Untitled - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
AVRUPA BĠRLĠĞĠ’NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE’NĠN SOSYAL
DIġLANMAYI ÖNLEYĠCĠ POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
Hülya ALTINSOY
DOKTORA TEZĠ
ÇALIġMA EKONOMĠSĠ ve ENDÜSTRĠ ĠLĠġKĠLERĠ ANABĠLĠM DALI
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
ARALIK 2014
iv
AVRUPA BĠRLĠĞĠ‟NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE‟NĠN SOSYAL DIġLANMAYI
ÖNLEYĠCĠ POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
(Doktora Tezi)
Hülya ALTINSOY
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
Aralık 2014
ÖZET
KüreselleĢme süreci ve yeni liberal politikalar ile birlikte, eĢitsizlik, güvencesizlik,
adaletsizlik, ayrımcılık ve bağımlılık gibi sorunlar, artan zenginlik ve geliĢmeye rağmen
giderek derinleĢmektedir. Çoğu ülkede sosyal refah devleti anlayıĢı giderek zayıflamakta,
sosyal politikalara olan gereksinim artmaktadır. Bu süreçte farklı ve çeĢitli toplumsal
sorunlar ortaya çıkmakta, eskiden beri var olan sorunlar ise farklılaĢmaktadır. Sosyal
dıĢlanma, yoksulluk, iĢsizlik, sosyal koruma, eĢitsizlik, ayrımcılık gibi temel sosyal politika
konularını kapsaması ve/veya bunlarla iliĢkili olması itibariyle, son yıllarda hem geliĢmiĢ
hem de geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda ekonomik, sosyal, siyasal tartıĢmaların en
önemli kavramı haline gelmiĢtir. Sosyal dıĢlanma kavramı ilk olarak yetmiĢli yıllarda
Fransa‟da gündeme gelmiĢ, seksenli yıllardan itibaren ise tüm dünyada kullanılmaya
baĢlanmıĢtır. Doksanlı yıllarda Avrupa Birliği içinde, iĢsizlik oranlarındaki artıĢ, artan
uluslararası göç ve refah devletinin gerilemesi gibi artan sosyal sorunlar kavram
üzerindeki ilgiyi önemli ölçüde arttırmıĢ, dıĢlanmayı günümüzde AB‟nin en temel sosyal
politika tartıĢmalarının odağına taĢımıĢtır. Türkiye‟de de neo-liberal geliĢmelerle bağlantılı
olarak, birçok ülkede görüldüğü gibi gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, kırdan kente
göç, iĢsizlik, güvencesizlik ve eĢitsizlikten kaynaklanan sosyal dıĢlanma sorunu
görülmekte ve sosyal dıĢlanma sorunuyla baĢ etmek zorunda kalan dıĢlanmıĢ gruplar
toplumda varlığını göstermektedir. Bu çalıĢma, Türkiye ve AB‟ndeki sosyal dıĢlanma
sorununu, mevcut durumu ve ülkelerin söz konusu sorununun çözümüne iliĢkin
düzenlemelerinde (sosyal içerilme politikalarında) geldikleri noktayı gözler önüne sermek
amacıyla hazırlanmıĢtır. Gerek ülkemizde gerekse AB ülkelerinde uygulanan sosyal
politikalar, sosyal dıĢlanma sorununu önlemede tam bir baĢarı sağlayamamıĢtır.
Bilim Kodu
: 1135
Anahtar Kelimeler
: Sosyal dıĢlanma, iĢgücü piyasasından dıĢlanma, sosyal
içerme/sosyal içerilme, yoksulluk, ayrımcılık
Sayfa Adedi
: 371
Tez DanıĢmanı
: Pof. Dr. Nizamettin AKTAY
v
THE EVALUATION OF TURKEY‟S POLICIES WHICH PREVENT SOCIAL
EXCLUSION IN THE EUROPEAN UNION ACCESSION PROCESS
(Ph. D. Thesis)
Hülya ALTINSOY
GAZĠ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF SOCIAL SCIENCES
December 2014
ABSTRACT
Along with the process of globalization and neo-liberal policies, inequality, insecurity,
injustice, discrimination, and problems such as addiction, despite the growing wealth and
progress gradually deepens. In most countries, gradually weakening the social welfare
state, increasing the need for social policies. In this process, a variety of different and
emerging social issues, differs from the long-standing problems. . In recent years, the
majority of both developed and developing countries social exclusion, to cover
fundamental social policy issues such as the poverty, unemployment, social protection,
inequality, discrimination, and / or be associated with them in terms of economic, social,
political debate has become the most important concept. The term social exclusion was
first raised in France in the 1970‟s, since the 1980‟s has been used all over the world.
Within the European Union in the 1990‟s, increased social problems such as the increase
in unemployment rates, increased international migration and decline of the welfare state,
significantly increased the interest on the concept, today it also has become one of the
central social policy matters of EU. Today Turkey, just as many other countries, is facing
the problem of social exclusion caused by unjust income distribution, poverty, migration
from rural areas into urban ones, lack of security, unemployment, and inequality in
connection with neo-liberal developments. Thus, discriminated groups that have had to
deal with the problem of social exclusion have been emerging in society. This study, the
problem of social exclusion in Turkey and the EU, the current situation and the
arrangements for the solution of the problem of the countries concerned (social inclusion
policies) come prepared to illustrate the point. Social policies implemented both in Turkey
and the EU countries, have not been entirely successful in preventing the problem of
social exclusion.
Science Code
: 1135
Key Words
: Social exclusion, exclusion from the labour market, social
inclusion, poverty, discrimination
Page Number
: 371
Supervisor
: Pof. Dr. Nizamettin AKTAY
vi
TEġEKKÜR
Günümüzde küreselleĢme süreci ve yapısal uyum politikaları ile birlikte tüm
dünyada egemen hale gelen neoliberal ideoloji, klasik sosyal politikanın sosyal
değerlerini, anlamını ve kapsamını değiĢime zorlamaktadır. Bu değiĢim yeni
kavramları ortaya çıkarmakta, çeĢitli mekânlarda görünürde ortak özellikler taĢıyan
sorunların tartıĢılmasına ve çözüm yollarının bulunması için giriĢimlere yol
açmaktadır.
Sosyal dıĢlanma; yoksulluk, iĢsizlik, eĢitsizlik, güvencesizlik ve ayrımcılık gibi
temel sosyal politika sorunlarını nitelemekle ilgili olup, ekonomik, sosyal ve siyasal
tartıĢmaların gündem maddesi haline gelmiĢtir. Kavramın çok boyutlu oluĢu,
gerekçelerinin karmaĢıklığı yanında çözüm yollarının güçlükler taĢıması sosyal
dıĢlanmayı içinden çıkılamaz hale getirmektedir. Sosyal dıĢlanmaya iliĢkin yazının
giderek zenginleĢmeye baĢladığı günümüzde, söz konusu çalıĢmanın bu konuda
ileride yapılacak çalıĢmalara katkıda bulunacağını umuyorum.
Tez
çalıĢmam
boyunca
desteğini
esirgemeyen
ve
çalıĢmanın
Ģekillenmesinde büyük katkıları olan değerli hocam ve tez danıĢmanım Prof. Dr.
Nizamettin AKTAY‟a Ģükranlarımı sunarım. ÇalıĢmalarım boyunca değerli yardım
ve katkılarıyla beni yönlendiren değerli hocam Prof. Dr. Eyüp BEDĠR‟e teĢekkürü
bir borç bilirim. Yüksek Lisans ve Doktora eğitimi sürecinde, yetiĢmemde önemli
katkıları olan Gazi Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi ÇalıĢma
Ekonomisi ve Endüstri ĠliĢkileri Bölümü‟nün değerli Öğretim Üyeleri‟ne ve özellikle
de Sayın Hocalarım Prof. Dr. Kadir ARICI‟ya ve Prof. Dr. Emine Tuncay
KAPLAN‟a teĢekkür ederim.
Son olarak, eğitim hayatım boyunca maddi ve manevi desteklerini
esirgemeyen annem, babam ve kardeĢlerime, tez çalıĢmam boyunca katkı ve
desteği ile her zaman yanımda olan sevgili eĢime ve de kendisinden çaldığım
zaman için bir tanecik oğlum Celal Emre‟ye sonsuz teĢekkürler…
vii
ĠÇĠNDEKĠLER
Sayfa
ÖZET ...................................................................................................................... iv
ABSTRACT ............................................................................................................. v
TEġEKKÜR ............................................................................................................ vi
ĠÇĠNDEKĠLER ........................................................................................................ vii
ÇĠZELGELER LĠSTESĠ .......................................................................................... xv
ġEKĠLLER LĠSTESĠ .............................................................................................xviii
KISALTMALAR ..................................................................................................... xix
GĠRĠġ.......................................................................................................................1
1. BÖLÜM
SOSYAL DIġLANMANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESĠ
1.1. Sosyal DıĢlanma Kavramı ................................................................................9
1.1.1. Sosyal DıĢlanmanın Tarihsel ve Kavramsal GeliĢimi ................................9
1.1.2. Sosyal DıĢlanmanın Tanımlanması .........................................................13
1.1.3. Sosyal DıĢlanmanın Özellikleri ................................................................17
1.1.3.1. Çok boyutluluk..................................................................................17
1.1.3.2. Dinamizm .........................................................................................18
1.1.3.3. Görecelik (Rölativite) .......................................................................19
1.1.3.4. Ġktisadi denklemin tamamen/kısmen dıĢına çıkma (Ekonomik
dıĢlanma).........................................................................................19
1.1.3.5. Sosyal iliĢkilerin zayıflaması ve sosyal destek yoksunluğu ..............20
1.1.3.6. Kurumsal dıĢlanma/Kurumsal destek yoksunluğu ............................21
1.1.3.7. Yapabilirlik yoksunluğu .....................................................................22
1.1.4. Sosyal DıĢlanma ile Ġlgili Kavramlar ........................................................24
1.1.4.1. Sosyal içerme...................................................................................24
viii
Sayfa
1.1.4.2. Ayrımcılık .........................................................................................25
1.1.4.3. Yoksulluk ..........................................................................................26
1.1.4.3.1. Genel olarak .............................................................................26
1.1.4.3.2. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk iliĢkisi .........................................28
1.2. Sosyal DıĢlanmanın Nedenleri .......................................................................32
1.2.1. KüreselleĢme...........................................................................................32
1.2.2. Yapısal Uyum Programları ......................................................................35
1.2.3. ĠĢgücü Piyasalarının Yeniden Yapılandırılması .......................................38
1.2.4. Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve EĢitsizliğin Artması ..............................41
1.2.5. Göç Hareketleri .......................................................................................43
1.2.6. Aile Yapısındaki DeğiĢim .........................................................................44
1.2.7. Cinsiyet Ayrımcılığı ..................................................................................45
1.2.8. YaĢ ..........................................................................................................47
1.3. Sosyal DıĢlanma Biçimleri ..............................................................................48
1.3.1. Ekonomik Alandan DıĢlanma ..................................................................49
1.3.1.1. Mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma ...........................................49
1.3.1.2. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma .........................................................50
1.3.1.2.1. ĠĢsizlik .......................................................................................50
1.3.1.2.2. Atipik istihdam ..........................................................................52
1.3.1.2.3. ÇalıĢan yoksullar.......................................................................52
1.3.2. Toplumsal Alandan DıĢlanma..................................................................54
1.3.2.1. Barınma imkânlarından dıĢlanma.....................................................54
1.3.2.2. Sosyal Refah Hizmetlerinden DıĢlanma ...........................................56
1.3.2.2.1. Eğitim ........................................................................................56
1.3.2.2.2. Sağlık ........................................................................................58
1.3.2.2.3. Sosyal güvenlik .............................................................................59
ix
Sayfa
1.3.3. Siyasal Alandan DıĢlanma ......................................................................61
1.3.3.1. Demokratik haklar ve yönetim ..........................................................61
1.3.3.2. Göçmenler ve azınlıklar ...................................................................62
2. BÖLÜM
AVRUPA BĠRLĠĞĠ’ NDE SOSYAL POLĠTĠKA TEMELĠNDE SOSYAL DIġLANMA
2.1. Genel Olarak Avrupa Birliği Sosyal Politika AnlayıĢı ve Sosyal DıĢlanma ......65
2.2. AB‟nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve Sosyal Ġçermede Mevcut Durum ..........68
2.2.1. AB‟nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve GeliĢimi .........................................69
2.2.2. AB‟nde Sosyal Ġçermede Mevcut Durum .................................................82
2.2.2.1. Büyümeye iliĢkin göstergeler............................................................83
2.2.2.2. Gelir dağılımı ve yoksulluğa iliĢkin göstergeler.................................85
2.2.2.3. ĠĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler ................................................92
2.2.2.4. Eğitime iliĢkin göstergeler ..............................................................100
2.2.2.5. Sağlığa iliĢkin göstergeler ..............................................................103
2.2.2.6. Sosyal güvenliğe iliĢkin göstergeler ...............................................105
2.3. Avrupa Birliği‟nde Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar.............109
2.3.1. Aktif Ġçerme ...........................................................................................111
2.3.2. Avrupa Sosyal Fonu ..............................................................................113
2.3.3. Asgari Gelir Desteği Uygulamaları ........................................................114
2.3.3.1. KarĢılıksız asgari gelir yaklaĢımı ....................................................114
2.3.3.2. ÇalıĢma karĢılığı asgari gelir yaklaĢımı ..........................................118
2.3.4. ĠĢgücü Piyasası Politikaları ....................................................................119
2.3.4.1. ĠĢsizlere yönelik politikalar ..............................................................125
2.3.4.1.1. Bilgilendirme, danıĢmanlık ve iĢe yerleĢtirme hizmetleri .........125
2.3.4.1.2. Mesleki eğitim programları ......................................................126
x
Sayfa
2.3.4.1.3. Özel sektörü teĢvik programları ..............................................128
2.3.4.1.4. Ġstihdam yaratma programları .................................................132
2.3.4.2. Risk gruplarına yönelik politikalar ...................................................133
2.3.4.2.1. Gençlere yönelik politikalar .....................................................134
2.3.4.2.2. Engellilere yönelik politikalar ...................................................137
2.3.4.2.3. Kadınlara yönelik politikalar ....................................................143
2.3.4.2.4. Göçmenlere (yabancılara) yönelik politikalar ..........................151
2.3.4.2.5. YaĢlılara yönelik politikalar ......................................................158
2.3.4.2.6. Uzun süreli iĢsizlere yönelik politikalar ....................................160
2.3.4.3. Sosyal korumaya yönelik politikalar ...............................................164
2.3.5. Sağlık Bakım Hizmetlerine Yönelik Politikalar .......................................167
2.3.6. Eğitime Yönelik Politikalar .....................................................................169
2.3.7. Konut Hizmetlerine Yönelik Politikalar ...................................................172
2.3.8. Çocuk Yoksulluğuna Yönelik Politikalar ................................................173
3. BÖLÜM
AVRUPA BĠRLĠĞĠ’NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE’DE SOSYAL DIġLANMA
3.1. Türkiye‟de Müzakere Süreci ve Belgelerde Sosyal DıĢlanma ......................177
3.1.1. Genel Olarak .........................................................................................177
3.1.2. JIM (Joint Inclusion Memorandum) ve JAP (Joint Assesment Paper)
Belgeleri ................................................................................................180
3.2. Türkiye‟de Sosyal DıĢlanma Riski Altındaki Bazı Gruplar ve Sosyal
Durumları......................................................................................................187
3.2.1. Kadınlar .................................................................................................187
3.2.1.1. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma .......................................................188
3.2.1.1.1. Fırsat eĢitsizliği .......................................................................192
3.2.1.1.2. ĠĢlem eĢitsizliği ........................................................................197
xi
Sayfa
3.2.1.2. Kurumsal dıĢlanma ........................................................................204
3.2.1.2.1. Kayıt dıĢı istihdam...................................................................204
3.2.1.2.2. Sosyal güvenceden yoksunluk ................................................208
3.2.1.3. Sivil toplum ve siyasetten dıĢlanma ...............................................211
3.2.1.3.1. Bireysel ve toplumsal siyasal katılım sorunları ........................211
3.2.1.3.2. Sendikalara katılım düĢüklüğü ................................................215
3.2.2. Engelliler ...............................................................................................218
3.2.2.1. Genel olarak ...................................................................................218
3.2.2.2. Yoksulluk ve engellilik ....................................................................220
3.2.2.3. Türkiye‟de çalıĢma hayatında yer alan engelliler ve özelliklerine
iliĢkin temel veriler .........................................................................222
3.2.2.3.1. Engellilerin demografik durumu...............................................222
3.2.2.3.2. Engellilerin eğitim durumu .......................................................223
3.2.2.3.3. Engellilerin istihdam durumu ...................................................226
3.2.2.3.4. Engellilerin sosyal güvenlik durumları .....................................228
3.2.3. YaĢlılar ..................................................................................................230
3.2.3.1. YaĢlı iĢgücünün istihdam durumu ..................................................231
3.2.3.2. YaĢlıların maruz kaldığı ayrımcılık .................................................233
3.2.4. Çocuklar ve Gençler ..............................................................................235
3.2.4.1. Çocuklar .........................................................................................236
3.2.4.1.1. Genel olarak ...........................................................................236
3.2.4.1.2. ÇalıĢan çocuk- çocuk iĢçi kavramı ..........................................239
3.2.4.1.3. Çocukların istihdam ve eğitim durumları .................................240
3.2.4.2. Gençler ..........................................................................................244
3.2.4.2.1. Genel olarak ...........................................................................244
3.2.4.2.2. Gençlerin istihdam ve eğitim durumları ...................................246
xii
Sayfa
3.3. Türkiye‟de Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Konusunda ÇalıĢma Yürüten
Kurum ve KuruluĢlar .....................................................................................258
3.3.1. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü .......................................................258
3.3.2. Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü .......................................................259
3.3.3. Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ........................................261
3.3.4. Vakıflar Genel Müdürlüğü ......................................................................262
3.3.5. Kalkınma Bakanlığı ...............................................................................263
3.3.6. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ..................................................266
3.4. Türkiye‟de Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar ........................268
3.4.1. Kadınların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ..........................268
3.4.2. Engellilerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ........................270
3.4.2.1. Genel olarak ...................................................................................271
3.4.2.1.1. Anayasa ..................................................................................271
3.4.2.1.2. Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun .........272
3.4.2.2. Ġstihdam konusundaki düzenlemeler ve istihdam teĢvikleri:
engelli istihdamı yükümlülüğü........................................................275
3.4.2.2.1. 4857 sayılı ĠĢ Kanununda yer alan düzenlemeler ...................279
3.4.2.2.2. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yer alan
düzenlemeler .........................................................................284
3.4.2.2.3. 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda
yer alan düzenlemeler............................................................286
3.4.2.3. Bakım ve rehabilitasyona iliĢkin düzenlemeler ...............................287
3.4.2.3.1. Bakım hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler .................................287
3.4.2.3.2. Rehabilitasyon hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler ....................289
3.4.2.4. Eğitim ve öğretime iliĢkin düzenlemeler .........................................291
3.4.2.5. Sosyal güvenliğe iliĢkin düzenlemeler ............................................294
3.4.2.6. EriĢebilirlik/UlaĢabilirlik ile ilgili düzenlemeler .................................296
xiii
Sayfa
3.4.2.7. Ayrımcılık ile ilgili düzenlemeler .....................................................302
3.4.3. Çocukların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar .........................305
3.4.3.1. Mevzuatta çocuk iĢçiliğini korumaya yönelik düzenlemeler ............305
3.4.3.1.1. Anayasa ..................................................................................305
3.4.3.1.2. 4857 sayılı ĠĢ Kanunu .............................................................305
3.4.3.1.3. 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ..................................306
3.4.3.1.4. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu .........................................307
3.4.3.1.5. 222 sayılı Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu ...................................307
3.4.3.1.6. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu .........................307
3.4.3.1.7. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ..................................................................................308
3.4.3.1.8. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu ..........308
3.4.3.2. Çocuk iĢçiliğini önleme konusundaki çalıĢmalar.............................308
3.4.3.2.1. ILO/IPEC Projeleri...................................................................308
3.4.3.2.2. Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Politika ve
Program Çerçevesi ................................................................310
3.4.3.2.3. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ÇalıĢan Çocuklar
Bölümü tarafından yürütülen projeler .....................................311
3.4.3.2.4. Ġlgili diğer kurumlar tarafından uygulanan projeler ..................313
3.4.4. Gençlerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ...........................314
3.4.5. YaĢlıların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ...........................317
3.5. Değerlendirme ..............................................................................................321
3.5.1. Sosyal Politikadaki DönüĢüm: Ülkemiz refah rejimi kapsayıcı mı
dıĢlayıcı mı? .........................................................................................322
3.5.2. BaĢlıca Göstergeler Bağlamında Sosyal DıĢlanmayı Önleyici
Politikaların Değerlendirilmesi ..............................................................325
3.5.2.1. Gelir dağılımı ..................................................................................326
3.5.2.2. Yoksulluk ........................................................................................328
xiv
Sayfa
3.5.2.3. Ġstihdam .........................................................................................332
3.5.2.4. Eğitim .............................................................................................334
3.5.2.5. Sosyal koruma ...............................................................................338
SONUÇ ...............................................................................................................343
KAYNAKLAR .......................................................................................................353
ÖZGEÇMĠġ .........................................................................................................371
xv
ÇĠZELGELER LĠSTESĠ
Çizelge
Sayfa
Çizelge 1.1. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk arasındaki temel ayrımlar .................. 30
Çizelge 2.1. AB‟nin sosyal dıĢlanmıĢlık ile mücadelesi......................................... 78
Çizelge 2.2. GSYH, istihdam ve iĢgücü verimliliğindeki artıĢ (yıllık ortalama) ...... 83
Çizelge 2.3. AB ülkelerinde gelir dağılımı göstergeleri ......................................... 86
Çizelge 2.4. AB‟de cinsiyet, yaĢ, hanehalkı, barınma, çalıĢma biçimleri ve
çalıĢma süresine göre yoksulluk riski altında olanların oranı (%),
2012 ................................................................................................. 89
Çizelge 2.5. AB ülkelerinde yoksulluk riski altındaki kiĢiler, 2012 ......................... 91
Çizelge 2.6. Avrupa Birliği ülkelerinde iĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler ........ 94
Çizelge 2.7. AB‟nde standart dıĢı istihdam edilenlerin toplam istihdama oranı
(%), 2012 ......................................................................................... 99
Çizelge 2.8. AB ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının milli gelire oranı
(%), 2006–2011 ............................................................................. 107
Çizelge 2.9. Sosyal koruma harcamalarının sigorta dalları arasında dağılımı
(%) ................................................................................................. 108
Çizelge 3.1. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında iĢgücüne katılma oranı(%),15+yaĢ . 189
Çizelge 3.2. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında istihdam oranı (%), 15+yaĢ ............. 190
Çizelge 3.3. Ġstihdamın sektörel dağılımı (%), 15+yaĢ ........................................ 191
Çizelge 3.4. Eğitim düzeyine göre iĢgücüne katılma oranı (%) ........................... 194
Çizelge 3.5. Hanehalkı fertlerinin cinsiyet ve eğitim durumuna göre yoksulluk
oranları ........................................................................................... 196
Çizelge 3.6. Ġstihdam edilenlerin sosyal güvenlik kuruluĢuna kayıtlılık durumu,
Türkiye (bin kiĢi), 15+yaĢ ............................................................... 207
Çizelge 3.7. Seçim yıllarına göre parlamentodaki kadın milletvekili sayı ve
oranları ........................................................................................... 213
Çizelge 3.8. Yerel yönetimlerdeki kadın sayısı ................................................... 214
Çizelge 3.9. Okuryazarlık durumuna göre engelli nüfus oranı (%), 6>=yaĢ ........ 224
xvi
Çizelge
Sayfa
Çizelge 3.10. TamamlanmıĢ eğitim durumuna göre engelli nüfus oranı (%),
25>=yaĢ ....................................................................................... 225
Çizelge 3.11. ĠĢgücü durumuna göre engelli nüfus oranı, 12>=yaĢ .................... 227
Çizelge 3.12. Sosyal güvenliğe sahip olma ve kayıtlı olma durumuna göre
engelli nüfus oranı (%) ................................................................. 229
Çizelge 3.13. SGK‟ya kayıtlılık durumuna göre engelli nüfus oranı (%).............. 230
Çizelge 3.14. YaĢ grubuna göre istihdam edilenler, 15+ yaĢ .............................. 232
Çizelge 3.15. Genel ve seçilen nüfus grupları için istihdam oranı, 2012............. 232
Çizelge 3.16. Çocuk iĢgücü temel göstergeleri (bin kiĢi) .................................... 243
Çizelge 3.17. Gençler için küresel iĢgücü piyasası göstergeleri,1998–2009 ...... 247
Çizelge 3.18. Türkiye‟de cinsiyete göre genel/genç iĢgücü piyasası
göstergeleri (%), 2005–2013 ........................................................ 249
Çizelge 3.19. Türkiye‟de genel ve genç nüfusun iĢgücü durumu, 2013 .............. 254
Çizelge 3.20. Toplamda ve gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları (%), 2005–
2013 ............................................................................................. 255
Çizelge 3.21. Cinsiyete göre gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları, 2005–
2013 ............................................................................................. 256
Çizelge 3.22. Primsiz ödemeler (TL), Kasım 2011 ............................................. 267
Çizelge 3.23. Türkiye‟de kiĢisel gelir dağılımı ..................................................... 326
Çizelge 3.24. Yoksulluk sınırı yöntemlerine göre fertlerin yoksulluk oranları
(%) ............................................................................................... 329
Çizelge 3.25. TÜĠK ve Dünya Bankası verilerine göre mutlak yoksulluk
oranları, 2002 ve 2010 ................................................................. 330
Çizelge 3.26. Ġstihdam, iĢgücüne katılım ve iĢsizlik oranlarının AB–27 (15–64
yaĢ) ve Türkiye‟deki seyri, 2003–2012 ......................................... 333
Çizelge 3.27. Türkiye'de eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı,
iĢsizlik Oranı................................................................................. 335
Çizelge 3.28. Sosyal koruma harcamalarının GSYH‟ye oranı (%) ...................... 339
Çizelge 3.29. Sosyal koruma harcamalarının sosyal güvenlik, sosyal yardım,
sağlık hizmetlerine yönelik dağılımları, GSYH % ......................... 340
xvii
Çizelge
Sayfa
Çizelge 3.30. Türkiye ve OECD ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının
geliĢimi ......................................................................................... 341
Çizelge 3.31. Türkiye ve AB‟nde sosyal koruma harcamaları (%) ...................... 342
xviii
ġEKĠLLER LĠSTESĠ
ġekil
Sayfa
ġekil 2.1. Satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢına GSYĠH (AB 27=100) ........ 85
ġekil 2.2. AB‟ye üye ülkelerde yoksulluk riski oranı, 2012 .................................... 87
ġekil 2.3. Yoksulluk riski açığı (%), 2012 .............................................................. 91
ġekil 2.4. AB‟ye üye ülkelerde iĢsizlik ve uzun süreli iĢsizlik oranları (%),
2012 ...................................................................................................... 95
ġekil 2.5. AB‟ye üye ülkelerde çalıĢanlar ve iĢsizler için yoksulluk riski
oranı(%), 2012 ...................................................................................... 97
ġekil 2.6. AB‟nde eğitim, iĢsizlik, yoksulluk iliĢkisi, 2012 .................................... 101
ġekil 2.7. AB‟ye üye ülkelerde okul terk oranları (%), 2012 ................................ 102
ġekil 2.8. Okuma becerileri bakımından 15 yaĢ grubu düĢük performanslı
öğrenciler (%)* .................................................................................... 103
ġekil 2.9. AB üyesi ülkelerde doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisi, 2012 .. 104
ġekil 2.10. AB‟ye üye ülkelerde sağlık harcamalarının GSYH‟ya oranı (%) ........ 105
ġekil 2.11. AB üyesi ülkelerin toplam aktif iĢgücü piyasası politikaları
harcamaları....................................................................................... 124
ġekil 3.1. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı (%), 2013 ... 250
ġekil 3.2. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢsizlik oranı (%), 2013 .................... 252
ġekil 3.3. Gençlerin eğitim durumlarına göre kayıt dıĢı istihdam oranları, 2013 . 257
ġekil 3.4. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de Gini katsayısı ...................................... 328
ġekil 3.5. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de yoksulluk oranı (%) ............................. 331
xix
KISALTMALAR
Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur.
Kısaltmalar
Açıklama
AB
Avrupa Birliği
AGĠP
Avrupa Göç ve Ġltica Paktı
AĠS
Avrupa Ġstihdam Stratejisi
AĠY
Açık ĠĢbirliği Yöntemi
ASF
Avrupa Sosyal Fonu
Bkz.
Bakınız
CEEP
Avrupa Kamu TeĢebbüsleri Birliği
ÇSGB
ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
DPT
Devlet Planlama TeĢkilatı
EC
Avrupa Komisyonu
ETUC
Avrupa Sendikalar Konfederasyonu
EUROSTAT
Avrupa Ġstatistik Ofisi
FAO
Gıda ve Tarım Örgütü
GSMH
Gayrisafi Milli Hasıla
GSYĠH
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
HHBA
Hanehalkı Bütçe Anketi
IILS
Uluslararası Emek AraĢtırmaları Enstitüsü
ILO
Uluslararası ÇalıĢma Örgütü
IMF
Uluslararası Para Fonu
IOM
Uluslararası Göç Örgütü
ĠGE
Ġnsani GeliĢme Endeksi
KOBĠ
Küçük ve Orta Ölçekli ĠĢletmeler
KSGM
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
md
madde
OECD
Ekonomik ĠĢbirliği ve Kalkınma Örgütü
OYAK
Ordu YardımlaĢma Kurumu
ÖZĠDA
Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı
PISA
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı
xx
Kısaltmalar
Açıklama
R.G.
Resmi Gazete
SEK
Ġsveç Kronu
SGK
Sosyal Güvenlik Kurumu
SHÇEK
Sosyal HizmetlerveÇocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü
SSK
Sosyal Sigortalar Kurumu
STK
Sivil Toplum KuruluĢu
SYDGM
Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü
TĠSK
Türkiye ĠĢveren Sendikaları Konfederasyonu
TÜĠK
Türkiye Ġstatistik Kurumu
TÜRK-Ġġ
Türkiye ĠĢçi Sendikaları Konfederasyonu
TÜSĠAD
Türkiye Sanayiciler ve ĠĢadamları Derneği
UNDP
BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı
UNESCO
BirleĢmiĢ Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
UNICE
Avrupa Topluluğu Sanayileri Birliği
Vol
Volume (Cilt)
WHO
Dünya Sağlık Örgütü
1
GĠRĠġ
Sosyal dıĢlanma kavramı, karmaĢık ve çok boyutlu bir süreci ifade
etmektedir. Sosyal dıĢlanmayı kültürel bir süreç olarak değerlendirenler olduğu gibi
ekonomik süreçlerle ilgili bir olgu olarak değerlendirenler de bulunmaktadır.
Kavramı ortaya çıkaran nedensel bağlar düĢünüldüğünde; ekonomik
yetersizlik, sosyal iliĢkilerin bozulması, sosyal korumadan yoksunluk ve kurumsal
iliĢkilerden dıĢlanma gibi süreçler akla gelmektedir. Literatürde de sosyal dıĢlanma
ele alınırken, bu unsurlardan bir tanesine ya da hepsine birden vurgu yapıldığı
görülmektedir. Toplumsal bütünleĢmeyi sağlayan alanlardan birinden yoksun olma
diğer alanlardan da yoksunluğu getirmekte, ekonomik alandan dıĢlanma aynı
zamanda
sosyal,
siyasal
veya
kültürel
süreçlerden
de
dıĢlanmaya
yol
açabilmektedir.
Kökeni 1960‟lı yıllara uzanan sosyal dıĢlanma kavramı 1980‟lerde ortaya
çıkan neoliberal politikaların etkisiyle tüm dünyada oldukça tartıĢılan bir konu
haline gelmiĢtir. 1980‟li yıllardan itibaren dünyanın hemen her yerinde uygulanan
yeni liberal politikalar, giderek derinleĢen sosyal krize yol açmıĢtır. Bu yıllarda
özellikle Avrupa Birliği‟nde iĢsizliğin artıĢı ve uzun süreli hale gelmesi ile birlikte
sosyal korumanın azaltılması, yoksulluğun artmasına ve buna paralel olarak de
geniĢ toplum kesimlerinin sosyal dıĢlanma olgusu ile karĢılaĢmalarına neden
olmuĢtur.
Kapitalist üretim sürecinin yeniden yapılanma aĢamasına geldiği yıllar olan
1980‟ler, sosyal sorunların da su yüzüne çıktığı yıllardır. Literatürde, bu noktada
sosyal eĢitsizliklerin sadece yoksullukla açıklanamayacağı, ortada çok boyutlu bir
yoksunluk süreci olduğu ve yeni bir kavramsallaĢmaya gidilmesi gerektiği
konusunda görüĢ birliği söz konusudur.
Sosyal dıĢlanmayı yeni bir kavram olarak görmeyip, yoksulluğun farklı bir
görünümü olarak değerlendirenler bulunmakla birlikte, sosyal dıĢlanmanın
yoksulluktan farklı, daha geniĢ kapsamlı, çok boyutlu ve dinamik bir süreç
olduğunu ifade edenler de bulunmaktadır (Tokol, 2012: 152). Gençler, göçmenler,
2
azınlıklar, çocuklar gibi sosyal dıĢlanma yaĢayan bazı kiĢiler yoksul olmamakla
birlikte toplumdan dıĢlanabilmektedirler. Dolayısıyla dıĢlanmıĢ kiĢilerin her zaman
yoksul kiĢiler olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. (Sapancalı, 2005: 58).
DıĢlanmıĢ kiĢilerin her zaman yoksul olmamalarından hareketle sosyal
dıĢlanmanın, yoksulluğu kapsayacak nitelikte geniĢ bir kavram olduğunu ve
yoksulluğun her zaman sosyal dıĢlanmaya neden olmayacağını söylemek de
yanlıĢ bir ifade olmayacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki, sosyal dıĢlanmanın en
belirgin görünümü yoksulluk Ģeklinde kendini göstermektedir. Yoksulluğun,
ölçülebilir, hesaplanabilir veriler üzerinde ortaya konabilme niteliği, sosyal
dıĢlanma değerlendirmelerinde yoksulluğun dikkate alınan ilk faktör olması
sonucunu doğurmaktadır (Sapancalı, 2005: 68).
Adaman ve Keyder (2006:9)'e göre, sosyal dıĢlanma, yoksulluk hallerini de
içeren ama onun tek boyutluluğunu ve anlık niteliğini aĢan bir kavram olarak ele
alınabilir. Bu çerçevede sosyal dıĢlanma; ekonomik, mekânsal, kültürel ve politik
dıĢlanma gibi boyutlarda kendini gösterebilmektedir. Bu boyutlar çoğu zaman içiçe geçmiĢ ve birbirinin etkisini artıran bir Ģekilde ortaya çıkabilmektedir. DıĢlanma,
bir süreç olarak bu çeĢitli boyutlar ve bunlar arasındaki dinamikler dikkate alınarak
incelenmelidir.
Kavram 1974 yılında ilk defa Lenoir tarafından ortaya atıldığında, ekonomik
bir nedenselliğe bağlı olarak tanımlanmamıĢ, yalnızca toplumsal iliĢkilerin
azalması bağlamında bir dıĢlanma sürecinden ve toplumun dıĢında kalmıĢlardan
söz edilmiĢtir. Bireyin toplumla iliĢkilerinin zayıflamasına vurgu yapan Lenoir, bu
grupların sosyal güvenceden de yoksun olduğunu belirtmiĢtir (Silver, 1994: 63).
Sosyal dıĢlanma literatüründe önemli bir yer taĢıyan Silver'ın üç paradigması
aslında konunun ne kadar karmaĢık olduğunun da kanıtıdır. Silver, dıĢlanmayı
açıklayabilmek için üç paradigma geliĢtirmiĢ ve bunları refah devleti tipolojisine
uygun bir Ģekilde ayrıĢtırmıĢtır. Bunlardan dayanıĢma paradigması, Durheimcı bir
anlayıĢla toplumla birey arasındaki ahlaki ve kültürel bağların zayıflaması veya
kopmasını dıĢlanmanın sebebi olarak belirlemiĢ, toplumdaki "biz" duygusunun
kırılması ve anominin ortaya çıkmasına vurgu yapmıĢtır. Muhafazakâr-korporatist
3
refah devleti tipine denk düĢmektedir. Bu paradigma sınıfsal bir çözümlemeyi göz
ardı etmektedir. UzmanlaĢma paradigmasının dayandığı düĢünce Anglo-saxon
liberalizmdir ve dıĢlanma, uzmanlaĢmanın, sosyal farklılaĢmanın, iĢgücünün
ekonomik bölünmesinin ve sınıfsal ayrımlaĢmanın bir sonucu olarak görülmektedir.
DıĢlanma bu paradigmaya göre, sosyal alanlar arasındaki serbest geçiĢ ortadan
kalktığında ortaya çıkar. Klâsik liberal görüĢe atfen, alanlar arasında geçiĢ yapmak
bireyin elindedir vurgusu yapılmaktadır (Silver, 1994:542,570).
Son paradigma olan tekelci paradigma ise; sosyal demokrat Avrupa
geleneğine uygun olarak, dıĢlanmayı grup tekelinin oluĢmasının bir sonucu olarak
görmektedir. Tekelci paradigma, ağırlıklı olarak Weber‟in çalıĢmalarına dikkat
çekmekte ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde ve her ne kadar son yıllarda
liberal geleneğin etkisi altında kalmıĢ olsa da Ġngiltere‟de de etkili olmaktadır.
Liberal gelenekten farklı olarak, sosyal sistemin oluĢumunda hiyerarĢik güç
iliĢkileri üzerinde durmaktadır. Toplumu kaynakların farklı gruplarca kontrol edildiği
bir hiyerarĢik yapı olarak görür. Ġçerdekiler kendi alanlarını dıĢarıdakilere karĢı,
giriĢe engeller ve sınırlamalar koyarak korurlar (Silver, 1994:542; Sapancalı, 2005:
53).
Silver'ın kavramsallaĢtırması sosyal dıĢlanmaya farklı bir açıdan bakmak
konusunda iĢlevsel bir rol oynamıĢtır. Ancak oluĢturulan paradigmaların, farklı
toplumlara ve kültürlere uygun olarak bazı sonuçlara varılmıĢ olan ideal biçimler
olduğu söylenebilir (Sapancalı, 2005: 48).
Sosyal dıĢlanmanın boyutları ve dıĢlanmayla mücadeleye yönelik oluĢturulan
sosyal politika önlemleri ülkeden ülkeye farklılık arz etmektedir. O ülkede ortaya
çıkan sosyal dıĢlanmanın biçimine ve nedenine uygun olarak aynı doğrultuda bir
içerme politikası oluĢturmak gerekmektedir. Örneğin Fransa'da toplumla sosyal ve
kültürel bağların kopması olarak bakılan sosyal dıĢlanma, Ġngiltere'de gelir
adaletsizliğine bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak ele alınmaktadır.
Amerika'da ise "alt sınıf kavramı geliĢtirilmiĢ, bu grup yoksullardan farklı bir kesimi
iĢaret etse de, aynı yoksullar gibi bunların da topluma ve sisteme eklemlenmesi
için "workfare"(çalıĢtırma) politikaları önerilmiĢtir. Bu yaklaĢıma göre, refah
ödemeleri ve sosyal politikalar bağımlılık kültürünü arttırmakta ve çalıĢmama
4
eğilimini güçlendirmektedir. Buna karĢılık çalıĢma karĢılığı asgari gelir garanti
eden "workfare" ise, iĢsizleri en kötü koĢullarda ve güvencesiz iĢlerde bile
çalıĢmaya zorlamaktadır. Bu yaklaĢıma göre kiĢi iĢsizse, bunun sorumlusu
kendisidir.
Bütün bu yaklaĢımlar sosyal dıĢlanmayı farklı boyutları ile değerlendirmekte,
konuyu kendi dünya görüĢlerine göre kavramsallaĢtırmaktadırlar. Aslında sosyal
dıĢlanmayı oluĢturan unsurlar arasında diğerlerini de belirleyenin ekonomik
yetersizlik olduğu söylenebilir. Ekonomik olarak yetersiz bir birey, ihtiyaçlarını
karĢılayacak ve asgari bir yaĢam standardını sağlayabilecek gelirden yoksundur.
Bununla iliĢkili olarak sağlık, eğitim, konut ve diğer tüm ihtiyaçlara ulaĢması da
gelire bağlıdır. Yeterli geliri olmayan kiĢi, eğitim olanaklarına ulaĢamayacağından,
ileride iĢ bulmasına olanak sağlayacak imkândan yoksun kalacaktır. Bu da
döngüsel olarak yine gelir yoksunluğuna ve yetersizliğine yol açacaktır. Eğer kiĢi
iĢsizse, çalıĢma aracılığıyla kurduğu sosyal iliĢkilerden de yoksun kalacaktır.
Sosyal güvenlik mekanizmalarına eriĢemez duruma gelecek, giderek toplumla
kurduğu bağlar zayıflayacaktır. Sosyal dıĢlanma ve "yapabilirlik yoksunluğu"
arasında bağlantı kuran Amartya Sen (2000:5) de bu iliĢkisel özellikleri
vurgulamıĢtır. Sen'e göre, sosyal dıĢlanma yapabilirlik yoksunluğunu biraz daha
geniĢleten bir kavramdır. Yapabilirlik yoksunluğu sonucu toplumsal yaĢama
katılamama sosyal dıĢlanmayı oluĢturabilmektedir.
KüreselleĢmenin ortaya çıkardığı sorunlar çerçevesinde sosyal politika
literatürüne 1990‟lı yılların sonundan itibaren hızlı bir giriĢ yapan sosyal dıĢlanma
olgusu, sadece o bireyi değil, içinde yer aldığı toplumun tümünü etkileyen bir
olguya dönüĢmüĢtür ve bu nedenle her geçen gün daha fazla önem arz
etmektedir. 1990‟lı yıllarda Avrupa Birliği‟nin merkezi politika konularından biri
haline gelen sosyal dıĢlanmanın 1990‟ların ortalarından bu yana sosyal Avrupa
Birliği sosyal politikası ile entegrasyonuna yönelik adımlar atılmaya baĢlanmıĢtır.
1990‟lı yıllar itibariyle sosyal dıĢlanma ile mücadele sürecini baĢlatan Avrupa
Birliği Komisyonu sosyal dıĢlanmanın kurumsal/yapısal nedenlerini, iĢgücü
piyasasında
değiĢim,
bilgi
teknolojisinde
geliĢmeler
ve
bilgi
toplumunun
geniĢlemesi, sosyo-demografik değiĢiklikler ve ekonomik ve sosyal geliĢmelerin,
5
bölgesel ve coğrafi ön yargılar ile kutuplaĢmalar oluĢturması olmak üzere dört
grupta ele almaktadır (Tokol,2012:153).
Ancak neo liberal politikaların etkisiyle iĢgücü piyasasında yaĢanan esneklik
ve kuralsızlaĢtırmaya yönelik uygulamaların sosyal dıĢlanmanın temel nedeni
olduğu
görülmektedir
(Çakır,2002:89).
ĠĢsizliğin
artması,
esnek
çalıĢma
biçimlerinin artıĢı ekonomik dıĢlanmaya sebep olarak, toplumsal yaĢamın diğer
tüm safhalarında da dıĢlanmayı beraberinde getirmektedir.
Sosyal dıĢlanma, görünüm biçimleri ve nedenleri doğrultusunda ele
alındığında gençler, kadınlar, göçmenler, mülteciler, engelliler, suçlular, emekliler,
vasıfsız iĢçiler, mevcut iĢgücü piyasası koĢullarında yer bulamayanlar, eğitim
sisteminden ayrılmıĢ veya tamamlamıĢ olup gelir getirici bir iĢi olmayanlar, tek
ebeveynli aileler sosyal dıĢlanma riski yüksek olan grupları oluĢturmaktadır
(Çakır,2002:95).
Kapitalizmin değiĢen koĢullara göre biçim değiĢtirmiĢ bir alt kavramı olan
küresel kapitalizm çağıyla, bir baĢka deyiĢle küreselleĢme süreciyle birlikte,
aslında hep var olan eĢitsizlik, yoksulluk, yoksunluk ve güvencesizlik gibi sorunlar,
zenginlerin daha da zenginleĢmesi, yoksulların ise daha da yoksullaĢması ile önü
alınamaz boyutlara gelmektedir. Neoliberal politikalar, sosyal devletin tasfiyesi ile
birlikte, sosyal politikaların kapsamını daraltmakta, ortaya yeni kavramlar atarak,
dikkatleri farklı yöne çekmektedir.
Günümüzde gerek geliĢmiĢ ülkeler, gerekse geliĢmekte olan ülkelerde en
büyük sorunlardan biri, toplum dıĢına itilen kimselerdir. Neoliberal politikalar,
sosyal devletin tasfiyesiyle birlikte sosyal politikaların kapsamını daraltmakta, bu
Ģekilde çalıĢma refahı, sosyal diyalog, sosyal dayanıĢma giderek asgari düzeye
inmekte, yoksulluğu azaltma ve fırsat eĢitliği stratejileri azalmakta, toplumsal
cinsiyetçilik
kamusal
alanda
daha
yoğun
olarak
yaĢanmaktadır.
Sanayi
devriminden beri var olan yoksulluk, eĢitsizlik ve sömürü gibi sorunların
1970'lerden sonra sosyal dıĢlanma baĢlığı altında ortaya çıkması, neoliberal
politikaların dünyanın her yerinde sosyal krizlere yol açmasıyla birlikte olmuĢtur.
Bu yıllarda özellikle Avrupa Birliği'nde de iĢsizlik çok yüksek boyutlara ulaĢmıĢ ve
6
hükümetlerin bu konuda önlemler alma giriĢimleri yaygınlaĢmıĢtır. Sosyal
dıĢlanma tehdidine karĢı sosyal içerme politikaları geliĢtirme zorunluluğu
doğmuĢtur.
Pek çok olumlu ilerlemeye rağmen AB‟nin hala sosyal dıĢlanma sorununu
yaĢıyor olması nedeniyle AB‟nin konuya yaklaĢımı ve ürettiği çözüm önerileri son
derece önemlidir. Yine, Türkiye‟nin de Birliğe tam üye olmaya aday bir ülke olması,
benzer sorunları yaĢıyor olması açısından da, AB‟nin bu konudaki çözüm
arayıĢları daha da anlamlı kılmaktadır.
Söz konusu bu çalıĢmanın amacı, Türkiye ve Avrupa Birliği ülkelerindeki,
küreselleĢme sürecinde değiĢen ve sorgulanması gereken toplumsal iliĢkilerde
önemi artan sosyal dıĢlanma olgusunun analizi ile AB‟ne uyum sürecinde
ülkemizde sosyal dıĢlanmayı önleyici politikaların değerlendirilmesidir. Bu amaçla
öncelikle literatür taraması yapılmıĢtır. Daha sonra AB‟ndeki ve ülkemizdeki
mevcut ekonomik ve sosyal durum ortaya konularak, ülkemizde AB‟ne uyum
sürecinde sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik uygulanan sosyal içerme
politikaları değerlendirilmiĢtir.
Bu çerçevede çalıĢmanın birinci bölümünde, sosyal dıĢlanmanın kavramsal
çerçevesi ele alınmıĢtır. Sosyal dıĢlanma kavramının tarihsel geliĢimi ile kavramın
tanımı, özelliklerine değinilmiĢ, sosyal dıĢlanmanın ekonomik, toplumsal ve siyasal
biçimlerine yer verilmiĢtir. Bu bağlamda, iĢgücü piyasasından dıĢlanma, evsizlik,
eğitim, sağlık ve sosyal güvenlikten dıĢlanma ile siyasal dıĢlanma boyutları ele
alınmıĢtır.
ÇalıĢmanın diğer iki bölümünde, sosyal devletin giderek gerilemesi ile
beraber, bu sürecin nasıl geliĢtiğine ve bu konudaki çözüm arayıĢlarına
değinilmiĢtir. Bu doğrultuda; ikinci bölümde, Avrupa Birliği‟nde sosyal dıĢlanma
olgusu ele alınarak, mevcut durum çoğunluğu itibariyle Avrupa Ġstatistik Ofisi
EUROSTAT‟ın göstergelerinden yararlanılarak ortaya koyulmuĢ ve AB‟nin sosyal
dıĢlanmayı önlemeye yönelik politikalarından bahsedilmiĢtir. EUROSTAT‟da AB‟ne
en son üye olan Hırvatistan‟a iliĢkin verilerin yetersiz olması nedeniyle söz konusu
çalıĢma kapsamında Avrupa Birliği 27 üye ülke olarak ele alınmıĢtır.
7
Üçüncü bölümde AB‟ne uyum sürecinde sorunun ülkemizdeki boyutu ele
alınmıĢtır. Bu doğrultuda, öncelikle sosyal dıĢlanma riski altındaki bazı gruplar
(kadınlar, engelliler, yaĢlılar, çocuklar ve gençler) ve sosyal durumları irdelenmiĢtir.
Daha
sonra
ise,
sosyal
dıĢlanmanın
önlenmesi,
dıĢlanmıĢların
topluma
katılımlarını sağlayacak politikalar üzerinde durulmuĢ ve Türkiye‟de sosyal
dıĢlanmayı önleyici politikalar değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır.
8
9
1. BÖLÜM
SOSYAL DIġLANMANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESĠ
1.1. Sosyal DıĢlanma Kavramı
1.1.1. Sosyal DıĢlanmanın Tarihsel ve Kavramsal GeliĢimi
Sosyal dıĢlanma kavramı, ilk olarak 1960‟lı yıllarda Fransa‟da dile getirilmiĢ,
1970‟li yıllarda iktisadi kriz ve resesyon ile birlikte, tüm dünya ülkelerinin dikkatini
çeken bir kavram haline gelmeye baĢlamıĢtır. 1974 yılında Fransa‟nın sosyal
iĢlerden sorumlu Devlet Bakanı Rene Lenoir, Fransız toplumunun onda birinin
toplumdan dıĢlanmıĢ olduğunu belirterek, dıĢlanmıĢ olan grupları zihinsel ve
fiziksel engelliler, suç iĢleyenler, hasta ve bakıma muhtaç yaĢlılar, istismar edilen
çocuklar,
uyuĢturucu
ebeveynler,
madde
problemli
aileler,
bağımlıları,
intihara
marjinal-asosyal
meyilli
insanlar
ve
insanlar,
yalnız
diğer
“sosyal
uyumsuzluk” içindeki insanlar olarak nitelendirmiĢtir (Silver,1994:532).
Fransa‟nın gerek sosyalizmi gerekse liberalizasyon temelli bireyciliği kabul
etmeyip, toplumsal entegrasyon kaynaklı bir sosyal refah devleti anlayıĢını
benimsemesi, sosyal dıĢlanma kavramının ilk olarak Fransa‟da dillendirilmesinin
en önemli gerekçelerinden biri olarak gösterilir (de Haan, 2000).
1980‟li
ve
1990‟lı
yıllar
süresince
Fransa
dıĢındaki
diğer
Avrupa
ekonomilerinde, iĢsizlik, yoksulluk ve marjinalliğin yeni biçimleri iktisadi, teknik ve
sosyal değiĢiklikleri etkilediği gibi, refah devleti sistemlerinin de düzenleyici
kapasitesini çözmeye baĢlamıĢtır. Böylece sosyal dıĢlanma kavramı Fransa‟nın
ötesine geçerek, Ġngiltere‟nin ve kıta Avrupası‟nın sosyal politika söylemlerine
girmiĢtir. Bugün sosyal dıĢlanma, Avrupa Birliği sosyal politikasının odak noktası
haline gelmiĢtir. Sosyal dıĢlanmanın iyileĢtirilmesi (yok edilmesi değil), Avrupa
Birliği‟nin stratejik hedef, program ve politikalarının pek çoğunda yer almaktadır
(Abrahamson,2003:281-285). Sosyal dıĢlanmanın sosyal ve siyasi problemlere
neden olacağı gerekçesiyle 1990‟lı yılların baĢında “Sosyal DıĢlanmayla
Mücadelede Ulusal Politikalar Rasathanesi” kurulmuĢ ve söz konusu deyim, yerel
10
sınırları aĢarak küresel cephede tartıĢma zemini bulmuĢtur (Room,1999:166).
Ayrıca yoksulluk ile mücadelede halihazırdaki literatür geniĢleyerek sosyal
dıĢlanmayı da içerebilecek bir yeniden yapılanma sürecine girilmiĢtir (Hobcraft,
2002:62-83). AB‟nin 1995 yılından sonra yoksulluk bağlamındaki stratejik plan ve
programlarına bakıldığında, sosyal dıĢlanma temel kavram olarak üst sıralarda yer
almaya baĢlamıĢtır.
Fransız kökenli dıĢlanma yaklaĢımı genellikle sosyal ve kültürel boyutta ele
alınırken, Ġngiliz kökenli yaklaĢımda ise; daha yaygın biçimde iktisadi ve gelir
adaletsizliğinin yaĢandığı alanlarda yer bulmaktadır. Buradan hareketle, hem
Fransız hem de Ġngiliz kökenli dıĢlanma algılamaları, Sosyal DıĢlanmayla
Mücadelede Ulusal Politikalar Rasathanesi‟nde bir araya getirilmiĢ ve insan hakları
kavramını kullanmak suretiyle Fransız ve Ġngiliz gelenekleri uzlaĢtırılmaya
çalıĢılmıĢtır (Atkinson,2000:1040).
Maastricht ve Amsterdam AntlaĢmalarında da sosyal dıĢlanma ile mücadele
faaliyetlerine yer verilmiĢtir. AB‟de sosyal dıĢlanma terimi, eĢitsizlik, ayrımcılık,
iĢsizlik ve istihdam politikalarıyla birlikte ele alındığı gibi, uzun vadeli iĢsizlerin,
vasıf seviyesi düĢük iĢgücünün ve mültecilerin sorunlarıyla da iliĢkilendirilerek
kapsamı geniĢletilmiĢtir (de Haan,2000:24; Sapancalı,2005:16). AB‟nin sosyal
politika açısından belirlemiĢ olduğu en önemli amaçları, sosyal dıĢlanma ve
yoksulluk
ile
mücadele,
iĢgücü
piyasalarına
katılımın
artırılması
ve
ayrımcılığın/eĢitsizliğin bertaraf edilmesi olarak ifade edilebilir (Yepez del Castillo,
1994:614-617).
Avrupa Konseyi‟nin 1961 yılında ortaya koyduğu, 1996 yılında da revize
edilerek geniĢletilmiĢ olan Avrupa Sosyal ġartı, sosyal politikaya gerçek anlamda
Avrupa‟ya özgü bir yaklaĢım getirmektedir. YaklaĢımın temel özelliğini, hak
vurgusunda ve sosyal dıĢlanma kavramında bulmak mümkündür. Bu doğrultuda,
özel konumları nedeniyle topluma eĢit vatandaĢlar olarak katılmakta zorlananların
problemlerine yönelik uygulamalar, bir haklar dizisi olarak gündeme gelmektedir.
Hak kavramı, doğal olarak, devlet- vatandaĢ iliĢkisi içinde ortaya çıkmakta ve
siyasi yetki organlarının sorumluluklarını da gündeme getirmektedir. Bu bağlamda
sözü edilen önlemler, tek tek bireylerin, iĢletmelerin ya da sivil toplum
11
kuruluĢlarının iyi niyetli tavırlarının ötesinde, politik yetki mercilerinin yasal
düzenlemelerle geliĢtirdikleri önlemlerdir. Ayrıca, sözü edilen önlemler ferdin
sorumluluklarının ve bu sorumlulukları yerine getirebilmesi için ferde verilen
desteğin ötesinde, sosyal içerme‟yi (social inclusion) gerçekleĢtirmek üzere
üstlenilmesi gereken bir siyasi sorumluluk bilincini yansıtmaktadır. Bu açıdan
bakıldığında, Avrupa yaklaĢımıyla ABD‟de geçerli olan yaklaĢım arasında esaslı
bir fark bulunmaktadır. Avrupa‟da hak söylemi içinde beliren siyasi sorumluluk
vurgusu,
ABD‟de Ģahsi sorumluluk vurgusuyla
Ģekillenen sosyal siyaset
ortamından oldukça farklı bir ortamın varlığına iĢaret etmektedir.
Avrupa Sosyal ġartı‟nın getirmiĢ olduğu ilkelerin ötesinde, sosyal siyasetin
kurumsal çerçevesi açısından, Avrupa seviyesinde tam bir uzlaĢma sağlandığını
söylemek güçtür; ancak, 2000 yılında Lizbon Stratejisi‟nin gündeme gelmesiyle
birlikte bu yönde önemli adımlar atılmıĢtır. Lizbon yaklaĢımının temel özelliği,
Avrupa‟nın “küresel bilgi toplumunun yüksek rekabet gücüne sahip, önde gelen bir
aktörü haline gelmesi” Ģeklinde ifade edilen iktisadi hedeflerle, “herkese en yüksek
düzeyde sosyal güvence sağlayarak sosyal içermeyi gerçekleĢtirmek” Ģeklinde
ifade edilen sosyal hedefleri aynı düzeyde ele almasıdır. Bu oldukça önemlidir;
ama aynı zamanda iktisadi ve sosyal hedefler arasında bir gerilimin olduğu ve bu
gerilimin Avrupa içinde ciddi tartıĢmalara yol açtığı da bir gerçektir. Neo–liberal
piyasa ekonomisi savunucuları, her yerde olduğu gibi Avrupa‟da da, asıl olanın
iktisadi gerçeklik olduğunu, sosyal hakların ancak yüksek rekabet gücü amacıyla
çeliĢmedikleri ölçüde geçerlilik taĢıdıklarını öne sürmektedirler. Buna karĢılık,
sosyal hakları ciddiye alan kesim ise, sosyal dıĢlanma tehlikesine karĢı toplumu bir
arada tutan sosyal tedbirlerin iktisadi hedeflerin gerisine itilemeyeceklerini ve
ekonomik
kaygıların
sosyal
hakların
güçlenmesi
yönündeki
ilerlemeyi
yavaĢlatmamaları gerektiğini savunmaktadırlar (Buğra, 2007:78-79).
Lizbon Stratejisi‟nde aksayan yanların yeniden yapılanması süreciyle birlikte,
Açık EĢgüdüm Yöntemi adı verilen bir yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemle,
Birlik‟e üye ve aday ülkelerdeki sosyal siyaset uygulamaları arasında, Birlik

Sosyal dıĢlanma kavramının zıttı olan bu terim, dilimize genel olarak sosyal içerme Ģeklinde tercüme edildiği
gibi, sosyal içericilik biçiminde tanımlamaya yer veren kaynaklar da mevcuttur. Sosyal içerme/içericilik
kavramını, sosyal dıĢlanmaya maruz kalan birey veya grupların iktisadi ve toplumsal yaĢamda yer almalarına
engel olan faktörlerin ortadan kaldırılarak, yaĢam düzeylerinin toplum içerisinde kabul edilebilir bir düzeye
getirilmesi ve toplumla bütünleĢmelerinin sağlanması Ģeklinde tanımlamak mümkündür.
12
seviyesinde net bir Ģekilde tanımlanmıĢ belirli göstergelere dayanılarak, yine Birlik
seviyesinde tanımlanan hedeflere doğru bir uyum sağlanması amaçlanmaktadır.
Örneğin, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik çalıĢmalar bağlamında
bir dizi gösterge belirlenmekte ve üye ülkelerden kendi ülkelerinde var olan
durumu ortaya koyabilmek üzere söz konusu göstergelere uygun istatistikî seriler
hazırlamaları
ve
bu
seriler
temelinde
Ulusal
Eylem
Planları
yapmaları
istenmektedir. Daha sonra, ülkelerin bu planlar çerçevesinde sağladıkları
ilerlemeler, müĢterek platformlarda birbirleriyle karĢılaĢtırılarak, sürekli bir
değerlendirmeye tabi tutulmaktadır (Buğra,2007:79; EC Report,2001:59). Bu
durum, hem belirli bir izleme hem de ülkelerin birbirlerinin tecrübelerinden
faydalanmalarını sağlayan bir yaklaĢımı ortaya koymaktadır.
Sosyal dıĢlanmanın Avrupa‟daki seyri ele alınırken,
Ġngiltere‟ye ayrıca
değinmek gerekmektedir. Çünkü sosyal dıĢlanmaya karĢı geliĢtirilen politikaların
ortaya çıkmasını sağlayan ve bu politikaların kurumsal zeminde geliĢmesine vesile
olan ülkelerin baĢında Ġngiltere gelmektedir. ġöyle ki; 1997 yılında ÇalıĢma
Bakanlığı‟nca kurulan Sosyal DıĢlanma Ünitesi, Sosyal ıĢlanma Çözümleme
Merkezi ve kendisine bağlı Kabine Bürosu, sosyal dıĢlanmayla ilgili politikaların
koordinasyonunu temin etme ile katılım sorunlarına yönelik politikaları birleĢtirme
amaçlarını taĢımaktadır.
Kavram,
Avrupa‟da
değiĢik
biçimlerde
kullanılmaktadır.
Ġngiltere‟deki
kullanımı çoğunlukla Anglo–Sakson liberal bireyselcilikten kaynaklanmaktadır.
Fransız kökenli bir kavram olmasına rağmen, Amerikan refah reformu örnekleri,
Ġngiliz
sosyal
politika
tartıĢmalarında
çok
daha
fazla
etkili
olmuĢ
gibi
görünmektedir. Fransız düĢünce ise, özellikle sol kanatlı hükümet ile güçlü bir
Ģekilde ulusal dayanıĢmacı değerler üzerine inĢa edilmiĢtir (Sapancalı, 2005:18).

Ünite, 1998 yılından itibaren çeĢitli alanlarda yer alan dıĢlanma olasılığı bulunan kitleler hakkında raporlar
hazırlamaktadır. Birim tarafından hazırlanan raporların baĢlıkları Ģunlardır; Rough Sleeping (Sokakta Yatıp
Kalkanlar) (1998); Neighbourhood Renewal (Yenilenen KomĢuluk ĠliĢkileri) (1998/2000/2001); Teenage
Pregnancy (Genç Hamilelik) (1999); Bridging the Gap- New Opportunities for 16-18 years old in Education,
Employment or Training (Açığın Kapanması: 16 – 18 yaĢ arası gençlere Eğitim, Öğretim ve Ġstihdamda Yeni
Fırsatlar) (1999) ve Truancy and School Exclusion (Okuldan Kaçma ve Okuldan DıĢlanma) (1998), Cabinet
Office, UK, The Social Exclusion Unit Leaflet, Cabinet Office, London, 2001. http://www.cabinet-office.gov.uk.
13
1.1.2. Sosyal DıĢlanmanın Tanımlanması
Dünyanın hemen her yerinde 1980‟li yıllardan itibaren uygulanan yeni liberal
politikalar giderek derinleĢen bir sosyal krize yol açmıĢtır. Tüm dünyada iĢsizliğin
artıĢı ve uzun süreli hâle geliĢi ile birlikte sosyal korumanın azaltılması,
yoksulluğun artıĢına ve bu sürece paralel olarak da geniĢ toplum kesimlerinin
sosyal dıĢlanma denilen bir olgu ile karĢılaĢmalarına neden olmuĢtur. Uzun süreli
iĢsizliğin ve a-tipik istihdam biçimlerinin yaygınlaĢması, sosyal korumanın ve
sosyal hizmetlerin daraltılması ve azaltılması, mutlak ve göreli anlamda
yoksulluğun artması ve demokratik katılımın zayıflaması ile bağlantılı çok yönlü
dinamik bir süreç olarak beliren sosyal dıĢlanma, küresel bir olgu olmakla birlikte,
sosyal politika yazınına “Avrupalı” bir kavram olarak girmiĢtir (Erdoğdu,2004).
Daha önce de belirtildiği gibi, sosyal dıĢlanma kavramı ilk olarak yetmiĢli
yıllarda Fransa‟da gündeme gelmiĢ, seksenli yıllardan itibaren ise tüm dünyada
kullanılan bir kavram hâline dönüĢmüĢtür. Doksanlı yıllarda Avrupa Birliği içinde
iĢsizlik oranlarındaki artıĢ, artan uluslararası göç ve refah devletinin gerilemesi gibi
yükselen sosyal kökenli sorunlar, kavram üzerindeki ilgiyi önemli ölçüde artırmıĢtır.
Sosyal dıĢlanmanın çok çeĢitli boyutta olması, bunun da sosyal bölünme tehlikesi
ve sosyal patlama rizikosunu artırması, ayrıca dıĢlanmaya neden olan
mekanizmaların karmaĢıklığı nedeniyle çözüm yollarının geliĢtirilmesinin son
derece güç olması, dıĢlanmayı günümüzde pek çok ülkenin en temel sosyal
politika tartıĢmalarının odağına taĢımıĢtır (Sapancalı,2005/3:52).
Avrupaî bir kavram olarak zikredilen terim, kimi bireylerin toplumun dıĢına
itildikleri ve yoksulluklarının etkisiyle veya temel becerilerinin ve yaĢam boyu
öğrenme fırsatlarının yetersizliği yüzünden ya da ayrımcılığın bir sonucu olarak
tam katılımdan alıkonuldukları bir süreci ortaya koyar. Bu süreç, onları sosyal
iliĢkilerden
ve
istihdam,
gelir,
eğitim
ve
meslekî
eğitim
fırsatlarından
uzaklaĢtırmaktadır. Aynı zamanda sosyal dıĢlanma kıskacında yer alan grupların,
güç ve karar alma organlarına eriĢimleri sınırlıdır ve genellikle bu gruplar,
kendilerini güçsüz hissetme ve günlük hayatlarını etkileyen kararların üzerinde
kontrolü sağlayamama gibi risklerle de karĢılaĢmaktadırlar.
14
Powell, sosyal dıĢlanmayı açıklarken, “Batı‟nın BrezilyalılaĢması”ndan
bahseder. Böylesi bir tanımlama ile Powell, evrensel çapta bir sosyal adaletsizlik
ve bilhassa ırk ayrımcılığı üzerine inĢa edilmiĢ bir toplum modelinin dayatılması
üzerine iĢaret etmekte ve bu model çerçevesinde iktisadî büyümenin, yoksulların
ve dıĢlananların sayısını artırdığını savunmaktadır (Powell,F.,2001:90‟dan aktaran:
Özgökçeler, Bıçkı, 2010: 220-221).
Bonner ise; sosyal dıĢlanmayı, iktisadî boyut (uzun vadeli iĢsizlik; iĢsiz hane
halkı; gelir yoksulluğu), sosyal boyut (evsizlik; suç; asi gençlik), politik boyut
(yetkisizlik; siyasal hakların yetersizliği; politik süreçlere olan güvensizlik ya da bu
süreçlere yabancılaĢma), çevre/komĢuluk boyutu (iskân yapılarının yetersizliği;
çevre felâketleri) bireysel boyut (ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar; beklentileri
karĢılayamayan eğitim), uzamsal boyut (savunmasız grupların marjinalleĢmesi) ve
grup boyutu (engelli, yaĢlı, etnik azınlık grupların özellikleri üzerine odaklanma)
olmak üzere yedi boyutta incelemiĢtir (Özgökçeler, Bıçkı, 2010: 220–221).
Saraceno (2002:17), sosyal dıĢlanmayı, çalıĢma hakkından yoksunluk ve
toplumsal vatandaĢlık haklarının (çalıĢma ile birlikte eğitim, sağlık gibi haklar)
verilmemesi Ģeklinde iki ayaklı bir sarkaç Ģeklinde ele almıĢtır. DıĢlanma
literatüründe önemli bir yeri olan Levitas ise, sosyal dıĢlanma kavramını üç bakıĢ
açısıyla özetlemiĢtir: Ġngiliz sosyal politikasına özgü yeniden dağıtım tartıĢması,
ahlâki sınıfaltı tartıĢması ve Durkheimcı bakıĢ açısını yansıtan ve daha çok Avrupa
Birliği ve Fransa‟nın sosyal dıĢlanma görüĢüne atıf yapan sosyal entegrasyon
tartıĢması. Yeniden dağıtım tartıĢmaları sosyal dıĢlanmanın sebebi olarak
yoksulluk ve eĢitsizliği görürken, çözüm olarak kaynakların yeniden dağıtılmasına
ağırlık vermektedir. Alt sınıf tartıĢmaları ise; yoksulun kendi özelliklerinden dolayı
toplumdan dıĢlandığını varsaymaktadır. Sosyal entegrasyon tartıĢmalarında ise;
sosyal dıĢlanmanın sebebi iĢgücü piyasalarından dıĢlanmadır. Burada ücretli
emeğe aĢırı bir vurgu yapılarak sosyal dıĢlanmanın tanımı daraltılmaktadır.
Ücretsiz emek tamamen göz ardı edilirken, toplumsal cinsiyete dayalı iĢbölümü ve
bunun sosyal dıĢlanmaya yol açıcı etkileri dikkate alınmamaktadır. Ayrıca
çalıĢanlar arasında da toplumsal birçok süreçten dıĢlananlar ve eĢitsiz konumda
olanlar bulunabilmektedir (Levitas, 2005). Durkheimcı sosyal entegrasyona dayalı
15
yaklaĢımın, sosyal olarak dıĢlanmıĢ bireyleri neo-liberal düzene entegre ederek
sistem için sorunlu olmaktan kurtarma ihtiyacı vardır.
Sosyal dıĢlanma kavramını konu alan çalıĢmaların oldukça fazla olmasına
rağmen ortak bir sosyal dıĢlanma tanımının var olmadığı görülmektedir. Bunun
nedeni dıĢlanma kavramının farklı kiĢiler için farklı anlamlar taĢımasından
kaynaklanmaktadır (Sapancalı,2005:23). Sosyal dıĢlanmanın tanımlanmasında
ülkeler arasında -hatta aynı ülkedeki bireyler ve kurumlar arasında- farklılık
mevcuttur. Söz konusu farklılığın belirmesinde ülkelerarası geliĢmiĢlik ve kültüranlayıĢ farkları, siyasî bakıĢ açılarının farklılığı ile birlikte her ülkede sosyal hayata
katılımda güçlük çeken kesimlerin birbirinden farklı olması rol oynamaktadır.
Sosyal dıĢlanma kavramı; “iç/dıĢ”, “merkez/çevre”, “alt/üst” gibi toplumsal
mekânın üç biçimine iĢaret etmekte; belirli kesimlerin toplumsal bütünün ve
sermaye birikim sürecinin dıĢında kalması ve ekonomik büyümeye yaptığı
katkıdan adil ölçülerde yararlanamaması üzerine odaklanmaktadır. Bu anlamda
refah toplumu anlayıĢının eleĢtirisine dayanan bir kavramdır (Sapancalı, 2005: 22).
Ancak sosyal dıĢlanmanın tanımlanması kolay değildir. Anlamı her zaman açık bir
Ģekilde ortaya konulamamaktadır. Bu nedenle tartıĢmalı bir kavramdır (Burchardt,
Grand ve Piachaud, 2002: 1).
Sosyal dıĢlanma Fransızca kökenli bir deyimdir. Klasik sosyolojinin bir ürünü
olan sosyal dıĢlanma kavramı, özellikle Fransa‟da 1960‟lı yıllardan itibaren
tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Kavram sıkça yeni yoksulluk, eĢitsizlik, ayrımcılık ve
sınıf-altı
gibi
kavramlarla
eĢ
anlamda
kullanılmaktadır.
Sosyal
dıĢlanma
gereksizlik, marjinallik, yabancılaĢma, değiĢtirilebilirlik, kapanma, bağlantısızlık,
konuttan çıkarılma ve yoksunluk gibi deyimlerle de anlatılmaya çalıĢılmaktadır
(Silver,1994:539).
Modern çağda yoksulluğun yol açtığı yeni sosyal sorunları göz önünde
bulundurmak
maksadıyla
Avrupa
Birliği
de
sosyal
dıĢlanma
kavramını
kullanmaktadır. Nitekim AB‟de Bakanlar Konseyi, Yoksullukla Mücadele Ġkinci
Avrupa Programı (1985–1989) çerçevesinde yoksul fertleri, aileleri ve sosyal
grupları, maddi, kültürel ve sosyal imkânların yetersizliğinden dolayı içinde
16
yaĢadıkları üye ülkelerin asgari hayat düzeyi olarak kabul ettikleri yaĢama
tarzından dıĢlanmıĢ kiĢiler olarak tanımlamıĢtır. Görüldüğü gibi sosyal dıĢlanma,
psiko-sosyal etkileri bakımından çok geniĢ ve zengin bir kavramdır. Bu nedenle
sosyal dıĢlanma tehlikesine karĢı muhtaçlara maddi yardımların yanında psikososyal hizmetler de götürülmesi gerekmektedir.
Sosyal dıĢlanma kavramı, sosyal bütünleĢmenin her zaman tam olarak
gerçekleĢmediğini, toplumsal düzenin bazı grupları dıĢında bırakabilecek Ģekilde
katmanlı bir yapılanma gösterdiğini düĢündürmektedir. Bu bağlamda toplumdaki
belirli nüfus gruplarının üretken olanlardan dıĢlanması anlamında sosyal dıĢlanma,
kiĢisel hataların değil, yapısal süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır
(Sapancalı,2005:29).
DıĢlanmıĢ gruplara iĢsizlerin ve yoksulların eklenmesi 1980‟li yılları bulmuĢ ve
sosyal dıĢlanma kavramı esasen iĢsizlik, eĢitsizlik ve yoksulluk olgularıyla
açıklanmaya baĢlanmıĢtır. Bu dıĢlanma biçimleri insanların toplumsal yaĢamla
bütünleĢmesini engelleyen ve hemen her toplumda karĢılaĢılan olgulardır. Ancak
iĢsizlik, yoksulluk ve eĢitsizliğe maruz kalmıĢ her insanın her toplumda ve her
dönemde sosyal dıĢlanmıĢ olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü geliĢmiĢ
bir toplumdaki iĢsiz bir bireyin karĢılaĢtığı sorunlar ile geliĢmekte olan bir toplumda
iĢsizin yaĢadığı sorunlar ve yoksunluk düzeyi farklı olabileceği gibi yoksulluk da
ülkeden ülkeye farklı bir biçimde algılanabilmektedir. Bu nedenle sosyal
dıĢlanmayı, insanları toplumsal yaĢamdan uzaklaĢtıracak düzeyde maddi ve
manevi yoksunluk içinde olmaları, haklarını ve yaĢamlarını koruyacak, onları
destekleyecek her türlü kurumdan ve sosyal destekten yoksun oldukları ölçüde
katlanarak büyüyen bir süreç olarak tanımlamak mümkündür (Yepez del Castillo,
1994:614). Örneğin; geliĢmiĢ ülkelerde sosyal dıĢlanma sorunu görülmesine
rağmen, az geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkelerde bu sorun farklı boyutlarda ve çok
daha Ģiddetli yaĢanmaktadır.
GeliĢmiĢ ülkelerde sorun uzun süreli iĢsizlik,
dıĢarıdan göç ve kazanılmıĢ hakların yitirilmesi biçiminde ortaya çıkarken,
geliĢmekte olan ülkelerde dıĢlanmıĢlık çok daha fazla ve çeĢitlidir.
Sosyal bütünleĢmenin karĢıtı olarak ele alındığında sosyal dıĢlanma, sivil,
politik, ekonomik ve sosyal vatandaĢlık haklarından mahrum edilme- olma durumu
17
olarak tanımlanmaktadır (Walker ve Walker,1997:8). Bu tanıma göre sosyal
dıĢlanma toplumla bireyin bütünleĢmesini sağlayan sosyal, ekonomik, politik ve
kültürel sistemlerin tümünden kısmen veya tümünden yoksun olma sürecini ifade
etmektedir.
1.1.3. Sosyal DıĢlanmanın Özellikleri
1.1.3.1. Çok boyutluluk
Sosyal dıĢlanmanın çok boyutluluk özelliği, hem bireylerin hem de grupların
tecrübeleri sonucunda belirginleĢen ve böylece çok sayıda farklı boyutlarla
(ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel) ele alınan bir durumu ifade etmesidir. Bu
bağlamda “barınma”, “eğitim”, “sağlık”, “istihdam”, “yasal ve siyasi sistemler” ve
“sosyal ağlar” (Bhalla,Lapeyre,1997:423-433) sosyal dıĢlanmanın hissedildiği akla
ilk gelen boyutlarını oluĢturmaktadırlar.
Avrupa Birliği, sosyal dıĢlanmanın çok boyutluluk ilkesi gereğince, soruna bir
taraftan tematik öte taraftan da analitik bir perspektif ile yaklaĢmakta ve bu
bağlamda sosyal dıĢlanma sürecini meydana getiren önemli kriterleri Ģu Ģekilde
özetlemektedir (Kilmurray,1995:36):
• Gelir, vergileme ve sosyal koruma
• Tüketim ve borçlanma
• Eğitime eriĢim
• Ġstihdam, iĢsizlik ve eğitim
• Barınma ve evsizlik,
• ÇalıĢma koĢulları,
• Sağlık, sosyal hizmetlerden yararlanabilirlik ve komĢuluk desteği.
Çok boyutluluk, izole edilmiĢliğin ve/veya yoksunluk sürecinin değiĢik türde
kaynaklarının olması ve değiĢik süreçlerle (iktisadi, sosyal, siyasi, kültürel) ilgili
olmasını ifade etmektedir. Bu durum, disiplinler arası bir algılamayı da gerekli
kılmaktadır. Çok boyutluluk durumu sadece ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel
18
alanların ilgi alanına girmemekte, buna ek olarak toplumbilim, kent bilim, hukuk,
psikoloji bilimlerinin de ilgi alanını oluĢturmaktadır.
Sosyal
dıĢlanmanın,
önem
dıĢlanma,
ekonomik
piyasasından
sırasına
göre
dıĢlanma,
majör
kültürel
boyutları;
dıĢlanma,
iĢgücü
kurumsal
dıĢlanma, marjinalleĢerek genel olarak toplumdan dıĢlanma Ģeklinde düĢünülebilir.
Söz konusu farklı boyutlar, birbirlerinden bağımsız olmayıp, aksine aralarında
karĢılıklı bir etkileĢim bulunmaktadır. Örneğin yurttaĢlık hakları üzerindeki
sınırlamalar (göçmen iĢçiler gibi) iĢgücü piyasasındaki fırsatlar üzerinde ciddi
etkilere sahiptir. Aynı Ģekilde, eğitim ve sağlık gibi sosyal refah devleti
uygulamalarından fiili olarak dıĢlanmak da aynı Ģekilde iĢgücü piyasası için önemli
bir etkiye sahiptir. Buna karĢılık iĢgücü piyasasındaki dıĢlanmalar da aile ve
toplum sisteminde yıkıcı bir etkiye sahip olmaktadır. Bu bağlamda, sosyal
dıĢlanmayı herhangi bir boyutta ele alırken, diğer boyutlarla olan iliĢkisi göz ardı
edilmemelidir (Alden,Thomas,1998:10).
1.1.3.2. Dinamizm
Sosyal dıĢlanmanın bir baĢka unsuru, dinamik bir sürece sahip olmasıdır.
Sosyal dıĢlanmaya yol açan kimi dezavantajlar, zamanla daha yoğunlaĢmakta ve
sonuçta da kronik bir sorunlar zincirine neden olabilmektedir. Söz konusu seyir
aslında
sosyal
dıĢlanmanın
dinamik
bir
yapıya
sahip
olmasından
kaynaklanmaktadır.
Sosyal dıĢlanma, toplumsal değiĢim sürecinde çok daha dinamik bir kavram
haline gelmektedir. Hem çok boyutlu hem de çok zamanlı bir kavram olarak da
tanımlanabilen sosyal dıĢlanma, süreçlerinin dinamik doğasını ve dıĢlanmaya
maruz
kalmıĢ
kiĢilerin
durumlarındaki dinamik
değiĢimi
ifade
etmektedir
(Sapancalı,2005:33).
Bireyin beklentileri göz önüne alındığında kavramın dinamik bir unsura sahip
olduğu daha çok ortaya çıkmaktadır. ġöyle ki, bireyler sadece fiili olarak iĢsiz veya
gelirsiz olmalarından dolayı dıĢlanmıĢ değillerdir; aynı zamanda gelecek için çok
az beklentilere sahip olmalarından dolayı da dıĢlanırlar. Beklentilerden kastedilen,
19
sadece bireyin kendisinin değil, bireyin eĢ ve çocuklarının da beklentilerinin
kapsama dâhil olduğudur. Bu ise, sosyal dıĢlanma sorununun nesiller boyu devam
edebileceğini
göstermektedir.
Bu
nedenle
sosyal
dıĢlanma
kavramının
değerlendirilmesinde, mevcut Ģartların da sürekli güncellenmesi gerekmektedir
(Atkinson,1998:14).
1.1.3.3. Görecelik (Rölativite)
Sosyal
dıĢlanma,
dezavantajlılık
içeren
durumları
karĢılaĢtırdığı
için
göreceliğe sahip bir olgudur. DıĢlanma olgusu, fertlerin ve grupların toplum
içindeki kimi alanlara (kaynaklara, fırsatlara, yetki ve güç sistemleri gibi)
eriĢememeleri durumunda ortaya çıksa bile, net olarak dıĢlanmanın hangi
alanlarda baĢladığını ya da hangi alanları öncelikle etkilediğini söylemek güçtür.
Bu durum, herkese göre farklılık gösterebilmektedir. Dolayısıyla izafi bir çerçeve
içinde
yer
alan
taĢıyabileceğinden
sosyal
veya
dıĢlanma,
belirli
farklı
ülke
kiĢilere
durumlarına
göre
farklı
uygun
bir
anlamlar
Ģekilde
tanımlanabileceğinden göreli bir kavram olarak ortaya konulmaktadır. Görecelik
özelliği aynı zamanda sosyal dıĢlanmanın çok boyutluluğunun bir sonucu da
olmaktadır.
1.1.3.4. Ġktisadi denklemin tamamen/kısmen dıĢına çıkma
(Ekonomik
dıĢlanma)
Toplum içerisinde çalıĢma, hem sosyal katılım hem de gelir dağılımı ve
iktisadi kazanç bakımından en önemli mekanizmadır. ÇalıĢma bir gelir kaynağı
olmakla beraber, belirli sosyal iliĢkilerin kurulması için de gereklidir. Ġnsanların
ihtiyaçlarını karĢılayacak gelirden yoksun olmaları ekonomik dıĢlanmayı ifade
etmektedir. Yeme içme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını dahi
karĢılayamayan birey ve ailesi için toplumsal yaĢama katılım imkânsızlaĢmaktadır.
ĠĢsizlik, özellikle günümüzde ekonomik dıĢlanmanın en önemli kaynağını
oluĢturmaktadır. Ancak bir iĢ sahibi olmak, ekonomik dıĢlanmayı önlemeye
yetmemektedir. DüĢük ücretle, kötü çalıĢma koĢullarına maruz kalarak çalıĢma,
20
belirli bir istikrar veya güvence sağlamayan her türlü çalıĢma da ekonomik
dıĢlanmaya neden olmaktadır (Cranford, Vosko ve Zukewich, 2003:10).
Yoksulluk ve iĢsizliğe iliĢkin sosyal göstergeler, ekonomik dıĢlanmanın
boyutunu ortaya koymaktadır. Ancak, söz konusu göstergelere dayanarak
ekonomik dıĢlanmanın açıklanmasında ülkelerarası farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, ABD‟de düĢük ücretli çalıĢan insanlar ve sınıfaltı üzerinde durulurken,
Avrupa ülkelerinde uzun süreli iĢsizlik ekonomik dıĢlanma göstergesi sayılmaktadır
(Silver,1994:549).
1.1.3.5. Sosyal iliĢkilerin zayıflaması ve sosyal destek yoksunluğu
Ekonomik dıĢlanmanın bir uzantısı olarak zayıflayan sosyal iliĢkiler, insanların
toplumsal yaĢamla bütünleĢmelerinin önündeki engellerden biridir.
Söz konusu unsuru, iki boyutlu olarak incelemek mümkündür. Birincisi,
çalıĢma hayatı aracılığıyla kurulan sosyal iliĢkilerin iĢsizlikle birlikte sona ermesi ya
da zayıflamasıdır. ÇalıĢma bir gelir elde etmenin yanı sıra, baĢka insanlarla iliĢki
kurma, arkadaĢlık imkânı, topluma faydalı olma duygusu ve sosyal birliktelik
sağlama imkânı da vermektedir. Bu açıdan, çalıĢma ihtiyacının yanı sıra, oldukça
yaygın bir çalıĢma arzusunun da var olduğunu söylemek yanlıĢ olmayacaktır
(Koray, Topçuoğlu,1995:87). ÇalıĢmanın bu boyutu, insanlar ve gruplar için bir
doyum kaynağı olduğunu da göstermektedir. Bu kazançlardan yoksun kalmak,
insanın toplumdan dıĢlanmasına, kendisini dıĢlanmıĢ hissetmesine neden
olacaktır.
Sosyal iliĢkilerin ve sosyal desteğin ikinci boyutu, aile, akrabalık, arkadaĢlık
ve hemĢehrilik gibi daha yakın iliĢkilerdir. Bu iliĢkiler, birey ekonomik yoksunluk
içerisinde olsa bile, maddi ve manevi destek sağlayarak dıĢlanma önünde bir
engel oluĢturma gücüne sahiptir. Bu bağlamda, bireyci toplumlarla, kolektivist
toplumlardaki sosyal dıĢlanma dinamikleri, bu iliĢkiler nedeniyle farklılaĢmaktadır.
Aile ve akrabalar arasındaki maddi ve manevi bağımlılık, hem toplum yapısı hem
de sosyo-ekonomik geliĢmiĢlik düzeyine göre farklılaĢabilmektedir. Kolektivist
toplumlarda, sosyo-ekonomik düzey yükseldikçe, maddi destek konusundaki
21
beklenti
ve
bağımlılık
azalmakta;
fakat
duygusal
bağımlılıkta
değiĢiklik
olmamaktadır (KağıtçıbaĢı,1990:45). Bu nedenle, kolektivist toplumlarda sosyal ve
duygusal destek, diğer kurumlardan daha etkin bir rol üstlenmektedir.
1.1.3.6. Kurumsal dıĢlanma/Kurumsal destek yoksunluğu
Ekonomik ve sosyal alandan dıĢlanmanın bir baĢka boyutu, toplumda
bireyleri sosyal koruma altına alacak kurumların yetersizliğidir. Ġhtiyaçlarını
karĢılayacak bir iĢ ve gelire sahip olmayan, iĢi ve geliri olsa da muhtaç durumda
olanları, yaĢlıları, engellileri, kadınları ve çocukları koruyacak yasal ve kurumsal
düzenlemeler, dıĢlanmayı önleme konusunda önemli bir iĢlev üstlenmektedir.
ÇalıĢanlara, iĢsizlere ve yardıma muhtaç diğer insanlara iliĢkin sosyal
güvenlik kurumlarının geliĢmiĢ olduğu ülkelerde, sosyal dıĢlanma olgusunun
nispeten daha az ortaya çıkması beklenebilir. Söz konusu kurumlar, bireyci
toplumlarda sosyal desteğin ve dayanıĢmanın önüne geçebilmektedir. Örneğin,
daha yaygın sosyal güvenlik sistemleri ile yaĢlılık güvencesi için alternatif
kaynaklar meydana gelmekte
ve
yaĢlılar yaĢamlarını sürdürebilmek için
çocuklarının bakımına muhtaç olmaktan kurtulmaktadırlar (KağıtçıbaĢı, 1990: 43).
Sosyal güvenlik kurumlarının nispeten yetersiz olduğu, özellikle az geliĢmiĢ
veya
geliĢmekte
olan
ülkelerde,
dayanıĢma
olgusu
sosyal
dıĢlanmayı
önleyebilecek bir mekanizma olabilmektedir. Yoksul durumda bulunan ve
karĢılaĢtığı tehlikenin etkilerini baĢka araçlarla gideremeyen veya bu araçların
yetersiz kaldığı kiĢilere, toplumun öteki bireylerinin tek tek ya da topluca yardım
ellerini uzatmaları, tarihin her döneminde rastlanılan bir davranıĢtır (Güzel, Okur,
Caniklioğlu,2012:10). Ancak dayanıĢma ve yardımlaĢma, gönüllülük esasına göre
ortaya çıktığından sosyal dıĢlanmanın engellenmesinde sürekli olarak rol
oynaması beklenemez. DayanıĢma, amacına göre fertleri tatmin edemiyor,
fertlerin itibar, güç kazanma, iyi bir toplumsal statü edinme, arkadaĢlık,
yurtseverlik, toplum adına önemli Ģeyler gerçekleĢtirme ve toplum desteğini
hissetme gibi beklentilerini karĢılayamıyorsa, bu durum dayanıĢmanın iĢlevini
yitirmesine neden olabilecektir. Bu bağlamda, dayanıĢmanın güzel bir örneğini
oluĢturan sendikalar da kurumsal destek sağlama iĢlevini yerine getirebilmektedir.
22
Kurumsal dıĢlanma, eğitim ve sağlık gibi ihtiyaçların karĢılanmasında özel ya
da kamu hizmetlerinden yararlanamamayı da kapsamaktadır. Eğitim hakkının
kullanılamaması, sağlığın korunamaması, toplumsal yaĢamla bütünleĢmek için
gerekli olan niteliklerden yoksun olmaya, iyi bir iĢ bulamamaya neden olarak
bütünsel bir etki meydana getirecektir. Okuluna devam edemeyen bir genç, o anki
dıĢlanmıĢlığının yanında, gelecekte iyi bir iĢ sahibi olamama riskini de taĢıyarak,
gelecekte yaĢaması muhtemel olan ekonomik ve sosyal dıĢlanmanın temellerini
atmıĢ olacaktır.
1.1.3.7. Yapabilirlik yoksunluğu
Sosyal dıĢlanmayı karakterize eden sonuncu unsur ise; yapabilirlik
yoksunluğudur. Yapabilirlikten yoksunluk, bireyin veya hane halkının temel
ihtiyaçlardan mahrum bırakılması ve söz konusu ihtiyaçlara ulaĢılabilirlikte
yaĢanan yetersizlik olarak ifade edilebilir.
Yapabilirlik yaklaĢımını metodolojik açıdan geliĢtiren kiĢi Amartya K. Sen‟dir.
Unsur, Sen‟in sosyal dıĢlanmayı tanımlaması sürecinde belirginleĢmiĢ ve giderek
konuyla ilgili çok değiĢik sahalarda yer alan araĢtırmacılarca da destek bulmuĢtur.
Sen‟e göre sosyal dıĢlanma kavramının altında yatan temel fikir yeni değildir. Sen,
bu açıdan sosyal dıĢlanmayı “yapabilirlik yoksunluğu” olarak değerlendirmekte ve
yoksulluğun geniĢ görüĢ açısı içerisinde yer bulduğunu belirtmektedir (Sen, 2000:
45).
Sen,
geliĢme
sürecini
bireylerin
yapabilirliklerinin
artması
olarak
değerlendirmektedir. Yapabilirlik, bireylerin temel ihtiyaçlara ulaĢabilmede sahip
olduğu beceriyi ortaya koymaktadır. Bu unsur, kiĢinin kendine yaraĢır bir Ģahsiyet
olarak toplum içinde iĢlevsel kılınabilmesi amacıyla, gerekli asgari ihtiyaçları
yansıtmaktadır (Oruç,2001:79-80). KiĢinin temel ihtiyaçlarıyla anlatılmak istenen,
sadece barınma, gıda, giyim vb. gibi maddi kıstaslarla sınırlı kalmamakta, ayrıca
kimi politik ve sosyal katılım kıstaslarını da içermektedir.
Yapabilirlik, onurlu ve anlamlı bir yaĢam biçimi kurmak ve geliĢtirmek,
imkânlardan yararlanabilmek gibi yetenekleri/hakları içeren bir kavram olmakla
23
birlikte, evrensel ve homojen bir kurala tabi değildir. Bir kiĢinin biçimsel olarak
haklarının olması, söz konusu hakları kullanabilme olanağına sahip olması
anlamına gelmemektedir. Haklara eriĢebilmenin yanı sıra ikinci önemli etmen hak
talep edebilme yeteneğidir. Sen‟e göre; yapabilirlik unsuru içinde bulunan hak
talep edebilme yeteneği, toplumsal olarak belirlenir. Yapabilirlik anlayıĢı, sahip
olunan ya da ulaĢılan mal ve hizmetleri kullanabilme, bireysel ve toplumsal
haklardan faydalanabilme, bunlara eriĢebilme yeteneğidir. Bu anlamda, mevcut
ekonomik düzende eĢitsizliğin kaynağı, sadece sahip olunanlar arasında değil;
haklara eriĢebilirlik imkânlarının dağılımındadır (Ġnsel,2000:18). Söz konusu
dağılım, eĢitsizlik bağlamında ele alındığında, gelir bölüĢümünden daha dinamik
bir yapı arz etmekle beraber, hakların ve yeteneklerin dağılımında yaĢanan
olumsuz geliĢmeler, eĢitsizlik olgusunun baĢka alanlarda da görülmesine yol
açacaktır.
Yapabilirlik, sosyal dıĢlanma ile ilgili yapılan analizlerde, gelir ve tüketim
harcamaları kadar üzerinde durulması gereken bir kavramdır. Gelir ve tüketim
harcamaları yoksulluğun/refahın statik boyutunu; yapabilirlik çözümlemesi ise; çok
yönlü bir süreç olan sosyal dıĢlanmanın dinamik boyutunu aydınlatmaktadır. Bu
dinamik boyut, yoksulların gelecekte oluĢacak bazı fırsatlara eriĢebilme yeteneği,
halen ve yakın gelecekte bu yeteneği kullanabilme isteği, dolayısıyla hayatını
iyileĢtirebilme güçleridir. Bu dinamik bakıĢla yoksul kesimlerin aĢağı ve yukarı
doğru hareketleri, yoksullukları ile mücadelelerinde geliĢtirmiĢ oldukları stratejiler
izlenebilmektedir. Refah devletinin sağladığı koruma ortamının ortadan kalkması
ile beraber, yoksulluk stratejisi geliĢtirme yeteneği olmayan kitlelerin aniden kronik
iĢsizlik ile karĢılaĢması, yapabilirliği imkânsız hale getirmiĢtir. Yapabilirlikten
yoksun olunduğunda, yoksullar uygulamada pasif izleyici durumuna düĢebilmekte,
teslimiyetçi bir pozisyona sürüklenebilmekte ve mevcut sistemin dıĢına itilmektedir
(IĢık,Pınarcıoğlu,2001:38).
Sonuç itibariyle, toplumsal yaĢama katılım için yapabilirlik yoksunluğunun
bertaraf edilmesi mecburidir. Bu nedenle Sen, sadece belirli malların sahipliğinin
ötesinde haklar ve yasal sistem içerisinde kullanılan farklı ekonomik, sosyal ve
siyasal fırsatlar üzerinde durmuĢtur. Sen‟e göre sosyal dıĢlanma yapısı, yapabilirlik
24
yoksunluğu olarak özellikle yoksulluğun anlaĢılmasını güçlendirmektedir (Sen,
2000: 3–6; de Haan, 2000:23).
Bu yedi unsurun bir araya gelmesi sonucunda, sosyal dıĢlanma sorunu
keskin ve Ģiddetli bir hal almaktadır.
1.1.4. Sosyal DıĢlanma ile Ġlgili Kavramlar
1.1.4.1. Sosyal içerme
Sosyal içerme, AB‟nin yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadele amacıyla,
sosyal politika alanında geliĢtirdiği stratejik bir yaklaĢımdır. Sosyal içerme, sosyal
dıĢlanma
kavramının
zıddı
olarak
kullanılmakta
ve
sosyal
dıĢlanmadan
kaynaklanan dezavantajların giderilmesine yönelik olarak atılacak adımları
içermektedir (Sapancalı,2007:57).
Sosyal içerme; sosyal dıĢlanmaya maruz kalan birey veya grupların
ekonomik ve sosyal hayatta yer almalarına engel olan faktörlerin ortadan kaldırılıp
yaĢam seviyelerinin toplumda kabul edilebilir bir düzeye getirilerek, toplumla
bütünleĢmelerinin sağlanması Ģeklinde ifade edilebilmektedir (DPT,2007b:42).
Sosyal içermenin konusu, toplumsal hayata katılımda güçlük çeken
bireylerdir. Bu katılımın kapsamına eğitim, mesleki eğitim, sağlık ve ulaĢım
hizmetlerinden yararlanma, istihdama dâhil olma, mal ve hizmetlere eriĢim, konut
edinme, kültürel faaliyetlere katılma gibi konular girmektedir.
Sosyal içerme, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riski taĢıyan bireylerin,
ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaĢama tümüyle katılımın, yaĢadıkları toplum
dikkate alındığında standart bir yaĢam ve refah düzeyi için gerekli fırsat ve
kaynakları elde etmelerini sağlamayı ve güvence altına almayı hedefleyen tüm
süreçleri kapsamaktadır. Sosyal içerme, hem gelir düzeyleri toplum ortalamasının
çok altında olduğu için, hem de etnik veya dini kökenleri, toplumsal cinsiyetleri,
eğitim durumları, fiziksel veya zihinsel engelleri dolayısıyla topluma eĢit yurttaĢlar
olarak katılmakta zorluk çeken insanların durumunu kurumsal düzenlemeler
yoluyla çözmeye yönelik bir amaç taĢımaktadır (Buğra,2007:78). Böylece
25
toplumdaki tüm bireylerin, yaĢamlarını etkileyen kararlara geniĢ bir biçimde
katılabilmeleri ve temel haklara eriĢebilmeleri sağlanmak istenmektedir.
1.1.4.2. Ayrımcılık
Ayrımcılık sosyal dıĢlanmaya yol açan faktörlerden biridir. Kültürel, sosyolojik,
ekonomik ve psikolojik boyutları olan ve aynı zamanda hukuki bir sorun olarak da
karĢımıza çıkan bir kavramdır.
Sözlük anlamı, bir kimseyi herhangi bir niteliği sebebiyle mağdur etmek
anlamına gelen ayrımcılık, bir devletin ya da toplumun bazı üyelerinin, ötekilere
sağlanan belli hak ve/veya ayrıcalıklardan yoksun bırakılmasıdır (Ataöv,1996:1).
Ayrımcılık, çeĢitli Ģekillerde ortaya çıkabilir; örneğin bir ülkede veya Ģehirde
göçmenler ve yerli halkın yerleĢim yerleri açısından ayrıĢmıĢ durumda olması,
konut edinme konusunda ayrımcılığı ortaya çıkarabilir. Ya da iĢe alma konusunda
genç yaĢtakilerin ve yaĢlı iĢgücünün yaĢlarından dolayı tercih edilmemesi bir çeĢit
ayrımcılık olarak görülebilir.
Ayrımcılığa maruz kalan gruplar hem ülkeden ülkeye, hem ayrımcılığın
konusuna göre, hem de zamana göre değiĢmekle birlikte, bu konuda bazı resmi
tanımlamalar da mevcuttur. Örneğin Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan 27
Kasım 2000 tarihli 2000/78/EC sayılı “Ġstihdamda ve ĠĢte EĢit Muamele Direktifi”1,
ayrımcılık sebeplerini (dolayısıyla kimlerin ayrımcılığa maruz kaldıklarını); cinsiyet
(kadınlar), cinsel yönelim (eĢcinsel ve biseksüeller), din ve inanç (dini azınlıklar),
ırk ve etnik köken (etnik azınlıklar), yaĢ (gençler ve yaĢlılar) Ģeklinde tanımlamıĢtır.
Uluslararası ÇalıĢma Örgütü‟nün 111 numaralı sözleĢmesi ise ayrımcılığı “ırk,
renk, cinsiyet, din, politik görüĢ, ulusal köken ya da toplumsal sınıfı temel alan ve
istihdam veya meslekte fırsat veya davranıĢ eĢitliğini bozucu ya da zayıflatıcı etkisi
olan herhangi bir ayrım, dıĢlama veya tercih” olarak tanımlar ve hükümetlerin
iĢveren ve iĢçi örgütleri ile istiĢareden sonra ilave kriter eklemelerine izin verir. Son
1
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32000L0078:en:HTML (21.04.2011).
26
yıllarda giderek artan sayıda ülke tarafından, engellilik, yaĢ, sağlık durumu,
sendika üyeliği ve aile durumu eklenerek liste geniĢletilmiĢtir2.
Ayrımcılığın dayanağı olan sebepler kimi zaman doğuĢtan gelebileceği gibi
(cinsiyet, yaĢ, ırk), kimi zaman (medeni hal, din, politik düĢünce) da sonradan elde
edilebilmektedir. Ama kaynağı her ne olursa olsun ayrımcılığın yarattığı sonuç
mağduriyettir. KiĢinin belirli bir gruba veya cinsiyete ait olduğunu gösteren bu
niteliklerin kiĢinin yaptığı iĢin niteliği ile hiçbir iliĢkisi olmadığı gibi, ayrımcılığı
gerektirecek haklı ve objektif bir neden de değildir. Dolayısıyla ayrımcılık, belirli bir
gruba dâhil insanların nüfusun geride kalanlarıyla karĢılaĢtırıldığında, gerçekte
onlarla eĢit olmayan konumlarını ve onlara nazaran dezavantajlı durumlarını da
anlatır. O halde ayrımcılık kavramı, gerçek anlamda hak ve fırsat eĢitliğinin
bulunmadığı bir durumu da içerir (Onaran Yüksel,1999:28).
1.1.4.3. Yoksulluk
1.1.4.3.1. Genel olarak
Son yıllarda yoksullukla ilgili çalıĢmalarda, kavramsal açıdan üzerinde görüĢ
birliğine varılmıĢ bir tanımının bulunmaması ve bu tanımların yoksullara bakıĢ
açılarına göre değiĢik değer yargılarına sahip bir toplumsal yapıdan diğerine ve
zaman
içinde
ölçülmesini,
değiĢebilmeleri
hem
de
sosyal
(ġenses,2001:62),
dıĢlanma
gibi
hem
kendisine
tanımlanmasını
yakın
ve
kavramlarla
karĢılaĢtırılabilirliğini güçleĢtirmektedir. Bu nedenle, yoksulluk kavramının ayrıntılı
bir biçimde ortaya konulması bu iki kavramın karĢılaĢtırılmasında kolaylık ve yeni
bakıĢ açıları sağlayacaktır.
Yoksulluğa iliĢkin birçok kavram ve bunlara bağlı olarak da birçok tanım
bulunmaktadır. Ancak yoksulluğa yönelik olarak evrensel boyutta iki farklı yaklaĢım
genel kabul görmektedir: “mutlak yoksulluk” ve “göreceli yoksulluk”. Mutlak
yoksulluk, asgari seviyede beslenme ve diğer temel gereksinmeleri satın almak
için gerekli harcamaları; göreceli yoksulluk ise, her ülkeye göre değiĢen bir
toplumun günlük yaĢamına katılmanın maliyetini gösteren miktardır.
2
Equality
at
Work:
Tackling
the
Challenges,
http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/@
dgreports/@dcomm/@webdev/documents/publication/wcms_082607.pdf (e.t:18. 04. 2011)
27
Yoksulluğun tanımı ve ölçümünde egemen yaklaĢım, kökenleri 19. yüzyılın
sonlarında Ġngiltere‟de yapılan çalıĢmalara dayanan gelir/tüketim harcamaları
kıstaslarına dayalı mutlak yoksulluktur (ġenses,2001:62). Mutlak yoksulluk
kavramı, fiziksel açıdan sağlıklı bir yaĢam sürdürebilmek için gerekli temel
koĢulları ifade eden geçim düĢüncesine dayandırılmıĢtır. Bu yaklaĢıma göre
yoksulluk genellikle “beslenme, barınma ve giyinme gibi insan yaĢamı için gerekli
temel gereksinmeleri karĢılamak için yeterli kaynağa sahip olamama durumu”
olarak veya “mutlak asgari refah düzeyinin altında kalma durumu” ve “yaĢamda
kalabilmek için gerekli mal ve hizmetlere olan ihtiyaçların karĢılanamaması
durumu” olarak tanımlanmaktadır (ġenses,2001:62–63).
Yoksulluk kavramı, beĢeri ihtiyaçlar kavramına dayanır. Ġnsan toplumsal bir
varlıktır ve bu nedenle fiziki varlığını sürdürmesi için gerekli olan beslenme
ihtiyacının yanı sıra giyim, barınma, eğitim, sağlık, kültür, ortak yaĢama, dinlenme,
estetik ve buna benzer sosyo-kültürel ihtiyaçları olan bir varlıktır. Ġnsanlar doğal
olayları
kendi
ihtiyaçları
doğrultusunda
değiĢtirebilme
yeteneğine
sahip
olduklarından yaratıcı yeteneklerinin geliĢimi yeni ihtiyaçların ortaya çıkmasına ve
mevcut ihtiyaçların değiĢime uğramasına yol açmaktadır. Bu nedenle beĢeri
ihtiyaçlar ve insanların yaratıcı yetenekleri toplumsal ve tarihi koĢullar tarafından
belirlenir (Aktan,2002:2).
Yoksulluk çok boyutludur ve bu nedenle farklı Ģekillerde tanımlanabilir. Lipton,
özel tüketimdeki yetersizliklere odaklanmıĢ ve yoksulluğu belirli bir düzeyin altında
kiĢi baĢına özel tüketimin söz konusu olduğu durum olarak (tüketim yaklaĢımı)
tanımlamıĢtır. Drewnowski, yoksulluğu kiĢilerin ve hane halkının kendileri için
uygun görecekleri bir tatmin düzeyini sağlamaya yetecek bir gelire sahip
olmamaları (subjektif yoksulluk) ya da asgari yaĢam standardının gerektirdiği
temel
gereksinimlerin
karĢılanabilmesi
için
yeterli
miktarda
gelirin
elde
edilememesi olarak (gelir yoksulluğu) tanımlamaktadır (Aktan,2002:40–41). Dixon
ve Macarow‟a göre yoksulluk, toplumlara ahlaki ve politik olarak meydan okuyan
sürekli bir problemdir ve hayatta kalabilmek için gerekli olan Ģeylerin eksikliğini
gösterir (CoĢkun,2005:183).
28
Yoksulluk kavramının uluslararası platformlarda özgün ve evrensel bir sorun
olarak tartıĢılmasında, Dünya Bankası‟nca hazırlanan 1990 yılı Dünya Kalkınma
Raporu‟nun ana temasını yoksulluğun oluĢturması bir dönüm noktasıdır (DPT,
2001:103). Dünya Bankası‟na göre yoksulluk, asgari yaĢam standardına
eriĢememedir;
açlık,
barınacak yerin
olmaması,
yeterli
sağlık hizmetinin
alınamaması, eğitim hizmetinden yararlanamama, iĢ sahibi olmama, gelecek için
korku ve endiĢe duyma, temiz su kaynaklarına ulaĢamama, temsil edilmeme ve
özgürlükten yoksun olma ile iliĢkilidir (CoĢkun,2005:182). Görüldüğü gibi Dünya
Bankası yoksulluğun geleneksel tanımını yapmaktadır; yoksulluk asgari yaĢam
standardına eriĢememe durumudur. BaĢka bir ifadeyle yoksulluk maddi nitelikteki
mahrumiyetler nedeniyle kaynaklara ve üretim faktörlerine eriĢememe ve asgari bir
yaĢam düzeyini sürdürecek gelirden yoksun olma halidir.
Son zamanlarda yoksulluğun tanımlanmasında gelir/tüketim yaklaĢımının
yetersiz kaldığı yaygın bir Ģekilde dile getirilmeye baĢlanmıĢtır. Bu çerçevede
asgari bir yaĢam düzeyini sağlamaya yönelik gelir/tüketim seviyesine sahip
olmanın yanı sıra yoksulluğun belirlenmesinde kaynaklara eriĢim, kamusal mal ve
hizmetlere ve yarı kamusal mal ve hizmetlere eriĢim ile otonomi ve izzet ve onur
gibi ölçütlerin de hesaba katılması gerektiği dile getirilmektedir. Baulch‟a göre izzet
ve onur ile otonomi kavramları yoksulluk kavramına dahil edilmelidir. Zira yoksul
olmamak, diğer kiĢilere boyun eğmeyi gerektiren faaliyetleri yapmamakta özgür
olmayı ve yaĢam tarzını belirleyebilme yeteneğine sahip olmayı gerektirir
(Baulch,1996).
1.1.4.3.2. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk iliĢkisi
Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk, birbiri yerine geçebilen veya aynı anlama
gelebilen kavramlar gibi görülmekte ve kullanılmaktadır. Yoksulluk ve dıĢlanma eĢ
anlamlı gibi görünse de, sosyal dıĢlanmanın yoksulluğu da kapsayan daha geniĢ
bir kavram olduğu söylenebilir. Çünkü dıĢlanmıĢ kiĢiler her zaman yoksul kiĢiler
değildirler. Örneğin; göçmenler, azınlıklar, belirli kadınlar ve çocuklar gibi bazı
kiĢiler yoksul olmamakla birlikte toplumdan dıĢlanmıĢ olabilmektedirler.
29
Yoksulluk sınırının çok altında kalıp da, rahat sayılabilecek bir yaĢam süren,
iĢgücü piyasasına katılabilen, bazı fiziksel kaynaklara ulaĢabilen insanlar
olabileceği gibi, bu sınırın çok üstünde olup da sağlık, eğitim, demokrasi, medeni
ve sosyal haklar gibi geleneksel gelir ve tüketim harcaması dıĢında kalan kriterlere
göre, çok daha yoksul sayılabilecek insanlara rastlanabilmektedir (Bhalla ve
Lapeyre,2004:13; ġenses,2001:96). Bu nedenle, sosyal dıĢlanma yoksulluğun,
ayrımcılığın ve diğer dezavantajların nedenlerini ve etkilerini kapsar.
Yoksulluk daha çok bölüĢüm sorunu üzerine odaklanırken, sosyal dıĢlanma
bölüĢüm sorununun yanı sıra yetersiz sosyal katılım, sosyal bütünleĢmenin
yokluğu ve güç yoksunluğu gibi daha çok sosyal iliĢkiler üzerine odaklanmaktadır
(Room,1995/b:5). Bir baĢka deyiĢle sosyal dıĢlanma sadece gelir ve tüketim
sorunları dolayısıyla mutlak bir yoksulluk sınırında yaĢamakla ilgili değil, aynı
zamanda yaĢamı iyileĢtirecek yetersizlikleri kısmen ya da tamamen yitirmekle de
ilgilidir.
Yoksulluk daha çok yeterli gelir ve tüketimi gerçekleĢtirebilmeden yoksunluk
durumunu ifade eden statik bir kavramdır. Buna karĢılık, sosyal dıĢlanma sadece
bir yoksunluk durumu değildir. Yoksunluğa neden olan kurumsal mekanizmaları,
iliĢkileri ve davranıĢları da içeren bir süreçtir. Sosyal dıĢlanma yoksulluktan çok,
bunu ortaya çıkaran süreçlere odaklanmıĢtır. Bu nedenle, nedensel analizleri
kullanır. Sosyal dıĢlanma yoksulluğun, ayrımcılığın ve diğer dezavantajların
nedenlerini ve etkilerini kapsar. Kimlerin, niçin yoksun oldukları konusuna dikkat
çeker. Bununla birlikte aslında insanları yoksulluğa iten ekonomik, sosyal ve politik
süreçler üzerinde durur. Doğrudan insanların yoksullaĢmasına neden olan değiĢik
biçimler üzerine odaklanır. Sosyal dıĢlanma çok boyutlu yoksunluğa dikkat çeker
ve yoksulluğun anlaĢılmasına yardımcı olur.
Sosyal dıĢlanma yoksulluğa göre daha dinamik, çok yönlü ve metodolojik
bakımdan çoğul bir kavramdır. Bu yönden sosyal dıĢlanma hem yoksulluğun bir
nedeni, hem de bir sonucu olabilir. Ġkisi arasındaki en temel farklılık, dıĢlanma
öncelikli olarak süreçlerle ilgilidir; yoksulluk ise daha statik bir olgu olup, bir durum,
koĢul veya koĢullar bütününün anlaĢılması olarak görülmektedir (Room,1995/a: 6;
Room,1995/b:103-113).
30
Çizelge 1.1, sosyal dıĢlanma ile yoksulluk arasında göze çarpan temel
ayrımları ortaya koymaktadır.
Çizelge 1.1. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk arasındaki temel ayrımlar
SOSYAL DIġLANMA
YOKSULLUK
Topluma Katılım
Maddi Kaynaklar
ĠliĢkisel
Dağıtımsal
Süreçler
Sonuçlar
VatandaĢlık Hakları
Ekonomik Haklar
DıĢarıdan Ġçeriye
AĢağıdan Yukarıya
Çok Yönlü Boyutluluk
Tek-Zeminli Boyutluluk
Ölçümün Zorluğu
Kolay Ölçülebilir
Kaynak: Kenyon, Lyons ve Rafferty, 2002: 208.
Yoksulluğa yönelik olarak evrensel boyutta iki farklı yaklaĢımın; “mutlak
yoksulluk” ve “göreceli yoksulluk”‟un genel kabul gördüğünü ifade etmiĢtik. Mutlak
yoksulluk, hane halkı ya da fertlerin yaĢamını minimum düzeyde devam
ettirebilmesi, yani biyolojik olarak kendilerini üretebilmeleri için ihtiyaç duydukları
asgari gelir ve harcama düzeyinin altında kalmaları durumudur. Tanımın insanın
biyolojik
özelliklerini
esas
alarak
yapılmıĢ
olması
ona
mutlaklık
niteliği
kazandırmaktadır (Aktan,2002:5).
Göreceli yoksulluk kavramı, insanın bir toplumsal varlık olmasından yola
çıkmaktadır. Yoksulluk sadece kaynaklara eriĢememe ve yaĢamı sürdürme
meselesi değildir; kiĢi ya da hane halkının, içinde yaĢadığı toplum tarafından kabul
edilen asgari bir yaĢam düzeyine sahip olup olmadığı ile ilgili bir konudur. Bu
nedenle, göreceli yoksulluk kavramı farklı grupların sahip olduğu mutlak gelir
düzeyinden daha ziyade, gelir ve refahın dağılımındaki farklılıklara odaklanır.
BaĢka bir ifade ile göreli yoksulluk kavramı, yoksul hane halkı veya birey ile o
toplumda yaĢayan ve mevcut koĢullara göre ortalama bir gelire sahip olan hane
halkı veya birey arasındaki gelir kaynaklarına sahip olma kabiliyeti arasındaki farkı
ifade etmektedir (Dumanlı,1995:213).
Göreceli yoksulluk tanımı ile ilgili bir kavram olan sosyal dıĢlanma (social
exclusion) kiĢilerin kendi aileleri ve içinde yaĢadıkları toplumla sosyal bağlarının
31
zayıflaması veya ortadan kalkması olarak tanımlanabilir. Kavram iktisadi ve sosyal
boyutları birlikte kapsar. Sosyal açıdan dıĢlanmıĢ olan kiĢi ve hane halkı kendi
geçimini sağlamaya yetecek bir gelir elde etme olanağından yoksun kalır, üretim
ve çalıĢma piyasalarına katılımında sorunlarla karĢılaĢır ve varlığını idame
ettirebilmek için gerekli olan varlık ve kaynaklara eriĢemez. KiĢiler, kamusal mal ve
hizmetlerden, aile desteğinden ve hatta kendi yaĢamını etkileyen kararlar üzerinde
söz sahibi olmaktan bile dıĢlanabilirler. Sosyal dıĢlanma, bazen bazı temel insan
hak
ve
hürriyetleri
ile
vatandaĢlık
haklarından
dıĢlanma
Ģeklinde
de
gerçekleĢebilir. Bu sosyal dıĢlanma süreci ise yoksulluğun kalıcı hale gelmesine
neden olabilir. Yoksulluk kiĢilerin karar alma mekanizmalarına ve kültürel
etkinliklere katılmalarını engelleyen bir ortamın doğmasına neden olmaktadır. Gelir
ve tüketim düzeylerinin ve sosyal imkânların yetersizliği yoksulların ekonomik ve
sosyal krizlere karĢı daha duyarlı olmalarına ve güvencesiz bir ortamda
yaĢamalarına yol açmaktadır (Aktan,2002:11–12).
Sosyal dıĢlanma sosyal sorunların analizinde yeni bir yaklaĢımdır. Gelir ve
tüketim boyutuyla ele alındığında yoksulluk yaklaĢımına ek bir anlam katmaktadır.
Bununla birlikte daha geniĢ anlamda değerlendirildiğinde göreceli yoksulluk veya
insani yoksulluk çerçevesinde ele alındığında, sosyal dıĢlanma ve yoksulluk
kavramları iç içe geçmekte ve aralarındaki temel farklılıkları ayırt etmek
güçleĢmektedir. Hatta bazı durumlarda, sosyal yaĢama katılım yetersizliği
anlamında
sosyal
dıĢlanmanın
ayrıntılı
bir
yoksulluk
kavramı
içerisinde
değerlendirildiği de görülmektedir. Bu bağlamda, yoksulluk kavramına bakıĢ açısı
bu iki kavram arasındaki ayırımı ve iliĢkiyi belirlemektedir (Sapancalı, 2005/3:58;
Sapancalı,2005:61).
Sonuç olarak, günümüzde sosyal dıĢlanma, yoksulluğu anlamak, açıklamak
ve mücadele etmek için baĢvurulacak en temel kavramlardan biridir. Bu kavram
aynı zamanda yoksulluk ile insan hakları arasındaki bağlantıyı bütün yönleriyle
kurmak, kavramak ve kavramsallaĢtırmak bakımından da en uygun çıkıĢ noktası
olarak görünmektedir (Sapancalı,2005:61).
32
1.2. Sosyal DıĢlanmanın Nedenleri
Sosyal dıĢlanmanın neden ve Ģekillerinin çoğu zaman birbiri içine geçmiĢ
olması sorun oluĢturmaktadır. Örneğin, sosyal dıĢlanmanın en önemli nedenlerinin
baĢında yoksulluk gelmektedir. Yoksulluğun temel nedeni ise; yine yoksulluk ya da
iĢsizlik veyahut emek piyasasında yaĢanan güvencesizlik olabilmektedir. ĠĢsizliğin
sebebi, bir baĢka dıĢlanma Ģekli olan eğitim hizmetlerinden dıĢlanma veya siyasal
dıĢlanma Ģekli olarak etnik ayrımcılıklar olabilmektedir. Eğitimden dıĢlanma ise;
çoğu zaman yoksulluğun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte
iĢsizlik, çoğu ülkede sosyal güvenlik sisteminden dıĢlanma anlamına da
gelmektedir (Sapancalı,2005:65). Bu anlamda sosyal dıĢlanma sorunun neden,
biçim ve sonuçları arasındaki ayrımın belirlenmesi güçlüğü ortaya çıkmaktadır.
Tüm bu güçlüklere rağmen, sosyal dıĢlanmanın nedenleri konusunda iki
yaklaĢımdan söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisine göre dıĢlanmanın temel
nedeni yapısaldır; ikinci yaklaĢıma göre ise kiĢiseldir. Sosyal dıĢlanmanın yirminci
yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkmıĢ bir kavram olmasından hareketle,
nedenlerini özellikle son yirmi beĢ yıllık süreçte yaĢanan ekonomik, sosyal ve
siyasal alanda yaĢanan yapısal değiĢimlerde aramak; ayrıca bu yapısal değiĢim
sürecinin etkilediği aile yapısındaki değiĢim, toplumsal cinsiyet ve yaĢ gibi kiĢisel
faktörlere de değinmek gerekmektedir (Sapancalı,2005:66).
1.2.1. KüreselleĢme
KüreselleĢme, özellikle doksanlı yıllardan itibaren sosyal bilimler alanındaki
tüm tartıĢmaların merkezinde yer alan anahtar bir kavram haline gelmiĢtir.
21. yy.‟ın ekonomik ve politik sistemi olarak kabul edilen küreselleĢme tek
yönlü olmayıp hem politik, hem ekonomik, hem de sosyokültürel değiĢimleri içeren
karmaĢık bir süreçtir. Bazılarına göre AmerikalılaĢma, bazılarına göre dünya
piyasasının büyümesi, bazılarına göre piyasa ve demokrasinin zaferi olan, kültürel
ve ideolojik bir gerçektir. Tüm bu yaklaĢımların yanı sıra küreselleĢme kapitalizmin
doğasında var olan eĢitsiz geliĢim kurallarının daha hızlı ve daha katı olarak
iĢlemesi olarak da tanımlanmaktadır (IĢık,1996:56). Tüm bu farklı yaklaĢımlara
33
rağmen öncelikle küreselleĢme kavramını ortak kabul görecek Ģekilde tanımlamak
gerekmektedir.
KüreselleĢme, yeni teknolojilerin sağladığı imkânlar sayesinde toplumların ve
bireylerin daha yoğun bir etkileĢim içine girmesi sonucu, uluslararası ekonomik,
sosyal ve siyasal iliĢkilerin yaygınlaĢması buna bağlı olarak iletiĢim, ulaĢım, bilgi
akıĢı ve tüketim alıĢkanlıkları bakımından dünyanın birbirine yakınlaĢması,
ideolojik ayrımlara dayalı kutuplaĢmaların çözülmesi, maddi ve manevi değerlerin
ve bu değerler çerçevesinde oluĢmuĢ birikimlerin ulusal sınırları aĢarak dünya
çapında yayılması gibi farklı görünen fakat birbiriyle bağlantılı olayları içeren bir
süreç olarak tanımlanabilir.
KüreselleĢme
coğrafi
bakımdan
ekonomik,
politik
ve
sosyo-kültürel
iliĢkilerdeki sınırların ortadan bir süreçtir. KüreselleĢme ile göreceli olarak
mesafeler azalmakta ve böylece dünya çapında iliĢkiler ağı ortaya çıkmaktadır.
Yani yeni teknolojiler, ekonomik geliĢmeler, ulusal politikalar ve uluslararası politik
aktörlere bağlı olarak coğrafya daha az öneme sahip olmaktadır. Ġnsanlar için
maddeler ve semboller coğrafi konumlarından bağımsız hale gelmekte ve yerleĢik
bir küresel sistem içinde bunlar dünyanın her yerine özgürce hareket
edebilmektedir. Tüm bu söylenenler çerçevesinde, küreselleĢme yer, konum,
uzaklık, zaman gibi temel kavramların yepyeni içerikler kazanmasıdır (IĢık,
1996:56).
KüreselleĢmenin önemli ve etkili unsurlarından birisi, dünya ekonomisinin
artan ticaret, karĢılıklı bağımlılık, küresel kaynakların küresel ölçekte dağıtımı,
dünya çapındaki sermaye hareketliliği ve ulus ötesi Ģirketlerin artan önemi ile
Ģekillenen ekonomik geliĢmelerdir. Ekonomik küreselleĢme olarak da ifade edilen
bu boyut, ekonomiye yön veren kuralların uluslararası entegrasyonu, ürünlerin ve
üretim faktörlerinin uluslararası düzeyde serbest bir Ģekilde dolaĢımı ve
uluslararası piyasalarda faaliyette bulunmasını engelleyecek engellerin ortadan
kaldırılması Ģeklinde ifade edilebilir (Campell,1994:185).
Sosyal dıĢlanma, ekonomik küreselleĢme ve sosyal etkileri bakımından bir
sorgulamayı gerekli kılmaktadır. Ekonomik küreselleĢme, özellikle ulaĢım, bilgi ve
34
iletiĢim teknolojilerindeki yeniliklerin de etkisiyle uluslararası mal ve hizmet
ticaretinin artması, dünya çapında sermaye hareketliliği ve çok uluslu iĢletmelerin
artan önemi ile geliĢen ülkeler arasındaki karĢılıklı ekonomik bağımlılık ve
bütünleĢme sürecini ifade etmektedir. Dünya ticaretindeki hızlı geliĢme, doğrudan
yabancı sermaye yatırımları, sınır ötesi sermaye akımları ve çok uluslu iĢletmeler
dünya ekonomisinin küreselleĢmesinin temel göstergeleridir.
Ekonomik küreselleĢme sürecinin yarattığı kazançların ve kazançların
paylaĢımı, bölgesel bloklar, devletler, toplumlar, iĢletmeler ve bireyler arasında
adaletli gerçekleĢmemektedir (Selamoğlu,2000:37). Uluslararası ticaretteki ve
sermaye yatırımlarındaki artıĢ devletler, iĢletmeler ve çalıĢanlar arasında küresel
bir rekabet yaratmıĢtır. Bu küresel rekabet ortamında birçok ülke, bölge, ekonomik
sektör ve nüfus küresel ekonomiden dıĢlanmaktadır. Çünkü bunlar altyapı,
teknoloji, ulaĢım, nitelikli iĢgücü gibi faktörlere sahip olamadıkları için küresel
ekonominin ihtiyaçlarına cevap verememekte ve geliĢmekte olan ülkelerin çoğu
küreselleĢmenin dıĢında kalmaktadır (Sapancalı,2005:69).
KüreselleĢme, düĢük maliyetle üretim yapmak için sınır tanımaksızın
yatırımlarını ve üretimlerini baĢka ülkelere kaydırabilen iĢletmelere dünya çapında
bir pazar olanağı sunmaktadır. Buna bağlı olarak küresel rekabetçi bir iĢgücü
piyasası ortaya çıkmaktadır. Küresel rekabet de bütün dünyada daha düĢük
ücretler ve çalıĢma koĢullarına yönelik baskıları artırmaktadır. Bu baskıların
yansıması üç biçimde gerçekleĢmektedir. Birincisi, uluslararası rekabeti artırmaya
yönelen iĢletmelerin ücretleri ve çalıĢma standartlarını düĢürme, istihdamın
yapısını ve seviyesini değiĢtirme çabalarıdır. Ġkincisi; iĢletmelerin üretimi ülke
dıĢına ve baĢka bölgelere kaydırmasıyla yerli iĢçiler yerine yabancı iĢçilerin
konulmasıdır. Yerli iĢgücü için iĢsizlik tehdidi oluĢmakta, bu da iĢverenin pazarlık
gücünü artırmaktadır. Daha düĢük ücretler ve çalıĢma standartlarına yönelik
baskıların arttığı üçüncü biçim ise, yüksek küresel rekabet karĢısında ulusal
hükümetlerin
düzenleme
gücünün
zayıflamasıdır.
DıĢ
pazarlarda
rekabet
edebilmek için ulusal ve uluslararası sermayeyi ve yabancı yatırımları kendi
ülkesine çekmek için çok uluslu iĢletmelerin taleplerine cevap vermek, geliĢmekte
olan ülke hükümetleri için bir zorunluluk doğurmaktadır. Kendi vatandaĢlarının
yurtdıĢına yerleĢmesi kadar, çok uluslu iĢletmelerin muhtemel yatırım alanlarına
35
yönelik bilgi alma, vergi ve diğer alanlarda taviz isteme gücü ulusal hükümetlerin
kural koyma gücü üzerinde ciddi bir tehdit oluĢturmaktadır (Aykaç, 2000:568).
KüreselleĢme ile artan yoksulluk ve iĢsizlik sosyal dıĢlanmanın en önemli
boyutlarıdır. Küresel piyasanın yerel ve ulusal düzeyde insanları, taleplerini ve
kimliklerini hiçe saydığı bir ortamda sosyal dıĢlanmıĢlığın varlığı sosyal politika
açısından yadsınamaz bir gerçektir (ġenkal,2005:377).
KüreselleĢmenin ortaya çıkardığı ekonomik, sosyal ve siyasi yapı içerisinde
dıĢlanma sorununun küresel bir sorun halini aldığı; sosyal dıĢlanma kavramının,
küreselleĢmenin ortaya çıkardığı sorunlar çerçevesinde sosyal politika literatürüne
1990‟lı yılların sonundan itibaren hızlı bir giriĢ yaptığı görülmektedir.
KüreselleĢme geliĢmekte olan ülkelerde, ücretlerin düĢürülmesi, çalıĢma
standartlarının daha da geriletilmesi yanında iĢgücü piyasasının enformelleĢmesi
ve
eğretileĢmesi
yoluyla
sosyal
dıĢlanmaya
gerekçe
oluĢturmaktadır.
KüreselleĢme sürecinin sosyal dıĢlanmaya gerekçe oluĢturan bir baĢka etkisi ise,
ülkeler arasında ve ülke içinde gelir dağılımında yarattığı bozukluk ve bunun
neden olduğu eĢitsizliklerdir. Bu gelir farklılıkları ve eĢitsizlikler yoksulluğu artırmıĢ
ve sosyal dıĢlanmaya neden olmuĢtur.
1.2.2. Yapısal Uyum Programları
1970‟li yıllarda sermaye birikim sürecinde yaĢanan kriz karĢısında dünyanın
hemen her yerinde liberal ekonomik politikalar yeniden gündeme gelmiĢtir. 1980‟li
yıllarda liberal ekonomik politikaları uygulamak üzere geliĢmiĢ ülkelerde
makroekonomik reformlara giriĢilmiĢ, geliĢmekte olan ülkelerde ise IMF ve Dünya
Bankası‟nın zorlaması ile “yapısal uyum programları” gündeme gelmiĢtir.
GeliĢmekte olan ülkelerin kapitalist sisteme uyum sağlaması da diyebileceğimiz
yapısal uyum programları, yüz milyonlarca insanın yaĢamını olumsuz yönde
etkilemiĢ, onları küresel yoksulluğa ve dıĢlanmaya doğru itmiĢtir (Chossudovsky,
1994:67-71).
36
IMF ve Dünya Bankası tarafından, 1980‟li yılların baĢından itibaren
geliĢmekte olan ülkelere dıĢ borçlarının yeniden görüĢülmesinin bir koĢulu olarak
dayatılan “makroekonomik istikrar politikaları” olarak da uygulanılan programların
genel adı yapısal uyum politikalarıdır (Chossudovsky,1994:68). Özellikle 1985
yılından itibaren IMF ve Dünya Bankası borçlu ülkelerden alacaklarını tahsil etme
sürecini baĢlatmıĢ, tekrar borç vermenin koĢulu olarak ise bazı Ģartlar öne
sürmüĢtür. IMF uzmanları tarafından hazırlanan bu Ģartlar yapısal uyum programı
olarak sunulmaktadır.
Kamu harcamalarında kesintiler, ani devalüasyonlar, serbest ticaret,
özelleĢtirmeler, borçlu ülkelerin ekonomik bağımsızlıktan, maliye ve para
politikaları üzerindeki denetiminden vazgeçmesi, temel ya da baĢlıca mal ve
hizmetlerin fiyatlarının serbest bırakılması, faiz oranlarının yükseltilmesi, Merkez
Bankası ve Maliye Bakanlığı‟nın yeniden örgütlenmesi ve IMF ile uyum içerisinde
çalıĢmasının zorunlu hale getirilmesi sonucu reel ücretlerin düĢürülmesi ve bu
ülkelerin ucuz el emeğine dayanan ihracatlarının artırılması bu programların en
önemli unsurları olarak gösterilebilir.
Yapısal uyum programları bağlamında en çok ele alınan konulardan biri ulus
devletin rolüne yönelik olmuĢtur. Yapısal uyum sürecinde ulusal devlet, sorunların
çözüm yeri değil, bizzat bir sorunun kaynağı olarak kabul edilmeye baĢlanmıĢtır.
Bu nedenle devlet, ekonomik ve sosyal alanlarda ayrıcalıklarından bir kısmını
kendi dıĢında uluslararası ya da bölgesel kuruluĢlara, kendi içinde de özel sektöre
bırakmaya
baĢlamıĢtır
(Koray,2001:37).
Bununla
birlikte
devlet,
ekonomi
politikalarının hayata geçirilmesinde, sermaye için gerekli ve uygun koĢulların
oluĢturulmasında,
uluslararası
kuruluĢlarla
iliĢkilerin
oluĢturulması
ve
geliĢtirilmesinde siyasal aktör olarak önemini halen korumaktadır. GeliĢmiĢ
ülkelerde devlet, teknolojik üstünlüğü korumak ve karlı alanların önünü açmak,
sermayenin uluslararası mobilitesini kolaylaĢtırmak ve bu alanda güvence
sağlamak gibi görevler üstlenirken, geliĢmekte olan ülkelerde, bir taraftan mal ve
hizmet piyasalarındaki liberalleĢme, özelleĢtirme gibi uygulamalarla sermaye
akıĢını kolaylaĢtırmak, diğer taraftan vergi oranlarını düĢürmek ve ücretlilerin
taleplerini bastırmak suretiyle sermaye gelirlerini arttırmak gibi iĢlevlere ağırlık
verilmektedir (Koray,2001:37–38). Bununla birlikte yapısal uyum sürecinde
37
özellikle devlete sosyal bir nitelik kazandıran iĢlevlerin önemli ölçüde zayıflamıĢ,
devletin ulusal sınırları içerisinde sahip olduğu refah devleti anlayıĢı ve geleneksel
sosyal politikaların etkisi önemli ölçüde zayıflamıĢtır.
Sosyal politika alanında devletin düzenleyici rolünün azalması ve iĢgücü
piyasasında artan kuralsızlaĢtırma, çalıĢanların iĢletmeler karĢısında daha güçsüz
hale gelmesine ve sosyal koruma önlemlerinin gerilemesine, böylece sosyal
dıĢlanma riskinin artmasına neden olmuĢtur. Sendikalar güç kaybetmekte, gelir
eĢitsizlikleri artmakta, iĢsizlik ve eksik istihdam yaygınlaĢmakta, bu da sosyal
dıĢlanmayı ortaya çıkarmaktadır (Erdut,2002:124).
Devletin hareket alanının
kısıtlanması, küresel piyasaların kuralsızlığı ve uluslararası sermayenin sınırsız
hareket alanı hemen herkesi belirli risklerle karĢı karĢıya bırakmaktadır.
Yapısal
uyum
programlarının
en
önemli
dayanağını
özelleĢtirme
oluĢturmaktadır. ÖzelleĢtirme, yeni liberal ideolojinin bir yansıması olarak devletin
mülkiyetindeki iktisadi iĢletmelerin mülkiyetinin el değiĢtirmesini ifade etmektedir.
GeliĢmekte olan ülkelerde kamu finansmanını sağlamak için vergi yerine kamu
varlıklarını çok uluslu sermayeye satmak daha kolay ve cazip bir yol olarak
hükümetler tarafından benimsenmiĢtir. ÖzelleĢtirmede asıl amaç, serbest piyasa
koĢullarını yaygınlaĢtırma ve özellikle ulus ötesi iĢletmelere karlı yatırım olanakları
sunmaktır (Sapancalı,2005:78).
Devletin
ekonomik
faaliyet
alanını
daraltmak
düĢüncesiyle
giriĢilen
özelleĢtirme, zaman içerisinde devletin sosyal faaliyet alanlarını da içine alacak
Ģekilde yaygınlık kazanmıĢtır. Bu bağlamda kamu hizmetlerinin, özellikle eğitim,
sağlık ve sosyal güvenlik gibi kamu hizmetlerinin de özelleĢtirilmesi gündeme
gelmiĢtir. Bu yönüyle özelleĢtirmenin sosyal refah devletinin zayıflatılması
anlamına geldiği de açıktır (Özdemir,1999:471-473). Devlet tarafından sağlanması
zorunlu sosyal hizmetlerin kısmen özelleĢtirilmesi ve özellikle geliĢmekte olan
ülkelerde nüfusun sağlık ve eğitim hizmetleri için çeĢitli harç ve kullanım ücretleri
ödemek zorunda bırakılmaları, ödeme gücü olmayan geniĢ toplum kesimlerinin
fiilen dıĢlanması anlamına gelmektedir (Sapancalı,2005:79).
38
ÖzelleĢtirme kamu kesimindeki istihdamı daraltması yönüyle de sosyal
dıĢlanmaya neden olmaktadır. Kamu kesiminin daraltılması, hatta ortadan
kaldırılması, baĢta düĢük ücretliler olmak üzere çok sayıda çalıĢanın iĢini
kaybetmesi sonucunu doğurmaktadır.
Yapısal uyum sürecinde kamu harcamaları içerisinde özellikle eğitim, sağlık
ve sosyal güvenlik gibi sosyal harcamalar düzeyinin geliĢmiĢ ülkelerde dâhil birçok
ülkede gerilediği, bunun da yoksulluk baĢta olmak üzere birçok sosyal dıĢlanma
biçimini etkilediği açıkça görülmektedir. Yapısal uyum programları çerçevesinde
sosyal harcama düzeyinin azalması, eĢitsizlik ve güvencesizliği arttırmıĢtır.
1.2.3. ĠĢgücü Piyasalarının Yeniden Yapılandırılması
Sosyal dıĢlanmanın en temel yapısal gerekçelerinden biri de iĢgücü
piyasalarında ortaya çıkan değiĢimdir. 1970‟li yılların baĢları ile birlikte iktisadi
yeniden yapılanma süreci, iĢgücü piyasalarında birtakım önemli değiĢimleri
beraberinde getirmiĢtir.
ĠĢgücü piyasasında değiĢim yaratan temel unsurlar üretimin uluslararası
bütünleĢmesi,
uygulanan
yeni
liberal
politikalar
doğrultusunda
ticaretin
serbestleĢmesiyle etkisini artıran teknoloji, esneklik ve kuralsızlaĢtırmadır. (Erdut,
1998:18). Üretim sürecindeki bu değiĢimde, artan rekabetin baskısı ve sertleĢen
ticaretin açtığı yol ile çok uluslu Ģirketler aktif rol oynamaktadır.
Teknoloji, üretimin uluslararası alanda bütünleĢmesini sağlayarak, iĢgücü
piyasasındaki değiĢimi/dönüĢümü tetikleyen önemli bir unsurdur. Kitle üretimine
yönelik teknolojik rejimden, mikro elektronik ürünlere dayalı tasarım, üretim,
yönetim ve pazarlama faaliyetlerinin bütünleĢmiĢ bir sistem olarak çalıĢan bilgi
yoğun
bir
üretim
organizasyonuna
geçilmiĢtir
(Daldal,2000:878).
Üretim
faktörlerinden iĢgücü ücret ve çalıĢma koĢulları bakımından bu değiĢimden
etkilenmiĢtir.
Ġleri
teknoloji
ile
bağlantılı
birçok
mal
ve
hizmet
üretimi
telekomünikasyon ve uydular vasıtasıyla çok kolay Ģekilde düĢük ücretli ülkelere
kaydırılabilmektedir (Aykaç,2000:574). Böylelikle, teknolojik geliĢmelerin yardımı
ile üretimi ücretlerin nispeten daha düĢük olduğu yerlere çekmek, ücretlerin
39
ortalama seviyesini düĢürmenin ve diğer üretim faktörlerinin gelirini küresel ölçekte
artırmanın tek yolu haline gelmiĢtir.
Bu değiĢimin iĢgücü piyasası üzerindeki yansıması artan iĢsizlik ve iĢgücü
piyasasında bölünme Ģeklinde gerçekleĢmiĢtir. Artan uluslararası rekabet
karĢısında iĢgücü piyasalarının yeniden yapılanması, birçok ülkede istihdam
olanaklarını daraltırken, baĢta niteliksiz iĢçiler olmak üzere çok sayıda iĢçinin iĢini
kaybetmesine ve yarı zamanlı çalıĢma gibi değiĢik istihdam biçimlerinin artmasına
yol açmıĢtır. ĠĢletmelerin değiĢen koĢullara ve müĢteri isteklerine cevap
verebilmesi için gerekli olan esneklik, bir yandan yeni çalıĢma biçimlerini ortaya
çıkarırken, diğer yandan da iĢgücü piyasasında maliyetlerden tasarruf, iĢçi
sayısının azaltılması, sosyal koruma için ayrılan payın azaltılması gibi sonuçlar
doğurmuĢtur.
ĠĢgücü piyasaları bir yandan çok uluslu iĢletmelerin ekonomik ve sosyal
yaĢamda giderek artan etkisi, diğer yandan ulus devletin gerilemesine bağlı olarak
kuralsızlaĢtırmaya tabi tutulmaktadır (Erdut,2002:17). Ayrıca gittikçe artan iĢsizlik
de, esnek çalıĢmaya zemin hazırlamaktadır. ĠĢsizlik dıĢında, iĢgücü piyasasında
meydana gelen bölünme istihdamın eğretileĢmesine yol açarak sosyal dıĢlanma
için potansiyel yaratmaktadır. BölünmüĢ iĢgücü piyasası ve ortaya çıkan
kategoriler çalıĢanlar arasında ücret, çalıĢma koĢulları ve iĢ güvencesi bakımından
dengesizliklere neden olmaktadır. Bunlardan ilki, iĢ güvencesine (sürekli iĢ
iliĢkisine) sahip yüksek ücretle çalıĢanlardan oluĢan birincil iĢgücü piyasasıdır.
Nitelikli iĢçiler, yöneticiler, tasarımcılar, teknik satıĢ personeli bu gruba dâhildir.
Ġkinci grup, tam gün çalıĢan fakat iĢlerini kaybetmeleri ve yerine baĢkalarının
bulunması daha kolay olan ikincil iĢgücü piyasasının ilk grubunu oluĢturanlardır.
Üçüncü grubu, sistem analistliği gibi, uzmanlık gerektiren iĢlerden, temizlik gibi
basit iĢleri kapsayan bir çeĢitlilikte taĢeron ve ödünç iĢ iliĢkisi ile çalıĢtırılanlar
oluĢturmaktadır. Evden veya bürodan yapılan tele çalıĢma da bu grup içinde
değerlendirilmektedir (Watson,1997).
ĠĢgücü piyasasında meydana gelen bu yapının, esneklik uygulamalarının ve
kuralsızlaĢtırmanın enformel ekonomi ile yakın bir iliĢkisi bulunmaktadır. Özellikle
üçüncü grupta yer alan taĢeron ve ödünç iĢ iliĢkisi ile geçici çalıĢma, enformel
40
çalıĢmaya
geçiĢi
hızlandıran
mekanizmalar
olarak
rol
oynamaktadır.
KuralsızlaĢtırma ve enformel çalıĢmayı büyüten unsurlar arasında, kısmi süreli
çalıĢma, kamu iĢyerlerinin özelleĢtirilmesi, iĢyerlerinin kısmen veya bütün olarak
taĢerona devredilmesi en sık rastlanan uygulamalar olmaktadır (Lordoğlu,
2000:871).
Sosyal dıĢlanma tehlikesini en fazla taĢıyan grup iĢsizlerdir. Ġstihdam
olanaklarının esneklik ve kuralsızlaĢtırma yoluyla kısıtlanması, yeni iĢsizlerin
ortaya çıkması yanında, bir süredir iĢsiz olanların tekrar iĢ bulma Ģanslarını da
iyice kısıtlamaktadır. Uzun süreli iĢsizlik sosyal dıĢlanma bakımından büyük tehlike
olarak varlığını sürdürmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerde uzun süreli iĢsizlikten en çok
etkilenenler kadınlar, gençler, göçmenler ve azınlıklardır. ĠĢgücü piyasasından
dıĢlanma çoğu zaman yoksullukla birleĢerek sosyal dıĢlanma kısır döngüsünü
tamamlamaktadır. Yoksulluk oranı ile iĢsizlik oranı arasında makroekonomik
açıdan bir iliĢki bulunmamakla birlikte, iĢsizlerin yoksulluk eĢiği altında bir yaĢam
standardına sahip olma riski yüksektir.
Sonuç
olarak
iĢgücü
piyasasından
dıĢlanma
ekonomik,
sosyal,
sosyopsikolojik bakımdan bireyleri toplumsal bütünün dıĢına itmektedir. ĠĢgücü
piyasasından dıĢlanma giderek artan Ģiddet ve güvencesizlik, marjinal ve verimli
olmayan üretim biçimlerinin artması ve bireysel anomi ve çaresizlik ile birleĢebilir.
Öte yandan geliĢmekte olan ülkelerde de iĢsizlik ve sosyal dıĢlanma arasında
güçlü bir iliĢkinin varlığı kabul edilmiĢ olsa da, yoksulluk ve iĢgücü piyasalarına
iliĢkin verilerin güvenilirliğine iliĢkin önemli tartıĢmalar bulunmaktadır. Bu ülkelerde
tarım sektörünün hala egemen olması, enformel ve kayıt dıĢı çalıĢmanın yaygınlığı
iĢgücü piyasası içinde önemli bir veri sorunu yaratmaktadır. Özellikle yeniden
yapılanma sürecinin getirmiĢ olduğu tarımsal reformlar bu sektörde çalıĢanların
iĢsiz kalmasına, kırsal kesimde iĢsizliğin ve yoksulluğun artmasına, göçe ve
beraberinde kentsel alanlarda marjinalleĢme ve sosyal dıĢlanmaya neden
olmaktadır.
41
1.2.4. Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve EĢitsizliğin Artması
Sosyal dıĢlanmanın temel nedenlerinden birisi de adaletsizlik ve eĢitsizliktir.
Günümüzde gerek küresel düzeyde ve gerekse ülke düzeyinde gelir dağılımında
adaletsizliğin ve eĢitsizliğin ekonomik koĢullara ve politikalara bağlı olarak arttığı
görülmektedir. Adaletsizlik/eĢitsizlik, en belirgin biçimde gelirin paylaĢılması
sırasında kendini hissettirmektedir. Söz konusu kavramlar, yoksulluk ve sosyal
dıĢlanmadan daha farklı bir konsept ortaya koysa da, bu kavramlar arasında
doğrudan bir iliĢkinin varlığı bilinmektedir (Sapancalı,2005:94). Adaletsizlik ve
eĢitsizliğin artması toplumda bireylerin daha yüksek oranda sosyal dıĢlanma
riskine maruz kalmaları anlamına gelebilmektedir.
Gelir dağılımında, istihdam, eğitim, sağlık hizmetlerinden yararlanmada,
politik ve kültürel faaliyetlere katılmada eĢitsizlik söz konusu olabilir. EĢitsizliğin en
uç biçimi sosyal dıĢlanma Ģeklinde gerçekleĢebilir. Bugün dünyanın her yerinde,
çeĢitli biçimlerine rastlayabileceğimiz eĢitsizlik bütünsel bir etki yaratarak, fırsat
eĢitsizliği
biçiminde
katlanarak
büyümektedir.
Toplumsal
kurumlar
ve
düzenlemelerin birbirleriyle iliĢki ve bağımlılık içinde olmaları nedeniyle sosyal
yaĢamın bir alanındaki eĢitsizlik diğer alanlara da yansımaktadır (Jamrozik,
Nocella,1998:132).
Günümüzde hem fonksiyonel hem de bireysel gelir dağılımı açısından bir
eĢitsizliğin yaĢandığı bilinmektedir. Özellikle küreselleĢme ücretleri azaltmıĢ ve
eĢitsizliği
ĢiddetlendirmiĢ;
dolayısıyla
yoksulu
daha
da
yoksullaĢtırmıĢtır.
EĢitsizlikler, üretim faktörlerinin elde etmiĢ oldukları gelirler bağlamında ele
alınacak olursa, yapısal uyum sürecinin özellikle ücretlerde önemli ölçüde bir
azalmaya
neden
olduğu
ve
çalıĢanların
konumunun
zayıfladığı
dikkati
çekmektedir.
EĢitsizlik küresel düzeyde yaĢanmaktadır. Küresel düzeyde yaĢanan
eĢitsizlikler,
özellikle
geliĢmekte
olan
ülkelerin
ve
bu
bağlamda
ülke
vatandaĢlarının küresel ekonomik büyümeden adil ölçüde yararlanamaması,
küresel düzeyde dıĢlanması anlamına gelmektedir. GeliĢmekte olan ülkelerde
sıkça görülen, nüfusun küçük bir kesiminin milli gelirin yarısından fazlasını, büyük
42
bir bölümünün ise geriye kalan yarısını paylaĢtığıdır.
Yoksulun git gide
yoksullaĢıp, zenginin daha zengin olması ile birlikte farklı (coğrafi) mekânların
değiĢik kaynaklara sahip olması, var olan siyasi, etnik, dini farklılıkları ve
anlaĢmazlıkları artırmakta ve çatıĢmalara yol açmaktadır (Bellamy Foster,2005:
67–68).
BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından geliĢtirilen ve ölçüm
metotları zaman zaman bazı değiĢikliklere uğrasa da 1990 yılından bu yana
kullanılmakta olan Ġnsani GeliĢme Endeksi (ĠGE), iyi ve uzun yaĢam, bilgiye eriĢim
ve yüksek yaĢam standardı esasına dayalı bir insani geliĢme tanımından yola
çıkarak, gelir, eğitim ve sağlık göstergelerinden oluĢmakta;
sosyo-ekonomik
göstergeleri iktisadi büyüme ile iliĢkilendirmekte ve geliĢmiĢ ülkeler ile geliĢmekte
olan ülkelerin durumlarını birlikte izleyerek mukayeseler yapılabilmesine imkân
sağlamaktadır (ġenses,2001:100).
BirleĢmiĢ Milletler 2001 yılı Ġnsani GeliĢme Raporu ile gelir dağılımındaki
adaletsizlik ortaya konulmuĢtur. KüreselleĢme sürecinin yarattığı kazançların ve
kayıpların paylaĢımı bölgesel bloklar, toplumlar ve bireyler arasında adaletli
gerçekleĢmemektedir (Selamoğlu,2000:37). Rapora göre; 1990'ların baĢında
dünya nüfusunun en yoksul %10'luk kesimi, en zengin %10‟luk kesimi gelirinin
sadece %1,6' sını elde edebilmekteydi. Dünya nüfusunun en zengin %20'si ile en
yoksul %20'si arasındaki fark 1970 yılında 1'e 33,7 kat iken, 1997'de 1'e 70,4 kata
çıkmıĢ, dünya nüfusunun en zengin %10'u ile en yoksul %10'u arasındaki fark
1970 yılında 1'e 51,5 kat iken, 1997'de 127,7 kata yükselmiĢtir (HDR, 2001: 20).
Günümüzde ne yazık ki zenginle yoksul arasındaki bu uçurum giderek
derinleĢmektedir. Bugün, en zengin ülke 1970 yılındaki en zengin ülkenin 3 katı
daha zengin iken en yoksul ülke 1970 yılındaki en fakir ülkeden yaklaĢık %25
daha yoksuldur (HDR,2010:42).
Dünya Bankası verilerine göre, gelir eĢitsizliği dünyanın en düĢük GINI
katsayılarına sahip ülkelerde; örneğin Ġsveç, Norveç ve Finlandiya gibi ülkeler ile
Kuzey Avrupa'da daha düĢük olma eğilimindedir3. OECD raporuna göre, vergiler
3
http://www.gfmag.com/tools/global-database/economic-data/11944-wealth-distribution-incomeinequality.html#axzz2maLXwbwo
43
ve sosyal kesintiler çıktıktan sonra OECD ülkelerinde nüfusun en zengin %10'u,
yine nüfusun en fakir %10'undan 9 misli daha fazla kazanmaktadır. Gelir dağılımı
adaletsizliğini en fazla olduğu ülkeler arasında Çin, Meksika, Türkiye ve ABD yer
almaktadır. Slovenya, Norveç ve Danimarka ise gelir dağılımı adaletsizliğinin en az
olduğu OECD ülkelerinin baĢında gelmektedir4.
1.2.5. Göç Hareketleri
Sosyal dıĢlanmanın önemli gerekçelerinden biri de iç ve dıĢ göçtür. Göç
geliĢmiĢ ya da geliĢmekte olan ülkeler açısından farklı biçim ve boyutlarda da olsa
önemli bir sosyal dıĢlanma riski oluĢturmaktadır.
Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verilerine göre bugün dünyada yaklaĢık 220
milyonu aĢkın insan doğdukları ülke sınırları dıĢında yaĢamaktadırlar 5. Göç
hareketleri özellikle az geliĢmiĢ ya da felakete uğramıĢ bir ülke veya topraklardan,
daha geliĢmiĢ ve refah düzeyi daha yüksek toplumlara doğrudur. Yani göçmen
sayılarının fazla olduğu ülkeler daha geliĢmiĢ ülkelerdir demek tam anlamıyla
yanlıĢ olmaz. Bu göçmenlerin önemli bir kısmı kendi ülkelerinde dıĢlandıkları veya
kendilerine arzu ettikleri geleceği hazırlayamadıkları için çözümü çaresizlik içinde
baĢka ülkelerde aramaktadırlar (Sapancalı,2005:103).
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra uluslararası göç dünyanın bütün
bölgelerinde sosyal değiĢimin ve geliĢimin en önemli unsurlarından biri olarak
ortaya çıkmıĢtır. Özellikle geliĢmekte olan ülkelerden geliĢmiĢ ülkelere yoğun bir
iĢçi göçü yaĢanmıĢtır (Güven,2001:219). Batı Avrupa ülkelerinde hızlı sanayileĢme
sonucu ortaya çıkan iĢgücü açığı ile doğu ülkelerinin hızlı nüfus artıĢına karĢı
sermaye birikimi ve istihdam yaratamama gibi sorunları, doğudan batıya yoğun bir
iĢgücü göçüne neden olmuĢtur.
KüreselleĢme ile birlikte, geliĢmiĢ ülkelerle geliĢmekte olan ülkeler arasında
artan gelir dengesizlikleri sonucunda özellikle son yıllarda geliĢmiĢ ülkelere yönelik
uluslararası göç daha da artmıĢtır. DıĢ göç hareketlerinin artması göçmen iĢçiler
açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmamıĢtır. Göç edilen ülkede yabancı
4
5
http://www.oecd.org/els/soc/47723414.pdf
IOM, e.t: 14.05.2013.
44
iĢçilerin yoğun bir biçimde istihdam edildiği emek yoğun sektörlerde üretimin, ucuz
iĢgücünün bulunduğu ülkelere kaydırılması, göçmen iĢçiler için önemli ölçüde
iĢgücü piyasasından dıĢlanmaya neden olmuĢtur. Bu durum göçmen iĢçileri
hizmet sektöründeki taĢeron iĢletmelere veya enformel alanlara yöneltmiĢtir
(Toksöz,2002:102; Güven,2001:221).
Göçmenler için dıĢlanmıĢlık sadece iĢgücü piyasasında geçerli değildir.
Sosyal güvenlik alanında da dıĢlanmıĢlık yaĢanmaktadır. Çoğu ülkede sosyal
güvenlik sisteminden yararlanma resmi yurttaĢlık koĢuluna bağlıdır (Sapancalı,
2005:107).
Göç hareketleri sadece ülkeler arasında değil, ülke içindeki mobilite Ģeklinde
de gerçekleĢmektedir. Kente her yeni göç, kentlilerle göç edenler arasında bir
çekiĢmenin yeniden yaĢanmasına yol açmaktadır. Göç kentliler için genellikle
tehlikeli bir olgu olarak nitelendirilmekte, bu nedenle göç edenlere kaygı kuĢku ve
biraz da korku ile bakılmaktadır. KuĢkusuz bu yaklaĢım, beraberinde çok boyutlu
bir dıĢlanmayı da beraberinde getirmektedir. Bu süreç ise, kente yeni göç edenlere
yönelik gelecekteki kentsel Ģiddetin temel kaynağını oluĢturmaktadır. Böylece
kentlilerin göç edenlere yönelik bu tutumu yoksul, umutsuz ve dıĢlanmıĢ olan bu
kiĢilerde öfke, isyan, acımasızlık, hoyratlık ve Ģiddete baĢvurma Ģeklinde ortaya
çıkmaktadır (Akkaya,2002:204-205).
Günümüzde yapısal uyum programlarının uygulandığı geliĢmekte olan
ülkelerde tarıma yönelik desteklerin azaltılması ve sık sık yaĢanan ekonomik
krizler, kırsal alanlardan kentlere doğru nüfus hareketliliklerini daha da
arttırmaktadır.
1.2.6. Aile Yapısındaki DeğiĢim
Günümüzde toplumsal bütünleĢmenin ve dayanıĢmanın en temel kurumu
olarak kabul edilen aile yapılarındaki değiĢim, çoğu zaman dayanıĢma bağlarının
zayıflamasına veya tamamen ortadan kalkmasına neden olmaktadır.
45
Son yıllarda yaĢanan değiĢim, sadece geleneksel aile yapılarını değil, aynı
zamanda modern çekirdek aileleri de etkilemektedir. Çoğu ülkede kadının daha
özgür hale gelmesi, çalıĢma yaĢamına katılımlarının artması, artan boĢanmalar,
değiĢen değer yargıları gibi unsurlar aile kurumunu sürekli ve istikrarlı bir iliĢki
olmaktan uzaklaĢtırmıĢtır. Aile yapısındaki değiĢim, çekirdek aile yapısı dıĢında
akrabalığa ya da evlilik sözleĢmesine dayanmayan birlikte yaĢama üzerine kurulu
aile, bağımsız yalnız yaĢama, tek ebeveynli-çocuklu aile ve çocuksuzlar gibi yeni
ve farklı aile biçimlerinin yaygınlaĢması biçiminde ortaya çıkmaktadır (Giddens,
2000:103). Tek ebeveynli ailelerin sayısındaki artıĢın nedenlerinden biri de
kadınların artan özerklikleridir (Giddens,2001: 85).
Aile yapısındaki değiĢimin
sosyal dıĢlanma bağlamında en çok etkilediği gruplar, yaĢlılar, parçalanmıĢ
ailelerin çocukları ve tek ebeveynli ailelerdir.
Aile, yaĢlılıktaki en önemli destek kaynağıdır. Sosyal güvenlik veya fon
programlarının bulunduğu ülkelerde bile, yaĢlı nüfusun çoğunun geçimi ve bakımı,
yetiĢkin çocuklarının desteğine dayanmaktadır (Çelik,2002:88). Geleneksel aile
yapılarının
bozulması,
aile
ve
akrabalık
bağlarının
zayıflaması
kiĢilerin
yaĢlılıklarında yoksulluk ve sosyal dıĢlanma sorunuyla karĢılaĢmalarına neden
olmaktadır.
BoĢanmıĢ ailelerin çocukları ile evlilik dıĢı doğan çocukların ileri yaĢlarda
sosyal dıĢlanma riskiyle karĢılaĢma olasılıkları diğerlerine oranla daha yüksektir.
DeğiĢen aile yapısının en önemli sonuçlarından biri de tek ebeveynlikteki artıĢtır.
Tek ebeveynlik, genellikle çocuklarıyla birlikte oturan dul veya hiç evlenmemiĢ
kadın veya erkeklerin oluĢturduğu bir aile statüsüdür. Aile reisinin kadın olduğu
çocuklu tek ebeveynli ailelerin ekonomik faaliyetlere katılımının düĢük ve iĢsizlik
oranlarının yüksek olduğu belirtilmektedir. Üstelik bu kiĢilerin, çocuklarının bakımı
gibi sorumluluklarından dolayı genellikle kısmi süreli iĢleri tercih ettikleri ve böylece
gelir elde etme potansiyellerinin azaldığı ifade edilmektedir.
1.2.7. Cinsiyet Ayrımcılığı
Sosyal dıĢlanmanın en önemli kiĢisel gerekçesi tüm toplumlarda karĢılaĢılan
cinsiyete dayalı ayrımcılıktır. Ancak cinsiyete dayalı ayrımcılığın biyolojik değil
46
(cinsiyet/sex), sosyal (toplumsal cinsiyet/gender) olarak gerçekleĢtiği kabul
edilmektedir (Yuval Davis, 2003:30).
Toplumsal cinsiyet eĢitliği kavramı, kadın ve erkeğin, toplumsal kurumlar
içinde (aile, çalıĢma, hukuk, eğitim, siyaset, din, sağlık, vb ) mevcut kaynakları,
fırsatları ve gücü kullanımlarında eĢitliği ifade ederken, toplumsal cinsiyet eĢitsizliği
de bu alanlarda birinin diğerine göre eĢitsiz konumunu anlatır. Bu durum cinsiyet
nedeniyle dıĢlanmaya yol açar (Ecevit,2003).
Sosyal açıdan hanehalkı içerisinde kadına biçilen rol, ev iĢleri ve çocuk
bakımı olmuĢtur. Bu nedenle kadın genellikle iĢgücü piyasasının dıĢında bırakılmıĢ
ve iĢgücüne katılımları tüm toplumlarda erkeklere göre sürekli düĢük kalmıĢtır.
Bununla birlikte, geliĢmekte olan ülkelerde kadınlar genellikle tarım sektöründe
ücretsiz aile çalıĢanı olarak iĢgücüne dahil olmakta, ücretli istihdama giriĢleri ise
sınırlı kalmaktadır.
ÇalıĢan kadınlar da cinsiyete dayalı ayrımcılıktan kaynaklanan eĢitsizlikler ve
dıĢlanmıĢlıklar yaĢamaktadır. Toplumsal cinsiyete dayalı sorumluluklar, kadınların
genellikle eğreti olarak kabul edilen kısmi süreli çalıĢma biçimlerini tercih
etmelerine neden olmaktadır. Ancak kısmi süreli çalıĢma, kadınlar için düĢük
statülü ve güvencesiz iĢ anlamını taĢırken, evlilik veya çocukla birlikte iĢi bırakıp,
sonradan çalıĢma yaĢamına tekrar dönmek isteyen kadınlar için de baĢka
sorunlara neden olmaktadır. Bu kiĢilerin iĢ bulmada zorlandıkları gibi, bilgi ve
yeteneklerinin de yetersiz kaldığı görülmektedir.
Kadınlar benzer iĢi yaptıkları halde, erkeklere oranla ücretlerde ve
yükselmelerde ayrımcılığa uğramaktadırlar. Birçok ülkede sanayi ve hizmetler
sektörlerinde toplam ücretli istihdam içinde kadınların sayısındaki artıĢa rağmen,
aldıkları ücretin erkeklerin ücretinin ancak dörtte üçü düzeyinde seyretmesi bu
doğrultuda değerlendirilebilir (Sapancalı,2005:119).
Gerçekten cinsiyete dayalı ayrımcılık kadınlarda önemli dıĢlanmıĢlıklara
neden olmaktadır. Bu ayrımcılık kadınların ekonomik durumu ile sosyal durumuna
47
yansımakta ve doğurganlık, ölüm, gelir eĢitsizliği ve yoksulluk gibi çeĢitli alanlarda
kendini göstermektedir.
1.2.8. YaĢ
Sosyal dıĢlanmaya neden olan kiĢisel faktörlerden bir diğeri de yaĢtır. Belirli
yaĢ gruplarındaki kiĢilerin iĢsizlik, yoksulluk, eĢitsizlik, güvencesizlik, ayrımcılık ve
dıĢlanmıĢlık ile karĢı karĢıya kalma olasılıkları diğer yaĢ gruplarına göre daha
yüksektir. Bu gruplar özellikle çocuklar, gençler ve yaĢlılardır.
Çocuğun çalıĢması, bütün ülkelerde var olan evrensel bir olgudur. GeliĢmekte
olan ülkelerde çocuklar çok küçük yaĢlardan baĢlayarak iĢgücü piyasalarında yer
almaktadırlar. Çocuk çalıĢmasının en temel gerekçesi, ailesinin yoksulluğu ve
çocuğun
gelirine
duyduğu
gereksinimdir
(Sapancalı,2005:121).
Çocukluk
döneminde yaĢanan yoksulluk, yetiĢkinlikte de sosyal dıĢlanmaya neden
olmaktadır. Zira zorunlu eğitim çağında olan çocukların erken dönemde çalıĢma
yaĢamına girmesi, eğitimden dıĢlanmalarına ve önü açık bir gelecekten yoksun
kalmalarına neden olmaktadır.
Çocuklar gibi sosyal dıĢlanma riskiyle karĢı karĢıya olan bir baĢka yaĢ grubu
da 18–27 yaĢları arasındaki gençlerdir. Gençleri topluma bağlayan aile, arkadaĢlık
gibi enformel iliĢkilerin yanında, okul, iĢgücü piyasası gibi formel bağlar
bulunmaktadır. Gençlerin önemli bir kısmının aile bağları, çoğu zaman çok zayıftır.
Gençlerin bir kısmı tek ebeveynli, parçalanmıĢ veya yoksul ailelerde yetiĢmiĢ
olabilir. Fakat, çoğu zaman gençlerin dıĢlanmıĢlığı formel olarak iĢgücü piyasası
ile olan bağlarının kopmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum gençlerin gelir
yoksulluğu nedeniyle ailelerine daha uzun süre bağımlı kalmalarına yol
açmaktadır.
Bu bağlamda gençlerin karĢı karĢıya oldukları sosyal dıĢlanma riskleri
özellikle iĢgücü piyasası ile ilgilidir. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanan gençler, sadece
gelirden yoksun kalmaz, aynı zamanda çalıĢma hayatının ve mesleki tecrübelerin
kendisine kazandıracağı sosyalleĢme sürecinde de dıĢlanırlar. Formel yollardan
istihdam imkanı bulamayan gençler, enformel örgütlere (çetelere), suça,
48
uyuĢturucuya ve diğer anomik davranıĢlara yönelebilirler. Gençler arasında
iĢsizliğin artıĢı, toplumda siyasi Ģiddet ve hatta anarĢiye neden olabilir. Bu sadece
eğitimsiz iĢsizlerle ilgili değildir. Aynı zamanda eğitimli ve büyük hedefleri olan
gençler için de geçerlidir (Gündoğan,2001:30–31).
YaĢlıların durumu ise diğer yaĢ gruplarından farklıdır. Gerçekten yaĢlılar,
emeklilik hakkını elde etmeleriyle birlikte çoğu zaman kendi iradeleriyle iĢgücü
piyasasının
dıĢında
kalmaktadırlar.
Ayrıca
fiziksel
bazı
yetersizlikleri
de
çalıĢmalarını engelleyebilmektedir.
YaĢlılıkta asıl dıĢlanma gelir ve sağlık güvencesi bakımından emeklilik hakkı
elde edememiĢ bireyler için söz konusudur. Bazı ülkelerde sosyal güvenlik
sistemlerinin yeniden düzenlenmesi bağlamında emeklilik yaĢının yükseltilmesi
durumunda, birey daha uzun süre çalıĢmak ve emekli olabilmek için ileri yaĢlara
kadar beklemek zorundadır. Sürekli ve düzenli bir iĢi olan birey için bu önemli
değildir. Ancak iĢsizliğin yüksek, enformel iĢlerin yaygın ve ileri yaĢlarda uygun iĢ
bulmanın zor olduğu piyasalarda, sürekli bir iĢi olmayan bireyin yaĢlılık döneminde
gelir güvencesizliğine düĢeceği açıktır (Çelik,2002:85).
1.3. Sosyal DıĢlanma Biçimleri
Sosyal dıĢlanmanın çok boyutlu bir süreç olması, farlı biçimlerde ortaya
çıkmasına ve algılanmasına neden olmaktadır. Birbirinden farklı gibi gözüken tüm
bu süreçler, çoğu zaman karĢılıklı etkileĢim ve iliĢki içerisindedirler.
Sosyal
dıĢlanma,
ülkelerin
geliĢmiĢlik
düzeyine
bağlı
olarak
farklı
algılanmakta ve farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde
daha çok mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma (temel ihtiyaçlardan yoksunluk
ve gelir yoksulluğu), mülkiyetten dıĢlanma ve enformel istihdam üzerinde
yoğunlaĢmaktadır. Buna karĢılık geliĢmiĢ ülkelerde ve özellikle Avrupa‟da üç
dıĢlanma biçimi üzerinde tartıĢmalar yapılmaktadır. Bunlar; uzun süreli iĢsizlerin
sayısındaki artıĢı ve asıl iĢgücü piyasasına giriĢin artan zorluğunu yansıtan iĢgücü
piyasasından dıĢlanma; sürekli olmayan ve kısmi süreli istihdam iliĢkilerindeki
artıĢı yansıtan düzenli ve sürekli iĢlerden dıĢlanma ve sonuncusu ise, banlieue
49
(kenar mahalle) olgusunu yansıtan ve ayrıca etnik köken ve göçmenleri içeren
yeterli düzeydeki konut ve toplum hizmetlerinden dıĢlanmadır (Rodgers,1995:44).
Sosyal dıĢlanmayı üç biçimde ele almak mümkündür. Ekonomik görünüm
olarak mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma ile iĢgücü piyasasından dıĢlanma;
toplumsal görünüm olarak refah devleti hizmetlerinden veya refah toplumundan
dıĢlanma ve siyasal görünüm olarak siyasal katılım ve kurumlardan dıĢlanma
Ģeklinde ele alınıp değerlendirilmeye çalıĢılacaktır.
1.3.1. Ekonomik Alandan DıĢlanma
1.3.1.1. Mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma
Sosyal dıĢlanmanın ekonomik alana yansıyan ilk biçimi mal ve hizmet
piyasalarından
dıĢlanmadır.
Mal
ve
hizmetlerden
dıĢlanma,
geçinme
imkânlarından yoksunluk olup, yaĢam düzeyini belirlemede önemli bir göstergedir.
Geçimden dıĢlanma farklı Ģekillerde ortaya çıkmaktadır. En alt düzeydeki temel
ihtiyaçlardan (özellikle beslenme) mahrum olma biçiminde olabileceği gibi, üretken
mal ve varlıklardan dıĢlanma, eğitim, sağlık, konut, enerji, iletiĢim ve ulaĢım gibi
temel hizmetlerden yoksunluk biçiminde de ortaya çıkabilmektedir.
Mal ve hizmet piyasasından dıĢlanma, ekonomik açıdan tüketimden dıĢlanma
anlamına gelmektedir. Yeni liberal uygulamalar, toplumları birer tüketim toplumu
haline dönüĢtürmüĢtür. Kapitalizmin üretim toplumu olarak tanımlanan modern
evresinden post modern evresine geçiĢte temel farklılık, toplum üyelerinin tüketim
kapasitelerindeki artıĢ olarak ortaya çıkmıĢtır.
Tüketim toplumu, tüketimin temel gereksinmelerin tatmin edilip edilmediği göz
önünde tutulmadan sürekli olarak tüketimde bulunmaya özendirildiği toplum
biçimidir. Kapitalizmin bu yeni evresinde teknolojideki geliĢmelerle birlikte bireyin
gereksinmeleri çeĢitlenmekte ve farklılaĢmakta, mal ve hizmetlerin ömürleri
kısalmaktadır. Bu geliĢmeler yeni bir tüketim kültürünün ortaya çıkmasına neden
olmuĢtur. Ancak, gerek ulusal düzeyde gerekse küresel ölçekteki gelir eĢitsizlikleri,
bu yeni oluĢan tüketim kültüründen toplumdaki tüm bireylerin eĢit olarak
50
yararlanmasını engellemektedir. Bu bağlamda, geliĢmekte olan ülkelerin bir
kısmında ve geliĢmiĢ ülkelerde dıĢlanma, genellikle düĢük tüketim düzeyi
biçiminde görülmekte ve kamu kanalıyla sağlanan eğitim, sağlık gibi hizmetlerin de
aralarında bulunduğu mal ve hizmetlerle iliĢkili olarak ölçülmektedir. DüĢük gelirli
aileler gelirlerinin büyük bir bölümünü, hatta tamamını sadece asgari yaĢam
ihtiyaçları için harcamakta, kamu mal ve hizmetlerden (eğitim, sağlık ve kültürel)
ihtiyaçları için herhangi bir pay ayıramamaktadırlar (Sapancalı,2005:139).
Tüketim toplumunda yoksulluk, kaynakların paylaĢımında ortaya çıkan
eĢitsizliklerin küresel bir sonucunu doğurmaktadır. Ġktisadi büyüme, devlet
müdahalelerinin olmayıĢı, reel ücretlerin azalması, istihdamı ve kamusal alanı
daraltan baskılar, geniĢ nüfus gruplarını düĢük ücretli, güvencesiz ve esnek
zamanlı iĢlerde çalıĢmaya zorladığından, yoksulluk olgusu geri dönüĢü olmayan
bir hal arz etmektedir. Sosyal refahta gerçekleĢtirilen kısıtlamalar sonucu eğitim ve
sağlık hizmetleri yoksullar için eriĢilemez bir hal alırken, bu durum yoksulluğu
içinden çıkılamaz bir hale dönüĢtürmektedir. Ekonomik olarak üretim süreçlerinin
dıĢına düĢmenin yanı sıra, düĢük alım-gücü sebebi ile mal ve hizmetlere
ulaĢımının sınırlanması söz konusudur (Özbudun,2002:53-67).
1.3.1.2. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma
Sosyal
dıĢlanmanın
iĢgücü
piyasaları
ile
olan
iliĢkisi
iki
boyutta
değerlendirilebilir. Bunlardan birincisi, istihdamdan dıĢlanma biçimindedir. Bunların
içerisinde özellikle uzun süreli iĢsizler önemli bir dıĢlanmıĢlar kümesini
oluĢturmaktadır. Ġkincisi ise, iĢgücü piyasası içinde ortaya çıkan sosyal
dıĢlanmadır. Bunlar ise sağlam olmayan, güvencesiz iĢlerde çalıĢanlardan
oluĢmaktadır (Sapancalı,2005:142).
1.3.1.2.1. ĠĢsizlik
ĠĢsizlik, sosyal dıĢlanmanın en belirgin Ģeklini oluĢturmaktadır. ĠĢsizlik
üretimden dıĢlanmadır. Uzun süreli iĢsizler, eğitimlerini tamamlayıp ilk kez iĢ
arayan fakat iĢgücü piyasasında özelliklerine uygun iĢ bulamayan genç nüfus,
farklı etnik azınlıklara üye vasıfsız iĢgücü ile iĢletmelerin sayısal esneklik veya yeni
51
teknolojileri uygulamaları sonucu iĢten çıkardığı ve yeniden iĢ bulma ihtimalleri az
olan çok geniĢ bir grup sosyal dıĢlanmanın araĢtırma alanına girmektedir.
ÇalıĢma sadece gelir elde etme çabası olarak görülmemekte; insanlık için bir
yaĢam tarzı olarak düĢünülmektedir. Bir iĢte çalıĢma, bireyin kendine güven ve
saygı duygusunu geliĢtirmekte, kiĢinin toplumla olan bağlarını ve topluma ait olma
duygusunu güçlendirmektedir (Ceylan Ataman,2000:1). Bunun aksi olan iĢsizlik
ise, sosyal dıĢlanmanın en temel dayanağı olarak değerlendirilebilir.
ÇalıĢma hakkı ve iĢsizliğin önlenmesi insana verilen değerin bir göstergesidir.
Diğer yandan çalıĢma hakkı, birey için kendisinin ve ailesinin geçim için imkân ve
araçlarını sağladığından, yaĢama hakkının da bir devamı Ģeklindedir. Bir baĢka
anlatımla, çalıĢma kiĢi için bir hak, bu hakkın yerine getirilmesi de toplum için bir
görev konumunda bulunmaktadır (Gündoğan,1999:64).
ĠĢsizlik döneminde kaygı, depresyon, umutsuzluk gibi birçok psiko-sosyal
sorunlar da ortaya çıkmaktadır. ĠĢsizlik sürecinde yaĢanan kaygı, depresyon ve
umutsuzluk gibi psiko-sosyal sonuçların iĢsizliğin yapısından kaynaklanan iki temel
faktöre bağlı olduğu belirtilmektedir. Birincisi, iĢsizlerin yaĢam seviyelerindeki ani
düĢme nedeniyle; ızdırap duymaları, yeni istihdam imkânlarının bulunmaması
durumunda aĢırı finansal zorluklar ve yoksulluklara tabi olmalarıdır. Ġkincisi,
iĢsizlerin günlük yaĢama ve çalıĢma alıĢkanlıkları ve iĢe bağlı sosyal iliĢkilerin
bozulması ve engellenmesidir (Yüksel,2003:23).
Sosyal dıĢlanmanın bir baĢka Ģekli iĢgücü piyasasına girmeyen, girmesi
önlenen veya katılmak için yeterli istek ve kabiliyette olmayanların dıĢlanması
olarak ele alınabilir.
Fakirlik ve fırsat eĢitsizliği nedeniyle iĢgücü piyasasında
kendileri için uygun bir iĢ bulabilme imkânı elde edemeyen, iĢgücüne katılmayan,
yaĢamlarını baĢkalarının yardımıyla sürdürmeyi alıĢkanlık haline getirenler ve
tembel olarak sayılabilecekler de iĢgücü piyasası dıĢında yaĢanan sosyal
dıĢlanma içinde düĢünülebilir. ElveriĢsiz yaĢam koĢullarını, bu yaĢam içindeki
konumunu değiĢtirme kabiliyeti ve çalıĢma isteğinde olmayanların sosyal
dıĢlanmıĢlığı da bu kapsamda değerlendirilebilir.
52
1.3.1.2.2. Atipik istihdam
ĠĢgücü piyasalarında formel ve enformel olarak ikili bir yapılanmanın ortaya
çıktığı, ücretlerin esnekleĢtirilerek geriletildiği, yeni istihdam biçimleri yaratılarak
iĢgücünün kutuplaĢtığı yeni bir yapı söz konusudur. ĠĢletmeler Fordist üretim
yapısının benimsemiĢ olduğu standart, tipik istihdam biçiminden, atipik istihdam
biçimine, bir diğer ifadeyle esnek çalıĢma biçimine yönelmiĢtir.
Atipik çalıĢma Ģekilleriyle ilgili değiĢik sınıflandırmalar olmakla birlikte,
literatürde önemli görülen atipik istihdam Ģekilleri; geçici çalıĢma, vardiya usulü
çalıĢma, kısmi süreli çalıĢma, sıkıĢtırılmıĢ iĢ haftası, yıllık iĢ süresi ve belirli süreli
hizmet iliĢkisi, tele çalıĢma, evde çalıĢma, kendi baĢına çalıĢma Ģeklindedir.
Atipik istihdam Ģekline bağlı çalıĢanların genellikle sosyal koruma sağlayan
yasal düzenlemelerin etki alanının dıĢında kaldıkları ve daha da önemlisi iĢ
güvencesine sahip olmadıkları bilinmektedir. Atipik istihdam tam zamanlı
istihdama göre daha az ücret sunmaktadır ve ücret dıĢı maliyetleri de düĢüktür.
Sosyal güvenlikten yararlanabilmek için genellikle belirli sürelerde çalıĢmıĢ olmak
yani iĢin düzenliliği temel koĢuldur. Oysa kısmi süreli ve kendi hesabına çalıĢma,
sosyal güvenlik hakkından yararlanma koĢullarını yerine getirememektedir. Sosyal
güvenliğin yol açtığı bu maliyetlerden tasarruf olanağı sağlayan bu durum doksanlı
yıllarda atipik istihdam Ģekillerindeki artıĢın temel gerekçesini oluĢturmaktadır.
Diğer taraftan, iĢletmeler eğitim harcamalarını genellikle sürekli çalıĢan
çekirdek iĢgücüne kaydırmaktadır. ĠĢyerinde eğitimden dıĢlanan bireyin kendini
geliĢtirme imkânlarından yoksun bırakıldığı ve kariyer imkânlarından da dıĢlandığı
dikkate alındığında, atipik istihdamın çok yönlü bir dıĢlanma sürecine neden
olduğu sonucuna varılabilir (Sapancalı,2005:158–161).
1.3.1.2.3. ÇalıĢan yoksullar
ĠĢgücü piyasasında son yirmi yıl içinde ortaya çıkan ve geliĢerek kökleĢen
süreçlere bağlı olarak, istihdam ve istihdam sonucunda elde edilen gelir insanları
yoksulluktan kurtaramamaktadır. ÇalıĢan yoksulluğu (working poor) kavramı,
53
çalıĢan ferdin iktisadî uğraĢ/emek sarf ettiği hâlde, temel ihtiyaçlarını giderebilecek
seviyede gelir sahibi olamaması durumunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda,
gerek geliĢmiĢ ülkelerde, gerekse geliĢmekte olan ülkelerde geniĢ çalıĢan kümeleri
çalıĢmaları
karĢılığında
elde
ettikleri
gelirle
temel
gereksinimlerini
karĢılayamamakta ve çalıĢan yoksul olarak adlandırılmaktadır (Sengenberger,
2001:43).
GeliĢmekte olan veya yoksul ülkelerdeki iĢsiz yoksulların çalıĢan yoksullara
göre daha az sayıda olduğu gözlenmektedir. Çünkü bu ülkelerde sosyal koruma
sistemi geliĢmiĢ değildir ve iĢsizliğe karĢı bir koruma sağlanmamaktadır. ĠĢsizler
sosyal korumanın sağladığı güvenceden yararlanarak iĢ arayamaz. Güvence
sahibi olmayan iĢsizler buldukları herhangi bir iĢe yerleĢmek zorunda kalmaktadır
(Osmani,2002:4). Diğer yandan, iĢletmelerin üretken olmayan ve eğreti iĢler
yaratması çalıĢan yoksulluğunun artmasına yol açmaktadır. Bu nedenlerle,
geliĢmekte olan ülkelerde iĢsiz yoksullardan çok, çalıĢan yoksullar iĢgücü
piyasasının önemli bir unsuru olmaktadır.
GeliĢmiĢ ülkelerde de, iĢgücü piyasasında esnekliğin artması ve sosyal
koruma sistemlerinde gerçekleĢtirilen reformlar sonucunda, çalıĢan yoksullar
önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde atipik, eğreti
istihdam yaygınlaĢtıkça çalıĢanlar yoksullaĢmaktadır. Gerçekten daha uzun süreli
çalıĢma karĢılığında gelirleri azalmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde eğreti
istihdamın geliĢmiĢ ülkelere göre doğası farklıdır ve boyutları daha geniĢtir. Bu
ülkelerde eĢitsizlik ve güvencesizlik yaygındır. ÇalıĢan yoksulların ve iĢsizlerin tek
güvencesi aile, akraba, arkadaĢlık, cemaat iliĢkilerine dayalı enformel dayanıĢma
ağlarıdır. GeliĢmekte olan ülkelerde iĢgücündeki artıĢa karĢılık sınırlı bir
endüstrileĢmenin gerçekleĢtirilmesi, enformel ekonomi olarak adlandırılan olgunun
ortaya çıkmasına neden olmuĢtur (Sapancalı,2005:161).
Formel ekonomide yeni istihdam yaratılamaması, hatta azalması iĢsizliğe ve
enformel ekonominin geliĢmesine zemin hazırlamıĢtır. 1980‟lerden itibaren
uygulanan yapısal uyum programları çerçevesinde birçok geliĢmekte olan ülkede
sadece kamuda değil, aynı zamanda özel sektörde de hızlı bir istihdam daralması
yaĢanmıĢtır. ĠĢsiz büyüme olarak ifade edilen bu süreçte, formel ekonomide iĢ
54
bulamayan kentsel nüfus enformel ekonomiye yönelmiĢtir. Bu geliĢme, geliĢmekte
olan ülkelerde kentsel alanlarda hızlı nüfus artıĢına rağmen, açık iĢsizliğin daha az
bir oranda artmasına da neden olmuĢtur. Güvenlik ağlarının bulunmayıĢı veya
yetersizliği de enformel ekonomideki istihdamın artmasına yol açmaktadır. Ancak
formel ekonomideki istihdamın daralması karĢısında enformel ekonomideki
istihdamın artması, sosyal koruma sistemi dıĢında kalan korunmasız ve
güvencesiz bir kesimin toplam nüfus içindeki payının artmasına ve kentsel çalıĢan
yoksulların sayısındaki artıĢa neden olmuĢtur. GeliĢmekte olan ülkelerde yapısal
uyum programları çerçevesinde sadece formel ekonomideki istihdam daralmakla
kalmamıĢ, bunun yanı sıra formel ekonomide çalıĢanların reel ücretlerinde de
önemli düĢüĢler yaĢanmıĢtır. 1980‟lerden itibaren geliĢmekte olan ülkelerin
çoğunda formel ekonomide yeterli ücret gelirine ve güvenceye sahip çalıĢanların
sayısında hızla azalma ortaya çıkmıĢtır. Böylece gelir ve sosyal koruma gibi belirli
hakları yitirmeye bağlı olarak ücretli çalıĢanlar arasında da yoksulların oranı hızla
artmıĢtır (Sapancalı,2005:163–164).
Bir iĢ sahibi olmasına rağmen sosyal dıĢlanma riski bulunan çalıĢan
yoksulların bir yönünü düĢük ücretler, diğer yönünü de geçici ve kısmi süreli iĢler
oluĢturmaktadır. KüreselleĢmenin getirdiği serbest rekabet ortamında emeğin ucuz
olduğu geliĢmekte olan ülkelerdeki düĢük gelirli gruplara, bu ülkelerin ürünleriyle
rekabet edebilmek için geliĢmiĢ ülkelerde de birçok sektörde iĢçi ücretleri
düĢürülerek yeni yoksullar eklenmektedir. ÇalıĢan yoksullar kavramının geliĢmiĢ
ülkelerde de giderek yaygınlaĢması, istihdam sağlama amacı taĢıyan yoksulluğa
karĢı mücadele politikalarının yeterliliğini de sorgulamayı gündeme getirmektedir
(Ġnsel,2001:69).
1.3.2. Toplumsal Alandan DıĢlanma
1.3.2.1. Barınma imkânlarından dıĢlanma
Sosyal dıĢlanma bireysel nedenler yanında mekânsal nedenlerle de birebir
ilgilidir. Bu anlamda, mülkiyetten dıĢlanma özellikle tarımın egemen olduğu birçok
geliĢmekte olan ülkede en ciddi tartıĢma konularından biridir. GeniĢ anlamda
mülkiyet, yalnızca hayatı sürdürmenin değil, aynı zamanda sosyal bütünleĢmenin
55
de
bir
kaynağı
olarak
düĢünüldüğünde,
yoksulluk
ve
güvencesizlikle
açıklanmaktadır (M.Ecevit,Y.Ecevit,2002:271-273).
GeliĢmekte olan ülkelerde mülkiyetten dıĢlanma özellikle kırsal yoksulluk
kavramı ile aynı anlama gelmektedir. Kırsal yoksulluk büyük nüfus kesimlerinin
büyük kentlere göçünü beraberinde getirmektedir. Kitleler halinde büyük Ģehirlere
göçen bu iĢgücü, kentin çevresinde kötü barınma koĢullarında yaĢamakta ve bu
çevrede faal dayanıĢma ağları içinde kayıt dıĢı ekonomide, güvencesiz ve marjinal
iĢlerde çalıĢmaktadır. Kırsal kesimde mülkiyetten dıĢlanan grup, kentlerde de
birçok açıdan toplumsal sistemin dıĢında kalmaktadır (Rodgers,1995:47).
YaĢanılan alan olarak barınma, birey için pek çok iĢleve sahiptir. ġöyle ki,
barınak, üretilen bir meta, bir tüketim malı, spekülasyona konu bir yatırım malı,
gelecek güvencesi, toplumsal iliĢkilerin yeniden üretiminde bir araç, kentsel
çevreyi üreten kültürel bir yapı, iĢgücünün ve kiĢinin yeniden üretiminde görev
sahibi ve kiĢiyi dıĢ etkilerden koruyan, ona hem toplumdan ayrı hem de toplum
içinde
yaĢaması
için
imkânlar
sunan
özel
bir
mekân
olması
Ģeklinde
sıralanmaktadır (Tekeli,1996:2).
En basit anlamda konut sorunu, gelir ve servet dağılımı dengesizliğinin yol
açtığı toplumsal tabakalaĢmanın fiziksel görünümü Ģeklindedir. Çünkü konut
sıkıntısı kentte yaĢayan yoksul grupların problemi olmaktadır. Konut satın alınması
yani mülk konut olgusu topluma benimsetilip yaygınlaĢırken toplumun önemli bir
kısmının minimum ücretle ya da düzenli geliri olmadan hayatını sürdürmeye
çalıĢtığı göz ardı edilmektedir.
GeniĢ açıdan konut ve barınma gereksinimi, bireye sosyal iliĢkilerini belirleme
imkânı sunmakta, istihdama, sosyal refaha, sağlığın korunmasına katılımı
düzenlemektedir. Bu anlamda, barınma sosyal bütünleĢme koĢulları ile ilgili bir
sorun olarak anlatılmaktadır. Barınma güvencesi mesleki ve sosyal entegrasyonun
ve aile yaĢamının en temel koĢulu olarak kabul edilmiĢtir. Konuttan dıĢlanma
sorunu “evsizlik” (homeless) ile açıklanabilir. Bu anlamda evsizlik, en uç dıĢlanma
Ģekillerinden biridir (Sapancalı,2005:169).
56
1.3.2.2. Sosyal Refah Hizmetlerinden DıĢlanma
Devlet destekli barınma, kamusal eğitim ve sağlık hizmetleri, zorunlu sosyal
sigorta ve sosyal yardım mekanizmaları sosyal refah devleti hizmetlerinin en
önemlileridir. Fakat son yirmi, yirmi beĢ yıllık süreçte dünyada hakim olan kolektif
güvencenin özel giriĢime bırakılması, refah hizmetlerinin devletin düzenleme ve
denetimi dıĢına bırakılması ve bu hizmetlerin piyasa mekanizmalarına terk
edilmesi fikrinin doğal bir uzantısı olarak toplumun büyük bir kesiminin bu
hizmetlerin dıĢında kaldığı görülmektedir. Bu durumda sosyal dıĢlanma olgusu,
sosyal refah devletinin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır
(Sapancalı,2005:176).
1.3.2.2.1. Eğitim
Eğitim temel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir, çünkü eğitim süreci
insanı zihinsel ve sosyal olarak geliĢtiren ve özgürleĢtiren bir potansiyele sahiptir.
Devletin tüm vatandaĢlara sosyal sınıf, cinsiyet, dil, inanç, etnik ve azınlık
grupların farkları nedeniyle ayrımcılık yapmadan eğitim sağlaması evrensel olarak
kabul edilen bir ilkedir. Diğer bir deyiĢle, eğitim en temel kamu hizmetlerinden
biridir.
Eğitimden dıĢlanmada bazı faktörler etkili olmaktadır. Bunlar; öğrencilerin
yetenekleri, cinsiyet, sağlık gibi kiĢisel özellikler; gelir düĢüklüğü, ana-babanın
iĢsizliği, ailenin sosyal statüsü, barınma olanakları gibi sosyo-ekonomik faktörler;
ailenin eğitimi, nitelikleri ve yetenekleri gibi eğitimsel faktörler; ailenin geniĢliği, tek
ebeveynli aile olması, kurumsal koruma gibi ailevi faktörler; ırk ve dil ayrımları gibi
etnik faktörler; öğretmenlerin çalıĢma koĢulları, sınıfın kalabalık oluĢu, eğitim
harcamaları, müfredat gibi diğer eğitim sistemine iliĢkin faktörler olarak sıralanabilir
(Sparkes,1999:10).
Bugün geliĢmiĢ ülkelerde, çok sayıda gencin temel eğitimi tamamlamasıyla,
eğitim düzeyinin hızla yükseldiği görülmektedir. Bununla birlikte, birçok geliĢmiĢ
ülkede, okulu erken yaĢta bırakanların sayısı hala yüksektir. Bu ülkelerde özellikle
57
göçmenler ve farklı etnik azınlıkların eğitimden dıĢlanmaya maruz kalan gruplar
olduğu bilinmektedir.
GeliĢmekte olan ülkelerde eğitimden dıĢlanma, azgeliĢmiĢlik ile yoksulluk
arasındaki kısır döngünün bir faktörü olarak kabul edilebilir. Bu ülkelerde, kiĢisel ve
toplumsal faktörlerin yanında eğitim harcamalarının yüksek oluĢu, okulun eve uzak
oluĢu ve eğitimin içeriğinin azlığı gibi nedenler okuldan dıĢlanmada etkili
olmaktadır (Sapancalı,2005:177–179).
Yeni dünya düzeninin derinleĢtirdiği ve neden olduğu iĢsizlik korkusu, gelecek
kaygısı, karamsarlık gibi geliĢmeler çok sık tartıĢılmaktadır. Her türlü gelir
grubundan
gençlik,
artık
gittikçe
daha
çok
teknolojinin
imkânlarından
faydalanmaktadır. Gençlerin hayatları birçok alanda haberdar oldukları, fakat
ailelerin ekonomik ve kültürel yapılarından dolayı, ulaĢamadıkları seçeneklerle
çevrelenmiĢtir. Yoksul ve dıĢlanmıĢ ama diğerleri ile aralarındaki farklılığın
derinliğinin bilinmesinin oluĢturacağı yoksunluk duygusu ile birçok Ģeyin varlığını
bilmek ona sahip olamamak daha ağır bir yoksunluk duygusu doğurabilir ve bu
imkânlara sahip olanlarla olmayanlar arasındaki gerilimi daha da tırmandırabilir
(Yentürk ve diğerleri,2006:15).
Fakir aileler için, çalıĢması karĢılığında elde edilecek gelire duyulan ihtiyaç,
çocukları eğitimin dıĢına iten en önemli nedendir. ÇalıĢan çocukların genel olarak,
çeĢitli sebeplerle örgün eğitim sistemi dıĢına itilmiĢ olan çocuklardan oluĢtuğu
bilinmektedir. Fakat bu dıĢlanmanın tek nedeni “yoksulluk“ değildir. Bunun yanında
çocukların arasında çeĢitli nedenlerle eğitim kurumlarına karĢı güvensizlik ve
isteksizliğin de olduğu gözlenmektedir. Çoğunlukla ilk bakıĢta, okulda baĢarısızlık
olarak da kabul edilen bazı durumlarda; sonuna kadar okunmayınca, eğitim
sisteminin yetenek kazandırmaması; örgün eğitim sisteminin iĢ piyasasının
taleplerine uygun olmayıĢı; eğitimli gençler arasında iĢsizliğin yüksek ya da yaĢam
düzeyindeki düĢüklüğün algılanması; eğitim kurumlarının çocuklar tarafından
sevimsiz bulunması gibi birçok etken de söz konusu olabilmektedir (Lordoğlu,
1995:6).
58
Kentlerdeki sokak çocukları sorunu ise, çocuk ve ergen sorunları içinde
araĢtırılması ve çözülmesi en güç olanlardan biridir. Fakir bir ailede doğmak,
çocuklar için pek çok olanaktan yoksun olmanın yanı sıra, okula gitmek yerine
erken yaĢta çalıĢma hayatına baĢlamak anlamına da gelmektedir. Sokakta çalıĢan
çocuklar okula devam edememekte, sigaraya-uyuĢturucuya alıĢma, kolay yoldan
para kazanma, suça yönelme, dıĢlanma, aĢağılanma, Ģiddet gibi tehlikelere maruz
kalmakta,
sokakta
yaĢayan
bir
konuma
gelebilmektedir
(Kulca,Korkmazlar,2004:2).
1.3.2.2.2. Sağlık
Sağlık bireysel bir sorun olarak görünse de, toplumun bütününü ve geleceğini
ilgilendiren toplumsal, ekonomik ve politik bir meseledir ve her Ģeyden önce temel
bir insan hakkıdır. Sosyal dıĢlanma bu hakkın tamamen ortadan kaldırılması
biçiminde tehdit edilmesi anlamına gelmektedir.
Sağlık hakkı ve sosyal dıĢlanma arasında bir neden sonuç iliĢkisi söz
konusudur. Öncelikle sağlık doğrudan gelirle bağlantılıdır. Yoksulluk sağlığın
bozulması ve hastalıkların yayılması anlamında bir tehdit oluĢturmaktadır.
Yoksulların sağlık durumunun genellikle bozuk olduğu ve sağlık hizmetlerinden de
tam yararlanamadığı belirtilmelidir. Birçok ülkede, düĢük gelirli gruplar yüksek
gelirli kesimlere göre kamu sağlık hizmetlerinden ve harcamalarından daha düĢük
ölçüde faydalanmaktadır. Sağlık hizmetlerindeki bu adaletsizlik yoksullar açısından
iki önemli sonuç doğurmaktadır; birincisi yoksulların daha kısa ömürlü olması,
ikincisi
ise,
geliri
yüksek
olanlara
göre
daha
sık
hastalanmalarıdır
(Sapancalı,2005:183-184).
Son yıllarda dünya çapında meydana gelen ekonomik geliĢmeler insanların
sağlığını, sağlık güvencesine ve diğer sosyal hizmetlere eriĢimlerini önemli ölçüde
etkilemiĢtir. Dünyadaki yüksek zenginlik düzeylerine rağmen, yoksulluk ve açlık
büyümekte, zengin ve yoksul uluslararasındaki makas büyürken, aynı Ģekilde
ülkeler, toplumsal sınıflar, kadın ve erkek, genç ve yaĢlı arasındaki eĢitsizlikler de
büyümektedir. Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu hala gıdaya, eğitime, temiz
içme suyuna, sağlıklı bir çevreye, barınağa, toprağa ve tabii kaynaklara, iĢe ve
59
sağlık hizmetlerine ulaĢım güçlüğü yaĢamaktadır. Sağlık hizmetleri konusunda
ayrımcılık etkili olmaya devam etmektedir.
Çoğu ülke, bir kamu sağlık sistemine dayanmaya devam etse de,
uygulamada özelleĢtirme oldukça hızlı Ģekilde artmakta ve göreli olarak iyi hizmete
eriĢim, gittikçe artan Ģekilde ödeme gücüne bağlı hale gelmiĢtir. Aynı zamanda,
genellikle ilk birkaç günlük hastalık izinlerindeki yükü iĢletmelerin üzerine yıkan ve
iĢçiyi giderlere ortak eden reformlarla birlikte, bazı ülkelerde hastalık yardımları
daha az hale gelmiĢtir. Kimi ülkelerde iki ayaklı bir kamu sağlık sistemi
uygulamaya konmuĢtur. Letonya‟da 1997‟nin baĢından beri stratejik olarak önemli
kabul edilen hastalıklar için ücretsiz tedavinin yanı sıra, yoksul olarak
sınıflandırılanlar ve çocuklar dıĢındaki hastaların masraflarının %15‟ini ödediği,
diğer sağlık ihtiyaçlarına yönelik temel bir programı içeren bir kamu hizmeti vardır
(Standing,2006:349-350).
Diğer yandan, hasta veya sakat bireylerin yoksulluğa ve sosyal dıĢlanmaya
karĢı en zayıf grubu oluĢturduğu ortadadır. Bu durumda hastalık ve sakatlık riskleri
kiĢiler üzerinde hem maddi hem de sosyal iliĢkiler bakımından etkili olmaktadır.
Sağlıktaki bozulmalar, eğitimsizlik, iĢsizlik, yoksulluk ve sosyal yalnızlık gibi diğer
yoksunluklarla birlikte eĢ zamanlı ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden sağlığın
bozukluğu sosyal dıĢlanmanın sebebi veya sonucu değil bizzat kendisi olarak
kabul edilmektedir (Sapancalı,2005:184).
1.3.2.2.3. Sosyal güvenlik
Sosyal devletin ortaya çıkma aracı olan sosyal güvenlik kavramı, insanlığın
yarından emin olma gereksiniminin somut olarak ortaya çıktığı, eski ve derin bir
belirtisidir. Evrensel bir ilkeye dönüĢen ve modern devletlerin simgesi haline gelen
sosyal güvenlik kavramı, temelde, bireyin karĢılaĢacağı ve hayatı için tehlike
oluĢturan olaylara karĢı bir güvence arayıĢının ürünüdür. Tehlikeyle karĢılaĢan
bireye, asgari bir güvence sunmak, sosyal güvenliğin ortaya çıkma sebebidir
(Okur,Güzel,Caniklioğlu,2012:2).
60
Sosyal güvenlik, bireylerin talep ve iradeleri dıĢında ortaya çıkan ve onların
malvarlığında, gelirlerinde veya çalıĢma gücünde kayıplara yol açarak kendilerinin
ve geçindirmekle sorumlu oldukları kiĢilerin yaĢamlarının devamını güçleĢtiren ya
da imkânsız hale getiren tehlikelerin zararlarını telafi ve tanzim etmeye yönelik
tedbirlerden oluĢur.
Uluslararası düzeyde, Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (md.22), Avrupa
Sosyal ġartı (md.12) ve ILO sözleĢmesinde sosyal güvenliğin teorik temelleri
hazırlanmıĢtır. Bu belgelerde, sosyal güvenliğin temel bir insan hakkı olduğu,
devletin de bu hakkın gereklerini yerine getirmekle görevli olduğu vurgulanmıĢtır.
Sosyal güvenliğin minimum norm ve standartlarının çerçevesi ILO'nun 1952 tarih
ve 102 sayılı sözleĢmesinde ifade edilmiĢtir. Söz konusu sözleĢmede sosyal
güvenlik kapsamına alınması gereken dokuz ayrı sosyal ve ekonomik risk
sıralanmaktadır. Bu risklere karĢılık gelen sigorta kolları ise yaĢlılık, malullük,
ölüm, iĢ kazaları, meslek hastalıkları, hastalık, analık, iĢsizlik ve aile yardımlarıdır.
Sosyal güvenlik politikalarının temelini ekonomik ve sosyal tehlikelerin
bireyler üzerindeki etkilerini giderme çabaları oluĢturmaktadır. ÇalıĢma gücünü
olumsuz yönde etkileyen hastalık, yaĢlılık ve sakatlık gibi bedensel riskler; çalıĢma
gücünü etkilememekle birlikte onun kullanımını engelleyen iĢsizlik bu türden
tehlikeleri oluĢturmaktadır. Bu tehlikelerle karĢılaĢan kiĢi geçici ya da sürekli olarak
gelirden mahrum kalmakta, ekonomik güvensizlik ortamına itilmektedir (Akkaya,
2000).
Sapancalı‟ya göre sosyal güvenlikten dıĢlanmanın baĢka Ģekillerinden söz
edilebilir. Bunlardan birincisi, tarımda çalıĢanların büyük bir kısmı, ücretsiz aile
çalıĢanları ve kayıt dıĢı ekonomide çalıĢanlar gibi sosyal güvenlik kapsamına
açıkça dâhil edilmeyen toplumun belirli gruplarıdır. Ġkinci dıĢlanma Ģekli, birincisine
göre daha üstü örtülü biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu gruptakiler, yasal bakımdan
sosyal güvenlik kapsamındadırlar. Ancak denetim eksiklikleri, katkı ödeme
zorluğu, bilgi eksikliği, sosyal korumanın yeterliliğine güvenmeme gibi çeĢitli
sebeplerle isteyerek ya da zorunlu olarak kapsam dıĢında kalırlar. Üçüncü
dıĢlanma Ģekli karmaĢık unsurlar içerir. Gerçekte sosyal güvenlik kapsamında olan
bu kiĢiler yardım ve desteklerden faydalanma koĢullarının güçleĢtirilmesine bağlı
61
olarak gelir güvencesizliği ile karĢı karĢıya bulunduklarından, sosyal güvenlikten
sınırlı düzeyde yararlanabilir veya hiç yararlanamazlar. Örneğin, sosyal sigorta ile
düzenlenmiĢ emeklilik, sağlık ya da iĢsizlik ödeme ve yardımlarından yararlanmak
için uzun süre katkı ödeme ve belirli süre çalıĢma koĢulları bulunmaktadır. Fakat
bazı çalıĢanlar katkı ödeseler dahi yeteri kadar katkı ödemedikleri zaman sunulan
korumaya ulaĢamazlar. Bu anlamda sosyal güvenlikten dıĢlanma çeĢitli ve
karmaĢık biçimlerde ortaya çıkmaktadır (Sapancalı,2005:187).
1.3.3. Siyasal Alandan DıĢlanma
Siyasal alandan dıĢlanma yurttaĢlık hakları ile siyasi hakların yetersizliği veya
kullanılamaması nedeniyle belirginleĢmektedir.
1.3.3.1. Demokratik haklar ve yönetim
Demokrasi kavramının özünde herkesi bağlayan ve ilgilendiren karar
süreçlerinde yurttaĢın katılımı söz konusudur. Sosyal dıĢlanmanın siyasal alandaki
biçimleri yurttaĢlık hakları ile siyasal haklardan yeterince yararlanamamakla
kendini gösterir. YurttaĢlık haklarının yetersizliği ve eksikliği, bu hakların devlet
tarafından yetersiz biçimde uygulanmasından kaynaklanabileceği gibi bireylerin,
grupların ve organizasyonların bu hakları savunmasındaki yetersizlikten de
kaynaklanabilir (Sapancalı,2005:195–196).
Diğer yandan demokrasi, yurttaĢ halkın egemenliğinin yasalara itaat ile
kendiliğinden sınırlandırılmasını ve egemenliğin seçilmiĢlere bırakılmasını içerir.
Aynı zamanda, demokrasi, güçler ayrılığını, kiĢisel hakların güvence altına
alınmasını ve özel yaĢamın korunmasını sağlar. Bu anlamda, demokrasi, fikirlerin
ve çıkarların çeĢitliliğini varsayar. ÇeĢitliliğe saygı, demokrasinin, çoğunluğun
azınlıklar üzerindeki diktatörlüğüyle bir tutulamayacağını ifade eder. Dolayısıyla,
demokrasi azınlıkların ve muhaliflerin var olma ve kendilerini anlatma hakkını
kapsamalı ve aykırı fikirlerin anlatımına izin vermelidir (Bayhan,2002:2).
Fert bir toplumda belirli hak ve ödevlere sahip olan yurttaĢtır. Siyasal
dıĢlanma, nüfusun belirli kiĢi veya gruplarına insani ve siyasi hakların
62
sunulmaması ile alakalıdır. Siyasal dıĢlanma konusunda haklar; kiĢisel güvenlik,
hukuk kuralları önünde eĢitlik, ifade özgürlüğü, siyasal katılım ve fırsat eĢitliği
olarak ifade edilmiĢtir. Bu listeye, sendikal hakları (örgütlenme, toplu pazarlık, grev
hak ve özgürlüğü) ilave ederek geniĢletmek mümkündür. Fakat demokrasi, siyasal
hakların ve özgürlüklerin gerçekleĢtirilebilmesi için kurumlarla çevrilmiĢtir ve
fırsatlar sağlar. Bu bakımdan, yurttaĢlık hakları; a) medeni (ifade özgürlüğü, adalet
hakkı gibi) b) siyasal (siyasal gücün kullanılmasına katılım hakkı) c) sosyoekonomik (kiĢisel güvenlik, fırsat eĢitliği, asgari düzeyde sağlık, eğitim ve iĢsizlik
yardımı gibi haklar) olmak üzere üç grupta toplanabilir. Bu haklar grubu tüm
yurttaĢlara tam olarak sunulmayabilir. Bazı ülke örneklerinde olduğu gibi (örn; Çin)
yurttaĢların bir kısmı sosyo-ekonomik hakları kullanabilir. Ancak siyasal haklardan
yoksun kalabilir YurttaĢlık haklarının yetersizliği, bu hakların devlet tarafından
yetersiz biçimde uygulanmasından kaynaklanabileceği gibi fertlerin, grupların ve
organizasyonların bu hakları savunmasındaki yetersizlikten de kaynaklanabilir.
Ayrıca demokrasinin kurum, kural ve kaidelerinin düzenli iĢlemediği bir toplumda
siyasal dıĢlanma kaçınılmazdır. Ġnsani geliĢmenin sağlanması, özgürlüklerin
korunması ve tüm insanların saygınlığı için demokrasinin yaygınlaĢtırılması ve
iĢlenmesi zorunludur (Sapancalı,2005:196).
1.3.3.2. Göçmenler ve azınlıklar
GeliĢmiĢ ülkelerde siyasal dıĢlanma, kaçak iĢçiler, göçmenler, sığınmacılar
ve etnik azınlıklar gibi grupları da doğrudan etkilemektedir. Belirli geliĢmiĢ
ülkelerde hem hükümetler hem de yerli halk, göçmenleri kendi uluslarının bir üyesi
olarak
kabul
etmezler
ve
bu
nedenle
göçmenlerin
belirli
bazı
hakları
sınırlandırılmıĢtır. Günümüz ulus devletlerinin önemli bir kısmının göçmen, etnik,
dini ve diğer tüm azınlıkları dıĢlayabilmek için yurttaĢlığın kapsamını daraltma
eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu tür anlayıĢların ardında ise, milliyetçilik
ideolojisinin olduğu ifade edilmektedir (Kaya,2000:146).
Bir ulus devlete üyelik anlamına gelen resmi yurttaĢlık, özellikle, göç
olgusuyla birlikte önemli ölçüde tartıĢılır hale gelmiĢtir. Özellikle yoksul ülkelerden
endüstriyel ülkelere göç edenlerin bir kısmı, yurttaĢlık hakkı elde edemedikleri için
yurttaĢlığın getirdiği haklardan da yararlanamamaktadırlar (Sapancalı,2005:202).
63
Öte yandan göçmen kabul eden çeĢitli devletlerde, göçmen ve azınlıklara temel
yurttaĢlık hakları bağlamında farklı politikaların uygulandığı görülmektedir.
Özellikle Avrupa‟da göçmen ve azınlıklar temel yurttaĢlık haklarının yanı sıra
çok daha geniĢ bir sosyal dıĢlanma sorunu ile karĢı karĢıyadırlar. Ġkinci Dünya
SavaĢı sonrası özellikle 1960‟lı yıllarda iĢgücü piyasasında artan iĢgücü talebini
karĢılamak amacıyla Avrupa‟ya gelen göçmen ve azınlıklar, bir yandan yerli halka
oranla, düĢük ücretli sektörlerde çalıĢmayı daha fazla kabul etmek zorunda
kalabilmektedirler; diğer yandan ise özellikle iĢgücü piyasasındaki yapısal
değiĢime bağlı olarak, iĢsizlik göçmen ve azınlıklar içerisinde dramatik bir biçimde
artmaktadır. 1990‟lı yıllarda yerli halk ile göçmenler arasındaki iĢsizlik oranları
karĢılaĢtırıldığında bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. 1994 yılında Avusturya‟da
ulusal düzeyde iĢsizlik oranı ortalama %7 iken, göçmen ve azınlıklar için bu oran
%9,1; Fransa‟da genel iĢsizlik oranı %11,6 iken, göçmenler için %20–24
civarındaydı. Avrupa‟da göçmen ve azınlıkların genellikle sanayi sektöründen çok
hizmetler sektöründe istihdam edildikleri ve büyük bir bölümünün düĢük ücretli ve
düĢük vasıf düzeyine sahip iĢler oldukları belirtilmiĢtir. Hizmetler sektöründe
yaratılan istihdamın genellikle tam süreli değil, kısmi süreli olduğu da ifade
edilmelidir. Bununla birlikte yerli halka göre daha çok enformel iĢgücü piyasasında
yer almaktadırlar (Sapancalı,2005:204–205).
64
65
2. BÖLÜM
AVRUPA BĠRLĠĞĠ’ NDE SOSYAL POLĠTĠKA TEMELĠNDE SOSYAL
DIġLANMA
ÇalıĢmanın bu bölümünde öncelikle, AB sosyal politikası temelinde sosyal
dıĢlanma sorunu ele alınarak, sosyal içerme politikaları ve sosyal içermede
mevcut durum ortaya konulacak; son olarak ise AB ülkelerinde sosyal dıĢlanmayı
önlemeye yönelik yapılan düzenlemeler, bu alanda yaĢanan geliĢmeler ele
alınacaktır.
2.1. Genel Olarak Avrupa Birliği Sosyal Politika AnlayıĢı ve Sosyal DıĢlanma
Avrupa Birliği Sosyal Politikası, Birliğin sosyal boyutunu güçlendirmeyi ve
vatandaĢları için kaliteli bir yaĢam sunmayı hedeflemektedir. Birlik, toplumda
dezavantajlı durumda bulunan gruplara yönelik daha hassas davranmıĢ ve bu
insanların ihtiyaçlarına yönelik özel düzenlemeler yapmıĢtır. Bu gruplar, sosyal
korunmaları anlamında risklerle karĢı karĢıya olan gruplardır ve literatürde Avrupa
Birliği Sosyal Politikası kapsamındaki “risk grupları” olarak adlandırılmaktadır. Bu
grubu, iĢsizler, çocuklar, kadınlar, yaĢlılar ve engelliler oluĢturmaktadır. ÇalıĢma
ve
sosyal
hayatlarında
ayrımcılığın
ortadan
kaldırılması
ve
toplumla
bütünleĢtirilmelerinin sağlanması, Avrupa Birliği‟nin bu gruplara yönelik olarak
yaptığı düzenlemelerin baĢında gelmektedir.
Günümüzde sosyal politika alanına iliĢkin en çok tartıĢılan konuların baĢında
daha önce sözü edildiği üzere “yoksulluk” ve “sosyal dıĢlanma” kavramları
gelmekte, sosyal devlet ve sosyal politika bu kavramların çözümü noktasında
kavramsal olarak bir değiĢim geçirmektedir. Çözüm yolları içinde ise “yönetiĢim”
anlayıĢı ve “temel gelir” tartıĢmaları baĢı çekmektedir. Sosyal devletin 1970‟li
yıllardan bugüne geçirdiği değiĢim her ülkede farklı düzeylerde etkili olmaktadır.
Bunun nedeni ise kuĢkusuz özellikle Avrupa ülkelerindeki sosyal politika
geleneklerinin birbirinden farklı olmasıdır.
66
Sosyal refah devleti modellerine ve sosyal politikanın ele alınıĢına iliĢkin
çeĢitli sınıflandırmalar/teoriler mevcuttur. Bunların baĢlıcaları arasında Esping
Andersen (Neoliberal [Anglo-Amerikan] Model, Sosyal Demokrat [Nordic] Model ve
Korporatist Kıta Avrupası [Franco-Alman] Modeli); Michel Albert (Yeni Amerikan
Modeli, Ren Modeli); David Coates (Devletin Yönlendirdiği Kapitalizmler,
UzlaĢmaya Dayalı Kapitalizmler, Piyasanın Yönlendirdiği Kapitalizmler); Nick
Adnett ve Stephen Leibfried‟in modellemeleri gelmektedir.
Ġngiliz geleneğinde sosyal politika, sosyal hizmetlerin kolektif olarak
sağlanması ile tanımlanmaktadır (eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, sosyal güvenlik
vb.). Avrupa‟nın diğer ülkelerinde ise “sosyal politika” terimi daha çok emek
piyasasına mahsus kurumlar ve iliĢkileri, özellikle de iĢçi haklarını ve “sosyal
ortaklar” olarak nitelendirilen iĢverenler, sendikalar ve hükümet arasındaki
anlaĢma çerçevesini ifade etmektedir (Kleinman,2011:159).
Esping-Andersen‟in refah rejimi tipolojisine göre üç çeĢit refah rejimi vardır.
Bu rejimler yine Esping-Andersen‟in sosyal politikanın üç etkin kurumu olarak
belirlediği devlet, piyasa ve ailenin sosyal politikayı ve birbirlerini ne düzeyde
etkilediği üzerinden sınıflandırılmıĢlardır. Bunlar; Neoliberal (Anglo- Amerikan)
Model, Sosyal Demokrat (Nordic) Model ve Korporatist Kıta Avrupası (FrancoAlman) Modeli‟dir. Neoliberal rejimler piyasa merkezlidir ve devlet, piyasada
geçimini
sağlayamayan
ve
piyasada
satın
alınan
bakım
hizmetlerinden
yararlanamayan en muhtaç durumdaki kesime yönelik politikalar geliĢtirir. Ġkinci tip
rejim olan Sosyal demokrat rejim, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra ortaya çıkan
“sosyal vatandaĢlık” statüsüne en yakın sistemdir. Bu rejimde piyasa olduğu kadar
aile de bireye sosyal güvence sağlamak açısından formel sosyal güvenlik
önlemlerinin gerisinde kalır. Bu rejimde sosyal politika alanında esas sorumlu ve
uygulayıcı devlettir. Korporatist Kıta Avrupası modeli rejimde ise, sosyal güvence
bireyin iĢteki konumuna göre, çalıĢırken ödenen primlere bağlı olarak belirlenirken,
aile de sosyal güvenlik içinde önemli bir yere sahiptir (Esping Andersen,2011:4546).
Sosyal
devlet
modellerinden
Nick
Adnett
ve
Stephen
Leibfried‟in
modellemeleri öne çıkmaktadır. Adnett, Esping-Andersen‟in üçlü sistemine Latin
67
Havzası ülkelerini de ekleyerek, sosyal devlet modellerini dörde çıkarırken,
Leibfried‟in modellemeleri daha kapsamlı bir çerçeve sunar. Leibfried, sosyal
politika rejimlerine dayalı olarak Avrupa Birliği‟ne üye ülkelerdeki refah devleti
modellerini;
• Ġskandinav refah devletleri (Modern refah devleti)
• Bismarck ülkeleri modeli (Kurumsal refah devleti)
• Anglo Sakson ülkeleri modeli (Kalıntı refah devleti)
• Latin Havzası ülkeleri modeli-Güney Avrupa Refah Devleti (Tam
oluĢmamıĢ refah devleti) olmak üzere dört ayrı grupta toplamıĢtır (Yılmaz,
2006:23).
Ġskandinav Refah Devletleri (Modern Refah Devleti): Kurumsal yeniden
dağıtıcı model veya Ġsveç modeli olarak da bilinir. Ġsveç modeli, refah devletinin
ideal Ģekli olarak nitelendirilir. Modelin en belirgin özelliği, tam istihdam vaadinin
bulunması ve sosyal hakları üst düzeyde gerçekleĢtiriyor olmasıdır. Tam istihdam
ve sosyal hakların yüksek düzeyde sunulması sebebiyle “güçlü müdahaleci refah
devletler” kategorisinde belirtilen bir modeldir. Bu modelde devlet, tam istihdamın
sağlanmasında baĢ aktördür, iĢveren hüviyetiyle hareket etmesi prensip olarak
benimsenmiĢtir. Devletin bir taraftan emeği istihdam ederken diğer taraftan da
emeğin iĢgücü piyasasına
girmesi ve
iĢgücü piyasasından çıkmamasını
sübvansiyonlarla sağlaması söz konusudur. Bu özelliğinden dolayı söz konusu
modeli, “kapsamlı refah devleti modeli” olarak tanımlamak da mümkündür.
Bismarck Ülkeleri Modeli (Kurumsal Refah Devleti): Alman modeli olarak da
bilinir. Modelin üç temel özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, sosyal refahın
ekonomik
geliĢme
ve
büyümeyi
gerçekleĢtirmek
suretiyle
sağlanacağının
kabulüdür. Devlet tam istihdam vaadinde bulunmayıp, tam istihdamın ekonomik
büyüme ile sağlanacağını kabul eder. Tam istihdamın gerçekleĢmemesi
durumunda
telafi
edici
rol
oynar.
Bu
modelde
çalıĢma
hakkı
yerine,
çalıĢamayanlara sosyal güvenlik hakkının sağlanması söz konusudur. Ġkinci
özelliği, Alman refah sisteminin korporatist yapıda geliĢmiĢ olmasıdır. Üçüncü
özelliği ise sosyal hizmetlerin sunumunun, yerinden yönetim birimlerince
gerçekleĢtirilmesinin benimsenmiĢ olmasıdır.
68
Anglo-Sakson Ülkeler (Kalıntı Refah Devleti): ABD, Avustralya, Yeni Zelanda
ve özellikle de Ġngiltere bu modeli en iyi Ģekilde temsil eder. Bu modelde, emek
piyasasına giriĢ zorla sağlanmaktadır. Bu modelin temeli, insanları iĢgücü
piyasasına girmeye ve orada kalmaya zorlama stratejisidir. Devlet ne istihdam
toplumunda olduğu gibi istihdam yaratıcı ne de bunun yokluğunda ilk baĢvurulacak
telafi devletidir. “Seçicilik”, sosyal politikanın birinci prensibidir. Devlet en son telafi
edici olduğu için, en kötü durumda olanlara gelir transferi yapma stratejisi
hâkimdir. Gelir transferi yapılacak olanlar, olanak testinden (means tested)
geçirilerek tespit edilir.
Latin Havzası Ülkeleri Modeli-Güney Avrupa Refah Devletleri (Tam
GeliĢmemiĢ Refah Devletleri): Ġspanya, Portekiz, Yunanistan ve bir ölçüde Ġtalya
(bazen de Fransa) bu modele dâhildir. Bu ülkelerde, iĢgücü piyasasının tarım
ağırlığı sürmekte ve geleneksel yardım hizmetleri ve aile dayanıĢması varlığını
korumaktadır. Refah devletinin kurumsal yapısı ve sosyal koĢulları yetersizdir.
Ancak AB üyeliği ile birlikte bu ülkeler refah uygulamalarını önemli ölçüde
geliĢtirmiĢlerdir (Çelik,2006:62).
Sonuç olarak, AB‟nde, ulusal düzeyde farklı sosyal politikaların uygulanması,
küreselleĢen piyasanın dayatmaları ve bunların yanı sıra geniĢleme sürecinin
devam etmesi sosyal bütünleĢmeyi olumsuz etkilemekte; ancak, AB bir yandan
ekonomik ve parasal birliğin yerleĢmesini sağlamaya çalıĢırken, diğer yandan
sosyal
politikalar
ve
sosyal
bütünleĢme
yönünde
etkinliğini
korumaya
çalıĢmaktadır (TaĢpınar,2006:11).
2.2. AB’nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve Sosyal Ġçermede Mevcut Durum
Sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik düzenlemeler genellikle yoksulluk,
eĢitsizlik, ayrımcılık ve iĢsizlik gibi çoğu zaman iktisadi kaygılarla baĢ gösteren
sosyal kökenli problemlerin önlenmesine ve asgariye indirilmesine yardımcı olan
birtakım siyasalar bütünlüğünde ilerlemekte, anlam kazanmaktadır.
Sosyal dıĢlanma ile mücadele, ulusal hükümetlerin, AB gibi uluslarüstü
kurumların ve baĢta Dünya Bankası olmak üzere uluslararası kuruluĢların en
69
önemli gündem maddelerinden birini oluĢturmaktadır. Bugün her ne kadar söz
konusu sorunun çözümüne yönelik pek çok alanda politikalar üretilmeye çalıĢılsa
da, sosyal dıĢlanma ile mücadelede bütünsel bir politika veya yaklaĢımın
benimsendiğinden söz edilememektedir.
Sosyal dıĢlanma ile mücadelede kullanılan yaklaĢım veya politikalar, sosyal
dıĢlanmanın görünüĢ biçimine göre farklılık taĢımakta; önemli bir kısmını doğrudan
yoksullukla mücadelede kullanılan araçlar oluĢtururken, diğer kısmını ise daha çok
iĢgücü piyasasının düzenlenmesine ve istihdama iliĢkin politikalar oluĢturmaktadır.
Bununla birlikte sosyal dıĢlanma ile mücadele, ülkelerin sosyal modeline göre de
değiĢmekte; hatta AB ülkesi üyeler arasında bile büyük farklılıklar göstermektedir.
Liberal geleneğe sahip Anglo-sakson ülkeler ile sosyal demokrat geleneğe sahip
kuzey
ülkeleri
arasında
önemli
farklılıklar
vardır.
Anglo-sakson
ülkeler,
mücadelede daha çok özel sektörü öne çıkarırken, kuzey ülkelerinde devlet daha
etkin konumda yer almaktadır. Bununa birlikte gelenekçi güney ülkeler ise devletin
rolünden ziyade, ailenin rolü üzerinde durmaktadır (Sapancalı,2005:209).
2.2.1. AB’nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve GeliĢimi
AB ve üye ülkeler, küreselleĢme, artan rekabet, teknolojik geliĢmeler ve
demografik baskılar karĢısında ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla karĢı
karĢıyadır. Gelir eĢitsizliği giderek artmakta, toplam nüfusun %16‟sı yani yetmiĢ
milyondan fazla insan yoksulluk eĢiğinin altında yaĢamakta, iĢsizler içinde uzun
süreli iĢsizlerin oranı giderek artmaktadır.
Temelde ekonomik ve siyasal bütünleĢme hedeflerine dayalı olarak kurulan
ve sosyal politikayı baĢlangıçta üye ülkelerin yetki alanına bırakan AB, ortaya
çıkan bu değiĢimler karĢısında sosyal hedeflere daha yoğun bir biçimde
odaklanmak zorunda kalmıĢtır. Bugün, AB sosyal politika bakımından iki öncelikli
alan belirlemiĢtir. Bunlardan ilki tam istihdama yönelim hedefidir. Tam istihdama
yönelim; iĢin herkes için gerçek bir seçenek yapılması,
iĢin niteliğinin ve
verimliliğinin arttırılması değiĢimin öngörülmesi ve yönetimini içermektedir. Bu
hedefe ulaĢmak amacıyla Avrupa Ġstihdam Stratejisi (AĠS) geliĢtirilmiĢtir ve
uygulanmaktadır. Ġkinci temel hedef, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele
70
ederek, sosyal koruma sistemlerini modernleĢtirerek ve herkesi içerisine alacak
biçimde eĢit fırsatları geniĢleterek daha adil bir toplumsal yapının teĢvik edilmesini
sağlamaktır (EC,2005a:18–27).
Böylece, dayanıĢma temelinde herkese eĢit
fırsatlar tanıyan daha kaynaĢmıĢ bir toplum yaratmak istenmektedir. Bu amaçla
Birlik sosyal içerme politikası oluĢturmuĢtur. Ancak ayrı ayrı ifade edilmiĢ olsa da,
istihdam stratejisi ve sosyal içerme yaklaĢımı,
birbirini tamamlayıcı nitelikte
politikalardır. Bununla birlikte sosyal içerme politikalarının, istihdamı da içine
alacak biçimde çok daha geniĢ hedefleri içerdiğini ifade etmek mümkündür.
Bilindiği gibi, ilk olarak 1960‟lı yıllarda Fransa‟da siyasi tartıĢmalarda dile
getirilen sosyal dıĢlanma kavramı, 1980‟li yılların sonlarında AB literatüründe yerini
almıĢ ve 1990‟lı yılların baĢından itibaren sosyal dıĢlanma ile mücadele, AB‟nin
temel hedeflerinden biri haline gelmiĢtir.
Dolayısıyla AB‟nde sosyal içerme
politikaları da, ilk olarak yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadele bağlamında
doksanlı yılların baĢında ortaya çıkmıĢtır.
Fransa‟da ilk zamanlar, yoksulluk kavramı, Hristiyan hayırseverlik, klasik
rejim ve faydacı liberal görüĢlerin getirdiği caydırıcılık etkisiyle fazla tartıĢılma
imkânı görmemiĢtir. AB‟de ise, 1990‟lı yılların baĢında, özellikle iĢsizlik oranının
artmasıyla, sosyal sorunların çoğalması sonucunda sosyal dıĢlanma kavramı
tartıĢılmaya baĢlanmıĢ ve gündemdeki yerini almıĢtır (Sunal,2011) .
1990‟lı yıllar ile beraber AB‟nin giderek daha fazla dikkate aldığı sosyal
dıĢlanma olgusu ve buna yönelik önlem arayıĢları bir Ģekilde Anglosakson görüĢ
ile Fransız görüĢlerinin bir sentezidir. Fransa, daha çok kültürel ve sosyal dıĢlanma
olgusu üzerine yoğunlaĢırken, baĢta Ġngiltere olmak üzere, Anglosakson dünya,
gelir adaletsizliği ve maddi imkânsızlık ile dıĢlanma üzerine yoğunlaĢmıĢ, çözüm
arayıĢları AB çatısı altına taĢınarak, yeni bir sentez oluĢturmuĢtur. Ġngiltere‟de ĠĢçi
Partisinin giriĢimi ile birlikte bir sosyal dıĢlanma biriminin kurulmuĢ olması bu
konuda atılan önemli adımlardan biri olmuĢtur.
AB‟de sosyal dıĢlanmaya karĢı verilen mücadele uzun bir dönem boyunca
engelliler, yaĢlılar ve özel gruplara yönelik olarak yapılan düzenlemeler ile sınırlı
kalmıĢtır. 1970‟li yıllardan itibaren ise AB‟de yoksulluk ile ilgili akademik
71
çalıĢmaların artmasına paralel bir Ģekilde konu ile ilgili çalıĢmalar artmıĢtır.
Özellikle AB Komisyonu eski baĢkanı Jacques Delors, konunun AB gündemine
taĢınmasında etkili olmuĢ bir isimdir. Onun giriĢimi ile 1990 yılında Avrupa
Topluluğu Komisyonu tarafından bir “Sosyal DıĢlanmayla Mücadelede Ulusal
Politikalar Gözlemevi” kurulmuĢtur. (Sapancalı,2005:15–16). Bu çabanın bir ürünü
olarak da, 1994 yılında basılan “Avrupa Sosyal Politikası” isimli belgede öncelikli
konulardan birinin sosyal dıĢlanma ile mücadele etmek olduğu yer almaktadır.
Söz konusu bu mücadele için Ģu araçlar belirlenmiĢtir:
- Açık iĢ sayısını arttırmak,
- Dünya standartlarında iĢgücü yaratmak,
- Emek standartlarını desteklemek,
- Avrupa iĢgücü piyasasını oluĢturmak,
- Kadınlar ve erkekler için eĢit fırsatlar yaratmak,
- Uluslararası dayanıĢmayı güçlendirmek,
- Sosyal politika ve sosyal koruma geliĢtirmek,
- Kamu sağlığı alanına müdahale etmek ve değiĢim için sosyal diyalog
oluĢturmak, Ģeklinde sıralanmaktadır (Hekimler,2012:10).
AB Komisyonu raporları dikkate alındığında Ģu önemli noktaların sosyal
dıĢlanma sürecini oluĢturduğunu görmekteyiz:
- Gelir, vergileme ve sosyal koruma dengesizliği,
- Tüketim ve borçlanma arasındaki dengesizlik,
- Eğitime eriĢim eksikliği,
- Ġstihdam ve mesleki eğitim yetersizliği,
- Ġstihdam piyasasındaki geliĢmelere ayak uyduramamak,
- ÇalıĢma koĢullarının maddi ve manevi olumsuzluğu,
- Barınma sorunu ve artan evsizlik,
- Sağlık, sosyal hizmetlerden yararlanılabilme oranının düĢüklüğü,
- DayanıĢma ve yeterli komĢuluk desteğinin olmayıĢı (Hekimler,2012:11).
72
Bu Ģekilde sosyal devlet olgusu geriledikçe sosyal dıĢlanmıĢlık olgusu artarak
öne çıkmıĢ, sosyal dıĢlanma ile mücadele daha fazla üzerinde durulan bir konu
olmuĢ, baĢta AB ve BirleĢmiĢ Milletler olmak üzere uluslararası örgütler ve sivil
toplum örgütlerinin devreye girmesi ile sorun, ulusal zeminden ulus ötesi zemine
taĢınmıĢtır.
ġubat 1992‟de Maastricht‟te imzalanan ve Kasım 1993‟de yürürlüğe giren
Avrupa Birliği AntlaĢması, sosyal dıĢlanma sorununa atıf yapılan ilk resmi belge
olmuĢtur. 1996‟da revize edilmiĢ olan Avrupa Sosyal ġartı‟nın 30. maddesinde
bütün yurttaĢların yoksulluk ve sosyal dıĢlanmaya karĢı korunma hakkına sahip
olduğu belirtilmiĢtir.
AB‟de sosyal dıĢlanmayla mücadelede, sosyal içerilme ve istihdam
politikalarıyla birlikte entegre bir yaklaĢım söz konusudur. Sosyal dıĢlanma, 1992
yılında imzalanan Maastricht AntlaĢması ile AB‟de ilk defa resmi bir belgede yer
almıĢ olmakla birlikte,
AB‟de yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele
konusunda ilk adımlar, 1999 yılının Mayıs ayında yürürlüğe giren Amsterdam
AntlaĢması ile atılmıĢtır. Sosyal dıĢlanma konusu özellikle AntlaĢmanın 136 ve
137. maddelerinde vurgulanmıĢtır. Amsterdam AntlaĢmasının 136. maddesinde
sosyal dıĢlanmayla mücadele, istihdamı geliĢtirme, yaĢam ve çalıĢma koĢullarını
iyileĢtirme, uygun sosyal koruma, sosyal diyalog ve insan kaynaklarını geliĢtirme
ile birlikte Avrupa sosyal politikasının altı hedefinden biri arasında yer almıĢtır.
AntlaĢmanın 137. maddesinde ise, bir önceki maddede belirtilen hedeflere
ulaĢabilmek için üye devletlerin faaliyetlerini destekleyecek ve tamamlayacak
alanlar
arasında
iĢgücü
piyasasından
dıĢlanan
kiĢilerin
entegrasyonu
vurgulanmıĢtır. Böylece sosyal dıĢlanmayla mücadele, Birliğin üye ülkelerin
eylemlerini destekleyerek ve tamamlayarak aktif bir biçimde yer aldığı alandan biri
haline gelmiĢtir (Sapancalı,2007:59).
AnlaĢmada ilk kez istihdam politikası için bir ortak Avrupa görevi vurgulaması
yapılmıĢtır. Böylece AB, istihdam politikası ile ilgili çok daha aktif bir konuma
gelmiĢtir
(Koray,2005:286–287).
Amsterdam
stratejisinin temelleri atılmıĢtır (Kılıç,2003).
Zirvesi‟nde
yeni
bir
istihdam
73
Özetle; Amsterdam AntlaĢmasında, sosyal dıĢlanma ile mücadelenin AB‟nin
temel hedeflerinden biri olduğu açıkça ifade edilmiĢtir. Bu anlaĢmayla Birlik, üye
ülkelerin
sosyal
dıĢlanmayla
mücadele
eylemlerinin
desteklenmesi
ve
tamamlayıcılığı bağlamında aktif bir rol alacağını kabul etmiĢtir. Yine iĢ gücü
piyasasından dıĢlanan ve yeni istihdam piyasasında yer bulamayan kiĢilerin
entegrasyonuna destek verilmesi, bu kimselerin tekrar toplumsal hayata dahil
edilmesi de Amsterdam AntlaĢması kapsamında öne çıkan hedeflerdendir.
1994 yılında yapılan Essen Zirvesi, AB‟nin istihdam politikaları için tanımlayıcı
nitelikler taĢımaktadır. Zirve‟de, AB‟de istihdamın arttırılmasının en öncelikli konu
olması gerektiği Ģeklinde karar alınmıĢtır. Essen Zirvesi, istihdam politikası ile ilgili
olarak 5 hedef belirlemiĢtir. Bunlar, iĢgücünün mesleki eğitim yoluyla geliĢtirilmesi,
verimliliğin
ılımlı
ücret
politikalarının
uygulanmasıyla
arttırılması,
iĢgücü
piyasasındaki kurumların etkinliklerinin arttırılması, yeni iĢ alanlarının yerel
giriĢimler aracılığı ile belirlenmesi ve gençlerin, yaĢlıların, kadınların ve uzun
dönemli iĢsizlerin iĢgücü piyasasına giriĢ imkânlarının geliĢtirilmesidir.
Avrupa Ġstihdam Stratejisi, 20–21 Kasım 1997 tarihinde Lüksemburg‟daki
Avrupa Konseyi Zirvesi‟nde kabul edilmiĢtir. AĠS, üye devletlerin istihdam
politikalarında önceliklerinin belirlenmesini sağlayan bir araç niteliğindedir (Ceylan
Ataman,2003).
AĠS ile AB‟nin etkin rolü ortaya koyularak dört temel hedef ve
politika belirlenmiĢtir. Bunlardan birincisi, istihdam edilebilirliğin arttırılmasıdır.
Ġstihdam edilebilirliğin arttırılması amacıyla iĢsizlik sorunu ile mücadelede daha
somut öneriler ve hedefler belirlenmiĢtir. AĠS‟ in ikinci hedefi giriĢimciliğin
desteklenmesidir. Üçüncü hedef ise uyum yeteneğinin arttırılmasıdır. Bunun için
modern ve esnek iĢ örgütlenmesinin, birey ve iĢletme odaklı eğitimin ve yeni tür
çalıĢma modellerinin desteklenmesi düĢünülmüĢtür. AĠS‟ de belirlenen dördüncü
ve son hedef ise eĢit fırsatların yaratılmasıdır.
AB‟nde gerçek anlamda sosyal içerme stratejisi Lizbon Zirvesi ile birlikte
baĢlamıĢtır. 23- 24 Mart 2000 tarihlerinde Lizbon‟da yapılan Avrupa Konseyi
Zirvesi birçok politika alanı için bir dönüm noktası niteliği taĢımaktadır. Zirve‟de
oluĢturulan stratejide, AB için 2010 yılına kadar dünyadaki en rekabetçi ve dinamik
bilgi ekonomisi olma hedefi koyulmuĢtur. Bunun için de yapısal reformların
74
yapılması gerektiği belirtilmiĢtir. Bu hedefin ise ancak istihdamda yapısal reform,
sosyal güvenlik mekanizmalarının daha modern bir hale getirilmesi, insana
yatırımın
arttırılması
ve
sosyal
dıĢlanma
ile
mücadele
edilerek
gerçekleĢtirilebileceği belirtilmiĢtir.
Lizbon Zirvesi AB sosyal içerme sürecinin geliĢiminde dönüm noktasıdır.
Lizbon Zirvesi‟nde 2010 yılına kadar yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın kökten
ortadan kaldırılması için kararlı bir Ģekilde önlemler alınması konusunda fikir
birliğine varılmıĢtır. Ayrıca, Lizbon‟da sosyal dıĢlanmayla mücadelede birleĢtirilmiĢ
ortak hedefler çerçevesinde Açık EĢgüdüm Sağlama Yönteminin (Open Method of
Co-ordination), sosyal içerilmeye yönelik Ulusal Eylem Planlarının ve Topluluk
Eylem Programlarının kullanılmasına karar verilmiĢtir.
2000 Lizbon Konferansında sosyal dıĢlanmıĢlık konusu giderek önem
kazanmıĢ ve yeni çerçeveler belirlenmiĢtir. Böylece, “daha fazla ve daha nitelikli
istihdam ve daha geniĢ çaplı sosyal kaynaĢma ile sürdürülebilir ekonomik
büyümeyi sağlayacak, rekabet gücü yüksek ve bilgi temeline dayalı dinamik bir
ekonomi haline gelmek" gelecekteki hedefler olarak belirlenmiĢtir.
Sosyal dıĢlanmayla mücadele yaklaĢımında tamamlayıcılık ilkesi göz önünde
tutulmaktadır. Dolayısıyla hem Birlik düzeyinde hem de ulusal düzeyde eĢgüdüm
amaçlanmaktadır. Bununla birlikte sosyal dıĢlanmayla mücadelede, birincil ve
öncelikli sorumluluk üye ülkelerindir ve bu sorumluluk onların ulusal, bölgesel ve
yerel otoritelerinin, sosyal tarafların ve sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla
sürdürülmek durumundadır. Ayrıca bu sorumluluğun doğası özellikle ulusal sosyal
koruma sistemlerinin doğasına bağlı bulunmaktadır.
Ġlk olarak 1997 yılında AĠS ile ortaya çıkan Açık EĢgüdüm Yöntemi, Lizbon
Zirvesi ile geniĢletilmiĢtir. Açık EĢgüdüm Sağlama Yöntemi (süreci), birbirini
tamamlayan
sıralanabilir.
beĢ
adımdan
oluĢmaktadır.
Bu
adımlar
aĢağıdaki
biçimde
75
- Birlik için ortak hedefler belirlenir ve beraberinde üye ülkeler belirli bir
zaman dilimini kapsayan kısa, orta ve uzun dönemli eylem planlarını
oluĢtururlar.
- Bu ortak hedefler, ulusal ve bölgesel farklılıkları da göz önüne alan özgül
amaçlar ve ölçütler çerçevesinde ulusal ve bölgesel düzeyde hazırlanan
politikalara dönüĢtürülür.
- Niteliksel ve niceliksel göstergeler tanımlanır.
- Periyodik olarak izleme, değerlendirme ve yeniden gözden geçirme yapılır.
- Sonuçta, üye ülkeler arasında bu süreçten elde edilen iyi bilgi ve
uygulamalar karĢılıklı olarak mübadele edilerek, iĢbirliği politikaları
geliĢtirilir.
Aralık 2000‟de Nice Avrupa Konseyinde yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla
mücadele alanında yeni yöntemler kabul edilmiĢ ve sosyal içerme alanında
saptanan dört ortak hedef, 2001 yılından itibaren iki yılda bir hazırlamıĢ oldukları
ulusal eylem planlarının da temelini oluĢturmuĢtur. Söz konusu “Ortak Hedefler”;
- Ġstihdama katılımı ve tüm kaynaklara, haklara, mallara ve hizmetlere
ulaĢılmasını kolaylaĢtırmak,
- DıĢlanma risklerini önlemek,
- Toplumdaki en zayıf kesimlere yardımcı olmak,
- Konu ile ilgili tüm tarafları harekete geçirmek6
Söz konusu hedefler, 2001 yılından itibaren sosyal içerme eylem planlarında
ve sosyal içerme ortak raporlarında yer almıĢtır.
Nice Zirvesinde, “Sosyal Politika Gündeminin” onanmıĢ olması AB çatısı
altında atılan önemli adımlardan biri olarak karĢımıza çıkmaktadır. Lizbon
Zirvesi‟nin ardından Aralık 2000‟de Nice Avrupa Konseyi tarafından AB‟nin sosyal
politika alanında ilk beĢ yıllık eylem programını oluĢturan
“Sosyal Politika
Gündemi: 2000–2005” kabul edilmiĢtir. Gündem, Lizbon Stratejisi çerçevesinde
sosyal hedefleri ve eylemleri ortaya koymaktadır. Gündemin, sosyal politikanın
6
http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/approb_en.pdf (e.t: 23.05.2012)
76
niteliğinin arttırılması hedefleri arasında sosyal içermenin geliĢtirilmesi yer almıĢtır.
Sosyal içerme hedefi, sosyal dıĢlanma ve yoksullukla mücadele edilmesi ve tüm
bireylerin ekonomik ve sosyal yaĢama katılımı ve bütünleĢmenin geliĢtirilmesi
üzerine odaklanmıĢtır. Bu bağlamda ortaya konulan eylemler Ģunlardır7:
- Önerilen özellikli eylem planını kabul ederek sosyal dıĢlanma ile mücadele
etmek,
- Açık eĢgüdüm yönteminin desteklenmesi için ilgili tüm alanlarda çalıĢmalar
yapmak, amaç ve hedefler üzerinde karar almak, göstergeleri geliĢtirmek
ve istatistikleri güçlendirmek,
- ĠĢgücü piyasasının dıĢında kalan kiĢilerin bütünleĢmesini sağlayacak en iyi
yolların bulunması konusunda tüm taraflarla karĢılıklı görüĢme baĢlatmak,
- Sosyal içermeyi geliĢtirmek için Topluluk giriĢimi EQUAL dâhil Avrupa
Sosyal Fonu‟nun etkisini değerlendirmek,
- Ġstihdam kılavuzunun güçlendirilmesi önerisinde bulunmak suretiyle
engelliler, etnik gruplar ve yeni göçmenler gibi kırılgan gruplar için daha
fazla ve daha uygun istihdam fırsatları geliĢtirmek,
- Sosyal içerme politikası ile ilgili yıllık bir rapor yayımlamak.
Aralık 2001 yılında Leaken'de toplanan Avrupa Zirvesi'nde, Birliğin yoksulluk
ve sosyal dıĢlanmanın 2010 yılı itibariyle ortadan kaldırması hedefi doğrultusunda
yoksulluğun isabetli bir Ģekilde ölçülebilmesinin bu hedefin önemli bir parçası
olduğunun altı çizilmiĢtir (CoĢkun,Tireli,2008:115).
Aralık 2001‟de Leaken Zirvesi‟nde, Sosyal Koruma Komitesi tarafından, üye
ülkelere ve Komisyon‟a yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın ortadan kaldırılması
konusundaki geliĢimin izlenmesi, Avrupa‟da yoksulluk ve sosyal dıĢlanma
konusunda farkındalık geliĢtirilmesi ve iyi uygulamaların ortaya konulması ve
alıĢveriĢinin sağlanması konularında kullanılmak üzere, on birincil sekiz ikincil
gösterge geliĢtirilmiĢtir (Atkinson vd.,2002:192).
7
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2000:0379:FIN:EN:PDF (e.t: 23.05.2012)
77
Bunlar büyük ölçüde gelir, istihdam, eğitim ve sağlığa iliĢkin göstergelerdir.
Birincil göstergeler; transferler sonrası yoksulluk oranı, gelir dağılımı, kalıcı
(sürekli) yoksulluk oranı, yoksulluk açığı, bölgesel kaynaĢma, uzun dönemli
iĢsizlik, iĢsiz ailelerde yaĢayan bireyler, okuldan erken ayrılanlar, doğuĢtan yaĢam
beklentisi, gelir durumuna göre öngörülen sağlık durumu. Ġkincil göstergeler ise,
farklı eĢiklere göre yoksulların dağılımı, zaman içinde tek bir noktaya odaklanan
düĢük gelir oranı, transferler öncesi yoksulluk oranı, Gini katsayısı, sürekli
yoksulluk (ortalama ulusal gelirin %50‟si temel alınarak), uzun süreli iĢsizliğin
dağılımı, çok uzun süreli (iki yıl ve daha fazla) iĢsizlik oranı, düĢük eğitimli kiĢiler
(Nolan,2003:78–91).
2005
yılına
gelindiğinde,
üye
ülkelerin
Lizbon
sayısal
hedeflerine
ulaĢılamayacağı anlaĢıldığında politika değiĢikliğine baĢvurulmuĢtur. Avrupa
Konseyi Mart 2005‟de Lizbon Stratejisi‟ni revize etmek zorunda kalmıĢtır. Lizbon
hedeflerinde yumuĢamaya gidilmiĢ ve sayısal hedeflere değil, bu hedeflere ulaĢma
politikalarına odaklanma öngörülmüĢtür (EC,2006b:6).
78
Çizelge 2.1. AB‟nin sosyal dıĢlanmıĢlık ile mücadelesi
Sosyal DıĢlanma Ġle Ġlgili
Maddeler/YaklaĢımlar
Politika Önerileri
1994
Avrupa Sosyal Politikası
Yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile
mücadele
Açık iĢ
Dünya standartlarında iĢgücü
Avrupa iĢgücü piyasası
Kamu sağlığı
Sosyal politika ve sosyal koruma
1997
Amsterdam AnlaĢması
Madde 136: Sosyal dıĢlanma ile
mücadele
Yaratıcı politika önerileri oluĢturmak
Ġstihdam politikası oluĢturmak
Sosyal dıĢlanma ile mücadele
Avrupa Ġstihdam Stratejisi
Açık ĠĢbirliği Yöntemi
Bilgi ekonomisi/BeĢeri sermaye
2000
Lizbon Stratejisi
2000
Nice Zirvesi
AB Temel Haklar ġartı
Madde 34/3
Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar
ve uygulamalarda belirtilen usullere göre
sosyal dıĢlanma ve yoksullukla
mücadele için yeterli imkanlara sahip
olmayan herkes için uygun bir yaĢam
sağlamak amacıyla sosyal ve konut
yardımından yararlanma hakkını kabul
etmekte ve saygı göstermektedir.
2000-2005
Sosyal dıĢlanma ile mücadele
Sosyal Politika Gündemi
Avrupa Ġstihdam Stratejisi
Açık ĠĢbirliği Yöntemi
Bilgi ekonomisi/BeĢeri sermaye
2005-2010
Yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile
Sosyal Politika Gündemi mücadele
VatandaĢın güveninin arttırılması
Tam istihdamın sağlanması ve
sosyal bütünleĢme ile uyumun
sağlanması
Sürdürülebilir kalkınma
YönetiĢim
AB Anayasası
Madde I-3/3
Birliğin dengeli bir ekonomik büyümeye
ve sosyal piyasa ekonomisine dayalı tam
istihdam ve sosyal ilerlemeyi amaçlayan
sürdürülebilir bir kalkınma için
çalıĢacaktır. ... Birlik sosyal dıĢlanma ve
ayırımcılıkla mücadele etmeli ve sosyal
adalet ve korumayı, kadın-erkek
eĢitliğini, jenerasyonlar arası
dayanıĢmayı, çocuk haklarının
korunmasını sağlamalıdır.
II. Bölüm
AB Temel Haklar ġartı
Kaynak: Özkaplan vd., 2005
79
Ayrıca büyüme ve istihdamın arttırılması, sosyal hedeflerin geliĢtirilmesiyle
baĢa baĢ gider, vurgusu yapılmıĢtır. Söz konusu stratejinin sosyal boyutunun
güçlendirilmesine yönelik olarak, “2005- 2010 dönemi Sosyal Gündemi” kabul
edilmiĢtir. Herkese eĢit fırsatlar sunan daha kaynaĢmıĢ bir toplum, istihdamın
geliĢtirilmesi ile birlikte Gündemin temel önceliğidir. Bu bağlamda, daha kaynaĢmıĢ
bir toplum için, yoksullukla mücadele ve sosyal içermenin teĢvik edilmesine gerek
vardır (EC,2005a:25).
Revize
Lizbon
Stratejisi bağlamında
Avrupa
Konseyi Mart
2006‟da
Komisyonun Aralık 2005‟deki önerisi doğrultusunda sosyal içerme politikalarını
yeniden biçimlendirmiĢtir. Diğer bir ifadeyle Birliğin içinde bulunduğu ekonomik ve
sosyal koĢullara uygun hale getirilmiĢtir. Bu süreçte sosyal içerme ve sosyal
koruma hedefleri birbirine bağlanmıĢtır. 2006‟dan itibaren geçerli olmak üzere
sosyal koruma, sosyal içerme, emeklilik sistemleri ile sağlık bakımı birbirine paralel
süreçler haline getirilmiĢtir. Sosyal koruma ve sosyal içerme politikalarının karĢı
karĢıya olduğu temel sorunlar dikkate alınarak, Açık EĢgüdüm Yöntemi için yeni
bir çatı ortaya konulmuĢtur. Böylece8:
- Yeterli, eriĢilebilir, finansal açıdan sürdürülebilir, uygun ve verimli sosyal
koruma sistemleri ve sosyal içerme politikaları aracılığıyla sosyal
kaynaĢmanın ve herkes için eĢit fırsatların geliĢtirilmesi,
- Yüksek büyüme hızı, daha fazla ve daha iyi istihdam ile daha fazla sosyal
kaynaĢmayı içeren Lizbon hedefleri ve AB Sürdürülebilir GeliĢme Stratejisi
arasında karĢılıklı ve verimli bir etkileĢimin ilerletilmesi,
- Politikanın
yönetiĢim,
tasarlanmasında,
Ģeffaflık
ve
ortak
yürütülmesinde
tarafların
ve
izlenmesinde
katılımının
iyi
güçlendirilmesi
amaçlanmaktadır.
Bununla birlikte, yeniden yapılandırılan, sosyal koruma, sağlık ve uzun süreli
bakım hizmetleri ile birlikte ele alınan sosyal içerme politikaları için Açık EĢgüdüm
Yönteminde 2006‟dan itibaren izlenecek ortak hedefler de yeniden belirlenmiĢtir.
2006–2008 yıllarını kapsayan sosyal koruma ve sosyal içerme Ulusal Eylem
8
http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/com_2005_706_en.pdf (e.t: 24.05.2012)
80
Planları da yeni hedefler doğrultusunda hazırlanacaktır. Yeni hedefler çalıĢmanın
üç farklı alanına iliĢkindir ve her biri kendi içinde üç farklı eylem ve unsuru
içermektedir;
(a) Yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın ortadan kaldırılması yönünde kararlı bir
mücadele verilmesi için;
- Topluma katılımı sağlayan kaynaklara, mallara ve hizmetlere eriĢimi
herkes için güvence altına almak, dıĢlanmayı önlemek ve dıĢlanmaya
neden olan ayrımcılığın bütün biçimleriyle mücadele etmek,
- Hem iĢgücü piyasasına katılımı geliĢtirerek, hem de yoksulluk ve sosyal
dıĢlanma ile mücadele ederek herkes için aktif sosyal içermeyi sağlamak,
- Sosyal içerme politikalarının iyi bir eĢgüdümünü sağlamak ve her
düzeydeki hükümet birimlerini ve yoksulluk deneyimine sahip bireyler de
dâhil olmak üzere konuyla ilgili tüm aktörleri, ekonomi, maliye, eğitim ve
mesleki eğitim politikalarını içeren konuyla ilgili tüm kamu kurumlarını ve
yapısal fon (özellikle Avrupa Sosyal Fonu) programlarını etkin ve etkili hale
getirmek, bu yönde kullanmak9.
(b) Yeterli ve sürdürülebilir bir emeklilik sisteminin hazırlanması için;
- Herkese yeterli düzeyde emeklilik gelirini garanti eden, insanlara makul bir
düzeyde, emeklilik sonrası yaĢam standardını koruyan, kuĢaklar arasında
ve içinde dayanıĢma ve adalet duygusu yaratan bir emeklilik sistemine
eriĢimi sağlamak,
- Nüfusun yaĢlanması ve kamu finansman baskısı hatırlanarak, kamu ve
özel emeklilik planlarının finansal açıdan sürdürülebilirliğini sağlamak;
özellikle üç uçlu strateji (bu üç alan çalıĢma yaĢamında daha uzun süre
kalınmasını ve aktif yaĢlanmayı desteklemek, sosyal açıdan uygunluk ve
eĢitlik tarzı içinde katkı ve yardım dengesini sağlamak; fonların ve özel
emeklilik planlarının güvenliğini ve maddi açıdan sürdürülebilirliğini
9
http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/objectives_en.pdf (e.t: 02.06.2012).
81
geliĢtirmek) bağlamında yaĢlanmanın bütçe üzerine olası etkileriyle
mücadele etmek,
- Emeklilik sistemleri Ģeffaf olmalı, kadın ve erkeklerin, modern toplumların,
demografik yaĢlanmanın ve yapısal değiĢimin istek ve gereksinmelerine iyi
uyum sağlamalıdır10 .
c) EriĢilebilir, yüksek kalitede ve sürdürülebilir sağlık ve uzun dönemli bakım
hizmetlerinin sağlanması için;
- Yeterli sağlık ve uzun dönemli bakım hizmetlerine herkesin eriĢebilmesi,
bakım için gereken paranın yoksulluk ve finansal bağımlılığa neden
olmaması,
sağlık
ve
bakım
hizmetlerine
eriĢimdeki
eĢitsizliklerin
sonuçlarının anlatılması sağlanmalıdır.
- Sağlık ve uzun dönemli bakım hizmetlerinde kalite sağlanmalı, değiĢen
gereksinmeler ile toplumsal ve bireysel tercihler çerçevesinde geliĢen
koruyucu
bakım
hizmetlerini
de
içeren
bakım
hizmetlerinin
uyumlaĢtırılması, özellikle uluslararası uygulamalara yansıyan kalite
standartlarının geliĢtirilmesi ve sağlık personelinin, hastaların ve bakım
hizmeti alan kiĢilerin sorumluluklarının güçlendirilmesi sağlanmalıdır.
- Özellikle kullanıcıların ve tedarikçilerin kendilerine mal etme dürtüsüyle
kaynakların rasyonel kullanımının geliĢtirilmesi, iyi yönetiĢim ve bakım
sistemleri ve kamu-özel kurumların iĢbirliği ile yeterli ve yüksek kalitede
sağlık ve uzun dönemli bakım hizmetlerinin ödenebilirliği ve finansal
sürdürülebilirliği sağlanabilir. Uzun dönem sürdürülebilirlik ve kalite, sağlıklı
ve aktif yaĢam biçimlerinin geliĢtirilmesi ve bakım hizmetleri sektöründe iyi
insan kaynaklarını gerektirir11.
Bu hedefler incelendiğinde, sosyal korumanın toplumun bütün kesimlerinin
eriĢebileceği bir yapıya kavuĢmasının istendiği görülmektedir. Etkin çalıĢan sosyal
koruma araçları ile sosyal dıĢlanmanın önüne geçilmesi ve bunun aktif içerme
uygulamalarıyla
birleĢtirilerek
sosyal
içermenin
baĢarısının
artırılmasının
hedeflendiği görülmektedir.
10
11
http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/objectives_en.pdf (e.t:02.06.2012).
http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/objectives_en.pdf (e.t: 2.6.2012).
82
Lizbon Stratejisi‟nin kapsadığı 10 yıllık süre 2010 yılında sona ermiĢtir. Bu 10
yıllık dönemin sonunda büyük bir küresel ekonomik kriz yaĢanmıĢtır. Bu krizin
etkileri olmasa dahi, Lizbon hedefleri Birliğin bu dönem boyunca yakalayamadığı
hedefler olmuĢtur. En temel hedef olan istihdam oranı %64,6'da kalmıĢ, iĢsizlik
oranı %10'lara dayanmıĢ, bilgi temelli ekonomiye geçiĢ için yapılması planlanan
Ar-Ge yatırımları GSYH'nin %1,9'unda kalmıĢ ve sosyal transferler öncesi
yoksulluk riski ise %26'ya ulaĢmıĢtır.
Lizbon stratejisinin yeteri kadar baĢarılı olamadığı kabul edilmekle birlikte,
yeni dönem için oluĢturulacak politikalarda Lizbon ile kazanılan tecrübelerin
Avrupa için önemli olduğu düĢünülmektedir (EC,2010:3).
Mart 2010'da resmi olarak kapanıĢı yapılan Lizbon Stratejisi'nin yerini Mart
2010'da yayımlanan “Avrupa 2020: Akıllı, Sürdürülebilir ve Ġçermeci Büyüme Ġçin
Avrupa Stratejisi” raporundaki politikalar ile Ģekillenmesi öngörülmektedir. Lizbon
sürecinin yeniden canlandırılmasını amaçlayan ve 2020 yılı itibariyle ulaĢılmak
istenen AB–2020 Stratejisi (EC,2010) hedefleri kapsamında;
• BaĢta
kadınların,
yaĢlıların
ve
göçmenlerin
iĢ
piyasasına
entegrasyonlarının sağlanması yoluyla, 20–64 yaĢ arası grupta istihdam
oranının %69 seviyesinden %75‟e çıkarılması,
• Erken yaĢta okulu bırakanların oranının %15‟ten % 10‟a, 30–34 yaĢ
diliminde yükseköğrenim mezun oranının %31‟den en az %40 ‟a
yükseltilmesi,
• 20 milyon insanın yoksulluktan kurtarılarak ulusal yoksulluk sınırı altında
yaĢayan AB yurttaĢlarının sayısının %25 oranında azaltılması da yer
almaktadır.
2.2.2. AB’nde Sosyal Ġçermede Mevcut Durum
ÇalıĢmanın bu kısmında, Birlik düzeyinde kabul edilmiĢ olan temel
göstergeler çerçevesinde, sosyal koruma ve sosyal içerme açısından AB‟nin içinde
bulunduğu durumun analizi bağlamında ekonomik ve demografik koĢullar da
83
dikkate alınarak, gelir dağılımı, yoksulluk, iĢsizlik, eğitim, sağlık ve sosyal koruma
üzerine Birlik ve üye ülkeler düzeyinde genel bir değerlendirme yapılacaktır.
2.2.2.1. Büyümeye iliĢkin göstergeler
Bilgi temeline dayalı rekabetçi ve sürdürülebilir ekonomik büyüme Birliğin
temel ekonomik hedefidir. Bu nedenle büyüme sosyal içerme açısından önemle
üzerinde durulması gereken makroekonomik değiĢkendir. Çünkü büyüme ve
istihdam gelecekte refahın ve yaĢam standartlarının yükselmesinin temeli olarak
görülmektedir.
Avrupa Birliği, en son geniĢleme sonrasında 500 milyonu aĢan nüfusu ile
dünya nüfusunun yaklaĢık %8‟ini temsil etmektedir. Bununla birlikte, büyüme
oranlarının AB–27 için düĢük bir düzeyde kaldığı söylenebilir. Nitekim 2012 yılında
AB–27 için gerçek GSYH büyüme oranı %0,4 seviyesinde azalmıĢtır. Aynı
dönemde küresel piyasalarda en önemli rakipleri olan Japonya‟da %1,9, ABD‟de
%2,2 olarak gerçekleĢmiĢtir. AB‟nde ortaya çıkan yavaĢlamada, 2004 yılının ikinci
yarısından itibaren ortaya çıkan petrol fiyatlarındaki artıĢın ve Euro‟nun değer
kazanmasının etkili olduğu ifade edilmektedir.
Çizelge 2.2. GSYH, istihdam ve iĢgücü verimliliğindeki artıĢ (yıllık ortalama)
AB–27 için istihdam edilen kiĢi baĢına yıllık ortalama verimlilik artıĢı 2012
yılında %0,1 seviyesinde olup, %1,5 ile Japonya‟nın oldukça gerisinde kalmıĢtır.
Bu rakamlar, büyüme oranlarında olduğu gibi verimlilik artıĢında da AB‟nin en
önemli rakipleri karĢısında geride olduğunu göstermektedir. Verimlilik artıĢı
84
konusunda üye ülkeler arasında da ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılığın
dikkat çeken yanı, özellikle Malta, Ġtalya, Ġspanya, Portekiz, Yunanistan, Kıbrıs gibi
Akdeniz ülkelerinde verimlilik artıĢı en düĢük seviyede gerçekleĢirken; Letonya,
Litvanya, Estonya ve Slovakya gibi eski Doğu Bloku ülkelerinde en yüksek
seviyede gerçekleĢmektedir12. Dolayısıyla, bu farklılıkta coğrafi ve kültürel
faktörlerin de önemli olduğu söylenebilir.
Avrupa Birliğinde bir taraftan doğum oranları kalıcı ve belirgin bir biçimde
düĢme eğiliminde iken, diğer taraftan ortalama doğumdan beklenen yaĢam
süresindeki artıĢ sonucunda Avrupa ülkeleri nüfus yapısında ciddi bir değiĢim
görülmektedir. AB nüfusu giderek azalmakta ve daha uzun yaĢayan yaĢlı bir
nüfusa sahip olmaktadır. Nüfusun yaĢlanmasına bağlı olarak bağımlılık oranları
giderek artmaktadır. AB ülkelerinde nüfus yapısında görülen bu değiĢim
sonucunda yaĢlanan nüfusun ekonomik ve sosyal politikalar üzerindeki etkileri
ciddi biçimde tartıĢılır hale gelmektedir. Özellikle iĢgücü piyasası, verimlilik,
büyüme, sosyal koruma ve kamu finansmanı üzerinde sorun yaratıcı biçimde ciddi
etkiler yapmaktadır (EC,2006c:6–7.)
Doğum oranları tüm AB üyesi ülkelerde genel olarak düĢme eğiliminde
olmakla birlikte, bölgesel farklılıklar da mevcuttur. Kuzey ve Batı Avrupa‟da doğum
oranları Güney Avrupa ile karĢılaĢtırıldığında daha yüksektir13.
AB(27) ülkelerinde doğuĢtan beklenen yaĢam süresi 2004 yılında erkeklerde
75,2, kadınlarda 81,5 yıldır. 2012 yılında ise, bu rakamlar sırasıyla 77,5 ve
83,1‟dir14.
1960‟dan bugüne AB ülkelerinde ortalama yaĢam süresi yaklaĢık 10 yıl
artmıĢtır. Nitekim 1960‟larda AB ülkelerinde doğuĢtan beklenen yaĢam süresi
erkeklerde 67, kadınlarda 73 yıl olarak beklenmekte idi15. Tüm bu veriler, AB
12
Employment and Social Developments in Europe 2013: 419–425.
http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=738&langId=en&pubId=7684 (EriĢim: 14.07.2014)
13
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tps00112& plugin=1
(e.t: 19.06.2014).
14
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/refreshTableAction.do?tab=table&plugin=0&pcode=tps00025&languag
e=en (e19.06.2014).
15
http://www.avrupainfo.isomertest.com/Files/File/Publications-2006/brochures/KeyFactsandFigures.
pdf).
85
nüfusunun gelecek yıllarda giderek azalacağını ve yaĢlanacağını açıkça
göstermektedir.
2.2.2.2. Gelir dağılımı ve yoksulluğa iliĢkin göstergeler
2001 Leaken Avrupa Konseyi‟nde onaylanan sosyal içermeye iliĢkin temel
göstergelerin büyük bir kısmı gelir ve yoksulluğa iliĢkindir. Dolayısıyla sosyal
içermenin gelir boyutu, özellikle gelir eĢitsizliği, yoksulluk oranı ve yoksulluğun
yoğunluğu olmak üzere üç açıdan bakılarak değerlendirilir.
Küresel bir sorun olan gelir eĢitsizliği, hem üye ülkeler arasında hem de üye
ülkelerin kendi içinde önemli bir tartıĢma konusudur. Ekonomik açıdan AB ülkeleri
arasındaki uçurum gittikçe artmakta; bu durum ekonomik ve sosyal uyumun
sağlanması konusunda AB‟nin çabalarına gölge düĢürmektedir.
Ülkeler arasındaki refah farklılıklarını göstermede kullanılan en önemli
gösterge kiĢi baĢına GSYH‟dir. AB‟nin resmi istatistik kurumu olan EUROSTAT‟ın
her yıl hesapladığı satın alma gücü paritesiyle GSYH sonuçları Birlik üyesi ülkeler
arasındaki eĢitsizliği açıkça ortaya koymaktadır.
ġekil 2.1. Satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢına GSYĠH (AB 27=100)
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 29.08.2014).
KiĢi baĢına GSYH hacim endeksi AB–27 ortalaması 100 olarak alındığında,
Lüksemburg 264 ile en yüksek, Romanya 54 ve Bulgaristan 47 ile en düĢük hacim
86
endeksine sahip ülkedir. Birlik üyesi ülkelerin en yoksul beĢinde yaĢayan insanlar,
en zengin beĢ ülkesinde yaĢayan bir kiĢinin ortalama %35,5 satın alma gücüne
sahiptir.
AB içinde sadece ülkeler arasında değil, kiĢiler arasındaki eĢitsizlik de
oldukça yüksek boyutlardadır.
Çizelge 2.3. AB ülkelerinde gelir dağılımı göstergeleri
ÜLKELER
AB 27
AB 15
Belçika (BE)
Bulgaristan (BG)
Çek Cum. (CZ)
Danimarka (DK)
Almanya (DE)
Estonya (EE)
Ġrlanda (IE)
Yunanistan (EL)
Ġspanya (ES)
Fransa (FR)
Ġtalya (IT)
Kıbrıs (CY)
Letonya (LV)
Litvanya (LT)
Lüksemburg (LU)
Macaristan (HU)
Malta (MT)
Hollanda (NL)
Avusturya (AT)
Polonya (PL)
Portekiz (PT)
Romanya (RO)
Slovenya (SI)
Slovakya (SK)
Finlandiya (FI)
Ġsveç (SE)
Ġngiltere (UK)
Gini Katsayısı
2000
29
29
30
25
25
21
25
36
30
33
32
28
29
34
31
26
26
30
29
24
30
36
29
22
24
22
32
2012
30,6
30,6
27
34
25
28
28
33
30
34
35
31
32
31
36
32
28
27
27
25
28
31
35
33
24
25
26
25
33
En Üst %20/ En Alt %20
2000
2012
4.5
5,1
4.5
5,1
4.3
3.9
6.1
3.4
3.5
3.0
4.5
4.3
6.3
5.4
4.7
4.7
5.8
6.6
5.4
7.2
4.2
4.5
4.8
5.5
4.7
5.5
6.5
5.0
5.3
3.7
4.1
3.3
4.0
4.6
3.9
4.1
3.6
3.3
4.2
4.7
4.9
4.7
5.8
6.3
3.2
3.4
3.7
3.3
3.7
3.1
3.7
5.2
5.4
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 29.08.2014).
2012 yılında AB 27‟de en üst %20‟lik dilimin geliri en alt %20‟lik dilimin %5,1
katıdır. 2000 yılında bu fark 4,5 kat idi. Aynı Ģekilde, 2000‟li yılların baĢında 0.29
87
olan Gini katsayısı, 2012 yılında 0.31‟e yükselmiĢtir. 2012 yılı verileri itibariyle; üye
ülkeler içerisinde gelir dağılımı eĢitsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler sırasıyla
Letonya (0.36), Ġspanya (0.35), Portekiz (0.35), Bulgaristan (0.34), Yunanistan
(0.34), Romanya (0.33), Ġngiltere (0.33) ve Estonya (0.33)‟dır. Gelir dağılımının en
eĢitlikçi olduğu ülkeler ise, Slovenya (0.24), Slovakya (0.25), Ġsveç (0.25), Çek
Cumhuriyeti (0.25) ve Hollanda (0.25)‟dır.
Sosyal
içerme
odaklanmaktadır.
taĢımaktadır.
Bu
Avrupa
politikaları,
nedenle
Birliği
çoğunlukla
gelire
dayalı
düzeyinde
yoksullukla
yoksulluk
yoksulluğun
mücadele
göstergeleri
ölçülmesinde
üzerine
önem
Leaken
Zirvesi‟nde kabul edilmiĢ olan yoksulluk eĢiği kullanılmaktadır. Buna göre, hane
halkı geliri, yoksulluk eĢiği olarak kabul edilen ulusal ortalama harcanabilir gelirin
%60'ından daha az gelire sahip olan kiĢiler yoksulluk riskinde, yoksul olarak
değerlendirilmektedir. Yoksulluk eĢiği altında kalan bireylerin toplam nüfusa oranı
ise yoksulluk riski oranını vermektedir.
ġekil 2.2. AB‟ye üye ülkelerde yoksulluk riski oranı, 2012
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 21.09.2014).
2012 yılı itibariyle, AB 27‟de ortalama yoksulluk riski oranı %24,8‟dir. Bu
yaklaĢık 124.5 milyon kiĢinin AB‟de yoksullukla karĢı karĢıya oldukları anlamına
gelmektedir. Üye ülkeler içinde yoksulluk riski en düĢük olan ülkeler; Hollanda ve
Çek Cumhuriyeti (%15), Ġsveç (%16), Finlandiya (%17)‟dir. Buna karĢılık en
88
yüksek yoksulluk riski oranına sahip ülkeler ise Bulgaristan (%49), Romanya
(%42) ve Letonya (%36), Yunanistan (%35)‟dır.
Toplumsal refahı yükseltmek ve özellikle gelir düzeyi düĢük yoksul hane
halklarının yaĢam standartlarını iyileĢtirmek amacıyla hane halklarına yapılan
transferler yoksullukla mücadelede önemli bir araçtır. Sosyal transferler bir
anlamda sosyal devlet anlayıĢının bir sonucudur. AB‟de sosyal transferler
yoksulluk riskine maruz kalanların oranının düĢürülmesinde önemli ölçüde rol
oynar. Nitekim 2012 yılı için, AB 27‟de sosyal transferler sonrası yoksulluk riski
oranı %17‟dir. En yüksek yoksulluk riski oranına sahip ülkeler %23 ile Yunanistan
ve Romanya , %22 ile Ġspanya ve %21 ile Bulgaristan‟dır. En düĢük yoksulluk riski
oranına sahip ülkeler ise; %10 ile Çek Cumhuriyeti ve Hollanda, %13 ile de
Danimarka, Slovakya ve Finlandiya‟dır.
Gelir dağılımı bakımından karĢılaĢtırıldığında, dünyanın birçok bölgesine göre
daha adaletli bir dağılım söz konusu olsa da, AB ülkelerinde de birkaç istisna ülke
dıĢında eĢitsizlik ve yoksulluk gerçekten çözümlenmesi gereken önemli bir
sorundur. Özellikle yeni üye ülkelerle birlikte çok daha önemli bir sorun olacak gibi
gözükmektedir.
89
Çizelge 2.4. AB‟de cinsiyet, yaĢ, hanehalkı, barınma, çalıĢma biçimleri ve çalıĢma
süresine göre yoksulluk riski altında olanların oranı (%), 2012
Yoksulluk Riski
AB 27AT BE BG CY CZ DE DK EE EL ES FI FR HU IE IT LT LU LV MT NL PL PT RO SE SI SK UK
Toplam
Erkek
Kadın
17 14 15 21 15 10 16 13 18 23 22 13 14 14 16 19 19 15 19 15 10 17 18 23 14 14 13 16
16 14 14 20 13 9 15 13 17 23 22 13 14 14 16 18 18 15 19 14 10 17 18 22 13 13 13 16
18 15 16 23 16 11 17 13 18 24 22 14 15 14 16 21 19 16 19 16 11 17 18 23 16 15 13 17
Sürekli Yoksulluk Riski
10
Sosyal Transferler Öncesi Yoksulluk Riski
26 25 28 26 24 18 24 28 25 27 30 27 24 29 39 24 26 29 28 24 21 23 25 28 27 25 20 31
Emeklilik MaaĢları Dahil Sosyal
Transferler Öncesi Yoksulluk Riski
44 44 42 42 34 38 43 41 40 50 46 41 44 50 50 45 45 46 45 38 37 43 45 50 42 42 38 45
0-15 YaĢ Arası
16-64 YaĢ Arası
65 ve Üstü YaĢ
27 19 23 44 21 18 21 15 23 28 29 14 23 39 37 28 34 22 42 24 16 30 27 49 14 15 25 30
24 16 20 37 21 15 21 19 22 28 26 17 20 31 30 25 34 18 37 19 17 28 25 40 15 18 21 22
20 16 21 56 44 10 15 18 19 27 23 20 13 17 13 20 30 6 38 22 6 24 26 40 16 23 17 22
Çocuksuz Aileler
Çocuklu Aileler
Çocuksuz Tek (yalnız) YetiĢkin
Çocuklu Tek Ebeveynli Aile
Çocuksuz Ġki YetiĢkin (65 YaĢ ve Üstü)
Çocuksuz Ġki YetiĢkin (65 YaĢ ve Altı)
2 YetiĢkin+ 1 Çocuklu Aile
2 YetiĢkin+ 2 Çocuklu Aile
2 YetiĢkin+ 3 ve Daha Fazla Çocuklu Aile
15
19
25
34
11
11
13
15
26
Kendine Ait Bir Konutta Oturanlar
Kirada Oturanlar
14 9 8 21 13 8 8 8 17 22 19 9 8 13 12 17 17 9 18 13 5 17 16 23 7 12 12 12
27 23 33 31 29 19 26 23 25 30 39 27 26 26 25 32 32 31 29 25 21 18 29 25 30 33 23 24
Ġstihdamdakiler
ĠĢsizler
Emekliler
9 8 5 7 8 5 8 6 8 15 12 4 8 5 5 11 9 10 8 5 5 10 10 19 7 7 6 9
47 45 34 49 32 47 69 27 56 46 46 46 36 49 34 44 52 52 54 48 33 43 38 52 42 47 45 51
13 14 15 26 29 6 15 14 20 14 11 18 9 5 0 13 16 5 21 16 6 16 11 17 18 17 8 17
Part- time ÇalıĢanlar
Full-time ÇalıĢanlar
14 11
8 6
7
14
15
24
29
11
12
11
11
24
9 13
15
16
19
33
19
9
13
9
16
19
23
45
43
21
14
15
17
61
8
19
12
32
17
29
13
14
11
15
4 10
8
12
15
31
2
7
7
9
22
6 12 14 12
7
18 17 19 19 16 16
14 8 16 28 28 10
32 29 32 22 20 33
39 19 33 66 37 22
11 9 8 15 16 6
11 7 16 15 16 7
11 4 12 25 20 6
8 4 14 26 26 6
13 9 20 37 44 14
6 28 15 10 11
4 7 7 4 6
6 19 27 19
5 7 13 11
7
11
17
19
35
7
9
10
11
23
8
9
19
16
30
5
10
13
14
32
13 13
14
17
26
31
12
12
10
13
18
15
24
25
41
12
13
16
24
38
18
21
28
42
13
19
17
19
36
7 12 10
9
20
15
47
4
7
13
15
25
19
18
32
39
8
16
12
15
29
11
20
20
48
22
11
13
18
36
9 13 14 10 18 23 13 26 13
3 7 4 3 10 7 9 6 4
6 11 11 18
9
11
18
28
5
5
4
7
17
14
19
24
27
10
12
12
16
37
15
21
24
31
17
17
16
17
41
14
29
25
40
9
14
19
27
60
4
16
13
32
33
6
8
8
7
17
6
16
12
37
26
10
13
11
10
16
9
9
17
19
28
5
9
12
14
35
9
15
18
24
30
14
12
12
13
24
5 18 23 61 10 10 16 14
4 10 9 16 5 6 6 7
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (22.09.2014)
AB‟nde yoksulluğun cinsiyetine baktığımızda, her alanda olduğu gibi burada
da kadınlar için daha olumsuz bir tablo söz konusudur. Çoğu ülkede yoksulluk riski
oranının kadınlarda erkeklere göre daha yüksek olduğu görülmektedir. AB 27‟de
yoksulluk riski oranı erkeklerde %25 iken, kadınlarda ise %27‟dir. Bu noktada ise,
yoksulluk ile birlikte ayrımcılığın da Birlik düzeyinde önemli bir sorun olduğu
düĢünülebilir.
Yoksulluğun yaĢ grupları açısından dağılımına bakıldığında, özellikle çocuk
ve gençler arasında daha yüksek oranda olduğu görülmektedir. Genç nüfus olarak
kabul edilen 16–24 yaĢ grubu içinde yoksulluk riski oranı %25, 0–15 yaĢ grubunda
ise %27‟dir. Özellikle çocuklar arasında gelir yoksulluğunun giderek artması,
onların geliĢimi ve gelecek fırsatları açısından ciddi bir sorun teĢkil etmektedir.
Çocuk yoksulluğu,
Romanya (%49), Bulgaristan (%44), Litvanya (%42),
90
Macaristan (%39), Ġrlanda (%37) ve Letonya (%34) gibi ülkelerde çok ciddi
boyutlara ulaĢmıĢ durumdadır.
Demografik açıdan belirtilmesi gereken bir baĢka husus da, yoksulluğun yaĢlı
nüfus (65 yaĢ) arasında da yaygın oluĢudur. Çek Cumhuriyeti (%10), Hollanda ve
Lüksemburg (%6) dıĢındaki tüm ülkelerde yaĢlı nüfus içinde yoksulluk riski oranı
yüksek düzeylerdedir. Ancak özellikle Bulgaristan (%56), Kıbrıs (%44) ve
Romanya‟da (%40) çok dikkat çekici boyutlardadır.
Birlik içinde yoksulluk hane halkı tipi açısından incelendiğinde de ilginç
sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Öncelikle, çocuklu ve çocuksuz aileler arasında
yoksulluk oranları bakımından çok büyük farklılıklar söz konusu değildir. Ancak 65
yaĢ üstü iki yetiĢkinden oluĢan çocuksuz aileler için yoksulluk önemli bir risktir.
Birliğe yeni katılan Kıbrıs (%29) ve Bulgaristan (%21)‟ da oldukça yüksek
düzeydedir. Bununla birlikte, asıl önemli sorun tek ebeveynli ve çocuklu aileler için
geçerlidir. Çocuklu tek ebeveynli ailelerde (ki bu ailelerin çoğunda aile reisi
kadındır) yoksulluk riski oranı AB‟nde ortalama
%34 gibi yüksek bir düzeydedir.
Ayrıca AB için diğer dikkat çekici bir sonuç da, aile de çocuk sayısı arttıkça
yoksulluk riski oranı da artmaktadır. Tek çocuklu ailelerde yoksulluk oranı %13
iken, bu oran üç ve daha fazla çocuklu ailelerde iki kat (%26) artmaktadır.
Birlik içerisinde bir diğer önemli gösterge de, hane halkının yaĢamıĢ olduğu
konutun mülkiyeti ile yoksulluk arasındaki iliĢkidir. Burada dikkati çeken nokta ise,
kendine ait bir konutta oturanlar ile kirada oturanlar arasındaki yoksulluk riski
farklılığıdır. Kiralık bir konutta barınan kiĢiler için yoksulluk riski Birlik düzeyinde
%27 gibi çok yüksek sayılabilecek bir orandadır.
Diğer taraftan bireylerin çalıĢıp çalıĢmaması ile yoksulluk arasında da önemli
etkileĢimin olduğu görülmektedir. Nitekim Çizelge 2.4‟te görüldüğü üzere, AB‟nde
istihdam edilenler arasında yoksulluk riski çok düĢük düzeyde (%9) iken, iĢsizlerin
yoksulluk riski oranı %47‟dir. Bu oran Bulgaristan ve Macaristan (%49), Ġngiltere
(%51), Letonya, Lüksemburg ve Romanya (%52), Litvanya (%54), Estonya (%56)
ve Almanya (%69)‟da AB ortalamasını geçmektedir.
91
Çizelge 2.5. AB ülkelerinde yoksulluk riski altındaki kiĢiler, 2012
Sosyal Transferler
Sonrası Yoksulluk Riski
Altındaki KiĢiler
AB 28*
Sosyal Transferler Öncesi Yoksulluk
Riski Altındaki KiĢiler
bin 2012
Toplam Nüfusun %'si
2011
2012
24.3
24.8
17.0
124.500
Kaynak:http://epp.eurostat.ec.europa.eu (Eurostat Newsrelease 184/2013-5December 2013)
*Tahmini
Son olarak vurgulanması gereken konu ise, Birlik içerisinde gelirin yeniden
dağılımını sağlayan uygulamaların yoksulluk riskini ne ölçüde azalttığıdır. Bunu
sosyal transferler öncesi ve sonrası yoksulluk riskleri karĢılaĢtırıldığında görmek
mümkündür. Özellikle emeklilik ödenekleri de dahil sosyal transferlerin öncesinde
yoksulluk riski Birlik düzeyinde %44 düzeyinde iken, bu tür sosyal politika
uygulamalarıyla yoksulluk riski yaklaĢık üçte iki oranında düĢürülmektedir (Bkz.
Çizelge 2.4, Çizelge 2.5).
35
29
30
25
20
15
15
15
16
16
17
18
19
19
19
19
19
20
21
21
21
21
22
23
23
23
24
24
30
31
31
31
25
2012
10
5
Fi
nl
Lü and
ks iya
em
bu
rg
M
al
t
Fr a
an
Ho sa
lla
nd
Be a
lçi
ka
İrl
an
da
Kı
br
ıs
İs
Sl veç
ov
e
Çe ny
a
k
Cu
Av m
us .
M tur
ac ya
ar
is
Al tan
m
an
y
İn a
gi
lt e
Sl
r
ov e
ak
Po y a
l
Da ony
a
ni
m
ar
ka
AB
Li 27
tv
an
Po ya
rte
k
E s iz
to
ny
a
İta
l
Le ya
Yu ton
na ya
n
Bu ist
lg an
ar
ist
a
İs n
pa
Ro nya
m
an
ya
0
ġekil 2.3. Yoksulluk riski açığı (%), 2012
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 24.09.2013).
AB‟nde yoksulluğa iliĢkin bir diğer önemli gösterge de, yoksulluğun yoğunluğu
hakkında bilgi veren “Nispi Ortalama Yoksulluk Riski Açığı” dır. Yoksulluk eĢiği
altındaki kiĢilerin gelirlerinin yoksulluk eĢiğinden uzaklığının ortalamasının
yoksulluk eĢiğine oranı olarak belirlenen yoksulluk açığı, yoksulluğun derinliğini
ölçebilmek için geliĢtirilmiĢtir (ġenses,2001:66). Bu yoksulluk riski göstergesinin
92
önemli bir tamamlayıcısıdır ve yoksulların ne derece yoksul oldukları hakkında
bilgi verir.
Birlik içerisinde, en düĢük yoksulluk derinliğine sahip ülkeler; Finlandiya,
Lüksemburg ve Malta‟dır. Buna karĢılık en yüksek yoksulluk riski oranına sahip
Romanya, Ġspanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Letonya görece yoksulluk riski
açığı en yüksek ülke konumundadırlar.
2.2.2.3. ĠĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler
Ġstihdamın
artırılması
ve
iĢsizliğin
azaltılması,
yoksulluk
ve
sosyal
dıĢlanmayla mücadelenin ve dolayısıyla sosyal kaynaĢmanın vazgeçilmez
unsurudur (Yepez Del Castillo,1994:619). ĠĢgücü piyasasına iliĢkin geliĢmelerin
izlenmesi sosyal içerme politikaları açısından büyük önem taĢımaktadır. Açık
EĢgüdüm
Yöntemi
çerçevesinde
sosyal
içermeye
yönelik
Ulusal
Eylem
Planlarında ve ortak raporlarda gelire iliĢkin göstergelerle birlikte üzerinde en çok
durulan iĢgücü piyasasına iliĢkin göstergelerdir. Çünkü iĢsizliğin kendisi sosyal
dıĢlanmanın temel bir boyutudur. ĠĢ, topluma tam olarak katılma, sosyal iliĢkilerin
kurulması açısından belirleyici bir faktördür. ĠĢsizliğin farklı biçimleri, özellikle de
uzun süreli iĢsizlik sosyal risklerle iliĢkilidir.
AB‟de istihdama ve istihdam politikalarına etki eden makro değiĢkenlerden
ekonomik büyümeye iliĢkin göstergeler, 1990‟lı yılların ortalarından itibaren, AB
genelinde görece düĢük ancak düzenli bir büyüme sürecinin söz konusu olduğunu
göstermektedir. Bu süreçte yıllık ortalama çalıĢma saati düĢerken iĢgücü
verimliliğinin artıyor oluĢu (EC,2008:207) düzenli büyüme sürecinin arkasındaki
temel unsurlara ıĢık tutmaktadır. Ancak 2008 yılında baĢ gösteren küresel finans
krizi AB‟yi derinden etkilemiĢ, 2009 yılında Birlik %4,2‟lik bir küçülmeyle karĢı
karĢıya kalmıĢtır (EC,2010:9). Kriz ve yüksek düzeydeki küçülme, iĢgücü
piyasalarında da çeĢitli olumsuzlukların habercisi olmuĢtur.
AB iĢgücü piyasalarında görece sorunlu bir görünüm arz eden iĢsizlik ve
istihdam, küresel finans krizinin etkisiyle daha olumsuz bir hal almıĢtır. Zira bugün
artık iĢsizlik oranı %9 düzeyine fırlamıĢken, 2000 yılında 19,5 milyon olan iĢsiz
93
sayısı 23 milyona yaklaĢmıĢtır. 2000‟li yıllar boyunca düĢük düzeyli artıĢların
görüldüğü istihdam oranı, krizin etkisiyle 2009 yılında bir önceki yıla göre 1,3 puan
azalmıĢtır. 2000‟li yıllar itibarıyla AB için hesaplanan ĠKO ise istikrarlı bir artıĢ
göstermektedir. 2000 yılında %68,6 olan bu oran düĢük düzeyli artıĢlarla 2009
yılında %71,1 seviyesine yükselmiĢtir (EC,2010:9,158). Bu süreçte istihdam ve
iĢsizliğe iliĢkin değiĢim Çizelge 2.6‟da verilmektedir.
Finansal krizin etkilerinden önce genel olarak (15–24 yaĢ grubu hariç)
istihdam oranı artıĢ göstermiĢtir. Uygulanmaya çalıĢılan programlara rağmen
istihdamdaki artıĢ sürecinde gençlere iliĢkin istihdam düzeyinin düĢmesi, genç
istihdamına iliĢkin sorunların devam ettiğini göstermektedir. Bu süreçte yaratılan
istihdam, kendi hesabına çalıĢma ile karĢılaĢtırıldığında, daha çok ücret
karĢılığında
çalıĢma
biçimindedir.
Yaratılan
iĢler,
tam
zamanlı
iĢler
ile
karĢılaĢtırıldığında, daha çok kısmi süreli iĢler biçiminde; sürekli iĢler ile
karĢılaĢtırıldığında, daha çok belirli süreli iĢler biçimindedir (EC,2008:28–29).
AB‟de kadınlar, gençler, düĢük eğitimliler arasında ve hizmet sektöründe
yaygın olan kısmi süreli istihdamın düzeyi daha da artmaktadır. AB-15 olarak
nitelendirilen ülkelerde 1983 yılında kısmi süreli istihdamın toplam istihdam
içindeki oranı %13 iken, 2007 yılında %20,9‟a yükselmiĢtir. 2012 yılında AB
genelinde bu oran %20‟dir. Bu konuda AB ülkeleri arasında da önemli farklar söz
konusudur. 2009 yılında bu oran Bulgaristan‟da %2,3, Slovakya‟da %3,6
düzeyinde iken Hollanda‟da %48,3 düzeyindedir (EC,2013:428).
AB düzeyinde istihdamın sektörel dağılımının hizmetler sektörü lehine
geliĢtiği Çizelge 2.6‟da görülmektedir. 2000–2012 yıllarını kapsayan dönemde
hizmetler sektöründe çalıĢanların oranı 6,3 puan artıĢ göstermiĢtir. Buna karĢılık
aynı süreçte sanayi sektöründe çalıĢanların oranı 4,2 puan ve tarım sektöründe
çalıĢanların oranı 2,1 puan düĢmüĢtür (EC,2013:428).
2012 yılında toplam 494 milyon 993 bin kiĢilik AB–27 nüfusunun 329 milyon
732 bini çalıĢma çağında bulunmaktadır. ÇalıĢma çağındaki nüfusun iĢgücüne
katılma oranı %71,8‟dir. Toplam 222 milyon 607 bin kiĢi istihdam edilmiĢ olup,
toplam istihdam oranı %64,2‟dir. Üye ülkeler arasında 2012 yılında en yüksek
94
istihdam oranları Hollanda (%75,1), Ġsveç (%73,8), Almanya (%72,8) ve Avusturya
(%72,5)‟da; en düĢük istihdam oranları ise Yunanistan (%51,3), Ġspanya (%55,4)
ve Ġtalya (%56,8) ve Macaristan(%57,2)‟da gerçekleĢmiĢtir.
Çizelge 2.6. Avrupa Birliği ülkelerinde iĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
ĠĢsizlik Oranı
(15 +ĠĢgücünün %si)
Genç ĠĢsizlik Oranı
(15-24 yaĢ grubu iĢgücünün %‟si)
Uzun Dönem ĠĢsizlik Oranı
(iĢgücünün %‟si)
9,7
10,5
17,3 17,3 18,0 18,1 18,5 18,3 17,1 15,3 15,4 19,6 21,1 21,4
22,8
8,6
4,0
8,5
3,9
8,9
4,0
9,0
4,1
9,1
4,2
8,9
4,1
8,2
3,7
7,1
3,1
7,0
2,6
8,9
3,0
9,7
3,9
4,1
4,6
ĠĢgücüne Katılma Oranı
(15-64 yaĢ grubunun %'si)
68,6 68,6 68,6 68,9 69,3 69,8 70,3 70,5 70,9 71,1 71,0 71,2 71,8
Kadın Ġstihdam Oranı
(15-64 yaĢ grubunun%‟si)
53,7 54,3 54,4 54,9 55,6 56,3 57,3 58,3 59,1 58,6 58,2 58,5
58,6
Erkek Ġstihdam Oranı
(15-64 yaĢ grubunun%‟si)
70,8 70,9 70,4 70,3 70,4 70,8 71,6 72,5 72,8 70,7 70,1 70,1
69,8
Ġstihdam Oranı
(15-64 yaĢ grubunun %‟si)
62,2 62,6 62,4 62,6 63,0 63,5 64,5 65,4 65,9 64,6 64,1 64,3
64,2
Ġstihdam Oranı
(15-24 yaĢ grubunun %‟si)
37,5 37,5 36,7 36,1 36,1 36,0 36,6 37,3 37,4 35,0 34,0 33,7 32,9
Ġstihdam Oranı
(55-64 yaĢ grubunun %‟si)
36,9 37,7 38,5 40,0 40,7 42,3 43,5 44,6 45,6 46,0 46,3 47,4
Kendi ĠĢinde ÇalıĢanlar
(toplam istihdamın%‟si)
16,6 16,5 16,1 16,2 16,2 16,0 15,7 15,5 15,3 15,5 15,6 15,5 15,5
Kısmi Süreli Ġstihdam
(toplam istihdamın%‟si)
16,2 16,2 16,2 16,6 17,2 17,8 18,1 18,2 18,2 18,8 19,2 19,5
20,0
Belirli Süreli SözleĢme
(toplam istihdamın%‟si)
12,3 12,4 12,3 12,7 13,3 14,0 14,5 14,6 14,2 13,6 14,0 14,1
13,7
Hizmet Sektörü Ġstihdamı
(toplam istihdamın%‟si)
65,9 66,2 67,3 67,9 68,4 68,8 69,2 69,5 69,8 70,8 71,5 71,8 72,2
Sanayi Sektörü Ġstihdamı
(toplam istihdamın%‟si)
26,8 26,6 26,1 25,7 25,4 25,2 25,0 25,0 24,8 23,8 23,2 22,9 22,6
Tarım Sektörü Ġstihdamı
(toplam istihdamın%‟si)
7,3
7,1
6,6
6,4
6,2
6,1
5,7
5,5
5,4
5,4
5,4
5,2
48,9
5,2
Kaynak: Employment and Social Developments in Europe 2013: 428.
Bugün, iĢsizlik tüm dünyada olduğu gibi AB‟nin de en önemli sorunlarından
biri durumundadır. Özellikle seksenli yıllardan itibaren uzun süreli bir nitelik
kazanması Birliğin bu konu üzerinde daha fazla yoğunlaĢmasına neden olmuĢtur.
2012 yılında AB 27‟de iĢsizlik oranı %10,5‟tir. En yüksek iĢsizlik oranları Ġspanya
(%24,8),
Yunanistan
(%24,5),
Portekiz
(%15,8)
ve
Letonya
(%15)‟da
gerçekleĢmiĢtir. Erkek istihdam ve iĢsizlik oranları, kadın istihdam ve iĢsizlik
oranlarına göre nispeten daha iyi bir görünüm sergilemektedir. 2012 yılında erkek
istihdam oranı %69,8, kadın istihdam oranı ise %58,6 olmuĢtur. Erkek iĢsizlik oranı
%10,4, kadın iĢsizlik oranı ise %10,6 olarak gerçekleĢmiĢtir.
95
AB için önemli bir gösterge de, iĢsizliğin gençler arasında diğer gruplara göre
daha yaygın oluĢudur. Genç iĢsizliği, genç nüfustaki demografik düĢüĢe ve çoğu
ülkede eğitim seviyesinin yükselmesine karĢılık yükselmiĢtir. 2012 yılı itibariyle AB27‟de 15–24 yaĢ arası grupta iĢsizlik oranı %22,8‟dir. Dolayısıyla, sosyal dıĢlanma
riski gençler arasında çok daha ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Ġspanya
(%53), Portekiz (%38), Ġtalya (%35) ve Slovakya (%34) genç iĢsizliğinin en yüksek
olduğu yerlerdir (EC,2013:428–457).
Sosyal içerme politikaları açısından asıl üzerinde durulması gereken, uzun
süreli iĢsizliktir. Çünkü uzun süreli iĢsizlik sosyal dıĢlanmanın en önemli
bileĢenidir. Uzun süre iĢsiz kalan birey, uzunca bir süre uygulamanın dıĢında
kaldığı için yeteneklerini, kendine olan güvenini ve sezgilerini yitirir. Sigorta,
emeklilik, sağlık bakımı gibi birçok hakka eriĢemez, suç eğilimi yüksektir.
Dolayısıyla toplumda uzun süreli iĢsizlik oranı arttıkça sosyal riskler de artar.
AB‟de 2012 yılı itibariyle aktif nüfusun %4,6‟sı uzun süreli iĢsizlikten etkilenmiĢtir.
Uzun süreli iĢsizlik oranı Hollanda, Lüksemburg, Finlandiya, Ġsveç ve Avusturya‟da
%2‟nin altında iken, aktif nüfusun Ġspanya‟da %11‟i, Yunanistan‟da ise %15‟i uzun
süreli iĢsizdir.
45,0
40,0
35,0
30,0
25,0
20,0
15,0
10,0
5,0
AB
2
Be 7
Bu lçik
a
lg
ar
is
Çe tan
k
C
Da um
.
ni
m
ar
Al k a
m
an
y
Es a
to
ny
a
İr
Yu land
a
na
ni
st
an
İs
pa
ny
a
Fr
an
sa
İta
lya
Kı
br
Le ıs
to
ny
a
Li
tv
Lü
an
ks
ya
em
b
M
ac urg
ar
is
ta
n
M
al
t
Ho a
lla
Av nda
us
tu
ry
Po a
lo
ny
Po a
rte
Ro kiz
m
an
Sl ya
ov
en
ya
Sl
ov
ak
Fi
nl ya
an
di
ya
İs
ve
ç
İn
gi
lt e
re
0,0
İşsizlik Oranı
Uzun Süreli İşsizlik Oranı
ġekil 2.4. AB‟ye üye ülkelerde iĢsizlik ve uzun süreli iĢsizlik oranları (%), 2012
Kaynak:http://appsso.eurostat.ec.europa.eu/nui/show.do?dataset=une_ltu_a&lang=en
07.10.2014).
(EriĢim:
96
ĠĢsizlik, sadece bireyi etkileyen bir sorun değildir. Özellikle iĢsiz birey ailede
tek gelir getiren kiĢiyse, bu durumda diğer aile bireyleri de bu durumdan olumsuz
etkilenmekte ve dolayısıyla bu durum ekonomik refah ve yoksulluk göstergeleri
üzerinde belirleyici olmaktadır. Bu nedenle AB, iĢsizliği sadece bireysel düzeyde
değil, hane halkı düzeyinde ele almaktadır. Özellikle sosyal içerme politikaları
çerçevesinde ailesi içinde hiçbir kiĢinin çalıĢmadığı yetiĢkin bireylere iliĢkin
göstergeler oluĢturmuĢtur. Buna göre 2012 yılında AB‟nde 18–59 yaĢ grubu
içerisindeki yetiĢkinlerin %10,5‟inin kendisi de dahil ailesinde hiçbir birey
çalıĢmamaktadır. Yani AB‟nde yetiĢkin olarak kabul edilen grubun %10,5‟inin
ailesinde bulunan hiç kimse çalıĢma karĢılığı bir gelir elde etmemektedir.
ĠĢsizlik gelir yoksulluğunun temel belirleyicilerinden biridir. Bu nedenle Lizbon
Zirvesi‟nde istihdam, sosyal dıĢlanmayla mücadelede en iyi koruyucu olarak
tanımlanmıĢtır. Gerçekten AB‟nin tümünde herhangi bir nedenle çalıĢmayanlar
(iĢsizler, emekliler veya diğer aktif olmayanlar) için yoksulluk riski oranı çalıĢanlara
kıyasla 2,5 kat daha fazladır. 2012 yılı itibariyle, AB 27‟de çalıĢanlar için yoksulluk
riski oranı %9,1 iken, çalıĢmayanların yoksulluk riski oranı %23,1‟dir. Ülkeden
ülkeye farklılık göstermekle birlikte tüm ülkelerde çalıĢmayanlar arasında yoksulluk
yüksektir. ÇalıĢmayanlar için yoksulluk riskinin en yüksek olduğu ülkeler
Bulgaristan (%31,3) ve Estonya (%29,3)‟dır. Özellikle iĢsiz bireyler için yoksulluk
riski oranı AB–27 için %46,8 ile çok yüksek düzeydedir. Emekliler için yoksulluk
riski oranı %13 iken, diğer aktif olmayanlar için %27,6‟dır. Dolayısıyla sosyal
dıĢlanma ile mücadelenin en önemli aracı çalıĢma ve istihdam yaratmaktır.
97
80
70
60
50
40
30
20
10
AB
27
Be
Bu l çi k
a
lg
ar
is
ta
Ç
ek n
C
u
D
an m.
im
ar
Al ka
m
an
y
Es a
to
ny
a
İrl
Yu and
na a
ni
st
an
İs
pa
ny
a
Fr
an
sa
İta
ly
a
Kı
br
Le ıs
to
ny
a
Li
tv
a
Lü
ny
ks
a
em
M bur
ac
g
ar
is
ta
n
M
a
H l ta
ol
la
Av nda
us
tu
ry
a
Po
lo
ny
Po a
rte
k
R
om iz
an
y
Sl
ov a
en
Sl ya
ov
a
Fi kya
nl
an
di
ya
İs
ve
İn ç
gi
lte
re
0
Çalışan Yoksullar
İşsiz Yoksullar
ġekil 2.5. AB‟ye üye ülkelerde çalıĢanlar ve iĢsizler için yoksulluk riski oranı(%),
2012
Kaynak:http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tessi124&plu
gin=1 (EriĢim: 29.09.2014).
Ancak yüksek istihdam düzeyi ve düĢük iĢsizlik oranları her zaman bir ülkede
yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riskinin düĢük olduğu anlamına gelmemektedir.
Nitekim AB‟nde iĢsizlik oranı düĢük olan bazı ülkelere baktığımızda, bu ülkelerde
yoksulluk riski oranlarının oldukça yüksek olduğu dikkati çekmektedir. Örneğin,
Avusturya, Lüksemburg, Hollanda ve Almanya‟da iĢsizlik oranı (%4,3–5,1–5,3–5,5
ile) AB ortalamasının altında kalmasına rağmen, bu ülkelerde yoksulluk riski
oranları (%14–15–10–16 ile) AB ortalamasına (%17) yakındır.
Günümüzde, AB ülkelerinde iĢgücü piyasasının tek önemli sorunu yüksek
oranlı ve uzun süreli iĢsizlik değildir. Kısa süreli sözleĢmelerle çalıĢma, kısmi süreli
çalıĢma, geçici istihdam bürolarını da içeren geçici çalıĢma ve kendi hesabına
çalıĢma gibi güvencesizlik ve belirsizlik içeren atipik istihdam biçimleri de iĢgücü
piyasalarından dıĢlanma anlamında önemli bir sorundur. 2012 yılı itibariyle Birlik
içerisinde tüm çalıĢanların yaklaĢık %13,7‟si geçici sözleĢmelerle çalıĢmaktadır.
Ancak üye ülkeler arasında çok büyük değiĢimler söz konusudur. Örneğin,
Ġspanya, Portekiz, Polonya, Finlandiya, Hollanda, Ġsveç, Almanya, Fransa, Kıbrıs,
ve Slovenya‟da geçici çalıĢma çok yüksek iken, Ġngiltere‟de ve yeni üyelerin
çoğunda düĢük düzeydedir (bkz. Çizelge 2.7).
98
Bir diğer atipik istihdam biçimi olan kısmi süreli çalıĢma için de benzer Ģeyler
söylenebilir. AB‟nde, bir kiĢinin hafta da 30 saatin altında çalıĢması “kısmi süreli
çalıĢma” olarak tanımlanmaktadır.
Buna göre, AB-27‟de toplam çalıĢanların %19,2‟si kısmi süreli çalıĢmaktadır.
Kısmi süreli çalıĢma kadınlar arasında çok daha yaygındır. Kadın çalıĢanların
%32‟si, erkeklerin ise %8,4‟ü kısmi süreli çalıĢmaktadır. Ülkeler arasında da
önemli farklılıklar vardır. Özellikle Hollanda baĢta olmak üzere, Ġngiltere, Almanya,
Avusturya, Ġsveç, Belçika, Danimarka ve Ġrlanda‟da çok yaygındır. Buna karĢılık
Yunanistan‟da düĢüktür. Yeni üye ülkelerde kısmi süreli çalıĢma oranı çok
düĢüktür (bkz. Çizelge 2.7). Çünkü bu ülkelerde tam süreli çalıĢmayı engelleyen
çeĢitli unsurların
zorlaması sonucunda ortaya
çıkan
bir çalıĢma
olarak
görülmektedir. Ayrıca kısmi süreli çalıĢanların büyük bir kısmı bunu gönüllü olarak
tercih etmemektedirler (EC,2004:63).
EsnekleĢtirmenin getirdiği bir baĢka atipik, standart olmayan istihdam biçimi
kendi hesabına çalıĢma da, AB‟nde giderek yaygınlaĢmaktadır. Birlik içinde toplam
çalıĢanların yaklaĢık %15‟i kendi hesabına çalıĢmaktadır. Özellikle güney
ülkelerinde, Yunanistan, Portekiz, Ġtalya ve Ġspanya‟da kendi hesabına çalıĢma
yaygındır. Ancak yapılan araĢtırmalar göstermektedir ki, kendi hesabına çalıĢma
birçok yönden dıĢlayıcı özellikler taĢımaktadır. Örneğin,
kendi hesabına
çalıĢanların büyük bir kısmı emeklilik ve sosyal güvenlik kapsamı dıĢında
kalmaktadır. ÇalıĢma süreleri ve koĢulları genellikle ağır, elde edilen gelir ise
düĢüktür (EC,2004:162).
99
Çizelge 2.7. AB‟nde standart dıĢı istihdam edilenlerin toplam istihdama oranı (%),
2012
Geçici Çalışanlar
Toplam
AB 27
Belçika
Bulgaristan
Çek Cum.
Danimarka
Almanya
Estonya
Ġrlanda
Yunanistan
Ġspanya
Fransa
Ġtalya
Kıbrıs
Letonya
Litvanya
Lüksemburg
Macaristan
Malta
Hollanda
Avusturya
Polonya
Portekiz
Romanya
Slovenya
Slovakya
Finlandiya
Ġsveç
Erkek
13,7
8,1
4,4
8,3
8,6
13,9
3,5
10,1
10,2
23,4
15,0
13,8
15,1
4,7
2,6
7,6
9,4
6,8
19,3
9,3
26,8
20,5
1,7
17,0
6,7
15,5
15,9
Kısmi Süreli Çalışanlar
Kadın
13,2
7,0
4,9
6,9
7,9
13,9
4,7
9,9
8,9
22,1
14,2
12,9
9,0
6,3
3,5
7,2
10,3
6,1
18,2
9,3
27,3
20,7
2,0
15,6
6,4
12,6
13,8
Toplam
14,2
9,3
4,0
9,9
9,3
14,0
2,4
10,4
11,8
25,0
15,8
14,9
20,9
3,3
1,9
8,2
8,5
8,0
20,5
9,3
26,2
20,4
1,2
18,5
7,2
18,2
18,0
19,2
24,7
2,2
5,0
24,8
25,7
9,2
23,5
7,7
14,4
17,7
16,8
9,7
8,9
8,9
18,5
6,6
13,2
49,2
24,9
7,2
11,2
9,1
9,0
4,0
14,1
25,0
Erkek
Kadın
8,4
9,0
2,0
2,2
14,8
9,1
5,1
13,3
4,7
6,4
6,4
6,7
6,4
6,7
6,9
4,7
4,3
5,7
24,9
7,8
4,5
8,4
8,6
6,3
2,8
9,1
12,5
Ġngiltere
6,2
5,7
6,7
25,9
11,5
Kaynak: Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 24.09.2013).
Kendi Hesabına Çalışanlar
Toplam
Erkek
Kadın
32,0
43,5
2,5
8,6
35,8
45,0
13,3
34,9
11,8
23,9
30,0
31,0
13,1
11,0
10,7
36,1
9,3
26,2
76,9
44,4
10,6
14,2
9,7
12,2
5,5
19,4
38,6
14,5
13,1
10,5
16,8
8,4
10,5
8,2
14,8
31,4
16,3
10,6
22,4
13,7
10,3
9,6
8,0
10,9
13,0
14,7
11,1
18,5
16,8
18,2
11,9
15,4
12,6
8,8
18,5
16,5
13,4
20,3
11,5
13,3
11,8
22,1
36,9
19,9
14,2
27,2
18,9
12,6
12,0
8,7
13,5
16,8
18,0
13,4
22,3
20,0
23,7
15,6
19,8
16,8
12,3
9,9
9,0
7,3
12,0
5,3
7,3
4,6
6,5
23,4
11,9
6,6
15,8
8,2
8,0
7,3
7,0
8,0
6,4
10,8
8,4
13,9
13,4
11,2
7,5
9,8
8,2
5,0
42,3
13,9
18,3
9,0
Sonuç itibariyle standart dıĢı istihdam biçimleri büyük ölçüde güvencesizlikler
içermektedir. Standart dıĢı istihdam edilenlerin genellikle sosyal koruma sağlayan
yasal düzenlemelerin kapsamı dıĢında kaldıkları ve daha da önemlisi iĢ
güvencesine sahip olmadıkları bilinmektedir. Ayrıca standart dıĢı istihdam tam
zamanlı istihdama göre daha düĢük gelir sunmaktadır. Standart dıĢı istihdam
biçimleri
sayesinde
yükümlülüklerinden
iĢverenler
genellikle
kurtulabilmektedirler.
sosyal
Çünkü
güvenliğe
sosyal
iliĢkin
güvenlikten
yararlanabilmek için genellikle belirli sürelerde çalıĢmıĢ olmak yani iĢin düzenliliği
temel koĢuldur. Oysa standart dıĢı istihdam biçimleri sosyal güvenlik hakkından
yararlanma koĢullarını sağlayamamaktadır (Sapancalı,2005:158–159).
100
2.2.2.4. Eğitime iliĢkin göstergeler
Giderek artan bilgi temelli toplum ve ekonomide temel yeterliliklerden ve
niteliklerden yoksunluk, sosyal içermenin önündeki en büyük engellerden birini
oluĢturmaktadır. YaĢam boyu öğrenme fırsatına sahip olan, istihdam edilebilirlik ve
uyum sağlayabilirliğini geliĢtirebilen, kiĢisel geliĢimini artırabilen bireyler ile
bunların dıĢında kalan bireylerin varlığı toplumda ciddi bir bölünme tehlikesine
neden olabilmektedir. Yeterli niteliklere sahip olmayan bireyler uzun süre iĢgücü
piyasasının dıĢında kalmakta, iĢ bulabilseler dahi düĢük bir gelir elde ederek
çalıĢan yoksullar kategorisinde yer almaktadırlar (EC,2006:9).
Eğitim
sisteminden
kaynaklanan
nedenlerle
temel
eğitimi
baĢarıyla
tamamlayamama, yetiĢkinlik döneminde sosyal dıĢlanma açısından uygun bir
ortam yaratmaktadır. Çocukluk çağında yaĢanan eğitimden dıĢlanma, gittikçe
artan bir biçimde bireyin yaĢamının ileriki aĢamalarında diğer sosyal dıĢlanma
biçimleriyle karĢılaĢmasına da neden olmaktadır. Gerçekten, iyi eğitim almamıĢ
birey, meslek edinememekte, dolayısıyla iĢgücü piyasasından dıĢlanmakta; iĢgücü
piyasasından dıĢlanan birey gelirden ve tüketimden, konuttan ve sosyal
güvenlikten dıĢlanmakta; toplumla bağları kopmakta, suça yönelmekte ve
yabancılaĢmaktadır (Sapancalı,2005:176–177). Dolayısıyla eğitim ile sosyal
içerilme arasında doğrudan bir bağ söz konusudur. AB‟de istatistikler eğitim,
iĢgücü piyasasına katılım ve yoksulluk arasındaki doğrusal iliĢkiyi açıkça ortaya
koymaktadır.
101
20
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Düşük
Orta
İşsizlik Oranı
Yüksek
Çalışan Yoksulların Oranı
ġekil 2.6. AB‟nde eğitim, iĢsizlik, yoksulluk iliĢkisi, 2012
Kaynak:http://appsso.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 01.10.2014).
Günümüzde gençler, iĢgücü piyasasına girerken veya iyi bir iĢ ararken önemli
zorluklarla karĢı karĢıya kalmaktadırlar. Uygun niteliklere ve fırsatlara sahip
değilse düzgün bir iĢe girmesi giderek zorlaĢmaktadır. Ġyi bir eğitim almıĢ kiĢi, iyi
bir iĢe girme fırsatı elde edebileceği gibi, yaĢamı boyunca eğitim fırsatlarından da
faydalanma Ģansı yüksek olacaktır. Bu nedenle eğitime iliĢkin göstergeler sosyal
içerme politikaları açısından önem taĢımaktadır.
Leaken‟de kabul edilen sosyal içermeye iliĢkin on temel gösterge arasında
eğitime iliĢkin iki gösterge bulunmaktadır. Bunlar, 18–24 yaĢ arasında okul ve
eğitim sisteminden erken ayrılanlara iliĢkin sonuçlar ile OECD tarafından
uygulanan
Uluslararası
Öğrenci
Değerlendirme
Programı-PISA
(OECD
Programme for International Student Assessment) araĢtırma sonuçlarıdır 16.
AB‟nde, eğitim düzeyinin hızla yükseldiği görülmektedir. Buna rağmen, Birliğe
üye ülkelerin çoğunda, özellikle orta öğretim düzeyinde okulu terk eden gençlerin
sayısı hala yüksektir. Eğitim sürecini tamamlamadan okulu erken yaĢta terk eden
bu bireyler ileride iĢgücü piyasasının gereksinim duyduğu bilgi ve becerilerden
yoksun olarak iĢgücü piyasasına girmeye çalıĢacaklardır. Bilgi ve becerilerden
yoksun, yeterli donanıma sahip olmayan bu bireylerin düzgün bir iĢ bulma imkânı
16
Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.pisa.oecd.org.
102
sınırlı olacağı için, yoksulluk riski yüksek kiĢiler olarak sosyal içermenin önünde
ciddi bir tehdit oluĢturacaklardır (Sapancalı,2005/3:82).
35
30
25
20
15
10
5
Sl
ov
en
ya
Sl
ov
ak
y
Ç
ek a
C
u
Po m.
lo
ny
Li
a
tv
an
ya
İs
Av veç
us
Lü t ury
a
ks
em
bu
r
H
ol g
la
n
da
Fi
nl
an
di
D
an ya
im
ar
ka
İrl
an
da
Es
to
n
Al y a
m
an
y
Le a
t
Yu on y
na a
ni
st
an
Kı
br
ıs
Fr
an
M
s
ac
a
ar
is
ta
n
Be
Bu l çi k
a
lg
ar
is
ta
n
AB
27
İn
gi
lt
R ere
om
an
ya
İta
ly
Po a
rte
ki
z
M
al
t
a
İs
pa
ny
a
0
Erkek
Kadın
Toplam
ġekil 2.7. AB‟ye üye ülkelerde okul terk oranları (%), 2012
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 09.11.2012).
Eğitim, hem yoksulluk ve sosyal dıĢlanma risklerinin önlenmesinde hem de
toplumdaki en zayıf grupların topluma katılımının desteklenmesinde çok önemli bir
araç olarak görülmesine rağmen, 2012 yılı verilerine göre, AB 27‟de okuldan erken
ayrılanların oranı %12,8‟dir. Okulu terk etme eğilimleri erkeklerde (%14,5) kızlara
(10,9) oranla daha yüksektir. Bu oran %24,7 ile Ġspanya, %21,1 ile Malta ve %20,5
ile Portekiz‟de en yüksek düzeydedir. Ayrıca dikkati çeken bir baĢka nokta ise, eski
Doğu Bloku ülkelerinin hepsinde okul terk oranları AB ortalamasının altındadır ve
birçoğunda (Slovenya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Polonya) da en alt düzeydedir
(ġekil 2.7).
Bireysel becerilerin en detaylı biçimde ölçülmesinde, OECD tarafından
uygulanan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) tarafından
yapılan araĢtırmadan yararlanılmaktadır. AB düzeyinde benimsenen bu program,
15 yaĢındaki öğrencilerin okuma konusundaki performanslarını ölçmektedir.
Buna göre, 15 yaĢ içinde okuma performansı düĢük olanların 15 yaĢ nüfusa
oranı AB düzeyinde 2009–2012 yılları arasında fazla bir geliĢim göstermemiĢtir.
DüĢük performanslı öğrencilerin oranının en düĢük düzeyde olduğu ülke %9,1
103
(2012) ile Estonya‟dır. DüĢük performanslı öğrencilerin en yoğun olduğu ülkeler ise
%39 ile Bulgaristan, %37 ile Romanya‟dır.
45
40
35
30
25
20
15
10
5
2009
İta
Av lya
us
tu
r
M
ac ya
ar
is
ta
n
Sl
ov
en
ya
Li
tv
an
Lü
ya
ks
em
b
u
Yu
rg
na
ni
st
an
İs
ve
ç
Sl
ov
ak
Ro ya
m
an
Bu
ya
lg
ar
ist
an
AB
27
Es
to
ny
a
İrl
an
d
Po a
lo
ny
Fi
a
nl
an
di
y
Ho a
lla
nd
a
Al
m
an
Da
ya
ni
m
ar
ka
Be
lçi
ka
İn
gi
lt
Çe ere
k
Cu
m
.
Le
to
ny
İs a
pa
ny
Po a
rte
ki
z
Fr
an
sa
0
2012
ġekil 2.8. Okuma becerileri bakımından 15 yaĢ grubu düĢük performanslı
öğrenciler (%)*
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 09.11.2014)
* AB, PISA programında kullanılan skalada 1 ve daha altı düzeyde olanları düĢük performanslı olarak kabul
etmektedir.
2009 yılında yapılan araĢtırmada kötü bir performansa sahip Portekiz,
Ġspanya, Ġtalya, Yunanistan, Slovakya, Bulgaristan ve Romanya 2012 yılındaki
araĢtırmada geliĢim göstermiĢlerdir. Buna karĢılık, Avusturya, Slovakya, Ġsveç ve
Finlandiya 2009 yılındaki programa oranla daha kötü bir performans göstermiĢtir.
2.2.2.5. Sağlığa iliĢkin göstergeler
Sosyal içermenin en önemli boyutlarından biri de sağlıklı olmaktır. Fiziksel ve
ruhsal sağlığı yerinde olan bireyler, toplumsal faaliyetlere katılabilir ve insanlarla
düzgün iletiĢim kurabilirler. Bu nedenle hasta ve sakat kiĢiler her dönemde
toplumun dıĢına itilmiĢ bireyler olarak kabul edilmiĢlerdir. Hastalık ve sakatlık,
çalıĢamama
ve
gelir
elde
edememenin
en
önemli
sebeplerinden
birini
oluĢturmaktadır.
Hollanda‟da yapılmıĢ bir araĢtırmada, sağlıklı olmamanın düĢük gelirli olmaya
göre sosyal dıĢlanmayla daha doğrudan bir bağ oluĢturduğu tespit edilmiĢtir
104
(Tamsma,Berman,2004:16). Bu nedenle özellikle son yıllarda sağlık bakımı ve
uzun süreli bakım, AB sosyal içerme ve sosyal koruma politikalarının önemli bir
parçası haline gelmiĢtir.
AB sosyal içerme yaklaĢımında sağlığa iliĢkin en önemli gösterge, doğuĢtan
yaĢam beklentisi oranlarıdır. ÇalıĢmanın bu kısmında ayrıca Birlik üyesi ülkelerde
doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisi ile ülkelerin GSYH içinde sağlık
harcamalarının oranına iliĢkin göstergelerden yararlanacağız.
Bu bağlamda Birlik üyesi ülkelerdeki doğuĢtan yaĢam beklentisi rakamlarına
baktığımızda, Avrupa uluslarının çoğunda karakteristik bir özellik olarak insanların
ortalama yaĢam sürelerinin uzun olduğu görülmektedir. Bu süre giderek daha da
artmaktadır. Birlik içinde erkekler için doğuĢtan yaĢam süresi beklentisi 2003
yılında 74,6 iken, 2012 yılında bu rakam 77,5‟e yükselmiĢtir. Kadınlar içinse söz
konusu rakamlar sırasıyla 80,8 ile 83,1‟dir.
Birlik üyesi ülkelerde doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisine iliĢkin
göstergelere baktığımızda ise; 2012 yılı itibariyle, AB 27‟de doğuĢtan sağlıklı
yaĢam süresi beklentisi kadınlarda 62,1 yıl iken, erkeklerde 61,5 yıldır. Hem
kadınlarda hem de erkeklerde en yüksek sağlıklı yaĢam süresi beklentisi Ġsveç,
Malta ve Lüksemburg‟dadır.
80
70
60
50
40
30
20
10
A
B
27
B
e
B lçi
ul
k
ga a
ris
Ç tan
ek
D Cu
an m
im .
a
A rka
lm
an
y
E a
st
on
ya
İr
Y lan
un d
an a
is
ta
İs n
pa
ny
F a
ra
ns
a
İta
ly
a
K
ıb
rıs
Le
to
n
Li ya
tv
Lü an
ks ya
em
M bu
ac rg
ar
is
ta
n
M
al
H ta
ol
la
A nd
vu a
st
ur
y
P a
ol
on
y
P a
or
te
R kiz
om
a
S n ya
lo
ve
n
S ya
lo
va
F ky
in
a
la
nd
iy
a
İs
ve
İn ç
gi
lte
re
0
Kadın
Erkek
ġekil 2.9. AB üyesi ülkelerde doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisi, 2012
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 09.10.2014).
105
Toplam sağlık harcamaları, AB‟ye üye ülkeler arasında önemli ölçüde farklılık
göstermektedir. ġekil 2.10‟da görüldüğü gibi, mevcut sağlık harcamalarının payı,
AB‟ye üye dört devlette (Fransa, Almanya, Hollanda ve Avusturya) gayri safi yurtiçi
hasılanın yaklaĢık %11'ini aĢmaktadır. Bu ülkeler, neredeyse Romanya ve
Estonya‟da kaydedilen sağlık harcamalarının (GSYH‟nin yaklaĢık %6‟sı) iki katı
kadar harcama yapmaktadırlar. Sağlık harcamalarının en yüksek düzeyde olduğu
bu ülkelerde söz konusu oranlar ise, Hollanda‟da 12,1, Fransa‟da 11,6,
Almanya‟da 11,3 ve Avusturya‟da 11,1‟dir.
14,00
12,00
10,00
8,00
2012
6,00
4,00
2,00
a
Fr
an
sa
H
ol
la
nd
a
A
lm
an
y
B
el
çi
ka
A
vu
st
ur
ya
P
or
te
ki
z
İs
ve
ç
a
P
ol
on
ya
Li
tv
an
ya
Ç
ek
C
um
.
S
lo
va
ky
a
M
ac
ar
is
ta
n
S
lo
ve
ny
a
Fi
nl
an
di
ya
Y
un
an
is
ta
n
İs
pa
ny
a
E
st
on
y
R
om
an
ya
0,00
ġekil 2.10. AB‟ye üye ülkelerde sağlık harcamalarının GSYH‟ya oranı (%)
Kaynak:
http://appsso.eurostat.ec.europa.eu/nui/show.do?dataset=hlth_sha_hc&lang=en
(EriĢim:
16.09.2014).
* Ġspanya, Litvanya, Hollanda, Portekiz, Romanya, Slovenya, Slovakya ve Finlandiya‟ya ait veriler 2011 yılı
verileridir.
2.2.2.6. Sosyal güvenliğe iliĢkin göstergeler
Sosyal güvenlik, “her yurttaĢın, elden geldiğince çalıĢmak ve katkıda
bulunmak koĢuluyla herhangi bir gerekçeye (hastalık, kaza, iĢsizlik, yaĢlılık gibi)
bağlı olarak çalıĢamadığı ve kendisi ile bakmakla yükümlü olduğu kiĢilere onurlu
bir yaĢam için yeterli geliri sağlayamadığında, yoksulluktan kurtaracak ve bir gelire
sahip olmasını sağlayacak” bir sistemdir (Bauman,1999:71).
Sosyal güvenliğin temel amacı yoksullukla mücadeledir. Dolayısıyla, sosyal
güvenlik sosyal içerilme politikalarında en etkin araç durumundadır. Bununla
birlikte, sosyal güvenliğe eriĢememe sosyal dıĢlanmanın en uç görünümlerinden
birini oluĢturmaktadır.
106
Sosyal koruma, bir ülkede yaĢayanların sosyal risklere karĢı korunmaları için
düzenlenmiĢ olan tüm toplu transfer sistemlerine denir (Erdoğdu,2005:20). Bireyin
insan onuruna yaraĢır bir yaĢam sürdürebilmesi için, gelir güvencesizliği
karĢısında yaĢam koĢullarını geliĢtirmek ve yaĢam düzeyinin gerilemesini önlemek
için kamusal alanda gelirin yeniden dağıtımı yoluyla sağlanan gelir ve hizmet
desteklerinin tümünü kapsayan sistemdir (Kapar, 2005:9).
Sosyal korumanın en önemli iĢlevi, bireyi yoksulluk ve risklerden koruyarak,
toplumsal katılımı ve kaynaĢmayı gerçekleĢtirmektir. Dolayısıyla sosyal koruma
sistemleri sosyal içerme politikalarında en etkin araçların baĢında gelmektedir.
Sosyal koruma sistemleri düĢük gelirli gruplara yönelik sosyal yeniden
dağılım iĢlevi görerek yoksulluk riskinin azaltılmasına yardımcı olmaktadır. Sosyal
koruma kapsamında yapılan sosyal transferler sonrasında yoksulluk riskinin
AB‟nde ciddi bir biçimde azalma gösterdiği görülmektedir. AB‟nde yaĢlılık ve ölüm
aylıkları da dâhil olmak üzere sosyal transferler öncesi yoksulluk riski oranı (2012
yılı itibariyle) %44, yaĢlılık ve ölüm aylıkları hariç olmak üzere sosyal transferler
öncesi yoksulluk riski %24,8 olarak hesaplanırken, sosyal transferler sonrasında
yoksulluk riski oranlarında ciddi bir gerileme yaĢanmaktadır ki, bu AB‟nde sosyal
koruma sistemlerinin önemli bir baĢarısı olarak değerlendirilmektedir (bkz. Çizelge
2.4,2.5).
EUROSTAT verilerine göre AB(27) ülkelerinin sosyal koruma harcamalarının
2011 yılında GSYH‟ye oranı %29,1‟dir. Bu oran ülkeler arasında %15,1 ile %34,2
arasında değiĢmektedir. Sosyal koruma harcamalarına ulusal gelirden en yüksek
pay ayıran ülkeler; Fransa (%33,4), Danimarka (%34,2), Hollanda (%32,3), Belçika
(%30,4), Yunanistan (%30,2) ve Finlandiya (%30)‟dır. En düĢük pay ayıran ülkeler
ise; Letonya (%15,1), Estonya (%16,1) ve Romanya (%16,3)‟dır.
Doğal olarak birçok faktör sosyal koruma sisteminin düzeyini ve kapsamını
etkilemektedir. Ülkenin demografik yapısı, iĢsiz miktarı, özel sosyal hizmetlerin
rolü, ekonomik durum ve teknolojik geliĢmeler gibi faktörler, sosyal koruma
harcamalarının miktarında belirleyici rol oynamaktadır (EuroStat,2008:2).
107
Çizelge 2.8. AB ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının milli gelire oranı (%),
2006–2011
AB 27
Danimarka
Fransa
Hollanda
Belçika
Yunanistan
Finlandiya
Avusturya
İsveç
İtalya
İrlanda
Almanya
İngiltere
Portekiz
İspanya
Slovenya
Macaristan
Kıbrıs
Lüksemburg
Çek Cum.
Polonya
Malta
Slovakya
Bulgaristan
Litvanya
Romanya
Estonya
Letonya
2006
26,7
29,2
31,3
28,8
27,0
24,8
26,4
28,2
30,4
26,5
18,3
29,0
25,9
24,5
20,5
22,7
22,5
18,5
20,4
18,0
19,4
18,3
16,4
14,2
13,3
12,8
12,1
12,7
2007
26,1
28,8
30,9
28,3
26,9
24,8
25,4
27,8
29,2
26,6
18,9
27,9
25,0
23,9
20,7
21,3
22,7
18,2
19,3
18,0
18,1
18,0
16,1
14,1
14,4
13,6
12,1
11,3
2008
26,8
29,4
31,3
28,5
28,1
26,2
26,2
28,4
29,5
27,7
22,3
28,1
26,1
24,3
22,1
21,4
22,9
19,5
21,4
18,0
18,6
18,4
16,1
15,5
16,1
14,3
14,9
12,7
2009
29,6
33,2
33,6
31,6
30,4
28,0
30,4
30,6
32,0
29,9
27,4
31,5
28,9
27,0
25,3
24,2
23,5
21,1
24,0
20,3
19,2
20,0
18,8
17,2
21,2
17,1
19,3
16,9
2010
29,4
33,3
33,8
32,1
29,9
29,1
30,6
30,4
30,4
29,9
29,6
30,7
28,0
27,0
25,7
24,8
23,1
21,6
22,7
20,1
18,9
19,8
18,6
18,1
19,1
17,6
18,1
17,8
2011
29,1
34,2
33,4
32,3
30,4
30,2
30,0
29,8
29,7
29,7
29,6
29,4
28,0
26,5
26,1
25,0
23,0
22,8
22,5
20,4
19,2
18,7
18,3
17,7
17,0
16,3
16,1
15,1
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=
tps00098&plugin=1 (EriĢim: 16.09.2014).
AB ülkelerinde sosyal güvenliğe ayrılan harcamalar dünya üzerindeki birçok
ülke ile karĢılaĢtırıldığında olumlu bir görüntü vermektedir. Bu büyük ölçüde
Avrupa sosyal refah devleti geleneğinin bir parçasıdır. Ancak, giderek yaĢlanan
nüfus, artan iĢsizlik ve küresel rekabetin yarattığı ekonomik güçlüklerin sosyal
güvenliğe karĢı önemli bir tehdit oluĢturacağı ve bu durumun ise Birlik içerisinde
sosyal dıĢlanma riskini daha da arttıracağı konusunda kaygılar yaĢanmaktadır.
Sosyal koruma sistemlerinin varlığı siyasi istikrar, sosyal bütünlük ve
ekonomik ilerleme açısından Avrupa sosyal modelinin temeli olmuĢtur. Sosyal
korumanın güçlü olduğu ülkelerde nispi yoksulluk oranının düĢük olması, sosyal
koruma ve sosyal içerme arasındaki güçlü bağı göstermektedir.
108
Çizelge 2.9. Sosyal koruma harcamalarının sigorta dalları arasında dağılımı (%)
YaĢlılık ve
Ölüm Aylığı
Hastalık ve
Sağlığın
Korunması
Sakatlık
ĠĢsizlik
Aile ve Çocuk
Konut ve
Sosyal
DıĢlanma
2010
2011
2010
2011
2010
2011
2010
2011
2010
2011
2010
2011
AB 27
45,6
45,9
29,4
29,6
7,5
7,5
5,9
5,5
8,0
8,0
3,6
3,6
Belçika
39,4
39,8
28,6
28,8
7,5
7,5
13,3
12,8
7,7
7,8
3,6
3,3
Bulgaristan
51,5
50,2
24,2
26,0
8,0
7,9
3,4
3,5
11,4
11,0
1,5
1,5
Çek Cum.
47,2
48,9
32,3
31,9
7,8
7,6
4,2
3,6
6,8
5,9
1,7
2,1
Danimarka
42,2
43,4
21,3
21,0
12,7
12,4
5,6
5,5
13,1
12,5
5,1
5,3
Almanya
40,3
40,3
32,5
33,3
7,8
7,9
5,8
4,7
10,9
11,1
2,8
2,8
Estonya
44,2
44,0
26,8
28,0
10,9
11,5
4,2
3,0
12,8
12,4
1,1
1,2
Ġrlanda
24,0
23,5
41,5
45,0
4,8
4,4
12,7
11,5
13,2
12,0
3,7
3,6
Yunanistan
50,1
52,1
29,2
25,9
4,7
4,9
6,1
7,4
6,4
6,2
3,6
3,5
Ġspanya
42,8
43,9
28,4
27,4
7,0
7,1
14,1
14,6
6,0
5,4
1,8
1,7
Fransa
45,1
45,6
29,2
29,0
6,4
6,5
6,2
6,0
8,0
7,9
5,0
5,0
Ġtalya
60,7
61,5
25,5
24,8
5,9
5,8
2,9
2,9
4,6
4,8
0,4
0,3
Kıbrıs
46,8
48,1
22,9
22,7
3,4
3,4
4,9
5,4
9,8
9,0
12,2
11,4
Letonya
53,5
54,9
20,8
21,3
7,6
8,7
7,4
4,8
8,5
7,6
2,2
2,7
Litvanya
43,6
44,2
26,0
27,8
10,1
9,6
4,4
3,4
12,1
10,4
3,9
4,7
Lüksemburg
36,2
37,4
25,5
25,4
11,4
11,7
5,6
5,3
17,8
16,5
3,6
3,7
Macaristan
46,2
46,3
25,3
27,8
8,3
7,5
4,0
3,7
13,3
12,5
2,9
2,2
Malta
54,9
54,7
29,3
29,3
4,4
4,1
2,8
2,8
6,2
6,4
2,5
2,7
Hollanda
39,3
39,4
35,3
35,7
8,1
7,8
5,2
4,8
4,1
4,0
8,0
8,4
Avusturya
49,6
50,1
25,4
25,7
7,5
7,6
5,7
5,2
10,3
9,8
1,6
1,7
Polonya
60,4
58,1
24,1
23,1
8,0
8,9
2,2
1,5
4,2
7,2
1,1
1,1
Portekiz
51,7
55,2
27,6
25,1
8,2
8,3
5,7
5,5
5,5
4,9
1,4
1,2
Romanya
50,6
53,7
25,5
25,1
9,1
9,0
3,2
1,6
9,6
8,9
1,9
1,7
Slovenya
46,5
47,0
32,3
31,6
7,2
6,9
2,8
3,3
8,9
8,9
2,4
2,4
Slovakya
42,8
43,5
30,6
30,4
8,7
8,9
5,5
4,7
9,7
9,9
2,8
2,6
Finlandiya
39,2
40,0
25,2
25,5
12,1
11,9
8,2
7,0
11,1
11,2
4,2
4,4
Ġsveç
42,5
42,5
24,8
25,6
13,9
13,5
4,6
4,0
10,4
10,6
3,9
3,9
Ġngiltere
45,0
44,5
31,1
32,6
7,6
7,3
2,7
2,6
7,3
6,9
6,3
6,2
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/social_protection/data/main_tables (et: 16.09.2014).
Sosyal koruma harcamalarının yapısına bakıldığında, sosyal koruma
yardımlarının %96, yönetim maliyetlerinin %3, diğer harcamaların ise %1 oranında
109
olduğu görülmektedir17. AB‟nde sosyal koruma harcamaları içinde yaklaĢık %45,9
ile en büyük grubu yaĢlılık (emeklilik) ve ölüm yardımları oluĢturmaktadır. Hastalık
ve sağlık bakımına iliĢkin yardımlar ise %29,6 ile sosyal koruma harcamaları
içinde ikinci büyük grubu oluĢturmaktadır. Bunları sırasıyla aile yardımları (%8),
sakatlık yardımı (%7,5), iĢsizlik yardımları (%5,5), barınma yardımları (%2,1) ve
sosyal dıĢlanma yardımları (%1,5) izlemektedir (Çizelge 2.9).
ĠĢsizlik sosyal koruma sistemlerinin önemli bir problemi gibi görülse de
iĢsizlere yapılan transferler sosyal harcamaların yalnızca %6‟sını oluĢturmaktadır.
Birlik içerisinde iĢsizlik özellikle sosyal dıĢlanma bağlamında Birliğin üzerinde
durduğu önemli bir risk iken, iĢsizliğe ayrılan sosyal koruma harcamalarının önemli
ölçüde düĢüĢ göstermesinin nedeni, iĢsizlikle mücadelede aktif politikaların
giderek pasif politikaların önüne geçmeye baĢlamasıdır.
Birlik içerisinde sosyal koruma harcamalarının finansmanı, ağırlıklı olarak
(%57,5) ücretli çalıĢma karĢılığı sosyal taraflardan (hem iĢçi hem de iĢverenden)
alınan sigorta prim kesintilerinden sağlanmaktadır. Finansman kaynaklarının %38‟i
ise vergilerle finanse edilen genel hükümet desteklerinden oluĢmaktadır. Bu
oranlar ülkeden ülkeye değiĢmektedir. Danimarka, Ġrlanda ve Kıbrıs‟ta vergilerle
finanse edilen hükümet katkısı harcamaların finansmanında önemli bir yere
sahipken, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Ġspanya, Fransa, Letonya, Litvanya,
Macaristan, Hollanda, Avusturya, Slovenya ve Slovakya‟da ise harcamalar ağırlıklı
olarak iĢçi ve iĢverenlerden kesilen primlerle finanse edilmektedir18 .
2.3. Avrupa Birliği’nde Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar
KüreselleĢme ve onun beraberinde getirdiği sosyo-ekonomik sorunlar,
giderek öne çıkan yeni kimlik tartıĢmaları ve artan mikro milliyetçilik, kitlesel
iĢsizlikler ve bunun sebep olduğu toplumsal sancılar, ekonomik boyut ile beraber
sosyal düzenlemelerin de gündeme gelmesini sağlamıĢtır.
17
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/statistics/search_database (e.t: 05.10.2014)
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/index.php/Social_protection_-_main_indicators (EriĢim:
17.11.2012).
18
110
Küresel krizler ile beraber artan iĢsizlik, yaĢlı nüfusun artıĢına bağlı olarak ek
sosyal güvenlik harcamalarının söz konusu olması, gelir dağılımı dengesinin
bozulması, nitelikli iĢçilerin ücret artıĢına karĢılık vasıfsız elemanların ücret
kayıpları, artan uyuĢturucu kullanımı, bölgesel ve uluslararası ekonomik ve siyasal
krizlerin beslediği bölgesel ve uluslararası yasal/yasa dıĢı göçler ile beraber,
2000‟lerden sonra sosyal dıĢlanma sorununun önemini artırmıĢtır.
Ulusal politikalara yoksullukla mücadelenin eklenmesi yoksulluk ve sosyal
dıĢlanma konusunda siyasi farkındalığı artırmıĢ olup, konuyu ulusal gündemde
daha yukarılara taĢımıĢtır. Yoksullukla mücadele ve sosyal dıĢlanma konusundaki
bu farkındalık üye ülkeleri politikalarını ciddi Ģekilde gözden geçirmeye sevk etmiĢ
olup, ülkelerin hangi alanlarda ne derece baĢarılı olduğunu ortaya koyarak diğer
ülkelerin uygulamalarında iyileĢtirme yapması konusunda Ģevk edici olmuĢ ve
sosyal içerme için AB hareketi aĢağıdaki temel konularda uzlaĢma sağlamıĢtır
(Atkinson vd.,2002).
- Nesilden nesile geçen kısır döngüyü kırarak çocuk yoksulluğunu ortadan
kaldırma,
- Aktif içermeyi ön plana çıkararak toplumda ve iĢgücü piyasalarındaki zayıf
gurupları güçlendirme,
- Herkes için insanca barınma imkânının sağlanması,
- Engelliler,
etnik
azınlıklar
göçmenler
ve
diğer
zayıf
grupların
entegrasyonunu artırma ve ayrımcılığın üstesinden gelme,
- Finansal dıĢlanma ve aĢırı borçluluğun üstesinden gelme.
Sosyal içerme, 2000 yılında Lizbon'da Avrupa Birliği'nin 2010 yılı itibarı ile
sürdürülebilir bir ekonomik büyüme kapasitesine sahip, daha fazla iĢ ve sosyal
bütünleĢmeye ve çevreye önem veren dinamik ve rekabetçi bir ekonomi olma
hedefi doğrultusunda çizilen hedeflere ulaĢmada izlenecek baĢlıca politika olarak
ortaya konmuĢtur. Bu doğrultuda sosyal içerme sürecinde ilk hedefler aĢağıdaki
gibi belirlenmiĢtir (O‟Connor,2005:345-361):
111
- OrtaklaĢa belirlenen göstergeler temelinde sürekli diyalog, bilgi ve en iyi
uygulamaların değiĢimi yoluyla sosyal dıĢlanmanın daha iyi anlaĢılmasını
sağlamak,
- ĠĢ, eğitim, sağlık, mesleki eğitim ve konut alanında üye ülkelerin
dayanıĢmasını teĢvik etmek: mevcut bütçe çerçevesini göz önünde
bulundurarak yapısal fonların kullanımını sağlamak,
- Öncelikli hedef gruplarının (azınlıklar, çocuklar, yaĢlılar ve engelliler gibi)
önceliklerini belirlemek ve en uygun eylemi üye ülkelere bırakmak.
ÇalıĢmanın bu kısmında AB‟nin sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik baĢlıca
politikalarından bahsedilecektir.
2.3.1. Aktif Ġçerme
Aktif içerme, Avrupa Birliği‟nin sosyal dıĢlanma ile mücadele sürecinde
kullandığı
politika
araçlarından
biridir.
Lizbon
stratejisinin
yeniden
değerlendirilmesi sonucunda, istihdam ve ekonomik büyüme konularına ağırlık
verilerek Lizbon‟un sosyal boyutuna vurgu yapılmıĢtır. Sosyal içermenin istihdam
ve sosyal güvenlik politikaları ile birleĢtirilip aktif içerme uygulamalarının yapılması
teĢvik edilmiĢtir.
Aktif içerme, Avrupa Komisyonu‟nun 2006 yılında istihdam ve sosyal içerme
politikalarını bütünleĢtirme ihtiyacı doğrultusunda geliĢtirdiği bir kavramdır. Aktif
içerme kavramı ile üye ülkelerde çalıĢabilecek insanların emek gücünü harekete
geçirme
ve
çalıĢamayacak
insanlara
yeterli
desteğin
sağlanması
amaçlanmaktadır. Komisyon politikalarını yeterli gelir desteği, içermeci emek
piyasalarına eriĢim ve sosyal hizmetlerde kalite standartlarını temel alarak
oluĢturmaktadır19.
Aktif içerme, iĢ fırsatları ve mesleki eğitim ile emek piyasalarına bağ kurarak
bunu insanlara onurlu bir yaĢam sağlamak için belirli bir seviyede gelir desteği
sağlanması ile birleĢtirerek sosyal hizmetlere daha iyi eriĢimi sağlamayı
hedeflemektedir. Aktif içerme bu doğrultuda emek piyasalarının sınırındaki
19
SOLIDAR. “Facing New Challenges: Promoting active inclusion through social innovation”, November 2012,
http://www.solidar.org/IMG/pdf/56_solidarbriefing_social_innovation_active_inclusion-2.pdf
112
insanları
hedefleyerek
“güvenceli
esneklik
(flexicurity)”
yaklaĢımını
tamamlamaktadır.
Güvenceli esneklik ile iĢgücü piyasa yapısının, nispi olarak firmaların iĢçi
çıkarmalarını ve iĢçilerin iĢten ayrılmalarını kolaylaĢtırarak esnekleĢmesi ve bunun
yanında çalıĢanların uğradıkları gelir kayıpları karĢısında en iyi Ģekilde
korunmalarını ve yeniden istihdam edilmelerinin sağlanması hedeflenmektedir
(Derici, 2006).
Aktif
içerme
istihdama
kiĢiselleĢtirilmiĢ
geçiĢ
yolları
oluĢturarak
ve
çalıĢamayacak insanların onurlu Ģekilde yaĢamasını ve topluma mümkün
olduğunca
katkıda
bulunmalarını
sağlayarak
aktif
refah
devletini
Ģekillendirmektedir. Bu nedenle aktif içerme Lizbon stratejisine katkıda bulunmakla
beraber Avrupa Birliği'nin Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi'nin sosyal boyutunda
bir önemli yapı taĢı olarak yer almıĢtır (COM,2007:3) .
Etkin bir aktif içerme politikası için gereklilikler Ģu Ģekilde tanımlanmıĢtır:
- Aktif içerme iĢgücü piyasalarına olabildiğince katılımlarının sağlanması ve
temel hakların tesis edilmesi,
- Herkes için onurlu bir yaĢamı sağlayacak, istihdam ile bağımsız, özellikle
asgari
gelir
Ģemalarının
önceliklerinde
yer
alacak
asgari
gelirin
sağlanması,
- Aktif içerme politikaları, çalıĢan ve toplumda diğer faaliyetlere katılan
bireylere eĢlik edecek özel destek hizmetleri ve ölçümleri sağlamalıdır,
- Herkes için eğitim, ulaĢım ve sosyal hizmetler yüksek standartlardaki
hizmetlere eriĢimin sağlanması ve bunların aktif içermenin temel yapıtaĢı
olarak güvence altına alınması,
- Aktif içerme politikaları mevcut iĢlerin sayısını ve kalitesini artırarak
ayrımcılığı ortadan kaldırma yönünde ilerlemelidir,
- Aktif içerme politikaları kiĢilerin geleceklerini belirlemede ve onları
etkileyecek
duymaktadır.
politikaların
oluĢturulmasında
kiĢilerin
katılımına
gerek
113
2.3.2. Avrupa Sosyal Fonu
Avrupa Sosyal Fonu (ASF), 1957 tarihli Roma anlaĢması ile kurulan ve Birlik
içerisinde yer alan dört yapısal fondan biridir. Genel olarak iĢgücü piyasasındaki
uyumsuzlukların ortadan kaldırılmasına yönelik projeler geliĢtirilmesi ve bu
projelerin mali olarak desteklenmesi için oluĢturulmuĢtur. ĠĢçilerin istihdamını
kolaylaĢtırmak, coğrafi ve mesleki hareketliliklerini artırmak, sanayi ve üretim
sistemlerindeki değiĢime uyumlarını sağlamak amacıyla kurulmuĢ olan Fon,
Avrupa Komisyonu tarafından idare edilmektedir.
Sosyal içerme politikalarının uygulanmasında yararlanılan en önemli finansal
araç ASF‟dir. Aynı zamanda ASF sosyal dıĢlanmayla mücadelede anahtar bir rol
oynayan politika aracıdır. 2000–2006 döneminde Fon içerisindeki parasal
kaynakların büyük bir kısmının sosyal dıĢlanmayla mücadelede kullanılacağı
beklentisi ifade edilmiĢtir ve birçok üye ülkede hazırlanan projeler bu kapsamda
desteklenmiĢtir (EC,2006a:31).
Fonun temel misyonu, iĢsizliği önlemede ve iĢsizlikle mücadelede yardımcı
olmak, Avrupalı iĢgücünü ve iĢletmeleri karĢılaĢabilecekleri yeni sorunlara karĢı
donanımlı hale getirmek ve insanların iĢgücü piyasası ile bağlarının kopmasına
engel olmaktır20. ASF, Birliğin uzun dönemdeki içerme hedeflerine, iyileĢme
sürecine ve sosyal uyumun sağlanmasına destek olmaktadır (EC,2010a:6). 2000–
2006 dönemi eylemlerine bakıldığında sosyal içermenin geliĢtirilmesi, aktif iĢgücü
piyasası politikaları, uyum sağlayabilme, yaĢam boyu öğrenme ve kadınların
iĢgücü piyasasına katılımı ile birlikte Fonun beĢ öncelikli alanı arasında yer
almıĢtır. Bu bağlamda Fon tarafından çeĢitli üye ülkelerde baĢarılı olarak
nitelendirilen çok sayıda sosyal içerme projesi desteklenmiĢtir21.
1 Ocak 2007 yapısal fonlar açısından yeni bir dönemin baĢlangıcıdır. 2007–
2013 yıllarını kapsayan yeni süreçte fonlara iliĢkin önemli değiĢimler söz
konusudur. Bu yeni dönemde ASF ile politik yapı (AĠS) arasındaki bağın daha da
güçlendirileceği ve böylece ASF‟nin istihdam amaçlarına ve Lizbon hedeflerine
daha fazla katkı sağlayabileceği vurgulanmaktadır. Yeni dönemde tam istihdam,
20
21
http://ec.europa.eu/employment_social/esf2000/faqs_en.html (EriĢim: 29.11.2012).
http://ec.europa.eu/employment_social/emplweb/esf/esf_success_en.cfm (EriĢim: 29.11.2012).
114
iĢte kalite ve verimlilik ile sosyal kaynaĢma ve sosyal içermeyi içeren üç önemli
hedef ortaya konulmuĢtur.
2007–2013 yıllarını kapsayan yeni düzenlemede, ASF önceden tespit edilen
ve yönetilen ekonomik ve sosyal değiĢimler için destek olacaktır. Bu bağlamda
yatırımlar dört kilit alana odaklanacaktır. Bu alanlar;
- ÇalıĢanların ve iĢletmelerin uyum sağlayabilirliğini arttırmak,
- Ġstihdama eriĢimi ve iĢgücü piyasasına katılımı güçlendirilmek,
- Ayrımcılıkla mücadele ve dezavantajlı grupların iĢgücü piyasasına
eriĢiminin kolaylaĢtırılmasıyla sosyal içermeyi sağlamlaĢtırmak,
- Sosyal içerme ve istihdam alanlarında gereken reformlar için ortaklığı
ilerletmek olarak belirlenmiĢtir22.
Bu hedeflerden de anlaĢılacağı üzere, ASF yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile
mücadelede ana temelini büyüme ve iĢ yaklaĢımından alan bir strateji
oluĢturmuĢtur.
2.3.3. Asgari Gelir Desteği Uygulamaları
Toplumların, asgari gelir güvencesi sağlanması hususunda, birbirinden farklı
iki temel yaklaĢımı benimsedikleri görülmektedir. Bunlar, karĢılıksız olarak geliri
güvence altına alan yaklaĢım ile bir çalıĢma karĢılığı gelirin güvence altına
alınmasını öngören yaklaĢımdır.
2.3.3.1. KarĢılıksız asgari gelir yaklaĢımı
Sosyal dıĢlanmayla mücadelede en etkin araç, herhangi bir karĢılık
beklenmeksizin, devlet tarafından asgari bir gelirin güvence altına alınması ve
bunun bir hakka dönüĢmesidir. Sosyal dıĢlanma, yoksulluktan farklı olarak sadece
bir gelir yetersizliği değil, bir hak ve yaĢamın sunduğu fırsatlardan yararlanamama
durumudur. Bu bağlamda yurttaĢlık hakları olarak ifade edilen sivil ve siyasal
katılım haklarının yanı sıra, eğitim, sağlık, güvenlik, barınma, kültür ve diğer toplu
22
http://ec.europa.eu/employment_social/esf2000/2007-2013_en.html (EriĢim: 30.11.2012)
115
hizmetlere
eriĢim
yetersizliği
bir
yandan
sosyal
dıĢlanmanın
kaynağını
oluĢtururken, diğer yandan da yoksulluk ve iĢsizlik gibi sonuçlara yol açmaktadır.
Sosyal dıĢlanma ile mücadelede kullanılan oldukça etkin politika araçlarından
biri olan güvenceli asgarî gelir uygulaması, son yıllarda özellikle AB‟de, yoksulluk
ve sosyal dıĢlanmaya karĢı hukuki çözüm arayıĢlarının sonucu olarak sıkça dile
getirilen bir nevi sosyal kurum haline gelmiĢtir. Bu uygulama, sosyal bakımdan
dıĢlanmıĢ fert ve grupların, asgarî seviyede geçim imkânlarına kavuĢturulması için,
devletçe sağlanan bir tür sosyal yardım Ģeklinde tanımlanabilir (Sapancalı,2005:
211).
Nitekim Avrupa Konseyi‟nin 2000 yılında yayınladığı, Avrupa Sosyal ġartı:
Temel Rehber (European Social Charter: A Short Guide) baĢlıklı dokümanda,
asgarî gelir desteği uygulaması, sosyal yardımdan yararlanabilecek durumdaki
herkese yönelik yaygın bir uygulama olarak gündeme getirilmiĢtir. Bugün de AB
üyelerinin ve AB‟ye aday ülkelerin büyük çoğunluğunda asgarî gelir desteği
uygulaması bulunmaktadır.
Asgarî gelir desteği uygulaması, çalıĢma iliĢkilerinin nüfusun önemli bir
kısmını dıĢarıda bırakması nedeniyle düĢünülmektedir. Mevcut katkılı sosyal
güvenlik sisteminin genç iĢsizler, uzun süreli iĢsizler, tek ebeveynli aileler gibi bazı
dıĢlanmıĢ
kesimleri
kapsamaması,
bu
uygulamanın
temel
gerekçesini
oluĢturmaktadır.
Esasen, sürekli ve formel bir iĢe sahip olabilen insanlar, iĢsiz kaldıklarında
iĢsizlik sigortasından faydalanabilmektedirler; oysa yaĢamının hemen hemen
hiçbir sahasında formel iliĢkilerle çalıĢmamıĢ veya sürekli bir iĢi olmamıĢ insanlar,
iĢsizlik sigortasına hak kazanamadıkları gibi, sistemin diğer ödemelerinden dahi
pay alamamaktadırlar. Bunun sebebi refah sisteminin, herkesin er ya da geç iĢ
bulabileceği, iĢsizliğin geçici olduğu varsayımı üzerine inĢa edilmiĢ olmasıdır.
Dolayısıyla yeni koĢulların yeni önlemler gerektirdiği anlaĢılınca bir nevi yurttaĢlık
maaĢı olarak algılanabilecek asgarî gelir desteği uygulaması ortaya çıkmıĢtır. Söz
konusu uygulamanın mantığını, sistemin piyasa iliĢkileri aracılığıyla dıĢladığı
116
fertleri, sosyal politikalar yolu ile yeniden topluma dâhil etmek oluĢturmaktadır
(Uslu,2004).
Balcı‟ya göre (güvenceli) asgarî gelir desteği kavramı, toplumun yoksul ve
egemen yaĢam tarzından dıĢlanmıĢ olan kitlelerinin asgarî seviyede geçim
imkânlarına eriĢtirilmesi ve toplumla olan bağlarının kuvvetlendirilmesi amacıyla
devletçe gerçekleĢtirilen bir tür sosyal yardım desteği olarak ifade edilmektedir
(Balcı,2002). Kısacası söz konusu destek faaliyeti, geliri belirli bir düzeyin altındaki
bütün
vatandaĢlara,
kamu
kaynaklarından
düzenli
olarak
yapılan
nakit
transferlerini içermektedir.
Birçok ülkede sosyal yardım olarak ifade edilen güvenceli asgari gelir
müessesesini doğrudan doğruya sosyal dıĢlanma ile mücadele amacına bağlayan
ve bu anlamda belki de tek ülke olan Fransa, sosyal dıĢlanmayla mücadelede
birçok Avrupa ülkesine de örnek oluĢturmaktadır (Sapancalı,2005:213).
Fransa‟da 1988 yılında uygulanmaya baĢlanan asgarî gelir, yararlanan fert ve
devlet kurumu arasında bir anlaĢmaya dayanan gelir desteği programıdır. Bu
anlaĢma gereğince fert, istihdam yoluyla sosyal içerilmeyi, terapiyi ve meslekî
eğitimi kabul etmektedir. Söz konusu uygulama, geleneksel sosyal refah
anlayıĢına oranla daha üretici konumdadır; çünkü hem yararlanan ferdin ve devlet
kurumunun karĢılıklı yükümlülüğü üzerinde ısrar etmekte, hem de özelikle Anglo
Sakson ülkelerde benimsenen çalıĢma vurgulu politikaların sınırlamalarının
ötesine geçmektedir (Mingione,2011:282).
Güvenceli asgari gelirin pozitif hukuk sistemlerine girmiĢ olan Ģekli,
tamamlayıcı niteliktedir. Bugün birçok ülkede var olan sosyal güvenlik sistemleri
korunmakta ve güvenceli asgari gelir ile sistemin boĢlukları doldurulmaktadır. AB
ülkelerinin hemen hemen tamamında tamamlayıcı nitelikte güvenceli asgarî gelire
iliĢkin yasal düzenlemeler mevcuttur. Mevcut düzenlemeler, ülkelere göre farklılık
arz edebilmektedir; Fransa dıĢındaki tüm ülkelerde doğrudan sosyal dıĢlanmıĢ
gruplara yönelik değildir ve genellikle sosyal dıĢlanma perspektifinden yoksundur.
117
Sosyal dıĢlanmayla mücadelede güvenceli asgari gelire bir baĢka örnek de
Portekiz uygulamasıdır. Portekiz‟de ülke yurttaĢlarının hepsinin yararlanabileceği
bir güvenceli asgari gelir sistemi kurulmuĢtur. Bu gelirden aile sorumluluğu olan
gençler ve 18 yaĢın altındaki hamile ve çocuklu kadınlar da yararlanabilmektedir.
Sistem ulusal dayanıĢma ilkesine dayanmakta; temel amacı ise, tüm ülke
yurttaĢlarının katkılarına bakılmaksızın asgari bir gelire ve bütünleĢme koĢullarına
ulaĢmalarını güvence altına almaktır. Gelirden yararlananlar, aktif dayanıĢma
temelli politikalarla haklar ve sorumluluklar verilerek güçlendirilmekte; böylelikle
topluma katılımları sağlanmaya çalıĢılmaktadır. Yine buradaki sistemde de, ulusal
ve yerel hükümet temsilcileri, sivil toplum kuruluĢları ve gelirden yararlananlar
arasında yapılan tarafların sorumluluklarını içeren bir sözleĢmeye dayanmaktadır
(Sapancalı,2005:212–216).
Rodgers, Gore ve Figueiredo‟ya göre; güvenceli asgarî gelir uygulaması, fert
ve grup bazında sosyal uyum ekseninde saygınlığını perçinleyecek ve söz konusu
kesime iĢe yeniden baĢlamayı güdüleyecek nitelikte birtakım aktiviteler ortaya
koymaktadır. Bunlar:
- Kamu kurumlarında ve/veya STK‟ da toplum yararına olan aktiviteler,
- Gelirden faydalananların sağlık, kültür, eğitim, barınma ve benzeri sosyal
otonomilerini geliĢtirebilecek aktiviteler,
- Meslekî entegrasyona iliĢkin eğitimler,
- ĠĢletmeler tarafından icra edilen öğretici etütlerdir.
Sosyal devletin eriĢmiĢ olduğu yeni bir mertebe olarak da ifade edilen
güvenceli asgarî desteği aracılığı ile bugün pek çok ülkede var olan sosyal
güvenlik sistemleri muhafaza edilmekte ve bu destek sayesinde sistemin gedikleri
tamamlanmaya çalıĢılmaktadır. ġu noktayı ifade etmek gerekir ki; bu uygulama
her ne kadar yasal düzenlemeler ile hukukî zemine oturtulmuĢ olsa da, Fransa
dıĢındaki tüm ülkelerde direkt sosyal dıĢlanmıĢ kesimlere iliĢkin bir duruĢ ortaya
koyamamaktadır (Rodgers vd.,1995:37).
118
2.3.3.2. ÇalıĢma karĢılığı asgari gelir yaklaĢımı
Sosyal dıĢlanma ile mücadelede asgarî gelir desteği uygulamaları içinde yer
alan bir diğer yöntem ise, çalıĢma karĢılığında ödenen asgarî gelir uygulamasıdır.
Bu yöntem esas itibariyle ABD, Büyük Britanya ve Avustralya gibi daha çok
Anglo– Sakson kültürün ve neo–liberalist öğretinin hâkim olduğu yerlerde etkisini
göstermekte (Standing,1990:678) ve aktif istihdam politikası tedbirleri içerisinde
ele alınmaktadır (Sapancalı,2005:217). Burada önemli olan nokta, asgarî bir gelir
hakkının ya da bir sosyal yardım hizmetinin çalıĢma karĢılığında elde edilmesidir.
ÇalıĢma karĢılığı gelir programlarının kökeni ABD‟de 1960‟lı yılların sonunda
çıkarılan ÇalıĢmayı TeĢvik Programı‟na dayanmaktadır. 1981 yılında federal
mevzuatın her bir eyalete “çalıĢma için refah” olarak adlandırılan programları
uygulamalarına imkân sağlamasıyla birlikte ilk olarak uygulanmaya baĢlanmıĢtır.
1996 yılında ise Clinton tarafından çalıĢma karĢılığı gelir programları ülke
düzeyinde yasallaĢtırılmıĢtır. Avrupa‟da baĢta Ġngiltere olmak üzere Almanya,
Ġsveç, Danimarka ve Ġtalya‟da da çalıĢma karĢılığı gelir anlayıĢı yönünde güçlü bir
eğilim vardır (Standing,1990:678-679).
ÇalıĢma karĢılığında ödenen gelir uygulamasının kendisine özgü belirli
nitelikleri söz konusudur. Uygulamanın yalnızca malî destek sunması; genellikle
bu destekten yararlanan kiĢinin yükümlülüklerinden hareket etmesi ve diğer
uygulamaya oranla daha fazla yaptırım gücüne sahip olması öne çıkan baĢlıca
niteliklerdir. ĠĢsiz, yoksul veya dıĢlanmıĢ bir kiĢinin yardımı hak edebilmesi için,
ilgili kamu kurumunun göstereceği bir iĢte çalıĢması zorunlu tutulmaktadır. Benzer
biçimde özellikle gençlere yönelik olarak öğrenmeye veya mesleki eğitime dayalı
yardım programları da uygulanabilmektedir (Standing,1990:680). Bu zorunluluklar
yerine getirilmediği takdirde ise gelir kesilmektedir.
ÇalıĢma karĢılığı asgari gelir ile karĢılıksız asgari gelir arasında benzer ve
farklı yönler söz konusudur.
119
Benzer yönleri; her ikisinde de gelir karĢılığında belirli yükümlülükler
getirilmesi zorunludur. Ayrıca her iki sistem de yardım alan ile devlet arasında
tarafların yükümlülüklerini belirleyen bir sözleĢme iliĢkisine dayanmaktadır. Farklı
yönlerine bakılacak olursa; çalıĢma karĢılığı asgari gelir programları sadece
parasal destek sağlarken, karĢılıksız asgari gelir programları eğitim, sağlık ve
konut gibi destekleri de kapsamaktadır. Ġkinci olarak çalıĢma karĢılığı asgari gelir
programlarında cezalandırıcı yükümlülükler ön plana çıkarken, diğerinde söz
konusu yükümlülükler daha azdır. Son olarak, çalıĢma karĢılığı gelir programları
daha ziyade yardımı alan kiĢinin yükümlülükleri üzerinde dururken, karĢılıksız
asgari gelir programlarında yardım alan kiĢinin yükümlülüklerinin yanı sıra
toplumun da dıĢlanmıĢlara karĢı yükümlülüğü olduğu kabul edilmektedir
(Sapancalı,2005:218–219).
Günümüzde çalıĢma karĢılığı asgari gelir programların giderek geniĢleyen
post-endüstriyel bir hizmet sektörünün oluĢumuna önemli ölçüde hizmet verdiği
görülmektedir. Bu bağlamda, söz konusu programların düzenli bir istihdam
anlamına gelmediği ve elde edilen gelirin asgari düzeyde olduğu göz önüne
alındığında, bu programlar, esnek üretim anlayıĢının öngördüğü yeni çalıĢma
biçimlerine
uygun
ucuz
ve
esnek
iĢgücü
sağlamanın
bir
yolu
olarak
değerlendirilebilir. Ayrıca bu programlar, iĢsizliğin arttığı ve düzenli istihdam
yaratmanın güçleĢtiği ortamda, emeğin kamu desteğiyle istismar edilmesi
biçiminde de değerlendirilebilir. Bu nedenle, söz konusu programların sosyal
dıĢlanmayla mücadelede ne denli etkin olacağı tartıĢmalıdır.
2.3.4. ĠĢgücü Piyasası Politikaları
Sosyal dıĢlanmayla mücadelede öncelikli hedef iĢgücü piyasasıdır. Çünkü
iĢsizlik tek baĢına yoksulluğun en önemli sebebidir. YaklaĢık her üç iĢsizden ikisi
yoksulluk riski altındadır. Bu bağlamda istihdam, sosyal dıĢlanmaya karĢı en iyi
koruyucudur. Birliğe üye ülkelerin hepsinde istihdama katılımın geliĢtirilmesinin
yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın önlenmesinde ve kısmen azaltılmasında en
önemli araç olduğuna iliĢkin ortak bir yaklaĢım söz konusudur. Dolayısıyla ortak
hedefler oluĢturulurken de, öncelikli olarak istihdama ve iĢgücü piyasasına eriĢime
vurgu yapılmıĢtır.
120
1948 yılında kabul edilen Ġnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‟nin BaĢlangıç
kısmının 23. maddesinde “herkesin çalıĢma, iĢini özgürce seçme, adil ve elveriĢli
koĢullarda çalıĢma ve iĢsizliğe karĢı korunma hakkı vardır” denilmektedir. ÇalıĢma
hakkının bir insan hakkı olduğu açıkça kabul edilmiĢ ve bunun doğal bir sonucu
olan iĢsizliğe karĢı korunma hakkı da yine aynı maddede vurgulanmıĢtır. Nitekim
AB üyesi ülkelerin tümü, AĠS çerçevesinde hazırlanan istihdama iliĢkin Ulusal
Eylem Planlarında iĢsizlik sorununa köklü çözümler getirmeye ve bu sorunu
hafifletmeye yönelik aktif önlemler almaya çalıĢmaktadırlar. Sosyal içermeye iliĢkin
Ulusal Eylem Planları, açık biçimde istihdama iliĢkin Ulusal Eylem Planları ile
eĢgüdüm içerisinde olmak zorundadır. Her iki planda da iĢgücü piyasasına katılım
ile sosyal dıĢlanmayla mücadele edilebilecek hedefler konulmuĢtur (Sapancalı,
2007:85).
AĠS,
Kasım 1997‟de Lüksemburg Olağanüstü Ġstihdam Zirvesi ve Lizbon
Avrupa Konseyinde alınan kararlarla uyum içerisinde yürütülmektedir. Lüksemburg
zirvesinde Birlik içerisinde istihdam artıĢının sağlanması açısından dört temel ilke
belirlenmiĢtir.
Bunlar;
istihdam
edilebilirliğin
arttırılması,
giriĢimciliğin
desteklenmesi, uyumun güçlendirilmesi ve eĢit fırsatlar yaratılmasıdır. Bu temel
ilkeler çerçevesinde AĠS‟te belirlenen temel hedefler ise;
- tam istihdam,
- iĢte etkinlik ve verimlilik,
- sosyal kaynaĢma ve iĢgücü piyasasına katılımdır (Sapancalı,2005/3:91).
Sosyal kaynaĢma ve içerilmenin geliĢtirilmesinde istihdamın çok önemli bir rol
oynadığı Ulusal Eylem Planlarında benimsenmiĢtir. Bu nedenle bazı ülkeler sosyal
güvenlikten vergi reformlarına kadar çok geniĢ bir alanda istihdamı arttıracak
yaklaĢımları benimsemiĢlerdir. Diğer bazıları ise spesifik gruplara yönelik özel
önlemler geliĢtirmektedirler. Ancak birçok üye ülke bölgesel ve sosyal eĢitsizliklerle
mücadelede iĢgücü piyasalarının ötesinde çok boyutlu yaklaĢımın sürdürülmesinin
önemini vurgulamaktadır (COM,2004:4).
Ġstihdamın, giriĢimciliğin ve yüksek nitelikli bir çalıĢma hayatının geliĢtirilmesi,
stratejinin merkezini oluĢturmaktadır. BaĢta cinsiyet ayırımı, düĢük ücretli ve düĢük
121
nitelikli istihdam olmak üzere, iĢgücü piyasasının yapısı ele alınmakta, tüm sosyal
grupların iĢgücü piyasasına dâhil edilmelerine yönelik çalıĢmalar yapılmaktadır.
Amaç, sadece daha çok iĢ yaratmak değil, özellikle bilgi ekonomisine bağlı nitelikli
iĢleri geliĢtirmektir. Avrupa istihdam stratejisinin daha fazla güçlendirilmesi, bu
potansiyelin artırılmasında önemli rol oynayacaktır (COM,2004:5–8).
Devletin emek piyasasına istihdam politikaları aracılığıyla müdahale etmesi
geleneksel olarak iĢsizlik sigortası, iĢsizlik yardımı, sosyal yardımlar gibi iĢsizlere
gelir desteği sağlamaya yönelik pasif emek piyasası politikaları Ģeklinde
gerçekleĢmiĢtir. Ancak günümüzde iĢsizliğin olumsuz sonuçlarını telafi etmeyi
amaçlayan bu politikaların iĢsizliği önleyici tedbirler içermediği ve bütçe üzerine
büyük yükler getirdiği görüldüğünden iĢsizliği eğitim, iĢ yaratma, bilgilendirme ve
iĢe yerleĢtirme faaliyetleri gibi doğrudan önlemlerle azaltmaya yönelik aktif iĢgücü
piyasası politikalarına ağırlık verilmeye baĢlanmıĢtır. Ancak belirtmek gerekir ki, bu
iki tür politika birbirlerine alternatif olmaktan ziyade birbirlerinin tamamlayıcısıdır
(UĢen,2007:65-66).
Aktif iĢgücü piyasası politikaları AB‟de en önemli sosyal politika aracı olarak
görülmektedir (UĢen, 2007: 66). 1960‟lı yıllarda Avrupa ülkelerinde yaĢanan ücret
artıĢları ve iĢgücü kıtlığı gibi sorunları aĢmak için uygulanan aktif programlar,
iĢsizliğin yüksek oranlara ulaĢtığı 1980‟li yıllara kadar önemli bir destek
görememiĢtir (Kapar,2005a:343–344).
Ekonomik ĠĢbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) aktif iĢgücü piyasası
politikalarını, “emek piyasasını ve iĢçilerin iĢle ilgili niteliklerini geliĢtirmeye ve daha
etkin bir emek piyasasını teĢvik etmeye yönelik önlemler” olarak tanımlamaktadır.
GeniĢ anlamda ise, aktif iĢgücü piyasası politikalarını Ģu Ģeklinde tanımlamak
mümkündür; “ĠĢsizliği azaltmak, istihdamı korumak ve arttırmak amacıyla iĢ ve
meslek danıĢmanlığının sunulduğu, kariyer yönetimi hizmetlerinin verildiği, iĢ
analizleri ve meslek sınıflandırmasının yapıldığı, istihdamla iliĢkilendirilmiĢ çeĢitli
meslek eğitimlerinin uygulandığı, iĢ arama stratejilerinin geliĢtirildiği programlar
bütünüdür” (UĢen,2007:67).
122
Aktif iĢgücü piyasası politikalarının temel amacı, iĢsizlere yalnızca gelir
desteği sağlamak yerine onların çalıĢma hayatına dönüĢlerini kolaylaĢtırmaktır.
Aktif iĢgücü piyasası politikaları genellikle iĢsizlikten en fazla etkilenen gruplara ve
bölgelere yöneliktir. Öncelikli hedef kitlesi ise; uzun dönemli, genç, kadın, göçmen
ve engelli iĢsizler gibi emek piyasasında iĢ bulma Ģansları oldukça zayıf olan
guruplardır (UĢen,2007:66-67). O halde temel amaç, öncelikle iĢsizlikle özellikle de
uzun süreli iĢsizlikle mücadele etmek, iĢsizlerin istihdam edilebilirliğini arttırmak ve
son olarak kadınlar, gençler, yaĢlılar, göçmenler, engelliler gibi risk gruplarında yer
alanların iĢsiz kalmasını engellemektir.
Bu politikalar arasında kısmi süreli çalıĢma, ödünç iĢ iliĢkisi, evde çalıĢma,
proje bazlı çalıĢma, iĢ rotasyonu veya iĢ paylaĢımı gibi esnek çalıĢma biçimlerinin
yasallaĢtırılması ve yaygınlaĢtırılması, emeğin vasıf seviyesini yükseltici eğitim
programları, bilgilendirme, iĢe aracılık ve iĢe yerleĢtirme hizmetleri, özellikle
okuldan çalıĢma hayatına geçiĢ sürecinde büyük zorluklarla karĢılaĢılan genç
iĢsizlere iĢ deneyimi kazandıracak programlar, istihdam/iĢ yaratma programları,
iĢsizliğin yoğun olarak yaĢandığı bölgelerde iĢyerlerinin mali bakımdan ücret ve
istihdam sübvansiyonları ile desteklenmesi ve giriĢimciliğin özendirilmesi gibi
önlemler yer almaktadır.
1990‟lı yılların ilk yarısından itibaren AB ülkelerinde pasif emek piyasası
politikalarının yanı sıra, aktif politikalar da uygulanmaya baĢlanmıĢtır. AB Konseyi
tarafından hazırlanan ilki 2003–2005 yılı için olmak üzere tüm Ġstihdam Ġlkeleri
Kılavuzlarında,
uzun
süreli
iĢsizliğin
önlemesi;
iĢsizlerin
ve
iĢgücüne
katılmayanların emek piyasasına entegrasyonun teĢvik edilmesi için gerekli
önleyici ve aktif tedbirlerin alınması hususunda üye ülkelere çağrı yapılmaktadır
(UĢen,2007:68).
Aktif iĢgücü piyasası programları mikro kredi ve diğer kendi iĢini kurma
destekleri, ücret ve istihdam sübvansiyonları, eğitim ve mesleğe yöneltme
hizmetleri, iĢe yerleĢtirme, danıĢmanlık, iĢgücü piyasası bilgileri gibi istihdam
hizmetlerini içermektedir. Bu programlar, iĢgücü arzının kalitesini artır (mesleğe
yöneltme eğitimi vb.), iĢgücü talebini artırabilir (doğrudan iĢ yaratma), ya da
çalıĢanların iĢe uyum derecesini yükseltir (DB,2005).
123
Avrupa Ġstihdam Stratejisi‟nde de yer alan aktif iĢgücü piyasası önlemlerinin
arttırılması ve yaygınlaĢtırılması hedefine rağmen AB ülkelerinde aktif iĢgücü
piyasası politikalarına yapılan harcamaların 1985 yılından itibaren düĢüĢ
eğiliminde olduğu dikkati çekmektedir. Bunun en belirgin nedeni ise iĢsizlik
oranlarındaki artıĢ eğilimidir (Martin,2000). Nitekim iĢsizlik arttıkça pasif emek
piyasası önlemlerinden faydalananlar ve dolayısıyla bu önlemlere yapılan kamu
harcamaları artmakta; emek piyasası harcamalarında aktif önlemlerin payı
azalmaktadır.
2003 yılında AB15 üyesi ülkelerin toplam aktif iĢgücü piyasası harcamaları
66,6 milyar Euro olarak gerçekleĢmiĢtir. Ancak harcamalar konusunda üye ülkeler
arasında belirgin farklar bulunmaktadır. Nitekim 2003 yılında bu konuda en fazla
kamu harcaması gerçekleĢtiren, diğer bir ifadeyle GSYH‟nin yaklaĢık %1‟ini aktif
iĢgücü piyasası önlemleri için harcayan ülkeler; Hollanda, Belçika, Danimarka,
Finlandiya, Fransa, Almanya, Ġsveç‟tir. Buna karĢılık en az harcama yapan diğer
bir ifadeyle, GSYH‟nin yaklaĢık %0,5‟inden azını aktif iĢgücü piyasası önlemleri
için harcayan ülkeler; Yunanistan, Slovakya, Ġngiltere ve Çek Cumhuriyeti
olmuĢtur. Diğer ülkeler ise aktif iĢgücü piyasası önlemleri için GSYH‟nin yaklaĢık
%0,5‟i ile %1‟i arasında bir pay harcamıĢlardır (EC,2005:21–22). 2011 yılında ise
yine en fazla kamu harcaması gerçekleĢtiren ülkeler arasında Danimarka, Belçika,
Ġrlanda, Ġspanya, Hollanda, Finlandiya, Fransa ve yer almaktadır (ġekil 2.11).
124
4,0
3,5
3,0
GSYİH %
2,5
2,0
2011
1,5
1,0
0,5
Da
ni
m
ar
k
Be a
lçi
ka
İrl
an
İs d a
pa
n
Ho ya
ll
Fi a nd
nl
an a
di
y
Fr a
an
Av
s
us a
tu
ry
a
AB
2
Po 7
rte
A l k iz
m
an
ya
İta
lya
İs
ve
Sl
ov ç
Lü
en
ks
y
em a
bu
rg
Kı
M
ac b rıs
ar
is
Sl tan
ov
ak
Es y a
to
ny
Po a
lo
ny
Le a
Bu ton
lg ya
ar
ist
a
İn n
gi
l
t
Çe er
e
k
Cu
m
Li
tv .
an
ya
M
Ro alta
m
an
ya
0,0
ġekil 2.11. AB üyesi ülkelerin toplam aktif iĢgücü piyasası politikaları harcamaları
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/index.php/Labour_market_policy_
Expenditure (et: 04.10.2014).
AB üyesi ülkelerde gerçekleĢen kamu harcamalarının, aktif iĢgücü piyasası
önlemlerinin türüne göre dağılımı dikkate alındığında 2011 yılında üye ülkelerin en
çok “eğitim programlarına” (%41,4) yatırım yaptıkları görülmektedir. Eğitim
programlarına en fazla yatırım yapan ülkeler arasında ise, Avusturya, Danimarka,
Finlandiya, Ġspanya, Fransa, Ġtalya ve Hollanda dikkati çekmektedir. Bulgaristan,
Romanya, Kıbrıs, Estonya, Slovakya ise, eğitim programlarına en az harcama
yapan ülkeler arasında yer almaktadır. Ġkinci sırada “istihdam sübvansiyonları”
(%23,4) gelmektedir. Ġstihdam sübvansiyonları, esas olarak Ġtalya, Ġspanya gibi
Akdeniz ülkelerinde uygulanmakla birlikte Danimarka‟da da ikinci sırada tercih
edilmektedir. %17,6‟lık payla “engellilere yönelik önlemler” üçüncü sırada gelmekte
olup, “Doğrudan istihdam yaratma teĢvikleri” %10‟luk, “yeni iĢ açma teĢvikleri” ise
%7,7‟lik bir paya sahiptir23.
AB genelinde uygulanmakta olan aktif iĢgücü piyasası politikaları çok çeĢitli
ve birbirinden farklı önlemlerdir. Bu sebeple, AB bakımından aktif iĢgücü piyasası
önlemlerinin heterojen olduğunu söylemek yanlıĢ olmayacaktır (EC,2005:19). Söz
konusu önlemleri ise iki grupta toplamak mümkün olup, bunlardan ilki tüm iĢsizlere
yönelik uygulanan genel programlarla ilgili olup, ikincisi doğrudan riskli grupta
23
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/refreshTableAction.do?tab=table&plugin=1&pcode=
tps00077&language=en (e.t:25.09.2014).
125
bulunan gençlere, engellilere, kadınlara, yabancılara, yaĢlılara ve uzun süreli
iĢsizlere yönelik önlemlerdir.
2.3.4.1. ĠĢsizlere yönelik politikalar
ĠĢgücü piyasasındaki tüm iĢsizlere yönelik önlemlerin baĢında gelen iĢ
aracılığı ve iĢe yerleĢtirme hizmeti, günümüzde hem kamu istihdam kurumları hem
de özel istihdam büroları aracılığıyla yürütülen hizmetler haline gelmiĢtir. Bunun
dıĢında iĢsizlerin istihdam edilebilirliklerini arttırmak amacıyla mesleki eğitim,
yeniden eğitim, genel eğitim-öğretim programları hazırlanmaktadır. Ayrıca
iĢsizlerin istihdamının çekici hale getirilmesi amacıyla özel sektöre ücret ve
istihdam sübvansiyonları verilmesi, iĢsizlerin kendi iĢlerini kurmalarına maddi ve
teknik destek verilmesi, esnek çalıĢma saatlerinin ve esnek istihdam türlerinin
yasallaĢtırılarak
yaygınlaĢtırılmaya
çalıĢılması,
özellikle
kamuda
doğrudan
istihdam yaratan düzenlemelere gidilmesi de iĢsizlere yönelik aktif iĢgücü piyasası
politikaları arasında sayılabilir.
2.3.4.1.1. Bilgilendirme, danıĢmanlık ve iĢe yerleĢtirme hizmetleri
Teoride aktif iĢgücü piyasası politikaları yapısal iĢsizliğin azaltılmasına iki
Ģekilde katkıda bulunmaktadır. Bunlardan ilki, emek piyasasını daha Ģeffaf bir hale
getirerek emeğini arz edenlerle emek talep edenlerin etkin bir Ģekilde ve “doğru iĢe
doğru eleman” anlayıĢıyla karĢılaĢmasını ve doğru eĢleĢmesini sağlamasıdır.
Ġkinci olarak sosyal bakımdan dıĢlanmıĢ dezavantajlı gruptakilerin veya iĢ bulma
ümidini yitirmiĢ bireylerin emek piyasasına yeniden girmesini kolaylaĢtırmasıdır.
Diğer taraftan arızi iĢsizliğin nedeninin, iĢ arama sürecinin uzaması veya
piyasadaki açık iĢler konusundaki eksik bilgilenme olduğu dikkate alındığında, aktif
iĢgücü piyasası önlemlerinin en geleneksel biçimi olan kamu istihdam kurumları
aracılığıyla iĢe yerleĢtirme, bilgilendirme ve danıĢmanlık hizmetlerinin geçici
iĢsizliği azaltmakta büyük rol oynadığını söylemek yanlıĢ olmayacaktır. Nitekim
2004 yılında yapılan bir ampirik araĢtırmada kamu istihdam kurumlarının hem
kadın hem erkeklerde iĢsizlik oranlarını düĢürücü etkisi olduğu saptanmıĢtır (UĢen,
2007:71).
126
ĠĢe yerleĢtirme, bilgilendirme ve danıĢmanlık hizmetinin temel amacı, iĢ
arayanlarla iĢçi arayanların doğru bir Ģekilde karĢılaĢmasının sağlanmasıdır. Bu
amaçla kamu istihdam kurumları ihtiyaç sahiplerine iĢ arama danıĢmanlığı,
mülakat teknikleri ve rehberlik hizmetleri sunmaktadır. Söz konusu hizmetler uzun
yıllar bir kamu hizmeti olarak nitelenip kamu tekeli altında geliĢim göstermiĢtir.
Ancak son yıllarda bilgi ve iletiĢim teknolojilerindeki geliĢmeler sonucunda, iĢe
yerleĢtirme hizmetlerinde kamu istihdam kurumları yetersiz kalmıĢtır. Bu durum
istihdam hizmetlerinde kamunun yanında, yine onun gözetim ve denetimi altında
faaliyet gösterecek özel istihdam bürolarının düzenlenmesine neden olmuĢtur.
Dolayısıyla günümüzde söz konusu faaliyetler kamu istihdam bürosunun yanında
özel istihdam büroları tarafından da yürütülmeye baĢlanmıĢtır.
2.3.4.1.2. Mesleki eğitim programları
Mesleki eğitim programları, çeĢitli sebeplerle iĢgücü piyasasından ayrılmıĢ
olanların veya iĢgücü piyasasına ilk defa girecek olanların ya da iĢgücü
piyasasından çıkma riski taĢıyanların iĢgücü piyasasına dönüĢünü/giriĢini
kolaylaĢtırmaktadır. Dolayısıyla mesleki eğitim programları, yapısal iĢsizlikle
mücadelede uzun süredir kullanılan en etkin politikalardan birisidir. Bu programlar
iĢsiz bireylerin ve iĢsiz kalma riski altında bulunan çalıĢanların beceri düzeyini
yükseltmede ve yeni beceriler kazandırmada yardımcı olmakta ve istihdam
edilebilirliklerini arttırmaktadır. Bu uygulamada iĢsizlerin ya da halen çalıĢmakta
olanların iĢgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu iĢ veya meslek dallarında
yetiĢtirilmesi amacıyla kamu ve özel sektör tarafından beceri kazandırma ve
geliĢtirme kursları açılmaktadır.
Teknolojik değiĢime ayak uyduramadığı için iĢsiz kalanların belirli bir süre
eğitime tabi tutularak emek piyasasında istihdam imkânı olan sektörlere
geçmelerine imkân sağlanmaktadır. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki, eğitim
programlarının doğru planlanmaması istihdamda olan bireylerin iĢten çıkarılması
ve bunlar yerine mesleki eğitim almıĢ bireylerin iĢe yerleĢtirilmesi sonucunu da
doğurabilir. Bu durumda müdahaleye rağmen iĢsizlik oranlarında bir değiĢim
yaĢanmayabilir. Mesleki eğitim programları arasında sınıf eğitimi, iĢ baĢında eğitim
ve iĢ tecrübesi kazandırıcı eğitimler sayılabilir. Söz konusu eğitim faaliyetleri bir
127
yandan genel eğitim-öğretim (yabancı dil kursları, temel bilgisayar kursları vb…)
veya
belirli
bir
alanda
gerçekleĢmektedir.
Eğitim
mesleki
beceri
programlarının
kazanma
temelde
eğitimleri
amacı,
Ģeklinde
katılımcıların
verimliliklerini ve istihdam edilebilirliklerini arttırmak ve becerilerini arttıracak beĢeri
sermayeyi geliĢtirmektir. Bu bağlamda eğitim programları, aktif iĢgücü piyasası
politikalarının en klasik önlemlerinden biridir.
AB‟nde insan kaynaklarına yatırımı artırmak için iki temel ilke benimsenmiĢtir.
Ġlk olarak insan sermayesine yatırımın geniĢletilmesi bağlamında; yaĢam boyu
öğrenme stratejilerinin geliĢtirilmesi, eğitim ve öğretime olan talebi ve katılımı
arttırmak, erken dönemde okulu terk eden öğrenci oranlarını düĢürmek, mesleki
eğitimi geliĢtirmek, özellikle yaĢlılar ve düĢük nitelikli çalıĢanlar için iĢyerinde
eğitim uygulamalarının arttırılmasını sağlamak öncelikli hedefler arasındadır. Ġkinci
olarak ise; eğitim ve öğretim sistemlerinin uyumlaĢtırılması bağlamında; değiĢen
ekonomik koĢullara ve iĢgücü piyasası gereksinmelerine uygun biçimde eğitim ve
öğretim sisteminin modernize etmektir.
Birliğin temel yaklaĢımı, Avrupa‟da insan kaynaklarına çok daha fazla yatırım
yapılması gerektiği yönündedir. Ġstihdam edilebilirlik, ancak yaĢam boyu öğrenme
süreciyle mümkündür. Bugüne kadarki bütün sosyal içermeye iliĢkin ulusal eylem
planlarında, iĢgücü piyasasına katılmak için gerekli bir koĢul olarak niteliğin önemi
kabul edilmiĢtir. Bu nedenle tüm üye ülkeler, özellikle engelli, göçmen, yaĢlı,
dezavantajlı
gençler
gibi
belirli
hedef
gruplara
yönelik
uygulamalarına önem vermiĢlerdir. (Sapancalı,2007:89).
mesleki
eğitim
Bazı ülkeler, ortaya
çıkmamıĢ var olan yetenekleri geliĢtirmeye yönelik yaklaĢımlar geliĢtirmektedirler.
Özellikle düĢük nitelikli, Birlik dıĢı ülkelerden gelen veya göçmenlerin ilgisini çeken
bir yaklaĢımdır. Ayrıca yaĢam boyu öğrenme sürecinin geliĢimi için örgütsel
reformlar ve kurumsal değiĢimler söz konusudur (EC,2004a:52). Böylece istihdam
edilebilirliği geliĢtirmek suretiyle sosyal içerme gerçekleĢtirilmeye çalıĢılmaktadır.
Örneğin Avusturya‟da eğitime ve insan sermayesine yatırıma büyük önem
verilmiĢtir. 2000 yılından itibaren eğitime yatırım yapan iĢverenler vergi teĢviki
almaktadır. Bu teĢvik oranı, 2000 yılında %9‟dan 2002 yılında %20‟ye çıkarılmıĢtır.
Vergi teĢviki, iĢletmelerin belirli eğitim maliyetlerinin %120‟sinin vergiden
128
düĢürülmesini mümkün kılmaktadır. Kaynakları sınırlı olan iĢletmeler de eğitim
harcamaları için %6 oranında vergiden muaf kredi talep edebilmektedir. (ÇSGB,
2004:29–30) Diğer taraftan eğitim programlarına katılan iĢsizlere de iĢsizlik
sigortası tutarında ayrıca bir tazminat verilmektedir. (EC,2005:67).
Yine bazı ülkeler çalıĢanlar ve iĢsizlerin eğitimini finanse etmek için eğitim
fonları oluĢturmakta ve bu fonları iĢçi ve iĢveren temsilcileri ile birlikte
yönetmektedir. Bu konuda Ġspanya örneği baĢarılı bir örnektir. Ġspanya‟da
iĢletmelerde yapılan eğitim faaliyetlerinin önemli bir kısmı, Ġspanya ĠĢ Kurumu,
Ġspanya ĠĢçi ve ĠĢveren Konfederasyonlarının temsilcilerinden oluĢan bir kurul
tarafından yönetilen mesleki eğitim fonu tarafından finanse edilmekte; fondan
iĢletmelerin çalıĢanlarına yaptığı eğitim yatırımları ile çalıĢan ve iĢsizlerin mesleki
eğitim faaliyetlerinin finansmanı sağlanmaktadır (Kenar,2009).
Ġsveç‟te uygulanan eğitim programlarından en ilginci ise, 1991 yılında
uygulanmaya baĢlayan “stajyer yerleĢtirme planları” (Trainee Replacement
Schemes) dır. Söz konusu programın amacı eğitim amacıyla iĢinden ayrılan bir
kiĢinin yerine iĢsiz birini istihdam etmektir. Daha çok kamu sektöründe ve özellikle
de sağlık sektöründe uygulanmaktadır (EC,2005:57).
2.3.4.1.3. Özel sektörü teĢvik programları
Özel sektörü teĢvik programlarının en yaygın olarak uygulananı ücret veya
istihdam sübvansiyonları ve iĢsizlerin kendi iĢlerini kurmalarının teĢvik edilmesidir.
Diğer bir önlem ise, Ġspanya‟da olduğu gibi, iĢsizlerle, yaĢlı iĢçilerle veya belirli
süreli iĢ sözleĢmesine sahip esnek çalıĢanlarla belirsiz süreli iĢ sözleĢmelerinin
yapılmasını teĢvik etmektir (EC,2005:146).
Ücret ve istihdam sübvansiyonları, geliĢmiĢ ülkelerin çoğunda uygulanmakta
ve özellikle yapısal ve konjonktürel iĢsizlikle mücadelede etkili olmaktadır. Söz
konusu sübvansiyonların amacı, ekonominin daralma ve gerileme dönemlerinde,
iĢverenlerin yeni iĢçi istihdam etmesini sağlamak veya iĢçi çıkarmasını önlemektir.
Genellikle uzun süreli iĢsizleri ve istihdamında zorluk çekilen gençler, niteliksiz
iĢçiler, engelliler gibi iĢsiz gruplarını kapsamaktadır. Söz konusu önlem doğrudan
129
iĢverenin istihdam ettiği iĢçilerin ücretleri üzerinden vergi ve/veya sosyal güvenlik
prim indirimleri ya da muafiyetleri Ģeklinde olabileceği gibi, belirli bir süre söz
konusu iĢçiye yapılan finansal destekler Ģeklinde de gerçekleĢebilmektedir.
Örneğin Almanya‟da, düĢük gelire sahip iĢçiler sosyal güvenlik primlerinin tamamı
için sübvansiyon almaktadırlar (EC,2005:81).
Emek piyasasında iĢ bulma Ģansı çok zayıf olan iĢsiz gruplarını istihdam
edecek iĢverenlerin iĢgücü maliyetleri iki yolla düĢürülebilir: Birincisi, doğrudan
ücret yapısının değiĢtirilmesi yoludur. ĠĢgücü maliyetleri, iĢletmelerin ya da
iĢkollarının kârlılığı ve rekabet kabiliyeti ile doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla ücret
artıĢlarının verimlilik artıĢına paralel olarak gerçekleĢmesi, performansa dayalı
ücret sistemlerinin geliĢtirilmesi, mikro ve makro düzeyde ücret esnekliğinin
sağlanması iĢgücü maliyetlerinde düĢüĢe neden olacaktır. Bir diğer yol ise, sosyal
güvenlik prim oranlarının ve diğer ücret dıĢı iĢgücü maliyetlerinin düĢürülmesidir.
Her iki yaklaĢımın da amacı, emek talebini arttırmaktır. Bu konudaki AB üyesi ülke
uygulamalarına bakıldığında, Belçika ve Fransa gibi bazı ülkelerde doğrudan
ücretle ilgili düzenlemeler yoğunlaĢırken; Portekiz, Ġtalya, Ġspanya gibi ülkelerde
ise, iĢverenlerin sosyal güvenlik ödemelerinde indirim yapılması gibi ücret dıĢı
iĢgücü maliyetlerinin azaltılması yolu daha sıklıkla tercih edilmektedir. Çoğu
zaman her iki yaklaĢımın da bir arada uygulandığı göze çarpmaktadır.
Ġstihdamı arttırmaya yönelik sübvansiyonların etkinliği, bu sübvansiyonların
türüne ve uygulanacağı emek piyasasının yapısına ve Ģartlarına bağlıdır. Örneğin,
istihdam
sübvansiyonları
iĢsizliği
azaltmaktan
çok
iĢsiz
kalınan
sürenin
kısalmasına yol açacaktır. Zira sübvanse edilen iĢçi iĢverenin istihdam maliyetlerini
azalttığından iĢveren, sübvansiyon süresi sona erer ermez o iĢçiyi iĢten
çıkarabilmekte ve yeni bir sübvanse edilen iĢçi iĢe almaktadır. Bazı durumlarda
ise, hedef kitleye yönelik ücret sübvansiyonları iĢsizliğin azaltılmasından ziyade
onun yeniden dağıtılması sonucunu doğuracaktır. Zira iĢverenler aynı niteliklere
sahip sübvanse edilen iĢçi ile diğer bir iĢçi arasında seçim yapmak durumunda
kaldıklarında sübvanse edilen iĢçiyi iĢe almayı tercih edecekleri için diğer iĢçi iĢsiz
kalmıĢ olacaktır (UĢen,2007:73).
130
Özel sektörü teĢvik programları kapsamında uygulanan bir baĢka önlem
kendi adına çalıĢacaklara sağlanan teĢviklerdir. Diğer bir ifadeyle iĢsizlerin kendi
iĢlerini kurmalarının desteklenmesidir. GiriĢimciliğin teĢvik edilmesi, özellikle
1990‟lı yıllarda iĢsizlik oranlarının yüksek olduğu Avrupa ülkelerinde istihdam
politikalarının da önemli bir aracı haline gelmiĢtir. ĠĢsizlerin kendi iĢlerini
kurmalarının teĢvik edilmesi, bu amaçla teknik yardım ve düĢük faizli kredi
sağlanması, belirli bir süre boyunca danıĢmanlık hizmeti ve giriĢimcilik eğitimi
verilmesi, yeni bir iĢletme kurabilmek için gerekli prosedürün daha kısa bir sürede
tamamlanmasının
sağlanması,
giriĢimciliği
engelleyen
hukuki
ve
idari
düzenlemelerin, özellikle küçük ve orta boy iĢletmeler açısından önemli bir sorun
teĢkil eden muhasebe ve vergi prosedürlerinin basitleĢtirilmesi, giriĢimcilik
kültürünün oluĢturulması giriĢimciliğin teĢvik edilmesine yönelik önlemler arasında
sayılabilir. Söz konusu teĢvik daha çok Ġspanya‟da, Ġsveç‟te ve Almanya‟da
verilmektedir (EC,2005:46).
Ġspanya‟da da giriĢimciliğin geliĢtirilmesi amacıyla var olan idari engellerin
kaldırılması, küçük iĢletmelerce talep edilen bilgi ve eğitimi sağlama, bu tip
giriĢimleri mali olarak destekleme, ek iĢçi alımında idari prosedürleri azaltma
uygulamaları
yapılmıĢtır.
Kendi
adına
çalıĢanların
iĢlerinin
geliĢtirilmesi
bakımından bu çalıĢanlar için eğitim programlarının geliĢtirilmesi ve kadın
giriĢimciliği destekleyen planlarda da artıĢ olmuĢtur. Kendi adına çalıĢma,
iĢsizlikten istihdama geçiĢ için iyi bir temel olmuĢtur (ÇSGB,2004:28).
Diğer taraftan Fransa‟da da giriĢimciliğin teĢviki amacıyla, küçük iĢletmeler
için resmi bildirimlerin basitleĢtirilmesi, giriĢimcilerin belirli Ģartlarda ulusal sigorta
katkılarından muaf tutulması, iĢletmelerin transferine iliĢkin vergilerin azaltılması
uygulamaları baĢlatılmıĢtır (ÇSGB,2004:11).
Hollanda‟da istihdam sübvansiyonları 1996 yılından itibaren Hollandaca kısa
adı SPAK (Specifieke Afdrachtskorting Lage Lonen) olan yasada düĢük gelirli yani,
ulusal asgari ücretin %115‟ine kadar kazanan iĢçileri çalıĢtıran iĢverenlere yönelik
vergi ve sosyal güvenlik ödemeleri indirimi Ģeklinde düzenlenmiĢtir. Ġstihdam
sübvansiyonları ile ilgili bir diğer önemli uygulama Hollandaca kısa adı VLW
(Vermindering Langdurig Werklozen) olan yasada uzun süreli yani, 12 ay veya
131
daha fazla süreli iĢsizleri çalıĢtıranlara 4 yıllık bir süre için sosyal güvenlik prim
indirimi sağlayacak Ģeklinde düzenlenmiĢtir (Marx, 2005: 8–10). Ancak belirtmek
gerekir ki 2003 yılında, düĢük gelirli iĢçi çalıĢtıran iĢverenlere yönelik
sübvansiyonlar (SPAK); 2004 yılında ise, düĢük gelirli ve uzun süreli iĢsiz iĢçi
çalıĢtıran iĢverenlere yönelik sübvansiyonlar (VLM) kaldırılmıĢtır (EC,2005:48).
Ġtalya‟da ise, özel sektörü teĢvik programları çerçevesinde yürütülen
stratejiler, yeni iĢçi çalıĢtırılması durumunda iĢverenlere bir vergi kredi tahsisatının
verilmesini ve bazı bölgelerde kurulu olan özel teĢebbüslerde sosyal güvenlik
primlerinde indirim yapılmasını içermektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, vergi
kredisi tahsisi sadece iĢsizliğin %20 olduğu yerlerde kurulu olan küçük ve orta
ölçekli firmalara ve Ġtalyan Sanayi Bakanlığı‟nca belirlenen ve AB kuralında
tanımlanan küçük ve orta ölçekli firmalara yapılmaktadır (ÇSGB,2004:13–15).
Danimarka‟da özel sektörü teĢvik programlarına katılan iĢsizleri özel sektörde
belirli süreli iĢ sözleĢmesi ile en az 6 ay en fazla 9 ay istihdam eden iĢverene
asgari ücretin yaklaĢık %50‟si sübvansiyon olarak ödenmektedir (EC,2005:108–
109).
Avusturya‟da istihdam sübvansiyonları genellikle yaĢlı iĢsizleri iĢe alan veya
kapatılacak
bir
pozisyonda
çalıĢan
iĢçisini
iĢten
çıkarmayan
iĢverenlere
verilmektedir. Ayrıca belirli bir eĢiğin altında (2006 yılında bu eĢik aylık 333,16
Euro‟dur) ücret alanları istihdam eden iĢverenlere bu iĢlerde çalıĢanların sosyal
güvenlik ödemelerinde indirim sağlanmaktadır (Hofer,Weber,2006:159).
AB‟ne 2007 yılında tam üye olan Romanya‟da ise, belirli bir istihdam
sağlamak Ģartıyla iĢverenlere pazarlığa tabi olarak 5–10 yıl vergi istisnası
uygulanmaktadır. Ġhracatı teĢvik ve bu yolla istihdamı arttırmak için %25 yerine %5
kurumlar vergisi alınmakta buna karĢılık, aradaki farkın yeniden yatırıma
dönüĢtürülmesi Ģartı aranmaktadır. Romanya‟da, özellikle, iĢçilik ve enerji
maliyetlerini düĢük tutma politikası izlenmektedir. Bulgaristan‟da iĢsizliğin yüksek
olduğu bölgelerde kriterlere uygun yabancı yatırımcıya büyük tutarlarda Kurumlar
Vergisi istisnası ve 5 yıl süreyle %50 vergi istisnası uygulanmaktadır. Tevsii
132
yatırımında ise, belirli oranda vergi istisnası getirilmiĢtir. Ġstihdamın artması
Ģartına bağlı olarak, ikinci 5 yıllık dönemdeki kârdan da vergi alınmamaktadır.
Yatırım yapanlara bedelsiz arsa sağlanmaktadır. Bunlara ek olarak yatırımlarla
ilgili olarak bürokrasi oldukça azaltılmıĢ ve çok süratli yatırım izni alınması
sağlanmıĢtır (ÇSGB,2004:32).
AB‟ne yeni üye olan ülkelerden Letonya‟da, yatırımlara 3–5 yıl vergi istisnası
uygulanmaktadır. Yüksek ihracat, istihdam, ciro ve katma değer sağlanması
kaydıyla KOBĠ‟lere de belirli oranda vergi istisnası uygulaması yapılıyor. Çek
Cumhuriyeti‟nde iĢsizliğin yoğun olduğu bölgelere 5 milyon dolar ve üstü yatırım
yapanlara önemli teĢvikler uygulanmaktadır. Bu sayede yatırımcılar 10 yıl süre ile
kurumlar vergisinden muaf tutulmaktadır (ÇSGB,2004:33).
2.3.4.1.4. Ġstihdam yaratma programları
ĠĢ yaratma programları, iĢ bulmaları çok güç olan iĢsizlere yönelik olarak
geliĢtirilmiĢ programlardır. Dolayısıyla katılımcılarının büyük bir kısmını uzun süreli
iĢsizler oluĢturmaktadır. Özellikle 1980‟li yıllarda, uzun süreli iĢsizlerin toplam
iĢsizler içerisindeki oranında meydana gelen hızlı artıĢ, iĢ yaratma programlarının
da önemini arttırmıĢtır. Bu tür programlar genellikle yaygın ve büyük ölçekli iĢsizlik
problemi ile baĢa çıkmak ve özellikle talep yetersizliğinden kaynaklanan iĢsizlikle
mücadele etmek amacıyla uygulanmaktadır (UĢen,2007:75).
ĠĢ yaratma programları, çoğu ülkede gençlerin çalıĢma hayatı ile iliĢki
kurmaları ve bir deneyim kazanmaları amacına yönelik tamamlayıcı bir politika
aracı olarak kullanılmaktadır. Bu tür programlar genellikle Ģu iki özelliğiyle dikkat
çekicidir: Ġlki, bu tür programlarda iĢveren geleneksel olarak kamu ya da kâr amacı
gütmeyen kuruluĢlardır. Bir diğer özellik ise, yaratılan iĢlerin süresi ve niteliğidir.
ĠĢler, genellikle geçici ve sosyal faydası olan iĢlerdir. ĠĢgücü maliyetleri, kamu ve
proje sponsorları tarafından karĢılanır. Bu tür programlar, normal olarak uzun
dönem iĢsizlik riskiyle karĢı karĢıya bulunan dezavantajlı bütün gruplara yönelik
 Yeni bir yatırım hüviyeti taĢımayan, geniĢleme yapıldıktan sonra mevcut tesis ile altyapı müĢterekliği
oluĢturarak bir bütün teĢkil eden, aynı iĢletmede aynı mal ve hizmetin kapasitesini artırmaya yönelik, geliĢmiĢ
yörelerde ilave kapasitenin mevcut üretim kapasitesinin %100'ünü aĢmayan yatırımlar “Tevsi Yatırımı” olarak
kabul edilir. (Daha fazla bilgi için Bkz: http://www.turmob.org.tr)
133
olmasına rağmen, gençler ağırlıklı olarak bu gruplar içinde yer alırlar (OECD,
1999:36).
AB ülkelerinde söz konusu önlemler, kamu sektöründe belirli iĢsiz gruplarına
kamu kuruluĢlarında veya iktisadi teĢebbüslerinde doğrudan istihdam imkânı
yaratmak Ģeklinde uygulanmaktadır. Ancak kamuda yaratılan iĢler genellikle risk
grubundaki iĢsizlerin emek piyasasından kopmasını önlemek amacı taĢıdığından
kamuda yaratılan iĢler emek piyasasında bulunan iĢlere ek olarak yaratılan ve
“toplum yararına çalıĢma” veya “sosyal bakımdan faydalı iĢler” olarak adlandırılan
yeni iĢlerdir (EC, 2005: 20). Sosyal bakımdan faydalı iĢler esasında altyapı, çevre
koruma ve iyileĢtirme, kamuya açık alanların bakım ve onarımı, sağlık ve refah
hizmetleri gibi kamu müdahalesi olmadan yaratılamayacak iĢlerdir (UĢen,
2007:76).
Örneğin Danimarka‟da kamu sektöründe istihdam yaratma programına
katılanlar ya bir kamu kurumunda ya da belediyeler bünyesinde yürütülen özel
istihdam projelerinde (örneğin park/bahçe temizliği, yaĢlı bakımı veya kalıcı
statüdeki personele yardım/destek) en az 6 en fazla 12 ay geçici olarak istihdam
edilmektedirler (EC,2005:109). Fransa‟da 16–21 yaĢ arasındaki düĢük vasıflı
gençler ile 22–25 yaĢ arasındaki genç iĢsizler kamu kurumları, yerel idareler ve
kamu yararına çalıĢan kâr amacı gütmeyen kuruluĢlarda yenilenemez geçici veya
kısmi süreli iĢ sözleĢmesi ile istihdam edilmektedirler. Bu Ģekilde istihdam
edilenlere yasal asgari ücret ödenmekte olup, bunları istihdam eden iĢverenler ise
iĢsizlik sigortası primleri hariç tüm sosyal güvenlik primlerinden muaf tutulmaktadır
(EC,2005:153).
2.3.4.2. Risk gruplarına yönelik politikalar
Avrupa Birliği Sosyal Politikası, üye ülkelerin birbirinden farklı sosyal
politikaları arasında uyum sağlanması ve Birlik toplumlarında özellikle dezavantajlı
durumda bulunan grupların sosyal ve ekonomik durumlarının iyileĢtirilmesi ve
güvence altına alınması amacıyla geliĢtirilmiĢtir (Arı,2006:5). Bu gruplar sosyal
korunmaları anlamında risklerle karĢı karĢıya olan gruplardır ve literatürde Avrupa
Birliği Sosyal Politikası kapsamındaki “risk grupları” olarak adlandırılmaktadır. Bu
134
grubu, iĢsizler, çocuklar, kadınlar, yaĢlılar ve engelliler oluĢturmaktadır. ÇalıĢma
ve
sosyal
hayatlarında
ayrımcılığın
ortadan
kaldırılması
ve
toplumla
bütünleĢtirilmelerinin sağlanması, Avrupa Birliği‟nin bu gruplara yönelik olarak
yaptığı düzenlemelerinin baĢında gelmektedir.
Risk gruplarına yönelik önlemlerin baĢında mesleki eğitim programları
(mesleki eğitim kursları, iĢ baĢında eğitim, stajyerlik gibi) gelmektedir. Diğer bir
strateji ise, dezavantajlı insanların istihdam maliyetlerini düĢürmektir. Risk
gruplarına yönelik sağlanan ücret ve istihdam sübvansiyonları hemen her AB üyesi
ülkede uygulanmaktadır. Ücret ve istihdam sübvansiyonlarına yoğun olarak
engellilerin, gençlerin ve uzun süreli iĢsizlerin istihdamında baĢvurulmaktadır.
Örneğin Danimarka‟da aktif sosyal politikaya yönelik kanun ile düĢük nitelikli
insanların çalıĢma saatleri ve ücretleri bakımından esnek iĢler edinmeleri
sağlanmıĢtır. Buna göre; eğer bir kiĢinin çalıĢma kapasitesi %50‟nin altında ise,
kalan %50‟yi asgari ücrete kadar Belediye finanse etmektedir (ÇSGB,2004:17).
Bununla birlikte yaĢlıların (45–64 yaĢ) istihdam oranını arttırmayı en iyi
baĢaran ülkelerden Finlandiya ve Hollanda‟da ücret ve istihdam sübvansiyonları
yerine iĢ danıĢmanlığı ve eğitim olanaklarının arttırılması ve iĢçi ücretleri üzerinden
alınan vergilerin azaltılması yoluyla aktif iĢgücü piyasası politikaları yeniden
ĢekillendirilmiĢtir (OECD,2005:102).
2.3.4.2.1. Gençlere yönelik politikalar
Genç iĢsizliğini etkileyen faktörlerden en önemlisi gençlerin sanayinin
gereklerine cevap verebilecek mesleklerde eğitim görmemiĢ olması ve niteliklerinin
sanayinin ihtiyaçlarını karĢılayacak düzeyde bulunmamasıdır (Kutal,1996:38).
Dolayısıyla tüm risk gruplarının ve özellikle genç iĢsizlerin istihdam edilebilirliğinin
arttırılması için AB üyesi ülkelerde uygulanan ortak strateji mesleki eğitim
imkânlarının arttırılması, iĢ arama danıĢmanlığı sağlanması ve bu amaçla bir fon
oluĢturulması Ģeklinde gerçekleĢmektedir. Diğer yandan genç iĢsizleri iĢe alacak
iĢverenlere sağlanan istihdam ve ücret sübvansiyonları da gençlere yönelik
programlar arasında yer almaktadır. Bazı AB üyesi ülkelerde belirli bir süre örneğin
Lüksemburg‟da 3 ay, Yunanistan‟da 6 ay, Hollanda‟da 12 ay süreyle iĢsizlik
135
ödeneği alan gençlerin ücret veya istihdam sübvansiyonları vasıtasıyla istihdam
edilmeleri sağlanmaktadır (Brandt, Burniaux, Duval,2005:50,78,86).
Örneğin Ġtalya‟da gençlerle “ilk istihdam sözleĢmesi” yapan iĢverenlerin
sosyal güvenlik harcamalarında belirli oranlarda indirim yapılması, hatta söz
konusu indirimin iĢsizliğin yoğun olduğu Güney Ġtalya‟ya özel olarak arttırılması
uygulanan stratejilerden biridir. Diğer taraftan Ġtalya, Lüksemburg, Belçika, Ġngiltere
gibi ülkelerde kurulan “iĢsizlikle mücadele fonları”, iĢsizlerin ve özellikle genç
iĢsizlerin mesleğe yöneltilmesi meslekte ilerleme eğitimine tâbi tutulması veya
çıraklık eğitimi alması amacı ile kullanılmaktadır (Kutal,1996:39-42).
Hollanda‟da ÇalıĢma Bakanlığı iĢsiz kalan her genç iĢsize iĢsiz kaldığı ilk 6 ay
içinde rehberlik ve danıĢmanlık hizmeti (örneğin; iĢ arama danıĢmanlığı, yabancı
dil kursları, iĢ tecrübesi ve meslek kazandırma programları gibi) vermektedir (EC,
2005:47–48).
Eğitim programlarının en iyi örneklerine Danimarka ve Ġsveç gibi Ġskandinav
ülkelerinde rastlanmaktadır. Danimarka‟da belediyeler, herhangi bir niteliğe sahip
olmaksızın, okullarından ayrılan 20 yaĢın altındaki (bazı bölgelerde yaĢ sınırı 25‟e
kadar yükseltilmiĢtir) gençleri yasal olarak izlemek zorundadırlar. Ayrıca, okullar da
yine yasal olarak, bu durumdaki gençleri belediyelere bildirmekle yükümlü
bulunmaktadırlar. Eğer bu durumdaki bir gençle iliĢki kurulduğunda, gencin eğitim
görmediği, iĢsiz ya da geçici bir iĢte çalıĢtığı anlaĢılırsa, özel görüĢme için
rehberlik servisine çağrılır ve kendisine bir danıĢman tayin edilir. DanıĢmanla
birlikte eğitim ve iĢ konularını kapsayan bir kiĢisel eylem planı hazırlanır. 1996
yılında çıkarılan kanun ile iĢsizlerin pasif yardım alma süreleri kısaltılarak meslek
eğitimine katılmaları amaçlandığından bu tarihten itibaren eğitimsiz 25 yaĢın
altındaki iĢsizlerin son 9 ay içerisinde 6 aydan fazla iĢsizlik yardımına hak
kazanmaları en az 1 yıllık eğitim programlarına katılmaları koĢuluna bağlanmıĢtır
(ÇSGB,2004:15–16).
Almanya‟da mesleki eğitim almak için gerekli temel becerilere sahip olmayan
genç iĢsizler en fazla 1 yıl süren hazırlık kurslarına katılmak için maddi destek
almaktadırlar. 25 yaĢ altı gençler bunun yanı sıra yerel istihdam büroları
136
aracılığıyla kariyer danıĢmanlığı almakta, çalıĢma gruplarına katılmakta ve yüz
yüze mülakat teknikleri hakkında eğitilmektedirler (EC,2005:85–86).
Fransa‟da diploma veya derece almadan eğitim sistemini terk eden 16–25
yaĢ arası gençlerin sosyal ve mesleki anlamda emek piyasasına uyumunu
kolaylaĢtırmak amacıyla 6 ila 9 ay süren mesleki eğitim kursları verilmekte olup,
eğitim
süresince
katılımcılara
devlet
tarafından
götürü
ücret
(lump-sum)
ödenmektedir (EC,2005:152). Ayrıca genç iĢsizleri istihdam eden iĢverenlere ilgili
iĢçilerin sosyal güvenlik harcamalarında indirim ve muafiyetler sağlanmaktadır
(Brandt,Burniaux,Duval,2005:42). 2002 yılında uygulanmaya baĢlayan “gençlik
sözleĢmesi” (contrats jeunes) uygulaması ile Fransa, özellikle düĢük niteliklere
sahip gençleri özel sektörde istihdam eden iĢverenler iki yıllık bir süre için o gencin
sosyal güvenlik harcamalarından; üçüncü yıl ise, istihdam ettikleri her bir nitelikli
gencin sosyal güvenlik harcamalarının%50sinden muaf tutulmaktadır (UĢen,
2007:78).
Belçika‟da ise, iĢsizlik ödeneğine hak kazanma Ģartlarına haiz olmayan genç
iĢsizler, temel eğitimlerini tamamladıktan sonra yaĢa bağlı olarak 6, 9 veya 12
aylık bir süre için, sosyal güvenlik kurumu tarafından ödenen ve “bekleme
ödeneği” (allocation d‟attente) olarak adlandırılan alternatif bir ödeneğe hak
kazanmaktadır (OECD,2005:116). Diğer taraftan 2000 yılında uygulanmaya
baĢlayan “ilk iĢ programı” (plan premier emploi) çerçevesinde düĢük vasıflara
sahip 25 yaĢın altındaki gençlerin istihdam edilmesi halinde ücret dıĢı iĢçilik
maliyetlerinde indirim sağlanmaktadır (Brandt,Burniaux,Duval,2005:21).
AB üyesi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden olan Macaristan‟da ise, gençlere
yönelik en önemli önlemlerden biri mesleki eğitim programlarıdır. Macaristan‟da
baĢlıca iki tür mesleki eğitim programı mevcut olup bunlardan biri kamu istihdam
kurumu bünyesinde düzenlenen “grup halinde mesleki eğitim” diğeri ise, “bireysel
mesleki eğitim”dir. Bunun yanı sıra üç aydan fazla süredir iĢsiz olan gençleri
istihdam
eden
iĢverenlere
ücret
sübvansiyonları
verilmektedir.
Çek
Cumhuriyeti‟nde okulu terk eden gençleri istihdam eden iĢverenlere söz konusu
iĢçinin ücretinin tamamı bir yıl süreyle çalıĢma bürosu tarafından sübvanse
edilmektedir. Polonya‟da 1997 yılında yerel düzeyde kamu istihdam kurumu,
137
eğitim kurumları ve diğer emek piyasası partnerlerinin katılımıyla gençlere yönelik
kısa dönemli özel bir programa baĢlanmıĢtır. Buna göre; katılımcı gence azami 12
ay
boyunca
asgari
ücretin
yarısı
tutarında
mali
destek
ödenmektedir.
Bulgaristan‟da ise, iĢ tecrübesi olmayan üniversite mezunu 28 yaĢını aĢmayan
gençleri veya herhangi bir sebeple okulu terk eden 24 yaĢını aĢmayan gençleri
istihdam eden iĢverene sübvansiyon verilmektedir (UĢen,2007:79).
Sonuç olarak gençlere yönelik programlar açısından AB(15) üyesi ülkelerde
genel eğilim, mesleki eğitim programları açmak ve zorunlu katılım öngörmek iken
yeni üye ülkelerde bu eğilim, genç iĢsizleri istihdam eden iĢverenlere sübvansiyon
vermek yönündedir.
2.3.4.2.2. Engellilere yönelik politikalar
Engelliler toplumda yaĢayan en dezavantajlı grup olarak nitelendirilmekte ve
sürekli olarak sosyal hayatın tüm alanlarında engellerle karĢılaĢmaktadırlar.
BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu‟nun Ġnsan Hakları Bildirgesi‟ne ek 3447 sayılı
“Sakat KiĢilerin Hakları Bildirisi”nin 1. maddesinde engelli kiĢi, “Normal bir kiĢinin
kiĢisel ya da sosyal yaĢantısında kendi kendine yapması gereken iĢleri, bedensel
veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir
noksanlık sonucu yapamayan kiĢi” olarak tanımlanmıĢtır (Arı,2006:71).
Avrupa Birliği‟nde engelli ve engelli haklarına iliĢkin mevzuatın temelini
özellikle BirleĢmiĢ Milletler‟ in bu alanda ortaya koyduğu mevzuat çalıĢmaları
oluĢturur. Bunlar kısaca Ģöyle sıralanabilir: 1948 tarihli “BirleĢmiĢ Milletler Ġnsan
Hakları Beyannamesi”, 1966 tarihli “Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar ve Sivil ve Politik Haklar SözleĢmesi”, 1971 tarihli “Zihinsel Engelli KiĢilerin
Hakları Bildirgesi”, 1975 tarihli “Engelli KiĢilerin Hakları Bildirgesi”, 1991 tarihli
“Zihinsel Hastalığı Olan KiĢilerin Korunması ve Ruh Sağlığı Koruma Hizmetlerinin
GeliĢtirilmesi Bildirgesi” ve 1993 tarihli “Engelli KiĢilere Fırsat EĢitliği Sağlanması
ile ilgili Standart Kurallar” (Arı,2006:73).
Birçoğu Avrupa Birliği‟ne üye devletler tarafından onaylanmıĢ sözü edilen
antlaĢmalar ıĢığında Ģekillenen Avrupa Birliği politikalarında, engelli hakları ve
138
engelli nüfusa saygılı olmasına büyük önem gösterilmekte, birçok politika
alanında, engelliler nüfus içerisinde ayrıcalıklı olarak değerlendirilmekte ve bu
gruba ayrıcalıklı haklar sağlanmaktadır.
Avrupa Birliği‟nde engellilere yönelik yasal düzenlemeler Ģunlardır24:
- 12 Mayıs 2000, Sonuç Tebliği “Engelliler Ġçin Engelsiz Avrupa”
- 30 Ekim 2003, Sonuç Tebliği “Engellilere Yönelik Fırsat EĢitliği: Avrupa
Eylem Planı”
- 27 Kasım 2000, Konsey Kararı “Ayrımcılığa KarĢı Topluluk Eylem Planı
OluĢturulması (2001–2006)”
- 27 Kasım 2000, Konsey Direktifi “Ġstihdamda ve ĠĢte EĢit Muamele
Konusunda Genel Çerçeve (2000/78 EC)” “Avrupa Birliği Temel Haklar
Belgesi (2000/C 364/01)”
- 15 Haziran 2003, Konsey Ġlke Kararı “ Engelli Bireylerin Ġstihdamının ve
Toplumsal BütünleĢmelerinin TeĢvik Edilmesi (2003/C 175/01)”
- 6 Mayıs 2003, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Bireylere Yönelik Kültürel
Etkinlikler ve Bu Etkinliklere UlaĢılabilirlik (2003/C 134/05)”
- 5 Mayıs 2003, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Öğrencilere Eğitim ve Mesleki
Eğitimde Fırsat EĢitliği Sağlanması (2003/C 134/04)”
- 17 Haziran 1999, Konsey Ġlke Kararı “Engelli KiĢilere Ġstihdamda Fırsat
EĢitliği Sağlanması (1999/C 186/02)”
- 4 Haziran 1998, Konsey Tavsiye Kararı “Engelliler Ġçin Park Kartı Verilmesi
(1998/376/EC)”
- 20 Aralık 1996, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Bireylere Tanınacak Fırsat
EĢitliği (97/C/12/01)”
- 31 Mayıs 1990, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Çocuklar ve Gençlerin Genel
Öğretim Sistemine Katılımı (90/C 162/02)”
24
http://www.eyh.gov.tr/tr/8396/1-1-Avrupa-Birliginde-Ozurlulere-Yonelik-Yasal-Duzenlemeler
(EriĢim: 21.04.2013)
139
Avrupa Birliğinin engellilere yönelik yeni yaklaĢımı fırsat eĢitliği ilkesinden
yola çıkan “haklar” temeline dayanmaktadır. Bu yaklaĢım, engellilerin haklarını
tanıma ve koruma biçiminde gerçekleĢmektedir.
Engelliler için fırsat eĢitliği
kavramı son 25–30 yıldır uluslararası düzeyde BirleĢmiĢ Milletler ve ona bağlı
örgütlerin gündeminde yer almaktadır. 1975 yılında BirleĢmiĢ Milletler Genel
Kurulunun Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesine ek olarak yayımladığı “Engelli
Hakları Bildirgesi” ile engellilerin diğer insanlarla eĢit hak ve sorumluluklara sahip
oldukları vurgulanmıĢtır.
1981 yılının Dünya Engelliler Yılı ilan edilmesi ve ardından 1982‟de kabul
edilen Dünya Engelliler Eylem Programı Avrupa Topluluğu‟nu harekete geçirmiĢ
ve bu sürece katılımını teĢvik etmiĢtir. Bu kapsamda Avrupa Konseyi tarafından
1980 ve 1990‟larda çeĢitli bildirgeler ve kararlar yayımlanmıĢtır. Bu çerçevede
Avrupa Birliğine üye ülkelerin hükümet temsilcilerinden oluĢan Konsey tarafından
21 Aralık 1981 tarihinde Avrupa Topluluğu düzeyinde
engellilerin sosyal
entegrasyonuna iliĢkin bir karar alınmıĢtır. Bu kararın ardından 24 Temmuz 1986
tarihinde “Avrupa Topluluğu Düzeyinde Engellilerin Ġstihdamına ĠliĢkin Konsey
Tavsiye Kararı” alınmıĢtır. Bu tavsiye kararı, üye ülkelerin engellilere mesleki
rehabilitasyon ve istihdam alanlarında fırsat eĢitli sağlamak için gerekli tüm
önlemleri almaları ve engelli çalıĢanların karĢılaĢtıkları
engellerin ortadan
kaldırılmasına
gerektiğini
yönelik
oluĢturulan
politikaları
izlemeleri
ortaya
koymaktadır. Bu karar aynı zamanda bu alanda alınabilecek tedbirlere yönelik bir
çerçeve kılavuzu da içermektedir. Diğer bir karar 31 Mayıs 1990 tarihinde Avrupa
Konseyi ve Eğitim Bakanlarının aldıkları “Engelli Çocuk ve Gençlerin Genel
Öğretim Sistemi Ġçinde KaynaĢtırılmalarına Yönelik Karar” dır25.
HELIOS (1988–1992) ve HELIOS II (1993- 1996) programları üye ülkelerin
ekonomik ve sosyal entegrasyon, fırsat eĢitliği ve bağımsız yaĢam konularında
bilgi
paylaĢımında
bulunmaları
için
bir
platform
oluĢturmak
amacıyla
tasarlanmıĢtır.
20 Aralık 1996 tarihinde Konsey ve hükümet temsilcileri engelliler için fırsat
eĢitliği konusunda bir karar almıĢtır. Avrupa Komisyonu bu kapsamda aynı yıl
25
http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013).
140
“Engelliler Ġçin Fırsat EĢitliği-Topluluğun Yeni Engellilik Stratejisi 1996” baĢlıklı bir
tebliğ yayımlamıĢtır. Bu strateji, engellilerin toplumsal yaĢamın tüm alanlarında
karĢılaĢtıkları engellerin tanımlanması gerekliliğini ve engellilerin fırsat eĢitliğinden
yararlanması önündeki engellerin ortadan kaldırılmasını vurgulamaktadır26.
Avrupa Birliği‟nin temel hedefi bütünleĢmiĢ bir Avrupa toplumu yaratmaktır.
Bu kapsamda ayrımcılıkla mücadele ve ekonomik ve sosyal yaĢama engellilerin
tam katılımı temel ilkedir. 1999 yılında imzalanan Avrupa Topluluğu Amsterdam
AntlaĢmasının ayrımcılıkla mücadele kapsamında olan 13. maddesinde “Avrupa
Konseyi, Komisyondan gelen öneriler doğrultusunda Avrupa Parlamentosunun
görüĢünü alarak cinsiyet, ırk ya da etnik köken, din ya da inanç, engellilik, yaĢ ya
da cinsel tercihe dayalı olarak karĢı karĢıya kalınan
ayrımcılıkla mücadele
konusunda gerekli tedbirleri alır”, hükmü yer almaktadır.
Avrupa Komisyonu tarafından 27 Kasım 2000 tarih 2000/78/EC sayı ile
yayımlanan “Ġstihdamda ve ĠĢte EĢit Muamele Direktifi” nin amacı, eĢit muamele
ilkesinin üye ülkelerde uygulamaya konulacağı görüĢüne bağlı olarak istihdam ve
çalıĢma konularında din veya inanca, özgürlüğe, yaĢa veya cinsel yönelime
dayanan ayrımcılık ile mücadele için genel bir çerçeveyi ortaya koymaktır. Bu
direktifte 2003 yılı sonuna kadar Avrupa Birliği‟ne üye ülkelerin bu direktifi ulusal
yasalarına uyarlamaları öngörülmüĢtür. Avrupa Birliği‟nin engellilik politikasına
yeni bir boyut kazandıran bu direktif, engellilere yönelik özel düzenlemeler
yapılması yerine engellilerin haklarını kullanırken
karĢı karĢıya kaldıkları
engellerin ortadan kaldırılmasını, böylece engellilerin topluma tam katılımlarının
sağlanmasını hedeflemektedir.
Avrupa Komisyonu‟nun 12 Mayıs 2000 tarihinde “Engelli Bireyler Ġçin
Engelsiz bir Avrupa‟ya Doğru” baĢlıklı yayımladığı tebliğde, engelli kiĢilerin sosyal
ve
ekonomik olanaklara ulaĢmalarını kısıtlayan sosyal, mimari ve tasarım
engellerinin ortadan kaldırılmasına yönelik kapsamlı ve bütüncül bir stratejiye
vurgu yapılmakta; engellilerle ilgili AB politikalarının gözden geçirilerek engelli
bireylerin ulaĢılabilirliğini artırmaya yönelik olarak Avrupa genelinde çaba sarf
edilmesi öngörülmektedir. Engelli bireyler için engelsiz Avrupa yaratmaya
26
http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013).
141
odaklanmıĢ olan bu tebliğ ile meslek edinme, eğitim, mesleki eğitim, ulaĢım, iç
piyasa, bilgi toplumu ve yeni teknolojilerle ilgili olarak Avrupa düzeyinde bir sinerji
yaratılmaya çalıĢılmıĢtır27.
7- 9 Aralık 2000 tarihleri arasında Nice‟de toplanan Avrupa Konseyi, “Avrupa
Birliği Temel Haklar ġartı” nı kabul etmiĢtir. Bu belge ile uluslararası, Avrupa ve
ulusal
düzeydeki kaynaklarda yer alan sivil, politik, ekonomik, sosyal ve
toplumsal haklar tek bir belgede bir araya getirilmiĢtir. Bu belgenin ayrımcılıkla ilgili
olarak düzenlenen 21. maddesinin 1. paragrafında: “Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya
toplumsal köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasal veya baĢka
konulardaki görüĢler, ulusal bir azınlığın üyesi olmak, mal, doğum, engellilik, yaĢ,
cinsel eğilimler gibi hususlara dayanılarak ayrımcılık yapılamaz” denilmekte ve
engellilerin topluma katılımlarına iliĢkin 26. maddede ise ; “Avrupa Birliği, engelli
kiĢilerin bağımsızlıklarını, sosyal ve mesleki açıdan içinde yaĢadıkları topluma
katılıp katkıda bulunmalarını sağlayacak önlemlerden yararlanma haklarını tanır
ve bu haklara saygı duyar” hükmü yer almaktadır. (Arı,2006:76).
Avrupa Birliği‟nin engellilere yönelik attığı bir baĢka adım ise 2003 yılının
Avrupa‟da “Engelliler Yılı” olarak ilan edilmesidir. Avrupa Konseyi 2003 yılının
Avrupa Engelliler Yılı olarak saptanması konusunda 3 Aralık 2001 tarihli bir karar
almıĢtır. Bu karar ile Avrupa Engelliler Yılı sürecinde
bilinç düzeyinin
güçlendirilmesinin esas olarak üye ülkeler düzeyinde gerçekleĢtirilecek etkin
faaliyetlere bağlı olduğu ve bu faaliyetlerin de Topluluk düzeyindeki ortak çabalar
ile desteklenmesi gerektiği ortaya konulmuĢtur. Avrupa Engelliler Yılı‟nın bilinç
düzeyini yükseltmede ve bu faaliyetlere hız kazandırmada itici güç olabileceği
düĢünülmüĢtür28.
2010 yılına kadar olan dönemi kapsayan Avrupa Komisyonu‟nun “Avrupa
Engellilik Eylem Planı”, Avrupa Engelliler Yılının baĢarıları ve Ġstihdamda ve ĠĢte
EĢit Muamele Direktifinin üye ülkeler tarafından etkili bir Ģekilde uygulanıp
uygulanmadığını değerlendirmek üzere oluĢturulmuĢtur. Bu eylem planının üç
temel amacı bulunmaktadır.
27
28
http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013).
http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013).
142
– ĠĢte ve Ġstihdamda EĢit Muamele Direktifi (2000/78/EC)‟ nin uygulanması,
– Ġlgili Topluluk politikalarına engellilik boyutunun dâhil edilmesi,
– Herkes için ulaĢılabilirliğin iyileĢtirilmesidir (DPT,2007a:63).
Bu eylem planının aĢamaları Avrupa Birliği kapsamında engellilerin genel
durumlarının ele alındığı ve Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanacak iki yıllık
raporlarla desteklenecektir. 1 Aralık 2003 tarihinde toplanan ÇalıĢma ve Sosyal
ĠĢler Bakanlar Konseyi toplantısı sonucunda Avrupa Komisyonu Ayrımcılıkla
Mücadele ve direktifin 2003 yılı sonuna kadar ulusal yasalarla uyumlaĢtırılması
konularında görüĢ birliğine varılmıĢtır.
Avrupa Birliği‟nde engellilere yönelik olarak baĢvurulabilecek finansman
araçları ise Ģunlardır29:
● Avrupa Sosyal Fonu: Avrupa‟da engellilerin fırsat eĢitliğini teĢvik etmek
için yararlanılabilen önemli bir finansman aracıdır. Bu fon, Avrupa Komisyonun
Avrupa Birliğine üye ülkelerde engellilerin iĢgücü piyasasına entegrasyonunu
teĢvik etmek üzere; iĢ deneyimleri, çalıĢma biçimleri, ücret destekleme, geçici
korumalı
istihdam
ve
iĢgücü
piyasasına
yönelik
diğer
faaliyetler
için
kullanılabilmektedir.
● Topluluk Ġstihdam GiriĢimi (Employment Community Initiative-EQUAL): ĠĢte
ve iĢ arama sürecinde
engellilerin karĢılaĢtıkları ayrımcılık uygulamalarını
ortadan kaldırmaya yönelik yeni yollar geliĢtirilmesini vurgulamaktadır. ĠĢ ve
istihdam yaratılması ortaklıkların geliĢtirilmesi ile gerçekleĢtirilmektedir.
Bu kapsamdaki diğer önde gelen giriĢim ve programlar: Socrates (okullar ve
uzmanların değiĢimi ve iĢbirliği), Leonardo da Vinci (mesleki eğitim programı).
Görüldüğü gibi, Avrupa Birliği toplumda dezavantajlı durumda bulunan
engellilere
29
hak
ettikleri
yaĢamı
sunabilmek
ve
özellikle
http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013).
de
ayrımcılığa
143
uğramamaları adına gerekli hassasiyeti göstermiĢ ve bu yönde gerekli
düzenlemeleri yapmıĢtır.
Engellilere yönelik programlar arasında mesleki rehabilitasyon, eğitim
programları ve fiziksel veya zihinsel engellilere yönelik istihdam sübvansiyonları da
sayılabilir. Mesleki rehabilitasyon, engellilerin topluma uyumunu destekleyen ve
olumsuz çalıĢma koĢullarından korunmada eĢit olanaklar sağlayan tüm hizmetleri
ve önlemleri içermektedir. AB üyesi ülkelerin hemen hepsinde engellilerin
ekonomik hayata katılımını sağlayacak önlemlere yer verilmektedir.
Örneğin Almanya‟da iĢverenler açık iĢlerin %5‟inde engelli istihdam etmek
zorundadır.
Almanya‟da
ayrıca
engellilere
yönelik
mesleki
eğitim,
ücret
sübvansiyonları (24 ay boyunca engelli iĢçinin ücretinin %70‟i sübvanse edilir), iĢ
arama yardımı, engelli iĢçinin iĢyerine uyumunu sağlamaya yönelik yardımlar gibi
hizmetler de bulunmaktadır (EC,2005:86).
AB‟ne üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise, 1990‟larda uygulanan
geçiĢ ekonomisi nedeniyle iĢverenlere belirli oranlarda engelli iĢçi çalıĢtırma
zorunluluğu getirilmiĢtir. Örneğin Çek Cumhuriyeti‟nde 20 ve üzeri iĢçi çalıĢtıran
iĢletmelerin %4,5 oranında engelli çalıĢtırmaları zorunludur. Bulgaristan‟da 50 iĢçi
ve üzeri iĢçi çalıĢtıran iĢverenler faaliyet gösterdikleri sektöre göre %4 ile %10
arasında değiĢen oranda engelli istihdam etmek zorundadır (UĢen,2007:79).
2.3.4.2.3. Kadınlara yönelik politikalar
Avrupa Birliği müktesebatı çalıĢma yaĢamında kadın erkek eĢitliğini sağlamak
ve cinsiyete dayalı ayrımcılığı kaldırmak amacıyla yapılan kapsamlı düzenlemeler
içermektedir. Avrupa Birliğinin istihdam ve sosyal politikasının ayrılmaz ve
tamamlayıcı bir unsuru olan kadın erkek eĢitliğine, özellikle Birliğin gelecekteki
ekonomik ve sosyal geliĢmesi ve baĢarısı açısından önem verilmektedir.
Kadın erkek eĢitliği 1957 tarihli Roma AntlaĢmasından baĢlayarak
günümüze
kadar
Avrupa
Birliği
Hukukunun
birincil
kaynağını
oluĢturan
antlaĢmalarda ve ikincil kaynağını oluĢturan direktiflerde ele alınmıĢtır. Aynı
144
zamanda Avrupa Sosyal ġartı‟nda, Birliğin cinsiyet eĢitliği politikasını destekleyen
Avrupa Komisyonu ve Konseyi Kararlarında, EĢitlik Çerçeve Programlarında ve
diğer birçok belgede kadın erkek eĢitliğine yer verilmiĢtir.
Kadın ve erkeklere eĢit Ģekilde davranılması, Avrupa Birliği sosyal
politikasının temel amaçlarından birisidir. Kadınlar ve erkekler arasında eĢitlik,
kuruluĢundan itibaren AB sosyal politikasının bir parçası olmuĢtur. Avrupa
Topluluğu kuruluĢ amacı itibariyle ekonomik amaçlı bir topluluk olduğundan
özellikle çalıĢan kadınlara yönelik düzenlemeleri ağırlıktadır.
Kadın ve erkeklere eĢit olanaklar sağlanmasına iliĢkin topluluk politikası,
1957 yılında imzalanan Roma AntlaĢması‟nın 119.maddesinde aynı iĢte çalıĢan
kadın ve erkek iĢçilere eĢit ücret ödenmesi prensibinin yer alması ile baĢlamıĢtır.
Bu madde, ücret eĢitliğinin sağlanmasından iĢgücü piyasasında sosyal güvenlik ve
sosyal yardım alanlarında ve yaĢamın tüm alanlarında kadın-erkek eĢitliğinin
sağlanmasına doğru uzanacak bir sürecin ilk kıvılcımını oluĢturmuĢtur (Süral,
2002:50).
1965 yılında çalıĢan kadınların korunmasına iliĢkin bir madde içeren Avrupa
Konseyi Avrupa Sosyal ġartı yürürlüğe girmiĢtir. ÇalıĢan kadınların korunması ile
ilgili 8. maddede taraflar; kadınlara doğumdan önce ve sonra en az on iki haftalık
izin sağlamayı, kadının doğum izni sırasında iĢten çıkarılmasını önleyecek
önlemler almayı ve kadınların tehlikeli, sağlığa aykırı veya ağır niteliği nedeniyle
uygun düĢmeyen iĢlerde çalıĢmalarını yasaklamayı taahhüt etmiĢlerdir (Süral,
2002:162–163).
Aralık 1989‟da Ġngiltere hariç on bir üye ülke tarafından kabul edilen
ÇalıĢanların Temel Sosyal Hakları Avrupa Topluluğu ġartı‟nda, kadın erkek
eĢitliğine dair bir maddeye yer verilmiĢ ve maddede kadın ve erkeğe muamele
eĢitliği sağlanması ve fırsat eĢitliğinin geliĢtirilmesi gerekliliği vurgulanmıĢtır.
1 Kasım 1993‟te yürürlüğe giren Maastricht AntlaĢması‟nın ekinde Ġngiltere
hariç diğer on bir üye ülkenin kabul ettiği Sosyal Politika Protokolü yer almıĢtır.
Sosyal Protokol, Avrupa Sosyal ġartı‟nın bir uzantısı niteliğindedir. Sosyal
145
AnlaĢma temelinde somut ilerlemeler gerçekleĢtirme iradesini belirtmiĢ olan 11
üye devlet (Ġngiltere hariç) bu Protokolü imzalamıĢlardır. AB‟nin Avusturya,
Finlandiya ve Ġsveç‟i de içine alacak Ģekilde geniĢlemesiyle birlikte Protokol, 14
üye devletin iradesini temsil eder konuma gelmiĢtir. Protokolde, iĢyerinde kadın ve
erkekler için fırsat eĢitliği ve eĢit muamele ile ilgili mevzuatın kabulüne iliĢkin ek bir
usule yer verilmiĢtir (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği,2000:2).
Mayıs 1997 tarihinde gerçekleĢtirilen seçimler sonrasında ĠĢçi Partisi‟nin
iktidara gelmesiyle Ġngiltere, Sosyal Protokole ek olarak hazırlanan Sosyal
AnlaĢma‟ya
katılma
kararı
almıĢtır.
Amsterdam
AntlaĢması‟nın
yürürlüğe
girmesiyle birlikte Sosyal Protokol kaldırılmıĢ ve Sosyal AnlaĢma AT‟yi kuran
AntlaĢma kapsamına alınmıĢtır.
AnlaĢmanın 2. maddesinin 1.fıkrasında : “EĢit veya eĢdeğerde iĢe eĢit ücret
ödenmesinin yanı sıra, kadın ve erkekler arasında çalıĢma alanında fırsat
eĢitliğinin sağlanması ve iĢ yerinde eĢit davranma ilkesinin yaĢama geçirilmesi”,
hükmüne yer verilmiĢtir. 6. maddesinin 3. fıkrasında ise; “Birliğin, üye devletlerde
kadın erkek eĢitliği konusunda alınan önlemleri desteklemesi öngörülmüĢ” ve üye
devletlerin eĢitlik sağlanana kadar kadınlar lehine çeĢitli imtiyazlı düzenlemeler
(affirmative action) kabul etmesine de bir engel olmadığı vurgulanmıĢtır.
Bu Ģekilde fırsat eĢitliği, çalıĢma hayatında kadın-erkek eĢitliği ve sosyal
dıĢlanmanın engellenmesi için yeni bir yasal temel oluĢturulmuĢtur.
Ġngiltere‟nin 1997 yılında Sosyal Politika Protokolü‟nü onaylamasıyla
Amsterdam AntlaĢması kabul edilmiĢtir. Ġstihdam konusu antlaĢmada ayrı bir
baĢlık altında ele alınmıĢ ve ilk defa istihdam politikası Avrupa‟nın ortak görevi
olarak ilan edilmiĢtir (Yaman,2001:1).
Bugün AB içinde kadın haklarının miladı sayılabilecek “eĢit iĢe eĢit ücret“
ilkesini düzenleyen Roma AntlaĢması‟nın 119. maddesi, “eĢit değerdeki iĢe eĢit
ücret” ilkesi Ģeklinde değiĢtirilmiĢ haliyle Amsterdam AnlaĢması‟nın (1997) 141.
maddesi olarak yer almaktadır. Amsterdam AntlaĢması‟nın, kadın politikaları
anlamında büyük önem taĢıyan diğer maddeleri, 137. madde, 13. madde ve 3
146
maddedir. 137.maddeye göre; kadın ve erkeklere, iĢ yaĢamında, eĢit Ģans
tanınmalı ve eĢit muamele yapılmalıdır. 13. madde ise; bireyler arasında ki, dil,
din, köken, inanç ve cinsiyet farklılıklarının ayrımcılığa neden olmaması gerektiğini
belirterek AB‟nin eĢitlik ilkesine olan bağlılığının altını çizmektedir. Amsterdam
AntlaĢması‟ndaki 3.madde, 1995‟de Pekin‟de, BirleĢmiĢ Milletler tarafından
gerçekleĢtirilen Dünya Kadın Konferansı‟nın en önemli çıktısı olan „Gender
Mainstreaming – Anayol Stratejisi‟nin bir uzantısıdır. Anayol Stratejisine göre;
toplumsal cinsiyet eĢitliği kavramı, ulusal hükümetlerin çıkardığı tüm kanun ve
yönetmelikler kadın perspektifinden ele alınarak düzenlenmeli ve oluĢturulan tüm
ana politikalara yerleĢtirilerek yaygınlaĢtırılmalıdır.
1997 yılında imzalanan ve 1 Mayıs 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam
AntlaĢması, kadın ve erkek eĢitliğini Birliğin temel görevlerinden biri olarak
belirlemiĢtir. Bu kapsamda Birlik, kadınlara eĢit fırsatların sağlanmasını ve eĢit
muamele uygulanmasını tüm kurumlar tarafından her düzeyde ve her alanda
gerçekleĢtirilmesi gereken bir zorunluluk olarak kabul etmiĢtir (Aydın,2003:22).
AntlaĢmada Birliğin eğitim, öğretim veya gençlikle ilgili tüm giriĢimlerinde kadın ve
erkekler arasında fırsat eĢitliğinin teĢvik edilmesi vurgulanmaktadır.
Kadınların iĢgücüne katılımı ve bu alanda kadınlara yapılan ayrımcılığın
ortadan kaldırılması Avrupa Birliği müktesebatında yoğun olarak ele alınan konular
arasında yer almaya devam etmiĢtir. 23–24 Mart 2000 tarihlerinde toplanan Lizbon
Zirvesi‟nde de; istihdamda ayrımcılığı azaltmak ve özellikle çocuk bakımına iliĢkin
hükümleri iyileĢtirmek için çalıĢma yaĢamı ile aile yaĢamının bağdaĢtırılmasını
kolaylaĢtırmak da dâhil olmak üzere, eĢit fırsatların her yönden güçlendirilmesi
gerekliliği vurgulanmıĢ; o dönemde ortalama %51 olan kadın istihdam oranının
2010 yılına kadar %60‟ın üzerine çıkartılması hedefi belirlenmiĢtir (TÜSĠAD,2003:
20). Lizbon Zirvesi‟ni takiben Haziran ayında AB Komisyonu, istihdam alanında ve
sosyal alanda 2005 yılına dek gerçekleĢtirilecek politika ve faaliyetleri belirleyen
Sosyal
Politika
Gündemini
kabul
etmiĢtir.
Gündemde
cinsiyet
eĢitliğinin
geliĢtirilmesi baĢlıca amaçlardan biri olarak sayılmıĢtır. Buna göre; kadınlar ve
erkekler arasında Avrupa düzeyinde eĢitliğin sağlanması ile ilgili devam etmekte
olan giriĢimlerin arttırılması ve cinsiyet konusunun ilgili tüm politikalara dahil
edilmesi gerekliliği vurgulanmıĢ; Cinsiyet EĢitliğine ĠliĢkin Topluluk Çerçeve
147
Stratejisi‟nin onaylanması, 1976 tarihli eĢit muamele direktifinin değiĢiklik
önerisinin onaylanması, istihdam stratejisinin fırsat eĢitliği ayağını oluĢturan
hususların güçlendirilmesi ve uygulamalarının yakından izlenmesi, cinsiyet
eĢitliğinin kamu yönetiminin tüm düzeylerinde geliĢtirilmesi, izlenmesi ve
değerlendirilmesi ve sosyal taraflara diyalogu eĢit ücret, iĢgücü piyasasında
cinsiyet ayrımının kaldırılması ve aile hayatı ile çalıĢma hayatının bağdaĢtırılması
hususlarını içine alacak Ģekilde güçlendirmeleri için çağrıda bulunulması bu
amaçla gerçekleĢtirilecek eylemler olarak belirlenmiĢtir (TĠSK,2000:33–34).
20 Aralık 2000‟de 2000–2005 yıllarını içeren Cinsiyet EĢitliği Topluluk
Çerçeve Stratejisi kabul edilmiĢtir. 23–24 Mart 2001 tarihli Stockholm Avrupa
Konseyi Zirvesi‟nde Lizbon‟da belirlenen hedeflere yeni bir hedef eklenmiĢtir. Buna
göre 2005 yılına kadar AB geneli için kadın istihdam oranının %57‟ye yükseltilmesi
hedeflenmiĢtir. 2002 Martında gerçekleĢtirilen Barselona Zirvesi‟nde de tam
istihdam AB‟nin en baĢta gelen amacı olarak vurgulanmıĢ ve daha fazla ve daha
iyi iĢ için aktif politikaların ve mesleki eğitimin önemine değinilmiĢtir (Kenar,
2004:5).
Lizbon Stratejisi‟nin kabul edilmesinden 2005 yılına dek geçen beĢ yıllık süre
içinde öngörülen hedeflere ulaĢılamadığı görülmüĢ; bunun üzerine AB Komisyonu
tarafından 2005–2010 dönemi için yeni bir sosyal gündem oluĢturularak 9 ġubat
2005 tarihinde açıklanmıĢtır. Yeni sosyal gündemde herkes için istihdam ve eĢit
fırsatlar olmak üzere iki öncelik alanı belirlenmiĢtir. Cinsiyetler arası fırsat eĢitliği
bağlamında; cinsiyetler arası ücret farkı, daha fazla sayıda kadının iĢgücüne
katılımının sağlanması, cam tavan, iĢ ve aile hayatının dengelenmesi gibi
konuların geliĢtirilmesi gerekliliği vurgulanmıĢ; erkekler ve kadınlar arasındaki
eĢitliğin geliĢtirilmesine iliĢkin topluluk hedeflerinin uygulanmasında Komisyonu ve
üye devletleri destekleyecek Kadın-Erkek EĢitliği Avrupa Enstitüsü‟nün kurulması
önerilmiĢtir (TĠSK,2005:16).
Görüldüğü üzere, Avrupa Birliği‟nin çalıĢma yaĢamında kadın-erkek eĢitliğine
iliĢkin düzenlemeleri, Birliğin kuruluĢundan itibaren Avrupa sosyal politikası içinde
yer almıĢtır. Ancak Birlik politikalarında kadın-erkek eĢitliğine yönelik yaklaĢım ve
buna bağlı olarak izlenen politikalar zaman içinde değiĢiklik göstermiĢtir. Fırsat
148
eĢitliği ilk zamanlarda yalnızca ücret eĢitliği ve çalıĢma yaĢamında eĢitlik olarak
görülmüĢ ve bu eĢitliğin sağlanması amacıyla “eĢit muamele”, “olumlu eylem” ve
“olumlu ayrımcılık” politikaları izlenmiĢ; ancak bu politikaların yeterli olmadıkları
görülmüĢ ve bu nedenle “fırsat eĢitliğini ana politikalara ve faaliyetlere dahil etme
(gender mainstreaming)” politikası uygulanmaya baĢlamıĢtır (Süral,2002:52–53).
EĢit muamele, olumlu eylem ve olumlu ayrımcılık politikalarından daha uzun
vadeli olan fırsat eĢitliğini ana politikalara ve faaliyetlere dâhil etme politikasının
amacı, fırsat eĢitliğinin ayrı bir politika olarak değerlendirilmemesi ve topluluğun
bütün politikalarıyla bütünleĢtirilmesidir. Topluluk, fırsat eĢitliğini yalnızca Avrupa
düzeyindeki değil, ulusal ve yerel düzeydeki bütün politikaların ve faaliyetlerin
öncelikli bir parçası haline getirmelidir. Nitekim 1996 yılından beri izlenen bu
politika birçok üye ülke tarafından benimsenmiĢ ve ulusal düzeyde uygulanmaya
baĢlanmıĢtır. Örneğin; Ġtalya, Nisan 2000‟de tüm hükümet politikalarına cinsiyetler
arası eĢitliği dâhil etmek amacıyla yeni bir bakan atamıĢ; Ġrlanda hükümeti,
hükümet politikalarının ve programlarının cinsiyetler arası eĢitliğe olan etkilerini
ölçen araĢtırma mekanizmaları oluĢturmuĢ; Fransa ise, kadın-erkek eĢitliğine
yapılan katkıları sekiz ana faaliyet alanında değerlendiren bakanlıklar arası bir
komite kurmuĢtur (Aydın,2003:22).
Avrupa
Birliği‟nde
sosyal
politika
alanında
yetki
ikamesi
prensibi
uygulanmaktadır (Yaman,2001:1). Buna göre; Avrupa Birliği içinde sosyal politika
alanındaki birçok konu üye ülkeler düzeyinde ele alınmakta, Birlik çıkardığı direktif
ve tüzüklerle üye ülke mevzuatlarına ve uygulamalarına yön vermektedir. Birliğin
çalıĢma hayatında kadını korumaya ve kadın-erkek fırsat eĢitliğini sağlamaya
yönelik baĢlıca direktifleri ise Ģunlardır:
• 75/117/EEC Sayılı Kadın ve Erkek ÇalıĢanlara EĢit Ücret Prensibinin
Uygulanmasına ĠliĢkin Üye Ülke Yasalarının YakınlaĢtırılması Hakkındaki
Direktif30
• 76/207/EEC Sayılı ĠĢe Alınma, Mesleki Eğitim, Terfi ve ÇalıĢma
ġartlarında Kadın ve Erkeklere EĢit Muamele Prensibinin Uygulanması
30
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:1975:045:0019:0020:EN:PDF (e.t: 16.10.2013).
149
Hakkındaki Direktif31 ve Bu Direktifi DeğiĢtiren 2002/73/EEC Sayılı
Direktif32
• 79/7/EEC Sayılı Sosyal Güvenlik Alanında Kadınlara ve Erkeklere EĢit
Muamele Prensibinin Kademeli Olarak Yürürlüğe Sokulması Hakkındaki
Direktif33 ve 86/378/EEC Sayılı Mesleki Sosyal Güvenlik Programlarında
Kadınlara ve Erkeklere EĢit Muamele Prensibinin Yürürlüğe Konulması
Hakkındaki Direktif34
• Kendi Nam ve Hesabına ÇalıĢan Kadın ve Erkekler Arasında EĢit
Muamele Ġlkesinin Hayata Geçirilmesine ĠliĢkin 86/613/EEC Sayılı
Direktif35‟i ilga eden 7 Temmuz 2010 tarihli ve 2010/41/EU Sayılı Direktif 36
• 92/85/EEC Sayılı Hamile, Yeni Doğum YapmıĢ ve Emziren Kadınların
ĠĢlerindeki Güvenliği ve Sağlığı Ġle Ġlgili Düzenlemeleri TeĢvik Edici
Önlemler Alınması Hakkındaki Direktif37
• UNICE, CEEP ve ETUC Tarafından Sonuçlandırılan Gözden GeçirilmiĢ
Ebeveyn Ġzni Çerçeve AnlaĢmasını Uygulamaya Koyan ve 96/34/EC Sayılı
Direktifi38 Ġlga Eden 2010/18/EU sayılı Direktif39
• Cinsiyete Dayalı Ayrımcılıkta Ġspat Yükümlülüğü Hakkındaki 97/80/EC
Sayılı Direktif40
• Ġstihdam ve ĠĢte EĢit Muamele Alanında Genel Çerçeve Hakkındaki
2000/78/EC Sayılı Direktif41
• Mal ve Hizmetlere EriĢim Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılığın
Kaldırılmasına Yönelik 2004/113/EC Sayılı Direktif42
• Ġstihdam ve ÇalıĢma KoĢullarında Kadın ve Erkeklere EĢit Davranma ve
EĢit Fırsatlar Ġlkesinin Uygulanmasına ĠliĢkin 2006/54/EC Sayılı Direktif43
31
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31976L0207:EN:HTML (e.t: 16.10.2013).
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32002L0073:en:HTML (e.t: 16.10.2013).
33
http://eur- lex.europa.eu/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexapi!prod!CELEXnumdoc&lg=
en&numdoc=31979L0007&model=guichett (e.t: 16.10.2013).
34
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31986L0378:EN:HTML (e.t: 16.10.2013).
35
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31986L0613:EN:HTML (e.t:16.10.2013).
36
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2010:180:0001:0006:EN:PDF (e.t:16.10.2013).
37
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31992L0085:en:html (e.t:16.10.2013).
38
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31996L0034:en:HTML (e.t:16.10.2013).
39
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2000:118:0041:0043:EN:PDF (e.t:16.10.2013).
40
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31997L0080:EN:HTML (e.t:16.10.2013).
41
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32000L0078:en:HTML (e.t:16.10.2013).
42
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2004:373:0037:0043:en:PDF (e.t:16.10.2013).
32
150
AB, 1957 yılından günümüze kadar olan süreç içerisinde kadın-erkek eĢitliği
alanında bir mevzuat çerçevesi oluĢturmuĢ ve bu kapsamda, iĢ, mal hizmet,
eğitim, terfi ve çalıĢma Ģartları açısından eĢit muamelenin sağlanmasını öngören
direktifler uygulamaya koymuĢtur. AB‟nde kadın-erkek eĢitliğine teĢvikin, iĢgücü
piyasası ve istihdam dıĢındaki alanları da kapsar hale geliĢi 1997 Amsterdam
AnlaĢması‟yladır. 2000‟lerde bir yandan istihdam stratejisinin dördüncü temel
ayağı olarak kadın-erkek eĢitliği öngörülmüĢtür; diğer yandan Temel Haklar ġartı
(Fundamental Rights Charter)44 ile sadece istihdamda-ödemede değil bütün
alanlarda eĢitlik hedefi ve ayrımcılık yasağı ortak standarda dönüĢmüĢtür. Bu ilk
kapsamlı politika çerçevesinin kabulünden sonra 2006 yılında, 2006–2010 dönemi
için altı öncelik alanı ve bu alanlarda anahtar eylemler belirleyen, Topluluk
politikalarında kadın-erkek eĢitliğini desteklemek için gerekli olan araçları
tanımlayan bir doküman olan “Kadın Erkek EĢitliği Ġçin Yol Haritası” (Roadmap for
equality between women and men) 45 kabul edilmiĢtir.
2010 yılına gelindiğinde, Avrupa Komisyonu eĢit ekonomik bağımsızlık, eĢit
ve eĢdeğerde iĢe eĢit ücret, karar almada eĢitlik, itibar, bütünlük ve cinsiyet temelli
Ģiddetin sona erdirilmesi, dıĢ iliĢkilerde toplumsal cinsiyet eĢitliği olmak üzere beĢ
öncelik alanı belirleyen Kadın ġartını (Women‟s Charter) kabul etmiĢtir. Bu Ģart
kapsamında sözü edilen öncelik alanları için öngörülen eylemleri ortaya koyan ve
2010–2015 dönemini kapsayan “Kadın-Erkek EĢitliği Ġçin Strateji (Strategy for
Equality between Women and Men)”46 belgesi ise 21 Eylül 2010 tarihinde kabul
edilmiĢtir.
Kadın-Erkek EĢitliği Stratejisi, toplumsal cinsiyet eĢitliğinin sağlanmasına
yönelik anahtar eylem alanlarını ortaya koymuĢ ve gerçekleĢtirilecek bu faaliyetleri
de bir takvime bağlamıĢtır. Avrupa 2020 Stratejisinin %75‟lik toplam istihdam
hedefinin gerçekleĢtirilmesi için kadınların iĢgücü piyasalarına katılımlarının
artırılması, bunun için iĢ ve ev hayatı arasında gerekli dengenin oluĢturulmasına
yönelik önlemlerin alınması, kadınların karar alma süreçlerine katılımlarının teĢviki
43
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2006:204:0023:0036:en:PDF (e.t:16.10.2013).
http://www.europarl.europa.eu/charter/pdf/text_en.pdf (e.t:06.12.2012).
45
http://europa.eu/legislation_summaries/employment_and_social_policy/equality_between_men_
and_women/c10404_en.htm (e.t: 06.12.2012).
46
http://europa.eu/legislation_summaries/employment_and_social_policy/equality_between_men_
and_women/em0037_en.htm (e.t:06.12.2012).
44
151
ve kadınlara yönelik Ģiddetin önlenmesine yönelik politikaların uygulanmasında
2013 yılına kadar, Progress, Avrupa Sosyal Fonu, Bilim ve AraĢtırma alanında 7.
Çerçeve Programı ve Daphne gibi mevcut programlardan fon sağlanmaya devam
edilecektir.
Finlandiya‟da iĢverenlik ve iĢ yaratma çerçevesinde kadınlara özel kredi
verme, özellikle kadınlara yönelik olarak hizmet sektöründe vergi avantajları
sağlama Ģeklinde kadınlar için özel önlemler alınmıĢtır. Bu önlemler, kadınlar için
erkeklerden daha fazla indirim sağlayan sürekli istihdam sözleĢmelerinin
yapılması, kadınlara yönelik iĢlerin daha da geniĢletilmesi için finans, rehberlik ve
danıĢmanlık hizmetlerinin geliĢtirilmesi gibi hizmetlerdir (ÇSGB,2004:24, 29).
AB‟ne yeni üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise, kural olarak,
kadınlara yönelik özel bir aktif iĢgücü piyasası programı mevcut değildir. Ancak
Çek Cumhuriyeti ve Macaristan‟da uzun annelik izinleri nedeniyle emek
piyasasından çıkan kadınların emek piyasasına dönüĢünü kolaylaĢtırmak
amacıyla yeniden mesleki eğitim kursları verilmektedir. Diğer taraftan, bazı Orta ve
Doğu Avrupa ülkelerinde kadın giriĢimciliğini arttırmak amacıyla kadınlara, temelde
uluslararası kuruluĢlar tarafından finanse edilen, sübvansiyonlar verilmektedir
(UĢen,2007:80).
2.3.4.2.4. Göçmenlere (yabancılara) yönelik politikalar
AB bakımından göç olgusu, hem ulusal hem de Birlik düzeyinde çok önemli
bir sorundur. AB nüfusu Ģu andaki yapısıyla, küresel ekonomide yetiĢmiĢ insan
gücüyle rekabet etmek konusunda önemli bir sorunla karĢı karĢıya bulunmaktadır.
Öte taraftan, sürekli olarak niteliksiz insan kitlelerinin Avrupa‟ya göç etmesi üye
ülkeler bakımından ekonomik anlamda kaygı verici bir hal almıĢtır. Aynı Ģekilde, bu
göçmen nüfusun yaĢadığı ülkeyle kültürel bakımdan entegrasyonu da çözülmesi
gerekli baĢka bir meseledir. ĠĢte böylesine çok boyutlu bir olguyla baĢ edebilmek
ve tüm üye ülkelerde standart düzenlemeler oluĢturmak amacıyla, AB düzeyinde
önemli çalıĢmalar yapılmaktadır. Bu çabalar, 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam
AnlaĢması ile baĢlamıĢ olup, AB Komisyonu‟nun çeĢitli tarihlerde gerçekleĢtirdiği
programlarla devam etmiĢ ve nihayetinde Ekim 2008‟de Göç ve Ġltica Hakkında
152
Avrupa Paktı‟nın kabul edilmesiyle, Ortak Göç Politikası oluĢturulması adına
önemli bir döneme girilmiĢtir47.
AB Ortak Göç Politikası (OGP), ilk olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu
Kurucu AnlaĢması olan 1957 Roma AntlaĢması‟nın kiĢilerin, hizmetlerin ve
sermayenin serbest dolaĢımına iliĢkin hükümlerinin bulunduğu III. baĢlığında ele
alınmıĢtır. 42. maddede göçmen çalıĢanlar ve onlara bağlı kiĢiler terimi kullanılmıĢ;
fakat, sözleĢmenin tamamı içinde ele alındığında, aslında bu atfın üye ülkelerden
serbest dolaĢım kapsamında çalıĢmak amacıyla bir üye ülkeden diğer bir üye
ülkeye gelen göçmen iĢçilere yapıldığı anlaĢılmaktadır.
AB göç yönetiminin müktesebata entegre edilmesinin belki de en önemli
dönüm noktası 1997 yılında kabul edilen ve 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam
AnlaĢmasıdır. AnlaĢmanın 73k maddesinde OGP‟ye değinilmiĢ ve göçmenlerin
ülkeye giriĢleri, ikametleri, çalıĢma izinleri, uzun süreli vize verilmesinde izlenecek
ortak prosedür ile aile birleĢmeleri ile ilgili önlemler alınacağı söylenmiĢtir. Aynı
maddenin son paragrafında da, Amsterdam AntlaĢması‟na ve Uluslararası
AntlaĢmalara aykırı olmamak kaydıyla üye ülkeler tarafında düzenlemeler
yapılacağı ilave edilmiĢtir48.
Amsterdam AntlaĢması‟ndan sonra,
15–16 Ekim 1999 tarihlerinde
Finlandiya‟nın Tampere Ģehrinde Konsey Zirvesi yapılmıĢtır. Zirvenin sonuç
bildirisinde, OGP oluĢturmanın gerekliliği üzerinde durulmuĢtur. Bu politikanın
oluĢturulması sırasında, menĢe ve geçiĢ ülkeleriyle iĢbirliği yapılması gerekli
görülmüĢ ve yasadıĢı göç ve insan kaçakçılığı konularında ortak politikaların
oluĢturulması gerekliliği tekrarla vurgulanmıĢtır (IV. Bölüm, md.22). Ayrıca, ırkçılık
ve yabancı düĢmanlığı ile ilgili olarak Maastricht AntlaĢması‟nın 13. maddesine
atıfta bulunularak, üye devletlerin bu konudaki gayretleri teĢvik edilmiĢtir (III.
Bölüm, md.18,19)49.
AB‟nin göç sorununu en kapsamlı biçimde ele aldığı çalıĢma, 4–5 Kasım
2004 tarihlerinde AB Komisyonu tarafından hazırlanmıĢ olan Hague Programı‟dır.
47
http://bbridges.org/ab-goc-politikasi/ (e.t: 07.01.2011).
http://www.europarl.europa.eu/topics/treaty/pdf/amst-en.pdf (e.t: 07.01.2011).
49
Tampre Zirvesi Sonuç Bildirisi için bkz: http://www.europarl.europa.eu/summits/tam_en.htm (e.t:
07.01.2011).
48
153
Bu program, Birliğin gelecek beĢ yıl boyunca adalet ve içiĢleri alanlarında iĢbirliğini
geliĢtirmek için, en öncelikli 10 konusunu içermektedir. Programda göç sorunuyla
ilgili olarak Ģu kayıtlara yer verilmiĢtir50:
- Yasal ya da yasadıĢı göç ile baĢta kadın ve çocukların olmak üzere, insan
kaçakçılığına
karĢı
mücadeleye
yönelik
olarak
ortak
bir
politika
benimsenmelidir. Fakat istihdam amacıyla üçüncü ülkelerden alınacak
göçmen sayısını, göçmen alımında uygulanacak prosedürler ile ülkedeki
kalıĢ koĢulları ve sahip oldukları hakları belirlemek konusunda yetki milli
devletlerindir. Ne var ki, yasadıĢı biçimde ülke topraklarında bulunuyor
olsalar bile, onlara insan onuruna yakıĢır biçimde ve saygılı davranmak,
Birlik politikasının yol gösterici prensibidir. Ayrıca, baĢarılı bir göç
politikasının yürütülmesi, Birlik‟in tek baĢına üstesinden geleceği bir konu
değildir. Bu bakımdan, çıkıĢ ve geçiĢ ülkeleriyle iĢbirliğine gidilmelidir
(md.4);
- Göçmen nüfusun sosyal ve ekonomik bakımdan bulunduğu toplumla
entegrasyonu için, milli devletlerin entegrasyon politikalarını geliĢtirmeleri
desteklenmelidir. Üye ülkeler bu politikaları geliĢtirirken, birbirlerinin
tecrübelerinden yararlanmalıdır. Bu amaca yönelik olarak, Avrupa
değerlerine saygılı ve ayrımcılık karĢıtı bir AB Entegrasyon Taslağı
oluĢturulmalıdır (md.5).
Hague programında belirtilen hedeflerden anlaĢılan, her ne kadar ortak bir
göç politikasının benimsenmesi gerekliliği ortaya konmuĢsa da, bu konuda asıl
yetkinin milli devletlere bırakıldığıdır. AB sadece yol gösterici birtakım prensipleri
ortaya koyabilmiĢtir.
Yukarıda
değindiğimiz iki çalıĢmanın
uygulanmasına
yönelik olarak,
Komisyon ve Konsey farklı tarihlerde önergeler ve direktifler yayımlayarak,
50
Sonuç Bildirisinin kaynak metni için bkz.:
http://eurlex.europa.eu/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexplus!prod!DocNumber&lg=en&type_doc=COMfin
al&an_doc=2005&nu_doc=184 (e.t: 07.01.2011).
154
OGP‟nin uygulanması yolunda bir dizi mevzuat oluĢturmuĢtur. AĢağıda bunların
özet listesi yer almaktadır51:
- 25.11.1999 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul
edilmiĢ, 29.06.2000 tarihli ve 2000/43/EC sayılı “Irksal veya Etnik
Kökeninden
Bağımsız
Olarak
KiĢilere
EĢit
Muamele
Ġlkesinin
Uygulanması” üzerine Konsey Direktifi;
- 25.11.1999 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul
edilmiĢ, 27.11.2000 tarihli ve 2000/78/EC sayılı “Ġstihdam ve ÇalıĢmada
EĢit Muamele için Genel Taslak OluĢturma” üzerine Konsey Direktifi;
- 10.10.2000 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul
edilmiĢ, 22.09.2003 tarihli ve 203/86/EC sayılı “Aile BirleĢmesi Hakkı”
üzerine Konsey Direktifi;
- 13.03.2001 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul
edilmiĢ, 25.11.2003 tarihli ve 2003/109/EC sayılı “Uzun Süreli Mukim
Üçüncü Ülke VatandaĢlarının Statüleri” üzerine Konsey Direktifi.
AB ülkeleri arasında, göç sorunu ulusal politik gündeminde en önde gelen
ülke Ģüphesiz Fransa‟dır. Fransa‟nın Avrupa Birliği dönem baĢkanlığını yürüttüğü
2008 yılının ikinci yarısında, 16 Ekim 2008 tarihinde AB düzeyinde ortak göç
politikası oluĢturma yolunda önemli bir adım olan Avrupa Göç ve Ġltica Paktı
imzalanmıĢtır. Pakt ile Avrupa Birliği düzeyinde göçün özellikle yüksek vasıflı
kiĢileri çekecek Ģekilde teĢvik edilmesi öngörülmektedir52.
AGĠP, AB seviyesinde ortak bir göç ve iltica politikası geliĢtirilmesi için bir
takım siyasi hedefler ve stratejik yönelimler içermektedir. Pakt, aynı zamanda üye
devletlerin göç sorunu ile ilgili birbirlerine, vatandaĢlarına ve dünyanın geri
kalanına karĢı gerçekleĢtirmeyi taahhüt etmiĢ oldukları yükümlülükleri ifade
51
Bu önerge ve direktiflerin metinleri için bkz.:
http://ec.europa.eu/justice_home/doc_centre/immigration/integration/doc_immigration_integration_en.htm (e.t:
07.01.2011).
52
http://register.consilium.europa.eu/pdf/en/08/st13/st13440.en08.pdf (e.t:11 Ocak 2011). European Pact on
Immigration and Asylum, 2008,
155
etmektedir.
Fransa‟nın Dönem BaĢkanlığı sırasında öne sürülen 2008 Avrupa
Birliği Göç ve Ġltica Paktı beĢ prensip etrafında oluĢturulmuĢtur53:
1- Her üye devletin öncelikleri, ihtiyaçları ve kabul kapasiteleri göz önüne
alınarak yasal göçün düzenlenmesi ve entegrasyonun desteklenmesi
(md.1),
2- Yasal durumda bulunmayan göçmenlerin, geliĢ ya da geçiĢ ülkelerine
döndürülerek yasadıĢı göçle mücadele edilmesi (md.2),
3- Sınır kontrollerinin etkinliğinin artırılması (md.3),
4- Bir iltica Avrupası inĢa edilmesi (md.4),
5- MenĢe ve geçiĢ ülkeleriyle iĢbirliği yaparak, göç ve geliĢme arasında bir
sinerji yaratılması (md.5).
AGĠP, ortaya koyduğu ilkelerle, baĢta Fransa olmak üzere, göç olgusuyla baĢ
etmekte zorlanan ve etkin entegrasyon politikaları üretememiĢ AB üyesi ülkelerin
istekleri doğrultusunda hazırlanmıĢ bir metindir.
Sosyal dıĢlanma içinde ele alınan gruplar arasında göçmenler önemli bir yer
tutmakta ve göçmenlerin göç ettikleri toplumlarda yaĢadıkları dıĢlanma ve içerilme
daha çok vatandaĢlık konusu üzerinden yapılan tartıĢmalarla yürütülmektedir.
Göçmenlerin yaĢadıkları ülkelerdeki tarihsel deneyimlerden yola çıkarak bazı
modeller geliĢtirilmiĢtir.
Ülkelerin göçmenlerin entegrasyonu ve dıĢlanmasına yönelik politikaları
değiĢik faktörlere göre Ģekillenmektedir. Bu faktörlerin baĢlıcaları, göçmenlerin ne
kadar süredir bu ülkede yaĢıyor oldukları, ekonomik ve sosyal geliĢmiĢlik seviyeleri
ve yerli halk ile olan kültürel benzerlikleri veya farklılıklardır. Avrupa Birliği
vatandaĢı
olmayanların
entegrasyonu
veya
dıĢlanması
yönünde
Avrupa
ülkelerinde uygulanan baĢlıca üç model göze çarpmaktadır (Kofman vd.,2000).
Asimilasyon Modeli: Bu model en belirgin Ģekilde Fransa'da görülmekte olup,
gelen göçmenlerin dil, kültür ve sosyal karakter bakımından yaĢadıkları topluma
53
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2009:0266:FIN:EN:PDF (e.t:12.01.2011).
156
uyum
sağlayacakları
düĢüncesiyle
bu
geliĢimi
hızlandıracak
politikalar
uygulanmasını öngörmektedir. Bunu sağlamak için oturma hakkı olan göçmenlerin
hepsine vatandaĢlık verilmesine ve bu Ģekilde asimilasyonun sağlanmasına
yönelik politikalar uygulanmasına dayanmaktadır. Bu modelde ülkeye yeni
gelenler,
politik normları ve
ulusal kültürü
kabul ettikleri ölçüde
kabul
edilmektedirler. Aslında burada azınlıkların kendi kültürel ve politik hakları
tanınmamaktadır.
Çok Kültürlü Model: Çok kültürlülük esasına dayalı bu model, göçmenlerin
yaĢadıkları ülkenin politik normlarına bağlı kaldıkları müddetçe, ulus devletin
çoğunluk ve azınlıkların kendi kültürlerini koruyacağı fikirlerine dayanmaktadır.
Ġngiltere'de uygulanan bu modelde göçmenlerin dil, kültür ve sosyal farklılıklarını
kaybetmeleri beklenmeden onlara yerli halkla eĢit ekonomik, sosyal ve politik
hakların verilmesi söz konusudur.
DıĢlanma Modeli: Bu modelde hükümetler ve yerli halk, göçmenleri kendi
uluslarının bir üyesi olarak kabul etmezler. Ayrıca göçmenlerin ekonomik, sosyal,
kültürel ve politik haklara sahip olması sınırlandırılmıĢtır. Bu modelin en belirgin
örneği de Almanya'dır. Bu modelde entegrasyon belli bir etnik kimliğe
bağlanmıĢtır. Doğu Avrupa‟da yaĢayan binlerce etnik Alman 1980 sonra,
Almanya‟ya yerleĢmiĢ ve otomatik olarak vatandaĢlık elde etmiĢlerdir.
Göçmenlerin dünya tarihinde eĢi görülmemiĢ kadar kalabalık nüfusları,
sosyolojik ve ekonomik açıdan yerel ülke kurumları ve vatandaĢlarıyla iliĢkileri gibi
konular, göç olgusunu klasik anlamından farklılaĢtırmıĢtır. Bugün Avrupa‟da
göçmen nüfus üzerine yapılan araĢtırmalar “göçmen azınlık” Ģeklinde adlandırılan
yeni bir kavram ortaya çıkarmıĢtır. Günümüz Avrupası‟nda çok yoğun bir Ģekilde
tartıĢılıyor olsa da, göç olgusu Avrupa ve Avrupalılar için yeni bir kavramdır.
Avrupa yabancılarla yaĢamaya alıĢmıĢ bir kıta değildir. Hatta 20. yüzyıla kadar
Avrupa‟nın göçmenleri de Avrupalıdır. Bugün ise durum değiĢmiĢtir ve göç
uluslararası bir nitelik kazanmıĢtır54.
54
http://bbridges.org/ab-goc-politikasi/(e.t. 07.01.2011).
157
DüĢük vasıflı yabancı iĢçilerin, kabul eden ülkedeki iĢgücüne katılım
oranlarının düĢük olması ve bu kesimde yaĢanan yüksek iĢsizlik, göçmenlerin
emek piyasasına entegrasyonunun AB ülkelerinde kilit mücadele alanı olarak
görülmesine neden olmaktadır. Göçmenlerin iĢgücüne katılımına kabul eden
ülkede yaĢadıkları süre, o ülkenin dilini konuĢabilme, eğitim ve vasıf düzeyleri,
sahip oldukları çocuk sayısı, hanede çalıĢan kiĢi sayısı gibi pek çok faktör etki
etmektedir (UĢen,2007:80-81). Bu sebeple dil eğitimi, temel ve mesleki eğitim,
yabancı iĢçi çalıĢtıracak iĢverenlere yönelik ücret sübvansiyonları gibi programlar
yabancı iĢsizlere yönelik aktif önlemlerin baĢında gelmektedir.
Danimarka‟da 1996 yılında yürürlüğe giren kanun ile mültecilerin ve
göçmenlerin Danimarka dilini öğrenme ve Danimarka‟ya uyum sağlamalarına
yönelik teĢvikler, yabancılara yönelik aktif iĢgücü piyasası önlemlerinin baĢında
gelmektedir. Bu programın kapsamı önceleri sadece mülteciler iken, 1999 yılı
Ocak ayından itibaren göçmenler de kapsama dahil edilmiĢtir. Göçmenlere yönelik
olarak 1999 yılında çıkarılan bir kanun ile entegrasyon programı yeni gelen
göçmen ve mülteciler için 18 aydan 3 yıla çıkarılmıĢtır. Diğer taraftan tüm
göçmenler için dil öğrenimini kolaylaĢtırmak ve iĢsiz göçmenler için eğitim
verilmesi ile ilgili olarak özel bir fon kurulmuĢtur. Etnik azınlıkların istihdamı ile ilgili
olarak daha önceden bu konuda hiçbir deneyimi olmayan teĢebbüslere 6 aya
kadar 11.000 Danimarka kronuna kadar çalıĢanların ücretlerinin yarısı kamu
istihdam hizmetlerince karĢılanmaktadır. Bu programlar sonucu göçmenler ile ilgili
olarak yapılan araĢtırma altı aydan sonra bunların %71‟inin iĢ bulduğu ve %51‟inin
de eğitime baĢladığını göstermektedir (ÇSGB,2004:18).
Ġsveç‟te 1997–2000 döneminde Ġsveççe kısa adı “SwIT” olan ve ulusal
düzeyde biliĢim teknolojileri alanında mesleki eğitim vermeyi amaçlayan programın
kapsamı öncelikle kadın, göçmen ve engelli iĢsizler olarak belirlenmiĢtir.
Katılımcıların yaklaĢık %60‟ı eğitimin sona ermesinden 6 ay içinde iĢe
yerleĢtirilmiĢtir. 2004 yılı için Ġsveç hükümeti, göçmen ve kadın iĢsizler arasında
158
giriĢimciliğin geliĢtirilmesine yönelik 19 milyon SEK55 tutarında bir harcama
ayırmıĢtır56.
2.3.4.2.5. YaĢlılara yönelik politikalar
Avrupa Birliğinde yaĢlı nüfus, Birliğin üzerine en fazla kafa yorduğu konuların
baĢında gelmektedir. Birlik yaĢlanan nüfusuna bağlı olarak büyüyen emekli aylığı,
sağlık sistemleri gibi büyük ekonomik güçlüklerle yüzleĢmek zorundadır. Sosyal
açıdan da Avrupa‟nın yaĢlanan nüfusu Avrupa‟da sorunlara neden olmakta, bu
grup toplum dıĢına itilmekle karĢı karĢıya kalmaktadır.
Avrupa Birliği‟nin yaĢlılara iliĢkin mevzuatın temelini 1991 tarihli “BirleĢmiĢ
Milletler
YaĢlı Ġnsan
SözleĢmesi‟nin
Ġlkeleri”
“YaĢlıların
oluĢturmaktadır.
Sosyal
Korumadan
Bu
ilkeler
Avrupa
Yararlanması”
Sosyal
baĢlıklı
23.
maddesinde Ģu Ģekilde ortaya konulmaktadır (Arı,2006:34):
“YaĢlı haklarının korunması ve yaĢlıların sosyal güvenlik sistemleri içerisinde
entegre edilmesi için üye devletler dolaylı ve dolaysız olarak, kamu veya özel
kurumlar aracılığı ile gerekli tedbirleri almalıdırlar.
Bunlar, yaĢlıların toplumun bir parçası olarak kalmalarını sağlamak;
hayatlarının geri kalanlarını istedikleri gibi seçmelerini, istedikleri gibi aileleri ile
beraber bağımsız, özgür bir yaĢam isteklerini yerine getirmek; yardım kurumlarında
kalmaları durumunda yaĢlıların özel hayatlarına gerekli hassasiyet ve özenin
gösterilmesini sağlamaktır”.
Avrupa Birliği‟nde yaĢlıların sosyal hakları açısından atılan bir diğer önemli
adım ise, 1989 yılında kabul edilen “Avrupa Sosyal ġartı”dır. Birçok konuda
yenilikler getiren bu metinle Avrupa Topluluğu, sınırları dâhilinde yaĢayan yaĢlılara
emeklilikten sonra düzenli bir yaĢam standardına sahip olma hakkını tanımıĢtır.
Mart 2000‟de Lizbon‟da, Aralık 2000‟de ise Nice‟te yapılan Avrupa Konseyi
Zirvesi‟nde alınan kararlar ise Avrupa Birliği‟nin yaĢlılar için attığı diğer olumlu
55
Bu miktar 2002 yılı için 9 milyon SEK, 2003 yılı için 14 milyon SEK tutarında gerçekleĢmiĢtir.
Sweden‟s Action Plan for Employment, May 2001, s.19.
ec. europa. eu/social/BlobServlet? docId=5844&langId=en (e.t: 05.04.2013)
56
159
adımlardır. Söz konusu zirvelerde sosyal politika alanında alınan kararlar sırasıyla
Ģu Ģekildedir (Arı,2006:35,36):
“Sosyal Katılımı GeliĢtirme (md.32): (...) sosyal politika alanında belli gruplara
özel ve öncelikli eylem planlarının hazırlanması (azınlık gruplar, yaĢlılar,
engelliler), üye devletlerin bu eylem programlarını kabul edip, kendi özel
durumlarına
uyarlaması
ve
geliĢmeleri
sürekli
rapor
etmesi
(...)
desteklenmektedir”.
“Sosyal Politika Gündemi (Ekler- md.21): Tüm üye devletler yaĢlanma sorunu
ile karĢı gelmiĢtir. Aileler ve çocuklara iliĢkin koruyucu politikaların oluĢturulması
öncelikli konuların arasında yer alırken yaĢlılar ve yaĢlılara iliĢkin bazı önemli
hususlar; aktif yaĢlanma politikaları, yaĢam boyu öğrenim, emeklilik sonrası yaĢam
alanlarında yeni politikalar geliĢtirilmelidir”.
Yukarıdaki kararlardan da anlaĢılacağı üzere temel hedef, Avrupa Birliği
sınırları içerisinde yaĢayan yaĢlıların temel ihtiyaçlarını belirlemek ve bu ihtiyaçlar
doğrultusunda
uygun
politikalar
üretmektir.
Özellikle
yaĢlıları
ilgilendiren
politikaların sağlık, istihdam ve barınma gibi alanlarda yoğunlaĢtığı görülmektedir.
AB üyesi ülkelerde aktif emek piyasasının temel hedef grupları arasında yer
alan yaĢlılara (45–64 yaĢ arası), istihdam sübvansiyonu, sosyal güvenlik
primlerinde indirim, danıĢmanlık ve yeniden mesleki eğitim kursları ile yetiĢtirme
kursları sağlanmaktadır. Genellikle yaĢlılara yönelik aktif iĢgücü piyasası önlemleri
yaĢlıların
iĢgücü
piyasasına
yeniden
giriĢlerinin
kolaylaĢtırılması
Ģeklinde
gerçekleĢmektedir. AB üyesi bazı ülkelerde yaĢlılara yönelik aktif önlemler belirli
bir süre iĢsiz kalındıktan sonra örneğin; Ġsveç, Finlandiya, Almanya ve Portekiz‟de
12 ay; Lüksemburg‟da 6 ay; Ġrlanda‟da 9 ay sonra, devreye sokulmaktadır (Brandt,
Burniaux,Duval,2005:38–102).
Mesleki eğitim, danıĢmanlık hizmetlerinin yanı sıra bazı ülkelerde yaĢlıların
istihdamının teĢvik edilmesi amacıyla iĢverenlere istihdam sübvansiyonları da
verilmektedir. Örneğin Almanya‟da, 2003 yılından itibaren 55 yaĢ ve üstü bir iĢçiyi
istihdam eden iĢveren, o iĢçi için iĢsizlik sigortası priminden muaf tutulmaktadır
160
(EC,2005:80–81). Ayrıca 2003 yılından itibaren 50 yaĢ ve üstü iĢsizlere bir önceki
iĢlerinde kazandıkları ücretten daha az bir ücrete razı olarak iĢe girmeleri halinde
önceki ve Ģimdiki ücretleri arasındaki farkın %50‟si kadar ücret sübvansiyonu
sağlanmaktadır. Söz konusu finansal destek, iĢçinin hak ettiği iĢsizlik ödeneği
süresi kadar devam etmektedir (EC,2005:82). Almanya‟da 1 Ocak 2007 tarihinde
yürürlüğe giren 50 yaĢ ve üzerindekilere yönelik istihdam sübvansiyonlarının
düzenlendiği ve “Initiative 50plus” olarak adlandırılan program uyarınca hâlihazırda
iĢsizlik sigortasından ödenek alanlardan en azından 120 gün daha ödenek alma
hakkı olanların iĢsiz kalmadan önceki iĢlerinde kazandıklarından oldukça düĢük bir
ücrete razı gelip iĢe girenlere ücret sübvansiyonu verilmesi öngörülmektedir. Söz
konusu sübvansiyon iki iĢ arasındaki net gelir farkının ilk yıl için %50‟sini; ikinci yıl
için %30‟unu kapsamaktadır. Buna ilaveten emeklilik sigortası primlerinin de %90‟ı
karĢılanmaktadır. Aynı Ģekilde 50 yaĢ üzeri iĢçi istihdam eden iĢverenlere, iĢçinin
en az bir yıl çalıĢtırılması koĢuluyla, 2 yıl boyunca iĢçinin ücretinin %20-%40‟ı
entegrasyon sübvansiyonu olarak verilmektedir (Eurofound,2006).
Finlandiya‟da iĢsiz kalan yaĢlılara iĢsizliğin ilk 12 ayı içinde iĢ arama eğitimi,
mesleki eğitim ve istihdam sübvansiyonları sağlamanın yanı sıra bazı eğitim
programlara
katılımları
zorunlu
tutulmaktadır.
Yunanistan‟da
45–64
yaĢ
arasındakilere mesleki eğitim ve istihdam sübvansiyonları sağlanmakta ve 2002
yılından itibaren yaĢlıların istihdam edilmesi halinde sosyal güvenlik primlerinin
iĢveren payında %50 indirim yapılmaktadır (Brandt,Burniaux,Duval,2005:38,50).
2.3.4.2.6. Uzun süreli iĢsizlere yönelik politikalar
1980 sonrasında sermaye piyasalarının küreselleĢmesi ve artan uluslararası
rekabet, maliye ve para politikaları açısından ülkeleri daha da büyük zorluklarla
karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Bu süreçte istihdamı etkileyen unsurlar; hızlanan
teknolojik geliĢme, düĢük ve orta vasıflı imalat sanayi iĢlerinin azalması ve artan
uluslararası ticaret ve rekabettir. Söz konusu geliĢmeler çerçevesinde AB üyesi
ülkelerde iĢsizlik oranları yükselirken iĢsizliğin süresi de uzamıĢtır. ĠĢsizlik
süresinin uzaması ve uzun dönemli iĢsizlik probleminin beraberinde çok ciddi
sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunları getirebileceği endiĢesi, Birlik genelinde
uzun dönemli iĢsizlik problemine çözüm arayıĢları kapsamında bir dizi istihdam
161
politikasının tasarlanmasına ve uygulamaya sokulmasına neden olmuĢtur (Duruel,
2007:377).
Avrupa Birliği‟nde 1980‟lerde yükselen uzun süreli iĢsizlik sorununa bütün
üye ülkeler farklı yapılarda programlar geliĢtirmiĢ ve uygulamaya sokmuĢlardır.
AB'nin böyle bir ilkeyi benimsemesinin temel nedenleri arasında uzun süreli
iĢsizliğin üye ülkeler arasında farklı nedenlerden farklı yapılarda ortaya çıkması ve
bu problemin önlenmesi konusunda farklı stratejilerin uygulanması zorunluluğudur.
Böyle bir durumda uzun dönemli iĢsizliğin derece ve yapısına bağlı olarak üye
ülkelerde değiĢik istihdam politikaları uygulamaları ile karĢılaĢılmaktadır.
Bununla birlikte temelde bu programlarda iki amaç üzerinde durulmuĢtur.
Bunlardan birincisi uzun dönemli iĢsizliğin önlenmesi ya da yeniden eğitim yoluyla
iĢgücü mobilitesinin kolaylaĢtırılması yollarıyla iĢsiz kalma süresinin kısaltılması,
ikincisi ise farklı stratejilerle uzun dönemli iĢsizlik oranlarının düĢürülmesidir. Uzun
dönemli iĢsizliği önleme stratejileri Ģu Ģekilde özetlenebilir (EC,1990:152):
- Eğitim stratejileri yoluyla uzun süre iĢsiz kalanların yeteneklerinin,
niteliklerinin artırılması, güncelleĢtirilmesi.
- Kariyer ve iĢ seçeneklerinde rehberlik ve danıĢmanlık-bilgilendirme
hizmetlerinin geliĢtirilmesi.
- Özel sektör Ģirketlerinin uzun süredir iĢsiz kalanları istihdam etmeleri için
desteklenmesi, teĢvik edilmesi.
- Yerel yönetimler aracılığıyla iĢ yaratma programları uygulamaları. Bu
anlamda uzun süre iĢsiz kalanların sosyal hizmetlerde ya da çevre
düzenlemesi gibi hizmetlerde çalıĢtırılması planlanmaktadır.
- Uzun süre iĢsiz kalanların kendi iĢlerini kurmalarına yardımcı olunması ya
da ticaretle uğraĢmaları için onlara maddi yardım yapılması.
Genel olarak AB'de uzun süreli iĢsizliğin önlenmesi konusunda pasif istihdam
politikalarından aktif istihdam politikalarına doğru bir geçiĢ görülmektedir. Her üye
devlet, genç bireylere iĢsizlik süresi altı ayı geçmeden istihdam edilebilmeleri için
aktif bir önlem almaya mecburdur. YetiĢkinler için bu süre azami bir yıldır. Bu
162
çerçevede insanların uzun süreli iĢsizlik sınırına ulaĢmadan aktif tedbirlerle iĢgücü
piyasasına entegrasyonu üzerinde önemle durulmaktadır. Entegrasyon konusunda
baĢvurulan en önemli tedbirler arasında eğitim, mesleki eğitim ve yeniden eğitim,
kendi iĢini kurma yardımları gibi tedbirler yer almaktadır.
Uzun süreli iĢsizliğin önlenmesi konusunda AB'de gözlemlenen ikinci eğilim
insanların çalıĢmaya teĢvik edilmesi (hatta zorlanması) ve iĢsizliğin cazibesinin
düĢürülmesidir. Bu anlamda iĢsizlik yardım ve ödeneklerinin süre ve miktar
bakımından asgari seviyeye çekilmesi, iĢ aramada danıĢmanlık yardımları ve
istihdam sübvansiyonları gibi tedbirlere baĢvurulmaktadır (Duruel,2007:417-418).
AB'de uzun süreli iĢsizliğin ve genel olarak iĢsizliğin önlenmesi ve istihdamın
artırılması konusunda yaĢanan diğer eğilim iĢgücü piyasalarının esnekleĢtirilmesi,
esnek iĢ kurallarının ve esnek çalıĢma biçimlerinin yaygınlaĢtırılmasıdır. Esneklik
uygulamaları kapsamında iĢ sürelerinin kısaltılması, kısmi zamanlı ve geçici
çalıĢmanın özendirilmesi, kısmi dönemli iĢ akitlerinin yaygınlaĢtırılması vs.
tedbirler uygulanmaktadır (TĠSK,2002:5).
Ġstihdam edilebilirliğin nitelikli ve vasıflı olmaktan geçtiği görüĢü geniĢ kabul
görmekte ve AB Ġstihdam Stratejisinde “eğitim-verimlilik-istihdam” arasında güçlü
bir bağ kurulmaktadır. Bu nedenle eğitim ve mesleki eğitim programları uzun
dönemli iĢsizliğin önlenmesi konusunda anahtar bir rol oynamaktadır. Birçok AB
ülkesinde eğitim programları sübvansiyon programları ile birlikte uygulanmaktadır.
AB üyesi hemen hemen her ülkede, genç iĢsizlere yönelik programlarda
olduğu gibi, uzun süreli iĢsizlere de mesleki eğitim, ücret sübvansiyonları ve
iĢverenlere sağlanan sosyal güvenlik primlerinde indirim veya muafiyetler yoluyla
iĢgücü piyasasına katılmaları sağlanmaya çalıĢılmaktadır. Örneğin Ġsveç‟te,
istihdam sübvansiyonları uzun süreli iĢsizlere yönelik olarak uygulanmakta ve
iĢverenlere istihdam ettikleri her uzun süreli iĢsiz için azami 6 aylık süre boyunca
ücret maliyetinin %50‟si kadar sübvansiyon sağlanmaktadır (EC,2005:58).
Almanya‟da 2000–2003 döneminde uygulanan “Mainzer Modeli”nde uzun
süreli iĢsizler ile düĢük nitelikli kiĢilerin sosyal güvenlik primleri sübvanse edilmiĢtir
163
(EC,2005:81). Ġspanya‟da ise, uzun süreli iĢsizler, kâr amaçlı olmayan kamu ve
özel kuruluĢların da iĢbirliğiyle, bu kuruluĢlarda sosyal bakımdan faydalı iĢlerde
istihdam edilmektedirler (EC,2005:147). Diğer taraftan Fransa‟da 40 ila 200 saat
arasında değiĢen mesleki eğitimlere katılan uzun süreli iĢsizlere devlet tarafından
götürü ücret verilmektedir (EC,2005:152).
Ġsveç‟te 1995 -1997 döneminde 60 yaĢın üstündeki uzun süreli iĢsizleri
istihdam eden iĢverenlere iĢçilerin ücretlerinin %50‟si sübvanse edilmiĢtir. 1996
yılında 55 yaĢın üstündeki uzun süreli iĢsizlerin iĢsizlik sigortası ödeneğine denk
gelen bir ücretle kamu kuruluĢlarında çalıĢması sağlanmıĢtır. 1998 yılında ise,
uzun süreli iĢsizleri istihdam eden iĢverenlerin sosyal güvenlik prim payları geri
ödenmiĢtir (Brandt,Burniaux,Duval,2005:114). Söz konusu sübvansiyonlar sadece
belirtilen dönemlere iliĢkin olarak uygulanmıĢtır.
Avusturya‟da 1 Ocak 2006 yılında yürürlüğe giren Emek Piyasası Hizmetleri
Yasası (AMSG) ile birlikte düĢük ücretli sektörlerde ücret ve istihdam
sübvansiyonları yeniden düzenlenmiĢtir. Buna göre; uzun süreli iĢsizlerden 25
yaĢın altındaki gençler ile 45 yaĢın üzerindeki yaĢlıların aylık 1.000 Euro‟yu
geçmeyen brüt gelirlerinin %50‟si sübvanse edilmekte; bu iĢçileri çalıĢtıracak
iĢverenlere ise, iĢçilerin brüt ücretinin %15‟i kadar ki, bazı durumlardan bu oran
%66‟ya kadar yükseltilebilir, sübvansiyon verilmektedir (Eurofound,2006).
1990‟lı yıllardan itibaren AB genelinde uzun süreli iĢsizliğin önlenmesi
konusunda baĢvurulan en önemli tedbirlerden birisi de iĢ aramada danıĢmanlık
hizmetlerinin geliĢtirilmesi olmuĢtur. ĠĢ arama teknikleri, yetenek ve beceri seviye
tespitleri, uzun süreli iĢsizlerin en uygun iĢlere yönlendirilmeleri gibi hizmetlere
dayanan bu önlemleri en çok uygulayan ülkeler arasında Hollanda, Ġngiltere ve
Ġrlanda yer almaktadır (Duruel,2007:418).
Ġspanya, Ġngiltere, Ġrlanda, Fransa ve Almanya‟da yaygın olarak uygulanan
“kendi iĢini kurma yardımları” uzun süreli iĢsizliğe karĢı uygulanan önemli istihdam
politikalarından birisidir. Bu politika çerçevesinde gerek bireysel gerekse toplu
olarak uzun süreli iĢsizlere kendi iĢini kurmaya yardımcı olacak danıĢmanlık
164
hizmetleri, uygun alt yapı ve kredi koĢulları, yatırım teĢvikleri, enerji teĢvikleri vb.
uygulamalara yer verilmektedir.
Uzun süreli iĢsizlere yeni iĢ imkânları yaratma bakımından baĢvurulan
istihdam politikalarından birisi de bu iĢsizleri özellikle sosyal amaçlı aktivitelerde
çalıĢtırmaktır. Bu yolla uzun süreli iĢsizlerin kendilerine olan özgüvenlerini yerine
getirmek, iĢ dünyası entegrasyonlarını sağlamak amaçlanmaktadır. Danimarka,
Ġngiltere ve Ġsveç‟te bu uygulamalara sıkça rastlanmaktadır (Duruel,2007:418).
2.3.4.3. Sosyal korumaya yönelik politikalar
AB üyesi ülkelerde sosyal koruma sistemlerinin finansmanı nüfusun
yaĢlanması nedeniyle olumsuz etkilenmektedir. AB nüfusu yaĢlanmakta ve bu
durum sağlık hizmetleri ile emeklilik sistemleri için yüksek kamu harcamaları
gerektirmektedir.
Bu
bozucu
etkilerin
gelecekte
de
devam
edeceği
öngörülmektedir. Ayrıca AB ülkelerinde sosyal güvenlik primlerinin yüksek olduğu,
büyümeyi ve istihdam yaratmayı olumsuz etkilediği ve iĢsizliğin sürmesine neden
olduğu belirtilmektedir. Nüfusun azalması ve toplumun giderek yaĢlanması uzun
dönemde üretim hacminin azalması, sosyal koruma harcamalarının artması gibi
çeĢitli sorunları da beraberinde getirmektedir.
Bununla birlikte nüfusun yaĢlanması ve artan sosyal koruma harcamaları
karĢısında Birlik üyesi çoğu ülkede temel strateji, sosyal koruma sistemlerinde
yeniden yapılanma, reform ve modernizasyon biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Sosyal koruma sistemlerinin modernizasyonu ile üye ülkelerde herkesin
eriĢebileceği ve yeterli bir koruma sağlayan sürdürülebilir bir sosyal güvenlik
sistemi güvence altına alınmak istenmektedir. Gerçekten bütün üye ülkelerde son
yıllarda emeklilik, iĢsizlik ve sağlık sigortalarına yönelik reformların gündeme
geldiği görülmektedir (Sapancalı,2007:93).
Giderek artan yaĢlı nüfus karĢısında AB‟ne üye ülkelerin tümü, gelecekte
kamu finansman istikrarını tehlikeye sokmadan, yeterli düzeyde emeklilik ve sağlık
yardımını sürdürebilmek için, sosyal koruma sistemlerinde modernizasyona
gidilmesi gerektiğinin zorunluluğuna inanmaktadırlar. Bu nedenle özellikle Ġtalya,
165
Portekiz, Yunanistan, Almanya, Avusturya, Fransa gibi üye ülkeler, gelecekte
sosyal içerilme politikalarını da etkileyecek biçimde sosyal koruma sistemlerinde
geniĢ kapsamlı reformlara baĢlamıĢlardır (EC,2004a:51).
2006 yılında Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan raporda, yeterli ve
sürdürülebilir bir emeklilik sisteminin yoksullukla karĢı karĢıya kalma riski diğer yaĢ
gruplarına göre daha yüksek olan yaĢlıların sosyal dıĢlanmalarının önlenmesinde,
temel
yaĢam
standartlarına
ulaĢmada
ve
farklı
yaĢ
grupları
arasında
dayanıĢmanın güçlendirilmesindeki önemi vurgulanmıĢtır. Ancak bu sistemin
sürdürülebilirliği açısından istihdama katılımın arttırılması, çalıĢma yaĢının
uzatılması, sigortaya katkı ile yardımlar arasında dengeli bir uyumun sağlanması
ve özel emeklilik sistemlerini mali ve yeterlilik açısından güvenli kılmak gerektiğinin
altı çizilmiĢtir. Bu bağlamda emeklilik sistemlerinin, esnek çalıĢma biçimlerine
uyum sağlar hale getirilmesi, kadın ve erkekler arasındaki eĢitsizlikleri giderecek
biçimde düzenlenmesi ve kolayca izlenebilir hale getirilmesi biçiminde modernize
edilmesi gerekliliği vurgulanmıĢtır (EC,2006d).
Ayrıca reform sürecinde birçok ülkede iĢsizlik yardımlarının ve sigortalarının
da yeniden düzenlendiği görülmüĢtür. Bu düzenlemeler aslında daha çok “refah
için çalıĢma” yaklaĢımı çerçevesinde gündeme gelmiĢtir. Çoğu üye ülkede
istihdam edilmeyenlere yapılan yardımların sürelerini kısaltmak, hileli taleplerin ve
sisteme zararlarının önüne geçmek ve istihdam önerilerini kabul etmeleri için
iĢsizler üzerinde baskıyı artırmak için kazanılan haklarda kısıtlamaya gidilmektedir.
Örneğin, Danimarka‟da iĢsizlik sigortasında değiĢiklik yapılarak, bu sigortadan
yararlanmaya hak kazanma koĢulları, yararlanma süresi ve sağlanan destek
çalıĢılan süre ile daha fazla iliĢkilendirilerek, çalıĢma teĢvik edilmeye ve sigortanın
yükü hafifletilmeye çalıĢılmıĢtır (Selamoğlu,Lordoğlu,2006:150,176). Dolayısıyla
günümüzde Birlik içerisinde bireylerin sosyal güvenlik sistemi kapsamında
korunması, öncelikle ve özellikle iĢgücü piyasasında daha uzun süre kalmalarına
bağlanmak istenmektedir.
YaĢanan güncel krizler dünya içinde AB‟nin rekabet gücünü daha da
düĢürürken, son yirmi yıl içerisinde baĢta Avrupa olmak üzere geliĢmiĢ ülkelerde
vatandaĢların yaĢam ve çalıĢma biçimleri ciddi biçimde değiĢmiĢtir. AB‟nin
166
karĢılaĢtığı en önemli sorunun yaĢanan bu değiĢimlere uyum sağlayamaması
olduğu ileri sürülmekte olup, uyum yeteneğindeki yetersizliğinin en önemli
sorumlusu olarak da esnek olmayan, korumacı iĢgücü piyasaları gösterilmektedir.
AB‟nin iĢgücü piyasasına iliĢkin sorunlarının çözümü için, firmalara iĢ
potansiyellerini artıracak ve istihdam yaratmalarına imkân verecek Ģeffaf ve esnek
yasal çerçeveye dayanan bir iĢ çevresi yaratırken, Avrupa vatandaĢlarının
istihdam
imkânlarına
olan
güvenlerinin,
insan
kaynağının
güçlendirilmesi
gerektiğine inanılmaktadır. Dahası gençler, kadınlar ve yaĢlılar gibi dezavantajlı
grupların iĢgücü piyasasına giriĢlerinin kolaylaĢtırılmasına da özel önem
verilmesinin gerekliliğinin altı çizilmektedir. Ayrıca çocuk bakımına yönelik
imkânların yetersizliği kadınların iĢgücüne dahil olması önünde ciddi bir engel
teĢkil etmektedir. Etnik azınlıklar ve göçmenlerin iĢgücü piyasasına giriĢlerine
yönelik de özel önlemlerin alınması gerekli görülmektedir (Wilthagen,2008:3).
Avrupa Birliği‟nde esnek güvence57nin temel hedefi, esneklik ve güvenlik
politikalarının eĢ zamanlı ve birbirini destekler biçimde uygulanmalarıyla, bir
taraftan iĢgücüne katılım ve istihdam oranlarının yükseltilmesi, diğer taraftan da
tek tek çalıĢanların ve bütün olarak iĢgücü piyasasının uyum yeteneği ve rekabet
gücünün
artırılması
hedeflenmektedir.
Güvenlik
politikaları
bakımından
istihdam/istihdam edilebilirlik güvencesine büyük önem atfeden Avrupa Birliği, bir
taraftan da gelir güvencesinin altını çizmektedir. Ġstihdam edilebilirliğin artırılması,
bireylerin pasif olarak iĢlerini kaybetmekten korunması yerine, aktif tedbirlerle
iĢlerini kaybetmekten korkmamalarının sağlanması anlamına gelmektedir. Bu
anlamıyla son derece modern bir bakıĢ açısına dayanan istihdam güvencesi,
ancak çok iyi kurgulanmıĢ aktif istihdam ve hayat boyu öğrenme politikalarının
uygulanması ile baĢarıya ulaĢabilecektir.
57
AB‟de sosyal koruma sisteminin esnek iĢgücü piyasalarına uyum sağlayacak biçimde yeniden
yapılandırılmasına iliĢkin hazırlanan yasal metinler (Komisyon Bildirileri) ve bu çalıĢmaların ulaĢtığı nokta
olarak
kabul
edilebilecek
esnek
güvence
olgusu
için
bkz.
http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri
167
2.3.5. Sağlık Bakım Hizmetlerine Yönelik Politikalar
Sosyal içerme politikalarının temel önceliklerinden biri de sağlığın korunması,
bakımı ve uzun dönemli bakımdır. Sağlık ve uzun süreli bakım hizmetleri sosyal
koruma sisteminin en kilit bileĢenleridir.
Hasta, sakat veya uzun süreli bakıma muhtaç bir kiĢinin iĢgücü piyasasına ve
sosyal yaĢama katılımı genellikle zordur.
Sosyal korumanın olmayıĢı, birçok
hastanın gereksinim duyduğu bakım hizmetlerine maliyetlerinin yüksekliğinden
dolayı ulaĢamamasına ve sonuçta kendisi ile ailesinin yoksulluk ve dıĢlanma kısır
döngüsü içerisinde yer almasına neden olur. Bu bağlamda çoğu ülkede sağlık
bakım harcamalarının GSMH‟nin önemli bir kısmını oluĢturduğu ve finansmanın
büyük ölçüde sosyal güvenlik kapsamında kamu bütçesinden karĢılandığı
görülmektedir. Ancak, finansal sürdürülebilir bir sistemde herkesin yeterli sağlık
hizmetleri ve uzun süreli bakıma ulaĢabilmesi ve bu hizmetlere ulaĢmanın
yoksulluk ve mali bağımlılığa yol açmaması temel öncelik konusudur (Sapancalı,
2007:95).
Sağlık bakımının niteliği ile hastalıkların önlenmesini ve sağlık bakımından
eĢit yararlanılmasını güvence altına almak, sağlık bakım maliyetlerini toplumun
gereksinmeleriyle ve kaynaklarıyla uyumlu olarak denetim altında tutmak, Dünya
Sağlık Örgütünün de belirlediği herkes için sağlık hedefleri arasında sayılmaktadır.
AB‟ye üye ülkeler de 1992 yılında Sosyal Koruma Amaçlarının ve Politikalarının
UyumlaĢtırılmasına Dair tavsiye kararını onaylayarak, üye ülkelerin topraklarında
yasal oturma hakkı olan herkesin gerekli sağlık bakımından yararlanmasını
güvence altına alma ve yüksek kalitede bir sağlık bakım sistemi kurma ve
geliĢtirme amaçlarını gerçekleĢtirmeye söz vermiĢlerdir (Bosco,1998:320).
AB‟ne üye ülkelerin çoğu ciddi sorunlarla karĢı karĢıya bulunmaktadır.
Ortalama yaĢam uzamakta, nüfusun büyük bir kısmını yaĢlılar oluĢturmaktadır.
Buna bağlı olarak yeni hastalıklar ve yeni bakım biçimlerine (hemĢirelik,
rehabilitasyon, sosyal bakım gibi) gereksinim artmaktadır. Uzun dönemli bakım bir
sosyal koruma sorunu olmasına rağmen bu alanda yapılan harcamalar, kamu ve
özel sigortalarca karĢılanmamaktadır. Sağlık finansmanın büyük bir kısmının
168
bütçeden karĢılanıyor olması ciddi bir mali yük oluĢturmaktadır. Bu bağlamda üye
ülkeler sağlığa iliĢkin hedeflerini üç alanda yoğunlaĢtırmıĢlardır: eriĢim, nitelik
(kalite) ve sürdürülebilirlik (EC,2005b:3).
Bugün tüm üye ülkelerde, herkes için sağlık bakım hizmetlerine etkin eriĢimin
güvence
altına
alınması
ve
sağlıktaki
eĢitsizliklerle
mücadele
önceliğini
korumaktadır. Sağlık harcamalarındaki ve sağlık bakım kapsamına dâhil edilen
nüfustaki artıĢa rağmen, bireysel bakım maliyetlerinden kaynaklanan ciddi eriĢim
adaletsizlikleri, belirli bazı bakım hizmetlerinin kapsam dıĢı kalması, nüfusun
gereksinmelerini
karĢılamayan
sunum
eksiklikleri,
coğrafi
hizmet
sunum
farklılıkları, yönetimsel engeller, bakım hizmetlerine eriĢimde bilgi eksikliği gibi
engeller, Birlik üyesi çoğu ülkede varlığını hala devam ettirmektedir. Bu engeller
özellikle sağlık risklerine daha fazla maruz kalan ve daha fazla bakıma gereksinimi
olan en dezavantajlı nüfus grupları için daha da etkili olmaktadır. Bunun yanı sıra,
hem sosyo-ekonomik gruplar hem de coğrafi bölgeler arasında doğuĢtan yaĢam
beklentisi
bakımından
açıklık
daralmamakta,
sağlıkta
eĢitsizlikler
devam
etmektedir. EĢitsizliklerin nedeni, sigara içmek gibi kiĢisel gerekçeler olabileceği
gibi, uygun olmayan barınma gibi yaĢam ve yaĢam koĢullarına bağlı yapısal
gerekçeler de olabilmektedir.
AB‟ye üye ülkelerinin sosyal içermeye iliĢkin Ulusal Eylem Planı yürütme
raporlarında, sağlık hizmetlerine eriĢim engellerinin ve sağlık eĢitsizliklerinin
azaltılacağı,
özel
grupların
gereksinmelerine
uygun
bakım
hizmetlerinin
düzenleneceği, sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesi programlarının
geliĢtirileceğine
iliĢkin
adımlar
atılacağına
vurgu
yapılmaktadır.
Özel
gereksinimlere sahip gruplar ise, zihinsel engelli kiĢiler, alkol ve uyuĢturucu
bağımlıları, yetiĢkin muhtaçlar, etnik azınlıklar ile göçmenler olarak sıralanmıĢtır
(Sapancalı,2007:96).
Son yıllarda artan finansal baskılar ve maliyet verimsizlikleri karĢılaĢan tüm
üye ülkeler, 1980‟lerden bu yana pek çok önlem geliĢtirmiĢlerdir. Bu konuda
hükümetlerin genellikle ilk baĢvurdukları yöntem, sağlık bakımı alanında ücret ve
fiyat denetimidir. Ancak bu yöntemde, birim hizmet için belirlenen birim maliyet
dondurulduğunda ya da azaltıldığında, hizmeti sunanlar bekledikleri gelir düzeyine
169
ulaĢmak için kullandıkları hizmet sayısını artırmaya ya da pahalı hizmet türlerini
kullanmaya yönelirler. Bu nedenle birçok ülkede hükümetler baĢka önlemlere
yönelmiĢlerdir. Özellikle sağlık bakım hizmetlerindeki ekonomik ve mali krize yanıt
olarak ortaya çıkan önlem, maliyet paylaĢımı yani kullanıcıların katkı payı
ödemesidir. Bir diğer yöntem hizmet arzının sınırlanmasıdır. Finansman için
ayrılan paranın ve dolayısıyla sağlanacak mal ve hizmetlerin sayısının
sınırlanması veya kısıtlanması ise yine bazı ülkelerde baĢvurulan yöntemler
arasındadır. Son bir seçenek ise, sağlık bakım hizmetlerinin rekabete konu olması
yani özelleĢtirilmesi olmuĢtur (Van Langendonck,1998). Üye ülkelerin her birinde
bu tür uygulamaların değiĢik biçimlerine rastlamak mümkündür.
2.3.6. Eğitime Yönelik Politikalar
Eğitim ve öğretim sistemindeki dezavantajlarla mücadele hem üye ülkeler
hem de Komisyon tarafından hazırlanan Sosyal Koruma ve Sosyal Ġçermeye iliĢkin
ortak raporlar58da temel önceliklerden biri olarak kabul edilmiĢtir. Eğitim ve
öğretimin, Avrupa‟da sosyal içermenin geliĢtirilmesi hususunda ciddi bir katkı
sağlayacağı belirtilmiĢtir. Bu bağlamda çoğu ülke, uygun ve çok geniĢ kapsamlı
yaĢam boyu öğrenme politikaları ve stratejileri benimsemiĢtir. Özellikle Lizbon
hedeflerine uygun bir biçimde yaĢam boyu öğrenme koĢullarının yaratılması
amacıyla
yasal
çerçeveye
iliĢkin
reformlara
yönelmiĢlerdir.
Üye
ülkeler
dezavantajlı grupları da kapsayacak biçimde eğitim ve öğretime eriĢimi geliĢtirerek
aktif nüfusu arttırmayı; böylece aynı zamanda büyümeyi ve eĢitsizlikleri azaltmayı
hedeflemektedir.
Eğitim ve öğretimin niteliğinin artırılması temel öncelikler arasında ilk sırada
yer almaktadır. Bu bağlamda Belçika, Ġrlanda, Ġspanya, Fransa, Almanya ve
Danimarka gibi üyelerin ülke raporlarında59 temel öncelikler arasında eĢit fırsatlar
için gerçek bir strateji oluĢturulabilmesi bağlamında özellikle okul hayatında düĢük
gelirli ve dezavantajlı grupların daha etkin katılımını hedefleyen eylemlere
yönelmek yer almaktadır. Ayrıca birçok ülkede özellikle göçmenler gibi bazı
marjinal grupların eğitim ve öğretime eriĢiminin geliĢtirilmesi üzerinde tartıĢılan
58
http://ec.europa.eu/index_en.htm (e.t:19.01.2011).
http://ec.europa.eu/social/keyDocuments.jsp?type=3&policyArea=0&subCategory=0&country=0
&year=0&advSearchKey=nsr+spsi&mode=advancedSubmit&langId=en (e.t: 19.01.2011).
59
170
önemli bir konudur. Bu konuda ülkeden ülkeye değiĢen farklı yaklaĢımlar
bulunmakta; bazı ülkelerde eğitim desteği verilirken bazı ülkelerde dil öğrenmeye
öncelik verilmektedir. Bununla birlikte ülkeler arasında eğitim sistemindeki
performansı karĢılaĢtırmaya imkân veren (özellikle PISA) veriler oluĢturmak
mümkün iken, çoğu ülkede yeterli ulusal performansı değerlendirmeye yarayacak
ve gerekli bilgileri toplayacak bir veri sistemi ve düzenleyici göstergeler
bulunmamaktadır. Dolayısıyla ülke içindeki en düĢük ve en yüksekokul baĢarıları
arasındaki açıklığı belirlemek ve stratejik bir yöntem geliĢtirmek güçtür.
Bazı ülke raporlarında sosyal dıĢlanma ile okul baĢarısızlığı için en önemli
rolün okul öncesi eğitim olduğunun vurgusu yapılmıĢtır. Bu çerçevede Ġsveç iyi bir
örnek oluĢturur. Ġsveç‟te tüm belediyeler tarafından parasız okul öncesi eğitim bir
zorunluluk olarak sunulmakta, okul öncesi eğitim için özel burslar arttırılmaktadır.
Benzer biçimde Ġspanya‟da da okul öncesi eğitim parasız olarak sunulmaya
baĢlanmıĢ ve bunun sonucu olarak özellikle de göçmen kökenliler de dahil olmak
üzere okul öncesi eğitim alan çocuk sayısı hızla artmıĢtır (Sapancalı,2007:97-98).
Sosyal içermeye yönelik olarak yükseköğrenime eriĢimde eĢit fırsatlar
sağlanması konusu ülkelerin çok az üzerinde durdukları bir konudur. Ancak çoğu
ülkede yükseköğrenim ücretleri düĢüktür ve her ne kadar bütün ülkelerde
yükseköğrenim gören öğrencilere nakit yardımda bulunulmasa da barınma,
ulaĢım, kitap gibi destekler yüksek düzeydedir.
Birliğin üzerinde durduğu ve özellikle ASF aracılığıyla da desteklediği bir
baĢka konu da, herkesin bilgi iletiĢim teknolojilerine eriĢimini geliĢtirmektir. Nitekim
bazı raporlarda bilgi iletiĢim teknolojilerine dönük nitelik yoksunluğunun gelecekte
sosyal dıĢlanma için önemli bir risk faktörü oluĢturacağının altı çizilmiĢtir. Örneğin,
BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı çerçevesinde hazırlanan 1999 yılı Ġnsani
GeliĢmiĢ Raporu60‟nda, internetin eriĢim ve dıĢlanma problemi yaratmasına dikkat
çekilmiĢtir. Bilgi teknolojileri ekonomik geliĢmede, eğitim alanında, sağlıkta, kamu
yönetiminde öncü rol oynadıkça yoksulların, okur-yazar olmayanların, kırsal
kesimde yaĢayanların dıĢlanmıĢlığı giderek büyümektedir. Benzer Ģekilde 1994
60
United Nations Development Programme, Human Development Report, ---1999 (UNDP Report),
http://www.undp.org/hdro/report.html
171
yılında Avrupa Konseyine sunulan raporda61 bu teknolojilere sahip olanlar ve
olmayanlar olarak iki uçlu bir toplum yaratmanın esas tehlike olduğu belirtilmiĢtir.
Bu bağlamda bazı ülkelerde bilgi iletiĢim teknolojileri eğitimi, istihdam ofisleri
tarafından parasız biçimde herkese sunulmaktadır. Örneğin Ġngiltere‟de bilgi
iletiĢim teknolojisinden herkesin yararlanmasını güvence altına almak amacıyla bir
“Digital Strategy” eylem programı oluĢturulmuĢtur.
Birliğe üye ülkelerin karĢı karĢıya olduğu en önemli sorun okul terk
oranlarının yüksekliğidir. Bu nedenle çoğu ülke, özellikle de orta öğretimdeki
gençlerin okula devam etmemelerinin önüne geçmek ve okul yaĢantılarını
sürdürebilmelerini
sağlayacak
önlemleri
geliĢtirmek
yönünde
özel
çaba
harcamaktadır.
YaĢam boyu öğrenme sürecine yetiĢkinlerin de katılımını teĢvik etmek, ayrıca
üzerinde durulan önemli bir konudur. AB düzeyinde 2020 hedefi, yaĢam boyu
öğrenmeye katılımı yetiĢkin çalıĢan nüfusun %15 düzeyine taĢımaktır 62. Hollanda,
Ġtalya, Portekiz ve Ġngiltere gibi ülkeler özellikle yetiĢkinlerin eğitimini hedefleyen
programlara odaklanmıĢlardır. Ġngiltere‟de özel kesimin de ortaklığında bir dizi
giriĢim geliĢtirilmiĢtir. Ġtalya‟da iĢveren federasyonu ve sosyal ortaklarla birlikte
kamuca finanse edilen karĢılıklı anlaĢmalar oluĢturulmuĢtur. Bazı ülkelerde ise
daha geniĢ çaplı yaĢam boyu öğrenme stratejileri oluĢturulmaktadır. Örneğin
Ġsveç‟te konuyla ilgili farklı düzeylerdeki farklı aktörler arasındaki iĢbirliğini
geliĢtirmek, yetiĢkin eğitim sistemini yönetmek amacıyla Esnek Öğrenme Bürosu
kurulmuĢtur. Almanya‟da belirli program ve hedefleri kapsayan bir YaĢam boyu
Öğrenme Stratejisi baĢlatılmıĢtır. Yunanistan‟da Eğitim ve ÇalıĢma Bakanlığı
arasında hat kurularak, eğitim ve istihdam arasında bir köprü oluĢturulmaya
çalıĢılmaktadır. ÇalıĢma planı, eğitim programlarının tanımlanmasını, eğitim
programlarının akreditasyonunu ve niteliklerin sertifikasyonunu içermektedir (EC,
2006a:121–123).
61
Avrupa Komisyonu tarafından oluĢturulan bir ekip, 1994 yılında, “Avrupa ve KüreselleĢen Bilgi Toplumu:
Avrupa Komisyonu‟na Öneriler” baĢlığı altında bir rapor hazırlamıĢtır.
62
http://ec.europa.eu/education/lifelong-learning-policy/benchmarks_en.htm (e.t: 09.06.2013).
172
2.3.7. Konut Hizmetlerine Yönelik Politikalar
Barınma, temel bir yurttaĢlık hakkı, sosyal içerilmenin en temel koĢulu ve
önemli bir güvence aracıdır. Bu nedenle üye ülkelerin çoğu için uygun barınma
imkânlarının oluĢturulması ve evsizlikle mücadele, sosyal içerme politikalarının
temel önceliklerinden birini oluĢturmaktadır.
Sosyal içermeye iliĢkin ulusal eylem planlarına göre Birlik üyesi ülkeler
barınma konusundaki öncelikleri bakımından üç ayrı grupta değerlendirilebilir (EC,
2006a:113–114). Birinci grupta yer alan ülkelerde temel öncelik, uygun ve satın
alınabilir türden konutlara eriĢim imkânlarının arttırılmasıdır. Özellikle düĢük gelirli
gruplara yönelik olarak ve düĢük bir kira bedeli ödenerek oturulabilecek sosyal
konutlar oluĢturulması hedeflenmektedir. Bu hedef doğrultusunda Belçika, Fransa,
Lüksemburg ve Ġrlanda gibi ülkelerde yeni sosyal konutlar yapılmıĢ ve belirli bir
plan doğrultusunda halen de yapılmaktadır.
Ġkinci gruptaki ülkelerde ise temel öncelik, düĢük gelirli kiĢilerin oturdukları
evlerde ortaya çıkan bozulmaları ve çürümeleri önlemeye ve gidermeye yönelik
olarak tadilat ve tamirat masraflarının karĢılanması veya bu yönde yardım ve
teĢvikler geliĢtirmek biçimindedir. Özellikle Ġngiltere, Yunanistan ve Portekiz‟de
düĢük gelirli kiĢilerin yaĢamıĢ olduğu bölgelerdeki sağlıksız ve yaĢamaya uygun
olmayan konutların restorasyonu veya tamamen yıkılması yönünde çabalar dikkat
çekmektedir.
Üçüncü gruptaki ülkeler ise barınma konusunda temel öncelik olarak en
dezavantajlı gruplara yönelmiĢlerdir. Özellikle Danimarka, Finlandiya, Hollanda,
Ġspanya ve Ġsveç gibi ülkelerde sakat, yaĢlı, tek baĢına yaĢayan, evsiz kiĢiler, tek
ebeveynli ve kalabalık aileler ile göçmen ve azınlıkların, uygun barınma
koĢullarının oluĢturulmasına öncelik vermekte ve barınmaya iliĢkin çok özel
gereksinmelerinin karĢılanması konusunda yardımcı olmaya çalıĢmaktadırlar.
Evsizler ve evsizlikle mücadele Birliğin üzerinde yoğunlaĢtığı en temel
konulardan biridir. Ancak 2004 yılı Sosyal Ġçerme Ortak Raporu‟nda sorununun
tam olarak ortaya konulabilmesi ve ortak bir stratejinin oluĢturulabilmesi için, kesin
173
ve karĢılaĢtırılabilir bir veri tabanının oluĢturulması gerekliliğinin altı çizilmiĢtir. Bu
bağlamda, Avrupa düzeyinde evsiz kiĢilere yardım amacıyla kurulmuĢ olan sivil
toplum örgütü FEANTSA (European Federation of National Organizations Working
with the Homeless) tarafından ETHOS (European Typology of Homelessness and
Housing Exclusion) olarak adlandırılan evsizlik ve konuttan dıĢlanmaya iliĢkin 13
kategori oluĢturulmuĢtur. Buna göre evsizlik sorunuyla karĢı karĢıya olan veya
uygun barınma koĢullarına sahip olmadığı için mülkiyetten dıĢlanmıĢ kiĢilerin
oluĢturduğu iĢlevsel gruplar; sokakta yatıp kalkanlar, bir gece sığınağında
yaĢayanlar, evsizler için oluĢturulmuĢ barınma evlerinde yaĢayanlar, çeĢitli kurum
bakımından çıkartılmıĢ kiĢiler, evsizlik nedeniyle destek alan kiĢiler, genellikle
yasal yollardan yapılmayan ve güvenli olmayan konutlarda oturanlar, tahliye
edilme veya çıkarılma tehdidi yüksek konutlarda yaĢayanlar, Ģiddet tehdidi olan
yerlerde yaĢayanlar, geçici veya standart dıĢı konutlarda yaĢayanlar, uygun
olmayan sağlıksız veya çürük konutlarda yaĢayanlar ile son kategori olarak aĢırı
kalabalık konutlarda oturanlardır. Böylece Avrupa‟da evsizlik sorununun haritası
çıkarılarak, mücadelede oluĢturulacak politikaların ve geliĢmelerin daha kolay bir
biçimde izlenmesi hedeflenmektedir63.
2.3.8. Çocuk Yoksulluğuna Yönelik Politikalar
Yoksulluk içinde büyüyen çocukların düĢük eğitim durumu, kötü sağlık, küçük
yaĢta hamile kalma, madde bağımlılığı, suç iĢleme ve antisosyal davranıĢ, düĢük
gelir, iĢsizlik, uzun süre devlet yardımına bağımlı kalma riskleri ile karĢı karĢıya
kalma riski daha fazladır. Nitekim AB‟nde de çocukların yoksulluk riski yetiĢkinlere
oranla daha yüksektir ve bazı üye ülkelerde giderek artan bir sorun haline
gelmiĢtir.
Çocuk yoksulluğunun sebebi, çocukların iĢsiz veya düĢük iĢ yoğunluğuna
sahip hanelerde yaĢamaları veya ebeveynlerinin sahip olduğu iĢlerin yeteri kadar
kazanç getirememesi ve gelir desteğinin yoksulluk riskini engelleyememesidir.
Dolayısıyla çocuk yoksulluğu ile mücadele, ebeveynlerin iĢgücü piyasasına
entegre olmaları ile kaliteli iĢ olanakları, yeterli ve iyi tasarlanmıĢ gelir desteği ve
63
FEANTSA,ETHOS- European Typology of Homelessness and Housing Exclusion.
http://www.feantsa.org/files/indicators_wg/ETHOS2006/EN_EthosLeaflet.pdf (e.t: 19.10.2012).
174
çocuklar ve aileleri için gerekli hizmetlerin sağlanması gibi birtakım önlemlerin bir
arada olmasını gerektirmektedir. Bu alandaki en iyi uygulamalara bakıldığında,
daha geniĢ ve herkesi içeren bir yaklaĢımla tüm çocukların desteklenerek en
dezavantajlı çocuklara yönelik faaliyetlerin gerçekleĢtirildiği görülmektedir.
2011 yılı itibariyle Avrupa‟da yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riski ile karĢı
karĢıya olan 119,6 milyon (%24,2) insanın %27‟sine tekabül eden 32,3 milyonunu
çocuklar oluĢturmaktadır.
26 ġubat 2013 tarihinde EUROSTAT tarafından açıklanan verilere AB27‟de,
nüfusun geri kalanına kıyasla, en fazla çocukların yoksulluk veya sosyal dıĢlanma
riski altında olduğunu göstermektedir. 2011 yılında çocukların (18 yaĢından küçük)
%27‟si yoksulluk veya sosyal dıĢlanma riski altında bulunurken, bu oran
yetiĢkinlerde (18–64 yaĢ arası) %24 ve yaĢlılarda (65 yaĢ ve üzeri) %21 oranında
gerçekleĢmiĢtir.
2011 yılında, 18 yaĢından küçük çocukların yoksulluk veya sosyal dıĢlanma
riski altında en fazla bulunduğu ülkeler; Bulgaristan (%52), Romanya (%49),
Letonya (%44), Macaristan (%40) ve Ġrlanda (2010 yılında %38) olurken, en düĢük
yüzdelere sahip ülkeler Ġsveç, Danimarka ve Finlandiya (%16), Slovenya (%17),
Hollanda (%18) ve Avusturya (%19) olarak kaydedilmiĢtir64.
Bu durum, ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte, hem üye ülkelerde
temel çocuk haklarının yeterli biçimde uygulanmadığını göstermekte, hem de
Avrupa toplumunun gelecekteki refahı açısından ciddi tehdit oluĢturmaktadır. Bu
nedenle çocuk yoksulluğu ile mücadele, AB sosyal içerme sürecinin en kilit
konularından birini oluĢturmakta ve Birlik içerisinde çoğu ülke sosyal içerme Ulusal
Eylem Planlarında çocuk yoksulluğunun ortadan kaldırılmasını öncelikli hedef
haline getirmektedir.
Avrupa Komisyonu tarafından 2004 yılında Birlik üyesi ülkelerde çocuk
yoksulluğuna iliĢkin hazırlanan çalıĢmada, çocuk yoksulluğunun önlenmesi ve
azaltılması için konunun politik bir öncelik haline getirilmesi vurgulanmıĢtır. Yoksul
64
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-26022013-AP/EN/3-26022013-AP-EN.PDF(e.t:
24.04.2013)
175
çocukların ailelerinin finansal kaynaklarının artırılması ve güvence altına alınması
gerektiği; bunun için de ailelerin istihdam fırsatlarının arttırılması gerekliliği
üzerinde durulmuĢtur. Nakit yardımlar, çocuk bakım hizmetleri, eğitim ve sağlık
hizmetlerine eriĢimin arttırılması ve geliĢtirilmesi, kültürel, sportif ve boĢ zaman
aktivitelerine katılımın arttırılması gerekliliği de vurgulanmıĢtır (Hoelscher,2004).
Üye ülke raporları dikkate alındığında çocuk yoksulluğu ile mücadele
uygulamalarında üç yaklaĢım dikkati çekmektedir. Bunlardan ilki yoksul çocuklara
erken dönemde yapılan müdahalelerdir. Bu müdahaleler daha çok devlet kontrolü
altına alınarak, en azından dezavantajlı çocukların eğitim gereksinmelerinin
karĢılanmasıdır. Bir diğer ve yaygın uygulama, çocukların ailelerine yönelik gelir
desteği ve yardımların arttırılmasıdır. Son olarak ise, bazı ülkelerde çocuk
haklarının geliĢtirilmesine giderek artan bir biçimde daha fazla önem verilmesidir
(EC,2006a:144, 164).
176
177
3. BÖLÜM
AVRUPA BĠRLĠĞĠ’NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE’DE SOSYAL
DIġLANMA
3.1. Türkiye’de Müzakere Süreci ve Belgelerde Sosyal DıĢlanma
3.1.1. Genel Olarak
Türkiye‟nin Avrupa Birliği'ne katılım sürecinde, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma
konuları “Türkiye‟nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine ĠliĢkin 2002 Yılı Ġlerleme
Raporu” ile geniĢ çapta ilk kez gündeme gelmiĢ ve bu rapor ile Türkiye‟nin sosyal
içerme sürecine hazırlanması için yoksulluk ve sosyal dıĢlanma gibi konularda
Birlik ile iĢbirliği yapması ifade edilmiĢtir. TÜĠK ve EUROSTAT yoksulluk ve sosyal
dıĢlanma ile ilgili göstergelerin oluĢturulması için iĢbirliği yapmıĢlardır. Avrupa
Birliği'nin
mevcut
veri
sistemine
uygun
ilk
çalıĢmalar
neticesinde
gelir
farklılıklarının oldukça yüksek olduğu görülmüĢtür. Bu rapor ile ilk kez yoksullukla
ve sosyal dıĢlanma ile mücadele konusunda bütünleĢtirilmiĢ bir ulusal strateji
oluĢturulması
gündeme
gelmiĢtir.
Raporda
ayrıca
yoksulluk
ve
sosyal
dıĢlanmıĢlıkla ilgili sosyal istatistik sistemlerinin AB‟nin sosyal içermeye iliĢkin
ortaklaĢa belirlenmiĢ göstergelerine uygun olarak iyileĢtirilmesi ve geliĢtirilmesi
gerektiği vurgulanmıĢtır (Ġlerleme Raporu,2002:80).
Türkiye‟nin ağırlıklı olarak 1980' lerde oluĢmuĢ yoksulluk politikaları ve
mevcut yoksulluğu ölçme ve izleme yöntemleri AB'nin yoksulluk algısının çok
gerisindeydi. 2002 krizi sonrasında artan yoksulluğun etkisini azaltmak için Dünya
Bankası ile ortak yürütülen Sosyal Riski Azaltma Projesi ile uluslararası yoksulluk
kriterlerine göre yoksulluk çalıĢmaları yapılmaya baĢlanmıĢtır. TÜĠK bu yıl ilk defa
yoksullukla ilgili uluslararası kriterlere göre “Hanehalkı Bütçe AraĢtırmaları Anketi
(2002)” düzenlemiĢtir. Sosyal dıĢlanma ile mücadelenin ulusal bir strateji ile
yürütülmesi doğrultusunda, 24.07.2003 tarihli ve 25178 sayılı (mükerrer) Resmi
Gazete'de Ulusal Programın "Sosyal Politika ve Ġstihdam" baĢlığı altında "Sosyal
DıĢlanma ile Mücadele Topluluk Programı” yayımlanmıĢtır. Yayımlanan program
ile bu çalıĢmaların ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonu ile
178
yürütülmesi karara bağlanmıĢtır. Bu program ile Türkiye Lizbon stratejisinin
ilkelerini benimsemiĢ ve bu stratejiye dâhil olmuĢtur (CoĢkun,Tireli,2008:137).
Türkiye‟nin yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadele politikaları için 2004
yılı çok önemli bir kilometre taĢı olmuĢtur. Brüksel‟de gerçekleĢtirilen 16–17 Aralık
2004 tarihli Avrupa Zirvesi'nde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine 3 Ekim
2005'de baĢlanması kararı ile yeni bir döneme girilmiĢtir. Bu karar ile Türkiye
“Avrupa Birliği'nin Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Ġçerme Stratejisinin” bir parçası
olmuĢtur.
Birliğin sosyal içerme sürecine uyum için aday ülkelerden hazırlamalarını
istediği “Ortak Ġçerme Belgesi” ile ilgili hazırlıklar ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı koordinasyonunda Aralık 2004 tarihinde gerçekleĢtirilen bir seminer ile
baĢlatılmıĢtır. Türkiye‟nin yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede
izleyeceği politikaların temelini oluĢturan Ortak Ġçerme Belgesi'nin oluĢturulması,
sosyal politika alanında uyum sürecindeki en önemli basamaklardan biridir.
Türkiye‟nin 3 Ekim 2005 tarihinde baĢladığı Avrupa Birliği'ne katılım
müzakerelerinde yoksulluk ve sosyal dıĢlanma 19. Fasıl içerisinde “Sosyal Politika
ve Ġstihdam” baĢlığı altında yer almıĢtır. Bu fasıl ile ilgili tarama süreci 2007 yılında
baĢlatılmıĢtır. Bu süreç neticesinde Türkiye‟nin henüz bu fasıl ile ilgili
müzakerelere hazır olmadığı belirtilmiĢtir. 19 Ocak 2007'de bu Fasıl ile ilgili iki adet
açılıĢ kriteri belirlenmiĢtir. Bunlardan ilki, sendikal hakların AB standartları ve ilgili
ILO Konvansiyonları ile uyumlu olmasının (özellikle örgütlenme, grev ve toplu
sözleĢme hakkı açısından) sağlanmasıdır. Ġkincisi ise, tüm iĢgücünün yararı için,
bu faslın kapsamındaki alanlarda yer alan AB müktesebatının aĢamalı olarak iç
hukuka aktarılması, uygulanması ve yürütülmesini içeren bir eylem planının
Avrupa Komisyonuna sunulmasıdır. Birinci açılıĢ kriterine iliĢkin olarak, sendikal
hakların AB standartlarıyla uyumlu olmasının sağlanması amacıyla iki adet kanun
taslağı hazırlanmıĢtır. Bunlardan Toplu ĠĢ ĠliĢkileri Kanun Tasarısı TBMM Genel
Kurul gündemindedir.
Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununda DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Kanun ise 4 Nisan 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul
179
edilmiĢtir. Ġkinci kriter kapsamındaki eylem planı ise hazırlanmıĢ olup Nisan
2010‟da Avrupa Komisyonuna iletilmiĢtir65.
Sosyal dıĢlanma ile mücadele, 2012–2014 dönemini kapsayan Orta Vadeli
Program'da da yer almıĢtır. Programda gelir dağılımının iyileĢtirilmesi, yoksulluk ve
sosyal dıĢlanma riski altında bulunan birey ve grupların ekonomik ve sosyal
hayata katılımlarının artırılarak yaĢam kalitelerinin yükseltilmesi ve toplumla
bütünleĢmelerinin sağlanması temel amaç olarak belirtilmiĢtir. Bu doğrultuda
programın hedefleri Ģu Ģekildedir (OVP,2012–2014:53–54) ;
1. Gelir dağılımı, sektörel politikalar ve sosyal transferler aracılığıyla
iyileĢtirilecektir.
2. Dezavantajlı gruplar için eğitim, sağlık, istihdam ve sosyal güvenlik gibi
temel hizmetlere eriĢilebilirlik artırılacak ve özürlülerin ekonomik ve sosyal
hayata katılımlarının artırılması için sosyal ve fiziki çevre Ģartları
iyileĢtirilmeye devam edilecektir.
3. ÇalıĢabilecek durumda olan yoksullara yönelik sosyal yardımlar yoksulluk
kültürünün oluĢmasını önleyici ve yoksul kesimin üretken duruma
geçmesini sağlayıcı nitelikte olacak; çalıĢamayacak durumda olan
yoksullar ise düzenli sosyal yardımlarla desteklenecektir.
4. Aile eğitim programları ve destek hizmetleri yaygınlaĢtırılacak, kadınlara
ve çocuklara yönelik Ģiddete karĢı daha yoğun mücadele edilecek,
dezavantajlı çocuklara yönelik önleyici, koruyucu ve rehabilite edici
hizmetlerin kalitesi artırılacaktır.
5. Sosyal yardım ve hizmet alanında ailenin ihtiyaçlarına bütüncül olarak
yaklaĢan ve istihdam bağlantılı bir sistem kurulacaktır.
6. Sosyal hizmet sunumunda etkinliğin sağlanması amacıyla nitelikli personel
ve ara eleman ihtiyacı giderilecek ve vatandaĢların gönüllü katılımının
artırılmasına yönelik mekanizmalar oluĢturulacaktır.
7.
65
YaĢlılara yönelik sosyal hizmetler çeĢitlendirilecek ve geliĢtirilecektir.
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=84&l=1 (e.t: 12.11.2013).
180
Türkiye‟de yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadele konusundaki uyum
çalıĢmaları bir taraftan Ortak Ġçerme Belgesi hazırlıkları ile diğer taraftan ise
Kalkınma Bakanlığı tarafından Orta Vadeli Program doğrultusunda yayımlanan
yıllık programlar ile devam etmektedir.
3.1.2. JIM (Joint Inclusion Memorandum) ve JAP (Joint Assesment Paper)
Belgeleri
Amsterdam AntlaĢmasının sosyal dıĢlanma ile mücadele konusuna bir
Avrupa boyutu kazandıran 137. maddesi ile bağlantılı olarak Mart 2000 Lizbon
Zirvesinde, zirvede belirlenen hedeflere ulaĢmak için “ilk olarak, yoksulluk ve
sosyal dıĢlanma ile mücadelede üye ülkelerin çabalarını desteklemek ve ikinci
olarak da sosyal içermeye daha fazla olanak sağlayan bir Avrupa kurmak”
hedefleri
belirlenmiĢtir.
sağlamada
yeterli
Ekonomik
olmadığı
büyümenin
tecrübesinden
tek
baĢına
hareketle,
sosyal
belirlenen
geliĢimi
hedeflere
ulaĢmada makroekonomik politikalar, istihdam politikası ve sosyal politikadan
oluĢan bir politika üçgeni temel alınmaktadır. Aralık 2000‟de, Nice Avrupa Konseyi,
yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede önemli hedefleri belirleyen siyasi
belgeyi onaylamıĢtır. Ġzleyen süreçte gerekli önlemleri almak üzere, AB üyesi
ülkelerin ve Komisyonun uzmanlarından oluĢan bir “Sosyal Koruma Komitesi”
kurulmuĢtur (ÇSGB,2005:13).
2001 yılı sosyal içerme stratejisinin kuruluĢunun dönüm noktasıdır; Sosyal
Koruma Komitesi ve Komisyon, Avrupa Ġstihdam Stratejisinde yaptığı gibi bir dizi
hedef belirlemiĢ ve bu hedeflerin uygulanması için yine ulusal istihdam planına
benzer olarak, üye devletlerden temel politikaları içeren yıllık Ulusal Sosyal
Koruma
Raporu
(NAPs/incl-National
action
Report/Social
Inclusion)
hazırlamalarını istemiĢtir. Bu çerçevede ilk raporlar 2001 yılında hazırlanmıĢ ve
2002 yılında Komisyon tarafından da onaylanarak üye devletleri bağlayan temel
bir belge olarak yürürlüğe girmiĢtir (ÇSGB,2005:13).
Üye ve aday ülkelerin “kendi ulusal politikalarında Birliğin ekonomik, sosyal
ve çevresel hedeflerini uygulamaları"na destek olmak amacıyla Ģekillendirilen
Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Stratejisi temel olarak toplumdaki en
181
korunmasız grupları (iĢsizler, eğitimsizler veya yeterli eğitim alamayanlar, evsizler,
engelliler, madde bağımlıları, kadınlar, çocuklar, yaĢlılar vb.) kapsamakta ve bu
grupları projeler vasıtasıyla sosyal yaĢama ve iĢgücü piyasasına dâhil etmeyi
hedeflemektedir. Bu çerçevede Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Stratejisinde
“istihdam, gelir dağılımı ve parasal yoksulluk, eğitim, konut, sağlık ve ulaĢım
politikaları, emeklilik sistemi dâhil olmak üzere sosyal güvenlik sistemi, sosyal
hizmet ve sosyal yardım politikaları” gibi alt baĢlıklar yer almaktadır66.
Ülke stratejileri, Aralık 2000 tarihinde Nice Avrupa Konseyinde kabul edilen
yoksulluk ve sosyal dıĢlanma hakkındaki 4 ortak hedefe dayanan bir çerçevede
kurulmuĢtur67. Söz konusu hedefler Ģunlardır:
Ġlk Hedef: Ġstihdama Katılım ile Herkesin Kaynaklara, Haklara, Mallara ve
Hizmetlere EriĢiminin KolaylaĢtırılması
Bu hedef, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın çok boyutlu doğasını kabul
etmekte, istihdamın yoksulluk ve sosyal dıĢlanmaya karĢı en iyi korunma olarak
görüldüğünü vurgulamaktadır. Özellikle iĢgücü piyasasının dıĢında kalanlar için
iĢgücüne katılımın teĢvik edilmesi sosyal içerme ile ilgili politikaların önemli bir
unsurudur. Hedefin ikinci bölümü kaynaklara, haklara, mallara ve hizmetlere tam
eriĢimi sağlamak için çabaların artırılması ihtiyacını vurgulamakta; eğitim, sağlık,
konut,
ulaĢım
gibi
hizmetlerden
yararlanılmasının
önündeki
engellerin
kaldırılmasını ifade etmektedir.
Ġkinci Hedef: Sosyal DıĢlanma Riskinin Önlenmesi
Bu hedef ile, yeniden entegrasyonun yanı sıra dıĢlanmayı önlemeye vurgu
yapılmaktadır. Bilgi toplumunun geliĢimi ile yeni bilgi ve iletiĢim teknolojilerinin
farklı dıĢlanma Ģekillerine yol açmamasını sağlamanın yanı sıra borçluluk, okuldan
dıĢlanma, evsiz kalma gibi nedenlere bağlı dıĢlanma risklerini önlemeyi de
hedeflemektedir.
66
67
www.ikg.gov.tr/Portals/0/ESRP%20Bilgi%20Notu.doc (e.t: 23.04.2013).
www.ikg.gov.tr/Portals/0/ESRP%20Bilgi%20Notu.doc (e.t: 23.04.2013).
182
Üçüncü Hedef: En Korunmasız Gruplara Yardım Edilmesi
Bu hedef; engelliler gibi entegrasyon sorunu olan grupları ve sürekli yoksulluk
yaĢayanları kapsamaktadır. Bu çerçevede, çocuk yoksulluğuna özel bir önem
atfedilmekte ve çoklu dezavantaj yaĢayan bölgelerin karĢılaĢtığı sorunlar
vurgulanmaktadır. Sosyal güvenlik ve sosyal yardım sistemleriyle gelirin yeniden
dağıtılması politikalarına olan ihtiyaç ön plana çıkmaktadır. Politikalar ise insan
kaynakları açısından kayıpları azaltmak ve fırsat eĢitliğini sağlamak için, herkesin
aktif katılımının sağlanması noktasına yoğunlaĢmalıdır.
Dördüncü Hedef: Ġlgili Tüm Tarafların Seferber Edilmesi
Bu hedef, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla etkin mücadelede gerekli olan
kurumsal
düzenlemeler
ve
mekanizmalar
üzerine
odaklanmakta;
sosyal
dıĢlanmayla mücadelenin bütün politikalara dahil edilmesine vurgu yapmaktadır.
Sosyal dıĢlanmanın çok boyutlu yapısı, geleneksel olarak çok çeĢitli bakanlıklar ve
kurumların sorumluluğunda olan farklı politika araçlarının koordinasyonunu
gerektirmektedir. Ulusal bir stratejinin hazırlanması ve uygulanmasında sosyal
taraflar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler gibi toplumdaki diğer birçok aktörün aktif
rol alması gerekmektedir.
JIM taslağı sekiz bölümden oluĢmaktadır;
Birinci bolümde ekonomik arka plan, sosyal harcamalar ve iĢgücü
piyasasındaki durum, ikinci bölümde sosyal dıĢlanma açısından çeĢitli alanlardaki
(nüfus ve demografi, gelir dağılımı ve yoksulluk, sağlık, konut, sosyal hayata dahil
olmada güçlüklerle karĢılaĢan "dezavantajlı" olarak tanımlanan gruplar, eğitim,
sosyal güvenlik, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler, ulaĢım) mevcut durum
açıklanmakta ve analiz edilmektedir.
Üçüncü bölümde, ilk iki bölümdeki analizlere dayanarak her bir baĢlıktaki
(kiĢilerin istihdama, sosyal güvenlik hizmetlerine, sosyal yardım ve sosyal
hizmetlere, sağlık hizmetlerine, konut hizmetlerine, eğitime ve ulaĢıma eriĢimi)
temel sorun alanları belirlenmektedir.
183
Dördüncü bölümde ise bu alanlarda sosyal dıĢlanmanın önlenmesi ve
herkesin hizmetlere etkin eriĢiminin sağlanabilmesi için uygulanması gereken
politika öncelikleri tanımlanmakta, bunların yürütülmesinden sorumlu kurumlar
belirlenmekte, mevcut durumun zayıflıkları ve güçlü yönleri vurgulanarak kısa ve
orta vadeli taahhütleri içeren "yapılması gerekenler" sıralanmaktadır.
BeĢinci
bölümde
yoksulluk
ve
sosyal
dıĢlanma
ile
mücadelede
gerçekleĢtirilen tüm faaliyetlerde kadın-erkek eĢitliğinin teĢvik edilmesi üzerinde
yoğunlaĢılmakta, cinsiyet konuları ile kadın-erkek eĢitliğinin yukarıda açıklanan
politikalarla ve yapılarla nasıl ortak bir noktada buluĢturulduğu ve bütünleĢtirildiği;
bunların tamamlanması için hangi özel önlemlerin ve yapıların gerekli olabileceği
ortaya konulmaktadır.
Altıncı bölümde istatistik sistemleri ve göstergeleri incelenmekte, sosyal veri
tabanlarının incelenmesi ve EUROSTAT tarafından belirlenen göstergelerle
(özellikle ĠĢgücü Anketi, Laeken Göstergeleri ve SILC-Gelir ve YaĢam KoĢulları
AraĢtırması verileri) ulusal verilerin karĢılaĢtırılabilirliği değerlendirilmektedir.
Yedinci bölümde sosyal içermeye verilebilecek potansiyel mali destek AB
Komisyonu tarafından belirlenmekte ve belgeye eklenmektedir.
Son bölüm olan sekizinci bölümde ise, sosyal dıĢlanma ve yoksulluk alanında
Türkiye‟nin öncelikleri Komisyon ile ortaklaĢa olarak belirlenmekte ve belirlenen bu
öncelikler bağlayıcı nitelik taĢımaktadır. (Saner,2007:9–10).
Avrupa Birliği'ne katılım öncesi bütün aday ülkelerden Avrupa Komisyonu ile
ortaklaĢa olarak Ortak Ġçerme Belgesi (JIM - Joint Inclusion Memorandum)
hazırlanması beklenmektedir. Ortak Ġçerme Belgesi'nin hazırlanmasındaki amaç
Lizbon Stratejisi ve Nice Zirvesinde alınan kararlar doğrultusunda izlenecek olan
“Sosyal Ġçermede Açık ĠĢbirliği Yöntemine” ülkenin üye olduğunda tam katılımını
sağlamaktır68.
68
Joint Memoranda on Social Inclusion. http://ec.europa.eu/employment_social/soc-prot/soc-incl/jim_en.html,
(e.t: 25.12.2012).
184
Ortak Ġçerme Belgelerinin genel hatları, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile
mücadele ile ilgilidir. Belgenin amacı Avrupa Birliği'nin temel hedeflerini ulusal
politikalara aktarmak ve bu hedefleri uygulamaya geçirmek ve gözlemlerini
yapmak üzere anahtar politikaları belirlemektir. Ortak Ġçerme Belgesi ile Avrupa
sosyal politikasına uyum ve eĢgüdümün sağlanması, istatistiki metodolojide
Avrupa Birliği ile bir örnekliğin sağlanıp, gözlem, emsal tarama ve karĢılıklı
öğrenme ve iyi örneklerin değiĢimi gibi hedeflerle AĠY'nin temel fonksiyonlarına
iĢlerlik kazandırma hedeflenerek sosyal uyumu artırmak amaçlanmaktadır.
Aday ülkelerden Açık ĠĢbirliği Yöntemine uyumu için hazırlanması istenen
Ortak Ġçerme Belgelerini, 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olan, Kıbrıs, Çek
Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Malta, Polonya, Slovenya ve
Slovakya 18 Aralık 2003'de hazırlamıĢ ve Avrupa Komisyonu ile karĢılıklı
imzalamıĢlardır. Birliğe 1 Ocak 2007'de katılan Bulgaristan 3 ġubat 2005'de,
Romanya
ise
20
Haziran
2005
tarihlerinde
Ortak
Ġçerme
Belgelerini
imzalamıĢlardır. Böylece Lizbon Stratejisi'nden sonra Birliğe katılan bütün aday
ülkeler JIM belgesini imzalamıĢtır69. Ülkemizin Avrupa Sosyal DıĢlanma ile
Mücadele Stratejisine dâhil olabilmesi için Ortak Ġçerme Belgesini (JIM-Joint
Inclusion Memorandum) hazırlaması gerekmektedir. Söz konusu belge, yoksulluk
ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede hükümet belgesi niteliğindedir.
Türkiye‟nin Avrupa Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Stratejisine dahil olmasının
ilk aĢaması olan JIM'in hazırlanmasına iliĢkin çalıĢmalar, 3 Aralık 2004 tarihinde
Ankara'da Avrupa Komisyonu yetkilileri ile ilgili tüm kamu kurum ve kuruluĢlarının,
sosyal ortakların, sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin temsilcilerinin katıldığı
bir toplantı ile baĢlatılmıĢtır (CoĢkun,Tireli,2008:137).
Hazırlanan taslak metne iliĢkin olarak Avrupa Komisyonunun da talebi ile
"sağlık, eğitim, istihdam, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler, yoksulluk, sosyal
güvenlik,
kadın-erkek
eĢitliği,
engelliler,
çocuklar ve bölgesel farklılıklar"
konularında ilgili kurumların ve Avrupa Komisyonu uzmanlarının da katılımı ile bir
69
Joint Memoranda on Social Inclusion. http://ec.europa.eu/employment_social/soc-prot/soc-incl/jim_en.html,
(e.t:25.12.2012).
185
dizi teknik toplantı gerçekleĢtirilmiĢ ve metnin geliĢtirilmesi amacıyla karĢılıklı
görüĢ alıĢveriĢinde bulunulmuĢtur70.
31 Aralık 2008 tarihli Resmi Gazetenin Mükerrer sayısında yayımlanan
Ulusal Program içeriğindeki 19. Fasıl'ın Öncelik 19. 3 maddesi, Ortak Sosyal
Ġçerme Belgesi (JIM) ve Ġstihdam Politikası Öncelikleri Ortak Değerlendirme
Belgesi (JAP) ile ilgili çalıĢmaların bitirilmesi ve her iki izleme sürecinin aktif olarak
uygulanmasını öngörmüĢtür.71.
JIM'in hazırlanması süreci; yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın mevcut
boyutunun/ kapsamının ölçümü ve temel problemlerin tanımlanması; sosyal
istatistik sistemlerinin geliĢimi ve sosyal dıĢlanma ile ilgili ortak Avrupa Birliği
göstergelerinin benimsenmesi; sosyal dıĢlanmaya yol açabilecek sorunların
değerlendirilmesi; Nice'te kabul edilen kapsamlı ortak hedefler ve çalıĢma
yöntemleri (açık iĢbirliği yöntemi) hakkında Türkiye‟deki bilincin arttırılması;
yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile etkili mücadelede bütünleĢtirilmiĢ ulusal bir
stratejinin mevcut unsurlara dayanarak geliĢimi; yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile
mücadele ve daha büyük bir sosyal içermenin sağlanması amacıyla Türkiye‟de
benimsenen
mevcut
politikaların
ve
yapılan
son
politika
reformlarının
değerlendirilmesi; AB katılım öncesi yardımlarının desteklenmesi için politika
öncelikleri üzerinde bir uzlaĢmanın oluĢması ve uygulama ve gelecekteki
politikaların gözden geçirilmesine katkıda bulunacaktır.
Ġstihdam Politikası Öncelikleri Ortak Değerlendirme Belgesi (JAP: Joint
Assessment of Employment Priorities) ise, ülkemizin Avrupa Ġstihdam Stratejisi
önceliklerine (temel olarak istihdamın artırılması ve iĢsizlikle mücadelenin
sağlanması ile bu alanda görevli kurumların kamu istihdam hizmetlerini daha etkin
ve verimli bir Ģekilde verebilmesi) ulaĢmak için izleyeceği yolu ve istihdam
alanındaki önceliklerini belirterek bu alanda yapılması gerekenlerin belirlendiği bir
politika belgesidir. JAP‟ın yazım çalıĢmaları, ĠġKUR tarafından görevlendirilen
akademisyenlerce gerçekleĢtirilmiĢtir.
70
71
SYDGM, http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/195/JIM+Belgesi/, (e.t:18.08.2010).
SYDGM, http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/195/JIM+Belgesi/, (e.t:18.08.2010).
186
2006 yılı sonu itibariyle her iki taslak metin Avrupa Komisyonuna
gönderilmiĢtir. Her iki belgenin taslak metinleri üzerinde 2006 yılında Avrupa
Komisyonu ile anlaĢma sağlanmıĢ, sadece “Roma” (Çingeneler) kısmında
anlaĢmaya varılamamıĢ ve süreç askıya alınmıĢtır. 2010 yılında Avrupa
Komisyonu‟na her iki belgenin tamamlanması isteğimiz bildirilmiĢ, bu doğrultuda
her iki tarafın da teknik ekiplerini oluĢturması ve çalıĢmalara tekrar baĢlanılarak
belgelerin en kısa sürede tamamlanması hususunda görüĢ birliğine varılmıĢtır.
2012 yılı içerisinde Avrupa Komisyonunca belirlenen yeni yaklaĢım
kapsamında 2013 yılı içerisinde JIM (Joint Inclusion Memorandum) belgesinin
yapısının değiĢmesi ve istihdam alanında muadil belge olan JAP (Joint Assesment
Paper) ile birleĢtirilerek Ġstihdam ve Sosyal Reform Programı (ESRP –
Employment and Social Reform Programme) isimli bir belge hazırlanması
öngörülmüĢtür.
Ġstihdam ve Sosyal Reform Programının amacı, aday ülkelerde ekonomik ve
sosyal geliĢmeye iliĢkin temel sorun alanlarının (örn. düĢük istihdam oranları, kayıt
dıĢılık, sosyal güvenlik sistemlerinin kapsamı) tanımlanması, Avrupa 2020
hedefleri doğrultusunda akılcı, sürdürülebilir, içermeci büyümeye katkı sağlayacak
politika ve tedbirlerin belirlenmesi, istihdam ve sosyal politika alanlarında ülkelerin
Avrupa 2020 Stratejisine ve yönetim sürecine yakınlaĢtırılmasıdır. ESRP
kapsamında
ülkelerde
düzenli
olarak
yıllık
izlemeler
gerçekleĢtirilecek,
göstergelere dayalı değerlendirmeler yapılacak, belirlenen öncelikler için IPA
fonlarının kullanımı da sürece dâhil edilecek ve Yıllık Ġlerleme Raporunda istihdam
ve sosyal durumun değerlendirilmesi için destek verilecektir.
ESRP BaĢlangıç Toplantısı 25 Nisan 2013 tarihinde gerçekleĢtirilmiĢtir.
Taslak metin 2013 yılı Aralık ayında Avrupa Komisyonu ile ön görüĢleri almak
üzere paylaĢılmıĢtır. Avrupa Komisyonunun görüĢleri 2014 yılı Mart ayında alınmıĢ
olup belgenin hazırlık çalıĢmaları sürdürülmektedir.
Aynı dönemde ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı (ABKD)
Sosyal Ġçermeye dair Avrupa Birliği mali destekleri ile yürütülecek diğer bir
uygulamanın da hazırlıklarını tamamlamıĢtır.
187
3.2. Türkiye’de Sosyal DıĢlanma Riski Altındaki Bazı Gruplar ve Sosyal
Durumları
Günümüzde Türkiye‟de de neo-liberal geliĢmelerle bağlantılı olarak, birçok
ülkede görüldüğü gibi gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, kırdan kente göç,
iĢsizlik, güvencesizlik ve eĢitsizlikten kaynaklanan “sosyal dıĢlanma” sorunu
görülmekte ve sosyal dıĢlanma sorunuyla baĢ etmek zorunda kalan dıĢlanmıĢ
gruplar toplumda varlığını göstermektedir.
Sosyal dıĢlanmaya ve sosyal dıĢlanma riskine en çok maruz kalan kesimlerin
baĢında iĢgücü piyasasında olmakla beraber kayıt dıĢı sektörlerde, güvencesiz
iĢlerde çalıĢanlar, yoksulluk ve iĢsizlik riski altındaki kadınlar, gençler, çocuklar,
yaĢlılar ve engelliler gelmektedir (DPT,2009:207).
3.2.1. Kadınlar
Sosyal dıĢlanma olgusu kadın açısından ele alındığında, kadının toplumsal
yaĢamdaki varlığını ihmal etmeye neden olan ve onun toplumla bütünleĢmesini
önleyen, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel kurum ve sistemlerin dıĢında
kalması/tutulması süreci biçiminde ifade edilebilir.
ÇalıĢma
yaĢamı,
toplumsal
yaĢamın
diğer
alanlarında
da
varlık
gösterebilmenin temel koĢullarından biridir. Nitekim çalıĢma yaĢamı, sağladığı
statü, gelir, sosyal iliĢkiler, sosyal güvence, sendikal örgütlenme, yönetime katılma
gibi
olanaklar
ile
bireylerin
toplumla
bütünleĢmesini
sağlayan
süreçleri
sunmaktadır.
Kadınlar çalıĢma yaĢamı, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, siyaset ve sivil
toplum örgütleri gibi genel olarak toplumsal yaĢama katılım sağlayan diğer
alanlarda
toplumsal
cinsiyet
veya
ayrımcılık
temelli
çeĢitli
engellerle
karĢılaĢmaktadırlar. Bu durum bu kesimin bir yandan iĢgücü piyasalarına, gelir
getirici faaliyetlere, eğitim ve öğretim imkânlarına ulaĢımında zorluklar yaĢamasını
getirirken, diğer yandan da toplumsal ve çevresel ağlar ve etkinlikler kurmasında
engeller oluĢturmaktadır (Adaman, Keyder,2006:6).
188
Cinsiyet temelli dıĢlanmaların ağırlıklı olarak iĢgücü piyasaları kapsamında
tartıĢılmakta olduğu görülmektedir. ÇalıĢmanın bu kısmında, Türk toplumu esas
alınarak kadının çalıĢma yaĢamından dıĢlanması olgusu bağlamında temel olarak
kadınların maruz kaldığı fırsat eĢitsizliği ve iĢlem eĢitsizliği ele alındıktan sonra, bu
olgunun uzantıları olarak kurumsal dıĢlanma, sivil toplum ve siyasetten dıĢlanma
olguları kadın açısından değerlendirilecektir.
3.2.1.1. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma
Kadının iĢgücü piyasasından dıĢlanması iĢgücü piyasasına katılamama veya
iĢgücü piyasasını terk etme, iĢgücü piyasasında ayrımcılığa maruz kalma
biçimlerinde kendini göstermektedir.
Türkiye‟de kadının gerçek anlamda tarım dıĢı iĢgücüne katılması 1950‟lerden
sonra, kırdan kente yönelik göçün yarattığı hızlı kentleĢme sonucu gerçekleĢmiĢtir.
Kırsal alandan ayrılıp kente göç etme, kent yaĢamının özelliklerine uyum ve
zihniyet değiĢmeleri, aile yapısında ve aile içi iliĢkilerde de bir takım değiĢiklikleri
beraberinde getirmiĢ ve kadının toplumsal konumu ve çalıĢma yaĢamındaki yerini
etkilemiĢtir (Koray vd.,1999:16-17).
Türkiye‟de kadınların iĢgücüne katılım oranları AB ülkeleri baĢta olmak üzere
birçok ülkeden oldukça düĢüktür. Bu durumun ortaya çıkmasında; din, gelenekler,
aile içinde kadına yüklenilen rol, kadının eğitim düzeyinin yetersizliği, gelir durumu,
iĢyerlerinde yaĢanan ayrımcı uygulamalar önemli rol oynamaktadır. Ayrıca çocuk,
hasta, yaĢlı bakımında ülkenin sunduğu kamusal hizmetlerin yetersizliği kadının
iĢgücüne katılım kararını önemli ölçüde belirlemekte, kadın emek arzını
kısıtlamaktadır (Yılmazer,2013:298-299).
189
Çizelge 3.1. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında iĢgücüne katılma oranı(%),15+yaĢ
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
TÜRKĠYE
46,4
46,3
46,2
46,9
47,9
48,8
49,9
50,0
50,8
Erkek
70,6
69,9
69,8
70,1
70,5
70,8
71,7
71,0
71,5
Kadın
23,3
23,6
23,6
24,5
26,0
27,6
28,8
29,5
30,8
KENT
44,1
44,2
44,3
45,0
45,8
46,8
47,6
48,3
49,6
Erkek
70,0
69,3
69,3
69,5
69,9
70,4
71,0
71,0
71,6
Kadın
18,7
19,5
19,8
20,8
22,3
23,7
24,8
26,1
28,0
KIR
52,1
51,2
50,8
51,4
52,7
53,5
54,9
53,6
53,6
Erkek
72,0
71,3
71,0
71,6
72,0
71,6
73,3
71,2
71,2
Kadın
33,9
33,1
32,5
32,9
34,6
36,3
37,5
36,9
36,7
Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 04.09.2014)
Cinsiyete göre iĢgücüne katılma oranlarına bakıldığında kadınların iĢgücüne
katılımları erkeklere kıyasla çok düĢüktür. Erkeklerin iĢgücüne katılma oranı 2005
yılında %70,6 iken, 2013 yılı için %71,5‟tir. Kadınlarda bu oran sırasıyla %23,3 ve
%30,8‟dir (Çizelge 3.1). Bu durum kadınların iĢgücüne katılımının kentlerde son
derece sınırlı kalmasından kaynaklanmaktadır. 2013 yılı verilerine göre; kentsel
alanda kadının iĢgücüne katılımı %28,0 iken kırsal alanda %36,7‟dir.
Evlilik
durumu
da,
kentlerde
yaĢayan
kadınların
iĢgücü
piyasasına
katılımlarını belirleme açısından önemli bir role sahiptir. Evli olmayan kadınların
iĢgücüne katılma oranları evli olanlardan daha yüksektir. 2013 yılında iĢgücüne
katılım oranları evli kadınlar için %30,5, bekâr kadınlar için %37,9 ve boĢanmıĢ
kadınlarda %50,9‟dur 72.
Kadınların iĢgücüne katılımı çocuk, engelli ve yaĢlı bireylerin bakımının
kadının sorumluluğunda olması ve bu bakım hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle de
düĢüktür. Ülkemizde çalıĢan kadınların çocuklarının bakımı ağırlıklı olarak
kendileri (%34), kadının ya da eĢinin annesi (%29,9), büyük kız çocuk (%7,4)
tarafından gerçekleĢtirilmektedir. Para karĢılığı yardımcı çalıĢtırma ve kurumsal
72
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul (e.t: 03.09.2014).
190
bakım ise sırasıyla %7,6 ve %8,9 gibi düĢük oranlarda kalmaktadır. Ülkemizde
yaĢlılar, aile dayanıĢması içerisinde evde bakılmakta; yaĢlıların ev dıĢında bakımı
ya da huzurevlerinde kalması toplumda olumlu karĢılanmamaktadır. TÜĠK 2006
Türkiye Aile Yapısı araĢtırmasına göre Türkiye‟de erkeklerin %56,2‟si, kadınların
ise %43‟ü yaĢlılığında çocuklarının yanında kalmayı tercih etmekte, yaklaĢık %25‟i
huzurevine gitmeyi ya da evde bakım hizmeti almayı tercih etmektedir
(TÜRKONFED,2007:13).
Kadınların iĢgücüne katılımının düĢük düzeyinin bir baĢka nedeni de,
Türkiye‟de ev eksenli çalıĢmanın yaygınlığıdır. Kırsal alanda ise, ekilebilir arazinin
parçalanmıĢ oluĢu ve tarımın hane ekonomisi ile bütünleĢmiĢ özellikler göstermesi
bu kesimde kadının iĢgücü piyasasının bir parçası olmasını sağlamaktadır.
Kentsel alanlarda, piyasa ve hane sektörlerinin daha kesin çizgilerle ayrılması,
baĢta kırsal kesimlerden göç edenler olmak üzere kadınların iĢgücü piyasasına
katılımını daha da güçleĢtirmektedir (KSGM,Kadın ve Ekonomi,2008:13).
Çizelge 3.2. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında istihdam oranı (%), 15+yaĢ
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
TÜRKĠYE
41,5
41,5
41,5
41,7
41,2
43,0
45,0
45,4
45,9
Erkek
63,2
62,9
62,7
62,6
60,7
62,7
65,1
65,0
65,2
Kadın
20,7
21,0
21,0
21,6
22,3
24,0
25,6
26,3
27,1
KENT
38,4
38,9
39,0
39,2
38,2
40,1
41,9
42,9
43,9
Erkek
61,9
61,7
61,8
61,5
59,2
61,5
63,7
64,3
64,8
Kadın
15,6
16,3
16,6
17,3
17,7
19,3
20,7
22,0
23,4
KIR
48,8
48,0
47,4
47,7
48,0
49,6
51,8
50,7
50,3
Erkek
66,5
66,0
65,1
65,4
64,3
65,4
68,2
66,5
66,2
Kadın
32,6
31,8
31,2
31,4
32,8
34,7
36,2
35,6
35,0
Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 03.09.2014).
Ġstihdam oranına bakıldığında da, kadınların erkeklerin oldukça gerisinde
kaldığı görülmektedir. 2013 yılında ülkemizde kadınların istihdam oranı %27,1 iken
erkekler için bu oran %65,2‟ dir (Çizelge 3.2).
191
Kadınlar kırsal yerlerde kentsel yerlere oranla daha fazla istihdam
edilmektedir. Çünkü kırda kadınların büyük çoğunluğu ücretsiz aile iĢçisi
konumunda istihdamda görünürken kente göç ettiklerinde düĢük nitelikleri ve
geleneksel yapı nedeniyle istihdam dıĢında kalmaktadırlar. Özellikle çocuk, engelli
ve yaĢlı bireylere yönelik bakım hizmetlerinin yaygın olmaması ve var olan
hizmetlerin de pahalı olması kadınların istihdamını engelleyen önemli bir faktördür.
Ülkelerin ekonomik ve sosyal yönden geliĢmiĢlik düzeyinin en önemli
göstergelerinden biri olan istihdamın sektörel dağılımına ülkemiz açısından
bakıldığında yıllar itibariyle aĢağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır.
Çizelge 3.3. Ġstihdamın sektörel dağılımı (%), 15+yaĢ
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012 2013
TARIM
25,7
24,0
23,5
23,7
24,7
25,2
25,5
24,6
23,6
Erkek
18,6
17,2
16,8
17,1
18,2
18,3
18,7
18,4
17,8
Kadın
46,3
43,6
42,7
42,1
41,7
42,4
42,2
39,3
37,0
SANAYĠ
20,8
20,9
20,8
21,0
19,4
26,2
26,5
26,0
26,4
Erkek
22,4
22,7
22,7
23,1
21,2
30,3
31,1
30,7
31,1
Kadın
16,1
15,7
15,4
15,0
14,7
15,9
15,2
14,9
15,3
HĠZMET
48,0
49,2
49,8
49,5
50,0
48,6
48,1
49,4
50,0
Erkek
51,7
52,4
52,8
52,1
52,7
51,4
50,3
50,9
51,0
Kadın
37,0
40,0
41,2
42,2
43,0
41,7
42,6
45,8
47,7
Kaynak: Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 03.09.2014)
Ġstihdam edilenlerin yıllar ve cinsiyete göre iktisadi faaliyet kollarına
baktığımızda, 2005 yılında istihdam edilen kadınlar içinde tarım sektöründe
istihdam edilen kadınların payı %46,3 iken; erkeklerin payı %18,6‟dır. 2013 yılında
ise bu oran kadınlarda %37, erkeklerde %17,8‟dir. 2005 yılında istihdam edilen
kadınların %16,1‟i, erkeklerin %22,4‟ü, 2013 yılında istihdam edilen kadınların
%15,3‟ü, erkeklerin %31,1‟i sanayi sektöründedir. 2005 yılında istihdam edilen
kadınların %37‟si, erkeklerin %51,7‟si; 2013 yılında istihdam edilen kadınların
%47,7‟si; erkeklerin %51‟i hizmet sektöründedir (Çizelge 3.3). Oranlardan da
192
anlaĢılacağı üzere kadınların çoğu tarım sektöründe istihdam edilmekte ancak bu
oran azalma eğilimi göstermektedir. Tarımda istihdam edilen kadınların çoğu
ücretsiz aile iĢçisi konumundadır. Hizmet sektöründe istihdam oranlarında büyük
bir artıĢ gerçekleĢmiĢtir.
ĠĢgücüne dahil olmayan nüfustaki yüksek düzeyin nedenleri, kadınların
iĢgücü piyasasından dıĢlanması konusundaki temelleri de ortaya koymaktadır.
Bunlar (Türkan,2005:10):
- ĠĢ bulma ümidini kaybeden bireylerin, iĢ aramadan vazgeçmesi,
- Ücretlerdeki düĢüklük nedeniyle iĢgücü piyasası dıĢında kalmanın, ev
iĢleri ve çocuk bakımının tercih edilmesi,
- Kayıt dıĢı istihdamın yaygın olması nedeniyle, sigortasız çalıĢmanın
yarattığı isteksizlik,
- Köyden kente göçlerin kadınları iĢgücünden uzaklaĢtırması,
- ĠĢgücünün eğitim düzeyinin düĢüklüğüdür.
Kadınları iĢgücü piyasasından ve onları toplumsal yaĢamla bütünleĢtiren en
önemli yaĢam alanı olan çalıĢma alanından dıĢlayan temel olgulardan biri olan
ayrımcılık, fırsat eĢitsizliği ve iĢlem eĢitsizliği biçiminde ele alınmaktadır (Erdut,
2006:3–4).
3.2.1.1.1. Fırsat eĢitsizliği
Günümüzde insan haklarının vazgeçilmez bir hak olarak algılandığı ülkelerde,
kadınların erkeklerle eĢit haklara sahip olmaları, artık insan haklarının bir gereği
olarak değerlendirilmekte, kadınların siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik hayata
katılımını sağlayacak tüm haklardan erkeklerle eĢit Ģekilde yararlanmaları gerektiği
kabul edilmektedir. Bu anlayıĢ, uluslararası insan hakları belgelerinde, uluslararası
sözleĢmelerde, ülkelerin yasalarında yer almasına rağmen, kadınlar için hala,
ülkelerinin geliĢmiĢlik düzeyi ne olursa olsun hayatın temel alanları olan eğitim,
sağlık, çalıĢma hayatı, siyaset ve karar alma mekanizmalarına katılım açısından
fırsat eĢitliğinin sağlanamadığı görülmektedir (KSGM,2008a:9).
193
Eğitim ve meslek edinmede fırsat eĢitsizliği
Eğitimde fırsat eĢitliğini önleyen coğrafi (köy, kent ayrımı, bölgesel ayrım),
sosyal (etnik gruplar, din ve dil ayrımı, nüfus, ataerkil aile yapısı) ve ekonomik
(ailenin ekonomik düzeyi, devlet kaynaklarının sınırlılığı) (Doğan,2000:250–252)
etkenlerle eğitim hakkını kullanamayan insanların toplumsal yaĢama tam olarak
katılmaları güçleĢmektedir.
TÜĠK‟in 2011 Yılı “Nüfus ve Konut AraĢtırması” sonuçlarına göre, altı ve daha
yukarı yaĢtaki kadın nüfusun %7,6 sı okuma yazma bilmemektedir. Ayrıca %19,3‟ü
okur-yazar olup bir okul mezunu değilken; %24,7‟si ilkokul, %17,2‟si lise ve lise
dengi meslek okulları ve %9,4‟ü ise üniversite mezunudur (TÜĠK,2011). Bu durum
kadınların toplumsal yaĢamdan dıĢlanmalarının en önemli nedenlerinden birisidir.
Nitekim kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe ĠKO‟ nun arttığı gözlenmektedir.
Kentlerde 2011‟de ilkokul eğitimlilerde %17,6; ortaokul veya dengi meslek okul
eğitimlilerde %23,1; lise eğitimlilerde %29,7 ve yüksekokul veya fakülte
eğitimlilerde ise %71‟dir 73.
Kırsal alanda öğrenim düzeyinin iĢgücüne katılım oranı üzerinde etkisi
(üniversite düzeyi dıĢta tutulursa), kadınların çoğunun ücretsiz aile iĢçisi olarak
çalıĢması nedeniyle daha az iken, kentli kadınlarda katılım oranı öğrenim
düzeylerine karĢı duyarlıdır. Kırsal alanda ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢan kadın,
kente göç ile birlikte eğitimsiz ve de deneyimsiz olmaları nedeniyle iĢgücü
piyasasına hemen katılamamakta, bu da iĢgücüne katılım oranını olumsuz
etkilemektedir. Kiren ve Üçdoğruk (2007:580) çalıĢmalarında, kadınların iĢgücüne
katılımlarını belirleyen en önemli etmenlerden birisinin eğitim olduğunu, eğitim
düzeyi arttıkça kadınların daha fazla iĢgücü piyasasında yer aldıklarını, fakat evli
olmak ve 0–6 yaĢ arası çocuğa sahip olmanın kadınların iĢgücüne katılımlarını
azalttığını tespit etmiĢtir.
Eğitim seviyesi düĢük kadınlar genelde katma değeri yüksek olmayan iĢlerde
düĢük ücretle çalıĢmaktadırlar. Ücretlerin düĢük olması ise kadınların birçoğunun
73
http://www.tuik.gov.tr (e.t:14.02.2011).
194
çalıĢma yaĢamına katılmak yerine ev kadını olarak kalmayı tercih etmelerine
sebep olmaktadır.
AĢağıdaki çizelgede görüldüğü gibi, iĢgücüne katılım, eğitim düzeyinin
yükselmesiyle birlikte artıĢ göstermektedir. Eğitim düzeyi kadınların ve erkeklerin
iĢgücüne katılma oranlarını ileri düzeyde etkilemektedir ve eğitimin kadınların
ücretli bir iĢte çalıĢmalarını belirleyici rolü erkeklerle kıyaslandığında daha güçlü
olmaktadır.
Kadınlarda
eğitim
düzeyine
göre
iĢgücüne
katılma
oranına
baktığımızda, 2005 yılında okuma yazma bilmeyenler için bu oran %15,6, lise altı
eğitimliler için %19,9, lise ve dengi meslek mezunları için %31,9 ve yükseköğretim
mezunları için %69,1 iken;
2013 yılında bu oranlar sırasıyla %17,4, %26,3,
%35,7, %72,2‟dir (Çizelge 3.4). Oranlardan da anlaĢılacağı üzere, kadınların
eğitim seviyesi arttıkça iĢgücüne katılma oranları da artmaktadır.
Çizelge 3.4. Eğitim düzeyine göre iĢgücüne katılma oranı (%)
TOPLAM
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Okuryazar Olmayanlar
19,9
18,7
18,1
18,1
18,8
19,8
20,5
19,7
Lise altı eğitimliler
45,3
45,0
44,6
44,9
45,8
46,8
47,8
47,6
20,1
48,0
Lise ve dengi meslek
57,3
56,8
56,7
57,5
58,7
58,6
58,8
58,3
59,1
Yüksekokul ve fakülte
77,9
77,2
77,3
77,6
78,0
78,8
79,3
79,1
80,1
Okuryazar Olmayanlar
41,9
39,2
36,9
36,0
37,1
36,8
37,8
34,0
33,8
Lise altı eğitimliler
69,9
69,1
69,0
69,2
69,1
69,2
69,9
69,1
69,1
Lise ve dengi meslek
73,8
73,0
72,8
73,3
75,1
74,7
75,5
74,8
75,7
Yüksekokul ve fakülte
83,5
82,6
82,6
82,7
83,1
84,3
85,3
85,1
86,1
Okuryazar Olmayanlar
15,6
14,7
14,4
14,5
15,0
16,3
17,1
16,7
17,4
Lise altı eğitimliler
19,9
20,1
19,6
20,2
21,8
23,8
25,1
25,6
26,3
Lise ve dengi meslek
31,9
32,1
32,4
33,7
34,8
35,1
34,8
34,4
35,7
Yüksekokul ve fakülte
69,1
68,8
69,4
70,0
70,8
71,0
70,8
70,9
72,2
ERKEK
KADIN
Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 25.08.2014)
Kısaca özetlemek gerekirse, bazı istisnalar olmakla birlikte, kadınların
iĢgücüne katılım oranlarının erkeklerden daha düĢük olduğu görülmektedir. Buna
195
ek olarak, eğitim düzeyi yükseldikçe hem iĢgücüne katılım oranlarının arttığı, hem
de kadının aleyhindeki cinsiyet farklılığının azaldığı söylenebilir.
Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluğun yarattığı fırsat eĢitsizliği
Yoksulluk, tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi güç bir kavramdır ve
çeĢitli görünümleri vardır. Gelir ve sürdürülebilir bir geçim sağlamaya yetecek
üretim kaynaklarının yokluğu baĢta olmak üzere açlık ve yetersiz beslenme,
sağlıklı olmama, eğitim ve diğer temel hizmetlere ulaĢamama veya sınırlı ulaĢma,
hastalık ve buna bağlı olarak ölümlerin artması, evsizlik ve yetersiz barınma
koĢulları, güvenli olmayan çevre koĢulları ile sosyal ayrım ve dıĢlama olarak
tanımlanabileceği gibi, aynı zamanda karar alma süreçleri ile ekonomik, sosyal ve
kültürel yaĢama katılımdan yoksun olma olarak da tanımlanmaktadır
(KSGM,
2001:184).
Yoksulluk bütün insanlık için temel bir sorun olmakla beraber, çoğunlukla
kadınlar tarafından yaĢanan bir olgudur: “yoksulluğun kadınlaĢması (feminization
of poverty)”. Yoksulluk içinde yaĢayan kadınların sayısı son yıllarda, özellikle
geliĢmekte olan ülkelerde olmak üzere, erkeklere oranla büyük artıĢ göstermiĢtir.
Yoksulluğun kadınla özdeĢleĢmesi, politik, ekonomik ve sosyal dönüĢümün kısa
dönemdeki sonucu olarak ekonomileri geçiĢ sürecinde olan ülkelerde son
zamanlarda önemli bir sorun haline gelmiĢtir. Ekonomik unsurlara ek olarak,
cinsiyet rollerinin katılığı, kadınların yetki ve karar alma mekanizmaları ile eğitim,
öğrenim ve üretim kaynaklarına kısıtlı ulaĢımı ile ailenin güvenliğini tehdit
edebilecek diğer unsurların ortaya çıkması bu sonucu ortaya çıkaran unsurlardır.
Toplumsal cinsiyete dayalı bakıĢ açısını ana görüĢ olarak tüm ekonomik analiz ve
planlamalara yeterince yansıtılmaması ve yoksulluğun yapısal nedenleriyle yeterli
düzeyde mücadele edilmemesi de bu duruma katkıda bulunan etkenlerdir (KSGM,
2001:184–185).
Çizelge 3.5‟te yoksulluk oranları eğitim ve cinsiyet açısından analiz
edilmektedir.
196
2002 yılında, toplam yoksulluk oranı erkeklerde %26,7, kadınlarda ise %27,2
olarak kaydedilmiĢtir. 2009 yılında ise bu oranlar sırasıyla %17,1 ve %19 olarak
belirlenmiĢtir. Eğitim hesaba katıldığında, toplumsal cinsiyet farklılıklarının
azaldığı, yok olduğu ve hatta tersine döndüğü görülmektedir. Yoksulluk oranları
2002
ile
2009
yılları
arasında,
eğitim
düzeyinin
yükselmesiyle
azalma
göstermektedir (Çizelge 3.5). Nispeten düĢük eğitim düzeyleri, nispeten yüksek
okuryazar olmama oranları ve nispeten geniĢ ailelerinden dolayı, özellikle kırsal
kesimde yaĢayan kadınlar yüksek yoksulluk riskleriyle karĢı karĢıya kalmaktadır.
Çizelge 3.5. Hanehalkı fertlerinin cinsiyet ve eğitim durumuna göre yoksulluk
oranları
Bireysel Yoksulluk Oranı (%)
Eğitim GeçmiĢi
2002
2009
Toplam Erkek Kadın
Toplam Erkek Kadın
Toplam
27,0
26,7
27,2
18,1
17,1
19,0
6 yaĢından küçük fertler
33,2
32,9
33,4
24,0
22,9
25,3
Okur-yazar değil veya bir okul bitirmeyen
37,0
37,7
36,5
29,8
30,3
29,5
Ġlkokul
26,1
28,1
24,3
15,3
16,9
13,8
Ġlköğretim
26,4
28,4
24,1
17,8
17,2
18,4
Ortaokul ve orta dengi meslek
18,8
19,5
17,4
9,8
10,9
7,8
9,8
11,0
8,2
5,3
5,7
4,8
Yüksekokul, fakülte ve üstü
1,6
1,2
2,1
0,7
Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 17.08.2014)
0,9
0,4
Lise ve lise dengi meslek
Toplumsal cinsiyet eĢitsizliklerine neden olan ve kadınları kronik yoksulluğa
karĢı korumasız bırakarak, yoksulluk riskini kadınlar açısından artıran etkenler
çoğunlukla
ekonomik
kaynakların
kullanımı
ve
ücret
farklılıklarından
kaynaklanmaktadır. Ecevit bu etkenleri Ģöyle sıralamaktadır (Ecevit, 2003):
• Hane gelirlerinin ve değerlerinin dağılımında ve kontrolünde,
• Kredi gibi üretken değerlere eriĢimde,
• Kaynakları kullanmada,
• Mülkiyet üzerinde söz hakkına sahip olmada zayıflıkları ve eĢitsiz
muamele görmeleri,
• ĠĢgücü piyasasındaki ayrımcılık,
• Ev içinde yeniden üretim ile ilgili sorumlulukları nedeniyle ücretli ekonomik
faaliyetlerinin sınırlanması,
197
• Ekonomik ve politik kurumlarda yaĢadıkları sosyal dıĢlanma, kadınların
kronik yoksulluğa karĢı korumasız olmalarının nedenleridir.
3.2.1.1.2. ĠĢlem eĢitsizliği
ĠĢe alınma, iĢten ayrılma ve çıkarılmada eĢitsizlik
Toplumda kadına karĢı var olan önyargılar iĢe alınmada, yükselmede, iĢten
ayrılmada ve çıkarılmada kadınların karĢısına çıkmaktadır. GeliĢmiĢ ya da
geliĢmekte olan ülkelerin birçoğunda iĢletmelerin kadınların fizyolojik ve psikolojik
özelliklerini
ön
planda
tutarak,
iĢe
alma
ve
yerleĢtirme
süreçlerinde
değerlendirdiklerini ve çoğu zaman cinsiyet ayrımcılığı temelinde kariyer
konusunda engel teĢkil ettiklerini söylemek mümkündür.
Ülkemiz iĢgücü piyasasında, iĢverenlerin kadınların evlendiklerinde ya da
çocuk sahibi olduklarında iĢi terk edeceği veya evdeki sorumluluklarından dolayı
iĢe kendilerini tam olarak veremeyecekleri gibi inançları vardır. Dolayısıyla
kadınların çalıĢma yaĢamında ilk karĢılaĢtıkları ayrımcılık konusu iĢe alınma ile
ilgilidir.
Evlenme kadınların yaĢamında bir statü ve rol değiĢimi getirmektedir. Kadının
evi ve eĢiyle ilgilenmesi kültürel bir olgu olarak ortaya çıkmakta ve evlenme
çalıĢmaya ara verme kararında önemli bir etken olmaktadır. Yapılan araĢtırmalara
göre, kadınların çalıĢtıkları iĢyerlerinden ayrılma nedenleri arasında baĢta evlenme
ve niĢanlanma gelmektedir. Hane halkı ĠĢgücü AraĢtırması 2008 ġubat Dönemi
Sonuçları‟na göre daha önce bir iĢ sahibi olup, söz konusu dönemde evlilik
nedeniyle iĢgücü dıĢında olanların oranı %9,2‟dir. Emeklilik (%29,2) ve sağlık
nedeniyle (%15,8) iĢten ayrılma oranlarından sonra evliliğin üçüncü sırada gelmesi
dikkat çekici bir sonuçtur.
Kadınlar iĢten çıkarmalara maruz kalma konusunda erkeklere göre
dezavantajlı durumdadır. ĠĢçi çıkarmalarda daha çok vasıfsız ve yeri kolay
doldurulabilecek iĢçilerin tercih edilmesi ve kadınların ailenin temel geçindiricileri
olmayıp, babaları ve kocaları tarafından geçindirilen kiĢiler oldukları yönündeki
198
ataerkil ideoloji böyle bir sonuç yaĢanmasında önemli etkenler olarak görülebilir.
Buna göre ev içinde olduğu kadar, iĢgücü piyasasındaki ataerkil iliĢkiler ve
yaklaĢım da kadınların çalıĢma yaĢamından dıĢlanması olgusunu açıklamak
bakımından önemli göstergelere sahiptir. Bunlar (Ecevit,1995:123):
• Kadının formel eğitim düzeyinin düĢük tutulması ve kendisine beceri
isteyen iĢlere hazırlayıcı özel eğitimin sağlanmaması,
• Belli iĢ ve mesleklere kadınların daha az oranda kabul edilmesi
(müfettiĢlik, kaymakamlık vergi kontrolörlüğü gibi),
• ĠĢe alıĢta ve iĢyerinde ayrımcı uygulamalar (bekâr kadınların evli kadınlar
yerine, çocuksuz kadınların çocuklular yerine tercih edilmesi),
• Ücretlerde ayrımcı uygulamalar (iĢ tanımlarının değiĢtirilerek ücretleri
farklılaĢtırma gibi),
• Kriz ve ekonomik gerileme durumlarında özellikle evli kadınların
erkeklerden daha önce iĢten çıkarılması,
• Sendikaların kadın ve erkek üyeleri arasında fark gözetilmesi, yönetim
kadrolarında kadınların çok az temsil edilmesi.
Ücret farklılıkları
Ücretlendirmede ayrımcılık, ücretlerin belirlenmesinde iĢin içeriğinin değil, iĢi
yapacak kiĢinin cinsiyetinin esas alınması halinde ortaya çıkmaktadır (Erdut,2006:
4).
Ücret eĢitliği ilkesi ulusal kanunlarda ve uluslararası anlaĢma veya
sözleĢmelerde değiĢik ifadelerle anlatılmaya çalıĢılmıĢtır. Bu belgelerin hemen
hepsinde de cinsiyet ayrımcılığına dayalı olarak aynı nitelik ve aynı verimde
çalıĢanlar arasında farklı ücret verilmesi, diğer bir ifade ile bir kadın çalıĢana kadın
olduğu için erkek çalıĢandan daha az ücret veya bir erkek çalıĢana erkek olduğu
için kadın çalıĢandan daha çok ücret ödenmesi yasaklanmıĢtır. Ancak günümüzde
cinsiyete dayalı ücret eĢitsizliği sorunu devam etmektedir. Sektöre, iĢteki statüye,
eğitim durumuna göre az ya da çok olmakla birlikte karĢımıza çıkabilmektedir.
199
Cinsiyet ayrımcılığı bağlamında ücret eĢitsizliğinin ortaya çıkmasına etki eden
faktörlerin baĢında kadının annelik, çocuk ve yaĢlı bakımı nedenleri ile aileye olan
bağlılığı gelmektedir. Bir diğer faktör ise, kadın ve erkeklerin tercihleri arasındaki
farklılıktır. Fiziki güç ve yetenek açısından kadınlar erkeklere oranla daha yetersiz
olduklarından riski ve tehlikesi az olan iĢleri tercih etmektedirler.
Kadınların eğitim eksikliği de kadınlarla erkekler arasındaki ücret eĢitsizliğine
neden olmaktadır. Ücretle eğitim arasında doğru yönlü bir iliĢki vardır. Eğitim
düzeyi arttıkça ücretler de artmakta, aynı zamanda kadınlarla erkekler arasında
ücret farklılıkları azalmaktadır. Türkiye Ġstatistik Kurumu Kazanç Yapısı Ġstatistik
sonuçlarına göre; 2010 yılında ülkemizde ilkokul ve altı düzeyde eğitim görmüĢ
kadınların aldığı saatlik ortalama ücret 4,4 TL iken aynı eğitim düzeyindeki
erkeklerin saatlik ortalama ücreti 5,3 TL‟dir. Eğitim düzeyi yükseldikçe ücret de
yükselmektedir. Yüksekokul ve üstü eğitim görmüĢ kadınlarda saatlik ortalama
ücret 12,4 TL‟ye çıkarken, erkeklerde 14,6 TL olmaktadır74.
TÜĠK 2003 yılı HHBA verileri baz alınarak yapılan ampirik bir çalıĢmada,
Türkiye‟de erkeklerin kadınlardan %42 daha fazla ücret geliri elde ettiği tespit
edilmiĢtir (Karadeniz vd. 2007:92). Cinsiyetler arası gelir farklılığı beĢeri sermaye
farklılığından ve piyasadaki cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanabilmektedir.
Türkiye için TÜĠK 2002 HHBA verileri üzerinde yapılan amprik bir çalıĢma
Türkiye‟de cinsiyetler arası gelir farklılığının büyük oranda (%89,02) piyasadaki
ayrımcılıktan kaynaklandığını ortaya koymaktadır (Kiren,Üçdoğruk:6- 7).
Türkiye‟de kadın ve erkekler arasındaki ücret farklılıklarını ortaya koyan
istatistikî veriler yetersizdir. Sosyal Sigortalar Kurumu istatistiklerine dayanarak
kadın ve erkeklerin ücret farklılıkları hakkında fikir sahibi olunabilmektedir. Kadın
iĢçilerin ortalama günlük kazancı birçok sektörde erkek iĢçilerin ortalama günlük
kazancının altındadır. 2012 yılında SSK kapsamındaki kadın iĢçilerin ortalama
günlük kazancı genel ortalaması 50,46 TL iken, erkek iĢçilerin 53,14 TL‟dir (SGK,
2013). Kadın ve erkek arasında ortalama günlük kazançtaki farklılık bazı
sektörlerde çok daha fazladır. Bu sektörlerin baĢında kömür ve petrol ürünleri
imalatı, tütün ürünleri imalatı, kâğıt ve kağıt ürünleri imalatı, bilimsel araĢtırma ve
74
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?alt_id=27 (e.t: 24.06.2011).
200
geliĢtirme faaliyetleri, metal sanayi gelmektedir. Ancak kadınların SSK‟ya kayıtlı
olanların
oranının
%46
olması
bu
konudaki
istatistikî
değerlendirmeyi
zorlaĢtırmaktadır. Kayıt dıĢı sektördeki ücret farklılıkları SSK istatistiklerine
yansımamaktadır75.
Ülkemizde yapılan bazı araĢtırmalar da ücretlerde cinsiyete dayalı bir
farklılığın bulunduğunu ortaya koymaktadır. Dayıoğlu ve Kasnakoğlu (1997)
çalıĢmalarında, insan sermayesi farklılıkları ve iĢgücü piyasasında ayrımcılığa
dayalı olarak kadın ve erkek arasında hem Türkiye genelinde hem de bölgesel
bazda önemli kazanç farklılıkları olduğunu tespit etmiĢlerdir. Buna göre ülke
genelinde kadın ve erkekler arasındaki kazanç farklılığının %64‟ü iĢgücü
piyasasında
ayrımcılıkla
açıklanırken,
kadınların
insan
sermayesi
ve
deneyimlerindeki dezavantajlı durumlarının mesleki konumlarına ve iĢteki
mevkilerine yansıması diğer etkenler olarak karĢımıza çıkmaktadır (Dayıoğlu ve
Kasnakoglu, 1997:359). Nitekim bir diğer araĢtırmada da meslek grupları dikkate
alındığında kanun yapıcı, üst düzey yönetici ve profesyonel mesleklerde
çalıĢmanın kadın ve erkeklerin gelirleri üzerine etkisinin yüksek olduğu
saptanmıĢtır (Kiren,2007:433-448).
Konuya iliĢkin diğer araĢtırmalarda da aynı sektör ve benzer iĢlerde çalıĢan
kadınların erkeklerin aldığı ücretten daha düĢük ücret aldıkları, genellikle asgari
ücrette yoğunlaĢtıkları ve hatta kadınların ücretlerinin çoğunun asgari ücretin de
altında olduğu bulguları elde edilmiĢtir (Koray v.d.,1999; Aytaç, Sevüktekin, 2000;
Duruoğlu,2007).
Cinsel ve duygusal-psikolojik taciz (mobbing) olguları
Cinsel taciz tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye‟de de son derece yaygın ve
ciddi bir sorundur ve mağdurları genellikle kadınlardır. Mağdurların psikolojik ve
fiziksel sağlığı, toplumsal ve ekonomik yaĢamı, iĢteki verimliliği, yükselmesi
üzerinde son derece yıkıcı etkileri olan cinsel taciz, hukuksal olarak da
mağdurların kiĢilik haklarının, elveriĢli bir ortam ve koĢullarda çalıĢma haklarının,
75
http://www.tuik.gov.tr (e.t: 30.11.2013).
201
çalıĢma hak ve özgürlüklerinin ihlalidir ve kadınlara yönelik olduğu zaman
cinsiyete dayalı ayrımcılık oluĢturur (Bakırcı,2000).
Avrupa Birliği‟nin 2002/73 sayılı direktifi cinsel tacizi, “insan onurunu ihlal
etme amacına yönelen veya bu sonucu doğuran, istenilmeyen her türlü cinsel
nitelikte sözlü, sözlü olmayan ve cinsel nitelikte fiziksel veya özel olarak
düĢmanca, aĢağılayıcı, utandırıcı ve saldırgan bir ortam yaratan davranıĢ” olarak
tanımlamıĢtır.
Cinsel tacizin ne olduğu konusunda, ĠĢ Kanunumuzda herhangi bir açıklık
bulunmamaktadır. Ancak öğretide cinsel tacize iliĢkin tanımlamalar yapıldığı
görülmektedir. Bakırcı‟ ya göre cinsel taciz, mevcut mevzuat açısından TMK ve
TCK ile korunan kiĢilik haklarını ihlal eden ya da belli bir kiĢiye yönelik olmamakla
birlikte rahatsız edici bir çalıĢma ortamı yaratan/iĢyerini düzenini bozan, hapsi
gerektirecek suç veya ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı, cinsel nitelikli cinsiyet ya
da cinsel tercih temeline dayalı davranıĢlar olarak tanımlanabilir (Bakırcı,2000:
101–102).
Cinsel taciz kavramının ortaya çıkıĢı yeri Amerika BirleĢik Devletleridir. 1975
yılında Amerikan feministleri tarafından kullanılmaya baĢlayan bu deyim, kısa bir
süre sonra Amerika‟da medyanın ilgisini çeken popüler bir konu olmuĢ, birbiri
ardına verilen mahkeme kararlarıyla (Roberts,Mann,2003) çok önemli bir hukuksal
boyut kazanmıĢtır. Bir süre sonra ise, Avrupa‟ya, hatta Japonya‟ya sıçramıĢtır
(Saguy,2003:45).
Bugün dünyada cinsel tacizi en geniĢ Ģekilde tanımlayan ve kabul eden
Amerika BirleĢik Devletlerinde, cinsel taciz Civil Rights Act‟ın ayrımcılık konusunu
düzenleyen VII. Kitabında ele alınmıĢtır. Buna göre, Amerikan Hukukunda, cinsel
taciz son derece net bir biçimde cinsiyet temeline dayalı bir ayırımcılık olarak
tanımlanmaktadır. Gerçekten yapılan araĢtırmalar, taciz vakalarının çok büyük bir
oranının kadın ve erkekler arasında ve büyük çoğunlukla kadınlara yönelik
olduğunu ortaya koymaktadır (Bakırcı,2000:22 vd.;Okur,1994:2 vd.). Nitekim cinsel
taciz kadınların kiĢilik haklarına ve çalıĢma özgürlüklerine bir saldırı oluĢturması ve
dolayısıyla bir cinsiyet gurubunun diğerine kıyasla mağdur olması nedeniyle
202
cinsiyet ayırımcılığı kapsamında ele alınmaktadır (Bakırcı,2000:22 vd.; Onaran
Yüksel,1999:273-276).
Buna karĢılık, Fransız hukukunda, cinsel taciz 2002 yılında yapılan
değiĢikliğe kadar “yetkinin kötüye kullanılması“ (abuse of power/abus d‟autorité)
olarak tanımlanmıĢtır. Buna göre, cinsel tacizden bahsedebilmek için, taraflar
arasında hiyerarĢik bir farklılık olması gerekir; eĢit konumda çalıĢan iĢçiler
arasında cinsel tacizden bahsedilemez (Özdemir,2006:88).
Bazı Avrupa ülkelerinde ise cinsel taciz, kiĢilik haklarına bir tecavüz
niteliğinde görülmüĢtür (Bakırcı,2000:64–66). Buna karĢılık, yukarıda da görüldüğü
gibi, 2002/73 sayılı AB direktifi cinsel tacizi cinsiyet ayırımcılığının bir türü olarak
tanımlamaktadır. Dolayısıyla, üye devletlerin, AB mevzuatına uyum sağlama
zorunluluğu dikkate alındığında, cinsel tacizin artık Amerika BirleĢik Devletleri
dıĢında, Avrupa‟da da ayırımcılık kapsamında nitelenen bir konu olacağı
söylenebilecektir.
Ġngilizceden dilimize geçmiĢ olan mobbing (iĢyerinde psikolojik taciz) kavramı
ise, günümüzde oldukça sık karĢılaĢılan bir kavramdır. Sözcük anlamı, psikolojik
Ģiddet, baskı, kuĢatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı verme anlamına
gelmektedir.
ÇalıĢma yaĢamında mobbing (duygusal-psikolojik taciz) kavramı, iĢyerinde
bireylere üstleri, eĢit düzeydeki çalıĢanlar veya astları tarafından sistematik
biçimde uygulanan her türlü kötü muamele, tehdit, Ģiddet, aĢağılama, sindirme gibi
davranıĢları ifade etmektedir (Tınaz,2006:8;Tınaz,2006/4:13-14).Avrupa Dördüncü
ÇalıĢma KoĢulları anketi sonuçlarına göre kadınlar bu tür eylemlerle erkeklerden
üç kat fazla karĢılaĢmaktadır (Eurofound,2006).
ÇalıĢma yaĢamında mobbing kavramının ilk kez 80‟li yılların baĢında Ġsveçli
endüstri psikoloğu Heinz Leymann tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Leyman‟ın
çalıĢanlar
arasında benzer
tipte
uzun dönemli düĢmanca
ve
saldırgan
davranıĢların varlığına dair yaptığı saptamalar sonucunda, bu kavramı kullandığı
görülmektedir (Tınaz,2006/4:14).
203
1998 ILO Raporuna göre, 1996 yılında Avrupa Birliği‟nin 15 üye ülkesinde
gerçekleĢtirilen 15800 görüĢmenin sonuçları, bir önceki yıl içinde çalıĢanların,
- %4‟ünün (6 milyon çalıĢan) fiziksel Ģiddete,
- %2‟sinin (3 milyon çalıĢan) cinsel tacize ve
- %8‟inin (12 milyon çalıĢan) mobbinge maruz kaldığını göstermektedir
(Tınaz,2006/4:14).
Bu alanda yapılan araĢtırmalar, mobbing mağdurlarının çoğunluğunun kadın
olduğu yönünde bulgulara sahiptir. Türkiye‟de konuya iliĢkin olarak yapılan
araĢtırmalar da bu bulguları desteklemektedir. 2006 yılında kamu sektöründe
çalıĢan 877 kiĢi üzerinde yapılan bir araĢtırmada (Bilgel,Aytaç,Bayram,2006),
erkek kurbanların %62‟sinin, kadınların ise %16‟sının yine bir erkek tarafından
zorbalığa uğradıkları saptanmıĢtır. ÇalıĢmada ayrıca, zorbalık içeren davranıĢların
daha çok erkekler tarafından gerçekleĢtirildiği ve erkek çalıĢanların kadın yönetici
ve çalıĢma arkadaĢlarından bu tür davranıĢlara daha az maruz kaldıkları tespit
edilmiĢtir. Kök tarafından bankacılık sektöründe psikolojik Ģiddet ve yıldırma
olgusu üzerine yapılan araĢtırmada yıldırma mağdurlarının önemli bir bölümünün
kadın olduğu belirtilmiĢtir (Kök,2006:444). Bir baĢka araĢtırmada yabancı ortaklı ve
Türk firmalarında kadın çalıĢanlara yönelik olumsuz tutumlara rastlanmasına
rağmen, kanıt bulunmaması nedeniyle cezai hüküm alan kiĢi sayısının oldukça
düĢük olduğu görülmüĢtür (Özkaya vd., 2008:369).
Bu karmaĢık sonuçların cinsel taciz, zorbalık ve mobbing mağdurlarının
yaĢadıkları olayları çeĢitli nedenlerle gizli tutma eğilimi içinde olmalarından
kaynaklandığı düĢünülmektedir. Ülkemizde bu tür sorunların birçoğunun rapor
edilmediği, bildirilmediği, kadınlar tarafından Ģikâyet mekanizmalarının daha az
kullanıldığı göz önüne alınırsa, söz konusu oranların daha yüksek olduğu
sonucuna ulaĢılacaktır. Kadın ve erkeğin iĢyerinde böyle bir sorunla karĢı karĢıya
kalması, kadının çalıĢması olgusuna bakıĢın da toplum tarafından olumsuz
algılanmasına neden olmaktadır. ĠĢyerinde yaĢanan zorbalık ve etik dıĢı davranıĢ
ve tutum sorunlarının özellikle kadının iĢgücüne katılımını gerileten, kadını çalıĢma
yaĢamından
ve
dolayısıyla
toplumsal
yaĢama
katılımını
sağlayan
diğer
ortamlardan uzak tutmaya neden olan bir görünüm ortaya koyduğu söylenebilir.
204
3.2.1.2. Kurumsal dıĢlanma
Kurumsal dıĢlanma, çalıĢma hayatında olduğu halde kayıt altında olmamayı
ve sosyal güvenceden yoksun olmayı ifade ettiği gibi, eğitim ve sağlık gibi
ihtiyaçların karĢılanmasında özel veya kamu hizmetlerinden yararlanamamayı da
içermektedir.
3.2.1.2.1. Kayıt dıĢı istihdam
Kayıt dıĢı istihdam, kadın istihdamının çok önemli bir özelliğidir. Nitekim
enformel sektörde çalıĢanların çoğunluğunu kadınlar oluĢturmaktadır. Bununla
birlikte, enformel sektör kapsamındaki iĢyerlerinde asgari ücretin altında ücret
ödenmesi, çalıĢma koĢullarının olumsuz ve güvenliksiz olması, herhangi bir iĢ
güvencesinin de bulunmaması gibi koĢullar, kadınları zor durumda bırakmaktadır.
EnformelleĢmenin getirdiği eĢitsizlik, güvencesizlik, eğretilik ve yoksulluğu en ağır
biçimde yaĢayan kadınlardır.
Türkiye Ġstatistik Kurumu “kayıt dıĢı” sektörü “ĢirketleĢmemiĢ (hukuki olarak
bireysel mülkiyet veya basit ortaklık statüsünde olan iĢyerleri) tarım dıĢında
faaliyet gösteren, götürü vergi veren veya hiç vergi vermeyen ve 1 ila 9 arası iĢçi
çalıĢtıran iĢletmeler” olarak, “kayıt dıĢı istihdamı” ise “referans zaman biriminde
asıl iĢiyle ilgili olarak herhangi bir sosyal sigorta kurumuna kayıtlı olmayan kiĢiler”
olarak tanımlamaktadır.
Hızla artan nüfus, tarım kesiminin istihdam içerisindeki payının yüksekliği,
göç, kentleĢme, gelirin adaletsiz dağılımı, yoksulluk, yüksek iĢsizlik, düĢük eğitim
seviyesi ve buna bağlı olarak bilgi ve bilinç eksikliği, sanayinin yapısı ve düĢük
rekabet gücü, vergi oranlarının yüksek olması ve vergilerin adil toplanamaması,
iĢgücü maliyetlerinin yüksekliği, erken emeklilik ve isteğe bağlı sigorta uygulaması
gibi sosyal güvenlik uygulamaları, sosyal güvenlik kurumları hizmetlerinden
hoĢnutsuzluk, kurumlar arasında koordinasyon ve iĢbirliği eksikliği, kayıtlı
istihdamda esnek çalıĢmayı düzenleyen yasa ve yönetmeliklerin uygulamasındaki
yetersizlikler kayıt dıĢı istihdamın nedenleri arasında yer almaktadır (KSGM,2008:
22).
205
Enformel sektör, kayıt dıĢı istihdamda özellikle kadın emeğinin istihdamında
önemli bir kavramdır. 1970‟lerin sonlarından itibaren uygulanmaya baĢlanan
küresel liberal ekonomi politikalarının, özellikle de özelleĢtirme ve esnek istihdam
uygulamalarının
en
önemli
sonuçlarından
biri,
formel
sektörde
istihdam
olanaklarının azalması ve enformel sektörde istihdam edilen iĢgücü payının
artması olmuĢtur. Enformel sektör, düĢük ücret, sosyal güvenlikten yoksunluk,
örgütsüzlük, düĢük iĢ güvencesi ve düzensiz çalıĢma saatleri ile karakterize
edilmektedir.
Türkiye‟de enformel sektörde çalıĢan iĢgücünün önemli bir çoğunluğunun
kırdan kente göç etmiĢ, düĢük eğitim ve vasıf düzeyine sahip olduğu söylenebilir.
Enformel sektör hem kendi içindeki iĢgücünü çalıĢma koĢulları ve ücret açısından
formel sektöre kıyasla eĢitsizleĢtirmektedir; hem de bunun içinde cinsiyet kökenli
iĢgücü eĢitsizliklerinin sürmesine izin vermektedir.
Enformel iĢgücü piyasası kavramı ise, göç alan kentlerde formel iĢgücü
piyasasında sürekli bir iĢ bulamayıp gündelik veya geçici olarak ücretli statüde
çalıĢan niteliksiz iĢgücünün ve hizmetler sektöründe çok küçük bir sermaye ile
bağımsız çalıĢarak gelir sağlayanların oluĢturduğu “gayrı resmi” veya “marjinal
sektör” olarak da anılan ikincil bir piyasayı betimlemektedir (Lordoğlu,Özkaplan,
2003:81). KüreselleĢmenin hız kazanmasıyla ortaya çıkan enformelleĢme,
iĢçilerin; özellikle de kadın iĢçilerin korunması açısından önem taĢımaktadır.
ĠĢgücü piyasasında kuralsızlaĢtırma bir yandan enformelleĢmeyi artırırken,
diğer yandan da iĢgücü içinde kadınların oranının artmasına neden olmuĢtur. Ev
iĢleri ve ücretli çalıĢmaya harcanan zaman arasında tercih yapmak zorunda kalan
kadınlar için esnekliğin getirdiği sakıncalarla birlikte enformel iĢgücü piyasasında iĢ
bulmak kolaylaĢmaktadır (Erdut,2005:34).
GeliĢmekte olan ülkelerde kadınların iĢgücü piyasasına katılımları genellikle
iĢletme dıĢında veya evde yapılan parça baĢına çalıĢma biçimindedir (Erdut,
2005:40). Kentli kadınların kayıt dıĢı çalıĢma açısından özellikle tekstil sektöründe
fason üretim yapan iĢletmelerden ve toptancılardan parça baĢına iĢ aldığı, bunun
dıĢında iğne oyası, dikiĢ, gündelikçi iĢçilik, örgü iĢi gibi iĢlerde de çalıĢtıkları
206
bilinmektedir. Kadınları kayıt dıĢı istihdama yönelten bir baĢka neden de çocuklu
kadınların çocuklarını bırakabilecekleri yerlerin olmayıĢı veya pahalı oluĢudur. Bu
durum kadınları tamamen iĢgücü piyasalarının dıĢına itebileceği gibi, tekstil, örme,
terzilik gibi evde yapılan para getiren iĢlere de yöneltebilmektedir. Evde çalıĢma
ise, düzensiz gelir, uzun çalıĢma saatleri, evde çalıĢanların ve ailelerinin sağlığına
zarar veren zehirli maddelere maruz kalmanın yanı sıra, toplumsal ortamlardan
dıĢlanma ve sosyal korumadan yoksunluk anlamına gelmektedir.
Kayıt dıĢı ekonomiye yönelik çalıĢmalar, ülkemizde kayıt dıĢı ekonominin
boyutunun geliĢmiĢ ekonomilere kıyasla oldukça yüksek olduğunu ortaya
koymaktadır. Nüfusun büyük bir kısmı iĢsiz ya da kayıt dıĢı istihdam edilmiĢ
olduğundan, yani hiçbir sosyal güvence ve sağlık sigortası olmadan yaĢadığından,
sosyal dıĢlanma ihtimalinin ülke genelinde yüksek olduğu sonucuna varılabilir.
Kayıt dıĢı istihdam, düzensiz gelir, sosyal güvenlik ağlarından mahrumiyet gibi
sorunlar nedeniyle dıĢlanma süreçlerinin yaĢanması söz konusu olabilmektedir
(Adaman,Keyder,2006:v,vi).
207
Çizelge 3.6. Ġstihdam edilenlerin sosyal güvenlik kuruluĢuna kayıtlılık durumu,
Türkiye (bin kiĢi), 15+yaĢ
2011 Aralık
Toplam
Toplam
Erkek
Kadın
Tarım
Toplam
Erkek
Kadın
TarımdıĢı
Toplam
Erkek
Kadın
2012 Aralık
Toplam
Erkek
Kadın
Tarım
Toplam
Erkek
Kadın
TarımdıĢı
Toplam
Erkek
Kadın
2013 Aralık
Toplam
Toplam
Erkek
Kadın
Tarım
Toplam
Erkek
Kadın
TarımdıĢı
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Ġstihdam
Kayıt dıĢı
Ġstihdam
Kayıt dıĢı
Ġstihdam
Oranı
23.678
16.918
6.760
9.285
5.703
3.582
39,2
33,7
53,0
5.599
3.047
2.552
4.672
2.213
2.459
83,4
72,6
96,4
18.079
13.871
4.208
4.613
3.490
1.123
25,5
25,2
26,7
24.766
17.467
7.299
9.255
5.484
3.772
37,4
31,4
51,7
5.686
3.086
2.600
4.774
2.255
2.518
84,0
73,1
96,8
19.080
14.381
4.699
4.482
3.228
1.253
23,5
22,4
26,7
25.262
17.778
7.484
8.670
5.004
3.666
34,3
28,1
49,0
5.507
3.021
2.486
4.521
2.127
2.395
82,1
70,4
96,3
19.755
14.757
4.998
4.149
2.877
1.272
21,0
19,5
25,5
Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (e.t: 30.08.2014)
Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 30.08.2014)
Çizelge 3.6. ülkemizde kayıt dıĢı istihdam edilmiĢ iĢgücünün ve enformel
sektörün istihdamda ve özellikle kadın istihdamında çok önemli bir yere sahip
olduğunu göstermektedir.
208
Kayıt dıĢı istihdamda, 2013 yılı Aralık ayında 2012 yılının aynı dönemine göre
oransal küçük bir düĢme görülmektedir. 2012 yılı Aralık ayında %37,4 olan kayıt
dıĢı istihdam oranı, 2013 yılı Aralık ayında %34,3‟e gerilemiĢtir.
Kayıt dıĢı istihdamın cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, kadınların kayıt
dıĢında çalıĢtırılma eğiliminin çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca
kadınların yoğun olarak çalıĢtıkları tarım, tekstil ve hazır giyim sektörlerinin
özellikleri de evde çalıĢmayı ve kayıt dıĢılığı belirleyen unsurlar olmaktadır
(Türkan,2005:29–30). 2013 yılı Aralık ayı itibariyle, toplamda 17 milyon 778 bin
erkeğin 5 milyon 4 bini kayıt dıĢındayken, kadınlarda ise 7 milyon 484 bin
istihdamın 3 milyon 666 bini kayıt dıĢında çalıĢmaktadır. Bu rakamlar
çerçevesinde, erkeklerde %28,1 olan kayıt dıĢılık oranı, kadınlarda %49‟a
çıkmaktadır.
Kayıt dıĢı çalıĢma Türkiye genelinde kırsal kesimlerde 2012 yılı Aralık ayında
%84,0 (kadın %96,8; erkek %73,1) ve kentsel yerlerde %23,5 (kadın %26,7; erkek
%22,4) iken, 2013 Aralık ayında bu oranlar sırasıyla %82,1 (kadın %96,3; erkek
%70,4); %21 (kadın %25,5; erkek %19,5)‟tir. Bu durum, kayıt dıĢılığın daha çok
kırsal bölgelerde tarımsal faaliyetlerle uğraĢanlarda özellikle de ücretsiz aile
iĢçilerinde yoğunlaĢtığını göstermektedir. Nitekim TÜĠK verilerine göre; 2013 yılı
Aralık ayında kayıt dıĢı olarak ücretsiz aile iĢçisi konumunda tarımsal faaliyetlerle
uğraĢanların %23‟ünü erkekler oluĢtururken, %77‟sini kadınlar oluĢturmaktadır.
3.2.1.2.2. Sosyal güvenceden yoksunluk
Sosyal güvence, kadınların çalıĢma hayatına atılmasına etki eden en önemli
faktörlerden birisidir. Yapılan bir araĢtırmada, çalıĢmayı düĢünen kadınların önem
verdikleri üç konu sırasıyla; ücret, sigorta ve huzurlu çalıĢma ortamı olarak
belirlenmiĢtir (Eyüboğlu vd. 2000:54–55).
Ülkemizde kadınların enformel sektördeki iĢgücüne katılımları, hem kırsal
hem kentsel alanda artarak devam etmekte ve çalıĢma hayatında erkeklere göre
daha fazla kayıt dıĢı çalıĢmaktadırlar. 2013 yılsonu itibariyle;
tarım dıĢı sektörde
erkeklerin kayıt dıĢı çalıĢma oranı %21,2 iken, kadınların kayıt dıĢı çalıĢma oranı
209
%26‟ya yükselmektedir. Tarım sektöründe kadınların sosyal güvencesizliği daha
yaygın bir görünüm arz etmektedir. Tarım sektöründe erkeklerin kayıtlı çalıĢma
oranı %28,3 iken, kadınların kayıtlı çalıĢma oranı %3,7‟de kalmaktadır. Söz
konusu durum, kadının sağlık, emeklilik gibi en temel haklardan yoksun kalmasına
ve çalıĢma hayatında daha da korumasız konuma düĢmesine neden olmaktadır.
Türkiye‟de çalıĢma yaĢamının en önemli sorunlarının baĢında milyonlarca
kiĢinin enformel istihdamda bulunması yani yasal ve kurumsal koruyucu
düzenlemelerin dıĢında ve sosyal güvenlik imkanından yoksun olarak çalıĢması
gelmektedir. Türkiye‟de iĢçi statüsünde çalıĢanlar Sosyal Sigortalar Kurumuna
(SSK), memur statüsünde çalıĢanlar Emekli Sandığına, bağımsız çalıĢanlar ise
Bağ-Kur kapsamında yer alabilmekte iken, 20.5.2006 tarihinde yürürlüğe giren
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile üç farklı sosyal güvenlik kuruluĢu
tek çatı altında birleĢtirilmiĢtir. Ülkemizde bir iĢyerinde çalıĢmasına rağmen
sigortalı olmayan çok sayıda kadın vardır. Aynı Ģekilde, hayatı boyunca evde
gündelik hayatın yeniden üretimi için çalıĢan kadınlar, karĢılıksız emekleri
sonucunda
herhangi
bir
sosyal
güvenceye
kavuĢamamaktadır
(Toksöz,
2007:66,69). Her ne kadar kadınlar sosyal sigorta sistemi içerisinde isteğe bağlı
sigortaya pirim ödeyebilseler dahi, söz konusu uygulama geliri olmayan kadının
prim ödemesinin güçlüğü nedeniyle sınırlı kalmaktadır.
YaĢam koĢullarının zorlaĢması, çok sayıda kadını enformel sektörde
çalıĢmak zorunda bırakmıĢtır. Sigortasız, güvencesiz, örgütsüz, düĢük ücretli,
çalıĢma zamanı çoğu zaman belirsiz ve uzun, çalıĢma koĢulları kötü olan enformel
sektörde kadınların yığıldığı alanlar; eve sanayiden iĢ alma, temizliğe gitme, çocuk
ve hasta bakma, konfeksiyonda çalıĢma, evde yemek, örgü, dantel, dikiĢ gibi
kadının kadınlık rollerinin devamı niteliğinde kabul edilen iĢlerden oluĢmaktadır.
Enformel çalıĢma düzeni, kadın emeğinin ücretini düĢürürken, sosyal güvencesiz
çalıĢma koĢulları nedeniyle emeklilik ve sağlık haklarını da gasp etmektedir.
TÜĠK verilerine göre 2013 yılında ülke nüfusumuz 76.667.864 kiĢi olarak
açıklanmıĢtır. Sosyal güvenlik kapsamındaki kiĢi sayısı ise 2013 yılında
62.806.374‟tür. Sosyal güvenlik kapsamındaki nüfusun genel nüfusa oranı ise
%81,9‟dur. Sosyal güvenlik kapsamında olan nüfusun sigorta türleri itibariyle
210
dağılımı ise oransal olarak; %69‟u 4-a (SSK), %15‟i 4-b (Bağ-Kur) ve %14‟ü ise 4c (Emekli Sandığı) sigortalılığından oluĢmaktadır (SGK,2013:139).
2013 yılı
verilerine göre erkeklerin iĢgücüne katılım oranı %71,5 iken, kadınların iĢgücüne
katılım oranı %30,8‟dir. Kente göre kırsal alanda daha çok kadın iĢgücüne katılıyor
gibi görünse de kırdaki kadınların yaklaĢık %80‟i herhangi bir ücret almaksızın
ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢmaktadır.
Türkiye geneline baktığımızda 2013 yılı verilerine göre kadın istihdam oranı
%27,1, iĢsizlik oranı %11,9‟dur. Ġstihdama katılan kadınların %37‟si tarım
sektöründe, %15,3‟ü sanayi sektöründe, %47,7‟si ise hizmetler sektöründe
çalıĢmaktadır (Çizelge 3.3). Tarım sektöründeki kadınlar, çoğunlukla ücretsiz aile
iĢçisi konumunda olmaları nedeniyle gelir elde etmemeleri ya da gelir azlığı
nedenleriyle, yasal bir engel olmamasına rağmen sosyal güvenlik kapsamına
büyük ölçüde girememektedirler. Kadın iĢgücünün en çok istihdam edildiği sektör
hizmetler sektörü olup bu sektördeki iĢ alanlarından bazıları özellikle "kadınlar için
uygun alanlar" olarak toplumsal kabul görmüĢlerdir. Sanayi sektörü, özellikle
imalat sanayi halen kadın iĢgücünün oldukça sınırlı olduğu bir sektör olma
özelliğini korumaktadır. Oysa aynı sektörde tekstil, gıda, hazır giyim gibi emek
yoğun sanayi dalları için kadınlar halen tercih edilen iĢgücü konumundadır. Her iki
sektörde de özellikle kayıt dıĢı iĢyerlerinde yoğunlukla kadın ve çocuk iĢgücü her
türlü sosyal hak ve güvenceden yoksun Ģekilde çalıĢtırılmaktadır (KSGM,2012:
25–26).
ĠĢteki durumları açısından bakıldığında 100 kadından sadece 10,8‟i kendi
hesabına ve iĢveren konumunda çalıĢmakta, 54,3‟ü herhangi bir ücret ya da
yevmiye karĢılığında çalıĢmakta ve 34,9‟u ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢma
yaĢamında yer almaktadır (TÜĠK,Ġstatistiklerle Kadın 2012).
Ayrıca, köyden kente göçü yoğun olarak yaĢayan ülkemizde, köyde iĢgücü
içinde görülen kadın kente geldiğinde yeterli eğitim ve mesleki bilgi-beceriye sahip
olmaması nedeniyle kent iĢgücü piyasasına girememekte, iĢgücü dıĢında kalarak
genellikle ev kadını olmaktadır. ĠĢgücüne katılmayan 100 kadından 61,2‟si
iĢgücüne katılmama nedeni olarak "ev kadını" olmalarını göstermektedir. Bu olgu
hem kırda hem de kentte kadının iĢgücüne katılımını azaltmaktadır. Gelir azlığı
211
nedeniyle çalıĢmak zorunda olan kadın, sosyal güvencesiz düĢük statülü-gelirli
iĢlerde çalıĢmak zorunda kalmaktadır (KSGM,2012:25).
Ġstihdamda yer alan 100 kadından 57,8‟i herhangi bir sosyal güvenlik
kurumuna kayıtlı olmaksızın çalıĢmakta, bunların da %57,9‟unu ücretsiz aile iĢçisi
olarak çalıĢan kadınlar oluĢturmaktadır. Ücretli veya yevmiyeli çalıĢan kadınların
%26,3‟ü, iĢveren kadınların %22,9‟u, kendi hesabına çalıĢan kadınların %89,6‟sı
herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmaksızın çalıĢmaktadır.
ĠĢgücü piyasasında formel sektörün daralması ve enformel sektörün
büyümesinin getirdiği eĢitsizlik, güvencesizlik ve yoksulluğu yaĢayanlar kadınlardır
(Erdut,2005:46). Son yıllarda ülkemizde ev eksenli çalıĢma kadınların enformel
sektör içerisinde kolaylıkla iĢ bulabildikleri yaygın çalıĢma biçimlerinden birisidir.
Oysa evde çalıĢanlar düzensiz gelir, uzun çalıĢma saatleri, tehlikeli iĢler vb.
nedenlerle sosyal korumadan yoksun olan (Erdut,2005:40) ve sosyal korumaya en
çok ihtiyaç duyan kesimler arasında yer almaktadırlar. Sigortasız, güvencesiz ve
düĢük ücretli ev üretimi kadınların, çalıĢma yaĢamı içinde olmakla beraber
kurumsal dıĢlanmasında, dolayısıyla toplumsal yaĢamdan kopmalarında üzerinde
durulması gereken konular olarak düĢünülmelidir.
3.2.1.3. Sivil toplum ve siyasetten dıĢlanma
Toplumsal yaĢam içerisinde kadınların da varlık gösterebileceği ancak,
toplumumuza özgü çeĢitli nedenler ile dıĢında kaldığı bir alan da siyasettir.
Kadının çalıĢma yaĢamından uzak kalması, iĢgücüne katılarak çalıĢma yaĢamı
içerisinde olanların da yaĢamının zorlaĢması sonucunu doğuran nedenlerin aynı
zamanda
kadının
siyaset
ve
örgütlenme
ile
iliĢkisini
de
engellediği
düĢünülmektedir. AĢağıda kadının siyasetteki yeri ile sivil toplum kuruluĢu olarak
sendikal örgütlenmedeki durumu incelenecektir.
3.2.1.3.1. Bireysel ve toplumsal siyasal katılım sorunları
Siyasal katılım, bireyin siyasal sistemle kurduğu iliĢkinin düzeyi ve biçimini
içerir. Bu iliĢkiler siyasal olayları izlemek ve bilgi edinmekten siyasal eylemlerde
212
bulunmaya, oy vermeye, adaylığa ve siyasal karar mekanizmalarında yer almaya
kadar uzanan değiĢik biçim ve boyutlarda kendilerini gösterebilirler (KSGM,2012:
30).
Siyasal katılımı, bireysel siyasal katılım ve toplumsal siyasal katılım olarak iki
kategoriye ayırmak mümkündür. Bireysel ve toplumsal siyasal katılımın önündeki
engeller, siyasetten dıĢlanmanın iki türünü anlama ve açıklama bakımından önem
taĢımaktadır.
Bireysel katılım seçme hakkı ve davranıĢını, siyasal katılımın toplumsal
boyutu ise seçilme hakkı ve çeĢitli siyasi mekanizmalarda adaylık davranıĢını
içermektedir. Bireysel katılımda en önemli sorun, kadının seçme-oy kullanma
hakkını bağımsız bir Ģekilde gerçekleĢtirememesidir. Bu sorun çoğunlukla
kadınların siyasete ilgisizliğiyle ve siyasette erkeklerden bağımsız olmamaları ile
açıklanmaktadır. Siyasetin erkek egemenliğinde olması, kadınların toplumsal
katılımı üzerine sıkı bir denetim kurmaktadır. Bu hem aile düzeyinde erkek
egemenliğinden hem de siyasette erkek egemenliğinden ayrı ayrı ve birbirine bağlı
olarak kaynaklanmaktadır.
Kadınların siyasete katılımda, toplumsal değer
yargıları, aile içi cinsiyetçi iĢ bölümü, geleneksel rol bölüĢümü ve erkek egemen
politik kültürden kaynaklı ve engeller etkili olmaktadır. Ataerkil değer yargıları,
kadının çalıĢma yaĢamına giriĢ biçimini etkilediği gibi siyasi katımını da
etkilemektedir. Toplumsal yaĢamdaki cinsiyetçi kültür ve siyasal yaĢamdaki erkek
egemen siyaset tarzı birbirinden beslenen ve birbirini yeniden üreten iliĢki
içindedir.
Toplumsal hayatın hemen her alanında gözlemlenebilen bir durum olan
cinsiyet temelinde eĢitsizlik, Türk siyasi yaĢamının da ayrılmaz bir parçası haline
dönüĢmüĢtür. Kadın hem tarihsel olarak erkek egemen toplumlardaki edilgen
rolüyle, hem de hemen bütün siyasi rejimlerde yönetilen vatandaĢ statüsüyle
siyasette, en iyi durumda bile hep ikincil rol üstlenmiĢtir ve çoğu kez de yok
sayılmıĢtır. Cinsiyete dayalı iĢbölümü kadınları ikincil konuma itmekte ve siyasal
yaĢamda kadınları görünmez kılmaktadır. Kadınların toplumsal siyasal katılımının
213
önünde engeller ortaya çıkmakta; siyasi parti, sendika, dernek vb. kurumlarda
kadınlar yok denecek kadar az yer almaktadır76.
1930 yılı yerel seçimlerinde ve 1934 yılı milletvekili seçimlerinde seçme ve
seçilme hakkına kavuĢan Türk kadını yasal düzenlemelerdeki bu elveriĢli ortama
karĢın siyasal katılım düzeyi açısından olumlu bir tablo sergileyememiĢtir. Seçim
yılları itibariyle parlamentodaki kadın milletvekili sayı ve oranları Çizelge 3.7‟de
görülmektedir. 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde Parlamentodaki kadın
milletvekili sayısının 79‟a yükselmiĢ olması ve kadın milletvekili oranının %14,4‟e
çıkması Türk kadınının toplumsal siyasal katılımındaki geliĢme açısından
sevindiricidir. 2002, 2007 ve 2011 genel seçimleri sonucunda kurulan kabinelerde
birer kadın bakan yer almıĢtır.
Çizelge 3.7. Seçim yıllarına göre parlamentodaki kadın milletvekili sayı ve oranları
Seçim Yılı
Parlamentodaki
Milletvekili Sayısı
Kadın Milletvekili
Sayısı
1935
395
18
1939
400
15
1943
435
16
1946
455
9
1950
487
3
1954
535
4
1957
610
7
1961
450
3
1965
450
8
1969
450
5
1973
450
6
1983
400
12
1987
450
6
1991
450
8
1995
550
13
1999
550
22
2002
550
24
2007
550
50
2011
550
79
Kaynak: KSGM, Kadının Durumu 2012: 31-32
76
AB Sürecinde Türkiye‟ye BakıĢ: Siyasal Katılım.
http://www.tasam.org/images/tasam/absurecindetr_siyaset.pdf (e.t:15.03.2011).
Kadın Milletvekili
Oranı
4,6
3,8
3,7
2,0
0,6
0,7
1,1
0,7
1,8
1,1
1,3
3,0
1,3
1,8
2,4
4,0
4,4
9,1
14,4
214
Kadının siyasal yaĢama katılımının bir diğer alanı olan yerel yönetimlerdeki
temsili, siyasi haklarını kullanmaları açısından son derece önemli olmakla birlikte,
yeterli düzeyde değildir. 1999 seçimleri ile 2004 seçimlerinde belediye baĢkanları
içinde kadınların sayısı artıĢ göstermediği gibi, belediye meclis üyeliğinde bir
miktar artıĢ olmuĢ, il genel meclis üyeliği de hemen hemen aynı düzeyde kalmıĢtır.
2014 yılı seçimlerinin resmileĢen sonuçlarına göre ise, yerel yönetimlerde kadın
temsili kentsel nüfusun yüzde 80‟lere ulaĢtığı bir ülkede kabul edilemeyecek
seviyede düĢüktür.
Çizelge 3.8. Yerel yönetimlerdeki kadın sayısı
Toplam Sayı
Kadın Sayısı
Kadın Oranı (%)
1999 Seçimleri
Belediye BaĢkanı
Ġl Genel Meclisi Üyesi
Belediye Meclisi Üyesi
3.216
3.122
34.084
20
44
541
0,6
1,4
1,6
2004 Seçimleri
Belediye BaĢkanı
Ġl Genel Meclisi Üyesi
Belediye Meclisi Üyesi
3.225
3.208
34.477
18
57
817
0,6
1,8
2,4
2009 Seçimleri
Belediye BaĢkanı
Ġl Genel Meclisi Üyesi
Belediye Meclisi Üyesi
2.948
3.379
31.790
27
110
1.340
0,9
3,3
4,2
2014 Seçimleri
Belediye BaĢkanı
Ġl Genel Meclisi Üyesi
Belediye Meclisi Üyesi
1.396
1.251
20.498
40
60
2.198
2,9
4,8
10,7
Kaynak: T.C. ĠçiĢleri Bakanlığı, Mahalli Ġdareler Genel Müdürlüğü,
http://www.mahalliidareler. gov.tr. (EriĢim Tarihi: 02.09.2014)
Türkiye yerel yönetime kadınların katılımı konusunda dünya ülkelerine göre
ters bir seyir izlemektedir. Dünyada birçok ülkede kadınların yerel siyasete katılım
oranlarının ulusal parlamentodaki temsil oranlarından fazla olduğu bilinmektedir.
215
Ancak Türkiye‟de yerel siyasete katılımın parlamentodaki temsil düzeyinden bile
daha az olduğu görülmektedir. Yerel meclislerdeki kadın oranı ortalaması; Avrupa
ve Orta Amerika‟da %24, Latin Amerika‟da %26, Afrika‟da %30 olup, Türkiye‟de bu
oran %2,5‟tir (TÜSĠAD,2008:6).
3.2.1.3.2. Sendikalara katılım düĢüklüğü
Kadınların toplumsal yaĢama katılmalarında çalıĢma yaĢamının önemli
kurumlarından biri olan sendikaların etkili bir rolü olduğu düĢünülmektedir.
ÇalıĢan kadınların sendikalara gerek üyelik düzeyinde gerek yönetim
kademelerinde yetersiz katılımının gerisinde istihdam yapısına dayalı engeller
bulunmaktadır. 2009 yılı itibariyle 15 yaĢ üstü erkeklerde iĢgücüne katılma oranı
%70,5 iken kadın nüfusun iĢgücüne katılım oranı sadece %26‟dır. ĠĢgücüne katılım
oranı kentlerde kadınlar için %22‟lere kadar düĢmektedir. Kadınların bu denli
düĢük katılımının gerisinde kadının toplum içindeki asli görevinin annelik ve ev
kadınlığı olarak tanımlanması yatmaktadır. Ġstihdam oranına bakıldığında da
kadınların erkeklerin oldukça gerisinde kaldığı görülmektedir. Kadınlar kırsal
yerlerde kentsel yerlere oranla daha fazla istihdam edilmektedir. Çünkü tarım
sektöründe kadınların büyük çoğunluğu ücretsiz aile iĢçisi olarak istihdam
edilmektedir. Dolayısıyla sendikalara katılmada temel sorun kadın çalıĢan
sayısının bu denli düĢük olmasıdır.
Ġkinci sorun ise, ücretli olarak çalıĢan kadınların önemli bir kısmının imalat
sanayinde, örneğin tekstil ve dericilik gibi, çalıĢma Ģartlarının ağır ve kaçak iĢçi
çalıĢtırmanın yaygın olduğu iĢyerlerinde istihdam edilmesidir. Bu kadınlar sosyal
güvenlik kapsamı dıĢında kaldıkları gibi çalıĢtıkları iĢyerleri sendikalaĢma Ģansının
düĢük olduğu türden iĢyerleridir. Bir diğer sorun kentlerde hizmetler sektöründe
kiĢisel hizmetlerde gündelikçi olarak çalıĢan kadınların sayısının artmasına karĢılık
ĠĢ Yasasının bunları kapsamaması ve sosyal güvenlik Ģemsiyesi dıĢında
kalmalarıdır. Tek bir iĢverene bağlı olmamaları nedeniyle sendikalaĢma imkânları
da söz konusu değildir.
216
Türkiye'de iĢgücü talebindeki artıĢ hızının nüfus artıĢ hızından geride kalması
ve kadınların eğitim düzeylerinin erkeklere oranla düĢük bulunması nedeniyle
açılan iĢyerleri öncelikle erkekler tarafından doldurulmaktadır. O halde, mevcut
istihdam yapısı, ücretli kadın çalıĢanların sayısının düĢüklüğü ve ücretli çalıĢan
kadınların bir kısmının yoğunlaĢtıkları iĢyerlerinin sendikalaĢmaya elveriĢsizliği
sendikalaĢma önündeki ciddi engelleri oluĢturmaktadır (Toksöz,1998:440).
Kadınların sendikalara katılımı sorunu üyelik ve örgütlenme ile yönetim ve
karar mekanizmalarında yer alma olarak iki biçimde değerlendirilebilir. Birinci
katılım düzeyi kadınları sendikaya üye olma yani kadın çalıĢanların örgütlenmesi
ile ilgili sorunları barındırmaktadır. Bugün sendikalı kadınların çoğu geleneksel ve
kayıt içindeki sektörlerde yer almaktadır. Oysa yukarıda ele alındığı gibi iĢsizlik
oranı, kayıt dıĢı ve güvencesiz iĢlerde çalıĢma oranı kadınlarda çok daha fazladır.
Bu durum sendikal örgütlenmeye de yansıyarak kadınların sendikalardan uzak
kalmasına neden olmaktadır. Kayıt dıĢı ekonomide kadınların önemli bir yer
tutması ve kadınların sendikal yapılardan dıĢlanması sorunu, kadınların mevcut
örgütlenmelerden farklı olarak dünyada yalnızca kadınları örgütleyen sendika,
sendika benzeri veya sendika-kooperatif bileĢimli yapılarda bir araya gelmelerinde
etkili olmaktadır (Kapar,2007:101). Sendikalı kadınların ise istek ve beklentilerinin
toplu iĢ sözleĢmelerinde yeterince yansıtılamaması, kadınların sendikalara karĢı
olumsuz bir bakıĢ açısına sahip olmasına neden olmaktadır.
Ülkemizde sendikalarda kadının durumuna iliĢkin olarak aĢağıda yer alan
bilgiler, kadınların sendikal örgütlenme ile baĢlayan dıĢlanma sürecinin sendika
yönetimi ve karar mekanizmalarında da sürdüğünü göstermesi bakımından dikkat
çekicidir:
Kadınların,
sendika
yönetimlerindeki
oranlarına
bakıldığında
üyelik
oranlarının çok altında temsil edildikleri görülmektedir. 2010 yılında, Tekgıda-ĠĢ
Sendikasınca, Türkiye‟nin AB‟ye üyelik sürecinde kadınların çalıĢma hayatındaki
ve sendikalardaki temsil düzeyleri ile ilgili yapılan bir çalıĢmaya göre;
217
Türkiye‟de toplam 28 iĢkolunda örgütlü iĢçi sendikalarında;
 88 erkek sendika baĢkanı, toplam 6 kadın sendika baĢkanı
 467 erkek yönetim kurulu üyesi, 34 kadın yönetim kurulu üyesi
 254 erkek denetim kurulu üyesi 28 kadın denetim kurulu üyesi
 295
erkek
disiplin
kurulu
üyesi
38
kadın
disiplin
kurulu
üyesi
bulunmaktadır.
ĠĢveren sendikalarında da durum çok farklı değildir. Toplam 28 iĢkolunda
örgütlü 48 sendikada 45 erkek baĢkan, 3 tane de kadın baĢkan bulunmaktadır.
Erkek yönetim kurulu üyesi 324 iken, kadın yönetim kurulu üyesi sayısı sadece
9‟dur. Kamu görevlileri sendikalarında da tablo benzer özelliktedir. 11 farklı hizmet
kolunda 68 erkek baĢkan, 6 kadın baĢkan bulunmakta, 427 erkek Yönetim Kurulu
üyesi varken 41 kadın bu kurullarda yer almaktadır.
Konfederasyonlara baktığımızda, 7 konfederasyonda hiç kadın baĢkan
bulunmamakta; 53 erkek yönetim kurulu üyesi, 4 kadın yönetim kurulu üyesi
bulunmaktadır (Tekgıda-ĠĢ,2010).
Özetle söylemek gerekirse; kadınların, gerek eğitim ve meslek edinmedeki
fırsat eĢitsizliği kaynaklı insan sermayesi farklılıkları, gerekse ayrımcı uygulamalar
nedeniyle çalıĢma yaĢamında erkeklerin gerisinde olması, yaĢamın diğer
alanlarında aktif bir biçimde yer almalarını da engelleyen koĢullar yaratmaktadır.
Böylelikle kadınlar, sivil toplum örgütlerinde, sendikalarda, yerel yönetimin çeĢitli
birimlerinde ve ulusal siyaset alanında toplumdaki sayısal ağırlığına rağmen yeterli
oranda
yer alamamakta, temsil edilememektedir. Bu
nedenle
kadınların
çoğunlukla ekonomik, kurumsal ve politik dıĢlanma olgularına birbirini besleyen bir
biçimde maruz kaldıkları ileri sürülebilir.
218
3.2.2. Engelliler
3.2.2.1. Genel olarak
Dünya nüfusunun yaklaĢık %10‟luk bir dilimini engelliliğin herhangi bir türü
oluĢturmaktadır.
Engelli
insanların
sayısı
nüfus
artıĢı,
yaĢlanma,
kronik
rahatsızlıklar ve yaĢam süresini koruyan ve uzatan tıbbî ilerlemelerden dolayı
artmaktadır. ġeker hastalığı, kardiyovasküler rahatsızlıklar ve kanseri de kapsayan
engelliliğin en temel sebepleri trafik kazalarından, çarpmalardan, düĢmelerden,
kara mayınlarından kaynaklanan yaralanmalar, zihinsel sakatlıklar, doğum
kusurları, beslenme bozukluğu, HIV/AIDS ve diğer bulaĢıcı hastalıklardır (WHO,
2006). Türkiye‟de ise 2002 yılında yapılan Türkiye Engelliler AraĢtırması‟na göre
engelliler, toplam nüfusun %12,29‟unu (yaklaĢık 8,5 milyon)
kapsamaktadır
(ÖZĠDA,2002).
Engelliliğin her zaman her yerde geçerli ölçülerle tanımını yapmak oldukça
güçtür. Bu yüzden olsa gerek literatürde çok değiĢik tanımları vardır. BirleĢmiĢ
Milletler Sakat Hakları Bildirgesinde "KiĢisel ya da sosyal yaĢantısında kendisinin
yapması gereken iĢleri (bedensel ya da sonradan olma) herhangi bir noksanlık
sonucu yapamayanlar" engelli olarak tanımlanmaktadır. Engellilik günlük yaĢama
katılmayı engelleyen, fiziksel iĢlevlerdeki bir sınırlılık hali olarak değerlendirilmelidir
(KarataĢ,2002). Bireyin fiziksel iĢlevlerindeki bozukluk ve bunların hareket
yeteneğinde yarattığı eksiklik ve güçlük, onu toplumun diğer bireylerinden farklı
kılar. Bu farklılık engellilerin yaĢadığı ayrımcılığın da asıl nedenidir. Bilindiği gibi
her türlü ayrımcılığın temelinde farklı olmak, yani "alıĢılmamıĢ özelliklere" sahip
olmak vardır. Fiziksel iĢlevlerdeki bozukluklar ve bunların hareket yeteneği
üzerinde yarattığı sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaĢtırır. Toplumsal destek
sistemlerinin yetersizliği, toplumun dıĢlayıcı tutum ve davranıĢları da engelli bireyin
topluma eĢit bireyler olarak katılmasını önler.

"Özürlü", "sakat" ve "çürük" gibi ibarelerin "engelli" olarak değiĢtirilmesini düzenleyen 25 Nisan 2013 tarihli ve
6462 sayılı “Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Engelli Bireylere Yönelik Ġbarelerin
DeğiĢtirilmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”
3 Mayıs 2013 tarih ve 28636 sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Bu doğrultuda,
çalıĢmamızda mevzuat hükümleri dıĢında “engelli” kelimesi kullanılmıĢtır.
219
Ülkemizde engelli, 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun77 md. 3/a‟da; “DoğuĢtan
veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal
yeteneklerini çeĢitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaĢama uyum
sağlama ve günlük gereksinimlerini karĢılama güçlükleri olan ve korunma, bakım,
rehabilitasyon, danıĢmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kiĢi” olarak
tanımlanmıĢtır. Engel, doğuĢtan olabileceği gibi, sonradan da meydana gelmiĢ
olabilir. Engellilik, bedensel yani fiziksel olabileceği gibi, düĢünsel yani zihinsel de
olabilir.
Bilindiği gibi, sosyal hakların geliĢtiği ve kendine uygun ilerleme alanları
bulduğu bir yerde, sosyal dıĢlanma ve benzeri sorunların etki alanının daralacağı
açıktır. Genelde “insan hakları” özelde “sosyal haklar” bağlamında, özel ve
kamusal hakların bütün vatandaĢlara eĢitlik ilkesi doğrultusunda verilmesi gerektiği
tezinden hareketle, dezavantajlı sosyal gruplar da bu haklardan, fırsat eĢitliği
prensibine göre yararlanabilmelidir. Bunun hayata geçirilmesi çoğunlukla her türlü
engeli
ortadan
kaldırmayı
hedefleyen
pozitif
ayrımcılık
yöntemleriyle
gerçekleĢtirilebilmektedir (Seyyar,2006). Sosyal haklar perspektifinde, engellilerin
temel haklarını, katılımcı demokrasi politikaları; aile politikaları; sağlık politikaları;
eğitim politikaları; ulaĢım politikaları ve istihdam politikaları meydana getirmektedir.
UĢan‟ın (2000:565) da iĢaret ettiği gibi, esasen engellilik, bir insan hakları
sorunudur. Bu durumda asıl mesele, engelli kiĢinin kendisi değil; fırsat eĢitsizliğini
meydana getiren toplumun kendisi tarafından oluĢturulmaktadır. Engellilerle,
engelli olmayan kimselerin aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olduğu bir ortam
tesis etmek de toplumun sorumluluğundadır ve bu ancak insan hakları (sosyal
haklar) ihlallerine açık kapı bırakmayan bir ortamın sağlanması ile mümkün
gözükmektedir.
Engelliler, sosyal hayata katılım konusunda en çok zorlanan ve hemen
hemen bütün boyutlarıyla sosyal dıĢlanmaya maruz kalan bir kesimdir. Toplumsal
hayata dâhil olma anlamında büyük mücadele veren ve bir sosyal politika sorunu
olarak zikredilen sosyal dıĢlanmanın türlü görünümlerine maruz kalan engelliler,
dezavantajlı grupların baĢında gelmektedir. Birey veya grupların -yoksulluk, temel
77
R.G., T.07.07.2005, S.25868
220
eğitim/becerilerden mahrumiyet ya da ayrımcılık dolayısıyla- toplumun dıĢına
itilmeleri ve toplumsal hayata dilediklerince katılımlarının engellenmesi sürecine
karĢılık gelen sosyal dıĢlanma (Adaman,Keyder,2007:83), sosyal etkileĢim ve
iliĢkilerden tecrit edilme durumunu ortaya çıkarmakta ve böylelikle insanların
geleceğe dönük projeler/hedefler yapamamaları gerçeğine (Bauman,1999) de
gönderme
yapmaktadır.
Engelliler,
dıĢlanmaya
maruz
kalarak,
temel
gereksinimlerini karĢılayamamaları ile baĢlayan ve giderek toplumla olan
bağlarının
zayıflayarak
kopmasına
neden
olan
dinamik
bir
süreçle
karĢılaĢmaktadırlar.
3.2.2.2. Yoksulluk ve engellilik
Yoksulluk ile engelli olma, sosyal politika disiplininin göze çarpan en önemli
sorunlarından ikisini meydana getirmektedir. Her iki sorun da, geliĢmiĢ ülkelerde
ve geliĢmekte olan ülkelerde oldukça yaygın bir nitelik göstermektedir.
Yoksulluk, önceki bölümlerde irdelenmeye çalıĢıldığı gibi, iktisadî bir olgu
olarak, temel yaĢam ihtiyaçlarını giderebilecek yeterli bir gelire sahip olamama hâli
olarak tanımlanmaktadır. Fakat bu terim, sadece gelir ile ilgili değil; ayrıca sosyal
dıĢlanma ve güçsüzlük ile de ilgilidir. Fertler, toplumsal kurumlardan statüleri,
spesifik konumları, cinsiyetleri, inanç değerleri ve etnik kimlikleri sebepleriyle
dıĢlanma sonucu yoksullaĢmaktadırlar. Bu anlamda, yoksulluk kavramı yok, yokluk
ve
yoksunluk‟u,
kısacası
dıĢlanmayı
vurgulayan
bir
kavrayıĢ
Ģeklinde
belirmektedir.
Engellilerin genel olarak toplumla bütünleĢmelerinin önündeki engellerden
birisi ve belki de en önemlisi yoksulluktur. Yapılan araĢtırmalar, dünyanın her
yerinde engellilerin çok büyük çoğunluğunun toplumun yoksul kesimlerinden
geldiğini ve yoksulluk içinde yaĢadıklarını göstermektedir. Bunun yanında engellilik
iĢsizliğin de baĢlıca nedenleri arasında sayıldığından, bu iki olgu arasında bir
neden-sonuç bağlantısı bulunduğu söylenebilir. Bu anlamda engelli vatandaĢların
topluma kazandırılmalarının önündeki en ciddi sorunlardan birisi, içinden geldikleri
sosyo-ekonomik kesimin bir bütün olarak yaĢadığı yoksulluk/gelir dağılımı
sorunudur. Belirtmek gerekir ki, yoksul kesimler arasından gelen engelliler,
221
yoksulluğu üreten baĢka sebeplerle de bir arada yaĢadıklarından, onlar için
yoksulluk bir tür kısır döngüye dönüĢmektedir.
Bu da onların toplumla
bütünleĢmelerinin önündeki en ciddi engeldir (KarataĢ,2007).
Engellilerin toplumla bütünleĢmesinin önündeki engellerden birisini oluĢturan
yoksulluk ile engellilik hâli iki boyutludur: Engellilik, hem yoksulluğun gerekçesi
hem de sonucudur. Engelli vatandaĢların büyük bir kesimi yoksuldur; bu sadece
geliĢmekte olan ülkelerde değil, geliĢmiĢ ülkelerde de benzer bir seyir izlemektedir.
Buna rağmen yine de engellilerin tamamının iktisadî anlamda yoksul olduğu
söylenememektedir. Yoksulluk sebebiyle ortaya çıkan rahatsızlıklar engelliliğin
temel
gerekçelerini
meydana
getirmektedir.
Kötü
beslenme,
bağıĢıklama
programlarına sınırlı eriĢim, zor ve riskli iĢlerde çalıĢma ve insanî olmayan yaĢama
Ģartları, sağlık hizmetlerine eriĢememe, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım
yetersizliği, sıhhî olmayan ortamlar,
engellilik hakkında yeterli olmayan bilgi,
savaĢlar-terör ve doğal felâketler engelliliğe neden olan etmenlerdir (Özgökçeler,
2006:210–211).
Engellilik, bir sağlık sorunu olarak baĢlamakla birlikte, beraberinde temel
yaĢamsal ihtiyaçlarını karĢılama, insan onuruna yakıĢır biçimde yaĢam koĢullarını
yitirme ve giderek toplumdan ve yaĢamdan dıĢlanma tehlikesini getirmektedir.
DıĢlanma, kaynak eksikliğine, beklentilerin azalmasına, sağlık ve eğitim eksikliğine
yol açar. Engellilerin dıĢlanması ise; evde/toplumda “üretken bir birey” olarak
yaĢamasına engel olmaktadır. Bu da yoksullaĢmalarını artıran bir faktördür.
Fiziksel engellilerin, yetersiz ya da uygun olmayan ulaĢım hizmeti, ulaĢılabilirlik
sorunları, öğretim eĢitsizliği, eğitime ve istihdama katılımını zorlaĢtıracağı için hem
ekonomik bir gelir elde etmesini, hem de sosyal katılımını engellemektir (Çalık,
2003:399).
Sonuç olarak engellilik olgusu yoksulluğu, yoksulluk olgusu da engelliliği
kendine
özgü
geliĢim
formlarıyla
belirli
konumlarda
önemli
ölçüde
etkileyebilmektedir. Bu sebeplere bağlı olarak da yoksulluk ve engellilik, gerek
sosyal sorunların çok boyutlu ele alınmasında gerekse sadece ikisinin birbirlerini
etkileme boyutlarını ortaya koyma anlamında ele alınmalarında birbirleriyle
222
yakından iliĢkili olan ve önemli neden–sonuç bağlarına sahip olan iki toplumsal
merkezli sorundur (Ġkizoğlu,2001:92-94).
3.2.2.3. Türkiye’de çalıĢma hayatında yer alan engelliler ve özelliklerine
iliĢkin temel veriler
Engelliler her ülkenin toplam nüfusu içinde belirli bir oranı teĢkil etmektedirler
ve bu nüfusun bir kısmı çalıĢma hayatında yer alabilecek yeti ve kapasitede
bulunmaktadır. Engellilerin istihdam edilmelerinde yaĢanan güçlükler ve çalıĢma
hayatında karĢılaĢtıkları ayrımcı davranıĢların, engellilerin nitelikleriyle de yakın
ilgisinin bulunması nedeniyle, çalıĢmamızın bu kısmında Türkiye‟de çalıĢma
hayatında yer alan engelliler ve özelliklerine iliĢkin durum ortaya konulmaya
çalıĢılacaktır.
3.2.2.3.1. Engellilerin demografik durumu
Dünya nüfusunun yaklaĢık %10‟luk bir dilimini engelliliğin herhangi bir türü
oluĢturmaktadır. Türkiye‟de ise engelli sayısı azımsanamayacak oranda yüksektir
ve söz konusu kesim sosyal dıĢlanma tehlikesine de en açık gruplardan birini
oluĢturmaktadır. Bu rakamın yüksek olması, ilgilenilmesi gereken geniĢ bir sosyal
grubun mevcudiyetini göstermektedir. Bu bakımdan, öncelikle Türkiye‟de engelli
vatandaĢların genel nüfusa oranını irdelemede yarar bulunmaktadır.
Ülkemizde engelliler ile ilgili olarak yapılan en geniĢ kapsamlı araĢtırma 2002
yılında Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı78‟nca TÜĠK‟e hazırlatılan Türkiye Engelliler
AraĢtırması‟dır. TÜĠK ve ÖZĠDA tarafından 2002 yılında gerçekleĢtirilen Türkiye
Engelliler AraĢtırması‟na göre; engelli olan nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı
%12,3‟tür. Buna göre ülkemizde yaklaĢık 8,5 milyon kiĢi engelli olarak yaĢamlarını
sürdürmektedir. %12,3 olan engelli oranının %7,1‟i erkek, %5,2‟si ise kadın olarak
ifade edilmektedir (ÖZĠDA,2002).
78
633 Sayılı KHK'ya göre Aile ve Sosyal Politiklar Bakanlığı bünyesinde Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel
Müdürlüğü kurulmuĢtur. Ġlgili KHK ve ilgi yazı gereği 31.12.2011 tarihi itibariyle Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı
Kurumu kapatılarak bu kuruma ait iĢ ve iĢlemler de ilgili Genel Müdürlüklere devredilmiĢtir.
223
Dünyada ve Türkiye‟de en yaygın özür gruplarının sırasıyla ortopedik, görme,
iĢitme, dil ve konuĢma, zihinsel engelliler (OGĠDKZ) ve süreğen hastalıklar olduğu
tespit edilmiĢtir. Türkiye‟deki engelli nüfusun %2,6‟sını (yaklaĢık 1,8 milyon kiĢi)
OGĠDKZ; %9,7‟sini (yaklaĢık 6,6 milyon kiĢi) ise; süreğen hastalığı olanlar
meydana getirmektedir (ÖZĠDA,2002).
3.2.2.3.2. Engellilerin eğitim durumu
Engellilerin toplumla bütünleĢmelerinin önündeki bir diğer engel de eğitim
konusunda karĢılaĢtıkları sorunlardır.
Eğitimin
amacı
bireylerin
zihinsel,
bedensel,
duygusal,
toplumsal
yeteneklerinin ve davranıĢlarının geliĢtirilmesi veya bireylere yeni yetenekler,
davranıĢlar,
bilgiler
kazandırılmasıdır.
Eğitim,
engelli
bireyler
için
zaten
dezavantajlı olarak baĢladıkları sosyal yaĢama uyum sağlamak, meslek sahibi
olabilmek; özellikle zihinsel engelli bireyler gibi eğitim olmadan hiçbir geliĢme
gösterme Ģansı olmayan, toplum dıĢında kalma tehdidi altında olanlar için hayati
önem arz etmektedir.
Engellilerde eğitim seviyesi toplumun geneline göre çok düĢüktür. Engellilerin
içinde okuma-yazma bilmeyenlerin oranı oldukça yüksektir. Okuma-yazma
bilmeyenlerde genel oran yaklaĢık %13 iken; Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve
konuĢma ve zihinsel engelliler (OGĠDKZ)‟de bu oran %36,3; süreğen hastalığı
olanlarda ise; %24,8‟dir. Okuma-yazma bilenlerin ise büyük kısmı ilkokul
mezunudur (OGĠDKZ‟de %41; süreğen hastalığı olanlarda %47,1).
Engelli nüfusun okuryazarlık durumu incelendiğinde, altı ve daha yukarı
yaĢtaki kiĢilerden okuma yazma bilmeyenlerin oranı ortopedik, görme, iĢitme, dil
ve konuĢma ile zihinsel engellilerde %36,3 iken süreğen hastalığı olanlarda %24,8
olduğu görülmektedir. Toplam nüfus için bu oran %13‟ tür. Ortopedik, görme,
iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı
hem toplam nüfustan, hem de süreğen hastalığı olanlardan daha yüksektir.
Toplam nüfus içerisinde her on kiĢiden yaklaĢık bir kiĢi okuma yazma bilmemekte
224
iken bu süreğen hastalığı olanlarda iki kiĢiye ve ortopedik, görme, iĢitme, dil ve
konuĢma ile zihinsel engelli olanlarda da dört kiĢiye çıkmaktadır (ÖZĠDA,2002).
Okuma yazma bilmeyenlerin oranı kent-kır ayrımında incelendiğinde, kırda
okuma yazma bilmeyen ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel
engellilerin oranı %43,4 iken bu oran kentte %29,6‟dır. Okuma yazma bilmeyen
süreğen hastalığa sahip nüfus oranı ise kırda %32,9 iken kentte %20,5 olarak
gözlenmektedir. Bu oran toplam nüfus için kentte %10,
kırda ise %17,4‟tür
(ÖZĠDA,2002). Her iki yerleĢim yerinde de okuma yazma bilmeyen ortopedik,
görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerin oranı süreğen hastalığı
olanların oranından daha yüksektir.
Çizelge 3.9. Okuryazarlık durumuna göre engelli nüfus oranı (%), 6>=yaĢ
Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve
konuĢma ve zihinsel engelli
nüfus
Okuma Yazma Okuma Yazma
Bilmeyen
Bilen
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
36,3
29,6
43,4
28,1
48,0
63,7
70,4
56,6
71,9
52,0
Süreğen hastalığa sahip olan
nüfus
Okuma Yazma
Bilmeyen
Okuma Yazma
Bilen
24,8
20,5
32,9
9,8
35,0
75,2
79,5
67,2
90,2
65,0
Kaynak: ÖZĠDA,2002.
Okuma yazma bilmeyenlerin oranı cinsiyet bazında ele alındığında, toplam
nüfus, ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olan nüfus ve
süreğen hastalığı olan nüfusun her üçünde de cinsiyetler arasında farklılık
gözlenmekte ve kadınların erkeklere göre daha dezavantajlı durumda olduğu
görülmektedir. Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli
erkeklerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı %28,1, kadınlarda %48 iken,
süreğen hastalığı olanlarda okuma yazma bilmeyenlerin oranı erkeklerde %9,8,
kadınlarda ise %35 ‟tir. Toplam nüfusta okuma yazma bilmeyenlerin oranı
erkeklerde %6,9, kadınlarda ise %18,8‟dir. Her üç nüfus grubunda da okuma
yazma bilmeyen kadınların oranı erkeklerden daha yüksektir (ÖZĠDA,2002).
225
Bitirilen okul durumu incelendiğinde, ilkokul mezunu olanların oranında
ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma, zihinsel engelli olanlar ile süreğen
hastalığı olanlar arasında önemli bir farklılık gözlenmektedir. Ancak, süreğen
hastalığa sahip olanlarda yükseköğretim mezunu olanların oranı, ortopedik,
görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların oranının yaklaĢık iki
katıdır.
Çizelge 3.10. TamamlanmıĢ eğitim durumuna göre engelli nüfus oranı (%),
25>=yaĢ
Bitirilen Okul
Okuma
yazma
bilen,
Okuma Okuma fakat bir
yazma
yazma
okul
bilmeyen bilen bitirmeyen
Ġlkokul
Ortaokul
veya
dengi
meslek
okulları
Lise ve
dengi
meslek
okulları
Yüksek
öğretim
Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
36,4
27,4
45,4
25,8
51,3
63,6
72,6
54,6
74,2
48,8
7,7
6,9
8,5
8,0
7,3
41,0
42,8
39,2
47,2
32,2
5,6
8,0
3,3
7,0
3,8
7,0
10,6
3,2
8,9
4,0
2,4
4,4
0,5
3,1
1,5
7,6
10,1
3,0
11,4
5,1
4,2
6,0
1,1
7,1
2,4
Süreğen hastalığa sahip olan nüfus
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
26,6
22
35,1
10,2
37,3
73,4
78
64,9
89,9
62,7
8,1
7,0
10,1
7,4
8,5
47,1
47,0
47,3
54,4
42,4
6,3
7,9
3,4
9,5
4,3
Kaynak: TÜĠK, Engelliler AraĢtırması,2002.
Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma, zihinsel engelli olanlar da tüm
eğitim düzeylerinde kentteki oranlar kırdan, erkeklerin oranları ise kadınlardan
daha yüksektir. Süreğen hastalığı olanlarda ilkokul mezunu olanların oranı kırda
daha yüksek iken ortaokul, lise ve yükseköğretim mezunu olanların oranı kentte
daha yüksektir.
Ülkemizdeki eğitim sistemine göre yaklaĢık olarak 25 yaĢında örgün (resmi)
eğitim tamamlanmaktadır. Bu nedenle, tamamlanmıĢ eğitim durumu 25 ve daha
yukarı yaĢtaki engelli kiĢiler için değerlendirilmiĢtir. TamamlanmıĢ eğitim düzeyine
226
göre ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerde okuma
yazma bilmeyenlerin oranı %36,4 ile süreğen hastalığı olanlardan (%26,6) ve
toplam nüfustan (%15,5) daha yüksektir.
3.2.2.3.3. Engellilerin istihdam durumu
ÇalıĢma, bireylerin sadece maddi bir gelir elde etmelerinden çok sosyal
iliĢkiler ve bireyin kendisini sosyal anlamda tatmin etmesi olarak ifade edilebilir.
ÇalıĢanların kiĢisel doyumu, iĢinden dolayı mutlu olması gibi faktörler aile iliĢkileri
ve sosyal bir varlık olarak insanın toplumla özdeĢleĢebilmesini artıracak nitelik
taĢımaktadır.
Engelliler için ise çalıĢma, topluma katılım ve ekonomik olarak özgürlük
anlamına gelmekte, hatta rehabilitasyon sürecinde etkili bir yöntem olarak
görülmektedir. Ancak, modern yaĢamda engellilerin çalıĢma yaĢamında birçok
güçlükle karĢılaĢtıkları ve özellikle iĢe alımlarda ve iĢ yaĢamı süresince birçok
anlamda negatif ayrımcılığa tabi tutuldukları görülmektedir. Dolayısıyla, engellilerin
toplumla bütünleĢmesinin önündeki en önemli engel ise istihdam sorunudur.
ĠĢsizlik ve çalıĢma yaĢamından kaynaklanan sorunlar, engellileri kuĢatan
sorunlar arasında, adeta diğer sorunların da temeli konumunda olan, baĢka bir
deyiĢle doğrudan doğruya diğer sorunları doğuran ya da bu sorunların daha
Ģiddetli yaĢanmasına neden olacak etkilerde bulunan bir özelliğe sahiptir.
227
Çizelge 3.11. ĠĢgücü durumuna göre engelli nüfus oranı, 12>=yaĢ
ĠĢgücüne Dahil
ĠĢgücüne
Olmayan
Katılma Oranı(%)
ĠĢsizlik Oranı(%)
Nüfus Oranı(%)
Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
21,7
25,6
17,8
32,2
6,7
15,5
17,4
12,6
14,6
21,5
Süreğen hastalığa sahip olan nüfus
78,3
74,4
82,2
67,8
93,3
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
22,9
23,1
22,5
46,6
7,2
10,8
12,7
7,1
10,3
12,8
77,1
76,9
77,5
53,4
92,8
Kaynak: ÖZĠDA,2002.
Engelli bireyler istihdam boyutu ile değerlendirildiğinde, engellilerde iĢgücüne
katılım oranının düĢüklüğü ve iĢsizlik oranının yüksekliği oldukça ciddi boyuttadır.
Türkiye genelinde OGĠDKZ‟de iĢgücüne katılım oranı %21,7, iĢsizlik oranı ise;
%15,5‟tir. Bu oranlar, süreğen hastalığı olanlarda sırasıyla %22,9 ve %10,8‟dir.
Genel olarak kentte yaĢayan engellilerde kırdakilere göre hem iĢgücüne katılım
hem de iĢsizlik oranları daha yüksektir.
Cinsiyete göre bakıldığında eğitim alanındaki duruma benzer Ģekilde
kadınların erkeklere göre daha dezavantajlı olduğu görülmektedir. Kadınların hem
iĢgücüne katılım oranları çok düĢük hem de iĢsizlik oranları erkeklerden daha
yüksektir. Bu durum Çizelge 3.11‟de detaylı olarak ele alınmıĢtır (ÖZĠDA,2002).
Her iki cinsiyette de süreğen hastalığı olanların iĢgücüne katılım oranları,
ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların oranından
yüksektir.
ĠĢsizlik oranlarına bakıldığında; ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile
zihinsel engelli olanlarda iĢsizlik oranı %15,5, süreğen hastalığı olanlarda
%10,8‟dir.
Aynı
Ģekilde;
iĢsizlik
oranlarının
kentte
daha
yüksek olduğu
görülmektedir. ĠĢsizlik oranı, ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel
228
engellilerde kentte %17,4, kırda %12,6 iken süreğen hastalığı olanlarda kentte
%12,7, kırda %7,1‟dir.
Ülkemizde 2002 yılında gerçekleĢtirilen Türkiye Engelliler AraĢtırması
sonuçlarına göre ülke nüfusunun %12,3‟ünü engelliler oluĢturmaktadır. Bu oran
içerisinde 12 ve daha yukarı yaĢtaki nüfusun oranı %91,8‟dir. Bu nüfusun iĢgücüne
dahil olma oranı %21,7 olup, iĢgücüne dahil olmayan nüfusun oranı %78,3‟tür. Bu
oranlardan da anlaĢılacağı üzere engellilerin iĢgücüne katılım oranı oldukça
düĢüktür.
Engellilerin istihdamı önündeki engeller bir bütün olarak değerlendirildiğinde
bu engellerin birbirlerine bağlı etmenler olduğu görülmektedir. Engellilerin
istihdamı konusundaki politikaların yetersizliği, engellilerin istihdamdan önce
yeterince eğitilememeleri, engellilerin eğitim ve vasıf düzeylerinin düĢük olması,
genel olarak toplumun engellilere yönelik önyargıları, iĢverenlerin engellilere
yönelik
olumsuz
tutumları
vb.
nedenler
birbirleriyle
karĢılıklı
etkileĢim
içerisindedirler. Bütün bu engellerin yanı sıra engellilerin çalıĢma yaĢamında
karĢılaĢtıkları sorunlar nedeniyle istenen baĢarıyı elde edememeleri de iĢsiz
engellilerin istihdamını güçleĢtiren yeni bir etkene dönüĢmektedir (KarataĢ,2007).
3.2.2.3.4. Engellilerin sosyal güvenlik durumları
Ġnsanlar çalıĢma yaĢamından dıĢlandıklarında aynı anda sosyal güvenlik
sisteminden de dıĢlanmaktadırlar. Bu anlamda engellilerin çoğu sosyal güvenlik
Ģemsiyesi dıĢında yer almakta, genel itibariyle sosyal güvenlik ve sağlık imkânına
sahip olamamaktadırlar.
Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların
%47,6‟sının, süreğen hastalığı olanların ise %63,7‟sinin sosyal güvenliği
bulunmaktadır. Sosyal güvenliği olan engellilerin oranı kentte daha yüksektir.
Sosyal güvenliği olan ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel
engellilerin oranı kentte %59,3, kırda %35,2 iken bu oran süreğen hastalığı
olanlarda kentte %70,8, kırda ise %50,3‟tür.
229
Sosyal güvenliğe sahip olanların oranı ortopedik, görme, iĢitme, dil ve
konuĢma ile zihinsel engelli kadınlarda %51,4 iken erkeklerde %44,8, süreğen
hastalığı olan kadınlarda %64,6, erkeklerde ise %62,4‟tür. Hem ortopedik, görme,
iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerde hem de süreğen hastalığı olanlarda
sosyal güvenliğe sahip olma oranları kadınlarda daha yüksektir.
Çizelge 3.12. Sosyal güvenliğe sahip olma ve kayıtlı olma durumuna göre engelli
nüfus oranı (%)
Sosyal Güvenlik Durumu
Olan
Olmayan
Kayıtlılık Durumu
Kendi adına
Bağımlı
Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
47,6
59,3
35,2
44,8
51,4
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
63,7
70,8
50,3
62,4
64,6
52,5
45,2
40,7
44,9
64,9
45,8
55,2
68,0
48,6
17,0
Süreğen hastalığa sahip olan nüfus
36,3
29,2
49,7
37,6
35,4
44,4
45,2
42,1
86,4
15,9
54,8
55,1
54,2
32,0
83,0
55,6
54,8
57,9
13,6
84,1
Kaynak: ÖZĠDA,2002.
Sosyal güvenliği olanlardan ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile
zihinsel engellilerin %45,2‟sinin, süreğen hastalığı olanların ise 44,4‟ünün sosyal
güvenlikleri kendi adlarınadır. Kendi adına sosyal güvenlikleri olanların oranı
yerleĢim yerleri arasında önemli bir farklılık göstermemektedir. Ortopedik, görme,
iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanlarda sosyal güvenliği kendi adına
olanların oranı erkeklerde %68, kadınlarda %17‟dir. Süreğen hastalığı olanlarda
ise bu oran erkeklerde %86,4, kadınlarda %15,9‟dur.
Engelli nüfusun sosyal güvenlik kurumuna kayıtlılık durumu incelendiğinde,
ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların %54,6‟sının
Sosyal Sigortalar Kurumuna, %19,4‟ünün Emekli Sandığı‟na, %24,3‟ünün ise BağKur‟a kayıtlı olduğu görülmektedir. Süreğen hastalığa sahip olan nüfusun ise
230
%53,1‟inin
Sosyal
Sigortalar
Kurumuna,
%22,1‟inin
Emekli
Sandığı‟na,
%23,9‟unun ise Bağ-Kur‟a kayıtlı olduğu görülmektedir.
Çizelge 3.13. SGK‟ya kayıtlılık durumuna göre engelli nüfus oranı (%)
Sosyal Güvenlik Kurumu
Sosyal
Sigortalar
Kurumu
Emekli
Sandığı
Bağ-Kur
Diğer
Bilinmeyen
Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
54,6
59,9
45,3
55,4
53,8
19,4
24,3
21,8
17,4
15,0
36,5
19,0
23,6
19,8
25,0
Süreğen hastalığa sahip olan nüfus
1,7
0,9
3,2
2,0
1,4
Türkiye
Kent
Kır
Erkek
Kadın
53,1
56,4
44,4
53,7
52,7
22,1
24,0
17,0
21,7
22,4
0,9
0,6
1,6
0,7
1,0
23,9
19,0
37,0
23,9
23,9
0,0
0,0
0,0
0,1
Kaynak: ÖZĠDA,2002.
Sosyal güvenliğe kayıtlılık durumunda hem ortopedik, görme, iĢitme, dil ve
konuĢma ile zihinsel engelli olanlarda hem de süreğen hastalığa sahip olanlarda
cinsiyetler arasında önemli bir farklılık görülmemektedir.
3.2.3. YaĢlılar
Nüfusun yaĢlanması, 21. yüzyılda ön plana çıkan en önemli demografik
olgulardan biridir. Bütün dünyada insanlar daha uzun yaĢamakta, doğum oranları
azalmakta ve dolayısıyla yaĢlı nüfus sayısal ve oransal olarak artmaktadır. Nüfus
yaĢlanması, sağlıktan sosyal güvenliğe, çevre ile ilgili konulardan eğitime, iĢ
olanaklarına, sosyal-kültürel faaliyetlere ve aile hayatına kadar toplumun bütün
yönlerini etkilemektedir.
Nüfusun yaĢlanması aynı zamanda küresel bir olgudur. Çoğunlukla geliĢmiĢ
ülkelerde daha görünür olan yaĢlanma olgusu, artık geliĢmiĢ ülkeler kadar
geliĢmekte olan ülkeler açısından da önemle değerlendirilmesi gereken bir
231
konudur.
Doğum oranlarındaki artıĢ ve ortalama yaĢam süresinin uzamasıyla
dünya nüfusu önümüzdeki yıllarda eskisinden daha hızlı yaĢlanacaktır. Nüfusun
yaĢlanması aynı zamanda iĢgücünün de yaĢlanması anlamına gelmektedir.
Nüfus ve nüfusun yaĢ bileĢimi iĢgücü arzını belirleyen temel değiĢkenlerdir.
Bu nedenle, demografik yapıda meydana gelecek bir değiĢim, iĢgücü arzını,
dolayısıyla da iĢgücü piyasalarını doğrudan etkileyecektir. Son yıllarda demografik
yapıdaki değiĢimin yönü, özellikle geliĢmiĢ ülkelerde, nüfusun yaĢlanması
doğrultusundadır. Bu süreç, bir takım ekonomik ve sosyal sorunları da beraberinde
getirmektedir.
Nüfusun yaĢlanmasının farklı birçok ekonomik boyutundan söz edilebilir. Ġlk
olarak, yaĢlanma, çalıĢma çağındaki nüfusun azalmasına ve emekli sayısında bir
artıĢa neden olmak suretiyle, sigorta sistemleri ve kamu maliyesi üzerine mali bir
yük getirir. Ġkincisi, yaĢlanmayla birlikte ortaya çıkan sağlık harcamalarındaki
artıĢlardır. Bu da aynı biçimde, mali bir yükün doğmasına neden olacaktır.
Üçüncüsü de, iĢgücünün yaĢlanmasıdır. ĠĢgücünün yaĢlanması, teknoloji ve iĢ
organizasyonlarının hızlı bir değiĢim içinde olduğu günümüz dünyasında birçok
soruna neden olmaktadır. Bizim çalıĢmamızdaki asıl inceleme konumuz da,
nüfusun yaĢlanmasının bu boyutu olacaktır.
3.2.3.1. YaĢlı iĢgücünün istihdam durumu
Nüfusun yaĢlanması, toplam iĢgücü arzı içersinde yaĢlı iĢçilerin sayısını
arttırırken gençlerin sayısını da azaltmakta, bu da iĢgücünün yaĢlanması
sonucunu doğurmaktadır. YaĢlanma ile birlikte ve özellikle uzun süreli iĢsizlik de
söz konusu olduğunda, toplumsal hayattan ve sosyal iliĢkilerden kopma ve sosyal
statünün yitirilmesi söz konusu olabilmektedir. Bu kiĢiler için istihdam, sosyal
statüyü kazanma veya geri kazanma ve sosyal iliĢki kurmaları için bir araç olduğu
gibi, üretken ve faydalı birer birey olmalarının da göstergesidir.
232
Çizelge 3.14. YaĢ grubuna göre istihdam edilenler, 15+ yaĢ
YaĢ Grubu
Yıllar
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
15-19
20-24
25-29
30-34
35-39
40-44
45-49
50-54
55-59
60-64
1.364
1.338
1.378
1.351
1.298
1.351
1.324
1.353
1.348
2.363
2.309
2.319
2.114
2.030
2.133
2.168
2.010
2.207
3.614
3.591
3.573
3.454
3.328
3.454
3.381
3.274
3.188
4.065
3.965
3.795
3.562
3.327
3.249
3.189
3.140
3.056
3.633
3.511
3.399
3.231
3.044
3.050
2.974
2.903
2.823
3.328
3.218
3.054
2.881
2.681
2.615
2.583
2.528
2.486
2.679
2.551
2.459
2.268
2.100
2.042
1.984
1.953
1.909
1.878
1.813
1.722
1.560
1.448
1.398
1.324
1.289
1.227
1.218
1.170
1.104
988
905
841
794
787
765
716
707
657
595
543
503
484
468
459
65+ Toplam
664
648
650
590
574
558
533
547
599
25.524
24.821
24.110
22.594
21.278
21.194
20.738
20.252
20.067
Kaynak: TÜĠK
Bu gruptaki kiĢiler, emeklilik, sağlık sorunları ve diğer faktörlerin etkisiyle
kendi istekleriyle veya iĢgücü piyasasında dezavantajlı duruma düĢmelerinden
dolayı istihdamdan dıĢlanabilmektedirler. Yeniden iĢe girmek istediklerinde ise
genellikle iĢgücü piyasası açısından tercih edilmeyen bir konumda olduklarından
uzun süre veya hiçbir zaman iĢ bulamamakta ya da kayıt dıĢı çalıĢmaya mecbur
kalmaktadırlar.
Çizelge 3.15. Genel ve seçilen nüfus grupları için istihdam oranı, 2012
Genel Ġstihdam Oranı (%)
AB27
Türkiye
ABD
Japonya
64,2
45,4
67,1
70,6
Seçilen Nüfus Grupları Ġçin Ġstihdam Oranı (%)
Erkek (15–64)
Kadın (15–64)
YaĢlı ĠĢgücü (55–64)
69,7
58,7
48,9
65,0
26,3
31,9
72,3
62,2
60,7
80,3
60,7
65,4
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (25.09.2014).
* Türkiye için TÜĠK verileri esas alınmıĢtır (25.09.2014).
Çizelgeden görüleceği üzere, AB ile karĢılaĢtırıldığında ise ülkemizde yaĢlı
iĢgücünün istihdam oranı düĢüktür. EUROSTAT verilerine göre AB27‟de 2012 yılı
itibariyle 55–64 yaĢ aralığındaki iĢgücünün istihdam oranı ortalama %48,9 olarak
gerçekleĢirken, bu oran Türkiye için %31,9‟dur. Aynı yıl için genel istihdam oranı
AB-27 için %64,2 iken Türkiye için %45,4‟tür.
YaĢlı iĢgücüne dâhil olan kiĢiler, kazanmıĢ oldukları iĢ tecrübesi ve bilgi
birikimi sayesinde iĢgücü piyasası açısından avantajlı olarak düĢünülebilirse de
233
istihdama katılımları konusunda kendilerini bekleyen pek çok zorluk mevcuttur. Bu
yaĢ grubunda sağlık sorunları artmakta ve engellilik ve süreğen hastalıkların
ortaya çıkma ihtimali yükselmektedir. Bu durum, iĢteki verimliliği olumsuz
etkilemekte ve bu kiĢilerle ilgili iĢe yaramaz ve çalıĢmaması gereken kiĢiler
oldukları yönünde olumsuz bir imaj ortaya çıkmasına sebep olabilmekte; tecrübeli
iĢgücünün atıl durumda bulunması toplum için önemli bir kayıp oluĢturmaktadır.
3.2.3.2. YaĢlıların maruz kaldığı ayrımcılık
Son yüzyılda ortalama yaĢam süresinin uzaması ile yaĢlı nüfus oranı giderek
artmakta ve dünya nüfusu yaĢlanmaktadır. Ortalama yaĢam süresi, 1950- 2000
yılları arasında 20 yıl artarak 66 yıl olmuĢtur ve bu sürenin 2050 yılına kadar 10 yıl
daha artması beklenmektedir. Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısındaki bu demografik
değiĢim ve nüfusun hızla çoğalması sonucu, 2000 yılında 600 milyon olan 60 yaĢ
üzeri nüfusun, 2050 yılında 2 milyara ulaĢacağı ve 1998 yılında %10 olan yaĢlı
nüfus oranının, 2025 yılında %15‟e çıkacağı tahmin edilmektedir. Gelecek 50 yıl
içinde, yaĢlı nüfusunun dört kat artacağı ve bu artıĢın özellikle geliĢmekte olan
ülkelerde olacağı beklenmektedir79.
Dünya nüfusunun küresel olarak yaĢlanmasına paralel olarak ülkemizde de
yaĢlı nüfus artmaktadır. YaĢlılık ülkemiz açısından yapılan nüfus projeksiyonları
dikkate alındığında AB ülkelerinin karĢı karĢıya bulunduğu olgunun boyutlarına
sahip değildir. 2020 yılında Türkiye‟de 65 ve üstü yaĢlı grubunun toplam nüfus
içindeki oranı %7,9 ile AB‟nin en düĢük düzeyinde olması beklenmektedir. Buna
karĢılık bu oranın, AB‟de ortalama olarak %21‟e çıkması hesap edilmektedir
(OECD, 2005).
Ülkemizde ise 1990, 1997 ve 2000 yılı Devlet Ġstatistik Enstitüsü nüfus sayımı
sonuçlarına göre, 65 yaĢ ve üzeri nüfus 1985‟te %4,2, 1990‟da %4,3, 1997‟de
%4,7, 2000 yılında ise %5,6 olarak saptanmıĢtır. 2020 yılında yaĢlıların Türkiye
nüfusunun
yaklaĢık
%7,7‟sini
oluĢturacağı
tahmin
edilmektedir.
GeçmiĢ
dönemdeki nüfus eğilimlerinin sonucuna göre Türkiye genç bir nüfus yapısına
79
http://www.gebam.hacettepe.edu.tr/eylem.pdf. (e.t:10.12.2013). YaĢlanma 2002. Uluslararası Eylem Planı
12 Nisan 2002.
234
sahiptir; nüfusun %7‟si 65 yaĢ ve üzerinde, %9‟u 5 yaĢın, %29‟u ise 15 yaĢın
altında olmasına rağmen dünya nüfusunun küresel olarak yaĢlanmasına paralel
olarak ülkemizde de yaĢlı nüfus giderek artmaktadır. Bunun sonucu olarak da,
Türkiye kısa bir süre sonra yaĢlı toplum kategorisine girecektir.
“Nüfusun yaĢlanması” olarak adlandırılan bu demografik değiĢimin etkileri
toplumlarda farklı Ģekillerde görülmektedir. Toplumun sosyokültürel yapısı, tutum
ve davranıĢlarındaki değiĢiklikler, bireylerin ve toplumun yaĢlılığı algılayıĢı yaĢlıya
sunulan hizmetlere yansımakta ve çeĢitli sorunlara yol açmaktadır. Bu sorunlardan
biri de özellikle ileri yaĢlarda ortaya çıkan “yaĢlı ayrımcılığı”dır (Çilingiroğlu,
Demirel,2004:225-230). YaĢlı ayrımcılığı, bir kiĢiye genellikle sadece yaĢı
nedeniyle gösterilen farklı tavır, ön yargı, hareket, eylem ve kurumsal
düzenlemeler olarak tanımlanabilir (Akdemir,Çınar,Görgülü,2007:217-218). YaĢlı
insanların yaĢamında oluĢan krizlerin önlenmesi için destek sistemlerinin
oluĢturulması, yaĢlıların kendilerine güveninin arttırılması için çaba gösterilmesi,
kendine yardım gruplarının kurulmasına aktif olarak yardımcı olunması, yaĢlıların
kendilerini ifade etmeleri ve bunu geliĢtirmeleri için etkileĢimlerinin sağlanması ve
desteklenmesi gerekmektedir.
YaĢlının toplum içindeki konumu, saygınlığı sürekli olarak değiĢmekte,
yaĢlılara çeĢitli anlamlar yüklenmekte ve yaĢlılık toplumdan yavaĢ yavaĢ geri
çekilme süreci olarak görülmektedir. Fiziksel etkinliklerin azalması, rollerin kaybı
ya da azalması yaĢlının toplumdan uzaklaĢmasına ve kendi iç dünyasına
çekilmesine neden olmaktadır. Kaybolan bu roller bireyin aile iliĢkilerini,
mesleğini/iĢini ve topluma aidiyetini olumsuz olarak etkilemektedir. YaĢlı bireyin
yaĢamdaki etkinliğinin giderek azaldığı kabul edilmekle birlikte, toplumun da yaĢlı
bireyden uzaklaĢması ile toplumsal etkileĢim azalmaktadır. Ayrıca geliĢen
toplumlarda yaĢlıların yapabildikleri ile teknolojik geliĢim hızı ve olanakları paralel
olamamaktadır. Bu değiĢim hızına yetiĢemeyen ya da beklentileri karĢılayamayan
yaĢlı birey de zaman zaman çağa ayak uyduramamaktadır. Bu durum ise yaĢlı
bireyin güvenlik, saygı, sevgi, ait olma ve tanınma gibi gereksinimlerini tehdit
etmektedir (Öz,2002:18) .
235
Türk kültüründe yaĢlıya saygı, yaĢlının sözünü dinleme ve sahip çıkma
geleneksel ve değiĢmez bir beklenti iken yaĢlının toplum içindeki statüsü ve
saygınlığı günümüzde değiĢmektedir. KentleĢme, göçler ve sanayileĢmenin
artması, ekonomik zorluklar, kadınının çalıĢma hayatına girmesi, sosyal yaĢamın
değiĢmesi, ataerkil aile yapısından çekirdek (modern) aile yapısına geçiĢ özellikle
büyük Ģehirlerde aile yapılarında önemli değiĢikliklere neden olmuĢtur. Emekliliğin
getirdiği sosyo-ekonomik ve psikolojik koĢullar nedeniyle çok sayıda yaĢlı yalnız
yaĢamakta ve ekonomik sorunlar yaĢlıda özgüvenin yitimine, yetersizlik, iĢe
yaramama duygularının geliĢmesine neden olmaktadır. Böylece aile için bir
anlamda yük olarak nitelendirilen yaĢlı, günümüzde kentlerde yeni yaĢam
koĢullarında, yeni aile modeline ve kent yaĢamına uyum sağlayamamakta, bu yapı
içinde mutsuz olmaktadır (Akdemir,Çınar,Görgülü,2007:216). Ülkemizde yaĢanan
bu hızlı ve çok yönlü değiĢimler sosyal yaĢantıda ve iĢ yaĢantısında daha çok
dinamik olan kiĢilerin ve gençlerin tercihine yol açmakta, yaĢlıların ikinci plana
itilmesine ve kültürel değerlerimizde bazı değiĢimlere neden olmaktadır.
Ġstihdam konusundaki ayrımcılık, çalıĢmaya fiziksel ve zihinsel olarak uygun
durumda olsalar bile yaĢlı iĢgücü kategorisindeki kiĢilerin olumsuz önyargılardan
dolayı karĢılaĢabilecekleri bir sorundur. ĠĢverenler ya da diğer çalıĢanlar bu kiĢileri,
sık
sık
hastalanan,
verimli
çalıĢamayan,
çalıĢma
koĢullarına,
çalıĢma
yöntemlerine, kullanılan yeni teknoloji ürünü iĢ araçlarına uyum sağlayamayan
kiĢiler olarak algılayabilmektedir. Ayrıca bu kiĢilerin, genç ve orta yaĢlıların
çoğunlukta
olduğu
çalıĢma
ortamlarındaki
enformel
yapıya
uyum
sağlayamayacakları da düĢünülmektedir. YaĢlı iĢçileri, iĢyerinde düzenlenen
eğitim ve uyum programlarının dıĢında bırakmak da zaman zaman görülen baĢka
bir ayrımcı uygulamadır.
3.2.4. Çocuklar ve Gençler
ĠĢsizlik, yoksulluk, eĢitsizlik, güvencesizlik, ayrımcılık ve dıĢlanmıĢlık ile karĢı
karĢıya kalma olasılıkları yüksek olan bir diğer grup çocuklar ve gençlerdir.
236
3.2.4.1. Çocuklar
3.2.4.1.1. Genel olarak
Neoliberal küreselleĢmeyle birlikte emek ile sosyoekonomik güvence
arasındaki bağ zayıflarken, nesiller arası dayanıĢmaya ve toplumsal risklerin
kolektif bir anlayıĢla karĢılanmasına dayanan sosyal devletin sorgulanan bir kurum
haline gelmesi, ailenin sosyal refah odağı rolünü yitirmesi, bireyin toplum ile
kurduğu bağları zedelemekte, toplumsallığımızı tehdit etmektedir. Bu Ģartlar
altında yoksulluk günün ekonomik koĢullarına bağlı gelir yetersizliği ile
açıklanabilecek geçici bir toplumsal sorun olmaktan çıkmıĢtır. Yeni yoksulluk
sosyal güvenceden yoksun bireylerin ekonomik, sosyal ve kültürel kaynaklara
ulaĢamaması ve toplum ile bağlarını giderek yitirmesi sorunudur. Yani çok boyutlu
bir sosyal dıĢlanma sürecidir.
Sosyal güvenceden yoksun hanelerde büyüyen çocuklar, sağlık ve eğitim gibi
toplumsal kaynaklara ulaĢmakta güçlük çekmekte, bu durum onların daha küçük
yaĢlarda birey olarak toplum ile kurdukları iliĢkileri zedelemektedir. Çocuk
yoksulluğu çocukluğu çalmakla kalmamakta, yetiĢkin yaĢlarda bireyi sosyal
dıĢlanma sorunu ile karĢı karĢıya bırakmaktadır. Bu bağlamda çocuk yoksulluğunu
anlamak ve çocuk odaklı sosyal politikalar geliĢtirmek toplumsal bütünlüğün
sağlanması açısından da öncelikli hal almaktadır (SPF,2005).
Çocukların sosyal dıĢlanması yaĢam standartları ile ilgili olduğu kadar
gelecek beklentileri ile de ilgilidir. Çünkü çocuklar yarının yetiĢkinleridir ve
dıĢlanma dinamik bir süreçtir. Sosyal dıĢlanmanın dinamik bir süreci ifade
etmesinin bir baĢka yönü de bireyin umut ve beklentileriyle iliĢkili olarak
değerlendirilebilir. Bu bağlamda insanlar, sadece fiili olarak iĢsiz veya gelirsiz
olmalarından dolayı dıĢlanmıĢ değillerdir, aynı zamanda gelecek için de çok az
beklentilere sahip olmalarından dolayı dıĢlanmıĢlardır. Beklentilerle ifade edilen,
bireyin sadece kendisinin değil, aynı zamanda çocuklarının da beklentileri olarak
anlaĢılmalıdır. Bu durumda sosyal dıĢlanma, nesiller boyu devam edebilmektedir
(Sapancalı, 2005:120).
237
Sosyal dıĢlanmaya neden olan en önemli olgu yoksulluktur. Yoksulluğun en
belirgin sonucu, bireylerin dıĢlanmasıdır; çünkü yoksulluk kavramının özünde bir
dıĢlanma söz konusudur. Yoksulluğun toplumların geleceğiyle ile ilgili en önemli
etkisi, yoksulluğun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileridir. Çocuklar, yoksulluktan
direkt olarak ve dolaylı olarak iki Ģekilde etkilenmektedirler. Direkt olarak, gıda
kalitesinde düĢme, konut, sağlık-bakım eğitim ve ulaĢım olanaklarının eksikliği
Ģeklinde; dolaylı yönden ise olumsuz koĢullarla daha fazla baĢ edecek gücü
kalmayarak ekonomik durumları bozulan, düĢük ve yetersiz gelirli ebeveynleri
vasıtasıyla etkilenmektedirler (Pecora,Harrison-Jackson,2006:71–72).
Çocukların yoksulluğu, ailenin yoksulluğuna bağlıdır ve bunun da en önemli
nedeni iĢsizliktir. UNICEF tarafından yayınlanan Dünya Çocuklarının Durumu 2001
raporuna göre, yoksulluktan en çok etkilenen, en çok zarar görenler; yaĢama,
geliĢme ve büyüme hakları riske atılanlar, o ailenin en küçük üyeleridir.
Günümüzde geliĢmekte olan ülkelerde doğan her 10 çocuktan 4‟ü aĢırı yoksulluk
içindeki bir dünyaya gelmektedir. Çocuk haklarının yaygın bir biçimde ihlali de
temelde yine yoksulluktan kaynaklanmaktadır. Bir baĢka deyiĢle yoksulluk arttıkça
evde paylaĢılan besinler de azalmakta ve yoksulluk en çok annelerle küçükleri
çaresiz bırakmaktadır. Yoksulluk çocukların hem bedenlerini hem de zihinlerini
tahrip etmekte ve sonuçta yoksulluk daha sonraki kuĢaklara geçerek bir „kısır
döngü‟ oluĢturmaktadır. Bu nedenle de yoksulluğun önlenmesine çocukluk
çağında baĢlanmalıdır (UNICEF,2001:32–33).
Toplumsal değiĢmeler, en temel kurum olan ailenin yapısında değiĢmelere
neden olmaktadır. Sapancalı ‟ya göre; “yoksulluk, sosyal dıĢlanma açısından en
çok parçalanmıĢ aileleri, tek ebeveynli aileleri ve çocukları olumsuz etkilemektedir.
BoĢanmıĢ ailelerin çocukları ve evlilik dıĢı doğan çocukların ileri yaĢlarda sosyal
dıĢlanma riskiyle karĢılaĢma olasılıkları diğerlerine oranla yüksektir. DeğiĢen aile
yapısında dikkat çeken en önemli farklılıklardan biri de tek ebeveynli ailelerin
sayısındaki artıĢtır. Tek ebeveynlilik, genellikle çocuklarıyla birlikte oturan dul veya
hiç evlenmemiĢ kadınların oluĢturduğu aile statüsüdür. Tek ebeveynli ailelerin,
diğer ailelerle karĢılaĢtırıldığında yoksulluk ve yoksunlukla daha sık karĢılaĢtıkları,
hane halkının sahip olduğu konfor, dayanıklı tüketim mallarına sahip olma, konut
238
kalitesi ve temel gereksinmelerden yoksunluk bakımından daha olumsuz bir
durumda oldukları bilinmektedir” (Sapancalı,2005:111–112).
Ülkemizde yaĢanan hızlı kentleĢme ve göçlerin, yaĢam biçimlerini ve bazı
toplumsal değerleri değiĢime uğrattığı, bazı ailelerin temel iĢlevlerini yerine
getiremeyecek derecede zayıflamasına yol açtığı ve bunun sonucu olarak aile
çözülmelerinin arttığı,
boĢanma oranlarının yükseldiği, kültürel ve ahlaki
değerlerde dönüĢümler yaĢandığı, yabancılaĢma, suç oranlarının artması,
uyuĢturucu kullanımı, Ģiddetin yaygınlaĢması, ruhsal rahatsızlıklar gibi insanı ve
dolayısıyla toplumu tehdit eden sosyal sorunların baĢ gösterdiği düĢünülmektedir.
Bu olumsuz tablonun tehdit ettiği çocuk nüfusu, geliĢimsel açıdan önemli
psikososyal risklerin altında yaĢamını sürdürmeye çalıĢmaktadır.
Bilindiği gibi, bir ülkede yaĢayan nüfusa sunulan sağlık, eğitim, istihdam,
sosyal refah ve konut hizmetlerinin adaletli dağılmasına yönelik planlar,
programlar, projeler ve hizmetlerin bütünü sosyal politikayı oluĢturmaktadır.
Dezavantajlı
koĢullarda
yaĢamlarını
sürdürmeye
çalıĢan
bireyleri
koruma
iddiasında olan sosyal politika, ülkelerin hızla büyüyen sosyal sorunlarına karĢın
demokrasi, insan hakları ve sendikal haklar anlayıĢlarının etkisiyle ortaya çıkmıĢtır.
Sosyal politikanın temelinde, nüfusu sosyal risklere karĢı güvence altına alma
hedefi vardır. Dünyaya hakim olan neoliberal politikalar sonucunda refah
devletinde yaĢanan krizlerle sosyal risklerin gerçekleĢme olasılığı artmıĢ olup, bu
geliĢmelerle sosyal politikaya yeni bir misyon yüklenmiĢtir. Bu misyon, tüm ihtiyaç
gruplarının beklentilerine belli ölçülerde yanıt vermeyi içerecek sosyal hizmet plan
ve programlarının yaĢama geçirilmesidir.
Ülkemizde özellikle 1980‟li yıllarda uygulanan, günümüzde de değiĢik
boyutlarıyla sürdürülmeye çalıĢılan ekonomik ve sosyal politikalar, var olan
olumsuzlukları ve çocuk yoksulluğunu daha da derinleĢtirmiĢtir. KiĢi baĢına düĢen
gelir düzeyinin düĢük olduğu istikrarsız bir ekonomik yapıda, gelir dağılımının da
bozuk olması yoksulluğun yaygınlaĢması ve gereksinimlerini karĢılayamayan
ailelerin sayısındaki artıĢın yanında, geçim zorluğu sorunlarını da beraberinde
getirmiĢtir.
239
Türkiye‟de son yıllarda kamu sağlığı, sosyal hizmet, eğitim alanında bir takım
olumlu geliĢmeler yaĢanmasına karĢın; ülkemizin sosyal kayıtları, çocukların
yaĢam kalitesi bakımından halen insan onuruna yaraĢır ve çocukların sağlıklı
geliĢimine uygun bir seyir izleyememektedir. Yoksulluk, en önemli sosyal
sorunlardan biri olarak varlığını sürdürmekte, azımsanmayacak oranda çocuk
nüfusu, aileleriyle birlikte yoksulluk yükü altında ezilmektedir. Özellikle Ġstanbul
metropolünde, göç yoluyla gelen ailelerin geniĢ aile desteğinden yoksun kalan
çocukları, artan risklerin tehdidi altında bulunmaktadır. Çocukların sağlık, eğitim,
sağlıklı geliĢim, beslenme ve barınma gereksinimlerinin bazı ailelerde, aile sistemi
tarafından karĢılanamadığı, çocuk ihmali ve istismarı olaylarının sıklıkla yaĢandığı
dikkat çekmektedir. Sosyal hizmet açısından çocuk yoksulluğunun ve sosyal
dıĢlanma sorununun çözümü, sistematik ve çok kapsamlı bir bakıĢı, farklı
düzeylerde müdahaleleri gerektirmektedir.
3.2.4.1.2. ÇalıĢan çocuk- çocuk iĢçi kavramı
“ÇalıĢan çocuk”, “genç iĢçi” kavramları farklı sosyal yapılara sahip
toplumlarda farklı anlamlar taĢımaktadır. Bu kavram ve tanımlar bir ülkeden
diğerine, geliĢmiĢ bir ülkeden geliĢmekte olan bir ülkeye, ülke içinde kırsal alandan
kentsel alana farklılıklar göstermektedir (Karabulut,2000:503).
1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu‟na göre 12 yaĢından küçüklerin
çalıĢtırılması yasaktır (md.173/1). 4857 sayılı ĠĢ Kanunu ise çalıĢma yaĢını 15
olarak belirlemiĢ, hafif iĢlerde bu yaĢın 14‟e çekilebileceğini hükme bağlamıĢtır
(md.71/1).
Türkiye‟nin de imzaladığı BirleĢmiĢ Milletler‟in Çocuk Haklarına Dair
SözleĢmesi‟nin 1. maddesine göre, 18 yaĢına kadar her insan çocuktur. Medeni
hukuktaki rüĢt yaĢı dikkate alındığında, 18 yaĢını doldurmamıĢ olan herkes
“küçük” olarak adlandırılmaktadır.
DPT‟nin 7. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı Çocuk Özel Ġhtisas Komisyon
Raporunda, çalıĢan çocuk; sosyo-ekonomik konumları gereği esnaf ve sanatkarlar
yanında, tarım sektöründe, marjinal çalıĢma alanlarında maddi kazanç elde etmek
240
ya da meslek edinmek amacıyla üretime katılan ve 19 yaĢından gün almamıĢ
kimseler olarak tanımlanmıĢtır.
Çocuk iĢçi tanımında Uluslararası ÇalıĢma Örgütü‟nün (ILO) tanımı da
oldukça önemlidir. ILO‟ nun çocuk iĢçi tanımı, 138 sayılı Ġstihdama Kabulde Asgari
YaĢ SözleĢmesi‟ne dayanmaktadır. ILO‟ nun çocuk iĢçi tanımında benimsediği yaĢ
sınırı ise 15‟tir. ILO, Türkiye‟nin de onayladığı, 138 sayılı Ġstihdama Kabulde Asgari
YaĢ SözleĢmesi ile çalıĢma yaĢ sınırını 15 olarak kabul etmiĢtir. Buna göre, 15
yaĢın altında, hayatını kazanmak, aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla
çalıĢma hayatına atılan çocuklara “çalıĢan çocuk” ya da “çocuk iĢçi” denilmektedir.
ILO‟ nun yaptığı ayrım 4857 sayılı ĠĢ Kanunu‟nda da kabul edilmiĢtir. ĠĢ
Kanununda 15 yaĢına kadar olanlar çocuk iĢçi, 15–18 yaĢ arasındakiler genç iĢçi
olarak tanımlanmaktadır.
Öte yandan, ILO‟ nun 87. Genel Konferansında kabul edilen 182 sayılı En
Kötü Biçimlerdeki Çocuk ĠĢçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına ĠliĢkin
Acil Eylem SözleĢmesi‟nde “çocuk” terimi ile 18 yaĢın altındaki herkes ifade
edilmektedir.
Çocuk iĢçiliği dünya gündeminde en üst sırada yer alması gereken ve çözüm
bekleyen bir sorundur. Milyonlarca çocuk, fiziksel, zihinsel, eğitsel, sosyal,
duygusal ve kültürel geliĢimlerine zarar veren ve ulusal yasalarla uluslararası
standartlara uygun olmayan koĢullarda ve yeterli eğitimden, sağlık hizmetlerinden
ve temel özgürlüklerden yoksun biçimde çalıĢmaktadır. Çocuğun çalıĢması çoğu
zaman eğitimden yoksun kalmasına, sağlığının ve bedensel geliĢiminin olumsuz
yönde etkilenmesine neden olmakta ve toplumda çeĢitli sosyal zararlara yol
açmaktadır.
3.2.4.1.3. Çocukların istihdam ve eğitim durumları
Günümüzde çalıĢan çocukların sayısını kesin olarak söylemek mümkün
olmasa da, en son ILO tahminlerine göre küresel çocuk iĢçi sayısı 2012 yılı
241
itibariyle 168 milyon olup, tüm dünyada çalıĢmakta olan 168 milyon çocuğun 85
milyonu ise tehlikeli iĢlerde çalıĢmaktadır (ILO,2013:3).
Dünya genelinde birbirine benzer olan çocuk iĢçiliğinin temel nedenleri,
yoksulluk, göç, geleneksel aile yapıları, eğitim olanaklarının yetersizliği, iĢsizlik,
iĢverenlerin ucuz iĢgücü gereksinimi, iĢ mevzuatlarındaki yetersizlikler ve mevcut
mevzuatın etkin uygulanamaması olarak sıralanabilir.
Çocukların düĢük ücretle, sosyal güvenlikten yoksun olarak çalıĢtırılması
çocuk iĢçiliğini cazip hale getirmekte, gerekli denetim ve önlemlerin alınmaması,
çocuk
iĢçiliğini
adeta
körüklemektedir.
Dolayısıyla
iĢverenleri
çocuk
iĢçi
çalıĢtırmaya iten yalnızca geçici iĢgücü ihtiyaçları değil, aynı zamanda maliyet
unsurudur.
ILO‟nun yaptığı araĢtırmalara göre çocuk içinde yaĢadığı fakirlik çemberini
kopartmak, temel ihtiyaçlarını karĢılamak ve aile üzerinde kendisinin yarattığı yükü
azaltmak, ailesinin geçimini sağlamak, hiç değilse paylaĢmak gibi ekonomik
nedenlerle çalıĢmaktadır.
Eğitim ve eğitimden uzaklaĢtırılma, çocuk iĢçiliğini artıran faktörlerin baĢında
gelmektedir. Genel anlamda bakıldığında eğitim düzeyinin yükselmesi, yoksul
olma riskini azaltmaktadır. TUĠK 2009 Yoksulluk ÇalıĢması sonuçlarına göre
ülkemizde okur-yazar olmayan nüfusun %29,8‟i yoksul olarak tanımlanan grubu
oluĢturmaktadır.
Çocuk iĢçiliği sorunu geliĢmekte olan her ülke için olduğu gibi, Türkiye için de
önem taĢıyan bir konudur. Sorun; nüfus, eğitim düzeyi, ekonomik geliĢim ve sosyal
kalkınma kavramlarıyla doğrudan ilgilidir. ILO katkısıyla TÜĠK tarafından
gerçekleĢtirilen Ekim 1999 Çocuk ĠĢgücü Anketi temel göstergelerine bakıldığında
65 milyon 422 bin olarak tahmin edilen Türkiye nüfusunun %24,2‟sini (15 milyon
822 bin kiĢi) 6–17 yaĢ grubu insanlar oluĢturmaktadır. Türkiye genelinde 6–17 yaĢ
grubu arasında bulunan 15 milyon 822 bin çocuğun içerisinde ekonomik faaliyette
bulunanların oranı %10,3 (1 milyon 630 bin kiĢi) olarak tahmin edilmiĢtir. Ekonomik
bir faaliyette bulunan çocukların %58,6‟sını erkekler, %41,4‟ünü ise kızlar
242
oluĢturmaktadır. Ekim 1999 Çocuk ĠĢgücü Anketi sonuçlarına göre 6–17 yaĢ grubu
çocukların okula devam durumları incelendiğinde %78,8'lik bir devam oranı
karĢımıza çıkmaktadır. ÇalıĢma nedenlerine bakıldığında çocukların ağırlıklı olarak
hane halkı gelirine katkıda bulunmak amacıyla çalıĢtıkları görülmekte (%38,4),
bunu hane halkının ekonomik faaliyetine yardımcı olmak için çalıĢma durumu
izlemektedir (%19,7)80.
Ekim 1999 Çocuk ĠĢgücü Anketi sonuçları Ekim 1994 Çocuk ĠĢgücü Anketi
sonuçları
ile
karĢılaĢtırıldığında,
1992–1999
yılları
süresince
ILO
IPEC
programının (Uluslararası ÇalıĢma Örgütü Çocuk ĠĢçiliğinin Sona Erdirilmesi
Uluslararası Programı) hedef kitlesini oluĢturan 6–14 yaĢ grubunda istihdam edilen
çocukların oranında önemli bir azalıĢ olduğu dikkat çekmektedir. Ekim 1994 Çocuk
ĠĢgücü Anketi sonuçlarına göre 6–14 yaĢ grubundaki çocukların %8,8‟i ekonomik
bir faaliyette çalıĢmakta iken, Ekim 1999'da bu oran %5,1‟e düĢmüĢtür.
Türkiye, kırsal yerleĢimden kentsel yerleĢime ve tarımsal ekonomiden sanayi
ekonomisine geçiĢ süreci yaĢamaktadır. BaĢlıca kent merkezlerine göç trendi,
sosyal destek ağının yetersizliği veya kent yaĢamına uyum sağlayamama ile
birleĢtiğinde, çocuk iĢçiliği daha fazla gündeme gelmekte, özellikle ailenin gelir
düzeyini arttırmak amacıyla sokaklarda ve marjinal sektörlerde çalıĢan çocukların
sayısı belirgin bir Ģekilde artmaktadır.
ILO, Çocuk ĠĢçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı (IPEC)
desteğiyle Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından 2006 yılı Ekim, Kasım ve Aralık
aylarında Hanehalkı ĠĢgücü Anketi ile birlikte “Çocuk ĠĢgücü AraĢtırması”
gerçekleĢtirilmiĢtir. Son Çocuk ĠĢgücü Anketi ise; 2012 yılında TÜĠK tarafından
yine Hanehalkı ĠĢgücü Anketi ile birlikte Ekim, Kasım ve Aralık aylarında
uygulanmıĢtır. AraĢtırmada 6–17 yaĢ grubundaki çocuklar kapsanmıĢ ve toplam
27.118 çocuk ile görüĢülmüĢtür.
Dönem ortası nüfus projeksiyonları esas alınarak ağırlıklandırma yapılan
araĢtırma sonuçlarına göre; 6–17 yaĢ grubundaki çocuklar, kurumsal olmayan sivil
nüfusun %20,6‟sını oluĢturmaktadır. 2012 yılının IV. döneminde Türkiye genelinde
80
TÜĠK Çocuk ĠĢgücü Anketi Sonuçları. www.tuik.gov.tr (e.t: 25.05.2011).
243
6–17 yaĢ grubundaki 15 milyon 247 bin çocuktan 893 bin çocuk çalıĢma yaĢamı
içinde yer almakta, bir baĢka ifadeyle istihdam edilmektedir. Bu verilere göre 1994
yılında 6–17 yaĢ grubunun %15,2‟si çalıĢırken, 1999‟da bu oran %10,3‟e, 2006‟da
ise %5,9‟a gerilemiĢ durumdadır. 2012 yılında da bu yaĢ grubundaki çocukların
istihdam oranı 2006 yılı sonuçlarına göre aynı düzeyde kalmıĢtır. Nitekim
ülkemizde 6–17 yaĢ grubundaki ekonomik faaliyetlerde çalıĢan çocukların sayısı
1994 yılında 2 milyon 269 bin iken, sırasıyla 1999 yılında 1 milyon 630 bine ve
2006 yılında 890 bine düĢmüĢtür. 2012 yılında ise 3 bin kiĢilik bir artıĢ göstermiĢ
ve 893 bin olmuĢtur (Çizelge 3.16). Bu yaĢ grubundaki çocukların %60,5‟i kentsel,
%33,5‟i kırsal yerlerde bulunmaktadır. Bu çocukların 91,5‟i bir okula devam
ederken, %8,5‟i okula devam etmemektedir. Okula devam etmeyen çocukların
%58,8‟ini kız çocukları oluĢturmaktadır.
6–14 yaĢ grubunda ise 292 bin çocuğun çalıĢtığı görülmektedir.
Zorunlu
eğitim çağında olan 6–14 yaĢ grubundaki ekonomik faaliyetlerde çalıĢan
çocukların istihdam oranı %2,6; 15–17 yaĢ grubunda ise %15,6‟dır.
Çizelge 3.16. Çocuk iĢgücü temel göstergeleri (bin kiĢi)
1994
Ekim
1999
Ekim
Ekim
Kasım
Aralık
2006
Ekim
Kasım
Aralık
2012
59.736
65.422
68.378
73.950
8.469
7.930
7.519
7.481
6-14 yaĢ grubundaki nüfus
10.945
11.939
11.378
11.386
6-17 yaĢ grubundaki nüfus
14.968
15.822
15.025
15.247
Ġstihdam (6 yaĢ +)
20.984
22.124
20.980
25.584
958
609
285
292
8,8
5,1
2,5
2,6
2.270
1.630
890
893
15,2
10,3
5,9
5,9
609
478
490
400
Kır
1.658
1.151
400
493
Erkek
1.372
955
601
614
Kadın
898
675
289
279
Tarım
Kurum sal olm ayan sivil nüfus
0-5 yaĢ grubundaki nüfus
Ġstihdam (6 - 14 yaĢ)
Ġstihdam oranı (6 - 14 yaĢ)
Ġstihdam (6 - 17 yaĢ)
Ġstihdam oranı (6 - 17 yaĢ)
Kent
1.510
990
326
399
Sanayi
385
322
275
217
Hizm et
375
318
289
277
Ücretli veya yevm iyeli
648
617
505
470
Kendi hesabına veya iĢveren
Ücretsiz aile iĢçisi
52
28
24
10
1.570
985
362
413
Kaynak: TÜĠK Çocuk ĠĢgücü Ġstatistikleri.www.tuik.gov.tr (16.11.2013).
244
Türkiye genelinde 6–17 yaĢ grubunda istihdam edilen çocukların %44,8‟i
kentsel, %55,2‟si kırsal yerlerde yaĢamaktadır. Ġstihdam edilen çocukların
%68,8‟ini erkek, %31,2‟sini kız çocukları oluĢturmaktadır.
ÇalıĢan çocukların %49,8‟i bir okula devam ederken, %50,2‟si öğrenimine
devam etmemektedir. YaĢ grupları itibariyle 6–14 yaĢ grubunda çalıĢan çocukların
%81,8‟i, 15–17 yaĢ grubunda çalıĢan çocukların ise %34,3‟ü bir okula devam
etmektedir. Okula devam eden 6–17 yaĢ grubundaki çocukların %3,2‟si ekonomik
iĢlerde ve %50,2‟si ev iĢlerinde faaliyet gösterirken, %46,6‟sı herhangi bir faaliyette
bulunmamaktadır. Bu yaĢ grubunda okula devam etmeyen çocukların ise; %34,5‟i
ekonomik iĢlerde ve %38,8‟i ev iĢlerinde faaliyet gösterirken, %26,7‟si herhangi bir
faaliyette bulunmamaktadır.
Ekonomik faaliyetlerde çalıĢan çocukların %44,7‟si (399 bin kiĢi) tarım,
%24,3‟ü (217 bin kiĢi) sanayi ve %31‟i (277 bin kiĢi) hizmet sektöründe yer
almaktadır. Sektör bazındaki sonuçlar, 2006 yılı sonuçları ile karĢılaĢtırıldığında
tarım sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 8,1 puan artarken, sanayi
sektörünün payı 6,6 puan ve hizmet sektörünün payı ise 1,5 puan azalmıĢtır. ĠĢteki
duruma göre; çalıĢan çocukların %52,6‟sı (470 bin kiĢi) ücretli veya yevmiyeli,
%46,2‟si (413 bin kiĢi) ise ücretsiz aile iĢçisidir81.
3.2.4.2. Gençler
3.2.4.2.1. Genel olarak
Ġnsanlar yaĢamları süresince, birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılmamıĢ
bulunan çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaĢlılık süreçlerinden geçerler. Bütün bu
dönemlerin kendine has ve önemli bir takım özellikleri bulunmakla birlikte, insan
hayatının en önemli ve verimli dönemini gençlik dönemi oluĢturmaktadır.
Çocuk gibi henüz evrensel olarak kabul edilmiĢ bir genç ve gençlik tanımı
bulunmamaktadır. Gençlik sosyolojik, psikolojik ve demografik açıdan farklı
Ģekillerde tanımlanabilmektedir. Genel bir tanım yapılamasa da çocukluk dönemi
81
TÜĠK Çocuk ĠĢgücü Anketi Sonuçları, 2012. http://www.tuik.gov.tr (e.t:15.11.2013).
245
ile gençlik döneminin birbirlerinden ayrılmasında genelde demografik faktör/ yaĢ
faktörü kullanılmaktadır (Gündoğan,2001:5). Ancak kullanılan yaĢ sınırı da çeĢitli
faktörlere bağlı olarak değiĢebilmekte, evrensel bir nitelik taĢımamaktadır. Örneğin
AB‟nin 94/33 sayılı Direktifi‟nde 18 yaĢın altındakiler genç, 15 yaĢın altındakiler
çocuk, 15 yaĢında olup, 18 yaĢından küçük olanlar da ergen olarak tanımlanmıĢtır.
Buna karĢılık BM Çocuk Hakları SözleĢmesi‟nde yukarıda belirtildiği gibi 18 yaĢın
altındakiler çocuk kabul edilmiĢtir (Tandoğan,2006:4).
SanayileĢmiĢ ülkelerde genç iĢçi tanımında alt sınır, genellikle zorunlu eğitim
yaĢının sona erdiği yaĢ kabul edilmekte, üst sınır ise değiĢebilmektedir. Ancak BM
ve Avrupa ülkelerinin büyük bölümünde 15–24 yaĢ grubunda olanlar genç olarak
kabul edilmektedir (Gündoğan,2001:6). Türkiye‟de BeĢ Yıllık Kalkınma Planlarında
farklı genç nüfus tanımlarına rastlanmaktadır. Buna göre genç nüfus tanımları II.
BeĢ Yılık Kalkınma Planı‟nda 14–24; III. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı‟nda 14–22, IV.
ve V. BeĢ Yıllık Kalkınma Planlarında 12–24, daha sonraki planlarda 15–24 yaĢ
arasındaki nüfus için yapılmıĢtır (Murat ve ġahin,2011:96).
ILO‟nun 127 sayılı SözleĢmesi‟nde genç iĢçi 15 yaĢın altındaki küçük iĢçiyi
ifade etmektedir (Altan,2010:246). Türkiye‟de 4857 sayılı ĠĢ Kanunu çocuk ve genç
iĢçiyi tanımlamamıĢtır. Ancak Kanunun 71. maddesindeki düzenlemeden 15 yaĢını
doldurmamıĢ olanların çocuk iĢçi, 15 yaĢını doldurmuĢ olanların genç iĢçi olarak
kabul edildiği anlaĢılmaktadır. Çocuk ve Genç ĠĢçilerin ÇalıĢtırılması Usul ve
Esasları Hakkındaki Yönetmelik‟te ise genç iĢçi 15 yaĢını tamamlamıĢ ancak 18
yaĢını tamamlamamıĢ kiĢi olarak tanımlanmaktadır (Tandoğan,2006:6;Tokol,
2013:61–62).
Her ne kadar gençlik olgusu üzerinde evrensel olarak kabul edilmiĢ bir tanım
olmasa ve farklı bakıĢ açılarıyla gençlik ile ilgili tanımlamalar yapılıyor olsa da, pek
çok uluslararası kuruluĢ, yayın ve bilimsel çalıĢmalarında gençliği; insan
yaĢamının bir evresi, çocukluktan yetiĢkinliğe geçiĢ süreci olarak göstermekte ve
somut bir yaĢ grubuna indirgemektedir (UN,2005; ILO,2008; World Bank,2006).
Günümüzde gençlerin iĢsiz kalmaları konusunda genel kabul gören eğilim,
onların yetiĢkinlere oranla daha fazla sosyal risk altında olduklarıdır. Son yıllarda
246
ortaya çıkan geliĢmelerin gençlerin yaĢamları üzerinde arttırmıĢ olduğu belirsizlik,
sosyal dıĢlanma sorununun gerekçelerinden biridir.
Gençleri topluma bağlayan aile, arkadaĢlık gibi enformel bağların yanı sıra
okul, iĢgücü piyasası gibi formel bağlar da bulunmaktadır. Gençlerin bir kısmı tek
ebeveynli, parçalanmıĢ veya yoksul ailelerde yetiĢmiĢ olabilir. Ancak çoğu zaman
gençlerin dıĢlanmıĢlığı formel olarak iĢgücü piyasası ile bağların kopmasından
kaynaklanmaktadır. Bu durum gençlerin gelir yoksulluğu nedeniyle ailelerine daha
uzun süre bağımlı kalmalarına neden olmaktadır (Sapancalı,2005:124).
3.2.4.2.2. Gençlerin istihdam ve eğitim durumları
Ekonomik ve sosyal yaĢamın hemen her alanı üzerinde derin etkiler bırakan
iĢsizlik olgusu, dezavantajlı gruplar arasında yer alan gençler açısından daha
büyük önem ve tehlike arz etmektedir. Gençler iĢsizlik sorunundan daha fazla
etkilenmekte ve bir ülkenin ekonomik kalkınmıĢlığını daha fazla etkilemektedir.
Ġster geliĢmiĢ ister geliĢmekte olan ülke olsun, bugün dünyadaki genel eğilim, 15–
24 yaĢ grubundaki iĢsizlik oranlarının, genel iĢsizlik oranlarından yaklaĢık olarak iki
misli fazla olduğudur. Üstelik gençlerin yalnızca yüksek iĢsizlik oranlarına değil,
bunun yanında düĢük istihdam ve iĢgücüne katılma oranlarına da sahip oldukları
belirtilmelidir.
Bu bağlamda gençlerin karĢı karĢıya oldukları sosyal dıĢlanma riskleri
özellikle iĢgücü piyasası ile ilgilidir. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanan gençler, sadece
gelirden yoksun kalmaz, aynı zamanda çalıĢma yaĢamının ve mesleki tecrübelerin
kendisine kazandıracağı sosyalleĢme sürecinden de dıĢlanırlar. Formel yollardan
istihdam
Ģansı
bulamayan
gençler,
enformel
örgütlere,
çetelere,
suça,
uyuĢturucuya ve diğer anomik davranıĢlara yönelebilirler. Gençler arasında
iĢsizliğin artıĢı, toplumda siyasi Ģiddet, hatta anarĢiye neden olabilir (Gündoğan,
2001:30–31).
247
Çizelge 3.17. Gençler için küresel iĢgücü piyasası göstergeleri,1998–2009
Toplam
Kadın
Erkek
Genç (15-24)
1998
ĠĢgücü (milyon)
577.8 614.4 619.2
340.6 364.7 368.5
237.2 249.7 250.6
Ġstihdam (milyon)
505.9 540.4 538.5
298.6 321.3 321.0
207.2 219.1 217.5
2008
2009
1998
2008
2009
1998
2008
2009
ĠĢsizlik (milyon)
71,9
74,1
80,7
41,9
43,4
47,5
30,0
30,6
33,2
ĠKO (%)
54,7
50,8
51,0
63,2
58,8
59,1
45,9
42,5
42,5
Ġstihdam Oranı (%)
47,9
44,7
44,4
55,4
51,8
51,4
40,1
37,3
36,9
ĠĢsizlik Oranı (%)
12,4
12,1
13,0
12,3
11,9
12,9
12,6
12,3
13,2
Kaynak: ILO, 2010: 61.
Yukarıdaki Çizelge, küresel iĢgücü piyasasına iliĢkin verileri gençler
açısından 1998, 2008 ve 2009 yılları itibariyle toplu bir Ģekilde göstermektedir.
Buna göre, dünyada 2009 yılı itibariyle 619.2 milyon genç iĢgücü bulunmakta;
bunların %59,5‟ini (368.5 milyon) erkekler, %40,5‟ini (250.6 milyon) ise kadınlar
oluĢturmaktadır. 2009 yılında istihdam edilen gençlerin sayısı, 321 milyonu erkek
ve 217.5 milyonu kadın olmak üzere toplamda 538.5 milyon; iĢsiz gençlerin sayısı
ise, 47.5 milyonu erkek ve 33.2 milyonu kadın olmak üzere 80.7 milyondur. Bu
doğrultuda görülmektedir ki, hem iĢgücü sayısında, hem bu iĢgücünün istihdam
edilmesinde hem de iĢsizlik rakamlarında genç erkekler, genç kadınlara oranla
daha büyük bir yer kaplamaktadır.
Söz konusu rakamlara oransal olarak bakıldığında durum daha da belirgin bir
hale gelmektedir. Buna göre, 2009 yılı itibariyle gençlerin iĢgücüne katılma oranı
erkeklerde %59,1, kadınlarda %42,5 ve toplamda da %51,0 olarak gerçekleĢmiĢtir.
Yine 2009 yılı çerçevesinde gençlerin istihdam oranları gözden geçirildiğinde ise,
erkeklerde %51,4; kadınlarda %36,9 ve toplamda da %44,4‟lük oranların
gerçekleĢmiĢ olduğu görülmektedir. Çizelge 3.17‟de sunulan veriler, bir anlamda
dünyada gençlerin iĢsizliğinin küresel bir sorun olarak algılanması gerekliliğini
ispatlar niteliktedir. Çünkü dünyada genç iĢsizlik oranları, göz ardı edilemeyecek
kadar büyüktür ve giderek artan bir seyir izlemektedir.
Gençler arasında giderek yaygınlaĢan iĢsizlik sorununun ne denli önemli bir
sorun olduğunun daha iyi anlaĢılabilmesi bakımından bir diğer önemli gösterge de,
genç iĢsizliğinin yetiĢkin iĢsizliğine oranıdır. ILO‟nun 2010 yılında yayımlamıĢ
248
olduğu “Gençler Ġçin Küresel Ġstihdam Eğilimleri (Global Employment Trends For
Youth)” adlı rapora göre (ILO,2010:63), 2009 yılı itibariyle dünyada genç iĢsizlik
oranı, yetiĢkin iĢsizlik oranının 2,7 katı daha fazladır. Aynı karĢılaĢtırma genç
erkekler arasında yapıldığında 2,8 ve genç kadınlar arasında da yapıldığında 2,6
katı daha fazla çıkmaktadır.
Küresel geliĢmelerin paralelinde ülkemizde de gençlerin istihdam ve iĢsizlik
sorununun çok ciddi boyutlara ulaĢmıĢ olduğunu söylemek yanlıĢ olmayacaktır.
Çizelge 3.18, Türkiye‟deki temel iĢgücü göstergelerini hem genel olarak (15+yaĢ),
hem de 15–24 yaĢ grubu açısından cinsiyete göre 2000–2011 yılları arasında
vermektedir. Bu Ģekilde ikili bir yapıya gidilmesinin sebebi, genç iĢsizliği ve
istihdamının genel yapı içerisindeki durumunun daha net bir Ģekilde tespit
edilebilmesidir.
Çizelge 3.18 dikkatli bir Ģekilde incelendiğinde, iĢgücü piyasalarına iliĢkin tüm
göstergelerde gençlerin durumunun genel yapıdan daha olumsuz bir seyir izlediği
görülmektedir.
249
Çizelge 3.18. Türkiye‟de cinsiyete göre genel/genç iĢgücü piyasası göstergeleri
(%), 2005–2013
GENEL (15+YAġ)
2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
ĠĢgücüne Katılma
Oranı
Toplam 46,4 46,3 46,2 46,9 47,9 48,8 49,9 50,0 50,8
Erkek
70,6 69,9 69,8 70,1 70,5 70,8 71,7 71,0 71,5
Kadın
23,3 23,6 23,6 24,5 26,0 27,6 28,8 29,5 30,8
Ġstihdam Oranı
Toplam 41,5 41,5 41,5 41,7 41,2 43,0 45,0 45,4 45,9
Erkek
63,2 62,9 62,7 62,6 60,7 62,7 65,1 65,0 65,2
Kadın
20,7 21,0 21,0 21,6 22,3 24,0 25,6 26,3 27,1
ĠĢsizlik Oranı
Toplam 10,6 10,2 10,3 11,0 14,0 11,9 9,8 9,2 9,7
Erkek
10,5 9,9 10,0 10,7 13,9 11,4 9,2 8,5 8,7
Kadın
11,2 11,1 11,0 11,6 14,3 13,0 11,3 10,8 11,9
TarımdıĢı ĠĢsizlik
Oranı
Toplam 13,5 12,7 12,6 13,6 17,4 14,8 12,4 11,5 12,0
Erkek
12,2 11,3 11,4 12,3 16,0 13,2 10,7 9,9 10,1
Kadın
18,7 17,9 17,3 18,1 21,9 20,2 17,7 16,4 17,4
GENÇ (15-24)
2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
ĠĢgücüne Katılma
Oranı
Toplam 37,7 37,4 37,7 38,1 38,7 38,3 39,3 38,2 39,6
Erkek
51,7 51,1 51,6 51,7 52,2 50,9 52,3 50,8 51,9
Kadın
24,5 24,4 24,4 25,1 25,8 26,3 26,8 25,9 27,5
Ġstihdam Oranı
Toplam 30,2 30,3 30,2 30,3 28,9 30,0 32,1 31,5 32,2
Erkek
41,6 41,8 41,5 41,3 39,0 40,2 43,4 42,5 43,1
Kadın
19,4 19,3 19,3 19,8 19,3 20,3 21,2 20,7 21,5
ĠĢsizlik Oranı
Toplam 19,9 19,1 20,0 20,5 25,3 21,7 18,4 17,5 18,7
Erkek
19,5 18,3 19,6 20,1 25,4 21,0 17,1 16,3 17,0
Kadın
20,5 20,6 20,8 21,2 25,0 23,0 20,7 19,9 21,9
Tarım dıĢı ĠĢsizlik
Oranı
Toplam 24,2 22,5 23,3 24,2 29,8 25,9 22,1 20,9 22,0
Erkek
22,3 20,2 21,5 22,3 28,4 23,7 19,4 18,5 19,0
Kadın
28,8 28,1 27,4 28,5 32,9 30,7 28,1 26,1 28,4
Kaynak: TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Ġstatistikleri, (21.06.2014).
Genç nüfusta iĢgücüne katılma oranları 2009 yılında %38,7, 2011 yılında
%39,3, 2012 yılında %38,2 ve 2013 yılında 39,6 olarak; iĢsizlik oranları ise 2009
yılında %25,3, 2012 yılında %17,5 olarak gerçekleĢmiĢtir. Krizin yaĢandığı 2009
yılından itibaren genç nüfus iĢsizlik oranındaki azalıĢ dikkate değer görünmektedir.
250
2013 yılı itibariyle, Türkiye‟de genel iĢgücüne katılma oranı %50,8 iken,
gençlerin iĢgücüne katılma oranı %39,6; genel istihdam oranı %45,9 iken
gençlerin istihdam oranı %32,2 ve genel iĢsizlik oranı %9,7 iken gençlerin iĢsizlik
oranı %18,7 olarak gerçekleĢmiĢtir. ĠĢgücü piyasalarına iliĢkin bu üç önemli
göstergeye cinsiyetler açısından bakıldığında ise, erkeklerin kadınlara oranla hem
genel hem de genç nüfus bağlamında daha fazla iĢgücüne katıldıkları ve
dolayısıyla daha yüksek miktarda istihdam edildikleri görülmektedir. Bu çerçevede,
2013 yılı itibariyle, erkeklerin iĢgücüne katılma oranları genelde %71,5 ve gençler
arasında da %51,9 iken, kadınların iĢgücüne katılma oranları %30,8 ve %27,5
olarak gerçekleĢmiĢtir.
Bu noktada en fazla dikkat çeken husus, kuĢkusuz ki kadınların durumudur.
Çünkü ülkemizde kadınların iĢgücüne katılma oranı oldukça düĢük bir seviyede
bulunmaktadır. Çizelge 3.18‟de görüldüğü gibi, 2005‟ten bu yana gençlerin
iĢgücüne katılma oranlarında önemli bir değiĢim olmamıĢtır. 2005 yılında %51,7
olan genç erkeklerin iĢgücüne katılma oranı 2011 yılında %52,3 iken 2013 yılında
%51,9 olarak gerçekleĢmiĢtir. Genç kadınlar açısından da durum tamamen benzer
olup, 2005 yılında %24,5 olan genç kadınların iĢgücüne katılma oranı 2011 yılı
itibariyle %26,8 iken, 2013 yılında %27,5‟tir.
90,0
80,0
70,0
60,0
50,0
40,0
30,0
20,0
10,0
0,0
Okuryazar olmayan
Lisealtı eğitimliler
Genel Lise
Mesleki veya teknik
lise
Yüksek öğretim
Toplam
21,1
35,6
32,2
55,8
74,9
Erkek
28,4
49,6
39,2
65,9
78,3
Kadın
18,4
20,1
25,1
44,0
72,3
Toplam
Erkek
Kadın
ġekil 3.1. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı (%), 2013
Kaynak: TÜĠK (22.07.2014).
251
ĠĢgücüne katılma oranı, gençlerde de eğitim seviyelerine göre farklılık
göstermekte, eğitim seviyesi arttıkça iĢgücüne katılma oranı da artmaktadır.
Yükseköğretim haricindeki tüm eğitim seviyelerinde genç erkeklerin iĢgücüne
katılma oranları, genç kadınların iĢgücüne katılımının hayli (lise altı eğitim
seviyesinde 2,5 kat) üzerindedir. Ancak, yükseköğretim mezunu olan genç
kadınların iĢgücüne katılma oranlarının (%72,3), genç erkeklerin iĢgücüne katılma
oranına (%78,3) oldukça yakın olduğu dikkati çekmektedir (ġekil 3.1).
Cinsiyete göre istihdam oranlarının da iĢgücüne katılma oranlarının
paralelinde erkeklerin lehine gerçekleĢmiĢ olduğu açık bir Ģekilde görülmektedir.
Buna göre, 2013 yılı itibariyle, erkeklerin genel istihdam oranı %65,2 iken genç
istihdam oranı %43,1ve kadınların genel istihdam oranı %27,1 iken genç istihdam
oranı %21,5‟tir (Çizelge 3.18).
AB ülkelerinde gençlerin eğitimi artıkça iĢsizlik oranlarının düĢmesine
rağmen, Türkiye için tam tersi bir durum söz konusudur.
Ülkemizdeki resmi
rakamlar, eğitimli insanlar arasındaki iĢsizlik oranının eğitim almayanlara göre
daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu durumda eğitimli iĢsiz olmaktansa,
eğitimsiz olma ama bir an önce ekmek parası kazanmak, bireyler ve aileleri için
daha tercih edilebilir bir seçenek haline gelmektedir (DPT,2001a:81). Ayrıca
iĢgücü piyasasında eğitimli kiĢiler ile eğitimsizler arasında ücret farklılıklarının
yaratılamaması da eğitimin cazibesini azaltabilmektedir. Bazı durumlarda ise aile
çocuğunu okutmak istese dahi okul masraflarının yüksekliği dolayısı ile bu isteğini
gerçekleĢtirememekte ya da çocuk bir yandan eğitimine devam ederken diğer
yandan kendi giderlerini karĢılamak amacıyla çalıĢmak zorunda bırakılmaktadır.
ĠĢsizler içinde özellikle eğitilmiĢ bireyler ve genç yaĢta olanların düzeyi dikkat
çekmektedir. Çünkü gençler önemli ölçüde toplumun geleceğe iliĢkin olarak üretim
potansiyelini oluĢturmaktadır. Sadece üretim boyutuyla değil, gelecekte daha
sağlıklı ve mutlu bir toplum yaratılmasında gençlerin bugün yaĢadıkları koĢulların
büyük etkisi olacaktır. Bu kaynağın etkili bir Ģekilde kullanılamaması durumunda
yaratacağı toplumsal ve siyasal sonuçları da dikkate değer niteliktedir.
252
Bu bağlamda, genel olarak ve gençler arasındaki iĢsizlik oranlarına
bakıldığında, gençlerin daha dezavantajlı bir konumda olduğu anlaĢılmaktadır.
Ülkemizde genel iĢsizlik oranları sürekli bir artıĢ ivmesi göstermiĢ olmakla birlikte
2010 yılından itibaren düĢme eğilimi arz etmektedir. 2009 yılında %14,0 olarak
gerçekleĢen iĢsizlik oranı 2013 yılı itibariyle %9,7‟dir. Aynı paralellik her iki
cinsiyette de görülmüĢtür. Gençlerin iĢsizlik oranı ise daha önce de ifade edildiği
gibi genel iĢsizlik oranlarının yaklaĢık iki katıdır. Buna göre 2005 yılında %19,9
olan genç iĢsizlik oranı yıllar içerisinde sürekli olarak artmıĢ, 2009 yılında %25,3‟e
yükselmiĢ ve 2013 yılında %18,7 seviyesine gerilemiĢtir. Genç kadınlar ile genç
erkeklerin iĢsizlik oranları arasında büyük bir fark bulunmamakla beraber, 2009 yılı
hariç tüm yıllarda genç kadınların iĢsizlik oranı genç erkeklerden daha yüksek
gerçekleĢmiĢtir. 2013 yılı itibariyle, genç erkekler arasında %17,0 olan iĢsizlik
oranı genç kadınlarda %21,9 olarak gerçekleĢmiĢtir (Çizelge 3.18). Kriz
dönemlerinden gençler daha çok etkilenmektedir. 2009 yılında yaĢanan ekonomik
kriz genç iĢsiz sayısını bir önceki yıla göre dörtte bir oranında artırmıĢ, 2010
yılındaki ekonomik büyüme ile genç iĢsizliği tekrar eski seviyelerine doğru
azalmaya baĢlamıĢtır.
Genç iĢsizlerin eğitim durumuna göre iĢsizlik oranları 2013 yılı itibariyle,
okuryazar olmayanlarda %10,3, lise altı eğitimlilerde %15,5, lise mezunlarında
%21,9, mesleki veya teknik lise mezunlarında %18,6, üniversite mezunlarında ise
%29,2‟dir.
40
35
30
25
20
15
10
5
0
Okuryazar olmayan
Lisealtı eğitimliler
Genel Lise
Mesleki veya teknik
lise
Yüksek öğretim
Toplam
10,3
15,5
21,9
18,6
29,2
Erkek
18,3
15,6
19,1
14,9
23,4
Kadın
5,9
15,3
26,2
25,1
34,2
Toplam
Erkek
Kadın
ġekil 3.2. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢsizlik oranı (%), 2013
Kaynak: TÜĠK (EriĢim: 22.07.2014).
253
Eğitim seviyesi yükseldikçe iĢsizlik oranları da gerek kadınlar, gerekse
erkekler için yükselmektedir. Hem kadınlar hem de erkekler için meslek lisesi
mezunlarının iĢsizlik oranının genel lise mezunlarına kıyasla daha düĢük
seyretmektesi dikkat çeken bir husustur (ġekil 3.2).
Türk iĢgücü piyasasına iliĢkin veriler, Türkiye‟nin genç nüfus avantajından
yararlanamadığını göstermektedir. 2013 yılı verilerine göre, aktif/üretken nüfusta
istihdam oranı %45‟9‟dur. Yani aktif nüfustaki her 100 kiĢiden sadece 45,9‟u
üretmektedir. Genç nüfusta istihdam oranı daha vahim %32,2‟dir (Çizelge 3.18).
Genç nüfusta iĢgücüne katılma oranı %39,6, iĢsizlik oranı %18,7, tarım dıĢı iĢsizlik
oranı %22‟dir. Gençler içinde kadınlar daha dezavantajlıdır. Genç kadınlar iĢ
bulmakta genç erkeklere göre daha zorlanmakta ve iĢgücü piyasasından
dıĢlanmaktadırlar.
Çizelge 3.19‟da ise, 2013 yılında Türkiye‟deki genel ve genç nüfusun iĢgücü
durumuna iliĢkin veriler, hem genel hem de 15–24 yaĢ grubu açısından cinsiyetler
bağlamında değerlendirilmektedir.
2013 yılında 15–24 yaĢ nüfusun, toplam kurumsal olmayan nüfus içindeki
oranı %17,2‟dir. 15–24 yaĢ grubundaki nüfusun %32,2‟sini istihdam edilenler,
%7,4‟ünü ise iĢsizler oluĢtururken, gençlerin %60,4‟ü iĢgücü dıĢındadır. 15–24 yaĢ
grubundaki nüfusun %37,6‟sı eğitim/öğretime devam etmektedir. Gençlerin iĢgücü
durumu cinsiyet ayrımında incelendiğinde, genç kadınlarla, genç erkekler arasında
önemli farklılar olduğu dikkati çekmektedir. Genç erkeklerin %43,1‟i, genç
kadınların ise %21,5‟i istihdam edilirken, genç erkeklerin %8,8‟i, genç kadınların
ise %6‟sı iĢsizdir. Aynı Ģekilde, genç erkeklerin %48,1‟i iĢgücü dıĢında kalırken,
genç kadınların %72,5‟i iĢgücüne dâhil olmayanlar kategorisinde yer almaktadır.
15–24 yaĢ grubundaki genç kadınların %24,7‟sinin “ev iĢleriyle meĢgul olma”
nedeniyle iĢgücü dıĢında yer alıyor olması da dikkat çekici bir diğer önemli veridir.
Türkiye‟de gençlerin iĢgücü piyasalarına iliĢkin göstergelerinin önemli
derecede olumsuzluk arz etmesinin ve özellikle de genç iĢsizliğinin büyük
oranlarda bulunmasının altında yatan pek çok nedeni sıralamak mümkündür. Bu
nedenleri
Türkiye‟nin
nüfus
yapısından,
iĢgücü
piyasalarına
yönelik
254
düzenlemelerden ve eğitim yapısından kaynaklanan nedenler olarak sıralamak
yanlıĢ olmayacaktır.
Çizelge 3.19. Türkiye‟de genel ve genç nüfusun iĢgücü durumu, 2013
Toplam
Sayı
(bin kiĢi)
11.563
Erkek
Sayı
%
(bin kiĢi)
5.744 100,0
100
ĠĢgücü
4.584
39,6
2.981
Ġstihdam edilenler
3.727
32,2
2.476
857
7,4
6.979
ĠĢ armyıp çalıĢmya
hazır olanlar
ĠĢ bulma ümidi
olmayanlar
Kadın
Sayı
(bin kiĢi)
5.819
100,0
51,9
1.603
27,5
43,1
1.252
21,5
506
8,8
351
6,0
60,4
2.763
48,1
4.216
72,5
374
3,2
154
2,7
220
3,8
192
1,7
139
2,4
53
0,9
Ev iĢleriyle meĢgul
1.435
12,4
1.435
24,7
Eğitim/öğretim
4.347
37,6
2.183
38,0
2.164
37,2
176
1,5
104
1,8
72
1,2
6
0,1
2
0,0
5
0,1
Ailevi ve kiĢ. ned.
katılmayanlar
289
2,5
80
1,4
209
3,6
Diğer nedenler
161
1,4
102
1,8
59
1,0
15+ yaĢ nüfus
55.608
100,0
27.411
100,0
28.197
100,0
ĠĢgücü
28.271
50,8
19.597
71,5
8.674
30,8
Ġstihdam edilenler
25.524
45,9
17.883
65,2
7.641
27,1
2.747
4,9
1.714
6,3
1.033
3,7
27.337
49,2
7.814
28,5
19.523
69,2
1.441
2,6
485
1,8
956
3,4
638
1,1
401
1,5
237
0,8
11.463
20,6
11.463
40,7
Eğitim/öğretim
4.465
8,0
2.244
8,2
2.221
7,9
Emekliler
3.837
6,9
3.006
11,0
831
2,9
ÇalıĢamaz halde
3.666
6,6
1.307
4,8
2.360
8,4
50
0,1
13
0,0
37
0,1
1.470
2,6
182
0,7
1.287
4,6
308
0,6
176
0,6
132
0,5
15-24 yaĢ nüfus
ĠĢsizler
ĠĢgücüne dahil
olmayanlar
ÇalıĢamaz halde
Mevsimlik çalıĢanlar
ĠĢsizler
ĠĢgücüne dahil
olmayanlar
ĠĢ armyıp çalıĢmya
hazır olanlar
ĠĢ bulma ümidi
olmayanlar
Ev iĢleriyle meĢgul
Mevsimlik çalıĢanlar
Ailevi ve kiĢ. ned.
katılmayanlar
Diğer nedenler
%
Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (26.07.2014)
%
255
Ülkemizdeki toplam nüfusun %17,2‟si 15–24 yaĢ grubu gençlerden
oluĢmakta; buna %24,682 olan 0–14 yaĢ grubu da eklendiğinde, genel nüfus
yapımızın hala oldukça genç bir yapıya sahip olduğu anlaĢılmaktadır. Potansiyel
iĢgücü arzının, diğer bir ifadeyle çalıĢma çağındaki nüfusun artmaya devam
etmesi, gerekli önlemler alınmadığı takdirde tehdit oluĢturacaktır. Ayrıca, tarımdaki
çözülmenin devam ediyor olması da gençlerin kırsal alandan kentsel alana doğru
göç ettiklerinde ya iĢsiz kalmalarına, ya ikincil iĢlerde çalıĢmalarına ya da kayıt dıĢı
istihdam edilmelerine neden olmaktadır.
Çizelge 3.20. Toplamda ve gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları (%), 2005–2013
YaĢ
2005
2006
15+
15–24
48,2
65,2
47,0
63,1
2007
2008
TOPLAM
45,4
43,5
59,8
56,2
15+
15–24
70,9
83,9
69,9
83,1
TARIM
69,1
68,2
80,7
78,0
68,0
79,1
35,3
53,6
TARIM-DIġI
33,4
30,8
50,3
45,9
30,9
48,4
15+
15–24
36,1
55,4
2009
43,8
58,8
2010
43,3
58,2
2011
2012
2013
42,1
56,1
39,0
50,9
36,7
48,4
67,5
79,1
66,0
76,5
64,8
72,6
63,0
71,8
30,2
47,1
28,7
44,6
25,3
39,0
22,9
35,7
Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (EriĢim: 28.07.2014).
Türkiye'de gençler arasında da tam ve sürekli istihdam beklentisi olmadan ve
sosyal güvenliksiz çalıĢma yaygındır. Nitekim gençlerin karĢılaĢtıkları önemli
sorunlardan tanesi de, çoğu zaman sosyal koruma kapsamı dıĢında kalmalarıdır.
Birçok ülkede bireylerin sosyal güvenlik sistemine dâhil olmaları düzenli bir
biçimde çalıĢmalarına bağlıdır. Ancak gençler, iĢgücü piyasasına yeni katılmaları
nedeniyle geçmiĢte genellikle bir iĢte çalıĢmamıĢlardır veya çalıĢmıĢ olsalar dahi
bu uzun süreli bir çalıĢma değildir. Bu nedenle katkılı sosyal güvenlik sisteminin
sağladığı güvencelerden yararlanmaları söz konusu değildir (Sapancalı,2005:
125).
Ülkemiz iĢgücü piyasasının en önemli sorunlarından birisini oluĢturan kayıt
dıĢı istihdam, gençler arasında daha da yaygındır. 2013 yılında toplam kayıt dıĢı
82
http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=15974. TÜĠK, Haber Bülteni, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi
Sonuçları 2013.
256
istihdam oranı %36,7 iken, gençlerde bu oran 48,4‟tür. Tarım dıĢı faaliyetlerde
kayıt dıĢı çalıĢan gençlerin oranı ise, tarım dıĢı sektördeki kayıt dıĢılığın 13 puan
üzerindedir (%35,7). Yeterli nitelik, beceri ve mesleki bilgiye sahip olmayan
gençlerin iĢgücü piyasasına ilk giriĢleri kayıt dıĢı istihdam biçiminde olmaktadır.
Yaptığı iĢten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluĢuna kayıtlı olmadan
çalıĢan gençlerin oranı cinsiyet ayrımında incelendiğinde, ilk dikkati çeken husus
tarım-dıĢı sektörde genç kadınların kayıt dıĢılık oranlarının, genç erkeklere kıyasla
daha düĢük olmasıdır. 2013 yılında tarım dıĢı sektörde kayıt dıĢı çalıĢan genç
erkeklerin oranı %38,3 iken, genç kadınlar için bu oran %30,5‟tir.
Çizelge 3.21. Cinsiyete göre gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları, 2005–2013
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
ERKEK
Toplam
Tarım
Tarım dıĢı
65,6
81,2
59,0
63,0
79,6
56,5
60,2
76,6
53,7
55,8
73,5
48,6
59,3
75,6
51,7
58,7
75,8
50,4
55,9
72,5
47,4
51,3
69,1
42,2
48,3
67,9
38,3
KADIN
Toplam
Tarım
Tarım dıĢı
64,1
87,6
46,5
63,0
87,9
46,3
59,0
86,8
42,1
57,1
84,7
39,7
58,0
84,8
41,3
57,4
84,2
40,1
56,4
83,5
38,7
50,0
78,8
32,0
48,6
79,0
30,5
Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (EriĢim: 28.07.2014).
AĢağıdaki Ģekilde, 2013 yılı itibariyle gençlerin eğitim durumlarına göre kayıt
dıĢı istihdam oranları verilmektedir. Buna göre, en yüksek kayıt dıĢılık lise altı
eğitimlilerde iken, yüksekokul mezunlarının kayıt dıĢılık oranları diğer eğitim
durumlarına göre oldukça düĢüktür. Eğitim durumu yükseldikçe kayıt dıĢı istihdam
oranları azalmaktadır. Mesleki veya teknik lise mezunlarının kayıt dıĢılık oranı ise
genel lise mezunlarından daha düĢüktür.
257
ġekil 3.3. Gençlerin eğitim durumlarına göre kayıt dıĢı istihdam oranları, 2013
Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (EriĢim: 15.08.2014).
ĠĢgücü piyasası verileri, bize Türkiye‟nin yapısal bir genç iĢsizlik sorunu
yaĢadığını ve demografik değiĢim fırsatını değerlendiremediğini göstermektedir.
Maalesef Türkiye, genç nüfusundan ekonomide ve kalkınmada etkin bir Ģekilde
yararlanamamaktadır. Yaratıcı, enerjik ve tüketim talebi yüksek özellikleri
düĢünüldüğünde Türkiye, bu potansiyeli verimli üretime ve tüketime kanalize
edememektedir. Özellikle iĢgücüne katılma oranı %27,5 olan kadın genç nüfustan
Türkiye, verimli üretimde istifade edememektedir. Bu potansiyelin atıl kalması,
Ģüphesiz ülke ekonomisi için büyük kayıptır.
Ancak daha da önemlisi, genç iĢsizliğinin gençler ve toplum üzerinde yarattığı
psikolojik ve sosyal sorunlardır. Uluslararası çalıĢmalar, genç iĢsizliği ile sosyal
dıĢlanma arasında yakın iliĢkiye iĢaret etmektedir. ĠĢsizliğin yarattığı atıllık ve iĢe
yaramazlık duygusu, gençlerde baĢta psikolojik olmak üzere sağlık problemlerine,
Ģiddet ve suç eğilimine, çatıĢmalara, alkol ve uyuĢturucu bağımlılıklarına neden
olmaktadır (ILO,2010:6). Genç nüfus atıl kalınca demografik değiĢim fırsatı,
nerdeyse bir tehdide dönüĢmektedir.
258
3.3. Türkiye’de Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Konusunda ÇalıĢma Yürüten
Kurum ve KuruluĢlar
3.3.1. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü
Ülkemizde sosyal yardım alanında faaliyette bulunan kuruluĢlardan Sosyal
YardımlaĢma ve DayanıĢmayı TeĢvik Fonu, 1986 yılında 3294 sayılı Sosyal
YardımlaĢma ve DayanıĢmayı TeĢvik Kanunu ile kurulmuĢtur. Fon faaliyetlerini
931 il ve ilçede kurulu bulunan Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Vakıfları
(SYDV) aracılığı ile yürütmektedir.
Mevcut
sosyal
yardım
programlarının
daha
etkin
ve
hızlı
Ģekilde
ulaĢtırılabilmesi amacıyla, 9 Aralık 2004 tarih ve 5263 sayılı Sosyal YardımlaĢma
ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Fon‟un
yürütme organı niteliğinde olan SYDTF Genel Sekreterliği, BaĢbakanlığa bağlı bir
Genel Müdürlük (Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü) olarak
teĢkilatlandırılmıĢ, böylece Fon idaresi kurumsal bir yapıya kavuĢmuĢtur.
Fon idaresinin Genel Müdürlük olarak yapılandırılması ile mevcut sosyal
yardım programlarının ekonomik ve sosyal yoksunluk içerisinde bulunan
vatandaĢlara daha etkin ve hızlı bir Ģekilde ulaĢtırılması amaçlanmıĢtır.
SYDGM il ve ilçe vakıfları aracılığıyla, 3294 sayılı Kanunun amacı ve
kapsamı doğrultusunda ülkemizde herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi
olmayan ve sosyo-ekonomik yoksunluk içinde bulunan vatandaĢların temel
ihtiyaçlarını (yakacak, gıda, giyim, eğitim, sağlık gibi) karĢılamakta, engelli
vatandaĢların eğitim ve rehabilitasyon giderlerine katkı sağlamakta, kırsal ve
kentsel alanlarda yaĢayan yoksul vatandaĢların gelirlerini arttırma ve sürekli bir iĢe
sahip olmalarına yönelik projelere destek vermektedir. Yoksullukla mücadelede,
SYDGM, aktardığı kaynaklarla yoksul ve yardıma muhtaç kiĢileri pasif ve yardım
bekler durumdan; aktif, katılımcı ve kendi kendine yeterli duruma getirmeyi, gelir
dağılımındaki adaletsizlikleri gidermeyi, sosyal barıĢı sağlamayı ve sosyal
yardımlaĢma ve dayanıĢmayı kuvvetlendirmeyi hedeflemektedir (SYDGM,2005).
259
Söz konusu Genel Müdürlük, 08.06.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan
633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığına bağlı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü olarak faaliyetlerini
sürdürmektedir.
Ülkemizin en önemli sosyal yardım ve himaye kuruluĢu olan Sosyal Yardımlar
Genel Müdürlüğü; gerek yurt çapında sürdürdüğü yardım faaliyetleri ile sosyal
güvencesi olmayan yoksul, kimsesiz, muhtaç ve düĢkün vatandaĢlarımıza gerekse
istihdam
odaklı
mesleki
eğitim
ve
proje
destekleri
ile
iĢsiz,
eğitimsiz
vatandaĢlarımıza iliĢkin devletin sosyal sorumluluklarını yerine getirmektedir.
3.3.2. Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Cumhuriyetin
kurulmasıyla
birlikte
benimsenen
kalkınma
anlayıĢı
çerçevesinde, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmanın orta ve uzun dönemde
yoksulluğu da azaltacağı öngörülmüĢtür. Kimsesiz çocuklara yardım etme
amacıyla 1928 yılında Yardım Sevenler Derneği kurulmuĢ; Dernek, 1935 yılında
Çocuk Esirgeme Kurumu‟na dönüĢtürülmüĢ ve söz konusu kurum, 1937 yılında
Bakanlar
Kurulu
Kararı
ile
kamu
yararına
çalıĢan
dernek
statüsüne
kavuĢturulmuĢtur.
1981 yılında, Milli Güvenlik Kurulu Kararı ile Çocuk Esirgeme Kurumunun
genel merkezi, il ve ilçelerdeki Ģubeleri ile bucak ve köylerdeki kolları feshedilmiĢ;
24 Mayıs 1983 tarih ve 2828 sayılı Kanunla, korunmaya, bakıma veya yardıma
muhtaç aile, çocuk, sakat, yaĢlı ve diğer kiĢilere götürülen sosyal hizmetleri
yürütmek üzere BaĢbakanlığa bağlı kamu tüzel kiĢiliğine sahip katma bütçeli
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (SHÇEK)
kurulmuĢtur (SYDGM,2006).
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü,
amaçları
doğrultusunda;
yoksulluk
içinde
olup
da
temel
kuruluĢ
ihtiyaçlarını
karĢılayamayan ve yaĢamlarını en düĢük seviyede dahi sürdürmekte güçlük çeken
kiĢilere ve ailelere kaynakların yeterliliği ölçüsünde ayni ve nakdi yardımlar
yapmaktadır (SHÇEK,2010).
260
Sosyal
Hizmetler
ve
Çocuk
Esirgeme
Kurumu'nun
Sosyal
Yardım
kuruluĢta
bakılan
çocuklardan
ailesi
yanında
hizmetlerinden;
• Korunma
kararlı
bakılabilecek olanlar,
• Korunma kararlı sırada bekleyen çocuklar,
• Hakkında korunma kararı alınmak talebiyle baĢvuruda bulunulup, korunma
kararı alınmaksızın ekonomik destek ile ailesi yanında bakılabilecek
durumda olan çocuklar,
• Doğal afetler nedeniyle ekonomik içine düĢmüĢ olan aileler veya
yakınlarını kaybederek kimsesiz ve korunmasız kalmıĢ kiĢiler,
• Olağanüstü bir felaket, hastalık veya kaza geçirerek belirli bir süre
kendisinin ve geçindirmekle yükümlü bulunduğu aile fertlerinin temel
ihtiyaçlarını karĢılayamayacak durumda olanlar ile hayatı tehlike arz eden
ve ameliyat gerektiren durumlarla karĢılaĢan kiĢiler,
• Korunma kararı olup da yaĢ sınırlarını tamamlamaları nedeniyle YetiĢtirme
Yurtlarından ayrılan çocuklar,
• Korunma kararı olmamakla birlikte eğitimine devam edemeyecek durumda
olan ilk ve orta öğretim öğrencileri yararlanmaktadırlar.
SHÇEK, yürürlükteki
“Ayni ve Nakdi Yardım Yönetmeliği” çerçevesinde
baĢta korunmaya muhtaç çocuklar olmak üzere muhtaç durumdaki kiĢi ve ailelere
ayni nakdi yardım verilmektedir. Bu kapsamda SHÇEK tarafından kiĢi baĢına aylık
olarak yapılan nakdi yardım miktarı 2010 yılının ilk yarısında 218,06 TL iken, ikinci
yarısında 225,89 TL olmuĢtur. Bu doğrultuda SHÇEK tarafından 2010 yılı Ağustos
ayı sonu itibarıyla 28.716 kiĢiye toplam 71,75 milyon TL tutarında ayni-nakdi
yardım ödemesi yapılmıĢtır (DPT,2010:230).
SHÇEK ayrıca, Bakıma Muhtaç Engellilerin Tespiti ve Bakım Hizmeti
Esaslarının Belirlenmesine ĠliĢkin Yönetmelik hükümlerine göre kendisinin veya
kendisine kiĢilere bakım hizmeti sunan özel kuruluĢlara iki aylık, engellilere evde

Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile yapılan görüĢmelere rağmen yeni verilere ulaĢmak mümkün
olmamıĢtır.
261
bakım hizmeti veren kiĢilere de bir aylık net asgari ücret tutarında ödeme
yapılmaktadır. 2010 yılı Eylül ayı itibarıyla SHÇEK tarafından özel bakım
merkezlerine toplam 27,4 milyon TL, engellilere bakım hizmeti veren kiĢilere de
toplam 1.120,5 milyon TL tutarında ödeme yapılmıĢtır (DPT,2010:230).
Söz konusu Genel Müdürlük, 08.06.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan
633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığına bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetlerini
sürdürmektedir.
3.3.3. Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü
BaĢbakanlığa bağlı olarak faaliyetlerini yürüten Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı,
25 Mart 1997 tarih ve 571 sayılı Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı‟nın TeĢkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kurulmuĢtur.
Özürlüler Ġdaresi doğrudan para transferi yapmamakla birlikte, verdiği “özürlü
kimlik kartı” ile özürlü vatandaĢlara yardım yapılması sağlanmaktadır. Bu kimlik
kartına sahip vatandaĢlara 2022 sayılı “65 yaĢını DoldurmuĢ Muhtaç Güçsüz ve
Kimsesiz Türk VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun” gereğince
Emekli Sandığı vasıtasıyla 3 aylık maaĢ ödenmektedir. Ayrıca Bakıma Muhtaç
Özürlülerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine ĠliĢkin Yönetmelik
hükümlerine göre SHÇEK tarafından yeterli geliri olmayan özürlülere bakım
desteği sağlanmaktadır.
Maddi yardımlara aracılık edilmesi dıĢında Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı,
Avrupa Birliği programları doğrultusunda Yoksullukla ve Sosyal DıĢlanma ile
Mücadele
baĢlığı
altında
özürlülerin
içerilmesi
konusunda
çalıĢmalar
yürütmektedir.
Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı, 2011 yılına kadar çalıĢmalarını sürdürmüĢ ve
633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 08.06.2011 tarihinde Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı‟nın kurulmasıyla Özürlü ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü
olarak yeniden yapılandırılmıĢtır.
25 Nisan 2013 tarihli ve 6462 sayılı “Kanun ve
262
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Engelli Bireylere Yönelik Ġbarelerin
DeğiĢtirilmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile de “Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel
Müdürlüğü” olarak ismi değiĢtirilmiĢtir.
Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen 2007–2013 yıllarını kapsayan
“PROGRESS”
(Avrupa
Birliği
Ġstihdam
ve
Sosyal
DayanıĢma)
programı
doğrultusunda “Türkiye'de Özürlülüğe Dayalı Ayrımcılıkla Mücadele Projesi”
yürütülmektedir. Bu projenin yanı sıra en savunmasız gruplardan olan “engelliler”
konusunda sosyal farkındalığı artırmak ve onların toplumsal yaĢamda yer
alabilmeleri ve sosyal içerilmeleri konusunda “Engelsiz Türkiye”, “Örnek Engelsiz
Kent” ve Katılım Öncesi Mali Yardım(IPA) ile desteklenen “Engelli Bireylerin
Toplumsal Entegrasyonunun GeliĢtirilmesi” projeleri yürütülmektedir (ÖĠB,2010).
Engellilerin toplumsal yaĢamdan dıĢlanmaması için, 5378 sayılı Kanun
uyarınca fiziki mekânların Temmuz 2012 tarihine kadar engellilerin eriĢebilirliğine
uygun duruma getirilmesi hedeflenmiĢtir. Bu doğrultuda Engelli ve YaĢlı Hizmetleri
Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılında UlaĢılabilirlik Eylem Planı hazırlanmıĢtır
(DPT,2010:221).
3.3.4. Vakıflar Genel Müdürlüğü
Vakıflar Genel Müdürlüğü, köklerini 2 Mayıs 1920 tarihinde kurulan ġer'iyye
ve Evkaf Vekaleti' ne dayanmaktadır. ġer'iye ve Evkaf Vekaleti, 3 Mart 1924'te
BaĢbakanlığa bağlanarak Ģimdiki adını almıĢtır. 8 Haziran 1984 tarih ve 227 sayılı
Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün teĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Sosyal Hizmet ve Yardımlar konusunda da faaliyet göstermeye
baĢlamıĢtır.
Yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadele konusunda, Vakıflar Genel
Müdürlüğü‟nün “Hayır ĠĢleri ve Sosyal Hizmetler Dairesi BaĢkanlığı” 227 sayılı
KHK'nin 13. maddesine dayanarak faaliyet göstermektedir. 27. 09. 2008 tarih ve
27010 sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanan “Vakıflar Yönetmeliği” hükümleri
gereğince (VGM,2008);
263
• Sosyal güvenlik kurum ve kuruluĢlarından her ne ad altında olursa olsun
bir gelir ve aylık hakkından yararlanamayan,
• Herhangi bir gelire sahip olamayan,
• Nafaka bağlanmayan,
• menkul gayrimenkul malı olmayan,
• ÇalıĢma gücünü %40'ın üzerinde kaybeden muhtaç engelliler,
• Annesi veya babası olmayan 18 yaĢından gün almamıĢ muhtaç öksüz
çocuklara muhtaç aylığı bağlanmaktadır. 2014 yılı itibarı ile muhtaç aylığı
424,69 TL olarak ödenmektir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde muhtaç, engelli, öksüzlere yapılan bu
yardımlar, Avrupa Konseyi'nin 2000 yılındaki Nice Zirvesinde belirtilen öncelikli
hedeflerden “En zayıflara yardım etmek” önceliği ile sosyal içermeyi artırma
hedefine paralellik göstermektedir.
3.3.5. Kalkınma Bakanlığı
Devlet
Planlama
TeĢkilatının
kuruluĢu
Türkiye‟de
1960'dan
itibaren
benimsenen ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın hızlandırılması, uygulanan
politikalar arasında uyum sağlanması, toplumsal ve kültürel donuĢumun uyumlu
yönlendirilmesi ve ekonomiye rasyonel kamu müdahalesinin temini amacıyla
Kalkınma
Planlarının
hazırlanması
ve
uygulanması
fikri
doğrultusunda
ĢekillenmiĢtir. 1961 Anayasası ile iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik
yollarla
gerçekleĢtirmek
için
Kalkınma
Planlarının
hazırlanması
hükme
bağlanmıĢtır. Bu amaçlar doğrultusunda 30 Eylül 1960 tarihinde BaĢbakanlığa
bağlı Devlet Planlama TeĢkilatı kurulmuĢtur. Devlet Planlama TeĢkilatının görevi
ekonomik, sosyal ve kültürel politikaların ve hedeflerin tayininde ve ekonomik
politikayı ilgilendiren faaliyetlerin koordinasyonunda Hükümete yardımcı olmak ve
danıĢmanlık yapmaktır. 1982 Anayasası da planlı kalkınmayı ve planların devlet
tarafından hazırlanmasını hükme bağlamıĢtır.

Eski adı ile Devlet Planlama TeĢkilatı olarak faaliyet gösteren Kalkınma Bakanlığının kurulması; 6/4/2011
tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulunca 3/6/2011 tarihinde
kararlaĢtırılmıĢtır.
264
Devlet Planlama TeĢkilatı, kuruluĢ amacı doğrultusunda hazırladığı planları
yıllık dönemleri kapsayacak Ģekilde oluĢturmaktadır ve bu 5 yıllık planların
doğrultusunda yıllık programlar oluĢturarak uygulamaya geçirmektedir. Devlet
Planlama TeĢkilatının kurulduğu tarihten bugüne kadar dokuz adet BeĢ Yıllık
Kalkınma Planı uygulamaya konulmuĢtur. Planların iktisadi felsefeleri ve
yaklaĢımları kapsamında; 1960 öncesi dönemde hazırlanan sanayi planları tüm
ekonomiyi kapsamayan, sadece kamu yatırımlarını rasyonel ve programlı bir
Ģekilde disiplin altına almayı amaçlayan planlardır. Ayrıca bu planlar, doğrudan
doğruya plan hazırlığı ile görevli kuruluĢlar tarafından hazırlanmamıĢtır. Bütün
bunlara ilaveten, söz konusu planların kabul ve uygulama Ģekilleri de belirli
usullere bağlanmamıĢ olduğu için Türkiye'de bu dönemin bir "Planlı Dönem"
olduğu söylenemez. 1960–1980 planları karma ekonomi, bütüncül; 1980–2000
planları ise liberal, stratejik olarak nitelendirilebilir. 1980 öncesinde sanayileĢmede
"ithalat ikamesi politikaları", 1980 sonrası ise "açık ekonomiye geçiĢ" yönlendirici
olmuĢtur83.
Bugüne kadar oluĢturulmuĢ BeĢ Yıllık Kalkınma planları, 1996 yılında
yayımlanan 7. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı öncesinde, genel hatları ile büyüme,
enflasyon, istihdam hedefleri gibi makroekonomik hedefler ve kamu yatırımları ve
sanayileĢme stratejisi gibi konulara önem vermekteydi. 7. BeĢ Yıllık Kalkınma
planından itibaren modernleĢen konjonktür doğrultusunda sosyal politikalara daha
fazla ağırlık verilmeye baĢlanmıĢtır. Avrupa Birliği ile ya da genel olarak dünya ile
bütünleĢmek sürecine uyumda yaĢanabilecek sıkıntıları aĢmak için yapısal ve
kurumsal nitelikte önlemler almak büyük önem kazanmıĢ, 7. BeĢ Yıllık Kalkınma
Planı bu temel anlayıĢla hazırlanmıĢtır.
7. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı sonrasında 2001–2005 yıllarını kapsayan 8. BeĢ
Yıllık Kalkınma Planında da sosyal politikalara ağırlık verilmiĢtir. Planda ekonomik
istikrarın sağlanmasının yanında kurumsal düzenlemeler, rekabet gücünün
artırılması Avrupa Birliği'ne uyum, bilgi çağına geçiĢin altyapısının oluĢturulmasına
baĢlanması, teknoloji üretimi ve gelir dağılımındaki farklılıkların azaltılmasında
etkileĢimli yaklaĢımla bölge ve il planlamalarına öncelik verilmesi amaçları ön
83
http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=
83D5A6FF03C7B4FC25320C1CC3C485FB70C9008EBE56E898F05146F027CA65EC
265
plana çıkmıĢtır. 8. BeĢ Yıllık Kalkınma Planının, Avrupa Birliği'nin Lizbon
Stratejisinde belirtilen bilgi ekonomisine geçiĢ, rekabetçi bir Avrupa ve gelir
dağılımındaki farklılıkların azaltılması hedefleri ile birebir örtüĢtüğü görülmektedir.
2007–2013 dönemlerini kapsayacak olan 9. BeĢ Yıllık Kalkınma Planında
küreselleĢmenin etkileri ve gelir dağılımının bozulması doğrultusunda önceki
planlardan daha farklı bir yaklaĢım benimsenmiĢtir. Plan kendisini Türkiye‟nin
ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda bütüncül bir yaklaĢımla gerçekleĢtireceği
dönüĢümleri ortaya koyan temel politika dokumanı olarak tanımlamaktadır. Bu
kapsamda 9. Kalkınma Planı, "Ġstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaĢan,
küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüĢen, AB'ye üyelik için
uyum sürecini tamamlamıĢ bir Türkiye" vizyonu ile hazırlanmıĢtır84.
Devlet Planlama teĢkilatının sosyal politikalara verdiği ağırlık ve hedefleri,
sadece BeĢ Yıllık kalkınma planlarında değinilen unsurlar olmamıĢ, kurumun aktif
stratejisi ve politikasında da yer almıĢtır. Bu doğrultuda 2001 yılında çalıĢmalarına
baĢlanan “Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel Ġhtisas Komisyonu
Raporu” yayımlanmıĢtır. Bu rapor 30'dan fazla katılımcı tarafından hazırlanmıĢ ve
raporda gelir dağılımı ve yoksullukla mücadelenin profilini oluĢturmanın yanında
geleceğe yönelik stratejilerin oluĢturulması amaçlanmıĢtır.
TeĢkilat, kalkınma planları ve raporların yanı sıra yoksullukla ve sosyal
dıĢlanma ile aktif olarak mücadele etmeyi de eylemleri arasına almıĢtır. Bu
doğrultuda 2008 yılında Güneydoğu Anadolu Projesi(GAP) kapsamındaki illerde
GAP Eylem Planı'nın Sosyal GeliĢmesinin sağlanması bileĢeni altında beĢeri
sermayenin geliĢtirilmesi ve toplumsal bütünleĢmenin sağlanması ihtiyacını etkin
bir Ģekilde karĢılamak üzere SODES (Sosyal Destek Programı) projesi
baĢlatılmıĢtır. Programın amacını yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riski altında
bulunan birey ve grupların ekonomik ve sosyal hayata aktif katılımlarını sağlamak;
yaĢam
kalitelerini
yükselterek
toplumsal
dayanıĢma
ve
bütünleĢmeyi
gerçekleĢtirmek oluĢturmaktadır. Proje 2010 yılında Doğu Anadolu Projesi'ni(DAP)
de kapsayacak Ģekilde geniĢletilmiĢtir (DPT,2009:10).
84
http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=
83D5A6FF03C7B4FC25320C1CC3C485FB70C9008EBE56E898F05146F027CA65EC
266
3.3.6. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Avrupa Birliği uyum sürecinde sosyal
politika alanında, Birliğin “ Avrupa Ġstihdam Stratejisi” ve “Yoksullukla ve Sosyal
DıĢlanma Mücadele Stratejisi ”ne uyum çalıĢmaları yapmaktadır.
Daha önce bahsettiğimiz üzere, Avrupa Komisyonu, getirilen yeni yaklaĢım
gereği 2012 yılında Ortak Ġçerme Belgesinin, istihdam alanındaki öncelikleri
belirleyen politika belgesi olan Ortak Değerlendirme (Ġstihdam) Belgesi (JAP–Joint
Assesment Paper) ile birleĢtirilmesini ve aday ülkelerde sosyal içerme ile istihdam
alanlarını bütüncül biçimde ele alacak yeni bir strateji belgesi -“Ġstihdam ve Sosyal
Reform
Programı
(ESRP–Employment
and
Social
Reform
Programme)”-
hazırlanmasına karar vermiĢtir. Söz konusu strateji belgesinin yazılmasına iliĢkin
çalıĢmalar 2013 yılı baĢlarında, ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi
BaĢkanlığı tarafından baĢlatılmıĢtır.
Aynı dönemde ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı (ABKD)
Sosyal içermeye dair Avrupa Birliği mali destekleri ile yürütülecek diğer bir
uygulamanın da hazırlıklarını tamamlamıĢtır: “Dezavantajlı KiĢilerin Sosyal
Entegrasyonu ile Ġstihdam Edilebilirliklerinin Artırılması Operasyonu ve Hibe
Programı”.
2007 yılından itibaren ülkemize IPA (Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı)
kapsamında
sunulan
Ġnsan
Kaynaklarının
GeliĢtirilmesi
baĢlıklı
fonların
yönetiminden sorumlu kuruluĢ olan ABKD, fonların kullanım alanlarını ve
miktarlarını belirleyen temel belge olan Ġnsan Kaynaklarının GeliĢtirilmesi
Operasyonel Programını (ĠKG OP) hazırlamıĢtır. ĠKG OP‟nin öncelik alanları
eğitim, istihdam, sosyal içerme olarak belirlenmiĢtir. Program kapsamında beĢ yüz
milyon avronun üzerinde bir bütçe ile kadın ve genç istihdamının artırılması, kız
çocuklarının eğitime kazandırılması, hayat boyu öğrenmenin geliĢtirilmesi, kayıtlı
istihdamın artırılması gibi alanlarda faaliyetler yürütülmüĢ ve yaklaĢık 110 bin
kiĢiye ulaĢılmıĢtır. ABKD, 2014 yılı baĢlarında AB‟de sosyal içermeyle ilgili
çalıĢmaları temel alarak hazırladığı Sosyal Ġçermeye yönelik operasyonuna iliĢkin
267
hazırlıklarını
(Dezavantajlı
KiĢilerin
Sosyal
Entegrasyonu
ile
Ġstihdam
Edilebilirliklerin Artırılması) tamamlamıĢtır.
Bununla birlikte Bakanlık tarafından 2022 sayılı 65 yaĢını DoldurmuĢ, Muhtaç
Güçsüz ve Kimsesiz Türk VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun
hükümleri uyarınca sosyal yardım yapılmaktadır. Primsiz ödemeler Ģeklinde
yapılan bu yardımlar beĢ ana kalemde yapılmaktadır.
Çizelge 3.22. Primsiz ödemeler (TL), Kasım 2011
Primsiz Ödemeler (TL), 2011 Kasım
Yardımdan Kimlerin
Yararlandığı
Yararlanan
KiĢi Sayısı
Ortalama
Aylık Tutar
796.964
109,65
30.742
328,94
Özürlü Aylığı (%40-69
arası özürlü)
292.054
219,29
Bakıma Muhtaç Özürlü
Aylığı (%70 üstü özürlü)
153.573
328,94
Özürlü Yakını Aylığı (18
YaĢ Altı Sakat-Malül)
58.264
219,29
YaĢlılık Aylığı
65 YaĢ+Bakıma Muhtaç
Özürlü
TOPLAM
1.331.597
Kaynak: SGK, 2011 Kasım Ayı Aylık Ġstatistik Bülteni
Yukarıdaki çizelgede belirtildiği üzere primsiz ödemelerdeki en büyük kalem
65 yaĢ üzeri yaĢlılık aylığıdır. 2001 yılında 705.108 kiĢi yaĢlılık aylığından
faydalanırken bu rakam 2011 Kasım sonu itibariyle 796.964 kiĢiye ulaĢmıĢtır.
Türkiye‟de yaĢlı nüfusun (65 yaĢ ve üzeri) toplam nüfusa oranı 2011 yılında
%7,3 iken, bu rakamın 2050 yılında %22‟ye ulaĢması beklenmektedir (DPT, 2007:
12; ÖYHGM, 2012: 10). Bu öngörüler ıĢığında Türkiye‟de yaĢlıların yoksulluğu ve
yaĢlı bağımlılığı riskleri konusunda Avrupa Birliği 2020 Stratejisinde belirtilen “Risk
altındaki insanlara yeterli gelir desteğinin ve tam sosyal güvenlik ve emeklilik ve
sağlık hizmetlerine eriĢimlerinin sağlanması” (EC,2010) önceliği doğrultusunda
çalıĢmalar yapılması gerekmektedir.
268
3.4. Türkiye’de Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar
3.4.1. Kadınların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar
Cinsiyete dayalı eĢitsizliklerin yoğun olarak çalıĢma hayatında ortaya
çıktığından daha önce bahsetmiĢtik.
Tarihi geliĢim süreci içinde kadınların öncelikle fizyolojik, biyolojik farklılıkları
nedeniyle özel olarak korundukları, bu korumanın yetersiz kalması üzerine kadın
erkek arasında hukuki eĢitliğin sağlanması yoluyla doğrudan ayrımcılığın, olumlu
ayrımcılık uygulamaları ile dolaylı ayrımcılığın ortadan kaldırılmaya çalıĢıldığı
görülmektedir (Tokol,2013:120–121).
Kadının çalıĢma hayatında korunması ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa karĢı
çeĢitli tarihlerde BirleĢmiĢ Milletler ve Uluslararası ÇalıĢma Örgütü tarafından çok
sayıda sözleĢme kabul edilmiĢtir. Hukuki alanda yapılan her bir düzenlemenin,
dönemin çalıĢma hayatında var olan bir sorunun giderilmesine dönük olarak
gerçekleĢtiği görülmektedir. ILO ve BM sözleĢmelerine ek olarak AB‟nde de
cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili Birlik AntlaĢmalarında bazı düzenlemeler yapılmıĢ, farklı
tarihlerde direktifler kabul edilmiĢtir. Roma AntlaĢması‟nın 119. maddesinde yer
alan “eĢit iĢe eĢit ücret” ilkesi bunlardan biridir (Yılmazer,2013:303).
BirleĢmiĢ Milletlerin 1979 yılında onayladığı Kadınlara KarĢı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi SözleĢmesi (CEDAW) de kadınlara yönelik imzalanan
sözleĢmeler arasında yer almaktadır. CEDAW‟ın birinci maddesi siyasal,
ekonomik, sosyal, kültürel, kiĢisel veya diğer alanlardaki kadın veya erkek
eĢitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne
olursa olsun kadınlara tanınmasını içermektedir. Kadınların bu haklardan
yararlanmalarını veya bu haklarını kullanmalarını engelleme, hükümsüz kılma
amacını taĢıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrım,
dıĢlama veya kısıtlama anlamına gelmektedir.
ÇalıĢma hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılığı gidermeye yönelik ILO
sözleĢmeleri; 29 No‟lu Zorla ÇalıĢtırma SözleĢmesi, 45 No‟lu Yeraltı ĠĢleri
269
(Kadınlar) SözleĢmesi, 87 No‟lu Sendika Özgürlüğü ve SendikalaĢma Hakkının
Korunması SözleĢmesi, 95 No‟lu Ücretlerin Korunması SözleĢmesi, 98 No‟lu
Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı, 105 No‟lu Zorla ÇalıĢtırmanın Kaldırılması
SözleĢmesi, 118 No‟lu Muamele EĢitliği (Sosyal Güvenlik) SözleĢmesi, 122 No‟lu
Ġstihdam Politikası SözleĢmesi, 138 No‟lu Asgari YaĢ SözleĢmesi, 142 No‟lu Ġnsan
Kaynaklarının GeliĢtirilmesi SözleĢmesi, 155 No‟lu ĠĢ Sağlığı ve Güvenliği ve
ÇalıĢma Ortamına ĠliĢkin SözleĢme, 156 No‟lu Aile Sorumlulukları Olan ĠĢçiler
SözleĢmesi, 175 No‟lu Kısmi Süreli ÇalıĢma SözleĢmesi, 177 No‟lu Ev-eksenli
ÇalıĢma SözleĢmesi, 183 No‟lu Analığın Korunması SözleĢmesi‟dir.
Ayrımcılığın
önlenmesi
ve
kadın-erkek
eĢitliği
ile
ilgili
uluslararası
düzenlemeler çerçevesinde Türkiye iç hukuk alanında, çalıĢma hayatını doğrudan
ilgilendiren önemli değiĢiklikler ve düzenlemeler gerçekleĢtirmiĢtir. Örneğin,
Türkiye BM‟nin “Kadınlara KarĢı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi SözleĢmesi‟nde
(CEDAW)” yer alan çekincelerini iç hukukta ilgili düzenlemeleri yaparak 1999
yılında tamamen kaldırmıĢtır. 2002 yılında da CEDAW Ek Ġhtiyari Protokolü
onaylanmıĢtır.
Ayrıca
Türkiye
farklı
tarihlerde
yukarıda
bahsedilen
ILO
sözleĢmelerini (156, 175, 177 ve 183 No‟lu sözleĢmeler hariç) onaylamıĢtır.
ÇalıĢma hayatına iliĢkin olarak 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı ĠĢ
Kanunu‟nun hazırlanmasında da AB‟ne üyelik sürecinde direktiflere uyum
sağlanmaya çalıĢılmıĢtır. Örneğin kadın iĢçileri çalıĢma yaĢamında cinsiyete
dayalı ayrımcılığa karĢı koruma ile ilgili düzenlemeler, çalıĢma yaĢamında eĢitlik
ve ayrımcılık yasağı ile ilgili 4857 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun 5. maddesinde eĢit
davranma ilkesi baĢlığı altında düzenlenmiĢtir.
ĠĢ mevzuatında kadınların fizyolojik farklılıkları nedeniyle korunması amacına
yönelik düzenlemeler yer almaktadır. 4857 sayılı ĠĢ Kanununda kadınların yeraltı
ve sualtında yapılan iĢlerde çalıĢtırılmaları yasaklanmakta (md.72), sanayiye ait
iĢlerde gece çalıĢtırılmaları belli kurallara bağlanmakta (md.73), çalıĢabilecekleri
ağır ve tehlikeli iĢlerle ilgili sınırlandırmalar getirilmektedir. Kadınların analık
durumunda korunmaları ile ilgili olarak doğum öncesi ve sonrasına yönelik özel
düzenlemeler yapılmaktadır. Doğum öncesi koruma ile ilgili düzenlemeler
arasında; hamilelik süresince kadınlara belli aralıklarla iĢ süresinden sayılmak
270
üzere periyodik sağlık kontrolleri, gerekiyorsa tedavileri için ücretli izin verilmesi,
doğumdan önce belirlenecek belli bir süre boyunca hamile kadınların sağlığına
zarar verecek iĢlerde çalıĢtırılmaması veya yaptığı iĢin geçici bir süre için
değiĢtirilmesi, doğumdan önce ve sonra belirli bir süre çalıĢtırılmaması (md.74),
doğumdan belli bir süre önce gece çalıĢtırılmasının yasaklanması85 yer almaktadır.
Gebe veya Emziren Kadınların ÇalıĢtırılma ġartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk
Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik86, doğum sonrası korumaya iliĢkin düzenlemeler
içermektedir. Söz konusu düzenlemeler arasında emzikli kadınların belli bir süre
boyunca sağlığına zarar verecek iĢlerde çalıĢtırılmaması veya iĢinin geçici olarak
değiĢtirilmesi (md.7), belli bir süre gece çalıĢtırılmaması (md.8), fazla çalıĢmasının
yasaklanması (md.9), kadının isteğine bağlı olarak iĢine dönebilme hakkı saklı
kalmak koĢuluyla belli bir süre için ücretsiz izin verilmesi (md.10/ ĠK.md.74), iĢ
süresinden sayılan süt izninin verilmesi (md.10/ ĠK.md.74), belirli sayının üzerinde
kadın iĢçi çalıĢtıran iĢyerlerinde iĢverene emzirme odası ve kreĢ açma zorunluluğu
getirilmesi (md.13) yer almaktadır.
3.4.2. Engellilerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar
Türkiye‟de engelli sayısı azımsanamayacak oranda yüksek olduğu gibi; söz
konusu kesim sosyal dıĢlanma tehlikesine de en açık gruplardan birisini meydana
getirmektedir. Bu rakamın yüksek olması, ilgilenilmesi gereken geniĢ bir sosyal
grubun varlığını göstermektedir.
Engellileri sosyal dıĢlanmaya iten unsurları ortadan kaldırmak için gerekli
politikalar üretilmez ve uygulanmaya konmazsa bu dıĢlanma onları bireysel,
iktisadi, sosyal ve politik hayattan uzaklaĢtıracağı gibi aile, sosyal çevre, grupsal
faaliyetler ve toplumdan da uzaklaĢmalarına neden olacaktır. Bu politikalar;
engellilerin hayat Ģartlarını iyileĢtirmek ve toplum hayatına katılımlarını sağlamak
isteyen kamusal politikalardır. Bu politikaların kapsamı; engellilerin sosyal
güvenliği, ulaĢılabilirliği, mesleki rehabilitasyonları ve eğitimi, aktif istihdam
politikaları ve sosyal hayata katılımlarını içermektedir (Seyyar,Genç,2010:559).
85
86
Kadın ĠĢçilerin Gece Postalarında ÇalıĢtırılma KoĢulları Hakkında Yönetmelik, RG. T.09.08.2004, S.25548.
R.G, T.16.08.2013, S.28737.
271
Ülkemiz açısından engellilere yönelik uygulamalar için politika belirleme,
yasal mevzuatı ve kurumsal yapıyı oluĢturma faaliyetlerinin 1990‟lı yılların ikinci
yarısından itibaren yoğunlaĢtığını söyleyebiliriz. 1997 yılında Özürlüler Ġdaresi
BaĢkanlığı‟nın kurulması, 1999 yılında “Özürlüler ġûrası”nın toplanması ve 2005
yılında kısaca “Engelliler Kanunu”87 olarak bilinen yasal düzenlemenin yapılması
engellilere
yönelik
politikalardaki
yoğunlaĢmanın
temel
göstergelerini
oluĢturmaktadır.
ÇalıĢmamızda engellilere iliĢkin düzenlemeler öncelikle Anayasa ve Engelliler
Kanunu çerçevesinde genel olarak ele alınacak; ardından ise bakım ve
rehabilitasyona, eğitim ve öğretime, istihdama, sosyal güvenliğe, eriĢebilirliğe ve
ayrımcılığa iliĢkin düzenlemeler sırasıyla irdelenecektir.
3.4.2.1. Genel olarak
3.4.2.1.1. Anayasa
Anayasanın 50/I, II maddesi, “Kimse, yaĢına, cinsiyetine ve gücüne uymayan
iĢlerde çalıĢtırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar
çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak korunurlar” demekte, çalıĢma yaĢamının
engelliler açısından özel olarak düzenlenmesini öngörmektedir.
Anayasası‟nın
sosyal
güvenlik
bakımından
özel
olarak
korunması
gerekenlerin sıralandığı 61. maddesi‟nde ise “Devlet, sakatların korunmalarını ve
toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır” denilmekte ve bu doğrultuda
devlete görev yüklenmektedir.
12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunularak kabul edilen metin ise
Anayasamızın 10. maddesine “Çocuklar, yaĢlılar, engelliler, harp ve vazife
Ģehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eĢitlik ilkesine
aykırı sayılmaz” hükmünü getirmiĢtir.
87
5378 sayılı “Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında
Kanun”.
272
Bu üç madde dıĢında Anayasamızda engellilere iliĢkin doğrudan bir
düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, yapılan genellemeler engellileri de kapsar
niteliktedir. Örneğin Anayasa‟nın 17. maddesinde “Herkes yaĢama, maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliĢtirme hakkına sahiptir” hükmü, 49. maddedeki
“ÇalıĢma, herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü ile bütünlenmiĢ ve çalıĢma hakkı
engellileri de kapsar bir biçimde anayasal bir hak olarak düzenlenmiĢtir.
Anayasanın devleti, çalıĢanları korumak ve çalıĢmayı desteklemekle yükümlü
gören bu düzenlemesi, engellilerin istihdam edilerek korunmalarını öngören sosyal
politikaların özü ile de uyumludur (Altan,2010:198).
Ayrıca 42. maddede “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun
bırakılamaz” ve “Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma
yararlı kılacak tedbirleri alır” denilmekte, engellilerin özel ve temel eğitim
gereksinimlerinin karĢılanması doğrultusunda korunmalarına hukuki bir dayanak
oluĢturulmaktadır.
Son olarak Anayasanın bazı maddelerinde hiçbir ayrım gözetmeksizin
kullanılan “herkes” sözcüğü nedeniyle, bu maddelerinin de engelliler için aynen
geçerli olduğu söylenmelidir. Anayasanın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düĢünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eĢittir”, 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik
hakkına sahiptir” denilmektedir.
3.4.2.1.2. Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun88
Amacı engellilerin toplumsal yaĢama tam ve etkin katılımının sağlanması
olan 5378 sayılı “Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun” 2005 yılında yürürlüğe girmiĢtir. Kısaca
Engelliler Kanunu olarak bilinen Kanun ile ulaĢılabilirlik, istihdam, bakım ve sosyal
güvenliğe iliĢkin sorunların çözümü, engelli bireylerin her bakımdan geliĢmeleri,
toplumsal hayata tam ve etkin katılımlarının sağlanması ve bu hizmetlerin
88
1.7.2005 tarih ve 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik
Yapılması Hakkında Kanun
273
koordinasyonu için gerekli düzenlemeler yasal bir çerçeveye oturtulmuĢtur89. Söz
konusu Kanun; engelliliğin önlenmesi, engellilerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon,
istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine iliĢkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan
geliĢmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak
topluma
katılımlarını
amaçlamaktadır.
sağlamak
Engellilerin
ve
bu
karĢılaĢtıkları
hizmetlerin
ayrımcılıkla
koordinasyonunu
mücadele
edilmesi,
alınacak karar ve verilecek hizmetlerde engellinin, ailesinin ve gönüllü kuruluĢların
katılımcı
olmasının
sağlanması
ve
engelliye
sunulacak
hizmetlerde
aile
bütünlüğünün korunması ilkelerini esas almaktadır.
Birinci bölümünde amaç, kapsam, tanımlar ve genel esaslara yer verilen
Kanunun ikinci bölümünde, engellilerle ilgili sınıflandırma, bakım, rehabilitasyon,
istihdam, eğitim ve öğretim gibi konular düzenlenmektedir. Üçüncü bölümde ise,
engellilere iliĢkin mevcut yasal düzenlemelerde yapılan değiĢiklikler sıralanmıĢtır.
Kanunun 1. maddesinde amaç engelliliğin önlenmesi, engellilerin sağlık,
eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine iliĢkin sorunlarının
çözümü ile her bakımdan geliĢmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı
sağlayacak tedbirleri alarak topluma tam katılmalarını sağlamak ve bu hizmetlerin
koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yapmak Ģeklinde belirlenmektedir.
Kanunun amaçları arasında ilk olarak engelliliğin önlenmesinden söz edilmesi
dikkate değerdir. Zira engelliliğin nedenleri dikkatle incelenirse, ister doğuĢtan
gelsin ister sonradan ortaya çıkmıĢ olsun, önemli bir bölümünün kaçınılabilir,
önlenebilir nedenler olduğu görülecektir. Bu gerçekten hareketle Engelliler Kanunu
amaçlarından ilki olarak engelliliğin önlenmesine değinmiĢ ve bu doğrultuda görev,
“Erken tanı ve koruyucu hizmetler” baĢlılığını taĢıyan 11. maddesi ile Sağlık
Bakanlığı‟na verilmiĢtir: “Yeni doğan, erken çocukluk ve çocukluğun her dönemi
fiziksel, iĢitsel, duyusal, sosyal, ruhsal ve zihinsel geliĢimlerinin izlenmesi, genetik
geçiĢli ve engelliliğe neden olabilecek hastalıkların erken teĢhis edilmesinin
sağlanması, engelliliğin önlenmesi, var olan engelin Ģiddetinin olabilecek en düĢük
seviyeye çekilmesi ve ilerlemesinin durdurulmasına iliĢkin çalıĢmalar Sağlık
Bakanlığınca planlanır ve yürütülür”.
89
http://www.ozida.gov.tr (e.t: 27.09.2011).
274
Yine Engelliler Kanunu‟nun 36. maddesi ile 3960 sayılı Kalıtsal Hastalıklarla
Mücadele Kanunu‟na eklenen; “Devlet, kalıtsal kan hastalıklarından talasemi ve
orak hücreli anemi dâhil olmak üzere, bütün kalıtsal kan hastalıklarıyla ve
engelliliğe yol açan diğer kalıtsal hastalıklarla koruyucu sağlık hizmetleri
kapsamında mücadele eder. Bunun için gerekli ödenek Sağlık Bakanlığı yılı
bütçesine konulur” düzenlemesi de, engelliliğin önlenmesi amacına yöneliktir.
Kanunun 3. maddesinde ise, engelli kavramı tanımlandıktan sonra hafif
engelli ve ağır engelli ayrımına yer verilmiĢ, ardından da bakıma muhtaç engelli
tanımlanmıĢtır. 3. madde ayrıca korumalı iĢyeri ve rehabilitasyon kavramlarını da
tanımlamaktadır. Buna göre engelli, “doğuĢtan veya sonradan herhangi bir
nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeĢitli
derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaĢama uyum sağlama ve günlük
gereksinimlerini karĢılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon,
danıĢmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kiĢi” olarak tanımlanmaktadır.
Aynı maddeye göre hafif engelli ve ağır engelli tanımları uluslararası temel ölçütler
esas alınarak hazırlanacak engellilik ölçütü çerçevesinde belirlenecek ve gerek
duyuldukça bu ölçüt revize edilebilecektir. Sınıflandırma baĢlıklı 5. madde ise
engellilik ölçütünün tespiti ve uygulama esaslarının çıkarılacak bir yönetmelikle
belirleneceğini söylemektedir. Bu Ģekilde sağlık, eğitim, rehabilitasyon gibi
alanlarda ortak bir uygulama geliĢtirilebilecektir. 5378 sayılı Kanunun 3.
maddesine göre bakıma muhtaç engelli ise, engellilik sınıflandırmasına göre resmi
sağlık kurulu raporu ile ağır engelli olduğu belgelendirilenlerden, günlük hayatın
alıĢılmıĢ, tekrar eden gereklerini önemli ölçüde yerine getirememesi nedeniyle
hayatını baĢkasının yardımı ve bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede
düĢkün olan kiĢi Ģeklinde tanımlanmaktadır.
Kanunun özünü veren madde ise genel esasların belirlendiği dördüncü
maddedir. Bu maddeye göre;
“a) Devlet, insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, engellilerin
ve engelliliğin her tür istismarına karĢı sosyal politikalar geliĢtirir. Engelliler
aleyhine ayrımcılık yapılamaz; ayrımcılıkla mücadele engellilere yönelik
politikaların temel esasıdır.
275
b) Engellilere yönelik olarak alınacak kararlarda ve verilecek hizmetlerde
engellilerin, ailelerinin ve gönüllü kuruluĢların katılımı sağlanır.
c) Engellilere yönelik hizmetlerin sunumunda aile bütünlüğünün korunması
esastır.
d)
Kurum ve kuruluĢlarca engellilere yönelik mevzuat düzenlemelerinde
Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü‟nün görüĢünün alınması
zorunludur”.
Bu madde gereğince devlet, engellilere yönelik ayrımcılık ile mücadele etmeli,
alınacak kararlarda ve verilecek hizmetlerde ilgili tarafların katılımını
sağlamalı ve hizmetlerin sunumunda mümkün olduğu ölçüde engelli bireyin
ailesinden uzaklaĢtırılmamasına çaba göstermelidir.
3.4.2.2. Ġstihdam konusundaki düzenlemeler ve istihdam teĢvikleri: engelli
istihdamı yükümlülüğü
Engelliler toplumsal engeller nedeniyle sorunlarına anlamlı çözümler
üretememekte, ortaya çıkan düĢük yaĢam kalitesi, temel bir insan hakkı olan
bireyin kendini gerçekleĢtirme hakkını ortadan kaldırmaktadır. Diğer yandan
engelliler, günlük yaĢamda karĢılaĢtıkları dezavantajlar nedeniyle toplumdan
uzaklaĢmakta, toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği, toplumun dıĢlayıcı tutum
ve
davranıĢları
da
engellilerin
topluma
eĢit
bireyler
olarak
katılmasını
engellemektedir (KarataĢ,2002:43-45).
Sosyal devletin en önemli göstergelerinden birisi, engelli bireylere eĢitlik
çerçevesinde insanca yaĢama olanağı sağlamasıdır. Engellilere insanca yaĢama
imkânı sağlayarak topluma kazandırmanın, kimseye muhtaç olmadan bağımsız
yaĢayabilmelerini sağlamanın en rasyonel yolu ise onları istihdam etmektir. ÇalıĢan, üreten ve bunun karĢılığında sürekli bir gelir elde eden engelli sosyal
yaĢamla bütünleĢmiĢ demektir.
Bu nedenle Anayasa‟nın 17. maddesinde “herkes yaĢama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliĢtirme hakkına sahiptir” hükmü, 49. maddesindeki
276
“çalıĢma, herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü ile bütünlenmiĢ ve çalıĢma hakkı
engellileri de kapsar bir biçimde anayasal bir hak olarak düzenlenmiĢtir.
ĠĢverenin iĢyerinde engelli iĢçileri yasal bir zorunluluk bulunmaksızın, kendi
istekleri ile istihdam etmeleri ender rastlanan bir durumdur. Bu nedenle sosyal
politikaların konuya iliĢkin hedefini belirleyen “engelliyi çalıĢma yaĢamının içine
alarak koruma” ilkesinin gerçekleĢtirilmesinde sağlık ve eğitim politikalarının yanı
sıra çalıĢma hukuku da önemli bir araç olarak ortaya çıkmaktadır ve engellilerin
istihdamı devletin yasal müdahaleleri ile gerçekleĢtirilmeye çalıĢılmaktadır90.
Türkiye‟de daha önceki dönemlerde engellilerle doğrudan ya da dolaylı olarak
ilgili kamusal karar ve uygulamalara rastlansa bile, engellilerin istihdam edilerek
korunmalarına yönelik sosyal politikaların, daha çok 1960‟lı yıllarda izlenmeye
baĢlandığını söyleyebiliriz.
1961
Anayasası‟nda
engellilere
yönelik
doğrudan
bir
hüküm
bulunmamaktadır. 1967 yılında yürürlüğe giren 854 sayılı Deniz ĠĢ Kanunu91 ile
engellilerin istihdam edilmesine yönelik kota sistemi Türkiye‟de ilk kez mevzuat
içinde yerini almıĢtır. Engelli çalıĢtırma yükümlülüğü ile ilgili ayrıntılar, hazırlanmıĢ
fakat henüz kanunlaĢmamıĢ olan 931 sayılı ĠĢ Kanunu ile bu Kanuna göre
çıkarılacak tüzüğe bırakılmıĢtır. 1967 yılında yürürlüğe giren 931 sayılı ĠĢ
Kanunu‟nun Anayasa Mahkemesi tarafından Ģekil yönünden iptal edilmesi 92
üzerine 1971 yılında 1475 sayılı ĠĢ Kanunu93 kabul edilmiĢtir. 1475 sayılı ĠĢ
Kanununda da, engellilerin istihdamına yönelik olarak kota uygulaması konusunda
düzenlemeler yer almıĢtır.
1475 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun 25.maddesinde “sakat” sözcüğü kullanılmıĢtır.
Ancak, 1475 sayılı ĠĢ Kanununda yer alan “sakat” sözcüğü 30.05.1998 gün ve 572
sayılı Kanun Hükmünde Kararname94‟nin 12. maddesinde yer alan hükümle
“özürlü” olarak değiĢtirilmiĢtir. 1475 sayılı ĠĢ Kanununu yürürlükten kaldıran 4857
90
Devletlerin engelli istihdamını yasal müdahalelerle gerçekleĢtirmeye çalıĢması literatürde korumalı
istihdam” olarak da adlandırılmaktadır (KUTAL Gülten (1993). “Sakatların Ekonomik Hayata Katılması”, ĠĢ
Hukukunun Ulusal ve Uluslararası Temel ve Güncel Sorunları, Kamu-ĠĢ, Ankara. 391–392.
91
R.G., T.29.04.1967, S.12586
92
AYM., T.14.05.1970, E.1967/40, K.1970/26 (R.G., T.11.05.1971, S.13833)
93
R.G., T.01.09.1971, S.13943
94
R.G., T.06.06.1997, S.23011 (Mükerrer)
277
ĠĢ Kanunu95 22.05.2003 tarihinde kabul edilmiĢ ve m.30‟da “özürlü” ifadesine yer
verilmiĢtir. 01.07.2005 tarihinde kabul edilen 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun
Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda da, “özürlü”
ifadesi kullanılmıĢtır. Bununla birlikte, çalıĢmamızın ilgili kısmında bahsettiğimiz
üzere,
25.04.2013 tarihli ve 6462 sayılı “Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Yer Alan Engelli Bireylere Yönelik Ġbarelerin DeğiĢtirilmesi
Amacıyla
Bazı
Kanun
ve
Kanun
Hükmünde
Kararnamelerde
DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Kanun”, mevzuatta yer alan "özürlü", "sakat" ve "çürük" gibi
ibareleri "engelli" olarak değiĢtirmiĢtir.
BaĢbakanlığın 2004/28 sayılı Genelgesi 96 ile engellilerin gelir getirici bir iĢte
çalıĢarak üretken olmaları ve toplumsal yaĢama katılımlarını sağlamak amacıyla
2005 yılı Engellilerin Ġstihdam Yılı olarak kabul edilmiĢtir. Genelgede, kamu kurum
ve kuruluĢlarının engellilerin iĢgücü piyasasında niteliklerini arttıracak önlemlerin
alınması, istihdam düzeylerinin yükseltilmesi ve engellilerin çalıĢma hayatında
karĢılaĢtıkları zorlukların ortadan kaldırılması yönünde azami özen göstermelerinin
gereği ifade edilmiĢtir.
Avrupa Birliği Komisyonunun 2001 yılı düzenli ilerleme raporunda, Türkiye‟de
engelliler için bir ulusal programın bulunmadığı, ĠĢ Kanununun kamu kurumlarında
ve özel kuruluĢlarda engelli çalıĢtırma zorunluluğunu getirdiği fakat yürütme ve
uygulamanın sağlanamadığı ifade edilmiĢtir (Ġlerleme Raporu,2001:68). Engelli ve
YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 2005–2010 Engellilerin Ġstihdam
Eylem
Planında,
engelliler
istihdam
politikası
çerçevesinde
yapılacak
planlamaların insan hakları gözetilerek yapılması gerektiği, engelliler istihdam
politikasının ulusal istihdam politikasına uygun olması gerektiği, engellilerin
istihdamı için ulusal ve uluslararası kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması
gerektiği,
engellilerin
istihdamını
arttırmak
için
toplumsal
bilinçlendirme
çalıĢmalarının yapılması, iĢverenleri engelli istihdam etmeye teĢvik edecek
yöntemlerin uygulanmasının gerekliliği, engellilerin kendi iĢlerini kurmak yolunda
desteklenmeleri
ve
engelli
iĢgücünün
verimlerini
arttıracak
çalıĢmaların
yapılmasının gereği ifade edilmiĢtir. Bu kararlarla ilgili sorumlu kuruluĢlar ve bu
95
96
R.G., T.10.06.2003, S.25134
R.G., T.03.12.2004, S.25659
278
kararların uygulamaya geçirilme süreleri de belirtilmiĢ olmakla birlikte bu planın
herhangi bir uygulama
zorunluluğu bulunmayıp,
yol
gösterici bir nitelik
taĢımaktadır97.
Uluslararası ÇalıĢma Örgütü tarafından 01.06.1983‟de kabul edilen ve
Türkiye tarafından 08.07.1999‟da onaylanan 159 sayılı Sakatların Mesleki
Rehabilitasyonu ve Ġstihdamı SözleĢmesi98‟nin ikinci bölümünde, engellilerin
mesleki rehabilitasyon ve istihdam politikası ilkeleri baĢlığı altında engellilerin
istihdamı konusunda düzenlemeler yer almaktadır. SözleĢmede, her üye ülkenin
ulusal imkanlarına göre engelliler için mesleki rehabilitasyon ve istihdam politikası
oluĢturup, bunları uygulaması ve zaman zaman bunları gözden geçirmesinin
gerekliliği ifade edilmiĢtir (md.2). OluĢturulacak politika, her kategorideki engelliler
için uygun mesleki rehabilitasyon önlemleri sağlamayı ve açık iĢgücü piyasasında
engelliler için istihdam imkanlarını arttırmayı amaçlayacaktır (md.3). Söz konusu
politikanın, genel olarak engelli iĢçilerle engelli olmayan iĢçiler arasında fırsat
eĢitliği ilkesine dayanması ve engelli kadın ve erkek iĢçiler için fırsat ve muamele
eĢitliğinin göz önünde bulundurulması; engelli ve diğer iĢçiler arasında etkin bir
fırsat ve muamele eĢitliğinin oluĢturulmasına yönelik olumlu koruyucu önlemlerin
engelli olmayan iĢçiler aleyhine bir ayrımcılık olarak kabul edilmeyeceği ifade
edilmiĢtir (md.4). Yetkili makamlar tarafından engellilerin iĢ bulmaları, buldukları iĢi
muhafaza etmeleri ve iĢlerinde yükselmelerini sağlamak üzere mesleki rehberlik,
mesleki eğitim, iĢe yerleĢtirme, istihdam ve diğer ilgili hizmetlerin sağlanması ve
değerlendirilmesine yönelik önlemler alınacak; genel iĢçi kitlesi için mevcut olan
hizmetler mümkün ve uygun olan hallerde gerekli değiĢiklikler yapılarak engelliler
için de kullanılır hale getirilmesi sağlanacaktır (m.7).
Anayasa md.50/I, II‟ye göre, “Kimse, yaĢına, cinsiyetine ve gücüne uymayan
iĢlerde çalıĢtırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar
çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak korunurlar”. Bu madde de yer alan, “…
bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak
korunurlar”
ifadesi
engellilere
yönelik
çalıĢma
Ģartları
bakımından
özel
düzenlemeler yapılmasını öngörmektedir. Anayasa md.61/II‟ de yer alan, “Devlet,
97
2005–2010 Engellilerin Ġstihdamı Eylem
http://www.ozida.gov.tr/istihdam/eylemplani.htm.
98
R.G., T.10.07.1999, S.23751
Planı
hakkında
daha
fazla
bilgi
için
bkz.
279
sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır”
düzenlemesi ise, Devlete engellilerin korunmaları ve toplum yaĢantısına
uyumlarını
sağlama
konusunda
önlemleri
alma
ödevini
vermektedir.
Bu
maddelerin dıĢında, Anayasa‟da doğrudan engellilere yönelik bir hüküm
bulunmamaktadır. Anayasa m.49/I‟de “ÇalıĢma, herkesin hakkı ve ödevidir” ifadesi
yer almaktadır. Toplumun her bireyi için olduğu gibi engelliler içinde çalıĢmak
Anayasal bir haktır. Sosyal devlet olmanın bir sonucu olarak da engellilerin
istihdam edilmelerini sağlayıcı önlemlerin alınması bir zorunluluktur.
Türkiye‟de engellilerin istihdamına iliĢkin olarak 4857 sayılı ĠĢ Kanununda,
657 sayılı Devlet Memurları Kanununda ve 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda
düzenlemeler yer almaktadır.
3.4.2.2.1. 4857 sayılı ĠĢ Kanununda yer alan düzenlemeler
Engellilerin istihdam edilmeleri için korumalı iĢyeri, iĢverenin engelli
istihdamını çeĢitli Ģekilde teĢvik etmek ve kota uygulaması gibi çeĢitli
yöntemlerden yararlanılması mümkün olmakla birlikte, Türkiye‟de ĠĢ Kanunlarında
engelli istihdamına yönelik olarak yapılan düzenlemeler geçmiĢten günümüze kota
uygulamasıyla sınırlı kalmıĢtır. 4857 sayılı ĠĢ Kanunu md.30‟da, “Engelli, Eski
Hükümlü ve Terör Mağduru ÇalıĢtırma Zorunluluğu”99 baĢlığı altında engellilerin
istihdam edilmesine iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir. Bu düzenleme, esas
itibarıyla engellilerin istihdamında kota uygulamasına yöneliktir. Bunun dıĢında
maddede, iĢyerinin iĢçisi iken yaralananlara iĢe girmede öncelik tanınmasına ve
iĢverenlerin engelli istihdamını teĢvik etme amacına yönelik düzenlemelere yer
verildiği görülmektedir.
4857 sayılı ĠK. md. 30‟da, “(DeğiĢik: 15/5/2008–5763/2 md.)
“ĠĢverenler, elli veya daha fazla iĢçi çalıĢtırdıkları özel sektör iĢyerlerinde
yüzde üç engelli, kamu iĢyerlerinde ise yüzde dört engelli ve yüzde iki
99
Bu madde baĢlığı ” Özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru çalıĢtırma zorunluluğu” iken, 15/5/2008 tarihli ve
5763 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle metne iĢlendiği Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
280
eski hükümlü iĢçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun iĢlerde
çalıĢtırmakla yükümlüdürler. Aynı il sınırları içinde birden fazla iĢyeri
bulunan iĢverenin bu kapsamda çalıĢtırmakla yükümlü olduğu iĢçi sayısı,
toplam iĢçi sayısına göre hesaplanır.
Bu kapsamda çalıĢtırılacak iĢçi sayısının tespitinde belirli ve belirsiz
süreli iĢ sözleĢmesine göre çalıĢtırılan iĢçiler esas alınır. Kısmi süreli iĢ
sözleĢmesine göre çalıĢanlar, çalıĢma süreleri dikkate alınarak tam süreli
çalıĢmaya dönüĢtürülür. Oranın hesaplanmasında yarıma kadar kesirler
dikkate alınmaz, yarım ve daha fazla olanlar tama dönüĢtürülür. ĠĢyerinin
iĢçisi iken sakatlananlara öncelik tanınır.
ĠĢverenler çalıĢtırmakla yükümlü oldukları iĢçileri Türkiye ĠĢ Kurumu
aracılığı ile sağlarlar. Bu kapsamda çalıĢtırılacak iĢçilerin nitelikleri, hangi
iĢlerde çalıĢtırılabilecekleri, bunların iĢyerlerinde genel hükümler dıĢında
bağlı olacakları özel çalıĢma ile mesleğe yöneltilmeleri, mesleki yönden
iĢverence
nasıl
iĢe
alınacakları,
ÇalıĢma
ve
Sosyal
Güvenlik
Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Yeraltı ve su altı iĢlerinde engelli iĢçi çalıĢtırılamaz ve yukarıdaki
hükümler uyarınca iĢyerlerindeki iĢçi sayısının tespitinde yeraltı ve su altı
iĢlerinde çalıĢanlar hesaba katılmaz.
Bir iĢyerinden malulen ayrılmak zorunda kalıp da sonradan maluliyeti
ortadan kalkan iĢçiler eski iĢyerlerinde tekrar iĢe alınmalarını istedikleri
takdirde, iĢveren bunları eski iĢleri veya benzeri iĢlerde boĢ yer varsa
derhal, yoksa boĢalacak ilk iĢe baĢka isteklilere tercih ederek, o andaki
Ģartlarla iĢe almak zorundadır. Aranan Ģartlar bulunduğu halde iĢveren iĢ
sözleĢmesi yapma yükümlülüğünü yerine getirmezse, iĢe alınma
isteğinde bulunan eski iĢçiye altı aylık ücret tutarında tazminat öder.
Özel sektör iĢverenlerince bu madde kapsamında çalıĢtırılan 17/7/1964
tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa tabi engelli sigortalılar ile
1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinde belirtilen
281
korumalı iĢyerlerinde çalıĢtırılan engelli sigortalıların, aynı Kanunun 72
nci ve 73 üncü maddelerinde sayılan ve 78 inci maddesiyle belirlenen
prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait
iĢveren hisselerinin tamamı, kontenjan fazlası engelli çalıĢtıran, yükümlü
olmadıkları halde engelli çalıĢtıran iĢverenlerin bu Ģekilde çalıĢtırdıkları
her bir engelli için prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan
sigorta primine ait iĢveren hisselerinin yüzde ellisi Hazinece karĢılanır.
ĠĢveren hissesine ait primlerin Hazinece karĢılanabilmesi için iĢverenlerin
çalıĢtırdıkları sigortalılarla ilgili olarak 506 sayılı Kanun uyarınca aylık
prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik
Kurumuna verilmesi ve sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin
sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karĢılanmayan iĢveren
hissesine ait tutarın ödenmiĢ olması Ģarttır. Bu fıkraya göre iĢveren
tarafından ödenmesi gereken primlerin geç ödenmesi halinde, Hazinece
Sosyal
Güvenlik
Kurumuna
yapılacak
ödemenin
gecikmesinden
kaynaklanan gecikme zammı, iĢverenden tahsil edilir. Hazinece
karĢılanan prim tutarları gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider
veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaz. Bu fıkranın uygulanmasına
iliĢkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ile ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı ve Hazine MüsteĢarlığı tarafından müĢtereken belirlenir.
Bu maddeye aykırılık hallerinde 101 inci madde uyarınca tahsil edilecek
cezalar, engellilerin ve eski hükümlülerin mesleki eğitim ve mesleki
rehabilitasyonu, kendi iĢini kurmaları, engellinin iĢ bulmasını sağlayacak
destek teknolojileri ve bu gibi projelerde kullanılır. Tahsil edilen cezaların
kullanımına iliĢkin hususlar, Türkiye ĠĢ Kurumu Genel Müdürlüğünün
koordinatörlüğünde, ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ÇalıĢma
Genel Müdürlüğü, ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ĠĢ Sağlığı ve
Güvenliği Genel Müdürlüğü, Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı, Adalet
Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye Sakatlar
Konfederasyonu ile en çok iĢçi ve iĢvereni temsil eden üst kuruluĢların
birer temsilcilerinden oluĢan komisyon tarafından karara bağlanır.
Komisyonun çalıĢma usul ve esasları ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
282
Eski hükümlü çalıĢtırılmasında, kanunlardaki kamu güvenliği ile ilgili
hizmetlere iliĢkin özel hükümler saklıdır.” , hükmü yer almaktadır.
4857 sayılı ĠK. ‟nda düzenlenmiĢ olan engelli ve eski hükümlü istihdamından
yararlanabilecek olanlar, Engelli, Eski Hükümlü ve Terör Mağduru Ġstihdamı
Hakkında Yönetmelik100‟in 3. maddesinde tanımlar baĢlığı altında düzenlenmiĢtir.
Buna göre engelli; bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yeteneklerindeki
engelleri nedeniyle çalıĢma gücünün en az %40‟ından yoksun olduğu sağlık kurulu
raporuyla belgelenenlerdir.
ĠĢverenlerin ĠK. md.30‟dan doğan engelli istihdamı yükümlülüğü için iĢyerinde
elli ya da daha fazla iĢçi çalıĢtırmaları gerekmektedir. ĠĢverenin aynı il sınırları
içinde birden fazla iĢyeri bulunması halinde, iĢverenin bu kapsamda çalıĢtırmakla
yükümlü olduğu iĢçi sayısı, toplam iĢçi sayısına göre hesaplanacaktır (ĠK. m.30/I).
Bu kapsamda çalıĢtırılacak iĢçi sayısının belirlenmesinde, belirsiz süreli iĢ
sözleĢmesine ve belirli süreli iĢ sözleĢmesine göre çalıĢtırılan iĢçiler dikkate
alınacak, kısmi süreli iĢ sözleĢmesine göre çalıĢanlar, çalıĢma süreleri dikkate
alınarak tam süreli çalıĢmaya dönüĢtürülecektir (ĠK. m.30/II). Yeraltı ve su altındaki
iĢlerde
engelli
iĢçi
çalıĢtırılamayacak
ve
iĢyerlerindeki
iĢçi
sayısının
belirlenmesinde de yeraltı ve su altı iĢlerinde çalıĢanlar hesaba katılmayacaktır
(ĠK. m.30/IV). ĠĢyerinde çalıĢtırılan engelli ve eski hükümlü iĢçiler, toplam iĢçi
sayısının hesabında da dikkate alınmayacaktır (ÖEHTMĠ. Yön. m.4/son). Ayrıca
en az elli iĢçi sayısının belirlenmesinde, çıraklar, stajyerler, meslek eğitimi gören
öğrenciler, alt iĢveren iĢçileri, geçici (ödünç) iĢ iliĢkisine göre geçici olarak alınan
iĢçiler dikkate alınmayacaktır (Çelik,2013:109).
ĠK.‟daki düzenlemeye göre, engellilerin istihdamında iĢyerinin iĢçisi iken
yaralanan ve terör mağduru olanlara iĢe girmede öncelik tanınmaktadır (ĠK.
md.30/V). Bir iĢyerinden malulen ayrılmak zorunda kalıp da sonradan maluliyeti
ortadan kalkan iĢçiler, eski iĢyerlerinde tekrar iĢe alınmalarını istedikleri takdirde,
iĢveren bunları eski iĢleri veya benzeri iĢlerde boĢ yer varsa derhal, yoksa
boĢalacak ilk iĢe baĢka isteklilere tercih ederek, o andaki Ģartlarla iĢe almak
zorundadır. Aranan Ģartlar bulunduğu halde iĢveren iĢ sözleĢmesi yapma
100
ÖEHTMĠ Yönetmeliği, R.G., T.24.03.2004, S.25412.
283
yükümlülüğünü yerine getirmezse, iĢe alınma isteğinde bulunan eski iĢçiye altı
aylık ücret tutarında tazminat ödeyecektir (ĠK. md.30/V). 4857 sayılı ĠK. Ġle getirilen
yeni bir düzenleme de, aranan Ģartlar bulunduğu halde sözleĢme yapma
yükümlülüğünü yerine getirmeyen iĢverenin, eski iĢçiye altı aylık ücret tutarında
tazminat ödemesidir. Diğer ĠĢ Kanunları dönemlerinde, iĢverenin bu yükümlülüğe
aykırı davrandığı ispatlansa bile, iĢveren sadece Kanunda düzenlenmiĢ olan para
cezasını ödüyordu; iĢçiye herhangi bir tazminatın ödenmesi söz konusu değildi.
4857 sayılı ĠK.‟da iĢverenlerin engelli istihdam etmelerini teĢvik etmek için
getirilmiĢ bir düzenleme de bulunmaktadır. Buna göre, “………kontenjan fazlası
engelli çalıĢtıran, yükümlü olmadıkları halde engelli çalıĢtıran iĢverenlerin bu
Ģekilde çalıĢtırdıkları her bir engelli için prime esas kazanç alt sınırı üzerinden
hesaplanan sigorta primine ait iĢveren hisselerinin yüzde ellisi Hazinece karĢılanır
(ĠK.md.30/VI). Bu Ģekilde, engellilerin istihdamında uygulanan kota yönteminin
dıĢında iĢverenlerin Kanundan doğan yükümlülüğün üzerinde engelli istihdam
etmeleri halinde, bu kiĢilerin 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa göre ödenecek
olan sigorta primlerinin yarısı iĢveren tarafından ödenirken yarısının Hazine
tarafından
ödenmesi
ile
iĢverenler
engelli
istihdamı
konusunda
özendirilmektedirler.
Engellilerin çalıĢtırılabilecekleri iĢler ÖEHTMĠ Yönetmeliğine bağlı ek 1 nolu
çizelgede düzenlenmiĢtir. Engellilere çizelgede gösterilen iĢlerden herhangi biri
verilemediğinde, iĢyerinin özelliğine göre iĢyeri hekimi tarafından belirlenecek
herhangi baĢka bir iĢ verilecektir (ÖEHTMĠ. Yön. md.11).
ĠĢverenler,
iĢyerlerini
imkânları
ölçüsünde,
engellilerin
çalıĢmalarını
kolaylaĢtırabilecek Ģekilde hazırlamak, sağlıkları için gerekli önlemleri almak,
mesleklerinde veya mesleklerine yakın iĢlerde çalıĢtırmak, iĢleriyle ilgili bilgi ve
yeteneklerini geliĢtirmek, çalıĢmaları için gerekli araç ve gereçleri sağlamak
zorundadırlar. Engelliler, yapabilecekleri iĢler dıĢında sağlıklarına zarar verecek
diğer iĢlerde çalıĢtırılamazlar. Uygun koĢulların olması halinde, çalıĢma sürelerinin
baĢlangıç ve bitiĢ saatleri, engellilerin durumuna göre belirlenebilecektir (ÖEHTMĠ.
Yön. md.14).
284
ĠK. md.30‟da düzenlenmiĢ olan engelli istihdamı yükümlülüğüne uymayarak
engelli çalıĢtırmayan iĢveren veya iĢveren vekiline çalıĢtırmadığı her engelli ve
çalıĢtırmadığı her ay için 1.904 TL. (01.01.2014‟ten itibaren)
para cezası
verilecektir. Kamu kuruluĢları da bu para cezasından hiçbir Ģekilde muaf
tutulmayacaklardır (ĠK. md.101).
5378 sayılı Kanun md.39 ve sonra da 5763 sayılı Kanun md.10 ile 4857 sayılı
ĠK. md.108‟de değiĢiklik yapılmıĢ ve söz konusu madde “ Bu Kanunda öngörülen
idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç,
gerekçesi belirtilmek suretiyle ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge
Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise
doğrudan Türkiye ĠĢ Kurumu Ġl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre
tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı
Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır.”
Ģeklinde
düzenlenmiĢtir.
3.4.2.2.2. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yer alan düzenlemeler
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu101‟‟nun 25/02/2011 tarihli Mükerrer
Resmi Gazete - 6111/99. maddesi ile yeniden düzenlenen 53. maddesine göre,
“Kurum ve kuruluĢlar bu Kanuna göre çalıĢtırdıkları personele ait
kadrolarda
%3
oranında
engelli
çalıĢtırmak
zorundadır.
%3‟ün
hesaplanmasında ilgili kurum veya kuruluĢun (yurtdıĢı teĢkilat hariç)
toplam dolu kadro sayısı dikkate alınır (md. 53/I).
Engelli personel çalıĢtırma yükümlüğünün yerine getirilmesinin takip ve
denetimi ile engellilerin devlet memurluğuna yerleĢtirilmesinden Devlet
Personel BaĢkanlığı sorumludur. Engelli açığı bulunan kamu kurum ve
kuruluĢları bir sonraki yıl için alım yapacakları engellilere iliĢkin
taleplerini her yılın Ekim ayının sonuna kadar Devlet Personel
BaĢkanlığına bildirmek zorundadır. Devlet Personel BaĢkanlığı kurum
101
R.G., T.23.07.1965, S.12056
285
ve kuruluĢların bildirimi üzerine, engelli kontenjanlarına yerleĢtirme
yapabilir veya yaptırabilir (md. 53/III).
Engellilerin
memurluğa
alınma
Ģartlarına,
merkezi
sınav
ve
yerleĢtirmenin yapılmasına, eğitim durumu ve özür grupları dikkate
alınarak kura usulü ile yapılacak yerleĢtirmelere, engellilerin görevlerini
yürütmelerinde hangi yardımcı araç ve gereçlerin kurumlarınca temin
edileceğine, kamu kurum ve kuruluĢlarınca engelli personel istihdamı ile
ilgili istatistiksel verilerin bildirilmesine iliĢkin usul ve esaslar ile diğer
hususlar Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığının görüĢü alınarak Devlet
Personel BaĢkanlığınca hazırlanacak yönetmelikle düzenlenir (md.
53/IV).”
Devlet Personel BaĢkanlığı tarafından yayımlanan 2003/2 nolu Kamu Kurum
ve KuruluĢlarında Engelli Personel Ġstihdamı Hakkında Tebliğ102de, memuriyete
giriĢ yaĢının 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‟nun 40. maddesinde 18 olarak
belirlenmesine rağmen memuriyete giriĢ için azami yaĢ sınırının belirtilmediği ifade
edildikten sonra, engellilerin 15 yıllık kamu hizmeti sonrasında emekli olabildikleri
göz önüne alınarak, ilgili mevzuatında özel hüküm bulunmayan kamu kurum ve
kuruluĢlarının alacakları engelli memurların yaĢ sınırını azami üst seviyede
belirlemeleri ifade edilmiĢtir. Ayrıca Tebliğde, ülkemizdeki engellilerin önemli bir
kısmının ilkokul mezunu oldukları ve ilkokul mezunu engellilerin memur olarak
istihdam edilebilmeleri için 5–15 dereceli kadrolara iliĢkin eğitim Ģartlarına “Eğitim
durumu ilköğretim (ortaokul) olan kadrolar için bu eğitim düzeyinde yazılı sınavda
baĢarılı olan aday bulunmazsa, ilkokul mezunlarından da baĢarı sırasına göre
atama yapılacaktır” ibaresi eklenmiĢtir.
5378 sayılı Kanunun 21. maddesi ile de, 657 sayılı Kanuna ek md.39
eklenmiĢtir. Buna göre, “Devlet memurlarının, hayatını baĢkasının yardım ve
bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede engelli olduğu sağlık kurulu
raporu ile tespit edilen eĢi, çocukları ile kardeĢlerinin memuriyet mahalli dıĢında
resmi veya özel eğitim ve öğretim kuruluĢlarında eğitim ve öğretim yapacaklarının
özel eğitim değerlendirme kurulu tarafından belgelendirilmesi halinde, ilgilinin
102
R.G., T.25.01.2003, S.25004
286
talebi üzerine eğitim ve öğretim kuruluĢlarının bulunduğu il veya ilçe sınırları
dâhilinde kurumunda bulunan durumuna uygun boĢ bir kadroya ataması yapılır.”
3.4.2.2.3. 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda yer alan
düzenlemeler
5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunu‟nun “Ġstihdam” baĢlığını taĢıyan 14.
maddesinde;
“ÇalıĢan engellilerin aleyhinde sonuç doğuracak Ģekilde, engelliliğiyle
ilgili olarak diğer kiĢilerden farklı muamelede bulunulamaz (md.14/II).
ÇalıĢan veya iĢ baĢvurusunda bulunan engellilerin karĢılaĢabileceği
engel ve güçlükleri azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelik istihdam
süreçlerindeki önlemlerin alınması ve iĢyerinde fiziksel düzenlemelerin
bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluĢlar ile
iĢyerleri tarafından yapılması zorunludur. Engellilik durumları sebebiyle
iĢgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan engellilerin istihdamı,
öncelikle korumalı iĢyerleri aracılığıyla sağlanır (md.14/III)”, ifadesi yer
almaktadır.
Maddede fiziksel düzenlemelerin yetkili kurum ve kuruluĢlarca yapılacağı
belirtilmekle birlikte, bu düzenlemelerin neler olacağı konusunda bir açıklama
bulunmamaktadır. Maddede, engellilik durumları nedeniyle iĢgücü piyasasına
katılmaları konusunda zorluk bulunan engellilerin istihdamlarının korumalı iĢyerleri
aracılığı sağlanacağı ifade edilmiĢtir. Kanunda md.3/f‟de, korumalı iĢyerinin
“Normal iĢgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan engelliler için mesleki
rehabilitasyon ve istihdam oluĢturmak amacıyla Devlet tarafından teknik ve mali
yönden desteklendiği ve çalıĢma ortamının özel olarak düzenlendiği iĢyerini” ifade
edeceği belirtilmiĢtir. Maddenin son fıkrasında, korumalı iĢyerleriyle ilgili usul ve
esasların ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Özürlüler
287
Ġdaresi BaĢkanlığınca müĢtereken çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği ifade
edilmiĢtir.
Kanunda ayrıca korumalı iĢyeri statüsünden de bahsedilmiĢtir. Korumalı
iĢyeri
statüsü,
“ÇalıĢanlarının
yönetmelikle
belirlenen
oranını
engellilerin
oluĢturduğu veya engellilere yönelik çalıĢmaları ile korumalı iĢyerine sağlanan
teknik ve mali destek sağlanma Ģartlarını taĢımayı” ifade etmektedir (m.3/g).
Görüldüğü gibi, Kanun‟da engelli bireylerin istihdam edilebilmeleri için
tedbirler alınmaktadır. ĠĢe alınma ve iĢ hayatı süreci içinde engelli çalıĢanlar
aleyhinde ayrımcı uygulamalar yapılamayacaktır. Engellinin iĢini yapabilmesine
yönelik tedbirlerin alınması ve fizikî çevre düzenlemelerinin yapılması zorunlu hâle
getirilmiĢtir. Engellilik durumları sebebiyle iĢgücü piyasasına kazandırılmaları güç
olan engellilerin istihdamı öncelikle “korumalı iĢyerleri” aracılığıyla sağlanacaktır.
3.4.2.3. Bakım ve rehabilitasyona iliĢkin düzenlemeler
3.4.2.3.1. Bakım hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler
5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun 6. maddesi‟nde, bakım hizmetleri ile ilgili
olarak, engelli kiĢilerin yaĢamlarını öncelikle bulundukları ortamda sağlık, huzur ve
güven içinde sürdürmesi, toplum içinde kendi kendilerini idare edebilecek ve
üretken hâle gelebilecek Ģekilde bakım ve rehabilitasyonlarının yapılması,
bunlardan ihtiyacı olanların geçici veya sürekli bakım altına alınması veya bunlara
evde bakım hizmeti sunulmasının esas olduğu belirtilmektedir.
Bilindiği gibi, bakım hizmetleri, evde bakım veya kurum bakımı modelleriyle
sunulabilir. Bakım hizmetlerinin bu amaçla özel olarak hazırlanmıĢ bir kurumda
sağlanması biçiminde tanımlanabilecek kurum bakımı, çoğu zaman yararlanıcıları
pasif alıcılar haline getirdiği için, yüksek maliyeti nedeniyle, insanları alıĢkın olduğu
çevreden, ailesinden ayırdığı böylece sosyal bir izolasyona neden olduğu için vb.
birçok açıdan günümüzde eleĢtirilmekte ve ancak evde bakım verilmesinin çok güç
olduğu özel durumlarda tercih edilmektedir. Kanun bu nedenle “öncelikle kiĢinin
sosyal ve fiziksel çevresinden ayrılmaksızın hizmetin sunulması esas alınır”
288
diyerek ailenin bütünlüğünün korunması temel ilkesine de uygun bir düzenleme
getirmiĢtir.
5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun 30. maddesi ise 2828 sayılı Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu‟na aĢağıdaki maddeyi eklemiĢ,
böylece bakıma muhtaç engellilerin bakım ücreti alabilmesi sağlanmıĢtır. Bu ücret
asgari ücretin 2 katına kadar çıkabilmektedir.
“Her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamı esas alınmak
suretiyle; kendilerine ait veya bakmakla yükümlü olduğu birey sayısına
göre kendilerine düĢen ortalama aylık gelir tutarı bir aylık net asgarî ücret
tutarının 2/3'ünden daha az olan bakıma muhtaç engellilere, resmî veya
özel bakım merkezlerinde ya da ikametgâhlarında bakım hizmeti
verilmesi sağlanır.
Bakıma muhtaç engellilere sunulacak bakım hizmetlerinin kapsamına,
bakım hizmetinden yararlanabileceklerin baĢvuru Ģekline ve bu hizmetleri
verecek
olan
gerçek
ve
tüzel
kiĢilerin
izin,
çalıĢma,
denetim,
ücretlendirme ile bakım hizmeti karĢılığı yapılacak ödemelere iliĢkin usûl
ve esaslar; Kurumun koordinatörlüğünde, Maliye Bakanlığı, Sağlık
Bakanlığı ve Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığınca müĢtereken çıkarılacak
yönetmelikle belirlenir.
Bakıma muhtaç engellilere sunulacak bakım hizmetinin karĢılığı olarak
belirlenecek kiĢi baĢına aylık bakım ücreti tutarı, iki aylık net asgarî
ücretten fazla olamaz.
Bakıma muhtaç engellilerden Kurumca ve diğer resmî kurumlarca
bakılanlar dıĢında kalanlara iliĢkin bakım ücreti, bu amaçla Kurum
bütçesine konulacak ödeneklerden karĢılanır.
Bakıma muhtaç engellilere, ücretleri Kurum bütçesinden karĢılanmak
suretiyle sağlanacak bakım hizmetleri 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı
Kamu Ġhale Kanunu hükümlerine tâbi olmaksızın temin edilir”.
289
3.4.2.3.2. Rehabilitasyon hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler
Rehabilitasyon gereksiniminin yeterince karĢılanamaması da engellilerin
toplumla bütünleĢtirilmesinin önündeki en büyük engellerden birisidir.
Esenlendirme olarak da ifade edilebilecek rehabilitasyon kavramı; onarma,
yeniden kazandırma, alıĢtırma yönünde tıbbi, mesleki ve sosyal bir içerikle
irdelenebilir (Altan,2010:200–203). Bu anlamda rehabilitasyon, eksilen yada
kaybolan yeteneklerin yeniden kazandırılması sürecidir. BirleĢmiĢ Milletlerin
Engelliler Ġçin Fırsat EĢitliği Konusunda Standart Kurallar belgesi ise rehabilitasyon
programlarının; zeka seviyesini yükseltici eğitimler, engellilere ve ailelerine
danıĢmanlık
hizmetleri,
kendine
güvenin
geliĢtirilmesi,
ihtiyaç
halinde
değerlendirme ve rehberlik hizmetleri gibi çok geniĢ bir alanı kapsaması gerektiğini
ifade etmektedir.
Bu yaklaĢımla 5378 sayılı Engelliler Kanunu ise rehabilitasyonu, “doğuĢtan
veya sonradan herhangi bir nedenle oluĢan özrü ortadan kaldırmak veya
engelliliğin etkilerini mümkün olan en az düzeye indirmek, engelliye yeniden
fiziksel, zihinsel, psikolojik, ruhsal, sosyal, meslekî ve ekonomik yararlılık
alanlarında baĢarabileceği en üst düzeyde yetenekler kazandırarak; evinde, iĢinde
ve sosyal yaĢamında kendine ve topluma yeterli olabilmesi ve engellinin toplum ile
bütünleĢmesi, ayrımcılığa karĢı tüm tedbirlerin alınması amacıyla verilen koruyucu,
tıbbî, meslekî, eğitsel, rekreasyonal ve psiko-sosyal hizmetler bütününü” biçiminde
tanımlamıĢtır (md.3).
Ayrıca, “toplumsal hayata katılım ve eĢitlik temelinde engellilerin bireysel ve
toplumsal ihtiyaçlarını karĢılamaya yönelik olarak rehabilitasyon hizmetleri
verileceği ve rehabilitasyon sürecinin her aĢamasında engelli ve ailesinin aktif ve
etkili katılımının esas olduğu” belirtilmiĢtir (md.10).
Herhangi bir sebeple engelli hale gelen birey önceden var olan iĢini artık
yapamıyorsa, o iĢi yapabilmek için “yeniden yeteneklendirilmesi”, “rehabilite
edilmesi” gerekmektedir. Böyle bir rehabilitasyon sürecinden geçmemiĢ olan birey,
topluma ve içinde yaĢadığı aileye yük olmaktan kurtulamayacaktır.
290
Rehabilitasyon, hizmet özelliğine göre genel olarak tıbbî ve sosyal–meslekî
rehabilitasyon olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tıbbî rehabilitasyonda; kiĢinin
fonksiyonel yeterliliğini mümkün olan en yüksek düzeye çıkarmak için klinik tedavi,
tıbbî egzersizler, uğraĢı tedavisi ve konuĢma tedavisi uygulanmaktadır. Ortopedik
cihaz ve protez uygulaması ile de kiĢinin rehabilitasyon sürecine engel olacak
fizyolojik engellerinin aĢılması amaçlanmakta; buna ilâve olarak psikolojik, sosyal
ve ekonomik güçlüklerin azaltılması ya da ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.
Böylece engelli kiĢinin; aile, toplum ve iĢ ile ilgili intibakını sağlamak sureti ile onun
topluma entegrasyonunu sağlamaya yönelik uygulama yapılır. Sosyal–meslekî
rehabilitasyon ise; engelli kiĢinin uygun bir iĢte çalıĢabilmesi ve bu iĢi devam
ettirmesini sağlayarak meslekî rehberlik, meslekî eğitim ve seçilen iĢe yerleĢtirme
gibi
meslekî
hizmetlerle
ilgili
tedbirleri
gerektiren,
sürekli
ve
koordineli
rehabilitasyon sürecini kapsamaktadır (Ören,2005:136).
Mesleki rehabilitasyon, engellilerin toplumla uyumunu destekleyen ve
olumsuz çalıĢma koĢulları karĢısında korunmada eĢit olanaklar sağlayan hizmet
ve önlemler bütünü olarak ifade edilmektedir. Mesleki rehabilitasyonun kapsamı
yalnızca mesleki eğitim, rehberlik, istihdam hizmetleri ve iĢe yerleĢtirme
önlemleriyle sınırlı olmayıp; engellilerin sosyal iliĢkilere ve çalıĢma yaĢamına uyum
sağlamaları, bağımsızlıklarını kazanmaları için gereken iĢ düzenlemelerinin
yapılması, desteklerin sağlanması, iĢ baĢında eğitim, iĢe dönük kurslar, günlük
yaĢama iliĢkin eğitim verilmesi ve okuma-yazmanın öğretilmesi gibi konuları da
kapsamaktadır (ILO,1998:193).
Engelliler Kanunu‟nun 13. maddesi, engellilerin yeteneklerine göre mesleğini
seçme ve bu alanda eğitim alma hakkının kısıtlanamayacağını, engellilerin
yetenekleri
doğrultusunda
yapabilecekleri
bir
iĢte
eğitilmesi,
meslek
kazandırılması, verimli kılınarak ekonomik ve sosyal refahının sağlanması
amacıyla meslekî rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanmasının sağlanmasının
esas olduğunu belirtmektedir.
Engelliler Kanunu‟nun 40. maddesi ise 5216 sayılı BüyükĢehir Belediyesi
Kanununa bir madde ekleyerek, BüyükĢehir Belediyelerine engellilerle ilgili
bilgilendirme, yönlendirme, danıĢmanlık, sosyal ve mesleki rehabilitasyon
291
hizmetleri vermek üzere engelli hizmet birimleri oluĢturulması yükümlülüğü
getirmiĢtir. Bu çerçevede sosyal ve mesleki rehabilitasyon hizmetleri belediyeler
tarafından da verilebilecek, belediyeler halk eğitim ve çıraklık eğitim merkezleri ile
iĢbirliği yapabileceklerdir (md.13). Aynı madde belediyelere mesleki rehabilitasyon
hizmetleri açısından bir görev yüklemekle yetinmemiĢ “engellinin rehabilitasyon
talebi”nden de söz etmiĢtir. Bu düzenlemeye göre engelli bireyin rehabilitasyon
talebinin bağlı olduğu belediye tarafından karĢılanamaması halinde rehabilitasyon
hizmetinin en yakın merkezden alınması ve ilgili belediyenin her yıl bütçe
talimatında belirlenen miktarı, hizmetin satın alınacağı merkeze ödemesi kabul
edilmiĢtir.
3.4.2.4. Eğitim ve öğretime iliĢkin düzenlemeler
Engelli bireylerin mümkün olduğunca bağımsızlaĢmalarında ve toplumsal
yaĢamın tüm alanlarına katılabilecek düzeyde geliĢimlerinin sağlanmasında, eğitim
önemli bir role sahiptir.
Anayasa‟nın 42. maddesinde “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun
bırakılamaz” ve “Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma
yararlı kılacak tedbirleri alır” denilerek, engellilerin özel ve temel eğitim
gereksinimlerinin karĢılanması doğrultusunda korunmalarına hukuki bir dayanak
oluĢturulmuĢtur.
Engellilerin eğitimlerinin temel yönü dıĢında, özür türlerine göre değiĢebilen
özel bir yönü de vardır. Zira yetersizlikleri çoğu kez engellilerin temel eğitim
hizmetlerinden yararlanabilmelerini engeller. Bu nedenle çoğu zaman engelli bir
birey temel eğitim hizmetlerinden yararlanabilmek için özel bir eğitim de almak
zorundadır.
Bazı durumlarda özel ve temel eğitim hizmetlerinin bir arada ve aynı
ortamlarda verilebilmesi mümkündür. Ancak böyle bir olanak bulunmuyorsa özür
türlerine göre özel eğitim veren eğitim kurumlarına da ihtiyaç duyulacaktır. Örneğin
iĢitme
engelli
bir
çocuğun
normal
yararlanabilmesi güçtür (Altan,2010:201).
eğitim
ve
öğretim
kurumlarından
292
Engelliler Kanununun eğitim ve öğretim baĢlıklı 15. maddesi ise “Hiçbir
gerekçeyle engellilerin eğitim alması engellenemez. Engelli çocuklara, gençlere ve
yetiĢkinlere, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak, bütünleĢtirilmiĢ
ortamlarda ve engelli olmayanlarla eĢit eğitim imkânı sağlanır” demektedir. Bu
hüküm uyarınca engelli bireyler toplumsal hayata tam katılımlarının sağlanması
amacıyla eğitim ve öğretim imkânlarından yararlandırılmaktadırlar.
Türkiye‟nin tarafı olduğu Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme103‟nin “Eğitim”
baĢlıklı 24. maddesinde; taraf devletlerin engellilerin eğitim hakkını tanıyacakları;
bu hakkın fırsat eĢitliği temelinde ve ayrımcılık yapılmaksızın sağlanması için
eğitim sisteminin bütünleĢtirici bir Ģekilde her seviyede engellileri içine almasını ve
ömür boyu öğrenim imkânını sağlayacakları;
engellilerin toplumun eĢit üyeleri
olarak eğitime tam ve eĢit katılımlarını kolaylaĢtırmak için yaĢamı ve sosyal geliĢim
becerilerini öğrenmelerini sağlayacakları; bu hakkın yaĢama geçmesini sağlamak
için, engelli olanlar dâhil olmak üzere, iĢaret dilini ve Braille alfabesini bilen
öğretmenlerin iĢe alınması ve eğitimin her düzeyinde çalıĢan uzmanların ve
personelin eğitimi için uygun tedbirleri alacakları; engellilerin genel yüksekokul
eğitimine, mesleki eğitime, eriĢkin eğitimine ve ömür boyu süren eğitime
ayrımcılığa
uğramaksızın
diğer
bireylerle
eĢit
koĢullar
altında
eriĢimini
sağlayacakları ifade edilmektedir.
Ülkemizde 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu104 gereğince Milli Eğitim
Bakanlığı özel eğitime gereksinim duyan çocuklar için özel tedbirler geliĢtirmekle
yükümlüdür. Özel eğitim gerektiren bireylerin genel ve mesleki eğitim görme
haklarını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla 1997 yılında 573 sayılı Özel Eğitim
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname105 çıkarılmıĢtır.
Bu Kararnameye göre özel eğitim gerektiren bireylerin sosyal ve fiziksel
çevrelerinden
mümkün
olduğu
kadar
ayrılmadan
ve
akranlarıyla
birlikte
kaynaĢtırma sınıflarında eğitilmesi ve özel eğitime erken baĢlanılması esastır
(Altan,2010:201). Bu Kararname kapsamında eğitim süreci safhalara ayrılmıĢ, her
103
GörüĢmelerine 2002 yılında baĢlanılan ve 2006 yılında BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu‟nda oylanmaksızın
kabul edilen “Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme” 2007 yılında imzaya açılmıĢ ve ilk imzalayan ülkeler
arasında Türkiye‟de yer almıĢtır. 2009 yılı içinde ise onay süreci tamamlanmıĢtır.
104
R.G. T.14.06.1973, S.14574.
105
R.G. T.06.06.1997, S.23011 (Mükerrer).
293
safhada yapılması gerekenler ve devletin yükümlülükleri açıklanmıĢtır. Buna göre
erken çocukluk döneminde aile bilgilendirilmeli ve desteklenmelidir.
Milli Eğitim Bakanlığı ayrıca özel eğitime muhtaç bireyler için iĢ hayatında
geçerliliği olan görevlere hazırlayıcı kurslar düzenlemekle yükümlüdür. Kursların
planlanması ve uygulanmasında kiĢilerin ilgi, ihtiyaç ve becerilerinin dikkate
alınması gereklidir. Bu kurslarda öğrencilere çırak ve öğrenci statüsü verilmektedir.
Ayrıca özel eğitim ihtiyacı olan bireylere her türlü eğitim ortamında özel eğitim
desteği sağlanması, rehabilitasyon hizmetlerine gereksinim duyulması durumunda
ilgili kurumlarla iĢbirliği yapılması, eğitim programlarının ihtiyaç ve becerilere
uygun olarak düzenlenmesi ve bireysel değerlendirmenin bu programlar dikkate
alınarak yapılması gereklidir.
2006 yılında çıkarılan bir yönetmelikte106 ise engellilerin yetenekleri
doğrultusunda yetiĢtirilmesi ve ekonomik ve sosyal refahlarının arttırılması
amacıyla kurulacak olan mesleki rehabilitasyon merkezleri ile ilgili açılıĢ,
denetleme ve iĢleyiĢ esasları belirtilmiĢ, mesleki eğitim ve rehabilitasyon kursları
kapsamında, fizyoterapi ve rehabilitasyon, mesleki yönlendirme ve rehberlik,
mesleki eğitim ve sosyal rehabilitasyon hizmetlerinin verilmesi öngörülmüĢtür. Bu
merkezlere baĢvurabilmek için engelli bireyin en az %40 engelli olması, 15 yaĢını
doldurmuĢ olması ve Türkiye ĠĢ Kurumu'na kayıtlı olması gerekmektedir.
Engelli öğrencilerin yükseköğrenimleri ile ilgili düzenlemeler ise yine Engelliler
Kanununun 15. maddesinde düzenlenmiĢtir. Bu madde hükmü gereğince engelli
üniversite öğrencilerinin öğrenim hayatlarını kolaylaĢtırabilmek için Yükseköğretim
Kurulu bünyesinde araç-gereç temini, özel ders materyallerinin hazırlanması,
engellilere uygun eğitim, araĢtırma ve barındırma ortamlarının hazırlanmasının
temini gibi konularda çalıĢma yapmak üzere Engelliler DanıĢma ve Koordinasyon
Merkezi kurulacaktır.
Engelliler Kanununun 15. maddesine dayanılarak hazırlanan bir yönetmelik
çerçevesinde ise tüm üniversiteler bünyesinde “Engelli Öğrenci Birimleri”
106
Özel Mesleki Rehabilitasyon Merkezleri Hakkında Yönetmelik. R.G., T.02.05.2006, S.26156
294
kurulmuĢ, bu birimlerin çalıĢma usul ve esasları ise sözü edilen Yönetmelik107 ile
düzenlenmiĢtir.
3.4.2.5. Sosyal güvenliğe iliĢkin düzenlemeler
Anayasası‟nın 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir”
denilmekte, sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenlerin
sıralandığı 61. maddesi‟nde ise “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum
hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır” denilerek bu doğrultuda devlete görev
yüklenmektedir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereğince,
sigortalı olarak ilk defa çalıĢmaya baĢladığı tarihten önce malûl sayılmayı
gerektirecek derecede hastalık veya özrü bulunan ve bu nedenle malûllük
aylığından yararlanamayan sigortalılara, en az onbeĢ yıldan beri sigortalı
bulunmak ve en az 3960 gün malûllük, yaĢlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiĢ
olmak Ģartıyla yaĢlılık aylığı bağlanır (md.28).
Aynı Kanuna göre, çalıĢma gücündeki kayıp oranının;
%50 ilâ %59 arasında olduğu anlaĢılan sigortalılar, en az 16 yıldan beri
sigortalı olmaları ve 4320 gün,
%40 ilâ %49 arasında olduğu anlaĢılan sigortalılar, en az 18 yıldan beri
sigortalı olmaları ve 4680 gün, malûllük, yaĢlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiĢ
olmak Ģartıyla, diğer sigortalılarda aranan (58 ve 60) yaĢ Ģartları aranmaksızın
yaĢlılık aylığına hak kazanırlar (md.28/4).
Ayrıca, emeklilik veya yaĢlılık aylığı bağlanması talebinde bulunan kadın
sigortalılardan baĢka birinin sürekli bakımına muhtaç derecede malûl çocuğu
bulunanların, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra geçen prim
ödeme gün sayılarının dörtte biri, prim ödeme gün sayıları toplamına eklenir ve
eklenen bu süreler emeklilik yaĢ hadlerinden de indirilir (md.28/6).
107
Yüksek Öğretim Kurumları Özürlüler DanıĢma ve Koordinasyon Yönetmeliği. R.G.,T.20.6.2006, S.26204.
295
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereğince geçirilen bir iĢ
kazası dolayısıyla gelir elde etme yeteneğinin en az %10'unu kaybeden bireylere
sürekli iĢ görmezlik geliri verilirken (md.19), meslekte kazanma gücünün %60 ya
da daha fazlasını sürekli olarak kaybeden bireylere malullük aylığı bağlanır (md.25
vd.).
Yukarıdaki düzenlemeler dıĢında yine sosyal güvenliğe iliĢkin bir düzenleme
olarak ekonomik sıkıntı içindeki engelli bireylere bağlanan aylıklardan da söz
edilmelidir. Engelli bireylere aylık bağlanması 5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun Ek
1. maddesinde getirilen değiĢiklik ile 2022 sayılı 65 YaĢını DoldurmuĢ Muhtaç,
Güçsüz ve Kimsesiz Türk VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda
düzenlenmiĢtir. Buna göre “65 yaĢını doldurmamıĢ olmakla birlikte;
a. 18 yaĢını doldurmuĢ ve baĢkasının yardımı olmaksızın hayatını devam
ettiremeyecek Ģekilde engelli olduğunu sağlık kurulu raporu ile kanıtlayan ancak
kanunen bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan engelli birey eğer her türlü
gelirleri toplamının aylık ortalaması kanunla belirlenen miktardan az ise yani bu
kanun açısından ekonomik sıkıntı içindeyse kendisine yine kanunla belirlenen
aylık tutarın üç katı nispetinde aylık bağlanır (Bakıma muhtaç engelli aylığı).
b. 65 yaĢından küçük, 18 yaĢından büyük olup, tüm vücut fonksiyon kaybı
oranı %40 ila %69 arasında olan ve 18 yaĢını doldurmuĢ, kanunen bakmakla
mükellef kimsesi olmayan ve herhangi bir iĢe yerleĢtirilememiĢ olan engelli birey
eğer her türlü gelirleri toplamının aylık ortalaması kanunla belirlenen miktardan az
ise yani bu kanun açısından ekonomik sıkıntı içindeyse kendisine yine kanunla
belirlenen aylık tutarın iki katı nispetinde aylık bağlanır (Engelli aylığı).
c. Her türlü gelirleri toplamının aylık ortalaması kanunla belirlenen miktardan
az olduğu halde yani bu kanun açısından ekonomik sıkıntı içinde olduğu halde,
kanunen bakmakla yükümlü olduğu 18 yaĢını tamamlamamıĢ engelli yakını
bulunanlara, bakım iliĢkisi fiilen gerçekleĢmek kaydıyla kanunla belirlenen aylık
tutarın iki katı nispetinde aylık bağlanır (Engelli yakını aylığı).
296
Aylık bağlanmasına esas engellilik oranı değiĢenlerin aylıkları durumlarına
göre yeniden tespit olunur. Engellilik oranı, bu Kanuna göre aylık bağlanması
gereken oranın altına düĢenler ile her türlü gelirleri toplamının aylık ortalaması
kanunla belirlenen miktarın üzerine çıkanların aylıkları kesilir.
Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan malûl olmaları sebebiyle yetim
olarak aylık veya gelir almakta olan çocuklardan bu kurumlardan aldıkları aylık
veya gelir toplamı tutarları bu madde gereğince durumlarına göre ödenebilecek
tutardan daha az olanlara ise aradaki fark ilgili sosyal güvenlik kurumu tarafından
ödenir”.
3.4.2.6. EriĢebilirlik/UlaĢabilirlik ile ilgili düzenlemeler
EriĢebilirlik (accessibility), insan haklarının ayrımcılık kadar sorunlu, hatta
ayrımcılığı da kapsayan alanlarından biri olarak son dönemlerde insan hakları
yazınında ve uluslararası örgütlerin çalıĢmalarında haklı bir yer edinmiĢtir108. Ġnsan
yapımı ve doğal fiziksel çevre baĢta olmak üzere, ekonomik, sosyal ve kültürel
çevreye ulaĢabilme, bu çevrelerde verilen hizmetlerden yararlanma ve katkıda
bulunma olanaklarına sahip olmayı ifade eden eriĢebilirlik, her türlü hakkın
kullanımında önemli bir unsur olarak karĢımıza çıkmaktadır.
Engelliler için eriĢebilirlik, hakları kullanabilmenin bir aracı olmanın yanında,
bağımsız yaĢamanın, toplumsal yaĢamın tüm alanlarına tam olarak katılabilmenin
de koĢuludur. Engellilerin topluma katılmalarının önündeki en büyük engeller
ulaĢım, fiziksel çevre ve konut sorunudur.
Uluslararası alanda, Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme ve Zorunlu
olmayan Protokol 13 Aralık 2006 tarihinde Newyork‟ta BirleĢmiĢ Milletler Genel
Sekreterliğinde kabul edilmiĢ ve 30 Mart 2007‟de imzaya açılmıĢtır. SözleĢmeyi 82
ülke, Protokol‟ü ise 44 ülke imzalamıĢ bir ülke ise onaylamıĢtır. Türkiye‟nin 30 Mart
2007 tarihinde imzaladığı bu sözleĢme, BirleĢmiĢ Milletler tarihinde en yüksek
imzaya sahip bulunmaktadır. 21‟inci yüzyılın ilk kapsamlı insan hakları anlaĢması
ve bölgesel entegrasyon organizasyonları tarafından imzaya açılan ilk insan
108
A/HRC/10/48, 26 January 2009, 13.
297
hakları anlaĢmasıdır. SözleĢme 3 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiĢ
bulunmaktadır.
SözleĢmenin 9‟uncu maddesi eriĢilebilirlik konusundadır. Bu maddede “Taraf
Devletler engellilerin bağımsız yaĢayabilmelerini ve yaĢamın tüm alanlarına etkin
katılımını sağlamak ve engellilerin diğer bireylerle eĢit koĢullarda fiziki çevreye,
ulaĢıma, bilgi ve iletiĢim teknolojileri ve sistemleri dâhil olacak Ģekilde bilgi ve
iletiĢim olanaklarına, hem kırsal hem de kentsel alanlarda halka açık diğer
tesislere ve hizmetlere eriĢimini sağlamak için uygun tedbirleri alacaklardır.”,
ifadesi yer almakta olup, bu çerçevede devletlerin ilgili idarelerine görevler
düĢmektedir.
Engelliler
mevzuatı
tarandığında,
engellilerin
özellikle
fiziksel
eriĢim
sorunlarını çözmeye yönelik yasal tedbirlerin diğer eriĢim sorunlarına göre daha
ağırlıklı ele alındığı görülmüĢtür. 5378 Sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılması Hakkında
Kanun,
geçici
maddeleriyle kamu kurum ve kuruluĢlarına ait resmi yapılarla, yol, kaldırım, yaya
geçidi, açık ve kapalı alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı
alanları ile gerçek ve tüzel kiĢiler tarafından yapılmıĢ kamuya açık hizmet veren
her türlü yapının, Kanun‟un yürürlüğe girdiğinden itibaren 7 yıl içinde engellilerin
eriĢilebilirliğine uygun duruma getirilmesini zorunlu kılmıĢtır (Geçici md. 2). Ayrıca,
BüyükĢehir belediyeleri ile diğer belediyelerin yetki alanları içinde verdikleri toplu
taĢıma hizmetlerini, aynı süre içinde engelliler için eriĢilebilir duruma getirmelerine
hükmetmiĢtir (Geçici md. 3). Engelliler Kanunu‟nda verilen sınırlı sürenin yerel
yönetimlerce iyi kullanılmasını sağlamak üzere, Kanun‟un geçici maddelerine
dayanarak
BaĢbakanlık
tarafından
2006
yılında
yayınlanan
Genelge‟yle,
belediyelerin bu sürece iliĢkin eylem planlarını ve bu planlara dair raporlarını
sunmaları, toplu taĢıma hizmetleriyle eriĢime dair diğer hizmetlerini Türk
Standartları Enstitüsü‟nün ilgili standartlarına uygun hale getirmeleri 109, kamu
109
Türk Standartları Enstitüsü‟nün Ģehir içi yollar, otobüs durakları yer seçimi, yaya alt geçitleri, kurp ve
eğimlerin tasarımı, yaya geçitleri seçim esasları, kavĢaklarda emniyet, kapasite ve ekonomik kurallar ve toplu
yaĢama iliĢkin diğer standartları için bkz. TS 9826/ġubat 1992, TS 8503/Ekim 1990, TS 8252/Nisan 1990, TS
10713/ġubat 1993, TS 10839/Nisan 1993, TS 7768/Ocak 1990, TS 7636/Kasım 1989, TS 7937/ ġubat 1990,
TS 7635/Kasım 1989, TS 11522/Ocak 1995,TS 8022/ġubat 1990, TS 11783/ Temmuz 1995, TS 11784/
Temmuz 1995
298
kurum ve kuruluĢlarının kullandıkları yapıları engellilerin kullanımını mümkün
kılacak Ģekilde uyarlamaları istenmiĢtir110.
5378 Sayılı Engelliler Kanunu fiziksel eriĢebilirliğin standartları konusuna hiç
değinmezken, daha eski tarihli bir kanun olan Ġmar Kanunu‟na 1997 yılında
eklenen hükümle fiziksel çevrenin engelliler için ulaĢılabilir ve yaĢanılabilir
kılınması amacına yönelik olarak imar planları ile kentsel, sosyal, teknik altyapı
alanlarında ve yapılarda, Türk Standartları Enstitüsünün ilgili standardına uyulması
zorunlu tutulmuĢtur111. Engellilerle ilgili her türlü düzenlemenin standartlara uygun
olarak gecikmeksizin gerçekleĢtirilmesini sağlamak amacıyla BaĢbakanlık talimatı
çıkarılmıĢ, tüm kurum ve kuruluĢlara gönderilmiĢtir. Bunların dıĢında çeĢitli
kanunlarda yer alan hizmetlere, kuruma ve personele yönelik standartları açıklığa
kavuĢturmak üzere yönetmelikler kabul edilmiĢtir. Örneğin, Karayolu TaĢıma
Yönetmeliği‟nde terminallere112, Korumalı ĠĢyerleri Hakkında Yönetmelik‟te113
fiziksel koĢullar ve donanıma, Otopark Yönetmeliği‟nde 114 otoparklara yönelik ilke
ve standartlara yer verilmiĢtir. Ġlgili Yönetmeliklerin nispeten yeni tarihli oluĢu,
düzenlemelerin değiĢen ihtiyaç ve geliĢmeleri göz önüne alarak yenilenmiĢ olması
ihtimalini güçlendirmektedir.
Engelliler Kanunu‟nun engellilerin mekânsal eriĢimlerini kolaylaĢtırmak adına
bir diğer katkısı, 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu‟nu bu yönde değiĢtirmiĢ
olmasıdır. DeğiĢtirilen Kanun uyarınca, engellilerin yaĢamını sürdürdüğü toplu
yaĢam konutlarına eriĢimleri ve kullanım kolaylığını sağlamak için diğer kat
maliklerine bazı sorumluluklar yüklenmiĢtir (md.19). Buna iliĢkin Yönetmeliğe göre,
yaĢadıkları konut engellilerin kullanımına uygun değilse, bina ve çevresinde
değiĢiklik yapılması hakkındaki taleplerinin diğer maliklerce belli koĢullarda kabul
edilmesi gerekmektedir115.
110
Kamu Binaları, Kamuya Açık Alanlar ve Toplu TaĢıma Araçlarının Özürlülerin Kullanımına Uygun Duruma
Getirilmesi Hakkında 2006/18 Numaralı BaĢbakanlık Genelgesi, R.G., T.12.07.2006, S. 26226
111
3194 sayılı Ġmar Kanunu, Kabul Tarihi: 3/5/1985, R.G. T. 9.5.1985, S.18749, Ek Madde 1 - (Ek : 30/5/1997
- KHK - 572/1 md.)
112
Karayolu TaĢıma Yönetmeliği, m.33. R.G., T.11.06.2009, S.27255.
113
Korumalı ĠĢyerleri Hakkında Yönetmelik, m.11-14. R.G. T. 30.05.2006, S. 26183.
114
Otopark Yönetmeliği, R.G. T. 01.07.1993, S. 21624, m.4- g (DeğiĢik:RG-02/09/1999-23804).
115
Yapılarda Özürlülerin Kullanımına Yönelik Proje Tadili Komisyonları TeĢkili, ÇalıĢma Usul ve Esasları
Hakkında Yönetmelik, R.G., T.22.04.2006, S.26147.
299
5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun 30. maddesi ise 2828 sayılı Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu116‟na “ĠĢitme ve konuĢma
engellilere gerek görüldüğü hâllerde tercümanlık yapmak üzere illerde iĢaret dili
bilen personel görevlendirilir” hükmü eklenmiĢ, böylece engelli bireylerin SHÇEK
bünyesinde sunulan hizmetlere eriĢebilirliğinin sağlanması doğrultusunda bir
baĢka adım atılmıĢtır. Zira eriĢebilirlik, hukuken ve fiilen eriĢimin mümkün
kılınması
anlamına
gelmektedir.
Bu
nedenle
sadece
fiziki
eriĢilebilirliğin
sağlanması yeterli değildir. Hukuken bir ayrımcılığın bulunmaması yani hukuki
eriĢim imkânının sağlanması yanı sıra ekonomik olarak da eriĢebilirliğin
sağlanması gereklidir.
Engelliler Kanunu‟nun 31. maddesi çerçevesinde 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu‟na117 eklenen bir madde ile engellilerin araçları için ayrılmıĢ park
yerlerine park etmek yasaklanarak bu yasağın ihlali halinde “hatalı park cezasının”
iki kat arttırılması gerektiği düzenlenmiĢtir.
UlaĢtırma Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda118 da,
engellilerin eriĢebilirliğine yönelik özel düzenlemeler yapılmıĢtır. Sözü edilen
Kanun gereği UlaĢtırma Bakanlığı‟nın görevlerinden birisi de engellilerin “evrensel
hizmetten eĢitlik, taraf gözetmeme ilkeleri temelinde ve karĢılayabilecekleri fiyat
seviyesinde yararlanabilmelerine iliĢkin usul ve esasları belirlemek”tir. 572 sayılı
Bazı Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye
göre ise, belediyeler toplu taĢıma araçlarından engellileri ücretsiz veya indirimli
olarak yararlandırmak zorundadır.
UlaĢılabilirliğin sağlanması açısından önemli bir diğer konu, Ģehir içi ve
Ģehirlerarası ulaĢım araçlarının kullanımına iliĢkin araçların içinde, duraklarda ve
uygun diğer yerlerde verilen bilgilendirme hizmetleriyle çevre düzenlemelerinin de
engelsiz hale getirilmesidir. 5378 sayılı Kanunun toplu taĢımacılık hizmetlerinin ele
alındığı geçici 3 üncü maddesinin uygulanmasıyla ilgili hususlara açıklık
getirilmesini sağlamak amacıyla ĠçiĢleri Bakanlığı 24.04.2011 tarihinde Toplu
TaĢıma Hizmetleri Genelgesi‟ni yayınlamıĢtır. Genelge‟de 2009 tarihinden sonra
116
R.G., T. 27.05.1983, S.18059.
R.G.,T.18.10.1983, S.18195.
118
R.G.,T.17.04.1987, S.19434.
117
300
alınan Ģehir içi toplu taĢıma araçlarının hareket engellilerin kullanımına uygun hale
getirilmesini sağlayacak teknik uyarlamalar açıklanmıĢ, 2009 tarihinden önce imal
edilmiĢ araçların 2012‟ye kadar engelliler için eriĢilebilir hale getirilmesi, Ģehir içi
otobüs durak yerlerinin ulaĢılabilir güzergâhta seçilmesi, otobüse biniĢ ve iniĢler
için gerekli fiziksel koĢulların sağlanması, toplu taĢımaya ait bilgilendirme için
gerekli sesli ve görsel donanımların eklenmesi talimatları yer almıĢtır. Genelge‟nin
en çarpıcı yanı, engelliler için ayrı otobüs, ayrı güzergâh gibi ayrımcılığa yol açan
uygulamalardan kaçınılması uyarısıdır119.
Yine bu çerçevede düĢünülebilecek bir biçimde, cep telefonu operatörleri
engelliler için indirimli tarifeler hazırlamakta, Devlet Demiryolları ve Türk Hava
Yolları engellilere indirim sağlamaktadır. Devlet Tiyatroları ise gösterilerini
engellilere ücretsiz sunmaktadır.
Engelliler Kanunu ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü‟nün TeĢkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun‟a120 eklenen bir madde ile ise Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü “Engelli bireylerin spor yapabilmelerini sağlamak ve yaygınlaĢtırmak
üzere; spor tesislerinin engellilerin kullanımına da uygun olmasını sağlamak, spor
eğitim programları ve destekleyici teknolojiler geliĢtirmek, gerekli malzemeyi
sağlamak, konu ile ilgili bilgilendirme ve bilinçlendirme çalıĢmaları ile yayınlar
yapmak, spor adamları yetiĢtirmek, engelli bireylerin spor yapabilmesi konusunda
ilgili diğer kuruluĢlarla iĢbirliği yapmakla” görevlendirilmiĢtir. Böylece engellilerin bir
baĢka açıdan eriĢim olanaklarına katkı sağlanmıĢtır. Diğer yandan engelli
bireylerin spor yapabilmelerini sağlamak amacıyla engelli sporları federasyonu
kurulmuĢtur.
Ayrıca engelliler bazı vergilerden muaf tutulmakta veya kendilerine belirli
vergi
indirimleri
sağlanarak
toplumsal
hayata
katılımları
arttırılmaya
çalıĢılmaktadır. Konuya iliĢkin kanun ve uygulamalar aĢağıda özetlenmiĢtir:
119
ĠçiĢleri Bakanlığı Toplu TaĢıma Hizmetleri Genelgesi, 24.04.2011,
Sayı:B.05.0.MAH.0.07.01.00/11701,Konu:TopluTaĢımaHizmetleri,
http://www.ozida.gov. tr/?menu=mevzuat&sayfa=toplutasimaaraclari (e.t: 27.06.2011).
120
R.G., T.28.05.1986, S.19120.
301
Gelir Vergisi Kanunu'na121 göre ölüm, sakatlık, hastalık ve iĢsizlik
sebepleriyle verilen tazminat ve yapılan yardımlar gelir vergisinde muaftır. Aynı
Kanuna göre, çalıĢma gücünün asgarî %80'ini kaybetmiĢ bulunan birinci derece
sakat, asgarî %60'ını kaybetmiĢ bulunan ikinci derece sakat, asgarî %40'ını
kaybetmiĢ bulunan ise üçüncü derece sakat sayılır ve sakatlık dereceleri itibariyle
belirlenen aylık tutarlar, serbest meslek erbabı veya ücretli çalıĢanların gelir vergisi
matrahından indirilir. Yani gelir vergisinden bu kısımlar muaf tutulur. Kendisi
engelli olmasa bile ailesinde engelli kiĢi bulunan serbest meslek erbabı ile ücretli
çalıĢanlar gelir vergisi indiriminden yararlanabilir.
Engelliler
122
Kanununa
Kanunu
çerçevesinde
3065
sayılı
Katma
Değer
Vergisi
eklenen bir madde ile “Engellilerin eğitimleri, meslekleri, günlük
yaĢamları için özel olarak üretilmiĢ her türlü araç-gereç ve özel bilgisayar
programları” katma değer vergisinden muaf tutulmuĢtur123.
Gümrük Kanunu'na124 göre, malul ve sakatların kullanımına özel eĢyalar
gümrük vergisinden muaftır. Engellilerden uygun Ģartları taĢıyanların yurtdıĢından
getirtecekleri özel tertibatlı araçlar gümrük vergisinden muaftır.
Engelliler Kanunu‟nun 22. maddesi 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu‟nun 8.
maddesine engellileri de eklemiĢtir. Böylece Bakanlar Kurulu brüt 200 m 2'yi
geçmeyen tek meskeni olan engellilerin tabi olduğu emlak vergisi oranını
düĢürmek veya tamamen kaldırmakla yetkilendirilmiĢtir. Bu yetki doğrultusunda
Bakanlar Kurulu tarafından engelli bireylerin 2007 ve müteakip yıllar için 200 m2'yi
geçmeyen tek meskenlerinde emlak vergisi oranı sıfıra indirilmiĢtir.
Motorlu TaĢıtlar Vergisi Kanunu‟na125 göre ise, engellilik oranı %90 ve daha
fazla olan malûl ve engellilerin adlarına kayıtlı taĢıtlar ile diğer malûl ve engellilerin,
bu durumlarına uygun hale getirilmiĢ özel tertibatlı taĢıtları motorlu taĢıtlar
vergisinden müstesnadır.
121
R.G., T. 06.01.1961, S.10700.
R.G., T. 02.11.1984, S.18563.
123
Düzenleme ile ayrıca, “sakat bakımı” ile ilgili kurum ve kuruluĢlar sosyal amaç taĢıyan istisnalar baĢlığı
altında düzenlenmekte ve buralarda sunulan hizmet katma değer vergisinden muaf tutulmaktadır.
124
R.G., T. 04.11.1999, S.23866.
125
Motorlu TaĢıtlar Vergisi, Kanun Numarası: 197, Kabul Tarihi: 18/2/1963, R.G., T. 23.2.1963, S.11342
(DeğiĢik: 25/12/2003–5035/22 md.)
122
302
TaĢıt kullanımı ile ilgili bir baĢka vergi indirimi de özel tüketim vergisi 126
üzerinden sağlanmaktadır. 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu‟na göre,
engellilik oranı %90 veya daha fazla olan engelliler beĢ yılda bir defaya mahsus
olarak otomobillerin ilk iktisabı ve bir kısım ticari araçlar özel tüketim vergisinden
muaftır (md.7).
Engelli bireylerin toplumsal hayata katılımı açısından demokratik haklarını
kullanabilmeleri de gerekir. Bu amaçla 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda engellilerin seçme hakkını etkin olarak
kullanabilmesine yönelik düzenlemeler yapılmıĢtır. Sözü edilen Kanuna göre,
seçmen kütüğü yazımı sırasında, seçmenin oyunu kullanmasını engelleyecek bir
engelliliği varsa forma kaydedilmekte, seçim zamanında ise engelli seçmenlerin
oylarını rahatlıkla kullanabilmeleri için gerekli tedbirler alınmaktadır. Engellilerin oy
verme gününde sandık baĢında bekletilmeden oy vermeleri sağlanmakta, körler,
felçliler veya bu gibi bedeni sakatlıkları açıkça belli olanlar, ilgili seçim çevresi
seçmeni olan akrabalarından birinin, akrabası yoksa diğer herhangi bir seçmenin
yardımı ile oylarını kullanabilmektedirler.
Ayrıca bilgi toplumu olabilme sürecinde "toplumla bütünleĢme" son derece
önemli olmaktadır. Özellikle engelli bireylerin bilgiye eriĢmesini engelleyen
olumsuzlukları ortadan kaldıracak, engelsiz bir ortam hazırlama çabası üzerine
son yıllarda yoğunlaĢılmıĢtır. Bilginin elde edilmesi ve iĢlenmesi sonucunda, yeni
teknolojiler üretilmektedir. Bilgi ve iletiĢim teknolojilerini kullanmak ve eriĢmek
engelli insanlar için bağımsızlık, hareketlilik ve yaĢam kalitesi sunmaktadır. Bu
teknolojiler sayesinde de çalıĢma fırsatları yakalanabilmekte ve çalıĢma hayatında
yer alınabilmektedir.
3.4.2.7. Ayrımcılık ile ilgili düzenlemeler
Ayrımcılık yasağıyla engellilerin haklarını kullanabilecekleri fırsatlara eriĢim
ve
böylece
hakların
kullanımı
bakımından
toplumun
diğer
üyeleriyle
eĢitlenebilmeleri arasında yakın iliĢki bulunmaktadır.
126
Özel Tüketim Vergisi Kanunu, Kanun Numarası: 4760 Kabul Tarihi: 6/6/2002 R.G., T. 12.6.2002, S.24783.
303
BM Engelli Hakları SözleĢmesi‟nde, engelliliğe dayalı ayrımcılık, haklara
eriĢebilirlik ile yakın iliĢki içinde tanımlanmıĢtır. SözleĢme‟ye göre ayrımcılık,
“..siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya baĢka herhangi bir alandaki tüm
insan hak ve temel özgürlüklerinin diğerleri ile eĢit biçimde kullanılması veya
bunlardan yararlanılması imkanını ortadan kaldıran veya bunu engelleyen her türlü
ayrımın, dıĢlamanın veya kısıtlamanın engelliliğe dayalı olarak yapılmasıdır
(md.2).”
1982 Anayasası‟nın „kanun önünde eĢitlik‟ ilkesini düzenleyen md. 10/3
fıkrasına Eylül 2010‟da eklenen “Çocuklar, yaĢlılar, engelliler, harp ve vazife
Ģehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eĢitlik ilkesine
aykırı sayılmaz” hükmü aslında kanun önünde eĢitliği aĢan, haklar ve özgürlükler
açısından dezavantajlı grupları toplumun diğer üyeleriyle eĢitlemeye çalıĢan ve bu
anlamda fiili eĢitliği hedefleyen bir anlatıma sahiptir. Anayasa‟nın 10/3 maddesinin
gerekçesinden, dolaylı bir anlatımla da olsa, yapılan değiĢikliğin fiili eĢitliği
hedeflediği anlaĢılmaktadır127. Anayasa DeğiĢikliği Kanun Tasarısı‟nın genel
gerekçesinde de kadın-erkek eĢitliğinin sağlanması hedefine yer verilirken,
engellilerin de içinde bulunduğu grup için “toplumun bazı kesimlerinin, sosyal
devlet ilkesinin bir gereği olarak daha iyi korunması ve gözetilmesi” nin
amaçlandığı belirtilmiĢtir.
Engelliler Kanunu‟nun 41. maddesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun128 122
inci maddesinin birinci fıkrasında geçen "dil, ırk, renk, cinsiyet," ibaresinden sonra
gelmek üzere "engellilik," ibaresini eklemiĢtir. Sonrasında Türk Ceza Kanunu 122.
maddesi; “KiĢiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düĢünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak;
a) Bir taĢınır veya taĢınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin
icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kiĢinin iĢe alınmasını
veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan,
127
Madde Gerekçesi- Madde 1.“…Tüm toplum kesimleri arasında bir yandan eĢitliği sağlamaya, diğer yandan
da korunması gerekenleri korumaya yönelik özel tedbirler alabilmesinin önü açılmakta ve bu amaçla yapılan
düzenlemelerin eĢitlik ilkesine aykırı kabul edilemeyeceği anayasal güvenceye kavuĢturulmaktadır..”
http://www.hukukihaber.net/gundem/anayasa-degisiklik-paketi-tam-metni-ve-madde-gerekceleri.htm
(e.t:11.07.2011).
128
R.G., T.12.10.2004, S. 25611.
304
b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiĢ bir hizmeti yapmayı
reddeden,
c) KiĢinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen, Kimse
hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir” demektedir.
Ceza Kanunu‟nun 122. maddesi çerçevesinde istihdam alanındaki ayrımcılık
ile ilgili olarak ise “kiĢinin iĢe alınmasını veya alınmamasını” denilerek salt iĢe
alımla ilgili bir ayrımcılık yasağı getirildiği belirtilmelidir. ĠĢ iliĢkisinin devamı ve
sona ermesi aĢamalarında ayrımcılığın önlenmesine yönelik bir düzenleme ise
yapılmamıĢtır. Elbette bu açıdan ortaya çıkan boĢluk ĠĢ Kanunu‟na tabi iĢ iliĢkileri
bakımından eĢit davranma ilkesini düzenleyen ĠĢ Kanunu‟nun “ĠĢ iliĢkisinde dil, ırk,
cinsiyet, siyasal düĢünce, felsefi inanç, din ve mezhep benzeri sebeplere dayalı
ayrım yapılamaz” diyen 5. maddesi hükmü ile doldurulabilir. Ancak bu eksiklik asıl
olarak 2009 yılında çıkarılan Yurtiçinde ĠĢe YerleĢtirme Hizmetleri Hakkında
Yönetmelik ile giderilmiĢtir. Zira sözü edilen Yönetmeliğin “ayrımcılık yasağı”
baĢlıklı 17. maddesinde; “iĢe alınmada; iĢ seçiminden, baĢvuru formları, seçim
süreci, teknik değerlendirme, önerilen çalıĢma süreleri ve Ģartlarına kadar olan
aĢamaların
hiçbirinde
engelliler
ve
eski
hükümlüler
aleyhine
ayrımcı
uygulamalarda bulunulamaz. ÇalıĢan engelli ve eski hükümlülerin aleyhine sonuç
doğuracak Ģekilde, diğer kiĢilerden farklı muamelede bulunulamaz. Ayrımcılık veya
farklı muamele gösteren kamu kurum ve kuruluĢları ile iĢverenler için 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 122 nci maddesi hükümleri uygulanır”
denilmektedir. Böylece gerek iĢe alınma gerekse de iĢ iliĢkisinin devamı ve sona
ermesi aĢamalarında ayrımcılığın önlenmesi doğrultusunda önemli bir adım daha
atılmıĢtır.
Diğer yandan Engelliler Kanunu‟nun istihdam baĢlıklı 14. maddesi cezai bir
yaptırım öngörmemekle birlikte hem iĢe alım sürecinin hiçbir aĢamasında
engellilerin aleyhine ayrımcı uygulamalarda bulunulamayacağını, hem de çalıĢan
engellilerin aleyhinde sonuç doğuracak Ģekilde, engeliyle ilgili olarak diğer
kiĢilerden farklı muamelede bulunulamayacağını düzenlemektedir.
305
3.4.3. Çocukların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar
ÇalıĢan çocukların çalıĢma nedenleri, sorunları ve çözüm yolları çok boyutlu
olup, Türkiye‟nin temel sorunlarından ve bu sorunların çözümü yönündeki
politikalardan soyutlamak mümkün değildir. Bozuk gelir dağılımı, çarpık kentleĢme,
yetersiz eğitim vb. olumsuzluklar çocukların erken yaĢta çalıĢma yaĢamına
katılmalarına neden olmaktadır. Ülkemizde çocuk iĢçiliğinin en kötü biçimleri;
sokakta çalıĢma, küçük ve orta ölçekli iĢletmelerde ağır ve tehlikeli iĢlerde çalıĢma,
aile iĢleri dıĢında, ücret karĢılığı gezici ve geçici tarım iĢlerinde çalıĢma olarak
ortaya çıkmaktadır (ÇSGB,2006:36).
3.4.3.1. Mevzuatta çocuk iĢçiliğini korumaya yönelik düzenlemeler
Türkiye‟de baĢta Anayasa olmak üzere, 4857 sayılı ĠĢ Kanunu, Umumi
Hıfzıssıhha Kanunu, Mesleki Eğitim Kanunu, Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu, Polis
Vazife ve Salahiyet Kanunu, Borçlar Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu‟nda
çocuk iĢgücüne yönelik düzenlemeler yer almaktadır. Bu düzenlemelerin yanı sıra
1992‟den bu yana ILO /IPEC çerçevesinde gerçekleĢtirilen bir takım faaliyetler
bulunmaktadır.
3.4.3.1.1. Anayasa
Anayasa‟nın 50. maddesine göre; kimse yaĢına, cinsiyetine ve gücüne
uymayan iĢlerde çalıĢtırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği
olanlar, çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak korunurlar.
3.4.3.1.2. 4857 sayılı ĠĢ Kanunu
ĠĢverenler ile bir iĢ sözleĢmesine dayanarak çalıĢtırılan iĢçilerin çalıĢma
Ģartları ve çalıĢma ortamına iliĢkin hak ve sorumluluklarını düzenlemeyi
amaçlayan 4857 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun 71. maddesine göre:
• OnbeĢ yaĢını doldurmamıĢ çocukların çalıĢtırılması yasaktır. Ancak 14
yaĢını doldurmuĢ ve ilköğretimi tamamlamıĢ olan çocuklar bedensel,
306
zihinsel ve ahlaki geliĢmelerine ve eğitime devam edenlerin okullara
devamına engel olmayacak hafif iĢlerde çalıĢtırılabilirler.
• Onsekiz yaĢını doldurmamıĢ çocuk ve genç iĢçiler bakımından yasak olan
iĢler ile onbeĢ yaĢını tamamlamıĢ ancak onsekiz yaĢını tamamlamamıĢ
genç iĢçilerin çalıĢmasına izin verilecek iĢler, ondört yaĢını bitirmiĢ ve
ilköğretimini tamamlamıĢ çocukların çalıĢtırılabilecekleri hafif iĢler ve
çalıĢma koĢulları ÇSGB tarafından altı ay içinde çıkarılacak bir
yönetmelikle belirlenir.
• Temel eğitimi tamamlamıĢ ve okula gitmeyen çocukların çalıĢma saatleri
günde yedi ve haftada otuzbeĢ saatten fazla olamaz. Ancak onbeĢ yaĢını
tamamlamıĢ çocuklar için bu süre günde sekiz, haftada kırk saate kadar
arttırılabilir.
• Okula devam eden çocukların eğitim dönemindeki çalıĢma süreleri, eğitim
saatleri dıĢında olmak üzere, en fazla günde iki saat ve haftada on saat
olabilir. Okulun kapalı olduğu dönemde çalıĢma süreleri yukarıda
öngörülen süreleri aĢamaz.
Bunun dıĢında onsekiz yaĢını doldurmamıĢ erkek ve her yaĢtaki kadın
iĢçilerin yer ve su altındaki iĢlerde çalıĢtırılmaları ve sanayiye ait iĢlerde gece
çalıĢtırılmaları yasaklanmıĢtır (md. 72 ve 73).
3.4.3.1.3. 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu
1593 sayılı Kanun‟un 173. maddesine göre 12 yaĢından aĢağı bütün
çocukların fabrika ve imalathane gibi her türlü sanat müesseseleriyle maden
iĢlerinde amele ve çırak olarak istihdamı yasaklanmıĢtır (md.173/1). On altı
yaĢından küçük iĢçiler günde en fazla sekiz saat çalıĢtırılabilir (md.173/2).
176. maddeye göre; mahalli belediyelerce bar, kabare, dans salonları, kahve,
gazino ve hamamlarda on sekiz yaĢın altındaki çocukların çalıĢması yasaktır. 179.
maddede ise 12–16 yaĢ arası çocukların çalıĢması yasak olan sağlığa aykırı ve
tehlikeli iĢlerin nelerden ibaret olduğunun ĠĢ Kanunu‟nda düzenleneceği ifade
edilmiĢtir (md.179/2).
307
3.4.3.1.4. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu
3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu‟nun 1. maddesinde Kanunun amacının
çırak, kalfa ve ustaların eğitimi ile okullarda ve iĢletmelerde yapılacak mesleki
eğitime iliĢkin esasları düzenlemek olduğu ifade edilmiĢtir. Aday çırak ve çırak,
öğrenci statüsünde olup öğrencilik haklarından yararlanırlar. Bunlar iĢyerinde
çalıĢan iĢçi sayısına dahil edilmezler (md.11).
13. maddeye göre bu Kanun kapsamında bulunan iĢyerleri, Bakanlıkça tespit
edilen illerde ve meslek dallarında on dokuz yaĢından gün almamıĢ olan kiĢileri
çıraklık sözleĢmesi yapmadan çalıĢtıramazlar. Ancak mesleki ve teknik eğitim okul
ve kurumlarının örgün eğitim programlarından mezun olanlar ve kalfalık belgesi
sahipleri bu hükmün dıĢında tutulur. Kanun‟un 9. maddesine göre ilköğretimi
bitirmiĢ olanlar, bir mesleğe hazırlanmak amacı ile çıraklık dönemine kadar
iĢyerlerinde aday çırak olarak eğitilebilirler.
Bunların dıĢında Kanunda; çırak olabilmenin Ģartları, çırakların ücretli izinleri,
ücretleri, çalıĢtırma süreleri, sağlık muayeneleri, sosyal güvenlikleri gibi Ģartlar da
hükme bağlanmıĢtır.
3.4.3.1.5. 222 sayılı Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu
222 sayılı Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu‟nun 59. maddesine göre; ilköğretim
çağında olup da zorunlu ilköğretim kurumlarına devam etmeyenlerin hiç bir resmi
ve özel iĢyerinde veya her ne biçimde olursa olsun çalıĢtırmayı gerektiren baĢka
yerlerde ücretli veya ücretsiz çalıĢtırılmaları yasaktır.
3.4.3.1.6. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu
Kanunî istisnalar saklı kalmak üzere, eğlence, oyun, içki ve benzeri amaçlı
umuma açık ve açılması izne bağlı yerlerde onsekiz yaĢından küçükler
çalıĢtırılamaz.
308
Polis bar, pavyon, gazino, meyhane gibi içkili yerler ile kıraathane ve oyun
oynatılan benzeri yerlere yanlarında veli ve vasileri olsa bile onsekiz yaĢını
doldurmamıĢ küçüklerin girmesini yasaklar (md.12).
3.4.3.1.7. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
Kanun‟da yer alan “Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaĢından önce malullük,
yaĢlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaĢını
doldurdukları tarihte baĢlamıĢ kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen
malullük, yaĢlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına
dahil edilir” (md.38/2), hükmüne göre; 18 yaĢın altındaki iĢçilerin sigortanın bütün
dallarına iliĢkin prim ücreti kesilmekte; ancak 18 yaĢından önce geçmiĢ bulunan
süreler sigortalılık süresinin hesabında dikkate alınmamaktadır.
3.4.3.1.8. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu129
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu‟nun 17. maddesine
göre; 16 yaĢını doldurmuĢ ve bu Kanuna göre iĢçi sayılanlar iĢçi sendikalarına üye
olabilirler.
3.4.3.2. Çocuk iĢçiliğini önleme konusundaki çalıĢmalar
3.4.3.2.1. ILO/IPEC Projeleri
KuruluĢundan beri çocuk iĢçiliğini önemli bir konu olarak ele alan ILO 1992–
1993 yıllarından itibaren “Çocuk ĠĢçiliğinin Sona Erdirilmesi Ulusal Programı”nı
baĢlatmıĢtır. Programa katılan ülkelerdeki çalıĢan çocukların korunması amacıyla
gerçekleĢtirilen ulusal düzeydeki çalıĢmalar, kamu, gönüllü kuruluĢlar ve ilgili kilit
gruplar (iĢçi sendikaları, iĢ müfettiĢleri, iĢveren örgütleri, eğiticiler, basın, aileler,
çocuklar ve diğerleri) tarafından yürütülmektedir (ILO,2010a).
129
R.G., T. 7.11.2012, S. 28460.
309
ILO‟ya göre IPEC projeleri kapsamında çocuk iĢçiliği ile etkin bir mücadele
için ulusal bir plan ve strateji oluĢturulmalıdır. Bu plan ve strateji oluĢturulurken
önem taĢıyan konular Ģunlardır:
• Tüm ulusal eylemler için bir çerçeve çizmek,
• Nihai amaçlı eylem planlaması yapmak,
• Hükümet, iĢçi ve iĢveren kuruluĢlarına düĢen görevleri belirleyerek etkin
bir iĢbölümü yapmak,
• Sivil toplum kuruluĢları ve diğerlerinin rollerini belirlemek,
• Zaman sınırlı projeler geliĢtirmek,
• Ġzleme ve değerlendirme için planlama yapmak,
• Finansman.
AB‟ye katılım sürecindeki Türkiye 1992 yılında çocuk iĢçiliği ile mücadele
amacıyla IPEC programına katılmıĢ ve program kapsamında çeĢitli projeleri
uygulamaya koymuĢtur. 2005–2007 yılları arasında programın uygulanabilmesi
için ILO ile AB Komisyonu arasında Kasım 2005‟te bir sözleĢme imzalanmıĢtır. Bu
sözleĢmeye göre programın finansmanını Avrupa Komisyonu üstlenmiĢtir.
1992–1993 yıllarını kapsayan birinci faaliyet döneminde sorun sebepleriyle
birlikte derinlemesine incelenmiĢ, politika yapıcıların duyarlılıklarının arttırılarak
öncelikli alanların belirlenmesine yönelik çalıĢmalar tamamlanmıĢ ve konunun
ekonomik ve sosyal politika, program ve bütçeler içinde yer alması sağlanmıĢtır.
1994–1995 dönemi çalıĢmaları bir önceki faaliyet döneminde edinilen bilgi,
tecrübe ve veriler üzerinden geliĢtirilerek devam etmiĢtir.
1996–1997 dönemindeki çalıĢmaların dayanağı TÜĠK tarafından yapılan
“Çocuk ĠĢgücü Anketi” ve ÇSGB ĠĢ TeftiĢ Kurulu müfettiĢlerinin 7 ilde yürüttüğü “En
Yüksek Riske Sahip Sektörler” araĢtırmasına dayandırılmıĢtır. Bunların sonuçları
daha önceki dönemlerden elde edilen birikim ve tecrübeyle birleĢtirilerek bir
sonraki döneme hazırlık yapılmıĢtır.
310
1998–1999 döneminden sonra ise çalıĢmaların kapsamı iyice geniĢletilmiĢ ve
çok sayıda kurum ve kuruluĢa yayılmıĢtır. Bunlar aileler, öğretmenler, iĢverenler, iĢ
müfettiĢleri, polis, yerel otoriteler, hükümette politika oluĢturanlar ve sivil toplum
kuruluĢlarıdır. Bir diğer amaç da diğer BirleĢmiĢ Milletler organları (özellikle
UNICEF) ile iĢbirliğini geliĢtirmek ve daha geniĢ kitlelere ulaĢmaktır.
3.4.3.2.2. Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Politika ve Program
Çerçevesi
ILO/IPEC kapsamında ilgili tüm kurum ve kuruluĢların katkılarıyla hazırlanan
“Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Politika ve Program Çerçevesi”
çocuk iĢçiliği ile mücadelede bir yol haritası niteliğindedir.
Hazırlanan program çerçevesine göre öncelikle Türkiye‟deki çocuk iĢçiliğinin
en kötü biçimlerinin neler olduğu belirlenmiĢtir. Belirlenen en kötü biçimlerdeki
çocuk iĢçiliğinin bütüncül, katılımcı, çok taraflı ve takvimlendirilmiĢ, ülkenin
kalkınma planlarına entegre bir programla belirli süre içinde önlenmesi
hedeflenmiĢtir130.
Program Çerçevesinin içerdiği konular Ģunlardır:
• Çocuk iĢçiliğinin mevcut durumu,
• Çocuk iĢçiliğinin temel nedenleri,
• Çocuk iĢçiliği ile ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat,
• Çocuk iĢçiliğinin en kötü biçimleri,
• En kötü biçimlerdeki çocuk iĢçiliğini önlemeye yönelik stratejiler ve
faaliyetler,
• Sorumlu kuruluĢlar ve sorumlulukları.
130
ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, “Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi Ġçin Zamana Bağlı Politika ve Program
Çerçevesi”, http://www.csgb.gov.tr/calisan_cocuklar/projeler/zbp/zbp.html (e.t:11.07.2014).
311
3.4.3.2.3. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ÇalıĢan Çocuklar Bölümü
tarafından yürütülen projeler
ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) bünyesinde faaliyet gösteren
ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, ÇSGB ile BM Kalkınma Programı tarafından ortaklaĢa
yürütülmesi öngörülen “Kadın ve Çocuk ĠĢçilerin Durumlarının ĠyileĢtirilmesine
Yönelik Yardım Projesi” çerçevesinde 1991 yılında kurulmuĢtur. Bölümün amacı,
kısa dönemde çalıĢan çocukların çalıĢma Ģartlarının iyileĢtirilmesi, uzun dönemde
ise Türkiye‟de çocuk iĢçiliğinin ortadan kaldırılmasıdır.
ÇSGB ÇalıĢma Genel Müdürlüğü ÇalıĢan Çocuklar Bölümünün yararlanıcı
kuruluĢ olduğu “Türkiye‟de Çocuk ĠĢçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan
Kaldırılması Projesi”, AB tarafından finanse edilmiĢ ve ILO Türkiye Temsilciliğinin
teknik desteğiyle yürütülmüĢtür131. 26 Kasım 2005 tarihinde sözleĢmesi imzalanan
ve toplam iki yıl süren bu projenin bütçesi 5,3 milyon Avro olup, seçilen 7 pilot ilde
(Ordu, Sinop, Van, Elazığ, Erzurum, Kastamonu ve Çankırı) uygulanmıĢtır.
Projenin uygulandığı bu 7 ilde “Ġl Proje Koordinasyon Ofisleri (ĠPKO)”
kurulmuĢtur. Bu ofisler çalıĢan çocukların proje ofislerine devam edebilenlerine
çeĢitli eğitim, rehabilitasyon ve maddi yardım desteği sunmuĢlardır. Bu maddi
yardımlar eğitim masraflarına destek olabilmek amacıyla önlük, çanta, kırtasiye
malzemeleri gibi okul eĢyaları ve onların kiĢisel bakımları için gerekli olan
malzemeler üzerine yoğunlaĢmıĢtır.
Bunların dıĢında eğitim amaçlı takviye kursları ile sosyal ve kültürel yönlerini
geliĢtirilecek aktiviteler de gerçekleĢtirilmiĢtir. Projenin en temel amaçlarından biri
olan, çocukların iĢ yaĢamından okula yönlendirilmesini gerçekleĢtirmek için onların
okula devamlılıkları izlenmiĢ ve bunun için, seçilen okullarda “okul tabanlı izleme
sistemi” kurulmuĢtur.
Çocuk iĢçiliği sorununun ortadan kaldırılması için tek bir kurumun çabası
yeterli olmayacağından proje için seçilen yedi ilde valiliklerin baĢkanlığında kamu
131
ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, “ÇalıĢan Çocuk Bölümünce
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/cgm.portal?page=cc&id=4 (e.t:17.09.2014).
Yürütülen
Projeler”
312
kurum ve kuruluĢları ile sivil toplum kuruluĢlarının katılımıyla “Ġl Eylem Komiteleri
(ĠEK)” kurulmuĢtur.
Proje için seçilen yedi ilde alan araĢtırması yapılmıĢtır. AraĢtırma
kapsamında, Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından örneklem seçilen, projeye dâhil 7
il, 94 ilçe, 103 belde ve 330 köyde toplam 99.356 hane ile görüĢme yapılmıĢtır. Bu
araĢtırma ile iĢgücünde yer alan 6–17 yaĢ grubundaki çocukların çalıĢma hayatı,
eğitim, sağlık sorunları, çocuk iĢçiliğinin sebep ve sonuçları, sosyo-ekonomik,
psiko-sosyal ve eğitimsel karakteristiklerine iliĢkin bilgiler derlenmiĢtir. Proje sonu
hedefi 1500 çocuk olmasına rağmen; faaliyetler kapsamında 4858 çalıĢan veya
çalıĢma riski bulunan çocuğa ulaĢılmıĢtır132.
ÇalıĢan Çocuklar Bölümünün yürüttüğü bir diğer proje “Tarladan Okula
Projesi”dir. Proje 2005 Eylül ayında ABD ÇalıĢma Bakanlığı ve ILO desteği ile
ÇSGB
ve
MEB
koordinasyonunda
ve
IMPAQ
Firmasının
yürütümünde
baĢlatılmıĢtır. Proje kapsamında, gezici ve mevsimlik tarım iĢlerinde çalıĢan veya
çalıĢtırılma riski olan 10.000 çocuğun temel ve mesleki eğitim almalarının
sağlanması amaçlanmıĢtır. Proje, Ankara, ġanlıurfa, Gaziantep, Elazığ, Ağrı,
Mardin illerinde 2004–2008 yılları arasında yürütülmüĢ, 26 Eylül 2008 tarihinde
sona ermiĢtir. Proje kapsamında, 8.365 çocuk tespit edilmiĢ ve bu çocuklardan
5.571‟i proje hizmetlerinden yararlanmıĢtır.
ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümünün ILO/IPEC kapsamında yürüttüğü bir
diğer çalıĢma ise “Çocuk ĠĢçiliği Konusunda Ulusal Kapasitenin GeliĢtirilmesi
Doğrudan Eylem Projesi”dir. Bu proje temelde; çocuk iĢçiliğinin önlenmesi için
destekleyici bir çevrenin yaratılması amacıyla Zamana Bağlı Politika ve Program
Çerçevesinin uygulanmasına yönelik ulusal kapasitenin geliĢtirilmesini ve çocuk
iĢçiliği ile ilgili konuların ulusal politika ve programlara dâhil edilmesini
amaçlamaktadır. Projenin ana hedef grubunu çocuk iĢçiliği alanında doğrudan
veya dolaylı yer alan kamu kurumları ve STK‟lar oluĢturmaktadır133.
132
ÇSGB
ÇalıĢan
Çocuklar
Bölümü,
“ÇalıĢan
Çocuk
Bölümünce
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/cgm.portal?page=cc&id=4 (e.t:17.09.2014).
133
ÇSGB
ÇalıĢan
Çocuklar
Bölümü,
“ÇalıĢan
Çocuk
Bölümünce
http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/cgm.portal?page=cc&id=4 (e.t: 17.09.2014).
Yürütülen
Projeler”
Yürütülen
Projeler”
313
3.4.3.2.4. Ġlgili diğer kurumlar tarafından uygulanan projeler134
Mobilya Sektöründe Çocuk ĠĢçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Sona Erdirilmesi
Projesi: ÇSGB ĠĢ TeftiĢ Kurulu tarafından üç ilde (Ankara, Ġzmir, Bursa)
uygulamaya konmuĢtur. Mobilya sektöründe çalıĢan 2.500 çocuğun çalıĢma
yaĢamından çekilerek uygun eğitim programlarına yerleĢtirilmesi hedeflenmiĢtir.
Proje kapsamında eğitim faaliyetleri, sosyal faaliyetler, giyim ve kırtasiye
yardımları yapılmıĢtır. Eğitim faaliyetleri; iĢveren ve iĢveren vekili eğitimleri, çırakçocuk- genç iĢçi eğitimleri, aile eğitimleri ve kardeĢ eğitimleri olarak özetlenebilir.
Sokakta
ÇalıĢan
Çocukların
Eğitime
Yönlendirilmesi Projesi:
Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) tarafından 13 ilde uygulamaya
konmuĢtur. Bu iller; Adana, Ankara, Antalya, Batman, Bursa, Çorum, Diyarbakır,
Gaziantep, Ġstanbul, Ġzmir, Kocaeli, Mersin ve ġanlıurfa‟dır. 6.700 çocuğun
hedeflendiği
projede
çocukların
çalıĢma
yaĢamından
çekilerek
eğitime
yönlenmeleri amaçlanmıĢtır. 1.000 ailenin de mesleki eğitim ve gelir getirici
etkinliklere katılımı sağlanmıĢtır.
Mevsimlik Gezici ve Geçici Tarım ĠĢlerindeki En Kötü Biçimdeki Çocuk
ĠĢçiliğinin Eğitim Yoluyla Sona Erdirilmesi Projesi: Proje, MEB Ġlköğretim Genel
Müdürlüğü
tarafından
Adana
KarataĢ‟ta
uygulamaya
konulmuĢtur.
Proje
kapsamında 2.750 çalıĢan ya da çalıĢma riski taĢıyan çocuk hedeflenmiĢtir. Bu
çocuklar çalıĢma yaĢamından çekilerek uygun eğitim programlarına yerleĢtirilecek
ve çalıĢma yaĢamına atılmaları önlenecektir.
Çocuk ĠĢçiliğine KarĢı Toplumsal ĠĢbirliği Projesi: Proje, Türkiye ĠĢveren
Sendikaları Konfederasyonu (TĠSK) ve Türkiye ĠĢçi Sendikaları Konfederasyonu
(TÜRK-Ġġ) tarafından Adana‟da uygulamaya konulmuĢtur. Proje sokakta, sanayide
ve mevsimlik tarım iĢlerinde çalıĢan toplam 350 çocuğu hedef almaktadır.
Bu projelerin sonucunda politika oluĢturma düzeyinde ÇSGB, il düzeyinde
valilikler, diğer kamu kurumları ve sivil toplum kuruluĢları önemli düzeyde bir
134
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c145/b056/tbmm221450560441.pdf
15.09.2014).
(e.t:
314
baĢarı elde etmiĢlerdir. Ülkemiz ILO/IPEC projelerinde gösterdiği baĢarı ile
programa giren diğer ülkeler için de özendirici olmuĢtur.
Türkiye, ILO/IPEC programı ile “Aday ülkeler arasında seçilen projeler”
uygulamasının ilkinde Avrupa Komisyonu GeniĢleme Genel Müdürü tarafından bir
baĢarı öyküsü olarak seçilmiĢtir (ILO,2007)
1992–2010
döneminde
IPEC
Projesi
kapsamında
101
proje
gerçekleĢtirilmiĢtir. Resmi kuruluĢlar, sendika, meslek kuruluĢları, sivil toplum
örgütleri ve üniversitelerin katılımıyla yürütülen bu projeler sonucunda zorunlu
eğitimin sekiz yıla çıkarılması, sokakta çalıĢan çocuklar için bakım merkezlerinin
ve meslek edindirme kurslarının açılması, sanayi sektöründe çalıĢan çocuklar için
sağlık
hizmetleri,
ilköğretimi
bitiren
çocukların
çıraklık
merkezlerinden
yararlanmaları, küçük iĢyerlerine yönelik ĠĢyeri DanıĢma ve Denetleme Grubu‟nun
oluĢturulması sağlanmıĢtır. AB üyelik süreci de kanunlarda konu ile ilgili önemli
düzenlemeler yapılmasına neden olmuĢtur (Tor,2010:38).
3.4.4. Gençlerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar
19. yüzyıldan itibaren gençlerin karĢılaĢtıkları çok çeĢitli sosyal, ekonomik ve
kültürel sorunlar, onların dezavantajlı gruplara dâhil edilmelerine yol açmıĢtır. 21.
yüzyılın baĢlarında olduğumuz bu dönemde ise gençlik sorunları azalmanın
tersine katlanarak artmaktadır. Bu sorunlar sosyal alanda topluma uyum ve sosyal
dıĢlanma, ayrımcılık ve fırsat eĢitliği, sağlık, eğitime eriĢim, barınma (konut),
beslenme sorunları olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik alanda ise gençler,
iĢsizlik ve yoksulluk, iĢgücü piyasası ile bütünleĢememe, uygunsuz çalıĢma
koĢulları, okuldan çalıĢma yaĢamına geçiĢ ve mesleki becerilerin geliĢtirilememesi
gibi sorunlar ile karĢı karĢıyadırlar. Gençler kültürel alanda da sorunlar
yaĢamaktadır. KüreselleĢen dünyada kimlik ve vatandaĢlık, sivil topluma katılım ve
dayanıĢma, siyasal katılım, teknolojiye eriĢim ve boĢ zaman değerlendirme gibi
sorunlar, gençlerin her ülkede karĢılaĢtıkları ve aĢmak zorunda oldukları engeller
arasında yer almaktadır (Emirgil,2013:370).
315
Genç iĢsizliğinin çözümüne yönelik yapılan uluslararası iĢbirliği hareketi
doğrultusunda, 2001 yılında BM, ILO ve Dünya Bankası himayesinde uluslararası
düzeyde kurulan Gençlik Ġstihdam Ağı (YEN) ve YEN çerçevesinde BM Genel
Kurulu tarafından alınan tavsiye kararları, ülkeler açısından büyük önem
taĢımaktadır. Türkiye, 2001 yılında YEN‟in dokuz öncü ülkesinden birisi olmayı
gönüllü olarak kabul etmiĢtir. Bu doğrultuda 2006 yılında YEN‟e dâhil olan Türkiye,
genç istihdamı konusunda ulusal istihdam stratejisi oluĢturma ve ulusal eylem
planı hazırlama yükümlülüğü altına girmiĢtir (Erdayı,2009:141).
Genç nüfus bir ülkenin dinamik ve üretkenliği açısından büyük öneme
sahiptir. Genç istihdamını artırmak ve genç iĢsizliğini azaltmak için uygulanacak
politikalar
kamu
müdahalesi
karakterine
sahiptir
(Özaydın,2013:122-123).
Gençlerin önünde dezavantaj yaratan engellerin varlığı, devletlerin onlara yönelik
kapsayıcı sosyal politika önlemleri almalarını gerekli ve zorunlu kılmaktadır.
Gençliğin ihtiyaç ve perspektiflerine odaklanarak eğitimden istihdama, bütçe
tahsislerine, bölgesel politikalara veya sosyal güvenliğe kadar ilgili değiĢik
alanlarda politika ve kurumları eĢgüdüm içinde tutarlı ve uyumlu bir biçimde bu
hedef doğrultusunda düzenleyen ve yeniden Ģekillendiren bir yaklaĢıma ihtiyaç
duyulmaktadır (UNDP,2008‟den akt. Emirgil,2013:370).
Genç nüfus açısından diğer ülkelere göre önemli bir potansiyele sahip olan
Türkiye‟de gençlerin istihdam ve iĢsizlik sorunu çok büyük boyutlardadır. ĠĢsizliğin
en çok gençler arasında yaygın bir nitelikte olduğu ve yetiĢkin iĢsizliğinin iki katı
Ģeklinde seyrettiği bir ortamda, iĢgücü piyasalarında gençleri desteklemeye yönelik
politikaların geliĢtirilmesi bir zorunluluk halini almıĢtır (Özaydın, 2013:128).
Sosyal dıĢlanma ile mücadele, yoksulluk ve iĢsizlik ile mücadele ile eĢ
anlamlı görülmektedir. Sosyal dıĢlanma ile mücadelede iĢgücü piyasasına iliĢkin
politikalar, uygun iĢ yaratmak, istihdam edilebilirlik, temel eğitim ve mesleki eğitim
programları
çerçevesinde
değerlendirilmektedir
(Sapancalı,2005:227).
Bu
doğrultuda genç nüfusun temel sosyal dıĢlanma alanı olan iĢgücü piyasasından
dıĢlanma için belirli mücadele yöntemleri kullanılmaktadır. Bunlar; “aktif iĢgücü
piyasası politikaları uygulamak”, “sosyal güvenlik sisteminin güçlendirilmesi ve
kapsamının
geniĢletilmesi”,
“sosyal
yardımların
çoğaltılması”
Ģeklindedir
316
(Tartanoğlu,2013:280). Gençlerin iĢgücü piyasasında daha fazla yer almalarının
sağlanması ve genç istihdamının insana yakıĢır hale getirilmesi, AB‟nin ekonomik
ve sosyal hedefleri arasında yer aldığı gibi Türkiye iĢgücü piyasasının da ana
hedefleri arasında yer almaktadır (Emirgil,2013:396). Bu kapsamda uygulanan
aktif iĢgücü piyasası politikaları; iĢgücüne yönelik olarak arz ve talep arasındaki
uyumun sağlanması, iĢgücünün niteliğini arttırmaya yönelik olarak eğitim, kamu
yararı
gözeterek
çalıĢma,
giriĢimcilik
ve
istihdam
sübvansiyonlarından
oluĢmaktadır.
Aktif iĢgücü piyasası politikaları, iĢgücü piyasası ve eğitim sistemindeki
aksaklıkları
giderici
rol
oynamaktadır.
Bu
politikalar
iĢgücünün
istihdam
edilebilirliğini arttırmak, emek arzı ile emek talebinde dengeyi sağlamak, emeğin
yerinde istihdam edilme fırsatlarını arttırarak kontrolsüz göçün önüne geçmeyi
amaçlamaktadır. Ayrıca, çalıĢanlara ve iĢverenlere yeni beceriler kazandırmak
suretiyle ekonomik krizlere karĢı daha dayanıklı hale gelmelerini sağlamak da bu
politikaların temel amaçları arasında yer almaktadır (Bedir,2012:111).
Ülkemizde uygulanan genç iĢsizlikle mücadele aktif iĢgücü piyasası
politikaları ile genç iĢsizlerin istihdama kazandırılmasına ve dolayısıyla da
iĢsizlikten
dolayı karĢılaĢabilecekleri sosyal dıĢlanmanın
önüne
geçilmesi
hedeflenmektedir. Aktif iĢgücü piyasası politikaları açısından “Ulusal Ġstihdam
Stratejisi Planı” oluĢturmak bu açıdan atılmıĢ en önemli adımlardan birini
oluĢturmaktadır. Diğer bir çalıĢma ise ülkemizdeki eğitim sistemi ile iĢgücü
piyasası arasındaki uyumsuzluğun giderilmesidir. Ġstihdam ve mesleki eğitim
iliĢkisinin güçlendirilmesi eylem planı, mesleki ve teknik eğitimin piyasanın
ihtiyaçlarına yönelik olarak düzenlenmesini, hayat boyu öğrenme süreci ile aktif
iĢgücü piyasası politikalarının etkin olarak uygulanması, mesleksizlik sorununun
aĢılması, kamu kurum ve kuruluĢları ile özel sektör arasında bir iĢbirliği tahsis
edilerek koordinasyonun sağlanmasıdır. Genç iĢsizliğin önüne geçilmesi adına bir
diğer uygulamada 2010 yılında ĠġKUR koordinatörlüğünde ilgili bakanlıklar, kamu
kurumları, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve akademisyenlerden oluĢan bir ulusal
teknik ekiple birlikte “Ulusal Gençlik Ġstihdam Eylem Planıdır”. UMEM “Beceri 10”
projesi ise ĠġKUR‟un sanayi sektöründe daha fazla kiĢiyi meslek ve iĢ sahibi
yapmak için Milli Eğitim Bakanlığı ve TOBB-ETÜ iĢbirliği ile hazırlanmıĢtır. ĠġKUR
317
tarafından uygulanan bir diğer uygulamada “ĠĢ ve Meslek DanıĢmanlığı”
hizmetlerinin yaygınlaĢtırılmasıdır. ĠĢ ve meslek danıĢmanlığı hizmetleri yoluyla,
kiĢilerin
özellikleri
ile
mesleklerin
ve
iĢin
gerektirdiği
nitelik
ve
Ģartlar
karĢılaĢtırılarak, bireyin istek ve durumuna en uygun iĢ ve mesleği seçmesi,
seçilen meslekle ilgili eğitim olanaklarından yararlanması, iĢe yerleĢtirilmesi, iĢe
uyumunun sağlanması ile ilgili sorunların çözümüne sistemli olarak yardım
edilmektedir (Özaydın,2013:135-140).
3.4.5. YaĢlıların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar
YaĢlılık, çocuk ve genç kavramı gibi biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyolojik
ve kronolojik boyutları olan çok yönlü bir kavramdır (Tokol,2013:65). YaĢlılık,
ekonomik açıdan gelir kaybı ve sağlık harcamalarının artmasına yol açan, sosyal
güvenlik ihtiyacının en kapsamlı ve uzun bir süreç gösteren toplumsal risktir.
ÇalıĢma ekonomisi kuramı, 16–65 yaĢ grubunu „çalıĢma çağında‟, „çalıĢma
yaĢında‟, „aktif‟, ekonomik yönden faal nüfus olarak kabul etmiĢtir ve iĢgücü
kavramına bu yaĢ sınırları içinde, daha dar bir yaklaĢımla anlam kazandırmaktadır.
Böylece 65 yaĢ ve daha üzeri yaĢ grubunda yer alanlar ekonomik yönden aktif
olmadıkları, iĢgücü piyasası dıĢında kaldıkları varsayıldığı için iĢ piyasasına dönük
faaliyetlerde
bulunmayan
nüfus;
yaĢlı
sınıflandırması
içerisinde
değerlendirilmektedir (Altan,ġiĢman,2003:5).
YaĢlılık sorunlarla dolu bir dönemi ifade eder. YaĢlılarda baĢlıca görülen
psiko-sosyal, ekonomik ve sağlık sorunları kısaca Ģunlardır (Seyyar,2011:383) :
 Fiziksel güçten düĢme ve emeklilik gibi ihtiyarî veya gayri-ihtiyarî
sebeplerden dolayı meslekî ve toplumsal fonksiyonlardan ayrılma,
 Sosyo-ekonomik statü kaybına uğrama ve gelir yetersizliğinden dolayı
yüksek hayat kalitesinden mahrum olma,
 Sosyal etkileĢimden mahrum olma ve toplumdan kısmen veya tamamen
uzaklaĢma veya dıĢlanma,
318
 Aile fertlerinden kopma, yalnızlığa ve içine kapanmaya itilmenin bir
sonucu olarak kendini lüzumsuz ve faydasız hissetme ve psiko-sosyal
sorunların ve bunalımların içine sürüklenme.
YaĢlılara dönük sosyal politikaların temelinde özellikle Ġkinci Dünya SavaĢı
sonrasında, birçok ülke tarafından benimsenen “sosyal devlet” ilkesi yer
almaktadır. Sosyal devlet ilkesi, birçok ülkenin anayasalarında yerini almıĢ ve bu
ilke etrafında sosyal politika uygulamaları gerçekleĢtirilmiĢtir. Söz konusu ilkenin
benimsenmesi sonucunda yaĢlıların bakım, gözetim ve korunma gibi ihtiyaçlarının
yerine getirilmesi, yaĢlılar için bir “hak”, vatandaĢı oldukları devlet için de bir
“görev” halini almıĢtır (Altan,2010:272- 273). Türkiye‟de bu ilke 1961 Anayasası
ve 1982 Anayasasında “sosyal ve ekonomik haklar” baĢlığı altında kendisine yer
bulmuĢ; 1982 Anayasası‟nın 60–62. maddelerinde, devletin yaĢlılık gibi sosyal
riskleri engelleyici tedbirler ve koruyucu önlemler almasındaki rolü belirtilmiĢtir.
ĠĢte sosyal devlet ilkesinin sonucu olarak yaĢlıların bakımı, gözetimi,
çalıĢabilme isteği ve yeterliliği olanlara iĢ bulup o iĢi ellerinde tutabilmelerine
yardımcı olunması, iĢ iliĢkilerinde yaĢ ayrımcılığının önlenmesi, iĢ yaĢamının
olumsuz koĢullarına karĢı korunmanın sağlanması ve bir gelir güvencesine sahip
kılınması gibi uygulamalar yaĢam bulmuĢtur (Altan,2010:273). YaĢlılara yönelik
sosyal politika bağlamında yaĢlıların çalıĢma hayatında güvence altına alınmaları,
ayrımcılığa maruz kalmalarının önlenmesi ve sosyal dıĢlanma yaĢamalarına engel
olunması önem taĢımaktadır.
YaĢlıların korunması ile ilgili uluslararası çalıĢmalar 20. yüzyılda baĢlamıĢtır.
BirleĢmiĢ Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) , BirleĢmiĢ Milletler Eğitim
Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), ILO, Avrupa
Komisyonu, Avrupa Birliği gibi örgütler bu konu ile ilgili olarak çeĢitli belge, ilke ve
programlar oluĢturmuĢlardır. Ancak bu uluslararası örgütlerin yaĢlıların korunması
ile ilgili çalıĢmaları özel olarak korunması gereken diğer gruplara oranla daha
sınırlı düzeydedir. YaĢlılarla ilgili düzenlemelerin yer aldığı önemli belgeler
arasında 10.12.1948 tarihli Ġnsan Hakları Bildirgesi‟nin 25. maddesi, 1991 yılında
BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen YaĢlılık Ġlkeleri yer almaktadır. Ayrıca
3.5.1996 tarihinde kabul edilen Gözden GeçirilmiĢ Avrupa Sosyal ġartı‟nın 23.
319
maddesi, 7.12.1989 tarihinde kabul edilen Avrupa Birliği belgelerinden Temel
Haklar ġartı‟nın 25. maddesi konu ile ilgilidir.
Dünyada yaĢlılara yönelik sosyal politikalar ülkelerin ekonomik ve sosyokültürel yapılarına göre farklılık göstermektedir. GeliĢmiĢ ülkelerde bu politikaların
kapsamı yaĢlıların sağlık, ekonomik, sosyo-kültürel ve psikolojik sorunlarının
önemli bir bölümünü içerecek Ģekilde oldukça geniĢtir. Buna karĢılık bu sorunun
geliĢmiĢ ülkeler kadar geniĢ boyutlara ulaĢmadığı geliĢmekte olan ülkelerde
yaĢlılarla ilgili politikalar henüz yeterli düzeye ulaĢamadığı görülmektedir (Tokol,
2013:67).
Türkiye‟nin yaĢlı nüfusla ilgili mevcut ve potansiyel sorunların çözümü,
ekonomik kaynaklarla yakından ilgilidir. Türkiye‟de yaĢlı nüfus giderek artmaktadır.
Son elli yılda Türkiye‟deki yaĢlı nüfus oranı, dünya yaĢlı nüfus oranına göre %8
oranında artmıĢtır. Türkiye‟de yaĢlı nüfusun giderek artmasına karĢılık, bu gruba
yönelik sosyal politikalar henüz yetersizdir. Ancak çeĢitli tarihlerde sınırlı da olsa
bazı hukuki düzenlemeler yapılmıĢtır. Örneğin 1982 Anayasası‟nın eĢitlik ilkesi ile
yaĢlılara yönelik pozitif ayrımcılığa yer verilmiĢtir. Anayasadaki düzenlemeler
doğrultusunda halen aile içi bakımın yanı sıra yaĢlılara yönelik olarak yaĢlılık
sigortası yardımları, sosyal hizmetler, yaĢlı yardımlaĢma merkezleri, sosyal
yardımlar ve kurumsal bakım ve gözetim hizmetleri verilmektedir (Yıldız,
2013:394-396).
Türkiye‟de yaĢlılık sigortası, yaĢlılara yönelik sosyal politika uygulamalarının
baĢında gelmektedir. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu‟na göre; yaĢlılık sigortasından bağlanacak yaĢlılık aylığından belli bir süre
prim ödeyen (7200–9000 gün veya 20–25 tam yıl), kadın ise 58, erkek ise 60
yaĢını dolduran sigortalılar yararlanmaktadır. Bu sigortalılara prim ödeme gün
sayısı dikkate alınarak yaĢlılık aylığı bağlanmaktadır. Ancak emeklilik yaĢı 2036
yılından itibaren kademeli olarak yükseltilerek, 2048 yılında kadın ve erkeklerde 65
yaĢına çıkacaktır. Türkiye‟de 2012 yılı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine
göre yaklaĢık 7.1 milyon kiĢi yaĢlılık sigortasından yararlanmaktadır (SGK Ġstatistik
Yıllıkları,2012). Halen yaĢlılık sigortasından yararlanan kiĢi sayısı sınırlı, yaĢlılık
(emeklilik) aylığının miktarı oldukça düĢüktür. YaĢlılık aylığına ek olarak 170‟i aĢan
320
kurum ve kuruluĢ tamamlayıcı sosyal güvenlik kurumu olarak üyelerine ek
garantiler sağlamaktadırlar. Bu kurumlar arasında en baĢarılı olanı askeri personel
için oluĢturulan Ordu YardımlaĢma Kurumu (OYAK)‟dur Kurum üyelerine tazminat
niteliğinde
ödemelerin
yanı sıra,
ikinci emeklilik aylığı da
ödemektedir.
Tamamlayıcı sosyal güvenlik hizmeti veren diğer bir kurum 28.3.2001 tarih ve
4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu ile oluĢturulan
Bireysel Emeklilik ġirketleri‟dir. Bu Ģirketlere 18 yaĢın üzerindeki kiĢiler istedikleri
takdirde kayıt olabilmekte, en az 10 yıl prim ödemek ve 56 yaĢını doldurmak
koĢuluyla emeklilik hakkı kazanmakta, toptan ödeme veya aylık olarak birikmiĢ
tasarruflarını alabilmektedirler. Bireysel Emeklilik ġirketleri‟ne ise 2014 Eylül ayı
sonu itibariyle yaklaĢık 4.824 bin kiĢi kayıt olmuĢtur135.
Türkiye‟de düzenli bir yaĢlılık aylığına sahip olmayan, çalıĢma yaĢamına
giremeyen, girse bile çok düĢük ücretle çalıĢmak zorunda kalan yaĢlıların
yoksulluğa karĢı korunması önem kazanmaktadır. Bu durumda olan yaĢlıların
korunması için bazı hukuki düzenlemeler yapılmıĢtır. Bunlardan 1.7.1976 tarih ve
2022
sayılı
65
YaĢını
DoldurmuĢ
Muhtaç,
Güçsüz
ve
Kimsesiz
Türk
VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun ile 65 yaĢını doldurmuĢ,
hiçbir gelire sahip olmayan, muhtaçlığını kanıtlayan, Türk vatandaĢlarına hayatta
kaldıkları süre içinde aylık bağlanmaktadır.
1982 Anayasası‟nın yürürlüğe girmesinden sonra dağınık olan sosyal
hizmetleri bir çatı altında toplamak amacıyla 24.5.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal
Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu kabul edilmiĢtir. Kanunla korunmaya
ve bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, engelli, yaĢlı ve diğer kiĢilere
götürülen hizmetlerin ve faaliyetlerin düzenlenmesi amaçlanmıĢtır. Bu kanunla
kurulan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 3.6.2011 tarih ve 633
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılarak, bu tarihten sonra yeni kurulan
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı‟na bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü
olarak faaliyetini sürdürmeye baĢlamıĢtır. YaĢlı ve engellilerle ilgili olarak aynı
bakanlık bünyesinde Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluĢturulmuĢtur.
135
http://www.egm.org.tr (e.t:14.10.2014)
321
2828 sayılı Kanun‟un öngördüğü esaslar doğrultusunda yaĢlılara yönelik
kurumsal bakımla ilgili üç yönetmelik çıkarılmıĢtır. Bu yönetmelikler çerçevesinde
yaĢlılara yönelik kurumsal bakım; huzurevi ve yaĢlı bakım ve rehabilitasyon
merkezleri aracılığıyla yatılı olarak sağlanmaktadır. 2013 Eylül ayı itibariyle
SHÇEK ait 110; derneklere/vakıflara, azınlıklara ve gerçek kiĢilere ait 177 özel
huzurevi; diğer bakanlıklar ve belediyelere ait 22 huzurevi/yaĢlı bakım ve
rehabilitasyon merkezi bulunmakta, bunların sağladıkları hizmetlerden 24.711
yaĢlı yararlanmaktadır136.
2828 sayılı Kanun çerçevesinde çıkarılan Yönetmelik doğrultusunda
Türkiye‟de evde bakım ile ilgili ilk proje 1993 yılında SHÇEK Genel Müdürlüğü
tarafından dört büyük ilde uygulanmıĢ ancak baĢarılı olmamıĢtır. Buna karĢılık
Ankara BüyükĢehir Belediyesi evde bakım hizmetleri, Ġstanbul BüyükĢehir
Belediyesi evde sağlık destek hizmetleri ile bu alanda diğer belediyelere örnek
olmuĢlardır. Halen büyük Ģehirlerde az sayıda özel iĢletme ücretli tıbbi bakım ve
refakat hizmeti sunmaktadır. Kendi evlerinde yaĢamlarını sürdüren yaĢlılara
yönelik alternatif bir gündüzlü hizmet modeli olarak uygulanan YaĢlı DayanıĢma
Merkezleri ise baĢarılı olmadığından, organize edilerek YaĢlı Hizmet Merkezi
olarak yeniden açılmıĢtır (Tokol,2013:70–72).
3.5. Değerlendirme
1970‟li yıllarda Avrupa‟da yaĢanan ekonomik kriz ve gerileme ile birlikte
sosyal dıĢlanma sorunu, baĢta Fransa olmak üzere tüm dünya devletleri nezdinde
tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır.
1980‟li yıllarda ekonomik koĢulların zorlaĢması ile birlikte bu gruplara iĢsizler
ve yoksullar da eklenmiĢ ve sosyal dıĢlanma kavramı eĢitsizlik ve yoksulluk
olgularıyla birlikte ele alınmaya baĢlamıĢtır. Sosyal dıĢlanmanın en önemli nedeni
olarak yoksulluk ve iĢsizlik gösterilmekle birlikte, iĢgücü piyasaları ve gelir
dağılımının bozulması, sosyal korumanın yetersizliği, ekonomik ve sosyal
eĢitsizlikler de sosyal dıĢlanmanın artmasında etkili olmuĢtur.
136
http://www.eyh.gov.tr/upload/Node/8110/files/istatistik_Haziran__2014.pdf (e.t:14.10.2014).
322
Sosyal dıĢlanmaya maruz kalmıĢ gruplara yakından baktığımızda, çocuk
grubunda çocuk iĢçiliği, sokak çocukları, korunmaya muhtaç çocuklar sorunu
dikkat çekerken, engellilerin baĢta eğitim, ulaĢım, sağlık, bakım hizmetleri ve
istihdam olmak üzere pek çok alanda dıĢlanma ile karĢılaĢtıkları görülmektedir.
Medeniyetlerin devamı ve geliĢimi için önemli bir dinamiği oluĢturan gençler ise
eğitim olanaklarından yararlanamama ve istihdam gibi iki temel alan baĢta gelmek
üzere tüketim, sosyal refah hizmetleri ve siyasal alanda sosyal dıĢlanmaya maruz
kalmaktadırlar. Sosyal dıĢlanma riski yüksek olan gruplar içinde yer alan engelliler,
çocuklar, gençler, kadınlar gibi sosyo-ekonomik bakımdan dezavantajlı kiĢiler,
korunmaya, yardıma, bakıma ve desteğe ihtiyaç duymaktadırlar.
ÇalıĢmanın
bu
bölümünde
sosyal
dıĢlanmaya
neden
olan
baĢlıca
göstergelerden yararlanılarak Türkiye‟nin sosyal dıĢlanmayı önleyici politikaları
değerlendirilmeye çalıĢılacaktır.
Bu doğrultuda öncelikle Türkiye‟nin sosyal politikasındaki dönüĢüme iliĢkin
bilgi ve değerlendirmelere yer verildikten sonra; Türkiye‟nin gelir dağılımı,
yoksulluk, istihdam, eğitim, sosyal koruma harcamaları gibi baĢlıca göstergeleri,
AB–27 (2013‟te AB üyesi olan Hırvatistan dıĢarıda bırakılarak)‟deki ilgili
göstergelere dair seyir ile kıyaslanarak, ülkemizin sosyal içerme politikaları
bağlamındaki performansı değerlendirilmeye çalıĢılacaktır.
3.5.1. Sosyal Politikadaki DönüĢüm: Ülkemiz refah rejimi kapsayıcı mı
dıĢlayıcı mı?
Sosyal politika, toplumda bağımlı statüler altında çalıĢanların ekonomik
yönden güçsüz kesimlerin ve özel olarak korunma gereksinimi duyan grupların en
geniĢ biçimde korunmalarını hedefler (Tezgel,2013:3). Sosyal içermenin temel
amacı dıĢlananlar ile toplumun geri kalanı arasındaki engelleri ortadan
kaldırmaktır. Bu bağlamda 1988‟de Fransa‟da sosyal içerme için asgari gelir
uygulamasının uygulamaya konulması ile amaçlanan engelliler, okulu bırakmıĢ
gençler, yabancı düĢmanlığı mağdurları ve kenar semt ahalisinin toplumsal
dıĢlanmalarının
önüne
geçmekti
(Bhalla,Lapeyre,2004:3).
Bu
ve
benzeri
uygulamalarla kavramın popülerleĢtiği Fransa‟da sosyal içerme, “yoksullukla
323
mücadele kavramının yanısıra bu sorunu sürekli kılan diğer toplumsal sorunlara
iliĢkin uygulamaları da kapsamaya baĢlamıĢtır.
Sosyal politikaya iliĢkin Türkiye‟de 2000‟lerde gözardı edilemeyecek bir
dönüĢüm gerçekleĢtiğinin altı çizilmektedir (Gökbayrak,2010;Ulutürk, Dane,2009).
Bu dönüĢümü oluĢturan dinamikleri inceleyen çalıĢmalardan bazıları bireysel
emeklilik (Elveren,Elveren,2010) ya da Ģartlı nakil transferi programı (Kaya,2008)
gibi tekil uygulama ve programlara yoğunlaĢırken, diğer bazı çalıĢmalar kadınlar
(Dedeoğlu,2009) ve yaĢlılar (TaĢçı,2013) gibi sosyal içerme uygulamalarının
hedefindeki gruplara iliĢkin algı ve somut sonuçlara iliĢkin veri sunmaktadır. Söz
konusu dönüĢümü sağlayan etmenleri ele alan çalıĢmalar ise sosyal politikaya
iliĢkin yeni eğilimlerin muhafazakar bir karakter taĢıdığını (Çelik,2010), aile
merkezli bir söylemden hareketle sosyal harcamaların yükünü kamudan alarak
hanehalklarına yansıtan uygulamalara öncelik verdiğini (Yazıcı,2012) ve sosyal
güvenliğe iliĢkin düzenlemelerde piyasanın rolünü geniĢlettiğini (Buğra,Adar, 2008)
vurgulamaktadır.
Literatürde Türkiye‟nin dünya ölçeğinde nerede durduğuna iliĢkin bir tartıĢma
devam etmektedir. Öncelikle bahsedilen çalıĢmaların çoğunda Esping Andersen‟in
refah rejimleri tipolojisine atıf yapılmaktadır (1990). Güney Avrupa ülkelerindeki
refah uygulamalarının Esping Andersen‟in ortaya attığı üç refah rejiminden (liberal,
korporatist-devletçi ve sosyal demokrat) oluĢan tipolojiye eklenmesi gereken
dördüncü
bir
kategoriyi
oluĢturduğunu
savunan
katkılardan
hareketle
(Castles,1995; Ferrera,1996; Gal,2010; Gough,1996; Leibfried,1993; Martin,1996;
Saraceno, 2002) Türkiye‟deki sosyal politikanın Güney Avrupa-Akdeniz refah
rejimine yakın uygulamaları barındırıp barındırmadığı tartıĢılmaktadır (Buğra,
Keyder, 2005).
Öte yandan bu çalıĢmalar Türkiye‟de ahlaki altsınıfçı söyleme
dayanan ve özelleĢtirme paradigmasından hareket eden bir sosyal içerme
yaklaĢımının hakim olduğu fikrini desteklemektedir.
Refah Devleti kavramı, 1942 yılında yayınlanan ve refah devleti oluĢumunda
önemli bir basamak olan Beveridge Raporu ile bireysel refah için beĢikten mezara
kadar devletin sorumluluğunu belirtme amacıyla kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Refah
devletinin dört tanımlayıcı unsuru, yurttaĢlığa dayalı kapsamlı ve evrensel refah
324
uygulamaları; kamusal kaynakların bu alanlara tahsisi, geniĢ tabanlı bir toplumsal
ve siyasal konsensüs ve tam istihdam hedefine yönelik makroekonomik politikalar
olarak tanımlanabilir (Topak,2012:54).
Gerek refah devleti tanımları, gerek refah rejimleri, devletin rolü, devlete
yüklenen sorumluluklar ve devlet yurttaĢ iliĢkisi açısından büyük bir çeĢitlilik
göstermektedir.
Ortak
bir
refah
tanımında
uzlaĢma
sağlanamamasının
gerekçelerinden biri de budur. Esping-Anderson (1990)‟ın ünlü tipolojisi, refah
rejimlerinin ne denli farklılaĢtığını gözler önüne sermektedir. Anderson‟un refah
rejimi
modellemesi
olan
Sosyal
Demokrat
(Ġskandinavya),
Muhafazakâr-
Korporotist (Almanya) ve Liberal (Ġngiltere) refah rejimi tipolojisi, Türkiye için
açıklama gücüne sahip değildir. Söz konusu modelde kendine bir yer bulamayan
Türkiye, refah rejimi sınıflandırmalarında Ferrera‟nın Güney Avrupa refah rejimi
tipolojisi kapsamında ele alınmaktadır. Ferrera (2006) bu modelin temel
özelliklerini aĢağıdaki biçimde tanımlamıĢtır:
• Nakit desteği sistemlerinin iĢteki statüye dayandırılması ve kurumsal
parçalılık
• Sosyal korumanın formel/ enformel sektör arasında kutuplaĢmıĢ niteliği
• Özel sektör tarafından sağlanan kısmı geniĢleyen (kısmen) evrensel ulusal
sağlık sistemleri
• Tikelci - klientalist refah devleti
Türkiye‟de 2006 yılında baĢlayan sosyal güvenlik ve sağlık reformları, refah
rejiminde önemli bir dönüĢüme karĢılık gelmektedir. ĠĢteki statüye göre farklılaĢan
sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında birleĢmesiyle kurumsal parçalılığın
ortadan kalkması söz konusu olmuĢtur. Bununla birlikte, hastanelerin SGK çatısı
altında birleĢtirilerek finansmanla hizmet sunumunun ayrılması, sağlığın sosyal
güvenlikle iliĢkisini zaafa uğratırken sağlığın yeniden metalaĢması sürecine ivme
kazandırmıĢtır (Ünlütürk,UlutaĢ,2011).
Diğer Güney Avrupa ülkelerine benzer biçimde aile, refah karması içinde
merkezi bir önem sahiptir. Devletin bakım hizmetlerinde boĢ bıraktığı alan, piyasa
325
tarafından, daha yaygın biçimde ise aile içinde kadınlar arası dayanıĢma yoluyla
doldurulmaktadır. Yakın zamana kadar zayıf ve parçalı bir yapı arz eden sosyal
yardım hizmetlerinin boĢluğu da aynı biçimde aileler tarafından doldurulmuĢtur.
Bununla birlikte bir yandan yeni yoksulluk biçimi, enformel dayanıĢma ağlarında
zayıflamayı beraberinde getirmiĢtir.
Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü‟nün 2009–2013 Stratejik Planı‟nda
belirtilen on stratejik amacın üçü fon kaynaklarının hesap verilebilir Ģekilde
kullanımı, sosyal yardım uygulamalarında mükerrerliğin önlenmesi ve proje
uygulamalarının denetlenmesi gibi sosyal yardımların hak etmeyenlere aktarımını
engelleme amacına yoğunlaĢmaktadır. Türkiye‟nin hacimce en büyük sosyal
yardım sağlayıcısının 2013 bütçesinin %7,6‟sının bu sebeple fonlanan projelere
aktarılması
öngörülmüĢtür
(SYDGM,2008:110–111).
Esping
Andersen‟in
tipolojisinden hareket edilecek olursa, bu söylem ve uygulama daha çok liberal
refah rejimi ile bağdaĢmaktadır. Kısacası Türkiye‟deki uygulamaları mevcut
kalıplara sokma konusunda bir güçlük söz konusudur. Sosyal içermenin farklı
alanlarındaki uygulamaların sonuçlarına iliĢkin değerlendirmeler bu nedenle
kavramsallaĢtırma ve tipolojiye iliĢkin söz konusu çabalara katkı yapabilir.
3.5.2.
BaĢlıca
Göstergeler
Bağlamında
Sosyal
DıĢlanmayı
Önleyici
Politikaların Değerlendirilmesi
Sosyal içerme kavramı 1970‟lerden itibaren özellikle Avrupa‟daki birçok ülke
için sosyal politikanın temel eksenlerini tarif etmeye baĢlamıĢtır.
Sosyal içerme kavramının farklı kuramsal ve siyasi akımlarca benimsenmesi
ve kavramı iĢler hale getiren uygulamaların ülkeler arasında farklılık arzetmesi
nedeniyle, Avrupa Komisyonu ortak bir çerçeve geliĢtirebilmek ve sosyal içerme
uygulamalarının seyrini tespit edebilmek için 2001 yılında kamuoyunda Leaken
Göstergeleri olarak anılan on sekiz gösterge belirlemiĢ ve Avrupa Ġstatistik Kurumu
(EuroStat) bu göstergelere iliĢkin veri derlemeye baĢlamıĢtır. Bu göstergeler
sosyal içermenin farklı yönlerine iliĢkin veri toplanmasına ve kavramsal
uzlaĢmazlıkların asgariye indirilmesine yardımcı olmuĢtur.
326
Ülkemizde uygulanan sosyal içerme politikalarının değerlendirilmesinde ise,
daha önce de ifade ettiğimiz üzere, sosyal dıĢlanmaya neden olan baĢlıca
göstergelerden yararlanılacak ve söz konusu göstergeler AB-27‟deki ilgili
göstergelere dair seyir ile kıyaslanacaktır.
3.5.2.1. Gelir dağılımı
Türkiye‟de gelir dağılımının 1980 yılı öncesi ve sonrasında izlediği seyre göz
atıldığında, özellikle 1980‟li yıllarda giderek daha eĢitsiz bir duruma gelinmiĢ
olması dikkat çekici bir nokta olup, gelirin adaletsiz dağılımı sosyal dıĢlanmanın
artmasında etkili olmaktadır.
Bireysel gelir dağılımı eĢitsizliğini ortaya çıkarmak üzere yapılan çalıĢmaların
çoğunluğu veri kaynağı olarak gelir dağılımı anketlerini kullanmaktadır. Hanehalkı
gelirini temel alan gelir dağılımı anketlerine dayanılarak Türkiye‟de bireysel gelir
dağılımını elde eden çalıĢmalar, 1968, 1973, 1986, 1987, 1994, 2002 ve
sonrasında da düzenli olarak her yıl yapılmıĢtır. Ancak bu çalıĢmalar gerek
kapsam gerek yöntem açısından farklılıklar içermektedirler. AĢağıdaki Çizelgede
2003 yılından itibaren yapılan bireysel gelir dağılımı çalıĢmalarından elde edilen
bulgular özetlenmiĢtir.
Çizelge 3.23. Türkiye‟de kiĢisel gelir dağılımı
Hanehalkı yüzdeleri
En düĢük %20
200
3
6,0
200
4
6,0
200
5
6,1
200
6
200
7
5,1
5,8
Yıllar
200 200
8
9
5,8
5,6
201
0
5,8
201
1
5,8
201
2
5,9
201
3
6,1
Ġkinci %20
10,3 10,7 11,1
Üçüncü %20
14,5 15,2 15,8 14,8 15,2 15,2 15,1 15,3 15,2 15,3 15,2
Dördüncü %20
20,9 21,9 22,6 21,9 21,5 21,9 21,5 21,9 21,7 21,7 21,4
En yüksek %20
48,3 46,2 44,4 48,4 46,9 46,7 47,6 46,4 46,7 46,6 46,6
Gini Katsayısı
Son %20lik/Ġlk
%20(P80/20)
0,42 0,40 0,38 0,43 0,41 0,41 0,42 0,40 0,40 0,40 0,40
8,1
7,7
7,3
9,9 10,6 10,4 10,3 10,6 10,6 10,6 10,7
9,5
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16083
8,1
8,1
8,5
8,0
8,0
8,0
7,7
327
Gelir dağılımı eĢitsizliği Gini katsayılarına göre yorumlandığında, 1963‟ten
(0,55) 1968‟e (0,56) kısmi bir kötüleĢme olmuĢtur. Daha sonraki yıllarda ise sürekli
bir iyileĢme göstererek Gini katsayısı 1987‟de 0,43‟e kadar düĢmüĢtür. Ancak
1994 yılına gelindiğinde gelir dağılımında ciddi bir bozulma meydana gelmiĢtir.
1987'de 0,43 olarak hesaplanan Gini katsayısı 1994'de 0,49 değerini almaktadır.
2002 yılı için hesaplanan Gini katsayısında ise tekrar 1987 yılı seviyesine bir geri
dönüĢ yaĢanmıĢtır. 2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla 0,42 ve 0,40‟a gerileyen Gini
katsayısı, 2005 yılında 0,38‟e düĢerek son kırk yılın en iyi seviyesine ulaĢmıĢtır
(DPT, 2007b:19). 2006 yılında tekrar 2002 seviyesine (0,43) yükselmekle birlikte,
bu yıldan itibaren azalmaya baĢlamıĢ ve 2013 yılı itibariyle 0,40 seviyesinde
gerçekleĢmiĢtir.
Gelir dağılımı eĢitsizlik ölçülerinden Gini katsayısı bağlamında Türkiye, AB27‟ye kıyasla adaletsiz bir ülkedir. Türkiye bugün itibariyle tüm Birlik üyelerinden
çok daha yüksek bir Gini değerine sahiptir.
ġekil 3.4., 2013 yılı için Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde Gini Katsayısını
göstermektedir. AB–27 Gini ortalaması 30,5‟tir. Gini katsayıları ülkesel bazda 24,2
(Slovakya) ile 35,4 (Bulgaristan) aralığında seyretmektedir. Bulgaristan‟ı Letonya
(35,2), Litvanya (34,6), Yunanistan (34,4), Portekiz (34,2) ve Romanya (34) takip
etmektedir. Slovakya‟yı ise Slovenya (24,4), Çek Cumhuriyeti (24,6) ve Ġsveç
(24,6) takip etmektedir.
328
45,0
40,0
35,0
30,0
25,0
20,0
15,0
10,0
5,0
Sl
Sl
ov
ak
y
ov a
en
Çe
ya
k
Cu
m
.
İs
v
Ho eç
lla
n
Fi
nl da
an
di
y
Be a
lç
A v ik a
us
Da tury
a
ni
m
ar
ka
M
a
M
ac lta
ar
is
t
Al an
m
an
ya
İrl
an
d
Fr a
an
s
İn a
Lü gilt
ks ere
em
bu
rg
AB
-2
Po 7
lo
ny
a
Kı
br
ıs
İta
l
Es y a
to
ny
İs a
pa
Ro nya
m
an
Po ya
rte
Yu
k
na iz
ni
st
an
Li
tv
an
Le ya
Bu ton y
a
lg
ar
ist
an
Tü
rk
iye
0,0
2013
ġekil 3.4. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de Gini katsayısı
Kaynak: http://appsso.eurostat.ec.europa.eu/nui/show.do?dataset=ilc_di12&lang=en
Türkiye ise Çizelge 3.23.‟te de görüldüğü üzere AB–27 ortalamasından çok
uzak bir değere sahiptir. 2013 yılı itibariyle 0,40 olarak tespit edilen Gini katsayısı
değeri, AB–27 için 30,5 olarak gerçekleĢen değerin oldukça üzerindedir. AB–27
ortalamasında 2013 yılında en zengin yüzde yirmilik grubun yıllık kullanılabilir
gelirden aldığı pay en fakir yüzde yirmilik grubun aldığı payın 5 katı olmasına
rağmen, ülkemizde 7,7 katıdır.
Bu veriler ıĢığında Avrupa Birliği yolunda Türkiye‟nin gelir dağılımı problemi
en önemli ve çözülmesi gereken sorunların baĢında gözükmektedir. Bu problem
yaĢanan ekonomik krizler ve uygulanan yapısal uyum programları137 ile daha da
derinleĢmiĢ olup, 2001 yılı sonrasında ulaĢılan yüksek büyüme oranlarıyla
düzelme gösterse de hâlâ Avrupa Birliği ortalamalarının gerisinde kalmaktadır.
3.5.2.2. Yoksulluk
Yoksulluk ve sosyal içerme iliĢkisinden bahsederken, yoksulluğun sosyal
dıĢlanmanın hem nedeni, hem de sonucu olduğunu ifade etmiĢtik. Ne Ģekilde
137
TĠSK bu konuda aĢağıdaki görüĢü dile getirmiĢtir;
“Gelir dağılımında adaletsizliğe yol açan, yapısal uyum programları değil; yüksek oranlı enflasyon, artan
iĢsizlik ve büyüyen kayıt dıĢı sektördür. Ekonomiyi istikrara kavuĢturmaya yönelik yapısal uyum programlarının
enflasyonun düĢürülmesinde baĢarılı oluĢu, bu programların uzun vadede istihdam imkânlarının geliĢtirilmesi
ve gelir dağılımının iyileĢtirilmesi bakımından olumlu etkilerine iĢaret etmektedir.”
329
tezahür ederse etsin yoksulluğa iliĢkin veriler, o ülkede uygulanan politikaların
etkinliğini gösteren önemli bir göstergedir.
Çizelge 3.24. Yoksulluk sınırı yöntemlerine göre fertlerin yoksulluk oranları (%)
Yöntemler/
Yıllar
Gıda
yoksulluğu
(açlık)
Yoksulluk
(gıda+gıda
dıĢı)
KiĢi baĢı
günlük
1$'ın altı
KiĢi baĢı
günlük
2,15$'ın
altı
KiĢi baĢı
günlük
4,3$'ın altı
Harcama
esaslı
göreli
yoksulluk
2003
1,29
28,12
0,01
2,39
23,75
15,51
2004
1,29
25,6
0,02
2,49
20,89
14,18
2005
0,87
20,5
0,01
1,55
16,36
16,16
2006
0,74
17,81
1,41
13,33
14,5
2007
0,48
17,79
0,52
8,41
14,7
2008
0,54
17,11
0,47
6,83
15,06
2009
0,48
18,08
0,22
4,35
15,12
2010
0,21
3,66
2011
0,14
2,79
2012
0,06
2,27
Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı Bütçe Anketi Sonuçları
2002 Hanehalkı Bütçe Anketi ile birlikte Türkiye‟de ilk kez yoksulluk sınırı ve
oranı resmî olarak açıklanmıĢtır. Yoksullukla ilgili en son açıklanan istatistik ise
2012 Hanehalkı Bütçe Anketi kapsamında yapılan Yoksulluk ÇalıĢmasıdır. 2002–
2009 yılları arasında yapılan Yoksulluk ÇalıĢmalarında; gıda yoksulluğu, gıda ve
gıda-dıĢı yoksulluk, göreli yoksulluk ve günlük geliri 1, 2,15 ve 4,3 dolar sınırlarına
göre yoksulluk oranları verilmiĢtir. 2010 ve sonrası yıllarda ise 2,15 ve 4,3 dolar
sınırlarına göre yoksulluk oranları verilmiĢtir.
Çizelge 3.24.‟te 2002 yılından beri yapılan yoksulluk çalıĢmalarının sonuçları
özetlenmiĢtir. Çizelgeden satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢı dolar cinsinden
yoksulluk
sınırlarına
göre
yoksulluk
oranlarının
düĢme
eğilimde
olduğu
görülmektedir.
KiĢi baĢı günlük harcaması, cari satınalma gücü paritesine (SGP) göre 2,15
doların altında kalan fert oranı 2011 yılında %0,14 iken, bu oran 2012 yılında %
0,06 olarak tahmin edilmiĢtir. Yoksulluk sınırı, cari SGP‟ye göre 4,3 dolar olarak
alındığında ise 2011 yılında %2,79 olan yoksulluk oranı, 2012 yılında %2,27 olarak
tespit edilmiĢtir.
330
Çizelge 3.25. TÜĠK ve Dünya Bankası verilerine göre mutlak yoksulluk oranları,
2002 ve 2010
Yoksulluk EĢiği/Yıl
$1,25
$2,15
$4,3
0,2
3,04
30,30
2010 (%)
0,21
3,66
2010 Değeri/2002 Değeri
0,07
0,12
$1,25
$2
$4
2002 (%)
2,0
2,3
37,7
2010 (%)
1,34
1,36
21,5
2010 Değeri/2002 Değeri
0,67
0,59
0,57
2002 (%)
Türkiye (TÜĠK)
Türkiye (Dünya Bankası)
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16023;
http://databank.worldbank.org.data/views/variableselection/selectvariables.aspx?source=poverty-andinequality-database#; http://povertydata.worldbank.org/poverty/region/ECA;(e.t. 21.10.2014)
Mutlak yoksulluğa iliĢkin olarak TÜĠK verileri ile Dünya Bankası verileri
uyuĢmamaktadır. Satın alma paritesi üzerinden hesaplanan Dünya Bankası verisi
günlük $4 eĢiğinin altında geliri olanların Türkiye‟deki nüfusa oranını 2002 yılı için
%37,7 ve 2010 yılı için %21,5 olarak vermektedir. Günlük $1,25 eĢiği söz konusu
olduğunda oranlar 2002 yılı için % 2 ve 2010 yılı için %1,34‟tür. Günlük $2 eĢiği
için ise değerler 2002 yılı için %2,3 ve 2010 yılı için %1,36‟dır. Dünya Bankası
verileri dikkate alınır ve karĢılaĢtırmalı bir çerçevede değerlendirilirse; Türkiye‟de
son yıllarda uygulanan politikaların mutlak yoksulluğu önlemede baĢarılı olamadığı
sonucuna varılmaktadır.
Konu yoksulluğun sürekliliği yönüyle ele alındığında ise Türkiye‟deki kronik
yoksulluğa iliĢkin somut bir fikir edinilmektedir. Sürekli yoksulluk oranı Avrupa
Birliğine üye 27 ülke için % 10,2 iken, bu oranın en düĢük olduğu ülkeler; Çek
Cumhuriyeti (% 4,3), Danimarka (% 5,7) ve Hollanda ile Avusturya (% 5,8); en
yüksek olduğu ülkeler ise Romanya (% 18,2), Türkiye (% 16) ve Yunanistan
(%13,8) olarak kaydedilmiĢtir.
2012 yılı rakamları ele alındığında sürekli yoksulluk oranlarında AB–27 ile
Türkiye arasındaki farkın oldukça büyük olduğu görülmektedir. Buradan hareketle,
son yıllardaki sosyal transfer uygulamalarının yoksulluk riski altındaki nüfusun
önemli bir kısmının yardımlara bağımlılığını azaltmayı baĢaramamıĢ ve sürekli
331
yoksulluk içerisindeki kesimin genel kesim içindeki payını AB–27 seviyesine
düĢürememiĢ olduğu sonucuna varılmaktadır.
45
40
35
30
25
20
15
10
5
AB
2
Tü 7
rk
iye
Be
Bu lçik
a
lg
ar
i
Çe stan
k
C
Da um
.
ni
m
ar
Al k a
m
an
Es ya
to
ny
a
İrl
a
Yu
nd
na
a
ni
st
an
İs
pa
ny
a
Fr
an
sa
İta
lya
Kı
br
Le ıs
to
ny
a
Li
Lü tva
ks nya
em
b
M
ac urg
ar
is
ta
n
M
al
t
Ho a
lla
Av nda
us
tu
ry
Po a
lo
ny
Po a
rte
Ro kiz
m
an
Sl ya
ov
en
y
Sl
ov a
ak
Fi
nl ya
an
di
ya
İs
ve
ç
İn
gi
lt e
re
0
Sosyal Transferler Öncesi Yoksulluk Oranı
Sosyal Transferler Sonrası Yoksulluk Oranı
ġekil 3.5. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de yoksulluk oranı (%)
Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/statistics/search_database (e.t: 21.10.2014)
Medyan gelirin % 60‟ına göre, 2012 yılında AB–27 nüfusunun % 16,7‟si
yoksuldur. Sosyal transfer öncesi yoksulluk oranı ise % 26‟dır. Transfer sonrası en
yüksek yoksulluk oranına % 23 ile Yunanistan ve Romanya, %22 ile Ġspanya, %21
ile Bulgaristan sahiptir. Bu ülkeleri % 19 ile Ġtalya, Letonya ve Litvanya takip
etmektedir. Portekiz ve Estonya‟da ise bu oran % 18‟dir. Transfer öncesi yoksulluk
oranında ise % 39 ile Ġrlanda‟yı %30 ile Ġngiltere ve Ġspanya takip etmektedir.
Transfer öncesi en düĢük yoksulluk oranına ise % 18 ile Çek Cumhuriyeti ve %20
ile Slovakya sahiptir. Transfer öncesi yoksulluk AB-27içinde % 18 ile % 39
aralığında seyretmekte iken transfer sonrası bu oran % 10ile % 23 aralığına
gerilemektedir. Bu ülkelerde transfer politikaları özellikle düĢük gelirlilerin refah
düzeyini iyileĢtirme yönünde gerçekleĢmektedir.
Gelir dağılımına kıyasla göreli yoksulluk oranında Türkiye daha olumlu bir
görünüm içindedir. AB–27 ortalaması % 17 düzeyinde iken Türkiye‟de bu oran %
23 düzeyindedir.
332
3.5.2.3. Ġstihdam
Sosyal dıĢlanmanın önlenmesinde istihdam önemli bir yere sahiptir. Sosyal
dıĢlanma ve buna karĢı geliĢtirilen sosyal içerme stratejilerinde istihdam sorunu ve
iĢsizlikle mücadelenin en önde gelen uygulama alanı olduğu herkes tarafından
kabul edilmektedir.
2013 yılı TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Anketi sonuçlarına göre, Türkiye‟de 15 yaĢ
ve üstü nüfus 55,6 milyon kiĢi olup, %49,3‟ü erkek, %50,7‟si kadındır. ĠĢgücüne
katılma oranı %50,8 olup, bu oran erkeklerde %70,6, kadınlarda ise %23,3‟tür.
ĠĢgücüne dahil olmayan nüfus 27,3 milyon kiĢi olup, 11,5 milyonunu ev kadınları,
4,9 milyonunu öğrenciler ve 3,9 milyonunu emekliler oluĢturmaktadır. Cinsiyete
göre istihdam oranlarına bakıldığında bu oranın erkekler için %65,2, kadınlar
içinse %27,1 olduğu görülmektedir. Ġstihdam oranlarında krizin yaĢandığı 2009
yılından sonra artıĢ yaĢandığı görülmektedir. Ġstihdamın artması kiĢilerin iĢ bulma
ümidini ve dolayısıyla iĢgücüne katılımını da artırmıĢtır. ĠĢsizlik oranlarında da
düĢüĢ sağlanmıĢtır. 2003 yılındaki %10,5 seviyesinden 2007 yılında 10,3‟e
düĢmüĢ ve krizin yaĢandığı 2008 (%11) ve 2009 (%14) yıllarında artmıĢ ve
sonrasında yeniden düĢüĢe geçerek söz konusu oran 2013 yılı itibariyle %9,7
olarak gerçekleĢmiĢtir. Ġstihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde, çalıĢanların
%50‟sinin hizmet, %23,6‟sının tarım, %26,4‟ünün inĢaat sektöründe çalıĢtıkları
görülmektedir.
TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Anketlerine göre, kayıt dıĢı istihdamın boyutları
incelendiğinde, %36,7 olan kayıt dıĢı istihdamın %53,4‟ü tarım kesiminde,
%46,6‟sı tarım dıĢı sektörlerde yer almaktadır. Kayıt dıĢı istihdam en yaygın olarak
ücretsiz aile iĢçileri ve yevmiyeli çalıĢanlar arasında görülmektedir.
333
Çizelge 3.26. Ġstihdam, iĢgücüne katılım ve iĢsizlik oranlarının AB–27 (15–64 yaĢ)
ve Türkiye‟deki seyri, 2003–2012
2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
ĠĢgücüne Katılma Oranı (%)
Ġstihdam Oranı (%)
ĠĢsizlik Oranı (%)
AB-27
68,9
69,3
69,8
70,3
70,5
70,9
71,1
71,0
71,2
71,8
Türkiye
48,3
46,3
46,4
46,3
46,2
46,9
47,9
48,8
49,9
50,0
AB-27
62,6
63,0
63,5
64,5
65,4
65,9
64,6
64,8
64,3
64,2
Türkiye
43,2
41,3
41,5
41,5
41,5
41,7
41,2
43,0
45,0
45,4
9,0
9,1
8,9
8,2
7,1
7,0
8,9
9,7
9,7
10,5
AB-27
Türkiye 10,5 10,8 10,6 10,2 10,3 11,0 14,0 11,9
9,8
9,2
Kaynak: Employment and Social Developments in Europe 2013: 428; TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları
Her yıl yaklaĢık 700–800 bin kiĢi iĢgücüne katılmakta, istihdam ise iĢgücüne
katılan bu grubu absorbe edecek kapasiteyi gösterememektedir. Son yıllarda
yaĢanan
yüksek
oranlı
büyümeye
rağmen
istihdamda
beklenen
artıĢ
gerçekleĢmemiĢtir. Türkiye‟de “istihdamsız büyüme” yaĢanmaktadır ve Türk
sanayinin girdilerde giderek daha çok ithalata dayalı olmak yolundaki yapısal
değiĢimi, “istihdamsız büyüme” arkasındaki önemli bir nedendir. ĠĢsizlik ve eğitim
iliĢkisi çerçevesinde, yine Türkiye‟ye özgü bir sorun olarak, en yüksek iĢsizlik
oranının lise ve dengi meslek okulları mezunlarında görülmesi, teorik beklentinin
aksine söz konusu eğitimin özellikle de mesleki eğitimin iĢgücü piyasasının
gereksinimlerine yanıt verememesini yansıtmaktadır. Bu noktada, eğitim-iĢgücü
piyasası politikaları arasında yaĢanan eĢgüdümsüzlük ve bununla bağlantılı olarak
iĢgücü piramidinde gözlemlenen çarpıklık (mühendis iĢsizliğinden söz edilirken,
teknisyen açığının bulunması gibi) belirtilmesi gereken önemli bir sorun
kaynağıdır.
Ġstihdama iliĢkin göstergelerin tümünde Türkiye ya AB-27‟ye yakınlaĢmakta
ya da AB-27‟den daha yüksek değerler almakta, daha yüksek bir performans
göstermektedir. Çizelge 3.26., Türkiye‟de iĢsizlik oranın AB-27‟den daha düĢük
olduğunu ve AB-27‟de artan iĢsizliğe nazaran Türkiye‟de iĢsizliğin azaldığını
göstermektedir. Bu anlamda Türkiye AB-27‟den daha güçlü bir performans ortaya
koymaktadır. Ancak istihdam oranı ve iĢgücüne katılım oranı açısından aynı Ģeyi
334
söylemek mümkün değildir. Ġstihdam ve iĢgücünün hacmine dönük uygulanan
politikalar bu iki parametre bağlamında Türkiye‟den çok daha yüksek değerlere
sahip olan AB-27‟deki mevcut seyri yakalamakta baĢarılı olamamıĢtır.
3.5.2.4. Eğitim
Eğitim, çocukluktan baĢlamak üzere bireyin geliĢimini belirleyen önemli bir
aĢama olduğu gibi, toplumsal bütünleĢmeyi sağlayan katılımcı bir süreçtir.
Çocukluk döneminde eğitimden dıĢlanma, ileriki yaĢlarda sosyal dıĢlanmaya
zemin hazırlamaktadır. Eğitimden dıĢlanmanın toplumsal cinsiyet, etnisite, ailenin
sınıfsal konumu, ailenin eğitim düzeyi gibi çok sayıda toplumsal gerekçesi
olabilmektedir (Sapancalı,2005:176).
Bireyin elde ettiği eğitim, hem ekonomik faaliyetlerin niteliğini, hem de
iĢgücüne katılım oranlarını etkileyen bir faktördür. Eğitim düzeyi yükseldikçe
iĢgücüne katılım oranlarının da yükseldiği görülmektedir. Eğitim düzeylerine göre
iĢgücüne katılım oranları arasındaki fark kadınlarda erkeklerden daha fazladır
(bkz. Çizelge 3.27).
Çizelgeden görüldüğü üzere, üniversite eğitimi kadın istihdamını en çok
artıran eğitim düzeyidir. Kadınların iĢgücüne katılması eğitim düzeyi ile birlikte
artmakta, ancak üniversite eğitimi ile adeta sıçramaktadır. Eğitim düzeyi
yükseldikçe iĢgücüne katılma oranlarının arttığı görülmekle birlikte, söz konusu
oranlar, kadınların erkeklere oranlara eğitim hizmetlerine eriĢemediği yönündedir.
Kadınların özellikle eğitim aracılığı ile iĢ hayatına ve sosyal yaĢama katılım
seviyesinin yükselmesi, ülkelerin ekonomik ve sosyal geliĢimini etkileyecek önemli
faktörlerden biri olacaktır.
335
Çizelge 3.27. Türkiye'de eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı, iĢsizlik
Oranı
2003
2005
2007
2009
2011
2013
İşgücüne
İşgücüne
İşgücüne
İşgücüne
İşgücüne
İşgücüne
Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik
Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%)
Toplam
28,2
7,0 19,9
4,9 18,1
5,2 18,8
8,0 20,5
4,6 20,1
4,9
Okur-yazar Erkek
48,7 11,4 41,9 10,1 36,9 12,4 37,1 17,6 37,8 10,7 33,8 11,6
Olmayanlar Kadın
23,6
5,0 15,6
2,3 14,4
1,7 15,0
3,0 17,1
2,0 17,4
2,3
Toplam
38,4 11,0 43,1 12,0 45,8 11,9 48,1 16,1 50,8 10,5 48,0 10,5
Lise Altı Erkek
54,2 12,0 61,8 12,4 65,0 12,3 67,7 16,6 69,8 10,4 69,1 10,0
Eğitimliler Kadın
18,9 10,1 18,5 11,5 19,7 11,7 21,4 15,9 24,7 12,0 26,3 12,7
Lise ve Toplam
55,5 12,8 57,3 13,8 56,7 13,0 58,7 16,8 58,8 11,8 59,1 11,3
Dengi Erkek
70,7 10,6 73,8 11,1 72,8 10,4 75,1 13,9 75,5
9,0 75,7
8,3
Meslek Kadın
30,8 20,5 31,9 23,6 32,4 21,5 34,8 26,1 34,8 20,7 35,7 20,3
Toplam
77,7 11,1 77,9 10,0 77,3
9,7 78,0 12,1 79,3 10,4 80,1 10,3
Yüksek Erkek
82,7
8,9 83,5
7,9 82,6
7,4 83,1
9,6 85,3
7,6 86,1
7,4
öğretim Kadın
69,5 15,3 69,1 14,1 69,4 13,9 70,8 16,3 70,8 15,2 72,2 15,1
Kaynak: TÜĠK, http://www.tuik.gov.tr
Gençlerin de iĢgücü piyasasına geçiĢteki engellerden bir diğeri eğitim ve
mesleki eğitimdir. Bir toplumda iyi eğitilmiĢ insanların iĢgücüne katılımı daha
yüksektir. Ġyi eğitilmiĢ kiĢilerin; iyi ücretli, iyi iĢ bulma imkânları daha çok, iĢsiz
kalma riskleri daha azdır. DüĢük eğitimli, vasıfsız gençlerin iĢsiz kalma riski, düĢük
ücret, fakirlik ve sosyal dıĢlanma riski daha yüksektir. Eğitim düzeyinin yarattığı
iĢsizlik ve ücret farklılıkları 21. yüzyıl bilgi ekonomisi ile daha da açılmaktadır. 2013
yılı TÜĠK verilerine göre okuryazar olmayan nüfusun sadece % 19,2‟si istihdamda
iken bu oran lise altı eğitimlilerde %42‟ye, lise mezunlarında %46,7‟ye, meslek
liselilerde %58,3‟e yüksekokul ve fakülte mezunlarında %71,9‟a yükselmektedir.
Ülkemiz eğitim sisteminin temel sorunları, temel eğitime herkesin eriĢiminin
sağlanamaması, eğitim kalitesinin düĢüklüğü ve demografik geliĢmelere ve hızlı
değiĢime cevap vermede yetersiz kalan sistemin hantal yapısıdır. Özellikle sekiz
yıllık zorunlu eğitime geçiĢ sonrası net okullaĢma oranı; ilköğretimde %96,5‟e, orta
öğretimde
yaĢanan
%58,5‟e,
bu
yükseköğretimde
iyileĢmeler
olumlu
%21,1‟e
geliĢmelerdir.
yükselmiĢtir. Sayısal
Ancak
geliĢmiĢ
açıdan
ülkelerle
336
karĢılaĢtırıldığında orta ve yükseköğretimde okullaĢma oranları bir hayli düĢüktür.
Ayrıca, özellikle eğitim sisteminde düzeltilmesi gereken birçok olumsuzluk ise
halen ve kısmen derinleĢerek devam etmektedir. Bunların baĢlıcaları, erken
çocukluk eğitiminin yetersizliği, eğitimde cinsiyet eĢitsizliği, yükseköğretim
kapısında bekleyen milyonlarca genç lise mezunu sorunlarıdır.
Nüfusun eğitim düzeyi yükseldikçe iĢsizlik oranları düĢme iĢgücüne katılım
oranları ise yükselme eğilimindedir. Ülkemizde eğitim kademelerine göre toplam
iĢsizliğin en yoğun olduğu gruplar, ortaokul ve lise mezunlarıdır.
Günümüzde eğitimin sosyal içermenin vazgeçilmez temeli ve itici gücü
olduğu
konusunda
uzlaĢı
ortaya
çıkmıĢtır.
Eğitim
diğer
politikaların
uygulanabilmesi, özellikle sağlık ve yerel kalkınma alanlarındaki politikaların
harekete geçirilmesi ve yurttaĢların ihtiyaçlarının karĢılanabilmesi amacıyla
bütüncül politikaların oluĢturulabilmesi için de kilit önem taĢımaktadır. Teknolojik
geliĢmelere bağlı olarak ortaya çıkan kurumsal ve örgütsel değiĢmeler iĢgücünün
eğitim seviyesinin yükseltilmesini gerektirmektedir.
Avrupa Birliği‟nden daha genç nüfusa sahip olan Türkiye‟de sosyal içermenin
gelecekteki koĢulları bugünün eğitim politikaları tarafından Ģekillendirilmektedir.
AB‟ye
uyum
sürecinde
eğitim
gibi
sosyal
göstergelerde
Avrupa
Birliği
ortalamalarına yaklaĢılması ve bu doğrultuda, eğitime eriĢimin artırılması ve eğitim
hizmetlerinin iyileĢtirilmesi ve sosyal içermenin geliĢtirilmesi önem arzetmektedir.
Türkiye‟de okulu terk etme (18–24 yaĢ aralığında olup en çok ortaokul okuyanlar)
oranı çok yüksektir. 2013 yılında Türkiye‟deki gençlerin yaklaĢık %37,5‟i, AB-27‟de
ise sadece % 12‟si okulu erken terk etmiĢtir138.
Türkiye‟nin AB‟ye giriĢ sürecinde AB tarafından hazırlanan yıllık ilerleme
raporları, AB‟nin aday ülkelerin eğitim gibi alanlarda geliĢmelerini saptadığı önemli
dokümanlar olarak nitelendirilebilir. Ġlerleme raporlarında, Türkiye‟nin eğitim
sisteminin genelde AB eğitim politikalarıyla uyumlu olduğu; fakat eğitim hizmeti,
dersler, eğitim personeli ve genel personel açısından AB standartlarının gerisinde
olması, yoksul kesimdeki eğitim açığının büyük, eğitim imkânları ve yaĢam boyu
138
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/product_details/dataset?p_product_code=TSDSC410
337
öğrenmeye katılımın düĢük olması gibi eğitime eriĢim konusunda Türkiye ile AB
arasında çarpıcı farklılıklar bulunduğu belirtilmiĢ; her yıl izlenen geliĢmelerin sınırlı
düzeyde olduğu vurgulanmıĢtır139.
AB‟ye giriĢ sürecinde Türkiye, AB‟nin eğitim politikalarına genel olarak uyum
sağlamak ve eğitim programlarını bu politikalar çerçevesinde geliĢtirmek
durumundadır. Bu doğrultuda Türkiye eğitim sisteminde çeĢitli düzenlemeler
yapılmakta ve yapılmaya da devam edilmektedir. Örneğin, Lizbon Stratejisinde ve
Bologna sürecinde AB‟nin belirlediği politikalar Türkiye tarafından da kabul
edilmektedir ve Türkiye eğitim sisteminin yükseköğretim basamağında ECTS,
diploma eki vb. uygulamalar gerçekleĢtirilmiĢ, yükseköğretimde kalite güvencesi,
öğrenci ve akademisyen hareketliliği gibi gerekli düzenlemeler yapılmıĢtır. Sadece
yükseköğretimde değil ilköğretim ve ortaöğretim basamaklarında da bilgi
teknolojilerini geliĢtirmek, okullaĢma oranlarını artırmak gibi çeĢitli düzenlemeler
yapılmıĢ ve yapılmaya da devam etmektedir. Fakat Türkiye‟nin artan genç nüfusu
için AB raporlarında da belirttiği gibi okullaĢma oranları yeterli olmamaktadır.
Türkiye eğitim sistemindeki özgünlüğünü kaybetmeden bu sürece uyum
sağlamak, AB‟ye üye ülkelerde olduğu gibi genç bireylere iĢ olanakları sağlamayı
amaçlamalıdır. Türkiye‟de eğitimin kalitesini artırmak için AB üye ülkelerinde
olduğu gibi yaĢam boyu öğrenme ile ilgili çalıĢmalara üniversitelerin de desteğiyle
gerekli özen gösterilmeli ve her yaĢ grubundan insan yaĢam boyu öğrenme
sürecinden yararlanmalıdır. Türkiye‟nin AB‟ye tam üyelik sürecinde çözmesi
gereken bu gibi niteliksel sorunların yanında okulöncesi eğitim, ilköğretim,
ortaöğretim gibi basamaklarda okullaĢma oranlarının düĢük olması, eğitim için
yapılan harcamaların yetersiz olması gibi niceliksel eksikliklerini de çözmesi
gerekmektedir.
139
Eurydice,
(2010).
Türk
eğitim
sisteminin
örgütlenmesi
2008/09.
http://eacea.ec.europa.eu/education/eurydice/documents/eurybase/eurybase_full_reports/TR_TR.pdf.
06.12. 2010).
Web:
(e.t:
338
3.5.2.5. Sosyal koruma
Türkiye‟nin sosyal dıĢlanma ile mücadele alanında, sosyal içermede hangi
noktada bulunduğunu değerlendirmede kullanılabilecek en sağlıklı gösterge, bu
amaç için ayrılan kamu kaynaklarının büyüklüğüdür.
Sosyal koruma harcamalarının izlenmesinde uluslar arası olarak kullanılan iki
yöntem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi AB‟nin kullandığı Avrupa BirleĢtirilmiĢ
Sosyal Koruma Ġstatistikleri Sistemi (ESSPROS) ikincisi ise OECD‟nin kullandığı
Sosyal Harcamalar Veri Tabanı (SOCX) yöntemidir. ÇalıĢmamız kapsamında
ülkemizdeki sosyal dıĢlanmayı önleyici politikaların değerlendirilmesinde AB ile bir
karĢılaĢtırma yapılabilmesi için AB‟nin kullandığı ESSPROS yöntemini esas almak
doğru
olacaktır.
Nitekim
TÜĠK‟in
sosyal
koruma
istatistikleri
ESSPROS
metodolojisi ile uyumlu olarak derlenmektedir.
Sosyal korumanın amacı; iĢgücü piyasasına katılımı artırmak, sosyal
güvenlik sistemlerini etkinleĢtirmek, çalıĢma yaĢamını uzatmak, özel emeklilik
programlarını desteklemek, çocuk yoksulluğunu ortadan kaldırmak, çalıĢan
çocuklar konusunda yeni politikalar üretebilmek, uygun barınma koĢullarını
sağlamak, uzun süreli ve eriĢilebilir sağlık hizmetlerini sağlamak, sistemli, objektif,
sürekli sosyal hizmet ve yardımları sağlamak, göçmenler, özürlüler, azınlıklar gibi
grupları topluma entegre etmek, ayrımcılıkla savaĢmak, sosyal korumaya ayrılan
kaynakları artırmaktır.
Sosyal koruma gerektiren alanlar hastalık, tedavi, özürlülük, yaĢlılık, aile,
çocuk, iĢsizlik, konut ve sosyal dıĢlanma olarak tanımlanmıĢtır. Bunlar, korunan
kiĢilere doğrudan nakit ödemeleri, bu kiĢilerin yaptıkları harcamaların geri
ödenmesi ve bu kiĢilere mal ve hizmet yardımlarını içermektedir. Harcama
kalemleri açısından ele alındığında ESSPROS, idari giderleri, diğer sosyal
harcama birimlerine transferleri ve diğer harcamaları da hesaplamaya dahil
etmektedir (Yentürk,2012:11).
Türkiye‟de sosyal güvenlik, sağlık, sosyal hizmetler ve sosyal yardımları içine
alan sosyal koruma harcamalarının GSYH‟ya oranı 2006–2008 yılları arasında %
339
11,5 civarından, kriz yılı olan 2009‟da % 13,49 olmuĢtur. 2010 yılında % 13
civarına yükselmiĢtir. Bu oran daha önceki tüm yıllardan daha yüksek bir
gerçekleĢmedir. 2010 yılında % 13; 2011 yılında % 12,79; 2012 yılında % 13,28
olarak gerçekleĢmiĢtir.
2008 döneminde GSYH‟ya oranı % 11,5 olan sosyal koruma harcamalarının
2010–2012 döneminde % 13 civarına yükselmesi ve 2013 – 2015 dönemi için en
az bu oranda kalmasının planlanması olumlu bir geliĢmedir, ancak ortalama % 13
civarında kalan bir sosyal koruma harcaması oranı Türkiye için çok yetersizdir. Bu
oran,
birçok
ülkenin
karĢılaĢtırıldığında
da
sosyal
koruma
oldukça
düĢük
harcamalarının
kalmaktadır.
GSYH
En
son
oranı
ile
yayınlanmıĢ
EUROSTAT verilerine göre AB(27) ülkelerinin sosyal koruma harcamalarının 2009
yılında GSYH‟ya oranı % 29,6‟dır (bkz. Çizelge 3.31). 2009 yılında Türkiye‟nin
sosyal koruma harcamasının GSYH‟ya oranı ise % 13,5 ile kısıtlıdır.
Çizelge 3.28. Sosyal koruma harcamalarının GSYH‟ye oranı (%)
Sosyal Koruma Harcamaları Toplamı
Ġdari Masraf ve Diğer Harcamalar
2008
2009
2010
2011
2012
11,59
13,49
13,03
12,79
13,28
0,21
0,22
0,20
0,21
0,23
11,38
13,27
12,83
12,58
13,05
Hastalık/Sağlık Bakımı
3,74
4,42
3,97
3,77
3,71
Engelli/Malül
0,26
0,37
0,37
0,39
0,46
Emekli/YaĢlı
5,80
6,64
6,75
6,76
7,00
Dul/Yetim
1,08
1,15
1,15
1,04
1,13
Aile/Çocuk
0,32
0,37
0,35
0,38
0,41
ĠĢsizlik
0,08
0,20
0,15
0,13
0,18
Konut
0,00
0,01
0,00
0,00
0,00
Sosyal Koruma Yardımları Toplamı
Sosyal DıĢlanma b.y.s
0,10
0,12
0,09
0,09
0,15
Kaynak: TÜĠK Sosyal Koruma Ġstatistikleri, 2008–2012.
b.y.s: baĢka yerde sınıflandırılmamıĢ.
Sosyal koruma istatistikleri, ESSPROS (The European System of Integrated Social Protection Statistics) el
kitabında kullanılan tanım ve sınıflamalar doğrultusunda derlenmektedir (TÜĠK, Resmi Ġstatistik Programı
2012–2016).
Sosyal koruma harcamalarının GSYH içindeki payına risk/ihtiyaç grupları
bazında bakıldığında, yaĢlı/emeklilere yönelik yapılan harcamaların %7 ile en
büyük paya sahip olduğu görülmektedir. Bunu %3,7 ile hastalık/sağlık bakımı
harcamaları ve %1,1 ile dul/yetim harcamaları takip etmektedir.
340
Çizelge 3.29. Sosyal koruma harcamalarının sosyal güvenlik, sosyal yardım,
sağlık hizmetlerine yönelik dağılımları, GSYH %
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
Sağlık Harcamaları
4,07
4,22
4,44
5,13
4,60
4,38
4,40
Sigorta ve Emeklilik Ödemeleri
6,42
6,73
6,62
7,59
7,63
7,52
7,96
Sosyal Hizmet ve Sosyal Yardım Harcamaları 0,50
0,52
0,56
0,77
0,77
0,89
0,92
TOPLAM
11,00 11,47 11,62 13,49 13,00 12,79 13,28
Kaynak: Yentürk, 2012: 37.
Not: Sağlık harcamaları olarak Merkezi Yönetim sağlık harcamaları ve SGK sağlık harcamalarının tümü ve
SGK diğer ödemelerin yüzde 30‟u alınmıĢtır. Sigorta ve emeklilik ödemeleri olarak ĠĢsizlik Sigortası Fonu
giderleri ve SGK sigorta ödemelerinin tümü ve SGK diğer harcamaların yüzde 70‟i alınmıĢtır. Sosyal hizmet ve
sosyal yardım harcaması olarak Merkezi Yönetim kapsamındaki idarelerin toplam sosyal koruma harcamaları
(transferler hariç), 2006-2014 arası 2022 sayılı Kanun ödemeleri ve SYDTF giderleri alınmıĢtır.
2012 yılı için sigorta ve emeklilik ödemelerinin GSYH‟ye oranının yüzde 7,96;
sağlık harcamalarının GSYH‟ye oranının yüzde 4,40 civarında gerçekleĢtiği
görülmektedir. Sosyal hizmetler ve sosyal yardıma yapılan harcamalar ise
GSYH‟nin yüzde 0,92‟si olarak kalmaktadır. 2006 yılında bu harcamanın GSYH‟ye
oranı yüzde 0,50‟dir.
Türkiye‟deki sosyal koruma harcamalarının içinde, özellikle sosyal güvenlik
kapsamında olan ya da sigortası olup iĢsiz kalmıĢ olanlara yönelik harcamaların
önemli bir yer tuttuğunu, prim ödememiĢ yoksul kesime yönelik harcamaların
payının ise çok düĢük kaldığını söylemek mümkündür. Özellikle 2011 yılından
sonra, seçime katılan tüm siyasi partilerin yoksullukla mücadele konusunda gelir
desteği, aile sigortası vb. politikaları gündeme getirmiĢ olmalarına rağmen, hiç
kayıtlı iĢçi olarak çalıĢmamıĢ ve çalıĢma ümidi olmayan, sosyal dıĢlanmıĢ
kimselere yapılan yardımlarda bir artıĢ düĢünülmemesi ya da bu artıĢın 2014
yılından sonrasına ertelenmesi, sosyal koruma harcamaları açısından olumsuz bir
öngörüdür (Yentürk,2012:37).
Mevcut sistemde, devlet memurlarını kapsayan Emekli Sandığı (Em.San.),
iĢçilerin bağlı olduğu Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) ve kendi hesabına
çalıĢanları kapsayan Bağ-Kur formel sektörde istihdam edilenlerin sosyal
güvenliğinden sorumlu kurumlar olarak, devletle farklı iliĢkiler içinde bir arada var
olmaktadır. Bunların yanı sıra, SYDGM, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu (SHÇEK) ve Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) gibi yoksulluk ve sosyal
dıĢlanma tehdidi altındaki gruplara yönelik, ihtiyaç tespitine dayalı sosyal hizmet
341
ve yardım sağlayan kurumlar da faaliyet göstermektedirler. Sağlık Bakanlığı ve bir
süredir ÇSGB de sosyal koruma alanında faaliyet göstermektedirler.
Son zamanlarda resmi verilerin derlenmesinde ve bütçeleme prosedürlerinde
olumlu birtakım geliĢmeler olmuĢtur. 2003 yılında kabul edilerek yürürlüğe konulan
Kamu Hesapları Yönetimi ve Kontrolü Kanunu ile SayıĢtay‟ın faaliyetlerini
düzenleyen kanunda yapılan değiĢiklikler, kamu yönetiminde AB pratikleri ile
uyumlu bir biçimde daha Ģeffaf ve hesap verebilir bir zihniyetin yeĢermeye
baĢladığının
sinyallerini
vermektedir.
Devlet
Ġstatistik
Enstitü‟sünün,
2005
sonlarında Türkiye Ġstatistik Kurumu (TÜĠK) olarak yeniden yapılandırılması ve bu
çerçevede verilerin ESSPROS metodolojisi ile uyumlu olarak toplanması ve
sunumu çalıĢmaları da olumlu geliĢmelerdendir. Bir diğer olumlu geliĢme ise,
ÇSGB‟nin, Avrupa Komisyonu için hazırlamakta olduğu Ortak Ġçerme Belgesi için
ESSPROS metodolojisi ile uyumlu resmi veri derleme çabası içinde olmasıdır
(Buğra,Adar,2007:20).
Çizelge 3.30. Türkiye ve OECD ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının geliĢimi
Türkiye
140
OECD
1980
3,2
15,5
1985
3,1
17,2
1990
5,7
17,6
1995
5,6
19,5
2000
18,9
2005
9,9
19,7
2009
12,8
22,1
2010
22
2011
21,7
2012
21,7
2013
21,9
Kaynak: http://www.oecd.org/social/expenditure.htm#socx_data (29.10.2014)
OECD ülkeleri arasında sosyal koruma harcamalarının GSYĠH içindeki payı
bakımından bir sıralama yapıldığında141, en büyük payın %32,1 ile Fransa
tarafından ayrıldığı, Fransa‟yı %30,2 ile Danimarka ve %29,8 ile Ġsveç
izlemektedir. Sosyal koruma harcamaları bakımından Türkiye‟nin OECD ülkeleri
arasındaki durumu pek iyi görünmemektedir. Türkiye yaklaĢık %12,8‟ lik bir oranla
ġili (%11,3), Kore (%9,6) ve Meksika (%8,2)‟nın üzerinde sondan dördüncü sırada
yer almaktadır. OECD ortalamasının %22,1 olduğu bir durumda, Türkiye‟nin
sosyal koruma harcamalarına ayırdığı payın oldukça düĢük olduğu ifade edilebilir.
140
OECD‟nin sosyal koruma harcamalarının toplamı, sağlık, yaĢlılık, iĢsizlik, hastalık ve özürlülük yardımları
ile konut ve aile yardımları gibi harcama kategorilerinden derlenmektedir.
141
OECD‟de Türkiye‟ye iliĢkin veriler 2009 yılına kadardır. Bu nedenle 2009 yılı verileri baz alınmıĢtır.
342
Çizelge 3.31. Türkiye ve AB‟nde sosyal koruma harcamaları (%)
AB 27*
Yunanistan
Portekiz
İspanya
Türkiye**
Toplam Sosyal
Koruma
Harcamaları
2009 2010 2011
29,6 29,3 29,0
28,0 29,1 30,2
26,8 26,8 26,5
25,4 25,8 26,1
13,5 13,0 12,8
2009
11,1
11,3
11,1
8,1
6,6
Yaşlılık
2010
11,1
11,9
11,3
8,6
6,8
2011
11,1
12,7
11,9
8,9
6,8
Hastalık/Sağlık
2009 2010 2011
8,4
8,3
8,2
8,0
8,2
7,5
7,3
7,0
6,3
7,3
7,2
7,0
4,4
4,0
3,8
Diğer
2009 2010 2011
10,1
9,9
9,7
8,7
9,0 10,0
8,4
8,5
8,3
10,0 10,0 10,2
2,4
2,3
2,3
*http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tps00098&plugin=0
(29.10.2014)
** http://www.tuik.gov.tr, TÜĠK Sosyal Koruma Ġstatistikleri (e.t. 29.10.2014).
Türkiye‟deki sosyal koruma harcamalarının Avrupa Birliği ülkelerine göre
düĢük olduğu görülmektedir. Daha anlamlı ve çarpıcı olan bir örnek ise, Güney
Avrupa ülkelerinde kamu sosyal harcamalarının geliĢimidir. 1980‟de Yunanistan
(%10,3), Portekiz (%9,9) ve Ġspanya‟da (%15,5) sosyal harcamaların GSYĠH
içindeki oranı OECD ortalamasından daha düĢük olmuĢtur. 2009‟da bu yüzdeler
sırası ile 23,9, 25,6 ve 26,0‟a yükselmiĢtir. Bu da aslında AB üyeliğinin ülkelerin
sosyal politika alanında yarattığı olumlu etkiyi göstermektedir. Refah devletinin
geliĢmiĢ olduğu ülkeler de sosyal harcama seviyelerini 1980–2009 arası dönemde
korumayı baĢarmıĢlardır. Ġsveç‟te 1980 yılında GSYĠH‟nin %27,1‟i olan kamu
sosyal harcamaları, 2009 yılında GSYĠH‟nin % 29,8‟ini oluĢturmuĢtur.
Ülkemizde devlet tarafından yapılan sosyal nitelikteki harcamaların OECD ve
Avrupa ülkelerinin gerisinde kalması, Türkiye‟de devletin sosyal devlet gereklerini
yerine getirmek üzere yaptığı harcamaların sosyal içermede yeterli olmadığını
göstermektedir.
343
SONUÇ
Sosyal politika alanındaki en önemli kavramlardan biri olan sosyal dıĢlanma
toplumla
bütünleĢemeyen
bireyleri
ifade
etmek
için
kullanılmakta
olup,
yoksulluktan daha geniĢ bir kavramdır ve sosyal dıĢlanma ile mücadele bireylerin
yeniden toplumun bir parçası olmasını amaçlamaktadır. KüreselleĢme ve neoliberal politikaların egemenliğinde ortaya çıkan değiĢimler, hem geliĢmiĢ hem de
geliĢmekte olan ülkelerde sosyal devleti zayıflatarak sosyal dıĢlanmanın
yaygınlaĢması için uygun zemin yaratmıĢtır.
Dünyada yoksulluğa bağlı olarak yaĢanan göç dalgaları, pek çok ülkede
sosyal, siyasal ve ekonomik haklardan yoksun kalan toplulukların oluĢmasına
sebep olmuĢtur. Özellikle Avrupa‟da belirli grupların ekonomik ve sosyal haklara
eriĢimlerinde karĢılaĢtıkları zorluklar ve sosyal koruma ve yardımlara ihtiyaçlarının
artması ile “sosyal dıĢlanma/içerme” kavramı gündeme gelmiĢ ve temel politika
belgelerinde öncelikli konulardan biri olarak ele alınmaya baĢlanmıĢtır. Sosyal
dıĢlanma durumu, kısaca sosyal, ekonomik, politik ve kültürel haklardan mahrum
olma veya bu haklara ve ilgili hizmetlere eriĢimde güçlüklerle karĢılaĢma durumu
olarak tanımlanabilmektedir. Yoksulluktan farklı olarak sosyal içerme statik bir
durumu değil, bir süreci ifade etmektedir.
1970‟li yıllarda Avrupa‟da yaĢanan ekonomik kriz ve gerileme ile birlikte
sosyal dıĢlanma sorunu, baĢta Fransa olmak üzere tüm dünya devletleri nezdinde
tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. 1974 yılında Fransa‟nın Sosyal ĠĢler Bakanı Lenoir,
Fransız toplumunun onda birinin toplumdan dıĢlanmıĢ olduğunu belirtmiĢ ve
engelliler, suç iĢleyenler, hasta ve bakıma muhtaç olanlar, istismar edilen çocuklar,
uyuĢturucu madde bağımlıları, intihara eğilimli insanlar, yalnız ebeveynler ve
problemli aileleri “sosyal uyumsuzluk” içindeki insanlar olarak tanımlamıĢtır.
1980‟li yıllarda ekonomik koĢulların zorlaĢması ile birlikte bu gruplara iĢsizler
ve yoksullar da eklenmiĢ ve sosyal dıĢlanma kavramı eĢitsizlik ve yoksulluk
olgularıyla birlikte ele alınmaya baĢlamıĢtır. Sosyal dıĢlanmanın en önemli nedeni
olarak yoksulluk ve iĢsizlik gösterilmekle birlikte, iĢgücü piyasaları ve gelir
dağılımının bozulması, sosyal korumanın yetersizliği, ekonomik ve sosyal
344
eĢitsizlikler de sosyal dıĢlanmanın artmasında etkili olmuĢtur. Kısaca bireylerin
toplumla bütünleĢememeleri anlamına gelen sosyal dıĢlanma 90‟lı yıllardan
itibaren Avrupa Birliği‟nin merkezi politika konularından biri haline gelmiĢ, sosyal
dıĢlanmaya dair tartıĢmalar Avrupa Birliği gündeminde önem kazanmıĢtır.
Sosyal dıĢlanma, en belirgin olarak ekonomik alanda kendini göstermektedir.
Gerçekten temel gereksinimlerini karĢılayamamaktan ileri gelen dıĢlanmanın en
açık yansıması yoksulluktur. Sosyal dıĢlanma yoksullukla örtüĢmesine rağmen,
yoksulluğun ötesinde anlamlar taĢımakta olup, yoksulluğun ve yoksunluğun
ötesinde sosyal iliĢkiler bağlamında değerlendirilmektedir.
Sosyal dıĢlanmanın ekonomik alandaki bir diğer yansıması da iĢgücü
piyasalarında ortaya çıkmaktadır. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanmanın göstergesi
olan iĢsizlik, hem üretimden ve gelirden dıĢlanma biçiminde ekonomik, hem de
statü ve sosyal iliĢkilerden dıĢlanma biçiminde toplumsal alanla yakından ilgilidir.
ĠĢsizlik son yıllarda geliĢmiĢ toplumlar bakımından da içinden çıkılamaz bir sosyal
dıĢlanma biçimi haline gelmiĢtir. Günümüzde geliĢmiĢ toplumlarda da yapısal ve
uzun süreli hale geldiğinden çözüm üretmek güçleĢmektedir. Çözüm yollarından
biri olarak benimsenen atipik istihdam biçimleri, elde edilen gelirin yetersizliği,
güvencesizlik ve eğretilikle özdeĢleĢtiğinden, iĢsizlikle mücadele aracı olmaktan
daha çok, dıĢlanmanın biçim değiĢtirerek tezahür etmesi sonucunu doğurmaktadır.
Ġstihdam yaratmak, sosyal dıĢlanma ile mücadelede en önemli araçlardan
biridir. Ġstihdam dıĢlanmayı ortadan kaldırmanın en etkin yoludur.
Sosyal
dıĢlanmanın karĢıtı olan ve toplumdaki bazı kesimlerin sosyal hayata katılımının
sağlanmasını ifade eden sosyal içerme büyük ölçüde istihdam ile bağlantılıdır.
DıĢlanmanın önlenebilmesi ve sosyal dıĢlanmaya maruz kalanların tekrar topluma
kazandırılabilmesi açısından, yeterli gelir sağlayan, sosyal güvencesi olan bir
çalıĢma Ģekli, bireylerin hem maddi ihtiyaçlarını hem de sosyalleĢme gibi maddi
olmayan ihtiyaçlarını karĢılamalarını sağlayacak ve kendilerine güvenlerini
kazanmalarına yardımcı olacaktır.
Yoksulluk ve iĢsizliğin yanı sıra eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik gibi
en temel haklardan ve kaynaklardan yoksunluk biçiminde ortaya çıkan sosyal
345
dıĢlanma, tüm dünyada olduğu gibi AB‟nde de önemli bir sorundur. AB ve üye
ülkeler, küreselleĢme, artan rekabet, teknolojik geliĢmeler ve demografik baskılar
karĢısında ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla karĢı karĢıyadır. Gelir eĢitsizliği
giderek artmakta, toplam nüfusun %16‟sı yani yetmiĢ milyondan fazla insan
yoksulluk eĢiğinin altında yaĢamakta, iĢsizler içinde uzun süreli iĢsizlerin oranı
giderek artmaktadır. Özellikle iĢsizler, kadının aile reisi olduğu tek ebeveynli
aileler, yalnız yaĢayan kadınlar ve çok çocuklu ailelerin yoksulluk riski ile
karĢılaĢma olasılıkları giderek daha yüksek oranlara çıkmaktadır. ĠĢgücü
piyasasında uygun ve güvenceli yeni iĢ yaratılması konusunda önemli sıkıntılar
yaĢanmaktadır, iĢsizlik giderek kalıcı bir hal almaktadır. Özellikle gençler arasında
iĢsizlik daha da büyük bir soruna dönüĢmektedir. Gençlerin okul sistemine olan
güvenleri sarsılmıĢtır ve eğitimini tamamlamadan okul sisteminden ayrılanların
sayısı giderek artmaktadır. Nüfus yaĢlanırken, yaĢlı nüfusu huzurlu bir emeklilik
yaĢantısı değil, daha uzun süre iĢgücü piyasasında tutmaya yönelik politikalar
beklemektedir. Göçmen ve azınlıklara yönelik ayrımcılıklar artarken, ırkçı eğilimler
giderek daha yoğun bir biçimde ekonomik, sosyal ve siyasal yaĢamda gerilimlere
neden olmaktadır. Açıkçası, öncelikli hedefi ekonomik büyüme ve bütünleĢmeyi
sağlamak olan AB projesi, sosyal bütünleĢme konusunda önemli sıkıntılar
yaĢamaktadır.
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de sosyal dıĢlanma riski ile
karĢı karĢıya olan dezavantajlı grupların varlığı sosyal dıĢlanma kavramının sosyal
politika literatüründe yerini almasını sağlamıĢtır. Türkiye‟de birçok ülkede
görüldüğü gibi gelir dağılımı adaletsizliğinden kaynaklanan sosyal dıĢlanma
sorununun varlığını görmekteyiz. Zengin ve yoksul kesim arasındaki gelir farkının
fazlalığı ve bölüĢümün eĢitsiz oluĢu yoksul kesimlerin ekonomik hayattan, tüketim
harcamalarından ve iĢgücü piyasaları gibi birçok alandan dıĢlandığının bir
göstergesi olarak kabul edilebilir. Yoksulluk, sosyal bir sorun olarak 1990‟ların
sonunda Türkiye‟nin gündemine yerleĢmiĢtir. 1990‟larda, teknolojik, ekonomik ve
demografik geliĢmenin yol açtığı ciddi bir yapısal dönüĢüm yaĢanmıĢtır.
Sosyal içerme, AB‟nin yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadele amacıyla,
sosyal politika alanında geliĢtirdiği stratejik bir yaklaĢımdır. Sosyal dıĢlanma ile
aktif mücadeleye yönelik ilk resmi adım, kapsayıcı bir toplum, herkes için eĢit
346
fırsatlar ve düzgün yaĢam standartları oluĢturulması amacını ifade eden sosyal
içerme kavramının 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam AnlaĢması (136–
137.madde) içerisinde birliğin amaçları arasında sayılması olmuĢtur. Sosyal
içerme kavramı, sosyal dıĢlanma ve yoksullukla mücadele yöntemi olmanın yanı
sıra, insanların ekonomik ve sosyal haklardan eĢit olarak faydalanmasını
sağlayacak, haklara ve hizmetlere eriĢimi kolaylaĢtıracak ve farklılıkları en aza
indirecek politikaların üretilmesinde de bir araç olarak görülmüĢtür. Bu doğrultuda,
2001 yılında Avrupa Komisyonu tarafından AB üyesi ülkelere sosyal içermeye
yönelik ulusal eylem planlarını sunma yükümlülüğü getirilmiĢtir. Toplumdaki en
korunmasız grupların (iĢsizler, eğitimsizler veya yeterli eğitim alamayanlar,
evsizler, engelliler, madde bağımlıları, kadınlar, çocuklar, yaĢlılar vb.) istihdama,
temel haklara, kamu hizmetlerine eriĢimlerini kolaylaĢtırmaya yönelik yürütülecek
çalıĢmaların bir özeti niteliğinde hazırlanan eylem planlarına yönelik izleme
raporları Avrupa Komisyonuna sunulmaya baĢlanmıĢtır. AB‟ye aday ülkelerden ise
benzer amaçlara yönelik olarak Ortak Ġçerme Belgesi (JIM–Joint Inclusion
Memorandum) hazırlamaları talep edilmiĢtir.
Amsterdam AntlaĢmasının 137. maddesi ile bağlantılı olarak Mart 2000‟de
gerçekleĢtirilen Lizbon Zirvesinde, “ilk olarak, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile
mücadelede üye ülkelerin çabalarını desteklemek ve ikinci olarak da sosyal
içermeye daha fazla olanak sağlayan bir Avrupa kurmak” hedefleri belirlenmiĢtir.
Lizbon Zirvesinde ayrıca, Avrupa düzeyinde açık koordinasyon yöntemi (open
method of co-ordination/OMC) olarak adlandırılan bir çalıĢma yöntemi de
benimsenmiĢtir. Bu yöntem ortak hedefler ve ana hatların saptanması; göstergeler
ve ölçütlerin oluĢturulması, Ulusal Eylem Planları ve hedeflerin belirlenmesi
yoluyla ortak hedeflerin ve ana hatların ulusal ve bölgesel politikalara
dönüĢtürülmesi; periyodik izleme, değerlendirme ve emsal incelemeler yapılması
temelinde iĢletilmektedir.
2001 yılında AB üyesi ülkelerin ve Komisyonun uzmanlarından oluĢan Sosyal
Koruma Komitesi ve Avrupa Komisyonu, bir dizi hedef belirlemiĢ ve bu hedeflerin
uygulanması için üye devletlerden temel politikalarını içeren yıllık Ulusal Sosyal
Ġçerme Eylem Raporunu (NAPs/incl – National Action Report/Social Inclusion)
hazırlamalarını istemiĢtir.
347
Üye devletler arasında bir kıyaslama yöntemi geliĢtirmek için, hazırlanan yıllık
Ulusal Programlarda kullanılmak üzere, ortak bir göstergeler listesi geliĢtirilmiĢtir.
Bu göstergeler; iĢgücü istatistikleri, kiĢi baĢına düĢen milli gelir ile milli gelirin
dağılımı, sosyal harcamaların toplamı, yoksulluk göstergeleri gibi yirmiye yakın
göstergeyi içermektedir.
Üye devletlerin sosyal içerme stratejileri ise Aralık 2000 tarihinde Nice
Konseyinde yoksulluk ve sosyal dıĢlanma alanında belirlenen dört ortak hedefe
dayanmaktadır. Söz konusu hedefler istihdama katılım ile herkesin kaynaklara,
haklara, mallara ve hizmetlere eriĢiminin kolaylaĢtırılması, sosyal dıĢlanma riskinin
önlenmesi, en korumasız gruplara yardım edilmesi ve ilgili tüm tarafların seferber
edilmesidir.
Son dönemde ekonomik ve sosyal alanda yaĢanan geliĢmeler ve ihtiyaçlar
dikkate alınarak sosyal içerme alanının kapsamının geniĢletilmesi gereği doğmuĢ
ve küreselleĢme, çocuk yoksulluğu, herkes için insan onuruna yakıĢır barınma
olanakları gibi temel sorun alanlarına da ülkeler tarafından öncelik verilmesi
konusunda görüĢ birliğine varılmıĢtır. Bu yeni yaklaĢım ile Avrupa Sosyal Ġçerme
Stratejisi “ Avrupa Sosyal Koruma ve Sosyal Ġçerme Stratejisi olarak anılmaya
baĢlanmıĢtır. Kapsadığı sürenin sona ermesi ile birlikte Lizbon Stratejisi‟nin yerini
2010‟da yayımlanan “Avrupa 2020: Akıllı, Sürdürülebilir, Kapsayıcı Büyüme için
Avrupa” stratejisi almıĢtır. Söz konusu stratejinin “Kapsayıcı Büyüme” önceliği
çerçevesinde ekonomik ve sosyal anlamda bütünleĢmeyi sağlayan yüksek
istihdam ekonomisi hedeflenmiĢ, Avrupa genelinde yüksek istihdam seviyesinin
yakalanması ve ekonomik büyümenin AB‟nin her yerine eĢit dağılımını sağlayarak
sosyal ve bölgesel uyumun temin edilmesi amaçlanmıĢtır.
Sosyal dıĢlanmanın boyutları ve bu dıĢlanmaya yönelik oluĢturulan sosyal
politika önlemleri ülkeden ülkeye değiĢiklik göstermektedir. O ülkede ortaya çıkan
sosyal dıĢlanmanın biçimine ve nedenine uygun olarak aynı doğrultuda bir içerme
politikası oluĢturmak gerekmektedir. Örneğin Fransa‟da toplumla sosyal ve kültürel
bağların kopması olarak bakılan sosyal dıĢlanma, Ġngiltere‟de gelir adaletsizliğine
bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak ele alınmaktadır. Amerika‟da ise “alt
sınıf” kavramı geliĢtirilmiĢ, bu grup yoksullardan farklı bir kesimi iĢaret etse de,
348
aynı yoksullar gibi bunların da topluma ve sisteme eklemlenmesi için “workfare”
(çalıĢtırma) politikaları önerilmiĢtir. Bu yaklaĢıma göre, refah ödemeleri ve sosyal
politikalar
bağımlılık
kültürünü
arttırmakta
ve
çalıĢmama
eğilimini
güçlendirmektedir. Buna karĢılık çalıĢma karĢılığı asgari gelir garanti eden
“workfare” ise, iĢsizleri en kötü koĢullarda ve güvencesiz iĢlerde bile çalıĢmaya
zorlamaktadır. Bu yaklaĢıma göre kiĢi iĢsizse, bunun sorumlusu kendisidir.
Bununla birlikte, baĢlangıçta ülkelerin her birinin kendi çözmesi gereken bir sorun
olarak değerlendirilse de zamanla konunun önemi anlaĢılmıĢ ve Birlik düzeyinde
çözüm yolları aranmaya baĢlanmıĢtır. Bu bağlamda AB‟ne üye ülkeler sorunun
çözümünde
Lizbon
Zirvesinde
benimsenen
Açık
Koordinasyon
Yöntemi
çerçevesinde hazırladıkları Ulusal Eylem Planları ile sosyal dıĢlanma konusunda
temel hedefler ve mücadele yöntemleri belirlemiĢlerdir.
Sosyal dıĢlanmayla mücadelede öne çıkan aktif istihdam politikaları, sosyal
güvenlik sistemlerinin yeniden yapılanması, emeklilik reformları, devletin yerine
sivil toplum örgütlerinin daha fazla öne çıkartılması gibi önlemler bugün
küreselleĢme bağlamında uluslararası finans kuruluĢlarının birçok ülkeye dayattığı
ekonomik büyüme hedefli yeni liberal politikaların birer ürünüdür. Bugün AB‟ndeki
en önemli sorunlardan biri iĢsizliktir. AB iĢsizlik sorununa ciddiyetle yaklaĢmakta
ve istihdamın artırılması için yeni politikalar belirlemektedir. Bu politikalar ile sosyal
dıĢlanmaya
neden
olan
en
önemli
faktör
olan
iĢsizliğin
önlenmesine
çalıĢılmaktadır. Ancak AB‟nin sorunu çözemediği ve hatta bu sorunun baĢka
sorunlara da yol açtığı görülmektedir.
Türkiye, AB‟ne adaylık sürecindeki yükümlülüklerinden biri olan sosyal
dıĢlanma ile mücadele kapsamında aday ülkelerce hazırlanması öngörülen Ortak
Ġçerme Belgesi (JIM) çalıĢmalarına, ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
(ÇSGB) Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi (ABKD) BaĢkanlığı önderliğinde 3
Aralık 2004 tarihindeki BaĢlangıç Toplantısı ile baĢlamıĢtır. Süreç içerisinde bazı
baĢlıklarda taraflar arasında uzlaĢma sağlanamaması nedeniyle belge askıya
alınmıĢtır. 2010 yılında Brüksel‟de Avrupa Komisyonu ve ÇalıĢma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin belgenin hazırlanmasına iliĢkin sürecin tekrar
baĢlatılması yönünde karĢılıklı isteklerini dile getirmelerinin ardından belgeye
iliĢkin hazırlık çalıĢmaları yeniden baĢlatılmıĢ, taslak metin 2012 yılı Ağustos
349
ayında Avrupa Komisyonuna iletilmiĢtir. Avrupa Komisyonu, getirilen yeni yaklaĢım
gereği 2012 yılında Ortak Ġçerme Belgesinin, istihdam alanındaki öncelikleri
belirleyen politika belgesi olan Ortak Değerlendirme (Ġstihdam) Belgesi (JAP) ile
birleĢtirilmesini ve aday ülkelerde sosyal içerme ile istihdam alanlarını bütüncül
biçimde ele alacak yeni bir strateji belgesi hazırlanmasına karar vermiĢtir. Buna
göre ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı 2013 yılı baĢlarında
Ġstihdam ve Sosyal Reform Programı (ESRP) yazılmasına iliĢkin çalıĢmaları
baĢlatmıĢtır.
Türkiye‟deki
sosyal
dıĢlanmayı
önleyici
politikaların
değerlendirilmesi
noktasında çalıĢmanın son bölümünde ele aldığımız temel bazı göstergeler,
ülkemizin sosyal içermedeki baĢarısızlığını gözler önüne sermektedir.
Gelir dağılımı eĢitsizlik ölçülerinden gini katsayısı bağlamında Türkiye, AB27‟ye kıyasla adaletsiz bir ülkedir. Türkiye bugün itibariyle tüm Birlik üyelerinden
çok daha yüksek bir gini değerine sahiptir. AB–27 ortalamasında 2013 yılında en
zengin yüzde yirmilik grubun yıllık kullanılabilir gelirden aldığı pay en fakir yüzde
yirmilik grubun aldığı payın 5 katı olmasına rağmen, ülkemizde 7,7 katıdır. Bu
veriler ıĢığında Avrupa Birliği yolunda Türkiye‟nin gelir dağılımı problemi en önemli
ve çözülmesi gereken sorunların baĢında gözükmektedir.
Türkiye‟de son yıllarda uygulanan politikalar mutlak yoksulluğu önlemede
baĢarılı olamamıĢtır. Sürekli yoksulluk oranlarına bakıldığında; AB–27 ile Türkiye
arasındaki farkın oldukça büyük olduğu görülmektedir. Son yıllardaki sosyal
transfer uygulamaları yoksulluk riski altındaki nüfusun önemli bir kısmının
yardımlara bağımlılığını azaltmayı baĢaramamıĢ ve sürekli yoksulluk içerisindeki
kesimin genel kesim içindeki payını AB–27 seviyesine düĢürememiĢtir. Gelir
dağılımına kıyasla göreli yoksulluk oranında Türkiye daha olumlu bir görünüm
içindedir. AB–27 ortalaması % 17 düzeyinde iken Türkiye‟de bu oran % 23
düzeyindedir.
Sosyal dıĢlanmanın önlenmesinde en etkin araç olan istihdama iliĢkin
göstergeler, iĢgücü piyasalarında kadın-erkek eĢitliğini sağlamaya yönelik
mevzuatın, politikaların yeterli olmadığını göstermektedir. Nitekim kadınların
350
istihdam ve iĢgücüne katılım oranları erkeklerin oldukça gerisinde; iĢsizlik oranları
ise
erkeklerin
oldukça
üzerinde
seyretmektedir.
Avrupa
Birliği
ile
karĢılaĢtırıldığında ise Türkiye, ya AB-27‟ye yakınlaĢmakta ya da AB-27‟den daha
yüksek değerler almakta ve daha yüksek bir performans sergilemektedir.
Eğitim, hem ekonomik faaliyetlerin niteliğini, hem de iĢgücüne katılım
oranlarını etkileyen bir faktördür. Eğitim düzeyi yükseldikçe iĢgücüne katılım
oranlarının da yükseldiği görülmektedir. TÜĠK verileri iĢgücüne katılma ve istihdam
oranlarının eğitim düzeyiyle birlikte yükseldiğini göstermektedir. Ülkemiz eğitim
sisteminin temel sorunları, temel eğitime herkesin eriĢiminin sağlanamaması,
eğitim kalitesinin düĢüklüğü ve demografik geliĢmelere ve hızlı değiĢime cevap
verememesidir.
Ancak
geliĢmiĢ
ülkelerle
karĢılaĢtırıldığında
orta
ve
yükseköğretimde okullaĢma oranları bir hayli düĢüktür. Türkiye‟de okulu terk etme
(18-24 yaĢ aralığında olup en çok ortaokul okuyanlar) oranı çok yüksektir. 2013
yılında Türkiye‟deki gençlerin yaklaĢık %37,5‟i, AB-27‟de ise sadece % 12‟si okulu
erken terk etmiĢtir. AB‟ye uyum sürecinde eğitim gibi sosyal göstergelerde Avrupa
Birliği ortalamalarına yaklaĢılması ve bu doğrultuda eğitime eriĢimin artırılması ve
eğitim hizmetlerinin iyileĢtirilmesi, sosyal içermenin geliĢtirilmesi açısından önem
arzetmektedir.
Türkiye‟de sosyal yardım, sosyal hizmetler, sosyal güvenlik ve sağlık alanını
kapsayan sosyal koruma harcamaları 2006–2008 döneminde % 11,5 civarında;
2009–2012 döneminde % 13‟ün üzerinde gerçekleĢmiĢtir. 2013 yılında ise %
14,06‟dır. En son yayınlanmıĢ OECD verilerine göre, OECD ülkelerinin sosyal
koruma harcamalarının 2012 yılında GSYH‟ya oranı ortalama % 21,7‟dir. 2012
yılında Türkiye‟nin sosyal koruma harcamasının GSYH‟ya oranı % ise 13,4 ile
kısıtlıdır.
Sosyal koruma harcamaları açısından da Türkiye, AB–27 ülkelerinin oldukça
gerisinde kalmaktadır. EUROSTAT verilerine göre AB–27 ülkelerinin sosyal
koruma harcamalarının 2009 yılında GSYH‟ya oranı % 29,5 iken, Türkiye‟de söz
konusu oran %13,4‟tür. Ülkemizde devlet tarafından yapılan sosyal nitelikteki
harcamaların düĢük olması, Türkiye‟de devletin sosyal devlet gereklerini yerine
getirmek
üzere
yaptığı
harcamaların
yeterli
olmadığını
göstermektedir.
351
Türkiye‟deki sosyal koruma harcamalarının içinde, özellikle sosyal güvenlik
kapsamında olan ya da sigortası olup iĢsiz kalmıĢ olanlara yönelik harcamaların
önemli bir yer tuttuğunu, prim ödememiĢ yoksul kesime yönelik harcamaların
payının ise çok düĢük kaldığını söylemek mümkündür.
AB‟ye üyelik yolunda son on yılda önemli adımlar atan Türkiye, Kopenhag
kriterleri bağlamında zımnen AB–2020 hedeflerine yakınsamak durumundadır.
Türkiye,
AB–2020
değerlendirilemez.
hedeflerine
Bununla
halihazırda
birlikte,
bu
ulaĢmıĢ
hedef
bir
ülke
doğrultusunda
olarak
Türkiye‟nin
baĢarmaya en yakın olduğu değiĢken yoksulluk riski altındaki nüfus yüzdesidir.
Türkiye bu alanda üye ülkelerle yarıĢabilecek ölçüde iyi durumdadır. Türkiye‟nin
AB–2020 hedeflerine en uzak olduğu değiĢkenler ise istihdam oranı, okulu erken
yaĢta bırakanlar oranı ve yükseköğrenime katılma oranıdır. Gerek sosyal güvenlik
sistemimiz, gerek asgari ücret uygulaması, gerekse istihdam politikaları sorunların
çözümünde yetersiz kalmıĢtır. Türkiye‟nin diğer geliĢen veya geliĢmiĢ ülkelerde
olduğu gibi, sosyal dıĢlanma ve yoksulluk ile mücadele etmesi acil olarak yerine
getirilmesi gereken görevlerindendir.
Sosyal içermenin sağlanmasında sivil toplum kuruluĢlarının rolü büyüktür.
Sivil toplum kuruluĢlarının karar alma mekanizmalarına katılımı, toplumdaki farklı
grupların seslerini duyurabilmelerini sağlayarak katılımcı demokrasi anlayıĢının
güçlendirilmesi açısından önem arz etmektedir.
Nitekim sosyal içerme, sosyal
dıĢlanma tehlikelerine maruz kalan bireylerin siyasi irade ile alınmıĢ kararlar ve
önlemler yardımı ile topluma katılabilmelerini sağlama durumunu ifade etmektedir.
Avrupa Birliği'ndeki tüm çeĢitli ulusal ve uluslararası kaynaklı sivil toplum
kuruluĢları ve düĢünceler politika oluĢturulmasında anahtar role sahiptir. STK‟lar,
eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi kamu hizmetlerinin sunumu, yerel ekonomik
kalkınmanın desteklenmesi hususunda siyasi otoritenin sorumluluklarını yerine
getirmesini bir çeĢit teĢvik etmek suretiyle, sosyal ve ekonomik açıdan dıĢlanan
birey ve
grupların
sağlayabilirler.
toplumla bütünleĢmesini sağlayarak
doğrudan destek
352
353
KAYNAKLAR
Abrahamson, P. (2003). Researching Poverty and Social Exclusion in Europa.
Journal of European Social Policy, 13(3), 281–285.
Adaman, F., Keyder, Ç. (2006). Türkiye‟de Büyük Kentlerin Gecekondu ve
Çöküntü Mahallelerinde YaĢanan Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanma, Avrupa
Komisyonu, Sosyal DıĢlanma ile Mücadelede Mahalli Topluluk Eylem
Programı 2002–2006 Raporu.
(http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/study_turkey_tr.
pdf adresinden 26 Eylül 2012‟de alınmıĢtır.)
Akdemir, N., Çınar, F.Ġ., Görgülü Ü.(2007). YaĢlılığın Algılanması ve YaĢlı
Ayrımcılığı. Turkish Journal of Geriatrics, 10 (4), 215–222.
Akkaya, Y.(2002). Göç, Yoksulluk ve Kentsel ġiddet, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan
Hakları içinde, (Ed.Özdek,Y.). Ankara:TODAĠE Ġnsan Hakları AraĢtırma ve
Derleme Merkezi Yayını, 203-215.
Akkaya, Y. (2000). Sosyal Güvenlik “Versus” Demokratik UzlaĢma.
(www.geocities.ws/ceteris_tr2/y_akkaya5.doc adresinden 05 ġubat 2013‟te
alınmıĢtır.)
Aktan, C. C. (2002). Yoksullukla
Konfederasyonu Yayınları.
Mücadele
Stratejileri,
Ankara:
Hak-ĠĢ
Alden, J., Thomas, H. (1998). Social exclusion in Europe: Context and Policy,
International Planning Studies, 3(1), 7-14.
Altan, Ö. Z. (2010). Sosyal Politika, Anadolu Üniversitesi Yayınları, EskiĢehir,
Altan, Ö. Z., ġiĢman, Y. (2003). YaĢlılara Yönelik Sosyal Politikalar, Kamu-İş
Dergisi, 7(2).
Arı Toplumsal Katılım ve GeliĢim Vakfı (2006). Avrupa Sosyal Politikası ve Sosyal
Haklar. Ġstanbul: Bay Matbaa Baskı Teknolojileri.
Ataöv, T. (1996). Çatışmaların Kaynağı Olarak Ayrımcılık. Ankara: A.Ü.S.B.F.
Ġnsan Hakları Merkezi Yayınları.
Atkınson, T. (1998). Social Exclusion, Poverty and Unemployment. Exclusion,
Employment and Opportunity içinde (ed: A.B.Atkinson, J.Hill). Centre for
Analysis of Social Exclusion, London School of Economics, CASE. Paper No:
4, London.
Atkınson, R. (2000). Combating Social Exclusion in Europe: The New Urban
Policy Challenge. Urban Studies, 37(5/6), 1037–1056.
Atkınson, A.B., Cantıllon, B., Marlıer, E., Nolan, B.(2002). Indicators for Social
Inclusion in the European Union. Oxford: Oxford University Press.
354
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği (2000), AB ve Eşitlik: İstihdamda Eşit
Fırsatlar. Ankara.
Avrupa Toplulukları Komisyonu (2001), Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım
Sürecine İlişkin 2001 Yılı İlerleme Raporu. Brüksel: 13.11.2001
SEC(2001)1756
Avrupa Komisyonu GeniĢleme Genel Müdürlüğü (2002), Türkiye’nin Avrupa
Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu. Brüksel.
Aydın, S. (2003). Avrupa Birliği’nde Kadın Hakları ve Türkiye, Ġstanbul: ĠKV
Yayınları, (175).
Aykaç, M. (2000). Sendikaların Geleceği: Küreselleşme ve Yapısal Değişiklikler
Açısından Bir Analiz, Prof. Dr. Nusret EKĠN‟e Armağan, Ankara: TÜHĠS
Yayını, 553–596.
Aytaç, S., Sevüktekin, M.(2000). Çağdaş Sanayi Merkezlerinde Kadın İşgücünün
Konumu: Bursa Örneği. Ankara: TĠSK Yayını.
Bakırcı, K. (2000). İşyerinde Cinsel Taciz ve Türk İş Hukukuna İlişkin Çözüm
Önerileri.
(http://www.turkhukuksitesi.com/makale_25.htm adresinden 5 Mart
2011‟de alınmıĢtır.)
Bakırcı, K. (2000). İşyerinde Cinsel Taciz. Ġstanbul: Yasa Yayınları.
Balcı Gökçeoğlu, ġ.(2002). Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanmanın Hukuksal Nedenleri
ve Çözüm ArayıĢları. Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları, der. Yasemin
Özdek, Ankara: TODAĠE Ġnsan Hakları AraĢtırma ve Derleme Merkezi Yayını.
Baulch, B. (1996). The New Poverty Agenda: A Disputed Consensus. IDS Bulletin.
(http://community.eldis.org/?233@@.598d2424!enclosure=.598d2425&ad=1
adresinden 14 Mayıs 2011‟de alınmıĢtır.)
Bauman, Z. (1999). Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Çev. Ümit ÖKTEM,
Ġstanbul: Sarmal Yayınevi.
Bayhan, V.,(2002). Demokrasi ve Sivil Toplum Örgütlerinin Engelleri: Patronaj ve
Nepotizm, C.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi, 26(1), 1–13.
Bedir, E. (2012). Yoksullukla Mücadelede Yeni Bir TartıĢma Alanı: VatandaĢlık
Geliri. Sosyal Güvenlik Dergisi, 2012/1, 92–116.
Bellamy Foster, J. (2005). Emperyalizmin Yeniden Keşfi (çev. Çiğdem Çidamlı),
Ġstanbul: Devin Yayıncılık.
Bhalla, A., Lapeyre, F. (1997). Social Exclusion: Towards an Analytical and
Operational Framework. Development and Change, 28(8),413–433.
Bhalla, A.S. ve Lapeyre, F. (2004). Poverty and Exclusion in a Global World.
London: MacMillan Press Ltd.
355
Bilgel, N., Aytaç, S., Bayram, N. (2006). Bullying in Turkish White-Collar Workers.
Occupational Medicine, (56), 226-231.
Bosco, A.(1998). Sağlık Bakım Sistemleri. Avrupa‟da Sosyal Koruma ETUC-ETUI
Konferansı. Brüksel, 7-8 Kasım 1996 içinde, (Der.A. Bosco- M.Hutsebaut).
Ankara: Türk-Harb-ĠĢ Sendikası Yayını.
Brandt, N., Burnıaux, L.M., Duval, R. (2005). Assessing The OECD Jobs Strategy:
Past Developments And Reforms. OECD Economics Department Working
Paper, (429)
Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika
Forumu, Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanma, Tes-İş Dergisi, 75–80.
Buğra, A., Keyder, Ç. (2005). Social Assistance in Turkey: For a Policy of
Minimum Income Support Conditional on Socially Beneficial Activity. Ankara:
UNDP.
Buğra, A., Adar, S. (2007). Türkiye’nin Kamu Sosyal Koruma Harcamalarının
Karşılaştırmalı Bir Analizi. Sosyal Politika Forumu.
Buğra, A., Adar, S. (2008). Social Policy Change in Countries without Mature
Welfare States: The Case of Turkey. New Perspectives on Turkey, (38), 83–
106.
Burchardt, T., Le Grand, J., Pıachaud,D.(2002). Introduction. Understanding
Social Exclusion içinde, (Ed. J.Hill-J.Le Grand, D.Piachaud). New York:
Oxford University Pres.
Campell, D. (1994). Foreign Investment, Labor Immobility and the Quality of
Employment. International Labor Review, 133(2).
Ceylan Ataman, B.(2000). İşgücü Piyasasının Temel Prensipleri ve İstihdam
Politikaları. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını.
Ceylan Ataman, B.(2003). ĠĢsizlik Sorunu ve Türkiye‟nin AB‟nin Ġstihdam
Stratejisi‟ne Uyumu, TİSK İşveren Dergisi.
(http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=809&id=48) adresinden 26 Mayıs
2012‟de alınmıĢtır. )
Chossudovsky, M.(1994). Ġstikrar, Yapısal Uyum, IMF ve Yoksulluk. İktisat Dergisi,
(67), 67–71.
Commision of the European Communities (2004). Draft Joint Employment Report
2003- 2004, COM (2004) 24 final/2, Brussels.
Commission of the European Communities (2005). Working Together, Working
Beter: A New Framework for Open Coordination of Social Protection and
Inclusion Policies in the European Union. COM(2005) 706 final, Brussels.
356
Commission of the European Communities (2007). Modernising social protection
for greater social justice and economic cohesion: taking forward the active
inclusion of people furthest from the labour market, Brussels, Ekim 17.
CoĢkun, M. N. (2005). Türkiye’de Yoksulluk: Bölgesel Farklılıklar ve Yoksulluğun
Profili, Bölgesel Gelişme Stratejileri ve Akdeniz Ekonomisi, Türkiye Ekonomi
Kurumu. Ankara: Ġmaj Yayınevi.
CoĢkun, S., Tireli, M.(2008). Avrupa Birliğinde Yoksullukla Mücadele Stratejileri ve
Türkiye. 1.baskı. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Cranford, C., VOSKO, L., Zukewıch, N. (2003). Precarious Employment in the
Canadian Labour Market: A Statistical Portrait. Just Labour, (3),6–22.
Çalık, S. (2003). Özürlülüğün Nedenleri ve Önlenmesinde Yoksulluğun Rolü.
Yoksulluk Sempozyumu II. Cilt. (Editör: Ahmet Emre Bilgili, Ġbrahim Altan).
Ġstanbul: Deniz Feneri Yayınları,398–407.
Çakır, Ö.(2002). Sosyal DıĢlanma. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 4(3),83–104.
Çelik, A.(2002). Küreselleşme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin Dönüşümü
ve Türkiye, Kamu-ĠĢ Yayını. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Çelik, N.(2013). İş Hukuku Dersleri. YenilenmiĢ B.26. Ġstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım.
Çelik, A. (2006). AB Sosyal Politikası: Uyum Sürecinin Uyumsuz Alanı. Ġstanbul:
Kitap Yayınevi.
Çelik, A. (2010). Muhafazakâr Sosyal Politika Yönelimi: Hak Yerine YardımYükümlülük Yerine Hayırseverlik. İstanbul Üniversitesi SBF Dergisi, (42), 6381.
Çilingiroğlu, N., Demirel, S. (2004). YaĢlılık ve YaĢlı Ayrımcılığı. Geriatri, 7(4):
225–230.
ÇSGB (2004). Türkiye’de İşsizliğin Önlenmesi ve İstihdamın Arttırılması, M. Cem
Toker (ed), Yayın no: 117, Ankara.
ÇSGB (2005). AB Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı Bülteni, Aralık 2005, (2).
ÇSGB (2006). ÇalıĢan Çocuklar Bölümü. Türkiye‟de Çocuk ĠĢçiliği Sorunu Bizim,
Ankara.
ÇSGB (2007). AB Koordinasyon Daire BaĢkanlığı. 19.FASIL: Sosyal Politika ve
İstihdam “Açılış Kriterlerinde Gelinen Son Aşama”, Ankara.
Daldal, ġ. (2000). Esnekliğin Farklı Boyutları ve Uluslararası Dinamikleri. Petrol–İş
97–99 Yıllığı. Türkiye Petrol, Kimya ve Lastik ĠĢçileri Sendikası. Ġstanbul, 875888.
357
Dayıoğlu, M.,Kasnakoğlu, Z. (1997). Kentsel Kesimde Kadın ve Erkeklerin
İşgücüne Katılımları ve Kazanç Farklılıkları, ODTÜ. Kalkınma ÇalıĢmaları
(METU Studies in Development), 24 (3), 1997.
Dedeoğlu, S. (2009). EĢitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye‟de Sosyal Devlet, Cinsiyet
EĢitliği Politikaları ve Kadın Ġstihdamı. Çalışma ve Toplum, 25(2), 41-54.
Derici, H. (2006).Güvenceli Esneklik. Tisk İşveren Dergisi
(http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1450&id=77 adresinden 14 Ocak
2011‟de alınmıĢtır.)
Doğan, Ġ.(2000). Sosyoloji, Kavramlar ve Sorunlar. Ġstanbul: Sistem Yayıncılık.
DPT (2001). Gelir Dağılımının ĠyileĢtirilmesi ve Yoksullukla Mücadele ÖĠK Raporu .
Ankara.
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/gelirdag/oik610.pdf
adresinden
15.03.2014‟de alınmıĢtır.
DPT (2001a). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Çocuk ÖĠK Raporu. Ankara:
DPT Yayın No: 2573.
DPT (2007). Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı,
Ankara: DPT Yayınları.
DPT (2007a). Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele ÖİK Raporu. Ankara: DPT
Yayınları.
DPT (2007b). Dokuzuncu Kalkınma Planı. 2007-2013 Gelir Dağılımı ve
Yoksullukla Mücadele Özel Ġhtisas Komisyon Raporu. Ankara: DPT Yayınları.
DPT (2009). T.C. BaĢbakanlık Devlet Planlama TeĢkilatı, Sosyal Destek Programı
(SODES), Ankara: DPT Yayınları.
DPT (2010). 2011 Yılı Programı, Ankara: DPT Yayınları.
Dumanlı, R. (1995). Yoksulluk Kavramı, Ölçülmesi ve Gelir Dağılımı İlizşkileri, Yeni
Türkiye Dergisi, 1(6).
Duruel, M. (2007). Avrupa Birliği’nde Uzun Dönemli İşsizliğe Karşı Uygulanan
İstihdam Politikaları, 375–421.
(http://www.arastirmax.com/system/files/dergiler/51602/makaleler/53/1/arastirmaxavrupa-birliginde-uzun-donemli-issizlige-karsi-uygulanan-istihdam-politikalari.pdf
adresinden 17 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.)
Duruoğlu, T. (2007). Emek Piyasasında Cinsiyetçi Ücret Ayrımı: Bursa Organize
Sanayi Bölgesinde Bir AraĢtırma. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (24),
KıĢ-Bahar, 61–76.
Dünya Bankası (2005). Labour Market Study.
EC (1990). Employment in Europe 1990, Luxembourg,1991.
358
EC (2004). Industrial Relations in Europe 2004. Directorate-General for
Employment and Social Affairs, Office for Official Publications of the
European Communities, Belgium.
EC (2004a). Joint Report on Social Inculsion.
EC (2005). Study of Effectiveness of ALMPs, Essen.
EC (2005a). The Social Agenda 2005–2010: A Social Europe in the Global
Economy, Jobs and Opportunities for All. Office for Offical Publications of the
European Communities, Luxembourg.
EC (2005b). Review of Preliminary National Policy Statements on Health Care and
Long-term Care. Memorandum of the Social Protection Committee. COM
(2004)304.
EC (2006). Joint Report on Social Protection and Social Inclusion 2006.
EC (2006a). Social Inclusion in Europe 2006. Office for Offical Publications of the
European Communities, Luxembourg, 2006.
EC (2006b). Time to Move up Gear. The New Partnership for Growth and Job,
Comminication from the Commission to the Spring Council, Office for Offical
Publications of the European Communities, Luxembourg.
EC (2006c). The Demografic Future of Europe- From Challange to Opportunity,
Brusells.
EC (2006d). Adequate and Sustainable Pensions, Synthesis Report, Brussels.
EC (2008). Employment in Europe 2008, Prepared by Directorate-General for
Employment, Social Affairs and Equal Opportunities; Employment Analysis
Unit, Brussels.
EC (2010). Lisbon Strategy Evaluation Document, Brussels.
EC (2010a). Joint Report on Social Protection and Social Inclusion.
Ecevit, F.Y.(1995). Kentsel Üretim Sürecinde Kadın Emeğinin Konumu ve DeğiĢen
Biçimleri. 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. (3. Baskı).
(Derleyen: ġirin Tekeli). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 117–128.
Ecevit, M., Ecevit,Y.(2002). Kırsal Yoksullukla Mücadele: Tarımda MülksüzleĢme
ve Aile Emeğinin MetalaĢması. Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları içinde,
(Ed. Y. Özdek). Ankara: TODAĠE. Ġnsan Hakları AraĢtırma ve Derleme
Merkezi Yayını, 271–289.
Ecevit, Y.(2003). Toplumsal Cinsiyetle Yoksulluk ĠliĢkisi Nasıl Kurulabilir? Bu ĠliĢki
Nasıl ÇalıĢılabilir?. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 25 (4), 2003 Özel Eki.
Elveren M.A., Elveren A.Y. (2010). Türkiye‟de Refah Rejiminin DönüĢümü ve
Bireysel Emeklilik Sistemi. Mülkiye Dergisi, 34(26), 243-258.
359
Emirgil, B. F. (2013). Gençlere Yönelik Sosyal Politikalar. Ġçinde: Tokol, Aysen ve
Yusuf Alper. Sosyal Politika. (4. Baskı). Bursa: Dora Yayınları.
Erdayı, A.U.(2009). Dünyada Genç ĠĢsizliği Sorununun Çözümüne Yönelik Ulusal
Politikalar ve Türkiye. Çalışma ve Toplum, (22), 133–162.
Erdoğdu, S.(2004). Sosyal Politikada „Avrupalı‟ Bir Kavram Sosyal DıĢlanma,
Çalışma Ortamı Dergisi, (75).
Erdoğdu, S. (2005). Avrupa Birliği ve Sosyal Politika.
(http://www.emekdunyasi.net/ed/guncel/594-avrupa-birligi-ve-sosyal-politika
adresinden 16 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.)
Erdut, Z. (1998). Rekabetin İşgücü Piyasasına Etkisi. Ġzmir: Türk Ağır Sanayii ve
Hizmet Sektörü Kamu ĠĢverenleri Sendikası (TÜHĠS) Yayınları (29).
Erdut, Z.(2002). Küreselleşme Bağlamında Uluslararası Sosyal Politika ve Türkiye.
Ġzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
Erdut, T. (2005). ĠĢgücü Piyasasında EnformelleĢme ve Kadın ĠĢgücü, Çalışma ve
Toplum Dergisi, (6), 2005/3, 11-49.
Erdut, T. (2006). ĠĢgücü Piyasasında Ayrımcılık, İkinci Ulusal Sosyal Politika
Kongresi (Ankara 23-24 Kasım 2006), Türkiye Devrimci ĠĢçi Sendikaları
Konfederasyonu ve Friedrciht Ebert Vakfı.
Espıng-Andersen, G.(1990), The Three Worlds of Welfare Capitalism. Princeton
University Press.
Espıng-Andersen, G. (2011). Toplumsal Riskler ve Refah Devletleri. (Der. AyĢe
Buğra ve Çağlar Keyder). Sosyal Politika Yazıları. (5. Baskı).(Çev. Burcu
Yakut Çakar ve Utku BarıĢ Balaban). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 33–54.
Eurofound
(2006).
Fourth
European
Working
Conditions
Survey.
(http://www.eurofound.europa.eu/publications/htmlfiles/ef0698.htm adresinden 15
Ocak 2011‟de alınmıĢtır.)
EuroStat (2008). Social Protection in the European Union, Eurostat Statistics in
Focus, 46/2008. (http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_OFFPUB/KS-SF-08046/EN/KS-SF-08-046-EN.PDF adresinden 17 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.)
Eyüboğlu, A., Özar, ġ., Tanrıöver H.T. (2000). Kentlerde Yaşayan Kadınların İş
Yaşamına Katılım Sorunlarının Sosyoekonomik ve Kültürel Boyutları. Ankara:
BaĢbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.
Ferrera, M. (2006). Sosyal Avrupa‟da Güney Avrupa Refah Modeli. Sosyal
Politika Yazıları. (ed. A. Buğra, Ç. Keyder). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları.
Giddens, A.(2000). Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi: Üçüncü Yol. Ġstanbul:
Birey Yayıncılık.
Giddens, A.(2001). Üçüncü Yol ve Eleştirileri, Ankara: Phoenix Yayınevi.
360
Gökbayrak, ġ. (2010). Türkiye‟de Sosyal Güvenliğin DönüĢümü. Çalışma ve
Toplum, 25(2), 141-162.
Gündoğan, N.(1999). Genç ĠĢsizliği ve Avrupa Birliği‟ne Üye Ülkelerde Uygulanan
Genç Ġstihdam Politikaları. A.Ü. SBF Dergisi, 54/1, 63–79.
Gündoğan,N.(2001).Genç
(1320).
İşsizliği.
EskiĢehir:Anadolu
Üniversitesi
Yayınları
Güven, S. (2001). Sosyal Politikanın Temelleri. Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
Haan, A. (2000). Social Exclusion: Enriching the Understanding of Deprivation.
Studies in Social and Political Thought, (2), 22–39.
Hekimler, O. (2012). Yoksulluk mu Yoksunluk mu? Sosyal DıĢlanmıĢlık Üzerine bir
Değerlendirme. Tekirdağ SMMM Odası Sosyal Bilimler Dergisi, (1).
Hobcraft, J.(2002). Social Exclusion and the Generations. Understanding Social
Exclusion içinde. Oxford University Pres, 62–83.
Hoelscher, P. (2004). A Thematic Study Using Transnational Comparisions to
Analyse and Identfy What Conbination of Policy Responses are Most
Successful in Preventing and Reducing High Levels of Child Poverty.
(http://ec.europa. eu/employment_social/social_inclusion/docs/child_poverty_
study_en.pdf adresinden alınmıĢtır.)
Hofer, H.,Weber,A.(2006). Active Labor Market Policy in Austria: Practice and
Evaluation Results. DIW Quarterly Journal of Economic Research, (3), 155–
167.
Human Development Report. (2001). (http://hdr.undp.org/en/ reports/global/hdr2001/
adresinden 2 Mayıs 2011‟de alınmıĢtır.)
Human Development Report. (2010). (http://hdr.undp.org/en/media/HDR_2010_EN_
Complete_reprint.pdf adresinden 5 Aralık 2013‟te alınmıĢtır.)
ILO (1998). World Employment Report 1998–99. Employability in the Global
Economy How Training Matters. Geneva: International Labour Office.
ILO (2007). Türkiye’de Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan Kaldırılması
Projesi Final Raporu, Ankara.
ILO (2008). Global Employment Trends For Youth 2008, Geneva: ILO Pub.
ILO (2010). Global Employment Trends For Youth 2010: Special Issue on the
Impact of the Global Economic Crisis on Youth, Geneva: ILO Pub.
ILO (2010a). IPEC Programları.
(http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/programme/ipec.htm
adresinden 5 Temmuz 2013‟te alınmıĢtır.)
361
ILO (2013). Marking Progress against Child Labour. Global Estimates and Trends
2000-2012/International Labour Office. International Programme on the
Elimination of Child Labour (IPEC) - Geneva: ILO.
IOM. http://www.iom.int/cms/en/sites/iom/home.html adresinden 14 Mayıs 2013‟te
alınmıĢtır.
IĢık, O. (1996). KüreselleĢen Dünyada Yeni Uzaklıklar ve Siyaset. Sosyal
Demokrat Değişim Dergisi.
IĢık, O., Pınarcıoğlu, M.M.(2001). 1980 Sonrası Dönemde Kent Yoksulları
Arasında Güce Dayalı Ağ ĠliĢkileri: Sultanbeyli Örneği. Toplum ve Bilim
Dergisi, (89), Yaz 2001, 31–61.
Ġkizoğlu, M.(2001). Yoksulluk ve Özürlülük ĠliĢkisi. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi, 1(2).
Ġnsel, A. (2000). Özgürlük Etiği KarĢısında Ġktisat Kuramı: Amartya K. Sen‟in Etik
Ġktisat Önerisi. Toplum ve Bilim Dergisi, (86), Güz 2000, 7–21.
Ġnsel, A. (2001). Ġki Yoksulluk Tanımı ve Bir Öneri. Toplum ve Bilim, (89),Yaz
2001, 62–72.
Jamrozik, A., Nocella, L. (1998). The Sociology of Social Problems. Cambridge
University Press.
Joint Memoranda on Social Inclusion (http://ec.europa.eu/employment_ social/socprot/soc-incl/jim_en.html adresinden 25 Aralık 2012‟de alınmıĢtır).
KağıtçıbaĢı, Ç.(1990). İnsan-Aile-Kültür. Ġstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Kalkınma Bakanlığı (OVP, 2012-2014). Orta Vadeli Program: 2012–2014. Ankara.
Ekim 2011.
Kapar, R. (2005). Sosyal Korumanın İşgücü Piyasasına Etkisi. Ġstanbul: BirleĢik
Metal ĠĢçileri Sendikası Yayınları.
Kapar, R. (2005a). İşsizliğin Düzenlenmesi: Aktif İşgücü Piyasası Politikaları.
Ġktisat Fakültesi Mecmuası-Prof. Dr. Toker Dereli‟ye Armağan, 55(1), 341–
371.
Kapar, R.(2007). Enformel Ekonomide Çalışanların Örgütlenmesi ve Sendikalar,
Çalışma ve Toplum, 2007/1, 83–117.
Karabulut, Ö. (2000) Ekonomik İstismar: Çocukların Çalıştırılması. 1. Ġstanbul
Çocuk Kurultayı: Bildiriler Kitabı.(1.Basım). Ġstanbul: Ġstanbul Çocukları Vakfı
Yayınları.
KarataĢ, K.(2002). Engellilerin Toplumla BütünleĢme Sorunları: Bir Sosyal Politika
YaklaĢımı. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi. 2(2), 43–55.
KarataĢ, K.(2007). Engellilerin Toplumla Bütünleşme Sorunları: Bir Sosyal Politika
Yaklaşımı.
362
(http://www.kadimdostlar.com/Engelsiz_Engelliler_Dayanisma_Forumu_f103/Engelli
lerin_Toplumla_Butunlesme_Sorunlari_Bir_S_t40730.html adresinden 4 Ekim
2013‟te alınmıĢtır.)
Kaya, A. (2000). YurttaĢlık Azınlıklar ve Çok Kültürlülük. Yurttaşlık ve Toplumsal
Sınıflar içinde T.H.Marshall-T.Bottomore, (Çev.A.Kaya). Ankara: Gündoğan
Yayınları.
Kaya, Ġ. (2008). Yoksullukla Mücadelede Eğitimin Rolü: Şartlı Nakit Transferi-ŞNT
Örneği (Master Tezi). (http://eprints.sdu.edu.tr/464/ adresinden alınmıĢtır.)
Kenar, N.(2004). Avrupa Ġstihdam Stratejisi ve Türkiye. İktisat, İşletme ve Finans
Dergisi, Ekim.
Kenar, N. (2009). Yaygın Eğitim Kapsamında Mesleki Eğitim Sistemi, Mercek
Dergisi, Ekim.
Kenyon, S., Lyons, G., Rafferty,J. (2002). Transport and Social Exclusion. Journal
of Transport Geography, (10), 207–219.
Kılıç, C.(2003). Türkiye‟de ĠĢsizlik ve Avrupa Ġstihdam Stratejisi. TİSK İşveren
Dergisi, Ekim.
(http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=808&id=48
2012‟de alınmıĢtır.)
adresinden
26
mayıs
Kılmurray, A.(1995). Beyond the Streo-types, Social Exclusion and Social
Inclusion. Democtatic Dialogue Report No: 2, Belfast ESRC Pres, November
1995, 32–38.
Kiren Gürler, Ö., Üçdoğruk, ġ. (2007). Türkiye‟de Cinsiyete Göre Gelir Farklılığının
AyrıĢtırma Yöntemiyle Uygulanması. Journal of Yaşar University, 2(6), 571–
589.
Kleinman, M. (2011). Kriz mi? Ne Krizi? Avrupa Refah Devletlerinde Süreklilik ve
DeğiĢim. (Der. AyĢe Buğra ve Çağlar Keyder). Sosyal Politika Yazıları. (5.
Baskı) (Çev. Burcu Yakut Çakar-Utku BarıĢ Balaban). Ġstanbul: ĠletiĢim
Yayınları, 159–193.
Kofman, E. ve diğerleri (2000) Gender and International Migration in Europe:
Employment. Welfare and Politics, London and New York: Routledge.
Koray, M., Topçuoğlu, A.(1995). Sosyal Politika. Bursa: Ezgi Kitabevi.
Koray, M., Demirbilek,S., Demirbilek, T.(1999). Gıda ĠĢkolunda ÇalıĢan Kadınların
KoĢulları ve Geleceği. T.C. BaĢbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel
Müdürlüğü. Ankara.
Koray, M. (2001). KüreselleĢme Süreci ve Ulus Devlet: Ekonomi, Siyaset
TartıĢmaları. Küreselleşme ve Ulus Devlet içinde. Ġstanbul: Yıldız Teknik
Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi Yayını.
Koray, M.(2005). Avrupa Sosyal Modeli.(2. Baskı).Ġstanbul.
363
Kök, B. S.(2006). ĠĢ YaĢamında Psiko-ġiddet Sarmalı Olarak Yıldırma Olgusu ve
Nedenleri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,(16), 433–
448.
Kulca,Y.A., Korkmazlar, Ü.(2004). Sokak Çocuklarının Okula Yönlendirilmesi:
İstanbul Örneği. Eğitim Hakkı ve Okula Gidemeyen Çocuklar Sempozyumu
Bildirisi. Ankara, 3–4 Aralık 2004.
Kutal, G. (1993). Sakatların Ekonomik Hayata Katılması, İş Hukukunun Ulusal ve
Uluslararası Temel ve Güncel Konuları. Ankara: Kamu-ĠĢ, 383–398.
Kutal, G. (1996). ÇalıĢma Hakkının Korunmasında Aktif Emek Piyasası Politikası
Önlemleri. İktisat Fakültesi Mecmuası-Sabahattin Zaim’e Armağan,
No.1994/B3 – C–1–4, Ġstanbul, 27–53.
Levitas, R. (2005). The Inclusive Society-Social Exclusion and New Labour. New
York: Palgrave MacMillan.
Lordoğlu, K.(1995). Oyun Yerine İş: Çocuk Çalışması. ÇalıĢan Çocuklar Ġlköğretim
MüfettiĢlerini Bilgilendirme Semineri,. Ġnsan Kaynağını GeliĢtirme Vakfı.
Lordoğlu, K. (2000). “EsnekleĢme Versus EnformelleĢme,” Petrol - ĠĢ 97 – 99
Yıllığı, Türkiye Petrol, Kimya ve Lastik ĠĢçileri Sendikası, Ġstanbul, 867–873.
Lordoğlu, K., Özkaplan, N.(2003). Çalışma İktisadı. Ġstanbul: Der Yayınları (358).
Martin, J. P. (2000). What Works Among Active Labour Market Policies: Evidence
From Oecd Countries’ Experiences. OECD Economic Studies, No. 30/I, 79–
113.
Marx, I. (2005). Job Subsidies And Cuts In Employers’ Social Securıty
Contributions: The Verdict Of Empirical Evaluation Studies, 1–30.
(http://www.npc.umich.edu/news/events/NPCEUconf/marx.pdf
adresinden
alınmıĢtır.)
Mingione, E. (2011). Güney Avrupa Refah Modeli ve Yoksulluk ve Sosyal
DıĢlanmaya KarĢı Mücadele. Sosyal Politika Yazıları. (Derleyen: AyĢe Buğra,
Çağlar Keyder).(5. Baskı). Ġstanbul:ĠletiĢim Yayınları, 261–286.
Murat, S., ġahin, L. (2011). Gençlerin Ġstihdamı/ĠĢsizliği Bakımından Türk Eğitim
Sisteminin Değerlendirilmesi. Çalışma ve Toplum, 2011/3: Cilt 30, 93–137.
Nolan, B. (2003). Indicators for social inclusion in the Eurpean Union, 78–91.
Combating Poverty in Europe: The German Welfare Regime in Practice.
(Eds) Gerhard Böcker, Walter Hanesch and Peter Krause.
O'Connor, J.S.(2005). Policy coordination, social indicators and the social-policy
agenda in the European Union. Journal of European Social Policy,
15(4),345–361.
364
OECD (1999). Preparing Youth for the 21st Century: The Policy Lessons from the
Past Two Decades. Backround Paper for Conference Organised by the
OECD and the US Department of Labour and Education, Washington.
OECD (2005). Taxing Wages 2003–2004.
Okur, A.R.(1994). ĠĢyerinde Cinsel Taciz. Argumentum, Ocak-Mart, 4(42),.
Okur, A.R., Güzel, A.,Caniklioğlu, N. (2012). Sosyal Güvenlik Hukuku. (14.Bası)
Ġstanbul: Beta Yayınları.
Onaran Yüksel, M. (1999). KarĢılaĢtırmalı Hukuk IĢığında Türk ĠĢ Hukukunda
Kadın -Erkek EĢitliği. Ġstanbul Üniversitesi(YayınlanmamıĢ Doktora
Tezi).Ġstanbul.
Oruç, Y.M. (2001). Küresel Yoksulluk ve BirleĢmiĢ Milletler. Toplum ve Bilim, (89),
Yaz 2001, 73–87.
Osmanî, S.R.(2002). Exploring The Employment Nexus: Topics in Employment
and Poverty, A report Prepared for the Task Force on the Joint ILO-UNDP
Programme on Employment and Poverty, UNDP, New York, ILO, Geneva.
Ören, K.(2005). Zihinsel Engellilerin Eğitim ve İstihdamı. Ankara: Pelikan Tıp ve
Teknik Kitapçılık.
ÖYHGM (2012). Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı Taslağı.
Özürlü ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Ankara.
Öz, F.(2002). YaĢamın Son Evresi: YaĢlılık Psikososyal Açıdan Gözden Geçirme.
Kriz Dergisi, 10(2), 17–28.
Özaydın, M. M.(2013). Genç ĠĢsizlikle Mücadelede Aktif ĠĢgücü Piyasası
Politikalarının Rolü ve Önemi. Gençlik Araştırmaları Dergisi, 1(2).
Özbudun, S.(2002). Küresel Bir „Yoksulluk Kültürü‟ mü?, Yoksulluk, Şiddet ve
insan Hakları (der. Yasemin Özdek). Ankara:TODAĠE, Ġnsan Hakları
AraĢtırma ve Derleme Merkezi Yayını. 53–69.
Özdemir, M. (1999). ÖzelleĢtirmenin Denetimi. Ankara: Türk-ĠĢ 99 Yıllığı(2).
Özdemir, E.(2006). ĠĢyerinde Cinsel Taciz. Çalışma ve Toplum, 2006/4,83–96.
Özgökçeler, S.(2006). Sosyal Dışlanma Sorunsalı ve Engellilerin Sosyal Politikası
Bağlamında Değerlendirilmesi [basılmamıĢ yüksek lisans tezi]. Bursa:Uludağ
Üniversitesi SBE.
Özgökçeler, S., Bıçkı, D.(2010). Özürlülerin Sosyal Dışlanma Boyutları: Bursa ve
Çanakkale Örneklerinden Yansıyanlar. Sosyal Haklar Ulusal Sempozyumu.
ÖZĠDA (2002). Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı. Türkiye Özürlüler AraĢtırması.
(http://www.ozida.gov.tr/arastirma/tr_ozurluler_arastirmasi.htm)
365
Özkaya, M. O., Özbilgin M., ġengül, C. (2008). Türkiye‟de Farklılıkların Yönetimi:
Türk ve Yabancı Ortaklı ġirket Örnekleri. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, (19), 360–374.
Pecora P.J. ve Harrison-Jackson, M. (2006). Child Welfare Policies and Programs.
Social Policy for Children and Families içinde. (Editors: Fraser,Mark W. ve
Jenson, Jeffrey M.)
Roberts, B.S., Mann R. A.(2003). Sexual harassment in the workplace: A Primer.
(http://www3.uakron.edu/lawrev/robert1.html.)
Rodgers, G., Gore,C., Figueiredo J.B. (1995). Social Exclusion: Rhetoric, Reality,
Responses. Geneva: International Institute for Labour Studies [IILS].
Rodgers, G.(1995). What is Special About a Social Exclusion Approach. Social
Exclusion Rhetoric, Reality, Responses içinde (Ed. G. Rodgers, C.Gore,
J.B.Figueiredo), IILS, Genova: ILO Publication, 43–56.
(http://www.ilo.org/public/libdoc/ilo/1995/95B09_55_englp1.pdfadresindenalınmıĢtır.)
Room, G.J. (1995a). Poverty and Social Exclusion: The New European Agenda for
Policy and Research. Beyond the Threshold: The Measurement and Analysis
of Social Exclusion içinde (Ed. G.Room). Bristol: The Policy Press.
Room, G.J. (1995b). Poverty in Europe: Competing paradigms of analysis. Policy
and Politics, 23(2),103–113.
Room, G.J. (1999). Social Exclusion, Solidarity and the Challenge of Globalization.
International Journal of Social Welfare, 8(3),166–174.
Saguy, A.C. (2003). What is Sexual Harassment? From Capitol Hill to the
Sorbonne.
(http://ebookee.org/What-Is-Sexual-Harassment-From-Capitol-Hill-tothe-Sorbonne_550954.html adresinden alınmıĢtır.)
Saner, F.(2007). Ortak İçerme Belgesi (Joint Inclusion Memorandum-JIM).
ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı AB Koordinasyon Daire BaĢkanlığı
Bülteni.
Sapancalı, F.(2005). Sosyal Dışlanma. Ġzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
Sapancalı, F.(2005/3). Avrupa Birliği‟nde Sosyal DıĢlanma Sorunu ve Mücadele
Yöntemleri. Çalışma ve Toplum, 51–106.
Sapancalı, F.(2007). Avrupa Birliği‟nde Sosyal Ġçerme Politikaları. TİSK Akademi
Dergisi, 2(4), 56–108.
Selamoğlu, A. (2000). YoğunlaĢan Sosyal Sorunlarıyla KüreselleĢme.
Küreselleşmenin İnsani Yüzü (içinde) (Der.V.Bozkurt). Ġstanbul: Alfa
Yayınları.
Selamoğlu, A., Lordoğlu, K. (2006). Katılım Sürecinde Avrupa Birliği ve Türkiye’de
İşgücü ve İstihdamın Görünümü. Ankara: Belediye-ĠĢ Yayını.
366
Sen, A.K. (2000). Social Exclusion: Concept, Application and Scrutiny. Asian
Development Bank Social Development Papers. (1). Manila: Asian
Development Bank Publishing.
Sengenberger, W. (2001). Decent Work: The International Labour Organization.
Agenda, Dialogue + Cooperation 2/2001, 38–55.
Seyyar, A.(2006). Özürlülere Adanmış Sosyal Politika Yazıları. Sakarya:
Adapazarı:B.ġ.B Yayınları.
Seyyar, A., Genç,Y.(2010). Sosyal Hizmet Terimleri (Ansiklopedik “Sosyal
Pedagojik Çalışma” Sözlüğü). Sakarya: Sakarya Kitabevi.
Seyyar,
A.
(2011).
Sosyal
Siyaset
Ekseninde
Yerel
Yaşlılar
http://www.yerelsiyaset.com/v4/sayfalar.php?goster=ayrinti&id=953
Kasım 2014‟te alınmıĢtır.
Politikası.
adresinden
3
SGK Ġstatistik Yılıkları 2006, 2012 (http://www.sgk.gov.tr. adresinden alınmıĢtır )
SGK 2013 Yılı Faaliyet Raporu. (http://www.sgk.gov.tr adresinden 11 Eylül
2014‟de alınmıĢtır)
SGK Sosyal Güvenlik Temel Göstergeleri. Temmuz 2013. (http://www.sgk.gov.tr
adresinden 15 Kasım 2013‟te alınmıĢtır)
SHÇEK (2010). Ayni ve Nakdi Yardımlar. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu. (http://www.shcek.gov.tr/ayni-ve-nakdi-yardimlar.aspx adresinden 4
Ağustos 2010‟da alınmıĢtır)
Silver, H.(1994). Social Exclusion and Social Solidarity: Three Paradigms.
International Labour Reveiw, 133(5-6), 531–578.
Sosyal Politika Forumu (2005). Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu,
Çocuk Yoksulluğu Çalışma Grubu Kuruluş Bildirgesi. 22 Nisan 2005,Ġstanbul.
http://www.spf.boun.edu.tr/docs/Cocuk%20Yoksullugu%20Calisma%20Grub
u%20kurulus%20bildirgesi.pdf adresinden 12 Nisan 2011‟de alınmıĢtır.
Sparkes, J. (1999). Schools, Education and Social Exclusion. CASE Paper 29,
London School of Economics, Centre for Analysis of Social Exclusion,
London.
Standing, G.(1990). The road the workfare: alternative to welfare or threat to
occupation?. International Labour Review, 129(6), 677–691.
Standing, G.(2006). Sosyal Güvenlik Ağları Çılgınlığı: Temel Gelir Avrupa‟da
Neden Gereklidir?. Sosyal Politika Yazıları, (Der. AyĢe Buğra, Çağlar
Keyder). Ġstanbul:ĠletiĢim Yayınları.
Sunal, O. (2011). Sosyal Dışlanmaya Kuramsal Yaklaşımlar. Sosyal Politika FiĢek
Enstitüsü. (http://sosyalpolitika.fisek.org.tr/?p=65 adresinden 5 Nisan 2011‟de
alınmıĢtır.)
367
Süral, N.(2002). Avrupa Topluluğu’nun Çalışma Yaşamında Kadın – Erkek
Eşitliğine Dair Düzenlemeleri ve Türkiye. Ankara: T.C. BaĢbakanlık Kadının
Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları.
SYDGM. JIM(Joint Inclusion Memorandum) - Ġçerme Belgesi.
(http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/195/JIM+Belgesi/ adresinden 18 Ağustos 2011‟de
alınmıĢtır.)
SYDGM (2005). Sosyal Yardım Programları ve Proje Destekleri Sosyal Riski
Azaltma Projesi. Ankara.
SYDGM (2006). Sosyal Yardım Programları ve Proje Destekleri. Ankara.
ġenkal, A.(2005). Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika. Ġstanbul: Alfa Yayınları.
ġenses,F.(2001). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk. Ġstanbul: ĠletiĢim
Yayınları.
Tamsma, N., Berman, P.C.(2004). The Role of the Health Care Sector in Tackling
Poverty and Social Exclusion in Europe. EHMA (European Health
Management Association), Brussels.
Tandoğan, A.(2006). Çocuk ve Gençlerin Korunması, Yüksek Lisans Tezi, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Tartanoğlu, ġ.(2013). Sosyal DıĢlanma. Sosyal Politika içinde. (Editörler: Aysen
Tokol ve Yusuf Alper).(4. Baskı). Bursa: Dora Basım.
TaĢçı, F. (2013). Refah Devleti Modelleri Ġçinde Türkiye‟nin Pozisyonu: “YaĢlı
Algısı” Üzerinden Değerlendirmeler. İnsan&Toplum Dergisi, 3(5), 5-35.
TaĢpınar, N.S.(2006). Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Avrupa Birliği Sosyal Modeli
ve Türkiye, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ
Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul.
T.C. BaĢbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu
ve Sonuç Belgesi (Türkçe-Ġngilizce) Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu,
Ankara, Eylül, 2001.
TC. BaĢbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Politika Dokümanı Kadın ve
Ekonomi, Ankara, 2008. (http://www.ksgm.gov.tr/Pdf/ekonomi.pdf (14.02.2011)).
TC. BaĢbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2008a). 2008–2013 Eylem
Planı.
TC. BaĢbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM). Türkiye’de Kadının
Durumu KSGM, Ankara, 2012.
TC. BaĢbakanlık Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü (2008).
Stratejik Plan, 2009–2013. Ankara.
Tekgıda-ĠĢ (2010).Türkiye’de Kadınların Çalışma Hayatındaki Yeri.
368
Tekeli, Ġ.(1996). Türkiye'de YaĢamda ve Yazında Konut Sorununun GeliĢimi.
BaĢbakanlık Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığı, Konut AraĢtırmaları Dizisi: 2.
Tezgel, O.(2013). Sosyal Politika. Ġçinde: Makal, A. (der). Sendikacılık Akademisi
Ders Notları 2, Ankara: Türk-ĠĢ, 1-33.
Tınaz, P.(2006). İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing). Ġstanbul:Beta Basım Yayım.
Tınaz, P.(2006/4). ĠĢyerinde Psikolojik Taciz. Çalışma ve Toplum, (11), 13–28.
TĠSK (2000). Avrupa Birliği‟nin Sosyal Politika Gündemi Avrupa Komisyonu‟nun
Konsey, Avrupa Parlamentosu, Ekonomik ve Sosyal Konsey ve Bölgeler
Komitesi‟ne Sunduğu Bildiri (No: 206).
TĠSK (2002). Avrupa Birliği İstihdam Paketi. Ankara: TĠSK Yayınları.
TĠSK (2005). AB Sosyal Gündemi 2005-2010: Küresel Ekonomide Sosyal Bir
Avrupa: Herkes İçin İş ve Fırsat. (No: 260). Ankara.
Tokol, A.(2013). Özel Olarak Korunması Gereken Gruplar, Ġçinde: Sosyal Politika
II. EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Toksöz, G. (1998). Kadın Çalışanlar ve Sendikal Katılım.
(http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/465/5346.pdf adresinden alınmıĢtır.)
Toksöz, G.(2002). Almanya‟daki Türk Göçmenlerin ĠĢgücü
Sorunları. Mülkiye Dergisi, XXVI (233), Mart-Nisan, 101–109.
Piyasasındaki
Toksöz, G. (2007). ĠĢgücü Piyasasının Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Analizi
ve Bölgeler Arası Dengesizlikler. Çalışma ve Toplum Dergisi, (15), 57–79.
Topak, O. (2012). Refah Devleti ve Kapitalizm, Ġstanbul.
Tor, H. (2010). Türkiye’de Çocuk İşçiliğinin Boyutlar. ZWT, 2(2), 25–42.
TÜĠK. Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları.
TÜĠK. Nüfus ve Konut Araştırması. 2011.
TÜĠK. İstatistiklerle Kadın 2012.
Türkan, E. (2005). Türkiye’de İşgücünün Yapı ve Nitelikleri: Gelişme ve
Değerlendirmeler. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası.
TÜRKONFED (2007). İş Dünyasında Kadın. Ġstanbul.
TÜSĠAD (2003). Lizbon Avrupa Konseyi AB Başkanlar Konseyi Belgesi 23–24
Mart 2000: İstihdam, Ekonomik Reformlar ve Toplumsal Uzlaşma. Yayın No:
TÜSĠAD-T/2003/1–346, Ġstanbul.
TÜSĠAD (2008). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve
Çözüm Önerileri. TUSĠAD Basın Bülteni.
369
Ulutürk S., Dane K. (2009). Sosyal Güvenlik: Teori, DönüĢüm ve Türkiye
Uygulaması. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 8(29), 114-142.
UN (2005). World Youth Report 2005: Young People Today, and in 2015, United
Nations Pub.
UNICEF (2001). The State of the World’s Children 2001.
http://www.unicef.org/publications/files/pub_sowc01_en.pdf adresinden 5 ġubat
2014‟te alınmıĢtır.)
Uslu, S.(2004). Sosyal Güvenlik-Sosyal Koruma. İşveren Dergisi, ġubat 2004.
UĢan, F. M. (2000). Özürlüler de Ġnsan: Özürlülere de Ġnsan Hakları. Türkiye’de
İnsan Hakları. (Derl. Oya Çitçi). Ankara: TODAĠE Yayınları, 549–569.
UĢen, ġ.(2007). Avrupa Birliği Ülkeleri ve Türkiye’de Aktif Emek Piyasası
Politikaları, 65–95. (http://www.calismatoplum.org/sayi13/Usen.pdf adresinden
alınmıĢtır.)
Ünlütürk UlutaĢ, Ç. (2011). Sağlık Emek Sürecinin Dönüşümü. Ankara: Notabene
Yayınları.
Van Langendonck, J.(1998). Sağlık Hizmetlerinde Etkinlik ve Nitelik. Avrupa‟da
Sosyal Koruma ETUCETUI Konferansı Brüksel, 7-8 Kasım 1996 içinde,
(Der.A.Bosco-M.Hutsebaut). Ankara: Türk-Harb-ĠĢ Sendikası Yayını, 347354.
VGM (2008). Vakıflar Genel Müdürlüğü Muhtaç Aylığı. Vakıflar Genel Müdürlüğü,
2008.http://www.vgm.gov.tr/04_SosyalHizmetler/002_MuhtacAyligi/muhtac_ayligi.cf
m adresinden 1 Eylül 2010‟da alınmıĢtır).
Walker, A., Walker,C. (1997). Britain Divided, the Growth of Social Exclusion in the
1980s and 1990s. London: Child Poverty Action Group Pres.
Watson, T.J. (1997). Sociology, Work and Industry, Routledge. London, 1997.
(Aktaran; Gerrit Van KOOTEN). "Social Exclusion and The Flexibility of
Labour," Social Exclusion in Europe, Paul Littlewood, Ashgate,1999.
WHO (2006).
Disability and Rehabilitation WHO Action Plan 2006–2011,
http://www.who.int/disabilities/dar_action_plan_2006to2011.pdf adresinden 15 Ocak
2011‟de alınmıĢtır.)
Wilthagen, T. (2008). Mapping Out Flexicurity Pathways in the European Union.
http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1118725 adresinden 25 ġubat
2013‟te alınmıĢtır.)
World Bank (2006). World Development Report 2007: Development and the Next
Generation, Washington DC: The World Bank Pub.
Yaman, S.(2001). Avrupa Birliği’nin İstihdam ve Sosyal Politikalar. TC BaĢbakanlık
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Aylık Bülten, Aralık.
370
Yazıcı, B. (2012). The Return to the Family: Welfare, State and Politics of the
Family in Turkey. Anthropological Quarterly, 85(1), 103-140.
Yentürk, N.ve diğerleri (2006). Ġstanbul Gençliği: STK Üyeliği Bir Fark Yaratıyor
mu?. Gençlik Çalışmaları Birimi Araştırma Raporu (No:1).
Yentürk, N.(2012). STK’lar İçin Sosyal Koruma Harcamalarını İzleme Kılavuzu.
Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.(1.Baskı).
Yepez del Castıllo, I.(1994). A Comparative Approach to Social Exdusion: Lessons
from France and Belgium. International Labour Review, 133(5-6), 613–631.
Yıldız, S.(2013). Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar. (Ġçinde: Tokol, AyĢe ve Yusuf
Alper) Sosyal Politika. (4. Baskı). Bursa:Dora Yayınları, 389–390.
Yılmaz, G.A. (2006). OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve Sosyal
Harcamalar. Ġstanbul: Arıkan Yayınları.
Yılmazer Ertuğrul, I.U.(2013). Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar. (Ġçinde: Tokol,
AyĢe ve Yusuf Alper) Sosyal Politika. (4. Baskı). Bursa: Dora Yayınları.
Yuval-Davis, N. (2003). Cinsiyet ve Millet (Çev. A. BektaĢ). Ġstanbul: ĠletiĢim
Yayınları.
Yüksel, Ġ. (2003). ĠĢsizliğin Psiko-Sosyal Sonuçlarının Ġncelenmesi: Ankara Örneği.
C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 4(2), 21–38.
371
ÖZGEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler
Soyadı, adı
: ALTINSOY, Hülya
Uyruğu
: T.C.
Doğum tarihi ve yeri
: 1978/Sivas
Medeni hali
: Evli
Telefon
: 0505 233 04 19
e-posta
: hly_ylmz@yahoo.com
Eğitim Derecesi
Okul/Program
Doktora
Gazi Üniversitesi SBE,
ÇalıĢma Ekonomisi ve
Mezuniyet yılı
2014
Endüstri ĠliĢkileri Anabilim Dalı
Yüksek lisans
Gazi Üniversitesi SBE,
Özel Hukuk
2003
(ĠĢ ve Sosyal Güvenlik Hukuku)
Lisans
Gazi Üniversitesi ĠĠBF,
1999
ÇalıĢma Ekonomisi ve
Endüstri ĠliĢkileri Bölümü
Lise
Çankaya Seyranbağları Lisesi
1994
ĠĢ Deneyimi, Yıl
ÇalıĢtığı Yer
Görev
2003- devam ediyor
Maliye Bakanlığı
Maliye Uzmanı
Yabancı Dili
Ġngilizce
GAZİ GELECEKTİR...
Download