlindeyken
düşmesi
durumundan sonra gelen kanı nifas olarak kabul etmemektedirler.
Bebeğin
et
parçası
olarak
düşmesi
hâlinde
ise
iki
görüş
bulunmaktadır. Birincisi insan yaratılışının başlangıcı olan bu
hâdiseden sonra gelen kanın da nifastan sayılması; diğeri ise, düşen
parçanın insana benzememesi gerekçesiyle bundan sonra gelen kanın
57
Pars TUĞLACI, Okyanus, Pars Yy., İstanbul 1971, II/1799; Sevan NİŞANYAN,
Sözlerin Soyağacı, Adam Yy., İstanbul 2002, 270; Azmi AKSOY, Yunanca TürkçeTürkçe Yunanca Sözlük, Alfa Yy., İstanbul 2003, 547.
58
59
Eşkar, vd., I/135.
Seyelân anlamındaki hayzın sona ermesi, bu akışın durmasıdır. Bkz. Birinci
Bölüm\Hayız\Hayzın Mâhiyeti (s.4).
22
nifastan sayılmamasıdır.60 Şâfiîler ise, yine hayız kanının içerde
birikmesiyle alâkalı olan bu durumda gelen kanın, nifas kanı olarak
kabul edilmesinin daha uygun olacağı görüşündedir.61
Nifasın mâhiyetinin hayızla aynı olması, her ikisi için verilecek
hükümlerin de aynı olmasını gerektirmiştir.62 Bununla birlikte
Tevrat’ta
hayızlı
kadın
için
söylenenlerin
(s.13)
benzeri
nifas
dönemindeki kadınlar için de ayrıca belirtilmiştir.63
60
İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullâh b. Ahmed el-Makdisî
(ö.620/1223), el-Muğnî, Dâru Âlemi’l-Kütüb, Riyâd 1999, I/431.
61
Nevevî, Ebû Zekeriyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref (ö.676/1277), et-Tahkîk, Dârü’l-
Cîl, Beyrut 1992, 141.
62
Bkz. İkinci Bölüm\Nifasla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi (s.61-64).
63
“Bir kadın hâmile kalıp erkek çocuk doğurursa, âdet gördüğü günlerde olduğu
gibi yedi gün kirli sayılacaktır. Çocuk sekizinci gün sünnet edilmeli. Kadın
kanamasından paklanmak için otuz üç gün bekleyecek. Pak sayılması için
geçmesi gereken bu günler doluncaya dek kutsal bir şeye dokunmayacak,
tapınağa girmeyecek. Ancak kız çocuk doğurursa, âdet gördüğü günler gibi iki
hafta
kirli
sayılacaktır.
Kanamasından
paklanmak
için
altmış
altı
gün
bekleyecektir. Erkek ya da kız çocuk doğuran kadının temiz sayılması için
geçmesi gereken günler dolunca yakmalık sunu olarak bir yaşında bir kuzu,
günah sunusu olarak bir güvercin ya da bir kumru getirip buluşma çadırının giriş
bölümünde kâhine verecektir. Kâhin bunu Rabb’in huzurunda sunacak ve kadını
arıtacak. Böylece kadın kanamasından temizlenmiş sayılacak. Erkek ya da kız
doğuran kadınla ilgili yasa budur. Eğer kadının kuzu alacak gücü yoksa, biri
yakmalık sunu öbürü günah sunusu olmak üzere iki kumru ya da iki güvercin
yavrusu getirecek. Kâhin kadını arıtacak ve kadın temiz sayılacaktır.” (Tevrat,
Levililer, 14.)
23
B. Nifasın Süresi
Hâmilelik döneminde içeride biriken kanın, doğumun ardından
dışarı çıkma süresi tıpkı hayzın süresi gibi her kadın için farklılık
göstermektedir. Daha çok istihâza durumunu belirleme kaygısıyla
nifasın en çok süresiyle ilgili farklı görüşler üzerinde durulmuştur.
Fakat gördüğümüz kadarıyla klasik fıkıh kitaplarında nifasın en az
süresi, hayızdan farklı olarak, ya belirlenmemiş ya da mezhep içinde
bu süreyle ilgili ortak bir sayıda birleşilememiştir.
Hanefîlerde nifasın en az süresi hakkında birbirinden farklı
görüşler olmasına rağmen nifasın en fazla süresinin kırk gün
olduğunda
ittifak
vardır.64
Bu
süreyi
belirlerken
ise
Ümmü
Seleme’den rivâyet edilen hadisi esas almışlardır.65 Fakat hayzın
süresinde olduğu gibi, nifasın süresinde de Hanefîlerin esas aldığı bu
hadis, “zayıf” olarak nitelendirilmiştir.66
Şâfiîler, nifasın en az süresini belirlememekle birlikte, ortalama
kırk gün sürdüğü ayrıca en çok süresinin iki ay, yani altmış günle
64
Serahsî, III/211; Aynî, I/695-697; İbnü’l-Hümâm, I/187; İbn Âbidîn, Reddü’l-
Muhtâr, I/497; Kânûcî, Ebü’t-Tayyib Sıddîk b. Hasan b. Ali (ö.1307/1890), erRavdatü’n-Nediyye Şerhü’d-Düreri’l-Behiyye, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999,
92.
65
“Peygamber döneminde nüfesâ (nifas durumundaki kadınlar)
kırk gün ya da
kırk gece oturuyor idi.” [Ebû Dâvûd, I/303, (Kitâbü’t-Tahâra, 121)].
66
Zeylâ‘î, I/205.
24
sınırlı
olduğunu
söylemektedirler.67
Nifasın
en
az
süresini
belirlememelerinin gerekçesi olarak da, Hz.Peygamber döneminde
doğum yapan bir kadından hiç kan gelmemesiyle ilgili rivâyeti
göstermektedirler.68
Mâlikîler de nifasın en az süresi için bir süre belirtmezken, en
çok süresi içinse mezhepte birbirinden farklı süreleri kabul eden
görüşler bulunmaktadır.69
Hanbelîler ise nifasın kırk gün sürdüğüne dâir hadisleri kabul
ederken,
nifastan
sonra
hayzın
başlamasıyla
bu
sürenin
uzayabileceğine dikkat çekmektedirler.70
Fakîhlerin, nifâsın süresini belirlerken hayzın süresinden yola
çıkmaları dikkat çekicidir. Nitekim mezhepte kabul edilen hayzın en
çok süresinin dört katını, nifasın en çok süresi olarak kabul
etmişlerdir. Hanefîlerde nifasın en çok süresi, hayzın en çok süresi
olan on günün dört katı, yani kırk gündür. Aynı şekilde Şâfiîlerde de
nifasın en çok süresi, hayzın en çok süresi olan on beş günün dört
67
Mukri’, I/108; Zekeriyâ, Ebû Yahyâ Zeynüddîn Zekeriyâ el-Ensârî (ö.926/1520),
Esne’l-Metâlib Şerhu Ravdı’t-Tâlib, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001, I/326;
İbnü’l-Müzhacî, Safiyyüddîn Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ömer b. Abdurrahmân elMüzced (ö.930/1524), el-‘Ubâbü’l-Muhît bi-Mu‘zami Nusûsi’ş-Şâfiî ve’l-Ashâb,
Dârü’l-Fikr, Beyrut 2001, I/158; Şirbînî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed
(ö.977/1570), Muğni’l-Muhtâc ilâ Ma‘rifeti Me‘ânî Elfâzi’l-Minhâc, Dârü’l-Fikr, (y.y.)
(t.y.), I/119; Şâtırî, 31.
68
Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, I/436; Şîrâzî, I/163.
69
Mâzerî, I/335; İbn Rüşd (el-cedd), I/129; İbn Rüşd (el-hafîd), I/107.
70
İbn Kudâme, I/428.
25
katı, yani altmış gündür.71 Bu da psikolojik, sosyolojik, coğrâfî,
fiziksel ve genetik faktörlerin etkisiyle kişisel bir özellik sergileyen
hayzın ve nifasın süresinde matematiksel hesaplamaların varlığını
ifâde etmektedir. Bu nedenle, çeşitli hesaplar yaparak söz konusu
süreye sınır çizmeye çalışmak, hayzın ve nifasın yapısına aykırı
görünmektedir. Kaldı ki aynı kadın için bile hayız ve nifas süresinin
farklılık göstermesi de doğaldır, çünkü bu süre, birçok unsurdan
etkilenmektedir.72 Bütün bu nifasa süre belirleme çabalarına rağmen
kadının bir ayı diğerine tutmayan hayız süresinin normal kabul
edilebilmesi,73 hayız gibi her ay yaşanmayan nifas için de farklı
sürelerin normal kabul edilmesi demektir.
III. İstihâza
A. İstihâzanın Mâhiyeti
Hayız ve nifas dışında hastalık sebebiyle kan gelmesi, yine
“hayız” kelimesinden türetilen bir kelime olan istihâza olarak
isimlendirilmiştir.74 Âdet döneminde alınan bir enfeksiyon diğer âdete
kadar kanama
dışındaki
oluşturabilmekte, siyaha
akıntılara,
temizlik
dönük kırmızı rengin
yetersizliğinden
kaynaklanan
enfeksiyonlar, tümörler ve vajina hastalıkları neden olabilmektedir.
71
Mukri’, I/108.
72
Bkz. Birinci Bölüm\Hayız\Hayzın Süresi (s.15).
73
Serahsî, II/16.
74
Cürcânî, 94.
26
Ayrıca hayza ve nifasa bitişik olmayan istihâza durumu da olabilir.
İki hayzın ortasında ya da hâmile kadından gelen kan da olağanüstü
bir durum olduğu ve sağlığı ifâde etmediği için istihâza olarak kabul
edilmektedir.75 Tüm bunlar âdetin dışında olan akıntılardır.76 İşte bu
istihâza kanı rahimden gelmediği ve içinde doku ve hormon atıkları
olmadığı için koyu kırmızı değil, vücudumuzun herhangi bir yerinden
akan kan gibi açık kırmızı ve akışkan özellikte olup bu bakımdan
mâhiyeti itibâriyle hayız kanından farklılıklar göstermektedir.77
Nitekim ilgili hadiste de istihâza “patlak (çatlamış) damar kanı” olarak
nitelendirilmektedir.78 İstihâza, hayız ve nifâs gibi sağlığı ifâde eden
normal bir durum olmadığı için ibâdetlere etkisi bakımından da
75
Hanefîler hâmile kadından gelen kanı istihâza olarak kabul etmekle birlikte
(Kâsânî, I/298), Şâfiîler bu kanın namaz, oruç ve cimâın haram oluşu bakımından
hayız kanıyla aynı olduğunu düşünmektedirler. (Râfi‘î, I/357) Ayrıca Şâfiîlere göre
çocuğun doğumundan önce gelen kan, eğer hayız döneminde gelmişse hayız
hükmündedir. [Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed (ö.505/1111), elVecîz fî Fıkh Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1994, 27] Mâlikîler de
hâmile kadından gelen kanı hayız olarak kabul etmektedir. (Mâzerî, I/344)
Zâhirîler ise, kan gören hâmile kadının doğum yapmaması hâlinde müstehâza
hükmünde olduğu kanaatindedir. (İbn Hazm, II/190.)
76
Ertuğrul YENEN, 67, 82-84; Şerif ÇANGA, vd., Kadın Hastalıkları, Ankara
Üniversitesi Basım Evi, Ankara 1972, 40-50.
77
Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed b. Ezher el-Herevî (ö.370/980), ez-
Zâhir fî Ğarîbi Elfâzi’ş-Şâfiî, Dârü’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1998, 139; Rûyânî,
Ebü’l-Mehâsin Abdülvâhid b. İsmâil (ö.502/1108), Bahrü’l-Mezheb fî Fürû‘i
Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 2002, I/364.
78
Buhârî, I/84, (Kitâbü’l-Hayz, 24).
27
onlardan farklılık arz etmektedir.79 Hayız ve istihâza, karşılaştırmalı
bir şekilde aşağıdaki tabloda80 özetlenmiştir:
Fark çeşidi
Hayız
İstihâza
Kaynağı
Rahim oyuğu
Ferc, rahim ağzı ya da rahim
Mâhiyeti
Akyuvarlar ve alyuvarlar
Yoğunluğu
Akyuvarlar, alyuvarlar
ve yapışkan özellikli bir perde
Yoğundur
Yoğun değildir
Pıhtılaşması
Pıhtılaşma yoktur
Pıhtılaşma vardır
Rengi
Kırmızıdır
Kokusu
Siyaha yakındır, bazen kırmızı,
sarı ve bulanık renge döner
Kötü kokuludur
Kokusu yoktur
Vakti
Her kadın için belli vakti vardır
Belli bir vakti yoktur
Mezheplerdeki hayza ve nifasa süre belirleme uğraşısı, aslında
istihâza
hâlini
tespit
etmek
içindir.
Çünkü
hayız
ve
nifasın
mâhiyetlerinin aynı olması her ikisi için verilecek hükümlerin de aynı
olmasını gerektirmektedir. Fakat istihâzanın bu iki durumdan
mâhiyet itibâriyle farkı, verilecek hükümlerin de farklılığına yol
açmıştır.81 Bununla berâber mezheplerde, farklı sürelerin kabulüyle
birlikte, hayza ve nifasa süre belirleme çabası istihâzayla ilgili bir
karmaşanın da
ortaya
çıkmasına sebebiyet vermiştir. Örneğin
Hanefîlere göre en azı üç gün üç gece olan hayız, Şâfiîlere göre bir
gün bir gece olduğundan, Şâfiîlerin belirlediği hayzın en azı, Hanefîler
İbn Hacer el-Heytemî, Ebü’l-Abbas Ahmed Şihâbüddîn (ö.974/1567), Fethü’lCevâd bi-Şerhi’l-İrşâd, Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Kâhire 1971, I/91.
80 Eşkar, vd., I/128.
79
81
Bkz. İkinci Bölüm\İstihâzayla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi (s.64-70).
28
için istihâza dönemidir. Kezâ on günden sonra gelen kan Hanefîler
için istihâzayken, bu durum Şâfiîler için hayzın normal süreci olarak
kabul edilmektedir.82
İslam hukukunda istihâza, hayız ve nifastan hem mâhiyet hem
de sebep olduğu hükümler açısından kesin bir şekilde ayırt
edilmiştir. Tevrat’taki istihâzayla ilgili âyetler,83 onun mâhiyetini
anlama noktasında hayız ve nifasta olduğu gibi olumsuz bir etki
yapmamış görünmektedir. Nitekim bunda istihâza ile ilgili rivâyet
zenginliği, özellikle de hayızla ilgili konuların âdetâ müstehâzaya
hasredilmesi de etkili olmuş gibidir.84
82
83
İbnü’l-Hümâm, I/160.
“Eğer bir kadının âdet günleri dışında uzun süreli bir kanaması varsa ya da
kanaması âdet günlerinden sonra da devam ediyorsa kanaması olduğu sürece
âdet günlerinde olduğu gibi kirli sayılır. Kanaması olduğu sürece âdet günlerinde
olduğu gibi yattığı her yatak ve üzerine oturduğu her şey kirli sayılacaktır. Kim
bunlara dokunursa kirli sayılacak. Giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama
kadar kirli sayılacaktır. Ama kanama durursa kadın yedi gün bekleyecek, sonra
temiz sayılacaktır. Sekizinci gün iki kumru ya da güvercin alıp buluşma çadırının
giriş bölümüne getirecek ve bunları kâhine verecek. Kâhin, birini günâh sunusu
ötekini yakmalık sunu olarak sunacak. Böylece kadını kanamasından doğan
kirlilikten Rabb’in huzurunda arıtacak.” (Tevrat, Levililer, 15, 16.)
84
Bkz. İkinci Bölüm\İstihâzayla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi (s.64-70).
29
İKİNCİ BÖLÜM
KADINLARA ÖZEL HÂLLERLE İLGİLİ HÜKÜMLERİN İSLÂM
HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
I.
Hayızla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi
A. Mübâşeret
İslam dininde hayızlı kadınla mübâşeret (cimâ‘, cinsel ilişki)
yasağı, Kur’ân’da doğrudan ve net bir şekilde zikredilen hayızla ilgili
tek kısıtlamadır.85 İlgili âyet “Sana hayız hakkında soruyorlar…”
ifâdesiyle başlamaktadır. Çünkü kadınları -aynı anda birden fazla
kadınla evliliği sınırlandırma hatta tek eşle evlenmeyi tavsiye,
mirastan pay ayırma ve şahitlik hak ve sorumluluğu verme gibiâdeta yoktan vara çıkaran bir dinin, Câhiliye döneminde hayızlı
85
“Sana hayızdan soruyorlar. De ki: ‘O bir ezâdır.’ Hayızda oldukları zaman
kadınlardan uzak durun. Temizlenene kadar da onlara yaklaşmayın.
Temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara yaklaşın. Muhakkak ki
Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.” Bkz. Bakara Sûresi 2/222. Kelime
anlamı itibâriyle bu şekilde meâl verilen (Bkz. Muhammed Hamdi YAZIR,
Muhammed Hamdi (ö.1942), Hak Dîni Kur’ân Dili, Yenda Yy., İstanbul 1996,
II/95; Ömer ÖZSOY ve İlhâmi GÜLER, Konularına göre Kur’ân, Fecr Yy., Ankara
2004, 466.) âyette geçen temizlikle ilgili kelimeler zikredeceğimiz pek çok yorumu
berâberinde getirse de, âyetin son cümlesine “Allah pişmanlıkla O’na yönelip
tövbe edenleri ve özünü temiz tutanları sever.” şeklinde bir anlam da
verilmektedir. Nitekim âyetin bütünlüğü de bu anlama işâret etmektedir. Aynı fiil
âyetin başında maddî temizlik için kullanılırken, âyetin sonunda mânevî temizlik
için kullanılmıştır. Böylece âyetin sonu “Zikredilen yasağı çiğnerseniz tövbe edin,
çünkü Allah tövbe ederek özünü temiz tutanları sever” şeklinde anlaşılabilir. Bkz.
Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer b. Muhammed (ö.538/1144),
el-Keşşâf ‘an Hakâiki’t-Tenzîl, Mektebetü’l-‘Ubeykan, Riyâd 1998, I/432-434;
Muhammed Hamdi YAZIR, II/95-96 (YAZIR, “mütetahhirîn” kelimesine, meâlinde
maddî temizlik anlamı verirken, tefsirinde aynı kelimeyi mânevî temizlik olarak
açıklamıştır.); Muhammed Esed, (ö.1992), Kur’ân Mesajı, İşâret Yy., İstanbul
1999, 65-66; Ahmet TEKİN, Kur’ân’ın Anlaşılmasına Doğru, Kelam Yy., İstanbul
2004, 36. Nitekim “yetetahherûn” fiili başka bir âyette de mânevî temizlik
anlamında kullanılmıştır: “Fakat kavminin cevabı yalnızca şu oldu: ‘Sürün
ülkenizden onları! Besbelli kendilerini temize çıkaran (yetetahherûn) insanlar, bunlar!’”.
(A‘râf Sûresi 7/82)
30
kadına revâ görülen birtakım uygulamalar hakkındaki hükümlerini
müslümanlar
merak
ediyordu.
Zîrâ Câhiliye
halkı Yahudi
ve
Mecûsîlerin yaptığı gibi, hayızlı kadınla yemek yemiyor, aynı koltukta
oturmuyor hatta aynı evi paylaşmıyorlardı.86 İlgili âyetin gelmesiyle
birlikte âyette geçen “kadınlardan uzak durma” emrini de aynı
doğrultuda anlayanlar olmuş ve bu durumdan yakınmaları üzerine
Hz.Peygamber
olduğunu
de
sadece
mübâşeretin
yabancıların
yaptığı
çıkarmamalarını söyleyerek
(cinsel
gibi
ilişkinin)
kadınları
haram
evlerden
âyetteki “uzak durma, yaklaşmama”
anlamlarına gelebilecek fiillerin cinsel ilişkide bulunmamayı ifâde
ettiğini vurgulamıştır.87
Âyette “Sana hayızdan soruyorlar.” ifâdesindeki hayız kelimesi
mimli mastar hâlinde “mehıyz” olarak gelmiştir ki hayzın mekânı ya
da zamanı demektir. Bu yüzden iki anlamı da vermek uygun
86
Tevrat, Levililer 11-16, Çölde Sayım 4-5; Yasanın Tekrarı 23. Yahudilerin hayızlı
kadınla aynı evi bile paylaşmamasına karşın Hristiyanların bu durumdaki kadınla
ilişkide dahi bulunduğu rivâyet edilmektedir. Dolayısıyla Kur’ân’ın bu emri, ifrat
ve tefrit arasında bir orta yolu temsil etmektedir. (Taberî, Ebû Cafer Muhammed
b. Cerîr b. Yezîd (ö.310/923), Câmi ‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli âyi’l-Kur’ân, Dâru
‘Âlemi’l-Kütüb, Riyâd 2003, III/721; Zemahşerî, el-Keşşâf, I/432-434; Kurtubî,
Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (ö.671/1273), el-Câmi‘ li-Ahkâmi’lKur’ân, Dâru ‘Âlemi’l-Kütüb, Riyâd 2003, III/80-91.
87
İbn Mâce, I/200, (Kitâbü’l-Hayz, 355); Ebû Dâvûd, I/276, (Kitâbü’t-Tahâra, 262);
Nesâî,
I/79,
(Kitâbü’l-Hayz,
357).
Ayrıca
“kadınlara
dokunma”
ifâdesinin
mübâşeret anlamında kullanıldığı âyetler de mevcuttur. Bkz. Bakara Sûresi
2/236-237, Âli İmran sûresi 3/47, Meryem sûresi 19/20, Ahzab sûresi 33/49.
31
görünmektedir.
Çünkü
soru
hem
hayzın
mekânıyla
hem
de
zamanıyla ilgili ne yapılıp ne yapılmayacağını kapsamaktadır.88
Bu soruya cevap teşkil eden “O bir ezâdır.”
cümlesinde ise
zikredilen ezânın kime ezâ olduğuyla ilgili de çeşitli yorumlar
yapılmıştır. Klasik ve modern kaynaklardaki genel kanaat, hayız kanı
kötü kokulu, rengi bozuk, muhteviyâtı kirli olarak tasvir edildiğinden
dolayı böyle bir dönemde ilişkinin erkeğe eziyet olacağı yönündedir.
Âyete bu bağlamda bakıldığında, ezânın kirlilik ve pislik olarak
anlaşılması89 uygun görünse de, böyle bir anlayış tıbbî ve psikolojik
gerçeklerin yeterince dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır.
Birinci Bölüm’de (s.4-15) anlatmaya çalıştığımız hayzın mâhiyeti
dikkate alındığında, kadının bu dönemde bedenen zayıf ve hasta,
hayız mahallinin (rahmin) ise âdeta açık bir yaraya benzeyip mikrop
kapmaya elverişli olduğu âşikârdır. Dolayısıyla mübâşeret,
hayız
dönemindeki
eziyet
kadına
tıbbî
ve
psikolojik
açıdan
88
Rûyânî, I/358.
89
Muhammed Hamdi YAZIR, II/95. Ayrıca bazı kaynaklar ezâ kelimesinin “kazer”
kelimesiyle eş anlamlı olduğunu söyleyerek “kazer” i “insana istikrâh veren her
şey” olarak açıklamışlardır. Bkz. Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mesud b.
Muhammed b. el-Ferrâ (ö.516/1122), et-Tezhîb fî Fıkhi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, I/256-259.
32
verebilmektedir.90 İslam hukukundaki, hayız döneminde boşanma
yasağı, aslında meselenin mâhiyetini en güzel şekilde ortaya seren bir
husustur. Zîrâ Kur’ân’da boşanmanın söz konusu döneme göre
düzenlenmesi,91 eşlerin birbirine yaklaşamayacağı bu duruma uygun
düşen, ayrıca kadındaki fizyolojik ve psikolojik değişimi de dikkate
alan ilâhi bir emir gibi görünmektedir.
Bir başka husus da âyette zikredilen yasağın muhatabıyla
ilgilidir. Çünkü âyetteki yaklaşmama emri (mübâşeret yasağı),
müzekker (eril) yapıyla gelmiştir.92 Bu da erkeklerin cinsel ilişki
talebinde tek söz sahibi olduklarını dolayısıyla Allâh’ın âyetinde
çizmiş olduğu sınırın aşılmasında da erkeğin sorumlu tutulduğunu
akla getirse de,93 nâzil olduğu dönemin gerçeklerini dikkate alan
Kur’ân’ın, erkeklerin çok eşle
90
evli olabildiği bir zamanda yasağın fiilini
Günümüzde de âyette geçen ezâ kelimesine “O, bir kirliliktir, bir pisliktir. Yâni
yaklaşana istikrâh ile eziyet verecek murdar bir şeydir. (Muhammed Hamdi
YAZIR, II/95)”, “Hem hastalık hem de pislik için kullanılır. (Mevdûdî, Ebü’l-‘Âlâ
(ö.1399/1979), Tefhîmü’l-Kur’ân, İnsan Yy., İstanbul 1997, I/174)” gibi erkek
merkezli, “Aybaşı her iki tarafı da rahatsız eden, sağlıklı olmayan bir kirlilik
hâlidir, zafiyet sebebidir. (Ahmet TEKİN, 36)” gibi iki tarafı da düşünmeye çalışan,
“O sıkıntılı bir şeydir. (Ömer ÖZSOY ve İlhâmi GÜLER, 466)”, “O insana
rahatsızlık veren bir haldir. (Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Meâli,
Yeni Boyut Yy., İstanbul 2000, 36)”, “O bir zayıflık hâlidir. (Muhammed Esed, 65)”
gibi kadın merkezli anlamlar verilmiştir.
91
Bakara Sûresi, 2/226-230.
92
“Fa‘tezilû” ve “Lâ Takrabû”.
Meâlen “Kadın hayız olduğunda kocanın karısıyla ilişki kurması haramdır.”
cümlesindeki zamirlerden ilişkinin kocaya haram olduğu anlaşılıyor ayrıca kadına
haramlığı konusunda ise bir vurgu yapılmamaktadır. Bkz. ‘Ayyâşî, Ebü’n-Nasr
Muhammed b. Mesud, Tefsîrü’l-‘Ayyâşî, Müessesetü’l-Âlemi li’l-Matbû‘, Beyrut
1991, I/129.
93
33
eril yapıyla kullanması doğal karşılanmalıdır. Ayrıca soruyu soran da
erkeklerdir.94
Âyet, “…Temizleninceye (yathurn) kadar kadınlara yaklaşmayın,
temizlendikleri (tetahhern) zaman ise Allâh’ın emrettiği yerden onlara
yaklaşın.
Nitekim
Allah
tövbe
ederek
özünü
temizleyenleri
(mutatahhirîn) sever.” cümlesi ile bitmektedir. “Tuhr” kelimesi âyette
zikredilen ezânın temizlenmesi, ortadan kalkması olarak anlaşılmakla
birlikte95 tahâretin ancak su ile olabileceğini söyleyen cumhurun
görüşü ise, fercin
tamamını
yıkama
yıkanması, abdest (vudû’) alınması96 ve bedenin
(gusül)
şeklinde
kendi
arasında
üçe
94
Ebû Dâvûd, I/276, (Kitâbü’t-Tahâra, 104).
95
Ruyânî, I/358. Âyette kıraat farlılıkları da mevcuttur. Nitekim “yathurn” lafzını
Âsım’ın râvisi Ebû Bekr Şu‘be ile Hamze, Kisâî ve Halefü’l-Âşir “yettahhern”
şeklinde; Nâfi‘, İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir, Hafs, Ebû Cafer ve Yakub ise
“yathurn” şeklinde okumuşlardır. Bkz. Zemahşerî, el-Keşşâf, I/432-434; Dânî,
Ebû Amr Osman b. Said b. Osman (ö.444/1053), et-Teysîr fi’l-Kırâati’s-Seb‘,
Matbaatü’d-Devle, İstanbul 1930, 80; Abdurrahman ÇETİN, Kıraatların Tefsire
Etkisi, Marifet Yy., İstanbul 2001, 131-133.
96
Mücâhid, İbn Cebr (ö.102), Tefsîru İmâm Mücâhid b. Cebr, Dârü’l-Fikri’l-İslâmi’l-
Hadîse, (b.y.) 1989, 233-234.
34
ayrılmaktadır.97
Ebû Hanîfe ise, bu konuda diğer mezheplerden ayrılarak on
günden önce hayız kanı kesildiği zaman yıkanmadan mübâşeretin
câiz olmadığını söylemekle berâber, hayızdan temizlenmeyi kanın
kesilmesi şeklinde anlamakta ve hayzın en uzun süresi olan on
günün geçmesi hâlinde yıkanma gerekmeksizin kadının hayızdan
temizlenmiş
ve
mübâşeretin
de
helal
olacağı
görüşündedir.98 Bu durumda cinsel ilişkinin haram olmadığını
söyleyen Ebû Hanîfe’nin görüşü,
günümüzde hayzın mâhiyetinin
geçmişe nazaran daha çok anlaşılmasıyla birlikte âyetin kazandığı
anlamla
97
örtüşmektedir.
Nitekim
hayızdan
temizlenme,
iç
zarı
İbn Kudâme, I/418-420. (Hanbelîler kanın kesilmesi ve yıkanma arasındaki
ilişkiyi, “Yetimleri nikah çağına geldiklerinde deneyin, eğer onlarda rüşd
sezmişseniz mallarını onlara verin.” âyetindeki nikah çağına gelme ve rüşd
arasındaki ilişkiye benzetmektedirler. Yani nikah çağına gelmek yetmeyip rüşd de
gerektiği gibi, dolayısıyla onlara göre kanın kesilmesi yetmemekte yıkanmak da
gerekmektdir. Fakat bu çıkarımda bazı sıkıntılar vardır. Delil olarak öne
sürdükleri âyette iki farklı kelime (nikah ve rüşd) açıkça kullanılmıştır. Fakat
hayızla ilgili âyette aynı kelime farklı kalıplarda (tuhr ve tetahhur) kullanılmıştır.
Kaldı ki bu delil, karşı görüşün işine daha çok yarayacağa benzemektedir. Çünkü
rüşd, her nikah çağına gelen yetimde aynı miktarda değildir. O hâlde rüşde bir
standart getirilemeyeceğinden yıkanmaya da, bedenen yıkanma şeklinde, bir
standart getirmenin uygun olmayacağı kanaatindeyiz.) Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr,
I/381; Kurtubî, I/116.
98
İbnü’l-Hümâm, I/170; Meydânî, Abdülğanî b. Tâlib b. Hammâde el-Hanefî
(ö.1298/1881), el-Lübâb fî Şerhi’l-Kitâb, Dârü’l-Marife, Beyrut 1998, I/38;
Hanefîlerin bu konudaki delillerinden biri de hayız kanı kesilince orucun
tutulabilmesidir. Bkz. Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer b.
Muhammed (ö.538/1144), Ruûsü’l-Mesâil (el-Mesâilü’l-Hilâfiyye beyne’l-Hanefiyye
ve’ş-Şâfiiyye), Darü'l-Beşâiri'l-İslâmiyye, Beyrut 1987, 128.
35
parçalanan rahmin bu parça ve kanları dışarı atarak kendini
temizlemesi şeklinde anlaşılmaktadır. Ayrıca “tuhr” kelimesinin
“tefe‘‘ul” bâbında ilgili âyetin dışında Kur’ân’da geçtiği üç yerde de
“mânevî arınma, mevcut durumdan sıyrılma” anlamında kullanılması
bu görüşü destekleyen bir unsur gibi görünmektedir.99 Zaten hayız
kelimesinin “seyelân” anlamı, onun zıt anlamı olan tuhrun, seyelânın
durması şeklinde anlaşılması için bir zemin gibidir.100
Yukarıda bahsettiğimiz ilgili âyetin bazı bölümlerini anlama
farklılıkları bir yana net olan bir şey var ki, o da, âyetin hayızlı
kadınla
cinsel
ilişkiyi
haram
kılmasıdır.
Fakat
rivâyetlerden
müslümanların bu haramdan kaçınma noktasında bazı zaaflar
yaşadığı ve bu günahın affı konusunda da Hz.Peygamber’ e danıştığı
anlaşılmaktadır.101 Bu rivâyetlerde ise hayızlı kadınla ilişkiye girme
günâhının affına vesile olarak bir ya da yarım dinar sadaka verilmesi
zikredilmektedir. Ayrıca ilişki, kanın geldiği bir dönemde gerçekleşirse
bir dinar, kesildiği bir dönemde gerçekleşirse yarım dinar şeklinde
ölçüt de belirtilmektedir. Şafiîler ve Hanbelîler, ilgili rivâyetleri
99
“Fakat kavminin cevâbı şu oldu: ‘Sürün ülkenizden onları! Besbelli kendilerini
temize çıkaran (yetetahherûn) insanlar bunlar!’” (A‘râf Sûresi 7/82).
“… (Öyle bir mescit ki) Orada arınmak (yetetahherû) isteğiyle dolup taşan kişiler
vardır, (ki zâten) Allâh (da) kendini arındıranları sever.” (Tevbe Sûresi 9/108).
“Fakat halkının ona verdiği cevap: ‘(Lût’u) ve Lût’un yandaşlarını şehrinizden
çıkarın. Çünkü bunlar kendilerini temize çıkarmaya (yetetahherûn) çalışan
insanlar!’ demekten başka bir şey olmadı.” (Neml Sûresi 27/56)
100
Berfî, I/27.
101
Ebû Dâvûd, I/278-279, (Kitâbü’t-Tahâra, 107).
36
dikkate alarak bu durumda kefâret verilmesi gerektiğini söylerken,102
Hanefîler
ve
Zâhirîler
ise
kefâretin
söz
konusu
olmadığı
kanaatindedir.103
İçerisinde kul, hatta eş hakkı barındıran âyetle sabit bir
haramın ihlâlinde böylesine küçük cezaların zikredilmesine karşın
ileriki bölümlerde bahsedeceğimiz, hakkında âyet bulunmayan örfî
yasakların ya da tavsiyelerin ihlâlinde kadını toplumdan dışlamaya
kadar varan uygulamaların varlığı düşündürücüdür. Nitekim ilgili
âyet de, söz konusu haramın çiğnenmesi durumunda tövbeden başka
bir şey öngörmemiştir. Bazı âlimler ise, hayızlı karısıyla birlikte olan
erkeği âsi olarak nitelendirip sadakaya gerek görmezken, meseleyi
haram kılınan fiilden ziyâde bu fiilin vuku bulması durumunda
yapılacak tövbenin mâhiyetini esas alarak incelemişlerdir.104 Klasik
kaynaklarda
zikredilen diğer yasaklara “Kadın şunları şunları
yapamaz, haramdır.” şeklinde kesin ve net bir üslupla yer verilirken,
cinsel
ilişki
yasağı
hızlıca
geçilmiş
ya
da
en
son
sıralarda
açıklanmış,105 doğrudan bu yasağın çiğnenmesi durumunda ne
102
Akfehsî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. ‘Imâd (ö.806/1403), el-İrşâd ilâ
mâ Veka‘a fi’l-Fıkh ve Ğayrih mine’l-E‘dâd ev ez-Zerî‘a ilâ Ma‘rifeti’l-E‘dâdi’l-Vâride
fi’ş-Şerî‘a, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1992, I/153; İbn Hacer el-Askalânî,
Ebü’l-Fadl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali b. Muhammed (ö.852/1449), Telhîsü’l-Habîr
fî Tahrîci Ehâdîsi’r-Râfi‘i’l-Kebîr, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1998, I/427.
103
İbn Hazm, II/187; Aynî, I/641.
Mahmûd Gurâb, Rahme mine’r-Rahmân fî Tefsîri ve İşârâti’l-Kur’ân, Matbaatü’nNadr, Dımaşk 1989, I/332-336. (İbnü’l-Arabî, Ebû Abdillâh Muhyiddîn
Muhammed b. Ali, İ‘câzü’l-Beyân fî Tercemeti ‘ani’l-Kur’ân’ın hâmişinde.)
105 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, I/436.
104
37
yapılması gerektiği meselesi incelenmiş ve zarûrî durumlarda da olsa
diğer zikredilen sübûtu ve delâleti zannî yasakların çiğnenebileceği
ihtimâli dahî akıllara nâdiren gelmiştir. Konuyla ilgili tek âyette açık
bir şekilde zikredilen yasağın, İslam hukukunun ilk ve temel kaynağı
Kur’ân-ı Kerim olması hasebiyle, ön sıralarda ve daha net ifâdelerle
zikredilmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız.
Daha önce sözünü ettiğimiz anketteki (s.14) “Sizce hayızlı
kadınla cinsel birleşme yasağını, şehvetli erkekler için kaldırmak
mümkün müdür?”106 sorusuna ise ilâhiyat öğrencilerinin verdiği
cevaplar aşağıdaki tabloda107 yer almaktadır. Bu cevaplardan da
hükmü âyetle sabit bir meselede bile insan arzularının ve cinsiyetin
düşüncelere etkisi açık bir şekilde görülmektedir.
a) Mümkündür
b)Mümkün değildir
c) ( Boş bırakılan
seçeneğe verilen
cevaplar: )
106
Erkek
Bayan
Toplam
26/126
29/251
55/377
Erkek
84/126
Bayan
203/251
Toplam
297/377
Erkek
- Genelleme
yapılamaz.
- Gerek yok.
-Kişiye bağlı. (2)
- Mecbur katlanacak.
-Sanmıyorum.
- Midesi götürecekse
ne âlâ.
Bayan
- İnsanların kendi vicdânî
değerlerine bağlı.
- Erkeklere sormak lazım.
- Bence meselenin illeti doğru
tespit edilmeli. İllet kadının
rahatsızlığı ise kadın rahatsız
olmadığını beyan ettiğinde
kaldırmak mümkündür.
Sorudaki “...mümkün müdür?” ifâdesi konuyla ilgili âyetlerdeki tek açık yasağın
bilinme ve bilincine varılma derecesini ölçmeye yöneliktir.
107 Gülsüm SOYDAN, 99.
38
Âyetin devamındaki “Temizlendikleri zaman Allâh’ın emrettiği
yerden onlara yaklaşın.” ifâdesi ise, Yahudilerin uygulamasına bir
düzeltme gibi görünmektedir. Zîrâ Yahudi erkeklerin, hayızlı kadını
evlerinden çıkarmaya kadar varan uygulamaları, şehevî arzular söz
konusu olunca, yasağı çiğnememek adına kadınlarla arkadan
(anüsten/dübürden)
ilişki
kurma
şeklinde
değiştiği
rivâyet
edilmektedir.108 Yukarıda zikrettiğimiz âyette ise bütün bunların
İslâmî açıdan gayr-i meşrûluğu dile getirilmiştir.
Sonuç olarak, hayızla ilgili sübûtu ve delâleti kat‘î tek yasak,
cinsel ilişki yasağıdır. Fakat hayız kanı kesildikten sonra karı
kocanın ilişkiye girebilmesi için cünüplükten yıkanır gibi yıkanmanın
şart olup olmadığı tartışmalı bir konudur.109 Cünüp hâli gibi ihtiyârî
ya da gayr-i ihtiyârî olduğunda içinden çıkılması imkân dâhilinde
108
Taberî, III/721; Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mesud b. Muhammed b.
el-Ferrâ (ö.516/1122), Tefsîrü’l-Beğavî, Dârü’t-Tayyibe, Riyâd 1993, I/129.
109 Hanefîler hayız kanı kesildiği zaman hayzın en çok günü geçtiğinde mübâşeretin
helal olduğunu söylemektedir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/489.) Aslında bu
kanaat, bir nebze âyetteki temizlenmeyle ilgili kelimelerin ezânın sona ermesi
demek
olduğunu
da
ifâde
etmektedir.
Fakat
Züfer’e
göre
mübâşeret,
yıkanmadıkça câiz değildir. (Serahsî, II/16) İbnü’l-Arabî ise hayızdan sonra
yıkanmayla ilgili “Hayız, şeytanın bir dürtmesidir.” hadisini delil getirip kalbi
şeytanların toplanmasından temizlemek lazım diyerek klasik kaynakların hayızlı
kadını maddîden ziyâde mânevî bir kirlilik içinde görmesine güzel bir örnek teşkil
etmektedir. (Bkz. Mahmûd Gurâb, I/332-336.) Kelimeler yer değiştirilerek ya da
farklı kelimeler eklenerek “Bu, şeytandandır.” (hâzâ mine’ş-şeytân) ve “Rahmin bir
dürtmesidir.” (rakdatün mine’r-Rahm) şeklindeki ifâdelerin farklı rivâyetlerde yer
alması (İbn Münîr, Kutbuddîn Abdülkerim el-Halebî (ö.735), el-İhtimâm bi-Telhîsi
Kitâbi’l-İlmâm, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut 1990, 86, 88.) dolayısıyla
yukarıdaki yorumun yaslandığı delilin yeterlilik derecesi düşündürücüdür.
39
olan bir hal ile, hayız olma gibi tamamen gayr-i ihtiyâri ve içinden
çıkılması imkân dâhilinde olmayan bir hâli kıyaslamanın yanlış
sonuçlara götürmesi muhtemeldir. Kaldı ki, cünüp olma, bedenin
tamamıyla hatta psikolojinin bile değişmesiyle alâkalı bir durum olup
bundan sonra yıkanmak, hem sağlık ve temizlik için hem de o
psikolojiden çıkmak için bir zarûrettir. Fakat hayız, belli bir bölgeyle
alâkalı olup mevcut hayızdan korunma yollarının üst düzeyde olması
ve hayzın kişiyi ibâdetlerinde (namaz hâriç) tedirginliğe sürükleyecek
bir
psikolojiye
dâhil
etmemesi
nedeniyle
bedenen
yıkanmayı
gerektirmeyebilir. Hele günümüzde olduğu gibi bedenen yıkandıktan
sonra bir damla kanın gelmesiyle -cünüp psikolojisini andırır şekildekendini tekrar hayızlı gibi kabul edip ibâdetlerden uzaklaşarak ve
helal olan şeyleri haram sayarak bunu bir saplantı hâline getirmenin
gereksiz olduğu söylenebilir. Nitekim hayız, bir ezâ olduğu için âyette
kadınlarla ilişkiye girme yasağı getirildiğine ve ezâ da yıkanınca değil
kanın kesilmesiyle birlikte rahmin eski hâlini almasıyla sonlandığına
göre hayzın sona ermesinin rahmin temizlenmesiyle olması daha
uygun görünmektedir. Dolayısıyla mezhepte hayzın en uzun süresi
olan on günün geçmesi hâlinde yıkanmaksızın mübâşeretin cevâzını
öngören Ebû Hanîfe’nin yaklaşımını, bir süre belirlemeden kabul
ederek, onun âyeti anlama noktasında yakalamış olduğu noktayı
genişletmek mümkündür. Aksi takdirde Şâfiîlere göre hayzı 10-15.
günlerinde son bulan kadının da yıkanması gerekmektedir.
40
Bütün bu çıkarımlarımız hayzı son bulan kadının yıkanmasını
engellemek için değildir. Zîrâ müslüman her zaman temiz olmalıdır.
Fakat hayzı, kan ifrâzâtıyla berâber ezânın son bulmasıyla değil de
içinden ancak su ile çıkılabilen ve böyle yapılmadığı takdirde kan
ifrâzâtı son bulsa bile Allâh’ın helal kıldığı şeylerin haram olduğu ve
bazı ibâdetlerin îfâsından kaçınıldığı bir durum olarak algılamak
hayza yüklenen psikolojik bir anlamın varlığını hissettirmektedir. Bu
anlamın ötesine geçerek müslüman kadınların hayatlarını bir nebze
kolaylaştırması ise yukarıda açıklamaya çalıştığımız şekilde mümkün
görünmektedir. Nitekim birden kesilmeyen hayız kanı, kadınları çoğu
kez yanıltabilmekte ve özellikle namazların îfâsında sıkıntıya neden
olabilmektedir.
B. Namaz
Kur’ân, namaz kılmak için psikolojik ön hazırlığı da içinde
barındıran birtakım maddî temizliği şart koşmakta, fakat bu temizliği
özel bir terim kullanmaksızın tarif etmektedir.110 Bu namaza hazırlık
eylemi, İslâm hukukunda vudû’ olarak isimlendirilmiş, Türkçe’de ise
110
“Ey imân edenler! Yüzünüzü, ellerinizi ve dirseklere kadar/dirseklerle berâber
kollarınızı yıkayın ve ıslak ellerinizi başınızın üzerine hafifçe sürün ve ayaklarınızı
da bileklere kadar/bileklerle berâber yıkayın. Eğer boy abdestini gerektiren bir
durumda
iseniz
temizlenin
(fe’t-tahherû).
Ama
eğer
hasta
iseniz
yahut
seyahatteyseniz yahut doğal ihtiyâcınızı gidermişseniz yahut bir kadınla birlikte
olmuşsanız ve su bulamıyorsanız o zaman temiz toprağa ellerinizi sürün ve
onunla yüzünüzü ve kollarınızı hafifçe ovun. Allah sizi zora koşmak istemez, ama
sizi
tertemiz
kılmak
ve
nimetlerinin
tamamını
şükredenlerden olasınız.” (Mâide Sûresi 5/6)
size
bahşetmek
ister
ki
41
bu kelime tercih edilmeyip onun yerine Farsça olan âb-dest (el suyu)
kelimesi kullanılmaktadır.111
İlgili âyetlerde112 abdest, yüzü, elleri, kolları ve ayakları yıkamak
ve başı meshetmek olarak zikredilirken, mübâşeretten sonra ya da
aynı illeti içinde barındıran ihtilâm olma gibi benzeri durumlarda
hem maddî temizlik hem de “kişinin cinsel arzuya kapılmasından
dolayı namazdan uzaklığını”113 ortadan kaldırmak için mânevî
hazırlık mâhiyetinde bedenen temizlikten (gusül, boy abdesti) söz
edilmektedir. Namaz abdestini (vudû’) gerektirecek bir durum olarak
da mesâne (üretra ağzı), makat (anüs) ve ferçten (vajina) herhangi bir
şey çıkması olarak genelleyebileceğimiz doğal ihtiyâcı (tuvâlet)
karşılama belirtilmiştir. Dolayısıyla âyette açık bir şekilde geçmese
de, alt yollardan çıkması itibâriyle aralarındaki bu benzerlikten dolayı
hayzın da abdesti bozduğu söylenebilir.
Keyfî
olarak
ya
da
olağanüstü
bir
durum
sebebiyle
kılınmayan/kılınamayan namazın daha sonra kazâ edilmesi ise
Kur’ân’da düzenlenmemekle114 birlikte cumhûrun cevâz verdiği bir
111
Ferit DEVELLİOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yy.,
Ankara 2000, 3.
112 Nisâ Sûresi 4/43; Mâide Sûresi 5/6.
113
Muhammed Esed, 146.
114
İslâm’da kaza namazının olmadığına, namazın farz olmadığı bir vaktin yokluğu
delil getirilmiştir. Nitekim bulunduğumuz her vakit içerisinde, farz kılınan bir
namaz vardır. Fakat oruç böyle değildir. Çünkü sadece ramazan ayında farz
kılınmıştır, dolayısıyla da orucun farz olmadığı on bir aylık bir zaman dilimi
vardır. Oruç bu zaman diliminde kaza edilebilir. (Hüseyin ATAY, Kur’ân’a Göre
Araştırmalar, Atay Yy., Ankara 1997, I/30.)
42
konudur. Fakat hayız, keyfî ya da olağanüstü bir durum olmayıp
normal bir durum olduğundan bu dönemde kılınamayan namazların
iâdesi söz konusu değildir. Hayızlı kadın için tam anlamıyla
namazdan muâfiyet bulunmaktadır.115 Günümüzde bu muâfiyeti
ruhsat olarak anlayan ve hayızlı kadının dilerse namaz kılabileceğini
söyleyenler de vardır.116 Buna gerekçe olarak da hayzın diğer
hastalıklar gibi bir hastalık olmasını delil getirirler. Fakat kadını
namazdan muaf tutan, hastalığı değil, abdestli kalmasını engelleyen
ve olağan kan ifrâzâtıdır. Hastalık, ancak bu muâfiyetin hikmeti117
kabul edilebilir. Çünkü
hayız döneminde hareketleri kısıtlı olan
kadının kıyâm, rükû ve secdeden oluşan namaz ibâdetinin ifâsında
zorlanacağı âşikârdır.
115
İlgili rivâyetler de aynı paraleldedir: “Hz.Âişe’ye ‘Hâiz, namazı kaza eder mi?’ diye
sorulduğunda o, ‘Sen Harûrî misin? Biz Rasûlullâh zamanında namazın kazasıyla
emrolunmadık.’ şeklinde cevap vermiştir.” [İbn Mâce, I/195, (Kitâbü’t-Tahâra,
520); Ebû Dâvûd, I/278, (Kitâbü’t-Tahâra, 266); Nesâî, I/82, (Kitâbü’l-Hayz, 369)]
“Ümmü Seleme’ye ‘Semüre b. Cündüb kadınlara, hayızlıyken kılamadıkları
namazın kazasını emrediyor.’ dendiğinde Ümmü Seleme, ‘Hayır kazâ etmezler.
Hz.Peygamber’in kadınlarından biri nifas sebebiyle kırk gece namaz kılmadan
otururdu da Rasûlullâh ona kılamadığı namazların kazâsını emretmezdi.’
buyurdu.” [Ebû Dâvûd, I/302-303, (Kitâbü’t-Tahâra, 316)]
116
Yaşar Nuri ÖZTÜRK, İslâm Nasıl Yozlaştırıldı?, Yeni Boyut Yy. İstanbul 2001,
371. ÖZTÜRK kazâ namazının yokluğuna da hayızlıyken kılınamayan namazların,
orucun aksine, kazasının olmamasını delil getirir.
43
C. Oruç
Farsça “rûze” kelimesinin muhtemelen Türkçe’de telaffuz şekli
olan oruç,118 Kur’ân’da savm ve sıyâm olarak geçmektedir.119 Kelime
anlamı itibâriyle savm, bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı
kendini tutmak, engellemektir.120 Istılâhta ise “İmsak vaktinden iftar
vaktine kadar, bilinçli olarak yeme, içme ve mübâşeretten uzak
117
Hükmün konulmasından amaçlanan sonuç veya hükmün korumak istediği
menfaat.
118
119
Ferit DEVELLİOĞLU, 899.
Bu kelime ramazan orucunun farz kılındığı âyetlerde (Bakara Sûresi 2/183-
187), “tesûmû, fe’l-yesumh, es-sıyâm” şeklinde, hacc, zıhâr, öldürme ve yeminle
ilgili konularda kefâret olarak zikredilirken (Bakara Sûresi 2/196, Nisâ Sûresi
4/92, Mâide Sûresi 5/89,95, Mücâdele Sûresi 58/4) “sıyâm” şeklinde, kelime
anlamının kullanıldığı âyetlerde (Meryem Sûresi 19/26, Ahzâb Sûresi 33/35) ise
“savm, es-sâimîn, es-sâimât” şeklinde kullanılmıştır.
120
Râgıb el-Isfahânî, 500. Kur’ân’daki şu âyetlerde savm, kelime anlamını
taşımaktadır: “(bir süre) Konuşmaktan kaçınmaya (savm) ahdettim. Bu yüzden
bugün insanlardan kimseyle konuşmayacağım.” (Meryem Sûresi 19/26)
“….., nefislerini kontrol eden, kendilerini engellemeyi bilen bütün erkek (es-Sâimîn)
ve kadınlar (es-Sâimât), … için Allâh mağfiret ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır.”
(Ahzâb Sûresi 33/35)
44
durmak.” demektir.121
Âyetlerde açıkça belirtildiği gibi kasten yeme, içme ve mübâşeret,
orucu bozmaktadır. Fakat hastalar ve yolcular için tutamadıkları
oruçları daha sonra tutmaları şartıyla bu konuda bir ruhsat
bulunmaktadır. Hastalığın şiddetine ve yolculuğun meşakkatine göre
Allâh’ın
kendilerine
vermiş
olduğu
bu
oruç
tutmama
iznini
kullanabilirler, ki Allâh’ın vermiş olduğu kolaylıktan faydalanmak da
O’nun âyetine uymak demektir.
Sünnette ise, bir kadının, hayzı bittikten sonra kılamadığı namazların
kazası
121
hakkında
sorması
üzerine
Hz.Âişe’nin
“Sen Harûrî
“Siz ey imân edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı
ki, Allâh’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız. (oruç) Sayılı günlerdedir.
Ancak sizden kim, hasta veya seyâhatte olursa diğer zamanlarda (aynı gün sayısı
kadar oruç tutmalıdır) ve gücü yetenlere bir muhtâcı doyurarak fidye vermek bir
yükümlülüktür. Her kim yapmaya yükümlü olduğundan daha fazla iyilik yaparsa
kendisine iyilik yapmış olur, zîrâ oruç tutmak kendinize iyilik yapmaktır, keşke
bunu bilseydiniz. Kur’ân, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili
ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak (ilk defa) ramazan ayında
indirilmiştir. Bundan dolayı sizden kim bu aya erişirse onu baştan başa tutsun.
Ancak hasta veya seyâhatte olan başka günlerde (aynı sayıda oruç tutsun). Allâh
sizin için kolaylık diler, zorluk çekmenizi istemez, ama (belirlenen günlerin)
sayısını
tamamlamanızı
ve
size
doğru
yolu
gösterdiğinden
dolayı
Allâh’ı
yüceltmenizi ve O’na şükretmenizi ister… (gündüz) Tutulan oruçtan sonraki gece
boyunca kadınlarınıza yaklaşmanız helaldir. Onlar sizin için bir elbise gibidirler ve
siz de onlar için bir elbise gibisiniz. Allâh bu konuda kendinizi sıkıntıya
sokacağınızı bilir. Bu yüzden o size mağfireti ile yönelmiş ve bu zorluğu
üzerinizden kaldırmıştır. Şimdi öyleyse onlara yaklaşabilir ve Allâh’ın sizin için
uygun gördüğünden yararlanabilirsiniz ve gecenin karanlığından tan yerinin
aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar
oruca devâm edersiniz. Ama mescitlerde itikafta iken kadınlara yaklaşmayın…”
(Bakara Sûresi 2/183-187)
45
misin? Biz
namazın kazasıyla emrolunmadık, orucun kazasıyla
emrolunduk.” hadisi mevcuttur.122 Fakat bu rivâyet mutlak olarak
hayızlı kadına orucu haram kılmadan ziyâde bir durumdan haberdâr
etme özelliği taşır gibidir. Ayrıca namazla ilgili gelen bu soruya
namazın kaza edilmeyeceğini söyledikten sonra, oruçların kaza
edileceğinin ifâdesi, Ma‘mer’in rivâyetinde bulunmaktadır.123
Yukarıda geçen âyetten ve hadisten hayızlı kadının, hastalığı
nedeniyle tutamadığı oruçları kaza edeceği anlaşılsa bile, hayız
dönemindeyken sağlık durumunun elverdiği zamanlarda oruç tutup
tutamayacağı
net
olarak
anlaşılamamaktadır.
Fakat
İslâm
hukukunun kaynaklarından olan kıyas124 bizi bu konuyla ilgili bir
sonuca götürmektedir.125 Kıyasın rükünleri, hükmü nass tarafından
122
123
Müslim I/265, (Kitâbü’l-Hayz, 69); Ebû Dâvûd, I/278, (Kitâbü’t-Tahâra, 267).
Sehârenfûrî, Halil Ahmed Sehârenfûrî (ö.1346), Bezlü’l-Mechûd fî Halli Ebî
Dâvûd, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1973, II/274-275.
124
Kıyası hüccet olarak kabul eden ve etmeyenlerin delilleri için bkz. Cessâs, Ebû
Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî (ö.370/981), el-Füsûl fi’l-Usûl, Mektebetü’l-İrşâd,
İstanbul 1994, IV/7-138; Râzî, Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. Ömer
(ö.606/1209), el-Mahsûl fî ‘İlmi Usûli’l-Fıkh, Câmi‘atü’l-İmâm Muhammed b. Su‘ûd
el-İslâmiyye, Riyâd 1979, V/9-175.
125
Konuyla ilgili olarak âyetle aynı doğrultuda hayızlı kadının namaz kılmaması
gerektiğiyle ilgili olarak Hz.Peygamberden şu rivâyetler vardır: “Sana hayız geldiği
zaman namazı bırak.” [Mâlik, I/106, (Kitâbü’t-Tahâra, 157); İbn Mâce, I/192,
(Kitâbü’t-Tahâra, 515); Ebû Dâvûd, I/287, (Kitâbü’t-Tahâra, 286); Nesâî, I/75,
(Kitâbü’l-Hayz, 38); Dârakutnî, I/206, (Kitâbü’l-Hayz, 1)].
“Hayız kanı bilinen siyah renktedir. Bu geldiği zaman namazı bırak.” [Ebû
Dâvûd,
I/289,
(Kitâbü’t-Tahâra,
290);
Nesâî,
I/78,
(Kitâbü’l-Hayz,
350);
Dârakutnî, I/207, (Kitâbü’l-Hayz, 3)]
“Beyaz parçayı görene kadar namaz kılmada acele etmeyin.” [Mâlik, I/104,
(Kitâbü’t-Tahâra, 150)]
46
belirlenmiş mesele demek olan “asıl” (el-makîs ‘aleyh), hükmü nass
tarafından belirlenmemiş mesele demek olan “fer‘” (el-makîs), “aslın
hükmü” ve “illet”tir.126
Nitekim konuyla ilgili kıyasın rükünlerini bulacak olursak, asıl,
hastanın durumuna göre oruç tutmama iznine sahip olması, fer‘ ise
hayız döneminde bedenen hasta olan kadının bu ruhsata sahip olup
olmamasıdır. Aslın hükmü, hasta dilerse oruç tutmayabilir, Allâh’ın
ruhsatını kullanması tercihe şâyândır fakat ramazandan sonra
durumu
düzelince
tutamadığı
oruçları
tutar.
Hastanın
oruç
tutmamasının illeti, hastalığın kendisidir. Çünkü oruç bedenen
sağlıklı olmayı gerektiren bir ibâdettir. Hayızlı kadın ise Birinci
Bölüm’de (s.4-15) anlatmaya çalıştığımız üzere bu dönemde bedenen
zayıf ve hasta, ezâ çeker bir hâlde olduğu ve kan kaybettiği için de
normalden daha fazla besin alma ihtiyâcı içindedir. Dolayısıyla
“hastalık” illetine sahiptir. O hâlde aralarındaki illet birliği sebebiyle
aslın hükmü fer‘ için de geçerlidir, yani hayızlı kadın da oruç
tutmama ruhsatına sahiptir.
126
Ebü’l-Hüseyin, Muhammed b. Ali el-Basrî (ö.436/1044), el-Mu‘temed fî Usûli’l-
Fıkh, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut (t.y.), II/443-450; Ebû Ya‘lâ, İbnü’l-Ferrâ
Muhammed
b.
Hüseyin
el-Ferrâ
Memleketü’l-‘Arabiyyeti’s-Su‘ûdî,
(ö.458/1066),
Riyâd
1993,
el-‘Udde
I/174-176;
fî
Bâcî,
Usûl’il-Fıkh,
Ebü’l-Velîd
Süleyman b. Halef (ö.474/1081), İhkâmü’l-Füsûl fî Ahkâmi’l-Usûl, Müessesetü’rRisâle, Beyrut 1989, 457-458; Kelvezânî, Ebü’l-Hattâb Mahfûz b. Ahmed b. Hasan
Ebü’l-Hattâb (ö.510/1116), et-Temhîd fî Usûl’l-Fıkh, Dârü’l-Medîne, Cidde 1985,
III/358-360.
47
Orucun fiziksel ihtiyaçlara sınır getiren yönü, oruç tutan kişinin
sağlıklı olmasını gerektirir.
illetinin
şiddetine
göre
Hayız döneminde gördüğü hastalık
kadın
bu
ruhsatı
kullanabilir
de
kullanmayabilir de. Değişken olan illetin bu durumu hükmün haram
olmasına engel gibi görünmektedir. Zaten bazı klasik eserlerde
konuyla ilgili olarak oruç ve namaz ibâdetinin karşılaştırılması
yapılırken, hayızlının, orucu güçlükle tutacağı fakat cünüpte ise
böyle bir güçlüğün olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca orucun yılda bir kez
olması kazasının kolay olmasını, namazın ise beş vakit olup her ay
adet
gören
kadın
için
kazasının
zor
olacağı
da
yorumların
arasındadır.127 Fakat klasik eserlerdeki bu değerlendirme, ulaşılan
sonuçları etkilememiştir.
İslâm âlimleri genelde olduğu gibi bu konuda da hayız hâliyle,
cünüplüğü kıyaslayarak hayzın orucu bozduğunu söylemişlerdir.128
Bunda, mevcut hadisten yola çıkmalarının etkisi muhtemeldir. Bu
etkinin
dışında,
ulaştıkları
sonuca
hangi
yollardan
geldikleri
anlaşılamamıştır. Çünkü genelde ihtiyârî olup, ihtiyârî olmadığında
ise içinden çıkılması irâde dâhilinde olan ayrıca insanı ibâdet
psikolojisinden koparan cünüplük hâli ile tamamen gayr-i ihtiyârî
olup
içinden
psikolojisinden
127
128
çıkılması
irâde
uzaklaştıracak
dâhilinde
olmayan
unsurları
da
ve
kişiyi
ibâdet
bünyesinde
Kâsânî, I/303.
İbnü’l-Hümâm, I/164; Şevkânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ali b. Muhammed
(ö.1250/1834), el-Edilletü’r-Rasîne li-Metni’d-Düreri’l-Behiyye fi’l-Mesâili’l-Fıkhiyye,
Dârü’l-Hicra, San‘a 1991, 43.
48
barındırmayan hayız hâli arasındaki benzerlik net değildir. Bu
bulanıklık, asıl ve fer‘ arasında illet birliği yokken hüküm birliğine
gidildiği izlenimini uyandırmaktadır. Fakat asılla fer‘in illeti aynı
olmalıdır. Aksi takdirde fer‘in, dengi veya benzeri bir olay olmayan
asla kıyas edilmesi yanlış sonuçlar doğurabilmektedir. Bu şart
gerçekleşmediği hâlde bir kıyas yapılırsa bu kıyasa “farklı iki olay
arasında yapılmış kıyas” anlamında kıyas ma‘a’l-fârık denir ki böyle
kıyaslar usülde hüccet olarak kabul edilmemektedir.129
Kaldı ki oruçluyken kasten cünüp olma orucu bozarken, cünüp
olunduğu takdirde sabaha kadar yıkanmayarak bu halde imsak
vaktini
geçirmenin
orucu
bozmadığına
dâir
rivâyetler
bulunmaktadır.130 Hayızla cünüp olma hâli kıyasa konu olabilecek
özellikte olsaydı, hayızlıyken imsak vaktini geçirmek de orucu
bozmazdı. Ayrıca hayızlı kadına haram olarak zikredilen namaz, oruç,
itikaf, Kur’ân okuma, mushafa dokunma ve mescide girme yasağının
yıkanmadan önce helal olmayacağı fakat sadece orucun yıkanmadan
önce helal olacağının ifâde edilmesi,131 bu ibâdetin temizlik hâli ile bir
ilgisi olmadığını gösterir niteliktedir. Bazı kaynaklar ise kanın
kesilmesiyle yıkanmadan haramlığı kalkan oruca mescite girmeyi de
129
Bkz. 126. dipnot.
130
Müslim, II/780, (Kitâbü’s-Sıyâm, 77); Kâsânî, I/303.
131
Mâverdî, el-İknâ‘, 29; Ğamrâvî, Muhammed ez-Zehrâ, es-Sirâcü’l-Vehhâc Şerh
‘alâ Metni’l-Minhâc, Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Kâhire 1933, (s.y.).
49
ilâve eder.132 Ayrıca klasik eserlerde hayız dönemindeki mübâşeret
için “hurrime” (haram kılındı), oruç için “müni‘a” (men edildi) ve
namaz için “üskıta” (muaf tutuldu) fiillerinin kullanılması da rastgele
görünmemektedir.133
Dolayısıyla bazı kadınlar ve günler için hayzın bir ezâ teşkil
etmediği ve verilen ruhsatı kullanmaya gerek olmayan durumlarda
oruç tutulabilir.134 Hele günümüzde hayız nedeniyle tutulamayan
ramazan oruçlarının kazası kadınların büyük kısmı için daha sonra
telâfi edilemeyen bir hâl aldığından, kanaatimizce özellikle hayzın
etkilerinin yok olmaya yüz tuttuğu âdetin son günlerinde söz konusu
ruhsat kullanılmayabilir.
132
Ğamrâvî, Envârü’l-Mesâlik Şerhu ‘Umdeti’s-Sâlik ve ‘İddeti’n-Nâsik, Dârü’l-Tıbâ‘,
Dımaşk 1993, 58.
133
134
İbn Kudâme, I/200.
Hayız dışında şiddetli kanaması olan ve bu durumuyla ilgili namaz ve orucu
hakkında soran bir kadına Hz. Peygamber namazlarını nasıl kılması gerektiğini
tarif ettikten sonra “… Güç yetirebiliyorsan orucunu tut… (Sûmî in kaderti ‘alâ
zâlik)” [Ebû Dâvûd, I/292, (Kitâbü’t-Tahâra, 291)] demesi, istihâza (özür) hâlinde
bile olsa orucun güç yetirme (kudret) ile ilgili olduğuna güzel bir delil teşkil edecek
niteliktedir.
Bkz.
İkinci
Bölüm\İstihâzayla
ile
İlgili
Hükümlerin
Değerlendirilmesi/Oruç (s.69). Ayrıca hayızlı kadının orucu zorlukla tutacağı fakat
cünüpte bu zorluğun olmayacağına dâir delillendirme (Kâsânî, I/303) aslında,
orucun muktedir olmakla alakalı olduğunu göstermektedir.
50
D. Hacc
Sözlükte ziyâret için yönelme, yola koyulma135 demek olan hacc,
ıstılahta ise “Kâbe ve onun etrafındaki kutsal sayılan yerleri belli bir
vakit içinde usûlüne uygun olarak ziyâret etmek.”136 demektir. Bu
ziyâret, gücü yeten her müslümana farzdır.137 Bu farzı yerine
getirebilmek içinse sağlıklı olma, yol güvenliği ve ârızî bir durumun
yokluğundan
oluşan
gerekmektedir.
Ayrıca
edâ
şartlarının
ihram
giymek
bir
de
arada
bulunması
haccın
geçerlilik
135
Râgıb el-Isfahânî, 218.
136
Abdülmünim, I/550.
137
“Haccı ve umreyi Allah için îfâ edin fakat yapmaktan alıkonursanız gücünüzün
yeteceği bir kurban kesin… Hacc belli aylarda îfâ edilecektir, her kim o aylarda
haccı
îfâ
ederse,
hacc
sırasında
çirkin
konuşmalardan,
tüm
yakışıksız
davranışlardan ve kavgadan kaçınmalıdır. Her ne iyilik yaparsanız Allah onun
farkındadır… Arafat’tan kalabalıklar hâlinde dalga dalga indiğinizde kutsal
mahalde Allâh’ı anın… Ve dalga dalga ilerleyen öteki kalabalıklarla birlikte siz de
ilerleyin ve Allah’tan günahlarınıza bağışlanma dileyin. Doğrusu Allah, çok
affedicidir, rahmet kaynağıdır.” (Bakara Sûresi 2/196-200)
“Unutmayın insanlık için inşâ edilen ilk mabed, Bekke’dekiydi, bereketli ve
bütün âlemler için bir rehber, apaçık işâretlerle dopdolu. (Orası) Bir zamanlar
İbrâhim’in durduğu yerdir, kim içine girerse huzur bulur. Bundan dolayı mabedi
haccetmek, gücü yeten bütün insanların Allâh’a karşı yerine getirmek zorunda
oldukları bir görevdir…” (Âl-i İmrân Sûresi 3/96-97)
“İbrâhim’e bu ibâdet evinin kurulacağı yeri gösterdiğimiz zaman (O’na demiştik
ki:) ‘Bana kimseyi ortak koşma! Ve benim mabedimi onu tavaf edecek olanlar için
onun önünde (Rablerini tazim ve tefekkür için) dikilip duranlar için, saygıyla
eğilenler ve yere kapananlar için temiz tut! Bunun içindir ki (Ey Muhammed!)
bütün insanları hacca çağır, yaya olarak ve hızlı yürüyen her binek üstünde
(dünyanın) en uzak köşelerinden sana gelsinler.’ (Hacc Sûresi 22/26-27)
51
şartlarındandır.
Arafat’ta
vakfe
ve
tavaf
ise
haccın
rükünlerindendir.138
Hz.Peygamber’in, hacc esnâsında âdet olduğu için ibâdetini
yarım bırakma üzüntüsüyle ağlayan Hz.Âişe’ye “Bu, Allah’ın Âdem
kızlarına yazdığı bir şeydir. Hacının yaptığı her şeyi yap, yalnız
temizlenene kadar Kâbe’yi tavaf etme.”139 demesi, hayızlı kadının
Kâbe’yi tavafı hakkında fikir verse bile yine de konuyla ilgili farklı
görüşler bulunmaktadır. Aslında bu ihtilâfın nedeni, tavafta abdest
şartının olup olmamasıyla ilgilidir.
Tavafı namaz gibi kabul edip140 abdest şartını öne sürenler,
doğal abdestsizlik döneminde olan hayızlı kadın için tavafın haram
olduğunu söylemektedir.141 Hacc ibâdetiyle ilgili âyetlerde abdest
şartı zikredilmezken, gerek tavafı namaza benzeten hadis, gerekse
Hz.Peygamber’in Hz.Âişe’ye “…Tavaf dışında her şeyi yap.” demesi,
tavaf için abdesti şart koşanların delillerini oluşturmaktadır.142
Tavâfı namaza benzetmeyen İbn Kayyim ise, kötülükten güvende
olma gibi zarûrî hallerde hayızlı ve cünüp için nasıl mescide girmek
138
İbn Rüşd (el-hafîd), I/569-621.
139
Nesâî, I/75, (Kitâbü’l-Hayz, 337).
140
Bu kabulde
“Beytullah etrafındaki tavaf
namaz gibidir.
Ancak bunda
konuşabilirsiniz. Öyleyse kim tavaf sırasında konuşursa, hayır konuşsun.”
[Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ (ö.279), el-Câmi‘u’l-Kebîr, Dârü’l-Ğarbi’lİslâmî, Beyrut 1998, I/282, (Kitâbü’l-Hacc, 960).] hadisi belirleyici olmuştur.
141
İbnü’l-Hümâm, I/166; Ebü’l-Fadl, Veliyyüddîn el-Basîr, en-Nihâye Şerhu Metni’l-
Gâye ve’t-Takrîb, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995, 46; Rağrûğî, I/216.
142
Buhârî, I/79, (Kitâbü’l-Hayz, 10).
52
câizse hayızlı kadının tavâfı da zarûrî bir haldir, dolayısıyla tavafta
hayız, istihâza gibi kabul edilmeli görüşündedir.143 Çünkü insan,
gücü yettiği kadarıyla Allah’tan sakınmalıdır,144 acz ile birlikte vâcib,
zarûretle birlikte haram yoktur.145 Ayrıca namazın şartlarından olan
rükû, secde, kıraat ve teşehhüdün tavafta olmaması, buna karşılık
tavafta kerâhetle birlikte câiz olan konuşma, yeme, içme, amel-i kesîr
gibi fiillerin namazı bozması gibi nedenlerle de onu namazdan farklı
bir ibâdet olarak gören İbn Kayyim, bu ibâdetin îfâsında abdest şartı
aramaz
ve
dolayısıyla
hayızlı
kadının
da
tavaf
edebileceği
görüşündedir.146
Diğer bir husus da hayızlının ve cünübün mescitten geçmesinin
câiz olmasına dayanılarak tavâfın da bir geçiş olması itibâriyle hayızlı
kadın için câiz olarak kabul edilmesidir. Zîrâ tahâret konusunda
tavaf namaz gibi değildir. Zaten hayız için zikredilen “Bu, Allâh’ın
Âdem kızlarına yazdığı bir şeydir.” hadisiyle de âdeta cünüple hayız
hâli ayırt edilmiştir. Nitekim temizlenmek kudreti dâhilinde olan
cünüp için aynı görüş pek muteber olmamakla berâber
143
Yani varlığı herhangi bir değişikliğe
yine de
neden olmamaktadır. Bkz.
İkinci
Bölüm\İstihâzayla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi\Namaz (s.65-69).
144
145
Teğâbün Sûresi 64/16. (fe’ttekullâhe me’steta‘tüm…)
İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb
(ö.751/1350), İ‘lâmü’l-Muvakkı‘în ‘an Rabbi’l-Âlemîn, Dârü’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut
1998, III/22.
146
İbn Kayyim el-Cevziyye, III/27-28.
53
Ahmed b. Hanbel cünüplüğünü unutarak tavaf edenin tavafını sahih
kabul etmektedir.147
Tavâfın namaza benzetilmesi iki ibâdetin de sıhhat ve kabul
şartlarının aynı olmasını gerektirmemekle birlikte mâhiyet itibâriyle
ikisinin de Allâh’a yönelme ve “salât” özelliklerini taşıdığına dâir bir
özellik gibi görünmektedir.
Hayızlı kadının tavafta kötü kokma ihtimali onun Kâbe’den uzak
durmasının bir nedeni olarak sayılabilir. Fakat bu kötü kokma
ihtimâlini hayza değil de kişiye hasretmek daha uygun gibidir.
Hayızlı kadının tavâf etmemesiyle ilgili bir gerekçe söylemek gerekirse
o da haccın sıhhat şartıyla ilgili olmalıdır. Çünkü hayız döneminde
kadın,
Kâbe’nin
etrâfını
yedi
kez
dönebilecek
kudrete
sahip
olamayabilir. Aslında günümüzde hayzın etkilerini ortadan kaldıran
hattâ hayız gününü erteleyebilen ilaçların varlığı, konuyla ilgili bu
tartışmaları bulundukları döneme âit bir kültür unsuru olarak ele
almamızı gerektirmiştir. Fakat vücudun doğal dengesini bozması ve
hayız döneminde tavafa cevâz veren âlimlerin olması itibâriyle bu
yöntemlere gerek kalmamaktadır. Ayrıca haccla birlikte günahlardan
arınma kanaatinin bir sonucu olarak müslümanların haccı geç
yaşlara ertelemesi ve bu yaşlarda kadınların iyâse döneminde yani
artık âdet görmüyor olması söz konusu problemle karşılaşma
olasılığını da en aza indirmektedir.
147
İbn Kayyim el-Cevziyye, III/27-28.
54
E. Mescide148 Girme
Hayızlı kadının mescide girmesiyle ilgili hükümlerin başlangıç
noktası diğer konularda olduğu gibi bu konuda da hayzın, cünüp
kimseye benzetilmesi olduğu söylenebilir.
Hayızlı ve cünübün mescide girmesini mutlak olarak haram
kabul
edenler
“Ey
imân
edenler!
Sarhoş
iken
namaza
yaklaşmayın..”149 âyetini gerekçe olarak göstermektedir. Onlara göre
âyetteki namaz kelimesinin önünde mukadder bir mahzûf lafız vardır
ki o da “yeri” kelimesidir. Yâni namaza yaklaşmayın derken aslında
namaz yerine yaklaşmayın anlaşılmalıdır. Bu görüşte olanlar ayrıca
Sünnetten de “Cünüp ve hayızlı için mescidi helal kılmadım.” hadisini
delil olarak getirmektedir.150 Bunların dışında Hz.Peygamber’in hacc
esnâsında âdet gören Hz.Âişe’ye tavafın dışında her şeyi yapmasına
izin vermesi, bu görüş sahipleri için hayızlı kadının mescide
girmesinin haram olduğunu gösteren bir delildir. Nitekim onlara göre
mescit, namaz yeri olduğuna, hayızlı veya cünüp kimse ise bu halleri
devam ettikçe namaz ehlinden olamayacaklarına göre namazın onlara
haram olması gibi namaz yeri olan mescide girmeleri de haramdır.151
148
Mescid, secde edilen yer demektir. Günümüzde bu kelime küçük câmiler için
kullanılsa da klasik kaynaklardaki isimlendirme tercih edilmiştir. Dolayısıyla
mescit kelimesinin kullanımından bugünün câmileri de anlaşılmalıdır.
149
150
Nisâ Sûresi 4/43.
Fakat bu hadis zayıftır. Bkz. Elbânî, Muhammed Nâsıruddîn, İrvâü’l-Ğalîl fî
Tahrîci Ehâdîsi Menâri’s-Sebîl, el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1979, I/210.
151
Serahsî, III/153, İbnü’l-Hümâm, I/167; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/486.
55
Mescide girmeye (mukîm olmaya) cevaz vermemekle birlikte
mescitten geçmeye (‘ubûr)152 cevaz veren görüş ise Şâfiîler, Mâlikîler
ve Hanbelîlere âittir.153 Onlar necâsetin mescide bulaşmamasından
emin
olunduğu
takdirde
hayızlı
kadının
mescitten
geçmesine
kerâhetle cevaz vermişlerdir. Bu cevazda, Hz.Peygamber’in hayız
döneminde olan Hz.Âişe’den mescitteki örtü getirmesini istemesi de
etkili olmuştur.154 Kan kesildikten sonra fakat yıkanmadan önce ise
mescide girmede bir sakınca görmemişlerdir.155
Zâhirîler ise hayızlı kadının mescitten geçmesine de mescide
girmesine de cevaz vermektedir. Bu cevâzı vermelerinde yukarıda
152
‘Ubûru ise mescidin bir kapısından girip diğerinden çıkmak olarak tarif
etmektedirler.
(Şerkâvî,
Abdullâh
b.
Hicâzî
b.
İbrâhim
eş-Şâfiî
el-Ezherî
(ö.1227/1812), Hâşiyetü’ş-Şerkâvî ‘alâ Tuhfeti’t-Tullâb bi-Şerhi Tahrîri Tankîhi’lLübâb, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, I/310.)
153
Şâfiîler aynı âyetin devâmını delil olarak sunmuşlardır: “Ey iman edenler!
Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar, seyahatte olmanız (‘âbirî sebîlin) hâriç
cünüpken de yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisâ Sûresi 4/43) Yâni
onlara göre ‘‘âbirî sebîlin’ ifâdesi mescitten geçmek demektir. Bkz. İbn Kudâme,
I/201; İbn Râşid, Ebû Abdillâh Muhammed (ö.736/1336), el-Müzheb fî Dabti
Mesâili’l-Mezheb, el-Mecme‘u’s-Sakafî, Ebûdabi 2002, I/196; Zekeriyâ, Ebû Yahyâ
Zeynüddîn Zekeriyâ el-Ensârî (ö.926/1520), Fethü’l-Vehhâb bi-Şerhi Minhâci’tTüllâb, I-II, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1998, I/49.
154
Dîb el-Buğa, Mustafa, el-Hediyyetü’l-Merdıyye bi-Şerhi ve Edilleti’l-Mukaddimeti’l-
Hadramiyye, Dârü’l-Mustafâ, Dımaşk 2001, 114.
155
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref (ö.676/1277), Tashîhü’t-Tenbîh,
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1996, I/99; Zekeriyâ, Ebû Yahyâ Zeynüddîn Zekeriyâ
el-Ensârî (ö.926/1520), Tuhfetü’t-Tullâb bi-Şerhi Metni Tahrîri Tenkîhi’l-Lübâb,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, 35; Ramlî, Şemsüddîn Muhammed b. Ebi’lAbbâs Ahmed b. Hamza b. Şihâbiddîn eş-Şehîr bi’ş-Şâfii’s-Sağîr (ö.1004/1596),
Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ Şerhi’l-Minhâc, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1984, I/328.
56
geçen hadisleri “zayıf” görmeleri ve yeryüzünün tamamını mescit
olarak kabul etmeleri etkili olmuştur.156
Ayrıca Hz.Peygamber’in hayızlı kadını bile bayram namazına
çağırmasıyla ilgili rivâyeti o günlerde müslümanların düşmana az
görünmemesi için yapılan bir çağrı olarak değerlendirenler de
vardır.157 Nitekim bu değerlendirme, kadının süregelen zaman içinde
mescitten tamamıyla alıkonmasının başlangıcı gibi de görünmektedir.
Hayızlı kadının mescide girmemesinin nedeni olarak hayzın,
cenâbetten daha ağır bir hades olması da zikredilmektedir.158 Bu
görüşe sahip olan Şâfiîlerin konuya yaklaşımlarına dikkat edilecek
olursa söz konusu yasağın mescide necâset bulaştırma endişesinden
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hayız kanından korunma
yollarının günümüzdeki güvenilirliği bu örfî yasağın kendiliğinden
ortadan kalkması için bir sebep oluşturabilir. Kaldı ki mescidin,
namazları
edânın
ötesinde
toplum
hayatında
sosyal
ilişkiler
açısından önemli bir yeri bulunmaktadır. Mü’minler aynı ortamda
duâ ve tövbe etmek için, ziyâret ve benzeri nedenlerle de mescide
gelebilir. Mescidin kapıları, maddî-mânevî ortam bozulmadığı sürece
herkese açık olmalıdır. Ayrıca bu örfî yasağın konulmasını münâsip
gösteren
mescide necâset
bulaştırma
endişesi,
şartların
156
İbn Hazm, II/184.
157
Gazâlî, Muhammed, Kadâya’l-Mer’e, Matbû‘at-i Atâî, Kâhire 1992, 200.
158
Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, I/384.
ve
57
imkanların değişmesiyle geri gelirse aynı yasak her zaman tekrar
edebilir.
F. Mushafa Dokunma ve Kur’ân Okuma
İslam âlimlerinin çoğu Kur’ân’a dokunmak ve onu okumak için
abdestli (temiz) olma şartını öne sürmüşlerdir. Dolayısıyla hayızlı ve
cünübün, temiz olmadıkları gerekçesiyle, mushafa dokunmaları ve
Kur’ân okumalarına cevaz verilmemiştir.
Temiz olmayanın Kur’ân’a el süremeyeceği görüşünde olanlar159
“Ona
temiz
olanlardan
başkası
dokunamaz.”160
âyetini
delil
getirmektedirler. Fakat âyetin siyak ve sibâkı bu anlama elverişli
görünmemektedir. Nitekim âyeti, anlam bütünlüğünü bozmadan
inceleyecek olursak “Yıldızların konumlarına yemin ederim. Eğer
bilirseniz bu çok büyük bir yemindir. Bu, elbette Ku’rân-ı Kerîm’dir.
O, korunan bir kitapta yazılıdır.161 Ona, temiz ve arınmış olanların
dışında kimse dokunamaz. Âlemlerin Rabbi tarafından (bölüm bölüm)
indirilmiştir.”162 âyetleri fakîhlerin anladığından daha çok şey ifâde
etmektedir. Nitekim klasik müfessirlere göre âyette yemin edilen
159
Hanefîler ve Hanbelîler bu görüştedir, fakat mushafı bir kılıfla taşımanın ona
dokunmak demek olmayacağını düşünmektedirler. (İbnü’l-Hümâm, I/168.) Ayrıca
Hanbelîler “Kur’ân’la düşman yurduna yolculuk etmeyin.” hadisinin, düşman
elinin Kur’ân’a değme korkusuyla söylendiği kanaatindedir. (İbn Kudâme, I/204.)
160
Vâkı‘a Sûresi 56/79.
161
Bkz. Hasan ELİK, Kur’ân’ın Korunmuşluğu Üzerine, İFAV Yy., İstanbul 1998, 12-
61.
162
Vâkı‘a Sûresi 56/75-81.
58
yıldızların konumları, kadir gecesinde yüce semâdan dünya semâına
topyekûn indirilen Kur’ân’ın, buradan peyderpey indirilmek üzere
bulunduğu konumu temsil etmektedir. Âyetin başında ise Allah,
bunun
çok
büyük
bir
yemin
olduğunu
söyleyip
yıldızların
konumlarına yemin ederek Kur’ân’ın, temiz163 olanların dışında
kimsenin dokunamayacağı korunmuş bir kitapta olduğunu ve bu
korunduğu yerden de peyderpey nâzil
olduğunu belirtmektedir.
Dolayısıyla bu bağlama göre korunan kitaba dokunabilen “temizler”
(arınmışlar) meleklerdir.164
Temiz
olmayanların
Kur’ân’a
dokunup,
onu
okuyabileceği
görüşünde olanlar165 ise ilgili âyetin siyak ve sibâkının aksi yönde bir
hüküm vermek için yeterli olmadığından yola çıkarak üzerinde
Allâh’ın zikri yazılı dinar ve dirhemleri tutmanın hayızlı ve cünüp için
câiz olduğunu ayrıca “Mü’min necis olmaz.” ve “O, Allâh’ı her zaman
163
Âyette “mutahhar” olarak geçen kelime, Kur’ân’da bulunduğu diğer yerlerde de
[Cennette vad edilen tertemiz eşler için “ezvâcün mutahhera” (Bakara Sûresi
2/25, Âl-i İmrân Sûresi 3/15, Nisâ Sûresi 4/57), Hz.İsâ’nın inanmayanların
arasından “temizleneceğini” ifâde etmek için “mutahhiruke” (Âl-i İmrân Sûresi
3/55), vahyin bir özelliği olarak “fî suhufin mükerrame merfû‘a mutahhera”
(Abese Sûresi 80/13-14), ayrıca “suhufen mutahhera” (Beyyine Sûresi 98/2)
şeklinde] mânevî arınma anlamında kullanılmıştır.
164
Mücâhid, 646; Taberî, XXII/358-367; Kurtubî, XVII/223-227; İbn Kesîr, Ebü’l-
Fidâ’ İsmâil b. Ömer (ö.774/1373), Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Tayyibe, Riyâd
1997, VII/544; Suyûtî, Abdurrahmân b. Celâliddîn (ö.911/1505), ed-Dürrü’lMensûr fi’t-Tefsîri’l-Me’sûr, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1983, VIII/26.
165
İbrahim en-Neha‘î ve İkrime’nin bu görüşte olduğu rivâyet edilir. (İbn Battâl,
I/421) Ayrıca Mâlikîlerin kısmen, Zâhirîlerin ise bütünüyle bu görüşü kabul ettiği
bilinmektedir. (Bkz. Mâzerî, I/332; İbn Râşid, I/196)
59
zikrederdi.” hadislerini, bir de Hz.Peygamber’in Bizans imparatoru
Hirakl’e gönderdiği mektupta âyetlerin yazılı olmasını delil olarak
göstermektedirler.166 Bunlarla birlikte cuma ve bayram günleri
hayızlının namaz dışındaki tesbih ve tekbirleri yerine getirmesi için
Hz.Peygamber
tarafından
mescide
çağırılması
delillerinden
bir
diğeridir.167
Tefsirlerde son sıralarda ve şâz gibi duran, mushafa temiz
olmayanların dokunamayacağı görüşü, ilgili âyetten ziyâde hadislerle
beslenmektedir. Fakat hayız, cünüp ve nifas hâlinde Kur’ân’a
dokunup onu okumayı yasaklayan hadislerin168 “zayıf” olması,169 İbn
Abbas’ın,
cünüp
kimsenin
Kur’ân
okumasında
bir
sakınca
görmediğine dâir rivâyetlerin170 varlığı, ayrıca Mâlikîler ve Zâhirîlerin
söz konusu yasakla ilgili esnekliği de bu konunun farklı yorumlara
açık olduğunu göstermektedir.
Mushafa dokunmasa da hayızlı kadının Kur’ân okuyamayacağı
Hanefîlerin meşhur kanaatidir. Buna göre hayızlı kadın tam bir âyeti
okuyamaz, âyetteki kelimeleri, o kelimeler tek başına Kur’ân âyetini
ifâde etmediği için ancak teker teker okuyabilir. Ayrıca Fâtiha Sûresi
gibi duâ içerikli bazı âyetleri yine Kur’ân okuma niyeti olmaksızın
166
İbn Battâl, I/414,423.
167
Nesâî, I/83, (Kitâbü’l-Hayz, 378); İbn Battâl, I/424.
168
Dârakutnî, I/117, 120-124.
169
Elbânî, I/206-225.
170
Buhârî, I/76, (Kitâbü’l-Hayz, 6).
60
okuyabilir.171 Ayrıca bazı kaynaklarda da Tevrat, İncil ve Zebur bu
konuda Kur’ân’la eş değer tutulmuştur.172 Aslında söz konusu
içtihatlar hayız ve nifas hâlleri boyunca kadının Kur’ân’dan uzak
durması demek olan ilgili hükmü, hayatın gereklerine uyarlamak için
yapılmış
gibi
görünmektedir.
Zîrâ
âyetteki
kelimeleri
tek
tek
okumanın muhâtabı, kişi ya da Allah, okunulanın Kur’ân olduğunu
bilmektedir.
Müslüman kadınların
doğal
karşılanabilmektedir.
bu konuda tereddüt etmesinin nedeni
Çünkü öyle
rivâyetler vardır
ki,173
bunlardan hayız döneminde kadınların âdeta hiçbir şey yapmadan
“oturduğunu” ya da bu anlayış içinde olduğunu anlamak güç
değildir. Nitekim daha önce de başka bir bölümüne yer verdiğimiz
anketin174 “Bayan iseniz, hayızlı iken Kur’ân okuyor musunuz, oruç
171
İbn Nüceym, Zeynüddîn Ömer b. İbrâhim b. Muhammed el-Hanefî (ö.970/1563),
en-Nehrü’l-Fâik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, I-III, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2002,
I/135; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/487-488.
172
İbn Âbidîn, Muhammed Emin b. Ömer b. Abdülazîz (ö.1252/1836), Hâşiyetü ibn
Âbidîn, Dârü’s-Sekâfe ve’t-Türâs, Dımaşk 2000, II/274.
173
Bazı rivâyetlerde “oturma” anlamına gelen “celese” ve ka‘ade” fillerinin kullanımı
dikkat çekicidir: “Rasûlullah döneminde nüfesâ kırk gün oturuyordu. (teclisü)”
(İbn Mâce, I/201, (Kitâbü’l-Hayz, 536), “Müstehâza için Hz.Peygamber daha önce
oturduğu (tak‘udu) günler kadar oturmasını emretti.” (Ebû Dâvûd, I/285,
(Kitâbü’l-Tahâra, 285). “Ben hayızlıyken Rasûlullâh, kucağıma yaslanır ve sonra
Kur’ân okurdu.” (İbn Mâce, I/196, (Kitâbü’l-Hayz, 523); Nesâî, I/81, (Kitâbü’lHayz, 368); İbn Battâl, I/413) “Ebû Vâil, hayızlı olan hizmetçisini mushafı alması
için Ebû Razîn’in evine gönderdi. Hizmetçi de onu bir askıyla tuttu.” (İbn Battâl,
I/413).
174
Gülsüm SOYDAN, 98.
61
tutuyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplar âdetâ bir geçiş sürecini
göstermektedir:
a) Evet
Bayan
6/251
b) Hayır
c)(Boş
bırakılan
seçeneğe
verilen
cevaplar:)
Bayan
233/251
Bayan
- Sadece Kur’ân
okuyorum. (16)
- Hayır ama bunların
olmasına karşı
değilim.
- Okuyabileceğime
inanıyorum ama
yıllardır içimize işlenen
suçluluk duygusu
bunu engelliyor.
- Meâl okuyorum.
II. Nifasla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi
Hâmilelik döneminde bebeğin rahme tutunmasından dolayı
rahmin ifrâzâtı olmamakta, yâni hâmile kadın hayız görmemektedir.
Fakat doğumla birlikte her kadının kendine özel çeşitli sürelerde
kanaması görülmektedir. Hayızla aynı illeti içinde barındırdığından,
aslında hayız kanının hâmilelik dolayısıyla ertelenmesi demek olan
nifas, sağlıklı olmanın göstergesidir ve olağan bir durumdur. Bu
bölümde konuları özet olarak geçmekle birlikte, bir önceki bölümdeki
hayızla
ilgili
hükümler
değerlendirilirken
zikredilen
ayrıntılar,
62
yorumlar ve deliller nifas için de geçerlidir. Hayızla ilgili tüm
hükümler nifası da kapsamaktadır.175
A. Mübâşeret
Mübâşeret, nifas da hayız gibi “ezâ” illetini taşıdığından ilgili
âyette176 de belirtildiği üzere kadına da erkeğe de haramdır.177
B. Namaz
Namaz
için
farz
olan
abdest
şartını,
doğal
abdestsizlik
durumunda olan nüfesânın da yerine getirememesi onun namazdan
muâf olması anlamına gelmektedir.178
C. Oruç
Oruç ibâdetinde ağırlıklı olarak fizikî ihtiyaçların karşılanmasıyla
ilgili belli bir zaman zarfında kısıtlama söz konusu olduğu, nüfesânın
ise kan kaybı ve bebeğe süt emzirmesi dolayısıyla beslenmesine özen
göstermesi
gerekliliği
diğer
hastalara
verilen
oruç
tutmama
ruhsatının nüfesâyı da kapsamasını gerektirmektedir.179
175
Mahallî, Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed eş-Şâfiî (ö.864/1459),
Kenzü’r-Râğıbîn Şerhu Minhâci’t-Tâlibîn, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001, 41;
İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/496.
176
Bakara Sûresi 2/222.
177
Bkz. İkinci Bölüm\Hayızla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi\Mübâşeret (s.29).
178
Bkz. İkinci Bölüm\Hayızla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi\Namaz (s.40).
179
Bkz. İkinci Bölüm\Hayızla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi\Oruç (s.43).
63
D. Hacc
Hacc esnâsında nifas durumunda olma, nâdir karşılaşılacak bir
durum
olmakla
birlikte
tavafın
abdestsiz
yapılamayacağını
söyleyenlere göre nüfesâ tavaf edemez. Tavafı namaza benzetmeyip
hayzın bir zarûret olmasından yola çıkarak nifasın da hayzın
hükümlerini alması nedeniyle, nifası da bir zarûret olarak kabul eden
İbn Kayyim ise nüfesânın da tavaf edebileceğini söylemektedir.180
Fakat nifas, uzun süren hâmilelik döneminden sonraki bir hâdise
olduğu ve kadının hayatında az sayıda vuku bulduğu için zarûret
olma derecesi hayza göre daha düşük görünmektedir.
E. Mescide Girme
Nasslardan ve mescidi kirletme gibi örfî bir nedenle yola çıkarak
hayızlı kadın için mescide girmeyi câiz görmeyenler bulunmaktadır.
Fakat delil olarak getirilen ilgili âyette mahzuf bir lafız olma
ihtimâlinden yola çıkılması, ilgili hadisin “zayıf” olması ve bir başka
hadiste Hz.Peygamber’in hayızlı da olsa kadınları bayram namazına
çağırması, mescidi kirletme örfî nedeninin ise günümüzde söz
konusu olmaması ve mezhepler arasında farklı görüşlerin de
bulunması
nüfesânın
da
mescide
girmesinde
bir
sakınca
bırakmamaktadır.181
180
Bkz. İkinci Bölüm\Hayızla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi\Hacc (s.50).
Bkz. İkinci Bölüm\Hayızla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi\Mescide Girme
(s.54).
181
64
F. Mushafa Dokunma ve Kur’ân Okuma
Mushafa dokunma ve Kur’ân okuma konusunda ise ilgili âyetin
siyak ve sibâkından bağımsız ele alınması ve
ilgili hadisin “zayıf”
olması nüfesânın da mushafa dokunma ve Kur’ân okumasında bir
sakınca bırakmamaktadır. Kaldı ki Kur’ân eğitim-öğretimiyle meşgul
olan kadınların hayızlı oldukları süre boyunca Kur’ân’dan uzak
durmalarının onu unutmaya sebep olabileceği gerekçesiyle hayızlı
kadının Kur’ân okumasına cevaz veren Mâlikîler, nifasın hayızdan
çok daha fazla sürmesi dolayısıyla nüfesâ için de aynı cevazı
vermişlerdir. Zâhirîlerde ise bu konuda mutlak bir cevaz söz
konusudur.182
III. İstihâzayla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi
A. Mübâşeret
Hastalık hükmünde olup sağlığı ifâde etmeyen ve olağan bir
durum da sayılmayan istihâza, hayzın ve nifasın yaptığı gibi
ibâdetleri
doğrudan
etkilememekle
birlikte
bazı
mekruh
ve
mübahların oluşmasına neden olmaktadır.
Doktrinde müstehâza ile mübâşeretin câiz olduğu, câiz olmadığı
ve eğer istihâza durumu uzun sürecekse câiz olduğu şeklinde üç
farklı görüş vardır.
182
Bkz.
İkinci
Bölüm\Hayızla
Dokunma ve Kur’ân Okuma (s.57).
İlgili
Hükümlerin
Değerlendirilmesi\Mushafa
65
Cumhur,
mübâşerete
örnekler
getirerek183
müstehâzayla
vermektedir.184
Hz.Âişe’nin
müstehâzanın
sahâbeden
cevaz
mübâşeretini kerih görmesine185 dayanarak Ahmed b. Hanbel’e
nisbet edilen bir rivâyete göre ise, erkeğin istihâza durumundaki
karısıyla mübâşerette bulunması câiz değildir. Onlara göre istihâza
da hayız gibi ezâdır ve ilgili âyetle186 de bu durumda mübâşeret
yasaklanmıştır. Fakat erkek, istihâza süresinin uzamasıyla zinâya
düşeceğinden korkarsa mübâşeret kerâheten câiz görülmüştür.187
B. Namaz
İstihâza ile ilgili hükümlerin neredeyse tamamı namaz ibâdeti
etrâfında toplanmaktadır. Çünkü müstehâza günde beş kere ifâ
edeceği bu ibâdet için şart olan abdest konusunda dikkatli olmalıdır,
183
Ebû Dâvûd, I/302, (Kitâbü’t-Tahâra, 314); Şa‘rânî, Ebû Abdurrahmân
Abdülvehhâb b. Ali (ö.973/1565), Keşfü’l-Ğumme ‘an Cemî‘i’l-Ümme, Dârü’l-Fikr,
Beyrut 1988, I/85.
184
Şâfiî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs (ö.204/820), el-Ümm, (m.y.), Beyrut
(t.y.), I/50; İbnü’l-Münzir, Ebû Bekr Muhammed b. İbrâhim en-Nîsâbûrî
(ö.309/921), el-İknâ‘, Mektebetü’r-Rüşd, Riyâd 1994; I/74; Rûyânî, I/370; Nevevî,
et-Tahkîk, 144; İbnü’l-Hümâm, I/176; Berfî, I/30.
Bu durumdaki erkeğin, zekerinde (erkeklik organında) necâset (kirlilik) olandan
farksız olacağının dile getirilmesi (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/495.) bu hükme
de yine erkeklerin açısından yola çıkarak varıldığının açık bir göstergesi gibi
görünmektedir. Zîrâ çalışmamızda üzerinde durduğumuz ana nokta hayız ve nifas
döneminde erkeği zararlardan(!) korumak için değil, kadınların bu dönemdeki
fizyolojik
ve
psikolojik
zayıf
düşmelerinden
getirilmesidir.
185
Dârakutnî, I/719, (Kitâbü’l-Hayz, 65).
186
Bakara Sûresi 2/222.
187
İbn Kudâme, I/420.
dolayı
birtakım
kolaylıklar
66
zîrâ
istihâza,
abdesti
bozan
bir
durumdur.
Hz.Peygamber’in
döneminde de bu hususta hanımlar çokça soru yönelttiği için
konuyla ilgili rivâyet zenginliği dikkati çekmektedir.
İstihâza, hayız kanından farklı olarak, rahimden gelmeyen
dolayısıyla mâhiyeti farklı olan,188 sağlığı da ifâde etmeyen bir
durumdur. Genelde hayız süresinde rahmin aldığı enfeksiyon sonucu
hayız süresinin uzamasıyla ortaya çıkmaktadır. Ayrıca hayza ve
nifasa
bitişik
olmayan
istihâza
durumu
da
söz
konusu
olabilmektedir. İki hayzın ortasında ya da hâmile kadından gelen kan
da olağanüstü bir durum olduğu ve sağlığı ifâde etmediği için istihâza
olarak kabul edilmektedir. Hadislerde de, hâmile kadın hayız
görmeyeceği için bu durum istihâza olarak değerlendirilmekte ve bu
dönemde kadının yıkanıp namazlarına devam etmesi gerektiği
belirtilmektedir.189 Ancak hâmilelik döneminde kan geldiği zaman
namazların bırakılmasına dâir de hadisler vardır.190 İstihâzanın,
hayız kanından farklılığı anlaşılabilmektedir. Bu yüzden hadislerde,
bilinen hayız kanı geldiğinde namazların kişi için mutad olan sürece
bırakılması, bu sürenin ve mâhiyetin dışında gelen kandan dolayı ise
yıkanarak namaza devam edilmesi zikredilmiştir.191
188
Bkz. Birinci Bölüm\İstihâza\İstihâzanın Mâhiyeti (s.25).
189
Dârakutnî, I/219, 221, (Kitâbü’l-Hayz, 63,72); İbn Kudâme, I/443.
Mâlik, I/105, (Kitâbü’t-Tahâra, 153, 154). Şâfiîlerde hâkim olan görüş,
hâmilelikte gelen kanın hayızdan sayıldığıdır. Bkz. Şîrâzî, I/162. Özellikle
doğumdan birkaç gün önce gelen kan nifastan sayılmaktadır. Bkz. İbn Kudâme,
I/443.
191 Dârakutnî, I/206, (Kitâbü’l-Hayz, 1-2).
190
67
Hadis kaynaklarında, müstehâzanın her namaz için abdest
aldığı sürece namaz esnâsında kanı hasırın üzerine damlasa bile
namazının bozulmayacağı zikredilirken,192 her namaz için abdest (likülli salâtin) ibâresi ise, tıpkı diğer temsîlî abdest şekli olan
teyemmüm gibi her namaz vakti için abdest olarak anlaşılmıştır.193
İstihâzayla ilgili hadilerin çoğu, Fatma b. Hubeyş isimli bir
kadının hiç durmayan kanaması nedeniyle namaz kılamadığı için
dinden çıkma korkusu içerisinde Hz.Peygamber’e danışması ve
bunun
üzerine
Hz.Peygamber’in
yaptığı
açıklamalardan
oluşmaktadır. Söz konusu hadislere göre Hz.Peygamber bu kadına
her ay kılamadığı gün kadar namazı bırakmasını, bu günler geçince
bir kez yıkandıktan sonra her namaz için kendini ve elbisesini temiz
tutup abdest almasını söylemiştir.194 Bu kadının içinde bulunduğu
durumu şeytanın bir dürtmesi,195 patlak (çatlamış) damar kanı ya da
bir hastalık olarak nitelendirmiştir.196
192
İbn Mâce, I/192, (Kitâbü’l-Hayz, 513); Dârakutnî, I/211-212, (Kitâbü’l-Hayz, 3339).
193 İbnü’l-Hümâm, I/179; Mukri’, I/108; Şüveykî, Ahmed b. Muhammed b. Ahmed
(ö.939), et-Tevdîh fi’l-Cem‘ beyne’l-Mukni‘ ve’t-Tenkîh, el-Mektebetü’l-Mekkiyye,
Mekke 1997, I/268.
194
Mâlik, I/106, 107, (Kitâbü’t-Tahâra, 157,161); İbn Mâce, I/192, (Kitâbü’l-Hayz,
514); Ebû Dâvûd, I/283, 297, (Kitâbü’t-Tahâra, 278, 301, 302); Nesâî, I/78,
(Kitâbü’l-Hayz, 352).
Başka rivâyetlerde Fatma b. Hubeyş’in sürekli kanaması olmasından dolayı namazı
bırakması ve kadının namazla arasının açılması “şeytanın bir dürtmesi (rakdatün mine’şşeytân)” olarak nitelendirilmiştir. [Ebû Dâvûd, I/296, (Kitâbü’t-Tahâra, 300)] Fakat ifâde,
bu hâli değil de sanki istihâzayı tanımlıyormuşçasına başka bir rivâyette de istihâza için
“rahmin bir dürtmesi (rakdatün mine’r-rahm)” şeklinde benzer kelimelerden oluşan bir
yapıya rastlamak mümkündür. [(Nesâî, I/76, (Kitâbü’l-Hayz, 344)] Bu ifâde karmaşasının,
özellikle kadınlara özel hallerle ilgili rivâyetlerin, İslam öncesi konuya bakış açısının
gölgesinde kaldığına dâir bir iz olabileceğini düşünmekteyiz.
195
196
Dârakutnî, I/216, (Kitâbü’l-Hayz, 55).
68
Ayrıca müstehâzanın her namaz için abdestin dışında, sabah
namazı için yıkanmasını, öğleyi te’hîr ve ikindiyi ta‘cîl ederek iki
namaz için bir defa yıkanmasını ve akşamı te’hîr ve yatsıyı ta‘cîl
ederek de yine iki namaz için bir defa yıkanmasını,197 bunun dışında
müstehâzanın her namaz için,198 günde bir kez,199 öğleden öğleye200
yıkanmasını belirten hadisler de vardır.
Cumhur, müstehâzanın bir kez yıkandıktan sonra fercini temiz
tutarak
her
namaz
benimsemişlerdir.201
için
Her
abdest
namaz
için
almasını
abdest
içeren
ifâdesini
hadisi
ise,
müstehâzanın abdestini diğer temsîlî abdest olan teyemmüme
benzetip her namaz vakti için abdest olarak anlamışlardır.202
197
Ebû Yûsuf, 35; İbn Mâce, I/193, (Kitâbü’l-Hayz, 516); Ebû Dâvûd, I/292,
(Kitâbü’t-Tahâra, 291); Nesâî, I/77, (Kitâbü’l-Hayz, 348).
198
İbn Mâce, I/193, (Kitâbü’l-Hayz, 515); Ebû Dâvûd, I/293, (Kitâbü’t-Tahâra, 293-
294).
199
Ebû Dâvûd, I/298, (Kitâbü’t-Tahâra, 304).
200
Ebû Dâvûd, I/298, (Kitâbü’t-Tahâra, 305).
201
Ebû Yûsuf, 35; Şeybânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. el-Hasan b. Ferkad
(ö.189/805),
el-Câmi‘u’l-Kebîr, Dârü’l-Ahyâit-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1978, 9;
Müzenî, 21; Şîrâzî, I/164-165; İbn Kudâme, I/421; İbnü’l-Hümâm, I/179.
(Hanbelîler, “…yıkan ve namaz kıl…” hadisinin sonundaki “her namaz için abdest
al” ibâresinin râviler tarafından ziyâde edilmiş dahî olsa kabûlü gerektiğini
düşünmekle berâber her namaz için yıkanmayı belirten rivâyetleri de güzel
görmüşlerdir.)
202
Şeybânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. el-Hasan b. Ferkad (ö.189/805), elCâmi‘u’s-Sağîr, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1986, 73; İbn Kudâme, I/450; İbnü’lHümâm, I/180.
69
C. Oruç
Belirli bir süre içinde bedenin dünyevî ihtiyaçlardan uzak
tutulması demek olan oruç ibâdetinde hasta ve yolcular için ruhsat
tanınmıştır. Cumhur, hayızdan farklı olarak istihâzanın orucu haram
kılmadığı görüşünde olduğu için müstehâzanın, oruçlarını “ihtiyâten”
tutması gerektiğini söylemektedir.203 Bunun yanında oruç ibâdetinin
bedenî bir güç yeterliliğiyle ilgili olduğu da inkâr edilemez. Dolayısıyla
istihâzanın şiddeti, hayız gibi her kadın için farklılık göstereceğinden
güç yetirilemediği takdirde oruç tutmama ruhsatına sahip olunmasını
gerektirmektedir. İki olay arasındaki illet birliği, bizi hüküm birliğine
de ulaştırmaktadır.
Hayız dışında şiddetli kanaması olan ve bu durumuyla ilgili
namaz ve orucu hakkında soran bir kadına Hz. Peygamber’in
namazlarını nasıl kılması gerektiğini tarif ettikten sonra “… Güç
yetirebiliyorsan orucunu tut… (sûmî in kaderti ‘alâ zâlik)”204 demesi,
istihâza hâlinde bile olsa orucun güç yetirme (kudret) ile ilgili
olduğunu göstermektedir.205
203
İbn Mâce, I/192, 193, (Hayz, 514, 516); Rûyânî, I/370; Kâsânî, I/297; İbnü’lHümâm, I/176; Mukri’, I/108; Molla Hüsrev, Hüsrev Mehmed Efendi
(ö.885/1481), ed-Dürarü’l-Hukkâm fî Şerhi Ğurari’l-Ahkâm, Fazîlet Neşriyât,
İstanbul 1978; I/43; Şirbînî, I/111; Berfî, I/30.
204 Ebû Dâvûd, I/292, (Kitâbü’t-Tahâra, 291).
205
“in kaderti ‘alâ zâlik” ifâdesinin merfû‘ ya da zâid olması (Bkz. Beyhâkî, Ebû
Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (ö.458/1066), Beyânü Hatai men Ahtae ‘ale’şŞâfiî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1983, 141.) anlamı değiştirmemektedir.
70
D. Hacc
İstihâzanın bir özür olması hasebiyle müstehâzanın tavaf
edebileceği hakkında görüş birliği vardır.206
E. Mescide Girme
Cumhur, yine hastalık illetini içinde barındıran istihâza hâlinde
mescide
girmeye
cevaz
vermektedir.207
Fakat
mescide
girme
konusunda ön planda olan temizlik şartıdır. Dolayısıyla bazı klasik
kaynaklarda örfî bir nitelik taşıyan hayızlının mescide girme yasağı,
mescidi kirletme ihtimâli olan müstehâza için de geçerli olabilmelidir.
Aynı şekilde mescidi kirletmeyeceğinden emin olan müstehâza da
mescitten
Hz.Âişe’den
geçebilmelidir.
Nitekim
Hz.Peygamber
örtüyü getirmesini istemiş,
Hz.
mescitteyken
Âişe’nin
ise
“Ben
hayızlıyım.” demesi üzerine “Hayzın elinde değil ya.” buyurarak bu
icâzete işâret etmiştir.208
F. Mushafa Dokunma ve Kur’ân Okuma
İstihâzanın, hastalık olarak kabul edilip mushafa dokunma ve
Kur’ân okuma konularında bir kısıtlama getirmediğine dâir görüş
birliği vardır.209
206
Berfî, I/30.
207
Berfî, I/30.
208
Ebû Yûsuf, 34; İbn Kudâme, I/201.
209
Berfî, I/30.
71
SONUÇ
İslam’dan önce kadını âdetâ insandan saymayan zihniyetin
etkisi kadınlara özel hallerde de görülmüş fakat İslam’da, konuyla
ilgili yanlış uygulamalar kaldırılarak yeni düzenlemeler getirilmiştir.
Sonrasında bu düzenlemelerin kalıcılığı ve zamana uyarlanmasında
ise bazı sıkıntılar yaşandığı anlaşılmaktadır.
Kadınlara özel hallerle ilgili hükümlerden değişmez nitelikte
olanlar ile tıbbî ve örfî nedenlerle değişebilir nitelikte olanların zaman
zaman birbirine karıştırılması, kadınlara göre karşı cins olan erkek
fukahânın
hâdiseyi
bizzat
yaşamaması
dolayısıyla
konuyu
yorumlarken her yönüyle idrak edememesi gibi unsurların neticede
hükümlere etkisi dikkatlerden kaçmamaktadır.
Son yıllarda İlahiyat Fakültelerindeki kız öğrenci sayısının artışı,
kadınlara özel halleri sadece yaşayan değil, aynı zamanda konuyu
akademik olarak araştıran bayanların sayısını da artırmıştır. Bu
yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı’nca hazırlanan İlmihal’de kadınlara
özel hallerin, kadın uzmanların da yer aldığı komisyonlarda daha
ayrıntılı olarak incelenip Hanefî mezhebinin dışındaki mezhepler de
dikkate alınarak yeniden düzenlenmesi gerektiği kanaatini taşıyoruz.
Böylece
ülkemizde,
illeti
tarihîlik
arzettiği
için
zaman
içinde
değişebilen hükümleri diğerlerinden ayırma ve farklı mezheplerin
görüşlerinden
haberdâr
olma
konusunda
ilerleme
yaşandıkça
72
alternatiflerin çoğalmasına bağlı olarak konuyla ilgili daha geniş bir
bakış açısı ve pratikte de kolaylıklar mümkün olacaktır.
73
KAYNAKÇA
‘Abbâdî, Abdülhamîd eş-Şirvânî Ahmed b. Kâsım, Havâşî ‘alâ
Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc, I-X, Dârü’l-Fikr, (y.y.)
(t.y.).
Abdülmünim,
Mahmud
Abdurrahmân,
Mu‘cemü’l-Mustalahâti’l-
Elfâzi’l-Fıkhiyye, I-III, Dârü’l-Fadîle, Kahire (t.y.).
Ahmed Negarî, Abdünnebî b. Abdürrasûl, Mevsû‘atü Mustalahâti
Câmi‘i’l-‘Ulûm, Mektebetü Lübnan, Beyrut 1997.
Akfehsî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. ‘Imâd (ö.806/1403),
el-İrşâd ilâ mâ Veka‘a fi’l-Fıkh ve Ğayrih mine’l-E‘dâd ev
ez-Zerî‘a
ilâ
Ma‘rifeti’l-E‘dâdi’l-Vâride
fi’ş-Şerî‘a,
I-II,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1992.
Aksoy, Azmi, Yunanca Türkçe-Türkçe Yunanca Sözlük, Alfa Yy.,
İstanbul 2003.
Atay, Hüseyin, Kur’ân’a Göre Araştırmalar, I-V, Atay Yy., Ankara
1997.
Aynî, Ebû Muhammed Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ
(ö.855/1451), el-Binâye fî Şerhi’l-Hidâye, I-X, Darü'l-Fikr,
(y.y.) 1980.
‘Ayyâşî, Ebü’n-Nasr Muhammed b. Mesud, Tefsîrü’l-‘Ayyâşî, I-II,
Müessesetü’l-Âlem li’l-Matbû‘, Beyrut 1991.
74
Bâcî, Ebü’l-Velîd Süleyman b. Halef (ö.474/1081), İhkâmü’l-Füsûl fî
Ahkâmi’l-Usûl, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1989.
Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyin b. Mesud b. Muhammed b. elFerrâ (ö.516/1122), et-Tezhîb fî Fıkhi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, IVIII, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
--------, Tefsîrü’l-Beğavî, I-VIII, Dârü’t-Tayyibe, Riyad 1993.
Berfî, Muhammed Âşık İlâhî, et-Teshîlü’d-Darûrî li-Mesâili’l-Kudûrî,
Dârü’l-Erkam, Beyrut 1997.
Beyhâkî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (ö.458/1066), Beyânü
Hatai men Ahtae ‘ale’ş-Şafiî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut
1983.
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâil (ö.256/870), Sahîhü’lBuhârî, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, I-VIII, İstanbul 1979.
Cerdânî, Muhammed Abdullâh, Fethü’l-‘Allâm bi-Şerhi Mürşidi’lEnâm, I-IV, Dârü’s-Selâm, Kâhire 1990.
Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî (ö.370/981), el-Füsûl fi’l-Usûl,
I-IV, Mektebetü’l-İrşâd, İstanbul 1994.
Cürcânî,
Ebü’l-Hasan
Seyyid Şerif
Ali
b.
Muhammed b.
Ali
(ö.816/1413), et-Ta‘rîfât, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
1983.
Cüveynî,
Ebü’l-Meâli
İmâmü’l-Harameyn
Rükneddîn
Abdülmelik
(ö.478/1085), et-Tebsıra, Matbaatü’l-Medenî, Kâhire 1993.
75
Çanga, Mahmut, Kur’ân-ı Kerîm Lugatı, Timaş Yy., İstanbul 1999.
Çanga, Şerif, v.d., Kadın Hastalıkları, Ankara Üniversitesi Basım Evi,
Ankara 1972.
Çetin, Abdurrahmân, Kıraatların Tefsire Etkisi, Marifet Yy., İstanbul
2001.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Said b. Osman (ö.444/1053), et-Teysîr fi’lKırâati’s-Seb‘, Matbaatü’d-Devle, İstanbul 1930.
Dârakutnî, Ebü’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed (ö.385/995), esSünen, I-IV, Dârü’l-Mehâsin li’t-Tıbâ‘a, Kâhire 1966.
Devellioğu,
Ferit,
Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik
Lügat,
Aydın
Kitabevi Yy., Ankara 2000.
Dîb el-Buğâ, Mustafa, el-Hediyyetü’l-Merdıyye bi-Şerhi ve Edilleti’lMukaddimeti’l-Hadramiyye,
Dârü’l-Mustafa,
Dımaşk
2001.
Ebû Ceyb, Sa‘dî, el-Kâmûsü’l-Fıkhî Lüğa ve Istılâha, Dârü’l-Fikr,
Dımaşk 1982.
Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as el-Ezdî (ö.275/889), es-Sünen, I-V,
Dârü’l-Kıble li’s-Sekâfeti’l-İslâmiyye, Cidde 1998.
Ebû el-Fadl, Veliyyüddîn el-Basîr, en-Nihâye Şerhu Metni’l-Ğâye ve’tTakrîb, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995.
Ebû el-Hüseyin, Muhammed b. Ali el-Basrî (ö.436/1044), elMu‘temed fî Usûli’l-Fıkh,
Beyrut (t.y.).
I-II,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye,
76
Ebû
Ya‘lâ,
İbnü’l-Ferrâ
Muhammed
b.
Hüseyin
el-Ferrâ
(ö.458/1066), el-‘Udde fî Usûl’il-Fıkh, I-V, Memleketü’l‘Arabiyyeti’s-Su‘ûdiyye, Riyâd 1993.
Ebû Yûsuf, Yâkub b. İbrâhim b. Habîb el-Kûfî (ö.182/798), el-Âsâr,
Matbaatü’l-İstikâme, Kâhire h.1355.
Elbânî, Muhammed Nâsıruddîn, İrvâü’l-Ğalîl fî Tahrîci Ehâdîsi
Menâri’s-Sebîl, I-X, el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1979.
Elik, Hasan, Kur’ân’ın Korunmuşluğu Üzerine, İFAV Yy., İstanbul
1998.
Erez, Selçuk-Reyhan, Obstetrik ve Jinekoloji, Yüce Yy., İstanbul
1997.
Eşkar, vd., Dirâse Fıkhiyye fî Kadâyâ Tıbbiyye Mu‘âsıra, I-II, Dârü’nNefâis, Amman 2001.
Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed b. Ezher el-Herevî
(ö.370/980),
ez-Zâhir fî Ğarîbi Elfâzi’ş-Şâfiî,
Dârü’l-
Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1998.
Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed (ö.505/1111), el-Vecîz
fî Fıkh Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1994.
Gazâli, Muhammed, Kadâya’l-Mer’e, Matbû‘at-i Atâi, Kâhire 1992.
Ğamrâvî, Muhammed ez-Zehrâ, es-Sirâcü’l-Vehhâc Şerh ‘alâ Metni’l-Minhâc,
Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Kâhire 1933.
--------, Envârü’l-Mesâlik Şerhu ‘Umdeti’s-Sâlik ve ‘İddeti’n-Nâsik, Dârü’lTıbâ‘, Dımaşk 1993.
77
Hısnî, Takıyyüddîn Ebû Bekr b. Muhammed eş-Şâfiî (ö.829/1426),
Kifâyetü’l-Ahyâr
fî
Halli Ğayeti’l-İhtisâr,
Dârü’l-Hayr,
Beyrut 1996.
İbn Âbidîn, Muhammed Emin b. Ömer b. Abdülazîz (ö.1252/1836),
Hâşiyetü İbni Âbidîn, I-X, Dârü’s-Sekâfe
ve’t-Türâs,
Dımaşk 2000.
--------, Reddü’l-Muhtâr ‘ale’d-Dürri’l-Muhtâr Şerhi Tenvîri’l-Ebsâr, I-X,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1994.
İbn
Battâl,
Ebü’l-Hasan
Ali
Halef
b.
Abdülmelik
el-Kurtubî
(ö.449/1057), Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, I-X, Mektebetü’rRüşd, Riyad 2000.
İbn
Dakîkül‘îd,
Ebü’l-Feth
(ö.702/1302),
Takıyyüddîn
Tuhfetü’l-Lübâb
fî
Muhammed
Şerhi’t-Takrîb,
b.
Ali
Dâru
Atlas, Riyad 1999.
İbn
el-Hümâm,
Kemâlüddîn
Abdülhamîd
Muhammed
(ö.681/1457),
Şerhu
b.
Abdülvâhid
Fethi’l-Kadîr
b.
‘ale’l-
Hidâye Şerhi Bidâyeti’l-Mübtedî, I-X, Matbaatü Mustafa
el-Bâbî el-Halebî, (y.y.) 1970.
İbn el-Münzir, Ebû Bekr Muhammed b. İbrâhim en-Nîsâbûrî
(ö.309/921), el-İknâ‘, I-II, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad 1994.
İbn el-Müzhacî, Safiyyüddîn Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ömer b. Abdurrahmân
el-Müzced (ö.930/1524), el-‘Ubâbü’l-Muhît bi Mu‘zami Nusûsi’şŞafiî ve’l-Ashâb, I-VI, Dârü’l-Fikr, Beyrut 2001.
78
İbn Hacer el-Askalânî, Ebü’l-Fadl Şihâbüddîn Ahmed b. Ali b.
Muhammed
(ö.852/1449),
Ehâdîsi’r-Râfi‘i’l-Kebîr,
Telhîsü’l-Habîr
I-IV,
fî
Tahrîci
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrut 1998.
İbn Hacer el-Heytemî, Ebü’l-Abbâs Ahmed Şihâbüddîn (ö.974/1567),
Fethü’l-Cevâd bi-Şerhi’l-İrşâd, I-II, Matbaatü Mustafa el-Bâbî
el-Halebî, Kâhire 1971.
--------, el-Minhâcü’l-Kavîm Şerh ‘ale’l-Mukaddimeti’l-Hadramiyye, Dârü’lFikr, Beyrut 1996.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd (ö.456/1064), elMuhallâ, I-XI, Dârü’t-Türâs, Kâhire (t.y.).
İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Bekr b.
Eyyûb
(ö.751/1350),
İ‘lâmü’l-Muvakkı‘în
‘an
Rabbi’l-
Âlemîn, I-IV, Dârü’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut 1998.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İsmâil b. Ömer (ö.774/1373), Tefsîrü’lKur’âni’l-Azîm, I-VIII, Dâru Tayyibe, Riyad 1997.
İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullâh b. Ahmed elMakdisî (ö.620/1223), el-Muğnî, I-XV, Dâru Âlemi’lKütüb, Riyâd 1999.
İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî (ö.273/887),
es-Sünen, I-III, Mektebetü’l-Me‘ârif, Riyâd 1997.
İbn Müflih, Ebû İshâk Burhânüddîn İbrâhim b. Muhammed b. Abdillâh b.
Muhammed (ö.884/1479), el-Mübdi‘ Şerhü’l-Mukni‘, I-VIII,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
79
İbn Münîr, Kutbüddîn Abdülkerîm el-Halebî (ö.735), el-İhtimâm bi
Telhîsi
Kitâbi’l-İlmâm,
Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye,
Beyrut 1990.
İbn Nüceym, Zeynüddîn Ömer b. İbrâhim b. Muhammed el-Hanefî
(ö.970/1563), el-Bahrü’r-Râik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, I-VII,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
--------, en-Nehrü’l-Fâik Şerhu Kenzi’d-Dekâik, I-III, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 2002.
İbn Râşid, Ebû Abdillâh Muhammed (736/1336), el-Müzheb fî Dabti
Mesâili’l-Mezheb, I-II, el-Mecme‘u’s-Sakafî, Ebûdabi 2002.
İbn Rüşd (el-cedd), Ebü’l-Velîd Muammed b. Ahmed (ö.520/1126), elMukaddimâtü’l-Mümehhedât, I-III, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî,
Beyrut 1988.
İbn Rüşd (el-hafîd), Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed
b. Ahmed (ö.595/1198), Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyeti’lMuktesid, I-II, el-Mektebetü’t-Tevfîkıyye, Kâhire h.1418.
Kal‘acî, Muhammed Revvâs,
Mu‘cemü Lüğati’l-Fukahâ, Dârü’n-
Nefâis, Beyrut 1985.
Kânûcî, Ebü’t-Tayyib Sıddîk b. Hasan b. Ali (ö.1307/1890), erRavdatü’n-Nediyye Şerhü’d-Düreri’l-Behiyye, I-II, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999.
Karslı, İbrâhim, Kur’ân Yorumlarında Kadın, Rağbet Yy., İstanbul
2003.
80
Kâsânî, Alâuddîn Ebû Bekr b. Mesud el-Hanefî (ö.587/1191),
Bedâi‘us-Sanâi‘ fî Tertîbi’ş-Şerâi‘, I-X, Dârü'l-Kütübi'lİlmiyye, Beyrut 1997.
Kelvezânî, Ebü’l-Hattâb Mahfûz b. Ahmed b. Hasan (ö.510/1116),
et-Temhîd fî Usûl’l-Fıkh, I-IV, Dârü’l-Medîne, Cidde 1985.
Konevî, Kasım, Enîsü’l-Fukahâ fî Ta‘rîfâti’l-Elfâzi’l-Mütedâvile beyne’lFukahâ, (terc.Ahmed b. Abdürrezzâk Kubeysî), Dârü’lVefâ, Cidde 1987.
Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (ö.671/1273),
el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XXII, Dâru ‘Âlemi’l-Kütüb,
Riyad 2003.
Kutsal Kitap, Acar Matbaa, İstanbul 2001.
Kühecî, Abdullâh b. Hasan, Zâdü’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc, I-IV,
Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut 1988.
Mahallî, Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed eş-Şâfiî
(ö.864/1459), Kenzü’r-Râğıbîn Şerhu Minhâci’t-Tâlibîn,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001.
Mahmûd Gurâb, Rahme mine’r-Rahmân fî Tefsîri ve İşârâti’l-Kur’ân, IIV, Matbaatü’n-Nadr, Dımaşk 1989. (İbnü’l-Arabî, Ebû
Abdillâh Muhyiddîn Muhammed b. Ali, İ‘câzü’l-Beyân fî
Tercemeti ‘ani’l-Kur’ân’ın hâmişinde.)
Mâlik b. Enes, Ebû Abdillâh el-Himyerî (ö.179/795), el-Muvatta’, I-II,
Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut 1997.
81
Ma‘lûf, Luvis b. Nikola, el-Müncid fi’l-Luğa ve’l-Edeb ve’l-‘Ulûm, I-II,
Matbaatü’l-Kasolikiyye, Beyrut 1927.
Mâverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhamed b. Habîb (ö.450/1058), elİknâ‘ fi’l-Fıkhi’ş-Şâfiî, Darü’l-‘Urûbe, Kuveyt 1982.
--------, el-Hâvi’l-Kebîr, I-XVIII, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1994.
Mâzerî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ali b. Ömer et-Temîmi
(ö.536/1141), Şerhu’t-Telkîn, I-III, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî,
Beyrut 1997.
Mer‘î, Hüseyin, el-Kâmûsü’l-Fıkhiyye, Dârü’l-Müctebâ, Beyrut 1992.
Mevdûdî, Ebü’l-‘Âlâ (ö.1399/1979), Tefhîmü’l-Kur’ân, I-VII, İnsan Yy.,
İstanbul 1997.
Meydânî, Abdülğanî b. Tâlib b. Hammâde el-Hanefî (ö.1298/1881),
el-Lübâb fî Şerhi’l-Kitâb, I-II, Dârü’l-Marife, Beyrut 1998.
Molla Hüsrev, Hüsrev Mehmed Efendi (ö.885/1481), ed-Dürarü’lHukkâm fî Şerhi Ğurari’l-Ahkâm, I-II, Fazîlet Neşriyât,
İstanbul 1978.
Muhammed Esed, (ö.1992), Kur’ân Mesajı, İşâret Yy., İstanbul 1999.
Mukri’, Ebû Muhammed Şerefüddîn İsmâil b. Ebî Bekr (ö.837/1433),
İhlâsü’n-Nâvî, I-IV, Vezâratü’l-Evkâf, Kâhire 1989.
Mücâhid, Ebü’l-Haccâc el-Mekkî İbn Cebr (ö.102/722), Tefsîru İmâm
Mücâhid b. Cebr, Dârü’l-Fikri’l-İslâmi’l-Hadîse, (b.y.) 1989.
Müslim b. el-Haccâc, Ebü’l-Hüseyin el-Kuşeyrî (ö.261/875), Sahîhu
Müslim, I-V, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul 1955.
82
Müzenî, Ebû İbrâhim İsmâil b. Yahyâ b. İsmâil (ö.264/878),
Muhtasarü’l-Müzenî fî Furû‘i’ş-Şâfiiyye, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1998.
Nesâî, Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Ali b. Şu‘ayb (ö.303/915), esSünen, Mektebetü’t-Terbiyyeti’l-Arabî, I-III, Riyâd 1988.
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref (ö.676/1277), etTahkîk, Dârü’l-Cîl, Beyrut 1992.
--------, Tashîhu’t-Tenbîh, I-III, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1996.
Nişanyan, Sevan, Sözlerin Soyağacı, Adam Yy., İstanbul 2002.
Özsoy, Ömer, ve İlhâmi Güler, Konularına Göre Kur’ân, Fecr Yy.,
Ankara 2004.
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Meâli, Yeni Boyut Yy.,
İstanbul 2000.
--------, İslâm Nasıl Yozlaştırıldı?, Yeni Boyut, İstanbul 2001.
Râfi‘î,
Ebü’l-Kâsım Abdülkerim b. Muhammed b. Abdülkerim
(ö.623/1226), el-Azîz Şerhü’l-Vecîz, I-XIV, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1997.
Râgıb el-Isfahânî, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal
(ö.502/1108), Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân, Dârü’l-Kalem,
Şam 2002.
Rağrûğî, Abdülhafîz Ebû Bekr, İttifâkâtü ibn Rüşdi’l-Hafîd min Hilâli
Kitâbihi Bidâyeti’l-Müctehid, I-III, Câmi‘atü Sebha, Sebha
2001.
83
Ramlî, Şemsüddîn Muhammed b. Ebi’l-Abbâs Ahmed b. Hamza b.
Şihâbiddîn
eş-Şehîr
bi’ş-Şâfii’s-Sağîr
(ö.1004/1596),
Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ Şerhi’l-Minhâc, I-VIII, Dârü’l-Fikr,
Beyrut 1984.
--------, Ğâyetü’l-Beyân Şerhu Zebed b. Raslân, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1994.
Rassâ‘, Ebû Abdullâh Muhammed et-Tûnusî (ö.894/1489), Şerhu
Hudûdi’l-İmâmi’l-Ekber Ebî Abdillâh b. ‘Arafe, Vezâratü’lEvkâf ve’ş-Şu’ûni’l-İslâmiyye, Rabat 1992.
Râzî, Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. Ömer (ö.606/1209), elMahsûl
fî
‘İlmi
Usûli’l-Fıkh,
I-VI,
Câmi‘atü’l-İmâm
Muhammed b. Su‘ûd el-İslâmiyye, Riyad 1979.
Rûyânî, Ebü’l-Mehâsin Abdulvâhid b. İsmâil (ö.502/1108), Bahrü’lMezheb fî Furû‘i Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, I-XIV, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 2002.
Sahnûn,
Ebû
Abdillâh
Muhammed
b.
Abdisselâm
b.
Sa‘îd
(ö.256/870), el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, I-VI, Dâru Sâdır,
Kâhire 1905.
Sehârenfûrî, Halil Ahmed Seharenfûrî (ö.1346), Bezlü’l-Mechûd fî
Halli Ebî Dâvûd, I-XX, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
1973.
Serahsî, Ebû Bekr Şemsü’l-Eimme Muhammed b. Ahmed b. Sehl
(ö.483/1090), el-Mebsût, I-XXX, Çağrı Yy., İstanbul 1982.
84
Soydan, Gülsüm, Kur’ân Bağlamında Mevcut Kadın Anlayışının
Analizi,
(lisans
tezi),
Uludağ
Üniversitesi
İlâhiyat
Fakültesi, Bursa 2003.
Stoeckel, Walter, (ö.1961), Kadın Hastalıkları, (çev. M.A. Hâdî Gediz,
Şükrü Ş. Ansay), Universum Basım Evi, İstanbul 1938.
Stoll, Stephen L., “Dismenore”, (çev. Cem Turan), Sorularla Kadın
Hastalıkları ve Doğum, Güneş Kitabevi, Ankara 1994.
Suyûtî, Abdurrahmân b. Celâliddîn (ö.911/1505), ed-Dürrü’l-Mensûr
fi’t-Tefsîri’l-Me’sûr, I-VIII, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1983.
Şâfiî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İdrîs (ö.204/820), el-Ümm, (m.y.),
Beyrut (t.y.).
Şa‘rânî,
Ebû
Abdurrahmân
(ö.973/1565),
Abdülvehhâb
b.
Ahmed
b.
Ali
Keşfü’l-Ğumme ‘an Cemî‘i’l-Ümme, I-II,
Darü'l-Fikr, Beyrut 1988.
Şâtırî, Muhammed b. Ahmed b. Ömer, Yâkûtü’n-Nefîs fî Mezhebi İbn
İdrîs, Dârü’l-Fikr, Beyrut (t.y.).
Şerkâvî,
Abdullâh
b.
Hicâzî
b.
İbrâhim
eş-Şâfiî
el-Ezherî
(ö.1227/1812), Hâşiyetü’ş-Şerkâvî ‘alâ Tuhfeti’t-Tullâb biŞerhi
Tahrîri
Tankîhi’l-Lübâb,
I-IV,
Dârü’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut 1997.
Şevkânî,
Ebû
Abdillâh
(ö.1250/1834),
Muhammed
b.
Ali
el-Edilletü’r-Rasîne
b.
Muhammed
li-Metni’d-Düreri’l-
Behiyye fi’l-Mesâili’l-Fıkhiyye, Dârü’l-Hicra, San‘a 1991.
85
Şeybânî,
Ebû
Abdillâh
Muhammed
b.
el-Hasan
b.
Ferkad
(ö.189/805), el-Asl, I-V, Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1990.
--------, el-Câmi‘u’l-Kebîr, Dârü’l-Ahyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1978.
--------, el-Câmi‘u’s-Sağîr, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1986.
Şîrâzî, Ebû İshak Cemâlüddîn İbrâhim b. Ali b. Yusuf (ö.476), elMühezzeb
fî
Fıkhi’l-İmâmi’ş-Şâfiî,
I-VI,
Dârü’l-Kalem,
Dımaşk 1996.
Şirbînî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed (ö.977/1570), Muğni’lMuhtâc İlâ Ma‘rifeti Me‘ânî Elfâzi’l-Minhâc, I-IV, Dârü’lFikr, (y.y.) (t.y.).
Şüveykî, Ahmed b. Muhammed b. Ahmed (ö.939), et-Tevdîh fi’l-Cem‘
beyne’l-Mukni‘ ve’t-Tenkîh, I-III, el-Mektebetü’l-Mekkiyye,
Mekke 1997.
Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd (ö.310/923),
Câmi‘u’l-Beyân
‘an
Te’vîli
âyi’l-Kur’ân,
XXVI,
Dâru
‘Alemi’l-Kütüb, Riyad 2003.
Tarhan, Nevzat, Kadın Psikolojisi, Nesil Yy., İstanbul 2005.
Tekin, Ahmet, Kur’ân’ın Anlaşılmasına Doğru, Kelâm Yy., İstanbul 2004.
Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ (ö.279), el-Câmi‘u’l-Kebîr, Dârü’lĞarbi’l-İslâmî, Beyrut 1998.
Tuğlacı, Pars, Okyanus, I-III, Pars Yy., İstanbul 1971.
Ulvân, Ali b. Atıyye el-Hîtî el-Hamevî (ö.936), Takrîbü’l-Fevâid ve Teshîlü’lMakâsıd fi’l-Fıkhi’ş-Şâfiî, (m.y.), (y.y.) (t.y).
86
Ulvî, Ebû Bekr b. Ahmed b. Hüseyin b. Muhammed, Elfiyye fi’l-Fıkh
‘alâ Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî, (m.y.), Beyrut h.1416.
Ülker, Süreyya, Ülker Tıp Terimleri Sözlüğü, İnkılâb Kitabevi, İstanbul
1991.
Yazır, Muhammed Hamdi (ö.1942), Hak Dîni Kur’ân Dili, I-X, Yenda
Yy., İstanbul 1996.
Yenen, Ertuğrul, v.d., Kadın Hastalıkları Bilgisi, Zeynep Kâmil Kadın ve
Çocuk Hastalıkları Hastane Kütüphânesi, İstanbul 1964.
Zekeriyâ, Ebû Yahyâ Zeynüddîn Zekeriyâ el-Ensârî (ö.926/1520),
Esne’l-Metâlib Şerhu Ravdı’t-Tâlib, I-IX, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 2001.
-------, el-Ğurarü’l-Behiyye fî Şerhi Manzûmeti’l-Behceti’l-Verdiyye, IXI, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
--------, Fethü’l-Vehhâb bi-Şerhi Minhâci’t-Tüllâb, I-II, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1998.
--------, Tuhfetü’t-Tullâb bi-Şerhi Metni Tahrîri Tenkîhi’l-Lübâb, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer b. Muhammed
(ö.538/1144),
beyne’l-Hanefiyye
Ruûsü’l-Mesâil
(el-Mesâilü’l-Hilâfiyye
ve’ş-Şâfiiyye),
Darü'l-Beşâiri'l-
İslâmiyye, Beyrut 1987.
--------, el-Keşşâf ‘an Hakâiki’t-Tenzîl, I-VI, Mektebetü’l-‘Ubeykan,
Riyâd 1998.
87
Zeylâ‘î,
Cemâlüddîn
Ebî
Muhammed
b.
Abdillâh
b.
Yusuf
(ö.762/1360), Nasbü’r-Râye li-Ehâdîsi’l-Hidâye, I-IV, elMektebetü’l-İslâmiyye, Riyâd 1938.
88
Soydan, Gülsüm, Kadınlara Özel Hallerle İlgili Hükümlerin İslam
Hukuku Açısından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman:
Prof.Dr.İbrahim Çalışkan, 89 s.
ÖZET
Kadınlara özel hallerle ilgili hükümlerin İslam Hukuku
açısından değerlendirildiği bu çalışma önsöz, giriş, iki ana
bölüm ve sonuç kısımlarından oluşmaktadır.
Önsözde
kadınlara
özel
hallerle
ilgili
hükümleri
bir
araştırma konusu yapan süreçten bahsedilmiş ve çalışmanın
amacına vurgu yapılmıştır.
Giriş
kısmında
konunun
önemi
üzerinde
durulmuş,
çalışmanın sınırları ve içeriği hakkında bilgi verilmiş, ayrıca
kaynakların nasıl değerlendirildiği belirtilmiştir.
Birinci bölümde kadınlara özel haller geçmişten günümüze
tıbbî, psikolojik ve sosyolojik açıdan incelenmeye çalışılmıştır.
Bunu yaparken farklı inançlar ve bu inançların etkileşimi de
dikkate alınarak konunun bir bütün halinde ele alınması
hedeflenmiştir.
İkinci bölümde ise mübâşeret, namaz, oruç, hacc, mescide
girme, mushafa dokunma ve Kur’ân okuma gibi meselelere
kadınlara özel haller olan hayız, nifas ve istihâzanın yaptığı
etkiden bahsedilmiştir. Çeşitli yorumlar bir araya getirilerek
söz konusu hükümlerin geçerliliği tespit edilmeye çalışılmıştır.
Bazen hükmün geçerliliği tespit edilmiş, bazen seçenekler
arasında tercih yapılmış, bazen de delilleriyle birlikte bu
konuda verilmiş hükümlerden farklı bir hüküm öngörülmüştür.
Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yapılarak
çalışmanın
belirtilmiştir.
sonunda
gelinen
nokta
ve
bazı
temenniler
89
Soydan, Gülsüm, Evaluation of the Decisions about the Special
Conditions for Women in terms of Islamic Law, Master’s Thesis,
Advisor: Prof.Dr.İbrahim Çalışkan, 89 p.
ABSTRACT
This study in which the decisions about the special
conditions for women in terms of islamic law consists of
preface, introduction, two main parts and the results part.
In preface, the period which made the special conditions
for women a research subject is mentioned and an emphasis is
put on the aim of the study.
In the introduction part, the significance of the subject is
stressed and information about the limitations and the contents
of the study is given and in addition to this, how the sources
are evaluated is designated.
In the first part, the special conditions for women have
been tried to be analysed in terms of medical, psychological
and sociological aspects. While doing this, it is aimed to take
the subject as a whole by taking into consideration the diffirent
believes and the interaction between these.
In the second part, the effect of the special conditions for
women such as menstruation, puerperality, istihaza on the
subjects such as sexual relation, prayer, fasting, hajj, entering
the mosque, touching the Koran and reading the Koran is
mentioned. By integrating diffirent interpretations together, the
validity of the discussed decisions has been tried to be stated.
Sometimes, the validity of the decision is confirmed, sometimes
a decision is made between the choices and sometimes a
diffirent decision, provided on this subject with its evidences, is
foreseen.
In the result part, the last point reached at the end of the
study and some requests are signified by making a general
evaluation.
90
91
92
Download