T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI HEPATOSELLÜLER KARSİNOMALI HASTALARDA p53 KODON72 VE MDM2 SNP309 GEN POLİMORFİZİMLERİNİN SIKLIĞI VE TÜMÖRE AİT KARAKTERİSTİKLERLE KARŞILAŞTIRILMASI Dr. Ahmet Taner SÜMBÜL UZMANLIK TEZİ TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Hikmet AKKIZ ADANA–2008 T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI HEPATOSELLÜLER KARSİNOMALI HASTALARDA p53 KODON72 VE MDM2 SNP309 GEN POLİMORFİZİMLERİNİN SIKLIĞI VE TÜMÖRE AİT KARAKTERİSTİKLERLE KARŞILAŞTIRILMASI Dr. Ahmet Taner SÜMBÜL UZMANLIK TEZİ TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Hikmet AKKIZ TF2007LTP16 ADANA–2008 TEŞEKKÜR İç Hastalıkları ABD’da göreve başladığım ilk günden itibaren benimle çalışmaktan mutlu olduğunu söyleyerek sürekli beni motive eden, desteğini esirgemeyen ve vizyonuyla ufkumuzu açmaya çalışan değerli tez hocam Prof. Dr. Hikmet Akkız’a, Tez sürecinde her basamakta bana yardım eden Dahiliye Gastroenteroloji Laboratuvarından değerli çalışma arkadaşlarım Arş. Gör. Süleyman Bayram, Sağlık Teknikeri Aynur Bekar ve Kimyager Ersin Akgöllü’ye, İç Hastalıkları Uzmanlığı eğitim sürecince emeği geçen tüm hocalarıma ve mesai arkadaşlarıma, Eğitim hayatım boyunca hedeflerime ulaşmamda yardımcı olan tüm eğitmenlerime, Hayata gözlerimi açtığım ilk andan itibaren desteklerini esirgemeyen, hedeflerimi hedefleri olarak kabul eden anne ve babama, Hayatımı paylaşarak yükümü hafifleten, bana katlanan eşime sonsuz teşekkürü bir borç bilirim. Dr. Ahmet Taner SÜMBÜL ADANA 2008 I İÇİNDEKİLER Sayfa No TEŞEKKÜR ................................................................................................................. I İÇİNDEKİLER ............................................................................................................II TABLO LİSTESİ.................................................................................................. ….IV ŞEKİL LİSTESİ.......................................................................................................... V KISALTMALAR LİSTESİ ........................................................................................ VI ÖZET ve ANAHTAR SÖZCÜKLER.......................................................................VIII ABSTRACT-KEYWORDS ....................................................................................... IX 1. GİRİŞ ve AMAÇ ..................................................................................................... 1 2. GENEL BİLGİLER.................................................................................................. 3 2.1. Hepatosellüler Karsinomanın Epidemiyolojisi ................................................. 3 2.1.1. Global İnsidans .................................................................................... 3 2.1.2. Irk ve Etnisite....................................................................................... 4 2.1.3. Cinsiyet................................................................................................ 5 2.1.4. Yaş ..................................................................................................... 5 2.2. Risk Faktörlerinin Dağılımı ............................................................................ .6 2.2.1. Hepatosellüler Kanser için Risk Faktörleri………..……………………6 2.2.1.1. Hepatit B Virüs Enfeksiyonu ……………………………...……7 2.2.1.2. Hepatit C Virüs Enfeksiyonu………………………… ……… 12 2.2.1.3. Alkol………….. …………………..………..…………………..14 2.2.1.4. Toksik Maddelere Maruziyet …….……………………………..15 2.2.1.5. Non Alkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı ………………………. 15 2.2.1.6. Obezite…..…………………………… …..………………..... .16 2.2.1.7. Diyabetes Mellitus…………..………………..…………………16 2.2.1.8. Sigara……………………………………………… …………...17 2.2.1.9. Oral Kontraseptifler…..…………………………………………17 2.2.1.10 Hemokromatozis……………………………………………… 18 2.2.1.11.Diyet……………………….................................. ……………19 2.3. Hepatosellüler Kanser’de Tanı………… .................................... …………..20 2.3.1. Çapı 2 cm’den Büyük Lezyonlar …………………………………... . 20 2.3.2. Çapı 2 cm’den Küçük Lezyonlar…………………...............................20 2.3.3. Karaciğer Biyopsisinin Rolü ............................................................. 20 2.3.4. Serum Markerlarının Rolü ……………………………………… ..….21 2.4. Hepatosellüler Karsinomada tarama……….………… …………………...22 2.5. Doğal Seyir ve Prognoz……………………………………………………...23 2.6. Hepatosellüler Kanser’de Yönetim………………………………………….26 2.6.1. Cerrahi Tedavi………………………………………………………..26 2.6.1.1.Rezeksiyon………………………………………………………26 2.6.1.2.Karaciğer Nakli………………………………………………….27 2.6.2. Cerrahi Dışı Tedavi Modaliteleri……………………………………..27 II 2.6.2.1.Lokal Ablasyon………………………………………………….28 2.6.2.2.Transarteryel Tedavi………………………………………….....28 2.6.2.3.Kombinasyon Tedavisi………………………………………….28 2.6.2.4.Sistemik Tedavi…………………………………………………29 2.7. Hepatosellüler Karsinogenez………………………………………………...30 2.7.1.Retinoblastoma Yolağı………………………………………………...31 2.7.2.Wnt Yolağı…………………………………………………………….31 2.7.3.p53 Yolağı……………………………………………………………..32 2.8. Tek Nükleotid Polimorfizimleri ve Klinik Önemleri……….……………….33 2.8.1. p53’ün Fonksiyonu ve Kodon 72 Arjinin/Prolin Polimorfizminin Önemi…………………………………………………………………….…..34 2.8.2. MDM2 SNP 309 Gen Polimorfizminin Önemi………………………36 3. GEREÇ ve YÖNTEM ............................................................................................ 38 3.1. Hasta Şeçimi……………………...…………................................................. 38 3.2. Çalışma Dışı Bırakma Kriterleri..................................................................... 39 3.3. Biyokimyasal Ölçümler ................................................................................. 39 3.4. Çalışmada kullanılan araç gereçler………………………………………….... 40 3.5. Çalışmada kullanılan araç gereçler ……………………………………………41 3.6. Çalışmada kullanılan stok solusyonlarının hazırlanması …………………...…41 3.7. DNA izolasyon yöntemi ………………………………………………………44 3.8. P53 ve MDM2 genlerinin PCR ile çoğaltılması ………………………………45 3.8.1. P53 kodon 72 Arginin/Prolin Polimorfizminin genetik analizi ………...45 3.8.2. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin genetik analizi …………………47 3.9. Çoğaltılmış DNA’ların Elektroforezde Değerlendirilmesi ……………………49 3.10. PCR Ürünlerinin Restriksiyon Enzimleri ile Kesimi ………………………..50 3.10.1. P53 Geninin Kodon 72 Arg/Pro Polimorfizminin genotiplendirilmesi 50 3.10.2. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin genotiplendirilmesi…………..54 3.11. İstatistiksel Analiz……………………………..………................................ 56 4. BULGULAR.......................................................................................................... 57 5. TARTIŞMA........................................................................................................... 89 6. SONUÇLAR ve ÖNERİLER ................................................................................. 98 KAYNAKLAR ....................................................................................................... 99 ÖZGEÇMİŞ…………………………………………………… ............................. 112 III TABLO LİSTESİ Sayfa No Tablo No 1. Kompanse Sirozu olan Hastalarda HSK İnsidansı …………………………….. ….7 2. Hepatosellüler Kanser Tanısı …………………………………………………….…21 3. Hepatosellüler Kanser Yönünden Taranması Gereken Yüksek Riskli gruplar….23 4. HSK için Barcelona Clinic Liver Cancer (BCLC) evreleme sistemi ……..............25 5. Okuda Evreleme Sistemi……………………………………………………………...25 6. Child Pugh Skorlama Sistemi ………………………………………………………..26 7. Altta Yatan Sirozu olan HSK’lı Hastalarda Kadavradan Karaciğer Transplantı için Ulusal Organ Paylaşım Kriterleri (UNOS)……………………………….……...29 Tablo 8. P53Kodon72 Arginin Prolin Polimorfizminin Optimum Amplifikasyonun Gerçekleştirildigi PCR Reaksiyonu Karışımı ………………………….…………... 44 Tablo 9. P53 Kodon 72 Arginin Prolin Polimorfizmini için PCR Sıcaklıkları………………44 Tablo 10. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin Optimum Amplifikasyonun Gerçekleştirildigi PCR Reaksiyonu Karışımı ………………….………………….48 Tablo 11. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin için PCR Sıcaklıkları………………………48 Tablo 12. Hasta ve Kontrol Grubunun Demografik Özellikleri……........................................57 Tablo 13. Hastalara ait Klinik Özellikler.....................................................................................58 Tablo 14. Hastalara ait Laboratuar Değişkenleri ……………………………………………...60 Tablo 15. HSK ve Kontrol Grubu arasında MDM2 ve P53 Genotip Oranlarının Karşılaştırılması ………………………………………………………………….. 61 Tablo 16. MDM2 genotip allelerine ve baskın ve resesif genotiplere göre Lojistik regresyon analizi.............................................................................................................................64 Tablo 17. P53 genotip allelerine ve baskın ve resesif genotiplere göre Lojistik regresyon analizi…………………………………………………………………………..…….. 66 Tablo 18. MDM2 ve p53 Genotip Kombinasyonlarına Göre HSK Riskleri ……………..…..67 Tablo 19. MDM2 ve p53 Genotipleriyle Hastaya ve Tümöre Ait Karakteristiklerin Karşılaştırılması…………………………..………………………………………..68 Tablo 20. MDM2 ve P53 Genotipleri ve Sirozu olan HSK’lı hastalardaki Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki İlişki………………..……………………………………77 Tablo 21. MDM2 ve p53 Genotipleriyle HSK Evresi Arasındaki İlişki…………………..….80 Tablo 22. MDM2 ve p53 Genotipleriyle Tümör Nodülaritesi Arasındaki İlişki …………..…83 Tablo 23. MDM2 ve p53 Genotipleri ve Tümörün Vasküler İnvazyonu Arasındaki İlişki.....86 Tablo Tablo Tablo Tablo Tablo Tablo Tablo IV ŞEKİL LİSTESİ Şekil No: Sayfa No: Şekil 1. HSK’nın Dünya Genelinde Görülme Sıklıkları………………………………………. ... 4 Şekil 2. HCV İnfeksiyonu Doğal Seyri…………………………………………………………..... 13 Şekil 3. Sirozlu hastalarda HSK yönünden takip algoritması…………………………………... 24 Şekil 4. HSK’lı hastada yönetim algoritması……………………………………………………... 30 Şekil 5. p53 geni Kodon 72 Arg/Pro Polimorfizminin tespiti için Polimeraz Zincir Reaksiyonu sonucunun %2’lik agaroz jeldeki görüntüsü………………………………………………….……………….……………... 49 Şekil 6. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin Tespiti için Yapılan Polimeraz Zincir Reaksiyonu sonucunun %2’lik agaroz jeldeki görüntüsü…………………………….. 50 Şekil 7. PCR Tabanlı RFLP yöntemi ile MSPA1I (New England Biolabs, Beverly, MA) Restriksiyon Enzimi Kullanılarak p53 Genin analizi ………………….………….........53 Şekil 8. PCR Tabanlı RFLP yöntemi ile MSPA1I Restriksiyon Enzimi KullanılarakMMD2 SNP 309 T/G Polimorfizminin analizi….……………………………………..................56 Şekil 9. HSK’lı grupla Kontrol Grubunda MDM2 Genotip Sıklıkları .………………………....62 Şekil 10. HSK’lı grupla Kontrol Grubunda p53 Genotip Sıklıkları ………..……………...........63 Şekil 11. MDM2 Genotip HSK’ya yakalanma yaşı arasındaki ilişki …………………………....69 Şekil 12. p53 Genotipleriyle HSK’ya Yakalanma Yaşı Arasındaki İlişki………………………………….70 Şekil 13. MDM2 genotipleri ve yaşam süresi arasındaki ilişki …………………………………..71 Şekil 14. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalarda Yaşam Süresi Arasındaki İlişki……………....72 Şekil 15. MDM2 Genotipi ve Tümör Boyutu Arasındaki İlişki…………………………………..73 Şekil 16. p53 Genotipleri ve HSK’lı Hastalardaki Tümör Boyutu Arasındaki İlişki…………...74 Şekil 17. MDM2 Genotipleriyle Serum Alfafetoprotein Düzeyi Arasındaki İlişki………………75 Şekil 18. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalarda Serum Alfafetoprotein Düzeyi Arasındaki İlişki………………………………………………………………………………………....76 Şekil 19. MDM2 Genotipleri ve Sirozu olan HSK’lı hastalardaki Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki İlişki…………………………………………………………………………….78 Şekil 20. p53 Genotipleri ve Sirozu olan HSK’lı hastalardaki Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki ilişki…………………………………………………………………………….79 Şekil 21. MDM2 genotipi ve HSK Evresi Arasındaki İlişki……………………………………….81 Şekil 22. p53 Genotipi ve HSK Evresi Arasındaki İlişki…………………………………………..82 Şekil 23. MDM2 Genotipleri ve Tümör Nodülaritesi Arasındaki İlişki………………………….84 Şekil 24. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalardaki Tümör Nodülaritesi Arasındaki İlişki……...85 Şekil 25. MDM2 Genotipleri ve Tümörün Vasküler İnvazyonu Arasındaki İlişki……………....87 Şekil 26. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalarda Tümörün Vasküler İnvazyonu Arasındaki İlişki……………………………………………………………………………………...…..88 V KISALTMA LİSTESİ AFB1 : Aflatoksin B-1 AFP : Alfafetoprotein ALT : Alanin amino transferaz ASPP : Apopitozisi stimüle edici proteinler ailesi AST : Aspartat amino transferaz BCLC : Barselona klinik kanser evreleme sistemi (Barcelona Clinical Cancer Staging System ) CBC : Tam kan sayımı Cr : Kreatin CRP : C-Reaktif Protein Ç.Ü.T.F. : Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi DM : Diyabetes Mellitus HBsAG : Hepatit B yüzey antijeni HBeAG : Hepatit B e antijeni HBV : Hepatit B virüs HCV : Hepatit C virüs HDV : Hepatit D virüs HNPPC : Herediter non polipozis koli HSK : Hepatosellüler Karsinoma INR : Uluslar arası normalleştirme oranı (International Normalized Ratio) IL-6 : İnterlökin-6 LOH : Allel Kaybı (Loss of Heterozigoty) MDM2 : Murine Double Munite-2 MELD : Son dönem karaciğer hastalığı için model skoru (Model for End Stage Liver Disease) NASH : Non Alkolik Steatohepatit NAYKH : Non Alkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı VI OKS : Oral Kontraseptif PCR : Polimeraz Zincir Reaksiyonu PTZ : Protrombin zamanı Rb : Retinoblastoma RE : Restriksiyon enzimi RFLP : Restriksiyon fragman uzunluk polimorfizmi SNP : Tek nükleotid polimorfizmi (Single Nucletide Polymorphism) Sp-1 : Stimülatör protein-1 TNF : Tümör Nekrotizan Faktör VII Özet Hepatosellüler Karsinomada p53 Kodon72 ve MDM2 SNP309 Polimorfizimlerinin Sıklığı ve Bu Polimorfizmlerin Tümöre Ait Karakteristiklerle Karşılaştırılması Amaç: p53 tümör süpressör yolağı kanser gelişiminde önemli rol oynar. Murine double minute 2 (MDM2) geni p53 tümör süpressör yolağının düzenlenmesinde kritik bir role sahiptir. MDM2 geninin intronik promoter’ında bulanan tek nükleotid polimorfizmi, SNP309 T>G’nin hem kalıtsal hemde spdoradik kanserlele ilişkisi olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte wild-tip p53 geninde ekzon 4 kodon 72’de arjinin aminoasitinin prolin aminoasitine dönüşümüne (Arg72Pro) neden olan tek nükleotid polimorfizminin insanda değişik tip kanserlele ilişkisinin olduğu gösterilmiştir. Biz bu çalışmada hepatosellüler karsinomalı hastalarda MDM2 SNP309 ve p53 Arg72Pro polimorfizmlerinin sıklıklarının ve bu polimorfizmlerin tümöre ait karakteristiklerle ilişkisinin araştırılmasını amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 128 hepatosellüler karsinomalı (HSK) ve 128 kontrol vaka alındı. MDM2 SNP309 ve p53 kodon72 Arg/Pro polimorfizmlerinin bulunduğu bölgeler polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile çoğaltılarak genotiplendirilme restiriksiyon endonükleaz parça uzunluk polimorfizmi (RFLP) yöntemiyle yapıldı. Bu gen polimorfizimleri ile hepatosellüler karsinoma riski ve tümöre ait karakteristikler arasındaki ilişki SPSS 15.0 (USA) istatistik programı kullanılarak analiz edildi. Bulgular: MDM2 G/G ve p53 Pro/Pro genotipleri HSK’lı grupta kontrol grubuna göre daha sık olarak saptandı (sırasıyla, p: 0,009 ve p: 0,037). Lojistik regresyon analizi sonucunda MDM2 GG genotipi HSK riskini TT genotipine göre 2,76 kat artırırken (p: 0,036), p53 kodon 72 Pro/Pro genotipi Arg/Arg genotipine göre HSK riskini 3,04 kat artırdığı saptanmıştır (p: 0,016). MDM2 G/G ve p53 Pro/Pro kombinasyonun HSK riskini 11,7 kat artırıken bu kombinasyonun HSK riski üzerinde sinerjitik bir etkisinin olduğu görülmüştür (p: 0,027). Sonuç: Elde etmiş olduğumuz bulgular p53 kodon 72 Pro/Pro genotipi ve MDM2 SNP309 G allelinin sirozlu ve kronik hepatitli hastalarda potansiyel olarak hepatosellüler karsinoma için genetik risk faktörü olduğunu göstermektedir. Ayrıca p53 kodon 72 Pro/Pro genotipi ve MDM2 SNP309 G alleli sirozlu ve kronik hepatitli hastalarda hepatosellüler karsinoma riskinin belirlernmesinde önemli bir genetik marker olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: Hepatosellüler karsinoma, MDM2 SNP309, p53 kodon72 Arg/Pro, Tek Nükleotid Polimorfizmi. VIII Abstract p53 Codon72 and MDM2 SNP309 Polymorphisms in Hepatocellular Carcinoma and Comparison of them with Tumor Characteristics Background and aims: The p53 tumor suppressor pathway plays an important role in cancer development. Murine double minute 2 (MDM2) gene is playing critical role in regulating tumor suppressor function of this pathway. A single nucleotide polymorphism (SNP) in the MDM2 in the intronic promoter, SNP309 was shown to be associated with both hereditary and sporadic cancers in humans. In addition, the wildtype p53 gene exhibits a polymorphism at codon 72 in exon 4, that causes a substitution of proline for arginine (Arg72Pro) and this substitution was shown to be related with different types of cancers in humans. In this study, we aim to determine the frequency and the association of MDM2 SNP309 and p53 Arg72Pro polymorphism in patients with hepatocellular carcinoma. Material and Methods: We conducted 128 control and 128 patients with hepatocellular carcinoma in our study. The MDM2 and p53 gene promoter region was amplified by polymerase chain reaction (PCR) and the SNP309 and Arg72Pro genotype determined by restriction enzyme digestion of the amplified DNA fragment. SPSS 15.0 (USA) statistic programme was used to determine the association between genotypes and hepatocellular carcinoma risk and charecteristics of tumors. Results: The MDM2 G/G and p53 Pro/Pro genotypes were more frequent in HCC group than in non-HCC group (p: 0.009 and p: 0.037, respectively). Logistic regrssion for the presence of HCC revealed that the odds ratio (OR) for MDM2 G/G over T/T was 2.76 (p: 0.036), and that of p53 Pro/Pro over Arg/Arg was 3.04 (p: 0.016). Combined, MDM2 G/G and p53 Pro/Pro had a synergistic effect on HCC risk, with an OR of 11.7 (p: 0.027). Conclusion: Our findings suggest that P53 codon72 Pro/Pro genotype and having G allel in MDM2 SNP309 position are potentially genetic risk factors for hepatocellular carcinoma in patients with chronic hepatitis and cirhosis. p53 codon72 Pro/Pro genotype and the G allele of MDM2 SNP309 could serve as an important genetic marker to identify a higher risk of hepatocellular carcinoma in patients with chronic hepatitis and cirhosis. Keywords: Hepatocellular carcinoma, MDM2 SNP309, p53 Kodon72 Arg/Pro , Single nucleotide polymorphism. IX 1.GİRİŞ ve AMAÇ Hepatosellüler karsinoma (HSK) dünya genelinde en sık görülen beşinci tümördür ve yılda 500.000 den fazla ölüme yol açar.1,2 HSK insidansı dünya üzerinde benzer değildir ve altta yatan karaciğer hastalığının prevelansına göre farklılıklar gösterir.3 HSK gelişiminde bilinen en önemli risk faktörü sirozdur.4 Hepatit B virüsü (HBV) ve hepatit C virüsüyle (HCV) olan kronik infeksiyonlar dünya genelinde sirozun en önemli nedenleridir. Asya’da kronik HBV infeksiyonu HSK etyolojisinde en önemli nedenken gelişmiş ülkelerde bunun yerini alkolik siroz ve kronik HCV enfeksiyonuna ikincil gelişmiş siroz alır.5,6 HBV’nin genotipi, viral yük ve bazal core promoter ve precore bölgesindeki mutasyonlar HSK gelişimiyle ilişkilidir.5,7−9 Ayrıca yaş, cinsiyet, alkol kullanımı, eşlik eden hastalıklar gibi ek faktörlerde HSK gelişiminde katkıda bulunurlar.10 MDM2 p53’ün önemli bir negatif regülatör proteinidir ve N-terminal transaktivasyon bölgesine bağlanarak p53’ün transkripsiyonel etkisini inhibe eder.11 Son zamanlarda saptanan MDM2 geninin birinci intronu içerisinde ve p53’e yanıt veren bölgede lokalize olan 309 T>G tek nükleotid polimorfizmi (SNP309, rs2279744), Situmulatör protein-1 (Sp1) transkripsiyon faktörünün bağlanma bölgesini ve bunu takiben MDM2 protein düzeyini artırdığı gözlemlenmiştir.12 MDM2’deki bu artış p53’ün transkripsiyonel aktivitesinin direkt inhibisyonuna ve bununla birlikte hasara uğramış hücrelerin hücre döngüsü kontrol noktalarından kaçışına ve karsinojenik hale gelmesine neden olmaktadır.13 MDM2 309 T>G tek nükleotid polimorfizmi bazı malignensilerin erken gelişimiyle ilişkilidir ve bu durum bu polimorfizmin insanlarda tümör gelişiminde güçlü bir etkisinin olduğunu göstermektedir.14 Bundan başka, Dharel ve arkadaşları kronik HCV infeksiyonlu hastalarda MDM2 SNP 309’un HSK ile ilişkili olduğunu göstermişlerdir.15 p53 tümör süpressör geninin fonksiyon kaybı hepatokarsinogenezisin çoklu basamağındaki kritik bir role sahiptir bundan dolayı, p53 geni HSK gelişme riskinin modülasyonunda iyi bir adaydır.16 p53 geni içerisinde de bir çok genetik polimorfizmler mevcuttur ve bunlardan kodon 72 içerisindeki ve 215. nükleotid pozisyonundaki G>C polimorfizmi (rs1042522) fonksiyonel olarak önemlidir ve 72 kodondaki arjinin 1 aminoasitinin prolin aminoasitine dönüşümüne neden olmaktadır.17 Dumont ve arkadaşları Arg72 varyantının Pro72 varyantına göre apoptozisi daha efektif olarak uyardığını ve bu durumunda kanser riskini azaldığını göstermişlerdir.18 Pro72 varyantının bir çok çalışmada bazı malignensiler için önemli bir risk faktörü olduğu bildirilmiştir.19, 20, 21 Zhang ve arkadaşları akciğer kanserinde MDM2 SNP 309 ve p53 Arg72Pro’nin çift gen etkileşimini incelemişler ve bu iki polimorfizmin akciğer kanseri riskini birbirlerinin etkisini artıracak şekilde artırdıklarını göstermişleridir.13 Bu iki polimorfizmin kombine etkisi herediter non polipozis koli kolorektal kanserdede (HNPCC) test edilmiş ve sonuç olarak MDM2 SNP309 un tek başına veya p53 Arg72Pro ile birlikte HNPCC’nin tanı anındaki hasta yaşını etkilemediği bulunmuştur. 2005–2008 yılları arasında, ÇÜTF Balcalı Hastanesi Dahiliye Gastroenteroloji, Dahiliye Yoğun Bakım ve Genel Cerrahi kliniklerinde, klinik, laboratuar, radyolojik ve patolojik bulgularla Hepatosellüler Karsinoma (HSK) tanısı konulan hastalar ve benzer yaşlarda kontrol grubu hastalarda MDM2 ve P53 Gen Polimorfizimlerinin sıklığının araştırılması amaçlandı. Bu amaçla çalışmaya dahil edilen hastalardan toplam 5 cc kan örneği alındı ve tüm hastaların klinik, biyokimyasal ve radyolojik bulguları kaydedildi. Bu kan örneklerinden genomik DNA izolasyonu yapıldı ardından polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemiyle MDM2 SNP309 ve p53 kodon 72 polimorfizimlerinin bulunduğu bölgeler amplifiye edildi. Amplifikasyon ürünleri restriksiyon fragman uzunluk polimorfizmi (RFLP) yöntemiyle genotiplendirildi. Bu vaka kontrollü prospektif çalışmada, HSK’lı hastalarda MDM2 ve P53 Gen Polimorfizimlerinin sıklığı ve bunun tümöre ait klinik, biyokimyasal ve radyolojik bulgularla olan ilişkisinin araştırılması planlandı. Ayrıca bütün bu bulguların hastaların yaşam süresiyle olan ilişkisinin bulunması amaçlandı. 2 1. GENEL BİLGİLER 2.1.Hepatosellüler Karsinomanın Epidemiyolojisi Primer karaciğer kanseri olan hepatosellüler karsinoma primer karaciğer kanserlerinin % 85-90’nını oluşturur.22 Dünya genelinde beşinci sıklıkta görülen kanserdir ve kanser nedeniyle ölümde üçüncü sırayı alarak, yılda 500.000’den fazla kişinin bu nedenle ölümüne yol açar. HSK coğrafik bölgeler, etnik gruplar ve cinsiyetler arasında farklılık gösterir. 2.1.1. Global İnsidans HSK dünya genelinde eşit sıklıkta görülmez (Şekil 1.). HSK vakalarının çoğunluğu Sub-Saharan Afrika ve Doğu Asya’da (% 80) görülürken, Kuzey Avrupa ve ABD düşük insidans bölgelerini oluşturur. Çin’den bildirilen vakalar dünya genelinde görülen vakaların % 50’sinden fazlasını oluşturur (yaşa göre standartize edilmiş insidans oranı: erkeklerde, 35,2/100.000; kadınlarda 13,3/100.000). Diğer yüksek oranda bildirilen bölgeler arasında (>20/100.000) Senegal (erkeklerde; 28,47/100.000, kadınlarda; 12.2/100.000), Gambia (erkeklerde; 39,67/100.000, kadınlarda; 14,6/100.000), ve Güney Kore (erkeklerde; 48,8/100.000, kadınlarda; 11,6/100.000) yer alır. Kuzey ve Güney Amerika, Kuzey Avrupa ve Okyanusya’da düşük oranlarda görülür (<5,0/100.000). Tipik olarak insidans oranları Kanada (erkeklerde; 3,2/100.000, kadınlarda; 2.0/100,000), 1,1/100.000), İngiltere Kolombiya (erkeklerde; (erkeklerde; 2,2/100.000, 2,2/100.000, kadınlarda; kadınlarda;1,1/100.000), ve Avustralya’da (erkeklerde, 3,6/100.000; kadınlarda,1,0/100.000) civarındadır. Güney Avrupa ülkelerinde orta sıklıkta görülür (5,0-20,0/100.000).23 İspanya (erkeklerde; 7,5/100.000, kadınlarda; 2,4/100.000), İtalya (erkeklerde; 13,5/100.000, kadınlarda; 4,6/100.000), ve Yunanistan’da (erkeklerde; 12,1/100.000, kadınlarda; 4,6/100.000). Bununla birlikte HSK insidansı değişik bölgelerde giderek düşmektedir.25 1978 ile 1997 arasında Hong Kong ve Şangay’daki Çinli populasyon arasında ve Singapur’ da insidans belirgin olarak düşüş göstermiştir.23 3 Şekil 1. HSK’nın Dünya Genelinde Görülme Sıklıkları (100.000 kişide) 1- Yüksek insidans bölgesi: Sub Saharan Afrika (Yıllık insidans >20/100.000) Güney Afrika, Çin, Tayvan, Singapur 2- Ara insidans bölgesi: Japonya (Yıllık insidans 10-20/100.000) Yunanistan, İtalya, Güney Pasifik Adaları, Türkiye 3- Düşük insidans bölgesi: Kuzey Avrupa (Yıllık insidans 5/100.000), ABD Bu bölgelere ek olarak Japonya’da da 1993 ile 1997 arasında HSK insidansında azalma bildirilmiştir. Bu duruma yol açan nedenlerden birisi HSK’nın yüksek oranda görüldüğü Asya ülkelerinde tüm yenidoğanların HBV’ye karşı aşılanmasıdır.26 Ayrıca 1980’lerden sonra Çin hükümetinin diyetle ilgili yaptığı düzenlemeler çeşitli bölgelerde hepatokarsinojen aflatoksin B1’le karşılaşma oranlarını azaltmış ve bununla birlikte HSK insidansında da düşüş görülmüştür.27 Buna karşılık düşük oranda görüldüğü bölgelerde insidansta artış, bu bölgelerde HCV prevelansının ve alkol kullanımının yüksekliğine bağlı artmış siroz görülme oranlarıyla ilişkili olabilir. 2.1.2. Irk ve Etnisite HSK insidansı aynı bölgede yaşayan değişik populasyonlarda değişiklikler gösterebilir. Örneğin Singapur’da yaşayan Hint’li, Çin’li, Malay populasyonları 4 arasında yaşa göre ayarlanmış insidans oranları 1993 ile 1997 arasında Çin’li erkeklerde 21,21/100.000, Hint’li erkeklerde 7,86/100.000 oranında saptanırken, aynı bölgede Çin’li kadınlarda 5,13/100.000 saptanmıştır. 23 ve Hint’li kadınlarda 1,77/100.000 oranında ABD’de zencilerde beyazlardan 2 kat fazla Asya’lılarda zencilerden 2 kat fazla oranda görülür. Etnik gruplar arasındaki farklılık karaciğer hastalığı ve HSK için major risk faktörlerinin prevelansı ve maruz kalma süresindeki farklılıktan kaynaklanır. 2.1.3. Cinsiyet Hemen hemen tüm populasyonlarda, erkeklerde kanser oranları kadınlardan daha yüksektir, erkek/kadın oranları 2/1 ve 4/1 arasında değişir. Şimdilerde bu oran arasındaki en büyük farklılık HSK yönünden orta riskli olan Avrupa ülkelerinde görülmektedir (>4:1). Erkeklerde kanserin daha sık görülmesinin sebebi cinsiyet ilişkili farklılıklara bağlı risk faktörlerine daha fazla maruz kalmalarına bağlı olabilir. Erkeklerin daha fazla HBV ve HCV ile enfekte olma eğiliminde olmaları, daha fazla alkol, sigara kullanmaları ve daha fazla demir depolarına sahip olmaları bu durumun bir açıklaması olabilir. Bununla birlikte deneylerde erkek farelerde 2-8 kat daha fazla HSK gelişiminin görülmesi, cinsiyet spesifik risk faktörlerine maruz kalma dışında androjenlerinde bu olaya katkıda bulunan bir faktör olduğunu düşündürmektedir.28 Erkeklerde riski artıran çevresel olmayan risk faktörleri arasında daha yüksek vucut kitle indeksi ve daha yüksek androjenik hormon seviyeleri sayılabilir. Tayvan’dan yapılan bu konuyla ilgili çalışmalarda, HBV ile enfekte erkeklerde artmış testosteron seviyeleriyle HSK arasında pozitif ilişki saptandığı bildirilmiştir.29,30 2.1.4. Yaş HSK’da global yaş dağılımı bölgesel, insidans oranları, cinsiyet ve muhtemelen etyolojiye bağlı olarak değişkenlik gösterir.23 Nerdeyse tüm bölgelerde kadınlardaki yaş piki erkeklerden 5 yaş daha fazladır. Düşük riskli populasyonlarda (ABD, Kanada ve İngiltere gibi) 75 yaş ve üzeri gibi daha ileri yaşlarda görülürken, benzer patern yüksek riskli birçok Asya populasyonlarındada görülür (örn, Hong Kong ve Şangay gibi). Buna karşılık, yüksek riskli Afrika populasyonlarında (örn, Gambia, Mali) erkeklerde 60-65’ li yaşlarda pik yaparken, kadınlarda 65-70 yaş arası pik yaparak düşüşe geçer. Bu yaş 5 gruplarındaki değişiklik sıklıkla populasyondaki dominant olan hepatit virüsün varlığına, viral enfeksiyona yakalanma yaşına ve diğer risk faktörlerinin varlığına bağlıdır. Bilhassa, HCV taşıyıcıları yetişkinken bu virüsü alırken, HBV taşıyıcılarının çoğunluğu virüsle çok genç yaşlarda karşılaşırlar. 2.2. Risk Faktörlerin Dağılımı HSK için major risk faktörleri bölgesel olarak değişkenlik gösterir. Birçok yüksek riskli bölgede kronik HBV infeksiyonu dominant risk faktörüdür. Asyada HBV infeksiyonu çoğunlukla maternal geçişli iken Afrikada genç yaşlarda kardeşler arası geçiş daha sık görülür. Aflatoksin-B1’le (AFB1) kontamine gıdaların tüketimide HSK’ nın yüksek oranda görüldüğü bölgelerde major risk faktörlerinden birisidir. Diğer Asya populasyonlarının aksine, Japonya’daki dominant hepatit virüsü HCV’dir. HCV Japonya’da ikinci dünya savaşından hemen sonra artış gösterirken, HSK oranları 1970’lerden sonra hızlı bir artış göstermeye başlamış ve 2015 civarı HCV ilişkili HSK’nın pik yapması beklenmektedir.31 HSK gelişiminde sirozun major risk faktörü olması nedeniyle HSK’nın düşük oranda görüldüğü bölgelerde, siroz tanısıyla yaşayan hastaların giderek artması HSK’nın insidansınında giderek artmasının bir açıklaması olabilir. 1960-1970’lerde intravenöz uyuşturucu kulanımına bağlı HCV’nin Kuzey Amerika, Güney ve Santral Avrupa’da büyük sayıda genç yetişkinleri infekte etmeye başladığı tahmin edilmektedir.32 Virüs daha sonra kan bankalarına sıçramış ve 1990’larda tarama testi bulununcaya kadar birçok kişinin enfekte olmasına yol açmıştır. Daha sonra yeni infeksiyon oranları dramatik olarak azalmıştır. Şimdilerde HSK’nın düşük oranda görüldüğü ülkelerde HCV ilişkili HSK oranlarının 2010 yılı civarında pik yapacağı düşünülmektedir.33 2.2.1. Hepatosellüler Karsinoma için Risk Faktörleri HSK sıklıkla kronik karaciğer hastalığı veya siroz zemininde gelişir. (tespit edilen tüm HSK vakalarının yaklaşık % 70–90’nını oluşturur) (Tablo 1.) 6 Tablo 1. Kompanse Sirozu olan Hastalarda HSK İnsidansı Çalışma A Çalışma B Çalışma C Hasta Sayısı 384 112 103 Takip süresi, yıl 5,0 4,5 3,3 Dekompansasyon % yıl 3,9 4,4 5,0 HSK % yıl 1,4 2,3 3,3 Not: 3 ülkede yapılan 3 adet kohort çaışmasının sonuçları (Çalışma A: İtalya, Çalışma B: ABD, Çalışma C: Fransa). Çalışma A Fattovich ve arkadaşları182, Çalışma B Hu ve Tong 183, Çalışma C Serfaty ve arkadaşları33 HSK’sı olan hastalarda sirozun major nedenleri arasında hepatit B, hepatit C, alkolik karaciğer hastalığı, ve muhtemelen nonalkolik steatohepatit yer alır. Nadir nedenler arasında herediter hemokromatozis, alfa-1 antitripsin eksikliği otoimmünhepatit ve bazı porfiryalar yer alır. 2.2.1.1 Hepatit B Virüs Enfeksiyonu Global olarak, HBV HSK’nın en sık nedenidir, dünya genelinde yaklaşık 400 milyon kişinin bu virüsle enfekte olduğu düşünülmektedir. Vaka kontrol çalışmaları kronik HBV taşıyıcılarınıda HSK riskinin genel populasyona göre 5-15 kat daha fazla olduğunu göstermiştir. HBV ilişkili HSK’nın büyük çoğunluğu (yaklaşık % 70-90’nı) sirozlu hastalarda gelişir. Bununla birlikte HBV diğer nedenlerden farklı olarak siroz gelişmeden de HSK’ya yol açabilir. HBV infeksiyonuyla artmış HSK riski özellikle HBV’nin endemik olduğu bölgelerde belirgindir. Bu bölgelerde sıklıkla anneden yenidoğana geçer (vertikal geçiş) ve bu şekilde enfekte olan bireylerin neredeyse % 90’nı kronik seyir gösterir. Bu patern HSK insidansının düşük olduğu bölgelerde farklıdır, bu bölgelerde HSK yetişkin dönemde seksüel veya parenteral yolla (horizontal geçiş) alınır ve vakaların % 90’da akut enfeksiyon spontan olarak geriler, kronikleşme % 5-10 civarındadır. Asya’lı kronik HBV taşıyıcılarında yıllık HSK insidansı % 0,4-0,6 civarındayken, bu oran Alaska yerlilerinde daha düşüktür (% 0,26/yıl). En düşük oran Kafkas HBV taşıyıcılarında görülür.34 HBV taşıyıcılarında HSK riskini artıran bir çok faktör bildirilmiştir, bunlar arasında; erkek cinsiyet, ileri yaş (veya uzun süreli 7 infeksiyon), Asya veya Afrika kökenli olma, siroz, HSK için aile öyküsü, aflatoksine maruz kalma, alkol, sigara, HCV veya hepatit D virüs (HDV) ile koinfeksiyon yer alır. Ayrıca HBV DNA düzeyi ve hepatit B e antijeniyle (HBeAg) belirtilen HBV replikasyonu yüksek olan bireylerde de HSK riski artmıştır. Ek olarak Asya’dan yapılan çalışmalarda genotip C ile enfekte kişilerde genotip B ile enfekte olan kişilere göre daha ciddi enfeksiyonu olduğu bildirilmiştir.35 HBV infeksiyonunun doğal seyrinde hepatit B yüzey antijeni (HBsAg) ve HBeAg ye karşı tedaviyle veya spontan olarak antikor geliştirenlerde daha iyi klinik sonlanım görülür. 1187 hastanın katıldığı 12 çalışmanın metaanalizinde interferon alan 522 ve tedavisiz izlenen 665 hasta 5 yıl boyunca takip edilmiş. Tedavi alan grupta tedavi almayan gruba göre daha düşük HSK insidansı görülmüştür (sırasıyla % 1,9 ve % 3,2). Bununla birlikte bu farklılık istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.36 HBV’ye karşı immünizasyon gelişmiş bireyde HSK riski büyük ölçüde azalmıştır. Birçok çalışmada akut HBV infeksiyonunun serolojik olarak düzeldiği (HBsAg negatif) birçok bireyde HBV DNA’nın sensitif amplifikasyon tayinleriyle gizli HBV enfeksiyonunun dekatlar boyunca devam ettiği gösterilmiştir. Gizli HBV enfeksiyonu antiHBc ve/veya antiHBs pozitifliğiyle ilişkilidir.37 Çok uluslu bir çalışmada karaciğer dokusunda gizli HBV prevelansı İtalya’da % 11, Hong Kong’da % 5-9 ve İngiltere’de % 0 olarak saptanmıştır. HSK gelişen HCV’li hastlarda yapılan bir çalışmada karaciğerde neoplastik dokuda ve neoplastik olmayan dokularda HBV DNA ve proteinleri saptanmıştır. Akut HBV infeksiyonu geçiren hastaların iyileşmeden yaklaşık 10 yıl sonra karaciğerlerinde hafif hepatit ve fibrozis saptanmıştır.38 Bununla birlikte bazı çalışmalar kronik HCV’si olanlarda HSK gelişimiyle gizli HBV infeksiyonunuyla ilişkili bulurken, örneğin Beasley’in çalışması gibi yeni ufuklar açan çalışmalarda bu ilişki gösterilememiştir.39 İmmunize hastalarda taşıyıcılara göre HSK insidansı belirgin olarak düşük saptanmıştır (100.000 kişide 5’e karşı 495 kişi/yıl).39 Hepatitis B aşısı HBV infeksiyonundan korunmada en efektif yöntem olarak kabul edilmektedir. Ayrıca HBV ilişkili komplikasyonlara bağlı mortalitede azalmaya yol açar. Örneğin Tayvan’lı çocuklarda bu konuyla ilgili ilk kanıt görülmüş ve HSK’nın efektif aşılamayla önlenebilir olduğu görülmüştür.40 İmmünizasyon programının başlatılmasından 10 yıl sonra 6-14 yaşlarındaki Tayvan’lı çocuklarda HSK insidansı dramatik olarak azalmıştır. 1982-1986 arasında ortalama HSK insidansı 100000 çocukta 8 0,7 iken bu oran 1990-1994 arasında 0,36 ya gerilemiştir. Benzer şekilde HSK ilişkili mortalitedede düşüş gözlenmiştir. Bir çalışmada, 2000 yılında dünya genelinde 620.000 hastanın HBV ilişkili nedenlerden öldüğü (% 94’nü yani 580.000’ni kronik infeksiyon ilişkili siroz ve HSK nedeniyle), eğer rutin aşılama olmasaydı matematiksel tahminle 64,8 milyon kişinin HBV ile enfekte olacağını ve 1,4 milyon kişinin HBV ilişkili hastalıklarla öleceği hesaplanmıştır.41 İlk dozun doğumda uygulandığı rutin infant aşılaması % 90’lık kapsama ve % 84’lük korumayla HBV ilişkili ölümden korumaktadır. Kronik HBV infeksiyonu karaciğerde 4 temel olaya neden olmaktadır; Karaciğer hücre nekrozu, inflamasyon, sitokin sentezi ve fibrosis. Hepatosit nekrozu komşu hücrede proliferasyonu tetikleyebilir. Ayrıca, inflamatuvar yanıt mononükleer hücrelerde ve/veya makrofajlardan tümör nekrotizan faktör (TNF) ve interlökin-6 (IL-6) gibi hücre proliferasyonunu uyaran sitokinlerin sentezini indüklemektedir. Normal karaciğerde hepatositlerin tamamına yakını G0 fazındadır. Ancak, mutasyon varlığında hepatosit hücre döngüsüne zorlanabilir ve DNA onarım mekanizmaları sonlanabilir. Bu durumda, kalıcı DNA mutasyonları ve kromozomal instabilite kaçınılmazdır. Bu olaylar hücre transformasyonunda temel belirleyicilerdir. Ayrıca, yaygın fibrosis normal lobüler yapıyı bozar ve bu durumda hücre-hücre ve hücre-ekstrasellüler matriks ilişkisini değiştirir. Böylece hücreye büyüme avantajı sağlanır. Bu durumda hücre eğer apoptozis veya immün klirensten kaçabilirse tamamen transforme olacaktır. Karaciğer hücresini G0 fazından hücre döngüsüne zorlayan her uyarı HSK için risk faktörüdür. Siroz kronik inflamasyonun ve yoğun fibrozisin histolojik sonucudur. Normal karaciğere göre sirotik karaciğerde DNA sentezi artmıştır. Sirotik nodüllerin klonal analizlerinde monoklonal hücre ekspansiyonu gösterilmiştir.42 Bununla birlikte, hepatokarsinogenesizte temel faktör kronik aktif hepatitin bizzat kendisidir. Gerçekten, aktif sirozlu hastalarda HSK riski daha yüksektir. Wild tip HBV ile infekte dağ sıçanlarında HSK nonsirotik evrede kronik aktif hepatit döneminde gelişmektedir.43 Bu konuda transjenik farelerde yapılan önemli çalışmalar bildirilmektedir. HBV infekte transjenik farelerde direkt mutajenik bir ajanın olmaması durumunda karaciğer hücre rejenerasyonunun hepatosit nekrozuna ikincil olduğu, HBV çeper proteinlerinin (preS1/S2/S) immün yanıttan bağımsız olarak hepatosit üzerinde toksik etkisinin olduğu ve sürekli hücre proliferasyonu, displazi ve 18 aylık bir dönemde de HSK’nın geliştiği 9 gösterilmiştir.44 Ayrıca, transjenik farelerde viral proteinleri eksprese eden hepatositlere karşı immün yanıt hücre rejenerasyonunu tetikleyebilir ve HSK riskini arttırabilir. Yaygın oksidatif DNA hasarıda bilidirilmektedir. Karaciğer hücre proliferasyonunun tetiklenmesinin yanısıra viral proteinlerin hepatosit içinde birikmesi, özellikle HBsAg’nin birikip buzlu cam hepatositlere neden olması sitokrom p450 gibi detoksifikasyon yolağını değiştirerek kimyasal karsinojenlerin metabolizmasını arttırabilir. HBV’nin HSK’nın gelişmesinde direkt etkileride olabilir. HBV genomik organizasyonu bakımından oldukça kompakt bir virüstür. Replikasyonunda ters transkripsiyon mekanizmasını kullanmaktadır. Replikasyonu için viral DNA ile hücre DNA entegrasyonu gerekmemektedir. Viral DNA insersiyonu hepatosit proliferasyonu sırasında olmaktadır. HSK’da % 90 oranında viral DNA sekanslarının hücre genomunda entegre olduğu bulunmuştur.45 Bazı hastalarda kanser hücresinde HBV DNA dedekte edilemez. Bu durum transforme fenotipin devamında entegrasyon gerekmediğini göstermektedir. Entegrasyon tümör gelişmeden önce ve birkaç noktada olmaktadır. Entegrasyon sadece kanser hücresine sınırlı değildir. Genomik entegrasyon akut ve kronik hepatit döneminde de belirlenebilir. HBV’nin entegrasyonu konak hücrenin gen ekspresyonunu direkt veya indirekt olarak modifiye edebilir. Entegrasyon kromozomal instabilite, inkomplet viral proteinlerin sentezi, HBx proteininin sentezinin artması, hücresel gen ve protoonkogenlerde değişiklikler ve insersiyonal mutagenesis (Cis-aktivasyonu) ile sonuçlanabilir. Kromozomal instabilite, kromozom 4q, 16q, 11p ve 17p’de belirlenebilir. Allel kayıpları (LOH) sıktır. Genellikle 15 kromozomdan daha çok kromozomda LOH gözlenmektedir. Olguların yarısından çoğunda allel kaybı kromozomun her iki kolunda da bulunmaktadır. Entegrasyon hücresel DNA’da küçük delesyonlara neden translokasyonlar olabilir. LOH’nın bilidirilmektedir. HSK dışında kromozom hücrelerinde HBV 17p ve genleri 18q’de eksprese edilmektedir. Bu proteinlerin direkt etkileri bilinmemekle birlikte tümör gelişmesinde rol oynayabilirler. HBx proteininin sentezi artmıştır. preS2/preS proteinleri ise düşük konsantrasyonda ve kısa olarak sentezlenmektedir. İnsersiyonel mutagenezis ise oldukça düşük oranlarda bildirilmiştir.46 10 HBV ve HSK ilişkisini araştıran çalışmalar HBx proteini üzerinde yoğunlaşmaktadır. HBVx geni oldukça iyi korunur, akut ve kronik infeksiyon sırasında düşük konsantrasyonda küçük bir polipeptid kodlamaktadır. HBx proteini multifonksiyonel bir proteindir. HBx proteininin virüsün yaşam döngüsündeki rolü çok açık değildir. Hücre büyümesini kontrol eden genleri transaktive edebilir ve hepatosit transformasyonunda rol oynayabilir. Go fibroblastlarda proliferasyonu indükleyebilir ve hücre döngüsünün kontrol noktalarının regülasyonunu bozabilir. İn vitro çalışmalarda hücre proliferasyonu HBx proteininin aşırı sentezi ile birlikte bulunmuştur. Ayrıca, HBx transjenik farelerde HSK’ya neden olmaktadır. Bununla birlikte, HBx transjenik farelerde c-myc’le uyarılmış HSK gelişmesini hızlandırmaktadır. Bu veriler HBx proteininin hepatik karsinogenesizte bir tümör promoter’ı gibi davrandığını göstermektedir.47 HBx proteininin transaktivasyon fonksiyonu ve onkogenesizle ilgisi çok açık olmamakla birlikte oldukça önemli olduğuna inanılmaktadır. Bu protein hücre büyümesinde ve apoptoziste rol oynamaktadır. HBV enhancer’larını, HIV longterminal repeat’larını, class II ve class III promoter’ları, c-jun, c-fos ve c-myc onkogenleri aktive etmektedir. Ayrıca sitokin kodlayan genleri ( TNF-alfa ve TGF-B) transaktive etmektedir. HBx direkt DNA’ya bağlanmaz. Transaktivatör etkisini sitoplazmada mitojenik sinyal yolağını veya nükleusta pXbZip sınıfı transkripsiyon faktörleri ile direkt olarak etkilemektedir. HBx proteini ayrıca, DNA onarım faktörlerini de etkilemektedir. HBx proteinin diğer biyolojik aktiviteleri arasında NF-kB’i fosforlayarak nükleer translokasyonuna neden olması vardır. HBx direkt olarak IkB’i bağlamaktadır. Bu mekanizma TNF tarafından tetiklenebilir. Bazı proteazlar HBx proteininin potansiyel hedefleridir. HBx proteininin hücre döngüsü ve yaşayabilirliği üzerindeki etkisi tartışmalıdır. HBx ekspresyonu hücre proliferasyonunu ve yaşayabilirliğini düzenleyebilir. HBx proteini apoptozisi inhibe edebilir veya provoke edebilir. Bazı çalışmalarda hücre döngüsünün durmasında, transformasyonda inhibisyon ve apotozisin indüklenmesi bildirilirken, diğer çalışmalarda p53 bağımlı apoptozisi inhibe ettiği bildirilmektedir. Ayrıca, HBx proteini fas ligandını regüle edebilir, E-kaspas 3 aktivitesini inhibe edebilir. HBx’in biyolojik aktivitelerinin değişmesi wild tip veya mutasyonun varlığı ile ilgili olabilir. Wild tip HBx, apoptozisi indükleyerek hücre döngüsünü inhibe 11 etmektedir. Mutant HBx’in ise apoptotik etkisi yoktur ve hücre döngüsünü inhibe etmemektedir. Transjenik farelerde HBx proteininin hücre canlılığı üzerinde ikili etkisi gösterilmiştir.48 Akut infeksiyonda yüksek seviyede HBx proteini apoptosizle birliktedir. Kronik infeksiyonda ise düşük seviyede HBx proteini hücre proliferasyonu ile birliktedir. Daha önce söz edildiği gibi viral DNA’nın hepatosit genomu ile entegrasyonu HSK gelişmeden önce olmaktadır. HSK geliştikten sonra tümör hücreleri viral DNA’nın replikasyonuna izin vermezler. Hastaların yaklaşık % 20’sinde HBsAg pozitif bulunmasına rağmen HbcAg eksprese edilmemektedir. HBx proteinin biyolojik aktiviteleri oldukça komplekstir. Birkaç sitoplazmik ve nükleer transdüksiyon kaskadını aktive etmesinin yanısıra p53 ve Retinablastoma (Rb) tümör süpressör genlerini bağlamakta ve inaktive etmektedir. P53 inaktivasyonu ya mutasyon ya da viral ve onkoproteinlerin bağlanması sonucu olmaktadır. HBx proteini gerek in vivo gerekse in vitro olarak bağlamaktadır. HBx’in p53’ü fonksiyonel etkilemesi de bildirilmektedir. Örneğin, HBx p53 ilişkili apoptosizi inaktive etmektedir, p53 bağımlı veya bağımsız nükleotid eksizyon onarımını inhibe etmektedir. Tüm bu etkilerin sonucu olarak HBV altta yatan bir kronik karaciğer hastalığı olmaksızın da HSK’ya neden olabilmektedir. 2.2.1.2 Hepatit C Virüs Enfeksiyonu Kronik HCV infeksiyonu HSK gelişimi için major risk faktörüdür. HSK’lı hastalarda HCV değişik oranlarda bulunur; HSK’lı hastaların İtalya’da % 44-66, Fransa’da % 27-58, İspanya’da % 60-70 ve Japonya’da ise % 80-90 HCV(+) olarak saptanır.31,49,50 Ayrıca daha yüksek ancak tanımlanmamış oranda antiHCV(-) HSK’lı hastanın serumunda veya karaciğer dokusunda polimeraz zincir reaksiyonuyla HCV tespit edilebilir. AntiHCV için ikinci nesil enzim immuntayin testinin kullanıldığı 21 vaka kontrol çalışmasının metaanalizinde HCV ile infekte hastalarda HCV ile infekte olmayanlara göre HSK riskinin 17 kat arttığı saptanmıştır (% 95 GA,14–22).51 HCV ile infekte olan hastalarda HSK gelişiminin tespiti uzun dönemli kohort çalışmalarının yetersiz olması nedeniyle zordur, bununla birlikte bir tahmin yapmak gerekirse 30 yılın sonunda bu oran % 1-3 arasında değişir. (Şekil 2.) HCV HSK riskini fibrozise sonuçta siroza neden olarak artırır. 12 HSK (%1-3) Siroz % 15 (%10-30) % 90 Kronik Hepatit 25-30 yıl %1 (%60-95) HCV İnfeksiyonu % 100 Şekil 2. HCV İnfeksiyonunun Doğal Seyri HCV ilişkili siroz tanısı konulduktan sonra, yıllık olarak HSK gelişme oranı % 1-4 arasındadır bu oran Japonya’da % 7’lere kadar çıkar. İnfeksiyondan 25-30 yıl sonra siroz oranları % 15-35 arasında değişir.52 Siroz ve HSK insidansı HCV ile kontamine kan ve kan ürünleri alan bireylerde siroz ve HSK için sırasıyla 14 ve 1 iken (her 1000 kişi yıl için) ve hemofililerde sırasıyla 5 ve 0,7’dir (her 1000 kişi yıl için). En düşük oranlar 1 defaya mahsus kontamine anti-D immünglobulin tedavisi alan kadınlarda görülmüştür (sırasıyla 1 ve 0 her 1000 kişi yıl için). HCV ile infekte hastalarda, siroza progresyonda kişiye ve çevreye ait faktörler viral faktörlerden daha önemli gibi görünmektedir. Bu faktörler arasında ileri yaş, virüsle karşılaşma esnasında ileri yaş, erkek cinsiyet, ağır alkol alımı (>50gr/gün), diyabet, obezite, ve HBV veya HIV ile koinfeksiyon sayılabilir.53 HCV’nin genotip, viral yük, alt türleri gibi viral faktörleriyle siroza veya HSK’ya progresyon arasındaki ilişkiyi gösteren güçlü kanıtlar yoktur. HCV ilişkili sirozu olan interferonla başarılı olarak tedavi edilen hastalarda antiviral tedavi HSK riskini ılımlı olarak azaltır.49,50,52-59 Fakat kanıtların çoğunlukla gözlemsel ve non randomize klinik çalışmalardan gelmesiden dolayı kanıt düzeyi zayıftır. Bu çalışmaların çoğundaki randomizasyon eksikliğinden dolayı sağlıklı kişiler ileri düzeyde karaciğer hastalığı (daha fazla HSK geliştirme eğilimindedirler) olanlara göre daha fazla tedavi edilmekte ve bu da tedavi yararlarının abartılmasına yol açmaktadır. 13 2.2.1.3. Alkol Ağır alkol alımı günde 50-70 gr/gün’den daha fazla ve uzun süre boyunca alkol alımı olarak tanımlanır ve HSK’nın bilinen bir risk faktörüdür. Düşük veya orta düzeyde alkol alanlarda HSK riskinin belirgin olarak artıp artmadığı açık değildir. Her ne kadar ağır alkol alımı siroz gelişimiyle güçlü olarak ilişkili olarak görülse de, alkolün direkt karsinojenik etkisiyle ilgili çok az kanıt mevcuttur. Ağır alkol alımıyla HCV ve HBV infeksiyon birlikteliğinin sinerjistik etkisini gösteren kanıtlar mevcuttur. Çoğunlukla bu faktörler HSK riskini siroz gelişimini hızlandırarak artırırlar. Örneğin Donato ve arkadaşları günde 60 gr’dan fazla alkol alanlarda HSK riskinin lineer olarak arttığını bildirmişlerdir.51 Bununla birlikte HCV birlikteliğinde yalnız alkol alanlara göre HSK riskinin ek olarak 2 kat arttığı saptanmıştır (pozitif sinerjistik etki). 2.2.1.4. Toksik Maddelere Maruziyet Aflatoxin-B1 (AFB1) Aspergillus sınıfı mantarlar tarafından üretilen mikotoksindir. Bu mantarlar sıcak nemli koşullarda saklanan mısır ve fıstık gibi gıda maddeleri üzerinde kolaylıkla ürer. Hayvan deneyleri AFB1’in güçlü bir hepatokarsinojen olduğunu göstermiştir ve Uluslararası Kanser Araştırma Derneği tarafından karsinojenik olarak kabul edilir.60 AFB1 oral olarak alındığında, aktif ara molekül olan AFB1 ekso8, 9epokside metabolize olur, bu molekülde DNA’ya bağlanır ve hasara yol açar, bunlar arasında p53 tümör süpresör genin karakteristik mutasyonuda yer alır (p53249 ser).61 Bu mutasyon aflatoksinin endemik olduğu bölgelerdeki HSK’ların % 30-60’da gözlenir.62,63 Şangay’ da (Çin) yapılan kısa dönemli prospektif çalışmalarda AFB1 ile kronik HBV infeksiyonu arasında etkileşimde bildirilmiştir. Aflatoksin metabolitlerinin idrar yoluyla atılması HSK riskinde 4 kat artışla ilişkiliyken, HBV infeksiyonu riski 7 kat artırır. Hem AFB1 metabolitlerini atan hemde HBV taşıyan bireylerde HSK riski dramatik olarak 60 kat artar.64 AFB1’e maruziyetin problem olduğu bölgelerde, kronik HBV infeksiyonununda prevalansı yüksektir. HBV’ye karşı aşılama major koruyucu taktik olmakla birlikte, kronik olarak enfekte olan bireyler AFB1 maruziyetinin azaltılmasındanda yarar görebilir. Çin ve Afrika’da bu durumu uygulama yönünde girişimler yapılmaktadır.27,63 14 Fabrika işçilerinde vinil kloride maruziyetle karaciğerin angiosarkomu arasında ilişki saptanırken, karaciğer tümörlerinin diğer histolojik formlarıyla arasında ilişki saptanmamıştır. Boffetta ve arkadaşlarının yaptığı bir metaanalizde kanser ilişkili mortaliteyle mesleksel olarak vinil kloride maruz kalma arasında ilişki saptanmıştır.65 2.2.1.5. Nonalkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı Birçok HSK ve kriptojenik sirozun altında non alkolik yağlı karaciğer hastalığının (NAYKH) ileri formları yer alır, bu durum nonalkolik steotohepatit olarak da adlandırılır (NASH). Kronik karaciğer hastalığı ve HSK için risk faktörlerini değerlendiren bir çok çalışma hastaların çoğunluğunda HBV, HCV veya ağır alkol alımını saptamamıştır (% 30-40). Bir kez siroz veya HSK tanısı koyulduğunda NASH’ın patolojik özelliklerini saptamak zordur. Birçok klinik zeminli vaka kontrol çalışmasında kriptojenik sirozu olan HSK’lı hastalarda yaş ve cinsiyet uyumlu kesin tanımlanmış viral ve alkolik etyolojisi olan hastalarla karşılaştırıldığında daha fazla NASH’ı düşündüren klinik ve demografik bulgular (kadınların hakimiyeti, diyabet ve obezite) saptanmıştır.67-69 Örneğin, Regimbeau ve arkadaşları HSK nedeniyle rezeksiyon yapılmış 210 hastayı incelemişler ve 18’inde (% 8,6) kronik karaciğer hastalığı için tanımlanabilir bir neden bulunulamamış, ve alkolik ve viral hepatiti olanlarla karşılaştırıldığında sırasıyla daha yüksek obezite (% 50, >% 17, % 14) ve diyabet (% 56, % 17, % 11) prevelansı saptanmıştır.69,70 NAYKH’den HSK’ya progresyonu gösteren çok az prospektif çalışma kanıtı mevcuttur. NASH tanısından yıllar sonra HSK gelişimini tanımlayan çok az vaka takdimleri ve küçük vaka serileri mevcuttur.71-73 Toplum zeminli retrospektif bir kohort çalışmasında, Olmsted Kasabası Minnesota’da NAYKH tanısı alan 420 hasta ortalama süre olarak 7,6 yıl boyunca takip edilmiş ve bu çalışmada karaciğer hastalığı ölüme üçüncü sıklıkta neden olarak (13. önde gelen neden olarak genel Minnesota populasyonuyla karşılaştırıldığında) vakaların 7’sinde (% 1,7) görülmüştür. 21 hastaya (% 5) siroz tanısı koyulmuştur ve bunların 2 tanesinde HSK gelişmiştir.74 Bununla birlikte HSK ve NASH ilişkisi için en zorlayıcı kanıt HSK’nın, aslında NASH’la güçlü olarak ilişkili 2 durum olan obezite ve diyabetle karşılaştırılmasından indirekt olarak gelmektedir. 15 2.2.1.6. Obezite ABD’de 900.000’den fazla bireyin 16 yıl boyunca takip edildiği prospektif bir kohortta normal vucut kitle indeksi olan erkeklerle karşılaştırıldığında yüksek vucut kitle indeksi olan erkeklerde (35-40 arası değişen) karaciğer kanseri ilişkili mortalitede 5 kat artış saptanmıştır.75 Aynı çalışmada, kadınlarda karaciğer kanseri riski artmamış olarak saptanmıştır (rölatif risk 1,68).75 İsveç ve Danimarka’dan iki ayrı populasyon zeminli kohort çalışması normal vucut kitle indeksi olanlarla karşılaştırıldığında obez erkek ve kadınlarda artmış HSK riski saptamıştır (artmış rolatif risk 2-3 kat).65,76 Obeziteyle, özellikle abdominal obeziteyle ilişkili olan insülin direnci hepatik steatoza belirgin olarak katkıda bulunur.77,78 Giderek artan oranda steatozun gelişimi daha ciddi nekroinflamatuar aktiviteyle ve fibrozisle ilişkilidir.70,79-85 Belirgin steatozun varlığında fibrozise progresyon oranlarıda yüksektir ve bazı çalışmalar steatozdaki artışın fibrozise progresyonun bir göstergesi olduğunu bildirmişlerdir.80,86 Sonuç olarak, ciddi metabolik bozuklukları olanlarda karaciğer hastalıkları daha sık oluşur.87 2.2.1.7. Diyabetes Mellitus Diyabet NAYKH ve NASH gelişimi üzerinden hem kronik karaciğer hastalığı hemde HSK gelişimi için ileri sürülen bir risk faktörüdür. ABD, Yunanistan, İtalya, Tayvan ve Japonya’dan birçok vaka kontrollü çalışma diyabetle (sıklıkla tip II DM ile) HSK arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. En az 8 çalışma diyabetle HSK arasında pozitif ilişki saptarken, 2 çalışma anlamlı olmayan pozitif ilişki ve 1 çalışmada negatif ilişki saptamıştır. Bu konudaki kesitsel ve vaka kontrol çalışmalarının potansiyel hatası maruz kalınan faktörle (diyabet) sonlanım arasındaki (HSK) geçici ilişkileri sezmedeki güçlüğüdür. Bu problem HSK’nın risk faktörlerini gözden geçirirken önemlidir çünkü sirozu olan hastaların % 10-20’si diyabetiktir ve daha geniş sayıda hastadada bozulmuş glukoz toleransı mevcuttur. Bundan dolayı bu hastalarda diyabet sirozun bir sonucu olabilir. Son dönemde yapılan bir kohortta HSK insidansına bakılmış (173.643 diyabetik ve 650.620 diyabeti olmayan hastada) ve bu çalışmada diyabeti olanlarda HSK insidansının iki kat arttığı ve bu oranın uzun dönemli takip edilenlerde daha yüksek olduğu saptanmıştır.88 Her ne kadar birçok çalışma HSK’nın düşük oranda görüldüğü bölgelerde yapılmış olsa da diyabet Japonya gibi HSK insidansının yüksek olduğu bölgelerdede belirgin bir risk faktörü olarak bulunmuştur. Ancak bu konuda diyabetin süresi ve tedavi 16 altında olup olmaması ve muhtemel karıştırıcı faktörler olan diyet ve obeziteyide inceleyecek ek araştırmaların yapılması gerekmektedir. 2.2.1.8. Sigara HSK’nın hem düşük hemde yüksek insidansta görüldüğü bölgelerde sigaranın HSK ile ilişkisi 50’den fazla çalışmada araştırılmıştır. Neredeyse tüm ülkelerde hem pozitif ilişki hemde ilişkisinin olmadığı yönünde sonuçlar bildirilmiştir. Pozitif sonuç bulunan çalışmaların çoğunluğunda etkiler HBV, HCV, genetik polimorfizm ve diğer maruziyetlere göre belirlenmiş subgruplarla sınırlandırılmıştır. Sigara ve alkolün birlikteliğinde alkol kullanımının güçlü etkisi tamamen dışlanamamıştır. Hep birlikte değerlendirildiğinde sigaranın HSK gelişimi üzerine etkisi zayıf gibi durmaktadır ve genel populasyonun belirli bir kesmiyle sınırlı gibi durmaktadır. Bununla birlikte yoğun olarak kadınların bulunduğu gruplardan oluşan iki çalışmada pozitif ilişki saptanması nedeniyle, söylenebilir. kadınlardaki atfedilen riskin erkeklerden daha yüksek olduğu 92,93 2.2.1.9. Oral Kontraseptifler Karaciğer neoplazilerinde oral kontraseptiflerin (OKS) muhtemel rolüyle ilgili deneysel bulgular mevcuttur. Hepatositlerde nükleer öströjen reseptörleri bulunur ve HSK’da miktarı artar. Bu durum hepatik neoplastik dokudaki hormonal yanıtlılığı gösterir. OKS’lerin östrojen ve progesteron komponentleri hayvanlarda karaciğer tümörü gelişimini uyarırlar.94 Östrojenin proliferasyon oranlarını artırarak karaciğer neoplazisine neden olduğu düşünülmektedir, böylelikle spontan mutasyon oranlarını artırırlar.95 OKS kullanan kadınlarda yapılan birçok çalışma hepatik cell adenoma ve fokal nodüler hiperplazi gibi benign karaciğer tümörlerinin gelişimi için artmış risk saptamışlardır.96 Küçük vaka serilerinde OKS kullanımı HSK, miks hepatosellüler ve duktal karsinoma, kolanjiokarsinoma ve hepatoblastoma gibi malign karaciğer tümörleriyle ilişkili olarak bulunmuştur.97 OKS ile artmış HSK riski arasındaki ilişkiyi gösteren epidemiyolojik kanıtlar yetersizdir. Genellikle vaka sayısının az olduğu çalışmalarda, OKS ile HSK arasındaki muhtemel ilişki araştırılmıştır. Toplam 739 vaka ve 5223 kontrolün katıldığı 12 vaka kontrol çalışmasının gözden geçirilmesinde OKS kullanımıyla HSK riski arasındaki ilişki araştırılmıştır.98 12 çalışmanın tahmini 17 havuzlanmış risk oranı düzeyleri (sadece yaş ve cinsiyet uyumlu) 1,57 (% 95 GA, 0,96–2,54, p<0,07) olarak saptanmıştır. Bu çalışmaların sekiz tanesi ayarlanmış risk bildirmişlerdir (yaş ve cinsiyete ek olarak); tahmini havuzlanmış oran 1,45 olarak bulunmuştur. (% 95 GA, 0,93–2,27, p<0,11). 6 çalışma, uzun süreli (>5 yıl) OKS kullanımıyla HSK riskinde 2-20 kat arasında belirgin artmış risk saptanmıştır. Ancak OKS kullanımıyla HSK riski arasında ilişkiyi kurmak için kanıtlar yetersizdir. Ayrıca yeni düşük doz OKS’lerle ilgili bu konuda yeterli bilgi yoktur. 2.2.1.10. Hemokromatozis HFE mutasyonu yönünden homozigot olan bireylerde HSK riskini belirleyen çok az populasyon tabanlı risk tayin metodu mevcutken, taşıyıcılarda riskle ilgili herhangi bir veri yoktur (heterozigotlarda). Çok uluslu veri kaynaklarını kullanan İsveç’ te düzenlenen populasyon tabanlı bir çalışmada herediter hemokromatozisi (çoğunlukla C282Y mutasyonu yönünden homozigot) olan 1800 hastada HSK insidansında 1,7 katlık bir artış saptanmıştır. Başka referans merkezlerdeki seçilmiş hemokromatozis vakalarında daha yüksek HSK riskleri belirtilmiştir, bununla birlikte bu oranlar seçim hatalarına bağlı şişirilmiş oranlar olarak kabul edilmiştir. HFE mutasyonu olan HSK’lı hastaların oranı belli değildir ve homozigot mutasyonlar için düşük olması muhtemeldir (referans merkez küçük vaka serilerinde % 3 ve 144 vakalık bir seride % 5 olarak saptanmıştır).99,100 Her ne kadar siroz olmayan HSK’lı vakalarda HFE mutasyonlarının prevelansı beklenenden daha yüksek olduğu gösterilsede halen bu durum belirsizliğini korumaktadır.101 Benzer olarak, HFE mutasyonlarıyla viral hepatit arasında HSK riskini artırmada pozitif etkileşimlerinin olduğunu gösteren sadece ön veriler mevcuttur ve bunların daha büyük çalışmalarla doğrulanması gerekir.102 HFE yönünden heterozigot olan HSK’lı vakaların oranları daha yüksek olsada kontrol grubundan anlamlı derecede yüksek olup olmadığı belirli değildir. C282Y heterozigotların klinik vaka serilerindeki oranları % 4 ile en yüksek % 11,8 ile 12,5 arasında değişmektedir.100,103,104 Kontrollerle sirozlu vakaların (HSK’sı olmayan) karşılaştırmalarında çalışmalar istatiksel olarak anlamlı ilişki görülmemekte veya riskte 3 kat artış gibi tartışmalı sonuçlar sergilemişlerdir.103,104 HSK’lı vakalar kontrolle karşılaştırıdığında H63D mutasyonunun artmış prevelansı yönünden herhangi bir bulguya rastlanmamıştır.104 18 2.2.1.11. Diyet HSK etyolojisinde alkol kullanımı ve aflatoksin kontaminasyonu dışında diyetin rolü açık değildir. Diyetteki antioksidanlar özellikle selenyum ve retinoik asitin hayvanlardaki karaciğer tümörü gelişimini inhibe ettiği gösterilmiştir. Tayvanlı erkeklerde yapılan bir kohort çalışmasında, düşük sebze tüketimi HSK riskinde istatiksel olarak anlamlı artışla ilişkili olarak bulunmuştur ve bu etki kronik HBV kronik taşıyıcıları ve sigara içenlerle sınırlandırılmıştır.105 Bu çalışmada kronik hepatit B taşıyıcılarında serum retinol seviyelerinin bazal seviyeleri ileride gelişebilecek HSK riskiyle ters orantılı olarak bulunmuştur. Aynı kohortta ayrıca düşük serum selenyum seviyelerinin artmış HSK riskiyle ilişkili olduğu yönünde bildirilerde olmuştur.106 Hastane tabanlı yapılan bir vaka kontrol çalışmasında yüksek düzeyde süt, yoğurt, beyaz et, yumurta ve meyve alımının HSK riski yönünden iyi yönde olan etkilerinden bahsedilmiştir.107 Japonya’da atom bombası sonrası yaşayanlarda yapılan bir çalışmada HBV ve HCV infeksiyonlarına göre ayarlama yapıldıktan sonra yüksek düzeyde izoflavinden zengin miso çorbası ve tofu tüketenlerde HSK riskinde ortalama % 50 azalma bildirilmiştir.108 Diğer taraftan Atina’da yapılan küçük vaka kontrollü bir çalışma HSK riskiyle spesifik gıda grupları ve beslenme elementleri arasında ilişki saptamamıştır. Birçok epidemiyolojik çalışma kahve içimini karaciğer enzimlerinde artış riskinde ve siroz riskinde azalmayla ilişkili bulmuştur. Hayvan çalışmaları kahvenin karaciğer karsiogenezini azalttığını göstermiştir. Dahası kahve içimi insulin sevyelerinde ve tip 2 diyabet riskinde azalmayla ilişkilidir. Japonya’da ve Güney Avrupa’da kahve alımıyla HSK arasındaki ilişkiyi inceleyen en az 9 çalışma gerçekleştirilmiştir. En az 5 vaka kontrollü çalışmada kahve içiminin azalmış HSK riskiyle ilişkili olduğu bildirilmiştir (günde 2-4 fincan kahve içimi hiç almamaya göre % 25-75 risk azalmasıyla ilişkili olarak bulunmuştur).109-113 Üç kohort çalışmada kahve alımıyla gelecekte HSK riski arasında ilişki bildirilmiştir.114-116 Bu çalışmaların ikisinde günde 1 fincan veya daha fazla kahve alımıyla HSK riskinde belirgin azalma saptanırken, diğer çalışmada doz bağımlı bir ilişki gözlenmiştir (1-2 fincanla % 20 azalma ve >5 fincandan fazla alımda % 75 azalma ).115 Genel olarak, veriler kahve içimiyle riskte ılımlı azalma olduğunu göstermektedir. Bu çalışmaların bir çoğu HSK ve kronik karaciğer hastalığı için düşük riske sahip, uygun karşılaştırıcı olmayan genel 19 populasyon kontrollerinde gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte karaciğer hastalarının ikinci kontrol grubu olarak kullanıldığı çalışmalardada kahve tüketimiyle HSK arasındaki ters ilişki sebat etmiştir.109,111,114-116 2.3. Hepatoselüler Karsinomada Tanı Avrupa Karaciğer Hastalıkları Araştırma Grubu (EASL) klinisyenlere yadımcı olacak ortak deklarasyonda bulunmuştur.117(Tablo 2.) 2.3.1. Çapı 2 cm’den Büyük Lezyonlar Çapı 2 cm’den büyük lezyonlarda 2 tane görüntüleme yönteminde (ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans, veya hepatik arteriyografiyi içeren) artmış vaskülaritenin gösterilmesi HSK tanısının koyulması için yeterliyken, alternatif olarak bir görüntüleme yöntemi ve 400 ng/ml’den fazla alfa fetoprotein düzeyi tanısaldır. Ancak noninvazif olan bu tanı yönteminin kullanılabilmesi için zeminde siroz tanısının bulunması ve novaskülaritelerine bağlı hızlı sekans görüntülemede güçlü kontrast tutmaları gerekmektedir. Radyolojik kriterler % 100 sensitivite ve % 98,8 spesifite gibi mükemmel bir tanısal doğruluğa sahiptir.118-121 Ortada radyolojik bulguları olan vakalarda, ince iğne aspirasyon biyopsisi önerilir.122,123 2.3.2. Çapı 2 cm’den Küçük Lezyonlar Görüntüleme teknikleri çapı 2cm’den küçük lezyonlarda hepatosellüler kanseri diğer durumlardan ayırmada yeterli tanısal doğruluğa sahip değildir. Alfa fetoprotein sevyeleri normal veya hafif yükselmiş olabilir ve tanısal yarar sağlamayabilir. 1 cm’den küçük hepatik lezyonların malign olma ihtimali % 50’den azdır ve bu tür lezyonlarda seri ultrason takibi (her 3 ayda bir) önerilir.124 Diğer taraftan, boyutu 1-2 cm arasında olan lezyonlarda ince iğne aspirasyon biyopsisi önerilir. 2.3.3. Karaciğer Biyopsisinin Rolü HSK’da karaciğer biyopsisinin rolü önemli bir tartışma konusudur. Neredeyse diğer kanser tiplerinin hemen hepsinde tanı koymada histopatolojik doğrulama gereklidir. Bununla birlikte Tablo 2.’de gösterildiği gibi 2 cm’den büyük lezyonlarda HSK tanısının koyulmasında hem EASL hemde Birleşik Organ Paylaşım Programının 20 kriterleri biyopsiyi gerektirmemektedir.125 Yüksek kaliteli görüntüleme yöntemleri ve bu yöntemleri okumada yeterli uzmanların olmadığı yerlerde, 2 cm’den küçük lezyonlarda biyopsi önerilir. İnvazif biyopsiyle küçük ama kesin olan seeding riski mevcuttur. Seeding prevelansı % 0,003 ile % 5 arasında bildirilmektedir.122,126,127-129 Bununla birlikte, hastaların çoğunluğu subkutan tumör depositlerinin ekzisyonuyla tedavi edildiğinden bu durumun metastatik hastalığa yol açıp açmadığı veya sürviyi kötüleştirip kötüleştirmediği açık değildir. Ayrıca 2 cm’den küçük lezyonlarda yanlış negatif biyopsi oranı yaklaşık % 30-40 arasındadır.126 Bundan dolayı negatif bir biyopsi sonucu hepatosellüler kanser tanısını tamamen dışlamaz. 2.3.4. Serum Markerlarının Rolü HSK tanısında en çok kullanılan 3 serum marker’ı; alfa fetoprotein, Lens culinaris agglutinin-reaktiv alfa-fetoprotein (alfa-fetoprotein-L3), ve vitamin K antagonisti-II ile uyarılan proteindir.130 HSK tanısında bu marker’ların sensitivitesi ve spesifitesi kullanıldıkları eşik değerin düzeyine göre değişkenlik gösterir. 10-20 ng/ml arasındaki alfa fetoprotein seviyeleri % 60 sensitivite ve % 90 spesifiteye sahiptir. Sistematik bir derleme HSK tanısında total alfa fetoprotein düzeyinin tek başına zayıf tanısal değeri olduğunu göstermiştir.131 Karaciğerde kitle varlığında görüntüleme kriterleriyle birlikte kullanıldığıda eşik değer olarak 400 ng/ml üzerindeki değerler daha iyi bir tanısal araç olmasını sağlamaktadır.132,133 Alfa fetoprotein L3 seviyelerinin total alfa fetoprotein düzeylerinin üzerine çıkması (>10) küçük hepatosellüler kanserler için spesifiktir. HSK tanısında vitamin K antagonisti II ile uyarılan protein, total alfa fetoproteine göre daha spesifiktir ancak bu test bir çok laboratuarda mevcut değildir. Tablo 2. Hepatosellüler Kanser Tanısı 1. Histopatolojik kriter veya, 2. Noninvasif kriter (altta siroz zemini olan hastalarla sınırlıdır). (i) Avrupa Karaciğer Hastalıkları Araştırma Grubunun Kriterleri: (a) Radyolojik Kriter: İki görüntüleme yönteminde 2 cm’den büyük arteriyel hipervaskülarizasyon gösteren lezyonların saptanması. (b) Kombine Kriter: 21 Bir görüntüleme yönteminde arteriyel hipervaskülarizasyon gösteren 2 cm’den büyük lezyon ve 400 ng/ml’den fazla serum alfa fetoprotein sevyeleri. (ii) Ulusal Organ Paylaşım Programı Kriterleri (transplant bekleyen hastaları listelemek için kullanılır): (a) Listeleme öncesi biyopsi gerekli değildir. (b) Tümörü gösteren abdomene yönelik USG, BT veya MRI, ve metastatik hastalığı dışlamak için Toraksa yönelik BT ile birlikte aşağıdakilerden herhangi biri: • Yukarıdaki görüntüleme yöntemleriyle tespit edilen alanda vasküler belirginlik. • 200 ng/ml’nin üzerinde alfa fetoprotein düzeyleri. • Tümörü onaylayan bir arteriyogram. • Lezyonun kemoemolizasyon, radyofrekans, kryo veya kimyasal ablasyonu öncesi HSK olduğunu onaylayan biyopsi. 2.4. Hepatosellüler Karsinoma’da Tarama Her ne kadar HSK’da tarama yöntemlerinin surviyi iyileştirdiği yönünde kesin kanıt olmasada, birçok hekim yüksek risk grubunda hastaları serum alfa fetoprotein veya karaciğere yönelik USG ile tarar. Son dönemde Çin’de yapılan iki randomize kontrollü çalışmada HSK yönünden taranan hastalarda HSK ilişkili mortalitede belirgin azalma gösterilmiştir.134,135 Karaciğere yönelik USG tercih edilen tarama yöntemidir çünkü sensitivitesi % 84 ve spesifitesi % 90’dan fazladır.136 USG ile alfa fetoproteinin kombinasyonu sadece USG’ye göre sensitiviteyi % 5-10 artırır fakat aynı zamanda maliyet ve yanlış pozitiflik oranlarında da artışa yol açar.137,138 The United States Preventive Services Task Force, National Comprehensive Cancer Network, ve American Cancer Society’ nin HSK yönünden tarama için spesifik kılavuzları yoktur. ABD Ulusal Kanser Enstitüsü survi yararı olmamasına rağmen rutin taramayı önermektedir. American Association for the Study of Liver Diseases ve EASL yüksek riskli hastalarda her 6 ayda bir USG önermektedir (Tablo 3. ve Şekil 3.).139 22 Tablo 3. Hepatosellüler Kanser Yönünden Taranması Gereken Yüksek Riskli Gruplar 1-Sirozlu Hastalar • Hepatit B • Hepatit C • Alkolik siroz • Herediter hemokromatozis • Primer biliyer siroz • Nonalkolik steatohepatit • Karaciğer transplantı için bekleme listesinde olan hastlar 2-Sirozlu olmayan hastalar • Kronik hepatit B taşıyıcıları (erkeklerde >40 kadınlarda >50 yaş üzeri ve ailede HSK öyküsü olan kronik HBV’li hastalar). 3-Alfa1tripsin eksikliği, otoimmün hepatit ve Wilson hastalığına ikincil siroz düşük orta riskli kabul edilir ve bu tür durumlarda tarama için öneri yoktur. 2.5. Doğal Seyir ve Prognoz Prospektif çalışmalar birçok hepatosellüler kanserin sirotik karaciğerde premalign nodüler lezyondan kanseröz lezyona doğru olan progresif bir süreçle geliştiğini göstermektedir.140 HBV veya HCV ile infeksiyondan sonra siroza progresyon ortalama yaklaşık 2-4 dekatı almaktadır. Bundan sonra HSK için yıllık risk HBV ilişkili sirozda % 2-3, HCV ilişkili sirozda % 1-7 ve alkol ilişkili sirozda % 1’dir.141 Hepatosellüler kanser HBV infeksiyonu olan bireylerde siroz gelişmeden de yıllık olarak % 0,26-0,6 oranlarında görülebilir.141 Son dönemde yapılan çalışmalar sirozu olan HCV’li hastaların interferon monoterapisiyle tedavisinin HSK riskini azalttığını göstermiştir ve pegileinterferon ve ribavirin kombinasyonunun bu riski daha da azaltacağı beklenmektedir.142,143 HSK’da sürvinin tahmini altta yatan 2 hastalık olan tümör ve sirozun birlikte olması nedeniyle zordur. Birçok çalışma prognozun direkt olarak kalan hepatik fonksiyonun derecesiyle orantılı olduğunu göstermiştir, bu durum sonlanımda tümör boyutundan ziyade sirozun ana belirleyici olduğunu göstermektedir. Yeni tanı konulup tedavi edilmeyen HSK’lı hastalarda ortalama sürvi haftalar, aylarla ifade edilebilir.144 23 Kötü sonlanımla ilişkili birçok faktör mevcuttur: erkek cinsiyet, ileri yaş, etyolojik ajan (HCV HBV’den daha kötü seyreder), birden fazla risk faktörünün varlığı, nodüllerin sayısı ve ikilenme zamanı, vasküler invazyon ve uzak metastaz sayılabilir. HSK’nın altta yatan nedene, epidemiyolojik zemine ve karaciğer disfonksiyonunun şiddetine bağlı heterojen doğası, dünya genelinde kullanılan belirli bir evreleme siteminin ortaya konmasına engel olmaktadır. Solid tümörler için yaygın olarak kullanılan TNM klasifikasyonu, altta yatan sirozun derecesini içermediği için ciddi kısıtlamalar içermektedir. Bu nedenden dolayı diğer evreleme sistemleri olan Barselona Kliniği Karaciğer Kanseri geliştirilmiştir. 145 Klasifikasyonu ve Karaciğer İtalya Skorlaması (Tablo 4.) Sirotik hastalar: 6 ayda bir Ultrasound (USG) Her 6 ayda bir USG Nodül yok Serum AFP düzeyi artarsa CT KC de Nodül >2 cm 1-2 cm AFP>400ng/ml ve bir görüntüleme yönteminde tipik vasküler patern veya iki görüntüleme yönteminde tipik vasküler patern Evet Kanseri Hayır <1 cm İki görüntüleme yönteminde tipik vasküler patern Hayır Her 3-4 ayda Bir USG Evet Karaciğer Biyopsisi HSK HSK Tanısal Tanısal değil veya Başka bir tanı HSK Her 3-4 ayda Bir USG Şekil 3. Sirozlu hastalarda HSK yönünden takip algoritması. 24 Boyutta artış Nodülün boyutuna göre hareket et 12-18 ay Boyunca stabil Her 6 ayda bir USG Tablo 4. HSK için Barcelona Clinic Liver Cancer (BCLC) evreleme sistemi Tümörün durumu BCLC evresi PST Tümörün evresi Okuda evresi Evre A: erken HSK 0 0 0 0 0 Tek Tek Tek 3 Tümör<3cm I I I I-II Portal HT yok normal bililirubin Portal HT normal bililirubin Portal HT anormal bililirubin Child-Pugh A-B Evre B: orta HSK 0 Geniş Multi nodüler I-II Child-Pugh A-B Evre C: ileri HSK 1-2* Vasküler invazyon Ekstrahepatik yayılım* I-II Child-Pugh A-B A1 A2 A3 A4 Evre D: son dönem HSK 3-4+ Herhangi biri Kc fonksiyon durumu Child-Pugh C Evre A ve B: tüm kriterler sağlanmalıdır. Evre C: en az bir kriter; *PST 1–2 veya vasküler invazyon/ ekstrahepatik yayılım. Evre D: en az bir kriter; +PST 3–4 veya Okuda evre III/Child-Pugh C. *Doğu Koperatif Onkoloji Grubunun performans skalası baz alınarak değerlendirildi 0: asemptomatik, 1: semptomatik ve tamamen ambulatuar, 2: semptomatik ve günün <% 50’sinde yatağa bağımlı, 3: semptomatik ve günün >% 50’sinde yatağa bağımlı, 4: tamamen yatağa bağımlı. Tablo 5. Okuda Evreleme Sistemi Puan 0 Tümör boyutu Kc in <%50 si Asit Yok Albumin (g/dl) >3 Bilirubin (mg/dl) , <3 1 Kc in >%50 si Var <3 >3 Okuda stage I: 0 puan, Okuda stage II: 1 veya 2 puan, Okuda stage III: 3 veya 4 puan. 25 Tablo 6. Child Pugh Skorlama Sistemi Anormallikle birlikte artan puan 1 2 3 Ensefalopati(evre) Yok Asit Yok Albumin (gr/dl) >3.5 Protrombin zamanında 1-4 uzama (sn) Billüribin (mg/dl) 1-2 1-2 Hafif 2.8-3.5 4-6 2-3 3-4 Orta <3.5 >6 >3 Sınıf A: 5-6 puan (iyi operatif risk), Sınıf B: 7-9 puan (orta operatif risk), Sınıf C: 10-15 puan (kötü operatif risk) 2.6. HSK’da Yönetim Hepatoselüler kanserde kesin tedavi karaciğer transplantasyonudur. Böylelikle hem kanser hemde altta yatan kansere eğilimli siroz tedavi edilmiş olur (Şekil 4.). 2.6.1. Cerrahi Tedavi 2.6.1.1 Rezeksiyon Tümörün rezeksiyonu hepatosellüler kanser için tedavi seçeneklerinden birisidir.146,147 Rezeksiyon uygulamadan önce Child Pugh skoruyla yeterli karaciğer rezervinin kalıp kalmadığını belirlemek gerekir (Tablo 6.). Genellikle, Child Pugh A sınıfında olan hastalar güvenli bir şekilde rezeksiyona gidebilir. Bununla birlikte sınıf A’daki hastaların hepsinin homojen karaciğer fonksiyonu olmamasından dolayı, rezeksiyonun uygulanabilirliliği için portal hipertansiyonunda olup olmadığını tayin etmek gereklidir. Bu kriterlerle birlikte 5 yıllık olarak yaklaşık % 60-70’lik bir survi sağlanabilmiştir.148 Adjuvan kemoterapi ve kemoembolizasyonun henüz ek yararı gösterilememiştir.149,150 I-131’le işaretlenmiş lipiodol, aktive lenfositlerle adoptif immunoterapi, ve interferon gibi modaliteleri içeren diğer adjuvan tedavi yaklaşımlarının ümit verici sonuçları olsada bu yaklaşımlarla ilgili ileri araştırmalar gerekmektedir.151-154 26 2.6.1.2. Karaciğer Nakli Tedavide primer yöntem olarak karaciğer transplantasyonunun kullanımı giderek gelişmektedir. 1980’lerde hasta seçiminde yapılan yanlışlar kötü sonuçlara neden olarak, 5 yıllık sürvinin % 40’ların altında olmasına yol açmıştır.155 1996’da yapılan bir klinik çalışma bu konuda sınır taşı olmuştur ve karaciğer transplantı için uygun hasta seçiminde Milan Kriterleri’nin belirlenmesine yol açmıştır. Burada araştırmacılar tek bir lezyon olarak 5 cm veya 3 adet biri 3 cm’den küçük olan hastaları çalışmaya dahil etmişler ve 5 yıllık sürvi % 70’i geçerken, rekürrens oranı %15’in altında saptanmıştır.156 Gerçekten benzer sonuçlar diğer çalışmalardada saptanarak 5 yıllık sürvi rezeksiyon veya ablasyon sonrasından belirgin olarak farklılık göstererek %75’i geçmiştir.157 Karaciğer transplantı için öncelik skorunu belirlemede Son Dönem Karaciğer Hastalığı İçin Model Skoru (MELD) kullanılır, bu skorlamada serum kreatinin, total billüribin ve uluslar arası normalleştirme oranı (INR) kullanılır. Hepatosellüler kanserli hastalar daha yüksek MELD skoruna sahiptir ve bu nedenle hepatosellüler kanseri olmayan ve benzer karaciğer disfonksiyonu olanlara göre transplant için daha önceliğe sahiptir. Bununla birlikte donör sayılarının azlığı, ölümler ve kontrendikasyonların ortaya çıkışıyla beklenmeyen oranlarda transplant listelerinden ayrılmaya ve sürvide % 50’nin altına düşüşlere yol açmaktadır.158 Kadavra karaciğerinin bulunmasındaki zorluklar cerrahi rezeksiyon, neoadjuvan lokal ablasyon ve kemoembolizasyon gibi diğer umut verici sonuçları olan tedavi modalitelerinin kullanılmasına yol açmıştır.159,160 Ayrıca ABD’de canlıdan karaciğer transplantıda HSK’lı hastalarda giderek artan oranda kullanılmaya başlanmıştır ve kadavradan transpant yapılan hastalarla benzer sonuçlar göstermektedir.161 2.6.2.Cerrahi Dışı Tedavi Modaliteleri Hepatosellüler kanserli vakaların çoğunluğu tanı anında rezeksiyon sınırlarını aşmıştır ve tranplant programına alınabilecek ölçülerdede değildir. Bu tür durumlarda çeşitli tedavi modaliteleri mevcuttur. 27 2.6.2.1. Lokal Ablasyon Lokal ablasyon görüntü eşliğinde kimyasal (etanol, asetik asit) ve termal (radyofrekans, kryoablasyon) teknikler kullanır. Ablasyon rezeksiyon sınırlarını aşmış hastalarda küratif amaçla kullanılır ve sürvi oranları rezeksiyona benzerdir. Perkütan etanol injeksiyonu en sık uygulanan tekniktir ve cevap oranları % 70-100 arasında değişmektedir.162,163 Bununla birlikte radyofrekans termal ablasyon şimdilerde en sık kullanılan yöntemdir ve perkütan alkol injeksiyonu ile karşılaştırıldığında hastalığın daha iyi kontrolünü sağlar ve sürvide iyileşmeye yol açar.164,165 Lokal ablasyonun major kısıtlaması infiltratif lezyonlarda ve boyutu 4-5 cm’den büyük tümörlerde başarı oranlarının düşük olmasıdır. 2.6.2.2. Transarteryel Tedavi Transarteryel girişimler rezeksiyon veya perkütan tedaviler için uygun olmayan geniş rezeke edilemeyen hepatosellüler kanserlerin tedavisi için kullanılırlar. Bu tür tedaviler tümör yükünü azaltmak için palyatif amaçla kullanılırlar. En sık kullanılan teknikler arasında transkateter arteryel kemoembolizasyon ve transarteriyel radyoaktif iyod ve lipiodol kulanımı yer alır. Rezeke edilmesi mümkün olmayan hepatosellüler kanseri olan vakaları içeren randomize çalışmaların sistematik derlemesinde kompanse sirozu ve iyi fonksiyonel durumu olan vakalarda arteriyel embolizasyonun 2 yıllık sürviyi iyileştirdiği gözlemlenmiştir.166 Abdominal ağrı ve ateşle ilişkili postembolizasyon sendromu bazen gelişebilir ve bu durum asit ve hepatik ensefalopati gelişimini uyarabilir. İleri karaciğer hastalığı olan (Child Pugh C) ve portal ven trombozu olan vakalarda akut karaciğer yetmezliğini tetikleyebileceği için bu tür tedaviler uygulanmamalıdır. 2.6.2.3. Kombinasyon Tedavisi 5 cm’den küçük tümörlerde transkateter kemoembolizasyonu takiben radyofrekans termal ablasyonun kombine edilmesi iyi lokal cevaba yol açar.167 Bununla birlikte bu işlemlerin yararlılığının daha geniş hasta gruplarında onaylanması gerekmektedir. 28 2.6.2.4. Sistemik Tedavi İlerlemiş HSK’sı olan hastalarda kemoterapi bir çok nedenden dolayı rutin olarak kullanılmaz. Hepatosellüler kanser rölatif olarak kemoterapiye dirençli bir tümördür. Bu durum p-glikoprotein, glutatyon-S-transferaz, ısı şok proteinlerini içeren ilaca direnç genlerinin ekspresyonuna ve p53’de mutasyona bağlıdır. İlerlemiş HSK’sı olan hastalarda kemoterapinin yararını ölçmek zordur çünkü survi sıklıkla tümörün agresifliği veya sistemik tedavinin etkisinden ziyade karaciğer disfonksiyonunun derecesiyle ilişkilidir. Sistemik kemoterapiyi altta ciddi karaciğer disfonksiyonu olan hastalar tolere edemez. HSK ile ilgili klinik araştırmalar farklı hasta populasyonlarında gerçekleştirilmiştir. Örneğin Asya’dan bildirilen çalışmalardaki hastalar daha genç olmaya ve kronik hepatit B veya C hepatine bağlı kompanse sirozu olan hastalarken, Kuzey Amerika veya Avrupa’dan bildirilen çalışmalardaki hastalar tipik olarak 60 yaş üzeri, alkolik siroz ve komorbid hastalıklara sahiptir. Bu durum kemoterapi toleransı, dozu, ve yan etki profilleriyle ilişkilidir. Ayrıca belirgin sirozu olan hastalarda kemoterapinin etkinliği düşüktür. Doksorubisin, tamoksifen, megastrol, interferon alfa, antiandrojenler ve sorafenibi içeren çeşitli kemoterapotik ilaçlar randomize kontrollü çalışmalarda denenmiş veya karşılaştırılmıştır. Bu ajanların kullanımı sorafenib hariç sürvi ve tam yanıtta fark edilebilir bir yarar göstermeksizin belirgin toksisiteye yol açmıştır.168,169 Tablo 7. Altta Yatan Sirozu olan HSK’lı Hastalarda Kadavradan Karaciğer Transplantı için Ulusal Organ Paylaşım Kriterleri (UNOS) • • • • Hasta karaciğer rezeksiyonuna uygun olmayacak <5 cm tek bir kitle veya en büyüğü <3 cm olan en fazla 3 tümör olacak Makrovasküler tutulum olmayacak Tümörün lenf nodları, akciğer, abdominal organlar veya kemik gibi ekstrahepatik organlara yayılımı olmayacak 29 Hepatosellüler Kanser NonMetastatik Metastatik En iyi destek tedavi veya Deneysel çalışmalar Child Pugh Skorunu, portal HT durumunu, nodüllerin sayısı ve boyutunu ve vasküler invazyonu değerlendir Rezeke edilemez Rezeke edilebilir Rezeksiyon +/Adjuvan tedavi UNOS kriterini taşıyor Hayır Evet Tek lezyon <5cm veya 3 lezyon her biri <3cm Ortotropik karaciğer Transplantasyonu Evet Ara tedavileri veya Yaşayan dönörden transplant RFA/PEI Hayır TACE Eğer boyut küçülürse UNOS kriterleriyle tx yönünden değerlendir Şekil 4. HSK’lı hastada yönetim algoritması 2.7 Hepatosellüler Karsinogenez Hemotolojik malignensilerin aksine solid tümörlerin gelişmesi esnasında çok sayıda hücresel gende (onkogen ve tümör süpressör gen) mutasyon gelişmektedir. Hepatosellüler karsinogensizte de birçok onkogen (B-katenin ve Siklinler gibi) ve tümör süpressör gende (p53, p16INK4a, APC, Axin gibi) mutasyon bildirilmektedir. HSK’da genetik değişikliklerin bu denli zengin olmasının 2 nedeni olabilir. İlki, klinik olarak solid tümör tanısı konulmadan önce çok sayıda genetik değişikliğin birikmesi gerekmektedir. Etyolojik faktörle ilk karşılaşma ile HSK gelişmesi arasındaki latent periyod oldukça uzundur. Bu konuda en iyi örnek kronik HBV infeksiyonudur. İkincisi ise değişik etiyolojik faktörler hepatosit içinde farklı genleri hedeflemekte ve 30 değiştirmektedir. Etyolojik olarak tanımlanan genetik heterojenite bu tümörlerin fenotipik heterojenitesi ile sonuçlanmaktadır. HSK’nın gelişmesi sırasında 3 iletişim yolağı aktif hale gelmektedir; Retinoblastoma yolağı, p53 yolağı ve Wnt yolağı. 2.7.1 Retinoblastoma Yolağı Retinoblastoma yolağı hücre döngüsünü düzenleyen en önemli iletişim yolağıdır. Normal hepatositler gibi çoğalmayan hücrelerde retinoblastoma proteini hipofosfarlanmış halde hücrelerde E2F transkripsiyon faktörlerini inaktif halde tutar. Hücreye dışardan çoğalmayı uyaran “büyüme faktörü” uyarısı geldiği zaman, bu tür faktörlerin hücre zarında bulunan reseptörleri uyarılır ve böylece oluşan sinyal hücre çekirdeğine taşınarak siklin D gibi hücre döngüsünü başlatan genlerin ifadesi artar. Bunun sonucu olarak siklin D molekülü genellikle CDK4 adlı siklin-bağımlı kinaza bağlanır ve bu kinaz retinoblastoma proteinini fosforlayarak inaktif hale getirir. Bütün bunların sonucu ise E2F faktörlerinin serbesleşerek hücrede DNA sentezini başlatacak genlerin ifadesini arttırmaktır. Bu genler arasında siklin E geni önemli bir yer tutar. Bu genin kodlandığı siklin E proteini CDK2’ye bağlanarak bu enzimi aktif hale getirir ve bunun sonucu olarak da hücre G1 evresinden S evresine, yani DNA sentezi evresine geçer. Bu gelişme daha sonra hücre bölünmesi ile sonuçlanır. Hücreler gerekli olduğu takdirde (örneğin senesansa girdikleri zaman) bu çoğalma uyarısına p16INK4a ve p21Cip1 genlerinden kodlanan ve siklin-bağımlı kinazları inhibe eden proteinler aracılığı ile direnme özelliği taşırlar. HSK hücreleri retinoblastoma yolağında yer alan siklin-D geninde amplifikasyon yolu ile veya özellikle p16INK4a, bazende retinoblastoma genini inaktif hale getirerek hücre döngüsünü baskılayan sistemi devre dışı bırakırlar. 2.7.2 Wnt Yolağı Wnt yolağı normal hücrede aktif veya inaktif olabilir. Hücre eğer, wnt ligandı aracılığı ile dışardan uyarılmıyorsa, frizzled ligandları inaktif haldedir. Bu durumda APC proteinin aksin ve B-kateninle bağlanarak bir kompleks oluşturur. Glikojen sentetaz kinaz 3B (GSK-3B) B-katenini fosforlar ve hücre içinde yıkıma uğratır. Hücre wnt ile uyarıldığında bu kompleks dağılır ve B-kateninin fosforlanması durur. Bunun 31 sonucu olarak B-katenin sitoplazmada birikmeye başlar ve hücre çekirdeğine göç eder. TCF faktörleri ile birleşerek onları aktif hale getirir. TCF faktörleri hücrede yüzlerce genin ifadesini değiştirebilen proteinlerdir. Bu nedenle hücrenin kaderi tamamen değişebilir. Örneğin, wnt ile aktiflenen hücreler farklılaşma yolunu terkederek kök hücre haline dönüşebilirler. HSK’da wnt yolağı en az 3 mekanizma ile aktif hale gelebilir. Bunlardan ilk ikisi B-katenin ve aksin genlerindeki mutasyonlardır. Bu mutasyonlar sonucu B-katenin, wnt ligandından bağımsız olarak hücrelerde birikerek TCF’leri aktif hale getirir. Bu durumun HSK hücrelerinde ne gibi gen ifade değişikliğine yol açtığı bilinmemektedir. Ancak kolorektal kanser hücrelerinde Bkatenin aktivasyonu bu hücrelere kök hücre özelliği kazandırmaktadır. Kök hücreleri sürekli çoğalabilen ve senesansa uğramayan hücreler olduklarından, kanserli bir hücrenin kök hücre özelliğini kazanmasının sonuçlarını tahmin etmek güç değildir. Ayrıca, B-katenin p53 geninin mutasyona uğraması sonucu da hücrelerde birikmektedir. 2.7.3 P53 Yolağı p53 proteini normal hücrede aktif olarak sentezlenen ancak, hızla yıkılarak yok edilen bir proteindir. Bu yıkım için p53 proteini MDM2 proteini ile bir kompleks oluşturmak zorundadır. Hücrede herhangi bir nedenle stres oluştuğu zaman p53 proteininin yıkımı durdurulur. Bunun için p53 MDM2 kompleksinin oluşmasının engellenmesi gerekmektedir. Bu DNA hasarı sonucu aktif hale gelen bazı enzimlerin p53 proteinini fosforlamaları veya onkogenler tarafından aktif hale getirilen p14Arf proteininin MDM2’ye bağlanması ile olur. Yıkımı durdurulan p53 proteini çekirdeğe göç ederek bazı genlerin ifadesini arttırır. Bu genler arasında p21Cip-1 en önemlisidir. P21Cip-1 geni CDK2 enzimini inhibe ederek hücre döngüsünü durdurma özelliğine sahiptir. Böylece strese uğramış olan hücreler p53 sayesinde çoğalamaz hale gelirler. Bunun özelilikle DNA hasarı taşıyan hücrelerin mutasyona uğramasını engelleyen başlıca düzenek olduğu bilinmektedir. HSK hücreleri, genellikle p53 geninde, zaman zamanda p14 arf geninde, inaktive edici mutasyonlar oluşturarak p53 yolağının devreden çıkarırlar. Böylece, stres altında olsalarda, kanserli hücreler çoğalma özelliğini koruyabilirler. 32 2.8 Tek Nükleotid Polimorfizmleri ve Klinik Önemleri İnsan Genom Projesi’nin sonuçlanmasını izleyen yıllarda bilimsel ilgi daha çok genetik varyasyonların haritalarının çıkarılması üzerine yoğunlaşmıştır. Bir genin belli bir lokusta yer alan alternatif kopyalarından her birine allel adı verilir. Alleller genel populasyonda % 1’den daha fazla sıklıkta bulunuyorsa, bu durum “genetik polimorfizm (genetik çeşitlilik)” olarak adlandırılır. Aksine, alleller % 1’den daha az sıklıkta ise “nadir değişimler’’ olarak isimlendirilir. Genetik hastalığa neden olan zararlı mutasyonların bir çoğu nadir değişimlerdir. Genetik polimorfizm teriminden toplumda yaygın olarak rastlanan ve genellikle hastalık etkeni olmayan genom değişiklikleri anlaşılır. Genetik polimorfizm, kodlanan veya kodlanmayan DNA dizilerinde meydana gelebilir. İntronlarda ve genler arasındaki DNA dizilerinde meydana gelen değişikliklerin genellikle etkisi yoktur. Ancak intron bölgelerindeki bazı polimorfizmlerin gen ekspresyonunu etkileyerek fenotipik değişiklikler meydana getirebileceği belirtilmektedir. Genlerin kodlanan bölgelerindeki (ekzon) polimorfizmler ise protein fonksiyonuna etki edebilir. Promotor bölgede meydana gelen polimorfizm ise transkripsiyon düzeyinde değişikliğe neden olabilir. Polimorfik değişiklikler çok çeşitli tiplerde olabilir. SNP (single nucleotide polymorphism, tek nükleotid polimorfizmi) insan genomundaki en basit ve en yaygın genetik polimorfizm çeşitidir. Tek nükleotid polimorfizmleri (SNP) genomda spesifik bir bölgedeki tek bir bazda meydana gelen degişikliktir. Örneğin SNP, AAGGCTAA DNA dizisi ATGGCTAA şeklinde değişebilir. Varyasyonun SNP olduğunun düşünülebilmesi için, populasyonun en az % 1’inde bulunması gerekmektedir. SNP, 3-milyar bazlık insan genomunda her 100-300 bazda bir meydana gelebilir. SNP’ler insan genetik varyasyonlarının % 90’nını oluştururlar. Tek nükleotid değişim polimorfizminin (SNP) bazı alt grupları vardır. SNP’leri; Aminoasit değişimine neden olmayan SNP’ler veya aminoasit değişimine neden olan SNP’ler olarak ikiye ayırabiliriz. Aminoasit değişimine neden olan SNP’ler, protein fonksiyonuna etki ederek fenotip üzerinde etki meydana getirebilir. SNP’ler DNA dizisinde restriksiyon enzim (RE) kesim bölgesi meydana getirebilir veya mevcut kesim bölgesini ortadan kaldırabilir. Bu değişiklikler RE’lerince DNA'nın farklı uzunlukta kesilmesine yol açar. DNA bantlarının uzunluğu ve sayısı kıyaslanarak elde edilen çeşitliliğe RFLP (restriction fragment length polymorphism) denir. Bugüne kadar insan genomunda milyonlarca SNP bulunmuş 33 olması, hem doğal hem de hastalık fenotiplerine katkıda bulunan genetik faktörlerin tanımlanması açısından çok önemlidir. Polimorfizmler insan genetik araştırmalarında anahtar bir fonksiyon üstlenmistir. Bir genin farklı kalıtım kalıplarının öngörülebilmesi veya genomun farklı segmentlerinin birbirinden ayırt edilebilmesi önemli bir konudur. Bu açıdan şu anda DNA polimorfizm çalışmalarında ve bulunan polimorfizm sayısında bir patlama yaşanmaktadır. Polimorfizm bu açıdan bir genetik marker gibi görev yapmaktadır. Polimorfizimler genin farklı kalıtsal formlarını veya genomun farklı bölgelerini ayırt edebilmek için de kullanılmaktadır. Genetik belirleyiciler tıbbi genetikte kullanım için pratiklik sunar. Bağlantı analiz yolu ile kromozomların belirli bölgelerindeki genlerinin haritalanması, genetik hastalıkta doğum öncesi tanı, genetik hastalıklarda heterozigot taşıyıcıların belirlenmesi, kroner kalp hastalığı, kanser ve diyabet gibi yaygın yetişkin hastalıklarına yatkın kişilerin yüksek ve düşük risklerin değerlendirilmesi adli tıpta ve babalık testinde kullanım ve organ transplantasyonu için doku tiplenmesi tıbbı genetik kapsamı içindedir. 2.8.1 p53’ün Fonksiyonu ve Kodon 72 Arjinin/Prolin Polimorfizminin Önemi Bir tümör süpresör gen olan p53 17. kromozomun kısa kolunda lokalizedir. 11 ekzonu ve 10 intronu vardır (17p13.1) ve p53 geninin ürünü olan p53 proteini (TP53) 393 aminoasitten oluşur ve 53 kDa’luk nüklear bir proteindir. TP53 gen transkripsiyon kontrolü, DNA tamiri, hücre döngüsü kontrolü, genomik stabilite, kromozom segregasyonu, hücresel yaşlanma, anjiyogenez, apopitoz ve tümör baskılanması gibi hücresel süreçlerde kritik ve önemli işlevlere sahiptir. Tüm bu işlevleri ve özellikle tümör gelişimini baskılayıcı rolleri ile “genomun gardiyanı” olarak tanımlanan p53 proteini DNA hasarı, hipoksi, nükleotid havuz deplesyonu, viral enfeksiyonlar ve onkogen aktivasyonu gibi çeşitli genomik stres durumlarında aktive olmaktadır. p53 proteinin beş önemli bölgesi vardır. N-terminal bölge transkripsiyonel aktivasyon için gereklidir. Prolince zengin olan bir bölgesi vardır. Merkezi kor bölgesi, spesifik DNA bağlayıcı kısımlar içermektedir. Tetramerizasyon kısmı transaktivasyon ve spesifik dizlere bağlanabilmesi için gereklidir. C terminal kısmı, bazı DNA lezyonlarını tanır, helikazlarla etkileşime girerek DNA tamiri, DNA rekombinasyonu ve apoptozisle ilgilidir. p53 proteini hücre içinde bir tetramer formunda bulunmaktadır. p53 proteini bir 34 transkripsiyon faktörüdür; p21, MDM2, DNA damage-inducible 45 gene (GADD45), siklin G, (bcl2-iliskili X protein) Bax gibi bir çok hedef genin transkripsiyonel aktivasyonunda yada baskılanmasında rol almaktadır. Transkripsiyonel etkisini gösterebilmesi için spesifik DNA dizilerine baglanmaktadır. İşte proteinin DNA’ya bağlanan bu bölgeleri genin 4-8. ekzonları tarafından kodlanmaktadır. Tümörlerde görülen mutasyonlarda özellikle bu bölgede yoğunlaşmaktadır. Normal sartlarda p53 hücre içinde inaktif halde, düşük yoğunlukta ve kısa yarı ömürlü olarak bulunmaktadır. Stabilizasyonunun düzenlenmesinde MDM2 adlı bir protein rol oynamaktadır: MDM2, p53’ün amino ucuna bağlanarak hem onun transkripsiyonel etkinliğini baskılamakta, hem de proteazom adlı komplekslere yönlendirerek burada degradasyonunu (proteoliz) sağlamaktadır. İlginç olarak; p53, MDM2 genininde transkripsiyonunu aktive etmektedir. Bir çok “stres” faktörleri p53’ün hücre içi yoğunluğunu arttırarak ve üç boyutlu yapısını değiştirerek onu aktive etmektedir. Wild tip p53 kodon 72’de iki yaygın polimorfik varyant tanımlanmıstır. Bu polimorfizmler 72. aminoasit pozisyonunda ya prolin (p53 Pro) yada argininin (p53 Arg) yer değişimi ile sonuçlanan tek bir nükleotid değişimlerinden kaynaklanmaktadır. Arginin (Arg, CGC) büyük polar ve prolin (CCC) küçük polar aminoasit rezidüsüdür. Bu nonkonservatif aminoasit degisimi p53’ün prolince zengin kısmında bulunan PXXP (P: prolin, X; herhangi bir amino asit) SH3-binding motiflerinden biriyle ilgilidir. p53’ün biyokimyasal ve fonksiyonel özelliklerini etkiler. p53 Pro, güçlü bir transkripsiyonel aktivatördür ama apoptosizi indükleyici özelligi p53 Arg’den daha azdır. Arg 72 varyantlarının, Pro 72 varyantlarına göre 5 misli daha fazla apoptozisi indüklemektedir. p53 Arjinin/Prolin polimorfizmi prolince zengin sekans içerisinde bulunmaktadır. Arginin/Prolin polimorfizmi genin 4. ekzonu içerisinde ve kodon 72 pozisyonunda bulunmaktadır. p53 Arjinin/Prolin varyantları transkripsiyon aktivitesi, apopitozun indüklenmesi ve hücre transformasyonunun baskılanmasıda farklı fonksiyonel kapasiteye sahiptirler. TP53 Arjinin ve Prolin varyantları DNA’ya bağlanma ve transkripsiyon aktivileri, apopitozis indüksiyonları ve hücre döngüsünün durdurulmasında farklılık göstermektedirler. p53 Arjinin varyantı prolin varyantına nazaran apopitozisi daha hızlı ve daha verimli bir şekilde indükler. Apopitozisin p53 Arjinin varyantı tarafından daha hızlı ve etkili bir şekilde indüklenmesinin nedeni arjinin varyantının mitokondride daha fazla lokalize olması olabilir. Mitokondriye bu 35 lokalizasyon proapopitotik sitokrom-c’nin sitozole salınması ile birliktedir. p53’ün apopitozu stimüle edici proteinler (ASPP) ailesi p53 kodon 72 arjinin/prolin polimorfizminin apopitoz fonksiyonunu düzenler. p53 kodon 72 prolin varyantının apopitoz fonksiyonu seçici bir şekilde p53’ün apopitozu stimüle edici proteini inhibitörleri (iASPP) tarafından inhibe edilir. p53 kodon 72 arjinin varyantının çok fazla apopitoz indükleme kapasitesine sahip olması arjinin varyantının iASPP inhisyonunda kaçabilme kapasitesinden ve daha fazla mitokondride lokalize olma kapasitesinden kaynaklanmaktadır. 2.8.2 MDM2 SNP 309 Gen Polimorfizminin Önemi İnsan genomu sürekli olarak hücrenin onkojenik transformasyonuna ve tümörogenezisine yol açan çeşitli formlarda endojen ve eksojen streslere maruz kalır. Genomik yapının bütünlüğünü genotoksik saldırılardan korunabilmesi için çeşitli kompleks sistemler gelişmiştir. TP53 (MIM 191170) tümör süpresör geni bu tür saldırılara karşı DNA hasarına karşı oluşan uyarıların major olarak toplandığı yer olarak ana koruyucu rol oynar. p53 proteini sinyal yolağında birçok protein tarafından uyarılabilir veya aktive edilebilir. Örneğin fonksiyonel p53 proteini hücreleri malign transformasyondan hücre döngüsünün kontrolü ve DNA tamirindeki görevli genleri aktive ederek veya hücre çoğalmasını apopitozisi uyararak veya hücre döngüsünün G1 fazında durdurarak inhibe eder. Bundan dolayı p53 hücrelerin karsinojenlere karşı yanıtı düzenler. Murine double minute 2 (MIM 164785), MDM2 veya (HDM2), p53 yolağında anahtar rol oynayan bir proteindir ve PTEN ve p53 tümör fonksiyonları arasındaki bağlantıyı sağlayan ana yolaktır. TP53 ve MDM2 proteinleri otoregülatuar feedback döngüsü oluştururlar, p53 MDM2 seviyelerini pozitif olarak regüle ederken, MDM2 p53 seviyelerini ve aktivitesini negatif olarak regüle eder. MDM2 proteini p53 fonksiyonunu birçok bağımsız yolla etkiler. Birincisi, MDM2 p53’ün N-terminal transkripsiyon aktivatörü bölgesine bağlanır ve onun transkripsiyonel aktivitesini inhibe eder. İkinci olarak, MDM2 p53 için E2 ubiquitin ligaz olarak fonksiyon gösterir. Dahası, onkogen olarak, MDM2 p53’ün hücre döngüsünün kontrolünde önemli rol oynayan diğer tümör ilişkili genlerle etkileşiminde regülatuar rol oynar. Ayrıca MDM2 E2F ailesi transkripsiyon faktörleri, Rb büyüme regülatuar fonksiyonunun inhibisyonu 36 ve normal hücrelerin G0/G1-S fazına geçişini inhibe ederek karsinogeneze p53’den bağımsız olarakda katkıda bulunur. İnsan MDM2 geni kromozom 12q13-14’de lokalizedir. Genomik boyutu 34 kb’dir ve sabit ve p53’e yanıt veren intronik promoter’ı içeren iki promoter’ı vardır. Her ne kadar MDM2’de nadiren mutasyon olsada, çoğunlukla polimorfiktir. Örneğin MDM2 geninde en az 152 tek nükleotid polimorfizmi ve 18 insersiyon polimorfizmi mevcuttur. Bunların 68 tanesi minör allel frekansına (MAF) sahipken >% 5, bunlardan hiçbirisi aminoasit değişiklikliğine yol açmaz. Son dönemde Bond ve arkadaşları MDM2 geninin intronik p53 cevabı oluşturan promoter’ında timin ile guaninin yer değiştirmesi sonucu oluşan SNP309(c.-5+309G>T), olarak bilinen doğal olarak oluşan fonksiyonel SNP’yi tanımlamışlardır (National Center for Biotechnology Information Single Nucleotide Polymorphism Identification Number: dbSNP ID: rs2279744)197. SNP MDM2 promoter’ında intron1’in 309 base pair (bp) aşağı yönünde lokalizedir. SNP309’un transkripsiyonel aktivatör stimülatör protein (Sp) 1’in affinitesini artırdığı ve bunun MDM2 RNA ve proteini düzeylerini artırarak sonuçta p53 yolağını etkilediği gösterilmiştir197. MDM2 düzeylerindeki bu artış p53 transkripsiyonel aktivitesinin direkt inhibisyonuyla, bu durumda hasarlanmış hücrenin hücre siklüsü kontrol noktasından kaçarak karsinojenik hal almasıyla sonuçlanır. 37 3. GEREÇ ve YÖNTEM 3.1. Hasta Seçimi Bu çalışma Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dahiliye Gastroenteroloji ve Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı’na Mayıs 2005–Haziran 2008 tarihleri arasında, klinik, laboratuvar, radyolojik ve patolojik bulguları ile hepatosellüler karsinoma tanısı konan hastaların alındığı prospektif bir çalışmadır. Hastalara Barcelona Kriterleri’ne göre sirozu olan vakalarda iki radyolojik veya bir radyolojik birde biyokimyasal parametre (alfafetoprotein düzeyi) baz alınarak veya sirozu olmayan vakalarda patoloji sonucuna göre HSK tanısı koyuldu. Tüm hastalarda karaciğere metastaz yapabilecek diğer malignensiler klinik, biyokimyasal ve radyolojik bulgularla dışlandı. Daha önceden D. Gastroenteroloji Polikliniğince siroz nedeniyle takip edilen hastaların klinik bilgileri ayrıca tüm hastaların yaşları, cinsiyetleri, yaşadıkları il, telefon numaraları, tanı tarihleri, sigara, alkol kullanım öyküsü ve eşlik eden hastalıkları (Diyabetes Mellitus ve Malignensiler) kaydedildi. Tüm hastalarda tam fiziki muayene yapıldı. Tüm hastalardan hepatit markerları (HBsAG, antiHBs, antiHBcIgG, antiHCV), serum alfafetoprotein düzeyleri (AFP), tam kan sayımı (CBC), protrombin zamanı (PTZ), uluslararası normalleştirme oranı (INR), ferritin, c-reaktif protein (CRP), kreatinin (Cr), aspartat amino transferaz (AST), alanin amino transferaz (ALT), albümin, direkt bilirubin, total kalsiyum düzeyleri çalışıldı. HBsAg(+) vakaların serumundan HbeAg, antiHbe, antidelta ve HBVDNA düzeylerine bakıldı. AntiHCV(+) vakaların ise HVC RNA düzeylerine bakıldı. Radyolojik olarak tüm hastaların Karaciğer yönelik Üst Abdomen Ultrasonografisi, Portosplenik Renkli Doppler Ultrasonografisi, Karaciğere yönelik Üç Fazlı Bilgisayarlı Tomografisi ve bazı vakalarda Üst Abdomen Manyetik Rezonans görüntülemesi yapıldı. Bunların sonucuna göre tümörün boyutu, nodülaritesi ve çevre dokulara ve vasküler yapılara invazyon gösterip göstermediği belirlendi. Daha önceden siroz tanısı almış olan hastaların Child-Pugh skorları ve tüm hastaların MELD skoru, Okuda ve BCLC evresi hesaplanarak hepatosellüler karsinoma evreleri erken, orta, ileri ve son dönem olarak belirlendi. Hastaların tamamından EDTA içeren vakumlu tüplere 5 ml tam kan alındı. Kan örnekleri hastaların kendilerinin ve birinci derece yakınlarının 38 rızası ile alındı. Alınan kanlar +4 oC’de saklanarak en geç 20 gün içerisinde DNA izolasyonu yapıldı. DNA izolasyonu standart yöntem “fenol-kloroform” ile yapıldı.1,2 P53 geni kodon 72 arjinin/prolin ve MDM2 309 timin/guanin tek nükleotid polimorfizmleri polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) temelli restriksiyon analizleri ile araştırılmıştır.3,4 Çalışma için Çukurova Üniversitesi Etik Kurul onayı alındı. Araştırılacak hastalar çalışma konusunda bilgilendirilerek onayları ile birlikte rıza formları alındı. 3.2. Çalışma Dışı Bırakma Kriterleri Hastalarda anamnez, fizik muayene, biyokimyasal, radyolojik ve patolojik bulgularıyla karaciğerdeki kitlesi için Hepatosellüler Karsinoma dışında başka bir primer malignensi şüphesi olan vakalar çalışma dışı bırakıldı. 3.3. Biyokimyasal ve Serolojik Ölçümler Tüm hastalardan biyokimyasal tetkikler için venöz kan örnekleri alındı. Alınan kan örneklerinde biyokimyasal parametrelere bakıldı. Aynı anda çalışılamayan tetkikler +4 derecede muhafaza edilerek diğer gün çalışıldı. Çalışmaya dahil edilen tüm olgularda alfafetoprotein, albümin, tam kan sayımı (lökosit, hemoglobin, hematokrit, trombosit), fibrinojen, crp, ptz, inr, ferritin, cr, ast, alt, direkt billirubin, total kalsiyum, düzeyleri çalışıldı. Serolojik olarak HBsAg, antiHBs, antiHBc, HbeAg, antiHbe, antiHCV bakıldı. PCR ile HBVDNA ve HCV RNA düzeyleri ölçüldü. (1). C-reaktif protein düzeyi (CRP) Serumda Dade Behring BN II seroloji cihazında nefelometrik yöntemle çalışıldı. (2). Alfafetoprotein düzeyi; Clauss yöntemi ile çalışan, Dade Behring koagülometrisinde tespit edildi. (3). AST, ALT Serumda modüler cihazda enzimatik kolorimetrik yöntem ile tespit edildi. (4). Kalsiyum Cresolphthalein Complexane yöntemi ve Modüler DPP cihazı ile çalışılmıştır. 39 (5). Albumin BCG yöntemi ve Roche Modüler DPP cihazı ile çalışılmıştır. (6). Total Biluribin Kolorimetric assay yöntemi ve Roche Modüler DPP cihazı ile çalışılmıştır. (7). Ferritin Electroceleminesense (sandvic prensibi) yöntemi ve Roche Modüler DPP cihazı ile çalışılmıştır. (8). Tam kan sayımı (CBC) Coulter method yöntemi ve Bechman Coulter cihazı ile çalışılmıştır. (9). PTZ Microagulation yöntemi ve AMAX 200 cihazı ile çalışılmıştır. (10). İNR Calculation (Hasta PTZ/normal ortalama PTZ) hesaplandı. 3.4 Çalışmada Kullanılan Araç ve Gereçler • Thermal Döngü Cihazı • Soğutmalı Santrifüj • Mikrosantrifüj • Yatay elektroforez sistemi • Elektroforez güç kaynağı • Elektronik Hasas Terazi • Hız ayarlı Vorteks • Otomatik pipetler • pH metre • Enjektörler • UV transillumunator • UV görüntü analiz sistemi • Steril 0,2 ml, 0,5 ml, 1,5 ml, 2 ml eppendorf santrifüj tüpleri • Isıtıcı manyetik karıştırıcı • İnkübasyon cihazı 40 3.5 Çalışmada Kullanılan Araç ve Gereçler • Agaroz (Sigma) • Tris-Base (Sigma) • EDTA, sodyum tuzu (Sigma) • SDS, Sodyumdodesildülfat (Sigma) • Etil Alkol (Merck) • Borik Asit (Sigma) • Etidyum bromür (Sigma) • Proteinaz K (Sigma) • Taq DNA polimeraz enzimi (Promega) • Restriksiyon enzimleri (Promega ve Fermentas) • 10 X PCR buffer (Promega) • Deoksiribonükleotid trifosfatlar (dNTPs, Promega) • Brom fenol blue (Sigma B-6896) • Mineral yağ (Sigma M-5904) • Potasyum bikarbonat (Merck C754962) • Sodyum klorür (Merck) • Xylene cyanol (Sigma X-4126) • Fenol (Sigma) • Kloroform (Merck9) • DNA size marker (100 bp DNA ladder, Puc 19 DNA/Msp1 Marker) (Promega) • MgCI2 (Promega) 3.6 Çalışmada Kullanılan Stok Solüsyonların Hazırlanması • 0,5 M EDTA pH 8,0 - 18,61 g disodyum EDTA - 80 ml bidistile H2O içinde çözülür. - Solüsyona 2 g NaOH tableti atılarak eritilir. 41 - pH 8’e ulaştığında bidistile H2O ile 100 ml tamamlanır. - Otoklavda steril edilir. • 1 M Tris Tamponu (Stok) - 121,1 g Tris base tartılarak bir behere alındı. Üzerine 42 mikrolitre HCI ile yaklaşık 800 ml ddH2O eklenerek manyetik karıştırıcı yardımıyla iyice çözündürüldü. Daha sonra balon jöjeye aktarıldı ve 1 litreye tamamlandı. 120 oC’de 15 dakika otoklavlanarak sterilize edildi. • 10 X TBE (Stok Solüsyonu) - 108 g Tris-base (0,9M) - 55 g Borik asit (0,9M) - 40 ml 0,5 M EDTA pH 8,0 (20mM) - Tris-base ve borik asit 700 ml bidistile H2O içinde çözülür - EDTA eklenir. - Bidistile H2O ile 1000 ml’ye tamamlanır. - Oda sıcaklığında saklanır. • 1 X TBE (Çalışma Solüsyonu) - 100 ml 10 X TBE stoktan - 900 ml bidistile H2O eklenir. • Edityum bromür solüsyonu (10 mg/ml) - 1 g Etidyum bromür - 10 ml bidistile H2O içinde çözülür. - Işık almayan bir şişe içinde +4 oC’de saklanır. - Stok solüsyondan, çalışma solüsyonu 0,5 mg/ml olacak şekilde hazırlanır. • Proteinaz K (Sigma) Solüsyonu 42 - 10 ml 500 mM’lık Tris (pH 8) solüsyonu içine 100 mM'lık CaCI2’den 0,1 ml ilave edilir ve 100 mg poteinaz K solüsyona eklenir. Bu şekilde 10 mg/ml proteinaz K solüsyonları hazırlanır. • % 10’luk SDS (Sodyum Dodesil Sülfat) (Merck) - 10 g sodyum dodesi sülfat tartıldı. SDS tozlarını kaldırmamaya dikkate ederek beher içine alındı ve üzerine 80 mililitre ddH2O eklendi. Manyetik karıştırıcı yardımıyla çözündürüldü ve pH'sı 7,2’ye ayarlandı. 0,22 mikronluk filtreden geçirilerek sterilize edildi ve oda ısısında saklandı. • 4 M Sodyum Klorür (NaCI) - 233,6 gram Sodyum klorür tartılarak erlene alındı. Üzerine 800 ml ddH2O ilave edildi ve manyetik karıştırıcı ile iyice çözündürüldü. Balon jöjeye aktarılarak 1 litreye tamamlandı. 120 o C’de 15 dakika otoklavlanarak sterilize edildi. • Agaroz Jel Yükleme Tamponu (5X) - 20 g Ficoll 400, 1 g SDS, 0,2 ml 0,5 M EDTA, 1 ml 1 M’lık Tris (pH 8), 200 mg Brom fenol blue, 200 mg Xylen cyanol tartılarak steril ddH2O ile 100 ml’ye tamamlandı. Oda sıcaklığında saklandı. • Eritrosit Parçalama Tamponu (Lysis Buffer) - 8,74 g Amonyum klorür, 1 g Potasyum bikarbonat, 200 μl 0,5 M’lık EDTA’nın tartımları yapılarak erlen içine alındı. 900 ml ddH2O eklendi ve çözeltinin pH'sı 1 N NaOH ile 7,4’e ayarlandı. Daha sonra balon jöje içine alınarak 1 litreye tamamlandı. Çözelti ısıya dayanıklı şişelere aktarılarak 120 o C’de 15 dakika otoklavlandı ve +4 oC’de saklandı. • Lökositleri Parçalama Tamponu (White Blood Cell Buffer-WBL) 43 - 25 ml 4 M NaCI ve 50 ml 0,5 M EDTA direk balon jöjeye aktarılarak 1 litreye tamamlandı. 120 o C’de 15 dakika otoklavlanarak sterilize edildi. 3.7 DNA İzolasyon Yöntemi - 5 ml EDTA’lı tüm kan 50 ml’lik polipropilen tüpe alınır. - Kan örneğinin üç katı hacminde (15 ml) eritrosit lizis tamponu konulup. Kapak kapatılıp kısaca çalkalanır. - 2000 rpm’de +4 oC’de 15 dakika santrifüj yapılır. Üstteki süpernatant pastör pipeti ile atılır. - Eritrosit lizis tamponu ile yıkama işlemi iki kez daha yapılıp üstteki süpernatant atılarak aynı devir ve soğutmalı santrifüjde santrifüj edilir. Bu işlemelökosit pelleti beyazlaşıncaya kadar devam edildi. - Lökosit pelleti beyazlaşınca süpernatant dökülür. Lökosit pelleti üzerine 600 μl lökosit parçalama solüsyonu (White Cell-Lysis Buffer) 0,5 ml %10 SDS ve 10 µl proteinaz K konulup köpürtmeden iyice pipetlenir. 55 oC’de 1 gece inkübasyona bırakılır. - 1 gece sonunda her tüpe hacminin 2 katı olacak şekilde fenolkloroform (1:1) çözeltisinden eklenir. +4 oC’de 30 dakika beklenir. - 30 dakikanın sonunda +4 oC’de 15 dakika 15000 devirde santrifüj edildi. Santrifüj sonunda süpernatant temiz tüpe alınarak süpernatantın hacminin 2 katı kadar tekrar feno-kloroform çözeltisi eklendi ve +4 oC’de 30 dakika beklenir. - 30 dakikanın sonunda +4 oC’de 15 dakika 15000 devirde santrifüj edildi. Santrifüj sonunda süpernatant temiz tüpe alınarak süpernatantın hacmini kadar kloroform ilave edildi. Ve +4 oC’de 15 dakika 15000 devirde santrifüj edildi. - 15 dakikanın ardından süpernatant temiz bir tüpe alınarak üzerine -20 o C tutulan %100’lük etil alkol eklendi. Bu aşamadan sonra örnekler - 20 oC’de 1 gece tutulur. - 1 gecenin sonunda -20 oC’den çıkarılan örnekler +4 oC’de 15 dakika 15000 devirde santrifüj edildi. 44 - Santrifüj sonrasında süpernatant döküldü. Eppendorf tüpleri DNA konsantratörde 3 dakika vakum altında kurutuldu. Daha sonra DNA örnekleri steril ddH2O ile çözündü. Bu aşamadan sonra çözünmüş DNA’lar -20 oC’de polimeraz zincir reaksiyonu gerçekleştirilinceye kadar saklandı. 3.8 P53 ve MDM-2 Genlerinin PCR ile Çoğaltılması 3.8.1 P53 Kodon 72 Arginin/Prolin Polimorfizminin Genetik Analizi P53 geninin kodon 72 Arg/Pro (rs1042522) polimorfizmi içerisinde bulunduran 199 bç’lik hedef bölgesinin DNA dizisi ve çoğaltılmasında kullanılan primer çifti aşağıdaki gibidir.5,6 NCBI Nükleotid veri tabanından alınan AY838896 rapor numaralı insan genomik sekansı kullanılmış ve primerlerin uygunluğunun testi için online Primer3 Output programından yararlanılmıştır. PRİMER Uzunuk (bç) TM LEFT PRİMER 23 72,52 52,17 5′-TTGCCGTCCCAAGCAATGGATGA-3′ RIGHT PRİMER 23 63,97 52,17 5′-TCTGGGAAGGGACAGAAGATGAC-3′ GC% DNA sekansı P53 geninin kodon 72 Arg/Pro (rs1042522) polimorfizmi içerisine alan DNA dizisi aşağıdaki gibidir altı çizili nükleotid polimorfik olan nükleotidtir. 1 aaggacaagggttgggctggggacctggagggctggggacctggagggctggggggctgg 61 ggggctgaggacctggtcctctgactgctcttttcacccatctacagtcccccttgccgt >>>>>>> 121 cccaagcaatggatgatttgatgctgtccccggacgatattgaacaatggttcactgaag >>>>>>>>>>>>>>>> 181 acccaggtccagatgaagctcccagaatgccagaggctgctccccgcgtggcccctgcac 241 cagcagctcctacaccggcggcccctgcaccagccccctcctggcccctgtcatcttctg <<<<<<<<<<< 301 tcccttcccagaaaacctaccagggcagctacggtttccgtctgggcttcttgcattctg <<<<<<<<<<<< 361 ggacagccaagtctgtgacttgcacggtcagttgccctgaggggctggcttccatgagac 45 Belirlenmiş primer çifti için; PCR tüpünde son hacim 50 μL olup içeriği şu şekildedir. Her iki primer çiftinden (50pmol) 0,5 μL, MgCI2 (25mM) 4 μL, dNTP (10mM) 2 μL, PCR tamponu 5 μL, Taq DNA polimeraz (5U/μL) 0,3 μL, DNA 5 μL (250ng) ve son hacim 50 μL olacak şekilde ddH2O oluşur. (Tablo 8.) Tablo 8. P53 Kodon 72 Arginin Prolin Gerçekleştirildigi PCR Reaksiyonu Karışımı Polimorfizminin Optimum Amplifikasyonun Reaksiyon karısımı Miktar Final konsantrasyon 10XPCR tamponu 5 1X Magnezyum klorür (25Mm) 4 2,5 Mm Forward primer(50 pmol) 0,5 25 pmol Reverse primer(50 pmol) 0,5 25 pmol DeoksiNTP mix (10Mm) 0,2 0,2 mM 0,2 1U DNA 1 200-500 ng Steril bidistile su 16,6 Tag DNA polimeraz (5U/µl) . PCR işlemini gerçekleştirmek için, otomatik ısı döngü cihazını aşağıda belirtilen sıcaklık ve sürelere göre ayarlandı. (Tablo 9.) Tablo 9. P53 Kodon 72 Arginin Prolin Polimorfizmini için PCR Sıcaklıkları Reaksiyon Asaması SıcaklıkºC Süre Döngü sayısı İlk denatürasyon 95 10 dk 1 Denatürasyon 95 1dk Annealing(primer baglanması) 55 1dk Extension(Zincir uzaması) 72 1dk Final extension 72 10dk 33 1 PCR için kullanılan karışım 0,2 ml’lik tüplere dağıtıldı ve üzerine saflaştırılan genomik DNA eklendi. Tüm işlemler tepkimenin doğru gerçekleşmesi için buz üstünde yapıldı. Bu şekilde elde edilen tepkime karışımı otomatik ısı döngü cihazına yerleştirilerek tepkime gerçekleştirildi. Tüm PCR’larda negatif kontrol olarak DNA içermeyen steril su kullanıldı. 46 3.8.2 MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin Genetik Analizi MDM2 geninin SNP309 T/G polimorfizmini içerisinde bulunduran 158 bç’lik hedef bölgesinin DNA dizisi ve çoğaltılmasında kullanılan primer çifti aşağıdaki gibidir. NCBI Nükleotid veri tabanından alınan AF527840 rapor numaralı insan genomik sekansı kullanılmış ve primerlerin uygunluğunun testi için online Primer3 Output programından yararlanılmıştır. Uzunuk PRİMER (bç) TM GC% DNA sekansı LEFT PRİMER 20 64,12 60,00 5′-CGCGGGAGTTCAGGGTAAAG-3′ RIGHT PRİMER 20 61,88 60,00 5′-CTGAGTCAACCTGCCCACTG-3′ MDM2 geninin SNP309 T/G polimorfizmini alan DNA dizisi aşağıdaki gibidir altı çizili nükleotid polimorfik olan nükleotidtir. 2461 cgccagggaggagggcgggatttcggacggctctcgcggcggtgggggtgggggtggttc 2521 ggaggtctccgcgggagttcagggtaaaggtcacgggggccgggggctgcggggccgctt >>>>>>>>>>>>>>>>>>>> 2581 cggcgcgggaggtccggatgatcgcaggtgcctgtcgggtcactagtgtgaacgctgcgc 2641 gtagtctgggcgggattgggccggttcagtgggcaggttgactcagcttttcctcttgag <<<<<<<<<<<<<<<<<<<< 2701 ctggtcaagttcagacacgttccgaaactgcagtaaaaggagttaagtcctgacttgtct Belirlenmiş primer çifti için; PCR tüpünde son hacim 50 μL olup içeriği şu şekildedir. Her iki primer çiftinden (50pmol) 0,5 μL, MgCI2 (25mM) 4 μL, dNTP (10mM) 2 μL, PCR tamponu 5 μL, Taq DNA polimeraz (5U/μL) 0,3 μL, DNA 5 μL (250ng) ve son hacim 50 μL olacak şekilde ddH2O oluşur. 47 Tablo 10. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin Optimum Amplifikasyonun Gerçekleştirildigi PCR Reaksiyonu Karışımı Reaksiyon karısımı Miktar Final konsantrasyon 10XPCR tamponu 5 1X Magnezyum klorür (25Mm) 4 2,5 mM Forward primer(50 pmol) 0,5 25 pmol Reverse primer(50 pmol) 0,5 25 pmol DeoksiNTP mix (10mM) 2 0,2 mM 0,2 1U DNA 1 200-500 ng Steril bidistile su 16,6 Tag DNA polimeraz (5U/µl) PCR işlemini gerçekleştirmek için, otomatik ısı döngü cihazını aşağıda belirtilen sıcaklık ve sürelere göre ayarlandı. (Tablo 11.) Tablo 11. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin için PCR Sıcaklıkları Reaksiyon Asaması SıcaklıkºC Süre Döngü sayısı İlk denatürasyon 95 10 dk 1 Denatürasyon 95 1dk Annealing(primer baglanması) 59 1dk Extension(Zincir uzaması) 72 1dk Final extension 72 10dk 35 1 Belirlenmiş primer çifti için; PCR tüpünde son hacim 50 μL olup içeriği şu şekildedir. Her iki primer çiftinden (50pmol) 0,5 μL, MgCI2 (25mM) 2 μL, dNTP (10mM) 2 μL, PCR tamponu 5 μL, Taq DNA polimeraz (5U/μL) 0,3 μL, DNA 5 μL (250ng) ve son hacim 50 μL olacak şekilde ddH2O oluşur. PCR işlemini gerçekleştirmek için, otomatik ısı döngü cihazını aşağıda belirtilen sıcaklık ve sürelere göre ayarlandı. PCR için kullanılan karışım 0,2 ml’lik tüplere dağıtıldı ve üzerine saflaştırılan genomik DNA eklendi. Tüm işlemler tepkimenin doğru gerçekleşmesi için buz üstünde yapıldı. Bu şekilde elde edilen tepkime karışımı otomatik ısı döngü cihazına 48 yerleştirilerek tepkime gerçekleştirildi. Tüm PCR’larda negatif kontrol olarak DNA içermeyen steril su kullanıldı. 3.9. Çoğaltılmış DNA’ların Elektroforezde Değerlendirilmesi PCR sonucu oluşan DNA’ları yürütmek için %2’lik agaroz jel hazırlandı. 5 μl PCR ürünü 1 μl yükleme tamponuyla karıştırılarak kuyucuklara yüklendi. Jel 90 voltta 90 dakika elektroforeze tabi tutuldu. Ultraviyole lamba altında PCR’da kullanılan primer çiftlerine göre oluşan DNA bantları incelendi. P53 geninin kodon 72 Arg/Pro (rs1042522) polimorfizmi için 199 bç’lik 1 adet bant gözlendi. (Şekil 5.) MDM2 geninin SNP309 T/G polimorfizmini için 158 bç’lik 1 adet band gözlendi. (Şekil 6.) 500 bp 400 bp 300 bp 199 bp 200bp 100 bp Şekil 5. p53 geni Kodon 72 Arg/Pro Polimorfizminin tespiti için Polimeraz Zincir Reaksiyonu sonucunun %2’lik agaroz jeldeki görüntüsü. 49 500 bp 400 bp 300 bp 200bp 157 bp 100 bp Şekil 6. MDM2 SNP309 T/G Polimorfizminin Tespiti için Yapılan Polimeraz Zincir Reaksiyonu sonucunun %2’lik agaroz jeldeki görüntüsü 3.10. PCR Ürünlerinin Restriksiyon Enzimleri ile Kesimi 3.10.1 P53 geninin kodon 72 Arg/Pro Polimorfizminin Genotiplendirilmesi Polimeraz Zincir Reaksiyonu sonucunda oluşan 199 bç’lik DNA fragmentleri agoroz jel elektroforezi ile belirlendikten sonra p53 geni Kodon 72 Arg/Pro Polimorfizmi PCR tabanlı RFLP yöntemi ile belirlenmiştir. Bu işlem BstUI’nın (New England Biolabs, MA) restriksiyon etkisi kullanılarak yapılmıştır. BstUI (New England Biolabs, Beverly, MA) Restriksiyon Enzimi New England Biolabs tarafından üretilen BstUI endonükleazı Bacillus stearothermophilus’tan elde edilmiştir. Bu enzim restriksiyon etkisini küt uç oluşturarak gösterir. 50 BstUI Restriksiyon Enzimi Tanımlama Bölgesi ▼ 5′……CGCG……3′ 3′……GCGC……5′ ▲ BstUI Restriksiyon Enzimin Niteliği NEBufferların içinde aktiviteleri NEBuffer 1: %100 NEBuffer 2: %100 NEBuffer 3: %50 NEBuffer 4: %100 Methilasyon Duyarlılığı dam methilasyon: Duyarsız dcm methilsayon: Duyarsız CpG methilsayon: Bloklar 37 oC aktivite: %20 Saklama sıcaklığı: -20 oC İzoşizomeri: FnDII Sıcaklıkla inaktivasyonu: Yok 51 Kullanılan Buffer :1X NEBuffer2 İnkübasyon sıcaklığı : 60 oC 1X NEBuffer 2: 10 mM Tris-HCl 50 mM NaCl 10 mM MgCl2 1 mM Dithiothreitol Ünite Tanımlılığı: 1 µg λ DNA’sının enzim tarafından sindirilebilmesi için 60 oC’de 50µl tampon içinde 1 ünite enzim gereklidir. Konsantrasyon: 10,000 units/ml 1 µg substrat DNA’nın kesimi için gerekli olan minimum enzim miktarı 16 saatte 0,13 ünitedir. Deneyin Yapılışı: 0,5 ml’lik ependorf tüpünün içine 16 μl ddH2O, 5 μl PCR ürünü, 2 μl BstUI endonükleaz tamponu, 5 ünite BstUI restriksiyon enzimi, 0,2 μl bovin serum albumin eklendi. Karışım enzimin optimum çalıştığı sıcaklık olan 50 oC’de ısıtıcı içinde 1 gece boyunca inkübe edildi. İnkübasyon sonrası tüplerden alınan kesim ürünü 3 μl Bromfenol mavisi ile karıştırılarak % 3’lük agaroz jele yüklendi. % 3’lük agaroz jelde PBR322 moleküler ağırlık belirteci ve enzim kesimi yapılmamış PCR ürünü eşliğinde 90 dakika 90 volt sabit akımda yürütülüp ultraviyole lamba altında incelenip fotoğrafı çekildi. 199 bp’lik PCR ürünü uygun şartlar altında BstUI restriksiyon enzimi ile muamele edilir ve çoğaltılan DNA fragmentinde BstUI restriksiyon enziminin tanıma bölgesi olan “CGCG” bölgesi yer alırsa DNA fragmenti restriksiyon enzimi tarafından sindirilir. Şekil.7’de görüldüğü üzere restriksiyon enzimi tarafından sindirilmiş 199 bp’lik DNA fragmenti 113 bp’lik ve 86 bp’lik iki alt üniteye dönüşmüştür.171 52 p53 kodon 72 sırasıyla 199 bp, 113 bp ve 86 bp’lik fragmentlere göre analiz edilmiştir. Buna göre 199 bp’lik tek bir fragmentin üzerinde BstUI enzimsel bir tanıma bölgesi ve restriksiyona tabii olmadığından Prolin olarak değerlendirilmiştir. 113 bp ve 86 bp iki ayrı fragment ise BstUI enzimsel bir tanıma bölgesine sahip olan ve restriksiyona tabii olan Arjinin olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca allelerden birinin Prolin diğerinin Arjinin olmasıyla ortaya 3 farklı uzunlukta 199 bp, 113 bp ve 86 bp’lik üç farklı uzunlukta fragment oluşmuştur. Bunlarda heterezigot olarak değerlendirilmiştir. (Şekil 7.) Prolin Prolin Prolin/ Arjinin Arjinin Prolin/ Arjinin Arjinin Arjinin 500 bp 400 bp 300 bp 200bp 199 bp 100 bp 113 bp 86 bp Şekil 7. PCR Tabanlı RFLP yöntemi ile MSPA1I Restriksiyon Enzimi Kullanılarak p53 Genin analizi 53 (New England Biolabs, Beverly, MA) 3.10.2 MMD2 SNP 309 T/G Polimorfizminin Genotiplendirilmesi MMD2 geni SNP 309 T/G Polimorfizminin tanımlamak için özgül primerler kullanılarak çoğaltılan 158 bç’lik hedef gen bölgesi MSPA1I (New England Biolabs, Beverly, MA) restriksiyon enzimi ile kesildi. MSPA1I restriksiyon enziminin tanıma bölgesi şu şekildedir. MSPA1I Restriksiyon Enzimi Tanımlama Bölgesi ▼ 5′……CMGCKG……3′ 3′……GKCGMC……5′ ▲ MSPA1IRestriksiyon Enzimin Niteliği NEBufferların içinde aktiviteleri NEBuffer 1: % 50 NEBuffer 2: % 100 NEBuffer 3: % 50 NEBuffer 4: % 100 Methilasyon Duyarlılığı dam methilasyon: Duyarsız dcm methilsayon: Duyarsız CpG methilsayon: Bloklar veya overlap yapar Saklama sıcaklığı: -20 oC 54 Sıcaklıkla inaktivasyonu: 65 oC’de 20 dak. Reaksiyon ve Saklama Koşulları Kullanılan Buffer :1X NEBuffer 4 İnkübasyon sıcaklığı : 37 oC 1X NEBuffer 4: 20 mM Tris-asetat 50 mM Potasyum asetat 10 mM Magnezyum asetat 1 mM Dithiothreitol Ünite Tanımlılığı: 1 µg of λ DNA’sının 1 saat içinde 37 oC’de 1 ünite enzim tarafından toplam hacmin 50µl olduğu bir reaksiyonda kestiği tanımlanmıştır. Konsantrasyon: 10,000 units/ml 1 µg substrat DNA’nın kesimi için gerekli olan minumum enzim miktarı16 saatte 0,25 ünitedir. Deneyin Yapılışı: 0,5 ml’lik ependorf tüpünün içine 16 μl ddH2O, 5 μl PCR ürünü, 2 μl MSPA1I endonükleaz tamponu ve 5 ünite MSPA1I restriksiyon enzimi eklendi. Karışım enzimin optimum çalıştığı sıcaklık olan 37 oC’de ısıtıcı içinde 1 gece boyunca inkübe edildi. İnkübasyon sonrası tüplerden alınan kesim ürünü 3 μl Bromfenol mavisi ile karıştırılarak % 3’lük agaroz jele yüklendi. % 3’lük agaroz jelde PBR322 moleküler ağırlık belirteci ve enzim kesimi yapılmamış PCR ürünü eşliğinde 90 dakika 90 volt sabit akımda yürütülüp ultraviyole lamba altında incelenip fotoğrafı çekildi. 157 bç’lik PCR ürünü uygun şartlar altında MSPA1I restriksiyon enzimi ile muamele edildi. MSPA1I restriksiyon enzimi MDM2 geni SNP309 noktasında Guanin nükleotidi bulunan PCR ürünü DNA fragmentlerini sindirerek 110 bç’lik ve 47 bç’lik iki ayrı DNA fragmenti oluşturdu. Buna göre bant dizileri arasında, 157 bç’lik tek bir DNA fragmenti TT homozigot, 110 ve 47 bç’lik iki DNA fragmenti GG homozigot ve 157, 110 ve 47 bç’lik üç DNA fragmenti T/G heterozigot olarak kabul edildi.172 (Şekil 8.) 55 500 bp 400 bp 300 bp 200bp 157 bp 110 bp 100 bp 47 bp Şekil 8. PCR Tabanlı RFLP yöntemi ile MSPA1I (New England Biolabs, Beverly, MA) Restriksiyon Enzimi KullanılarakMMD2 SNP 309 T/G Polimorfizminin analizi 3.11. İstatistiksel Analizler Sayısal değişkenlerin ortalamalarının karşılaştırılmasında Student-t testi kullanılmıştır. Vaka ve kontrol grupları arasındaki MDM2 ve P53 genotip dağılımlarındaki farklılıklar Ki-Kare (X2) testi ile yapıldı. Lojistik regresyon yöntemiyle ile MDM2 ve P53 polimorfizmi arasındaki ilişki araştırılmıştır. P değerinin 0,05 küçük olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bütün istatistiksel yöntemler, “SPSS (Statistical Packages of Social Sciences, SPSS for Windows, Version 15,0 Chicago, IC, USA)” istatistiksel paket programı kullanılarak yapıldı. 56 4.BULGULAR Çalışmaya 128 hepatosellüler karsinomlu ve bilinen her hangi bir kanser veya viral hepatit öyküsü olmayan kontrol grubu olarak 128 birey alındı. Hasta grubu ve kontrol grubunun yaş, cinsiyet, sigara ve alkol öyküleri benzer olarak şeçildi. Hasta ve kontrol grubunun demografik verileri Tablo 12.’de gösterilmektedir. Tablo 12. Hasta ve Kontrol Grubunun Demografik Özellikleri Karakteristikler Kontrol (n=128), n (%) Hasta (n=128), n (%) Cinsiyet 1,00 Erkek 105 (82) 105 (82) Kadın 23 (18) 23 (18) 58,3 (10,89) 58,26 (10,93) Yaş Ortalama (yıl±SD) p Sigara (%) 0,98 1,00 Kullanan 59 (46,1) 59 (46,1) Kullanmayan 69 (53,9) 69 (53,9) Alkol 1,00 Kullanan 37 (28,9) 37 (28,9) Kullanmayan 91 (71,1) 91 (71,1) 57 Hastalara ait klinik özellikler ise Tablo 13.’de gösterilmiştir. Tablo 13. Hastalara ait Klinik Özellikler Değişken n (%) Viral Enfeksiyon HBsAg (+) HBeAg (+) 10 (% 7,8) HBeAg (-) 57 (% 44,5) E antijeni bilinmeyen 7 (% 5,5) Total 74 (% 57,8) Anti-HCV (+) 29 (% 22,7) HBsAg (+) + Anti-HCV (+) 2 (% 1,6) HBsAg (+) + Anti-Delta (+) 2 (% 1,6) Hepatit Marker’ları (-) 21 (% 16,5) Olan 101 (% 78,9) Olmayan 27 (% 21,1) Siroz Child Pugh Skoru A 14 (% 10,9) B 31 (% 24,2) C 52 (% 40,6) Bilinmeyen 31 (% 24,2) Tümörün Boyutu (cm) <2 4 (% 3,1) 2-5 49 (% 38,3) >5 60 (% 46,9) Bilinmeyen 15 (% 11,7) Nodül Sayısı Tek Nodül 41 (% 32) Multi Nodül 80 (% 62,5) Bilinmeyen 7 (% 5,5) 58 Portal İnvazyon Olan 47 (% 36,7) Olmayan 68 (% 53,1) Bilinmeyen 13 (% 10,2) Alfafeto protein düzeyi (ng/ml) <100 56 (% 43,8) 100-400 19 (% 14,8) >400 48 (% 37,5) Bilinmeyen 5 (% 3,9) Okuda Evre Evre I 7 (% 5,5) Evre II 57 (% 44,5) Evre III 52 (% 40,6) Bilinmeyen 12 (% 9,4) BCLC Evreleme A1 4 (% 3,1) A2 3 (% 2,3) A3 4 (% 3,1) A4 14 (% 10,9) B 24 (% 18,8) C 23 (% 18) D 52 (% 40,6) Bilinmeyen 4 (% 3,1) HSK Evre Erken 25 (% 19,5) Orta 24 (% 18,8) İleri 22 (% 17,2) Son dönem 53 (% 41,4) Bilinmeyen 4 (% 3,1) 59 Kemoterapi Alan 5 (% 3,9) Almayan 123 (% 96,1) Kemoembolizasyon Yapılan 28 (% 21,9) Yapılamayan 100 (% 78,1) Tablo 14. Hastalara ait Laboratuar Değişkenleri Değişken Ortalama±SD (min-max) ALT (IU/ml) 75,1±6,58 (10-444) AST (IU/ml) 135±15,4 (14-1592) Ferritin (ng/ml) 633±111 (6,4-6627) Albumin (g/dl) 2,96±0,7 (1,9-5,1) CRP (mg/l) 41,3±4,6 (2,98-256) PTZ (sn) 17,2±0,44 (11,4-39) INR 1,38±0,37 (0,88-2,9) Total Bilirubin (mg/dl) 4,01±0,46 (0,20-32) Kalsiyum (mg/dl) 8,8±1,02 (7,41-13,9) Hematokrit (%) 34,2± 5,09 (25-46) Platelet (mm3) 159.300±9300 (27.000-536.000) Alfafetoprotein (ng/ml) 12.667±4282 (1,3-325.725) HBV DNA (IU/ml) 4,4x106±2,2x106 (0-11x107) HCV RNA (IU/ml) 4,9x105±1,3x105 (0-2.460.000) 60 Tablo 15. HSK ve Kontrol Grubu arasında MDM2 ve P53 Genotip Oranlarının Karşılaştırılması Değişken Kontrol (%) Hasta (%) MDM2 SNP309 T>G P 0,009 TT 48 (% 40,7) 27 (% 22,9) TG 50(% 42,4) 59(% 50) GG 20(% 16,9) 32(%27,1) p53 Kodon72 Arg/Pro 0,037 Arg/Arg 49(% 41,2) 48(% 40,3) Arg/Pro 63(% 52,9) 52(% 43,7) Pro/Pro 7(% 5,9) 19(% 16) MDM2 genotiplerine göre HSK’lı grupla kontrol grubu karşılaştırıldığında GG, TG ve TT genotipleri HSK’lı grupta sırasıyla 32 (% 27,1), 59 (% 50) ve 27 (% 22,9) vakada saptanırken, Kontrol grubunda sırasıyla 20 (% 16,9), 50 (% 42,4) ve 48 (% 40,7) vakada saptandı. Her iki grup arasında MDM2 GG genotipi yönünden tek yönlü varyans analiziyle bakıldığında istatiksel olarak anlamlı farklılık mevcuttu. (p: 0,009) (Tablo 15.) (Şekil 9.) 61 MDM2 GG 60 TG TT Vaka Sayısı 50 40 30 59 50 48 20 32 27 10 20 0 KONTROL HASTA Şekil 9. HSK’lı grupla Kontrol grubunda MDM2 Genotip Sıklıkları P53 genotiplerine göre HSK’lı grupla Kontrol grubu karşılaştırıldığında Pro/Pro, Arg/Pro ve Arg/Arg genotipleri HSK’lı grupta sırasıyla 19 (% 16,0), 52 (% 43,7) ve 48 (% 40,3) vakada saptanırken, Kontrol grubunda sırasıyla 7 (% 5,9), 63 (% 52,9) ve 49 (% 41,2) vakada saptandı. Her iki grup arasında p53 Pro/Pro genotipi yönünden istatiksel olarak anlamlı farklılık mevcuttu. (p: 0,037) (Tablo 15. ) (Şekil 10.) 62 P53 pro/pro arg/pro arg/arg Vaka Sayısı 60 40 63 52 49 48 20 19 0 7 KONTROL HASTA Şekil 10. HSK’lı grupla Kontrol grubunda p53 Genotip Sıklıkları MDM2 genotip allelerinin Kontrol ve HSK grubunda sıklıklarına bakıldığında T alleli sırasıyla toplam 146 (% 61,9) ve 113 (% 48) olarak saptanırken, G alleli sırasıyla toplam 90 (% 38,1) ve 123 (% 52) olarak saptandı. Her iki grup arasında G alleli taşıma yönünden farklılık istatiksel olarak anlamlıydı (p: 0,002). G alleli taşıyan bireylerin T alleli referans alındığında 1,77 (% 95 GA 1,23-2,54) kat daha fazla HSK’ya yakalanma riski olduğu saptandı. Baskın genotip olarak GG ve TG alındığında sıklıkları Kontrol ve HSK Grubunda sırasıyla 70 (% 59,3) ve 91 (% 77,1) olarak saptanırken, TT genotipi sırasıyla 48 (% 40,7) ve 27 (% 22,9) olarak saptandı. Her iki grup arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlıydı (p: 0,004). TT genotipi referans olarak alındığında GG ve TG 63 genotipine sahip olan bireylerin 2,31 (% 95 GA 1,31-4,10) kat daha fazla HSK riski olduğu saptandı. Çekinik genotip olarak TT ve TG alındığında Kontrol ve HSK grubunda sırasıyla 98 (% 83,1) ve 86 (% 72,9) olarak saptanırken, GG genotipi sırasıyla 20 (% 16,9) ve 32 (% 27,1) olarak saptandı. Her iki grup arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlı olarak saptanmasada (p: 0,06), TT ve TG genotipleri referans olarak alındığında GG genotipine sahip olan bireylerin 1,82 (% 95 GA 0,97-3,42) kat daha fazla HSK’ya yakalanma riski olduğu saptandı. (Tablo 16.) Tablo 16. MDM2 genotip allelerine ve baskın ve resesif genotiplere göre Lojistik regresyon analizi Kontrol (%), Hasta (%), n P OR (%95 GA) n = 118 = 118 T 146 (61,9) 113 (48) G 90 (38,1) 123 (52) TT 48 (40,7) 27 (22,9) TG 50 (42,4) 59 (50) 0,016 2,10 (1,15-3,84) GG 20 (16,9) 32 (27,1) 0,005 2,84 (1,4-5,9) TT 48 (40,7) 27 (22,9) GG + TG 70 (59,3) 91 (77,1) TT + TG 98 (83,1) 86 (72,9) GG 20 (16,9) 32 (27,1) Allele sıklığı 1,00 (Referans) 0,002 1,77 (1,23-2,54) Genel genotip 1,00 (Referans) Baskın genotip 1,00 (Referans) 0,004 2,31 (1,31-4,10) Çekinik genotip 64 1,00 (Referans) 0,06 1,82 (0,97-3,42) P53 genotip allelerinin Kontrol ve HSK grubunda sıklıklarına bakıldığında Arg alleli sırasıyla toplam 161 (% 67,6) ve 148 (% 62,2) olarak saptanırken, Pro alleli sırasıyla toplam 77 (% 32,4) ve 90 (% 37,8) olarak saptandı. Her iki grup arasında Pro alleli taşıma yönünden farklılık mevcuttu ama bu fark istatiksel olarak anlamlı değildi (p: 0,2). Pro alleli taşıyan bireylerin Arg alleli referans alındığında 1,27 (% 95 GA 0,871,85) kat daha fazla HSK’ya yakalanma riski olduğu saptandı. Baskın genotip olarak Pro/Pro ve Arg/Pro alındığında sıklıkları Kontrol ve HSK grubunda sırasıyla 70 (% 58,8) ve 71 (% 59,7) olarak saptanırken, Arg/Arg genotipi sırasıyla 49 (% 41,2) ve 48 (% 40,3) olarak saptandı. Her iki grup arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlı değildi (p: 0,89). Çekinik genotip olarak Arg/Arg ve Arg/Pro alındığında Kontrol ve HSK grubunda sırasıyla 112 (% 94,1) ve 100 (% 84) olarak saptanırken, Pro/Pro genotipi sırasıyla 7 (% 5,9) ve 19 (% 16) olarak saptandı. Her iki grup arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlıydı (p: 0,016), Arg/Arg ve Arg/Pro genotipleri referans olarak alındığında Pro/Pro genotipine sahip olan bireylerin 3,04 (% 95 GA 1,23-7,52) kat daha fazla HSK’ya yakalanma riski olduğu saptandı. (Tablo 17.) 65 Tablo 17. P53 genotip allelerine ve baskın ve resesif genotiplere göre Lojistik regresyon analizi Kontrol (%), Hasta (%), P OR (95% CI) n = 119 n = 119 Arg 161 (67,6) 148 (62,2) Pro 77 (32,4) 90 (37,8) Arg/Arg 49 (41,2) 48 (40,3) Arg/Pro 63 (52,9) 52 (43,7) 0,535 0,84 (0,5-1,50) Pro/Pro 7 (5,9) 19 (16) 0,036 2,76 (1,06-7,2) Arg/Arg 49 (41,2) 48 (40,3) Pro/Pro+Arg/Pro 70 (58,8) 71 (59,7) Arg/Arg+Arg/Pro 112 (94,1) 100 (84) Pro/Pro 7 (5,9) 19 (16) Allele sıklığı 1,00 (Referans) 0,2 1,27 (0,87-1,85) Genel genotip 1,00 (Referans) Baskın genotip 1,00 (Referans) 0,89 1,04 (0,62-1,74) Çekinik genotip 66 1,00 (Referans) 0,016 3,04 (1,23-7,52) Tablo 18. MDM2 ve p53 Genotip Kombinasyonlarına Göre HSK Riskleri MDM2 p53 HSK Kontrol SNP309 Arg72Pro n (%) N (%) RO (%95 p değeri GA) T/T Arg/Arg 15 (%13.6) 22 (% 19,8) 1,00 0,02 T/T Arg/Pro 4 (%3.6) 19 (% 17,1) 0,31 0,06 T/T Pro/pro 2 (%1.8) 4 (% 3.6) 0,73 0,73 T/G Arg/Arg 15 (% 13.6) 17 (%53.1) 1,3 0,59 T/G Arg/Pro 33 (% 30) 26 (% 23,4) 1,8 0,16 T/G Pro/pro 9 (% 8,2) 3 (% 2,7) 4,4 0,047 G/G Arg/Arg 9 (% 8,2) 7 (% 6,3) 1,89 0,29 G/G Arg/Pro 15 (% 13,6) 12 (% 10,8) 1,83 0,23 G/G Pro/pro 8 (% 1 (% 0,9) 11,7 0,027 MDM2 ve p53 genotip kombinasyonlarına göre HSK riskide incelendi. Buna göre TT Arg/Arg genotipi taşıyan bireyler referans olarak alındığında TG Pro/Pro genotipi taşıyan bireylerde riskin 4,4 kat (p: 0,047), GG Pro/Pro genotipi taşıyan bireylerde ise 11,7 kat (p: 0,027) arttığı saptandı. (Tablo 18.) 67 Tablo 19. MDM2 ve p53 Genotipleriyle Hastaya ve Tümöre Ait Karakteristiklerin Karşılaştırılması MDM2 SNP309 T>G Değişken P53 Kodon 72 Arg/Pro Arg/Arg Arg/Pro p TG GG 56,8±10,9 59,1±11,4 56,6±9,7 0,505 60,1±11,3 57,7±11,5 56,6±8,3 0,380 Yaşam Süresi 3,6±2,0 10,3±9,8 11,1±7,7 0,003 8,4±9,3 8,6±9,7 13,5±3,2 0,006 Tümör Boyutu 76,1±39,3 54,7±35,6 68,0±34,9 0,048 72,0±38,1 57,6±34,7 50,6±35,2 0,078 Alfafetoprotein 5421,28± 13.169,65± 2741,4± 0,354 11423± 9842± 2342± 0,68 Düzeyi (ng/ml) 11.559,3 47.549,6 8293,8 38.604 42.544 5662 Hastalığa Yakalanma TT P Pro/Pro Yaşı 68 MDM2 Genotipleriyle HSK’ya yakalanma yaşı arasındaki ilişkiye bakıldığında her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu. (p: 0,505) (Tablo 19.) (Şekil 11.) 59,5 Yaşın Ortalama Değeri 59,0 58,5 58,0 57,5 57,0 56,5 GG TG MDM2 Genotipler Şekil 11. MDM2 Genotip HSK’ya yakalanma yaşı arasındaki ilişki 69 TT P53 genotipleriyle HSK’ya yakalanma yaşı arasındaki ilişkiye bakıldığında her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Ancak Arg/Arg alleli taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre HSK’ya yakalanma yaşının rölatif olarak daha geç olduğu gözlendi. (Tablo 19.) (Şekil 12.) 61 Yaş Ortalaması 60 59 58 57 56 pro/pro arg/pro arg/arg p53 Genotipleri Şekil 12. p53 Genotipleriyle HSK’ya Yakalanma Yaşı Arasındaki İlişki 70 MDM2 genotipiyle HSK’lı hastalarda yaşam süresi arasındaki ilişkiye bakıldığında GG genotipi taşıyan bireylerin ortalama 11,1±7,7 ay TG genotipi taşıyan bireylerin 10,3±9,8 ay ve TT genotipi taşıyan bireylerin 3,6±2,0 ay yaşadıkları saptandı. Her üç genotip arasındakı farklılık istatiksel olarak anlamlıydı (p: 0,003). TT genotipi taşıyan bireylerin diğer bireylere göre daha az olarak yaşadıkları saptandı. (Tablo 19.) (Şekil 13.) Ortalama Yaşam Süresi 20,00 15,00 10,00 5,00 0,00 GG TG MDM2 Genotipleri Şekil 13. MDM2 genotipleri ve yaşam süresi arasındaki ilişki 71 TT P53 genotipleriyle HSK’lı hastalardaki yaşam süresi arasındaki ilişkiye bakıldı. Pro/Pro, Arg/Arg ve Arg/Arg alellerini taşıyan bireylerin sırasıyla ortalama 13,5±3,2 ay, 8,6±.9,7 ay, 8,4±9,3 ay yaşadıkları saptandı. Her üç genotip arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlıydı (p: 0,006). Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre daha az yaşadığı saptandı. (Tablo 19.) (Şekil 14.) 25,00 Ortalama Yaşam Süresi 20,00 15,00 10,00 5,00 0,00 pro/pro arg/pro arg/arg p53 Genotipleri Şekil 14. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalarda Yaşam Süresi Arasındaki İlişki 72 MDM2 genotipleriyle HSK’lı hastalaraki tümör boyutu arasındaki ilişkide incelendi. Buna göre GG, TG, TT genotipi olan bireylerdeki tümör boyutlarının sırasıyla ortalama 68.0±34,9 mm, 54.7±35,6 mm ve 76.1±39,3 mm oldukları saptandı. Genotipler arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlıydı(p: 0,048). TT genotipine sahip olan bireyler diğer genotiplere sahip bireylere göre daha büyük kitle boyutuna sahip oldukları saptandı. (Tablo 19.) (Şekil 15.) 160,00 150,00 140,00 130,00 120,00 Tümör Boyutu 110,00 100,00 90,00 80,00 70,00 60,00 50,00 40,00 30,00 20,00 10,00 0,00 GG TG MDM2 Genotipleri Şekil 15. MDM2 Genotipi ve Tümör Boyutu Arasındaki İlişki 73 TT P53 genotipleriyle HSK’lı hastalardaki tümör boyutları arasındaki ilişkide incelendi. Buna göre Pro/Pro, Arg/Pro, Arg/Arg genotiplerini taşıyan bireylerdeki ortalama tümör boyutları 50,6±6,0 mm, 57,6±5,7 mm, 72,04±5,95 mm olarak saptandı. Her üç genotip arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlıydı (p: 0,078). Buna göre Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerdeki tümör boyutları diğer genotipleri taşıyan bireylere göre daha büyüktü. (Tablo 19.) (Şekil 16.) 170,00 160,00 150,00 140,00 Tümör Boyutları mm 130,00 120,00 110,00 100,00 90,00 80,00 70,00 60,00 50,00 40,00 30,00 20,00 10,00 0,00 pro/pro arg/pro arg/arg P53 Genotipleri Şekil 16. p53 Genotipleri ve HSK’lı Hastalardaki Tümör Boyutu Arasındaki İlişki 74 MDM2 genotipleriyle HSK’lı hastalarda serum alfafetoprotein düzeyi arasındaki ilişkide incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Ancak TT genotipini taşıyan bireyler GG genotipini taşıyan bireylere göre daha yüksek serum AFP düzeylerine sahipti. (Ortalama 16.054±12074 ve 2741±1514 sırasıyla) (Tablo 19.) (Şekil 17.) 10000,00 9000,00 Alfa feto protein ng/dl 8000,00 7000,00 6000,00 5000,00 4000,00 3000,00 2000,00 1000,00 0,00 GG TG TT MDM2 Genotipleri Şekil 17. MDM2 Genotipleriyle Serum Alfafetoprotein Düzeyi Arasındaki İlişki 75 P53 genotipleriyle HSK’lı hastalardaki serum AFP düzeyleri arasındaki ilişkide incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık mevcut değildi. (p: 0,679) Ancak Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre rolatif olarak daha yüksek serum AFP düzeylerine sahip olduğu saptandı. (Tablo 19.) (Şekil 18.) 7500,00 7000,00 6500,00 Alfa feto protein ng/dl 6000,00 5500,00 5000,00 4500,00 4000,00 3500,00 3000,00 2500,00 2000,00 1500,00 1000,00 500,00 0,00 pro/pro arg/pro arg/arg P53 Genotipleri Şekil 18. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalarda Serum Alfafetoprotein Düzeyi Arasındaki İlişki 76 Tablo 20. MDM2 ve P53 Genotipleri ve Sirozu olan HSK’lı hastalardaki Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki İlişki Değişken Child-Pugh Evresi MDM2 SNP309 T>G P A (%) B (%) C (%) TT 6(% 46,2) 8 (% 28,6) 8(% 17) TG 3(% 23,1) 14(% 50) 28(% 59,6) GG 4(% 30,8) 6(% 21,4) 11(% 23,4) p53 Kodon72 Arg/Pro 0,155 0,32 Arg/Arg 4(% 36,4) 15(% 50) 19(% 38) Arg/Pro 7(% 63,6) 10(% 33,3) 21(% 42) Pro/Pro 0(% 0) 5(% 16,7) 10(% 20) MDM2 Genotipleriyle Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki ilişkiye bakıldığında GG ve TG genotiplerinin Child Pugh A, B, C sınıfında olan hastalarda sırasıyla 4-3 (% 196,7), 6-14 (% 28,6-31,1), 11-28 (% 52,4-62,2) olarak saptandı. Her 3 genotip arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlı kabul edilmesede (p: 0,155), Child Pugh B ve C sınıfında olan hastaların daha fazla GG ve TG genotipine sahip oldukları görüldü. (Tablo 20.) (Şekil 19.) 77 MDM2 GG TG TT Yüzde 60,0% 40,0% 62 ,2 52 % ,4 % 20,0% 27 ,3 % 19 ,0 % 36 ,4 31 28 ,1 % ,6 % % 36 ,4 % 6, 7% 0,0% A B C Child Pugh Skoru Şekil 19. MDM2 Genotipleri ve Sirozu olan HSK’lı hastalardaki Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki İlişki 78 P53 genotipleriyle sirozu olan HSK’lı hastalardaki Child Pugh evresi arasındaki ilişki incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı bir faklılık yoktu (p: 0,32). Ancak Pro/Pro genotipini taşıyan bireylerin daha çok Child Pugh B-C evresindeki bireyler olduğu saptandı. (Tablo 20.) (Şekil 20.) P53 pro/pro arg/pro arg/arg 80,0% Yüzde 60,0% 40,0% 76 ,9 % 42 ,5 % 20,0% 0,0% 55 ,3 47 % ,5 % 18 ,4 % 10 ,0 % 26 23 ,3 ,1 % % … A B C Child Pugh Evresi Şekil 20. p53 Genotipleri ve Sirozu olan HSK’lı hastalardaki Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki İlişki 79 Tablo 21. MDM2 ve p53 Genotipleriyle HSK Evresi Arasındaki İlişki Değişken MDM2 SNP309 T>G HSK Evresi Erken Orta P İleri Son TT 5(%22,7) 6(%25) 7(%33,3) 9(% 18,8) TG 11(%50) 12(%50) 7(%33,3) 28(%58,3) GG 6(%27,3) 6(%25) 7(%33,3) 11(%22,9) p53 Kodon72 Arg/Pro 0,70 0,83 Arg/Arg 8(%38,1) 12(%50) 7(%35) 19(%38) Arg/Pro 9(%42,9) 9(%37,5) 11(%55) 21(%42) Pro/Pro 4(%19) 2(%10) 10(%20) 3(%12,5) MDM2 genotipi ve HSK evresi arasındaki ilişkiye bakıldığında GG ve TG genotipi daha çok son evre HSK’lı hastalarda saptanırken, genotipler arasındaki bu fark istatiksel olarak anlamlı değildi. (p: 0,704) (Tablo 21.) (Şekil 21.) 80 MDM2 GG TG TT 50,0% yüzde 40,0% 30,0% 20,0% 10,0% 2 0 , 0 % 1 9 , 0 % 1 8 , 5 % 2 0 , 0 % 2 0 , 7 % 2 2 , 2 % 2 3 , 3 1 % 2 , 1 % 2 5 , 9 % 4 8 , 3 3 6 % 3 3 , 7 , 3 % % 0,0% erken orta ileri HSK Evresi Şekil 21. MDM2 genotipi ve HSK Evresi Arasındaki İlişki 81 son P53 genotipleriyle HSK evresi arasındaki ilişki incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. (p: 0,71) (Tablo 21.) (Şekil 22.) P53 pro/pro arg/pro arg/arg 60,0% 50,0% Yüzde 40,0% 30,0% 5 2 , 6 4 4 % 2 1 , , 0 3 % % 20,0% 10,0% 2 6 , 1 3 8 1 % , 5 0 , % 2 % 2 2 2 1 , 1 5 0 , , % 7 % 8 % erken orta 0,0% 5 … 1 8 , 0 % 2 1 , 7 % ileri HSK Evresi Şekil 22. p53 Genotipi ve HSK Evresi Arasındaki İlişki 82 son Tablo 22. MDM2 ve p53 Genotipleriyle Tümör Nodülaritesi Arasındaki İlişki Değişken MDM2 SNP309 T>G Nodül Formasyonu Tek Nodül Multi Nodül TT 9(% 24,3) 18(% 24) TG 21(% 56,8) 34(% 45,3) GG 7(% 18,9) 23(% 30,7) P53 Kodon72 Arg/Pro P 0,380 0,941 Arg/Arg 14(% 40) 30(% 39) Arg/Pro 16(% 45,7) 34(% 44,2) Pro/Pro 5(% 14,3) 13(% 16,9) MDM2 genotipleriyle HSK’lı hastalardaki tümör nodülaritesi arasındaki ilişki incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı. Ancak HSK’lı hastaların çoğunluğunun multinodüler kitleye sahip olduğu görüldü. (Tablo 22.) (Şekil 23.) 83 MDM2 GG TG TT 80,0% Yüzde 60,0% 40,0% 76, 7% 61, 8% 20,0% 38, 2% 66, 7% 33, 3% 23, 3% 0,0% Tek nodül Multi nodül Tümörün Nodülaritesi Şekil 23. MDM2 Genotipleri ve Tümör Nodülaritesi Arasındaki İlişki 84 P53 Genotipleriyle HSK’lı hastalardaki tümör nodülaritesi arasındaki ilişkide incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık mevcut değildi. (p: 0,947) (Tablo 22.) (Şekil 24.) P53 pro/pro arg/pro arg/arg 80,0% Yüzde 60,0% 40,0% 66, 7% 68, 0% 70, 5% 20,0% 33, 3% 32, 0% 29, 5% 0,0% Tek nodül Multi nodül Tümör Nodülaritesi Şekil 24. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalardaki Tümör Nodülaritesi Arasındaki İlişki 85 Tablo 23. MDM2 ve p53 Genotipleri ve Tümörün Vasküler İnvazyonu Arasındaki İlişki Değişken MDM2 SNP309 T>G Vasküler İnvazyon Durumu Olan (%) Olmayan (%) TT 13(% 30,2) 12(% 18,5) TG 21(% 48,8) 35(% 53,8) GG 9(% 20,9) 18(% 27,7) P53 Kodon72 Arg/Pro P 0,342 0,735 Arg/Arg 14(% 33,3) 26(% 40,6) Arg/Pro 20(% 47,6) 28(% 43,8) Pro/Pro 8(% 19) 10(% 15,6) MDM2 genotipleriyle HSK’lı hastalarda tümörün vasküler invazyonu arasındaki ilişkide incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Ancak GG ve TG genotiplerine sahip bireylerin rölatif olarak TT genotipi taşıyan bireylere göre daha az vasküler invazyon gösterdiği gözlendi. (Tablo 23.) (Şekil 25.) 86 MDM2 GG TG TT 80,0% Yüzde 60,0% 40,0% 73, 1% 66, 7% 57, 1% 42, 9% 20,0% 26, 9% 33, 3% 0,0% yok var Tümörün Vasküler İnvazyonu Şekil 25. MDM2 Genotipleri ve Tümörün Vasküler İnvazyonu Arasındaki İlişki 87 P53 Genotipleriyle HSK’lı hastalardaki tümörün vasküler invazyonu arasındaki ilişkide incelendi. Her üç genotip arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. (p: 0,210) Ancak Arg/Arg genotipini taşıyan bireyler diğer genotipleri taşıya bireylere göre rölatif olarak daha fazla vasküler invazyon gösteriyordu. (Tablo 23.) (Şekil 26.) P53 pro/pro arg/pro arg/arg Yüzde 60,0% 40,0% 63, 2% 58, 5% 56, 2% 41, 5% 20,0% 36, 8% 43, 8% 0,0% yok var Tümrün Vasküler İnvazyonu Şekil 26. p53 Genotipleriyle HSK’lı Hastalarda Tümörün Vasküler İnvazyonu Arasındaki İlişki 88 5. TARTIŞMA p53 geni hücre döngüsünün düzenlenmesinde ve genomik bütünlüğün korunmasında kritik öneme sahip bir tümör süpressör gendir. p53 proteini (TP53) bir transkripsiyon faktör olarak DNA’ya bağlanma, hücre döngüsünün düzenlenmesi, DNA tamiri, farklılaşma, genomik plastisite ve apopitozis gibi bir çok farklı fonksiyona sahiptir. Bu yüzden p53 geni kanser biyolojisi alanında en fazla çalışılan tümör süpresör genlerden biridir. p53 geni ve bu genin sentezlemiş olduğu protein olan TP53’in hücre döngüsünü, hücre büyümesini ve apopitozisi kontrol eder. Germline mutasyonlara bağlı p53 yolağındaki gösterilmiştir. etkilenmelerin artmış karsinogenezisle ilişkili olduğu 190,191 Arginin/Prolin polimorfizmi p53 geninin 4. ekzonu içerisinde ve kodon 72 pozisyonunda bulunmaktadır. p53 Arjinin/Prolin varyantları transkripsiyon aktivitesi, apopitozun indüklenmesi ve hücre transformasyonunun baskılanmasında farklı fonksiyonel kapasiteye sahiptirler. TP53 Arjinin ve Prolin varyantları DNA’ya bağlanma ve transkripsiyon aktiviteleri, apopitozis indüksiyonları ve hücre döngüsünün durdurulmasında farklılık göstermektedirler. p53 Arjinin varyantı prolin varyantına nazaran apopitozisi daha hızlı ve daha verimli bir şekilde indükler. Apopitozisin p53 Arjinin varyantı tarafından daha hızlı ve etkili bir şekilde indüklenmesinin nedeni arjinin varyantının mitokondride daha fazla lokalize olması olabilir. Mitokondriye bu lokalizasyon proapopitotik sitokrom c’nin sitozole salınması ile birliktedir. p53’ün apopitozu stimüle edici proteinler (ASPP) ailesi p53 kodon 72 arjinin/prolin polimorfizminin apopitoz fonksiyonunu düzenler. p53 kodon 72 prolin varyantının apopitoz fonksiyonu seçici bir şekilde p53’ün apopitozu stimüle edici proteini inhibitörleri (iASPP) tarafından inhibe edilir. p53 kodon 72 arjinin varyantının çok fazla apopitoz indükleme kapasitesine sahip olması arjinin varyantının iASPP inhisyonunda kaçabilme kapasitesinden ve daha fazla mitokondride lokalize olma kapasitesinden kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak p53 kodon 72 de Pro/Pro genotipine sahip olan bireylerde apopitozis Arg/Arg genotipinde olan bireylere göre daha az gerçekleşecek ve hasarlanmış hücre yıkımdan kaçarak araya giren diğer faktörlerinde etkisiyle anormal çoğalan klonal hücre halini alarak malignensiye doğru yol alacaktır. 89 MDM2 SNP309 G polimorfizmi p53’ün regülasyonunda ana rol oynayan MDM2’nin fonksiyonalitesinde değişikliklere yol açarak çeşitli yollarla kansere predispozisyona yol açan bir gendir. MDM2’nin bir çok tümör süpresör yolakla etkileştiği gösterilmiştir. Bunlar arasında Rb, p53 ailesi, p73, büyüme baskılayıcı p14/p19 yer alır.177,192,193 Özellikle p53 yolağı genomik stabilitenin sağlanmasında ve hücrelerin onkojenik transformasyonunun engellenmesinde ana rol oynar. İlk olarak gen mutasyonlarına bağlı p53 fonksiyon kaybı insanlarda görülen malignensilerde sık görülen bir durumdur.194 P53 mutasyonunun olmadığı tümörlerde bile, p53 fonksiyonlarının virus proteinleri veya artmış MDM2 proteini aşırı ekspresyonu gibi durumlara bağlı etkilendiği görülmüştür.178,195 İkinci olarak MDM2 p53 yolağında negatif olarak rol alan anahtar bir proteindir, p53’ün degredasyonunu hedefler ve MDM2’nin aşırı ekspresyonu veya amplifikasyonu çeşitli tipteki insan kanserlerinde sıklıkla gözlenir.195 MDM2’nin aşırı ekspresyonunun yol açtığı karsinogenezise yatkınlık genetik olarak modifiye hayvanlarda daha önce test edilmiştir. MDM2 transjenik farelerde nontransjenik farelere göre çeşitli dokularda ortalama 4 kat daha fazla MDM2 düzeylerine rastlanmış ve bu farelerde diğerlerine göre yaşam boyu malignensi gelişme riski rölatif olarak daha yüksek olarak saptanmıştır.196 Üçüncü olarak, araştırılan MDM2 polimorfizmi fonksiyonel olarak aktif olmalıdır. G alleli Sp1’in MDM2 promotoruna bağlanmasını artırır ve bu durumda MDM2 ekspresyonunda artışa ve p53 fonksiyonunda azalmaya bağlı DNA hasarı gelişmesine yol açar.178 MDM2’nin kanser formasyonunda bahsedilen rollerinden dolayı G alleli taşıyan bireylerde ve yüksek düzeyde MDM2 eksprese eden bireylerde yaşam boyu kanser gelişme riski yüksektir. Moleküler epidemiyolojik vaka kontrollü bu çalışmada, Türk populasyonunda MDM2 SNP309 ve p53 kodon72 Arg/Pro polimorfizminin HSK gelişim riski ve karakteristikleri üzerinde etkili olup olmadığını araştırdık. p53 kodon72 Pro/Pro ve MDM2 SNP309 GG polimorfizmini çalışma populasyonumuzda artmış HSK riskiyle ilişkili olarak saptadık. Bizim çalışmamızda p53 kodon72 de Pro/Pro genotipine sahip olmak Arg/Arg ve Arg/Pro genotipini taşıyan bireylere göre artmış HSK riskiyle ilişkili olarak saptanmıştır. Bu bulgu HSK’lı hastalarda p53 kodon72 Arg/Pro polimorfizmiyle ilgili 90 yapılan ve çelişkili sonuçlara sahip çalışma sonuçlarını pozitif yönde desteklemesi açısından önemlidir. Yoon ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada kronik hepatit B’si olan hastalarda MDM2 SNP309 GG ve p53 kodon 72 Pro/Pro polimorfizmlerinin HSK gelişimini ve erken yaşta kanser gelişme riskini artırdığını saptamışlardır. Bu çalışmada aynı zamanda her iki gen polimorfizminin HSK riskini artırma yönünde kombine etkisi incelenmiş ve TG Arg/Pro, TG Pro/Pro, GG Arg/Arg ve GG Pro/Pro genotiplerinin HSK riskinin istatiksel olarak anlamlı şekilde atırdığı saptanmıştır. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada kansere yakalanma yaşıyla bulgularımız bu çalışma tarafından desteklenmektedir. ilişki saptanmazken diğer 181 Anzola ve arkadaşları HCV(+) HSK’lı hastalarda yaptıkları çalışmada p53 kodon 72 Arg/Pro polimorfizminin Bask populasyonunda hepatosellüler karsinogenezle tek başına ilişkili olmadığını saptamışlar ve bu durumu bu polimorizmin değişik coğrafik bölgelerde değişik sıklıklarda bulunmasıyla açıklamışlardır. Yine aynı çalışmada p53 kodon 72 Arg/Pro polimorfizminin tümörün histolojik evresi ve boyutuyla ilişkiside incelenmiş ve herhangi bir ilişki saptanmamıştır. Bu çalışma HSK riskini artırma yönünden bizim çalışmamızı desteklememekle birlikte bizim çalışmamızdada p53 kodon 72 Pro/Pro polimorfizmide tümörün boyutu ve evresiyle ilişkili olarak saptanmamış olsada bu durumun olası nedeni tartışmanın ileriki kısımlarında açıklanacaktır.199 Ezzikouri ve arkadaşları Fas populasyonundan 96 HSK’lı ve 222 kontrol vakada gerçekleştirdikleri çalışmada p53 kodon 72 Pro/Pro polimorfizmini özellikle bayanlarda ve HCV negatif olan vakalarda artmış hepatokarsinogenez riskiyle ilişkili olarak saptamışlardır.200 Leveri ve arkadaşlarının İtalya populasyonundan 84’ü HSK’lı 340 kronik HCV’li hastada gerçekleştirdikleri çalışmada p53 kodon 72 Arg/Pro polimorizmini ne kronik HCV’nin progresyonuyla nede HSK gelişim riskiyle ilişkili olarak saptamışlardır.201 Zhu ve arkadaşlarının Çin Populasyonundan 507 HSK’lı ve 540 kontrol vakada gerçekleştirdikleri çalışmada p53 kodon 72 de Pro alleli taşımanın artmış HSK riskiyle ilişkili olduğunu saptamışlar ve çalışmalarının daha önceki birkaç çalışmayla çelişkili sonuçlar yansıtmasını etnik ve coğrafik farklılıklara bağlamışlardır. Yine Zhu ve 91 arkadaşları benzer populasyonun HBsAG(-) olan vakalardan oluşan kısmından gerçekleştirdikleri ayrı bir çalışmada benzer vaka grubundada p53 kodon 72 Arg/Pro polimorfizminin artmış HSK riskiyle ilişkili olduğunu göstermişler ve bu konuda daha önce bildirilen çelişkili sonuçlara pozitif yönde destek vermişlerdir.202 Bunların dışında p53 kodon72 polimorfizmi insanda birçok kansere yatkınlıkla ilişkili olarak saptanmıştır. Birçok grup p53 Arg72 varyantını mide ca, meme ca, over ca, özefagus ca, akciğer ca, mesane ve prostat ca’yı içeren epitelyal kanserler için artmış riskle ilişkili olarak saptarken.181,175,176,182,183,184,185 Bununla birlikte yapılan diğer çalışmalarda tam tersi bir sonuç elde edilerek p53 Pro72 varyantı tiroid ca, nazofarenks ca, prostat ca, ürogenital kanserlerle ilişkili olarak saptamışlardır.186,187,188,189 Bazı çalışmalar ise p53 kodon72 varyantlarıyla kanser riski arasında ilişki saptamamışlardır.173,174,200 Bizim gerçekleştirdiğimiz çalışmada MDM2’nin intronik promoter’u üzerinde olan SNP309’da GG polimorfizmi TG ve TT genotipini taşıyan bireylere göre artmış HSK riskiyle ilişkili olarak saptanmıştır. Ayrıca aynı bölgede G allelini taşımak T allelini taşıyan bireylere görede artmış riskle ilişkili olarak saptanmıştır. Yoon ve arkadaşlarının Çin populasyonunda HBsAg (+) 287 HSK’lı ve 294 HSK’sı olmayan vakada gerçekleştirdikleri çalışmada MDM2 SNP309 GG polimorfizmini ve ayrıca G alleli taşımayı diğer genotiplere ve T alleli taşıyan bireylere göre artmış HSK riski ve erken yaşta HSK’ya yakalanmayla ilişkili olarak saptamışlardır. Bu bulgular kansere yaklanma yaşı dışında bizim saptadığımız bulguları desteklemektedir.181 Dharel ve arkadaşlarının Japon populasyonundan 187 HSK’lı toplam 435 HCV(+) vakada gerçekleştirdikleri çalışmada SNP 309 GG polimorfizmini ve G allelini taşıyan bireylerin diğer genotipleri ve T alleli taşıyan bireylere göre artmış HSK riskiyle ilişkili olarak desteklemektedir. saptamışlardır. Bu bulgularda bizim saptadığımız bulguları 180 Bunların dışında insanlarda görülen diğer kaserlerle ilgili yapılan çalışmalarda MDM2 SNP309 GG polimorfizmi bazı gruplar tarafından meme ca, kolorektal ca, over ca, peritoneal ca, özefagus epidermoid ca, gastrik ca, endometriyal ca ’da artmış riskle ilişkili bulunurken bazı gruplar tarafındanda akciğer ca, over ca, oligodendoglial 92 tümörler, meme ca’da benzer ilişkinin olmadığı yönünde yayınlar yapılmıştır.203,204,187,205,206,207,186,179,183,208 Her iki polimorfizmi içinde bu şekilde çelişkili sonuçların saptanmasının altında farklı kanserlerin değişik moleküler patogenez basamaklarının ve hasta gruplarının farklı genetik özelliklerinin olması, farklı coğrafik ve etnisiteden hasta populasyonlarının çalışmalara alınması yer alıyor olabilir. Ancak bizim çalışma populasyonumuzda her iki polimorfizim içinde artmış HSK riskiyle ilişkili olduğunun saptanması ve bu bulguların daha önce yapılmış olan birçok çalışmayla desteklenmiş olması p53 kodon 72 Arg>Pro ve MDM2 SNP309 T>G polimorfizminin riskli vakalarda kansere genetik yatkınlığı göstermede moleküler bir belirteç olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Bizim çalışmamızda ayrıca her iki polimorfizmin hastalara ve tümöre ait karakteristiklerle ilişkileride incelenmiştir. Gen polimorfizimleri ve Child Pugh Klasifikasyonu arasındaki İlişki; Çalışmamızda sirozu olan bireylerde, MDM2 SNP309 GG ve TG genotiplerini taşıyan bireylerin TT genotipi taşıyan bireylere göre daha belirgin olmak üzere, p53 kodon72 Pro/Pro ve Arg/Pro genotiplerini taşıyan bireylerin ise Arg/Arg genotipi taşıyan bireylere göre daha fazla Child Pugh B ve C sınıfında oldukları saptandı. Çalışmamıza alınan sirozlu hastaların çoğunluğunun özellikle Child Pugh C evresi olmak üzere B ve C evrelerinde bulunması ve bizim saptadığımız ve daha önceki çalışmalardada desteklenen bir bulgu olan GG ve Pro/Pro genotiplerini taşıyan bireylerde daha yüksek oranda HSK görülmesi, bu genotipleri taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre neden daha yüksek oranda Child B ve C evrelerinde bulunduğunu açıklamaktadır. Gen polimorfizimleri ve HSK’ya yakalanma yaşı arasındaki İlişki; Çalışmamızda hem MDM2 genotipleriyle hemde p53 kodon72 genotipleriyle HSK’ya yaklanma yaşı arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Ancak p53 kodon 72 Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre rölatif olarak daha ileri yaşlarda HSK’ya yakalandıkları saptanmıştır. Yoon ve arkadaşları 296’sı HSK’lı olmak üzere 583 HBsAg(+) vakada gerçekleştirdikleri bir çalışmada; MDM2 SNP309 ve p53 kodon72 polimorfizimlerini HSK’ya yakalanma yaşı olarak T/T ve Arg/Arg genotiplerinde diğer genotipleri taşıyan bireylere göre daha ileri 93 yaşlarda olduklarını saptamışlardır.181 Galic ve arkadaşlarının over ve peritoneal karsinoması olan vakalarda yaptıkları çalışmada p53 kodon72 polimorfizmiyle kansere yakalanma yaşı arasında ilişki saptamazken MDM2 SNP309 GG genotipi taşıyan bireylerin daha genç yaşta kansere yakalandığını bildirmişlerdir.205 İdbaih ve arkadaşlarının oligodenrioglial tümörü olan vakalarda yaptıkları bir çalışmada her iki gen polimorfizmiyle saptanmamıştır.207 hastalığa Khan ve yakalanma yaşı arasında arkadaşlarının kolorektal herhangi ca’sı bir olan ilişki vakalarda gerçekleştirdikleri çalışmada her iki gen polimorfizmiyle hastalığa yakalanma yaşı arasında herhangi bir ilişki saptanmamıştır.209 Bunların dışında Walsh ve arkadaşları endometriyal ca’sı olan vakalarda MDM2 SNP309 gen polimorfizmiyle hastalığa yakalanma yaşı arasındaki ilişkiye bakmışlar ve herhangi bir istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptamamışlardır.208 Sonuç olarak literatürdeki bulgularla bizim bulgularımız beraber ele aldığımızda özellikle HSK’da daha belirgin olmak üzere tüm tümörlerin gelişiminde alttaki maruz kalınan etyolojik faktörlerin birden fazla oluşu, maruz kalma süresinin farklılığı ve kanser gelişiminde rol alan moleküler mekanizmaların çokluğu tümöre yakalanma yaşıyla bir veya birkaç moleküler mekanizmanın tek başına ilişkilendirilmesinin doğru olmayacağını düşündürmektedir. Gen polimorfizimleri ve HSK’lı Hastalardaki Tümör Boyutu Arasındaki İlişki; Çalışmamızda MDM2 SNP309 TT genotipini taşıyan bireyler diğer genotipleri taşıyan bireylere göre istatiksel olarak anlamlı derecede büyük tümöre sahip olarak saptanırken (p:0.048), p53 kodon72 Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerde ise diğer genotipleri taşıyan bireylere göre istatiksel olarak anlamlı olmasada (p:0.078), istatiksel olarak güçlü daha büyük tümör boyutuna sahip oldukları saptanmıştır. Anzola ve arkadaşları HSK’lı hastalarda yaptıkları bir çalışmada p53 kodon 72 polimorfizmiyle tümör boyutu arasında herhangi bir istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptamamışlardır. Ancak bu çalışmada tümör boyutu mm cinsinden değil 3 cm’nin altında ve üstünde olacak şekilde sınıflandırılmıştır.199 Bunun dışında her iki gen polimorfizmi çeşitli kanserlerde tümörün TNM sınıflaması ile incelenmiş ve Pro/Pro ve G/G genotipiyle istatiksel olarak anlamlı şekilde ilişkili olduğunu saptanmıştır. Literatürdeki bulguların çelişkili ve yetersiz olması bu konuda daha geniş çaplı çalışmaların yapılmasını gerektirmektedir. Bizim bulgularımız ise şu şekilde açıklanabilir; Daha önce tartıştığımız bir bulgu olan GG ve TG, ProPro ve Arg/Pro genotipleri daha çok Child 94 Pugh B ve C evrelerindeki hastalarda saptanırken, TT ve Arg/Arg genotipleri ise daha çok Child Pugh A ve B evrelerindeki hastalarda saptanmaktadır. Sirozlu hasta populasyonunda karaciğerin kalan sentez fonksiyonlarının azlığı ve araya giren komplikasyonlar nedeniyle Child Pugh C evresindeki hastalar diğer evrelerdeki hastalara göre daha fazla poliklinik kontrolü altındadırlar ve daha fazla hospitalize edilmektedirler. Bu kontroller ve hospitalizasyonlar esnasındada bu hastalarda yeni gelişmeye başlayan bir tümör odağının mevcut görüntüleme ve biyokimyasal belirteçlerle diğer hasta populasyonlarıdaki tümörlere göre daha erken ve boyutları küçükken yakalanması kaçınılmazdır. Sonuç olarak TT ve Arg/Arg genotiplerini taşıyan bireylerdeki tümörler diğer genotipleri taşıyan bireylerdeki tümörlere göre bu nedenden dolayı daha büyük olabilecektir. Gen polimorfizmleri ve HSK’lı hastalarda tümörün vasküler invazyonu arasındaki ilişki; Çalışmamızda TT ve Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre rölatif olarak daha fazla vasküler invazyon gösterdikleri saptandı. Daha önceki bulgularda tartıştığımız gibi TT ve Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerdeki tümörlerin diğer genotipleri taşıyan hastalara göre daha büyük olması ve bu genotipleri taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre daha çok Child Pugh A ve B evrelerinde bulunmaları ve bu nedenden dolayı diğer genotipleri taşıyan hastalara göre daha az hastaneye başvurmaları nedeniyle TT ve Arg/Arg genotipi taşıyan bireylerdeki tümörlerin diğer genotipleri taşıyan bireylerdeki tümörlere göre rölatif olarak daha fazla vasküler invazyon göstermesiyle ilişkili olabilir. Ancak bu konuyla ilgili daha geniş çaplı çalışmaların yapılması gerekmektedir. Literatürde bizim bildiğimiz kadarıyla bu konuda HSK veya başka tümörlerde yapılmış bir çalışma olmaması bu konudaki bulgularımızın değerini artırmaktadır. Gen polimorfizimleri ve serum alfa fetoprotein düzeyi arasındaki ilişki; Çalışmamızda TT ve Arg/Arg genotiplerini taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre rölatif olarak daha yüksek serum alfafetoprotein düzeylerine sahip oldukları saptandı. Bu durum bu genotipleri taşıyan bireylerdeki tümörlerin diğer genotipleri taşıyan bireylerdeki tümörlere göre rölatif olarak daha büyük olması ve daha fazla vasküler invazyon göstermesiyle ilişkili olabilir. Gen polimorfizimleri ve HSK evresi arasındaki ilişki; Çalışmamızda her iki gen polimorfizminde genotiplerle HSK evresi arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık 95 saptanmadı. Ancak HSK evresi olarak son dönemdeki hastaların diğer evrelere göre daha fazla olduğu saptandı. Anzola ve arkadaşları HCV(+) HSK’lı hastalarda yaptıkları bir çalışmada p53 kodon72 polimorfizimiyle tümörün agresifliği arasında herhangi bir ilişki olmadığını bildirmişlerdir. Bu çalışmada tümörün evresiyle ilgili ayrıntılı bir değerlendirme yapılmamıştır.199 Hong ve arkadaşlarının özefagus skuamöz hücreli karsinoması olan hastalarda yaptıkları çalışmada MDM2 SNP309 GG genotipiyle ileri evre karsinom arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bildirilmiştir.206 Gen polimorfizimleriyle tümör evresi arasındaki ilişkiyle ilgili çelişkili ve yetersiz bilgilerin olması bu konuda daha ayrıntılı araştırmaların yapılması gerektiğini göstermektedir. Ancak HSK’nın sıklıkla siroz zemininde gelişmesi ve tümörün evresi belirlenirken child pugh skoru gibi içerisinde biyokimyasal parametreleri ve alttaki hastalığın ağırlığını belirleyen faktörlerin yer aldığı skorlama sistemlerinin kullanıldığı tümörlerde moleküler belirteçlerle tümörün evresi arasında ilişkiyi belirlemek mevcut bilgilerimizle zor gibi görünmektedir. HSK evresi olarak son dönemdeki hastaların diğer evrelerdeki hastalara göre daha fazla sayıda bulunmasının nedeni ise; HSK evresi belirlenirken ana rol oynayan faktörler arasında child pugh skoru, tümörün boyutu, nodülaritesi, vasküler invazyon gösterip göstermediğinin yer alması ve bizim çalışma grubumuzda TT ve Arg/Arg genotipi taşıyan bireylerin daha büyük ve daha fazla vasküler invazyona neden olan tümöre sahip olmaları, GG ve Pro/Pro genotipini taşıyan bireylerin ise daha çok child pugh skoru C olan hastalar olması nedeniyle olabilir. Gen polimorfizimleri ve HSK’lı hastalardaki yaşam süresi arasındaki ilişki; Çalışmamızda MDM2 SNP309 TT ve p53 kodon72 Arg/Arg genotipini taşıyan bireylerin diğer genotipleri taşıyan bireylere göre daha kısa yaşadıkları saptandı (p:0,003 ve 0,006 sırasıyla). Galic ve arkadaşlarının over ve peritoneal karsinoması olan hastalarda yaptıkları bir çalışmada MDM2 gen polimorfizmiyle yaşam süresi arasında ilişki saptamazken, p53 kodon72 Pro/Pro genotipi azalmış yaşam süresiyle ilişkili olarak saptamışlardır.205 İdbaih ve arkadaşları oligodendrioglial tümörlü hastalarda yaptıkları bir çalışmada p53 kodon72 polimorfizmiyle yaşam süresi arasında herhangi bir ilişki saptamazken, MDM2 SNP309 GG genotipini azalmış yaşam süresiyle ilişkili olarak saptamışlardır.207 Ohmiya ve arkadaşlarının gastrik adeno ca’sı olan hastalarda yaptıkları bir çalışmada MDM2 SNP309 GG polimorfizmini azalmış yaşam süresiyle ilişkili olarak saptamışlardır.179 Bildiğimiz kadarıyla literatürdeki MDM2 ve p53 gen 96 polimorfizmiyle HSK’lı hastalarda yaşam süresi arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk çalışma bizim çalışmamızdır ve bizim bulgularımızın literatürle çelişkili olmasının nedeni ise şu şekilde açıklanabilir; Öncelikle daha önce tartıştığımız gibi her iki gen polimorfizminde TT ve Arg/Arg genotiplerini taşıyan bireylerdeki tümörler diğer genotipleri taşıyan bireylerdeki tümörlere göre daha büyük, daha fazla vasküler invazyon göstermektedir. TT ve Arg/Arg genotipini taşıyan bireyler daha erken evre sirozlu hastalarda olmasına rağmen bu bulgular nedeniyle diğer genotipleri taşıyan bireylere göre HSK evresi dağılımı yönünden eşit dağılım sergilemektedir. HSK’nın sıklıkla siroz zemininde gelişmesi ve bizim hasta populasyonumuzunda çoğunlukla sirozlu hastalar olması, sirozlu hastalarda yaşam süresini etkileyen ana faktörlerden birisinin karaciğerin kalan rezerv fonksiyonu olması nedeniyle, karaciğerde yerleşen daha büyük ve daha fazla vasküler invazyon gösteren bir tümörün yaşam süresini kısaltması kaçınılmazdır. Bizim çalışmamızın ana kısıtlaması hastane tabanlı vaka kontrollü bir çalışma olması ve hastaların tek bir merkezden alınmasıdır (Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi). Bundan dolayı genel populasyondaki hepatosellüler karsinomaları yansıtmayabilir. Bunun için bulgularımızın daha geniş vaka tabanlı çalışmalarla desteklenmesi gerekmektedir. İnsan genomunun sekanslamasının 2001 de tamamlanmasından sonra, tıpta yeni bir genomik çağa girilmiştir.197 Genetik kodlamanın nuanslarını anlamaya başladıkça, kanser gibi kompleks hastalıklara karşı olan farklı yatkınlıklara neden olan genetik varyasyonlarımızıda anlamaya başladık. Her ne kadar farklı bireyler arasındaki genetik kodlar %99 benzer olsada, genetik polimorfizmler bireyler arasındaki fenotipik farklılığı neden olur.197,198 Karsinogenezisde etkili olan tek nükleotid polimorfizimleri ve yolakların bizim çalışmamızda incelenmesi bu çalışmanın iyi taraflarındandır. Özet olarak bu çalışma Türk populasyonunda p53 kodon72 ve MDM2 gen polimorfizimiyle HSK riski arasındaki ilişkiyi gösteren ilk çalışmadır. p53 kodon72 Pro/Pro genotipi ve MDM2 SNP309’un G alleli altta HSK riski olan kronik hepatitli vakalarda artmış HSK riskini göstermede ve bu genotipleri taşıyan bireylerin daha sık takibe alınmasını belirlemede yararlı bir marker gibi görünmektedir. Bu sonuçlar tümör süpresör yolağı olan p53 de doğal olarak oluşan mutasyonların kanser gelişimine yol açtığını desteklemektedir. 97 6. SONUÇLAR ve ÖNERİLER 1) HSK sıklıkla siroz zemininde gelişen ve erken tanı ve küratif tedaviler uygulanmazsa sıklıkla mortal seyreden primer karaciğer kanseridir 2) p53 kodon72 Pro/Pro genotipi ve MDM2 SNP 309 da G alleline sahip olmak altta kronik hepatiti veya sirozu olan vakalarda artmış HSK riskiyle ilişkilidir. 3) p53 kodon72 Pro/Pro ve MDM2 SNP 309 GG genotipleri HSK riskini sinerjistik olarak artırmaktadır. 3) Altta kronik karaciğer hastalığı veya sirozu olan bu genotiplere sahip bireylerin daha yakın monitörizasyonu HSK’nın erken dönemde yakalanması açısından faydalı olabilir. 4) p53 kodon72 Arg/Arg ve MDM2 SNP309 TT genotipine sahip HSK’lı hastalar diğer genotipleri taşıyan bireylere göre rölatif olarak daha büyük tümör boyutuna sahiptir ve bu bireylerdeki tümörler daha fazla vasküler invazyon göstermektedir. 5) p53 kodon72 Arg/Arg ve MDM2 SNP309 TT genotipine sahip HSK’lı hastalardaki serum alfafetoprotein düzeyleri diğer genotipleri taşıyan bireylere göre rölatif olarak daha yüksek olarak saptanmıştır. .6) p53 kodon72 Arg/Arg ve MDM2 SNP309 TT genotiplerini taşıyan HSK’lı bireylerde yaşam süresi diğer genotipleri taşıyan bireylere göre daha kısa olarak saptanmıştır. 7) Siroz zemininde gelişen HSK’da hastalar çoğunlukla ileri evre Child Pugh Skoruna sahiptir. 8) Her iki gen polimorfizimiyle HSK’ya yakalanma yaşı, Child Pugh evresi ve HSK evresi arasında ilişki saptanmamıştır. 98 KAYNAKLAR 1. Parkin DM, Bray F, Ferlay J ve Pisani P. Estimating the world cancer burden Globocan 2000. Int. J. Cancer 2001; 94:153-156. 2. Marrero JA Hepatocellular carcinoma. Curr. Opin. Gastroenterol 2006; 22:248-253. 3. Sherman M. Hepatocellular carcinoma, epidemiology, risk factor, and screening. Semin. Liver Dis. 2005; 25:143-154. 4. Collier J ve Sherman M. Screening for hepatocellular carcinoma. Hepatology; 1998; 27:273-278. 5. Chan HL ve Sung JJ. Hepatocellular carcinoma and hepatitis B virus. Semin. Liver Dis. 2006; 26:153-161. 6. Han KH ve Ahn SH. How to predict HCC development in patients with chronic B viral liver disease?. Intervirology 2005; 48:23-28. 7. Tong MJ, Blatt LM, Kao JH, Cheng JT ve Corey WG. Basal core promoter T1762/A1764 and precore A1896 gene mutations in hepatitis B surface antigen-positive hepatocellular carcinoma: a comparison with chronic carriers. Liver Int. 2007; 27:1356-1363. 8. Yu MW, Yeh SH, Chen PJ, Liaw YF, Liu CJ, Shih WL, Kao JH, Chen DS ve Chen CJ. Hepatitis B virus genotype and DNA level and hepatocellular carcinoma: a prospective study in men. J. Natl. Cancer Int. 2005; 97:265-272. 9. Mahmood S, Niiyama G, Kamei A, Izumi A, Nakata K, Ikeda H, Suehiro M, Kawanaka M, Togawa K ve Yamada G. Influence of viral load and genotype in the progression of Hepatitis Bassociated liver cirrhosis to hepatocellular carcinoma. Liver Int. 2005; 25:220-225. 10. Nissen NN ve Martin P. Hepatocellular carcinoma: the high-risk patient. J.Clin. Gastroenterol. 2002; 35:79-85. 11. Park SH, Choi JE, Kim EJ, Jang JS, Han HS, Lee WK, Kang YM ve Park JY. MDM2 309T>G polymorphism and risk of lung cancer in a Korean population. Lung Cancer 2006; 54:1924. 12. Bougeard G, Baert Desurmont S, Tournier I, VasserurS, MartinC, Brugieres L, Chompret A, Paillerets BB, Stoppa Lyonnet D, Bonaiti PellieC ve Frebourg T. Impact of the MDM2 SNP309 and p53 Arg72Pro polymorphism on age of tumour onset in Li-Fraumeni syndrome. J. Med. Genet. 2006; 43:531-533. 13. Zhang X, Miao X, Guo Y, Tan W, Zhou Y, Sun T ve Wang Y. Genetic polymorphisms in cell cycle regulatory genes MDM2 and TP53 are associated with susceptibility to lung cancer. Hum. Mutat. 2006;27:110-117. 14. Bond GL, Hu W, Bond EE, Robins H, Lutzker SG, Arva NC, Bargonetti J, Bartel F, Taubert H, Wuerl P, Onel K, Yip L, Hwang SJ, Strong LC, LozanoG ve Levine AJ. A single nucleotide polymorphism in the MDM2 promoter attenuates the p53 tumor suppressor pathway and accelerates tumor formation in humans. Cell 2004; 119:591-602. 15. Dharel N, Kato N, Muroyama R, Moriyama M, Shao RX, Kawabe T ve Omata M. MDM2 promoter SNP309 is associated with the risk of hepatocellular carcinoma in patients with chronic hepatitis C. Clin. Cancer Res. 2006; 12:4867-4871. 99 16. Staib F, Hussain SP, Hofseth LJ, Wang XW ve Haris CC. TP53 and liver carcinogenesis. Human Mut. 2003; 21:201-216. 17. Thomas M, Kalita A, Labrecque S, Pim D, Banks L ve Matlashewski G. Two polymorphic variants of wild-type TP53 differ biochemically and biologically. Mol.Cell Biol.1999; 19:10921100. 18. Dumont P, Leu JI, Della Pietra AC, George DL ve Murphy M. The codon 72 polymorphic variants of p53 have markedly different apoptotic potential. Nat. Genet. 2003; 33:357-365. 19. Yu MW, Yang SY, Chiu YH, Chiang YC, Liaw YF ve Chen CJ. A p53 genetic polymorphism as a modulator of hepatocellular carcinoma risk in relation to chronic liver disease, familial tendency, and cigarette smoking in hepatitis B carriers. Hepatology 1999; 29:697-702. 20. Zhu ZZ, Cong WM, Liu SF, Xian ZH, Wu WQ, Wu MC, Gao B, Hou LF, Zhu GS. A p53 polymorphism modifies the risk of hepatocellular carcinoma among non-carriers but not carriers of chronic hepatitis B virus infection. Cancer Lett. 2005; 229:77-83. 21. Kim YJ ve Lee HS. Single nucleotide polymorphisms associated with hepatocellular carcinoma with chronic hepatitis B virus infection. Intervirology 2005; 48:10-15. 22. Parkin DM. Global cancer statistics in the year 2000. Lancet Oncol 2001; 2:533–543. 23. Parkin DM. Cancer Incidence in five continents. IARC scientific publications volume VIII[No. 155]. 2002. Lyon:IARCPress. 24. Okuda K, Nakanuma Y, Miyazaki M. Cholangiocarcinoma: recent progress. Part 1: epidemiology and etiology. J Gastroenterol Hepatol 2002; 17:1049–1055. 25. McGlynn KA, Tsao L, Hsing AW, Devesa SS, Fraumeni JF Jr.International trends and patterns of primary liver cancer. Int J Cancer 2001; 94:290–296. 26. Chang MH, Chen CJ, Lai MS. Universal hepatitis B vaccination in Taiwan and the incidence of hepatocellular carcinoma in children. Taiwan Childhood Hepatoma Study Group. N Engl J Med 1997; 336:1855–1859. 27. Yu SZ. Primary prevention of hepatocellular carcinoma. J Gastroenterol Hepatol 1995; 10:674– 682. 28. Rudolph KL, Chang S, Millard M, Schreiber-Agus N, DePinho RA. Inhibition of experimental liver cirrhosis in mice by telomerase gene delivery. Science 2000; 287:1253–1258. 29. Yu MW, Chen CJ. Elevated serum testosterone levels and risk of hepatocellular carcinoma. Cancer Res 1993; 53:790–794. 30. Yu MW, Yang YC, Yang SY, et al. Hormonal markers and hepatitis B virus-related hepatocellular carcinoma risk: a nested case-control study among men. J Natl Cancer Inst 2001; 93:1644–1651. 31. Yoshizawa H. Hepatocellular carcinoma associated with hepatitis C virus infection in Japan: projection to other countries in the foreseeable future. Oncology 2002; 62(Suppl 1):8–17. 32. Armstrong GL, Alter MJ, McQuillan GM, Margolis HS. The past incidence of hepatitis C virus infection: implications for the future burden of chronic liver disease in the United States. Hepatology 2000; 31:777–782. 33. Wong JB, McQuillan GM, McHutchison JG, Poynard T. Estimating future hepatitis C morbidity, mortality, and costs in the United States. Am J Public Health 2000; 90:1562–1569. 100 34. McMahon BJ, Alberts SR, Wainwright RB, Bulkow L, Lanier AP. Hepatitis B-related sequelae. Prospective study in 1400 hepatitis B surface antigen-positive Alaska native carriers. Arch Intern Med 1990; 150:1051–1054. 35. Kao JH, Chen PJ, Lai MY, Chen DS. Genotypes and clinical phenotypes of hepatitis B virus in patients with chronic hepatitis B virus infection. J Clin Microbiol 2002; 40:1207–1209. 36. Camma C, Giunta M, Andreone P, Craxi A. Interferon and prevention of hepatocellular carcinoma in viral cirrhosis: an evidence based approach. J Hepatol 2001; 34:593–602. 37. Torbenson M, Thomas DL. Occult hepatitis B. Lancet Infect Dis 2002; 2:479–486. 38. Yuki N, Nagaoka T, Yamashiro M. Long-term histologic and virologic outcomes of acute selflimited hepatitis B. Hepatology 2003; 37:1172–1179. 39. Beasley RP. Hepatitis B virus. The major etiology of hepatocellular carcinoma. Cancer 1988; 61:1942–1956. 40. Kane MA. Global control of primary hepatocellular carcinoma with hepatitis B vaccine: the contributions of research in Taiwan. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 2003; 12:2–3. 41. Goldstein ST, Zhou F, Hadler SC, Bell BP, Mast EE, Margolis HS. A mathematical model to estimate global hepatitis B disease burden and vaccination impact. Int J Epidemiol 2005; 34:1329– 1339. 42. Yamamoto T, Kajino K, Kudo M. Determination of the clonal origin of multiple human hepatocellular carcinomas by clonign and polymerase chain reaction of the integrated hepatitis B virus DNA. Hepatology 1999; 29:1446–1452. 43. Stagle BL, Zhou YZ, Butel JS. Hepatitis B virus integration event in human chromosome 17p near the p53 gene identifies the region of the chromosome commonly deleted in virus-positive hepatocellular carcinomas. Cancer Res 1991; 51:49–54. 44. Tokino T, Matsubara K. Chromosomal sites for hepatitis B virus integration in human hepatocellular carcinoma. J Virol 1991; 65:6761–6764. 45. Hadziyannis SJ, Lieberman HM, Karvountzis GG. Analysis of liver diseases, nuclear HBsAg, viral replication, and hepatitis B virus DNA in liver and serum of HBeAg Vs. Anti – Hbe positive carriers of hepatitis B virus. Hepatology 1983; 3:656–662. 46. Pantisso P, Poon MC, Tiollais P. Detection of HBV in mononuclear blood cells. Br Med J 1984; 288:1563–1566. 47. Wang W, London T, Feitelson MA Hepatitis Bx antigen in hepatitis virus carrier patients with liver cancer. Cancer Res 1991; 51:4971–4977. 48. Unsal H, Yakıcıer C, Marçais C. Genetic heterogeneity of hepatocellular carcinoma. Proct Natl Acad Sci USA 1994; 822–826. 49. Ikeda K, Saitoh S, Arase Y. Effect of interferon therapy on hepatocellular carcinogenesis in patients with chronic hepatitis type C: a long-term observation study of 1,643 patients using statistical bias correction with proportional hazard analysis. Hepatology 1999; 29:1124-1130. 50. Bruno S, Battezzati PM, Bellati G. Long-term beneficial effects in sustained responders to interferon-alfa therapy for chronic hepatitis C. J Hepatol. 2001; 34:748–755. 101 51. Donato F, Tagger A, Gelatti U. Alcohol and hepatocellular carcinoma: the effect of lifetime intake and hepatitis virus infections in men and women. Am J Epidemiol 2002; 155:323–331. 52. Freeman AJ, Dore GJ, Law MG. Estimating progression to cirrhosis in chronic hepatitis C virus infection. Hepatology 2001; 34:809–816. 53. Cramp ME. HBV _ HCV _ HCC?. Gut 1999; 45:168–169. 54. Serfaty L, Aumaitre H, Chazouilleres O. Determinants of outcome of compensated hepatitis C virus-related cirrhosis. Hepatology 1998; 27:1435–1440. 55. Anonim. Effect of interferon-alpha on progression of cirrhosis to hepatocellular carcinoma: a retrospective cohort study. International Interferon-alpha Hepatocellular Carcinoma Study Group. Lancet 1998; 351:1535–1539. 56. Imai Y, Kawata S, Tamura S. Relation of interferon therapy and hepatocellular carcinoma in patients with chronic hepatitis C. Osaka Hepatocellular Carcinoma Prevention Study Group. Ann Intern Med 1998; 129:94–99. 57. Niederau C, Lange S, Heintges T. Prognosis of chronic hepatitis C: results of a large, prospective cohort study. Hepatology 1998; 28:1687–1695. 58. Valla DC, Chevallier M, Marcellin P. Treatment of hepatitis C virus-related cirrhosis: a randomized, controlled trial of interferon alfa-2b versus no treatment. Hepatology 1999; 29:1870–1875. 59. Okanoue T, Itoh Y, Minami M. Interferon therapy lowers the rate of progression to hepatocellular carcinoma in chroni c hepatitis C but not significantly in an advanced stage: a retrospective study in 1148 patients. Viral Hepatitis Therapy Study Group. J Hepatol 1999; 30:653–659. 60. Overall evaluations of carcinogenicity an updating of IARC monographs. IARC Monographs 1987; 83-87. 61. Garner RC, Miller EC, Miller JA. Liver microsomal metabolism of aflatoxin B 1 to a reactive derivative toxic to Salmonella typhimurium TA 1530. Cancer Res 1972; 32:2058–2066. 62. Bressac B, Kew M, Wands J, Ozturk M. Selective G to T mutations of p53 gene in hepatocellular carcinoma from southern Africa. Nature 1991; 350:429–431. 63. Turner PC, Sylla A, Diallo MS, Castegnaro JJ, Hall AJ, Wild CP. The role of aflatoxins and hepatitis viruses in the etiopathogenesis of hepatocellular carcinoma: A basis for primary prevention in Guinea-Conakry, West Africa. J Gastroenterol Hepatol 2002; 17:441–448. 64. Qian GS, Ross RK, Yu MC. A follow-up study of urinary markers of aflatoxin exposure and liver cancer risk in Shanghai, People’s Republic of China. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 1994; 3:3–10. 65. Wolk A, Gridley G, Svensson M. A prospective study of obesity and cancer risk (Sweden). Cancer Causes Control 2001; 12:13–21. 66. Boffetta P, Matisane L, Mundt KA, Dell LD. Meta-analysis of studies of occupational exposure to vinyl chloride in relation to cancer mortality. Scand J Work Environ Health 2003; 29:220–222 67. Marrero JA, Fontana RJ, Su GL, Conjeevaram HS, Emick DM, Lok AS. NAFLD may be a common underlying liver disease in patients with hepatocellular carcinoma in the United States. Hepatology 2002; 36:1349–1354.2572 El–Serag and Rudolph Gastroenterology Vol. 132, No. 7 102 68. Bugianesi E, Leone N, Vanni E. Expanding the naturalhistory of nonalcoholic steatohepatitis: from cryptogenic cirrhosis to hepatocellular carcinoma. Gastroenterology 2002; 123:134–140. 69. Regimbeau JM, Colombat M, Mognol P. Obesity and diabetes as a risk factor for hepatocellular carcinoma. Liver Transpl 2004; 10:69–73. 70. Fiore G, Fera G, Napoli N, Vella F, Schiraldi O. Liver steatosis and chronic hepatitis C: a spurious association? Eur J Gastroenterol Hepatol 1996; 8:125–129. 71. Cotrim HP, Parana R, Braga E, Lyra L. Nonalcoholic steatohepatitis and hepatocellular carcinoma: natural history? Am J Gastroenterol 2000; 5:3018–3019. 72. Zen Y, Katayanagi K, Tsuneyama K, Harada K, Araki I, Nakanuma Y. Hepatocellular carcinoma arising in non-alcoholic steatohepatitis. Pathol Int 2001; 51:127–131. 73. Shimada M, Hashimoto E, Taniai M, et al. Hepatocellular carcinoma in patients with nonalcoholic steatohepatitis. J Hepatol 2002; 37:154–160. 74. Adams LA, Lymp JF, St SJ, et al. The natural history of nonalcoholic fatty liver disease: a population-based cohort study. Gastroenterology 2005; 129:113–121. 75. Calle EE, Rodriguez C, Walker-Thurmond K, Thun MJ. Overweight, obesity, and mortality from cancer in a prospectively studied cohort of U.S. adults. N Engl J Med 2003; 348:1625– 1638. 76. Moller H, Mellemgaard A, Lindvig K, Olsen JH. Obesity and cancer risk: a Danish recordlinkage study. Eur J Cancer 1994; 30A:344–350. 77. Ratziu V, Giral P, Charlotte F, et al. Liver fibrosis in overweight patients. Gastroenterology 2000; 118:1117–1123. 78. Ratziu V, Trabut JB, Poynard T. Fat, diabetes, and liver injury in chronic hepatitis C. Curr Gastroenterol Rep 2004; 6:22–29. 79. Adinolfi LE, Gambardella M, Andreana A, Tripodi MF, Utili R, Ruggiero G. Steatosis accelerates the progression of liver damage of chronic hepatitis C patients and correlates with specific HCV genotype and visceral obesity. Hepatology 2001; 33:1358–1364. 80. Hwang SJ, Luo JC, Chu CW, et al. Hepatic steatosis in chronic hepatitis C virus infection: prevalence and clinical correlation. J Gastroenterol Hepatol 2001; 16:190–195. 81. Poynard T, Ratziu V, McHutchison J. Effect of treatment with peginterferon or interferon alfa-2b and ribavirin on steatosis in patients infected with hepatitis C. Hepatology 2003; 38:75– 85. 82. Westin J, Nordlinder H, Lagging M, Norkrans G, Wejstal R. Steatosis accelerates fibrosis development over time in hepatitis C virus genotype 3 infected patients. J Hepatol 2002; 37: 837–842. 83. Wong VS, Wight DG, Palmer CR, Alexander GJ. Fibrosis and other histological features in chronic hepatitis C virus infection: a statistical model. J Clin Pathol 1996; 49:465–469. 84. Ong JP, Younossi ZM, Speer C, Olano A, Gramlich T, Boparai N. Chronic hepatitis C and superimposed nonalcoholic fatty liver disease. Liver 2001; 21:266–271. 103 85. Ohata K, Hamasaki K, Toriyama K. Hepatic steatosis is a risk factor for hepatocellular carcinoma in patients with chronic hepatitis C virus infection. Cancer 2003; 97:3036–3043. 86. Rubbia-Brandt L, Quadri R, Abid K. Hepatocyte steatosis is a cytopa thic effect of hepatitis C virus genotype 3. J Hepatol 2000; 33:106–115. 87. Bugianesi E, Manzini P, D’Antico S. Relative contribution of iron burden, HFE mutations, and insulin resistance to fibrosis in nonalcoholic fatty liver. Hepatology 2004; 39:179–187. 88. El Serag HB, Tran T, Everhart JE. Diabetes increases the risk of chronic liver disease and hepatocellular carcinoma. Gastroenterology 2004; 126:460–468. 89. Adami HO, Chow WH, Nyren O. Excess risk of primary liver cancer in patients with diabetes mellitus. J Natl Cancer Inst 1996; 88:1472–1477. 90. Wideroff L, Gridley G, Mellemkjaer L. Cancer incidence in a population-based cohort of patients hospitalized with diabetes mellitus in Denmark. J Natl Cancer Inst 1997; 89:1360–1365. 91. El-Serag HB, Hampel H, Javadi F. The association between diabetes and hepatocellular carcinoma: a systematic review of epidemiologic evidence. Clin Gastroenterol Hepatol 2006; 4: 369–380. 92. Evans AA, Chen G, Ross EA, Shen FM, Lin WY, London WT. Eight-year follow-up of the 90,000-person Haimen City cohort: I. Hepatocellular carcinoma mortality, risk factors, and gender differences. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 2002; 11:369–376. 93. Tanaka K, Hirohata T, Fukuda K, Shibata A, Tsukuma H, Hiyama T. Risk factors for hepatocellular carcinoma among Japanese women. Cancer Causes Control 1995; 6:91–98. 94. Yu MC, Yuan JM. Environmental factors and risk for hepatocellular carcinoma. Gastroenterology 2004; 127(5 Suppl 1):72–78. 95. De BV, Welsh JA, Yu MC, Bennett WP. p53 mutations in hepatocellular carcinoma related to oral contraceptive use. Carcinogenesis 1996; 17:145–149. 97. Korula J, Yellin A, Kanel G, Campofiori G, Nichols P. Hepatocellular carcinoma coexisting with hepatic adenoma. Incidental discovery after long-term oral contraceptive use. West J Med 1991; 155:416–418. 97. Rosenberg L. The risk of liver neoplasia in relation to combined oral contraceptive use. Contraception 1991; 43:643–652. 98. Maheshwari S, Kramer J, El-Serag HB. The association between oral contracepatives and hepatocellular carcinoma: a meta-analysis. J Hepatol. 99. Cauza E, Peck-Radosavljevic M, Ulrich-Pur H. Mutations of the HFE gene in patients with hepatocellular carcinoma. Am J Gastroenterol 2003; 98:442–447. 100. Willis G, Bardsley V, Fellows IW, Lonsdale R, Wimperis JZ, Jennings BA. Hepatocellular carcinoma and the penetrance of HFE C282Y mutations: a cross sectional study. BMC Gastroenterol 2005; 5:17. 101. Blanc JF, De Ledinghen V, Bernard PH. Increased incidence of HFE C282Y mutations in patients with iron overload and hepatocellular carcinoma developed in non-cirrhotic liver. J Hepatol 2000; 32:805–811. 104 102. Fracanzani AL, Fargion S, Stazi MA. Association between heterozygosity for HFE gene mutations and hepatitis viruses in hepatocellular carcinoma. Blood Cells Mol Dis 2005; 35:27– 32. 103. Boige V, Castera L, de RN. Lack of association between HFE gene mutations and hepatocellular carcinoma in patients with cirrhosis. Gut 2003; 52:1178–1181. 104. Hellerbrand C, Poppl A, Hartmann A, Scholmerich J, Lock G. HFE C282Y heterozygosity in hepatocellular carcinoma: evidence for an increased prevalence. Clin Gastroenterol Hepatol 2003; 1:279–284. 105. Yu MW, Hsieh HH, Pan WH, Yang CS, Chen CJ. Vegetable consumption, serum retinol level, and risk of hepatocellular carcinoma. Cancer Res 1995; 55:1301–1305. 106. Yu MW, Horng IS, Hsu KH, Chiang YC, Liaw YF, Chen CJ. Plasma selenium levels and risk of hepatocellular carcinoma among men with chronic hepatitis virus infection. Am J Epidemiol 1999; 150:367–374. 107. Talamini R, Polesel J, Montella M. Food groups and risk of hepatocellular carcinoma: A multicenter case-control study in Italy. Int J Cancer 2006; 119:2916–2921. 108. Sauvaget C, Nagano J, Hayashi M, Spencer E, Shimizu Y, Allen N. Vegetables and fruit intake and cancer mortality in the Hiroshima/Nagasaki Life Span Study. Br J Cancer 2003; 88: 689 694. 109. Gallus S, Bertuzzi M, Tavani A. Does coffee protect against hepatocellular carcinoma? Br J Cancer 2002; 87:956–959. 110. Gelatti U, Covolo L, Franceschini M. Coffee consumption reduces the risk of hepatocellular carcinoma independently of its aetiology: a case-control study. J Hepatol 2005; 42:528–534. 111. Tanaka K, Hara M, Sakamoto T. Inverse association between coffee drinking and the risk of hepatocellular carcinoma: a case-control study in Japan. Cancer Sci 2007; 98:214–218. 112. Ohfuji S, Fukushima W, Tanaka T. Coffee consumption and reduced risk of hepatocellular carcinoma among patients with chronic type C liver disease: A case-control study. Hepatol Res 2006; 36:201–208. 113. Montella M, Polesel J, La VC. Coffee and tea consumption and risk of hepatocellular carcinoma in Italy. Int J Cancer 2007; 120:1555–1559. 114. Shimazu T, Tsubono Y, Kuriyama S. Coffee consumption and the risk of primary liver cancer: pooled analysis of two prospective studies in Japan. Int J Cancer 2005; 116:150–154. 115. Inoue M, Yoshimi I, Sobue T, Tsugane S. Influence of coffee drinking on subsequent risk of hepatocellular carcinoma: a prospective study in Japan. J Natl Cancer Inst 2005; 97:293–300. 116. Kurozawa Y, Ogimoto I, Shibata A. Coffee and risk of death from hepatocellular carcinoma in a large cohort study in Japan. Br J Cancer 2005; 93:607–610. 117. Bruix J, Sherman M, Llovet JM. Clinical management of hepatocellular carcinoma. Conclusions of the Barcelona 2000 EASL Conference. J Hepatol. 2001; 35:421-430. 118. Torzilli G, Minagawa M, Takayama T. Accurate preoperative evaluation of liver mass lesions without fine-needle biopsy. Hepatology.1999; 30(4):889-893. 105 119. Yu JS, Kim KW, Kim EK. Contrast enhancement of small hepatocellular carcinoma: usefulness of three successive early image acquisitions during multiphase dynamic MR imaging. Am J Roentgenol.1999; 173:597-604. 120. Lim JH, Kim CK, Lee WJ. Detection of hepatocellular carcinomas and dysplastic nodules in cirrhotic livers: accuracy of helical CT in transplant patients. Am J Roentgenol. 2000; 175:693698. 121. Kim T, Murakami T, Takahashi S. Optimal phases of dynamic CT for detecting hepatocellular carcinoma: evaluation of unenhanced and triple-phase images. Abdom Imaging. 1999; 24:473480. 122. Huang G, Sheu JC, Yang PM. Ultrasound guided cutting biopsy for the diagnosis of hepatocellular carcinoma—a study based on 420 patients. J Hepatol. 1996; 25:334-338. 123. Bru C, Maroto A, Bruix J. Diagnostic accuracy of fine-needle aspiration biopsy in patients with hepatocellular carcinoma. Dig Dis Sci. 1989; 34:1765-1769. 124. Nakashima T, Kojiro M. Hepatocellular Carcinoma. Tokyo: Springer Verlag; 1987. 125. Policy 3.6.4.4 on Organ Distribution: Allocation of Livers. Available at: www.unos.org. Accessed June 27, 2006 126. Durand F, Regimbeau JM, Belghiti J. Assessment of the benefits and risks of percutaneous biopsy before surgical resection of hepatocellular carcinoma. J Hepatol. 2001; 35:254-258. 127. Takamori R, Wong LL, Dang C, Wong L. Needle-tract implantation from hepatocellular cancer: is needle biopsy of the liver always necessary? Liver Transpl. 2000; 6:67-72. 128. Smith EH. Complications of percutaneous abdominal fine-needle biopsy. Rev Radiol. 1991; 178:253-258. 129. Schotman SN, De Man RA, Stoker J. Subcutaneous seeding of hepatocellular carcinoma after percutaneous needle biopsy. Gut. 1999; 45:626-627. 130. Yuen MF, Lai CL. Serological markers of liver cancer. Best Pract Res Clin Gastroenterol. 2005; 19(1):91-99. 131. Gupta S, Bent S, Kohlwes J. Test characteristics of alpha-fetoprotein for detecting hepatocellular carcinoma in patients with hepatitis C. A systematic review and critical analysis. Ann Intern Med. 2003; 139:46-50. 132. Soresi M, Magliarisi C, Campagna P. Usefulness of alpha fetoprotein in the diagnosis of hepatocellular carcinoma. AnticancerRes. 2003; 23:1747-1753. 133. Maringhini A, Cottone M, Sciarrino E. Ultrasonography and alpha-fetoprotein in diagnosis of hepatocellular carcinoma in cirrhosis. Dig Dis Sci. 1988; 33:47-51. 134. Zhang BH, Yang BH, Tang ZY. Randomized controlled trial of screening for hepatocellular carcinoma. J Cancer Res Clin Oncol. 2004; 130(7):417-422. 135. Chen JG, Parkin DM, Chen QG. Screening for liver cancer: results of a randomised controlled trial in Qidong, China. J Med Screen. 2003; 10(4):204-209. 136. Peterson MS, Baron RL. Radiologic diagnosis of hepatocellular carcinoma. Clin Liver Dis. 2001; 5:123-144. 106 137. Zhang B, Yang B. Combined alpha fetoprotein testing and ultrasonography as a screening test for primary liver cancer. J Med Screen. 1999; 6:108-110. 138. Kang JY, Lee TP, Yap I, Lun KC. Analysis of cost-effectiveness of different strategies for hepatocellular carcinoma screening in hepatitis B virus carriers. J Gastroenterol Hepatol. 1992; 7: 463-468. 139. Bruix J, Sherman M. Practice Guidelines Committee, American Association for the Study of Liver Diseases. Management of hepatocellular carcinoma. Hepatology. 2005; 42:1208-1236. 140. Kojiro M, Roskams T. Early hepatocellular carcinoma and dysplastic nodules. Semin Liver Dis. 2005; 25:133-142. 141. Bialecki ES, Di Bisceglie AM. Clinical presentation and natural course of hepatocellular carcinoma. Eur J Gastroenterol Hepatol. 2005; 17:485-489. 142. Ikeda K, Arase Y, Saitoh S. Anticarcinogenic impact of interferon on patients with chronic hepatitis C: a large-scale long-term study in a single center. Intervirology. 2006; 49(1-2):82-90. 143. Omata M, Yoshida H, Shiratori Y. Prevention of hepatocellular carcinoma and its recurrence in chronic hepatitis C patients by interferon therapy. Clin Gastroenterol Hepatol. 2005; 3(10 Suppl 2): S141-3. 144. Okuda K. Natural history of hepatocellular carcinoma including fibrolamellar and hepatocholangiocarcinoma variants. J Gastroenterol Hepatol. 2002; 17:401-405. 145. Llovet J, Bru C, Bruix J. Prognosis of hepatocellular carcinoma: the BCLC staging classification. Semin Liver Dis. 1999; 19(3):329-338. 146. Belghiti J, Hiramatsu K, Benoist S. Seven hundred forty seven hepatectomies in the 1990s: an update to evaluate the actual risk of liver resection. J Am Coll Surg. 2000; 191:38-46. 147. Bralet MP, Regimbeau JM, Pineau P. Hepatocellular carcinoma occurring in nonfibrotic liver: epidemiologic and histopathologic analysis of 80 French cases. Hepatology.2000; 32:200-204. 148. Imamura H, Matsuyama Y, Tanaka E. Risk factors contributing to early and late intrahepatic recurrence of hepatocellular carcinoma after hepatectomy. J Hepatol. 2003; 38:200-207. 149. Ono T, Nagasue N, Kohno H. Adjuvant chemotherapy with epirubicin and carmofur after radical resection of hepatocellular carcinoma: a prospective randomized study. Semin Oncol. 1997; 24(suppl 6):S6-18. 150. Yamamoto M, Arii S, Sughara K. Adjuvant oral chemotherapy after curative resection of hepatocellular carcinoma. Br J Surg. 1996; 83:336-340. 151. Lau WY, Leung TW, Ho SK. Adjuvant intra-arterial iodine-131-labelled lipiodol for resectable hepatocellular carcinoma: a prospective randomized trial. Lancet. 1999; 353:797-801. 152. Takayama T, Sekine T, Makuuchi M. Adoptive immunotherapy to lower postsurgical recurrence rates of hepatocellular carcinoma: a randomized trial. Lancet. 2000; 356:802-807. 153. Kubo S, Nishiguchi S, Hirohashi K. Effects of long term postoperative interferon-alpha therapy on intrahepatic recurrence after resection of hepatitis C virus-related hepatocellular carcinoma. Ann Intern Med. 2001; 134:963-967. 154. Lin SM, Lin CJ, Hsu CW. Prospective randomized controlled study of interferon-alpha in preventing hepatocellular carcinoma recurrence after medical ablation therapy for primary tumors. Cancer. 2004; 100:376-382. 107 155. Bismuth H, Chiche L, Adam R. Liver resection versus transplantation for hepatocellular carcinoma in cirrhosis. Ann Surg. 1993; 218:145-151. 156. Mazzaferro V, Regalia E, Doci R. Liver transplantation for the treatment of small hepatocellular carcinomas in patients with cirrhosis. N Engl J Med. 1996; 334:693-699. 157. Regalia E, Coppa J, Pulvirenti A. Liver transplantation for small hepatocellular carcinoma in cirrhosis: analysis of our experience. Transplant Proc. 2001; 33:1442-1444. 158. Llovet JM, Fuster J, Bruix J. Intention-to-treat analysis of surgical treatment for early hepatocellular carcinoma: resection versus transplantation. Hepatology. 1999; 30:1434-1440. 159. Lu DS, Yu NC, Raman SS. Percutaneous radiofrequency ablation of hepatocellular carcinoma as a bridge to liver transplantation. Hepatology. 2005; 41:1130-1137. 160. Graziadei IW, Sandmueller H, Waldenberger P. Chemoembolization followed by liver transplantation for hepatocellular carcinoma impedes tumor progression while on the waiting list and leads to excellent outcome. Liver Transpl. 2003; 9:557-563. 161. Gondolesi GE, Roayaie S, Munoz L. Adult living donor liver transplantation for patients with hepatocellular carcinoma: extending UNOS priority criteria. Ann Surg. 2004; 239:142-149. 162. Hasegawa S, Yamasaki N, Hiwaki T. Factors that predict intrahepatic recurrence of hepatocellular carcinoma in 81 patients initially treated by percutaneous ethanol injection. Cancer. 1999; 86:1682-1690. 163. Shiina S, Tagawa K, Niwa Y. Percutaneous ethanol injection therapy for hepatocellular carcinoma: results in 146 patients. Am J Roentgenol. 1993; 160:1023-1028. 164. Lencioni RA, Allgaier HP, Cioni D. Small hepatocellular carcinoma in cirrhosis: randomized comparison of radiofrequency thermal ablation versus percutaneous ethanol injection. Radiology. 2003; 228: 235-240. 165. Lin SM, Lin CJ, Lin CC. Radiofrequency ablation improves prognosis compared with ethanol injection for hepatocellular carcinoma or equal to 4 cm. Gastroenterology. 2004; 127:1714-1723. 166. Llovet JM, Bruix J. Systematic review of randomized trials for unresectable hepatocellular carcinoma: chemoembolization improves survival. Hepatology. 2003; 37:429-442. 167. Veltri A, Moretto P, Doriguzzi A. Radiofrequency thermal ablation after transarterial chemoembolization as a combined therapy for unresectable non-early hepatocellular carcinoma. Eur Radiol. 2006; 16(3):661-669. 168. Burroughs A, Hochhauser D, Meyer T. Systemic treatment and liver transplantation for hepatocellular carcinoma: two ends of the therapeutic spectrum. Lancet Oncol. 2004; 5:409-418. 169. Mathurin P, Rixe O, Carbonell N. Review article: overview of medical treatments in unresectable hepatocellular carcinoma—an impossible meta-analysis? Aliment Pharmacol Ther. 1998; 12:111-126. 170. Yao FY, Ferrell L, Bass NM. Liver transplantation for hepatocellular carcinoma: expansion of the tumor size limits does not adversely impact survival. Hepatology. 2001; 33:1394-1403. 171. Sambrook J. Frits, EF Mnniatis. T. Moleculer cloning : A laboratory manuel. 2 nd ed, vol. 3. Cold Spring Harbor Laboratory 1989 Cold Spring Harbor, NY. 108 172. Palumbi SR. Nucleic Acids II: The polymerase Chain Reaction. In.DM Hillis, C Moritz abd BK Mable (eds): Molecular Systematics. 2 nd edition, Sinauer Associates, Inc.,Sunderland, Massachusetts 1996;pp. 205-274. 173. Mayo LD, Donner DB. The PTEN, Mdm2, p53 tumor suppressoroncoprotein network. Trends Biochem Sci 2002; 27:462–7. 174. Harris SL, Levine AJ. The p53 pathway: positive and negative feedback loops. Oncogene 2005; 24:2899–908. 175. Moll UM, Petrenko O. The MDM2-p53 interaction. Mol Cancer Res. 2003; 1:1001–8. 176. Haupt Y, Maya R, Kazaz A, Oren M. Mdm2 promotes the rapid degradation of p53. Nature 1997; 387:296–9. 177. Xiao ZX, Chen J, Levine AJ, Modjtahedi N, Xing J, Sellers WR, Livingston DM. Interaction between the retinoblastoma protein and the oncoprotein MDM2. Nature, 1995; 375:694–698. 178. Bond GL, Hu W, Bond EE, et al. A single nucleotide polymorphism in the MDM2 promoter attenuates the p53 tumor suppressor pathway and accelerates tumor formation in 179. Ohmiya N, Taguchi A, Mabuchi N, Itoh A, Hirooka Y, Niwa Y, Goto H, MDM2 promoter polymorphism is associated with both an increased susceptibility to gastric carcinoma and poor prognosis. J. Clin. Oncol. 2006; 24:4434–4440. 180. Dharel N, Kato N, Muroyama R, Moriyama M, Shao RX, Kawabe T, Omata M, MDM2 promoter SNP309 is associated with the risk of hepatocellular carcinoma in patients with chronic hepatitis C. Clin. Cancer Res. 2006; 12:4867–487 181. Yoon YJ, Chang HY, Ahn SH, Kim JK, Park YK, Kang DR, Park JY, Myoung SM, Kim DY, Chon CY, Han KH. MDM2 and p53 Polymorphisms are Associated with the Development of Hepatocellular Carcinoma in Patients with Chronic Hepatitis B Virus Infection. Carcinogenesis. 2008. 182. Lind H, Zienolddiny S, Ekstrom PO, Skaug V, Haugen A. Association of a functional polymorphism in the promoter of the MDM2 gene with risk of nonsmall cell lung cancer. Int. J. Cancer 2006; 119:718–721. 183. Walsh CS, Miller CW, Karlan BY, Koeffler HP. Association between a functional single nucleotide polymorphism in the MDM2 gene and sporadic endometrial cancer risk. Gynecol. Oncol 2007; 104:660–664. 184. Hong Y, Miao X, Zhang X, Ding F, Luo A, Guo Y, Tan W, Liu Z, Lin D. The role of P53 and MDM2 polymorphisms in the risk of esophageal squamous cell carcinoma. Cancer Res. 2005; 65:9582–9587. 185. Onat OE, Tez M, Ozcelik T, Toruner GA. MDM2 T309G polymorphism is associated with bladder cancer. Anticancer Res. 2006; 26:3473–3475. 186. Ma H, Hu Z, Zhai X, Wang S, Wang X, Qin J, Jin G, Liu J, Wei Q, Shen H. Polymorphisms in the MDM2 promoter and risk of breast cancer: a case-control analysis in a Chinese population. Cancer Lett. 2006; 240:261–267. 187. Campbell IG, Eccles DM, Choong DY. No association of the MDM2 SNP309 polymorphism with risk of breast or ovarian cancer. Cancer Lett. 2006; 240:195–197. 188. Alhopuro P, Ylisaukko-Oja SK, Koskinen WJ, Bono P, Arola J, Jarvinen HJ, Mecklin JP, Atula T, Kontio R, Makitie AA, Suominen S, Leivo I, Vahteristo P, Aaltonen LM, Aaltonen 109 LA. The MDM2 promoter polymorphism SNP309T→G and the risk of uterine leiomyosarcoma, colorectal cancer, and squamous cell carcinoma of the head and neck. J. Med. Genet 2005; 42:694–698. 189. Tsai JF, Chang WY, Jeng JE, Ho MS, Lin ZY, Tsai JH. Hepatitis B and C virus infection as risk factors for liver cirrhosis and cirrhotic hepatocellular carcinoma: a case-control study. Liver 1994; 14:98–102. 190. Bond GL. A single nucleotide polymorphism in the MDM2 gene: from a molecular and cellular explanation to clinical effect. Cancer Res. 2005; 65:5481–5484. 191. Bond GL. A single nucleotide polymorphism in the p53 pathway interacts with gender, environmental stresses and tumor genetics to influence cancer in humans. Oncogene. 2007; 26: 1317–1323. 192. Dobbelstein M, Wienzek S, Konig C, Roth J. Inactivation of the p53-homologue p73 by the mdm2-oncoprotein. Oncogene. 1999; 18:2101–2106. 193. Zhang Y, Xiong Y, Yarbrough WG. ARF promotes MDM2 degradation and stabilizes p53: ARF-INK4a locus deletion impairs both the Rb and p53 tumor suppression pathways. Cell. 1998; 92:725–734. 194. Soussi T, Beroud C. Assessing TTP53 status in human tumours to evaluate clinical outcome. Nat Rev Cancer 2001; 1: 233–240. 195. Oliner JD, Kinzler KW, Meltzer PS, George DL, Vogelstein B. Amplification of a gene encoding a TP53-associated protein in human sarcomas. Nature 1992; 358:80–83. 196. Jones SN, Hancock AR, Vogel H, Donehower LA, Bradley A. Overexpression of Mdm2 in mice reveals a TP53- independent role for Mdm2 in tumorigenesis. Proc Natl Acad Sci USA 1998; 95:15608–15612. 197. Venter JC, Adams MD, Myers EW, Li PW, Mural RJ, Sutton GG. The sequence of the human genome. Science 2001; 291(5507):1304–51. 198. Sachidanandam R, Weissman D, Schmidt SC, Kakol JM, Stein LD, Marth G. A map of human genome sequence variation containing 1.42 million single nucleotide polymorphisms. Nature 2001; 409 (6822):928–33. 199. Mo´nica Anzola, Nerea Cuevas, Mo´nica Lo´pez-Martı´nez, Alberto Saiz, Juan Jose´ Burgos, Marian Martı´nez de Pancorbo. Frequent loss of p53 codon 72 Pro variant in hepatitis C virus positive carriers with hepatocellular carcinoma. Cancer Letters ;2003; 93:199–205. 200. Sayeh Ezzikouri, Abdellah Essaid El feydi, Abdelaziz Chafik, Mustapha Benazzouz, Latifa El kihal, Rajae Afifi, Mohammed Hassar, Pascal Pineau and Soumaya Benjelloun The Pro variant of the p53 codon 72 polymorphism is associated with hepatocellular carcinoma in Moroccan population Hepatology Research 2007; 37:748–754. 201. Michela Leveria, Chiara Grittia, Laura Rossia, Claudio Zavagliab, Emilio Civardia, Mario U. Mondellic, Annalisa De Silvestrid, Enrico M. Silinia. Codon 72 polymorphism of P53 gene does not affect the risk of cirrhosis and hepatocarcinoma in HCV-infected patients Cancer Letters 2004; 208:75–79. 202. Zhong-Zheng Zhua, Wen-Ming Conga, Shu-Fang Liub, Zhi-Hong Xiana,Wei-Qing Wua, Meng-Chao Wua, Bin Gaoc, Li-Fang Houd, Guan-Shan Zhuc. A p53 polymorphism modifies the risk of hepatocellular carcinoma among non-carriers but not carriers of chronic hepatitis B virus infection. Cancer Letters 2005; 229:77–83. 110 203. Brenda J. Boersma , Tiffany M. Howe , Julie E. Goodman , Harry G. Yfantis ,Dong H. Lee , Stephen J. Chanock , Stefan Ambs. Association of Breast Cancer Outcome With Status of p53 and MDM2 SNP309. Journal of the National Cancer Institute, Vol. 98, No. 13; July 5, 2006. 204. Gareth L Bond, Chiara Menin, Roberta Bertorelle, Pia Alhopuro, Lauri A Aaltonen MDM2 SNP309 accelerates colorectal tumour formation in women. J. Med. Genet. 2006; 43:950-952 Vijaya Galic, Julia Willner, MelissaWollan, Ruchi Garg, Rochelle Garcia, Barbara A. Goff, Heidi J. Gray and Elizabeth M. Swisher. Common Polymorphisms in TP53 and MDM2 and the Relationship to TP53 Mutations and Clinical Outcomes inWomen with Ovarian and Peritoneal Carcinomas. GENES, CHROMOSOMES & CANCER ,2007; 46:239–247 205. 206. Yuan Hong, Xiaoping Miao, Xuemei Zhang, Fang Ding, Aiping Luo, Yongli Guo, Wen Tan, Zhihua Liu, and Dongxin Lin.The Role of P53 and MDM2 Polymorphisms in the Risk of Esophageal Squamous Cell Carcinoma.Cancer Res 2005; 65: 20 207. Ahmed Idbaiha, Blandine Boisseliera, Yannick Mariea, Marc Sansona,Soufiane El Hallania, Emmanuelle Crinièrea, Maryam Fourtassic, Sophie Parisa,Catherine Carpentiera,Audrey Rousseaua,KarimaMokhtaria, Christophe Combadièref,Florence Laigle-Donadeya, Khê Hoang Xuana, Jean-Yves Delattrea. Influence of MDM2 SNP309 alone or in combination with the TP53 R72P polymorphism in oligodendroglial tumors. Brain Research 2008; 1198:16-20. 208. Christine S. Walsh, Carl W. Miller, Beth Y. Karlan, H. Phillip Koeffler.Association between a functional single nucleotide polymorphism in the MDM2 gene and sporadic endometrial cancer risk.Gynecologic Oncology 2007; 104:660–664. 209. Sajid A. Khan MD, Kamran Idrees MD, Ann Forslund PhD, Zhaoshi Zeng MD, Shoshana Rosenberg BS, Hanna Pincas PhD, Francis Barany PhD, Kenneth Offit MD, Michael P. Laquaglia MD and Philip B. Paty MD. Genetic Variants in Germline TP53 and MDM2 SNP309 Are Not Associated With Early Onset Colorectal Cancer. Journal of Surgical Oncology 2008; 97:621–625. 111 ÖZGEÇMİŞ Adı-Soyadı : Ahmet Taner SÜMBÜL Doğum Tarihi ve Yeri : 18 / 07 / 1979 - Kadirli Medeni Durumu : Evli Adres : Damar Arıkoğlu Bulv. Esen Apt. K:6 No:12 Mahfesığmaz Mah. ADANA Telefon : 0-505-6166338 E.mail : drtanersu@yahoo.com Mezuniyet : Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Mezuniyet Yılı : 2003 Yabancı Diller : İngilizce, Almanca 112