BANKACILAR Yayın türü : Yerel süreli Basım yeri : İstanbul Yılı : 20 Sayısı : 70 - Eylül 2009 Türkiye Bankalar Birliği adına İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Doç. Dr. Ekrem KESKİN Genel Yayın Yönetmeni: Melike MUMCU Yayın Danışmanları: Ali GÜNGÖR Buket HİMMETOĞLU Prof. Dr. Ahmet KIRMAN Prof. Dr. Seza REİSOĞLU B. Cahit SABIR Abdullah TAŞÇIOĞLU Özcan ULUDAĞ Tuğra YAZAR İdare Merkezi: Nispetiye Caddesi Akmerkez B3 Blok Kat:13 34340 Etiler-İSTANBUL Tel : 212-282 09 73 Faks : 212-282 09 46 Web sitesi: www.tbb.org.tr Baskı-Yapım Graphis Matbaa San. ve Tic. Ltd Şirketi Yüzyıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi 1. Cadde No.139 Bağcılar 34560, İstanbul Bankacılar Dergisi 3 ayda bir yayımlanır. Para ile satılmaz. Bu yayın TBB internet sayfasında (http://www.tbb.org.tr/v12/asp/dergi.asp) yer almaktadır. ISSN 1300-0217 (Basılı) ISSN 1307-8631 (Elektronik) Sertifika No: 1107-34-009143 Bankacılar Dergisi - Bankacılar dergisi, ekonomi, finans ve bankacılık konularında yapılan çalışmaları ilgili çevrelerin bilgisine sunmak amacıyla yayımlanmaktadır. - Dergide yayımlanacak makalelere karar verilmesinde, konunun uzmanı hakemlerin görüşleri alınmaktadır. - Dergiye gönderilecek yazının daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olması gerekmektedir. - Basılması istenilen yazılar derginin arka iç kapağında belirtilen yazı ve biçim kurallarına uygun olarak hazırlanmalı ve değerlendirmeye girmek üzere, Bankacılar Dergisi Türkiye Bankalar Birliği Bankacılık ve Araştırma Grubu Başkanlığı Nispetiye Cad. Akmerkez B3 Blok Kat.13 Etiler- İSTANBUL adresine gönderilmelidir. - Dergide yayımlanan yazılar Türkiye Bankalar Birliği’nin resmi görüşlerini yansıtmaz, yazar ve görüş sahiplerini bağlar. - Dergide yer alan çalışmalar kaynak gösterilmek suretiyle izinsiz yayımlanabilir. - Yayımlanacak yazılarda yazım kurallarına ve biçime ilişkin değişiklikler yapılabilir veya bunların yapılması yazardan istenebilir. - Dergide yayımlanmayan yazılar yazarlara geri gönderilmez. - Yazılar yayımlanmak üzere kabul edildiği takdirde Bankacılar dergisi yazılı ve elektronik ortamda olmak üzere tüm yayın haklarına sahiptir. Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 İçindekiler MAKALE Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihlerine Etki Eden Faktörlerin Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma 3 Dr. Mete Bumin Kamu Bankalarının Yeniden Yapılandırılması ve Sonuçları 17 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman-Semra Abanoz Kalite Fonksiyon Göçerimi ve Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama 37 KONFERANS-SEMİNER Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu 5510 Sayılı Kanunla İşverene Getirilen Yükümlülükler ve Banka Sandıklarının Kuruma Devri 51 BANKACILIK Hülya Kurt Finansal Kurumlar İçin Çevre ve Sürdürülebilir Bankacılık 70 ÇEVİRİ Vito Tanzi Gelecek Nesilde Devletin ve Kamu Finansmanının Rolü 81 Basel Komite - Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği Etkin Mevduat Sigorta Sistemleri İçin Temel Prensipler 108 1 Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihlerine Etki Eden Faktörlerin Belirlenmesi1 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen* - Dr. Ferudun Kaya ** Bu çalışmada hızla büyüyen kredi kartı pazarında bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerine etki eden faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. Araştırmada kullanılan veriler, İstanbul ilinden anket yöntemi ile elde edilmiştir. İstatistiksel bulguların sayısal gösterimle özetlenmesi için betimleyici analiz, hazırlanan ölçeğin geçerlilik ve güvenilirliğini ölçmek için faktör analizi yapılmıştır. Daha sonra kredi kartı tercihlerini etkileyen faktörlerin demografik değişkenlere göre farklılık gösterip göstermediğinin tespiti için varyans analizleri yapılmıştır. Çalışma sonucunda bireysel müşterilerin kredi kartı tercihi yaparken 11 faktörün etkisinde kalmakta oldukları gözlenmiştir. Bu faktörler ile bireysel müşterilerin demografik özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Bulgulardan bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartı seçiminde etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelime: Kredi Kartları, Finans Piyasaları, Bankacılık. 1. Giriş Kredi kartlarının kullanımları; para taşıma riskini azaltması, itibar göstergesi olması, puan biriktirerek bedava alış veriş imkânı sağlaması ve ödeme kolaylığı sağlaması gibi avantajlar sayesinde her geçen gün biraz daha yaygınlaşmaktadır. Son zamanlardaki kredi kartı kullananların sayısı ve yapılan harcamalardaki artış, kredi kartı kuruluşları arasında rekabete yol açmıştır. Rekabet ortamında, kredi kartı tahsis eden kuruluşların başarılı olabilmesi, müşteriyi tanıyabilmeleri ve müşteri isteklerini tatmin edebilmelerine bağlıdır. Müşteri istek ve ihtiyaçlarına yönelik veri toplama çalışmaları, sistematik bir yaklaşımı öngören pazarlama araştırmasının kapsamlı uygulanması ile mümkün olacaktır (Kotler ve Armstrong, 1997:109). Kredi kartı kuruluşlarının, kredi kartı pazarlama kararları önemli bir sabit maliyet yüklenmelerini gerektirmektedir. Bu nedenle bireysel müşterilerin kredi kartı kullanım tercihleri hakkında daha fazla bilgi edinilebilmesi, kaynakların etkin kullanılmasına katkı sağlayacaktır. Bu edinilen bilgiler kredi kartı kuruluşlarına; doğru ürünü, doğru zamanda ve doğru koşullarda sunabilme fırsatı vermektedir. Bundan dolayı da satış süreci kısalacak, ürün kârlılığı artarak kredi kartı kuruluşlarının maliyetlerinin minimize edilmesi sağlanacak ve kârlılık hedeflerine ulaşabilmesine imkân sunacaktır. Bu süreç maliyetlerin düşmesine neden olacaktır. Maliyet avantajı ürün fiyatlarına yansıyacak ve aynı zamanda kredi kartı kuruluşlarının, yeni teknolojilere kaynak yaratabilmesine fırsat sunacaktır (Kaya, 2008:30). Kredi kartı kuruluşlarının hedeflerine ulaşabilmesinin yolu, hedef olarak seçtiği pazarlar için müşteri değeri yaratılmasından, sunulmasından ve pazar ile iletişimde rakiplerinden daha etkili olabilmesinden geçer. Pazarda müşterilerin beğenisine sunulan ürün ve hizmetlerin seçimini, pazarlama karması kararlarına karşı gösterecekleri tepki belirleyecektir. Kredi kartı kuruluşları, tüketiciye hizmet etmekle yükümlü olduğu için bu kuruluşlar tüketiciyi olabildiğince iyi tanımalı ve anlamaya çalışmalıdır. Aksi durumda, kartlı ödeme sistemi kuran kuruluşların, müşterilerin beklediği gibi bir hizmeti sunması imkânsızdır. Dolayısıyla kredi kartı sunucularının kontrolü altında olan araçların her birine ilişkin politika ve uygulamalar, bireysel müşterileri doğrudan doğruya etkilediği gibi, bireysel müşteri davranışları da bu * ** Marmara Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. Zonguldak Karaelmas Universitesi, Alaplı MYO. 3 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya araçları etkiler. Tüketici, kendisine sunulan pazarlama karması elemanlarını kendi tüketim sistemi içinde kabul veya reddetme yolunda karar veren kişi olduğuna göre, aralarında karşılıklı etkileşim vardır. Bu etkileşimin tutarlılığı, tüketici araştırmaları ve bunu da içine alan pazar araştırmaları ile saptanabilir. Bankaların kredi kartı departmanlarının en önemli görevlerinden birisi de seçmiş oldukları pazar dilimin(lerin) de müşterilerinin istek ve ihtiyaçlarını demografik ve sosyoekonomik özelliklerine göre gruplandırarak pazar payını artırıcı stratejiler geliştirmektir. Bu stratejileri geliştirebilmek için öncelikle demografik özelliklerine göre müşterilerinin tercihlerini etkileyen faktörlerin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu çalışma ile bireysel müşterilerin kredi kartları arasında seçim yaparken etkilenmekte oldukları faktörlerin belirlenmesi amaçlanmaktadır. Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartları arasında seçim yaparken etkisinin bulunup bulunmadığının araştırılması da çalışmanın alt amacını oluşturmaktadır. Sözü edilen araştırma amaçlarına ilişkin çeşitli sorular geliştirilmiş ve geliştirilen sorulara araştırma kapsamında yanıtlar aranmıştır. Bu sorular: Bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerine etki eden faktörler nelerdir? Bireysel müşterileri kredi kartı tercih nedenlerine göre demografik özellikleri bakımından gruplandırabilir miyiz? Bu gruplandırma sonunda oluşan faktörler (gruplar) arasında demografik değişkenler yönünden belirgin farklar var mıdır? Çalışma sonucunda kredi kartı kuruluşlarına, bireysel müşterilerinin istek ve ihtiyaçlarını karşılama çabalarında, kaynaklarını en rasyonel biçimde yönlendirmelerine yardımcı olacak bulgu ve öneriler geliştirilmesi hedeflenmiştir. Çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde literatür araştırması sonucunda hipotezler oluşturulmuş, hipotezlerin test edilmesi amacıyla veri toplama aracı geliştirilmiş ve araştırmanın evren ve örneklemi hakkında bilgi verilerek, verilerin elde edilmesi ve analizi sürecine yer verilmiştir. Analizler sonucunda bireysel müşterilerin kredi kartı tercihi yaparken, 11 faktörün etkisinde kaldığı gözlenmiştir. Bu faktörler ile bireysel müşterilerin demografik özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmiş ve bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartı seçiminde etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 2. Literatür Taraması Carow ve Staten (1999), tüketicilerin akaryakıt alımlarında; çipli kart, kredi kartı veya nakit ödeme tercihlerinde demografik faktörlerin etkisini araştırmıştır. Tüketicilerin eğitim seviyeleri ve gelirleri düştükçe ödemelerde nakit kullanım tercih oranları artmaktadır. Tüketicilerin kredi kartı limitlerinin düşük olması akaryakıt alımlardaki nakit kullanım oranlarını da artırmaktadır. Genç ve eğitimli tüketicilerin akaryakıt alımında nakit ödemeye göre kredi kartı kullanmayı tercih ettikleri tespit edilmiştir. Yang, Markoczy ve Qi (2006), tüketicilerin kredi kartını benimsemelerinde gerçek dışı iyimserlik göstermeleri üzerine ampirik bir çalışma yapmış ve bu doğrultuda kredi kartı kullanıcıların demografik özellikleri tespit edilmiştir. Bu ampirik çalışma ile kredi kartı kullanıcılarının, kredi kartı faiz oranları hakkında kendileri için en iyi olmayan opsiyonları bile tercih ettikleri bulgusuna ulaşılmıştır. Bu tercihlerin nedenleri ise kredi kartı kullanıcılarının demografik ve ekonomik özelliklerine bağlanmaktadır. Hayhoe, Leach ve Turner (1999), üniversite öğrencilerinin kullandıkları kartların ayrıştırılmasını ve kredi kartından nakit para kullanım tarzlarını araştırmaya konu etmişlerdir. Araştırma sonuçlarına göre, dört veya daha fazla kredi kartına sahip olan bireyler nakit çekim sonucunda kullandıkları kredinin ödenmemesi halinde doğacak sonuçlar ile ilgili danışmanlık hizmetine ihtiyaçları olduğunu ifade etmişlerdir. Yine dört ya da daha fazla kredi kartına sahip olanlarda tutumlu olma alışkanlığının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Yaş olarak daha 4 Bankacılar Dergisi büyük öğrencilerin genç olanlara göre daha fazla kredi kartına sahip olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Dört ya da daha fazla kredi kartına sahip olanların çevrelerinden daha az maddi yardım aldıkları sonucuna ulaşılmıştır. Araştırmada öğrencilerin finansal danışma ve planlama alışkanlıklarında proaktif olmaktan daha çok reaktif olarak gözlenmiştir. Aşan (2007), banka müşterilerinin daha iyi tanınmasını sağlayarak, belli müşteri kalıpları belirlenebilmesi amacı ile kredi kartı kullanan müşterilerin sosyo-ekonomik özelliklerinin kümeleme analizi ile incelenmesine yönelik bir çalışma yapmıştır. Söz konusu kümelerde müşteriler cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim, meslek, gelir düzeyi kredi kartı türü gibi değişkenlere göre de gruplanmışlardır. Bu oluşan üç kümedeki müşterilerin, sosyo-ekonomik değişkenlere göre farklılık gösterdiği bulgusuna ulaşılmıştır. Özer ve Erciş (2004), tüketicilerin banka ve hizmetlerine güvenmelerinde etkili olan unsurları incelemiş, araştırma sonucunda güven konusunda bankaların özelliklerinden çok hizmetlerine önem verdikleri, hizmetlerde kişiselliğin, farklılığın ve özelliğin güven yaratmada önemli olduğu tespit edilmiştir. Altan ve Göktürk (2008), Türkiye’de memurların kredi kartı kullanım alışkanlıkları ile cinsiyet, medeni durum, yaş, eğitim düzeyi, aylık gelir miktarı, ailedeki birey sayısı gibi demografik özellikler arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Cinsiyet, medeni durum, çocuk sahipliği, ailedeki birey sayısı ile kredi kartı harcaması arasında herhangi bir ilişki bulunmazken, aylık gelir miktarı, sahip olunan kredi kartı sayısı, eğitim düzeyi ve yaş ile kredi kartı harcaması arasında anlamlı bir ilişki tespit etmişlerdir. Durukan, Elibol ve Özhavzalı (2006), kredi kartındaki taksit uygulamasının harcama alışkanlıkları üzerindeki etkisini ölçmeye yönelik yapmış oldukları araştırmada tüketicilerin satın alma tercihlerindeki en önemli faktörlerin kredi kartı ile taksitli alışveriş yapma imkanı, bol çeşit ve kaliteli ürün olduğu bulgusuna ulaşmışlardır. Aysan ve diğ. (2008), Türkiye’de kredi kartı sektörünün yapısını, sektördeki rekabetin doğasını analiz etmiş ve yüksek kredi kartı faiz oranlarının nedenlerini açıklamaya çalışmışlardır. Ayrıca, 2001 yılının ilk çeyreği ile 2005 yılının üçüncü çeyreği arasındaki dönem için ampirik bir çalışma gerçekleştirmişler ve çalışmada Türkiye’de kredi kartı pazarının fiyat rekabetinden uzak olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Yılmaz, Çatalbaş ve Çelik (2008), kredi kartı sahiplerinin kredi kartlarına olumsuz ve olumlu algılarının memnuniyet ve sadakatlerine olan etkisini bir yapısal eşitlik modeli ile araştırmış ve analiz sonucunda kredi kartına ve kredi kartının ait olduğu bankaya karşı olumlu algının kredi kartına karşı geliştirilen sadakatte önemli faktör olduğu bulgusuna ulaşmışlardır. Karamustafa ve Biçkes (2003), kredi kartına sahip olmada ve kullanmada ne gibi faktörlerin etkili olduğunu ve bu faktörlerin cinsiyet, yaş grubu, medeni hal, gelir getirici bir işte çalışıp çalışmama durumu, çalışılan iş yeri ve aylık gelir gibi bir takım demografik özelliklere göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacı ile Nevşehir ilinden veriler toplamışlardır. Kredi kartlarının, kredi kartı kullanıcılarına finansal kaynak oluşturması ve alışverişlerde kolaylık sağlaması, sahiplik ve kullanımında en çok etkili olan faktörler olarak belirtilmiş, cinsiyet ve gelir getirici bir işte çalışıp çalışmama ve emeklilik durumu dışındaki diğer tüm bağımsız değişkenlere göre istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulmuşlardır. Çavuş (2006), tarafından Türkiye üzerine yapılan çalışmada, demografik faktörler ile kredi kartı sahipliği ve kullanımı arasında güçlü bir ilişki olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Girginer, Çelik ve Uçkun (2008), öğrencilerin kredi kartı kullanımına ilişkin tutumlarını açıklamaya dönük olarak yaptıkları araştırmada, geliri düzeyi düşük öğrencilerin daha düşük düzeyde kaygısal tutum sergilediklerini tespit etmişlerdir. 5 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya Savaşçı ve Tatlıdil (2006), bireysel bankacılık alanında uygulanan müşteri ilişkileri yönetim sürecini incelemiş ve müşteri sadakatinin yaratılmasını sağlayan kredi kartlarında uygulanan müşteri ilişkileri yönetimi stratejilerini değerlendirmişlerdir. Çalışma sonucunda, tüketicileri kredi kartı kullanmaya teşvik eden unsurların başında, kredi kartlarının alışverişi taksitlendirme imkanı sağlaması bulgusuna ulaşmışlardır. 3. Metot Kredi kartını piyasaya süren kuruluşların müşterileri ile ilgili bilgileri vermeleri yasalara aykırı olduğu için çalışmada kullanılan veriler, kredi kartı sahibi bireysel müşteriler ile yüz yüze görüşmek suretiyle hazırlanan anket formunun işaretlenmesi şeklinde bağımsız anketörler tarafından elde edilmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak kapalı uçlu soruların yer aldığı anket formu kullanılmıştır. Ankete başlarken bir eleme sorusu ile “kredi kartınız var mı?” sorusuna olumlu yanıt verenlere anket uygulanmıştır. 2007 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre 12.573.836 kişi ikamet eden (TÜİK, 2008) İstanbul ilinde yaşayan 18 yaş ve üzeri kredi kartı sahibi bireysel müşteriler araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Yüzde 95 anlamlılık düzeyinde 10 milyon kişilik ana kütle için; ± 0,03 örneklem hatası (p=0,5; q=0,5) ile minimum düzeyde örnek hacmi 1.067 kişi olarak belirlenmiştir. Hedef kitledeki birey sayının belirlenmesinde; n = [N × t² × p × q] / [d² × (N-1) + t² × p× q] formülünden faydalanılmıştır (Baş, 2001:45). Formülde kullanlan veriler: N: p: q: t: d: Hedef kitledeki birey sayısı İncelenen olayın oluş sıklığını yani gerçekleşme olasılığını İncelenen olayın gerçekleşmeme olasılığını Belirli bir anlamlılık düzeyinde, t tablosundan bulunan teorik değeri (α = 0,05 için) Olayın oluş sıklığına göre kabul edilen ± örnekleme hatası : 10.000.000 : 0.5 : 0.5 : 1.96 : 0.03 n = 10.000.000 × (1.96)² × 0.5 × 0.5 / 0.03 × (10.000.000 - 1) + (1.96)² × 0.5 × 0.5 n = 9.604.000 / 9.000,9595 n = 1066.997357 n = 1067 kişi örnekleme alınmıştır. 2007 yılının Mart ve Nisan aylarında araştırma kapsamında yer alan ve kredi kartlarının yoğun olarak kullanıldığı; Kadıköy, Eminönü, Üsküdar, Beyoğlu, Sarıyer, Pendik, Ümraniye, Zeytinburnu ve Bakırköy ilçelerinde tesadüfi örnekleme yöntemi ile seçilen 18 yaşın üzerinde ve kredi kartı hamili olan 1.500 bireysel müşteriye anket uygulanmıştır. Araştırmanın geçerlilik ve güvenilirliğini artırmak için anketler anında incelenmiş ve boş bırakılan soruların yanıtlanması istenmiştir. Araştırma çerçevesinde, örnek kitleden anket yolu ile temin edilen verilerin 251 tanesinin ön değerlendirme aşamasında yanıtlarının doğruluğundan şüpheye düşüldüğü için araştırma kapsamına alınmamış ve değerlendirme dışı bırakılmıştır. Ön değerlendirme sonrası kalan anketlerden 1.249 tanesi ise analize uygun bulunmuştur. 3. 1. Araştırmanın Kriter Değişkenleri ve Hipotezi Araştırmanın amaçları doğrultusunda bireysel müşterilerin kredi kartı tercih nedenleri üzerine etki eden değişkenler bağımlı ve bağımsız değişken olarak iki grupta incelenmiştir. Birinci grubu, kredi kartı kullanıcılarının demografik özelliklerine ilişkin 12 değişken, ikinci grubu ise davranışsal değişkenler oluşturmaktadır. İkinci grupta, tercih edilen kredi kartını piyasaya sunan bankanın özellikleri ve benimsediği kredi kartı pazarlama kararlarına yönelik 42 adet yargıyı içeren beşli Likert tipi ölçeğe göre (1=Hiç önemli değil,..., 5=Çok önemli) hazırlanmıştır. Bu grupta demografik özellikleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz kart 6 Bankacılar Dergisi hamillerine, kredi kartını kullanırken tercihine etki eden faktörlerin belirlenmesine yönelik beş düzeydeki yargıları yanıtlamaları istenmiştir. Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartları arasında seçim yaparken anlamlı bir etkisinin bulunup bulunmadığını test etmek amacıyla oluşturulan hipotez şu şekildedir: H0 : Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartları arasında seçim yaparken anlamlı bir etkisi yoktur. H1 : Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartları arasında seçim yaparken anlamlı bir etkisi vardır. 4. Verilerinin Analizi ve Bulgular 4. 1. Betimsel Analiz Araştırma kapsamında anket uygulanan kredi kartı sahibi bireysel müşterilerin demografik özelliklerine ilişkin bulguların frekans ve yüzde dağılımları Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1: Bireysel Müşterilerin Demografik Özellikleri (n:1249) Cinsiyet Erkek Kadın Medeni hal Evli Bekâr Yaş 18–25 26–33 34–41 42–49 50 ve üzeri Eğitim Düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Ön Lisans Lisans Lisans Üstü Aylık Gelir Düzeyi (TL) 0–500 501–1000 1001–1500 1501–2500 2501 ve üzeri Meslek Kamu Sektörü Özel Sektör Esnaf / Serbest Meslek Öğrenci / Çalışmıyor Emekli Aile Fert Sayısı Tek kişi 2–4 kişi 5–7 kişi Sekiz ve üzeri Frekans 816 433 Frekans 746 503 Frekans 314 404 251 192 88 Frekans 118 109 452 285 256 29 Frekans 231 467 332 153 66 Frekans 277 518 290 % 65,3 34,7 % 59,7 40,3 % 25,1 32,3 20,1 15,4 7,0 % 9,4 8,7 36,2 22,8 20,5 2,3 % 18,5 37,4 26,6 12,2 5,3 % 22,2 41,5 23,2 106 8,5 58 Frekans 80 833 308 28 4,6 % 6,4 66,7 24,7 2,2 7 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya Tablo 1: Bireysel Müşterilerin Demografik Özellikleri (devamı) Kredi Kartı Kullanma Süresi 1 yıldan az 2–3 yıl arası 4–6 yıl arası 7–10 yıl arası 11 yıl ve üzeri Kredi kartı kullanmaktan memnun musunuz? Evet Hayır Kredi Kart Sayısı 1 2 3 4 5 ve üzeri Toplam Frekans 147 468 357 190 87 Frekans % 11,8 37,5 28,6 15,2 7,0 % 1018 231 Frekans 455 433 208 93 60 1249 81,5 18,5 % 36,4 34,7 16,7 7,4 4,8 100,0 4. 2. Faktör Analizi Değişkenler arasındaki ileri sürülen hipotezlerin varyans analizleri ile test edilmesinden önce, bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerini etkileyen faktörler ölçeğinin yapı geçerliliği ve maddelerin faktör yapısını tespit etmek amacıyla faktör analizinde, temel bileşenlere ayırma yöntemi ve verimax dönüştürmesi uygulanmıştır. İki aşamadan oluşan faktör analizinin, birinci aşamasında öz değeri 1 olan, toplam varyansın yüzde 58,81’ini açıklayan 12 faktör saptanmıştır. Fakat ölçek maddeleri içinde bazı maddelerin yüksek oranda ( >0,50) birden fazla faktöre yüklenmesi nedeniyle faktör yükü 0,50’nin altında kalan yargılar (1, 10, 15, 36, 37, 39 ve 42 nolu yargılar) analiz dışında tutulmuştur. Faktör analizi dışında tutulan yargılar Tablo 2’de listelenmiştir. Tablo 2: Faktör Analizi Dışında Tutulan Yargılar No 1 10 15 36 37 39 42 Yargılar Kredi kartını piyasaya süren bankanın kamu sermayeli olması Dünyanın birçok yerinden alış veriş yapabilme imkânı ve nakit para çekebilme imkânı sunması Kredi kartı ağ yapısı (VISA, Master Card vb. oluşu) Kefil istemeyen kredi kartı olması Kredi kartı üzerinde fotoğrafımın olması Banka çalışanlarının samimi tutumu, içten yaklaşımı ve doğru bilgi vermeleri Taraftarı olduğum futbol takımının renklerini taşıması dolayısı ile takıma maddi katkısı olması Kalan yargılara yapılan ikinci faktör analizi ile maddelerin yüklenme değerleri 0,50’nin ve öz değeri 1’den fazla olan toplam varyansın yüzde 61,96’sını açıklayan anlamlı 11 boyut (faktör) elde edilmiştir. Faktör analizi yapılmadan önce araştırmada kullanılan anketin içsel tutarlılığı [Cronbach alpha (x)] 0,8582 olarak hesaplanmıştır. Cronbach alpha değeri 0,70’den büyük olduğu için bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerine etki eden faktörlerin tespiti için uygulanan ve 42 yargıdan oluşan anket güvenilir kabul edilmiştir. Barlett Küresellik testi ve KMO (Kaiser-Mayer-Olkin) uygunluk ölçütü sonuçları Tablo 3’te verilmiştir. Tablo 3: Barlett Küresellik ve KMO Uygunluk Testleri Sonuçları Barlett Küresellik Testi; x2 istatistiği sd anlamlılık KMO Uygunluk Ölçütü 8 11721.645 595 0.000 0,806 Bankacılar Dergisi Tablo 4: Kredi Kartı Tercihini Etkileyen Faktörlerin Yükleri Faktörler Faktör 1: Banka Özellikleri Kredi kartını piyasaya süren bankanın finansal yapısının güçlü olması Kredi kartını piyasaya süren bankanın uzun yıllardır faaliyette bulunması Kredi kartını piyasaya süren bankanın güvenilirliği Kredi kartını piyasaya süren bankanın bağlı olduğu grubun (holdingin) finansal yapısı Faktör 2: Finansal Güç ve İmkanlar Ekstra taksit imkânı sunması Taksitlendirme olanağı sunması Taksit erteleme ya da taksit atlatma imkanı sunması Almak istediğim ürün veya hizmetin satıcısının kredi kartı ile anlaşması olması (taksit fazlalığı veya ekstra puan vermesi gibi) Faktör 3: Dağıtım Bankanın POS cihazının yaygın olması ATM'lerin sayısının çok ve yaygın oluşu Kredi kartını piyasaya süren bankanın şubelerinin çok ve yaygın olması Kredi kartının anlaşmalı olduğu iş yerlerinin çok ve yaygın oluşu Kredi kartı borcunu banka şubeleri dışında ödeme imkanının bulunması Faktör 4: Doğrudan Pazarlama (Uzaktan Erişim) İnternet ve telefon bankacılığı hizmetlerinın iyi olması İnternet ve telefon bankacılığı ile alış verişte güvenli bulduğum sanal kart hizmetini sunması Kredi kartı hakkında bankanın çeşitli araçlarla (internet, telefon gibi) danışmanlık hizmetleri sunması Faktör 5: Müşteri İlişkileri Yönetimi ve Veri Tabanlı Pazarlama Maaşın kredi kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması Kredi kartını kullandığım bankada mevduat hesabımın bulunması Kredi kartının hesap kesim tarihi ile maaşımı aldığım tarihlerin uyuşması Faktör 6: Fiyat Nakit çekim faiz oranının daha düşük olması Kredi kartı gecikme faiz oranının daha düşük olması Üyelik aidatı alınmaması Faktör 7: Bütünleşik Pazarlama İletişimi Kartını kullandığım bankada tanıdıkların çalışıyor olması Kredi kart reklamının bilgi verici ve yönlendirici olması Alışveriş yaptığım mağazada kredi kartının logosunun görülmesi Banka şubesinin evime ya da işyerime mesafe olarak yakın olması Faktör 8: Banka Sermaye Yapısı Ulusal sermayeli bankanın kredi kartının olması Kredi kartının faizsiz bankacılık sistemi uygulayan katılım bankalarına ait olması Bankanın uluslararası bankacılık piyasasında faaliyet göstermesi Faktör 9: Satışta Özendirme Kredi kartı kullananlar arasında çekiliş düzenleyerek hediye dağıtması Dönemsel olarak alış veriş limitli puan getirici kampanyalar düzenlenmesi Faktör 10: Halkla İlişkiler Bankanın çeşitli kültürel faaliyetlere sponsor olması Doğum günü gibi özel günlerimi hatırlanıyor olması Faktör 11: Süreç Yönetimi Limitinin diğer kredi kartlarına oranla yüksek olması Ek kart kullandırma imkanı sağlaması Faktör Öz Yükleri Değer Varyans % Alpha Katsayısı 5,772 16,491 0,7635 0,800 0,776 0,732 0,645 2,617 7,478 0,7596 2,379 6,796 0,6996 1,778 5,081 0,7142 1,639 4,682 0,6239 1,536 4,388 0,6935 1,476 4,217 0,6105 1,287 3,677 0,5756 1,117 3,192 0,7465 1,085 3,101 0,6856 1,000 2,858 0,4974 0,854 0,767 0,722 0,424 0,747 0,709 0,648 0,648 0,408 0,816 0,771 0,679 0,737 0,693 0,650 0,808 0,784 0,672 0,665 0,644 0,636 0,525 0,707 0,659 0,637 0,766 0,709 0,814 0,780 0,695 0,600 Açıklanan Toplam Varyans 61,960 KMO Örneklem Yeterliliği: 0,806 Bartlett Küresellik Testi; Ki kare 11.721,645 sd:595, p değeri : 0 ,000 Elde edilen sonuçlara Barlett küresellik testinde sıfır hipotez yüzde 1 önem düzeyinde dahi ret edilmiştir. KMO uygunluk ölçütü 0.806, Barlett ve KMO testleri sonucunda verilerin 9 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya faktör analizine uygun olduğunu göstermektedir (Sipahi, Yurtkoru ve Çinko, 2006:80). Verimax dönüşümü sonuçlarına göre gruplanan sorular, alınan cevaplara göre birleştirilerek güvenilirlik analizine tabi tutulmuştur. Elde edilen faktörlerin faktör yükleri, öz değerleri, varyans yüzdeleri ve Cronbach’s Alpha katsayıları Tablo 4’te verilmiştir. Araştırma sonucunda kredi kartı tercihinde etkili olan faktörler, Şekil 1’de verilmiştir. Şekil 1: Kredi Kartı Tercihinde Etkili Olan Faktörler Süreç Yönetimi Banka Özellikleri Finansal Güç ve İmkanlar Dağıtım Halkla İlişkiler Kredi Kartı Tercihini Etkileyen Faktörler Bütünleşik Pazarlama İletişimi Fiyat Banka Sermaye Yapısı Satış Özendirme Doğrudan Pazarlama Müşteri İlişkileri Yönetimi Faktör analizi sonucu ortaya çıkan boyutlar ve bunların içerdiği alt değişkenler incelendiğinde; bireysel müşteriler, ürün ve hizmet alışlarında ödeme yapabilmek için kredi kartı tercihi yaparken az ya da çok 11 faktörün etkisinde kaldığı gözlenmektedir. Birinci faktör banka özellikleridir. Kendi içinde 0,76 güvenilirliğe sahip olan bu faktör, toplam varyansın yüzde 16,49’unu açıklayan dört değişkenden meydana gelmektedir. Faktöre en büyük katkıyı “kredi kartını piyasaya süren bankanın finansal yapısının güçlü olması” değişkeni sağlamaktadır. İkinci faktör, finansal güç ve imkânlardır. Kendi içinde 0,76 güvenilirliğe sahip olan bu faktör, toplam varyansın yüzde 7,5’unu açıklayan dört değişkenden meydana gelmektedir. Faktörü meydana getiren değişkenlerin tümü taksitlendirmeye yönelik ifadelerden oluşmuştur. Faktöre en büyük katkıyı, “ekstra taksit imkanı sunması” değişkeni sağlamaktadır. Üçüncü faktör dağıtımdır. Kendi içinde 0,70 güvenilirliğe sahip olan beş değişkenden oluşan bu faktör, toplam varyansın yüzde 6,8’ini açıklamaktadır. Değişkenlerin tamamı bankanın sunmuş olduğu hizmetlere erişimi sağlayan dağıtıma yönelik ifadelerdir. Faktöre en yüksek katkıyı “bankanın POS cihazının yaygın olması” değişkeni sağlamaktadır. Dördüncü faktör, doğrudan pazarlamadır. Kendi içinde 0,71 güvenilirliğe sahip üç değişkenden oluşan bu faktör, toplam varyansın yüzde 5,1’ini açıklamaktadır. Değişkenlerin tamamı internet ve telefon gibi uzaktan erişimi sağlayan doğrudan pazarlama ve hizmetlerinin kalitesinden oluşmaktadır. Faktöre en büyük katkıyı “internet ve telefon bankacılığı hizmetlerinin iyi olması” değişkeni sağlamaktadır. Beşinci faktör, müşteri ilişkileri yönetimi ve veri tabanlı pazarlamadır. Kendi içinde 0,63 güvenilirliğe sahip dört değişkenden meydana gelen bu faktör, toplam varyansın yüzde 4,7’sini açıklamaktadır. Değişkenler banka ile daha önceden ilişkisi olan bireysel müşterilerin kredi kartı kullanıcısına dönüşmesini açıklamaktadır. Faktöre en büyük katkıyı; “maaşın kredi kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması” değişkeni sağlamaktadır. 10 Bankacılar Dergisi Altıncı faktör, fiyattır. Kendi içinde 0,69 güvenirliğe sahip üç değişkenden oluşan faktör, toplam varyansın yüzde 4,4’ünü açıklamaktadır. Değişkenler kredi kartı kullanımının fiyatını ifade etmektedirler. Faktöre en büyük katkıyı yapan “nakit çekim faiz oranının daha düşük olması” değişkeni sağlamaktadır. Yedinci faktör, bütünleşik pazarlama iletişimidir. Kendi içinde 0,54 güvenilirliğe sahip üç değişkenden oluşan bu faktör, toplam varyansın yüzde 4,2’sini açıklamaktadır. Faktör, bankaların bireysel müşteriler ile arasındaki iletişimi ve kredi kartı ürünü ile ilgili değişkenleri içermektedir. Faktöre en büyük katkıyı yapan “kartını kullandığım bankada tanıdıkların çalışıyor olması” değişkeni sağlamaktadır. Sekizinci faktör, banka sermaye yapısıdır. Kendi içinde 0,57 güvenilirliğe sahip üç değişkenden oluşan faktör, toplam varyansın yüzde 3,7’sini açıklamaktadır. Faktöre ait değişkenler kredi kartını piyasaya süren bankanın sermaye yapısına yönelik yargılardan oluşmaktadır. Faktöre en büyük katkıyı “ulusal sermayeli bankanın kredi kartı olması” değişkeni sağlamaktadır. Dokuzuncu faktör, satışta özendirmedir. Kendi içinde 0,75 güvenilirliğe sahip iki değişkenden oluşan faktör, varyansın yüzde 3,2’sini açıklamaktadır. Değişkenlerin ikisi de promosyona yönelik satış artırıcı yargılardan oluşmaktadır. “Kredi kartı kullananlar arasında çekiliş düzenleyerek hediye dağıtması” değişkeni faktöre en büyük katkıyı yapmıştır. Onuncu faktör, halkla ilişkilerdir. Kendi içinde 0,68 güvenilirliğe sahip iki değişkenden oluşan faktör varyansın yüzde 3,1 açıklamaktadır. Değişkenlerin ikisi de halkla ilişkiler sonucu bankanın imajını olumlu yönde geliştirmeye yönelik yargılardan oluşmaktadır. “Bankanın kültürel faaliyetlere sponsor olması” değişkeni faktöre en fazla katkıyı sağlamaktadır. Onbirinci faktör süreç yönetimidir. Faktör varyansın yüzde 2,9’ini açıklayan iki değişkenden meydana gelmektedir. Faktör, “limitinin diğer kredi kartlarına oranla yüksek olması” ve “ek kart kullandırma imkanı sağlaması” değişkenlerinden oluşmaktadır. “Limitinin diğer kredi kartlarına oranla yüksek olması” değişkeni faktöre en fazla katkıyı sağlamaktadır. 4. 3. Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihine Yönelik Tutumlarının Ortalama ve Standart Sapmaları Ankete katılan bireysel müşterilerin kredi kartı tercihinde, bağımlı değişkenlere verdikleri önem düzeyinin değerlendirmesinde 5’li Likert tipi ölçekten yararlanılmıştır. Bireysel müşterilerin kredi kartı tercihine yönelik tutumlarının ortalama ve standart sapmaları Tablo 5’te verilmiştir. Bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerinde etkili olan faktörlere yönelik Tablo 5’te verilen aritmetik ortalamaların grup ortalaması olan 3,7’den istatistiki bakımından farklı olup olmadığını tespit etmek için t-testi uygulanmıştır. Teste göre; 35 yargının 33’ü (α=0,05 göre) anlamlı çıkmıştır. Bu anlamlı çıkan yargıların sıralaması dikkate alınarak bir değerlendirme yapılacak olunursa; “kredi kartını piyasaya süren bankanın güvenilirliği” (4,4), “kredi kartı gecikme faiz oranının daha düşük olması” (4,3), “taksitlendirme olanağı sunması” (4,3), yargıları ankete cevap verenler açısından kredi kartı tercihinde etki derecelerinin yüksek olduğu, buna karşın “kartını kullandığım bankada tanıdıkların çalışıyor olması” (2,5), “maaşın kredi kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması” (3,0), “ek kart kullandırma imkânı sağlaması” (3,0) yargılarının ise etki derecesinin düşük olduğu görülmektedir. 11 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya Tablo 5: Ankete Katılan Müşterilerin Kredi Kartı Tercihine Yönelik Tutumlarının Ortalama ve Standart Sapmaları Değişkenler Kredi kartını piyasaya süren bankanın finansal yapısının güçlü olması Kredi kartını piyasaya süren bankanın uzun yıllardır faaliyette bulunması Kredi kartını piyasaya süren bankanın güvenilirliği Kartını piyasaya süren bankanın bağlı olduğu grubun (holdingin) finansal yapısı Ekstra taksit imkânı sunması Taksitlendirme olanağı sunması Taksit erteleme ya da taksit atlatma imkânı sunması Almak istediğim ürün veya hizmetin satıcısının kredi kartı ile anlaşması olması (taksit fazlalığı veya ekstra puan vermesi gibi) Bankanın POS cihazının yaygın olması ATM'lerin sayısının çok ve yaygın oluşu Kredi kartının anlaşmalı olduğu iş yerlerinin çokluğu Kredi kartını piyasaya süren bankanın şubelerinin çok ve yaygın olması Kredi kartı borcunu banka şubeleri dışında ödeme imkânının bulunması İnternet ve telefon bankacılığı hizmetleri iyi olması İnternet ve telefon bankacılığı ile alış verişte güvenli bulunduğum sanal kart hizmetini sunması Kredi kartı hakkında bankanın çeşitli araçlarla (internet, telefon vb.) danışmanlık hizmetleri sunması Maaşın kredi kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması Kredi kartını kullandığım bankada mevduat hesabımın bulunması Kredi kartının hesap kesim tarihi ile maaşımı aldığım tarihlerin uyuşması Nakit çekim faiz oranının daha düşük olması Üyelik aidatı alınmaması Kredi kartı gecikme faiz oranının daha düşük olması Kartını kullandığım bankada tanıdıkların çalışıyor olması Kredi kart reklâmının bilgi verici ve yönlendirici olması Alışveriş yaptığım mağazada kredi kartının logosunun görülmesi Banka şubesinin evime ya da işyerime mesafe olarak yakın olması Ulusal sermayeli bankanın kredi kartının olması Kredi kartının faizsiz bankacılık sistemi uygulayan katılım bankalarına ait olması Bankanın uluslararası piyasada faaliyet göstermesi Kredi kartı kullananlar arasında çekiliş düzenleyerek hediye dağıtması Dönemsel olarak alış veriş limitli puan getirici kampanyalar düzenlenmesi Bankanın kültürel faaliyetlere sponsor olması Doğum günü gibi özel günlerimi hatırlanıyor olması Limitinin diğer kredi kartlarına oranla yüksek olması Ek kart kullandırma imkânı sağlaması Standart Ortalama Sapma t 4,1257 4,0344 4,3395 3,7030 0,8092 0,8518 0,8086 0,9603 (19,928)** (15,145)** (29,285)** (1,235) 4,0793 4,2794 3,7782 3,9920 0,9299 0,8423 1,0567 0,8473 (15,577)** (25,594)** (3,640)** (13,456)** 4,2442 4,2418 4,2178 4,2042 4,0232 3,8271 3,3979 0,8148 0,8793 0,8477 0,8991 0,8980 1,0310 1,1805 (24,932)** (23,005)** (22,863)** (21,019)** (13,925)** (5,404)** (-8,127)** 3,8663 0,9768 (7,124)** 2,9448 3,1753 3,6349 4,1777 4,2594 4,3219 2,4804 3,4259 3,4347 3,0616 3,3275 3,4596 1,1940 1,0774 1,1779 0,9954 0,8482 0,8783 1,2009 1,1193 1,1495 1,1795 0,9996 1,1610 (-21,449)** (-16,207)** (-1,035) (18,048)** (24,582)** (26,255)** (-34,992)** (-7,687)** (-7,215)** (-18,210)** (-12,089)** (-6,387)** 3,4219 3,0240 3,4420 3,1145 3,0328 3,3491 2,9880 1,0349 1,1433 1,0682 1,2144 1,2569 1,0213 1,0952 (-8,451)** (-19,950)** (-7,525)** (-16,148)** (-17,899)** (-11,084)** (-21,989)** **,* sırasıyla yüzde 1 ve yüzde 5 düzeyinde anlamlılığını göstermektedir. (n:1249) Bireylerin çeşitlenerek artan istek ve ihtiyaçları ile gelişen makroekonomik faktörler kredi kartı kuruluşlarının hizmetlerini gelişim yönünde değiştirmeye zorlamaktadır. Kredi kartı pazarında, kredi kartını müşteriye pazarlamaktan daha önemlisi, hamilin sahip olduğu kredi kartları arasından en çok tercih edilerek kullanılan kart haline getirmek önem kazanmıştır. Ankete cevap verenlerce sahip olunan kredi kartları arasında tercih yapılırken “kredi kartını piyasaya süren bankanın güvenilirliği” değişkeninin yüksek etki derecesi ile derecelendirilmelerinin olası nedenleri arasında, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan bankacılık krizleri müşterileri çeşitli sıkıntılar ile karşı karşıya bırakmış olma olasılığıdır. “Taksitlendirme olanağı sunması” değişkene ise nakit paraları olmadığı için ihtiyaçlarını gelecekte elde edecekleri gelirlerden karşılayabilmek için ya da kazançlarını kısa vadede alternatif yatırım araçlarına yönlendirme eğiliminde olmaları sebebiyle yüksek etki derecesi ile derecelendirmiş olabilmektedir. 12 Bankacılar Dergisi 4.4. Bireysel Müşterilerin Demoğrafik Özelliklerinin Kredi Kartı Seçimindeki Etkisi Bu kısımda araştırma amaçları doğrultusunda geliştirerek Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) ile test edilen hipotezlerinin bulgularına yer verilmiştir. ANOVA testi bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkenler üzerindeki bireysel ve toplu etkilerini incelemeye yardımcı olmaktadır. Bu test, bağımlı değişkenin faktör düzeylerindeki aritmetik ortalamalarına göre hesaplamaktadır. Varyans analizinde gruplar topluca ele alınarak, aralarında bir fark bulunup bulunmadığı konusunda genel bir sonuca varılmaktadır (Baş, 2001:142). Bu yöntemle test edilen Ho hipotezi grup ortalamalarının bir birine eşit olduğu, diğer bir ifade ile faktör düzeylerinin etkileri arasında önemli bir fark bulunmadığı hipotezi, Hı hipotezi ise eşit olmadığı ve faktör düzeylerinin etkileri arasında önemli bir fark bulunduğu hipotezi kabul olacaktır (Nakip, 2003:352). Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartı seçiminde anlamlı bir etkisinin olup olmadığını belirleyebilmek amacıyla araştırma verilerine varyans analizi uygulanarak istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Etkinin bulunması halinde, bu etkinin hangi iki grup değişkenden kaynaklandığının belirlenebilmesi amacıyla Post Hoc testi yapılmıştır. Bireysel müşterilerin demografik özelliklerine göre kredi kartı seçimine etki eden faktörlerin değişimlerini tespit edebilmek için uygulanan tek yönlü varyans analizi ile yapılan testin sonuçları Tablo 6’da verilmiştir. Tablo 6: Bireysel Müşterilerin Demoğrafik Özelliklerinin Kredi Kartı Seçimindeki Etkisi Demorafik Özellikler Cinsiyet Yaş Eğitim Gelir Meslek Medeni Hal Kredi Kartı Tercihini fp fp fp fp fp fp Etkileyen Faktörler değeri değeri değeri değeri değeri değeri 1 Banka Özellikleri 11,023 0,001 1,199 0,309 0,797 0,552 0,613 0,653 0,765 0,548 0,380 0,538 2 Finansal Güç ve İmkânlar 6,914 0,009 2,503 0,041 4,099 0,001 1,204 0,307 2,046 0,086 21,265 0,000 3 Dağıtım 0,591 0,442 1,696 0,149 0,363 0,874 1,599 0,172 0,576 0,680 4,520 0,034 4 Doğrudan Pazarlama 1,123 0,289 9,522 0,000 8,749 0,000 3,971 0,003 4,814 0,001 10,998 0,001 5 Müşteri İlişkileri Yönetimi ve 7,406 0,007 1,710 0,145 1,915 0,089 3,980 0,003 8,253 0,000 0,463 0,496 Veri Tabanlı Pazarlama 6 Fiyat 1,144 0,285 1,723 0,142 1,146 0,334 0,450 0,772 5,051 0,000 0,311 0,577 7 Bütünleşik Pazarlama 4,348 0,037 0,655 0,623 1,481 0,193 1,053 0,379 1,268 0,281 5,524 0,019 İletişimi 8 Banka Sermaye Yapısı 2,414 0,120 0,704 0,590 1,728 0,125 0,779 0,539 0,779 0,539 1,555 0,213 9 Satışta Özendirme 6,919 0,009 4,114 0,003 2,427 0,034 0,964 0,426 2,241 0,063 11,891 0,001 10 Halkla İlişkiler 1,169 0,280 2,473 0,043 0,824 0,533 3,180 0,013 0,212 0,932 3,406 0,065 11 Süreç Yönetimi 1,716 0,191 1,563 0,182 1,423 0,213 2,429 0,046 0,619 0,649 0,102 0,750 Bireysel müşterilerin yaşları; 18–25, 26–33, 34–41, 42–49, 50 ve üzeri biçiminde gruplanmıştır. Kredi kartı tercihinde “Finansal Güç ve İmkânlar”, “Doğrudan Pazarlama”, “Satışta Özendirme” ve “Halkla İlişkiler” faktörlerinde yaşa göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmiştir. “Doğrudan Pazarlama” faktöründe 18–25, 26–33 ve 34–41 yaş grubu; 42–49, 50 ve üzeri yaş grubuna göre kredi kartı tercihine ilişkin görüşlerinde anlamlı bir fark olduğu Post Hoc testi verilerinde gözlenmektedir. Bu bulgulara göre 18–25, 26–33 ve 34–41 yaş grubu; 42–49, 50 ve üzeri yaş grubuna göre kredi kartı tercihinde bu faktör değişkenleri için daha olumlu görüşe sahiptir. Bu bulgulara göre 42 yaşın üzerindeki kredi kartı kullanıcıları bu faktörü oluşturan internet ve telefon bankacılığı ile ilgili değişkenlere daha düşük puan vermişlerdir. Dolayısıyla 42 yaşın üzerindeki kredi kartı kullanıcılarında, bu faktörü kapsayan değişkenler ile ilgili pazarlama karması faaliyetlerinin etkili olamayabileceği şeklinde açıklanabilir. 42 yaşın altındaki müşterilerin banka şubelerine çekilmesi, satış elemanlarının müşteri ziyareti veya telefonla iletişim kurmanın yanı sıra, bütün ürünler internet ortamına da aktarılmalıdır. Bu sayede müşteriler, ürünlerin resimlerini görebilmekte ve ürünler ile ilgili detaylı bilgi alabilmektedir. Müşterilere, sunulan ürünleri, online olarak talep edebilmesi için gerekli alt yapı hazırlanmalıdır. 13 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya Ayrıca bankalar, internet sayfalarından ya da şubelerden müşterilerin arzu etmiş oldukları kredi kartını tasarlamalarına imkân sunmalıdır. “Satışta Özendirme” faktöründe 18-25 ve 26-33 yaş grubu 34-41, 42-49, 50 ve üzeri yaş grubuna göre kredi kartı tercihine ilişkin görüşlerinde anlamlı bir fark olduğu Post Hoc testi verilerinde gözlenmektedir. Bu bulgulara göre 18–25 ve 26–33 yaş grubu 34–41, 42–49, 50 ve üzeri yaş grubuna göre kredi kartı tercihinde bu faktör değişkenleri için daha olumlu görüşe sahiptir. 33 yaşının üzerindeki kredi kartı kullanıcıları bu faktörü oluşturan hediye kazandırmaya yönelik değişkenlere daha düşük puan vermişlerdir. Dolayısıyla 33 yaşının üzerindeki kredi kartı kullanıcılarında bu faktörü kapsayan değişkenler ile ilgili pazarlama karması faaliyetlerinin etkisinin daha düşük olabileceği şeklinde açıklanabilir. Bireysel müşterilerin eğitim durumları; ilkokul, ortaokul, lise, ön lisans, lisans ve lisansüstü şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde “Finansal Güç ve İmkânlar” “Doğrudan Pazarlama” ve “Satışta Özendirme” faktörlerinde eğitim düzeylerine göre farklılık tespit edilmiştir. “Finansal Güç ve İmkânlar” faktöründe lisans ve yüksek lisans mezunları ilkokul, ortaokul, lise ve ön lisans mezunlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede düşük puan vermişlerdir. Kredi kartını piyasaya süren kuruluşlar eğitim düzeyi bulgularına göre ön lisans ve altında eğitim almış bireyler için taksitlendirme koşullarında alternatifler geliştirebilirler. “Doğrudan Pazarlama” faktöründe ön lisans, lisans ve yüksek lisans mezunları; ilkokul, ortaokul ve lise mezunlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan vermişlerdir. Ön lisans ve üzerinde eğitim gören kredi kartı kullanıcıları uzaktan erişim olanaklarını içeren bu faktöre yüksek puan vermişlerdir. Kredi kartını piyasaya süren kuruluşlar, eğitim düzeyi bulgularına göre ön lisans ve üzerinde eğitim almış müşterileri ile ilgili pazarlama karması kararlarında internet gibi teknoloji kullanımını gerektiren erişim araçlarından yararlanılabilir. “Satışta Özendirme” faktöründe ön lisans ve yüksek lisans mezunları; ilkokul, ortaokul, lise ve lisans mezunlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan vermişlerdir. Bu sonuçların ışığında, pazarlama karması kararlarında, hediye kazandırıcı kampanyalar düzenlenirken ön lisans ve üzerinde eğitim almış bireysel müşterilerin katılımını sağlayabilecek tutundurma araçlarından yararlanılmalıdır. Ayrıca satış özendirici kampanyalarda ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde eğitim görmüş bireysel müşterilerin katılımını sağlayacak tutundurma araçlarına yer verilmelidir. Bireysel müşterilerin meşguliyet durumları; kamu sektörü, özel sektör, esnaf/serbest meslek, öğrenci/çalışmıyor ve emekli şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde “Doğrudan Pazarlama” “Müşteri İlişkileri Yönetimi/Veri Tabanlı Pazarlama” ve “Fiyat” faktörlerinde, meşguliyet durumlarına göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir. “Doğrudan Pazarlama” faktöründe, emekli olanlara göre kamu sektöründe çalışanlar, özel sektörde çalışanlar, esnaf ya da serbest meslek mensupları ve öğrenciler istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan vermişlerdir. Kredi kartını piyasaya süren kuruluşlar meşguliyet bulgularına göre emekli olmuş müşterilere internet gibi teknoloji kullanımını gerektiren uzaktan erişim araçları yerine bu gruba hitap edebilecek pazarlama kararlarından yararlanmalıdır. “Müşteri İlişkileri Yönetimi ve Veri Tabanlı Pazarlama” faktöründe, kamu ve özel sektörde çalışanlar ile emekli olanlar esnaf ya da serbest meslek mensupları ile her hangi bir meşguliyeti olmayanlara göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan vermişlerdir. Hizmet görenlerin, müşterilere daha ilgili ve nezaketli davranacak şekilde yetiştirilmesi gerekir. Ayrıca söz konusu davranışların sergilenmesinin, sürdürülebilir olması için ise teşvik edici araçlar kullanılmalıdır. “Fiyat” faktöründe kamu kuruluşlarında çalışanlar; özel sektörde çalışanlar, esnaf ya da serbest meslek mensubu olanlara göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan vermişlerdir. Üyelik ücretinin alınmadığı ve faiz oranının düşük olduğu kredi kartı tercihinin 14 Bankacılar Dergisi yapıldığını göz önünde bulundurarak, bulgular doğrultusunda kamu kuruluşlarında çalışanlara sunulacak ürünler ile daha fazla müşteriye ulaşılabilecektir. Bireysel müşterilerin gelir düzeyleri; 0–500, 501–1000, 1001–1500, 1501–2500, 2501 ve üzeri şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde; “Doğrudan Pazarlama”, “Müşteri İlişkileri Yönetimi”, “Halkla İlişkiler” ve “Süreç Yönetimi” faktörlerinde gelir düzeylerine göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir. Kredi kartını piyasaya süren kuruluşlar gelir düzeyleri bulgularını göz önünde bulundurarak, gelir düzeyi yüksek olan bireysel müşterilere elektronik posta gibi uzaktan erişim yöntemleri ile ulaşabilirler. Kredi kartı sunucuları, gelir seviyesi yüksek olan müşterilere limiti yüksek kartlar tahsis ederek, yakınlarına ek kart kullandırmaları için tutundurma araçlarından yararlanabilirler. Bireysel müşterilerin cinsiyetleri; erkek ve bayan şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde; “Banka Özellikleri”, “Finansal Güç ve İmkânlar” “Müşteri İlişkileri Yönetimi ve Veri Tabanlı Pazarlama” ve “Satışta Özendirme” faktörlerinde bireysel müşterilerin cinsiyetlerine göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir. Bu faktörlere bayanların daha yüksek puanlar verdiği bulgusuna ulaşılmıştır. Bu faktörleri oluşturan değişkenler doğrultusunda özellikle bayanlara halkla ilişkiler ve pazarlama faaliyetleri yapılmalıdır. Bireysel müşterilerin medeni halleri; evli ve bekâr şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde; “Finansal Güç ve İmkânlar” “Dağıtım”, “Doğrudan Pazarlama”, “Bütünleşik Pazarlama” ve “Satışta Özendirme” faktörlerinde müşterilerin medeni hallerine göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir. Bekâr müşterilere uzaktan erişim araçları ile ulaşarak ürünler ve kampanyalar hakkında tanıtım yapılabilir. Yine bekarlar evli olanlara göre göre “Satışta Özendirme” faktörüne istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puanlar vermişlerdir. Pazarlama karması kararlarında, hediye kazandırıcı kampanyalar düzenlenirken bekar müşterilerin katılımını sağlayabilecek tutundurma araçlarından yararlanılmalıdır. Araştırma bulguları ışığında, kredi kartı sayısını ve kullanım hacmini artırmak isteyen kuruluşlar, müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını demografik özellikleri doğrultusunda gruplandırmalıdır çünkü demografik özelliklerine göre kredi kartlarının işlevleri artırılarak şekillendirildikçe bireysel müşterilerin kredi kartı kullanma yönündeki tercihleri de artmaktadır. Müşteri memnuniyeti doğrultusunda sadakat yaratmak için ise kart hamillerinin demografik bilgilerine dayalı, müşteri odaklı pazarlama anlayışı ile bireye özel, beklentinin üstünde hizmet verilmelidir. Müşteri ile banka arasında güçlü bağların kurulması, bankaların sunmuş oldukları kredi kartı tercihine etken olacaktır. Banka ile sorunsuz olarak, uzun yıllardır çalışan müşterilerin ödüllendirilmesi tatmin düzeyini olumlu yönde etkileyecektir. bu tatminde kredi kartı kullanımının tercihine etken olacaktır. Hedef seçilen pazarda, aynı ürün ya da hizmeti aynı şekilde herkese sunmak yerine, müşteriye gönderilen mesajları ve teklifleri, müşterinin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmalıdır. Müşterilerin satın alma tercihleri, demografik özellikleri ve sağladıkları kârlar hakkında zengin bir veri ambarı oluşturulabilir. Bu veri ambarında, kendi ürün ve hizmetleri ile ilgili, veri madenciliği yapmak suretiyle farklı müşteri grupları tespit edebilir ve her grup için farklı ürün ya da hizmet sunabilirler. 5. Sonuç Bu çalışma ile bireysel müşterilerin kredi kartları arasında seçim yaparken etkilenmekte oldukları faktörleri belirlemek ve bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartları arasında seçim yaparken etkisinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Örneklem kapsamında yer alan İstanbul ilindeki kredi kartı sahibi bireysel müşterilere uygulanan anketlerden çalışma kapsamına dahil edilen 1249 anket formunun değerlendirilmesi sonucunda ulaşılan sonuçlar aşağıda özetlenmiştir. 15 Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya Kredi kartı tercihi yaparken müşterilerin 11 faktörün etkisinde kaldığı gözlenmektedir. Faktör analizi ile tespit edilen 11 boyutta bireysel müşterilerin kredi kartı seçimleri demografik özelliklerine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini test etmek amacıyla oluşturan istatistiksel hipotezler için ANOVA testi ve Post Hoc testi yapılmıştır. Bulgulardan bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartı seçiminde etkili olduğu (banka sermaye yapısı faktörü hariç) sonucuna ulaşılmıştır. “Bankanın Özellikleri”, “Finansal Güç ve İmkânlar”, “Dağıtım”, “Doğrudan Pazarlama”, “Müşteri İlişkileri Yönetimi ve Veri Tabanlı Pazarlama”, “Fiyat”, “Bütünleşik Pazarlama”, “Satışta Özendirme”, “Halkla İlişkiler” ve “Süreç Yönetimi” faktörleri ile bireysel müşterilerin demografik özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Bankaların sunduğu hizmetler arasında yer alan kredi kartlarına verilen işlevler bireysel müşterilerin demografik özelliklerine göre şekillendirildikçe, söz konusu bankanın kredi kartı kullanma yönündeki tercihleri de artma eğilimi göstermektedir. Dolayısıyla, bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartları arasında seçim yaparken anlamlı bir etkisi var olduğuna yönelik, hipotez kabul edilmiştir. Çalışmada elde edilen sonuçlar, literatür kısmında belirtilen ve daha önce çeşili yerlerde yapılmış olan çalışmaların sonuçlarıyla benzerlikler göstermektedir. Fakat kredi kartı tercihinde etkili olan faktörlerin daha iyi tespit edilebilmesi için benzer çalışmalar değişik zamanlarda ve yerlerde yapılarak sonuçları karşılaştırılabilir. Sonuç olarak, kredi kartlarının fonksiyonel özelliklerinin her geçen gün birbirine benzemesinden dolayı bankalar, piyasaya sürdükleri kredi kartlarının işlevleri aracılığı ile rekabet yarışında zorlanmaktadırlar. Bankalar, rekabet yarışında başarılı olabilmek için sunmuş oldukları kredi kartları ile ilgili pazarlama stratejilerini gerçekten uzak sezgiler ya da bir kaç taraflı zayıf veri yerine, pazarın işleyiş yöntemleri hipotezler ve gerçekler üzerinde inceleyip kararları ondan sonra vermelidir. Dipnot: 1 Makalenin hazırlanmasında, 2008 yılında Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne sunulan “Kredi Kartları ve Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihine Etki Eden Faktörlerin Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma” başlıklı doktora tezinden faydalanılmıştır. Kaynakça 16 ALTAN, M. ve GÖTÜRK, İ.E. (2008), “Türkiye’de Memurların Kredi Kartı Kullanım Alışkanlıkları Üzerine Bir Araştırma”, Muhasebe ve Finansman Dergisi (MUFAD), Sayı 39, ss. 110-126. AŞAN, Z. (2007), “Kredi Kartı Kullanan Müşterilerin Sosyo Ekonomik Özelliklerinin Kümeleme Analiziyle İncelenmesi”, Dumlupınar Üniversitesi, Soyal Bilimler Dergisi, Sayı 17, ss. 256-267. AYSAN, A. F., YILDIRAN L., KARA, G. İ., MÜSLİM, A. N. ve DUR, U. (2008), “Türkiye’de Kredi Kartı Sektöründe Yasal Düzenlemeler ve Rekabet”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Sayı: 265, ss. 34-49. BAŞ, T. (2001), Anket,. Ankara: Seçkin Yayıncılık. CALEM, P. S., GORDY, M. B. ve MASTER L. J. (2006), “Switching Costs and Adverse Selection in the Market for Credit Cards: New Evidence”, Journal of Banking & Finance, Vol. 30, pp. 1653-1685. CAROW, A. K. ve STATEN, M. E. (1999), “Debit, Credit, or Cash: Survey Evidence on Gasoline Purchases”, Journal of Economics and Business, Vol.51, pp. 409-421. ÇAVUŞ, M. F. (2006), “Bireysel Finansmanın Temininde Kredi Kartları: Türkiye’de Kredi Kartı Kullanımı Üzerine Bir Araştırma”, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 15, ss. 173-187. DURUKAN T., ELİBOL, H. ve ÖZHAVZALI, M. (2006), “Kredi Kartlarındaki Taksit Uygulamasının Tüketicinin Harcama Alışkanlıkları Üzerindeki Etkisini Ölçmeye Yönelik Bir Araştırma (Kırıkkale İli Örneği)”, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 13, ss. 143-153. GİRGİNER, N., ÇELİK, A.E. ve UÇKUN, N. (2008), “Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğrencilerinin Kredi Kartı Kullanımlarına Yönelik Bir Araştırma”, Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 8(1), ss. 193-208. HAYHOE, C. R., LEACH, L. and TURNER, P. R. (1999), “Discriminating The Number of Credit Cards Held By College Students Using Credit and Money Attitudes”, Journal of Economic Psychology, Vol. 20, pp. 643-656. Bankacılar Dergisi KARAMUSTAFA, K. ve BİÇKES, D. B. (2003), “Kredi Kartı Sahip ve Kullanıcılarının Kredi Kartı Kullanımlarını Değerlendirmeye Yönelik Bir Araştırma: Nevşehir Örneği”, Erciyes Ünversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 15, ss. 91-113. KAYA, F. (2008), “Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercih Nedenlerini Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma”, Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Sayı 245, ss. 29-44. KAYA, F. (2009). Türkiye’de Kredi Kartı Uygulaması, Türkiye Bankalar Birliği. Yayın No: 263. KOTLER, P. ve ARMSTRONG, G. (1997), Marketing: An Introduction. 4th ed., New Jersey: Prentice Hall International, Inc. NAKİP, M. (2003), Pazarlama Araştırmaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık. ÖZER, S. ve ERCİŞ, A. (2004), “Banka Hizmetlerinde Güven ve Oluşumuna Etki Eden Değişkenler Üzerine Erzurum’da Bir Araştırma “, 9. Ulusal Pazarlama Kogresi, 6-8 Ekim 2004, ss. 365-384. SAVAŞÇI, İ. ve TATLIDİL, R. (2006), “Bankaların Kredi Kartı Pazarında Uyguladıkları CRM (Müşterı İlişkileri Yönetimi) Stratejisinin Müşteri Sadakatine Etkisi”, Ege Üniversitesi, Ekonomi, İşletme, Uluslararası İlişkiler ve Siyasat Bilmi Dergisi, Sayı 6(1), ss. 62-73. SİPAHİ, B., YURTKORU, E. S. ve ÇİNKO, M. (2006), Sosyal Bilimlerde SPSS’le Veri Analizi, İstanbul: Beta Basım Yayım. TEOMAN, Ö. (1989), Hukuki Yönden Kredi Kartı Uygulaması, İstanbul: İktisat Bankası Eğitim Yayınları, No:12, Yön Ajans Matbaası. TÜİK (2008), Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2007 Nüfus Sayımı Sonuçları, http://www.tuik.gov.tr, [Erişim Tarihi: 21.01.2008]. URAL, A. ve KILIÇ, İ. (2006), Bilimsel Araştırma Süreci ve SPSS ile Veri Analizi, 2. Baskı, Ankara: Detay Yayıncılık. YANG, S., MARKOCZY, L. ve QI, M. (2006), “Unrealistic Optimism in Consumer Credit Card Adoption”, Journal of Economic Psychology, pp.170-185. YILMAZ, V., ÇATALBAŞ, G. ve ÇELİK, H. E. (2008), “Yapısal Eşitlik Modellemesi ile Algılanan Değer, Memnuniyet ve Sadakat Arasındaki İlişkinin Araştırılması: Kredi Kartı Kullanım Üzerine Bir Uygulama”, Bankacılar Dergisi, Sayı 64, ss. 27-37. 17 Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 Kamu Bankalarının Yeniden Yapılandırılması ve Sonuçları Dr. Mete Bumin* Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan kamu bankaları Kasım 2000’de çıkarılan 4603 sayılı Kanun ve Mayıs 2001’de açıklanan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı kapsamında uygulamaya konulan reformlarla yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Finansal yeniden yapılandırma kapsamında, Hazine’den sağlanan kaynaklarla bu bankaların görev zararı alacakları tasfiye edilmiş ve sermaye yapıları güçlendirilmiştir. Operasyonel yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının şube ve personel sayıları önemli oranlarda azaltılmıştır. Yeniden yapılandırma sonucunda kamu bankalarının aktifleri, kredileri ve mevduatları büyüme göstermiş, bu bankaların şube ve personel başına aktif, mevduat ve kredi rakamlarında artışlar yaşanmıştır. Bu dönemde kamu bankalarının karlılık düzeyleri de yükselmiş ve elde edilen karların önemli bir kısmı temettü olarak Hazine’ye aktarılmıştır. Anahtar Kelimeler: Bankacılık, Kamu Bankaları, Yeniden Yapılandırma 1. Giriş Türk bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisinde yüksek paya sahip olan kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasına, 25 Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanun (Kanun) çerçevesinde başlanmıştır. Türk ekonomisinde yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinden olumsuz yönde etkilenen bankacılık sektörünün sorunlarının kalıcı olarak çözümlenmesi ve sektörün sağlıklı bir yapıya kavuşturulması için Mayıs 2001’de uygulamaya konulan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı (Program) kapsamında kamu bankalarının yeniden yapılandırılması çalışmalarına devam edilmiştir. Söz konusu Kanun ve Program kapsamında gerçekleştirilen işlemlerle kamu bankaları finansal ve operasyonel olarak yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Kamu bankalarında gerçekleştirilen yeniden yapılandırma işlemleriyle, bu bankaların çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmaları ve özelleştirmeye hazırlanmaları amaçlanmıştır. Bu çalışmada, Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasına yönelik gerçekleştirilen işlemler ile yeniden yapılandırma sonrasında bu bankalarda yaşanan gelişim incelenecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde kamu bankaları hakkında yapılan çalışmalar özetlenecek, üçüncü bölümde kamu bankalarına ilişkin genel bilgiler ile yeniden yapılandırma işlemleri başlamadan önce kamu bankalarının görünümü ve bilanço yapıları hakkında bilgi verilecektir. Dördüncü bölümde, bu bankalar için uygulanan finansal ve operasyonel yeniden yapılandırma işlemleri detaylarıyla anlatılacaktır. Beşinci bölümde yeniden yapılandırma işlemlerinden sonra kamu bankalarının bilançolarında görülen gelişim temel bilanço büyüklükleri ve oranlar üzerinden Türkiye Bankalar Birliği tarafından yayımlanan veriler esas alınarak incelenecektir. Bu bölümde ayrıca kamu bankalarının elde ettikleri kar tutarları ve faiz gelirlerinin dağılımı analiz edilecektir. Altıncı bölümde, kamu bankalarından Hazine’ye ve kamuya aktarılan kaynaklara yer verilecektir. Çalışmanın son bölümünde ise, genel bir * Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu. Çalışmada belirtilen görüşler yazara ait olup, çalıştığı kurum olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun görüşlerini yansıtmamaktadır. 18 Bankacılar Dergisi değerlendirme yapılarak kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasının maliyeti ve bu bankaların özelleştirmesine yönelik gerçekleştirilen işlemler hakkında bilgi verilecektir. 2. Kamu Bankaları Hakkında Yapılan Çalışmalar Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan kamu bankaları hakkında yapılan çalışmalar incelendiğinde, sektörün geneli için yapılan çalışmalar içerisinde kamu bankalarına yönelik tespitleri içeren çalışmalar ile doğrudan kamu bankalarına ilişkin olarak çeşitli çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Boyacıoğlu (2003) tarafından yapılan çalışmada, Türk ekonomisinde 1980 yılından sonra yaşanan krizlerin Türk bankacılık sektörü üzerindeki etkileri anlatılarak, 2000 ve 2001 krizlerinden sonra kamu bankalarında gerçekleştirilen yeniden yapılandırma işlemleri incelenmiş ve bankacılık sektörü için çeşitli iyileştirici öneriler sunulmuştur. Öncü ve Aktaş (2007), Türk bankacılık sektöründe 2001-2005 döneminde yaşanan yeniden yapılandırma sürecinde bankacılık sektörünün verimlilik performansını, banka alt grupları bazında Malmquist endeksini kullanarak ölçmüştür. Bankacılık sektöründe söz konusu dönemde, etkinlik artışından çok teknolojik ilerleme nedeniyle verimlilik kazanımı elde edildiği ve kamu bankalarının, diğer alt gruplar olarak belirlenen özel ve yabancı bankalara yakın oranlarda verimlilik artışı gerçekleştirdikleri tespit edilmiştir. Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren bankaların sermaye yapılarındaki farklılaşmanın bankaların etkinlikleri üzerindeki etkisi Atan ve Çatalbaş (2005) tarafından incelemiş, toplam aktiflerin teknik etkinlik üzerinde pozitif bir etkiye, sermaye yeterliliği rasyosunun ise negatif bir etkiye sahip olduğu, özel sermayeli yerli ve yabancı bankaların, kamu bankalarına göre teknik etkinliklerinin daha yüksek olduğu sonucuna ulaşmıştır. Önal ve Sevimeser (2006)’in, 1980-2004 döneminde sektördeki bankaların faaliyet etkinliklerini Veri Zarflama Analizi yöntemi ile ölçtükleri çalışmalarının sonuçlarına göre, sektörün etkinliğini genel olarak yerli bankaların belirlediği, kamu bankaların etkinliğinin diğer banka gruplarına göre daha yüksek seviyelerde olduğu ve yabancı bankaların etkinlik düzeyinin ise sektör ortalamalarının üzerinde gerçekleştiği tespit edilmiştir. Türk bankacılık sektöründeki iç denetim düzenlemeleri çerçevesinde kamu bankalarındaki iç denetim uygulamaları Kiracı ve Çorbacıoğlu (2008) tarafından incelemiş ve kamu bankası olarak faaliyetlerini sürdüren TC Ziraat Bankası A.Ş.’nin (Ziraat Bankası) iç denetim fonksiyonunda gerçekleşen yeniden yapılandırma sonucunda Banka Teftiş Kurulunun örgütsel, teknik ve kültürel unsurlar açısından değişim geçirdiği ve bu sürecin devam etmekte olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bumin ve Cengiz (2009) tarafından yapılan çalışmada, 2004 yılında gerçekleşen Pamukbank T.A.Ş.’nin (Pamukbank) T. Halk Bankası A.Ş.’ye (Halk Bankası) devrinin Halk Bankası’nın etkinliği üzerindeki etkisi, bankacılık sektörünün tamamında yaşanan değişimler ile birlikte veri zarflama analizi yöntemi kullanılarak incelenmiştir Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre, üretim yaklaşımı çerçevesinde söz konusu devir işlemi Halk Bankası’nın performansı üzerinde olumlu etkiler yaratmış, aracılık yaklaşımı çerçevesinde ise Banka’nın etkinlik değerlerinde devirden sonraki üçüncü yıldan itibaren iyileşme gözlemlenmiştir. Keskin, Baş ve Yıldız (2009) ise, Pamukbank-Halk Bankası birleşmesini, birleşme sürecinde bulunan banka üst düzey yöneticileriyle yapılan görüşmeler çerçevesinde alt-teori yaklaşımı kullanarak analiz etmiştir. 19 Dr. Mete Bumin 3. Yeniden Yapılandırma Öncesinde Kamu Bankaları Türk ekonomisinde ve bankacılık sektöründe kamu bankaları önemli roller oynamışlardır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ekonomik kalkınmanın devlet eliyle sağlanması amacı doğrultusunda kamu bankaları faaliyetlerine başlamışlardır. Türk bankacılık sektörünün gelişmekte olduğu bu dönemde kamu bankalarının sektör içerisindeki payları oldukça yüksek düzeylere ulaşmış, izleyen dönemler içerisinde kamu bankalarının paylarında düşüş yaşanmıştır. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre 1959-1964 döneminde kamu bankalarının aktif büyüklüğünün bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisindeki payı yüzde 64,2 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu dönemden sonra kamu bankalarının payları düşüşe geçmiş ve 1991-1997 döneminde kamu bankalarının aktiflerinin sektörün toplam aktifleri içerisindeki payı yüzde 38,9’e gerilemiştir. Kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasına 25 Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4603 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun” ile başlanmıştır. Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri sonrasında Mayıs 2001’de uygulamaya konulan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı ile kamu bankalarının yeniden yapılandırılması işlemlerine devam edilmiştir. Kamu bankalarının yeniden yapılandırılması kapsamına, sektörde kamu sahipliği altında faaliyette bulunan Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası alınmıştır. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre Ziraat Bankası 1863 yılında çiftçiye kredi vermek amacı ile mahalli istikraz sandığı olarak kurulmuş ve 1888’de çıkarılan bir kanun ile Ziraat Bankası haline dönüştürülmüştür. 1937’de çıkarılan 3202 sayılı Kanun ile İktisadi Devlet Teşekkülü statüsü kazanarak Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası unvanını almıştır. Halk Bankası, 1933 yılında çıkarılan 2284 sayılı Halk Bankası ve Halk Sandıkları Kanunu ile kurulmuş ve 23 Mayıs 1938 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır. 1938-1950 yılları arasında finansman sağladığı Halk Sandıkları kanalı ile kredi hizmetlerini yürüten Halk Bankası, 1950 yılından sonra doğrudan şube açma ve kredi kullandırma yetkisi ile faaliyetlerine devam etmiştir. 24 Aralık 1963 tarih ve 358 sayılı Kanun ile Halk Sandıklarının faaliyetlerine, Halk Bankası şubelerine devir suretiyle kapatılarak son verilmiştir. Emlak Bankası ise, 1926 yılında Emlak ve Eytam Bankası unvanı ile kurulmuş, 1 Eylül 1946 tarihinde Türkiye Emlak Kredi Bankası unvanını almıştır. 8 Ocak 1988 tarihinde Anadolu Bankası ile birleşerek, Türkiye Emlak Bankası unvanı ile faaliyetlerine devam etmiştir. Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası’na ilişkin temel büyüklükler yeniden yapılandırma işlemleri başlamadan önce Aralık 2000 itibarıyla Tablo 1’de sunulmaktadır. Anılan tarih itibarıyla söz konusu üç kamu bankasının toplam aktiflerinin, bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisindeki payı yüzde 29,5 düzeyinde bulunmaktadır. Yapılandırma kapsamına alınan üç bankanın mevduatlarının sektörün toplam mevduatları içerisindeki payı anılan tarih itibarıyla yüzde 35 iken, toplam kredilerden aldıkları pay düşük bir düzeyde kalarak yüzde 20 seviyesinde gerçekleşmiştir. Söz konusu bankalar sahip oldukları 2.515 şube ile sektörün toplam şube sayısı içerisinde yüzde 32’lik pay, sahip oldukları 61.601 personel ile sektörün toplam personel sayısı içerisinde yüzde 36’lık pay almaktadırlar. Tablo 1: Kamu Bankalarının Temel Büyüklükleri (Aralık 2000) (Milyon TL) Aktifler Mevduat Krediler Şube Personel Ziraat Bankası 16.393 12.695 4.325 1.303 36.576 Halk Bankası 10.738 8.720 1.447 807 15.025 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği 20 Emlak Bankası 3.684 2.697 1.143 405 10.000 Kamu Bankaları Toplam 30.815 24.112 6.915 2.515 61.601 Bankacılık Sektörü Toplam 104.283 68.442 34.213 7.837 170.401 Bankacılar Dergisi Türk bankacılık sektöründe kamu bankalarının bu dönemdeki faaliyetleri incelendiğinde, bu bankaların klasik bankacılık faaliyetlerinin yanı sıra kendilerine verilen çeşitli görevleri de üstlendikleri görülmektedir. Toplumun belirli kesimlerinin desteklenmesi amacı çerçevesinde verilen görevler ile kamu adına yerine getirilen diğer görevler, bir süre sonra bu bankaların normal bankacılık faaliyetlerinin önüne geçmeye başlamıştır. Ziraat Bankası, tarım kesimin desteklenmesi ve bu kesime sübvansiyonlu kredi kullandırılması işlemlerine aracılık etmiş, aynı zamanda kamu adına ödeme yapma ve gelir toplama işlemlerini gerçekleştirmiştir. Halk Bankası, kuruluş amacı doğrultusunda esnaf kesimi ile küçük ve orta boy işletmelere kredi kullandırmaya odaklanmıştır. Emlak Bankası ise, konut finansmanı alanında faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Kamu bankalarının kar amacıyla yapacakları ticari ve bireysel bankacılık işlemlerinin yanı sıra, toplumun belirli kesimlerine kullandırılacak sübvansiyonlu kredilere aracılık etmesinin bankaların mali bünyesi üzerinde olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. Dönemin koşullarına göre hesaplanacak kaynak maliyetinin altında kullandırılan sübvansiyonlu krediler nedeniyle oluşacak farkların bütçeden aktarılacak kaynaklarla karşılanması koşuluyla, kamu bankalarının bu tür kredilere aracılık etmeleri, bu bankaların gelirlerinin de artmasına neden olacaktır. Ancak, söz konusu kredilerin kullandırılmasında uygulama bu yönde gerçekleşmemiş ve kamu bankalarının sübvansiyonlu kredilerden kaynaklanan alacakları 1990’lı yıllardan başlayarak uzunca bir süre ödenmemiştir. Bankaların bilançoları içerisinde görev zararı olarak takip edilen bu tür alacaklar yıllar içerisinde çok büyük tutarlara ulaşarak, kamu bankalarının genel bankacılık kurallarına göre faaliyette bulunmasını engellemiştir. Yeniden yapılandırma öncesinde kamu bankalarının bilançosunda yer alan görev zararlarının toplam aktifler içerisindeki payları yüksek düzeylerde gerçekleşmiştir. Aralık 2000 verilerine göre, iki kamu bankasının görev zararları alacakları 15.109 milyon TL’ye ulaşmıştır. Ziraat Bankası’nın söz konusu tarih itibarıyla görev zararı alacağı 8.212 milyon TL’ye ulaşarak, bankanın toplam aktiflerinin yüzde 50’sini oluşturmuştur. Halk Bankası’nda ise, 6.897 milyon TL tutarındaki görev zararı alacağı, bankanın toplam aktiflerinin yüzde 65’ine denk gelmiştir (Hazine, 2001b). Kamu bankalarının bilançolarında ödenmeyen görev zararı alacaklarının yüksek tutarlara ulaşması, bu bankaların sermaye yapılarını da olumsuz etkilemiş ve önemli oranda sermaye açığının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kamu bankalarına ödenmeyen görev zararlarının olumsuz sonuçlarından birisi de, söz konusu zararların fonlanması için yüksek tutarlı kaynak ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. Kamu bankaları, bilançolarında donuklaşan görev zararı alacaklarının finansmanını, müşteri mevduatlarına ve bankalararası para piyasalarındaki kaynaklara yüksek faiz ödeyerek gerçekleştirme yoluna gitmişlerdir. Kamu bankalarının fon ihtiyacının yüksek boyutlara ulaşması, hem mevduat faiz oranları, hem de para piyasalarındaki faiz oranları üzerinde baskı yaratmış ve söz konusu oranların yüksek düzeylerde seyretmesine neden olmuştur. Bunun yanı sıra, kamu bankalarının yüksek fonlama ihtiyacının karşılanması için sağlanan kaynaklara ödenen yüksek faizler, bankaların faiz giderlerinin de artmasına neden olarak, bu bankaların gelir-gider dengesini olumsuz yönde etkilemiştir. Diğer taraftan, yeniden yapılandırma öncesindeki dönemlerde kamu bankalarının yönetim sorunları ve ekonomik etkinliğe ters düşen müdahaleler, bu bankaların mali bünyelerinin önemli ölçüde bozulmasına neden olmuştur. (Hazine, 2001a) Kamu bankalarında uygulanan istihdam ve şubeleşme politikaları da, bu bankaların mali bünyelerinin bozulmasına katkıda bulunmuştur. Verimlilik esası göz önünde bulundurulmadan uygulanan şubeleşme ve istihdam politikaları, kamu bankalarının personel giderlerinin artmasına ve karlarının düşmesine neden olmuştur. 21 Dr. Mete Bumin 4. Kamu Bankalarının Yeniden Yapılandırılması İşlemleri* Yeniden yapılandırma kapsamına alınan kamu bankaları finansal ve operasyonel açıdan yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Kamu bankalarında gerçekleştirilen işlemlerle, bu bankaların özelleştirmeye hazırlanmaları amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda yapılan finansal ve operasyonel yeniden yapılandırma işlemleri ile banka bilançolarında ve politikalarında gerçekleştirilen değişiklikler gelecek bölümlerde detaylı olarak sunulmaktadır. 4.1. Finansal Yeniden Yapılandırma Kamu bankalarının finansal olarak yeniden yapılandırılması çerçevesinde, bu bankaların görev zararları tasfiye edilmiş, söz konusu görev zararlarının fonlanması sonucunda oluşan kısa vadeli yükümlülükler azaltılmış ve kamu bankalarının sermaye yapıları güçlendirilmiştir. Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde ilk olarak kamu bankalarının görev zararı alacakları ile bu alacaklar için tahakkuk ettirilen, ancak uzun yıllar boyunca ödenmeyen faiz tutarlarının tamamı, Hazine tarafından bu bankalara sağlanan özel tertip devlet iç borçlanma senetlerine (DİBS) bağlanmıştır. Söz konusu devlet iç borçlanma senedi takviyesiyle, kamu bankalarının görev zararlarının tamamı tasfiye edilmiştir. 1990’lı yılların başından itibaren bütçeden kaynak aktarılmaması sonucunda ödenemeyen ve yıllar geçtikçe önemli oranda büyüme gösteren görev zararı alacakları ve bunlara ilişkin faiz tutarları Aralık 2000 tarihi itibarıyla 17.413 milyon TL’ye ulaşmıştır. Bu tarih itibarıyla, görev zararlarının sadece 2.217 milyon TL’lik kısmı Hazine’den sağlanan menkul kıymetlere bağlanmış, kalan 15.196 milyon TL’lik kısmı ise menkul kıymete bağlanmamıştır. Görev zararlarında 2001 yılı içerisinde oluşan 7.759 milyon TL’lik artışla birlikte kamu bankalarının görev zararları toplamı 25.172 milyon TL’ye ulaşmıştır. Söz konusu tutarın menkul kıymete bağlanmayan 22.955 milyon TL’lik kısmı için, aynı yıl içerisinde Hazine’den özel tertip devlet iç borçlanma senetleri sağlanmış ve kamu bankalarının görev zararlarının tamamı menkul kıymetlere bağlanarak tasfiye edilmiştir. Kamu bankalarının bilançolarındaki görev zararı alacakları Hazine’den sağlanan kaynaklarla tasfiye edildikten sonra, bundan böyle yeniden görev zararı oluşmasının engellenmesi amacıyla çeşitli yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiş ve bu kapsamda, mevcut görev zararlarına ilişkin tüm düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır. Bunun yanı sıra, 4603 sayılı Kanunla getirilen devletin kamu bankalarına bedelini önceden ödemeden görev veremeyeceği hükmü çerçevesinde, kamu bankaları aracılığıyla toplumun belirli kesimlerine bütçeden kaynak aktarılması suretiyle sübvansiyonlu kredi kullandırılması uygulamasına geçilmiştir. Kamu bankalarının görev zararlarının tasfiyesi amacıyla bu bankalara aktarılan menkul kıymetlere ilişkin bilgiler banka bazında Tablo 2’de sunulmaktadır. Kamu bankaların görev zararlarının ve faizlerinin zamanında ödenmemesi, bu alacakların fonlanması konusunda önemli sorunlara neden olmuştur. Kamu bankaları, söz konusu alacakların fonlanması için müşterilerden topladıkları mevduatların yanı sıra, kısa vadeli diğer kaynaklara da başvurmuşlardır. Açık piyasa işlemleri ve interbank piyasası ile özel bankalar ve müşterilerden sağlanan kısa vadeli kaynaklarla bu bankaların bilançolarının fonlanmasına çalışılmıştır. Kamu bankalarının kısa vadeli borçlanmalarının yüksek tutarlara * Bu bölümde anlatılan işlemler için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından yayımlanan “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı Gelişme Raporları: I-VII” esas alınmıştır. 22 Bankacılar Dergisi ulaşması, borçlanmanın sağlandığı piyasalardaki faiz oranları üzerinde baskı yaratmıştır. Kamu bankalarının günlük likidite taleplerinin yüksek düzeylerde seyretmesi, fon fazlası olanların yüksek faiz talep etmesine ve bu piyasalardaki faizlerin olması gereken seviyelerin üzerinde kalmasına neden olmuştur. Tablo 2: Görev Zararları İçin Kamu Bankalarına Aktarılan Kaynaklar (Milyon TL) Görev Zararları -Menkul Kıymete Bağlanmış -Ziraat Bankası -Halk Bankası -Emlak Bank -Menkul Kıymete Bağlanmamış 01.12.2000 Stok Tutar (1) 17.413 2.217 1.354 863 0 15.196 2001 Yılında Oluşan Artış (2) 7.759 22.955 12.113 10.797 45 -15.196 Toplam (1+2) 25.172 25.172 13.467 11.660 45 0 Kaynak: BDDK Gelişme Raporu VII. Kısa vadeli borçlanma piyasalarındaki faizler üzerindeki baskının azaltılması amacıyla kamu bankalarının bu piyasalardaki yüksek tutarlı kısa vadeli borçları Hazine’den sağlanan menkul kıymetlerin nakte dönüştürülmesi ve bu menkul kıymetlerin Merkez Bankası’na kesin satışı suretiyle elde edilen kaynaklarla kapatılmıştır. Bu işlemlerin ardından kamu bankaları likidite ihtiyacı nedeniyle zorunlu olarak borçlandıkları piyasalardan çekilmişler ve bundan sonra bu piyasalarda müşterileri adına kar amaçlı işlemler gerçekleştirmeye başlamışlardır. Bu çerçevede, kamu bankalarının 16 Mart 2001 itibarıyla Merkez Bankası’na olan 5,5 milyar TL, özel bankalara olan 4,2 milyar TL ve müşterilerine olan 4,3 milyar TL olmak üzere toplam 14 milyar TL’lik kısa vadeli yükümlülükleri, Hazine’den sağlanan kaynaklarla aynı yıl içerisinde önemli oranda kapatılmıştır. Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının sermayelerinde de önemli artışlar sağlanmıştır. Söz konusu sermaye desteği, Hazine tarafından sağlanan nakit ve nakit dışı menkul kıymetler yoluyla gerçekleştirilmiştir. Yapılan sermaye desteği sonucunda bankaların ödenmiş sermayelerinde ve özkaynaklarında yüksek oranlarda artışlar yaşanmıştır. Kamu bankalarının sermaye ve özkaynaklarında gerçekleşen artışlar, bu bankaların sermaye yeterlilik rasyolarının da yükselmesine neden olmuştur. Kamu bankalarına 3.224 milyon TL’lik kısmı nakit dışı menkul kıymet verilmesi yoluyla ve 326 milyon TL’si nakit olmak üzere toplam 3.550 milyon TL’lik sermaye desteği sağlanmıştır. Kamu bankalarına yapılan nakit ve nakit dışı sermaye desteğini banka bazında gösteren veriler Tablo 3’de sunulmaktadır. Tablo 3: Kamu Bankalarına Yapılan Sermaye Desteği (Milyon TL) Ziraat Bankası Halk Bankası Emlak Bank Toplam Nakit Dışı Menkul Kıymet Yoluyla Sermaye Desteği 1.700 900 624 3.224 Nakit Yoluyla Sermaye Desteği 218 67 41 326 Toplam Sermaye Desteği 1.918 967 665 3.550 Kaynak: BDDK Gelişme Raporu VII 4.2. Operasyonel Yeniden Yapılandırma Kamu bankalarının faaliyetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi ve organizasyon yapısının rasyonel bir yapıya kavuşturulması amacıyla çeşitli tedbirler uygulamaya konulmuştur. 23 Dr. Mete Bumin Yeniden yapılandırma çerçevesinde ilk olarak 25 Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanun’la Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüslerine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname kapsamından çıkarılarak anonim şirket statüsüne kavuşturulmuştur. Söz konusu düzenlemeyle kamu bankalarının özel hukuk hükümlerine göre faaliyette bulunmaları amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, çağdaş bankacılık ilkeleri ve sektördeki yoğun rekabet dikkate alınarak kamu bankalarının organizasyon yapısında da önemli değişiklikler yapılmıştır. Kamu bankaları, kar amacını ön plana alan, müşteri odaklı ve aktiflerin büyütülmesini hedefleyen organizasyon yapısına kavuşturulmuştur. Bankaların bilançolarının ve gelir-gider durumlarının günlük olarak izlenebilmesi amacıyla izleme programları oluşturulmuş, bu bankaların iç kontrol, mali kontrol ve risk yönetim alanlarında mevcut düzenlemelere uyum sağlamaları konusunda organizasyonel değişiklikler yapılmıştır. Bunlara ek olarak, kamu bankalarının yıllık faaliyetlerinin her yıl düzenli olarak bağımsız denetim şirketlerince denetlenmesine karar verilmiştir. Kamu bankaları hakkında uygulanacak reformlara ilişkin alınacak kararlarda birlikteliği sağlamak amacıyla Nisan 2001 tarihinde ortak yönetime geçilmiş ve Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu oluşturularak bankaların tek bir elden koordinasyon içerisinde yönetilmesi hedeflenmiştir. Ortak Yönetim Kuruluna, kamu bankalarını yeniden yapılandırma ve özelleştirmeye hazırlama yetkisi de verilmiştir. Söz konusu ortak yönetim uygulaması 2005 yılına kadar devam etmiş, bu yılda yapılan banka genel kurullarında uygulamaya son verilerek banka bazında yönetim kurulları oluşturulmuştur. Kamu bankalarının operasyonel yeniden yapılandırılmasına ilişkin alınan kararlar arasında en önemlisi, bu bankalar arasında yer alan Emlak Bankası’nın kapatılmasına karar verilmesidir. 3 Nisan 2001 tarih ve 2001/2202 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile, Emlak Bankası’nın bankacılık faaliyetleri dışında kalan mal varlıkları ve bu konuda faaliyet gösteren iştiraklerindeki hisse payları ve ticari gayrimenkulleri ile ihtiyaç fazlası gayrimenkulleri tüm hak ve yükümlülükleriyle bilanço değerleri üzerinden Toplu Konut İdaresi Başkanlığına devredilmiştir. Daha sonra, 20 Haziran 2001 tarihli 4684 sayılı Kanunla 4603 sayılı Kanuna eklenen hüküm çerçevesinde, Emlak Bankası’nın Toplu Konut İdaresine devredilecek aktifleri ile kanuni takibe uğramış alacakları ve bunlar için ayrılan karşılıkları hariç olmak üzere, geri kalan tüm aktif ve pasifleriyle Ziraat Bankası’na devredilmesine ve bu işlemleri takiben Emlak Bankası’nın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisinin kaldırılarak tasfiyeye sokulmasına karar verilmiştir. Emlak Bankası, imzalanan protokol çerçevesinde 6 Temmuz 2001 tarihinde Ziraat Bankası’na devredilmiş ve Emlak Bankası’nın Ziraat Bankası’na devredilecek aktif ve pasifleri arasındaki fark, Ziraat Bankası’na 1,7 milyar TL’lik özel tertip devlet iç borçlanma senedi verilerek Hazine tarafından karşılanmıştır. Emlak Bankası’nın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nca 9 Temmuz 2001 tarihinde kaldırılmıştır. 12 Kasım 2001 tarihinde ise, Emlak Bankası’nın 96 şubesi, personeli ve bilançosuyla birlikte Ziraat Bankası’ndan Halk Bankası’na devredilmiştir. Tasfiye Halinde Emlak Bankası’nın tasfiye işlemleri halen devam etmektedir. Operasyonel yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının özel bankalarla karşılaştırıldığında oldukça yüksek olan şube ve personel sayılarında da önemli oranlarda azaltmaya gidilerek, bu alanlarda rasyonel seviyelere ulaşılması hedeflenmiştir. 24 Bankacılar Dergisi Bu kapsamda, kamu bankalarının personelinin emekliliğe yönlendirilmesi hususunda yasal düzenlemelerle teşvik edici mekanizmalar oluşturulmuştur. 4603 sayılı Kanun’la, emeklilik hakkı kazanan personele Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içerisinde, emeklilik hakkını 2002 yılı sonuna kadar kazanacaklara da bu hakkı kazandıkları tarihten itibaren üç ay içerisinde emeklilik başvurusunda bulunmaları halinde, emekli ikramiyelerinin yüzde 30 fazlasıyla ödenmesi uygulaması getirilmiştir. Diğer taraftan, bankacılık ilkelerine göre verimli ve etkin çalışmayan, karlılık düzeyleri düşük seviyelerde olan şubelerin kapatılmasına karar verilmiştir. Alınan bu tedbirler sonucunda, kamu bankalarının şube ve personel sayılarında yeniden yapılandırma sonrasında önemli oranlarda düşüşler gerçekleşmiştir. Kamu bankalarının şube ve personel sayılarının 2000-2008 dönemi arasındaki gelişimi Tablo 4’de sunulmaktadır. Tablo 4: Kamu Bankalarının Şube ve Personel Sayılarının Gelişimi Şube Sayısı Ziraat Bankası Halk Bankası Emlak Bankası Toplam 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 1.303 807 405 2.515 1.504 899 2.403 1.173 546 1.719 1.148 527 1.675 1.146 707 1.853 1.146 584 1.730 1.247 588 1.835 1.251 590 1.841 1.269 622 1.891 Personel Sayısı Ziraat Bankası Halk Bankası Emlak Bankası Toplam 36.576 33.023 23.330 22.138 21.172 20.373 20.684 20.872 21.299 15.025 14.956 9.228 8.515 11.145 10.509 10.860 11.484 12.467 10.000 61.601 47.979 32.558 30.653 32.317 30.882 31.544 32.356 33.766 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Kamu bankalarının şube ve personel sayıları incelendiğinde, gerçekleştirilen operasyonel yapılandırma sonucunda bu bankaların söz konusu alanlarda önemli oranlarda küçülme yaşadığı görülmektedir. 2000 yılı sonu itibarıyla kamu bankalarının toplam şube sayısı 2.515 iken, şube kapatmaları sonucunda bu sayı 2003 yılında 1.675’e kadar gerilemiştir. Diğer bir ifadeyle, 2000-2003 yılları arasındaki üç yıl içerisinde kamu bankalarının şube sayıları yüzde 33 oranında azaltılarak toplam 840 şube kapatılmıştır. Aynı dönem içerisinde kamu bankalarının personel sayısında gerçekleşen azalışın boyutları ise daha büyüktür. 2000 yılsonu itibarıyla toplam 61.601 olan personel sayısı, 2003 sonunda yüzde 50 oranında azaltılarak 30.653’e gerilemiştir. Personel sayısında yaşanan azalma, kamu bankalarının anonim şirket statüsüne kavuşturulmasıyla personelin sözleşmeli statüye geçirilmesi ve bu dönemde sözleşme imzalamayan ihtiyaç fazlası personelin ilgili mevzuat çerçevesinde diğer kamu kurum ve kuruluşlarına transfer edilmesinden kaynaklanmıştır. Kasım 2004 tarihinde Pamukbank’ın Halk Bankası’na devredilmesiyle, kamu bankalarının toplam şube ve personel sayılarında artış yaşanmıştır. Pamukbank’ın tüm aktif ve pasifleri ile bilanço dışı yükümlülüklerinin Halk Bankası’na devrini öngören ve 31 Temmuz 2004 tarihinde yürürlüğe giren 5230 sayılı “Pamukbank Türk Anonim Şirketinin Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine Devri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” uyarınca Pamukbank’ın Halk Bankası’na fiili devir işlemi 12 Kasım 2004 tarihinde tamamlanmıştır. Bu tarihte, Pamukbank 193 şube ve 3.762 personel ile Halk Bankası’na devredilmiştir. Söz konusu devir sonucunda Halk Bankası’nın 2003 yılı sonunda 527 olan şube sayısı, 180 adet artışla 2004 yılı sonunda 707’ye ulaşmıştır. Ancak, 2005 yılı içerisinde birbirine yakın yerlerde bulunan Pamukbank ve Halk Bankası şubelerinin bir kısmının 25 Dr. Mete Bumin kapatılmasıyla Halk Bankası’nın şube sayısı 2005 yılı sonunda 123 azalışla 584’e gerilemiştir. Pamukbank’ın Halk Bankası’na devriyle birlikte Halk Bankası’nın personel sayısında da benzer bir artış yaşanmış ve 2003 yılı sonunda 8.515 olan personel sayısı 2004 yılı sonunda 11.145’e yükselmiştir. 2005-2008 döneminde kamu bankalarının şube ve personel sayılarında büyük artışlar yaşanmamış, bankalar bu alanlarda optimal büyüklüğe ulaşarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 2008 yılı sonu itibarıyla Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın toplam şube sayısı 1.891’e, toplam personel sayısı da 33.766’ya ulaşmış bulunmaktadır. 4.3. Bilançoların Yeniden Yapılandırılması Yeniden yapılandırma işlemlerinin başlangıç döneminde kamu bankalarının bilançolarında ve bankacılık politikalarında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Görev zararlarının tasfiyesi ve sermaye desteği için sağlanan menkul kıymetler ile mevduat tutarlarında yaşanan artışlar, bu bankaların bilançolarının büyümesine neden olmuştur. Yeniden yapılandırma işlemlerinin başlangıç dönemi olan Aralık 2000-Aralık 2001 döneminde Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası’nın konsolide bilançolarının gelişimi Tablo 5’de verilmektedir. Tablo 5: Kamu Bankalarının Konsolide Bilançosu (Milyon TL) Aktifler Nakit Değerler ve Bankalar Menkul Değerler Cüzdanı Krediler Takipteki Alacaklar (Net) - Takipteki Alacaklar - Takipteki Alacaklar Karşılığı (-) Görev Zararları Diğer Aktifler Pasifler Mevduat Bankalara Borçlar Diğer Pasifler Özkaynaklar -Ödenmiş Sermaye Bilanço Toplamı Aralık 2000 Aralık 2001 2.077 2.427 6.915 721 1.017 296 15.196 3.481 4.760 26.344 5.453 1.065 3.366 2.301 6.781 20.353 3.909 5.842 30.351 3.561 6.455 713 476 4.036 3.372 30.817 44.403 Kaynak: BDDK Gelişme Raporu V Kamu bankalarının konsolide bilançosunda Aralık 2000 ile Aralık 2001 arasında görülen en önemli değişiklik görev zararlarının tasfiye edilmesi ve bunun karşılığı olarak sağlanan menkul kıymetlerle, bu bankaların menkul değerler cüzdanı kaleminde görülen artışlardır. Aralık 2000 itibarıyla 2.427 milyon TL olan menkul değerler cüzdanı, Aralık 2001’de 26.344 milyon TL’ye ulaşmıştır. Menkul değerler cüzdanı kaleminde görülen artışın bir kısmı, kamu bankalarının sermayelerinin güçlendirilmesi çerçevesinde sağlanan nakit dışı menkul kıymetlerden kaynaklanmıştır. Kamu bankalarının mevduat tutarlarında da yeniden yapılandırma sonrasında artışlar yaşanmıştır. Aralık 2000 itibarıyla kamu bankalarının mevduat toplamı 20.353 milyon TL iken, bu tutar Aralık 2001’de yaklaşık yüzde 50’lik artışla 30.351 milyon TL’ye yükselmiştir. 26 Bankacılar Dergisi Diğer taraftan, görev zararı alacaklarının ve kısa vadeli yükümlülüklerinin tasfiyesiyle yüksek fon ihtiyacının ortadan kalkmasıyla, kamu bankalarının mevduat için uyguladıkları faiz oranları da normal seviyelere gerilemiştir. Kamu bankalarının bilançolarındaki krediler ve takipteki alacaklar kaleminde de önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bankaların kullandırmış oldukları krediler yürürlükteki mevzuata uygun bir şekilde sınıflandırılarak, sorunlu hale gelen krediler takipteki alacaklar hesabına aktarılmış ve bunlar için gerekli karşılıklar ayrılmıştır. Bu çerçevede, Aralık 2000 itibarıyla 1.017 milyon TL olan takipteki alacaklar tutarına karşılık 296 milyon TL’lik takipteki alacaklar karşılığı ayrılırken, Aralık 2001’de 3.366 milyon TL’lik takipteki alacaklar için 2.301 milyon TL’lik karşılık ayrılmıştır. Diğer taraftan, yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının kullandıracakları tüm kredilerin faiz oranlarının, kaynak maliyetleri dikkate alınarak belirlenmesi uygulamasına geçilmiştir. 5. Yeniden Yapılandırma Sonrası Kamu Bankaları Kasım 2000’de yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanun ve Mayıs 2001’de uygulamaya konulan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı kapsamında gerçekleştirilen işlemler sonucunda kamu bankalarının mali bünyelerinde önemli gelişmeler sağlanmıştır. Söz konusu işlemler sonucunda kamu bankalarının aktifleri ve mevduatları yüksek oranlarda büyüme göstermiştir. Bu bankaların aracılık fonksiyonuna odaklanarak bankacılık faaliyetlerini yerine getirmesiyle kullandırdıkları kredilerin hacmi büyümüş ve kredilerin toplam aktifler içerisindeki payı yükseliş kaydetmiştir. Kamu bankalarınca kullandırılan kredilerden elde edilen faiz gelirleri ile görev zararlarının tasfiyesi ve sermaye desteği sağlanması amacıyla yeniden yapılandırma kapsamında bu bankalara verilen menkul değerlerden elden edilen faiz gelirleri, kamu bankalarının karlılık düzeylerine olumlu katkıda bulunmuştur. Diğer taraftan, operasyonel yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının şube ve personel sayılarında gerçekleşen azalışlar sonucunda rasyonel seviyelerine ulaşan şube ve personel sayıları, bu bankaların kapasite göstergelerinin iyileşmesine neden olmuştur. Yeniden yapılandırmanın başladığı dönemde oldukça düşük düzeylerde bulunan kamu bankalarının şube ve personel başına aktif, mevduat ve kredi rakamları bu dönemde yükseliş kaydetmiştir. Kamu bankalarının yeniden yapılandırılması sonrasında Aralık 2002-Aralık 2008 döneminde göstermiş olduğu gelişim Türkiye Bankalar Birliği tarafından her yıl yayımlanan Bankalarımız Kitabında yer alan veriler esas alınarak incelenmiştir. Kamu bankalarının gelişimlerinin daha iyi kavranabilmesi ve karşılaştırma olanağı sağlaması amacıyla, karşılaştırılan dönemlerde bankacılık sektörünün tamamında yaşanan gelişime de bakılmış ve sektöre ait veriler tablolarda bilgi amacıyla gösterilmiştir. 5.1. Kamu Bankalarının Bilançolarının Gelişimi Yeniden yapılandırma sonrasında 2002-2008 döneminde kamu bankalarının temel büyüklükleri olan aktif, kredi ve mevduat tutarlarında gerçekleşen gelişim Tablo 6’da sunulmaktadır. Kamu bankalarının aktif gelişimleri incelendiğinde, Aralık 2002’de Ziraat Bankası’nın 37.689 milyon TL olan aktif büyüklüğü, yüzde 177’lik bir büyüme göstererek Aralık 2008’de 104.412 milyon TL’ye yükselmiştir. Aynı dönemde, Halk Bankası’nın aktif büyüklüğü 17.409 milyon TL’den, 51.096 milyon TL’ye çıkarak yüzde 193’lük büyüme gerçekleştirmiştir. Kamu bankalarının aktif tutarlarında 2002-2008 döneminde gerçekleşen büyüme oranı, aynı dönemde bankacılık sektörünün göstermiş olduğu yüzde 232’lik büyüme oranının altında kalmıştır. 27 Dr. Mete Bumin Tablo 6: Kamu Bankalarının Temel Büyüklükleri Milyon TL Ziraat Aktifler Halk Sektör 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 37.689 17.409 212.675 46.655 19.361 249.750 56.994 25.709 306.452 65.050 27.053 396.970 71.904 34.425 484.758 80.942 40.235 561.172 104.412 51.096 705.871 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Ziraat Krediler Halk Sektör 4.764 1.206 5.498 2.519 9.135 4.340 13.425 6.219 17.371 11.646 21.604 18.121 30.836 25.836 56.370 69.990 103.241 153.059 218.064 280.454 366.901 Ziraat Mevduat Halk Sektör 27.957 33.852 45.382 51.778 59.653 68.250 83.883 11.467 13.821 19.453 20.898 27.188 30.841 40.271 142.388 160.812 197.394 253.579 312.832 356.984 453.485 Kamu bankalarının aktiflerinin büyüme oranı bankacılık sektörünün aktiflerinin büyüme oranının ortalamasının altında kalmasına rağmen, krediler konusunda çok farklı bir tablo ortaya çıkmıştır. Halk Bankası’nın kullandırmış olduğu kredi tutarı 2002’de 1.206 milyon TL iken, bu tutar 2008 sonunda 25.836 milyon TL’ye yükselerek yüzde 2.042’lik büyüme ile yaklaşık 20 katlık bir artış göstermiştir. İncelenen dönemde Ziraat Bankası kredilerini yüzde 547 oranında büyüterek, bankacılık sektörünün toplam kredilerinde aynı dönemde gözlemlenen yüzde 551’lik büyüme oranına yakın bir oranda büyüme gerçekleştirmiştir. Kamu bankalarının krediler rakamında gözlemlenen söz konusu artış, yeniden yapılandırma sonrasında bu bankaların aracılık fonksiyonuna odaklanarak bankacılık faaliyetleri üzerinde yoğunlaştıklarını göstermektedir. Mevduat rakamlarına bakıldığında 2002-2008 döneminde kamu bankaları bankacılık sektörünün mevduatlarında yaşanan büyüme oranına yakın oranlarda büyüme gerçekleştirmişlerdir. Söz konusu dönemde bankacılık sektörünün mevduatları yüzde 218 oranında büyürken, Ziraat Bankası’nın mevduatları yüzde 200 oranında, Halk Bankası’nın mevduatları ise yüzde 251 oranında büyüme göstermiştir. Yeniden yapılandırma kapsamında gerçekleştirilen işlemler kamu bankalarının bilanço yapılarında da önemli değişikliklere neden olmuştur. Kullandırılan kredilerde yaşanan büyüme ile bankaların görev zararlarının tasfiye edilmesi ve sermaye desteği amacıyla sağlanan menkul kıymetler, bu bankaların toplam aktifleri içerisindeki kredilerin ve menkul kıymetlerin paylarının yükselmesine neden olmuştur. Kamu bankalarının bilanço yapılarında 2002-2008 döneminde gerçekleşen gelişim Tablo 7’de verilmektedir. Tablo 7: Kamu Bankalarının Bilanço Yapısı Yüzde 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Krediler/Aktifler Mevduat/Aktifler Ziraat Halk Sektör Ziraat Halk Sektör 12,6 6,9 26,5 74,2 65,9 67,0 11,8 13,0 28,0 72,6 71,4 64,4 16,0 16,9 33,7 79,6 75,7 64,4 20,6 23,0 38,6 79,6 77,2 63,9 24,2 33,8 45,0 83,0 79,0 64,5 26,7 45,0 50,0 84,3 76,7 63,6 29,5 50,6 52,0 80,3 78,8 64,2 Menkul Kıymetler/Aktifler Ziraat Halk Sektör 54,7 77,4 40,5 60,3 65,5 42,8 63,2 66,9 40,4 57,2 62,8 36,0 61,0 52,7 34,7 57,5 39,6 31,3 56,0 35,9 29,3 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Toplam aktiflerin içerisinde kredilerin payı 2002-2008 döneminde Ziraat Bankası’nda yaklaşık iki kat artarak yüzde 12,6’dan yüzde 29,5’a, Halk Bankası’nda ise yaklaşık yedi kat artarak yüzde 6,9’dan yüzde 50,6’ya yükselmiştir. Aynı dönem içerisinde bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisindeki kredilerin payı ise yüzde 26,5’den, yüzde 52’ye yükselmiştir. Kamu bankalarının kredilerinin toplam aktifler içerisindeki paylarında yaşanan artışın, 28 Bankacılar Dergisi sektörün aynı dönemde gerçekleştirdiği artışın üzerinde olması, bu bankaların, özellikle Halk Bankası’nın incelenen dönemlerde söz konusu alanda daha yüksek oranda genişleme gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Aralık 2008 itibarıyla kullandırılan kredilerin toplam aktifler içerisindeki payına bakıldığında ve sektör ortalaması olan yüzde 52 dikkate alındığında, Ziraat Bankası’nın yüzde 29,5 ile bu oranın altında kaldığı, Halk Bankası’nın ise yüzde 50,6’lık oran ile sektör ortalamasına yakın bir orana sahip olduğu görülmektedir. Kamu bankalarının sahip oldukları yaygın şube ağı aracılığıyla topladıkları mevduatlar ile bu bankalara yatırılan kamu kuruluşlarına ait mevduatlar nedeniyle, kamu bankalarının mevduatlarının toplam aktiflerine oranı, bankacılık sektörünün ortalamasına göre daha yüksek düzeyde gerçekleşmiştir. İncelenen dönem olan 2002-2008 arasında Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın mevduat hacimlerinde kaydedilen büyüme sonucunda, bu bankaların mevduatlarının toplam aktiflere oranı yükseliş göstermiştir. Ziraat Bankası’nın mevduatlarının toplam aktiflere oranı 2002’de yüzde 74,2 iken, bu oran 2008 yılında yüzde 80,3 olarak gerçekleşmiştir. Aynı dönem içerisinde Halk Bankası’nın mevduatlarının toplam aktiflere oranı yüzde 65,9’dan, yüzde 78,8’e yükselmiştir. Bankacılık sektörünün genelinde ise ters yönde bir eğilim gözlenmiş ve sektör için 2002 yılında yüzde 67 olarak gerçekleşen mevduatların toplam aktiflere oranı, 2008 yılında yüzde 64,2’ye gerilemiştir. Bankaların menkul kıymetlerin toplam aktifler içerisindeki payında da kamu bankaları sektör ortalamasının üzerinde oranlara sahip bulunmaktadır. 2002 ile 2008 yılları arasındaki tüm dönemlerde Ziraat Bankası ile Halk Bankası’nın menkul kıymetlerinin toplam aktiflere oranı, bankacılık sektörünün ilgili dönemlerindeki ortalamasının oldukça üzerinde gerçekleşmiştir. Ziraat Bankası için söz konusu oran 2002-2008 döneminde dalgalanma göstererek, Aralık 2008’de yüzde 56 düzeyinde gerçekleşmiştir. Halk Bankası’nın menkul kıymetlerinin toplam aktiflere oranı ise, 2002 yılından başlayarak bankacılık sektörünün ortalamasına paralel olarak düzenli olarak düşüş göstermiş ve Aralık 2008’de yüzde 35,9 olarak gerçekleşmiştir. Kamu bankalarının menkul kıymetlerinin toplam aktiflere oranının bankacılık sektörünün ortalamasına göre yüksek düzeyde olması, yeniden yapılandırma kapsamında görev zararlarının tasfiyesi ve sermaye desteği için bu bankalara sağlanan yüksek tutarlı menkul kıymetlerden kaynaklanmıştır. 5.2. Kamu Bankalarının Karlılıklarının Gelişimi Yeniden yapılandırma kapsamında uygulamaya konulan reformlar kamu bankalarının karlılık düzeylerini olumlu yönde etkilemiştir. Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde uzun zamandır ödenmeyen ve donuk alacak niteliğindeki görev zararlarının tasfiye edilerek menkul kıymetlere bağlanması ve kamu bankalarına sermaye desteği çerçevesinde menkul kıymet sağlanması, bu bankaların söz konusu menkul kıymetlerden yüksek tutarlarda faiz geliri elde etmesi sonucunu doğurmuştur. Diğer taraftan, kamu bankalarınca kullandırılan kredilerin hacminin yükselmesi sonucunda kredilerden elde edilen faiz gelirleri artmış, bu da kamu bankalarının karlarının yükselmesine neden olmuştur. Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde yapılan işlemler sonucunda kamu bankalarının faiz gelirlerinin artmasının yanı sıra, gerçekleştirilen operasyonel yeniden yapılandırmayla kamu bankalarının şube ve personel sayılarının rasyonel seviyelere düşürülmesi de faaliyet giderlerinin azalmasına neden olarak bu bankaların karlılığına olumlu katkıda bulunmuştur. Bu çerçevede, Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın yeniden yapılandırma sonrasında 2002-2008 döneminde elde ettikleri kar tutarları Tablo 8’de verilmektedir. 29 Dr. Mete Bumin Tablo 8: Kamu Bankalarının Kar Tutarları (A) Ziraat Bankası 156 1.072 1.531 1.802 2.100 2.351 2.134 11.146 (Milyon TL) 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Toplam (B) Halk Bankası 594 486 528 532 863 1.131 1.018 5.152 (A+B) Kamu Bankaları Toplam 750 1.558 2.059 2.334 2.963 3.482 3.152 16.298 Sektör Toplam 2.357 5.610 6.456 5.715 10.981 14.331 12.774 58.224 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Kamu bankalarının 2002-2008 döneminde elde ettiği karların toplamı, Ziraat Bankası’nın 11.146 milyon TL ve Halk Bankası’nın 5.152 milyon TL olmak üzere toplam 16.298 milyon TL’ye ulaşmıştır. Söz konusu yedi yıllık dönemde, bankacılık sektörünün toplam kar tutarı ise 58.224 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bu itibarla, 2002 ile 2008 yılları arasında iki kamu bankasının toplam kar tutarı, bankacılık sektörünün toplam kar tutarının yüzde 28’ini oluşturmuştur. Yeniden yapılandırma sonrasındaki dönemde kamu bankalarının toplam karlarının içerisinde, Hazine tarafından bu bankalara görev zararlarının ödenmesi karşılığında ve sermaye desteği çerçevesinde verilen özel tertip devlet iç borçlanma senetlerinden elde edilen faiz gelirleri ile kullandırılan kredilerin hacminin artmasıyla kredilerden elde edilen faiz gelirlerinin önemli payı bulunmaktadır. Kamu bankalarının toplam faiz gelirleri ile bunun alt kalemleri arasında yer alan kullandırılan kredilerden elde edilen faiz gelirleri ve menkul değerlerden alınan faiz gelirlerine ilişkin veriler Tablo 9’da sunulmaktadır. Söz konusu tabloda ayrıca Hazine tarafından kamu bankalarına görev zararları ve sermaye desteği kapsamında verilen özel tertip menkul kıymetlerden elde edilen faiz gelirleri ile bu gelirlerin kamu bankalarının toplam faiz gelirleri içerisindeki payına da yer verilmiştir. Tablo 9: Kamu Bankalarının Faiz Gelirlerinin Dağılımı Ziraat Bankası Milyon TL Toplam Faiz Geliri (A) Krediler Alınan Faiz Menkul Değer. Alınan Faiz Halk Bankası Hazine DİBS Alınan Faiz (B) (B) / (A) yüzde Toplam Faiz Geliri (A) Krediler Alınan Faiz Menkul Değer. Alınan Faiz Hazine DİBS Alınan Faiz (B) (B) / (A) yüzde 2002 11.656 885 10.197 8.698 74,6 6.542 371 6.001 5.989 91,5 2003 10.562 747 8.667 7.519 71,2 4.879 510 4.046 4.037 82,7 2004 9.032 1.125 7.264 4.756 52,7 4.089 971 2.826 2.718 66,5 2005 7.924 1.737 5.636 3.247 41,0 3.717 988 2.592 2.342 63,0 2006 9.436 2.092 6.665 3.070 32,5 4.564 1.513 2.849 2.102 46,1 2007 11.166 3.062 7.157 2.676 24,0 5.708 2.650 2.812 1.592 27,9 2008 13.368 4.517 8.191 2.320 17,3 6.793 3.773 2.776 1.524 22,4 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Bankalar Birliği Türkiye Bankalar Birliği tarafından yayımlanan Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın 2002-2008 dönemindeki gelir-gider tabloları ile Hazine Müsteşarlığı’ndan sağlanan veriler esas alınarak hazırlanan Tablo 9’daki veriler incelendiğinde, Hazine tarafından bu bankalara 30 Bankacılar Dergisi verilen özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirlerinin, bu bankaların toplam faiz gelirleri içerisindeki payının yeniden yapılandırmanın ilk yıllarında yüksek oranlara eriştiği, ancak söz konusu devlet iç borçlanma senetlerinin vadelerinin dolmasıyla yıllar içerisinde söz konusu özel tertip menkul kıymetlerden elde edilen faiz gelirlerinin azaldığı görülmektedir. Ziraat Bankası’nın 2002 yılında elde ettiği 11.656 milyon TL’lik toplam faiz geliri içerisinde, Hazine’nin verdiği özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirleri yüzde 74,6’lık pay alarak 8.698 milyon TL tutarında gerçekleşmiştir. Söz konusu özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirlerinin aynı yıl içerisinde Ziraat Bankası’nın menkul değerlerden elde ettiği toplam faiz geliri olan 10.197 milyon TL’nin içerisinde yüzde 85’lik pay alması, bu bankanın menkul değerler cüzdanında yer alan menkul kıymetlerin çok büyük bölümünün Hazine’nin verdiği özel tertip DİBS’lerden oluştuğunu göstermektedir. Halk Bankası’nın 2002 yılındaki toplam faiz gelirleri içerisinde Hazine’nin vermiş olduğu özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirleri yüzde 91,5’lik pay almıştır. Söz konusu yıl içerisinde Halk Bankası’nın menkul değerlerden elde ettiği toplam faiz gelirlerinin yaklaşık tamamı, Hazine’nin verdiği özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirlerinden oluşmuştur. Kamu bankalarında yeniden yapılandırmanın olumlu sonuçlarının görülmesiyle aktif yapısında yaşanan değişiklikler ve Hazine tarafından verilen DİBS’lerin vadelerinin dolmasıyla, bu bankaların özel tertip DİBS’lerden elde ettiği faiz gelirlerinin tutarı ve toplam faiz gelirleri içerisindeki payları yıllar içerisinde düşüş göstermiştir. Ziraat Bankası’nın söz konusu DİBS’lerden elde ettiği faiz gelirlerinin toplam faiz gelirleri içerisindeki payı, 2002 yılındaki yüzde 74,6’lık düzeyinden istikrarlı olarak azalarak, 2008 yılında yüzde 17,3 düzeyine gerilemiştir. Aynı dönem içerisinde Halk Bankası’nın söz konusu oranı da, yüzde 91,5’den, yüzde 22,4’e kadar gerilemiştir. Bu düşüşe paralel olarak, kamu bankalarının Hazine’den sağladıkları özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirlerinin, menkul değerlerden elde edilen toplam faiz gelirlerinin içerisindeki payı da yıllar içerisinde düşüş göstermiştir. Söz konusu düşüş, yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının menkul değerler cüzdanının çok büyük kısmının Hazine’nin vermiş olduğu özel tertip DİBS’lerden oluştuğunu, ancak yıllar içerisinde bu bankaların Hazine tarafından ihraç edilen diğer menkul kıymetleri de bilançolarına aldıklarını göstermektedir. Diğer taraftan, incelenen dönemde kamu bankalarının kullandırdıkları kredilerden elde ettikleri faiz gelirlerinde, menkul değerlerden elde edilen faiz gelirlerinde yaşanan gelişimin tersi yönünde bir gelişim yaşanmıştır. Tablo 9’da yer alan kamu bankalarının faiz gelirleri incelendiğinde, 2002-2008 döneminde bu bankaların menkul değerlerden elde ettikleri faiz gelirlerinde düşüş yaşanırken, aynı dönemde kullandırdıkları kredilerden elde ettkleri faiz gelirlerinde önemli oranda yükseliş yaşandığı görülmektedir. Ziraat Bankası’nın 2002 yılında kredilerden elde ettiği faiz geliri 885 milyon TL iken, 2008 yılında bu tutar 4.517 milyon TL’ye yükselmiştir. Halk Bankası ise, aynı dönem içerisinde kredilerden elde ettiği faiz gelirini 371 milyon TL’den, 3.773 milyon TL’ye yükseltmiştir. Söz konusu artış, incelenen dönemlerde kamu bankalarının kredi hacminin artması sonucunda bilançolarının yapısında yaşanan değişiklikten kaynaklanmıştır. Yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının karlılık oranlarında da gelişim yaşanmıştır. Karlılığın standart ölçütleri olan aktif karlılık (net kar/aktifler) ve özkaynak karlılık (net kar/özkaynaklar) oranlarını 2002-2008 döneminde kamu bankaları ile bankacılık sektörü için gösteren veriler Tablo 10’da sunulmaktadır. 31 Dr. Mete Bumin Tablo 10: Kamu Bankalarının Karlılık Oranları Yüzde 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Net Kar/Aktifler Ziraat Halk Sektör 0,41 3,41 1,11 2,30 2,51 2,25 2,69 2,05 2,11 2,77 1,97 1,44 2,92 2,51 2,27 2,90 2,81 2,55 2,04 1,99 1,81 Net Kar/Özkaynaklar Ziraat Halk Sektör 3,76 32,49 9,17 18,39 18,92 15,79 30,33 17,54 14,05 31,09 16,64 10,63 31,92 22,84 18,94 32,57 25,80 19,50 28,99 23,74 15,45 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Aktif karlılığı açısından kamu bankaları ile bankacılık sektörü karşılaştırıldığında, 2002-2008 arasındaki dönemlerin büyük bir kısmında kamu bankalarının, sektörün ortalama aktif karlılığının üzerinde bir aktif karlılık oranına sahip olduğu görülmektedir. Aralık 2008 itibarıyla, bankacılık sektörünün aktif karlılığı yüzde 1,81 düzeyinde iken, Ziraat Bankası’nın aktif karlılığı yüzde 2,04, Halk Bankası’nın aktif karlılığı ise yüzde 1,99 olarak gerçekleşmiştir. Özkaynak karlılığında da benzer bir durum yaşanmış ve Ziraat Bankası’nın 2002’deki özkaynak karlılık oranı hariç, diğer tüm dönemlerde her iki banka da sektör ortalamasının üzerinde özkaynak karlılığına ulaşmıştır. Aralık 2008 itibarıyla, sektörün özkaynak karlılık ortalaması yüzde 15,45 iken, bu dönemde Ziraat Bankası yüzde 28,99, Halk Bankası ise yüzde 23,74 düzeyinde özkaynak karlılık oranı gerçekleştirmişlerdir. 5.3. Kamu Bankalarının Kapasite Göstergelerinin Gelişimi Önceki bölümlerde detaylı olarak anlatıldığı üzere, kamu bankalarının operasyonel yeniden yapılandırılması çerçevesinde bu bankaların şube ve personel sayılarında büyük oranlarda azalışlar yaşanmıştır. Tablo 4’de yer alan veriler incelendiğinde, kamu bankalarının 2000 yılı sonunda 2.515 olan şube sayısı, 2003 yılı sonunda 1.675’e gerilemiş, 2008 yılı sonunda ise 1.891’e yükselmiştir. Personel sayısında da benzer gerileme yaşanmış ve 2000 yılı sonunda 61.601 olan kamu bankalarının personel sayısı, 2003 yılı sonunda 30.653’e düşmüş, 2008 yılı sonunda ise küçük bir yükselişle 33.766 olarak gerçekleşmiştir. Şube ve personel sayısında yaşanan düşüşlerin yanı sıra, organizasyon yapılarında ve bankacılık politikalarında gerçekleşen değişikliklerin etkisiyle kamu bankaları temel bankacılık ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerini yürütmeye başlamış, bu da kamu bankalarının kapasite göstergelerinin iyileşmesine neden olmuştur. Kamu bankaları ile bankacılık sektörünün şube ve personel başına düşen aktif, kredi ve mevduat rakamlarının Aralık 2002 ile Aralık 2008 arasındaki gelişimini gösteren veriler Tablo 11’de sunulmaktadır. Yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının şubeleri başına düşen aktif, kredi ve mevduat rakamları incelendiğinde, bu bankaların bilançolarında gözlemlenen genişlemeye paralel olarak, söz konusu büyüklüklerde artışlar yaşandığı görülmektedir. Ziraat Bankası’nın şube başına aktif rakamı 2002 yılından 2008 yılına kadar yaklaşık üç kat yükselerek 32,1 milyon TL’den, 82,3 milyon TL’ye çıkmıştır. Halk Bankası’nda ise, şube başına aktif rakamı aynı dönemde 31,9 milyon TL’den 82,1 milyon TL’ye yükselmiştir. Şube başına kredi rakamlarında kamu bankaları, bankacılık sektörünün ortalamasının üzerinde gelişim göstermişlerdir. 2002-2008 döneminde bankacılık sektörünün şube başına kredi tutarı 9,2 milyon TL’den 41,7 milyon TL’ye yükselerek yaklaşık beş kat artarken, aynı dönemde Ziraat Bankası, şube başına kredi tutarını 4,1 milyon TL’den 24,3 milyon TL’ye yükselterek sektör ortalamasının üzerinde bir düzeyde, Halk Bankası ise 2,2 milyon TL’den 32 Bankacılar Dergisi 41,5 milyon TL’ye yükselterek yaklaşık on dokuz kat artırmıştır. Şube başına mevduat tutarında da kamu bankaları, bankacılık sektörünün ortalamasının üzerinde büyüme göstermişlerdir. 2002 yılından 2008 yılına kadar Ziraat Bankası, şube başına mevduat tutarını 23,8 milyon TL’den 66,1 milyon TL’ye, Halk Bankası’da 21 milyon TL’den 64,7 milyon TL’ye yükseltmişlerdir. Aralık 2008 itibarıyla şube başına düşen aktif, kredi ve mevduat rakamlarına bakıldığında, kamu bankalarının şube başına aktif tutarında sektör ortalamasına yakın, şube başına kredi tutarında sektör ortalamasının altında, şube başına mevduat rakamlarında ise sektör ortalamasının üzerinde değerlere sahip olduğu görülmektedir. Tablo 11: Kamu Bankalarının Kapasite Göstergeleri (Milyon TL) 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 (Milyon TL) 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Şube Başına Aktif Ziraat Halk Sektör 32,1 31,9 34,8 40,6 36,7 41,9 49,7 36,4 50,2 56,8 46,3 63,5 57,7 58,5 70,8 64,7 68,2 73,7 82,3 82,1 80,3 Şube Başına Kredi Ziraat Halk Sektör 4,1 2,2 9,2 4,8 4,8 11,7 8,0 6,1 16,9 11,7 10,6 24,5 13,9 19,8 31,8 17,3 30,7 36,8 24,3 41,5 41,7 Şube Başına Mevduat Ziraat Halk Sektör 23,8 21,0 23,3 29,5 26,2 27,0 39,6 27,5 32,3 45,2 35,8 40,6 47,8 46,2 45,7 54,6 52,3 46,9 66,1 64,7 51,6 Personel Başına Aktif Ziraat Halk Sektör 1,62 1,89 1,73 2,11 2,27 2,03 2,69 2,31 2,41 3,19 2,57 3,00 3,48 3,17 3,39 3,88 3,50 3,54 4,90 4,10 4,11 Personel Başına Kredi Ziraat Halk Sektör 0,20 0,13 0,46 0,25 0,30 0,57 0,43 0,39 0,81 0,66 0,59 1,16 0,84 1,07 1,52 1,04 1,58 1,77 1,45 2,07 2,14 Personel Başına Mevduat Ziraat 1,20 1,53 2,14 2,54 2,88 3,27 3,94 Halk 1,24 1,62 1,75 1,99 2,50 2,69 3,23 Sektör 1,16 1,30 1,55 1,92 2,19 2,25 2,64 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Personel başına aktif, kredi ve mevduat rakamlarında kamu bankaları ile bankacılık sektörünün göstermiş olduğu gelişim karşılaştırıldığında, şube başına rakamlara benzer sonuçlara ulaşılmaktadır. 2002 ile 2008 yılları arasında Ziraat Bankası ve Halk Bankası söz konusu büyüklüklerin tümünde önemli artışlar gerçekleştirmişlerdir. Kamu bankalarının en büyük gelişmeyi gösterdiği alan, kullandırmış oldukları kredilerdeki artış nedeniyle personel başına kredi rakamlarında olmuştur. Söz konusu dönemler arasında, personel başına kredi rakamı bankacılık sektöründe yaklaşık beş kat artarken, Ziraat Bankası’nda yedi kat, Halk Bankası’nda ise onaltı kat artmıştır. 6. Kamu Bankalarından Hazine’ye ve Kamuya Aktarılan Kaynaklar Yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarından Hazine’ye önemli tutarlarda kaynak aktarılmıştır. Kamu bankalarının yapılan genel kurullarında alınan kararlar doğrultusunda elde edilen karın büyük bir kısmı temettü olarak Hazine’ye aktarılmıştır. Bu çerçevede, Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın yeniden yapılandırma sonrasında 2003-2008 döneminde elde ettikleri yıllık karlardan, Hazine lehine tahakkuk eden net temettü tutarları Tablo 12’de sunulmaktadır. Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, Ziraat Bankası tarafından Hazine’ye 2003 ile 2008 yılları arasında temettü olarak toplam 7.153 milyon TL aktarılmıştır. Ziraat Bankası’nın 2004 yılında özkaynaklarından Hazine’ye ödediği 1.934 milyon TL ile birlikte, Ziraat Bankası’nın Hazine’ye aktardığı kaynak tutarı toplam 9.087 milyon TL’ye yükselmiştir. Bu dönem içerisinde Halk Bankası’nın Hazine’ye temettü olarak aktardığı kaynak tutarı ise, toplam 33 Dr. Mete Bumin 2.526 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bu itibarla, iki kamu bankasının 2003-2008 döneminde Hazine’ye aktardığı kaynak tutarı, 9.679 milyon TL’si temettü ve 1.934 milyon TL’si özkaynaklardan olmak üzere toplam 11.613 milyon TL’ye ulaşmış bulunmaktadır. Tablo 12: Kamu Bankalarından Hazine’ye Aktarılan Tutarlar (Milyon TL) 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Toplam Hazine Lehine Tahakkuk Eden Net Temettü Tutarı Ziraat Halk Bankası Bankası* Toplam 835 382 1.217 1.066 367 1.433 1.343 397 1.740 1.506 676 2.182 1.653 541 2.194 750 163 913 7.153 2.526 9.679 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı *Halk Bankası özelleştirme kapsamında olması nedeniyle, bu bankanın 2006, 2007 ve 2008 yıllarına ait temettü tutarları Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ödenmiştir. Kamu bankaları tarafından Hazine’ye temettü olarak ve özkaynaklardan aktarılan kaynakların yanı sıra, kurumlar vergisi ve stopaj ödemeleri yoluyla da bu bankalarca kamuya önemli tutarlarda kaynak aktarılmıştır. Kamu bankalarından kamuya aktarılan tutarların gösterildiği Tablo 13’de yer alan Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, Ziraat Bankası 2002-2008 yılları arasında 4.693 milyon TL kurumlar vergisi ve 1.265 milyon TL stopaj olmak üzere toplam 5.958 milyon TL tutarında kamuya kaynak aktarmıştır. Halk Bankası’nın aynı dönemde kamuya kaynak olarak aktardığı tutar ise, 1.727 milyon TL’lik kurumlar vergisi ve 326 milyon TL’lik stopaj olmak üzere toplam 2.053 milyon TL’ye ulaşmıştır. Bu itibarla, iki kamu bankasının anılan dönemde kamuya aktardığı kaynak, 6.420 milyon TL’lik kısmı kurumlar vergisi ve 1.591 milyon TL’lik kısmı stopaj olmak üzere toplam 8.011 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Tablo 13: Kamu Bankalarından Kamuya Aktarılan Tutarlar (Milyon TL) 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Toplam Ziraat Bankası Halk Bankası Toplam Kurumlar Kurumlar Kurumlar Vergisi Stopaj Vergisi Stopaj Vergisi Stopaj 416 0 127 0 543 0 744 308 332 43 1.076 351 853 118 242 41 1.095 159 904 149 254 44 1.158 193 528 266 237 75 765 341 650 292 292 95 942 388 598 132 243 28 841 159 4.693 1.265 1.727 326 6.420 1.591 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Bu itibarla, 2003-2008 döneminde kamu bankalarından Hazine’ye temettü olarak ve özkaynaklardan aktarılan 11.613 milyon TL ile kamuya vergi olarak aktarılan 8.011 milyon TL birlikte dikkate alındığında, yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının Hazine ve kamuya sağladığı kaynak tutarı 19.624 milyon TL’ye ulaşmıştır. 7. Sonuç 34 Bankacılar Dergisi Kasım 2000’de çıkarılan 4603 sayılı Kanun ve Mayıs 2001’de açıklanan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı kapsamında uygulamaya konulan reformlarla kamu bankalarının yeniden yapılandırılarak sağlıklı mali yapıya kavuşturulmaları ve özelleştirmeye hazırlanmaları amaçlanmıştır. Yeniden yapılandırma kapsamına alınan kamu bankaları finansal ve operasyonel açıdan yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Kamu bankalarının finansal olarak yeniden yapılandırılması kapsamında öncelikle bu bankaların yüksek tutarlara ulaşan görev zararı alacakları Hazine’den sağlanan menkul kıymetlerle tasfiye edilmiştir. Diğer taraftan, yine Hazine’den sağlanan kaynaklarla kamu bankalarının bankalara ve müşterilere olan kısa vadeli yükümlülükleri kapatılmış ve bu bankaların sermaye yapıları güçlendirilmiştir. Operasyonel yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının şube ve personel sayılarında önemli oranlarda azalışlar gerçekleştirilerek, bu alanlarda rasyonel seviyelere ulaşılmıştır. Bankaların organizasyon yapılarında ve bankacılık politikalarında gerçekleştirilen değişikliklerle de, bu bankaların temel bankacılık ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerine devam etmeleri sağlanmıştır. Kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasının işlem tarihindeki kurlar esas alınarak tarihi değerleri üzerinden maliyeti, bu bankaların görev zararları için aktarılan 19 milyar ABD Doları ve sermaye desteği olarak aktarılan 2,9 milyar ABD Doları olmak üzere toplam 21,9 milyar ABD Doları düzeyine ulaşmıştır. Bu tutarlar üzerinden kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasının toplam maliyetinin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’ya oranı yüzde 14,8 olarak gerçekleşmiştir (BDDK, 2007). Kamu bankaları yeniden yapılandırma sonrasında çok hızlı bir büyüme göstermişlerdir. Kamu bankalarının aktifleri ve mevduatları yüksek oranlarda gelişim göstermiş, bu bankaların aracılık fonksiyonuna odaklanmasıyla kullandırdıkları kredilerin hacmi büyümüş ve kredilerin toplam aktifler içerisindeki payı yükseliş kaydetmiştir. Şube ve personel sayılarında ulaşılan rasyonel seviyeler kamu bankalarının kapasite göstergelerinin iyileşmesine neden olmuş, bu çerçevede kamu bankalarının şube ve personel başına aktif, kredi ve mevduat rakamları yeniden yapılandırma sonrasındaki dönemde artış göstermiştir. Kamu bankalarının görev zararlarının tasfiyesi ve sermaye desteği kapsamında verilen menkul değerlerden elde edilen faiz gelirleri ile kullandırdıkları kredilerden elde edilen faiz gelirleri, bu bankaların karlılık düzeylerine olumlu katkıda bulunmuştur. Yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının yüksek tutarlara ulaşan karları, Hazine için önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Hazine’ye temettü olarak aktarılan kaynakların yanı sıra, bilançolarının büyümesi sonucunda bu bankaların kamuya vergi olarak aktardıkları kaynaklar da yüksek tutarlara ulaşmıştır. 4603 sayılı Kanun’la kamu bankalarının yeniden yapılandırma ve hisse satış işlemlerinin bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 25 Kasım 2000’den itibaren üç yıl içinde tamamlanmasını öngörülmüş ve bu sürenin Bakanlar Kurulu kararı ile bir defaya mahsus olmak üzere yarısı kadar uzatılabilmesine imkan tanınmıştır. 31 Temmuz 2004 tarihinde yürürlüğe giren 5230 sayılı Kanun’la söz konusu üç yıllık süre, beş yıla çıkarılmıştır. 27 Aralık 2005 tarih ve 2005/9841 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla, kamu bankalarının yeniden yapılandırma ve hisse satış işlemlerinin tamamlanmasına ilişkin beş yıllık süre, 25 Kasım 2005 tarihinden itibaren bu sürenin yarısı kadar uzatılmıştır. 17 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe giren 5572 sayılı Kanun’la da, 4603 sayılı Kanunda yer alan beş yıllık süre, on yıl olarak değiştirilerek, kamu bankalarının yeniden yapılandırılması ve hisse satış işlemlerinin 25 Kasım 2010 tarihine kadar tamamlanmasına karar verilmiştir. 35 Dr. Mete Bumin Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesine yönelik olarak bugüne kadar herhangi bir işlem gerçekleştirilmemiştir. Halk Bankası’nın hisselerinin yüzde 24,98’lik kısmı, 2-4 Mayıs 2007 tarihleri arasında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda halka arz edilmiştir. Yapılan halka arz sonucunda, Halk Bankası’nın 312.250.256 adet hissesi, hisse başına tavan fiyat olan 8 TL’den satılarak toplam 2.498 milyon TL (1.845 milyon ABD Doları) satış hasılatı elde edilmiştir (İMKB, 2007). Kaynakça 36 ATAN, M., ÇATALBAŞ, G. (2005), “Bankacılıkta Etkinlik ve Sermaye Yapısının Bankaların Etkinliğine Etkisi”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt: 20, Sayı:237 Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (2001), “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı Gelişme Raporları, I-VII”, 2001-2003, BDDK Yayınları, No: 1 Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (2007), “Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler-I, Sayı:1 BOYACIOĞLU, M. A. (2003), “1980 Sonrası Türk Bankacılık Sektöründeki Gelişmeler, Krizlerin Sektör Üzerindeki Etkileri ve İyileştirici Öneriler”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2003, Sayı:9 BUMİN, M., CENGİZ, A. (2009), “Banka Birleşme ve Devralmalarının Etkinlik Üzerine Etkisi: Pamukbank’ın Halkbank’a Devredilmesi”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt: 24, Sayı:279 Hazine Müsteşarlığı. (2001a), “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı: Hedefler, Politikalar ve Uygulamalar”, Mayıs 2001, www.hazine.gov.tr. Hazine Müsteşarlığı. (2001b), “Kamu Bankalarında Reform”, 12.09.2001, www.hazine.gov.tr. Hazine Müsteşarlığı. (2009), “Kamu Bankalarından Hazine’ye ve Kamuya Aktarılan Kaynaklar”, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Genel Müdürlüğü Bilgi Edinme Notu, 03.07.2009 İstanbul Menkul Kıymetler Borsası-İMKB. (2007), “Şirket Haberleri - Halkbank Açıklaması”, 08.05.2007, www.imkb.gov.tr. KESKİN, N., BAŞ, T., YILDIZ, G. (2009), “Halkbank-Pamukbank Birleşmesini Başarılı Kılan Faktörlerin Belirlenmesine Yönelik Keşfedici Bir Araştırma”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt: 24, Sayı:279 KİRACI, M., ÇORBACIOĞLU, S. (2008), “Kamu Bankalarında İç Denetimin Yeniden Yapılandırılması: Ziraat Bankası Teftiş Kurulunda Yaşanan Örgütsel, Teknik ve Kültürel Değişim”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 32, No:2 ÖNAL, Y.B., SEVİMESER, N.C. (2006), “Yabancı Banka Girişlerinin Türk Bankacılık Sistemine Etkileri: Yerli ve Yabancı Bankaların Etkinlik Analizi”, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2 ÖNCÜ, S., AKTAŞ, R. (2007), “Yeniden Yapılandırma Döneminde Türk Bankacılık Sektöründe Verimlilik Değişimi”, Celal Bayar Üniversitesi, İİBF Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt:14, Sayı:1 Türkiye Bankalar Birliği (2002), “40.Yılında Türkiye Bankalar Birliği ve Türk Bankacılık Sistemi” Türkiye Bankalar Birliği (2001-2009), “Bankalarımız - 2000-2008”, Mayıs 2001 - Mayıs 2009 Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 Kalite Fonksiyon Göçerimi ve Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman* - Semra Abanoz** Rekabetin şiddetli olduğu günümüz piyasalarında işletmelerin varlıklarını sürdürebilmesi için müşteri beklentilerine önem vermesi gerekmektedir. Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG) metodu müşteri beklentilerini ölçmeyi, bu beklentileri teknik gerekliliklere dönüştürmeyi ve rakiplerle karşılaştırma yapmayı sağlayan kalite tekniğidir. Bu çalışmada, bankacılık faaliyetlerindeki müşteri beklentilerinin önem düzeyinin belirlenmesi, özel bir banka için müşteri beklentilerinin karşılanmasını sağlayan teknik gereksinimlerin belirlenmesi ve rakip bir banka ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla özel bir bankanın ve rakibinin müşterilerinden anket çalışması ile elde edilen veriler KFG metodu ile değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda en önemli müşteri beklentisi Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması, en önemli teknik gereksinim ise Bilgi İşlem Sistemi olarak belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Kalite Fonksiyon Göçerimi, Kalite Evi, Analitik Hiyerarşi Süreci. Giriş Bankalar, küreselleşen ekonomi ve şiddetli rekabet ortamında faaliyetlerini sürdürebilmek için rakiplerinden farklı stratejiler geliştirmeli ve daha üstün değerler sunmalıdırlar. Bu da bankaların sundukları hizmetlerde müşteri odaklı olmalarını ve memnuniyetsizliğin ortaya çıktığı hizmetlerde iyileştirmelere gitmelerini gerektirmektedir. Ayrıca kendileri için en önemli rakip olarak gördükleri banka ile müşteri beklentilerini ve teknik imkanlarını karşılaştırmaları da şiddetli rekabet ortamında başarılı olmalarını sağlamaktadır. Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG), müşteri beklentilerini ölçen, teknik gerekliliklere dönüştüren ve rakiplerle karşılaştırma yapmayı sağlayan bir metottur. Kalite Fonksiyon Göçerimi bankacılık sektöründe müşteri tatminine yönelik olarak Gonzalez vd. (2004) tarafından kullanılmıştır. Türkiye’de ise Çelikçapa ve Emel (2005), e- bankacılık hizmetlerinde müşteri beklentilerini değerlendirmek amacıyla KFG metodunu kullanmışlardır. Bu çalışma Türkiye’de bankacılık hizmetlerinde hizmet kalitesini belirlemeye yönelik yapılan ilk KFG çalışmasıdır. Bu çalışmanın amacı, Kalite Fonksiyonu Göçerimi metodunu kullanarak özel bir bankanın müşteri memnuniyetini ölçerek hizmet kalitesini belirlemek ve rakip bir banka ile karşılaştırmasını yapmaktır. Çalışmada bir başka amaç ise Kalite Fonksiyon Göçerimi metodunun bankacılık sektöründe hizmet kalitesini artırmak için nasıl kullanılabileceğini açıklamaktır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmada öncelikle Kalite Fonksiyon Göçerimi kavramı ve Kalite evi açıklanmış ardından ise Kalite Fonksiyon Göçerimi metodunu içeren literatür çalışmaları verilmiştir. Çalışmanın uygulama kısmında KFG metodu yardımıyla özel bir bankada müşteri beklentileri ve teknik gereksinimler belirlenerek, hizmet kalitesini artırmaya yönelik özellikler ortaya konulmuştur. Çalışmanın sonuç kısmında ise elde edilen bulgular tartışılmıştır. 1. Kalite Fonksiyon Göçerimi Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG) 1960’ların sonlarında Japonya’da Yoji Akao tarafından geliştirilmiş (Han vd., 2001: 797) ve 1972’de Mitsubishi’nin Japonya’nın Kobe şehrindeki tersanesinde Toplam Kalite Yönetimi sisteminin bir parçası olarak uygulanmıştır. 1970’lerin * ** Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü, Öğretim Görevlisi. Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi. 37 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz sonlarına doğru Toyota tarafından daha da geliştirilen KFG kavramı, çok sayıda üretim işletmesinde kullanılmıştır. 1980’lerin başlarında ise Ford ve Xerox işletmeleri tarafından KFG kullanılmaya başlanmıştır (Eldin, 2002: 28). KFG, müşterinin sesini tasarım, bileşen, üretim ve maliyete dönüştüren bir metottur (Sher, 2006: 292). KFG, araştırmadan ve ürün geliştirmeden mühendislik ve üretime ya da pazarlama ve dağıtıma kadar müşteri ihtiyaçlarını ayrıntılı tasarımlara dönüştürmektedir (Akao, 1997: 2; Gonzalez vd., 2004: 338). KFG’nin, ürünü rakip ürünlerle karşılaştırmak, pazara ilişkin kalite bilgilerini toplamak ve analiz etmek, kalite ile ilgili bilgileri diğer bölümlere iletmek ve tasarım amaçlarını üretime uygulamak gibi avantajları vardır (Akao ve Mazur, 2003: 23; Ginn ve Zairi, 2005: 41; Bouchereau ve Rowlands, 2000: 9). KFG kullanımı ayrıca işletmeyi rakiplerinden ayıran yeni bir ürün geliştirmek, ürün geliştirme süresini kısaltmak, pazar payın artırmak, kalite problemlerini ve maliyetlerini azaltmak gibi rekabet üstünlüğü avantajlarına da sahiptir (Akao ve Mazur, 2003: 23). KFG süreci, her biri KFG’nin bir aşamasını temsil neden en az dört evden oluşur: KFG süreci Ürün Planlama (Kalite Evi), Ürün Tasarımı (Parça Göçerimi), Süreç Planlama ve Süreç Kontrol (Fung vd., 1999: 378). Buradan anlaşılacağı gibi aşağıdaki bölümde açıklanmakta olan kalite evi, KFG’nin temel yapısını oluşturmaktadır. 6 Teknik Özellikler arasındaki ilişki 2 Teknik Özellikler (TO) 1 Müşteri Beklentileri (MB) 3 İlişkiler Matrisi (MB ile TO arasında) 4 Önem Ağırlığı 7 Rakiplerle Karşılaştırma 5 Rekabete Dayalı Değerlendirmeler 8 Teknik Değerlendirme Şekil 1: Kalite Evi Kaynak: Chan ve Wu, 2005: 122 Kalite evi müşteriler için en önemli olan konularda hedeflerin oluşturulmasına ve teknik olarak bunların nasıl başarılacağının belirlenmesine yardımcı olur. Mühendisler için temel verileri kullanılabilir formda özetlemeyi sağlarken, pazarlamacılar açısından müşterinin sesini temsil eder ve yeni fırsatların ortaya çıkmasını sağlar (Bouchereau ve Rowlands, 2000: 10). Herhangi bir Kalite Fonksiyon Göçerimi projesinin başlangıç noktası, ölçülemeyen müşteri beklentisini belirlemektir. Hem stratejik hem de faaliyet kararlarını belirlemek için “Müşterinin Sesi” olarak bilinen müşteri girdisine ihtiyaç bulunmaktadır. Müşterinin sesi, her bir ihtiyacın müşteri için önemini ve önceliğini değerlendiren hiyerarşik “müşteri ihtiyaçları”dır (Griffin ve Hauser, 1993: 2). Bu beklentiler daha sonra teknik özelliklere dönüştürülür. Bu aşama 38 Bankacılar Dergisi mühendislik özellikleri veya ölçülebilirlik olarak da ifade edilir. Kalite evi Şekil 1’de görüldüğü gibi sekiz farklı bileşen veya odadan oluşmaktadır. Kalite evindeki her bileşen veya oda kısaca aşağıda açıklanmaktadır (Ramasamy ve Selladurai, 2004: 1014-1015; Tran ve Sherif, 1995: 196-197): 1. Ham verilerin toplanması ve müşteri beklentilerinin istenen kalitesinin belirlenmesi: Müşteri beklentileri, şikayetleri anket ve mülakat yolu ile belirlenir. 2. Teknik Özelliklerin Belirlenmesi: Her bir kalite bileşenini değerlendirmenin ölçüsü Teknik Özellikler olarak tanımlanır. Bu karakteristiklerin belirlenmesi pazar ihtiyaçlarının teknik spesifikasyonlara dönüştürülmesi için gereklidir. 3. İlişkiler Matrisinin (Kalite Tablosu) Oluşturulması: Müşteri beklentileri ile teknik özellikleri ilişkilendirerek elde edilen kalite tablosu, teknik özelliklerin müşteri beklentilerindeki etkisini göstermektir. 4. Önem Ağırlıklarının Hesaplanması: Müşteri beklentilerinin kendi içerisinde göreli önem ağırlığı belirlenir. 5.Rekabete Dayalı Değerlendirme (Planlanan Kalitenin Oluşturulması): Planlanan kalite, yeni ürün geliştirebilmek için gerekli olan önemli faktörleri belirlemek amacıyla farklı öncelik seviyeleri ile belirlenir. Yeni geliştirilen ürün ile rakiplerin ürünü karşılaştırılarak rekabet analizi yapılır. 6. Teknik Özellikler Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi: Her bir teknik özellik arasındaki ilişki ve bunun derecesi belirlenir. 7. Rakiplerle Karşılaştırma: Müşteri beklentilerinin önemi açısından rakipler ile karşılaştırma yapılır. 8. Teknik Değerlendirme (Tasarım Kalitesinin Oluşturulması): Tasarım kalitesi, tasarlanacak veya üretilecek ürünle ilgili planlanan hedef, amaç ve özellikleri kapsar. Tasarım kalitesi 5. ve 6. adımlardan elde edilen teknik özelliklerin ağırlıkları ile planlanan kaliteden elde edilir. Yüksek önceliğe sahip olan ve belirlenen tasarım kalitesine uygun ürün üretilir. 2. Literatür Araştırması Literatürde Kalite Fonksiyon Göçeriminin ağırlıklı olarak imalat işletmelerine yönelik olarak kullanıldığı görülmektedir. KFG imalat işletmelerinde stratejik planlama (Crowe ve Cheng, 1996; Killen vd. 2005), yeni ürün geliştirme (Miguel, 2005; Abasov, 2002; Olhager ve West, 2002; Tang ve Paoli, 2004; Kumar ve Midha, 2001; Delano vd. 2000); firma ve tedarik zinciri performansını değerlendirme (Herrmann vd. 2006; Chuang, 2002; Jagdev vd. 1997) amacıyla kullanılmıştır. İmalat firmalarına yönelik yapılan bu çalışmaların yanında hizmet işletmelerine yönelik de KFG çalışmaları yapılmıştır. Gülenç ve Aracı (2008) Kocaeli ilinde üç özel hastanenin poliklinik hizmetlerini iyileştirmeye yönelik yaptıkları çalışmalarında, KFG’ni kullanarak yapılacak iyileştirmeler ve sunulacak yeni hizmetleri belirlemeye çalışmışlardır. Enriquez vd. (2004), festival ve konser gibi büyük seyirci topluluklarına hitap eden “toplu seyirci olaylarında” hizmet kalitesini artırmak için müşteri gereksinimlerini önceliklendirmek amacıyla KFG metodunu kullanmışlardır. Park ve Noh (2002) çalışmalarında, web tasarımı hizmetlerine KFG metodunu uygulamışlardır. Belirlenen odak gruptan Kore’de en çok kullanılan üç internet alışveriş sitesini değerlendirmeleri istenmiş ve böylece en önemli on müşteri beklentisi ve önem dereceleri belirlenmiştir. Ayrıca müşteri beklentileri ile bu beklentileri 39 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz karşılayacak teknik gereksinimler arasındaki ilişkiler de saptanmıştır. Akbaba (2005) çalışmasında, turizm işletmelerinde, geleneksel yeni ürün geliştirme yaklaşımlarının hatalı ve eksik yönlerini tespit etmiş ve KFG metodu temelli yeni ürün geliştirme sürecinin uygulanabilirliğini ve yararlılığını ortaya koymuştur. Öter ve Tütüncü (2001) çalışmalarında, KFG metodunun seyahat acentelerinde varsayımsal bir uygulamasını yapmışlardır. Çalışmada, sunulan hizmetlerde karşılaşılan kalite karakteristikleri ve bu karakteristiklerin seyahat acenteleri bakımından değerlendirilmesi yapılmıştır. Yenginol (2000)’un çalışmasında iki farklı uygulama bulunmaktadır. Birinci uygulama, Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesinde eğitim gören İşletme Bölümü öğrencileri için “İstatistik” derslerinin KFG süreci uygulanarak yeniden tasarlanması amaçlanmıştır. İkinci uygulama ise tıbbi malzemeler üreten çok uluslu bir firmanın hizmet sürecine KFG yöntemi uygulayarak kar marjı yüksek olan ürünün daha çok tercih edilmesini sağlayarak hem karını hem de pazar payını artırmayı amaçlayan bir çalışmadır. Bankacılık sektörüne yönelik yapılan KFG çalışmalarından birinde Gonzalez vd. (2004) hizmet kalitesini artırmak amacıyla KFG sürecini İspanya’da bir banka için ele almışlardır. Çalışmada müşteri gereksinimleri kullanımı kolay ATM’ler, olumlu personelmüşteri ilişkileri, güvenlik, hizmet planı, şube sayısının artırılması, açıklık olarak belirlenmiştir. Buna karşılık teknik gereksinim olarak ise pazar kampanyaları, çalışanlara nitelik kazandırma, web sitesinin uygun hale getirilmesi, bankacılık hizmetlerinin artırılması ve internet bankacılığının geliştirilmesi değerlendirmeye alınmıştır. Yapılan değerlendirme sonucunda KFG yöntemini kullanarak müşteri odaklı stratejiler geliştirmek suretiyle hizmet bileşenlerinin elde edilebileceği ve sürekli dikkat ve takip gerektiren müşteri beklentileri için uygulama planları oluşturulabileceği ortaya konmuştur. Bankacılık sektörüne yönelik yapılan diğer bir çalışmada ise Çelikçapa ve Emel (2005) e-bankacılık işlemlerine ilişkin olarak müşteri beklentilerini hız, güvenilirlik, kullanım kolaylığı, doğruluk, etkinlik, yararlılık ve kapasite olarak belirlemişlerdir. Çalışmada ayrıca telefon ve internet bankacılığından hangisinin müşteriler için öncelikli geldiği araştırılmış ve internet bankacılığının telefon bankacılığından daha fazla tercih edildiği belirlenmiştir. Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde bankalara yönelik KFG çalışmalarının çok az olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, çalışmanın bir başka amacı da bu eksikliği gidermek ve ilgililere bu konuda yardımcı olmaktır. 3. Kalite Fonksiyon Göçerimi Yönteminin Bankacılık Sektörüne Uygulanması 3.1. Uygulamanın Amacı Bu çalışmanın amacı; KFG metodundan yararlanarak özel bir bankanın müşteri memnuniyetini ölçmek suretiyle hizmet kalitesini belirlemek ve rakip bir banka ile karşılaştırmasını yapmaktır. Bu amaçla değerlendirme yapılan bankanın ve rakip bankanın aynı anda müşteri olan kişilere EK 1’deki anket soruları yöneltilmiştir. 3.2. Uygulamanın Yöntemi Çalışmada yöntem olarak Kalite Fonksiyon Göçerimi kullanılmıştır. Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG) müşteri beklentilerini ölçen, müşteri beklentilerini teknik gerekliliklere dönüştüren ve rakiplerle karşılaştırma yapmayı sağlayan bir metottur. Çalışmada kullanılan KFG metodu çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde açıklanmıştı. KFG metodunda, müşteri beklentilerinin önem derecesini belirlemek için Analitik Hiyerarşi Süreci (AHS) yaklaşımından yararlanılmaktadır. 40 Bankacılar Dergisi AHS, Thomas L. Saaty tarafından geliştirilmiş Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKV) tekniğidir. Karar vermede uygulandığı zaman karmaşık problemleri, çok aşamalı bir hiyerarşik amaçlar, kriterler, alt kriterler ve alternatifler yapısına ayrıştırarak genel karar operasyonlarını tanımlamaya yardımcı olur (Saaty,1990: 259). AHS’nin en önemli özelliği, karar almada grup veya bireyin önceliklerini dikkate alarak nitel ve nicel değişkenleri bir arada değerlendirebilmesidir (Saaty, 2006:10). Bir diğer ifade ile AHS, bilginin, deneyimin, bireyin düşüncelerinin ve önsezilerinin mantıksal bir şekilde birleştirildiği bir yöntemdir. AHS çok geniş bir uygulama alanına sahiptir ve pek çok karar probleminde etkin olarak kullanılmaktadır (Kuruüzüm ve Atsan, 2001: 84). AHS yaklaşımı çok kriterli karar verme tekniği olup aynı zamanda karar vermede değerlendirmeye alınan faktörlerin önem derecesinin belirlenmesini sağlamaktadır. AHS metodunun karar verme sürecindeki analiz aşamaları şu şekilde özetlenmektedir (Yoo ve Choi, 2006: 137): 1. Adım: Karar probleminin ve amacın belirlenmesi. 2. Adım: En üst seviyeden orta seviyeye daha sonra da düşük seviyeye doğru giden ve alternatifler listesinden oluşan hiyerarşik yapının oluşturulması. 3. Adım: 9 aşamalı bir ölçekten (Tablo 1) yararlanarak ikili karşılaştırmalar matrisinin oluşturulması (n*n). 4. Adım: Hiyerarşinin bir alt düzeyine göre her kriterin ağırlıklı özvektörünü belirleyerek toplam özvektörlerin hesaplanması 5. Adım: Tutarlılıkların hesaplanması ve alternatifin seçilmesi. Tablo 1: İkili Karşılaştırma Ölçeği Önem derecesi 1 3 Tanımı Açıklaması Eşit derecede önemli Orta derecede önemli 5 9 Güçlü derecede önemli Çok güçlü derecede önemli Son derece önemli 2, 4, 6, 8 Ortalama değerler Her iki faaliyet amaca eşit katkıda bulunur. Tecrübe ve değerlendirmeler sonucunda bir faaliyet diğerine göre biraz daha fazla tercih edilir. Tecrübe ve değerlendirmeler sonucunda bir faaliyet diğerine göre çok daha fazla tercih edilir. Bir faaliyet diğerine göre çok güçlü şekilde tercih edilir. Uygulamada üstünlüğü ispatlanmıştır. Bir faaliyet diğerine göre mümkün olan en yüksek derecede tercih edilir. Uzlaşma gerektiğinde kullanılmak üzere iki yakın karar arasındaki ara değerler Tersi karşılaştırmalar için 7 İki taraflı olma (reciprocal) Kaynak: Saaty ve Vargas, 2001:6; Saaty, 2006:73. KFG ve AHS metodunu içeren uygulanan yöntemin aşamalarını şu şekilde özetlemek mümkündür (Bhattacharya vd., 2005: 3677): 1. Adım: Müşteri ihtiyaçlarının tanımlanması 2. Adım: Teknik gereksinimlerin tanımlanması 3. Adım: KFG takımı tarafından ilişki matrisinin oluşturulması 4. Adım: Müşteri ihtiyaçlarının önem derecesine göre sıralanması 5. Adım: 1-9 Skalası kullanılarak teknik gereksinimler arasındaki ilişkinin belirlenmesi 6. Adım: Teknik önem derecesinin hesaplanması 7. Adım: Teknik gereksinimlerin yüzde hesabının yapılması 41 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz 3.3. Bankacılık Sektöründe KFG Uygulama Süreci Bu bölümde KFG sürecinin uygulanma aşamaları adım adım açıklanacaktır. Çalışmada incelenen banka ve rakip bankanın ismi verilmemiş, incelenen banka Mevcut Banka, karşılaştırma yapılan banka ise Rakip Banka olarak ifade edilmiştir. Hem mevcut hem de rakip banka bireysel ve kurumsal hizmetler alanında yurtiçi ve yurtdışı işlemler yapmaktadır. Mevcut banka 2008 yılında, mevduat bankaları arasında mevduat, kredi ve aktif büyüklük bakımından 5. sırada iken rakip banka ise 3. sıradadır. Yine toplam özkaynaklar ve net dönem kar açısından bakıldığında mevcut banka 5. sırada rakip banka ise 2. sırada yer almaktadır (TBB; 2008, s. 234). Türkiye’deki mevduat bankalarının 2008 yılındaki toplam şube sayısı 8801 iken bunların 53 adeti yurtdışı geriye kalan 8748’i yurtiçi şubesidir. Toplam banka şube sayısının yaklaşık 4.300’ü özel sermayeli mevduat bankalarına aittir. Çalışmada seçilen mevcut banka (836) ve rakip banka (738) şube sayısı bakımından hem birbiri ile kıyaslanabilir durumda hem de toplam mevduat bankaları şube sayısının yaklaşık yüzde 20’sini oluşturmaktadır (www.tbb.org.tr,11.09.2009). Ayrıca, aynı anda çok sayıda bankanın müşterisi olan örneklemi bulmak zor alacağı için tek bir rakip banka ile kıyaslama yapılmıştır. 3.3.1. Müşteri İstek ve İhtiyaçlarının Belirlenmesi Bankaların müşteri portföyünün ne kadar geniş olduğunu göz önünde bulundurulursa ve bu doğrultuda müşteri beklenti ve gereksinimlerinin ne kadar geniş bir yelpazeye yayılabileceğini anlamak kolay olacaktır. Müşteri beklenti ve gereksinimlerinin belirlenmesi için odak gruplar oluşturulmuş, çeşitli meslek gruplarından kişilerle görüşülmüş ve literatürdeki çalışmalardan (Gonzalez vd. 2004; Çelikçapa ve Emel, 2005) yararlanılmıştır. Görüşmelerde banka müşterisilerine “Bir bankadan ne beklersiniz?” “Sizce bir banka nasıl olmalı?” gibi sorular sorularak müşteriler gözünde bir değerlendirme yapılmıştır. Görüşmeler neticesinde alınan cevaplar gözden geçirilmiş ve aşağıdaki müşteri beklentileri elde edilmiştir. Güler Yüzlü ve Samimi Hizmet (GH): Müşterinin hizmet almak için hazır bulunduğu anda personelin müşteriye olan pozitif yaklaşımını ifade eder. Temiz, Düzenli ve Hoş Bir İç Mekan (TM): Müşterinin görüntü olarak bankaya dair olumlu düşünceler edinebilmesini sağlayabilmek için dikkat edilmesi gereken fiziksel öğelerdir. Yaygın ve Ulaşılabilir Şube Ağı (YŞ): Daha çok müşteriye hizmet sunabilmek için ülke genelinde şube sayısının artırılması gerekliliği anlamına gelen müşteri beklentisidir. Her Müşteriye Uygun Çözüm Sağlama ve Danışmanlık Hizmeti (MD): Her bir müşterinin beklentilerini ve ihtiyaçlarını belirleyerek bu beklenti ve ihtiyaçlara yönelik özel hizmet sunulmasını ifade eden bir beklentidir. Hızlı ve Doğru hizmet (Kısa Bekleme Süreleri)(HH):Müşterilerinin işlemlerinin talep edilen en kısa sürede en hatasız olarak gerçekleştirilmesidir. Müşteriye bilgiyi doğru aktarabilmek ve doğru hizmeti sunabilmek için müşterinin problemini en iyi şekilde analiz ederek mümkün olduğunca çabuk cevap verebilmek amacını taşıyan müşteri beklentisidir. Bilinirlik (Toplumun Zihninde Yer Etme)(B):Bankanın çeşitli tanıtım araçları ya da faaliyetlerle tanınmışlığının artırılarak, müşterinin marka olarak algılanmasının sağlanmasıdır. Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması (GK): Banka işlemlerinde güvenliğin sağlanması, müşteri bilgilerinin gizliliğinin korunacağının garanti altına alınması anlamına gelen müşteri beklentisidir. 42 Bankacılar Dergisi Şube Dışı Bankacılık Hizmetleri (Telefon Bankacılığı, İnternet Bankacılığı) (ŞB): Şubeler dışında 24 saat hizmet sunulmasını ifade eden müşteri beklentisidir. Bu beklenti müşterilerin telefon ya da interneti kullanarak da işlemlerini yapabilme kolaylığının sağlanması amacını ortaya koymaktadır. Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar (İK): Müşterilere sunulan indirim, para puan, taksitlendirme ya da işlemlerde öncelik sırası sunulması gibi faaliyetler bütününü kapsayan müşteri beklentisidir. 3.3.2.Teknik Gereksinimlerin Belirlenmesi Müşteri beklentilerinin önem dereceleri belirlendikten sonra bu beklentilerin nasıl karşılanacağının da tespit edilmesi gerekmektedir. Bu aşamada KFG takımını oluşturan; bankacılık deneyimine sahip ve aktif birer banka çalışanı olan alanında uzman 3 bankacı ve 2 öğretim üyesiyle görüşülmüştür. Ayrıca bu konuyla ilgili çalışmalardan da yararlanılarak (Gonzalez vd. (2004); Çelikçapa ve Emel, 2005) daha önce tespit edilmiş olan müşteri beklentilerinin nasıl karşılanacağına dair cevaplar aranmış ve kalite evinin teknik gereksinimler kısmı aşağıda kısaca açıklanan gereksinimlerden oluşturulmuştur. Eğitim Programlarının Düzenlenmesi: Personele gerek temel bankacılık hizmetleriyle ilgili gerekse insan ilişkileri ve müşterilerle ilgili eğitimlerin verilmesini ifade eden bir gereksinimdir. CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) Raporlarının Oluşturulması: Müşterilerin beklentileri doğrultusunda bankanın tüm birimlerini yönlendirmesi ve böylece müşteri beklentilerini karşılayarak müşteri memnuniyetinin sağlaması anlamına gelmektedir. Çalışmada incelenen bankalar düzenli olarak bu raporları takip etmektedir. Dış Kaynak Kullanımı (Outsourcing): Bankanın temel yeteneklerini asıl faaliyet konusu olan alanlara odaklayıp, temel yeteneklerini kullanmadığı alanlar için bu işleri daha iyi yapabilen başka bir işletmeye yaptırması anlamına gelen bir teknik gereksinimdir. Buna örnek olarak; temizlik işleri, yemekhane, taşımacılık ve güvenlik işleri gösterilebilir. Bankalar bu hizmetlere ilave olarak ekspertiz ve danışmanlık hizmetlerini de dışarıdan temin etmektedirler. Yatırım: Burada kastedilen sadece fiziksel anlamdaki yeni şubelerin açılabilmesi ve yeterli hizmetin ihtiyaç olunan bölgelere ulaştırılabilmesi için gerekli olan yatırımdır. Bankalar yeni bilgi işlem ağları kurmak gibi teknoloji geliştirmek amaçlı olarak da yatırımlar yapmaktadırlar. Nitelikli Personel: Yapılacak işin gerektirdiği eğitim düzeyi ve kişilik özelliklerine sahip elemanların işe alınmasını amaçlayan bu gereksinim, personelin işe alımında ayırt edilebilmesini sağlayacak kıstaslara göre sınava tabi tutulmasını gerektirmektedir. Personeli, zaman içerisinde performansını ölçmeye dayalı programlara tabi tutarak değerlendirme yapılmalıdır. Bilgi İşlem Sistemi: İşlemlerin yapılması ve banka genelinde veri tabanının saklanması için gerekli alt yapının sağlanması ve geliştirilmesini amaçlayan teknik gereksinimdir. Reklam: Müşterinin beyninde yer edebilmek için yazılı ve görsel basında yer almak anlamına gelmektedir. Teknik Alt Yapının Güçlendirilmesi: Bankanın güvenlik sisteminin gelişen teknolojiyle desteklenmesi ve geliştirilmesini ifade eder. 43 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz Web Sitesinin Kullanışlı Hale Getirilmesi: Anlaşılabilir, kullanımı kolay ve zengin içeriğe sahip bir web sitesi oluşturulması gerekliliğini ortaya koyan bu gereksinim, bankacılık hizmetlerinin internet üzerinden yapılabilmesini, kullanıcının yeni gelişmelerden haberdar olmasını amaçlamaktadır. Ürün Geliştirme Toplantılarının Yapılması: Müşteri beklentileri doğrultusunda, kar marjları göz önünde bulundurularak mevcut ürün ya da hizmetlerin değiştirilip geliştirilmesi veya yeni ürün ya da hizmetlerin sunulması anlamına gelmektedir. 3.3.3. Müşteri İsteklerinin Ağırlıklandırılması Çalışmada iki bölümden oluşan bir anket hazırlanmıştır (EK 1). Anketin birinci bölümü müşteri beklentilerini önem derecelerine göre sıralamayı başka bir ifadeyle müşteri beklentilerini ağırlıklandırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla anketin yöneltildiği kişilerden, çalışmanın yöntemi bölümünde verilen ikili karşılaştırma ölçeğinden (Tablo 1) yararlanarak müşteri beklentilerini birbirine göre karşılaştırılması istenmiştir. 164 anketten elde edilen verilerin geometrik ortalaması alınarak aşağıdaki ikili karşılaştırma matrisi elde edilmiştir. İkili karşılaştırmalar için en az 10 anket yapılması yeterlidir (Lam ve Chin, 2005: 767). GH TM YŞ A= MD GH TM YŞ MD HH B GK ŞB İK 1 2 1/2 ½ 1/2 1 ½ 1 ½ 1/2 1/3 1/3 1 1/3 1/2 ½ 1 1/2 1/2 1 ½ 1 1 1 1 2 ½ 1 1 1 2 ½ 2 1 1 1/3 1/2 ½ 1 2 2 1 HH B GK ŞB 1 İK 2 1 İkili karşılaştırma matrisinin Expert Choice for Windows programı yardımıyla değerlendirilmesi ile AHS yaklaşımına göre müşteri beklentilerinin önem derecesi Tablo 2’deki gibi belirlenmiştir. Tablo 2’deki verilerden incelenmekte olunan banka müşterileri için %20,8 ile en önemli müşteri beklentisinin “güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması” olduğu görülmektedir. Bu beklentiyi %13,5’lik önemle “her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti” ile “hızlı ve doğru hizmet” beklentileri takip etmektedir. Sonuçlara göre en düşük önem düzeyi %5,2 ile “temiz düzenli ve hoş bir iç mekan” beklentisine aittir. Bu sonuçlardan anlaşıldığı üzere bir banka müşterisi için en önemli beklenti güvendir. Güven ortamında talep ettiği işlemlerin zamanında yapılması ve beklediği hizmetin sunulması öncelikli beklentisidir. Sonuçlara bağlı olarak müşterilerin bankanın fiziksel durumunu bir yerde göz ardı ettiklerini düşünmek de mümkündür. Tablo 2: Müşteri İsteklerinin Önem Derecesi Müşteri İstekleri 1.Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması 2.Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti 3.Hızlı ve doğru hizmet (Kısa Bekleme Süreleri) 4.Müşteriye sunulan imkânlar ve kampanyalar 5.Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı 6.Şube dışı bankacılık hizmetleri(Telefon bankacılığı internet bankacılığı) 7. Güler yüzlü ve samimi hizmet 8. Bilinirlik(Toplumun zihninde yer etme) 9.Temiz düzenli ve hoş bir iç mekan 44 % 20,8 13,5 13,5 11,9 11,9 9,6 7,6 6,1 5,2 Bankacılar Dergisi 3.3.4. İlişki Matrisinin Oluşturulması Müşteri beklentileri ile teknik gereksinimler arasındaki ilişkinin belirlenmesi için puanlama sistemi kullanılarak ilişki matrisi oluşturulmuştur. Puanlama KFG takımı yardımıyla yapılmıştır. Burada 9; çok önemli ilişki, 3; orta ilişki, 1; zayıf ilişki anlamına gelmektedir (Park ve Noh, 2002: 394; Yenginol, 2000: 64). Müşteri beklentileri ve teknik gereksinimler arasındaki ilişki Tablo 3’deki gibi belirlenmiştir. A © © O A A © © O © A O © O A O © © © O Ürün Geliştirme Bölümünün Oluşturulması © Web Sitesinin Kullanışlı Hale Getirilmesi Bilgi İşlem Sistemi © Teknik Altyapının Güçlendirilmesi Nitelikli Personel A Reklam Yatırım O Eğitim Programlarının Düzenlenmesi CRM Biriminin Oluşturulması Dış Kaynak Kullanımı (Outsourcing) Önem Puanı Tablo 3 : İlişki Matrisi Müşteri Beklentileri Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması Her Müşteriye Uygun Çözüm Sağlama ve Danışmanlık Hizmeti Hızlı ve Doğru Hizmet(Kısa Bekleme Süreleri) Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Yaygın ve Ulaşılabilir Şube Ağı Şube Dışı Bankacılık Hizmetleri(Tlf, İnternet Bank.) Güleryüzlü ve Samimi Hizmet Bilinirlik(Toplumun Zihninde Yer Etme) Temiz, Düzenli ve Hoş Bir İç Mekan 20,5 9 A 13,6 3 O O 12,8 2 12,7 3 11,7 8 O 9,50 A O 7,82 © O 5,09 © © © ©=9 O © © A 6,16 A O O © A O O O=3 A=1 3.3.5. Müşteri Bazlı Rekabet Matrisinin Oluşturulması Anketin formunun ikinci bölümündeki sorular incelenmekte olan bankanın ve rakip bankanın müşteri beklentileri bazında değerlendirilmesini ve müşteri beklentilerinin önem puanın hesaplanmasına yöneliktir. Örnek kütlenin belirlenmesinde, olasılığa dayalı örnekleme yöntemlerinden biri olan basit tesadüfü örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çalışma, tesadüfen seçilen 8 ilde anket yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Zaman ve maliyet kısıtlamaları anketin uygulandığı illerin belirlenmesinde etkili olmuştur. Bu iller; Trabzon, İstanbul, Ankara, Samsun, İzmir, Sivas, Rize ve Sakarya’dır. Anket sorularını aynı anda her iki bankanın da müşterisi olan kişilere cevaplandırtmak gerektiği için ancak 300 anket yapılabilmiş ve 136 anket bazı soruları cevaplandırılmadığı için değerlendirme dışı tutulmuştur. Böylece 164 anketten elde edilen cevaplar çalışmanın verilerini oluşturmuştur. Ayrıca Türkiye genelinde banka şubelerinin hem teknik hem de fiziki şartlar bakımından standart özelliklere sahip olması nedeniyle yapılan anketlerin yeterli olduğu kanaatine varılmıştır. 164 banka müşterisinden anketi 5’li skalaya (1:Yetersiz, 2:Kısmen Yetersiz, 3:Ne Yeterli Ne Yetersiz, 4:Kısmen Yeterli, 5:Yeterli) göre doldurmaları istenmiştir. Buradan elde edilen verilerin aritmetik ortalaması hesaplanarak müşteri bazlı rekabet matrisi oluşturulmuştur. Bu değerler kalite evinin müşteri bazlı rekabet matrisinde Mevcut banka sütununu oluşturmuştur. Benzer değerlendirme rakip banka içinde yapılarak Rakip Banka sütunu elde edilmiştir. Bu değerler Tablo 4’de verilmiştir. Tablo 4’deki sonuçlar incelendiğinde, müşterilerin gözünde Mevcut Bankanın “Temiz düzenli ve hoş bir iç mekan” müşteri beklentisinde rakibinden daha iyi olduğu, “Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı” ve “Şube dışı bankacılık hizmetleri” müşteri beklentileri konusunda rakibinden çok az farkla da olsa daha iyi olduğu, “Hızlı ve doğru hizmet” müşteri beklentisine bakıldığında ise rakibinin çok önünde olduğu anlaşılmaktadır. 45 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz Burada dikkati çekecek asıl konu ise en önemli müşteri beklentisi olarak tespit edilen “Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması” bakımından Mevcut Bankanın Rakip Bankadan daha iyi olduğudur. “Güler yüzlü ve samimi hizmet”, “Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti”, “Bilinirlik” ve “Müşteriye sunulan imkanlar ve kampanyalar” müşteri beklentilerine bakıldığında ise rakipten daha kötü olduğunu görülmektedir. Her bir müşteri beklentisinin önem puanını hesaplayabilmek için ilerleme oranından yararlanılmaktadır. Önem derecesinden yararlanarak ilerleme oranı ve önem puanı aşağıdaki gibidir: İlerleme Oranı = Rakip Banka Verileri / Mevcut Banka Verileri Önem Puanı = Müşteri İsteğinin Önem Derecesi x İlerleme Oranı Tablo 4: Müşteri İsteklerinin Önem Puanları Müşteri Beklentileri Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri) Müşteriye sunulan imkanlar ve kampanyalar Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Şube dışı bankacılık hizmetleri(Telefon ve internet bankacılığı) Önem Derecesi 20,80 Mevcut Banka 4,24 Rakip Banka 4,20 İlerleme oranı 0,99 Önem puanı 20,59 13,50 13,50 11,90 11,90 3,37 3,24 3,49 3,73 3,43 3,08 3,75 3,71 1,01 0,95 1,07 0,99 13,63 12,82 12,73 11,78 9,60 3,92 3,90 0,99 9,50 Güler yüzlü ve samimi hizmet Bilinirlik(Toplumun zihninde yer etme) 7,60 6,10 3,45 4,15 3,57 4,21 1,03 1,01 7,82 6,16 Temiz düzenli ve hoş bir iç mekan 5,20 3,88 3,84 0,98 5,09 Tablo 4’den Mevcut Bankanın Rakip Bankaya göre en yetersiz olduğu müşteri beklentisinin 1,07 ilerleme oranıyla “Müşteriye sunulan imkanlar ve kampanyalar” olduğu anlaşılmaktadır. İlerleme oranının 1,07 olmasının anlamı bankanın rakip bankaya göre 1,07 kat iyileştirmeye gitmesi gerektiğidir. Diğer müşteri beklentilerinden “Güler yüzlü ve samimi hizmet” için 1,03; “Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti” için 1,01; “Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)” 1,01 kat iyileştirmeye gitmek gerektiği anlaşılacaktır. Rakibin ise yetersiz olduğu örneğin “Hızlı ve doğru hizmet” beklentisinde incelenmekte olunan banka seviyesine gelebilmesi için kendisini 1,05 (3,24/3,08) kat geliştirmesi gerekmektedir. Önem derecesi bakımından ilk sırada olan “Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması” müşteri beklentisine bakıldığında ise Mevcut Bankanın rakibine göre daha iyi olduğu görülmektedir. 3.3.6.Teknik Bazlı Rekabet Matrisinin Oluşturulması Teknik bazlı rekabet değerlendirmesinde, müşteri bazlı rekabet değerlendirmesinde olduğu gibi teknik gereksinimlerin rakip banka ile kıyaslanması ve kendi aralarında önceliklendirilmesi amaçlanmıştır. Her sütun için teknik önem düzeyi aşağıdaki şekilde hesaplanmaktadır. TÖD = ∑(Hücre Değerleri x Önem Puanı) Örnek olarak “Eğitim programları düzenlenmesi” teknik gereksinimi için teknik önem düzeyi şu şekilde hesaplanmıştır: TÖD=(9x7,82)+(1x5,09)+(3x13,63)+(3x12,82)+(1x20,59)+(1x9,50)=184,91 Teknik gereksinimler için hesaplanan “teknik önem düzeyleri” toplam teknik önem düzeyi değerine bölünerek teknik önem yüzdeleri hesaplanmaktadır. En önemli teknik gereksinim %21 önem yüzdesi ile “Bilgi İşlem Sistemi” olarak bulunmuştur. Bu teknik gereksinimi %14 önem yüzdesi ile “Nitelikli Personel”, %13 önem yüzdesi ile “CRM”, %12 önem yüzdesi 46 Bankacılar Dergisi ile “Yatırım”, %11 önem yüzdesi ile “Web Sitesinin Kullanışlı Hale Getirilmesi”, %7 önem yüzdeleri ile “Eğitim Programlarının Düzenlenmesi”, “Teknik Alt Yapının Güçlendirilmesi” ve “Ürün Geliştirme Toplantılarının Düzenlenmesi”, %5 önem düzeyi ile ‘Dış Kaynak Kullanımı’ %3 önem yüzdesi ile “Reklam” teknik gereksinimleri takip etmektedir. Tablo 5’de oluşturulan kalite evinde ilerleme oranı, önem puanı, teknik önem puanı, teknik önem yüzdesi de yer almaktadır. Sonuç Günümüzde hızla değişen ve gelişen rekabet ortamında önemi artan kalite ve müşteri memnuniyeti kavramlarını odak noktası olarak belirleyen bir teknik olan Kalite Fonksiyon Göçerimi talep edileni tasarıma dönüştürmeyi amaçlayan sistematik bir metottur. Bu çalışma Mevcut Banka müşterilerinin memnuniyetini ölçmek, müşteri beklentilerinin önem derecelerini ve Mevcut Bankanın bu beklentileri karşılamadaki yeterliliğini belirlemeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle, yapılan anket çalışması Kalite Fonksiyon Göçerimi metodu ile değerlendirilmiştir. Değerlendirmelerin yapıldığı örneklem için en önemli müşteri beklentisinin “Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması” olduğu, bu beklentisi eşit öneme sahip “Her Müşteriye Uygun Çözüm Sağlama ve Danışmanlık Hizmeti” ile “Hızlı ve Doğru Hizmet” müşteri beklentileri takip ettiği belirlenmiştir. Çelikçapa ve Emel (2005) tarafından yapılan çalışmada da en önemli müşteri beklentisinin hız ve güvenilirlik olması elde edilen sonuçları desteklemektedir (Çelikçapa ve Emel, 2005: 4). İspanya’da yapılan benzer bir çalışmada ise en önemli müşteri beklentileri kolay kullanılan ATM’ler, olumlu personel-müşteri ilişkileri ve güvenlik olarak tespit edilmiştir (Gonzalez vd. 2004: 322). En düşük önem düzeyi ise “Temiz Düzenli ve Hoş Bir İç Mekan” müşteri beklentisine aittir. Bu sonuçlardan banka müşterilerinin güvenliğe çok önem verdikleri ve bankanın işlemlerini mümkün olan en kısa zamanda, en doğru biçimde yapmasını arzu ettikleri anlaşılmıştır. 47 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz Çalışmada belirlenen en önemli teknik gereksinim olarak “Bilgi İşlem Sistemi” olarak belirlenmiştir. En önemli müşteri beklentisi olan “Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması” beklentisinin en önemli teknik gereksinim olarak tespit edilen “Bilgi İşlem Sistemi” ile güvenli bir veri tabanı oluşturulma anlamında yakın ilişki içerisinde olduğu açıktır. Bilgi işlem sisteminin güncellenmesi ve eksikliklerinin giderilmesi müşterilere hızlı ve doğru hizmet sunmada, her müşteriye uygun çözüm sağlamada ve şube dışı bankacılık hizmetlerinde avantaj sağlayacaktır. “Bilgi İşlem Sistemi” teknik gereksinimini “Nitelikli Personel” ve “CRM Raporlarının Oluşturulması” teknik gereksinimleri izlemektedir. Gonzalez vd. (2004), tarafından yapılan çalışmada ise en önemli teknik gereksinim pazar kampanyaları iken, nitelikli personel ikinci sırada ve bilgi işlem sistemi üçüncü sırada yer almıştır Banka çalışanlarının eğitim düzeyi müşterilerle pozitif ilişkileri kurmalarını ve böylece bankaya dair olumlu düşüncelerin artmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda hizmet kalitesi nitelikli personelin vereceği doğru cevaplar ve kısa işlem süreleri ile artacaktır. Müşteri ilişkileri yönetimi (CRM) raporlarının düzenli olarak takip edilmesi müşterilere özelliklerine göre hizmet sunulmasını sağlayacaktır. Çalışmanın bazı kısıtları bulunmaktadır. Çalışmada değerlendirmeye alınan müşteri beklentileri ve teknik gereksinimler artırmak mümkündür. Çalışmada KFG takımı ve literatür dikkate alınarak müşteri beklentileri teknik gereksinimler belirlenmiştir. Diğer bir kısıt çalışma sadece bir özel banka ile rakibini kapsamaktadır. Bu nedenle elde edilen sonuçları genellemek doğru değildir. Son olarak bundan sonra yapılacak çalışmalarda KFG farklı sektörlere stratejik planlama, süreç tasarlama ve mamul tasarımı gibi amaçlarla uygulanabilir. Kaynakça 48 ABASOV, V. (2002), “Mamul ve Mamul Üretim Sistemlerinin Geliştirilmesinde Kalite Fonksiyon Göçeriminin Rolü ve Bir Uygulama”, Dokuz Eylül Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi AKBABA, A. (2005), “Yeni Ürün Geliştirme Sürecinde Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG): Turizm İşletmeleri İçin KFG Temelli Bir Ürün Geliştirme Süreci Önerisi”, Selçuk Üniversitesi Karaman İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Sayı. 2 Cilt. 5, ss.38-59. AKAO, Y (1997) “QFD: Past, Present, and Future”, In: Transactions of the Third International Symposium on Quality Function Deployment, October 1–2, Link¨oping, Sweden, Vol. 1 Plenary Sessions (downloadable from the QFD Institute’s website: http://www.qfdi.org). AKAO, Y. ve MAZUR, G. (2003), “The Leading Edge In QFD: Past, Present And Future”, “The Leading Edge İn QFD: Past, Present and Future”, International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.20, No.1, 2003, pp.20-35. BHATTACHARYA, A., SARKAR, B. and KUMAR, M.S., (2005), “Integrating AHP With QFD For Robot Selection Under Requirement Perspective”, International Journal of Production Research, Vol. 43 No. 17, pp. 3671-3685. BOUCHEREAU, V. ve ROWLANDS, H. (2000), “Methods And Techniques To Help Quality Function Deployment (QFD)”. Benchmarking: An International Journal, Vol. 7, No.1, s.8-19. ÇELİKÇAPA, F. O.and EMEL G. G. (2005), “E-Banking Options: Which One Best Fits For Customer?”, 35th International Conference on Computers & Industrial Engineering, June 19-22, Istanbul. CHAN, L.K. And WU, M.L.(2005), “A Systematic Approach To Quality Function Deployment With A Full İllustrative Example”, Omega, Vol. 33, No. 2, pp. 119-139. CHUANG, P.T. (2002), “A QFD Approach for Distribution ‘s Location Model” International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.19., No8/9,pp.1037-1054. CROWE, T.J. and CHENG, C. (1996), “Using Quality Function Deployment In Manufacturing Strategic Planning”, International Journal of Operations & Production Management, Vol. 16 No 4, pp. 35-48. DELANO, G., PARNEL, G., SMİTH, C., and VANCE, N., (2000) Quality Function Deployment and Decision Analysis”, International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.20, No.5.pp.591-609. ELDİN, N.A. (2002), “Promising Planning Tool: Quality Function Deployment”, Cost Engineering, Vol. 44 No. 3, p.10-28. Bankacılar Dergisi ENRIQUEZ, F.T., OSUNA, A. J. and BOSCH, V.G. (2004) “Prioritizing Customer Needs at Spectator Events: Obtaining Accuracy at a Difficult QFD Arena”, International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.21, No.9, pp.984-990. FUNG, R.Y.K., LAW, D.S.T. ve IP, W.H. (1999), “Design Targets Determination For InterDepartment Product Attributes In QFD Using Fuzzy Interference”, Integrated Manufacturing Systems, Vol. 10, No. 6, s. 376-87. GONZALEZ, M., QUESADA, G., PICADO, F., and ECKELMAN, C.A. (2004), “Customer Satisfaction Using QFD: An E-Banking Case”, Managing Service Quality, Vol. 14, p317-330. GRIFFIN, A. and HAUSER, J. (1993) “Voice of Customer”, Marketing Science, Vol. 12 No.1, pp. 1-27. GÜLENÇ F. ve ARACI, Ö. (2008), “Kalite Fonksiyon Göçeriminin Özel Hastanelerin Poliklinik Hizmetlerine Uygulanması”, İktisat İşletme ve Finans, Cilt. 23 Sayı. 262, ss.70-88. GINN, D. and ZAIRI, M., (2005), “Best Pratice QFD Application: An Internal/External Bencmarking Approach Based on Ford Motors Experience”, International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.22, No.1,pp.38-58. HAN, S.B., CHEN, S.K., EBRAHİMPOUR, M. and SODHİ, M.S. (2001), “A Conceptual QFD Planning Model”, International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.18 No.8, pp.796-812. HERRMANN, A., HUBER, F., ALGESHEİME, R. and TOMCZAK, (2006) “An Empirical Study of Quality Function Deployment on Company Performance”, International Journal of Quality & Reliability Management, Vol. 23 No. 4, pp. 345-366. JAGDEV, H. and BRADLEY, P.A (1997), “QFD Based Performance Measurement Tool”, Computers in Industry, Vol. 33 No. 2/3, pp. 357-366. KİLLEN, C.P., WALKER, M. and HUNT, R.A. (2005), “Strategic Planning Using QFD”, International Journal of Quality & Reliability Management, Vol. 22 No. 1, pp. 17-29. KUMAR, R. and MİDHA, P.S.A (2001), “QFD Based Methodology For Evaluating A Company's PDM Requirements For Collaborative Product Development”, Industrial Management & Data Systems, Vol. 101 No. 3/4, pp. 126-133. KURUÜZÜM, A ve ATSAN, N (2001), “Analitik Hiyerarşi Yöntemi ve İşletmecilik Alanındaki Uygulamaları”, Akdeniz Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Vol. 1, ss. 83-105 LAM, P. K. and CHİN, K. S. “Identifying and Prioritizing Critical Success Factors For Conflict Management In Collaborative New Product Development”, Industrial Marketing Management, Vol. 34, November 2005, pp. 761– 772. MİGUEL, P.A.C. (2005), “Evidence of QFD Best Practices for Product Development: A Multiple Case Study”, International Journal of Quality & Reliability Management, Vol. 22 No. 1, pp. 72-82. OLHAGER, J., and WEST., B. M. (2002), The House Of Flexibility: Using The QFD Approach To Deploy Manufacturing Flexibility, International Journal of Operations & Production Management, 2002, Vol. 22, No 1, p50, 30p ÖTER, Z., ve TÜTÜNCÜ, Ö. (2001), “Turizm İşletmelerinde Kalite Fonksiyon Göçerimi: Seyahat Acentelerine Yönelik Varsayımsal Bir Yaklaşım”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 3 Sayı:3, ss. 95-116. PARK, H., and NOH, S. J., (2002), Enhancement of Web Design Quality Through The QFD Approach, Total Quality Management, Vol. 13, No. 3, p393-401. RAMASAMY, V. ve SELLADURAİ R. (2004), Fuzzy Logic Approach To Prioritize Engineering Characteristics İn Quality Function Deployment (FL-QFD), International Journal of Quality & Reliability Management; Vol.21, No.9, s.1012-1023. SAATY, T.L. (2006), “An Exposition of The Ahp In Reply to The Paper “Remarks on The Analytic Hierarchy Process”, Management Science, Vol.36, No.3, pp. 259-268. SAATY, T.L. (2006), Fundamentals of Decision Making and Priority Theory with The Analytic Hierarchy Process, RWS Publications, Pittsburgh, USA. SAATY, T.L. and VARGAS, L.G. (2001), Models, Methods, Concepts and Applications of The Analytic Hierarchy Process, Kluwer Academic Publishers, Boston, USA. SHER, S.S., (2006), “The Application of Quality Function Deployment (QFD) in Product Development- The Case Study of Taiwan Hypermarket Building”, Journal of American Academy of Business, Cambridge, Vol. 8 No. 2, pp. 292-295. TANG, L.C. ve PAOLI, P. (2004), “A Spreadsheet-Based Multiple Criteria Optimization Framework for Quality Function Deployment” International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.21, No.3, pp.329-347. TBB, (2009), Bankalarımız 2008,Yayın no.264. 49 Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz TBB, www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Banka_Sube_Bilgileri.asp?tarih=(11.09.2009) TRAN T.L., ve SHERİF J. S.(1995) “Quality Function Deployment (QFD): An Effective Technique For Requirements Acquisition and Reuse”, California Institute of Technology, pp.191-200 YENGİNOL, F. (2000) “Yeni Ürün Geliştirmede Müşteri İstek ve İhtiyaçlarını Teknik Karakteristiklere Dönüştürmeye Sağlayan Bir Yöntem: Kalite Fonksiyon Göçerimi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Doktora Tezi. YOO, K., and CHOI E. Y. C. (2006) “Analytic Hierarchy Process Approach for İdentifying Relative İmportance of Factors to İmprove Passenger Security Checks at Airports”, Journal of Air Transport Management 12, pp.135–142 EK-1 1. Bölüm: Aşağıdaki ikili eşleştirmeleri, önem dereceleri bakımından puan çizelgesinde verilen değerlere göre değerlendiriniz. Güler yüzlü ve samimi hizmet Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Güler yüzlü ve samimi hizmet Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Güler yüzlü ve samimi hizmet Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Güler yüzlü ve samimi hizmet Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri) Güler yüzlü ve samimi hizmet Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Güler yüzlü ve samimi hizmet Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Güler yüzlü ve samimi hizmet Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı) Güler yüzlü ve samimi hizmet Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Şube dışı hizmet(Telefon ve İnternet Bankacılığı) Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Hızlı ve doğru hizmet (Kısa bekleme süreleri) Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı) Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Hızlı ve doğru hizmet (Kısa bekleme süreleri) Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı) Hızlı ve doğru hizmet (Kısa bekleme süreleri) Bilinirlik(Toplumun zihninde yer etme) Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri) Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri) Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı) Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri) Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Şube dışı hizmet(Telefon ve İnternet Bankacılığı) Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı) Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri) Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı) Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar 2. Bölüm: İsmi yazılı bankaları 1’den 5’e kadar bir numara vererek değerlendirir misiniz? (1:Yetersiz, 2:Kısmen Yetersiz, 3:Ne Yeterli Ne Yetersiz, 4:Kısmen Yeterli, 5:Yeterli) Müşteri İstekleri / Banka Adı Güler yüzlü ve samimi hizmet Temiz, düzenli ve hoş bir iç mekan Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti Hızlı ve doğru hizmet (Kısa Bekleme Süreleri) Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme) Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması Şube dışı bankacılık hizmetleri(Telefon bankacılığı, internet bankacılığı) Müşteriye sunulan imkânlar ve kampanyalar 50 Mevcut Banka Rakip Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 5510 Sayılı Kanunla Bankalara Getirilen Yükümlülükler ve Banka Sandıklarının Kuruma Devri Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu* I. Giriş 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu pek çok sorunları ve bilinmezlikleri ile birlikte 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdi. Kanunun yürürlüğünden en çok etkilenen ise kuşkusuz bankalar oldu. Zira bankalar bir yandan işveren sıfatı ile Kanunun yeniliklerine uyum sağlamaya çalışırken diğer yandan da özel olarak bankalar hakkında öngörülen başka bazı yükümlülüklerle karşı karşıya kaldılar. Gerçekten, 5510 sayılı Kanunda sistemin aksayan bazı yönlerini düzeltmek için bankacılık sisteminden yararlanılmak istenilmiştir. Bu nedenle de bankalar adeta “kayıt dışılığı denetleyen” bir kuruma dönüştürülmüşlerdir. Bu bağlamda, kayıt dışılığı önlemek için bankalara bankacılık işlemleri sırasında bilgi toplama ve sigortalılığın kontrolü yapma (m.8/VII); Kuruma sigortalılarla ilgili bilgi ve belge verme (100); Bankalarla iş yapan işverenlerin sigorta primlerini ödeyip ödemediklerini denetleme ve ödenmeyen primleri hak edişlerde kesme (m.90) yükümlülüğü getirilmiştir. Yukarıda belirtilen hükümlerin dışında bankalar açısından bir diğer önemli düzenleme de banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devrinin öngörülmesi olmuştur. Belirtelim ki, bu konu esasında uzun yıllardan beri tartışılmaktaydı. Ancak söz konusu sandıkların hangi esaslar çerçevesinde Kuruma devredileceği noktasında uzlaşma sağlanamadığı için de somut bir adım atılamamıştı. Bu konuda son yıllardaki en önemli düzenleme 5411 sayılı Bankacılık Kanununun Geçici 23. maddesi ile yapılmış ve sandıkların iştirakçileri ile malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasından aylık veya gelir bağlanmış olanlar ile bunların hak sahiplerinin herhangi bir işleme gerek kalmaksızın bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç yıl içinde Sosyal Sigortalar Kurumuna devredilerek 506 sayılı Kanun kapsamına alınması öngörülmüştü. Ancak Geçici 23. maddenin birincisi fıkrası Anayasa Mahkemesince Anayasanın 2. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiş; birinci fıkranın iptali nedeniyle diğer fıkraların ygulanabilirliğinin kalmaması da gözetilerek maddenin diğer tüm fıkraları iptal edilmişti1. Bunun üzerine konu bu defa 5510 sayılı Kanunun geçici 20. maddesi ile düzenlenmiş ve banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devri öngörülmüştür. Bu çalışmada esas itibariyle 5510 sayılı Kanunla bankalara işveren sıfatı nedeniyle değil, banka olmaları nedeniyle getirilen yükümlülükler üzerinde durulacaktır. Ayrıca bankalar açısından önemli olan banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devri konusuna da kısaca değinilecektir. Belirtelim ki, banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devri esasında ayrı bir çalışma konusu olabilecek niteliktedir. Bu çalışmada bu konunun ayrıntılarına değinilmeyecek, sadece genel olarak devre ilişkin bilgi verilecektir. II. 5510 Sayılı Kanunda Bankalara Getirilen Ek Yükümlülükler 1. Genel olarak Bilindiği gibi kayıt dışı sigortalı çalıştırma olgusu ülkemizin en önemli sorunlarından biridir. Yüksek orandaki kayıt dışılık esas itibariyle sistemi de tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. * Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı. 51 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu Kayıt dışılığın önlenmesi için pek çok yönteme başvurulmasına rağmen bu sorunun çözülmesi hala mümkün olmamıştır. 5510 sayılı Kanunda 506 sayılı Kanundan farklı olarak kayıt dışılıkla mücadele kapsamında bazı özel düzenlemelere yer verilmiştir. Bu bağlamda kayıt dışı sigortalı çalıştırma olgusunun engellenmesi için sadece Kurumun denetim elemanları aracılığıyla yapılacak denetim yeterli görülmemiş, başka kurum ve kuruluşlarının kayıtlarından yararlanılarak bir kontrol sistemi kurulmak istenmiştir. Bunun için de 5510 sayılı Kanunun 8. maddesinin 7. fıkrasında önemli bir hükme yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun m.8/VII’ye göre, “kamu idareleri ile bankalar, Kurumca sağlanacak elektronik altyapıdan yararlanmak suretiyle, Kurumca belirlenecek işlemlerde, işlem yaptığı kişilerin sigortalılık bakımından tescilli olup olmadığını kontrol etmek ve sigortasız olduğunu tespit ettiği kişileri, Kuruma bildirmekle yükümlüdürler” (m.8/VII). Bu yükümlülüğün usul ve esaslarının düzenlenmesi ise Kurum tarafından çıkarılacak yönetmeliğe bırakılmıştır. Kanunda, söz konusu maddenin usul ve esaslarının bir yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesine Kurumca doğrudan bu konuyu düzenleyen bir yönetmelik çıkarılmamıştır. Bunun yerine, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin2 13. maddesinde konuya ilişkin genel bir hükme yer verilmiş, daha doğru bir deyişle Yönetmeliğin 13. maddesi, Kanunun 8. maddesinin yedinci fıkrasını aynen tekrarlamıştır. Ardından ikinci fıkrasında da, bu maddenin uygulamasına ilişkin usul ve esasların bir tebliğle düzenleneceğini ifade etmiş, nihayet 28.09.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “5510 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesinin Yedinci Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ”le3 konu düzenlenmiştir. Yukarıda belirtilen gelişmeler göz önünde tutulduğunda öncelikle cevaplanması gereken soru, Kanunun yönetmelikle düzenleneceğini belirttiği bir konuda tebliğle düzenleme yapılıp yapılamayacağıdır. Bu nedenle konu önce bu açıdan incelenecek, ardından tebliğ hükümleri üzerinde durulacaktır. 2. Bankacılık İşlemleri Sırasında Başvuruda Bulunanlardan Bilgi Toplama Yükümlülüğünün Yönetmelik Yerine Tebliğle Düzenlenmesi Sorunu İdare Hukukunun genel ilkelerinden biri de “kanuni idare”dir. Kanuni idare, idarenin, kanunun verdiği yetki ve görev doğrultusunda hareket etmesini ifade eder4. Ancak kanun koyucu bazı durumlarda idareye takdir yetkisi de tanıyabilir. Takdir yetkisi, hukuk kurallarının idareye belli bir doğrultuda hareket etmesi konusunda emir, yetki, görev vermediği durumlarda söz konusu olur5. Mevzuat bir idari işlemin nasıl yerine getirileceği konusunda idareye yetki vermiş, serbest bir alan bırakmışsa takdir yetkisinden söz edilir. Fakat böyle bir yetki verilmeksizin, idari işlemin nasıl yapılacağını kanunda açıkça düzenlenmişse artık idarenin “bağlı yetkisi”nden söz edilir ve idare söz konusu işlemi ancak kanunun emrettiği biçimde yapar6. Aksi halde idarenin kanuniliğinden söz etmek mümkün olmaz. 5510 sayılı Kanunun 8. maddesinde, bu maddeye ilişkin usul ve esasların bir yönetmelikle düzenlenmesi emredildiği için bu konuda idareye bir takdir yetkisi verilmemiştir. Dolayısıyla konu ancak bir yönetmelikle düzenlenebilir. Öte yandan, yukarıda da ifade edildiği gibi, 5510 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esasları göstermek üzere Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği çıkarılmış ve bu Yönetmeliğin 13. maddesinde, Kanunun 8. maddesinin 7. fıkrası aynen tekrarlanmış, ardından da bu konunun bir tebliğle düzenleneceği belirtilmiştir. Böylece konu adeta önce yönetmelikle düzenlenmiş, yönetmeliğin düzenlemediği hususlarda da tebliğ ile düzenleme yapıldığı sonucu yaratılmak istenmiştir. Oysa yönetmeliklerin amacı kanunla genel esasları gösterilen bir konunun ayrıntılarını düzenlemektir. Yoksa bir kanun hükmünü aynen tekrarlamak değildir. Bu nedenle Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 13. maddesinin bu amacı 52 Bankacılar Dergisi gerçekleştirdiğinden söz edilemez. Bir başka deyişle Sosyal Güvenlik Kurumunun bu işlemi kanuna uygunluk taşımamaktadır. Belirtelim ki, Danıştay da, "5510 Sayılı Kanunun 8’inci Maddesinin 7’nci Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ"in 23. maddesinin iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan bir davada, 8. ve 100. maddeye ilişkin esasların Yönetmelik yerine tebliğle düzenlenmesini normlar hiyerarşisine aykırı bulmuş ve yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Danıştay 10. Dairesinin kararına göre, “…davalı idarece, Tebliğin dayanakları arasında 28/8/2008 tarih ve 26981 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 13. maddesinin ikinci fıkrasının gösterildiği, anılan düzenleme uyarınca Tebliğ çıkarılabileceği ileri sürülmüş ise de, 5510 sayılı Yasanın 8. ve 100. maddelerinde açıkça bu maddelerin uygulanmasıyla ilgili usûl ve esasların Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtildiğinden bu konuda yönetmelik çıkarılmamış olması ve yönetmelik yerine tebliğle düzenleme yapılmış olmasında da hukuka uyarlık bulunmamaktadır”7. 3. Bankacılık İşlemleri Sırasında Başvuruda Bulunanlardan Bilgi Toplama ve Kurum Gönderme a) Bankalarca Sorulması Gereken Sorular Yukarıda da belirtildiği gibi, 5510 sayılı Kanunda bankalara bazı bankacılık işlemleri sırasında müşterilere sorular sorulması yükümlülüğü getirilmiştir. Kanunda, hangi işlemlerde müşterilere soru sorulacağına ilişkin bir düzenleme ise bulunmamaktadır. Aksine Kanunda bu hususun Kurumca belirleneceği ifade edilerek bu konudaki yetki Kuruma bırakılmıştır. Kurum söz konusu işlemlerin neler olduğunu 5510 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesinin Yedinci Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ’in 5. maddesinde açıklığa kavuşturmuştur. Tebliğe göre, gerek bizzat bankaya gidilerek gerek internet ve telefon bankacılığı aracılığıyla ilk defa mevduat hesabı açtırılması, tüm kredi taleplerinin sonuçlandırılması, kredi kartı ve çek karnesi verilmesinde, başvuru sahibinden “meslek bilgileri” ve “çalışılan yerin unvanı ve açık adresi” bilgileri alınacaktır (Teb. m.5/I). Dolayısıyla, bankalar, mevduat hesabı açılması, kredi talepleri ile kredi kartı ve çek karnesi verilmesi işlemleri sırasında kişilerin sigortalılığının tespitine yönelik olarak onlardan bilgi talep etmek zorundadırlar. Ancak belirtelim ki, Kurum istediği takdirde bankalarca alınması gereken bilgi ve belgelerin içeriğini değiştirme hakkına da sahiptir. Gerçekten, Tebliğe göre, “Bankalar ve kamu idareleri ile diğer kuruluşlardan, bu Tebliğ’de belirtilen bilgi ve belgelerin dışında, ayrıca bilgi ve belge istenmesinde veya manuel olarak istenen bilgi ve belgelerin elektronik ortamda alınmasında Kurum yetkilidir”. Hüküm incelendiğinde, Kurumun, herhangi bir objektif düzenleyici işleme gerek kalmaksızın, istediği zaman, herhangi bir duyuru ile bankaların söz konusu bilgileri içeren formlarının içeriğini değiştirerek bunlara yeni bölümler eklemelerini ya da elektronik ortamda yeni sistemler oluşturmalarını talep edebileceği ortaya çıkmaktadır. Oysa, yarattığı sonuç itibariyle bir özel sektör işvereni olan bankalara böylesine büyük iş yükü getiren, ek maliyetlere neden olan bu tür konuların baştan belirlenmesinde, hatta konunun doğrudan Kanunda düzenlenmesinde yarar olduğu kuşkusuzdur. Tebliğe göre, bankalarca müşterilerinden alınacak bilgilerin, manuel olarak yapılan işlemlerde formlara eklenmesi, internet işlemlerinde de zorunlu alan olarak belirlenmesi gerekmektedir. Bu alanların doldurulmadan işlem yapılmasına izin verilmesi ve telefon bankacılığında da bu bilgiler alınmadan işlemlerin sonuçlandırılması mümkün değildir (Teb. m.5/II). b) Toplanan Bilgilerin Kuruma Gönderilmesi Bankalar Tebliğ kapsamında topladıkları bilgileri, sigortalılık kontrolü için Kurumca belirlenecek periyot ve elektronik ortamda verilecek şifreler aracılığıyla Kuruma göndermek zorundadırlar (Teb. m.6/I). Nitekim söz konusu bilgi ve belgeler, bankalar ve kamu idareleri 53 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu ile diğer kuruluşlar tarafından 1.10.2008 tarihinden sonra yapılacak işlemler için alınmaya başlanmıştır. Takvim ayı içerisinde alınan bu bilgilerin takip eden ayın 5. iş gününün mesai saati (cuma günü, saat: 17:30) sonuna kadar Kuruma bildirilmesi gerekir (Teb. m.26/I). Ancak Kurum bilgilerin gönderilme periyodunu istediği zaman değiştirebilir. Bu konuda da Kuruma Tebliğ ile yetki verilmiştir. Tebliğe göre, istenen bilgi ve belgelerin hangi periyotlarda gönderileceği hususu Kurumca ayrıca belirlenebilir (Teb. m.28). Gönderilen bu bilgilerden ilgililerin sigortalı kaydının bulunup bulunmadığının tespit edilmesi amaçlanmaktadır. Bu konudaki tespit yükümlülüğü esas itibariyle Kuruma aittir (m.6/II). Fakat Tebliğe bakıldığında Kurumun bu konudaki yükümlülüğünün geçici olduğu anlaşılmaktadır. Zira, Tebliğde gerekli bilgisayar alt yapısı sağlanıncaya kadar sigortalılık kontrolünün, banka, kamu idareleri ve diğer kuruluşlardan alınan bilgilerle Kurumca yapılacağı belirtilmektedir (geç. m.1/I). Gerekli bilgisayar alt yapısının sağlanmasından sonra ise, işlem yapılan kişiler için elde edilen bilgilerden bankalarca sigortalılık kontrolü yapılacak ve Tebliğ’de belirtilen usul ve esaslar dâhilinde sigortasız olanların Kuruma bildirilmesi gerekecektir. Dolayısıyla başlangıçta sadece toplanan bilgilerin Kuruma ulaştırılmasından ibaret olan yükümlülük kısa bir süre sonra bu bilgilerin Kurum kayıtları ile karşılaştırılarak denetimlerinin de yapılması ve sigortasız olanların Kuruma bildirilmesi yükümlülüğüne dönüşecektir. Bu ise bankalar için ek külfet, ekstra zaman kaybı ve hatta ek işgücü ihtiyacı ortaya çıkaracaktır. Tüm bu hususlar göz önünde tutulduğunda Kurumun bu konuda bankalara sağlayacağı alt yapı desteğinin çok güçlü olması ve çok zaman harcamadan bu işlemlerin yapılabilmesine olanak tanıyıcı nitelikte bulunması şarttır. Aksi halde getirilen bu yükümlülükler Anayasamızın 18. maddesinde düzenlenen “Angarya yasaktır” hükmünün ihlali niteliğinde sayılabilecektir. c) Toplanan Bilgi Ve Belgelerde Değişiklik Olup Olmadığını Dönemsel Olarak Kontrol Yükümlülüğü Toplanan bilgilerin Kuruma gönderilmesi ile bankaların yükümlülükleri sona ermemekte, söz konusu bilgilerde herhangi bir değişiklik olduğunda; bu değişikliklerin de Kuruma ulaştırılması gerekmektedir. Tebliğe göre bilgilerinde değişiklik olan kişiye ait T.C. kimlik numarası ile güncellenen meslek bilgileri Kurum tarafından belirlenecek dosya formatı ve ortamında Kuruma gönderilecektir. Yine, ilk mevduat hesabı açıldıktan sonra da, şahıs bazında tüm mevduat işlemleri ile gerek bankaya gelinerek yüz yüze, gerek internet veya telefon bankacılığıyla yapılan havale işlemleri ile bankada mevduat hesabı olanlar için telefon, su ve elektrik faturası tahsili gibi diğer işlemlerin de, 6 aylık dönemlerde, T.C. kimlik numarası bazında, liste bilgilerinin bankalarca Kuruma gönderilmesi gerekecektir. d) Manyetik Ortamda Meydana Gelen Arıza Durumunda Bilgilerin Gönderilmesi Manyetik ortamda gönderilecek bilgi ve belgeler için, gerek Kurumun gerekse de ilgili banka ve kamu idareleri ile diğer kuruluşların bilgi işlem sistemlerinde herhangi bir nedenle sorun olması ve bilgi ve belgelerin yukarıda belirtilen sürede gönderilememesi halinde; sorunun ortadan kalktığı tarihi takip eden beşinci iş gününün sonuna kadar söz konusu bilgi ve belgelerin Kuruma gönderilmesi gerekir. Hangi arıza ve bozuklukların bilgi ve belgelerin Kuruma elektronik ortamda gönderilmesi bakımından sorun yaratabilecek nitelikte olduğu Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 5. maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre, Kurum bilgisayar sisteminde, e-sigorta uygulamasının çalışmasını engelleyecek şekilde; donanım ve yazılımdan kaynaklanan 54 Bankacılar Dergisi arızalar, elektrik ve iletişim alt yapısında meydana gelen arızalar, yangın, yıldırım, infilak ve benzeri olaylar sonucu meydana gelen ve işlem yapmayı engelleyici durumlar, sel veya su baskını, fırtına, yer kayması, deprem gibi tabi afetler ile grev, lokavt, sabotaj, terör saldırıları, Kurumun hizmet satın aldığı internet servis sağlayıcılarında meydana gelen arızalar ile bunlar dışında Kurumca belirlenecek benzeri durumlar bu Yönetmelikte belirtilen belgelerin Kanunda öngörülen sürenin son gününde Kurumca alınmasını engelleyici neden olarak kabul edilir. Dolayısıyla banka, bu gibi nedenlerle Tebliğde öngörülen bilgi ve belgeleri belirtilen sürede Kuruma gönderemediğinde geçerli bir nedeninin bulunduğundan söz edilir ve işverene idari para cezası uygulanamaz. Öte yandan,Tebliğe göre, Kurumun bilgi işlem sisteminde sorun olması halinde bu durum bankalar ve kamu idareleri ile diğer kuruluşlara bildirilmesi yeterlidir. Buna karşılık, bankalar ve kamu idareleri ile diğer kuruluşların bilgi işlem sistemlerinde sorun bulunması halinde bu hususun belgelenerek Kuruma bildirilmesi gerekir (Teb. m. 30). Hemen görüleceği üzere, söz konusu düzenlemeye göre, bankanın sisteminde meydana gelen bir arıza ya da sorunun Kuruma bildirilmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu durumun belgelenmesi de gerekmektedir. Arıza ya da sorunu belgeleyemeyen banka, süresinde söz konusu bilgi ve belgeleri Kuruma ulaştıramadığında idari para cezası ile karşı karşıya kalabilecektir. Bu nedenle durumun Kuruma bildirilmesi sırasında bildirme ek olarak arızayı ya da sorunu ispatlayıcı belgelerin de Kuruma gönderilmesi gerekir. 4. Bankaların Sosyal Güvenlik Kurumuna Bilgi ve Belge Verme Yükümlülüğü a) Genel Olarak Bilindiği gibi 5411 sayılı Kanunun 73. maddesi uyarınca bankaların ortakları, yönetim kurulu üyeleri, mensupları, bunlar adına hareket eden kişiler ile görevlileri, sıfat ve görevleri dolayısıyla öğrendikleri bankalara veya müşterilerine ait sırları, bu konuda kanunen açıkça yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamazlar. Bankaların destek hizmeti aldığı kuruluş ve çalışanları hakkında da bu hüküm uygulanır. Bu yükümlülük görevden ayrıldıktan sonra da devam eder (f.III). Kuşkusuz müşterilerin bankada bulunan hesap bilgileri de bu kapsamdadır. Dolayısıyla bankalar müşterilere ait bu bilgileri başkalarına veremez, onlarla paylaşamazlar8. Kural bu olmakla birlikte bu konudaki düzenlemeye 17.04.2008 tarihinde 5754 sayılı Kanunla önemli bir istisna getirilmiştir. Buna göre, 818 sayılı Borçlar Kanunu, 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun, 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında çalıştırılan işçi, gemiadamı ve gazetecinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikte her çeşit istihkak ödemelerinin özel olarak açılan banka hesabına yapılması halinde, bu hesaplara ilişkin bilgi ve belgelerin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı ile bunlara bağlı kurum ve kuruluşlara verilmesi sırrın ifşaı sayılmayacaktır9. Bir başka deyişle, fıkrada adı geçen kurum ve kuruluşlar, söz konusu hesap bilgilerini her zaman talep edebileceklerdir. Bankalardan bilgi istenmesine ilişkin hükümler yukarıda belirtilenlerle sınırlı kalmamıştır. 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde de yukarıda belirtilen hükme benzer biçimde bilgi verme yükümlülüğü öngörülmüştür. Ancak 100. madde, yukarıdaki hükme göre çok daha geniş, sınırları çizilemez ve bankanın tüm bilgilerine ulaşılmasına olanak sağlayacak biçimde düzenlenmiştir. Gerçekten, 5510 sayılı Kanunun 100. maddesine göre, “5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar, döner sermayeli kuruluşlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler doğrudan, münferit olarak bilgi ve belge istenmesi hariç olmak üzere kamu idareleri ile kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar ise Kurumla yapılacak protokoller çerçevesinde, Devletin güvenliği ve temel dış yararlarına karşı ağır sonuçlar doğuracak hâller ile özel hayat ve aile hayatının gizliliği ve savunma hakkına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla 55 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu özel kanunlardaki yasaklayıcı ve sınırlayıcı hükümler dikkate alınmaksızın gizli dahi olsa Kurum tarafından kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması, 6183 sayılı Kanuna göre Kurum alacaklarının takip ve tahsili ile bu Kanun kapsamında verilen diğer görevler ile sınırlı olmak üzere istenecek her türlü bilgi ve belgeyi sürekli ve/veya belli aralıklarla vermeye, bilgilerin elektronik ortamda görüntülenmesini sağlamaya, görüntülenen bu bilgilerin güvenliğini sağlamaya, muhafaza etmek zorunda oldukları her türlü belge ile vermek zorunda oldukları bilgilere ilişkin mikrofiş, mikrofilm, manyetik teyp, disket ve benzeri ortamlardaki kayıtlarını ve bu kayıtlara erişim veya kayıtları okunabilir hale getirmek için gerekli tüm sistem ve şifreleri incelemek için ibraz etmeye mecburdurlar (m.100/I). Bu madde kapsamında ilgili kişi, kurum ve kuruluşlar Kurumun belirleyeceği süre içerisinde söz konusu talebe cevap vermek ve gereken kolaylığı göstermekle yükümlüdürler” (m.100/II). Görüldüğü gibi bu maddeye dayanarak Kurumun bankadan isteyebileceği bilgi ve belgenin sınırı yoktur. Ayrıca bu biçimiyle madde Anayasamızda korunan birçok hakkın özüne dokunur niteliktedir. Öncelikle belirtelim ki, Kanunda, 100. maddede belirtilen hususların uygulanması ile ilgili usûl ve esasların, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir (f.V). Ancak 5510 sayılı Kanunun 8. maddenin 7. fıkrasındaki duruma benzer biçimde, bu konuda da yönetmelik çıkarılmamış, hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar bir tebliğde düzenlenmiştir. Daha önce de ayrıntılı bir şekilde açıkladığımız gibi10, konunun Tebliğ ile düzenlenmesi hukuka aykırıdır. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz Danıştay 10. Dairesinin kararı11 100. madde kapsamında çıkarılan tebliği de kapsamaktadır. Bir başka deyişle, Danıştay bu tebliğ konusunda da yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Öte yandan, 100. maddede zaten oldukça geniş içerikte bir bilgi isteme hakkı düzenlenmişken konuya ilişkin olarak çıkarılan “5510 Sayılı Kanunun 100’üncü Maddesinin Uygulanması Hakkında Tebliğ”12de konu daha da sınırsız hale getirilmiştir. Gerçekten, Tebliğ, bankalar hakkında bilgi ve belge verme olarak değerlendirilemeyecek ek yükümlükler öngörmüştür. Oysa yönetmelik ve tebliğle bağımlı düzenlemelerdir. Yani dayanakları olan kanun hükmünün sadece uygulanmasına yönelik olabilirler, maddede düzenlenmeyen konulara ilişkin bir hüküm içeremezler. Bunun yanında Tebliğde hukukun temel ilkelerine aykırı, uygulanma olanağı bulunmayan hükümlere yer verilmiştir. Yine Tebliğ’de belirtilen bilgi ve belgelerin dışında, ayrıca bilgi ve belge istenmesinde veya manuel olarak istenen bilgi ve belgelerin elektronik ortamda alınmasında Kurum yetkili kılınmıştır. Bir başka deyişle, bilgi ve belge istenmesinin Tebliğ’de belirtilen hallerle sınırlı olmadığı belirtilmiştir. Aşağıda önce Kanun ve tebliğ hükümleri incelenecek, ardından da bu hükümlerin Anayasaya aykırılığı sorunu üzerinde durulacaktır. b) Bilgi İsteme Hakkının Amacı 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde düzenlenen bilgi isteme hakkının temelinde, kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması, 6183 sayılı Kanuna göre Kurum alacaklarının takip ve tahsili ile bu Kanun kapsamında verilen diğer görevler yatmaktadır. Bir başka deyişle, Kurum bankalardan, kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması, 6183 sayılı Kanuna göre prim alacaklarının tahsili ve Kanunda verilen diğer görevlerin yerine getirilmesi amacıyla bilgi talep edebilir. Bu amaçlar dışında bu madde kapsamında bankalardan bilgi talep edilemez. Hüküm bankalardan istenecek bilgilerin amacı konusunda bir sınırlama yapmış gibi görünmesine rağmen esasında bir sınırlamadan söz etmek mümkün değildir. Gerçekten, bu sebepler oldukça geniş bir içeriğe sahiptir. Özellikle “kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması amacı”nın somutlaştırılması çok zordur. Pek çok durum bu amaca kolaylıkla dayandırılabilir. Bunun sonucunda da Kurumun bankalardan her zaman ve istediği her bilgiyi talep edebileceği ortaya çıkmaktadır. 56 Bankacılar Dergisi Öte yandan yeri gelmişken şunu da ifade edelim ki, kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması amacının önemi karşısında bankalara makul ölçüler içinde olmak kaydıyla belirli bazı yükümlülükler getirilebileceğini kabul etmek gerekir. Ancak bunun yöntemi, kişilerin özel yaşamına müdahale teşkil etmeyecek biçimde ve somut olarak hangi hallerde, hangi bilgilerin isteneceğinin Kanunda açıkça düzenlenmesi şeklinde olmalıdır. Bu konuya aşağıda ayrıca değinilecektir. c) Bankalardan İstenecek Bilgiler aa) Gelir ve aylık ödemesi yapan bankalardan istenecek bilgiler Kurumdan gelir ve aylık almaya hak kazanan kişilerin bu haklarını zamanında ve tam olarak alabilmeleri ne kadar önemli ise, bu hakka sahip olmayan ya da bu haklarını kaybetmiş kişileri tespit ederek söz konusu kişilere ödeme yapılmasını engellemek de Kurumun gelir-gider dengesi açısından o kadar önemlidir. Gerçekten bazen sigortalılar hak sahipliği (müstahaklık) koşullarını kaybetmelerine rağmen bu durumu Kuruma bildirmemekte ve haksız olarak gelir ya da aylıklarını almaya devam edebilmektedirler. İşte bu durumun yoklama işlemleri yapılmak suretiyle engellenmesi gerekir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 55. maddesinin son fıkrasına göre, Kurum, gelir ve aylık almakta olanlara ilişkin olarak yoklama işlemi yapmakla yükümlüdür13. Kanun Kurumca yapılacak yoklama işlemlerinin ayrıntılarına yer vermemiş, bu işlemlere ilişkin usul ve esasların Yönetmelikle düzenleneceğini belirtmekle yetinmiştir. Yoklama işlemlerinin usul ve esasları ise Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde gösterilmiştir. Buna göre, gelir ve aylık sahiplerinin Kanun kapsamında sigortalı olup olmadıkları ile Kanuna göre başka bir gelir veya aylık alıp almadıkları Kurumun ve diğer kurum ve kuruluşların ilgili kayıtlarının belirli dönemlerle taranması ile tespit edilir (Yön. m.78/2). Kurum bu işlemleri kendisi yapabileceği gibi, başka kurum ve kuruluşlara da yaptırabilir. Bu bağlamda Yönetmelikte Kurumun yoklama işlemleri yaptırabileceği diğer kuruluşlar arasında bankalar da sayılmıştır (Yön. m.79/1). 5510 sayılı Kanunun 100. maddesine dayanılarak çıkarılan Tebliğde yoklama işlemi ile bağlantılı bazı düzenlemelere yer verilmiştir. Öncelikle Tebliğe göre, gelir ve aylık sahiplerinin maaş hesapları, görüntüleme amaçlı olarak Kuruma açılacaktır (m.6/1, c). Ayrıca, gelir ve aylık ödemesi yapan bankalarca, ödenen gelir ve aylıklara ilişkin hesaplar her ay kontrol edilerek, geriye yönelik 6 aylık dönemlerde hareket görmeyen kayıtlar elektronik ortamda Kuruma bildirilecektir (m. 6/1, a). Böylece Kurum sigortalının yaşayıp yaşamadığını araştırma olanağına kavuşacaktır. Yine Tebliğe göre, gelir ve aylık ödemesinin kanuni temsilcilere yapılması durumunda, gerek kanuni temsilci değişiklikleri gerekse temsil sürelerinin sona ermesine ilişkin bilgilerin de elektronik ortamda Kuruma bildirilmesi gerekir (m.6/ 1, d). Yukarıda belirttiğimiz ve esas itibariyle Kuruma bilgi verme yükümlülüğünü düzenleyen hükümler dışında Tebliğde öyle hükümler bulunmaktadır ki, bunları Tebliğin dayanağı olan 100. maddenin içeriği ile bağdaştırma olanağı bulunmamaktadır. Gerçekten Tebliğ 5510 sayılı Kanunun “bilgi verme” yükümlülüğünü düzenleyen 100. maddesine istinaden çıkarılmıştır. Dolayısıyla Tebliğ, kapsamına giren kurum ve kuruluşlarca Sosyal Güvenlik Kurumuna “bilgi ve belge” verilmesinin esaslarını düzenlemek zorundadır. Nitekim Tebliğin 1. maddesinde de bu esas vurgulanmış ve “Bu Tebliğin amacı … kurum ve kuruluşlardan bilgi ve belge isteme yetkisinin usul ve esaslarını düzenlemektir” denilmiştir. Tüm bunlara rağmen, Tebliğde 100. maddedeki bilgi ve belge verme yükümlülüğünün kapsamını aşan hükümlere yer verilmiştir. 57 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu Bu kapsamda üzerinde durulması gereken ilk hüküm, bankalara gelir ve aylık sahiplerine ATM kartı verilirken yapılacak sözleşmelere, “kartla yersiz çekilen tutarların ilgilinin birinci derece akrabalarından tahsil edileceği”ne ilişkin hüküm konulmasını öngören düzenlemedir (m.6/1, ç). Öncelikle böyle bir yükümlülük bilgi ve belge verme zorunluluğu kapsamında değerlendirilemez. Dolayısıyla Tebliğ çıkarılış amacının dışında düzenleme yapmış, yetkisini aşmıştır. Ayrıca hüküm hukukun genel ilkeleri ile de uyumlu değildir. Zira bir sözleşme ancak sözleşmeyi imzalayanları bağlar. Sözleşmeye taraf olmayan bir kişinin, sözleşmedeki hükmün kendisini de bağlayacağı konusunda açık bir taahhüdü olmadıkçaborç altına sokulması mümkün değildir. Bir başka deyişle, Hukukumuzda başkası lehine sözleşme yapmaya izin verilmiştir, fakat üçüncü kişi aleyhine sözleşme yapılmasına izin verilmemiştir. Bu nedenle, Tebliğde yer alan bu hükmün hiçbir anlamı bulunmamaktadır. Bu konuda üzerinde durulması gereken bir diğer hüküm ise, hak edilen gelir ve aylıkların Kurum tarafından sehven farklı bir bankaya gönderilmesi ve ödeme yapıldıktan sonra adres değişikliği olması durumunda, bu tür ödemelerin Ziraat Bankası şubelerince yapılması sağlanacağına ilişkin düzenlemedir (m.6/1, e). Bu hüküm de bilgi ve belge verme yükümlülüğü ile ilgili değildir. Kaldı ki, hükmün içeriği de anlaşılamamaktadır. Bunun gibi, Kurumdan gelir ve aylık alanlardan yapılan icra ve diğer kesinti iadelerinin, “icra dairesi”, “kurum adı”, “icra dosya numarası” ve “kesinti dönemi” bilgilerini de ihtiva edecek şekilde ve elektronik ortamda Kuruma bildirilmesinin sağlanmasına ilişkin hüküm de bankalara söz konusu tebliğin amacını aşacak şekilde yükümlülük öngören düzenlemelerdir. Sigortalılara bir defaya mahsus olarak ödenmek üzere gönderilen toptan ödemeler ve vereselerin de bankalarca her ay geriye yönelik 6 aylık periyotlarla kontrollerinin yapılması ve ödemesi yapılmayanların saptanarak elektronik ortamda Kuruma iade edilmesi gerekmektedir. Bankanın aylık ya da gelir sahibi müşterinin hesabına geçen bir meblağı, kendiliğinden geri alarak Kuruma iade etmesi de mümkün değildir. Bu durum da kişilerin mülkiyet haklarının ihlali söz konusu olacaktır. Yukarıda belirtilen nedenlerle tüm bu hükümlerin tekrar gözden geçirilmesi ve konunun bu gibi hükümlerden arındırılmış bir biçimde Yönetmelikle düzenlenmesi gerekmektedir. bb) Tüm bankalar için öngörülen bilgi ve belge verme yükümlülüğü aaa) Kayıt dışı sigortalılığı ve prime esas kazanç kaybını önlemeye yönelik bildirimler Daha önce de ifade edildiği gibi, ülkemizde kayıt dışı sigortalı çalıştırma oldukça yüksek boyutlardadır. Öte yandan, sosyal sigorta uygulamasında kayıt dışılık sadece sigortalıların Kuruma bildirilmemesi biçiminde gerçekleşmemekte; Kuruma bildirilen sigortalıların prime esas kazançları da eksik gösterilmektedir. Bu durum ise Kurum açısından prim kaybına neden olmaktadır. İşte Tebliğin 7. maddesinin (ç) bendinden yer verilen hüküm bu iki kaçağı önlemek için bankalardaki bilgilerden yararlanmayı öngörmekte; bu amaçla bankalar tarafından Kuruma bilgi verilmesini düzenlemektedir. Bu kapsamda bankaların ilk yükümlülüğü, Kurumca talep edilmesi ve işveren ile çalışanı arasında sigortalılık ilişkisinin tespiti amacıyla, ücret ödemesinin vadesiz mevduat üzerinden yapılması durumunda, mevduat sahibi ve para yatırılan kişinin; havale ile yapılması durumunda da havale gönderen ile havaleyi alanlara ait kimlik bilgilerinin Kuruma bildirilmesidir (m.7/1, ç). Görüldüğü gibi bu madde kapsamında yükümlülüğün doğması için Kurum tarafından talepte bulunulması gerekmektedir. Böyle bir talep yoksa bankanın bu tür bilgileri Kuruma göndermesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Sigortalıların prime esas kazançlarının eksik bildirilmesini önlemek için bankalar tarafından yerine getirilmesi gereken bir diğer bildirim yükümlülüğü ise tüketici kredisi ile bağlantılı olarak ele alınmıştır. Buna göre, tüketici kredisi talebinde bulunan ve bir işyerinde hizmet akdiyle çalışanlardan istenen maaş (ücret) bordrosunun bankaca Kurumun internet 58 Bankacılar Dergisi sitesinden ödenen prim miktarları ile karşılaştırılması ve eksik bildirimde bulunanların Kuruma bildirilmesi gerekmektedir (m.7/1, d). Bir bankadan tüketici kredisi talebinde bulunanların sayısı dikkate alındığında, bankaların bu bağlamda ne büyük yük altına girdikleri de açığa çıkmaktadır. Zira bu hüküm sadece bir bildirim yükümlülüğünü düzenlememekte, aynı zamanda kişi bazında sigortalı kayıtlarını da Kurum kayıtları ile karşılaştırmayı öngörmektedir. Bu konuda da Kurum elektronik alt yapısının bu tür farklılıkları ortaya çıkarma konusunda yeterli donanıma sahip olması ve toplamda karşılaştırma yaparak çok kısa zamanda sonuca ulaşmayı gerçekleştirebilmelidir. Aksi halde bu yükümlülük de bankalar için çok büyük bir zaman ve işgücü kaybına neden olabilecek ve Anayasamızda düzenlenmiş olan angaryayı yasaklayan hükme aykırılık oluşturabilecektir. bbb) Genel sağlık sigortasından yararlanacak muhtaç kişilerin saptanmasına yönelik bildirim Tebliğe göre, Kurumca talep edilmesi halinde, 5510 sayılı Kanunun 60. maddesi gereğince Kurumca aile içindeki geliri, kişi başına düşen aylık tutarı asgari ücretin üçte birinden az olan vatandaşların bu miktarların üzerinde banka hesaplarında paralarının bulunup bulunmadığı bilgisinin kimlik bilgileri ile birlikte elektronik ortamda Kuruma verilmesi sağlanır (m.7/1, a). Hüküm esas itibariyle, 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin (c) bendinin 1 numaralı alt bendinde düzenlenen ve “Harcamaları, taşınır ve taşınmazları ile bunlardan doğan hakları da dikkate alınarak, Kurumca belirlenecek test yöntemleri ve veriler kullanılarak tespit edilecek aile içindeki geliri kişi başına düşen aylık tutarı asgari ücretin üçte birinden az olan vatandaşlar”ın saptanmasını amaçlamaktadır. Bu saptamanın sonucuna göre kişi muhtaç sayılacak ve bu kapsamda genel sağlık sigortalısı olacaktır. Bu maddede geçen “aile” kavramı ise, aynı hane içerisinde yaşayan eş, evli olmayan çocuk, büyük ana ve büyük babadan oluşur (m.60/son). Tüm bu hükümlerin de ortaya koyduğu gibi, bankanın bu konudaki bildirim yükümlülüğüne uygun davranabilmesi ve kendisinde hesap açtırmış bulunan müşterisinin bankadaki hesabının asgari ücretin üçte birinden daha fazla olduğunu belirleyebilmesi için hem söz konusu kişinin ailesinin kaç kişiden oluştuğunu hem de diğer aile bireylerinin gelirlerini bilmesi gerekir. Bir bankanın bu hususları bilmesi ise mümkün değildir. Ayrıca kişinin geliri sadece bankadaki hesaptan oluşmadığı için, banka, söz konusu kişinin her türlü harcamalarını, taşınır ve taşınmaz mallardan edindiği gelirleri de bilmelidir. Ancak o zaman Kanuna uygun bir saptama yapmak mümkün hale gelir. Biraz önce de ifade edildiği gibi, bir bankanın bunları tespit edebilmesi olanaksızdır. Bu nedenle bu hükmün de uygulanabilirliği bulunmamaktadır. Öte yandan belirtelim ki, bankaların bu konudaki yükümlülüğü ancak Kurum tarafından bu yönde bir talep olması halinde söz konusu olur. Böyle bir talep yoksa bankanın kendiliğinden söz konusu araştırmayı yapması gerekmez. Zira, m.60/I, (c), 1 numaralı bent kapsamında genel sağlık sigortalısı olunabilmesi için bu hükümden yararlanmak isteyen kişinin Kuruma başvuruda bulunması gerekir. Böyle bir başvuru yoksa Kurumun kendiliğinden kişilerin mali durumunu araştırmasından, bu kapsamda da bankalardan yukarıda belirtilen nitelikte bir araştırma yapmasını istemesinden söz edilemez. ccc) Kuruma borcu bulunanların kayıtlarının bildirimi Kanunun 100. maddesinde, bankalardan bilgi ve belge istenme sebepleri arasında sadece kişilerin sosyal güvenliklerinin sağlanması değil, aynı zamanda Kurum alacaklarının daha kolay tahsilini sağlayacak bilgilere ulaşılması da amaçlanmıştır. Nitekim Tebliğde bu konuya ilişkin bazı hükümlere yer verilmiştir. Buna göre, bankaların veri tabanı kullanılarak, 59 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu Kuruma borçlarını vadesinde ödemeyen borçluların, işyeri ve ikamet adresleri ile hesap bilgileri ve hareketlerinin Kurumca yetkilendirilen personele internet ortamında görüntülenmesi sağlanır (m.7/1, b). Ayrıca Kuruma borcu bulunanların ticari kredi talepleri Kuruma bildirilir (m.7/1, e). Kurumca, gerekli alt yapının sağlanması ile Kuruma borçlu olanların, bankalardaki hesaplarına elektronik ortamda haciz konularak, hacze tabi meblağların Kurum hesaplarına aktarılması sağlanır (m.7/1, c). d) Bankaların Kuruma Bilgi ve Belge Verme Zorunluluğunun Anayasaya Aykırılığı Sorunu Sosyal güvenlik hakkı günümüzde bir “insan hakkı” olarak kabul edilmekte ve 1982 Anayasasında özel olarak korunmaktadır. Anayasamızın 60. maddesine göre herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Yine aynı maddeye göre, Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli önlemleri alır ve örgütü kurar. Dolayısıyla sosyal güvenlik hakkı, Devlete olumlu edimde bulunma, bir başka deyişle bu hakkın sağlanması için aktif olarak faaliyetlerde bulunma borcu yükleyen bir haktır14. Devletin olumlu edimde bulunma yükümlülüğünün kapsamında, sadece gerekli örgütü kurma değil, bu hakkın kullanımını engelleyen uygulamaları ortadan kaldırma görevi de bulunmaktadır. Bu bağlamda kayıt dışı sigortalı çalıştırmanın önlenmesi yine 60. madde uyarınca Devletin görevidir. Devlet kayıt dışılığı önlemek, bir başka deyişle sosyal güvenlik hakkını sağlamak için, özel bazı önlemler alabilir, yasal düzenlemeler yapabilir. Bunun için, diğer kurum ve kuruluşlardan bilgi talep etme hak ve yetkisini kullanabilir. Nitekim 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde bu nitelikte bir düzenlemeye yer verilmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi, bu maddeyle, Kuruma, kamu kurum ve kuruluşları ile bankalardan istediği her türlü bilgi ve belgeyi talep etme hakkı tanımıştır. Maddede bununla da yetinilmemiş, söz konusu kurum ve kuruluşlara, kayıtlarını ve bu kayıtlara erişim veya kayıtları okunabilir hale getirmek için gerekli tüm sistem ve şifreleri incelemek için Kuruma ibraz etme mecburiyeti getirilmiştir. Görüldüğü gibi, maddede, bilgi ve belge verme yükümlülüğünün neleri kapsadığı açıkça gösterilmemiş, çok genel bir ifade kullanılmıştır. Bilginin neye ya da kime ilişkin olduğu ya da hangi tür bilgilerin talep edilebileceği maddede açıklanmamıştır. Dolayısıyla Kurum, bankalardan müşterilerine ilişkin her türlü kişisel bilgiyi ya da hesap bilgilerini talep etme hakkına sahiptir. Oysa bankadaki hesapların içeriği kişinin özel yaşam alanına girer. Bu bilgilerin gizli tutulması ve özel olarak korunması gerekir. Aksinin öngörülmesi, kişilerin özel yaşam alanına müdahale oluşturur ve 1982 Anayasasında güvence altına alınan (m.20) özel yaşamın gizliliği hakkının ihlalini oluşturur. Bu bilgiler ışığında değerlendirme yapıldığında, 100. madde bir yandan sosyal güvenlik hakkının kullanımının yaygınlaştırılmasını sağlama amacı taşımakta, diğer yandan da özel yaşamın gizliliği kuralını ihlal etmektedir. Bu bağlamda hangi hakka öncelik tanınacağı cevaplanması gereken soruyu oluşturmaktadır. Bu sorunun cevabının da yine Anayasanın genel ilkelerinden yola çıkılarak araştırılması gerekir. Yukarıda da belirtildiği gibi, 100. maddenin temelinde sosyal güvenlik hakkının sağlanması yatmaktadır. Dolayısıyla 100. madde özde meşru bir amaca dayanmaktadır. Ancak 100. maddedeki düzenleme meşru bir amaca dayansa da, başka bir temel hakkı sınırladığı için yapılan bu düzenlemenin gerekli, ölçülü ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Zira bir temel hakkı sınırlayan düzenleme ancak gerekli, ölçülü ve orantılı ise kabul edilebilir ve anayasaya aykırı olmadığı söylenebilir15. Ayrıca getirilen sınırlama hakkın özüne dokunamaz. Gerçekten Anayasanın 13. maddesine göre, temel hak ve hürriyetler, özlerine 60 Bankacılar Dergisi dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. 100. madde bu açıdan incelendiğinde, maddenin, hakkın özüne zarar verecek kadar geniş, ölçüsüz ve orantısız biçimde düzenlendiği ortaya çıkmaktadır. Öncelikle maddede, Kurumun bankalardan hangi bilgileri isteyebileceği konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır16. Gerçekten, bankalar Kurumca istenecek her türlü bilgi ve belgeyi göndermek zorundadırlar. Bu kapsamda müşteriye ilişkin tüm mahrem bilgiler istenebilir. Ayrıca bu bilgilerin güvenliklerinin sağlanması konusunda da maddeye hiçbir hüküm konulmamıştır. Bunun gibi, bu bilgileri kullanan kişilerin sorumlulukları konusunda herhangi bir hüküm öngörülmemiştir. Yine maddede bu bilgilerin amacı dışında kullanımını engelleyen bir hükme de yer verilmemiştir. Bu açılardan değerlendirildiğinde hüküm anayasaya özel yaşamın gizliliğini ihlal edici nitelik taşımaktadır. Öte yandan konu "kişisel verilerin korunması" hakkı bakımından da özel bir önem arz etmektedir. Özel yaşamın gizliliği, insan onuru ve bireyin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi hakkı, bireyin kişisel nitelikli verilerinin korunması hakkının doğrudan anayasal dayanaklarını oluşturmakta17 ve günümüzde artık çok geniş bir alanda işleme tabi tutulan ya da saklanan kişisel bilgilerin kişi hak ve özgürlüklerini ihlal etmeyecek ve bu açıdan herhangi bir tehlike oluşturmayacak nitelikte korunması gerektiği; bu verilere ilişkin işlem yapan kişilerin sorumlu oldukları kabul edilmektedir18. Kaldı ki, 1982 Anayasa’sında ayrıca vurgu yapılmayan kişisel bilgilerin korunması hakkı, Türkiye’nin de taraf olduğu ‘Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde düzenlenmiştir. Buna göre, “Hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamaz. Herkes bu tür saldırılara veya müdahalelere karşı hukuk tarafından korunma hakkına sahiptir”. Bu sözleşmenin kurduğu denetim mekanizmasını yürütmekten sorumlu İnsan Hakları Komitesi’nin, 16 No’lu genel yorumunda 17.maddenin sınırları şu şekilde belirtilmiştir: “ Kamu otoritelerinin, özel kişi veya kurumların bilgisayarlarında, data bankalarında veya benzeri cihazlarda kişisel bilgileri toplaması veya saklaması hukuki düzenlemeye tabi tutulmalıdır. Devletler, bir kimsenin özel hayatına dair bilgilerin hukuken bu bilgilere sahip olma ve kullanma yetkisine sahip olmayanların eline geçmesini ve bu bilgilerin Sözleşme’nin amaçlarına aykırılık teşkil edecek şekilde kullanılmasını engellemek için etkili tedbirler almalıdır”19. Türkiye bu Sözleşmeyi 4868 sayılı Kanunla20 onayladığı için Sözleşmenin yukarıda belirtilen hükmü Anayasamızın 90. maddesi uyarınca Türkiye için bağlayıcıdır. Anayasanın 90. maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. Dolayısıyla bu hükümler göz önünde tutulduğunda 100. madde Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine de aykırılık taşımaktadır. Sonuç olarak, hem Anayasamız tarafından özel olarak korunan özel yaşamın gizliliği hem de imzalamış olduğumuz Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde yer alan kişisel verilen korunması hakkına aykırılıklar taşıyan 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinin tekrar düzenlenmesi gerekmektedir. Yeni düzenlemede, banka ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarından istenecek bilgi ve belgelerin neler olduğu somutlaştırılmalıdır. Ayrıca istenecek bilgi ve belgeler gereklilik ve ölçülülük ilkeleri çerçevesinde daha sınırlı bir şekilde tespit edilmelidir. Bunun yanında bu bilgilerin güvenliklerinin sağlanmalı, yetkisiz 61 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu kişilerin eline geçmesini önleyecek tedbirler alınmalı ve kötüye kullanılmasına ilişkin olarak da yaptırımlar öngörülmelidir. 5. Bankalardan İhale Yoluyla İş Alanların Kuruma Bildirilmesi ve Prim Borçlarının Olup Olmadığının Araştırılarak Varsa Hakedişlerden Kesinti Yapılması Yükümlülüğü a) Genel Olarak Sosyal güvenlik sistemimizin gelir gider dengesi açısından sorun yaşamasının temelinde yatan nedenlerinden biri kayıt dışılığın yaygınlığı ise bu kadar önemli bir diğer neden de prim tahsilat oranlarının düşük olmasıdır. Gerçekten tahsilatı artırmak amacıyla bir çok yönteme başvurulmasına rağmen istenilen oranlara bir türlü ulaşılamamaktadır. Oysa Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda öngörülen yardımların yapılabilmesi için primlerin tam ve zamanında tahsil edilmesi gerekir. 5510 sayılı Kanunda prim tahsilatını artırmaya yönelik düzenlemelerden biri de 90. maddede yer almaktadır21. Maddenin özünde belirli bazı kurum ve kuruluşlardan ihale yoluyla iş alan işverenlere hak edişleri ödenmeden önce Kuruma prim borcunun olup olmadığını sormak ve prim borcunun olduğunun anlaşılması halinde bunu kendilerine ödenmesi gereken hak edişten kesmek yatmaktadır. Belirtelim ki, Kanunda bu yükümlülük kapsamında sayılan kurum ve kuruluşlar, “kamu idareleri ile döner sermayeli kuruluşlar ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar, kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar”dır. Bu kuruluşlar aşağıda daha ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız Yönetmelikte “idare” olarak adlandırmışlardır. Yönetmeliğe göre “idare”, 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen kamu idareleri ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunların bağlı idare, ortaklık, müessese ve işletmeleri ve yukarıda belirtilenlerin ödenmiş sermayesinin yüzde 50’sinden fazlasına sahip oldukları ortaklık ve işletmelerden 29.6.1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununa tabi olmayanlarla özel kanunlarına göre personel çalıştıran diğer kamu kurumları ile döner sermayeli kuruluşları, 19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda tanımları yapılan mevduat bankaları, katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları, fon bankaları ve kanunla kurulan kurum ve kuruluşlardır. Kanunda, hakedişlerin mahsubu ve ödenmesi ile teminatların prim ve idari para cezası borçlarına karşılık tutulmasına ilişkin işlemlerin usûl ve esaslarının Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle tespit edileceği belirtilmiştir. Söz konusu yönetmelik “Sosyal Güvenlik Kurumu Prim Ve İdari Para Cezası Borçlarının Hakedişlerden Mahsubu, Ödenmesi Ve İlişiksizlik Belgesinin Aranması Hakkında Yönetmelik” adı ile çıkarılmış ve Bakanlar Kurulunun 2008/14174 karar sayılı kararı ile 22.09.2009 tarihinde yürürlüğe konulmuştur22. Bu hükme ilişkin olarak daha sonra 2008/88 sayılı Genelge çıkarılarak konunun ayrıntıları Genelge ile düzenlenmiştir. b) Bankalardan İhale Yoluyla İş Alanların Kuruma Bildirilmesi aa) Maddede Geçen İhale Kavramının Değerlendirilmesi ve Kapsama Giren Bankaların Belirlenmesi Kanuna göre, kamu idareleri ile döner sermayeli kuruluşlar ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar, kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar, ihale yolu ile yaptırdıkları her türlü işleri üstlenenleri ve bunların adreslerini onbeş gün içinde Kuruma bildirmekle yükümlüdür (m.90/I). Görüldüğü gibi bankaların bu madde kapsamında Kuruma 62 Bankacılar Dergisi bildirimde bulunmaları gereken işler ihale yoluyla yaptırdıkları işlerdir. Maddenin uygulanması açısından ihale kavramından ne anlaşılması gerektiği bu denli önemli olmasına rağmen ne Kanunda ne de konuyu düzenleyen Yönetmelikte bir tanım bulunmamaktadır. Bu nedenle “ihale” kavramını yorumlamak ve buna bir anlam vermek gerekir. İhale kavramı, günlük dilde, “iş, mal vb.ni birçok istekli arasından en uygun şartlarla kabul edene verme, eksiltme veya artırma”, “İş, mal ve hizmetlerin, açık ve rekabetçi bir ortamda eksiltme veya artırma yöntemleriyle en uygun teklifte bulunana verilmesi” anlamına gelmektedir23. Ancak bir hukuki metinde ihale kavramına verilecek anlam bakımından genel kullanım yerine, varsa bu konudaki hukuki tanımın esas alınması gerekir. Zira kanun koyucunun bir kavramı bir hukuki metinde başka, başka bir hukuki metinde daha başka kabul etmemesi gerekir. Eğer ihtiyaçlar daha farklı bir kavramın esas alınmasını gerektiriyorsa, bu durumda da kanun koyucunun söz konusu kanun açısından o kavrama verdiği anlamı tanımlaması beklenir. Bizce hukuk güvenliği böyle bir yaklaşımı gerekli kılar. Hukukumuzda ihale kavramı 2002 tarih ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda24 tanımlanmıştır. Buna göre ihale, “Bu Kanunda yazılı usul ve şartlarla mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin istekliler arasından seçilecek birisi üzerine bırakıldığını gösteren ve ihale yetkilisinin onayını müteakip sözleşmenin imzalanması ile tamamlanan işlemleri” ifade eder (m.4). 4734 sayılı Kanunun amacı ise, kamu hukukuna tâbi olan veya kamunun denetimi altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları ihalelerde uygulanacak esas ve usulleri belirlemektir (m.1)25. Dolayısıyla söz konusu ihale kavramı esas itibariyle kamu kurum ve kuruluşlarını kapsar. Aynı şekilde, 1983 tarih ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu da, ihaleyi, “Bu Kanunda yazılı usul ve şartlarla, işin istekliler arasından seçilecek birisi üzerine bırakıldığını gösteren ve yetkili mercilerin onayı ile tamamlanan sözleşmeden önceki işlemler” olarak tanımlamış (m.4) ve Kanunun kapsamını, bir diğer deyişle ihale usulünün esas olacağı kurum ve kuruluşları genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelerin ve ayrıca özel idare ve belediyeler olarak belirlemiştir (m.1). Tüm bu düzenlemeler göz önünde tutulduğunda, kanunlarımızdaki düzenleniş biçimiyle “ihale yoluyla” iş yaptırmanın kamu kurum ve kuruluşları için öngörüldüğü ortaya çıkmaktadır. Öte yandan 90. maddenin birinci fıkrasında bankalardan söz edilirken “5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar” denilmek suretiyle bankaların kamu kuruluşu ya da özel sektör kuruluşu olduğuna bakılmasızın tüm bankaların 90. madde kapsamına alındığı gibi bir anlam çıkmaktadır. Nitekim konuya ilişkin Yönetmelikte de, Yönetmeliğin kapsamına giren bankalar belirlenirken, “19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda tanımları yapılan mevduat bankaları, katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları, fon bankaları”nın bu yükümlülüğün kapsamında oldukları belirtilmiştir. Ancak, bir özel sektör işvereninin Kamu İhale Kanununun ya da Devlet İhale Kanununun kapsamına girmeyecek bir şekilde, özel hukuka tabi olarak, herhangi bir mal ya da hizmet alım işini, birden çok istekli arasında istediği kişiye vermesini “ihale usulüyle iş yaptırmak” olarak benimsemek ve bunun sonucunda da 90. maddede öngörülen yükümlülüğün kapsamına girdiklerini kabul etmek bize isabetli görünmemektedir26. Bizce madde hükmünü yorumlarken, “5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar” ibaresi ile “ihale yoluyla” iş yaptırılması ibaresini ve 4734 sayılı Kanun hükümlerini bir bütün olarak göz önünde tutmak gerekir. Gerçekten, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 2. maddesinin (e) bendinde, 4603 sayılı Kanun kapsamına giren bankaların yapım ihalelerinin anılan Kanunun kapsamına girdiği belirtilmektedir. 2000 tarih ve 4603 sayılı Kanun ise Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketini27 düzenlemektedir. Bir başka deyişle söz konusu bankaların yaptırdıkları mal ve hizmet alımları Kamu İhale Kanununun kapsamına girmektedir. Bunun sonucunda da 90. maddede sözü geçen ibare ile esasında 5411 sayılı Kanunun kapsamına 63 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu girip aynı zamanda ihale yoluyla iş yaptırmak zorunda olan kuruluşlar amaçlanmıştır. 5411 sayılı Kanunda düzenlenen diğer bankaların ihale yapmak zorunda olmadıkları göz önünde tutulduğunda bu sonuca ulaşılması gerekir. Böyle bir yorum yapılmaması halinde 90. maddeye bir anlam vermek de zorlaşmaktadır. Gerçekten, 90. maddedeki yükümlülüğün kapsamına alınanlar esas itibariyle kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Söz konusu kuruluşların yanında ayrıca bankalar da sayılmışlardır. Eğer bu bankaların 4603 sayılı Kanun kapsamındaki bankalar olmadığı sonucuna ulaşılırsa, neden tüm özel sektör kuruluşları içinde sadece bankaların bu yükümlülüğün kapsamına alındıklarını izah etmek zorlaşır. Kayıt dışı sigortalılığın önlenmesi amacıyla bilgi toplanması ya da 100. madde çerçevesinde bilgi ve belge verme yükümlülüğünün kapsamına diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yanında bankaların da dahil edilmesi, bankaların nitelikleri göz önünde tutulduğunda anlaşılabilir bir durumdur. Fakat 90. madde açısından bu yorumu yapmak mümkün değildir. Bu nedenle hükmün yukarıda belirttiğim biçimde yorumlanması gerekir kanaatindeyiz. bb) Bankaların Bildirim Yükümlülüğünün Süresi ve Kapsamı Kanunun 90. maddesinde, bankaların kendisinden iş alanları onbeş gün içinde Kuruma bildirmesi gerektiğinden söz edilmekte, onbeş günlük sürenin hangi tarihten itibaren başlayacağı belirtilmemektedir. Bu husus Yönetmelikte açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre, onbeş günlük süre sözleşmenin imzalanması tarihinden itibaren başlar (Yön. 5). Bildirim, ihale konusu işin yapıldığı yeri çevresine alan Sosyal Güvenlik İl/Merkez Müdürlüğüne yapılır (Gen. 2). Kuruma bildirimlerde, taahhütlü, iadeli taahhütlü veya APS yolu ile gönderilerde, söz konusu belgelerin postaya verildiği tarih; adi posta yoluyla yapılan gönderilerde ise, Kurum kayıtlarına intikal tarihi, Kuruma bildirilen tarih olarak kabul edilir. Öte yandan, 2008/88 sayılı Genelgeye göre, ihale konusu işin, piyasadan hazır halde alınıp satılan mal teminine yönelik olması halinde, hazır halde alınıp satılan malların teminine ilişkin işler için işçilik söz konusu olmayabileceğinden, işyeri dosyası tescil edilmeyecektir. Bu bakımdan, İdareler, piyasadan hazır halde alınıp satılan mal teminine yönelik ihaleleri üstlenenleri Kuruma bildirilmeyecektir. c) Hakediş Ödemesi Yapmadan Önce Yapılacak İşlemler Kanuna göre işverenlerin hakedişleri, Kuruma idari para cezası, prim ve prime ilişkin borçlarının olmaması kaydıyla ödenir (m.90/II). Bu nedenle 90. madde kapsamındaki bankalar, ihale yoluyla iş yaptırdıkları işverenlere her hak edişlerini ödemeden önce hizmet alımı ve yapım işleri için, ilgili ihale konusu işyerinden dolayı; ihale suretiyle piyasadan hazır halde alınıp satılan mal teslim işleri için, işverenin merkez adresinin bağlı bulunduğu Ünitede işlem gören tüm işyerlerinden dolayı, Kuruma muaccel sigorta primi, işsizlik sigortası primi ve idari para cezası ile bunlara ilişkin gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer fer’ilerinden oluşan borçlarının bulunup bulunmadığı hususunu yazı ile sormak zorundadırlar (Gen. 4). Görüldüğü gibi, ihale suretiyle piyasadan hazır halde alınıp satılan teslim işleri için bankaların Kuruma bildirim yükümlülükleri yoksa da, hak ediş ödemesi yapmadan önce bu gibi işler için de söz konusu işverenlerin Kuruma borcu olup olmadığının bankalarca araştırılması gerekmektedir. Öte yandan Genelgeye göre, hizmet alımları ve yapım işlerine ilişkin ihale konusu işin devamlı nitelikteki işyeri sigortalıları ile yapılmış olması halinde, hakedişlerden kesinti yapılmasına esas olmak üzere ihale konusu işin yapıldığı dönemlere bakılmaksızın devamlı nitelikteki işyerinin, sigorta primi, işsizlik sigortası primi ve idari para cezası ile bunlara ilişkin gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer fer’ilerinden oluşan tüm borçları da sorgulanacaktır. 64 Bankacılar Dergisi Genelgede, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa da atıf yapılarak, söz konusu Kanunda diğer ihale usulü olarak öngörülen açık ihale usulü, belli istekliler arasında ihale usulü ve pazarlık usulü yöntemleriyle yapılan ihalelerde de işverenlerin Kuruma borçlarının bulunup bulunmadığının sorulacağı belirtilmektedir. Buna karşılık, doğrudan temin usulü ile yapılan mal ve hizmet alımları ile ilgili olarak hak ediş ödemesine esas muaccel borcun bulunup bulunmadığı hususu Kuruma sorulmayacaktır. İhale usulü ile iş yaptırılan işveren tescil edilmiş ihale konusu işyerlerinde çalışan sigortalılardan dolayı, sözleşmeye göre işe başlama tarihinden sonraki dönemlere ilişkin aylık prim ve hizmet belgelerini vermemişse, bankaca, ihale konusu işte çalışan sigortalılara ilişkin düzenlenecek olan aylık prim ve hizmet belgelerinden dolayı tahakkuk etmesi olası, sigorta primi, işsizlik sigortası primi ve idari para cezası ile bunlara ilişkin gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer fer’ilerinden oluşan borçlar için hakedişten yüzde beş oranında kesinti yapılması gerekmektedir. İdarece yapılacak kesinti tutarı, ödeme belgesinde gösterilecek ve bu kesinti, ödeme makamınca muhasebe kayıtlarına intikal tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma veya Kurumun önceden bildirilen banka hesabına yatırılacaktır. Hakediş miktarı, işverenin ve varsa alt işverenlerinin Kuruma idari para cezası, prim ve prime ilişkin gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer ferilerinden oluşan borçları karşılamadığı durumda, bakiye borç tutarı, daha sonra ödenecek olan hakedişlerden kesilerek Kuruma ödenecektir. İhale konusu işyerlerinin muaccel hale gelmiş borçları, 6183 sayılı Kanunun 48 inci maddesi gereğince tecil ve taksitlendirilmiş veya çeşitli Kanunlar gereğince yeniden yapılandırılmış ise28, tecil ve taksitlendirme veya yeniden yapılandırma anlaşması bozulmamış ise, bu borçlar için hakedişten kesinti yapılmayacaktır. Bankalar ihale yoluyla iş yaptırdıkları işverenlerin borçlarının bulunup bulunmadığını Kuruma yazı ile sorabilecekleri gibi, bu konuda sorgulama yapabilmek için Kuruma yetki başvurusunda bulunabileceklerdir. Başvurunun kabul edilmesi halinde bankalara görüntüleme yetkisi verilecektir. Bu konu ile ilgili esaslar Kurumun 2009/62 sayılı Genelgesinde29 açıklığa kavuşturulmuştur. d) Kesin Teminatların İadesi Kanunun 90. maddesinin ikinci fıkrasına göre, işverenlerin kesin teminatları ihale konusu işle ilgili olarak Kuruma borçlarının bulunmadığının tespit edilmesinden sonra iade edilir. İhale konusu işle ilgili kesin teminat, Kurumca düzenlenmiş soğuk damgalı ilişiksizlik belgesi işveren tarafından bankaya ibraz edilmediği sürece iade edilmeyecektir. İlişiksizlik belgesinin düzenlenebilmesi için ise, işverenlerin, ihale konusu işle ilgili sigorta primi, işsizlik sigortası primi, idari para cezası, fark işçilik üzerinden hesaplanan prim, damga vergisi, eğitime katkı payı ve özel işlem vergisi ile bunlara ilişkin gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer fer’ilerinden oluşan borçların bulunmaması gerekmektedir. İşveren tarafından, bankaya, ihale konusu işle ilgili borcunun bulunmadığına dair ilişiksizlik belgesinin ibraz edilmemesi halinde, banka, kesin teminatın mevzuatına göre kısmen veya tamamen iadesi imkanının başladığı tarihten itibaren onbeş gün içinde, işverenin Kuruma ihale konusu işten dolayı borcunun olup olmadığını sorarak, borcunun bulunmaması halinde ilişkisizlik belgesinin düzenlenmesini yazı ile isteyecektir. Belirtelim ki, Genelgede Kuruma asgari işçilik miktarının altında prim bildirimi yapılması halinde izlenecek yönteme ilişkin esaslar da belirtilmektedir. 65 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu 6. Bankalar İçin Belirlenen Yükümlülüklere Uyulmamasının Yaptırımı a) Bankacılık İşlemleri Sırasında Bilgi Toplama Yükümlülüğüne Uymamanın Yaptırımı Bankacılık işlemleri sırasında sigortalılardan bilgi toplamaya ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmeyen kamu idareleri ile bankalara sigortalı başına aylık asgari ücretin onda biri tutarında idari para cezası uygulanır (m.102/I, g). İdari para cezası sigortalı sayısı başına belirlendiği için, bankalara bu kapsamda uygulanabilecek idari para cezasının çok yüksek meblağlara ulaşması mümkündür. b) Kuruma Bilgi Ve Belge Verme Yükümlülüğüne Uymamanın Yaptırımı Kurum tarafından bu Kanunun 100 üncü maddesi kapsamında Kurum tarafından istenen bilgi ve belgeleri belirlenen süre içinde mücbir sebep olmaksızın vermeyen kamu idareleri, bankalar, döner sermayeli kuruluşlar, kanunla kurulmuş kurum ve kuruluşlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler hakkında, aylık asgari ücretin beş katı tutarında, geç verilmesi halinde ise aylık asgari ücretin iki katı tutarında idari para cezası uygulanır (m.102/I, i). c) 90. Maddedeki Yükümlülüklere Uymamanın Yaptırımı Kanuna göre, 90. maddede belirtilen yükümlülükler yerine getirilmeden hak edişlerin ödenmesi veya kesin teminatın iade edilmesi ya da diğer işlemlerin gerçekleştirilmesi hallerinde, ilgililer hakkında genel hükümlere göre idarî ve cezaî işlem yapılır (m.90/V). 2008/88 sayılı Genelgede de benzeri bir hükme yer verilmiştir. Genelgeye göre, idare (banka) veya ödeme makamınca, hakediş veya kesin teminatın, Sosyal Güvenlik Kurumu Prim ve İdari Para Cezası Borçlarının Hakedişlerden Mahsubu, Ödenmesi ve İlişiksizlik Belgesinin Aranması Hakkında Yönetmelikte belirtilen yükümlülükler yerine getirilmeden ödenmesi/iade edilmesi halinde, ilgililer hakkında genel hükümlere göre işlem yapılacağından, bu gibi durumlar üzerine Kurumumuzun uğrayacağı zararın tazminini teminen durum Ünitelerin Hukuk Servislerine intikal ettirilecektir. 90. maddedeki yükümlülüklere uymadan hak ediş ödemesi yapan işverenler hakkında Kanunda ayrıca idari para cezası da öngörülmüştür. Buna göre, 90. maddenin birinci fıkrasında belirtilen yükümlülükleri yerine getirmeyen kurum ve kuruluşlar ile tüzel kişilere, aylık asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanır (m.102/I, g). III. Banka ve Sigorta Sandıklarının Kuruma Devri 5510 sayılı Kanunun geçici 20. maddesine göre, 506 sayılı Kanunun geçici 20. maddesi kapsamındaki bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret odaları, sanayi odaları, borsalar veya bunların teşkil ettikleri birlikler personeli için kurulmuş bulunan sandıkların iştirakçileri ile aylık veya gelir bağlanmış olanlar ile bunların hak sahipleri herhangi bir işleme gerek kalmaksızın bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç yıl içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna devredilerek bu Kanun kapsamına alınır. Üç yıllık süre Bakanlar Kurulu kararı ile en fazla iki yıl daha uzatılabilir. Devir tarihi itibarıyla sandık iştirakçileri bu Kanunun 4 üncü maddesinin (a) bendi kapsamında sigortalı sayılırlar (f.I). Esasında fıkradaki banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devredilmesi ile birlikte bu kişilerin m.4/I, (a) bendi kapsamında sigortalı sayılacaklarına ilişkin hüküm gereksizdir. Zira, banka ve sigorta sandıklarında çalışanlar bir hizmet akdine (iş sözleşmesine) dayanarak çalıştıkları için zaten 5510 sayılı Kanunun m.4/I, (a) bendine göre sigortalı sayılacaklardır. Öte yandan, devir işlemi tamamlanıncaya kadar, sandık iştirakçileri, sandıktan aylık ve gelir alanlar ile bunların hak sahiplerinin sağlık ve sosyal sigorta yardımlarının sağlanması ile 66 Bankacılar Dergisi primlerinin tahsil edilmesine, ilgili sandık mevzuat hükümlerine göre sandıklarca ve sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlarca devam edilir (geç. m. 20/IV). Devir işlemi tamamlandıktan sonra sandıklarca ödenen aylık ve gelirlerin, bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki süreler için 506 sayılı Kanun, yürürlük tarihinden sonraki süreler için 5510 sayılı Kanun hükümleri uygulanmak suretiyle hesaplanacak aylık ve gelirlerin üzerinde olması halinde söz konusu farklar, peşin değer hesabında dikkate alınır ve Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ilgililere ödenmeye devam edilir. Devir tarihinden sonra bu kişilerin gelir ve aylıklarının durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi ve yeniden bağlanması işlemleri sırasında vakıf senetlerine göre yapılacak hesaplamalar ilgili sandıklar veya sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar tarafından Kurum kontrolünde yapılır (geç. m. 20/V). Kanuna göre, devir tarihi itibariyle sandıklarda iştirakçi olanlar ile sandıklardan ayrılmış olup, aylık veya gelir almayanların sandıklara karşı hak sahibi olmaları halinde tahsis talep tarihi itibariyle aylıkları, 5510 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi hükümlerine göre hesaplanır. Geçici 2. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin uygulanmasında bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönem için 506 sayılı Kanun hükümlerine göre Kurum tarafından ve vakıf senetlerine göre ilgili sandıklar ve sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar tarafından Kurum kontrolünde hesaplama yapılır. Geçici 2. madde kapsamında hesaplanacak aylıklar ile sandıkta geçen süreler dikkate alınarak sandık hükümlerine göre hesaplanacak aylıklar arasında fark olması halinde söz konusu farklar, peşin değer hesabında dikkate alınır ve Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ilgililere ödenmeye devam edilir. Bu kişilerin gelir ve aylıklarının durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi ve yeniden bağlanması işlemleri sırasında vakıf senetlerine göre yapılacak hesaplamalar ilgili sandıklar veya sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar tarafından Kurum kontrolünde yapılır (geç. m. 20/VI). Görüldüğü gibi, 5510 sayılı Kanunun Geçici 20. maddesine konulan hükümlerle, sandık mensuplarının gelir ve aylıklara ilişkin olarak devir nedeniyle uğrayabilecekleri zararlar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Yine bu hükümler yoluyla Sosyal Güvenlik Kurumu da güvence altına alınmıştır. Gerçekten, Kurumun devraldığı sigortalılara yapması gereken ekstra ödemelerin peşin sermaye değerinin hesaplanması ve devir esnasında sandıklardan tahsil edilmesi yöntemiyle Kurumun daha sonra fazla ödemelerle karşı karşıya kalması önlenmek istenmemiştir. Kanunda bu konudaki asıl önemli hüküm geçici 20. maddenin yedinci fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, sandık iştirakçileri ile aylık ve/veya gelir bağlanmış olanlar ve bunların hak sahiplerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna devrinden sonra, bu kişilerin tabi oldukları vakıf senedinde bulunmasına rağmen karşılanmayan diğer sosyal hakları ve ödemeleri, sandıklar ve sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlarca karşılanmaya devam edilir (geç. m. 20/VII). Öncelikle maddede geçen, “diğer sosyal hakları ve ödemeler” ile nelerden söz edildiği tam olarak anlaşılamamaktadır. Kuruma devri öngörülen hakların malullük, yaşlılık ve ölüm aylıkları ile iş kazası ve meslek hastalığı sonucu bağlanan gelirler olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısıyla, vakıf senetlerinde sigortalılara aylık ve gelirler dışında bir ödeme yapılması öngörülmüşse, bu ödemeler artık kurum tarafından karşılanmayacaktır. Bu durumda da söz konusu ödemelerin devir sonrasında nasıl karşılanacağı sorunu ortaya çıkacaktır. Zira, artık sandıkların kapsamında sigortalı kalmayacağı ve dolayısıyla da prim (aidat) kesintisi yapılamayacağı için bir müddet sonra sandıkların mali açıdan sıkıntıya düşmeleri söz konusu olacaktır. Böyle bir durumda ise söz konusu yardımların yapılması amacıyla bankalarca Sandıklara kaynak aktarılması düşünülebilecektir. Oysa 5411 sayılı Kanunun 58. maddesinde, bankalarca münhasıran çalışanlarına ait olmak üzere sağlık ve sosyal yardım, emeklilik, ihtiyat ve tasarruf sağlama amaçlarıyla kurulan sandık ve vakıfların açıklarının kapatılması için kaynak aktarımı yapılamaz. Gerçi, geçici 20. maddenin 67 Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu ondördüncü fıkrasına göre, 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 58. maddesi hükümleri bu madde kapsamında yapılacak devir ve diğer işlemler hakkında uygulanmayacaktır. Ancak bu durum da banka açısından sorun yaratır nitelikte olacaktır. Bu nedenle bu konuda da daha başlangıçta banka ve sigortalıların haklarının zarar görmeyeceği şekilde bir önlem alınması gerekirdi. Bu madde kapsamında sorun yaratacak bir diğer düzenleme de maddenin onikinci fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, 30.4.2008 tarihinden itibaren, sandıklarca bağlanmış/bağlanacak olan gelir veya aylıklara yapılacak artışlar, 506 sayılı Kanuna göre bağlanan gelir veya aylıklara yapılan artışlardan fazla olamaz (geç. m. 20/XII). Daha önce çok daha yüksek prim ödeyen ve gelecekte bunun karşılığında daha yüksek aylık alacağını düşünen sigortalıların bu düzenleme sonucunda zarar görecektir. Ayrıca bu husus Sosyal Sigortalar Hukukunun temel ilkelerinden olan nimet-külfet dengesine aykırılık oluşturacaktır30. Belirtelim ki, 5510 sayılı Kanunun kısa vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası hariç diğer hükümleri bakımından; vakıf senetlerinde 5510 sayılı Kanuna aykırı hükümler bulunması halinde, 5510 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır (geç. m. 20/XI). Kanunda, devrin usul ve esaslarına ilişkin genel düzenlemeler de yapılmıştır. Buna göre, Sosyal Güvenlik Kurumu, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, her sandık için ayrı ayrı olmak üzere hesabı yapılan Sandığı temsilen bir ve Sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşu temsilen bir üyenin katılımıyla bir komisyon oluşturulacak ve komisyonca her bir sandık için sandıktan ayrılan iştirakçiler de dâhil olmak üzere, devir tarihi itibarıyla devredilen kişilerle ilgili olarak, sandıkların bu Kanun kapsamındaki sigorta kolları itibariyle gelir ve giderleri dikkate alınarak yükümlülüğünün peşin değeri hesaplanacaktır. Peşin değerin aktüeryal hesabında kullanılacak teknik faiz oranı yüzde 9,8 olarak esas alınır (geç. m. 20/II). Belirlenen peşin değer, onbeş yıldan fazla olmamak üzere, yıllık eşit taksitlerle her yıl için ayrı ayrı Hazine Müsteşarlığınca açıklanacak Yeni Türk Lirası cinsinden iskontolu ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetlerinin yıllık ortalama nominal faizi üzerinden sandıklardan ve bu sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlardan müteselsilen Kurumca bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir (geç. m. 20/III). Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar ile bu maddenin beşinci ve altıncı fıkralarında belirtilen farklara ilişkin peşin değerin ilk taksitle birlikte defaten veya taksitler halinde ödenmesi konusu, Sosyal Güvenlik Kurumu, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar ile sandıkların görüş ve önerileri alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir. Taraflar, Sosyal Güvenlik Kurumunca belirlenecek tarihe kadar görüş ve önerilerini yazılı olarak verirler (geç. m. 20/VIII). Bu maddenin uygulanmasına ilişkin iş ve işlemlerde Türkiye Odalar, Borsalar ve Birlik Personeli Sigorta ve Emekli Sandığı Vakfı iştirakçilerini istihdam eden kuruluşları, 18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu ile kurulan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği temsil eder (geç. m. 20/IX). Söz konusu sandıklar ve sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar ile Kurum, bu madde uygulamasına ilişkin tüm işlemler nedeniyle doğacak her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olup (geç. m. 20/X), geçici 20. maddeye göre, geçici 20. maddenin beşinci ve altıncı fıkralarına göre Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ödenecek olan aylık ve gelirler üzerindeki farklar ve bu madde çerçevesinde devre ilişkin belirlenecek usûl ve esaslar bu maddenin yayımından önce 506 sayılı Kanunun ek 36 ncı maddesine göre devri gerçekleşmiş veya devam eden sandıklar için uygulanmaz (geç. m. 20/XIII). 68 Bankacılar Dergisi Dipnotlar: 1 AYM, 22.3.2007, E. 2005/139, K. 2007/33, Kazancı mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası, www. kazancı.com.tr. RG, 28.08.2008, 26981. 3 RG, 28.09.2008, 27011. 4 Giritli, İsmet/Bilgen, Pertev/Akgüner, Tayfun: İdare Hukuku, Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 3. Bası, Der Yayınları, İstanbul 2008, 62-63. 5 Giritli/Bilgen/Akgüner, 84. 6 Takdir yetkisi ve bağlı yetki konusunda genel bilgiler için bkz. Giritli/Bilgen/Akgüner, 84 vd.; Gözler, Kemal: İdare Hukuku, C.1, Bursa 2003, 817 vd.; Atay, Ender Ethem: İdare Hukuku, Ankara 2006, 398 vd. 7 Danıştay 10. Dairesi, 2.2.2009, E. 2008/9707. Karar için bkz. Kazancı Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası, http://www.kazanci.com. Aynı yönde bir başka karar için bkz. Danıştay 6. Dairesi, 15.5.2007, E. 2007/1447, K.2007/ 8 Belirtelim ki, Türk Ceza Kanununda da müşteri sırlarının açıklanması suç olarak düzenlenmiştir. Buna göre, sıfat veya görevi, meslek veya sanatı gereği vakıf olduğu ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeleri yetkisiz kişilere veren veya ifşa eden kişi, şikayet üzerine, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu bilgi veya belgelerin, hukuka aykırı yolla elde eden kişiler tarafından yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi halinde de bu fıkraya göre cezaya hükmolunur (m.239/1). 9 Bu bilgi ve belgelerin verilmesine ilişkin usûl ve esaslar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunca belirlenir (m.73/III). 10 Bkz. yukarıda II, 2. 11 Bkz. dn.7’deki karar. 12 RG, 28.09.2008, 27011. 13 Yoklama işlemleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Güzel, Ali/Okur, A. Rıza/Caniklioğlu, Nurşen: Sosyal Güvenlik Hukuku, 5510 sayılı Kanuna Göre Hazırlanmış 12. Bası, İstanbul 2009, 568. 14 Tanör, Bülent/Yüzbaşıoğlu/Necmi: 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, 8. Bası, İstanbul 2006, 171. 15 Ölçülülük ilkesi konusunda geniş bilgi için bkz. Yüksel, Metin: Ölçülülük İlkesi, Ankara 2002. 16 Bu madde 5510 sayılı Kanunda değişiklik yapan 5754 sayılı Kanunla tekrar düzenlenmiş ve 5754 sayılı Kanun Tasarı halinde iken, bu maddedeki istenecek bilgilerin sınırı bulunmadığı ve hükmün yeniden düzenlenmesi gerektiği eleştirisi için bkz. Caniklioğlu, Nurşen: 5510 Sayılı Yasa Tasarısı’nın İşverenlere Getirdiği Ek Yükümlülükler, İşveren Dergisi, Nisan 2008, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=2028&id=98 17 Doğan, http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/35_sayi/yeni/web/makaleler/Mehmet_DOGAN.htm 18 Doğan, Mehmet: Kişisel Verilerin Korunmasında Ab Standartları Ve Türkiye’nin Durumu, http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/35_sayi/yeni/web/makaleler/Mehmet_DOGAN.htm 19 Bilgi için bkz., http://www.istabip.org.tr/hukuk/pr042007.asp 20 4.6.2003 tarih ve 4868 sayılı Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunla bu Sözleşmeyi onaylamıştır, RG, 18.06.2003, 25142. 21 Diğer yöntemler ve düzenlemeler için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 280 vd. 22 RG, 29.09.2008, 27012 2. Mük. 23 Bkz. Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=ihale&ayn=tam 24 RG, 22.1.2002, 24648. 25 Kanunun kapsamına hangi kurum ve kuruluşların girdiği 2. maddede sayılmıştır. 26 Nitekim 506 sayılı Kanunda da 90. maddeye benzer bir madde bulunmaktaydı. Fakat söz konusu maddede bankalara ilişkin bir yükümlülük yer almamakta; madde doğrudan kamu kurum ve kuruluşları için yükümlülük öngörmekteydi. 27 Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi T.C. Ziraat Bankası ve Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine devredilmiştir (4603 s. K. geç. m.3). 28 Yeniden yapılandırma hakkında bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 296-298; 5458 sayılı Kanuna göre yapılandırma hakkında geniş bilgi için bkz. Tezel, Ali/Kurt, Resul: 5458 Sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, Yorum ve Açıklaması, İSMMMO yay., İstanbul 2006; Canbolat, Talat: Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 5458 sayılı Kanunun Uygulaması Üzerine Bir Değerlendirme, LEGAL İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, 2006/12, 1356 vd. 29 Genelge için bkz. http://www.sgk.gov.tr/wps/wcm/connect/301b0c004dd01273a1c4a34b42be684a/2009_62.pdf?MOD=AJPERES 30 Bu konudaki Yargıtay kararları için bkz. 29.6.2001, E. 2001/3248, K. 2001/5114; YHGK, 21.9.2005, E. 2005/10419, K. 2005/494; YHGK, 21.9.2005, E. 2005/10-434, K. 2005/509, Kazancı Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası, www.kazanci.com.tr. 2 69 Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 Finansal Kurumlar İçin Çevre ve Sürdürülebilir Bankacılık Hülya Kurt* I. Giriş İklim değişikliğinin ekonomiyi şekillendirdiği, tükenebilir kaynakların hızla yok olduğu ve sürdürülebilir bir yaşamın devamlılığının ancak sistematik ve çoğulcu bir kararlılıkla korunabileceği bir dönüm noktasında bulunuyoruz. Atmosferde insanoğlundan kaynaklı karbondioksit ve diğer sera gazları son 100 yıldır hızla artmakta olup, eğer 2050 yılına kadar küresel ısınma artış hızı 2 oC altında kalması sağlanamaz ise geri dönüşü olmayan bir dizi olumsuz iklim değişikliğinin oluşacağı ekonomiyi şekillendiren tüm paydaşlar tarafından bilinmektedir. Bankacılık ve finans sektörü, ülkelerin ekonomik performasında ve ulusal politikaların oluşturulmasında çok önemli role sahiptir. Bu yazının amacı, dünyada finans sektöründe 1980’li yıllardan itibaren başlayan ve günümüzde daha fazla ülke ve kuruluş tarafından benimsenen çevresel ve sosyal uygulamaların gelişimi, bu kapsamda gerek zorunluluk gerek gönüllülük ilkesiyle yapılan uygulamalar hakkında genel çerçeveyi aktarmaktır. Çevresel ve sosyal konular finansal kurumlar için sadece finansal değil, aynı zamanda itibar riski de oluşturmaktadır. Günümüzde eğer kurumlar bu riski sistematik olarak yönetmeyi ve izlemeyi başarabilirlerse bu süreçten kendi kurumları özelinde bazı yeni iş fırsatları ve alanlarını da yaratabilmektedir. Dünyada tüm finans kurumları (ticari ve yatırım bankaları, finansal kiralama, sigorta, fon yönetimi şirketleri gibi) çevresel ve sosyal duyarlılığı, iklim değişikliği, küresel ısınma konularını iş alanlarına dahil ederek bu konularda yeni ürünler ve hizmetler geliştirmeye başlamışlardır. II. Tarihçe 1960’lı yıllarda gelişmiş ülkelerde modern çevreci yaklaşımlar ilk defa gündeme gelmeye başlamış, bunu 1980’li yıllardaki sürdürülebilir kalkınma yaklaşımları takip etmiştir. 1990’lı yıllardan itibaren artan global yaklaşımların desteğiyle gelişmiş ülkelerde üretim/hizmet sektörü firmaları ve finansal kurumlar “sürdürülebilir kalkınmayı” gözeterek büyüme stratejileri oluşturmaya başlamışlardır. 1980 yılında çevreye zararlı alanların temizlenmesi için oluşturulan program olan “Superfund Act” ABD’deki bankaları faaliyetlerinden dolayı oluşan çevresel risk konusunda bilinçli olmaya ve proaktif olarak çözümün bir parçası olmaya zorunlu kılmaya başlamıştır. Finansal kurumlar, kredi verdikleri yatırım kapsamında oluşan çevresel kirliliğin giderilmesinin kendi karlılıkları üzerine üzerine olacak olası etkilerini dikkate almaya ve bu konuları kredi değerlendirme aşamasında etüt etmeye başlamışlardır. İngiltere’de 1990-95 yıllarında yayınlanan çevre koruma kanunlarının hem endüstriyel faaliyetlerin hem finansal kurumların daha duyarlı olması konusunda çok etkin olduğu gözlenmiştir. 1990’lı yıllardan başlamak üzere çevre konularında toplumun tüm kesimlerinde duyarlılığın artmasıyla bankacılık sektörünün de kredi operasyonlarından dolayı çevreyi olumsuz (doğanın, bitki örtüsünün, biyo-çeşitliliğin, yer altı ve yer üstü sularının, doğal kaynaklar vs.) yönde etkileyebileceği gündeme gelmeye başlamıştır. Bankalar tarafından yatırımlar yani projeler finanse edilirken, bu yatırımlarla ilişkili çevresel konuların dikkate alınmasının çevre mevzuatının uygulanması üzerine de olumlu katkı yapacağı farkedilmiştir. * Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Mühendislik Grup Yöneticisi ve Çevre Temsilcisi. 70 Bankacılar Dergisi III. Bankacılık Gözüyle Çevresel Risk Bankacılık sektörü için çevresel risk, kredilendirme faaliyetinden doğan çevresel konulardaki gerekli önlemlerin alınmamasıyla oluşacak ve yatırımcının karşı karşıya geleceği maddi riskin finansal kuruma doğru ve dolaylı olarak yansıttığı risktir. Ancak, finansal riskten daha da önemlisi, çevreye duyarlı olmayan yatırımların finanse edilmesinden dolayı finansal kurumun da karşı karşıya geleceği “itibar riskidir” ve maddi risklerden daha da büyük önem taşımaktır. Eğer finanse edilen yatırım ve proje sahibi çevresel gerekli önlemleri almamışsa bu yatırımı kredilendiren banka da dolaylı olarak tanımlanması ve ölçülmesi çok güç olan itibar riskine maruz kalmaktadır. Bankacılık ve çevre birçok noktada buluşmaktadır; bunlardan en başta geleni kurumsal kredilendirme faaliyetleri ile doğal çevre üzerinde oluşacak olumlu ve/veya olumsuz etkilerin izdüşümüdür. Bu perspektifle bankacilık sektörü bir “çevre ajanı” rolü ile çevreye olumsuz etki bırakmayan sürdürülebilir kalkınma modelini destekleyen yatırımların finanse edilmesi yolunu sadece gönüllülük ilkesiyle değil iş modeli olarak da benimseyebilir. Çevresel konuları gözetmeyen ve gerekli çevresel izinleri ve eylem planlarını almayan yatırım projelerini finanse etmeyerek sürdürülebilir kalkınma modelin oluşumuna katkı sağlayabilir. Geçmişte bazı gelişmiş ülkelerde finansal kurumların, kredilendirdikleri yatırım projelerinden kaynaklanan çevresel kirliliğin temizlenmesinden sorumlu olabileceği tartışılmıştır. Ancak çevresel konularda günümüzde kabul gören ve uygulamada olan yaklaşım “kirleten öder” prensibidir, dolayısıyla finansal kurum oluşan bir çevresel problemin ortadan kaldırılmasının maddi sorumlusu değildir. Yatırım sahibi, oluşan çevresel kirlilikleri bertaraf etmekle sorumludur. Firma, sebep olduğu çevresel kirlilik veya kazadan dolayı “kirleten öder” prensibiyle karşı karşıya kaldığında, ödenecek tazminatın kredi ilişkisinde olduğu finansal kuruma olacak yansımalarına bakıldığında; a. tazminatın büyüklüğünün firmanın bankaya karşı olan kredi anapara ve/veya faiz ödemelerini tehlikeye düşürecek boyutta olması, yatırımın devreye alınma tarihinin gecikmesi ve finansal kuruma olan geri ödemelerde olası gecikmeler, b. veya oluşan aksaklıktan dolayı firmanın üretimine uzun süreli ara vermesiyle oluşacak potansiyel kayıplar ve bunların kreditörün nakit akımı projeksiyonunun olumsuz yönde etkilemesidir. Ek olarak, çevresel konuların tamamlayıcısı olan sosyal perspektif de dikkate alındığında iş ve işçi güvenliği, çalışanların sağlığı, güvenliği ve emniyetini tehdit edecek unsurların da gözetilmesiyle finansal kurumun karşı karşıya kalacağı “çevresel ve sosyal risk” artabilir. IV. Bankacılıkta Çevre Bankacılık sektöründe çevresel ve sosyal konular iki başlıkta ele alınmaktadır: 1. Proje finansmanında çevresel ve sosyal riskin ele alındığı, kredi karar verme sürecinde çevresel konuların gözetildiği sistematik bir yapının oluşturulması; çevreye olumsuz etki yapacak yatırımların gerekli önlemler ve eylem planları alınmadan finanse edilmemesi, 2. Kurumların çevre ve sosyal konuları dikkate alarak bu konularda olumlu katkı sağlayacak ürün ve servisler oluşturması; çevre, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği yatırımlarının finansmanı; çevreye duyarlı fonlar, konut ve tüketici kredilerine çevre temalı farklılıklar yaratılması gibi. 71 Hülya Kurt Proje finansmanında çevresel ve sosyal unsurlar: Finans kurumları için çevresel ve sosyal konularda riskler genel olarak aşağıdaki kalemlerden oluşmaktadır: Firmanın çevresel ve sosyal etkilerden dolayı yatırımına ve/veya üretimine ara vermesi, yatırım döneminde oluşacak çevresel ve sorunlar nedeniyle yatırım sürecininin sekteye uğraması, Yatırımla çevreye yani bitki örtüsüne, biyo-çesitliliğe, yer altı ve yerüstü kaynaklarına, ortama zarar verilmesi, Yapılması planlanan yatırım için kamuoyunda olumsuz görüş oluşması, yatırım kararı sırasında yöre halkının görüşlerinin alınmamış olması ve itilaflı durumların varlığı, Yatırım ve/veya işletme döneminde alınan önlemlerin yetersizliği veya eksikliği sebebiyle yoğun iş kazalarının olması, Finanse edilen projenin yasal çevresel edimlerini yerine getirmeden başlanmış olması (Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin tamamlanmamış olması, yöre halkının mağdur edilmesi gibi) Yatırım döneminde gereklilikleri yerine getiren tesisin devreye alındıktan sonra çevreye zarar vermeye başlaması (üretimden çıkan atıksuların arıtılmadan doğaya bırakılması veya tehlikeli ve zehirli atıkların kayıtsızca ve uygun olmayan şekilde ortama bırakılması ve hatta bu konularda yasal otorite ile çelişilmesi). Dünyada çevresel ve sosyal konularındaki duyarlılğın artmasında iklim değişikliği konusundaki olumsuz gelişmeler, finans kurumlarını proje finansmanı konusunda duyarlı ve sistematik davranmaya kanalize etmiş ve bu durum yazının devamında açıklanacak olan Ekvator Prensipleri’nin oluşumunu teşvik etmiştir. V. Dünyadaki Çevresel Gelişimlerin Kronolojisi Dünyada çevresel ve sosyal konulardaki yasama ve gönüllülük esasıyla oluşturulan önemli dönüm noktaları aşağıda özetlenmektedir: Yasama Düzeyindeki Gelişmeler A.B.D. 1980 • Kongre tarafından geniş kapsamlı çevre cezalarını düzenleyen yasanın çıkarılması (Superfund ve CERCLA) • Tehlikeli atık alanları ile ilgili yasaklama ve düzenlemeler • Tehlikeli atıklardan sorumlu kişi ve/veya kurumların sorumluluklarının saptanması • Oluşan Kirliliklerin temizlenmesi/giderilmesinden sorumlu tarafların mesul tutulması Avrupa Birliği 1993 • Avrupa Birliği Komisyonu çevresel kirliliklerin giderilmesinde kirleteni sorumlu tuttuğu bültenin yayınlanması (“kirleten öder” prensibi ), 2004 • “Çevresel Sorumluluk Direktifi”nin yayınlanması (“kirleten öder” prensibi referans alınarak) • Üye Ülke Devletleri gerekli düzenlemeleri yapmakla yetkilendirilmesi 2007 • “AB Çevresel Sorumluluk Direktifi”nin her ülkenin ulusal mevzuatı içine alınması için termin verilmesi. İngiltere 1995 19931998 72 • Hükümetin “Çevre Kanunu” çıkartarak finansal kurumları da verdikleri yatırım kredileri ile oluşan çevre kaza ve hasarlarının giderilmesinden sorumlu tutmaya başlaması • İngiliz Bankalar Birliği’nin yayın yoluyla finansal kurumlar için çevresel sorumluluğun gelişimi, metodolojilerin oluşumu ve çevresel riskin daha iyi yönetilmesi konusunda duyarlılığın artmasına yardımcı olması Bankacılar Dergisi Gönüllülük İlkesiyle Gelişen Yaklaşımlar Birleşmiş Milletler 1972 • Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (United Nations Environment Program: UNEP) oluşturulması 1987 • Sürdürülebilir Kalkınmanın tanımlanması 1992 • Birleşmiş Milletler Çevre Pogramı Finans İnsiyatifi’nin kurulması (UNEP FI): finansal kurumların çevresel risklerini nasıl yöneteceklerinin tanımlanması 1997 • Evrensel Raporlama İnsiyatifi’nin kurulması, sürdürülebilirlik raporu ile ilgili uluslararası rehberlerin geliştirilmesi (Global Reporting Initiative:GRI) 2000 • Yenibinyıl Hedeflerinin oluşumu: Sosyo ekonomik koşulların iyileşmesini ve sürdürülebilir kalkınmaya destek olmak üzere 2015 yılına kadar ulaşılması hedeflenen evrensel işbirliği (The Millenium Goals) 2000 • Evrensel Sözleşmenin açıklanması (Global Compact); yatırımcılarla STK’ların birlikte çalışarak insan hakları, çalışanların hakları, çevre ve rüşvetle mücadelede bulunulan koşulların iyileştirilmesi hedeflenmiştir 2006 • Sorumlu Yatırım İlkeleri (The Principle for Responsible Investment) açıklanmıştır; yatırımcılara yatırım kararlarını verirken sosyal ve çevresel konulardaki kılavuzun oluşturulması A.B.D. 1994 1999 Almanya 1994 İngiltere 2002 • Finansal kurumlara çevresel risk yönetimi ve prosedürlerinin hazırlanması konusunda destek vermek için Çevreci Bankalar Birliği’nin kurulması • Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi’nin oluşumu (Bu konudaki ilk evrensel endekstir), sürdürülebilirlik konusundaki öncü firmaları kapsamaktadır. • Bankalar ve sigorta firmalarına çevresel raporlamalarda yardımcı olabilmek için Çevresel Yönetim Birliği’nin kurulması • Sürdürülebilir Kalkınma için “Londra Prensiplerinin” yayınlanması Bu prensiplerle; 1. Finansal kurumlarda şeffaflığın sağlanması, 2. Çevresel ve sosyal risklerin oluşturacağı maliyetlerin ürün fiyatlaması içine yansıtılması, 3. Çevresel ve sosyal yatırımlara finansal destek sağlanması. • Financial Times ve IFC çeşitli kategorilerde “Sürdürülebilir Bankacılık Ödülü” vermeye başlanması. Uluslararası Gelişmeler 1995 • “Dünya İş Konseyi-Sürdürülebilir Kalkınma” kuruluşu, bugün 160 girişimcinin katılımcısı ile sosyal sorumluluğun özendirilmesini hedeflenmektedir, 2006 2003 • Ekvator İlkelerinin yayınlanması, 2005 • Kyoto Protokolü’nün resmi olarak uygulanmaya başlaması. Avrupa Birliği 1993 2002 • EU Çevre Eylem Planı’nın açıklanması, finansal kurumların kredilendirdikleri yatırımlarda projelerin çevresel ve sosyal boyutlarını da dikkate almalarını konusunda yaptırım uygulamaya sevk edilmesi • Çevresel Eylem Planı, bir önceki eylem planının da ötesine geçerek finansal kurumlara çevre dostu projelerin finansmanına yönelik yatırım politikaları izlemeleri özendirilmiştir. Avrupa Birliği çevre yatırımlarının geliştirilmesi konularında finansal kurumlarla birlikte çalışmaya söz vermiştir. 1990’lı yıllardan başlayarak sürdürülebilir kalkınma ve çevre konularında gelişmeler özellikle Birleşmiş Milletler’in de desteğiyle konu evrensel bir kimliğe ulaşmıştır. 73 Hülya Kurt Çevresel ve sürdürülebilir bankacılık ilkelerinin şekillenmesinde önem taşıyan gelişmeler, girişimler ve programlar aşağıda ana başlıklarıyla özetlenmektedir: a. Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi (UNEP FI) UNEP FI Bildirisini imzalayan 170’nin üzerinde finans kurumu çevre, sürdürülebilirlik ve finansal performans arasında bağ kurup geliştirmek için birlikte çalışmaktadır. Kapsamlı bir çalışma programı, bölgesel aktiviteler, eğitim ve araştırma yoluyla UNEP FI, finansal kurumların operasyonlarının tüm düzeylerinde en iyi çevre ve sürdürülebilirlik uygulamalarını belirlenmesi, teşviki ve gerçekleştirilmesi misyonunu benimsemiştir. Kuruluşların UNEP FI’ya üyelik değerlendirmelerinde, genel anlamda bazı kriterler göz önünde bulundurulmaktadır: • Sürdürülebilir kalkınmaya destek vermek, • Çevre Yönetim Sistemine sahip olmak; faaliyetlerinde ve karar mekanizmalarında çevresel ve sosyal etkileri gözetmek, bu konuda yeterli altyapıya sahip olmak, • Çevresel ve sosyal konularda duyarlılığı artırmak üzere faaliyetler göstermek, • Bu konularda düzenli olarak raporlamalar yapmak, • Sürdürülebilir kalkınma iş konularını sosyal sorumluluk projeleriyle de entegre edebilmek. UNEP FI’ya üye ülkeler arasında Avrupa ülkeleri yüzde 48’lik payla önde gelmektedir. b. Küresel Raporlama Girişimi (Global Reporting Initiative: GRI) Küresel Raporlama Girişimi (GRI), Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve Küresel İşbirliği gibi uluslararası girişimlerle yakın işbirliği içinde çalışan, dünya çapında faaliyet gösteren ve kar amacı gütmeyen çoklu paydaşa sahip bir kuruluştur. Dünya çapında Süreklilik Raporlama Prensipleri Çerçevesi’ni hazırlayan, geliştiren ve kapasite yaratan birçok sayıda paydaştan oluşan bir uzmanlar grubudur. GRI’nin vizyonu, tüm kurumların ekonomik, sosyal ve çevresel performanslarının raporlanmasında sistematik oluşturulmasıdır. Şirketler neden GRI raporlama yaklaşımını tercih ediyor? • Dünya çapında kabul görmüş ve standart hale getirilmiş tek sürdürülebilirlik raporu çerçevesidir, • Devletler, iş dünyası, yatırım çevreleri gibi paylaşlar tarafından onaylanmıştır, • Küresel bir marka ve disiplindir. 1997-98 yıllarında başlayan çalışmaların akabinde 1999 yılında UNEP’in de katılımıyla evrenselleşen ilkeler ile ilk taslak rehberin hazırlanmasıyla 1999 yılından başlayarak tüm sektörlerde yer alan şirketler (otomotiv, kimya, enerji, inşaat, havacılık, finans ve diğer) bu rehberi kullanarak sürdürülebilirlik raporlarını yazmaya başlamışlardır. 74 Bankacılar Dergisi Yıllar bazında GRI’ye kaydedilen sürdürülebilirlik raporları aşağıdaki verilmektedir: Tüm sektörler 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009* 10 45 123 140 175 287 376 515 578 1031 238 Finans sektörü 4 11 9 16 20 35 92 117 153 63 * 22 Ağustos 2009 itibariyle Sürdürülebilirlik konusunda artan duyarlılık, yıllar itibariyle şirketlerin bu alanda raporlama sayılarına da doğru orantılı olarak yansımıştır. Dünyada finans sektörünün bu konuyu çok önemsediği yıllar itibariyle artan rapor sayısı ile net olarak görülmektedir. 2000 yılında sadece 4 finansal kurum sürdürülebilir raporu hazırlarken bu sayı 2008 yılında 153’e ulaşmıştır. c. Binyıl Kalkınma Hedefleri Eylül 2000’de toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 147 devlet ya da hükümet başkanı (ve toplam 189 üye ülke) ‘küresel düzeyde insan onuru, eşitlik ve esenlik ilkelerinin güçlendirilmesi için topluca sorumluluğu olmayı’ kabul ederek Binyıl Bildirgesini ilan etmişlerdir. Söz konusu ilkelerin hayata geçirilmesi için sekiz adet “binyıl kalkınma hedef”i belirlenmiştir. Aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması Evrensel ilköğretimin gerçekleştirilmesi Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadınların konumunun güçlendirilmesi Çocuk ölümlerinin azaltılması Anne sağlığının iyileştirilmesi HIV/AIDS, sıtma ve öteki hastalıklarla mücadele edilmesi Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması Kalkınma için küresel bir ortaklık geliştirilmesi 75 Hülya Kurt Bu sekiz hedef üzerinde her ülke için 2015 yılına kadar sürdürülebilir kalkınma ve yoksullukla mücadele alanında sağlanan ilerlemeyi ölçülebilir ve izlenebilir bir biçimde gösterecek yapı oluşturulmuştur. Bu sekiz hedef kurumların sosyal sorumluluk projelerinin belirlenmesinde de etkin rol oynamaktadır. d. Küresel İlkeler Sözleşmesi Birleşmiş Milletler (BM) Küresel İlkeler Sözleşmesi, sürekli rekabet içindeki iş dünyasına ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evrensel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, “sürdürülebilir ve kapsamlı küresel ekonomi” olan Sözleşme’ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Küresel İlkeler, dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 90’ının özel sektör tarafından yönetildiği günümüzde, özel sektörün sürdürülebilir kalkınma yolunda attığı adımlar dikkate alındığında da çok önemli bir konuma sahiptir. Arkasında özel sektörün sürdürülebilir kalkınma yolundaki adımlarıyla evrensel idealleri birleştiren bir katalizörlük işlevi bulunmaktadır. BM Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin dizaynında sürdürülebilir kalkınmada özel sektörün öneminin giderek artmakta olduğu gerçeği bulunmaktadır. Küresel İlkeler Sözleşmesi, şirketlerin davranış ve hareketlerini denetlemez veya zorlamaz. Gönüllülük ilkesiyle değişimi, sorumlu vatandaşlığı, yaratıcı çözümleri ve ortaklıkları teşvik eden bir sistematiğe sahiptir. Ağustos 2009 itibari ile tüm dünyada 330 finansal kurum Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne katılmıştır. Küresel İlkeler Sözleşmesi’nde yer alan dört ana başlık altındaki 10 temel evrensel ilke aşağıda verilmektedir: İnsan Hakları 1. İş dünyası ilan edilmiş insan haklarını desteklemeli ve bu haklara saygı duymalı 2. İş dünyası, insan hakları ihlallerinin suç ortağı olmamalı Çalışma Standartları 3. 4. 5. 6. Çevre 7. İş dünyası çevre sorunlarına karşı ihtiyati yaklaşımları desteklemeli 8. Çevresel sorumluluğu artıracak her türlü faaliyete ve oluşuma destek vermeli 9. Çevre dostu teknolojilerin gelişmesini ve yaygınlaşmasını desteklemeli Yolsuzlukla Mücadele 10. İş dünyası rüşvet ve haraç dahil her türlü yolsuzlukla savaşmalı İş dünyası çalışanların sendikalaşma ve toplu müzakere özgürlüğünü desteklemeli Zorla ve zorunlu işçi çalıştırma uygulamasına son verilmeli Her türlü çocuk işçi çalıştırılmasına son verilmeli İşe alım ve işe yerleştirmede ayrımcılığa son verilmeli e. Ekvator Prensipleri Ekvator Prensipleri; 10 finansal kurumun öncülüğünde Haziran 2003 tarihinde tüm dünyada projelerin/yatırımların finansmanı sırasında çevresel ve sosyal konuların aynı standart ve yaklaşımla değerlendirilmesi için oluşturulmuş gönüllülük esasına dayalı bir metodolojidir. Ekvator Prensipleri, IFC’nin çevsel, sosyal ve sürdürülebilirlik konularındaki çalışma rehberleri ile performans kriterleri referans alınarak hazırlanmıştır. Ekvator İlkelerini imzalayan finans kurumları proje finansmanı yaparken o proje ile oluşacak çevresel ve sosyal boyutların yatırımın yapılacağı ülkenin ilgili yasal mevzuatına uygun olmasını ve aşağıda açıklanmakta olan IFC Performans Kriterlerini sağlamasını gözetmektedir. 76 Bankacılar Dergisi 1 2 3 4 5 6 7 8 IFC Performans Kriterleri Sosyal ve Çevresel Değerlendirme ve Yönetim Sistemi İş ve Çalışma Koşulları Kirlilik Önleme ve Azaltma Halk Sağlığı, Güvenliği ve Emniyeti Arazi Satınalma ve Gönülsüz Yerdeğiştirme Biyoçeşitliliğin Korunması ve Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimi Yerel İnsanlar Kültürel Miras Ekvator Prensibine göre, projeler IFC Performans Kriterleri dikkate alınarak çevresel ve sosyal boyutlarına göre “A, B ve C” olmak üzere üç farklı kategoriye ayrılmaktadır. Her bir kategori için farklı değerlendirme, raporlama ve eylem planlarının yapılması gerekmektedir. Özetle “A” çevresel ve sosyal etkisi yüksek, “B” çevresel ve sosyal etkisi orta ölçekte olan projeleri, “C” ise çevresel ve sosyal etkisi çok az veya hiç olmayan proje ve yatırım türlerini ifade etmektedir. 6 Haziran 2006 tarihinde Ekvator Prensipleri daha güçlü hale gelmesi için revize edilmiştir. Ana başlıklar: Ekvator İlkeleri sektör veya coğrafya ayırt ekmeksizin tüm projelerin değerlendirilmesinde dikkate alınmase gereken sosyal ve çevresel riskin tanımlanması, değerlendirilmesi ve yönetilmesi için oluşturulmuştur. Projeler için IFC kriterleri dikkate alınarak risk kategorizasyonu ve raporlaması yapılmaktadır. Ekvator Prensipleri yatırım tutarı 10 milyon ABD Doları olan tüm projelere uygulanır. 2003 yılında 50 milyon ABD doları olan bu limit, 2006 yılı revizyonları ile aşağı çekilmiştir. Bu ilkeler proje finansmanı danışmanlık faaliyetlerine de uygulanabilir. Finanse edilen projeler çevresel ve sosyal konulara ilişkin raporlamalar yapılarak yıllık bazda tüm paydaşlarla paylaşılması gerekmektedir. Üye olmak isteyen kurum Ekvator İlkelere uyumlu davranacağını beyan eder, gerekli kriterleri dikkate alarak kendi iç altyapısını oluşturmaktadır. Üye bankalar, her yıl EP kapsamında değerlendirilen proje sayısı ve kategorizasyon sonuçlarını açıklamak zorundadır. Ağustos 2009 itibariyle Ekvator İlkelerini imzalayan 67 finansal kurum ülkeleri bazında tabloda verilmektedir: Genel olarak Ekvator Prensiplerinde izlenen yol haritası ise aşağıda özetlenmektedir: Projelerin gözden geçirilmesi ve kategorize edilmesi, Sosyal ve çevresel değerlendirme, Uygulanabilir Sosyal ve Çevresel Standartların saptanması, Eylem planı ve çevre yönetim sisteminin oluşturulması, Halkın katılımı toplantısı yapılması ve sonuçların paylaşımı, Çevre yönetim sistemi içinde itirazların dikkate alındığı yapının oluşturulması, Bağımsız gözden geçirme, Yatırım kapsamında dikkat edilmesi gereken çevresel ve sosyal konuların kredi sözleşmesine entegre edilmesi, Bağımsız izleme ve gözden geçirme, Üye bankaların değerlendirme sonuçlarını en az yıl bazında açıklaması. 77 Hülya Kurt Tablo: Ekvator İlkelerini imzalayan ülkeler: Japonya 32.Mizuho Corporate Bank, Ltd. 33.SMBC 34.The Bank of Tokyo-Mitsubishi UFJ,Ltd Hollanda 35.FMO 36.Fortis Bank 37.ING Group 38.Rabobank Group Nijerya 39.Access Bank Plc Norveç 40.DnB Nor Kanada 12.BMO Financial Group 13.Canadian Imperial Bank of Commerce 14.Export Development Canada 15.Manulife 16.Royal Bank of Canada 17.Scotiabank 18.TD Bank Financial Group Umman 41.Bank Muscat Şili 19.Corpbanca Portekiz Çin 20.Industrial Bank Co., Ltd Güney Afrika Cumhuriyeti Kolombiya 21.Bancolombia S.A. İspanya Kostarika 22.CIFI İsveç Arjantin Avustralya Belçika Brezilya Mısır Fransa 1. Banco Galicia 2.ANZ 3.EFIC 4.National Australia Bank 5.Westpac Banking Corporation 6.Dexia Group 7.Fortis Bank NV/SA 8.KBC Bank N.V. 9.Banco Bradesco 10.Banco do Brasil 11.Itau Unibanco S/A 23.Arab African International Bank 24.BNP Paribas 25.Calyon Corporate and Investment Bank 26.Societe Generale 42.Banco Espírito Santo Group 43.Millennium bcp 44.FirstRand Bank Ltd 45.Nedbank Group 46.Standard Bank Group 47.Banco Santander 48.BBVA S.A. 49.Caja Navarra 50.La Caixa 51.Nordea 52.SEB İsviçre 53.Credit Suisse Group Togo 54.Financial Bank Danimarka 27.Eksport Kredit Fonden İngiltere Almanya 28.HypoVereinsbank 29.KfW IPEX-Bank 30.WestLB AG Amerika İtalya 31.Intesa Sanpaolo Uruguay 55.Barclays Plc 56.HBOS 57.HSBC Group 58.Lloyds TSB 59.Standard Chartered Bank 60.The Royal Bank of Scotland 61.Bank of America, 62.Citigroup. 63.E+Co 64.JPMorgan Chase 65.Wachovia 66.Wells Fargo 67.Banco de la República Oriental del Uruguay Ekvator Prensipleri ile özellikle sanayileşirken iklim değişikliğinin önlenmesi, tükenebilir kaynakların, doğanın, biyolojik çeşitliliğin, tarihsel ve kültürel mirasın korunması, yapılan yatırımların yerel halk tarafından kabul edilmesi ve yöre halkının yapılacak yatırımın sonuçlarından dolayı mağdur kalmaması gibi konuların kreditör finans kuruluşları tarafından sistematik olarak ele alındığı kurallar bütünüdür. Bu ilkeleri benimseyen banka sayısının da her yıl arttığı gözlenmektedir. 78 Bankacılar Dergisi e. Kyoto Protokolü Sera gazlarının küresel bir sorun olduğu ilk kez 1992 tarihinde Rio de Janerio’de yapılan Birleşmiş Milletler Toplantısı’nda gündeme gelmiştir. 1994 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) imzalanmıştır. Sera gazından kaynaklı iklim değişikliğini önlemek için taraflar antlaşmaya varmıştır. Kyoto Protokolü ise 1997 yılında Japonya’da, BM İklim Değişikliği Paneli görüşmeleri sırasında imzalanarak, sera gazı emisyonunun azaltılması sözleşmeye bağlanmıştır. Kyoto Protokolü uygulaması, Rusya’nın da katılımıyla 16.02.2005 tarihinde başlamıştır. 2005-2008 I. Dönem tamamlanmıştır, emisyon indirimi 2008—2012 yılları arası II. Dönem için geçerlidir. Protokolde yer alan ülkelerin konumu aşağıda yer almaktadır: Ek I Ek B Ek I Dışı 1992 yılındaki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Toplantısı’na katılan gelişmiş ve OECD ülkelerinden oluşmaktadır. Bu ülkeler sera gazı emisyonunu düşürebilmek için ulusal eylem planları hazırlama sözü vermişlerdir. EK I’de yer alan bu ülkeler (Türkiye ve Belarus hariç), 20082012 döneminde CO2 emisyonlarını, 1990 yılına göre yüzde5,2 azaltmayı taahhüt etmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler, Kyoto Protokolü’nü imzalayan ancak taahhüt altına girmeyen ülkelerden oluşmaktadır. Çin, Hindistan ve Brezilya gibi sadece sera gazı emisyonlarını izleme sözü vermişlerdir. ABD, Ek B ülkesi olarak yer almasına rağmen Kyoto Sözleşmesi’ni henüz imzalamamıştır. Türkiye 13 Mayıs 2009 yılında sözleşmeyi imzalamıştır, ancak halihazırda devam etmekte olan 2008-2012 yılları arasındaki dönem için emisyon indirimine tabi değildir. Türkiye’nin 2007 yılı seragazı envanteri, 2006 yılına göre yüzde 12 artışla 373 milyon ton CO2 eşdeğeri olarak açıklanmıştır. 1990 yılına göre artış ise yüzde119’dur. AB Emisyon Ticaret Sistemi (EU ETS) 1 Ocak 2005’ten itibaren aktiftir, CO2 ticareti yapılmaktadır. Burada emisyon indirimi taahhüt eden ülkelerdeki enerji, çimento, demir-çelik, rafineri, selüloz-kağıt gibi sektörlerdeki yaklaşık 10.000 firmaya ait emisyon kotaları işlem görmektedir. Kyoto Protokolü’ne, 2008-2012 yılları sonrasını kapsayacak olan 2012-2020 döneminde “ulaşım, havacılık, denizcilik, alüminyum, petro-kimya” gibi sektörlerin de dahil olması beklenmektedir. Kyoto Protokolü II. Dönem, 2012 yılında sona erecektir ve 2012-2020 yıllarını kapsayan yeni bir dönem başlayacaktır. Bu yeni dönemde sera gazı artışını belirli bir seviyede tutabilmek için yüzde20 sera gazı salınımında azalma hedeflenmektedir. Aralık 2009 tarihinde Kopenhag’da, 2012 sonrası izlenecek yaklaşım ve politikalar görüşülecektir. Bu toplantı Türk Sanayiisi ve finans sektörü için de kritik önem taşımaktadır. f. Birleşmiş Milletler Sorumlu Yatırım İlkeleri (Responsible Investment Principle: UN RPI) Bu ilkeler, Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde yatırım kararları verilirken ‘çevre, sosyal ve yönetişim (ÇSY)’ ilkelerinin gözetilerek, yatırımcılara uzun vadeli yatırım kararlarının alınmasında yardımcı olmak için 27 Nisan 2006 tarihinde oluşturulmuştur. Bu ilkeler, uzun vadeli bakış açısı elde edebilmek, varlıklardan kazanç oranını artırmak ve ortakların risklerini azaltmak ve yatırım faaliyetlerine toplumsal faydaları daha iyi dikkate alabilmek için uygulamaya koyulmuştur. UN PRI, sorumlu yatırımcılar vasıtasıyla ÇYS konularında iş birliğini ve en iyi uygulamaları teşvik etmekte ve ilan edilmesinden bu yana şirketleri çevresel, sosyal ve 79 Hülya Kurt kurumsal yönetişim konularında başarılı yönetim planları kurarak faaliyetlerine devam etmeye özendirmektedir. Gözetilen ana başlıklar aşağıdaki gibidir: 1. 2. 3. 4. 5. 6. ÇSY konularının yatırım analiz ve karar verme süreçlerinde dikkate alınması, ÇSY konularını mülkiyet politikaları ve uygulamalarıyla birleştirilmesi, Yatırımcıların ÇSY konularını açıklamasını sağlanması, Yatırım dünyasında “sorumlu yatırım ilkelerinin” teşvik edilmesi, En iyi ve etkin şekilde uygulamak için paydaşlarla birlikte çalışılması, Alınan eylemleri ve ilerlemelerinin ve sonuçların açıklanması. VI. Sonuçlar Görüldüğü üzere bankacılık sektörü için “sosyal ve çevresel risk” 1990’lardan itibaren önem kazanan, toplumsal baskılar, yasal düzenleme, yükümlülüklerle ve gönüllülük esasıyla yürütülen her geçen yıl daha fazla kurum tarafından benimsenen yeni bir alan olmuştur. Bu yeni konsept “sürdürülebilir bankacılık” olarak tanımlanmaktadır. Bankacılığın “sürdürülebilir” olabilmesi için, iki temel yapının bünyeye adapte edilmesi gerekir: • Çevresel, sosyal sorumluluk ve kurumsal yönetişimin konularının banka operasyonları içine entegre edilmesi, tüm çalışanlar tarafından benimsenerek uygulanması, bankacılık faaliyetlerinin çevreye minimum etkiyle gerçekleştirilmesi, sosyal sorumluluk projeleri ile sürdürülebilir iş süreçleri yaklaşımının desteklenmesi, • Çevresel ve sosyal sorumluluğun kurum felsefesi haline gelmesi, kurumsal yönetişimin benimsenmesi, ana iş kollarına dahil edilmesi, kurum kültür, politika ve stratejisine yansıtılmasıdır. Finansal kurumlar “sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasına” katkı da bulunulurken artan çevre problemleri, iklim değişikliği, ormanların azalması, hava kalitesi, biyoçeşitliliğin azalması, azalan doğal kaynak konularına duyarlılık göstermeye ve sistematik girişimlerle bir araya gelerek ortak çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Finansal kurumların bu duyarlılığı dünyada sürdürülebilir finans veya bankacılık denilen oluşuma öncülük etmiştir. İklim değişikliğinin etkileri içinde yaşadığımız gezegendeki yaşamı olumsuz yönde değiştirmeye başlaması, ekonominin tüm oyuncularını ve paydaşları bu konuda duyarlı olmaya ve düşük karbon ekonomisi üzerine kurulu yeni iş dinamikleri yaratmaya zorunlu kılmaktadır. Konu bir ülkenin veya bir kıtanın ötesinde global sorundur ve çözümünde de global ve çoğulcu yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Kaynakça: 80 Aizava M., The Equator Principles in Action, (Haziran 2007) www.infrastructurejournel.com. Environmental and Social Aspects in Portugal’s Banking and Insurance Sector, (2007), Bölüm:6). Global Reporting Initiative, http://www.globalreporting.org/GRIReports/GRIReportsList/ Green Financial Products and Services, North Americak Task Force of the UNEP FI (2007), sayfa 9-15 Kruger R., Sustainable development-The Banking&Finance Sector (daha fazla detay malesef veremiyorum) Lawrence P., Impact Assessment and Project Appraisal,( Mart 2009), “Equator Principles” STERN, N. (2006), The Economics of Climate Change, The Stern Review. Thompson P., International Journal of Bank Marketing, (1998) “Bank lending and the environment: policies and opportunities, sayfa 243-252, UNEP FI: http://www.unepfi.org/signatories/index.html?&no_cache=1, http://www.un.org/millenniumgoals/pdf/MDG%20Report%202009%20ENG.pdf http://www.equator-principles.com/ Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 Gelecek Nesilde Devletin ve Kamu Finansmanının Rolü* Vito Tanzi** Bu makale, mevcut güncel vergi sistemlerinin nasıl ortaya çıktığından ve finansal ‘termit’lerin vergi sistemlerinin temellerini nasıl zayıflatabileceğinden başlayarak devletin 20’nci yüzyıl boyunca değişen ve gelişen ekonomik rolünü tartışmakta; devletin rolünün harcama yönünü incelemekte ve özellikle Latin Amerika bağlamında gelecekteki olası gelişmeler hakkında tahminler yapmakta ve yorumda bulunmaktadır. 1. Giriş Bu makale, devletin 20’nci yüzyıl boyunca değişen ve gelişen ekonomik rolünü tartışmakta ve bu rolün gelecek on yıllar boyunca nasıl ve ne yönde gelişebileceği hakkında tahminler yapmakta ve yorumda bulunmaktadır. Elimizde onlar hakkında istatistiksel veri ve bilgiler mevcut olduğu için, bu makalede gelişmiş ülkeler üzerinde daha fazla duracağız. Bu makale, o kıta ve bölgede ülkelerin kişi başına düşen milli gelirleri ve ekonomik kalkınma ve gelişme düzeyleri arasındaki farklılaşmanın daha büyük olduğunun bilinciyle, Latin Amerika’daki gelişmeleri de irdeleyecektir. Ancak ele alınan bu konunun geniş kapsamlı olması, tartışmayı kaçınılmaz olarak yüzeysel ve biraz da izlenimci (empresyonist) hale getirmektedir. Kamu finansmanının gelecekteki kapsamı hakkında bir tartışma, kaçınılmaz olarak geçmiş olayların ve gelişmelerin incelenmesi ve gözden geçirilmesiyle başlamalıdır. Geçmiş, gelecek için daima bir başlangıç ve öndeyiştir ve her zaman geçmişi araştırmakla öğrenilebilecek pek çok şey mutlaka vardır. Biz de konuya mevcut güncel vergi sistemlerinin nasıl geliştiği sorusuyla başlayacağız ve daha sonra devletin oynadığı rolün harcama yönüne geçeceğiz. Son bölümde, devletin oynadığı bu rolün kamu harcamaları ve vergiler dışında araçlarla da oynanabileceğini göstereceğiz ve anlatacağız. Modern vergi sistemleri, büyük ölçüde ve oranda, (a) Büyük Buhran sırasında ve II. Dünya Savaşı sırasında ticarete konulan büyük kısıtlamalarla; (b) portföy sermayesinin sınırlı düzeyde hareketleriyle; (c) doğal kaynaklara yapılan doğrudan yatırımlar hariç, ülkeler arası yatırımların çok az olmasıyla; (d) II. Dünya Savaşından sonraki göç dalgaları hariç uluslararası insan hareketliliği ve göçlerinin çok az olmasıyla ve (e) insanların ülkeler arası hemen hemen hiç alışveriş etmemesiyle karakterize olmuş bir dönem olan 1930 ile 1960 arası dönemde gelişmişlerdir. Latin Amerika’da, bu dönem, zamanında CEPAL’ın (Comisión Económica para América Latina y el Caribe; Latin Amerika ve Karaipler İçin Ekonomik Komisyon) ve Raul Prebisch’in hararetle ve kuvvetle destekledikleri ithal ikamesi politikalarının popüler hale geldiği bir dönemdi. Bu on yıllar boyunca, egemen entelektüel rüzgarlar onları bu yönde itmeye ve zorlamaya başlamış olmasına rağmen, hükümetlerin daha sonraki on yıllarda üstlenecekleri geniş sosyal ve ekonomik sorumlulukları yüklenmeleri ve üstlenmeleri henüz beklenmiyordu. Vergi yükleri, genellikle, 1960’lı yıllara kadar, sanayileşmiş ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 30’unun altındaydı ve gelişmekte olan ülkelerde ve Latin Amerika ülkelerinde GSYİH’nin yüzde 20’sinin hayli altındaydı. * OECD’nin izni alınarak Türkçe’ye çevirisi Türkiye Bankalar Birliği tarafından yapılmıştır. Orijinal Kaynak: OECD Yayını, Vito Tanzi “The Role of the State and Public Finance in the Next Generation” in the OECD publication OECD Journal of Budgetting: Volume 2008 Issue 2, (tüm hakları saklıdır). ** Profesör Vito Tanzi, Uluslararası Para Fonu’nun Mali İşler Departmanı’nın eski Direktörüdür. Bu makale, ECLAC’ın (Birleşmiş Milletler Latin Amerika ve Karaipler İçin Ekonomik Komisyon) 28-31 Ocak 2008 tarihleri arasında Şili, Santiago’da yaptığı 20’nci Bölgesel Mali Politika Seminerinde bildiri olarak sunulmuştur. (www.eclac.cl) 81 Vito Tanzi 1930 ile 1960 yılları arasında, vergi alanında iki önemli teknolojik yenilik gerçekleştirildi. Bunlar, “global ve artan oranlı” gelir vergisi sistemi ve katma değer vergisiydi (KDV). Sanayileşmiş ülkelerde o on yılları karakterize eden ulusal gelirde maaş ve ücretlerin artan payları üzerinden uygulanan sosyal sigorta (güvenlik) vergileriyle birlikte bu iki gelişme, o ülkelerin vergi geliri seviyelerinde meydana gelen artışın çoğunu yaratan faktörlerdi ve OECD ülkelerinin çoğunda bu vergi geliri seviyeleri 1990’lı yıllara kadar GSYİH’nın yüzde 40’ını ve hatta birkaç ülkede GSYİH’nin yüzde 50’sini bile geçti. Buna rağmen. Arjantin, Brezilya, Uruguay ve bazı başka ülkeler hariç Latin Amerika ülkelerinde vergi seviyeleri bugün bile GSYİH’nin yüzde 20’sinin altındadır. 1938 yılında yayımladığı etkileyici bir kitabında, o tarihte Chicago Üniversitesi’nde profesör olan Henry Simons, bireylerin tüm gelir kaynaklarının ayrı parçalar olarak değil bir bütün olarak vergilendirilmesi (buna global gelir diyordu) ve bu toplam gelirin de yüksek ve artan oranlı bir sistemle vergilendirilmesi yönünde kuvvetle desteklenen bir öneride bulundu. Bu öneri, geçmiş uygulamalardan radikal bir ayrılmayı ve değişimi simgeliyordu. Georg Schanz gibi bazı Alman ekonomistler de benzer tavsiyelerde bulunmuşlardı (Musgrave, 1998’e bakınız). Yüksek marjinal vergi oranlarının caydırıcı ve engelleyici etkileri önemsiz görülerek hâlâ reddedilirken gelir dağılımının giderek artan bir kaygı ve endişe kaynağı olduğu bir dönemde bu yaklaşımın gelir ve özsermaye hedeflerini daha iyi karşılayacağı ileri sürülmüştü. Büyük Buhran sırasında (Roosevelt’in Yeni Düzeninden hemen sonra) ve II. Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde önerilen bu yüksek ve artan oranlı global kişisel gelir vergisi Amerika Birleşik Devletleri’nde çok popüler hale geldi ve İkinci Dünya Savaşı’nın finanse edilmesine yardımcı oldu. Bu vergi kısa zamanda “en adil” vergi olarak görülmeye başlandı. 1970’li yıllara kadar popülaritesini sürdürdü. II. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyadaki Amerikan etkilerinden dolayı, global gelir vergisi kavramı kısa zamanda diğer ülkelere de yayıldı. Savaştan sonra ve birkaç on yıl boyunca, Amerikan vergi danışmanları bu vergiyi hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde teşvik ettiler ve desteklediler. 1960’lı yıllarda, Latin Amerika’da, bu vergi, Amerikan Devletler Örgütü, Amerika Kıtası Kalkınma Bankası ve Birleşmiş Milletler’in Kennedy döneminde yarattıkları ve “Müşterek Vergi Programı” olarak isimlendirilen bir programla desteklendi. Bununla birlikte, Latin Amerika’da elde edilen sonuçlar, gelir üretme açısından, gelişmiş ülkelere kıyasla daha az üretken ve daha az verimli oldu. Diğer “teknolojik” yenilik olan katma değer vergisi ilk kez Fransa’da doğdu. Bu vergi, zaman içinde Avrupa Birliği’ni doğuracak ve Avrupa Birliği’ne dönüşecek olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun altı üyesi de dahil Avrupa ülkelerinin çoğunda yaygın olan işlemler üzerinden alınan hasılat (ciro, işlem) vergilerinin (aşamalı vergiler) yerini kısa zamanda aldı. KDV, o Topluluğun üyeleri tarafından memnuniyetle karşılandı, çünkü ihracata sıfır vergi oranı uygulanmasına ve ithalata vergi konulmasına ve tarh edilmesine izin veriyor ve böylece, bir yandan ülkelere istedikleri oranlarda vergi uygulama ve salma özgürlüğünü sağlarken bir yandan da ticari ortaklar arasındaki uyumsuzluğu ortadan kaldırıyordu. Ülkeler, büyük olasılıkla, uluslararası ticaret akışlarına müdahale etmeden, istedikleri veya gereksinim duydukları oranda KDV uygulamakta serbesttiler. Bu özelliği, KDV’yi, gümrük birliğine dahil olan ülkeler için faydalı bir enstrüman haline getirdi. Böylece, katma değer vergisi, ülkelerin çoğu için büyük ve önemli bir gelir kaynağı olarak kendisini kanıtlamış oldu. Latin Amerika da bu vergiyi Brezilya, Uruguay ve bazı başka ülkelerde derhal benimsedi ve uygulamaya soktu. Ardından, bu vergi diğer ülkelere de hızla yayıldı. Sanayileşmiş ülkelerde, kamu emeklilik fonlarını finanse etmek amacıyla işçi ücretleri ve gelirleri üzerinden alınan sosyal sigorta (güvenlik) vergileriyle birlikte, yukarıda bahsi geçen iki gelişme, çoğu ülkenin vergi sistemlerinin, özellikle refah devletleri olarak adlandırılan ve anılan ülkelerde devletin giderek artan fonksiyonları ve görevlerinin kamu gelirleri üzerinde yarattığı artış talebi ve baskısını finanse etmelerine olanak sağladı (bkz. Tanzi ve 82 Bankacılar Dergisi Schuknecht, 2000). Bununla birlikte, Latin Amerika ülkeleri, hükümetlerinin kamu harcamaları yoluyla ekonomide daha büyük roller üstlenmelerine ve oynamalarına olanak sağlayacak yüksek vergi seviyeleri ve gelirlerini yaratma konusunda son yıllara kadar daha az başarılı olmuşlardı. Bunun ikili bir sonucu oldu: birincisi, daha fazla gelir elde etme çabası içinde kötü vergilere başvurulması; ikincisi, sosyal hedeflere ulaşmak için kamu harcamalarından daha az etkili ve verimli olan araçlara bel bağlanması ve dayanılması. Bu konu, makalenin sonuç bölümünde irdelenmekte ve tartışılmaktadır. 2. Globalleşme ve Vergiler Son on yıllarda ve özellikle 1980 yılından beri, daha önceki on yılları karakterize etmiş bulunan ekonomik tabloyu ve manzarayı değiştirmekte olan bazı önemli gelişmeler meydana gelmektedir. Bu gelişmelerin sadece vergi sistemleri için değil aynı zamanda harcama politikaları için de önemli tezahürleri ve etkileri olmaktadır. Bu etkiler arasında en önemli olanlar şunlardır: • Ekonomilerin dışa açılması ve uluslararası ticarette olağanüstü artış ve büyüme. İthal ikamesi teorileri ve politikaları artık modaya uygun ve revaçta değildir. Dünya ekonomisi geçmişte olduğundan çok daha entegre ve bütünleşik bir hale gelmiştir. Bu büyümeye ve değişime hem gelişmiş ülkeler hem de gelişmekte olan ülkeler katkıda bulunmuşlardır. Latin Amerika için, bu globalleşme trendi ve eğilimi, 1950’li ve 1960’lı yılların ithal ikamesi politikalarına kıyasla gerçekten çok büyük ve asli bir değişimi temsil etmekte ve simgelemektedir. • Sınır-ötesi sermaye hareketlerinde fevkalade artış. Bu artışı, sermayenin hareketliliğinin önündeki engellerin kaldırılması teşvik etmiş ve kolaylaştırmıştır. Bu engellerin kaldırılması ise, iletişimi hem ucuz hem de hızlı hale getiren teknolojik yenilik ve icatlarla ve uygulamaya sokulan yeni politikalarla kolaylaştırılmıştır. Artık tüm sınırları günlük olarak geçmeye başlayan finansal sermaye miktarında olağanüstü bir artış olmuştur. Bu sermaye doğrudan yatırımları finanse etmekte, portföy yatırımlarını beslemekte, cari işlemlerdeki dengesizlikleri kapatmakta ve telafi etmekte ve yurtdışı gezilere çıkanların gereksinim duyduğu dövizi sağlamaktadır. Böylece, geçmişte bir ülkenin tasarruf oranı ile yatırım oranı arasında mevcut olan ve Feldstein ve Horioka tarafından vurgulanmış bulunan bağıntıyı bir dereceye kadar gevşetmiştir. Bu büyük sermaye akışı, aynı zamanda, hükümetlerin artık sadece yurtiçi tasarruflara dayanmak zorunda olmadıkları için daha büyük mali bütçe açıklarını bile finanse etmelerini de kolaylaştırmıştır. • Hem doğrudan yatırımların finanse edilmesi anlamında (hem doğal kaynaklardan elde edilen girdilerin üretilmesi hem de işlenmiş ürünlerin, yani imalat mallarının üretilmesi için) hem de ve özellikle aynı işletmelerin ve kuruluşların farklı ülkelerde bulunan bağlantılı parçaları arasında ticaretin teşvik edilmesi ve artırılması anlamında çokuluslu şirketlerin önemi çok fazla artmıştır. Şirketlerin çoğunun kendi ürünlerini sadece aynı ülke içinde ve hatta faaliyet gösterdikleri aynı şehir veya bölge içerisinde ürettikleri ve sattıkları dönemler artık çok gerilerde kalmıştır. İşletme ve kuruluşların farklı ülkelerde bulunan bağlantılı parçaları arasında ticaret, toplam dünya ticaretinde büyük ve giderek daha da artan bir paya sahip olmuştur. Bu ticaret, artık toplam dünya ticaretinin yarıdan fazlasını temsil etmektedir. • Kişi başına düşen milli gelirdeki artışla, hem mallar hem de insanlar için ulaşım ve nakliye giderlerindeki keskin düşüşle, nispi fiyatlardaki değişim hakkında ve bu değişimin yarattığı iş fırsatları hakkında insanların hızla ve hemen bilgi edinmesine olanak sağlayan bilgi akışındaki gelişmelerle ve daha liberal politikalarla birlikte bu uluslararası faaliyet ve gelişmeler de, ekonomik aktörler olarak oynadıkları rol anlamında ya da sadece turist ve tüketici olarak insanların hareketliliğinde yüksek ve büyük bir artışa da yol açmıştır. Hem sanayileşmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan veya yükselen piyasalarda çok büyük ve giderek artan 83 Vito Tanzi sayıda insan artık gelirlerinin tamamını veya bir kısmını doğdukları ve resmi ikamet adreslerinin halen bulunduğu ülkeler dışında başka ülkelerde kazanmaktadırlar. Aynı zamanda, çok büyük ve giderek artan sayıda insanlar, gelirlerinin bir kısmını resmen yaşamakta oldukları ülkelerin dışında da harcıyorlar. Sonuç olarak, artık tüm pazarlar daha global hale gelmiş bulunmaktadır. Bu gelişmelerin ülkelerin vergi sistemleri ve devletin ekonomik rolü üzerindeki tezahür ve etkilerini politikacılar, karar vericiler veya ekonomistler hâlâ tam olarak anlamamış bulunmaktadırlar. Devletin yüz yıl kadar önce klasik ekonomistler tarafından tanımlanmış bulunan açık ve sınırlı rolü, artık çok daha karmaşık ve çok daha az iyi-tanımlanmış ve daha sınırlandırılmış bir role doğru evrilmektedir. Giderek artan sayıda kanıt ve bulgular, yukarıda açıklanan gelişmelerin ülkelerin çoğunda vergi yöneticileri için güçlükler ve sadece birkaç tanesi için bazı fırsatlar da yaratmakta olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, bu gelişmeler, hem mevcut güncel ekonomilerde hem de özellikle geleceğin daha fazla globalleşmiş ekonomilerinde devletin optimum rolü hakkında sorular doğurmaktadır. Öncelikle bu vergi sorunları ve etkilerini, daha sonra da devletin optimum rolüne ilişkin sorunları ve etkileri ele alacağız. Yukarıda tanımlanan ve açıklanan gelişmelerden ötürü, bir ülkenin potansiyel vergi tabanı ve matrahı, artık eskiden olduğu gibi sadece o ülkenin kendi sınırlarıyla ve topraklarıyla sınırlı değildir ve bir ölçüde ve bir dereceye kadar dünyanın geri kalan kısımlarını da kapsayacak şekilde genişlemiş bulunmaktadır. Bunun nedeni, ülkelerin artık (a) yabancı finansal sermayeyi, (b) yabancı doğrudan yatırımları, (c) yabancı tüketicileri, (d) yabancı işçileri ve (e) emekliler de dahil gelir düzeyi yüksek yabancı insanları kendi ülkesine çekmeye ve tamamen veya kısmen vergilendirmeye çalışabilmesidir. Bu olanaklar geçmişte mevcut değildi ve bunlar ülkeler arasında “vergi rekabetini” körüklemektedir, çünkü en azından teoride her ülke bu yeni olasılık ve olanaklardan avantaj elde etmeye çalışabilir. Vergi rekabeti, bir dereceye ve ölçüye kadar, bir ülkenin vergi yükünün de en azından kısmen ihraç edilebileceği anlamına gelmektedir. Özellikle, artık küçük bir ülke de başka ülkelerin vergi tabanları ve matrahlarına geçmişte mümkün olmayan yol ve yöntemlerle “saldırabilmektedir”. Aynen okyanuslar ve atmosfer gibi “dünya vergi tabanı ve matrahı” da artık bir tür “ortak alan ya da orta malı” haline gelmektedir: bir dereceye ve ölçüye kadar tüm ülkelerin kendi avantaj ve yararları için ve muhtemelen başka ülkelerin zararına istifade etmeye çalışabilecekleri, ancak mülkiyet hakları ve sınırları açıkça belirlenmemiş bulunan bir ortak kaynak. Latin Amerika ülkeleri de bu problemden bağışık değildirler. Vergi rekabeti, kısmen, ülke için vergilemenin ve vergileme için ülkenin önemiyle de bağlantılı ve ilgilidir. Bu vergi rekabeti, bazı hassas faaliyetlerdeki ve işlerdeki vergi yükünü hafifleterek, belirli yer ve ülkeleri (örneğin Kosta Rika veya İrlanda veya Lüksemburg) bazı yatırımcılar için ve belirli bazı faaliyet ve işler için diğer yer ve ülkelere kıyasla daha çekici ve cazip hale getirmeyi hedefler. Bu konu, özellikle sermayeyi bir ülkeye cezp etmek ve rakip ülkelerden uzaklaştırmak amacıyla kullanılan vergi teşvikleri açısından büyük önem taşır. Bir yerin veya ülkenin çekiciliği: (a) işletme ve kurumların gelirleri üzerinden alınan kanuni vergi oranları; (b) vergi uygulamaları (idari giderler ve uyum giderleri); (c) vergi sisteminin kestirilebilirliği ve öngörülebilirliği ya da hem vergi oranları hem de idari koşullar ve gereklilikler açısından zaman içinde “vergilerin kesinliği”; (d) hukuki saydamlık ya da bir başka deyişle vergi kanunlarının açık ve berrak olması; (e) vergi gelirlerinin kullanımı ya da bir başka deyişle, vatandaşların veya kurumların ödedikleri vergiler karşılığında devletten aldıkları hizmetler; (f) gelecekteki vergi artışlarının kestirilmesine yardımcı olabilecekleri için mali bütçe açıkları ve kamu borçları ve daha genel olarak, (g) ülkenin mevzuattan, yolsuzluklardan, suç eylemlerinden, hukukun üstünlüğü ve egemenliğinden ve benzeri faktörlerden çok etkilenen ekonomik iklimi veya yatırım iklimi gibi çeşitli farklı faktörlere ve kıstaslara bağlıdır. 84 Bankacılar Dergisi İnsanlar, günümüz ortamında yüksek vergi oranlarıyla ya da düşmanca ve hasmane bir vergi iklimiyle karşılaştıklarında: (a) ceteris paribus (diğer tüm konuların sabit olması ve diğer tüm konularda eşitlik) koşulunun da gerçekleşmesi şartıyla, “tercihlerini ayaklarıyla gösterebilir” ve kendilerine daha dostça ve daha iyi davranan başka bir finansal ortama göç edebilirler; (b) finansal varlık ve birikimlerini yurtdışına, daha güvenli ve daha düşük vergi alan ülkelere göndererek “tercihlerini portföyleriyle gösterebilirler”; (c) ülke içinde kalabilir, fakat vergiden kaçınmak için her fırsatı daha titizlikle ve daha sıkı takip eder ve kullanırlar ve (d) açıkça vergi kaçırabilir ya da kaçırdıkları vergiyi artırabilirler. Globalleşme ve vergi rekabeti, hem bireylerin hem de kurum ve şirketlerin bu seçenekleri kullanmalarını kolaylaştırmaktadır. Bu faktörler, vergi matrahlarının vergi oranlarına göre esnekliğini artırmıştır. Bu gelişme ve eylemler de, devletin gelecekte oynaması beklenen veya oynayabileceği rolü etkilemektedir. Vergi rekabeti, olumlu bir global gelişme mi, yoksa olumsuz bir global gelişme midir? Bu soruya verilecek yanıt hakkında görüşler arasında keskin ve derin farklılıklar vardır. Bazı ekonomistler, özellikle de kuramsal ekonomistler ve kamunun tercihi ve seçimi temayülüne yakın olan ekonomistler, vergi rekabetini açıkça faydalı ve yararlı bir olgu olarak görme eğilimindedirler. Maliye bakanları, vergi yöneticileri ve politika-odaklı ekonomistler ise vergi rekabetini daha ziyade bir problem olarak görme eğilimini göstermektedirler. Vergi rekabeti lehine ileri sürülen temel tez ve görüşler şöyledir: • Vergi rekabeti, ülkeleri, özellikle finansal sermaye ve çok kalifiye işçiler gibi hareketli vergi tabanları ve matrahları üzerindeki yüksek vergi oranlarını düşürmeye zorlar. • Vergi rekabeti, toplam vergi gelirini azaltarak devletleri verimsiz kamu harcamalarını azaltmaya zorlar. Bu “starve the beast” teorisi Milton Friedman tarafından desteklenmiş ve Amerika Birleşik Devletleri’nde 1980’li yıllarda Reagan yönetimi sırasında popüler hale gelmiştir. • Vergi rekabeti, büyük olasılıkla, dünya ekonomik tasarruflarını daha verimli ve üretken yatırımlara yöneltir. • Daha düşük vergi gelirinden dolayı, politikacıları (karar vericileri) devletin ekonomik rolünü daha odaklı ve daha etkin ve verimli hale getirmeye zorlar. • Vergi rekabeti, hareketsiz vergi tabanları ve matrahlarına daha fazla bağımlı olan bir vergi yapısına yol açar ve bu da, vergilemenin refah maliyetini azaltır. Bu argümanlara ve tezlere karşı, vergi rekabetini zarar verici bulan başkaları da vardır. Bu görüşlerin belli başlıları şunlardır: • Kamu harcamaları sıklıkla azalma ve düşürme baskılarına karşı politik ya da hukuki sebeplerle inatçı ve durağan olduğu için, vergi rekabeti, mali bütçe açıklarının ve kamu borçlarının artmasına ve dolayısıyla makroekonomik istikrarsızlıklara sebep olabilir ve yol açabilir. • Hükümetler, vergi rekabetinden ötürü kamu harcamalarını kısmaya ve azaltmaya zorlandıklarında, onu koruyan güçlü politik seçmenleri etkileyebilecek verimsiz kamu harcamalarını kısmazlar, daha ziyade ve daha çok sermaye (yatırım) harcamalarını ya da işletme ve bakım harcamalarını kısma eğilimi gösterirler. • Vergi rekabeti, “vergi bozulması” diye adlandırabileceğimiz bir duruma da yol açabilir ya da bir başka deyişle, hükümetler kaybettikleri vergi gelirlerini telafi etmek için kötü vergiler çıkartarak ve salarak kamu gelirlerinin düzeyini korumaya yeltenebilir ve çalışabilirler. 85 Vito Tanzi • Vergi yükünün mobil ve hareketli unsurlardan (finansal sermaye ve çok kalifiye insanlar) hareketsiz unsurlara (büyük ölçüde emek geliri) doğru kayması vergi sistemini daha az adil hale getirir. • Emek geliri üzerinden alınan vergilerin artması, yeraltı (kayıt dışı) ekonominin ve vergi kaçağının büyümesi ve artması için uyarıcı etki yapar ve gayri resmi faaliyet ve eylemleri teşvik eder. • Vergi rekabeti (ve ona gösterilen tepkiler), vergi idaresini ve vergi uyumunu daha pahalı ve güç hale getirebilir. Vergi karmaşıklığının artması, vergi rekabetinin sıklıkla karşılaşılan bir sonucudur, çünkü vergi idarecileri vergi rekabetiyle daha karmaşık kurallar getirerek savaşmaya çalışırlar. Bu sebeple, vergi sistemleri giderek daha karmaşık ve içinden çıkılmaz hale gelmektedir (Bkz. Tanzi, 2006b). Globalleşmenin vergi gelirleri üzerindeki niceliksel etkisini tahmin etmek ve belirlemek güçtür. Bu da, bazı gözlemcilerin globalleşmenin vergi geliri üzerindeki etkisini göz ardı etmelerine yol açmıştır. Ancak aslında bu etkinin yakından gözlemlenmesi en azından bazı etkilerin tanımlanmasına yardımcı olabilir ve yüksek vergi uygulayan ülkeler için gelecekte giderek artacak olan güçlüklere işaret edebilir: • Bir grup olarak alındıklarında OECD ülkelerinde, pek çok ülkede büyük mali bütçe açıkları daha yüksek vergi geliri gerektirmesine rağmen, vergilerin GSYİH’a oranındaki artış 1990’lı yıllarda durmuştur. Giderek artan sayıda OECD ülkesinde, ortalama vergi rasyosu, içinde bulunduğumuz on yıl içerisinde düşmüştür. Tam tersine, Latin Amerika’da, birkaç önemli ülkede son yıllar olumlu ekonomik döngünün de kolaylaştırdığı bir etkiyle daha yüksek vergi geliri getirmiştir. • Kısmen vergi rekabetinin etkileriyle son iki on yıllık dönem içerisinde çoğu ülkede hem marjinal kişisel gelir vergilerinin hem de kurumlar vergilerinin oranları önemli oranda ve düzeyde düşmüştür. Bununla birlikte, vergi tabanları ve matrahlarındaki genişleme ve büyümeden dolayı ve bazı ülkelerde işletmelerin ve kurumların gelirlerinin milli gelir içindeki payının artmasından dolayı kurumlar vergilerinin GSYİH içindeki paylarında bir düşüş olmamıştır. • Lüks mallardan alınan tüketim (gider) vergilerinin oranları, son iki on yıllık dönem içinde çoğu ülkede büyük oranda düşürülmüş ve bu da, bu vergilerden elde edilen gelirde büyük azalmalara yol açmıştır. Bu düşüş, katma değer vergilerinde ve bazı ülkelerde de petrol ve tütün ürünleri vergilerinde yapılan artışlarla telafi edilmiş ve karşılanmıştır. Lüks mal ve ürünlerden alınan vergilerdeki azalma, kısmen, vergi mükelleflerinin yurtdışı gezilerinin artması ve böylece, taşınması kolay ve pahalı mallar üzerinden alınan tüketim (gider) vergisi oranının en düşük seviyede olduğu yerlerden alışveriş yapma olanaklarının artmasının da bir sonucudur. İnternet aracılığıyla alışveriş yapma olanakları da bu sonuca katkıda bulunan etkenler arasındadır. • “Global gelir vergisi”, popülaritesini yitirmektedir. İskandinav ülkelerinin ve Uruguay da dahil bazı başka ülkelerin getirdikleri çifte gelir vergileri de, global gelir vergisinin cazibe ve çekiciliğini kaybetmesinin bir örneğidir. Çifte gelir vergisi, geçmişte gelir üzerinden vergilerde uygulanmış bulunan “farklı kaynaklardan sağlanan gelirlerin farklı tarifeye göre ayrı ayrı vergilendirilmesi” sistemine bir de facto (fiili) geri dönüştür. • Götürü usulle (düz oranlı) vergilendirmeye ve “tüketime dayalı vergilere” ilgi giderek artmaktadır. Bununla birlikte, şu ana kadar bu vergileri sadece birkaç ülke çıkartmış ve koymuş bulunmaktadır. 86 Bankacılar Dergisi Son on yıl içerisinde yazdığım bazı makalelerde, finansal ‘termitler’ olarak adlandırdığım etkenlerin yükselmesinden söz ettim. Bu ‘termitler’, globalleşme, vergi rekabeti ve yeni teknolojiler arasındaki karşılıklı etkileşimden kaynaklanmaktadırlar. Biyolojik muadillerinin ahşap binalarda yaptıkları etkiler gibi, finansal ‘termit’ler de vergi sistemlerinin temellerini zayıflatabilir ve ülkelerin yüksek vergi seviyelerini yükseltmelerini ve tercih ettikleri vergi yapısını sürdürmelerini giderek daha güç ve zor hale getirirler. Bu konuda çok fazla detaya girmeden sadece bu ‘termit’lerin bir kısmından söz edeceğim. Bu konuda daha detaylı bilgi ve açıklama için, bkz. Tanzi (2001). Bu ‘termit’lerin birincisi elektronik ticarettir. Elektronik ticaret, hem tüketim malları ve hizmetleri için hem de ara malların ve yatırım mallarının girdileri için hem ülke içinde hem de ülkeler arasında çok hızlı artmakta ve büyümektedir. Elektronik ticaretteki bu büyümeye, ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılalarında fiziksel ürünlerden gayrimaddi sermaye ve aktifler de dahil dijital ürünlere doğru giderek artan yönelim de eşlik etmekte ve onu kolaylaştırmaktadır. Bu tip ticaret, eski faturaya-dayanan ticarete kıyasla örneğin gümrük memurlarının fark edebileceği daha az izler bırakmaktadır ve bundan ötürü vergilendirilmesi de daha güçtür. Elektronik ticaret, bu nedenle, zaman zaman onunla nasıl başa çıkacaklarını bilemez gibi görünen hem vergi idarecileri hem de kanun yapıcılar ve yasama organları için büyük sorun ve güçlükler çıkartmaktadır. Katma değer vergilerinden elde edilen gelirler bu gelişmeden açıkça etkilenmiş durumdadır. İkinci ‘termit’, elektronik paradır (kredi kartları ve diğer tipler). Gerçek para giderek artan bir oranda yerini elektronik kartların çiplerine gömülmüş ve iliştirilmiş elektronik paraya bırakmaktadır. Yabancı bankalardaki mevduatlar veya gizli banka hesapları kullanılarak bir “purse” yazılım satın alınabilir ve bu da çeşitli ticari işlemlerin takip edilmesini ve vergilendirilmesini daha da güçleştirebilir. Elektronik paranın kullanılması, ülkelerin kağıt para emisyonundan elde ettikleri “senyoraj” gelirlerini de azaltabilir. Üçüncü bir önemli ‘termit’ de, aynı çokuluslu şirketin farklı ülkelerde bulunan farklı kısım ve birimleri arasındaki işlemlerden (yani, şirket-içi veya grup-içi işlemler) kaynaklanır. Bu işlemler bir çokuluslu şirketin kendi iç işlemleri olduğundan dolayı, bu işlemlerde “transfer fiyatları” kullanmak gerekir - yani, çokuluslu şirketin belirli bir ülkede kurulu bulunan bir biriminin aynı şirketin farklı vergi sistemleri uygulayan ve şirketlerin gelirleri üzerinden farklı oranlarda vergiler alan başka ülkelerde kurulu bulunan başka birimlerinden mal veya hizmet “satın alması” halinde uygulanan fiyatlar. Nihai ürünler için bir girdiden ibaret olduklarından ötürü, bu satılan veya satın alınan mal veya hizmetler, açık pazara çıkartılamaz ve açık pazarda alınıp satılamaz. Bundan dolayı, bu işlemde referans alınabilecek piyasa rayiçleri ya da “serbest piyasa” fiyatları mevcut olmayabilir. Özellikle: (a) özel olarak belirli bir nihai ürün (örneğin, belirli bir jet uçağı) için yapılan ve hazırlanan girdilerde; (b) belirli bir değer tespit edilmesi gereken telif hakları, ticari markalar ve patentlerin kullanılması halinde; (c) genel merkez Ar&Ge giderlerinin veya diğer sabit giderlerinin dağıtımı ve tahsisinde ve (d) bir çokuluslu şirketin bir biriminin başka bir birimine açtığı ve kullandırdığı krediler ve borçlar üzerinden uygulanacak ve belirli bir cari piyasa oranı tespit etmenin güç olduğu faizlerde problemler ortaya çıkar. Bu maliyet ve gider kalemlerinin tespit edilmesi ya da aynı şirketin farklı birimleri arasında alınıp satılan mal ve hizmetlerin fiyatlarının tespit edilmesi genellikle güçtür ve keyfidir. Bu sistem, şirketleri, kurum ve şirket kârları üzerinden uygulanan nominal vergi oranlarının düşük olduğu (İrlanda gibi) ülkelerde daha fazla kâr ya da bu vergi oranlarının yüksek olduğu (Almanya gibi) ülkelerde daha az kâr göstermeye ve beyan etmeye yönelik manipülasyonlar yapmaya sevk eder. Şirketlerin “transfer fiyatlarını” stratejik amaçlarla kullanmaları, çokuluslu şirketlerin ödediği toplam vergilerde önemli bir azalmaya yol açarak vergi idarecilerine büyük ve önemli sorunlar yaratabilir. Başka bir ‘termit’ de, offshore (kıyı bankacılığı) finans merkezleri ve vergi cenneti olarak adlandırılan yerlerin var olması ve hızla büyümeye devam etmesidir. Hem Uluslararası 87 Vito Tanzi Para Fonu hem de Birleşmiş Milletler, bu vergi cennetlerinde tutulan mevduatların toplamının dev boyutlara ulaştığını tahmin etmektedirler. Bu vergi cennetlerinin ayırt edici karakteristikleri şöyledir: (a) yabancı finansal sermayeyi çekmek ve cezp etmek amacına yönelik düşük vergi oranları; (b) bu ülkelerde tutulan mevduatların sahiplerinin kimliğini tespit etmeyi olanaksız kılan ya da güçleştiren kurallar (isimsiz hesaplar, bankacılık sırrı, vb.) ve (c) bu mevduatların sahiplerinin ikamet ettiği ülkelerin elinde bu mevduatlar hakkında herhangi bir bilginin bulunmaması ya da bu ülkelerin bu mevduatlar üzerinde herhangi bir düzenleyici (yasama veya yürütme) yetkisinin bulunmaması. Bu vergi cennetleri, sermayenin kaynağını aldığı ülkelerden gerçek kişiler ve tüzel kişilerin ilgili ulusal vergi otoritelerinin vergilendirmesi güç olan gelirler elde etmelerine ve kazanmalarına olanak sağlamaktadırlar. Başka bir önemli ‘termit’ de, finans piyasasına son yıllarda devamlı ve kesintisiz girmekte olan yeni, egzotik ve kompleks finansal enstrümanlardan oluşmaktadır. Normal ve sıradan bir vatandaşın tasarruflarını yatırdığı finansal enstrümanları kavrayabildiği, anlayabildiği ve kolaylıkla seçebildiği günler artık çok gerilerde kalmıştır. Yeni finansal enstrümanlar, artık son derece zeki ve yüksek ücretli kişiler için tasarlanmaktadır ve zaman zaman da özellikle ve bilhassa vergi ödemekten kaçınacak şekilde (vergi kaçıracak şekilde değil) tasarlanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, bu durum, bazı milyarderlerin gelirleri üzerinden bizzat kendi şoförlerinin bile ödediği oranlardan çok daha düşük oranlarda vergi ödeyebilmelerine olanak sağlamıştır. Sonuç olarak, (normal bir eğitim almış bulunan ve mütevazı gelir ve maaşları olan) vergi idaresi çalışanlarının da bu gelişmeleri takip etmeleri giderek daha güç hale gelmektedir. Yukarıda açıklanan ve sayılan gelişmelerin ve burada bahsi geçmeyen diğer etkenlerin vergi gelirleri ve vergilendirme yapıları üzerinde ve belirli vergi matrahları ve tabanlarının kullanımı üzerinde giderek büyüyen ve artan bir etkisi olacaktır. Bu etki, doğal olarak, bazı ülkeler için daha büyük ve diğerleri için daha az önemli olabilir ve olacaktır. Devletin uzun vadede kamu harcamaları yoluyla oynadığı rol ülkelerin vergileri ve özellikle belirli tiplerde vergileri artırma ve vergi gelirlerini yükseltme kabiliyetlerine bağlı olduğu için, bu rol de doğal olarak etkilenecektir. Bu finansal ‘termit’lerin varlığından tabii ki tüm ülkeler etkileneceklerdir. Bununla birlikte, Arjantin, Brezilya ve Uruguay veya benzeri birkaç Latin Amerika ülkesi ve çeşitli Avrupa ülkeleri gibi vergi oranlarının yüksek olduğu ülkelerin bunlardan daha fazla etkilenecekleri tahmininde de bulunabiliriz. Aynen elektronik ticaret gibi transfer fiyatları da tüm ülkeler için açık bir endişe ve kaygı kaynağıdır ve Latin Amerika’da giderek daha fazla sayıda yatırımın özsermayeyle değil bu vergi cennetlerinden gelen ve aktarılan kredilerle finanse edilmesi olasılığı da tabii ki aynı kaygıyı yaratmaktadır. Latin Amerika ülkeleri başka bir dertten de muzdariptirler: ulusal gelir içinde maaş ve ücretlere giden pay, sanayileşmiş ülkelere kıyasla çok daha düşüktür. Bunun anlamı şudur: devletin gelirini artırmak için, ya maaş ve ücretler üzerinden çok yüksek oranlarda vergi almak gerekmektedir ya da maaş ve ücret dışı gelir kalemlerinin makul oranlarda vergiye tâbi tutulması gerekmektedir. İkincisiyle yaşanan problem, maaş ve ücretler dışında kalan ve büyük şirketlerden veya kamu sektöründen elde edilen bu gelir kalemlerini vergilendirmenin çeşitli sebeplerle güç olmasıdır: bu gelir kalemlerinin bir kısmı gayri resmi (kayıt-dışı) sektörden ya da serbest meslek sahiplerinden gelmektedir; bir kısmı ve bazıları (faizler, temettüler, sermaye kazançları, kira gelirleri ve bazı diğer kâr tipleri gibi) sermaye getirileri ve geri dönüşleridir ve bunları tespit etmek ve bulmak güç olabilir ve bunlar, genellikle, bu gelir kalemlerini yaratan sermayenin kolaylıkla ve rahatlıkla ülke dışına kaçabileceği korkusu ve endişesiyle hafif ve düşük oranda vergilendirilirler. Sonuç, anormal ve olağandışı bir durumdur: Latin Amerika’da egemen olan yüksek Gini katsayılarından dolayı kişisel gelir içinde baskın bir pay sahibi olan üst gelir dilimleri (ondabirlik dilimler) çok az vergi öderler ve bu da toplam vergi geliri üzerinde kuvvetli bir aşağı doğru inme baskısı yaratır. Sabit oranlı 88 Bankacılar Dergisi (götürü) vergilere yönelmek, bu problemin çözümünde faydalı olmaz. Çeşitli farklı kaynaklara göre, Latin Amerika’daki (ağırlıklandırılmamış) vergileme seviyeleri son on yıllar içerisinde çok az değişmiş ve GSYİH’nin yüzde 20’sinin altında kalmıştır (Bkz. Lora, 2007a). 3. Kamu Harcamalarının Rolü Son yarım yüzyıl, Latin Amerika ülkeleri de dahil hem gelişmekte olan ülkelerde hem de sanayileşmiş ülkelerde hükümet ve devletlerin kamu harcamaları yoluyla oynadıkları rolde önemli gelişmelere tanıklık etmiştir. Bu bölümde, bu gelişmelerin bir kısmı ele alınacak ve irdelenecektir. Daha sonraki bir bölümde ise, hükümetlerin ve devletlerin gelecekte oynayabileceği rolün üzerindeki perdeyi kaldırmaya çalışacağız. Pek çok sanayileşmiş ülkede vergi seviyeleri, bugün tarihsel olarak en yüksek düzeylerine yakındır ve hatta bir yüzyıl önceye kıyasla çok daha yüksek bir düzeydedir. Şu anda gelişmiş ülkeler sınıfında olan ve hakkında veri ve bilgiler bulunan 18 ülkeden oluşan bir grubun kamu harcamaları ve vergi geliri seviyeleri, 1870 yılında GSYİH’lerinin sadece yüzde 13’ü kadardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde daha da düşük seviyeler vardı (Bkz. Tanzi ve Schuknecht, 2000). Bu istatistiksel veriler, son on yıllar boyunca Latin Amerika’da hâkim olan düşük seviyelerden bile çok daha düşüktü. Sonuç olarak, o tarihlerde kamu harcamaları çok kısıtlı ve sınırlıydı ve büyük oranda milli savunma, insanların ve malların korunması, kamu idaresi, adalet ve büyük kamusal işler ve projeler gibi “temel” veya olmazsa olmaz fonksiyonlar üzerinde odaklanmıştı. Bunlar, ana hatlarıyla ve geniş olarak, Adam Smith’in 1776 yılında yayımladığı “The Wealth of Nations” (Ulusların Serveti) isimli eserinde tanımladığı fonksiyonlardı. O tarihte, savaşlar sebebiyle, Latin Amerika’da vergi oranları Avrupa’daki vergi oranlarından daha yüksekti. 20’nci yüzyılda, devletin ekonomik rolüne yönelik kamusal davranış kalıplarında ve bakış açılarında değişim görülmeye başlandı. Hükümetler ve özellikle doğrudan genel oy hakkını tanımış bulunan demokratik hükümetler, devletin ekonomik rolünün bazı sosyal ve/veya yeniden dağıtım fonksiyonlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi yönünde, kendi vatandaşlarından gelen baskılar altındaydılar. Bu baskılar, özellikle 20’nci yüzyılın ikinci yarısında, kamu harcamalarında fevkalade ve olağanüstü bir genişlemeye yol açtı. Kamu harcamaları, I. Dünya Savaşı sırasında büyümeye ve artmaya devam etti, fakat büyüme ve artış hızı 1960 yıllarına kadar yavaş seyretti. Bu konudaki en büyük artış ve hızlanma, başta Avrupa ülkelerinin çoğu olmak üzere pek çok ülkenin, bireylerin “beşikten mezara kadar” ekonomik koruma altına alınmasını hedefleyen kamusal programlar oluşturdukları ve uygulamaya koydukları 1960 ile 1980 arası dönemde gerçekleşti. Bu programlar arasında kamu emeklilik fonları, halk sağlığı programları, ücretsiz devlet okulları, büyük ve geniş ailelere verilen sübvansiyonlar, işsizlik tazminatı, özürlülere verilen destekler, kamu konut programları ve benzeri planlar sayılabilir. Bu programların bir sonucu olarak, çeşitli Avrupa ülkelerinde kamu harcamalarının düzeyi 20’nci yüzyılın sonlarına doğru GSYİH’nin yüzde 50’sine yaklaştı ve hatta bu oranı aştı. Latin Amerika ülkeleri, vergi geliri seviyelerini yükseltemedikleri için kamu harcamalarını Avrupa ülkeleri düzeyine çıkartamadılar. Sadece Arjantin ve Uruguay ve daha sonraları Brezilya gibi Avrupa etkilerine en fazla açık olan Latin Amerika ülkeleri, kamu harcamalarını ve bunları finanse etmek için gereken vergileri yükseltmeye çalıştılar. Ancak bu ülkeler, kamu harcamalarının düzeyi Avrupa seviyelerine ulaşmamış olsa bile, makroekonomik sorunlar ve güçlüklerden kaçınmak için yeterli oranda vergi de toplayamadılar.(1) Brezilya bu konvoya geç katılanlardandı, çünkü 1970’li yıllara kadar hem vergi geliri hem de harcama düzeyi düşüktü. Ancak daha sonraki yıllarda, özellikle kamu emeklilik fonları için yaptığı harcamaların etkisiyle, kamu harcamaları (ve vergi gelirleri) köklü ve çarpıcı oranda arttı ve son yıllarda Avrupa seviyelerine yaklaştı. 89 Vito Tanzi Vergi geliri seviyelerini önemli oranda yükseltemeyen, fakat buna rağmen ekonomide daha büyük ve önemli roller üstlenme baskısı altında kalan Latin Amerika ülkeleri, benzer hedef ve amaçlara ulaşmak için kamu harcamaları dışındaki araçları da giderek artan bir oranda kullanmaya başladılar. Bu konuya daha ileri bölümlerde tekrar döneceğiz. Sanayileşmiş ülkelerde ve özellikle Avrupa ülkelerinde kamu harcamalarında görülen büyük artışın (aynı dönem içerisinde kişi başına düşen milli gelirde görülen büyüme ve artıştan ayrı olarak) bu ülkelerin vatandaşlarının çoğunluğunun refahında hakiki ve gerçek bir artış ve yükselmeye katkıda bulunup bulunmadığı hakkında ya da kamu harcamalarında daha düşük bir artış olsaydı ve daha az kamu hizmeti almalarına rağmen, (daha düşük vergi ödedikleri için) vatandaşların ceplerinde daha çok para kalsaydı bunun vatandaşlar için daha iyi olup olmayacağı hakkında çeşitli tartışmalar olmuştur ve olmaktadır. Kamu harcamalarındaki artış, sıklıkla yukarıda bahsi geçen sosyal hizmetlerin bedelini ödemek doğrultusunda ve yönünde olmuştur. Kamu sektörünün bu müdahaleleri, sıklıkla ve genellikle, kâr amacı gütmeyen hayır kurumları ve kuruluşlarının ya da özel karşılıklı yardım ve asistans kuruluşlarının yerini aldığı için, vatandaşların özel programlar kanalıyla aldıkları veya alabilecekleri sosyal korumaya yönelik gayri resmi düzenlemelere ve programlara, net bazda, mutlaka ya da kendiliğinden bir ekleme veya artış yapmamaktadırlar. Bazı ülkelerde, gerçekten gereksinimi olan insanlara gayri resmi yollarla önemli sosyal korumalar sağlayan çok kapsamlı sosyal ve toplumsal ağlar kurulmuştu ve vardı. Gerçekçi olmak gerekirse, vatandaşların refahının, hükümetlerin kamu harcamaları politikaları kanalıyla ve yoluyla etkilemek istedikleri, beklenen ortalama yaşam süresi, bebek ölüm oranı, eğitimde sağlanan başarılar, okuryazarlık oranları, kişi başına düşen milli gelirde artış, enflasyon ve benzerleri gibi belirli sosyoekonomik göstergeler ve değerlere bağlı olduğu düşünülebilir ve varsayılabilir (Bkz. Tanzi ve Schuknecht, 1997 ve 2000). Tanzi ve Schuknecht’in topladığı bulgu ve kanıtlar, bir tarafta ülkelerin kamu harcamalarının onların GYSİH’leri içindeki paylarında gözlemlenen değişimler ile diğer tarafta yukarıda sayılan bu sosyoekonomik göstergelerde (istenen yönde) gözlemlenen değişimler arasında, gelişmiş ülkelerde son on yıllar boyunca varsa bile sadece çok az ve küçük bir ilişki bulunduğunu göstermiştir. Kamu harcamalarının diğer ülkelerden çok daha fazla ve daha büyük oranda artmasına izin veren ülkeler (“büyük devlete sahip” ülkeler), ortalama olarak, devletlerini daha küçük ve daha zayıf tutan ülkelere kıyasla bu göstergeler açısından aslında daha iyi niceliksel sonuçlar elde etmediler ve göstermediler. Tanzi ve Schuknecht’in ulaştıkları bu sonuçlar (2000), UNDP’nin hazırladığı “İnsani Gelişmişlik Endeksi” (İGE) tahminleriyle de kuvvetli bir biçimde desteklendi.(2) Ancak bu İGE’lerin hazırlanıp yayımlandığı son yıl 2005 yılıdır. İGE’lerin aynı yıl için kamu harcamalarının GSYİH içindeki paylarına karşı grafiği çizilerek haritası çıkartılabilir. Daha fazla kamu harcaması yapmak daha yüksek seviyelerde “insani gelişmişliği” desteklese ve teşvik etse idi, daha yüksek düzeyde ve daha fazla kamu harcaması yapan ülkelerde insani gelişmişlik seviyelerinin de daha yüksek olması gerekirdi. Tablo 1, 19 gelişmiş ülke için, 2005 yılında kamu harcamalarının GSYİH içindeki paylarını ve bu ülkelerin İGE açısından sıralamasını göstermektedir. Şekil 1 ise, bu ilişkinin görsel bir temsilini ve gösterimini sunmaktadır. Ulaşılan dikkate değer bir sonuç da, kamu harcamaları ile İGE arasında pozitif bir ilişki ve bağıntının mutlak yokluğudur. Daha yüksek kamu harcaması yapan ülkelerin İGE sıralamasındaki yerleri daha yukarıda değildir. Örneğin, İGE sıralamasında en yüksek sıraları paylaşan dört ülkenin - Norveç, Avustralya, Kanada ve İrlanda - kamu harcamalarının GSYİH’leri içindeki paylarının ortalaması yüzde 37,6 iken, kamu harcamalarının en yüksek seviyede olduğu dört ülkenin - İsveç, Fransa, Danimarka ve Finlandiya - ortalama İGE sıraları 9’un üzerindedir. Bu son dört ülkenin kamu harcamalarının GSYİH’leri içindeki paylarının ortalaması yüzde 53,5’dir. Kamu harcamalarının GSYİH’leri içindeki payları yüzde 44,7 ile yüzde 56,6 arasında olan on ülkenin ortalama İGE sıraları 12,7 iken, kamu harcama90 Bankacılar Dergisi larının GSYİH’leri içindeki payları yüzde 34,4 ile yüzde 42,3 arasında olan ülkelerin ortalama İGE sıraları 7’dir. Dolayısıyla, en azından kişi başına düşen milli gelirleri ve gelişmişlik ve kalkınmışlık düzeyleri açılarından çok farklı olmayan bu çok gelişmiş ülkeler grubu için, İGE kriterine göre yapılan ölçümlerin ışığında, kamu harcamaları ile refah arasında, en iyi ihtimalle, herhangi bir pozitif ilişki ve bağıntı yoktur. En kötü ihtimalle ise, negatif bir ilişki ve bağıntı var gibi gözükmektedir.(3) Kamu harcamalarında gelişmiş ülkeler için yüzde 40 civarında olduğu anlaşılan belli bir düzeye ulaşıldıktan sonra, en azından İGE kriteriyle yapılan ölçümlerin gösterdiğine göre, daha fazla kamu harcaması yapmak ülkenin refahını artırır gibi gözükmemektedir. Bu ülkeler grubunu bırakmadan önce, 1990’lı yıllarda çok yüksek seviyelerde kamu harcaması yapmış bulunan ve en iyi performansı gösteren ülkelerin bir kaç tanesinin kamu harcamalarını keskin bir şekilde ve önemli düzeyde düşürdükleri ve bundan dolayı görünürde herhangi bir ciddi sorunla veya sonuçla karşılaşmadıklarından bahsetmek de kayda değer olabilir (Tablo 2’ye bakınız). Tablo 1: 2005 yılında sanayileşmiş ülkelerde kamu harcamalarının düzeyi ve insani gelişmişlik endeksleri Ülke İsveç Fransa Danimarka Finlandiya Avusturya Belçika İtalya Almanya Hollanda İngiltere Norveç Kana Yeni Zelanda Japonya İspanya ABD İsviçre Avustralya İrlanda Kamu Harcaması (GSYH’nın yüzdesi) 56.6 54.0 52.8 50.4 49.9 48.8 48.3 46.9 45.5 44.7 42.3 39.3 38.3 38.2 38.2 36.6 35.8 34.6 34.4 Sıralama 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 İnsani Gelişim Endeksi Sıralama 5 9 13 10 14 16 18 19 8 15 1 3 17 7 12 11 6 2 4 Kaynaklar: Kamu harcamaları verileri OECD’den (2007), OECD Ekonomik Görünüm No. 81, Cilt 2007/1, Haziran, OECD, Paris yayınından alınmıştır; insani gelişmişlik endeksleri (İGE) ise UNDP’den (2007), İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008, Birleşmiş Milletler, New York yayınından alınmıştır. Tablo 1 ve Tablo 2’deki veri ve bilgiler, bir ülkenin hükümetinin bir pazar ekonomisinde bir kamu sektörünün harcama eylemleriyle ulaşılması ve gerçekleştirilmesi gerçekçi olarak beklenebilecek ve umulabilecek olan hedeflerin tümüne ulaşması ve bu hedefleri gerçeğe dönüştürmesi için GSYİH’nin diyelim ki yüzde 35’i civarında bir kamu harcaması düzeyinin yeterli olması gerektiği sonucunu destekler gibi gözükmektedir. Kamu harcamaları etkin ve verimli yapıldığı ve iyi odaklandığı takdirde, daha düşük bir harcama yüzdesi ve oranı bile yeterli ve mümkün olabilir. Ancak maalesef ülkelerin çoğunda kamu harcamaları ne verimli ve etkindir ne de iyi odaklanmıştır. Bunun sonucu da, daha fazla kamu harcaması yapmanın kitlelerin mutluluğunun ve sosyal refahın artırılacağı yönünde bir garantisinin olmamasıdır. 91 Vito Tanzi Tablo 2: Seçilmiş belirli ülkelerde kamu harcamaları (GSYH’nın yüzdesi) Ülke Norveç Avustralya Kanada İrlanda İsveç İGE Sıralama 1 2 3 4 5 Kamu Harcaması 1992 2007 55.7 41.0 38.6 34.0 53.3 39.1 45.1 34.4 71.1 54.1 Fark -14.7 -4.6 -14.2 -10.7 -16.7 Kaynaklar: Kamu harcamaları verileri OECD’den (2007), OECD Ekonomik Görünüm No. 81, Cilt 2007/1, Haziran, OECD, Paris yayınından alınmıştır; insani gelişmişlik endeksleri (İGE) ise UNDP’den (2007), İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008, Birleşmiş Milletler, New York yayınından alınmıştır. Tablo 1’de atıf yapılan gelişmiş ülkeleri bırakıp Latin Amerika ülkelerine geçtiğimizde, Latin Amerika’da, çoğu ülkede yetersiz olduğu ve yetersiz kaldığı anlaşılan kurumsal ve fiziksel altyapıları geliştirme ve iyileştirme gereksinimi nedeniyle, gelir dağılımının çok dengesiz olması nedeniyle ve yoksulluğun çok yaygın olması nedeniyle kamu sektörü müdahalesine duyulan gereksinimin açıkça daha fazla ve daha büyük gözüktüğünü kavrıyor ve anlıyoruz. Aynı zamanda, Latin Amerika ülkelerinde kamu sektörlerinin Tablo 1’de gösterilen ülkelerin kamu sektörlerinden muhtemelen daha az verimli ve daha az etkin olduğu gerçeğiyle de yüz yüze geliriz. Tüm bunlara ek olarak, bu ülkelerin gelir elde etme ve paralarını verimli ve etkin bir biçimde harcama kapasitesi de çok daha sınırlıdır. Yukarıda bahsi geçen ikilem, Latin Amerika ülkelerinin vatandaşlarının anket sorularına verdikleri yanıtlara da yansımaktadır. Yeni yayımlanmış bir OECD raporunda da (OECD, 2007b, sayfa 37) açıkça belirtildiği gibi: “Latin Amerikalıların çoğu, kendi ülkelerinde temel kamu hizmetlerinin kalitesinin iyi olmadığını söylüyorlar. Latinobarometro kamuoyu anketlerine göre, Latin Amerikalıların yüzde 92’si kendi hükümetlerinin temel eğitime daha fazla para ayırması ve harcaması gerektiği, yüzde 75’i de kendi hükümetlerinin sosyal güvenliğe daha fazla para ayırması ve harcaması gerektiği görüşünü ifade etmektedirler (vurgular tarafımızdan eklenmiştir)”. OECD, ayrıca, nüfusun sadece küçük bir kesiminin (2003 yılında yüzde 15 ve 2005 yılında yüzde 21) vergilerin iyi ve doğru harcandığına güvendiğini ve Latin Amerika’da uygulanan mali politikaların gelir dağıtımının düzelmesinde ve iyileşmesinde sadece çok az ve küçük bir olumlu etki yaptığına inandığını da rapor etmektedir.(4) Dolayısıyla, bir lokantada porsiyonların küçük ve yemeklerin kötü olduğundan yakınan bir müşterinin klasik örneğiyle karşı karşıyayız. Latin Amerikalıların çoğu, hükümetin sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik ve sigorta için daha fazla harcama yapmasını istemekte, fakat yine çoğu bu harcamaları artırmanın sorunları iyileştirme ve düzeltme konusunda çok az etki yapacağına da inanmaktadır. Daha fazla kamu harcaması yapmak daha fazla vergi veya daha fazla kamu borcu anlamına geldiği için, toplanan daha fazla vergi gelirinin verimli ve etkin harcanıp harcanmayacağı sorusu da gündeme gelecektir. İnsani Gelişmişlik Endeksinde, Latin Amerika ülkelerinin sıralaması ve derecelemesinin de kamu harcamaları seviyesiyle çok az ilişkisi ve bağıntısı var gibi gözükmektedir. Tablo 3, çeşitli farklı Latin Amerika ülkelerinin bu endeksle ilgili bağıl konumları ve pozisyonlarını göstermektedir. Bu ülkeler için konuyu karmaşıklaştıran bir faktör de, ülkelerin kişi başına düşen milli gelirleri ve ekonomik gelişmişlik ve kalkınmışlık düzeyleri arasında büyük farklar bulunması ve bu farkların da sıralama ve derecelemeyi kaçınılmaz olarak etkilemesidir, çünkü daha zengin olan ülkeler, hükümetlerinin ne yaptığına ve nasıl bir politika izlediğine bakılmaksızın daha yüksek İGE puanları alma eğilimi göstermektedirler. Tüm bunlara rağmen, düşük İGE sırası ve derecesinden ve çok yüksek harcama seviyelerinden dolayı Brezilya’nın durumu ve konumu çarpıcı düzeyde ilginçtir. Küba’nın sırası ve derecesinin de gösterdiği gibi, belirli odaklara yönelmiş sosyal harcamaların bir ülkenin kişi başına düşen milli gelirinden beklenen seviyeye kıyasla çok daha yüksek bir derece ve sıra üretebileceği ve yaratabileceğini de ekleyebiliriz. 92 Bankacılar Dergisi Yüksek kamu harcamalarını finanse etmek için gereksinim duyulan daha yüksek vergi geliri, bu vergi gelirini sağlayan mükelleflerin serbest kullanabilecekleri gelirlerini azaltır ve bu da, onların ekonomik özgürlüklerini ve pazardan istedikleri şeyleri satın alma kabiliyetlerini kısıtlar ve azaltır. Özellikle vergilerin verimli ve etkin olmayan bir biçimde toplanması ve harcanan paranın verimsiz ve kötü kullanılması halinde, uzun vadede, yüksek vergi seviyelerinin ekonominin etkinliği ve verimliliği üzerinde ve ekonomik gelişme ve kalkınma üzerinde olumsuz bir etki yapması da çok muhtemeldir. Tablo 3: Çeşitli Latin Amerika ülkelerinde insani gelişmişlik endeksine göre sıralamalar, 2005 Ülke Barbados Arjantin Şili Uruguay Kosta Rica Bahamalar Küba Meksika Trinidad - Tobago Panama Brezilya Dominik Sıralama 31 38 40 46 48 49 51 52 59 62 70 71 Ülke St. Lucia Venezuella Kolombiya Dominik Cum. Belize Grenada Surinam Peru Ekvator Paraguay Bolivya Sıralama 72 74 75 79 80 82 85 87 89 95 117 Kaynak: UNDP (2007), İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008, Birleşmiş Milletler Daha yüksek kamu harcaması yapan ülkeler için yanıtlanması gereken açık bir soru da, toplumsal refahı azaltmadan ve daha yoksul olan nüfus kesimlerini incitmeden yapılabildiği takdirde, kamu harcamaları seviyesinin (ve dolayısıyla vergi seviyeleri ve oranlarının) düşürülmesi gerekip gerekmediği sorusudur. Bir başka deyişle, kamu harcamaları seviyesini düşürdüğümüzde objektif bir kritere göre toplumsal ve sosyal refah azalmıyorsa, kamu harcamaları azaltılabilir ve vergi gelirleri kesilebilir. Bu, insanların çoğunun kendi vergiden önceki gelirlerinin daha büyük bir kısmı üzerinde takdir ve seçim hakkına sahip olmalarına ve özel olarak onlara sağlanan faydalara ve mallara daha fazla erişme imkanı bulmalarına da olanak sağlayacaktır. Yani kısaca bu paranın nasıl harcanacağına hükümet değil vatandaşların kendileri karar vereceklerdir.(5) Tabii ki, vergi seviyelerinin ve kamu harcamalarının temel kamusal mallar için gereksinim duyulan asgari düzeyde kaynağı bile temin edemeyecek kadar düşük düzeyde olduğu ülkelerde böyle bir argüman anlamsız ve mantıksızdır. Kamu harcamaları düzeyi çok yüksek olabileceği gibi, çok düşük de olabilir. Başta özellikle gerçekten yoksul olan insanlara yardım etme gereği olmak üzere, devletin ekonomide harcamalar yoluyla etkili olma rolünü haklı çıkartmak için ekonomistlerin ileri sürdükleri ve savundukları teorik gerekçe ve sebepler, hükümetler daha etkili olabilirlerse ve daha verimli eylemlere girebilirlerse ve vergi gelirlerinin doğru kullanımı üzerinde daha iyi odaklanabilirlerse, kamu harcamalarının GSYİH içindeki payı açısından bugün çoğu ülkede gördüğümüzden çok daha küçük paylarla pekâlâ tatmin edilebilir ve karşılanabilir.(6) Günümüzde kamu harcamalarının büyük çoğunluğu sadece orta ve daha yüksek sınıfların “yararına” olmaktadır. Ancak aynı zamanda, vergi “yükünün” de çoğu bu aynı sınıflara yüklenmektedir. Konuyu farklı bir şekilde ifade edersek, hükümet bu sınıfları bir yandan vergilendirirken bir yandan da sübvanse etmekte ve böylece, klasik bir aracı rolünü oynamaktadır. Hükümet açısından ve cephesinden, bu aracılık, kaçınılmaz olarak hem vergilendirme tarafında hem de kamu harcamaları tarafında verimsizlikler ve engelleyici ve vazgeçirici etkiler yaratmaktadır. Tartışmamıza devam etmeden önce, şimdi, çeşitli farklı Latin Amerika ülkelerinde sosyal harcamalarla ilgili bazı istatistiksel verileri inceleyelim. Bu harcamalar, her biri yüzde 93 Vito Tanzi yirmilik beş dilime ayrılmaktadır (ayrıca OECD 2007b, sayfa 40’a da bakınız). Tablo 4, eğitimle ilgilidir. Tablo 5, sağlıkla ilgilidir. Tablo 6 ise sosyal güvenlik ve sigortayla ilgilidir. Bu tablolar, bize zaten bildiğimiz şeyleri söylemektedirler, fakat bunu çok çarpıcı bir tarzda ve biçimde yapmaktadırlar. Tablo 4’den çıkartılacak temel ders şudur: temel eğitim için yapılan kamu harcamaları hemen hemen herkesin faydasına ve yararına olur iken - ve hatta nüfusun en yoksul yüzde 20’sine çocuklarını özel okullara gönderebilen en zengin kesimden ve dilimden çok daha fazla faydalı gibi gözükürken - orta ve özellikle yüksek eğitime geçtiğimizde ve geçerken, kamu harcamaları içindeki pay en zengin nüfus kesimleri ve dilimlerine doğru yükselmektedir. Bu harcamalardan en fazla faydayı sağlayan kesim, aslında daha zengin olan dilimlerdir. Bu, hakkında istatistiksel veri bulunan tüm ülkelerin karakteristik bir özelliği gibi görünmektedir ve özellikle yüksek eğitim için en açık ve en belirgin düzeyindedir. Guatemala’da, yüksek eğitim için yapılan kamu harcamalarının tam olarak yüzde 82’si sadece en üst yüzde yirmilik nüfus dilimine gitmektedir. Brezilya’da bu oran yüzde 76’dır. Paraguay’da ise yüzde 56’dır. Devletin nüfusun en üst yüzde 20’lik dilimini sübvanse eden bir harcama rolünü üstlenmesini savunmak güçtür. Devletin yüksek eğitim vermek konusunda özel sektörden daha verimli ve daha etkin olduğunu söylemek ve savunmak da güçtür. Sağlık için yapılan harcamalar ise daha düzgün ve daha düzenli dağılır gibi görünmektedir ve bu da, özel sektörün yoksulların parasını karşılayabilecekleri etkin ve verimli bir sağlık hizmetleri pazarı yaratmasının daha güç ve daha zor olmasından dolayı bu alanda kamu harcamaları için daha kuvvetli bir temel yaratmaktadır. Tabii ki, bu da, sağlık için yapılan kamu harcamalarına duyulan gereksinimi aydınlatmaktadır. Sosyal güvenlik ve sigorta için yapılan sosyal harcamalar konusunu ele almadan önce, Tablo 4 ve Tablo 5’de verilen veri ve bilgilerin sosyal harcamaları faydalar arasında değil yüzde yirmilik nüfus dilimleri arasında paylaştırdıkları ve dağıttıkları gözlemini eklemek de faydalı olabilir. Ekonomistler arasında sosyal harcamaları sağladıkları faydalarla tanımlamak gibi bir alışkanlık olagelmiştir. Bununla birlikte, aslında bu ikisinin farklı kavramlar olduklarını ve aralarında önemli farklılık ve ayrılıkların olabileceğini kavramamız ve bilmemiz gerekir. Yapılan sosyal harcamalar, sıklıkla, kamu hizmetlerini kullanan vatandaşlara değil, okul öğretmenleri, okul idarecileri, doktorlar veya hemşireler gibi bu hizmetleri sağlayan ve veren kişilere gider. Oysa faydaların okul çocukları (öğrenciler), hastalar ve benzerleri gibi bu kamu hizmetleri kullanan kişiler tarafından alındığı varsayılır. Çoğu durumda, kamu hizmetlerini sağlayan ve sunan kişiler, hizmetlerden yararlanan kişilere kıyasla daha yüksek gelir dilimlerinden gelen insanlardır. Bazı durumlarda, özellikle verimsizlik, yetersizlik (beceriksizlik) veya yolsuzluk gibi sorunlar varsa, sosyal harcamalar bu hizmetleri alan kişiler için bir “fayda” bile olmayabilir. Bundan dolayı, harcamalara göre dağılım yapmak, bu faydaların daha yoksul gruplara dağılımını abartabilir. Bazı hallerde, kamu hizmetlerini sağlayan ve sunan kişiler, faydaların çoğunu örneğin yüksek maaş ve ücretler yoluyla kendilerine kanalize edebilirler (Bkz. Tanzi, 1974). Bu, tabii ki, emekli maaşı gibi nakdi faydalar için sözkonusu değildir. Tablo 6, sosyal güvenlik ve sigorta faydalarının daha yüksek gelire sahip sınıflar tarafından ne ölçüde ve derecede kendilerine özgülenebileceği hakkında açık bir izlenim sunmaktadır. Tabloda gösterilen ülkeler için, nüfusun en alt yüzde 40’ı toplam faydanın sadece maksimum yüzde 24’ü (Arjantin) ile minimum yüzde 2’si (Kolombiya) arasında bir yerlerde pay almaktadır. Öte yandan, nüfusun en üst yüzde 20’lik dilimi ise, toplam faydanın yüzde 80’i (Kolombiya) ile yüzde 30’u (Arjantin) arasında bir yerlerde pay almaktadır. Kamu emeklilik sistemlerinden emekli olan kişiler nüfusun toplamına göre izafi bir azınlıktan ibarettir ve aslında emeklilik yaşına ulaşan en yoksul vatandaşlar da değildirler. Dolayısıyla, genellikle kayıt dışı sektörlerde çalışan ve düzenli işi bulunmayan yoksullar bu emeklilik programlarından istifade etmedikleri için, sosyal gereksinim ve ihtiyaçlar tezine dayanarak devletin emeklilik sistemlerindeki rolünü savunmak ve gerekçelendirmek aslında güçtür. 94 Bankacılar Dergisi Tablo 4: Seçilmiş Latin Amerika ülkelerinde eğitim için yapılan sosyal harcamaların nüfusun gelir dilimlerine dağılımı (Yüzde) Ülke Arjantin (1998) Bolivya (2002) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim Brezilya (1997) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim Şili (2003) Kolombiya (2003) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim Kosta Rica (2000) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim Ekvator (1999) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim El Salvador (2002) İlk öğretim Orta öğretim Guatemala (2000) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim Jamaika (1997) İlk öğretim Orta öğretim Meksika (2002) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim Nikaraguay (1998) Paraguay (1998) İlk öğretim Orta öğretim Yüksek öğretim Peru (2000) Dominik Cum. Uruguay 1998) 1. 21 17 25 15 3 17 26 7 0 35 24 37 24 3 21 32 18 3 15 35 15 3 2. 20 17 25 18 5 18 27 12 1 27 23 28 27 8 20 25 21 8 20 26 24 13 3. 21 21 23 24 17 18 23 28 3 19 20 19 23 17 19 19 22 14 20 20 25 16 4. 20 22 18 24 30 19 17 33 22 13 19 12 19 31 21 15 22 30 22 13 22 28 5. 18 23 10 19 45 27 8 19 76 6 14 4 8 42 19 10 17 45 23 6 14 40 27 11 17 21 3 0 25 20 21 25 12 0 23 26 21 23 23 6 17 25 21 21 31 11 8 18 21 10 32 82 31 10 19 30 14 1 11 21 30 14 2 16 25 28 27 15 20 26 20 7 14 20 26 18 5 18 26 23 21 25 19 20 21 15 20 20 21 25 8 19 24 19 15 30 23 16 26 33 21 20 15 24 29 21 16 16 6 20 19 8 19 44 35 19 8 19 56 26 9 15 Kaynak: Inter-American Development Bank için çeşitli resmi kaynaklardan toplanan bilgi ve verilerden adapte edilmiştir. CEPAL (2006), Panorama Social de America Latina (Latin Amerika’nın Sosyal Panoraması), Latin Amerika ve Karaipler Ekonomik Komisyonu, Santiago’ya da bakınız. Varılan en önemli sonuç şudur: Genel olarak orantılı ve hatta (şahsi gelirler üzerinden ve hem reel hem de finansal servetler üzerinden alınan düşük vergilerden dolayı) azalan oranlı olan vergi sistemleriyle birlikte, sosyal güvenlik ve sigorta da dahil son yıllarda ortalama olarak GSYİH’nin yaklaşık yüzde 15’i oranında olan ve son iki on yıl boyunca artmakta olan (Bkz. ECLAC, 2005 ve Lora, 2007a) ve Latin Amerika’da “sosyal kamu 95 Vito Tanzi harcamaları” adı verilen harcamalar, dünyada en yüksek düzeyde olan Gini katsayılarıyla karakterize olma niteliğini sürdüren gelir dağılımını iyileştirme ve düzeltme konusunda çok az etkili olmaktadır. OECD (2007b, sayfa 31) ve IMF (2007, sayfa 30), Latin Amerika’da uygulanan mali politikaların Gini katsayılarını bölgenin tamamında normalde en fazla yüzde bir ya da iki puan azaltma ve esas olarak Panama’dan ötürü sadece Orta Amerika bölgesinde ortalama yüzde 4,5 puan civarında azaltma yönünde bir marjinal etki yaptığı gerçeğine dikkati çekmişlerdir. Aynı zamanda, (aslında verimsiz ve etkisiz olan) sosyal harcamalara gösterilen dikkat ve ilginin, hükümetleri, modern bir toplumun gereksinim duyduğu kurumsal ve reel altyapıları kurma konusundaki temel ve asli rolünden uzaklaştırdığı ve asıl ilgiyi ve dikkati gerçekten yoksul olan kesimlere göstermekten ve onlar üzerinde odaklanmaktan alıkoyduğu argümanı da pekâlâ ileri sürülebilir. Tablo 5: Seçilmiş Latin Amerika ülkelerinde sağlık için yapılan sosyal harcamaların nüfusun gelir dilimlerine dağılımı (Yüzde) Ülke Arjantin (1998) Bolivya (2002) Brezilya (1997) Şili (2003) Kolomiya (2003) Kosta Rica (2000) Ekvator (1999) El Salvador (2002) Guatemala (2000) Honduras (1998) Meksika (2002) Nikaraguay (1998) 1. 30 11 16 30 18 29 19 26 17 22 15 18 2. 23 15 20 23 19 25 23 23 18 24 18 23 3. 20 14 22 20 19 20 23 21 23 24 21 22 4. 17 25 23 17 22 15 24 18 25 17 23 19 5. 10 35 19 9 22 11 11 12 17 14 22 18 Kaynak: Inter-American Development Bank için çeşitli resmi kaynaklardan toplanan bilgi ve verilerden adapte edilmiştir. CEPAL (2006), Panorama Social de America Latina (Latin Amerika’nın Sosyal Panoraması), Latin Amerika ve Karaipler Ekonomik Komisyonu, Santiago’ya da bakınız. Tablo 6: Seçilmiş Latin Amerika ülkelerinde sosyal güvenlik ve sigorta için yapılan sosyal harcamaların nüfusun gelir dilimlerine dağılımı (Yüzde) Ülke Arjantin (1998) Bolivya (2002) Brezilya (1997) Kolombiya (2003) Kosta Rica (2000) Ekvator (1999) Guatemala (2000) Meksika (2002) Uruguay (1998) 1. 10 10 7 0 12 4 1 3 3 2. 14 13 8 2 12 7 3 11 7 3. 20 14 15 5 12 21 5 17 15 4. 27 24 19 13 18 22 15 28 24 5. 30 39 51 80 45 46 76 42 52 Kaynak: Inter-American Development Bank için çeşitli resmi kaynaklardan toplanan bilgi ve verilerden adapte edilmiştir. CEPAL (2006), Panorama Social de America Latina (Latin Amerika’nın Sosyal Panoraması), Latin Amerika ve Karaipler Ekonomik Komisyonu, Santiago’ya da bakınız. Çeşitli farklı devlet reformları (politik reform ve adalet ve yargı sistemi reformu, kamu idaresi, vergi sistemleri, mali ademi-merkeziyetçi düzenlemeler, düzenleyici çerçeve, emeklilik sistemleri ve programları ve benzeri reformları da dahil) sonucunda bir kaç Latin Amerika ülkesinde bir miktar ilerleme ve düzelme sağlandığı yönündeki raporlara rağmen (Bkz. Lora, 2007b), Latin Amerika’da devletin hangi ekonomik rolleri üstlenmesi ve oynaması gerektiği konusunda hâlâ önemli oranda bir kafa karışıklığı mevcuttur. Çoğu ülkede (esas olarak Arjantin ve Brezilya hariç) son iki on yıl içerisinde vergi gelirlerinde bir artış görülmediği, fakat buna rağmen sosyal harcamalar arttığı için, kamu kaynaklarının temelde kamu yararlarını finanse etmekten çıktığı ve aslında çoğu gerçekten yoksul olan insanlar - yani, 96 Bankacılar Dergisi gelir dağılımının en alttaki yüzde yirmilik dilimi üzerinde odaklanmayan sosyal programlara kanalize edildiği yönünde bir endişe ve kaygı varlığını sürdürmektedir.(7) Son yıllarda, bazı kamu transferlerini daha fazla odaklı hale getirmeye yönelik daha çok çaba gösterilmiştir. Bu kamu transferleri, bunları alan nüfus kesimlerine sunulan özel teşviklerle birleştirilmiş ve böylece şartlı hale getirilmiştir. Bu programlara örnek olarak Şili’deki solidario, Arjantin, Brezilya, Panama ve Peru’daki Bolsa Familio, Meksika’daki Progresa ve Nikaragua’daki Hambre Cero gösterilebilir. Bunlar elbette önemli programlardır, fakat vergi teşvikleri değişmediği sürece ve sosyal harcamalardan en büyük faydayı nüfusun daha üst dilimleri ve kesimleri almaya devam ettiği sürece, bu programların Gini katsayıları üzerindeki etkisi mütevazı ve az olacaktır. 4. Devlet Müdahalesi İçin Kullanılan Finansal Enstrümanlar Sanayileşmiş ülkelerde ve Latin Amerika ülkelerinde devletin gelecekte oynayacağı rolün tartışıldığı son bölüme geçmeden önce, kaynakların dağılımı, ekonominin stabilizasyonu, gelirin yeniden dağıtılması ve ekonomik kalkınma ve gelişme gibi çeşitli hedeflere ulaşmak için hükümetlerin kullandıkları ve kullanabilecekleri çeşitli enstrümanları kısaca tanımlamak ve açıklamak faydalı olabilir. Musgrave’in (1959) ünlü yaptığı üçlüye (triloji), ekonomik kalkınma ve gelişmenin de ek bir hedef olarak ilave edildiği fark edilecektir. Bunun sebebi, şu anda hükümetlerin izlemekte oldukları politikaların çoğunun üç ünlü Musgrave hedefinden herhangi birisine kolaylıkla girmemeleri, fakat bunun kamu faydasını artırmak amacıyla kaynakların tahsisi ve dağılımının otomatik bir sonucu olmasına izin vermektense, ekonomik kalkınma ve gelişmeyi teşvik etmeyi hedeflemesidir. “Mali politikayı” sadece ve münhasıran vergiler ve kamu harcamaları terimleriyle ve bu açılardan düşünme yönünde bir eğilim olagelmiştir. Bu miyop yaklaşım, mali politikanın vergiler ve kamu harcamaları gibi geleneksel enstrümanlar dışında başka enstrümanlarla teşvik edilebileceğini ve geliştirilebileceğini anlayamamış ve kavrayamamıştır. Mevcut koşullara ve içinde bulunulan zamana bağlı olarak, bu enstrümanların bazıları kullanılmış ve diğerlerine tercih edilmiştir. Ancak bazen ve zaman zaman enstrümanlar değişmesine rağmen, aslında devletin ana ve temel hedeflerinin hep yukarıda sayılan dört hedef olarak kaldığı not edilmeli ve anlaşılmalıdır. Şimdi, “mali” enstrümanlar adını verdiğim enstrümanların daha tam bir listesini vereyim. Daha kapsamlı ve geniş olmasına rağmen bu liste yine de bazı önemli enstrümanları unutmuş olabilir. • Kamu (devlet) harcamaları, tabii ki ve doğal olarak en geleneksel ve en açık mali enstrümandır. Kamu harcamalarının hem seviyesi hem de yapısı veya bileşimi önemlidir ve bunlar ayrı enstrümanlar olarak da düşünülebilirler. • Vergiler de bir diğer açık mali enstrümandır. Fakat vergiler aslında en azından dört adet birbirinden ayrılabilir ve potansiyel enstrümandan oluşmaktadırlar: vergilerin seviyesi, vergi sisteminin yapısı, “vergi harcamaları” ve vergi teşvikleri. Bunların tümü kullanılmışlardır, fakat bazı ülkeler daha ziyade ve daha çok vergilerin seviyesi ve vergi sisteminin yapısına dayanırlarken (İskandinav ülkeleri), diğerleri daha çok ve daha ziyade “vergi harcamaları” (Anglo-Sakson ülkeleri) ve vergi teşvikleri (Asya ülkeleri ve gelişmekte olan ülkelerin çoğu) üzerinde durmaktadırlar. • Kurum ve kuruluşların millileştirilmesi ve özelleştirilmesi. Farklı dönemlerde ve farklı ülkelerde, millileştirme (devletleştirme) ya da özelleştirme politikaları hükümetin hedef ve amaçlarını gerçekleştirmek için enstrümanlar olarak kullanılmışlardır. Çoğu ülke için, II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllar millileştirme (devletleştirme) yıllarıydı. 1980’li yıllar ve özellikle Washington Uzlaşısının popüler hale geldiği 1990’lı yıllar ise özelleştirme dönemi ve yılları oldular. 97 Vito Tanzi • Araziler gibi belirli mal ve varlıkların kamulaştırılması, zaman zaman, özellikle Latin Amerika ülkelerinde, mali politikanın güçlü bir enstrümanı olmuştur. Fakat günümüz dünyasında bu enstrüman artık daha az kullanılmaktadır. • Zorunlu askerlik. Hükümet, bazı vatandaşları, örneğin gençleri, karşılığında herhangi bir ücret ödemeden (ya da çok küçük bir ücret karşılığında) zorunlu askerlik hizmeti veya başka kamu hizmetleri yapmaya zorlayarak vergilendirebilir. Geçmişte insanların emeklerini yollar ve kamu binaları inşa etmek, savaşlarda savaşmak ve benzeri gibi amaçlarla sarf etmeye zorlandıkları geçmiş yıllarda zorunlu askerlik çok önemliydi. Fakat bu enstrüman da bugün artık daha az kullanılmaktadır. • Belgelendirme ve ruhsatlandırma. Hükümet, bazı ekonomik faaliyetlerin yapılabilmesi ve yürütülebilmesi için doğrudan doğruya devletten ya da devletin yetki verdiği belirli kurum ve kuruluşlardan belirli bazı ekonomik belge ve ruhsatların alınması şartını getirebilir. Bazı ülkelerde, pek çok ekonomik faaliyete girmek için sertifika ve ruhsat alma zorunluluğu vardır. Geçmişte zaman zaman belgelendirme ve ruhsatlandırma etkinliği belirli kişi grupları için “konuma bağlı rant” yaratmanın bir aracı olarak kullanılmıştır. • Regülasyonlar da, kolaylıkla ve benzer etkilerle vergilerin ve harcamaların yerini alabilirler (Bkz. Tanzi. 1998). Regülasyonlar sık sık harcamaların ve vergilerin yerini almışlardır. Regülasyonlar; çoklu kur oranları, parasal baskı ve politik amaçlara yönelik krediler, fiyat ve ücret kontrolleri, tercihli ve imtiyazlı istihdam kotaları ve benzerleri gibi enstrümanlar aracılığıyla izlenebilir ve uygulanabilir. Her durum ve koşulda, net sonuç, bazı ekonomik faaliyetleri (dolaylı ve üstü kapalı yollarla) vergilendirirken, diğerlerini sübvanse etmektir. Regülasyonlar, geçmiş on yıllar boyunca Latin Amerika ülkelerinde çok önemli ve baskın bir rol oynamışlardır. Son olarak, bazı Latin Amerika ülkeleri de dahil pek çok yerde giderek daha önemli hale gelmekte olan, nispeten yeni iki enstrümandan söz etmeliyiz. Bunlardan birincisi, şarta bağlı borç ve sorumluluktur - yani, belirli bazı ekonomik operatör gruplarının faaliyetleriyle ilgili ve bağlantılı olarak gelecekte ortaya çıkabilecek ve doğabilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin sorumluluğun hükümet tarafından üstlenilmesi. Bu şarta bağlı borç ve sorumlulukların üstlenildikleri sırada herhangi bir maliyetleri yoktur, fakat özellikle belirli gelişmelerin vukuu halinde bunlar gelecek yılarda çok pahalı ve maliyetli hale gelebilirler. Şarta bağlı borç ve sorumlulukların çeşitli örnekleri şunlardır: (a) hükümetin terörist eylemler konusunda havayolu şirketlerine verdiği güvenceler ve sigortalar; (b) kamu-özel sektör ortaklıkları bağlamında özel şirketlerin yaptığı yatırımlar için olası düşük getiri ve geri dönüş oranlarıyla ilgili riskin devlet tarafından üstlenilmesi; (c) sel, su baskını, deprem, fırtına ve medcesir gibi doğal afetlerle bağlantılı olası zararlar için hükümetin verdiği aleni veya zımni korumalar; (d) nüfusun yaşlanmasıyla bağlantılı olarak gelecekteki masraflar için üstlenilen borç ve sorumluluklar (emeklilik sorumlulukları, sağlık giderleri, çok yaşlıların bakımı, vb. sorumluluklar); (e) özellikle fonlanmamış görevlerle bağlantılı olarak, mahalli idarelerin mali bütçe açıkları için üstlenilen sorumluluklar; (f) bankacılık krizleriyle ilgili sorumluluklar; (g) global ısınma ile ilgili potansiyel sorumluluklar ve benzerleri. Bu şarta bağlı borçlar ve sorumluluklara ilişkin temel problemler, bunların hükümet ve devlet için maliyetinin çok yüksek olabilecek olmasıdır, fakat buna rağmen bu borç ve sorumluluklar hükümet tarafından üstlenildiğinde bütçelerde gözükmemektedir. Buna rağmen, hükümet, bunlar aracılığıyla ve bunları kullanarak, ekonominin gidişat ve davranışlarını etkileyebilir. Örneğin, hükümet belirli bazı altyapıları özel operatörlere ve işletmecilere kurdurtabilir. Diğer enstrüman, hâlâ bebeklik evresinde olan, fakat gelecekte hükümetin politikalarında önemli bir araç haline gelebilecek olan enstrüman ise, gelecek varlıkların belirli vatandaş kategorilerine ve gruplarına tahsisi ve kullandırılmasıdır. Örneğin, bir hükümet, 98 Bankacılar Dergisi sosyal programlar yerine, her yeni doğan çocuk için ya da diyelim ki belirli bir yaşa (16? ya da 18?) ulaşan her vatandaş için içinde belirli miktarda para bulunan bir banka hesabı açacağını ve ilgili kişilerin piyasadan hastalıklar, işsizlik, vb. gibi belirli risklere karşı istedikleri sigorta korumasını satın almalarına izin vereceğini öngören bir kanun çıkartabilir. Böylece, kamu harcamalarıyla bağlantılı akış harcamaları hisse tahsisleri ve dağıtımları haline gelir ve hükümet sosyal hizmetlerin verilmesi ve sunulmasındaki katılımını azaltmış olur. Bu tahsis ve dağıtımlar kesin olarak demografik bilgilere dayandırılabilir. Bu enstrümanların tümü, devletin ekonomide oynadığı ekonomik rol içinde belirli roller üstlenmiş ve oynamışlardır ve gelecekte de muhtemelen oynamaya devam edeceklerdir. Bununla birlikte, bu enstrümanların izafi önemleri gelecekte muhtemelen değişebilir. 5. Gelişmiş Ülkelerde Devletin Gelecekte Oynayacağı Rol Yukarıda, gelişmiş ülkelerde kamu harcamalarının çok yüksek olabileceğini ileri sürmüştük. Devletin ekonomide üstlendiği rolü azaltma ve değiştirme konusunda bir hükümetin karşılaşabileceği en büyük gerçek güçlük, daha az harcama yapan bir devletin mutlaka ve her halükârda ekonomik refahta bir azalmaya yol açması değil, daha az harcama yapan bir devletin cari veya beklenen yaşam standartları mevcut kamusal programlara bağımlı olagelmiş bulunan toplumsal kesimlerin göstereceği güçlü bir politik reaksiyonla karşı karşıya kalmasıdır. Kamusal harcama programları, kaçınılmaz olarak kuvvetli seçmen kitlelerini de yaratır: emekliler, emeklilik yaşına yaklaşmış olanlar, öğretmenler, devlet memurları ve kamu çalışanları, kamusal sübvansiyon ve yardımlardan istifade edenler ve diğerleri. Bu seçmen kitleleri, kamu harcamalarındaki bir azalmayı bir negatif-toplama oyunu (negative-sum game) olarak algılar ve görürler. Bundan dolayı, kamu harcamaları nispeten düşük düzeylerde olan bazı ülkelerin iyi çalıştıkları ve işledikleri bulgusu, yüksek miktarda kamu harcamaları yapan ülkelerin kamu harcamaları düzeylerini kolaylıkla ve ağrısız sancısız azaltabileceklerinin bir göstergesi olarak algılanamaz ve yorumlanamaz. Bu bulgu, sadece, reformların kısa veya orta-vadeli maliyetleri ödendikten sonra, doğru reformları yapmış bulunan bir ülkenin önemli oranda daha düşük kamu harcamalarıyla ve daha fazla bireysel özgürlükle yüksek sosyoekonomik göstergelere (yüksek toplumsal refah seviyesi) sahip olmaya devam edebileceği anlamına gelir. Bu, kamu harcamalarında keskin ve büyük azalmaların yapıldığı bir on yıllık süreç sonrasında insani gelişmişlik endeksinin yükseldiği gözlemlenen Kanada’da böyle olmuştur. Herhangi bir zamanda kamu harcamalarının seviyesini belirleyen kriter, o günün mevcut en iyi ve en sağlam bulgularına dayanan bilgi-temelli kararlardan ziyade geçmiş politik trendler, eğilimler ve politikalardır.(8) Yıllık bütçeler tipik olarak ve normalde artan oranlı bütçelerdir. Yıllık bütçeler, bir faaliyete veya çalışmaya devam edilip edilmeyeceği sorusunu çok nadiren yanıtlarlar. Bu sebeple, sıfır-bazlı bütçeleme sistemi çok fazla başarı kazanmamıştır. Herhangi bir belirli anda, kamu harcamaları seviyesi, büyük oranda sıklıkla daha önceki hükümetler tarafından geçmiş dönemlerde yaratılan ve mevcut hükümete yönelen yetkilere ve taleplere bağlıdır. Bu seviye, modern ve daha karmaşık ve gelişmiş bir pazar ekonomisinde devletin ne olabileceği veya ne olması gerektiği hakkında iyidüşünülmüş ve iyi-tartılmış analizlere ve mülahazalara bağlı değildir. Bu seviye, modern bir hükümetin statükoyu değiştirme cesareti ve özgürlüğü olsa idi gerçekleştirmek isteyebileceği kamu harcamaları düzeyiyle nadiren eşleşir. Yukarıda bahsi geçen ve açıklanan sebeplerle, herhangi bir zamanda devletin optimum ekonomik rolünün hakiki sıfır-bazlı değerlendirilmesi için genellikle ve sıklıkla gerçekçi bir olasılık mevcut değildir. Bununla birlikte, mevcut cari yüksek kamu harcamaları seviyesini belirleyen faktör geçmişte yapılan hatalar ya da geçmişte yanlış yöne sevk edilen eylemler ise, bu seviyenin ekonomik ve hatta politik anlamda ve bağlamda optimum ya da hemen hemen optimum olduğu kesinlikle ve asla düşünülemez ve böyle bir hipotez yapılamaz. Bu 99 Vito Tanzi seviye, sadece politik oportünizmin bir sonucudur. Bundan ötürü, en azından analitik olarak, uzun vadede devletin üstlenebileceği optimum rolünü devletin bugünkü rolünden ayırt edebilmek önemlidir. Günümüzün gelişmiş ülkelerinin hükümetlerinin tek yapması gereken statükoyu kabul etmek midir? Yoksa uzun vadede - diyelim ki bir nesil sonra - devletin rolünü ideal ya da güncel ve ekonomik olarak optimum rolüne daha yakınlaştırabilecek radikal reformlar uygulamalı ve hayata geçirmeli midirler? Aynı soruyu sormanın başka bir yolu da şudur: 21. yüzyılda gelişmiş sanayileşmiş ülkelerde özellikle kamu harcamaları açısından devlet hangi ekonomik rolü üstlenmeli ve oynamalıdır? Bu, yanıtlanması zor bir sorudur, çünkü kaçınılmaz olarak bu sorunun yanıtı, hem bugün bulunduğumuz yerden ve noktadan şimdiden diyelim ki 20 ya da 30 yıl sonra bulunabileceğimiz yere ulaşmanın geçiş maliyetlerine kişinin verdiği önemi hem de politik önyargıları ve koşullanmaları yansıtmalıdır. Kişinin geçiş dönemi maliyetlerine ve özellikle politik maliyetlere ve bedellere verdiği önem ne kadar fazlaysa, politika yapıcıların ve karar alıcıların statükoyu korumaya ve cari kamu harcamaları programlarını sürdürmeye gösterdikleri eğilim de o kadar büyük olacaktır. Hükümetlerin çok fazla politik sermaye gerektiren reformlar yaparak riske girmektense iktidarda kalmayı istemeleri ve tercih etmeleri doğaldır. Şimdi, yukarıda sorduğumuz soruyu yanıtlamaya çalışırken dikkate almamız gereken bazı temel ve olmazsa olmaz unsur ve etmenler üzerinde odaklanalım. Bu unsur ve etmenlerin birincisi, bir pazar ekonomisinde, pazarın yapabilecekleri ve verebilecekleri ile hükümetin yapması gerekenler arasında bir ilişki bulunması gerektiğinin kavranması ve anlaşılmasıdır. Herşeyden önce, bir pazar ekonomisinde, devletin pazarın yerini alması değil, pazarın yaptığı hataları düzeltmesi ya da pazarın eksiklerini kapatması ve telafi etmesi beklenir. Daha etkin ve daha verimli pazarlar daha az hükümet ve devlet müdahalesi gerektiren pazarlardır. Pazarın çeşitli farklı sebeplerle az gelişmiş olduğu ve bundan ötürü bazı önemli görevlerini iyi ifa edemediği ve yerine getiremediği bir toplumda, devletin bu görev ve fonksiyonların bir kısmında pazarın hatalarını düzeltmek veya pazarın eksiklerini kapatmak ve tamamlamak amacıyla müdahale etmesi için daha fazla teorik gerekçe ve sebep olacaktır. Özellikle geçen yüzyılın ikinci yarısında uzun yıllar boyunca devletin ekonomik rolünde meydana gelen müthiş genişleme ve artışın altında yatan ana tez ve argüman işte bu olmuştur. Bu argüman, aynı zamanda, gelişmekte olan ülkelerde daha fazla pazar müdahalesi için sıklıkla zemin hazırlamış bulunan argümandır. Pazarlar geliştikçe ve çeşitli görev ve fonksiyonların ifasında ve kişilerin - ekonomik sonuçları olabilecek belirli olaylara karşı koruma satın alma gereksinimi de dahil - çeşitli gereksinimleri hükümetin ve devletin müdahalesi yoluyla değil de doğrudan doğruya tatmin etmesinde ve karşılamasında potansiyel olarak daha etkin ve verimli hale geldikçe, kamu harcamaları yoluyla hükümet ve devlet müdahalesinin teorik gerekçesi azalır ve zayıflar. Bu da kamu harcamalarında bir azalmayla sonuçlanmalıdır. Mükemmel bir pazar, gerçekten var ise, tabii ki herhangi bir hükümete sahip olma gereksiniminden tamamen vazgeçecektir. Ancak buna rağmen mükemmel bir pazar asla var olamaz. Ayrıca ve ek olarak, pazarı olabileceği kadar etkin ve verimli yapmak veya etkinliğini ve verimliliğini sürdürmek için bir miktar düzenleyici devlet rolüne her zaman gerek duyulacaktır.(9) İkinci bir önemli unsur ve kriter de, geçmiş on yıllar boyunca hükümetlerin belirli bir sektöre girdiklerinde o sektöre kendi müdahalelerini kolaylaştıracak ve haklı çıkartacak nitelikte kanun ve yönetmelikler çıkartmış olmalarıdır. Bu da, kaçınılmaz olarak, özel sektörün o pazarda özel sektör alternatifleri geliştirmesini güçleştirmiş ya da zaman zaman tamamen olanaksız hale getirmiştir. Hükümetin ve devletin pazara girmesi, özel sektör alternatifleri geliştirme olanağı ve olasılığını ortadan kaldıran kamu tekelleri yaratmıştır. Çoğu Avrupa ülkesinde, enerji, iletişim, posta hizmetleri, ulaşım ve nakliye, emeklilik sigortası, sağlık hizmetleri, eğitim ve bir kaç başka faaliyet alanı ve pazarında mevcut kamu tekelleri, 100 Bankacılar Dergisi pazarın bu alanlarda mevcut olan kamu programlarına potansiyel olarak etkin ve verimli özel sektör alternatifleri geliştirmesini engellemiştir. Bu da, kamunun büyük bir kesimi ve bölümünde, vatandaşların refahının korunması ve sürdürülmesi isteniyorsa kamu sektörünün bu alanlarda ve pazarlarda varlığını sürdürmesi gerektiği yönünde bir inanç yaratmıştır. Üçüncü bir unsur ve kriter de, vatandaşların gereksinim duyduğu hizmetleri sunma koşullarını değiştiren diğer faktörlerdir: (a) hızlı teknolojik gelişmeler ve buluşlar; (b) pazarın global ölçekte giderek artan karmaşıklığı ve gelişmişliği; (c) global finans hizmetlerinin gelişmesi ve (d) genel olarak globalleşme. Pek çok ülkede devletin halen oynamakta bulunduğu rol, çoğunlukla, çeşitli farklı sebeplerle pazarların bugün olduklarından veya olabileceklerinden daha az gelişmiş bulunduğu II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde gelişmiş ve artmıştır. Aynı zamanda pazarlar bugüne kıyasla çok daha kapalıydılar. Bu dönem, merkezi planlama ile pazar ekonomilerinin unsurlarını birleştiren ve devlete büyük ve müşfik bir ekonomik rol ve fonksiyon yükleyen bir “karma ekonomi” kavramının doğal görüldüğü ve çok popüler hale geldiği bir dönemdi. O zamanlarda, hükümetin pek çok yeni sorumluluk ve görev üstlenmesi makul ve doğru gözükmüş olmalıdır. Ekonomi meslekleri genellikle onları bunu yapmaya teşvik etmiştir (Bkz. Tanzi, 2006a). Hükümetlerin pazarlara koydukları pek çok engele ve pek çok kamu ve devlet tekelinin mevcudiyetine rağmen, pazarlar yıllar içerisinde ve yıllar boyunca çok daha karmaşık ve sofistike hale geldiler. Doğru bir hükümet yönlendirmesi ve yol göstericiliğiyle, çok daha karmaşık ve sofistike hale gelebilirlerdi. Ancak çeşitli gelişmeler ve olaylar, özel sektörün daha önce kamuya ait olan faaliyetleri üstlenmesini ve devralmasını olanaklı hale getirmiştir. Teknolojik gelişmeler, elektrik üretiminde, çeşitli ulaşım araçları ve yollarında (demiryolları, havayolları gibi), iletişimde (telefon, telgraf gibi), posta hizmetlerinde ve bazı başka alan ve sektörlerde “doğal tekellerin” bulunduğu varsayımını da ortadan kaldırmış ve yıkmıştır. Bazı çeşitli ülkelerde, hükümet bu faaliyetlerin bir kısmından çekilmeye başlamış ve bunun üzerine nispeten iyi-çalışan ve işleyen özel pazarlar bu alanlarda hızla gelişmişlerdir. Özel emeklilik sigortaları, finans hizmetleri, ulaşım ve nakliye ve iletişim alanlarında da aynısı olmuştur. Çoğu durumda, bu olay ve gelişmeler, sıradan ve ortalama vatandaşın ekonomik refahına zarar vermemiştir. Tam aksine ve sıklıkla çok fazla dikkat çekilen ve sözü edilen bazı istisnalara rağmen, bu hizmetler sıklıkla kaliteyi iyileştirmiş ve düzeltmiş ve öte yandan fiyatlar da önemli oranda düşmüştür. Uluslararası sermaye hareketliliğindeki artışla birlikte finans pazarlarındaki büyük ve önemli gelişmeler, mali tasarrufların mutlaka iç pazarlara yatırılması gerektiği ve özel tasarrufların ve kredilerin tahsisi ve dağıtımına da hükümetlerin müdahil olması gerektiği yönündeki varsayımı ortadan kaldırmış ve yıkmıştır. Bununla birlikte, hem finans pazarlarında hem de yukarıda bahsi geçen diğer alan ve pazarlarda, hükümetlerin üstlenmesi ve yerine getirmesi gereken çok önemli bir denetleyici ve düzenleyici fonksiyon da vardır. Bu fonksiyon, özel sektöre bırakılamaz veya bırakılmamalıdır. Bu fonksiyon, hükümetlerin ciddiye almaları gereken, fakat bugüne kadar daha ziyade harcama rolleri üzerinde odaklandıkları için ihmal ettikleri ve ciddiye almadıkları bir fonksiyondur. Bu düzenleyici fonksiyon, aslında devletin asli ve merkezi faaliyetlerinin bir parçası olmalıdır. Dördüncü bir unsur ve kriter ise, çeşitli açılardan ve yönlerden, globalleşmenin pazarların işlemekte oldukları veya işleyebilecekleri yol ve yöntemlerde büyük değişiklikler getirmekte olmasıdır. Yabancı rekabeti, yerli özel tekellerin gücünü kırarak veya azaltarak ve alternatifler getirerek iç yerli pazarların daha etkin ve verimli çalışmasına olanak sağlayabilir. Globalleşme, kamu sektörü faaliyetlerini başka yollardan ve açılardan etkilemektedir ve etkileyebilir. Sınırları ortadan kaldırarak ya da sınırları daha az kısıtlayıcı ve engelleyici hale getirerek, globalleşme, hem vatandaşlar hem de hükümetler için daha çok seçenek ve daha çok alternatif potansiyeli yaratmaktadır. Örneğin, eğitim ve sağlık hizmetleri, artık geçmişte olduğundan çok daha kolay bir biçimde başka ülkelerden de alınabilmektedir. Bir açıdan 101 Vito Tanzi bakıldığında, eğitim ve sağlık da alınıp satılabilen mallar haline gelmişlerdir.(10) Kamu sektörü tedarik, ihale ve alımları da yabancı katılımından artık fayda sağlamaktadır ve bu da devletin maliyetini ve harcamalarını azaltmaktadır. Artık tasarruflar yurtdışına yatırılabilir. Yabancı pazarlara erişim imkanı, geleneksel olarak sadece yerli pazarlarda bulunan ve sıklıkla sadece kamu sektöründen alınabilen seçeneklerin yanı sıra yeni ve başka seçenekler de yaratmış bulunmaktadır. Çoğu Avrupa ülkesinin halen uygulamakta oldukları kamu harcamaları politikaları, demografik gelişmelerin kamu harcamaları üzerindeki etkisinden ve globalleşmenin devlet gelirleri üzerindeki etkisinden dolayı gelecek on yıllarda muhtemelen artık sürdürülemez hale gelecektir. Politikada değişiklik yapılmaması halinde bu demografik gelişmeler, başta sağlık, emeklilik ve çok yaşlıların bakımı olmak üzere çeşitli kamu harcamalarını önemli oranda yükseltecek ve artıracaktır. Kamu harcamalarındaki bu artış, çeşitli Avrupa ülkelerinde zaten sallantıda ve tehlikede olan kamu finansmanının ve zaten yüksek olan vergi oranları ve kamu borçları seviyelerinin üzerine binecektir. Globalleşmenin devlet gelirleri üzerindeki etkisi ve vergi rekabeti, çoğu Avrupa ülkesinin bir yandan zaten çok yüksek olan ve çeşitli durum ve hallerde bugünün bile kamu harcamalarını finanse edemeyecek durumda olan vergi seviyelerini sürdürürken, bir yandan da Çin, Hindistan, Kore, Meksika, Vietnam ve diğerleri gibi ülkelerle rekabet etmelerini olanaksız hale getirebilir. Bebek patlamasının sosyal harcamalar üzerindeki etkisi henüz tam olarak hissedilmemiştir ve globalleşmenin ve vergi rekabetinin vergi gelirleri üzerindeki etkisi de kendisini daha yeni yeni hissettirmeye başlamıştır. Gelecek on yıl içinde her iki etki de tam güçlerine erişebilirler. Gelecekte karşılaşılabilecek büyük ve önemli mali güçlükleri önlemek için yapılabilecek tek bir şey ve başvurulabilecek tek bir çıkış yolu vardır: bir yandan hem kamu sektörünün hem de özel sektörün etkinliğini ve verimliliğini artırmak için ciddi, uzmanca ve gelişmiş çabalar gösterirken, bir yandan da devletin ekonomideki harcama rolünü sabırla, sistemli bir şekilde ve rasyonel yol ve yöntemlerle azaltmaya çalışmak. Bu, özel sektörün vatandaşların karşı karşıya oldukları bazı önemli ekonomik riskleri karşılamak için devreye girmesini ve devletin rolünü üstlenmesini olanaklı hale getirecek ve böylece, kamu sektörünün harcamalarını azaltmasının yolunu da açacaktır. Devletin harcama rolünün azaltılması çabası üç temel direk üzerine oturtulmalıdır. Birincisi, hükümetin düzenleyici etki ve gücünün verimli kullanılması yoluyla özel pazarların işlerliği ve çalışmasının iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi olmalıdır. Bu rolünde, hükümetin acımasız, etkin ve verimli olması gerekir. Bir pazar ekonomisinde, devletin en önemli rolü tabii ki ve kesinlikle budur. Bireylerin ekonomik sonuçları olabilecek risklere karşı korunması konusunda hükümetin üstlendiği bu yeni rol, iki yolla oynanabilir ve yerine getirilebilir: Birincisi, insanların bazı asgari korumaları doğrudan doğruya pazardan satın almalarını isteyerek. Hükümetler, bireyleri: (a) arabaları için sigorta yaptırmaya; (b) sürücü ehliyetleri almaya; (c) bazı binalara yangın alarmları taktırmaya; (d) emniyetli ve güvenli binalar inşa etmeye; (e) araba kullanırken emniyet kemeri takmaya; (f) kamuya açık yerlerde sigara içmemeye; (g) bazı hastalıklara karşı aşı olmaya; (h) belirli bir yaşa kadar okula devam etmeye ve (i) bireylerin kendilerini ve başkalarını etkileyebilecek olaylar ve riskler için para ödemesini ya da bunlardan zarar görmekten kaçınmasını sağlamayı hedefleyen başka tedbirler almaya zaten zorlamaktadır. O halde, büyük ve önemli hastalıkların tedavisi, asgari emeklilik maaşının ödenmesi veya benzeri başka gereksinimleri karşılamak için de neden aynı prensibi uygulamayalım ve kullanmayalım? İkinci direk; evrensel, ücretsiz veya hemen hemen ücretsiz erişime açık olan programların yerini, sadece ve münhasıran belirlenmiş ve kanıtlanmış gereksinimlere dayanan ve gerçekten yoksul olan kesimleri hedefleyen programların kademeli bir şekilde alması ve 102 Bankacılar Dergisi ikame etmesidir. Evrensel programlar (herkes için ücretsiz sağlık hizmetleri, herkes için ücretsiz yüksek eğitim, vb. gibi) politik açıdan daha kolaydır, fakat pahalıdır. Belirli hedeflere yönelik programlar çok para tasarruf edilmesine olanak sağlayabilir, fakat politik açıdan ve bilgi açısından daha çok çaba ve dikkat gerektirir. Yoksulluk tuzaklarıyla bağlantılı problemlere özel ilgi ve dikkat göstermek gerekir. Bu değişikliklerdeki güçlükler asgari düzeye indirilemez. Üçüncü direk ise, gelişmiş ve ayrıntılı tıbbi girişimler ve prosedürler, gelişmiş teknik eğitim, yaşlılık günleri için ayrılan tasarruflar için nispeten emniyetli ve güvenli yatırım kanalları ve benzerleri gibi, yerli pazarlarda bulunmayan ya da yerli pazarlarda maliyeti çok yüksek olan hizmetler için globalleşmenin sunduğu yeni fırsatlardan kademeli olarak istifade edilmesi ve bu fırsatların kullanılmasıdır. Yerli özel pazar bu hizmetleri rekabet edici düzeyde fiyatlarla veremediği takdirde ve hükümetin hâlâ bu hizmetleri bazı vatandaşlara verme yükümlülüğü ve taahhüdü devam ediyorsa, bu hizmetler artık yabancı hizmet tedarikçilerinden satın alınabilmektedir. Kamu harcamalarının ve vergilerin seviyelerinin kademeli olarak ve etkin bir biçimde indirilmesi için gelecek on yıllar boyunca konu üzerinde çok fazla düşünmenin ve çok fazla deneme yapmanın gerekli olacağı açıktır. Bu süreçte hataların yapılması da kaçınılmazdır. Fakat dönüşüm gündeme geldiğinde, yukarıda bahsi geçen üç direğin de bu dönüşüme dahil olması ihtimali vardır. Bu dönüşüm yapılmadığı takdirde, kamu harcamaları seviyeleri yüksek olan çeşitli ülkelerin kamu finansmanı, giderek daha büyük bir endişe ve kaygı kaynağı haline gelecektir. 6. Latin Amerika’da Devletin Gelecekteki Ekonomik Rolü Uzun yıllar boyunca, Latin Amerika ülkeleri, iyi-gelişmiş ve kurulmuş pazarlara sahip olamadılar ve yüksek vergi gelirlerini artırma konusunda çok az kapasiteleri veya çok az istekleri vardı. Baskı altına alınmış finans pazarları, çoklu kur oranları, yüksek ithalat tarife oranları, fiyat kontrolleri ve politik olaylardan etkilenen kamu kuruluşları ve işletmeleri özel pazarların gelişmesini önemli oranda ve düzeyde engelledi ve kısıtladı. Daha önce gördüğümüz ve açıkladığımız gibi, (ağırlıklandırılmamış) vergi seviyesi son on yıllar boyunca çok az artış gösterdi. Sadece son yıllarda, başta Arjantin ve Brezilya olmak üzere bazı önemli Latin Amerika ülkeleri, vergi geliri seviyelerini önemli oranda artırma konusunda başarılı oldular. Bununla birlikte, vergileri artırma kabiliyetleri kısıtlanmış olmasına rağmen, Latin Amerika hükümetleri ekonomide daha büyük bir sosyal rol üstlenme ve daha fazla kamu harcaması yapma konusunda kuvvetli popülist baskılardan da azade ve muaf değillerdi. Vergi seviyeleri ve oranlarını yükseltemediklerinden ötürü, böyle bir harcama rolünü oynayabilmek için regülasyonlara dayandılar. Bu da, özel pazarların gelişmesini ve güçlenmesini daha da zorlaştırdı. Bazı kredileri kayıran baskı altındaki finans piyasaları, bazı ithalatları kayıran çoklu kur oranları, bazı ithalat malları üzerinde yüksek tarifeler ve diğerleri üzerinde düşük tarifeler, çok fazla sayıda insan istihdam eden ve bazı hizmetlerini çok ucuza satan kamu kuruluşları ve kurumları, işten çıkarmayı çok maliyetli hale getiren kontrollü emek piyasaları, asgari ücretler, bazı temel emtialar için kontrollü fiyat uygulaması, konutlar üzerinde kira kontrolleri, bazı malların iç piyasadaki fiyatlarını azaltmak amacına yönelik ihracat vergileri ve benzerleri, ekonomide hükümetin ve devletin büyük bir rol üstlenmesi ve oynamasına bir alternatif olarak, yani, yüksek kamu harcamalarına bir alternatif olarak görülebilir. Aslında ve gerçekte, hükümetler, sonuçları açısından olmasa bile en azından niyet olarak ilkel düzenleyici refah devletleri yaratmış bulunmaktadırlar. “Washington Uzlaşısı”, büyük ölçüde ve oranda, bu devlet rolüne yönelik bir doğrudan ve cepheden saldırıydı. Bu uzlaşının hedefi ve amacı, Latin Amerika hükümetlerinin 1990’lı 103 Vito Tanzi yıllardan önceki on yıllar boyunca kent işçilerini kamu harcamaları yoluyla değil regülasyonlar yoluyla korumak için kullandıkları regülasyonların çoğunu kaldırmaktı. Devletin bu rolünü eleştirmek kolaydır, çünkü bu rolün etkisiz ve verimsiz olduğu ve ekonomik gelişme ve kalkınmanın önünde bir engel olduğu açıktır ve bu nokta Washington Uzlaşısında da vurgulanmıştır. Bununla birlikte, çoğu işçi için (ve özellikle kent işçileri için) bu koruma gerçek ve hatta faydalı ve yararlı görünüyordu. Bu “düzenleyici refah devletinin” kaldırılması, çeşitli Latin Amerika ülkelerinde Washington Uzlaşısına karşı son yıllardaki reaksiyon ve tepkilere yol açmış olabilir. Bu reaksiyonlar, Latin Amerika vatandaşlarının Latinobarometro’nun sorduğu sorulara verdikleri yanıtlardan ve son seçim sonuçlarından açıkça belli olmaktadır. Prensip olarak, bu regülasyonların çoğunun kaldırılması, kamu harcamalarıyla telafi edilebilir ve karşılanabilirdi. Fakat bölgedeki ülkelerin çoğunda vergi gelirlerinin sınırlı ve kısıtlı olması bunu da olanaksız hale getirdi. Böylece, kent işçileri sahip olduklarını düşündükleri dolaylı sosyal korumaların bir kısmını kaybettiler. Bazıları da kamu kurum ve kuruluşlarındaki işlerini ya da yüksek tarife duvarlarıyla korunan işletmelerdeki işlerini kaybettiler. Gelecekte, vergilerin düşük seviyede olduğu Latin Amerika ülkelerinin hükümetlerinin vergi sistemlerini daha verimli ve daha üretken hale getirmek için çaba göstermeleri gerekecektir. Bununla birlikte, kişisel gelir vergileri toplam vergi gelirine az katkıda bulunmaya devam ettiği sürece bunu yapmak güç olacaktır.(11) Gini katsayılarının 0,60’a yaklaştığı ülkelerde, düz-oranlı vergiler, gereksinim duyulan gelir düzeyini muhtemelen yaratamayacaktır ve Latin Amerika hükümetlerinin düşünmesi ve uygulaması gereken politikalar değildir. Potansiyel vergi tabanı ve matrahının büyük kısmı, gelir dağılımının üst yüzde yirmilik dilimlerindedir. Bu nokta, politika yapıcılar ve kanun koyucular tarafından da bilinmeli ve vergilendirmeye yansıtılmalıdır.(12) Daha fazla vergi toplanabilirse ve toplanabildiği takdirde, elde edilen daha yüksek vergi gelirleri öncelikle devletin sunduğu temel hizmetlerin kalitesini artırmak ve güçlendirmek yoluyla devletin modernize edilmesine ayrılmalı ve yönlendirilmelidir. Temel eğitime ve temel sağlık hizmetlerine tam ve eksiksiz dikkat gösterilmeli, fakat kişisel emniyet, adalet, kamu ulaşımı ve benzeri gibi kamu hizmetlerine de dikkat edilmelidir. Devlet, özellikle bu nüfus gruplarının bu hizmetleri doğrudan doğruya pazardan satın alabileceği durumlarda, maliyeti yüksek olan, fakat esas olarak ve çoğunlukla daha yüksek gelir gruplarının kullanmakta olduğu faaliyetlere katılımını ve müdahalesini azaltmalıdır. Yüksek eğitim, bu faaliyet alanlarından birisidir. Yaşlılık emeklilik sigortası için gelirler de bir başka alan olabilir. Bununla birlikte, düzenli bir işi olmadığından dolayı yaşlılık günleri için tasarruf yapamayacak kadar yoksul olan ve yaşlılık günlerine emekli maaşı olmadan gelmiş bulunan yaşlı insanlara yardım edilmesi gerektiği argümanı ileri sürülebilir. Bu grup, Latin Amerika ülkelerinin nüfuslarında önemli bir paya sahiptir. Yukarıda ele aldığımız ve tartıştığımız gibi, kamu emeklilik sistemlerinin koruması altında olan insanlar sıklıkla emeklilik yaşına ulaşanlar içinden en yoksul olan kesimler değildirler. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda, kamu (devlet) emeklilik sistemlerinin gelecek yıllardaki yükümlülükleri hakkında yapılan tahminler (yani, cari mevzuata göre işçilere ve çalışanlara söz verilen gelecek emekli maaşları akışının şimdiki değerinden gelecek sosyal sigorta ve güvenlik vergileri akışının şimdiki değeri düşüldüğünde bulunan değer) çoğu ülkede kamu emeklilik sistemlerinin finansal yükümlülük ve yüklerinin artmakta olduğunu göstermektedir. Son yıllarda, dünyanın farklı bölgelerinde çeşitli ülkelerin emeklilik sistemlerinin tamamını veya bir kısmını özelleştiren ve ilk kez Şili’de 1981 yılında uygulanan bir emeklilik modeli versiyonunu benimsemeye başlamalarının altında yatan ana sebep işte bu büyük ve yüksek emeklilik sistemi yükümlülükleri (ya da bir başka deyişle gizli emeklilik borçları) olmuştur. 104 Bankacılar Dergisi Şili modelinde, hükümet, kamu harcaması yapma sorumluluğunu azaltır ve düzenleyici sorumluluğunu artırır. Bu, sosyal sorumluluklarını vergilendirme ve kamu harcamaları yoluyla değil, vatandaşlarından öngörülen belirli işlemleri yapmalarını isteyerek yerine getiren ve karşılayan bir devlete doğru atılmış temel bir adımı temsil eder.(13) Daha sonra, devlet, kamu harcamaları rolünü gerçekten kamu yararını sağlamak üzerinde ve kendilerine bakabilecek durumda olmaları gereken orta veya üst sınıflar yerine gerçekten yoksul ve ihtiyacı olanlara yardım etmek üzerinde odaklayabilir. Devlet, sosyal hedef ve işlevlerini terk etmemektedir; sadece ve esas olarak, bu hedeflere ulaşmak için kullandığı enstrümanlarda bir değişiklik yapmaktadır. Pek çok pazarın daha etkin, daha verimli ve daha global olduğu veya olabileceği bir dünyada, belki de uluslararası kurum ve örgütlerin baskısıyla, hükümetler düzenleyici rollerinde daha kuvvetli ve tesirli ve daha etkin ve verimli hale gelirlerse, hükümetlerin özellikle kamu emeklilik sistemlerinde oynadıkları aracı rolünü, harcama rolünü ve vergileme rolünü azaltmaları mümkün olabilir. Geleneksel kamu emeklilik sisteminde, işçiler çalışma yaşamları boyunca hükümete ve devlete (maaş ve ücretleri temelinde hesaplanan) sosyal güvenlik ve sigorta vergileri öderler. Resmi emeklilik yaşına ulaştıklarında, hükümetin, çalışma yaşamları boyunca işçilerin ödedikleri vergilerle bir dereceye kadar belli bir ilişkisi bulunan, fakat sıklıkla yakın bir ilişkisi bulunmayan aylık emekli maaşları formunda geri ödeme yapması gerekir ve beklenir. Bir başka deyişle, bir açıdan bakıldığında, hükümet, işçilerin her biri için bir tasarruf bankası işlevini görür, fakat sadece bankadan ileride alacaklarını bankaya şimdi fiilen kattıklarının belirleyeceği doğrultusunda gerçek bir garanti vermez. Buradaki problem, bankanın kasasının çoğu zaman boş olması ve bankanın sıklıkla zararda ve borçlu bakiyede olmasıdır. Mevcut işçilerin ödedikleri katkı payları, hızla, emekliye ayrılmış bulunan işçilerin emekli maaşlarına gider. İşçiler, ödedikleri bu katkı paylarını genellikle bir tasarruf olarak değil bir vergi olarak görürler. Sıklıkla hükümetler emekli maaşı yükümlülüklerini karşılayabilmek için genel kamu ve devlet gelirlerini kullanmak zorunda kalırlar, çünkü mevcut işçilerin ödedikleri katkı payları bu emekli maaşı yükümlülüklerini karşılamak için yeterli değildir. Bu sistem, çalışan işçilerin sayısına kıyasla emeklilerin sayısını artıran demografik değişikliklerin, hükümetlerin tahsil ettikleri ve topladıkları vergileri üretken ve verimli kullanma konusundaki verimsizlik ve beceriksizliklerinin, emekli maaşları seviyesinin artırılmasına yönelik politik baskıların ve en önemlisi, resmi ve kayıt-içi ekonominin bir parçası olmadıklarından dolayı herhangi bir katkı payı ödememiş bulunan insanların, ihtiyaç duyup duymadıklarına bakılmaksızın, emeklilik yaşına geldiklerinde bir kamu emekli maaşı alma hakkına sahip bulunmamalarının yarattığı problemlere maruz ve açık kalmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ve yükselen pazarların ekonomilerinin karakteristik özellikleri açısından bakıldığında, hükümetlerin gayri resmi ve kayıt-dışı ekonomide yer almış insanları unuturken, resmi ve kayıt-içi emek piyasasında iş bulabilecek kadar şanslı olanları korumak olagelmiş bulunan temel rollerini değiştirmeleri gerektiğini önermek için yeterli ve geçerli sebep vardır. Unutulan grup, sıklıkla ve genellikle yoksul çoğunluktur. Devletin temel rolü ve görevinin gerçekten yoksul olan insanlara daha fazla ilgi ve dikkat göstermesini gerektirdiği argümanı ileri sürülebilir. Bu da, kamunun rolü ve görevini, belirli bir yaşlılık çağına gelen tüm vatandaşlara bir asgari gelir veya bir asgari emekli maaşı ödemek olarak görmek suretiyle gerçekleştirilebilir. Bu sistemde, bu geliri alma hakkına sahip olmanın tek kriteri yaş olacaktır. Asgari emekli maaşı, bu bilgilerin ilân edildiği ve açıklandığı en son yıl için o ülkenin kişi başına düşen milli gelirinin belirli sabit bir oranı (diyelim ki, örneğin yüzde 25) olarak tahmin edilebilir. Böylelikle, kişi başına düşen milli gelir değiştikçe emekli maaşının mutlak düzeyi de otomatik olarak değişecektir. Emeklilik yaşı da, ortalama ömür süresinin belirli sabit bir oranı, diyelim ki o ülkenin ortalama yaşam beklentisi ve ömür süresinin yüzde 80’i ya 105 Vito Tanzi da yüzde 90’ı olarak belirlenebilir. Böylelikle, ortalama değiştikçe emeklilik yaşı da otomatik olarak değişecektir. den değil, genel kamu gelirinden ödenecektir. Bundan sigorta vergilerinin emek piyasaları üzerinde herhangi olmayacaktır. yaşam beklentisi ve ömür süresi Emekli maaşları, bordro vergilerindolayı, yüksek sosyal güvenlik ve bir caydırıcı ve engelleyici etkisi Özetlersek, gereken değişkenler şunlardır: (a) ülkenin kişi başına düşen milli geliri; (b) ülkenin ortalama yaşam beklentisi ve ömür süresi ve (c) emeklilerin yaşı.(14) Bu emekli maaşlarının yoksulluğun azaltılması üzerinde önemli bir etkisi olacaktır, çünkü yaşlı ve yoksul olan insanların çoğunun herhangi bir geliri yoktur ya da çok düşük bir geliri vardır. Bu emekli maaşlarını alan insanlar isterlerse ekonomik olarak aktif hayatlarını sürdürebilirler. Bunu yapsalar bile emekli maaşı almaya hak kazanacaklardır. Bu emekli maaşlarının yönetimi basit olacak ve ülkeye maliyeti çok yüksek olmayacaktır, çünkü emeklilik yaşı bu maaşa hak kazanan insanların sayısını sınırlı tutacak bir seviyede belirlenebilir. Devlet böylece temel rol ve görevlerinden birini, yani yoksullara yardımcı olma görevini yerine getirmiş olacak ve bunu yaparken de emek piyasasını bozmuş olmayacak ya da bireysel sorumluluk ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmayacaktır.(15) Bu sistem, mevcut sistemlere bir alternatif olarak önerilmektedir. Fakat tabii ki mevcut emeklilik sistemlerinde belirli kazanılmış hakları bulunan insanlar uzun bir süre daha bu sistemlerden emekli maaşlarını almaya devam edeceklerdir. Bu genel ve temel şemaya ek olarak, hükümet, bunu yapmak isteyen tüm vatandaşlarına tasarruflarının bir kısmını emekli olduklarında asgari emekli maaşına ek olarak ve katkı için ilave finansal kaynaklar sağlayacak olan gelir (faiz) getirici varlıklara yatırmalarında yardımcı olan bir düzenleyici çerçeve sağlayarak (ve gereken bilgileri vererek), resmi ve kayıt-içi emek piyasasında çalışan işçilere yardımcı olabilir. Belirli varlık ve enstrüman kategorilerine kanalize edildikleri takdirde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde IRA hesaplarının (bireysel emeklilik düzenlemeleri) yaptığı gibi, bu yatırımlar da vergiye tâbi gelirden bir kesintiden istifade edebilirler. Bu da, insanları kendi eylemleri için kişisel sorumluluk üstlenmeye teşvik eden bir kültür yaratabilir. Belirli geçiş dönemi problemlerinin halledilmesi ve çözümlenmesi gerekeceği ve bu problemlerin güç sorunlar olabileceği de tabii ki açıktır. 7. Sonuç Niteliğinde Görüşler Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde devletin ekonomik meselelerde oynadığı rol, geçmişin ideolojilerinden çok etkilenmiştir. Bu ideolojiler sıklıkla ve çoğunlukla modern düşünceyi, modern gereksinimleri ve modern olanakları yansıtmamaktadır. Tartışmalar genellikle ve sıklıkla kullanılan enstrümanlar üzerinde odaklanmış ve ulaşılmak istenen hedefler yeterince tartışma konusu olmamıştır. Örneğin, mevcut kanıt ve bulguların çoğu bunun yoksullara genelde inanılandan çok daha az faydalı olduğunu göstermiş olsa bile kamu harcamaları hem savunulmuştur. Ayrıca ve ek olarak, kamu harcaması “tüketici” nitelikte - yani, kaynakları doğrudan doğruya kullanan tipte - olabilir ya da nakdi olabilir. Bu alternatiflerin nispi kullanımı, kamu sektörü kurum ve kuruluşlarının belirli bazı faaliyetlerin yürütülmesindeki etkinliği ve verimliliğine bağlı olmalıdır. Avrupa’nın yüksek kamu harcaması yapan refah devletleri son on yıllık süreç içinde kamu harcamalarını azalttıklarında, genellikle, reel hizmetlere transferlerden ziyade nakit transferleri azaltmayı tercih ettiler. Bununla birlikte, sosyal hizmetleri sağlayan ve sunan kurumların genelde daha az etkili ve daha az verimli çalıştıkları Latin Amerika için bunun daha iyi bir politika olacağı o kadar açık ve kesin değildir. Bundan ötürü, bu ülkelerde tercih edilen alternatif, belirli koşullarda, devletin objektif kriterlere (örneğin yaş) dayanan bir rol üstlenmesi ve belirli nüfus gruplarına nakit transferlerin kullanılması veya bloke edilmiş nakit tahsis ve dağıtımların yapılması olabilir. Ancak bu tip olasılıklar konusunda daha fazla analiz yapmamız gerekmektedir. 106 Bankacılar Dergisi Dipnotlar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 Arjantin deneyimi için, bir Avrupa-tarzı ve tipi refah devleti yaratma çabası hakkında, bkz. Tanzi (2007). İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008 (UNDP, 2007, sayfa 225)’den alıntı: “İGE, bir ülkede sağlanan ortalama başarıları insani gelişmişliğin üç temel boyutuyla ölçen bir bileşik endekstir: uzun ve sağlıklı bir yaşam; bilgiye erişim olanağı ve iyi bir yaşam ve geçim standardı. Bu temel boyutlar, doğum anındaki ortalama yaşam beklentisi ve süresiyle, yetişkinlerin okuryazarlığıyla ve temel, ikincil ve üçüncül seviyede eğitime birleşik toplam katılım düzeyiyle ve satınalma gücü paritesinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılayla (GSYİH) (ABD Doları) ölçülürler. Daha yüksek kamu harcamaları seviyeleri ile (daha zayıf ve düşük) İGE puanları arasında fiilen ve açıkça bir 0,33 bağıntı vardır. Şekil 1’deki çizgiye bakınız. Vergilerin iyi yerlere harcandığını düşünen kişilerin oranı Peru’da yüzde 10 gibi düşük bir seviyeden Şili ve Venezuela’da yüzde 37-38 gibi yüksek bir seviye arasında değişiyordu. Burada, özel vatandaşların kontrolleri altındaki parayla iyi ve doğru kararlar alamayacakları görüşünü ve fikrini reddediyoruz. Gerçek şudur: gerçekten yoksul olanlar (diyelim ki, gelir dağılımı çizelgesinin en alt yüzde 20’lik kesimi) için harcanan para, ülkelerin çoğunda toplam harcama düzeyinin çok küçük bir kısmına tekabül etmektedir. Aslında, vergi gelirleri üzerinde odaklanmak, Latin Amerika hükümetlerinin kullanabilecekleri kamu (devlet) gelirleri hakkında çarpıtılmış ve yanlış bir izlenim vermektedir. Latin Amerika hükümetlerinin çoğu sahip oldukları doğal kaynaklardan büyük miktarlarda kamu gelirleri elde etmektedirler. Bu, özellikle Bolivya, Ekvator, Meksika, Venezuela ve bir kaç başka ülke için kesinlikle böyledir. 2005 yılında toplam kamusal gelir düzeyi GSYİH’nin yüzde 28’i kadardı; yani, uluslararası standartlara göre yüksekti. Bu bölüm, Tanzi’den (2005) alınmıştır. Adam Smith’in ta 1776 yılında fark ettiği ve anladığı gibi, hükümet ve devlet kontrolü olmadan, özel sektör, tekelci uygulamalara girme eğilimindedir. Bundan ötürü, Paul Krugman’ın da ifade ettiği gibi, hükümetin “vahşi bir seyir gösteren pazarlarda bir yetişkin denetimi ve gözetimi uygulaması” gereklidir. Bugün İngiltere’nin en büyük ihraç kalemi eğitim hizmetleridir. Sağlık hizmetlerinin uluslararası pazarda alınıp satılması giderek yaygın hale gelmektedir ve bazı hastaneler özellikle yabancı hastaları çekmek amacıyla ve çekecek şekilde kurulmaktadır. Latin Amerika ülkelerinin çoğunda gelirin yüksek konsantrasyonu dikkate alındığında, kişisel gelir vergileri toplam vergi gelirine şok edici düzeyde az katkıda bulunurlar. Düz-oranlı vergiler, çeşitli “geçiş dönemi” ülkeleri gibi Gini katsayısı düşük olan ülkeler için iyi araçlar ve enstrümanlar olabilir. Bu, devletin harcamadan daha ziyade görevlere dayanan pederşahi bir rolüdür. Her ikisi de devletin herhangi bir rol oynamadığı bireysel sorumluluk ve görevlere dayanan bir devlet anlayışından farklıdır. Bazı vatandaşların hiç kaydının bile bulunmadığı ülkelerde, bu bir problem olacaktır. Alınan emekli maaşlarının en yoksul kesimi temsil eden insanların gelirleri içinde büyük bir payı oluşturacağını, oysa yüksek dilimlerde bulunan insanların gelirlerinde hemen hemen hiç bir önemi olmayan bir pay oluşturacağını not ediniz. 107 Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009 Etkin Mevduat Sigorta Sistemleri İçin Temel Prensipler* Basel Komite - Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği Giriş ve Hedefler 1. Finansal İstikrar Forumu’nun “Piyasanın ve Kurumsal Esnekliğin Geliştirilmesi” konulu raporu (Nisan 2008) yakın zamanda yaşanan uluslararası finansal çalkantı sırasında yaşanan olayların, mudi ödemelerine yönelik etkin düzenlemelerin önemini ortaya koyduğuna işaret etmektedir. FSF raporu “İlgili makamların etkin mevduat sigorta sistemleri için uluslararası bir grup prensip üzerinde anlaşmaları gereklidir. Söz konusu prensipler, mevduat sigorta sistemleri için hedefleri karşılayacak bu prensiplerin de ötesinde düzenlemeler olabileceğini kabul etmeli ve oldukça geniş ülke koşullarına uygulanabilir olmalıdır. Prensipler geliştirilirken, düzenleyici ve denetleyici çerçeveler ve müflis kuruluşlar için çözümleme prosedürleri de dâhil olmak üzere, finansal güvenlik ağı düzenlemelerinin farklı özellikleri yakın olarak dikkate alınmalıdır.” tavsiyelerinde bulunmaktadır. 2. Basel Komitesi’nin “Etkin Bankacılık Denetimi için Temel Prensipler” i (Ekim 2006), dikkatle tasarlanmış bir mevduat sigorta sisteminin finansal sistemdeki kamu güvenine katkıda bulunabileceğini ve bu sayede sorunlu bankalardan kaynaklanan bulaşma etkisini sınırlayabileceğini, ancak hâlihazırda etkin mevduat sigorta sistemleri için rehberlik sağlamadığını kabul etmektedir. 3. Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği (IADI) Şubat 2008’de etkin mevduat sigorta sistemleri için bir dizi temel prensip oluşturmuştur1. IADI Temel Prensipleri mevduat sigorta sistemlerinin etkinliğini artırmak için tasarlanmış olup IADI araştırmaları ve rehber çalışmaları esas alınmıştır Temel Prensipleri oluştururken IADI, üyelerinin gerçek tecrübelerinden büyük ölçüde yararlanmıştır. 4. Temmuz 2008’de Basel Bankacılık Komitesi (BCBS) ile IADI, IADI Temel Prensiplerini esas alarak üzerinde uluslararası uzlaşma sağlanmış “Etkin Mevduat Sistemleri İçin Temel Prensipler” i oluşturmak üzere işbirliği yapmaya karar verdiler. Temel Prensipleri geliştirerek BCBS ve IADI’nin inceleme ve onayına sunmak üzere bir ortak çalışma grubu oluşturuldu. Söz konusu ortak çalışma grubu, BCBS’in Sınır Ötesi Banka Çözümleme Grubu (CBRG) ve IADI’nin Rehber Grubu’nun temsilcilerinden oluşmaktaydı. Aşağıdaki çalışmada CBRG – IADI ortak çalışma grubunun Temel Prensiplere ilişkin çalışması ile buna eşlik eden ve genel olarak etkin mevduat sigorta sistemlerini desteklemek için gerekli dış unsurlara işaret eden Önkoşullar seti sunulmaktadır. Temel Prensipler 5. Kanun yapıcıların mudilerin korunması ve finansal sistemin istikrarına nasıl katkıda bulunabileceklerine ilişkin seçenekleri bulunmaktadır. Açık mevduat sigortası, örtülü *Bu çeviri ilgili kurumların izni alınarak Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu tarafından hazırlanmıştır. Kaynak: “Core Principles for Effective Deposit Insurance Systems” - final paper, June 2009, (http://www.bis.org/publ/bcbs156.htm) 108 Bankacılar Dergisi koruma gibi başka alternatiflere göre tercih edilen seçenek haline gelmiştir.2 Bir mevduat sigorta sistemi, ilgili makamın mudilere (kapalı bir sistemse, üyelerine) karşı yükümlülüklerini açıklığa kavuşturur, kamuoyu nezdinde farkındalığın gelişmesine katkıda bulunabilir, müflis bankaların çözümlenme maliyetinin denetim altında tutulmasına yardımcı olur ve ülkelere sorunlu bankaların nasıl çözümleneceğine, bankalara ise iflas maliyetini nasıl fonlayacaklarına dair sistemli bir süreç sunabilir.3 6. Bir mevduat sigorta sisteminin başlatılması veya yeniden düzenlenmesi ülkenin bankacılık sistemi sağlıklı ve kurumsal ortamı düzgün olduğunda daha başarılı olabilir. Bir mevduat sistemi, güvenilir olabilmek ve ahlaki riskle sonuçlanabilecek bozulmalardan kaçınabilmek için doğru şekilde tasarlanmış ve iyi uygulamaya konulmuş bir finansal sistem güvenlik ağının bir parçası olmalıdır. Bir finansal güvenlik ağı genellikle ihtiyati düzenleme ve denetim, son borç verme mercii ve mevduat sigortasını içerir. Finansal güvenlik ağının katılımcıları arasında yetki ve sorumlulukların nasıl dağıtılacağı, kamu politikası seçimi ve bağımsız ülke koşulları meselesidir. 7. Bir mevduat sigorta sistemi tek başına sistemik önem taşıyan banka iflasları veya bir sistemik krizle ilgilenmek amacı gütmez. Bu tür durumlarda finansal güvenlik ağının katılımcıları etkin bir şekilde ortak çalışmalıdır. Buna ek olarak, sistemik iflasların maliyeti yalnızca mevduat sigorta sistemi tarafından üstlenilmemeli, hükümet gibi başka unsurlarca da ele alınmalıdır. 8. Temel Prensipler geniş aralıkta değişen ülke koşulları, düzenlemeleri ve yapılarını yansıtacak şekilde ve bunlarla uyumlu olmak üzere tasarlanmalıdır. Temel prensipler, etkin mevduat sigortası uygulamaları için gönüllü bir çerçeve oluşturmak amacındadır; ulusal makamlar etkin bir mevduat sigorta sistemine ulaşmak için kendi yargı alanları içinde gerek gördükleri ek tedbirleri almakta özgürdür. Temel prensipler her bankacılık sisteminin tüm ihtiyaç ve koşullarını karşılamak üzere tasarlanmamıştır. Bunun yerine, kamu politikası hedeflerini ve mevduat sigorta sisteminin görevlerini yerine getirmeye yönelik yetkiler ve mevcut kanunlar kapsamında özel ülke koşulları daha uygun şekilde gözönüne alınmalıdır. 9. Temel Prensiplere büyük ölçüde uyum sağlanması finansal sistem istikrarına katkıda bulunacak ve mudi korumasını geliştirecektir. Önkoşullar 10. Etkin bir mevduat sigorta sistemi bir takım dış unsurlara veya ön koşullara dayanmalıdır. Her ne kadar çoğunlukla mevduat sigorta sisteminin doğrudan yetki alanının dışında kalsa da, söz konusu ön koşullar sistem üzerinde direkt bir etkiye sahiptir. Bunlar: • • • • Ekonomi ve bankacılık sisteminin sürekli olarak değerlendirilmesi; Finansal güvenlik ağını oluşturan kurumların doğru şekilde idaresi; Sağlam ihtiyati düzenleme ve denetim ve Gelişmiş bir yasal çerçeve, muhasebe ve bilgilendirme sistemi. Mevcut koşulların ideal olmadığı durumlarda, bunların tanımlanması önemlidir. Eğer birtakım eylemler zorunlu ise, bu eylemler mevduat sigorta sisteminin oluşturulması veya yeniden yapılandırılması öncesinde veya sırasında olarak gerçekleştirilebilirler. 11. Mevduat sigorta sisteminin oluşturulması veya yeniden yapılandırılması, ekonominin veya bankacılık sisteminin istikrarına esas konuların ele alınmamış olması halinde çok daha zor olacaktır. Bankacılık sisteminin sağlamlığını ve mevduat sigorta sisteminin etkinliğini etkilediğinden, politika yapıcılar ekonomik ortamın durumsal bir analizini yap109 Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği malıdırlar. Bankaların sermayesi, likiditesi, kredi kalitesi, risk yönetim yaklaşımları ve uygulamalarının ayrıntılı bir değerlendirmesinin yapılması dâhil olmak üzere, bankacılık sisteminin sağlamlığı tespit edilmeli ve sorunların boyutu ölçülmelidir. Bankaların sayısı, türü ve özellikleri mevduat sigorta sisteminin tasarımı üzerinde etkiye sahip olacağından, bankacılık sisteminin yapısı dikkate alınmalıdır. 12. Mevduat sigorta sistemleri, ilgili kanunların bulunmaması veya hukuki yapıda tutarsızlıklar yeralması halinde etkin olmayacaktır. İyi oluşturulmuş bir hukuki çerçeve; şirketler hukuku, iflas hukuku, sözleşme hukuku ve tüketicinin korunmasına ilişkin düzenlemeler ile özel mülkiyet hukuku da dâhil olmak üzere bir iş kanunları sistemini içermeli, tutarlı şekilde uygulanmalı ve anlaşmazlıkların adil biçimde çözümlenmesi için bir düzenek teşkil etmelidir. Dikkate alınması gereken diğer unsurlar; hukuki yapının sorunlu bankalara zamanında müdahale edilmesine veya bankaların kapatılmasına elverişli olması, varlıkların açık ve düzgün şekilde tasfiye edilmesine ve alacaklı taleplerinin çözümlenmesine yönelik hükümler bulunması ve finansal sistem güvenlik ağı kuruluşları ve bu kuruluşlar için çalışan kişilerin yasal koruma altında olmasıdır. 13. Finansal sistem güvenlik ağını oluşturan kuruluşların sağlam şekilde yönetilmesi finansal sistemin yapısını güçlendirir ve finansal sistemin istikrarına doğrudan katkıda bulunur. Sağlam yönetişimin dört ana unsuru operasyonel bağımsızlık, hesap verebilirlik, şeffaflık ve bilgilendirme, dürüstlüktür. Söz konusu unsurların hepsi eşit derecede öneme sahip olup, sağlam yönetişimin desteklenmesinde birbirlerini pekiştirmektedir. 14. İhtiyati düzenleme ve denetimin gücü bir mevduat sigorta sisteminin etkinliği üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Güçlü ihtiyati düzenleme ve denetim yalnızca yaşayabilir bankaların faaliyetlerine devam etmesine ve mevduat sigorta sisteminin üyesi olmalarına olanak vermelidir. Bankaların sermaye durumu iyi olmalı ve bankalar güçlü ve basiretli risk yönetimi, yönetişim ve diğer iş uygulamaları gerçekleştirmelidir. Diğer unsurlar bankalar için etkin bir lisans ve ruhsat sistemi, düzenli ve dikkatli teftişler, bankaların risk değerlemesi ve sorunlu bankaların erken tespiti, zamanında müdahale edilmesi ve çözümlenmesi için bir çerçevedir. 15. Güçlü muhasebe ve bilgilendirme düzenleri etkin bir mevduat sigorta sistemi için gereklidir. Söz konusu düzenler tarafından raporlanan doğru, güvenilir ve güncel bilgiler, yönetim, mudiler, piyasa ve bankanın risk profili hakkında kararlar alan ilgili makamlarca kullanılabilir ve piyasada, düzenleme ve denetimde disiplini artırabilir. Güçlü bir muhasebe ve bilgilendirme düzeni, kapsamlı ve iyi tanımlanmış muhasebe ilkeleri ve uluslararası kabul gören kurallar içermelidir. Mali tabloların kullanıcılarının, bankalar da dâhil olmak üzere, ilgili hesapların şirketin mali durumu hakkında gerçek ve adil bir görünüm sağladığı ve oluşturulmuş muhasebe standartlarına göre hazırlandığı hususunda hesap verebilir durumda olan denetçiler tarafından bağımsız teminini sağlamak üzere, belli büyüklükteki şirketler için bir bağımsız denetim sistemi gerekmektedir. 16. İyi oluşturulmuş bir finansal sistem güvenlik ağı finansal sistemin istikrarına katkıda bulunur; ancak eğer kötü tasarlanmış ise riskleri, özellikle ahlaki riski artırabilir. Mevduat sigorta sisteminin özelliklerinin oluşturulmasında ahlaki riskin ele alınmasına ek olarak söz konusu risk, finansal sistem güvenlik ağının diğer öğeleri tarafından iyi kurumsal yönetişim, bankaların herbirinin güçlü risk yönetimi, etkin piyasa disiplini ve güçlü ihtiyati düzenleme, denetim ve kanunlar çerçevesinde (sorunlu bankaların zamanında çözümlenmesi ile kayıp riskinin minimize edilmesi de dâhil olmak üzere) uygun saiklerin oluştulması ve teşvik edilmesi suretiyle azaltılmalıdır. Söz konusu unsurlar ödünleşme içerir ve en çok birlikte yürütüldüklerinde etkindirler. 110 Bankacılar Dergisi Temel Prensipler: Açıklamalar ve yardımcı rehber Hedeflerin belirlenmesi 1. Prensip - Kamu politikası hedefleri: Bir mevduat sigorta sistemi benimsenirken veya yeniden düzenlenirken ilk adım, ulaşılması beklenen doğru kamu politikası hedeflerinin belirlenmesidir. Söz konusu hedefler mevduat sigortası sisteminin tasarımında resmi olarak belirtilmiş ve sistem ile iyi bir şekilde birleştirilmiş olmalıdır. Mevduat sigorta sistemlerinin asli hedefleri, finansal sistemin istikrarına katkıda bulunmak ve mudileri korumaktır. Açıklamalar ve yardımcı rehber Kamu politikası genellikle belirli bir kapsam dâhilinde hedeflerin belirlenmesi ve bunlara ulaşma yöntemlerinin seçilmesini içerir. Kamu politikası hedefleri kamu politikalarının bir bileşenidir ve normalde resmi ve gayrıresmi niyet beyanıdır ve amaç ve odak belirleme amacı gütmektedir. Kamu politikası hedefleri resmi olarak, örneğin mevzuatla veya kanun gerekçesi ile belirtilmiş olmalıdır. Korumanın odak noktası, genellikle mevduatlarını yatırdıkları bankanın batma riskinin bilgilendirilmiş bir değerlemesini yapacak durumda olmayan mudiler (örneğin perakende ve küçük işletme mudileri) olmalıdır. Bu sebeple politika hedefi de en çok ihtiyaç duyanların (ve dolayısıyla kaybı kaldıramayacak durumda olanların) korunmasıdır. Her ne kadar bunlar mevduat sigorta sistemleri için en çok göze çarpan ve genel olarak uygulanabilir kamu politikası hedefleri ise de, daha az yaygın ve daha az genel olarak uygulanabilir olan başka hedefler de bulunmaktadır. Bazı örnekler şunlardır: Bankaların iflas maliyetini fonlamaları için bir mekanizma sağlanması, bankacılık sektöründe rekabete dayalı sınırları yumuşatarak finans sektöründe rekabetin teşvik edilmesi ve sınırsız mevduat koruma sisteminden sınırlı kapsama geçişe olanak sağlanması. 2. Prensip - Ahlaki riski azaltmak: Ahlaki risk, mevduat sigorta sisteminin uygun tasarım özelliklerini içermesinin sağlanması ve finansal güvenlik ağının diğer öğeleri yoluyla azaltılmalıdır (bakınız “Önkoşullar” paragraf 16). Açıklamalar ve yardımcı rehber Ahlaki risk, bankalar veya korumadan yararlananlarca aşırı risk alımını ifade etmektedir. Böyle bir davranış, örneğin mudilerin ve diğer alacaklı olanların kayıplara karşı korunmaları veya koruma altında olduklarına inanmaları yahut bir bankanın iflasına müsaade edilmeyeceğini düşünmeleri halinde ortaya çıkabilir. Bir mevduat sigorta sisteminin; sigortalanan miktara sınırlama getirilmesi, bazı mudi kategorilerinin kapsam dışı bırakılması ve farklılaştırılmış yahut risk esaslı prim uygunlanması gibi tasarım öğelerine sahip olmasının sağlanması ahlaki riski azaltabilir. Ahlaki risk, mevduat sigorta sisteminin tasarımına ek olarak, finansal sistem güvenlik ağının diğer öğeleri tarafından iyi kurumsal yönetişim ve bankaların herbirinin sağlam risk yönetimi, etkin piyasa disiplini ve güçlü sağgörülü düzenleme, denetim ve kanunlar çerçevesinde uygun saiklerin oluşturulması ve teşvik edilmesi suretiyle azaltılmalıdır. Sorumluluk ve yetkiler 3. Prensip – Sorumluluklar: Mevduat sigortacısı için seçilen sorumlulukların açık ve resmi olarak ortaya konmuş olması ve açıklanan kamu politika hedefleri ile mevduat sigortacısına verilen yetki ve sorumlulukların uyumlu olması oldukça önemlidir. 111 Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği 4. Prensip – Yetkiler: Bir mevduat sigortacısı sorumluluklarını yerine getirmek için ihtiyaç duyacağı tüm yetkilere sahip olmalı ve bu yetkiler resmi olarak belirtilmelidir. Tüm mevduat sigortacıları tazminleri finanse edebilme, sözleşmelere girebilme, dahili işletme bütçeleri ve düzenlemeleri oluşturma ve mudilere karşı yükümlülüklerini ivedililkle yerine getirebilmek için güncel ve doğru bilgiye erişebilme yetkilerine ihtiyaç duyar. Açıklamalar ve yardımcı rehber Bir kuruluşun sorumluluk alanı, bir resmi talimatlar seti veya amaç açıklamasıdır. Tüm mevduat sigortacıları için geçerli tek bir sorumluluk ya da sorumluluklar seti bulunmamaktadır. Mevcut mevduat sigortacıları “pay-box” olarak adlandırılan dar kapsamdan, zarar veya risk minimizasyonu/yönetimi gibi daha geniş yetki ve sorumlulukları içeren yetkilere kadar çeşitli kombinasyonlarda değişen sorumluluklara sahiptirler. Pay-box ödeme sistemleri genellikle banka kapatıldıktan sonra mudilerin taleplerini ödemekle sınırlıdır. Dolayısıyla ihtiyati denetim ve gözetim sorumlulukları veya müdahale yetkileri bulunmamaktadır. Bununla beraber bir pay-box ödeme sistemi, bankalar kapatıldığında sigortalı mudilere etkili ve zamanında ödeme yapılabilmesi için mevduat bilgilerine erişim ve yeterli kaynakların yanısıra uygun yasal yetkilerin varlığını gerektirir. Zararların veya riskin azaltılması yahut yönetilmesi ile görevlendirilen bir mevduat sigortacısının göreceli olarak daha geniş sorumlulukları ve bu doğrultuda daha fazla yetkileri olacaktır. Bu yetkiler arasında; mevduat sigorta sistemine giriş ve çıkışın kontrol edilmesi, kendi risklerini belirleme ve yönetme ve bankalarda inceleme yürütme veya inceleme talep etme bulunmaktadır. Bu sistemler sorunlu bankalar için finansal destek sağlayabilirler. Yönetişim 5. Prensip – Yönetişim: Mevduat sigortacısı operasyonel anlamda bağımsız, şeffaf, hesap verebilir ve usulsüz politik ve sektörel baskıdan yalıtılmış konumda olmalıdır. Açıklamalar ve yardımcı rehber Yönetişim, bir kuruluşun yönetiminin yönlendirilmesinde ve denetlenmesinde kullanılan bilgi, yapı ve süreçler anlamına gelmektedir. Kuruluş ile ona sorumluluk veren veya hesap vermesi gereken makam arasındaki ilişki ile ilgilidir. Sağlam yönetişim dört ana unsuru kapsar. Operasyonel bağımsızlık, hesap verebilirlik, şeffaflık ve açıklama, doğruluk. Bu öğelerin tamamı eşit derecede önemli olup, her biri güçlü yönetişimin desteklenmesinde bir diğerini pekiştirir. Finansal güvenlik ağının diğer katılımcıları ile ilişkiler ve sınır ötesi hususlar 6. Prensip - Finansal Güvenlik Ağının Diğer Katılımcıları ile İlişkiler: Finansal sistem güvenlik ağı katılımcıları ile mevduat sigortacısı arasında düzenli olarak ve aynı zamanda belirli bankalarla ilgili olarak yakın işbirliği ve bilgi paylaşımına yönelik bir çerçeve olmalıdır. Söz konusu bilgiler (talep halinde gizliliğe tabi olmak üzere) doğru ve güncel olmalıdır. Bilgi paylaşımı ve işbirliğine yönelik düzenlemeler somutlaştırılmalıdır. 7. Prensip - Sınır Ötesi Hususlar: Gizliliğin korunması şartıyla, farklı yetki alanlarındaki mevduat sigortacıları ve hatta mevduat sigortacıları ile diğer yabancı güvenlik ağı katılımcıları arasında ilgili tüm bilgiler uygun olması durumunda paylaşılmalıdır. Birden fazla mevduat sigortacısının kapsamdan sorumlu olduğu durumlarda, ödeme sürecinden hangi mevduat sigortacısının veya sigortacılarının sorumlu olacağının belirlenmesi önemlidir. Vergi ve primlerin tespitinde, menşe ülke sistemince sağlanan mevcut sistem tanınmalıdır. 112 Bankacılar Dergisi Açıklamalar ve yardımcı rehber Bir mevduat sigortacısının kurumlararası ilişki yönetimi, sorumluluğuna ve yetkisine göre değişmelidir. Bir kuruluş tek başına tüm güvenlik ağı fonksiyonlarını yerine getirdiği takdirde, olası gerilimlerin düzgün biçimde çözümlenmesi sorumlulukların açıklığına ve ilgili bölümler arasındaki hesap verebilirlik düzeninin yeterliliğine bağlıdır. Ancak, görevler farklı kuruluşlara verildiği zaman, bilgi paylaşımı, yetki ile sorumlulukların dağıtılması ve farklı fonksiyonların çalışmaları arasındaki uyumun sağlanması ile ilgili konular daha karmaşıktır ve açık ve kesin olarak tanımlanmış olmaları gereklidir. Bankaların kendilerinin yanısıra, denetim otoritesi de genellikle bankalar ile ilgili temel bilgi kaynağıdır. Bu bilgiler, mudilerin hak iddialarını karşılamak için gerekli olan bilgileri içerebilir. Risk azaltıcı sorumluluğu olan bir mevduat sigortacısının her bir bankanın finansal durumunu değerlendirebilmesi için zamanında ve doğru bilgilere ulaşmaya gereksinimi vardır. Birçok mevduat sigortası sisteminde mevduat sigortacısını etkileyebilecek finansal sistem konularında merkez bankası da bilginin kaynağı olabilir. Bankalar üzerindeki raporlama yükünü azaltırken, mevduat sigortacısının ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşabilmesi sağlanmalıdır. Bilginin toplanmasının ve paylaşılmasının eşgüdümünü sağlamak oldukça önemlidir. Bilgi paylaşımıyla ilgili resmi olmayan düzenlemelerin işe yaramasına rağmen, bilgi paylaşımı kanunlarla, iyi niyet anlaşmalarıyla, yasal anlaşmalarla veya bunların birleşimleri ile somutlaştırılmalıdır. Söz konusu düzenlemeler güvenlik ağı katılımcılarının, ilgili çalışmalarının eşgüdümünde de genel bir çerçeve oluşturulması için yardımcı olabilecektir. Mevduat sigortacıları ve diğer finansal güvenlik ağı katılımcıları arasındaki güçlü eşgüdüm ve bilgi paylaşımı bazı bankalar konusunda olduğu kadar, düzenli olarak sınır ötesi bankacılık açısından da oldukça önemlidir. Birden fazla mevduat sigortacısı tarafından kapsam altına alınan alanlarda, hangi mevduat sigortacısının ya da sigortacılarının geri ödeme sürecinden sorumlu olacağına karar vermek önemlidir ve bu konuda iki ya da daha çok taraflı anlaşmaların yapılması mantıklıdır. Etkilenen bölgelerdeki mudilere geri ödeme süreci konusunda (uygulanan kapsam, talepte bulunma) bilgi sağlanırken gerekli dikkat gösterilmelidir ve sağlanan bilgiler açık ve kolayca anlaşılır biçimde olmalıdır. Üyelik ve Kapsam 8. Prensip - Zorunlu üyelik: Mevduat sigortacılığı sisteminde ters seçimin önlenebilmesi amacıyla korunmaya en çok ihtiyacı olduğu düşünülen mudilerden (örneğin perakendeciler ve küçük ölçekli kuruluşlar) mevduat toplayan tüm finansal kuruluşlar için üyelik zorunlu olmalıdır. Açıklamalar ve yardımcı rehber Ters seçim, sistemdeki üyeliğin gönüllü olması durumunda daha yüksek riske sahip olan bankaların mevduat sigortasını tercih etmeleri ve daha düşük riske sahip olan bankaların ise mevduat sigortasından çıkmaları eğilimidir. Mevduat sigorta sistemindeki bankalar güçlü basiretli düzenleme ve denetimlere tabi olmadıkça, mevduat sigorta sistemi kabul edilemez risklere maruz kalacaktır. Hali hazırda üye bankalarla aynı tip düzenlemelere tabi olmayan mikro-kredi veya kredi kuruluşları gibi geleneksel olmayan bankaların, mevduat sigorta sistemine dâhil olmaları durumunda bunun özel bir önemi vardır4. 113 Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği Politika yapıcılar, uygun bankalara üyeliğin kendiliğinden mi verileceğine yoksa sisteme giriş için başvurmaları gerekip gerekmediğine karar vermelidir. İkinci seçenek, sisteme giriş kriterlerinin belirleyerek mevduat sigortacısına üstlenmiş olduğu riskleri kontrol edilebilmede belli bir esneklik sağlamaktır. Ek olarak basiretli düzenlemelere ve standartlara uyum sağlanmasını da arttırabilir. Bu gibi durumlarda uygun bir geçiş planı bulunmalı ve bu plan üyeliği kazanmak için gerekli olan kriterler, süreç ve zaman dilimi gibi ayrıntıları içermelidir ve söz konusu kriterler şeffaf olmalıdır. Bazı mevduat sigortası sistemlerinde üyelik, bankacılık faaliyetini yapmanın koşuludur ve eğer düzenleyici, bankaya bankacılık yetkisi vermişse mevduat sigortacısının bankanın mevduat garanti sistemine girişini reddetmesi mümkün değildir. Bu tarz sistemlerde mevduat sigortacısı değil düzenleyici, bankaya yetki verilip verilmeyeceğine karar vermelidir. Bu gibi durumlarda mevduat sigortacısının yeni bir banka için hazırlanması için, mevduat sigortacısına önceden bankanın yetki başvurusuyla ilgili danışılmalı veya bilgi verilmelidir. Mevduat garanti sisteminde yer alan bankacılık yetkisine sahip olan bir bankanın bu yetkisi, denetleyici kurum tarafından geri alındığı takdirde, bankanın mevduat sigortası üyeliği de aynı zamanda sonlandırılmalıdır (veya eğer bankanın üyeliği mevduat garanti sistemi tarafından sonlandırılmışsa, söz konusu bankanın faaliyet izni de ilgili kurum tarafından geri alınmalıdır). 9. Prensip - Kapsam: Politika yapıcılar sigortalanabilecek mevduatın ne olduğunu kanunla, ihtiyati düzenlemeler veya tüzüklerle açıkça tanımlamalıdır. Sigorta kapsamı sınırlı, ancak güvenilir ve süratle belirlenebilir olmalıdır. Kapsam sistemin kamu politikası hedeflerini karşılayabilmek üzere mudilerin büyük çoğunluğunu yeterli düzeyde kapsamalı ve sistemin diğer tasarımsal özellikleri ile iç tutarlılığa sahip olmalıdır. Açıklamalar ve yardımcı rehber Politika yapıcılar sigortalı mevduatın tanımlanmasında yabancı para birimi cinsinden mevduatlar ve yurtdışı yerleşiklerin mevduatları gibi mevduatlar da dahil olmak üzere farklı mevduat araçlarının göreli önemini, ve bu araçların mevduat sigorta sisteminin kamu politikası amaçları ile ilişkisini göz önünde bulundurmalıdır. Kapsamın tutarı sınırlı olmalıdır ve bankalardaki mevduatın dağılımının boyutunu gösteren istatistiksel bilgi gibi ilgili veriler doğrultusunda tespit edilmelidir. Bu, belli bir tutarın yeterliliğinin belirlenmesinde politika yapıcılara, garanti kapsamındaki mevduatın oranı gibi objektif bir ölçü sağlamaktadır. Aynı kapsam tutarı mevduat sigortası sistemindeki tüm bankalara uygulanmalıdır. Kapsam tutarının enflasyon, reel gelir artışı, yeni finansal araçların geliştirilmesi ve bu hususların etkileri ile mevduatın bileşimi ile büyüklüğünün değişmesi gibi hususlar nedeniyle gözden geçirilmesi ve gerek duyulduğunda bu değişimlere göre yeniden düzenlenmesi gerekebilir. 10. Prensip – Tam garantiden sınırlı mevduat sigorta sistemine geçiş: Bir ülke tam garantiden sınırlı mevduat sigortası sistemine geçmeye veya mevcut sınırsız garanti sisteminde değişiklik yapmaya karar verdiğinde, söz konusu değişim ülke koşullarının elverdiği ölçüde süratli olmalıdır. Tam garanti uzun süre sürdürüldüğünde başta ahlaki risk olmak üzere bir takım olumsuz etkiler doğurabilir. Politika yapıcılar geçiş döneminde kamuoyu davranış ve beklentilerine özel önem göstermelidir. Açıklamalar ve yardımcı rehber Bazı ülkeler bir finansal kriz boyunca bazı banka mudilerini ve olasılıkla diğer alacaklıları tamamen korumak için açık tam garanti sistemine geçmiştir.5 Yüksek finansal belirsizlik 114 Bankacılar Dergisi sürecinde bankacılık sistemine yurtiçi ve uluslararası güvenin sağlanması için bu gibi garantilerin verilmesi kaçınılmaz hale gelebilmektedir. Tam garantiden sınırlı mevduat garanti sistemine geçmeyi düşünen bir ülke, zımni koruma uygulamasını terk edecek bir ülkenin yaptığı durumsal analizin aynısını yapmalıdır. Tam koruma uygulamasını terk edecek olan ülkelerin 3 önemli hususu göz önünde bulundurmaları gereklidir. Birinci husus mudiler ve olasılıkla diğer alacaklılar için korumanın daraltılacağıdır. Bu husus kamuda endişe oluşturabilir. Bu nedenle, politika yapıcılar kamusal tutum ve beklentilere özel olarak dikkat göstermelidir. Yüksek sermaye akışkanlığı ve/veya bir bölgesel bütünleşme politikası olan ülkeler, diğer ülkelerin koruma düzeylerinin ve diğer ilgili politikalarının etkilerini dikkate almalıdır. İkinci olarak, politika yapıcılar bankacılık sisteminin yeni bir mevduat garanti sistemini fonlama kapasitesini dikkate almalıdır. Sınırlı kapsama geçiş, genellikle bankalara yeni ya da düzeltilmiş primlerin ya da vergilerin uygulanmasını da beraberinde getirmektedir. Eğer bu fonlar tam garantinin maliyetini ödemek için yetersizse – özellikle de bu sistemik bir krizden kaynaklanıyorsa – söz konusu maliyet genellikle bankalar ve hükümet arasında paylaşılmaktadır. Hükümet bütçesel kaynaklara (daha yüksek vergi gibi), varlık satışlarına ya da borç kâğıdı ihracına da başvurulabilir. Her koşulda, mevduat garantisi sisteminin geçiş süreci boyunca ve sonrasında yeterli fona ulaşabilmesini sağlayacak mekanizmalara sahip olması önemlidir. Dikkat edilecek son husus ise geçiş sürecinin ne kadar hızlı ilerlemesi gerektiğidir. Genel olarak, geçiş süreci ülke koşullarının izin verdiği ölçüde çabuk olmalıdır. Bazı ülkeler krizin ardından adlandırılan hızlandırılmış geçiş sürecini başarılı biçimde yürürlüğe koymuştur. Buülkeler bankacılık sisteminin finansal durumunu hızlı biçimde düzeltecek şekilde yeniden yapılandıran ve hali hazırda güçlü basiretli düzenleme ve denetimin, etkin yasal altyapının ve güçlü muhasebe ve kamuyu aydınlatma usullerinin bulunduğu ülkelerdir. Diğer ülkelerde tam garantinin yürürlüğe konması, kapsamlı kriz sonrası banka yeniden yapılandırma stratejisive basiretli düzenleme ve denetlemeyi geliştirecek önlemlerle, yasal çerçeve ve muhasebe ve kamuyu aydınlatma usulleriyle yakından ilgilidir. Bu durumun hem tam garantinin devam etmesi için gerekli olan sürenin uzunluğuna hem de geçiş sürecinin hızına etkisi olmaktadır. Tam garanti uygulamasının aşamalı olarak terk edilmesi, yasal ve denetimsel yeniden düzenlemeleri de kapsayan gerekli kurumsal değişikliklere uyum sağlayabilmek için bankalara zaman kazandırmaktadır. Dahası, aşamalı geçiş süreci banka yöneticilerine risk yönetimi kültürü eğitimi almak imkânını ve mudilere yeni düzenlemelere uyum sağlamak için gerekli zamanı vermektedir. Ancak, aşamalı geçiş sürecinin önemli bir sakıncası, geçiş sürecinin uzun olarak algılanması ve mudilerin ve alacaklıların hükümetin sınırsız garanti uygulamasından vazgeçmek taahhütünden şüphe duymaya başlamasıdır. Dahası, sınırsız garanti uygulaması ne kadar uzun süre devam ederse, daha fazla ahlaki tehlike oluşturması o kadar olasıdır. Fonlama 11. Prensip – Fonlama: Bir mevduat sigortası sistemi mudilerin geri ödeme taleplerini hızlı biçimde karşılayabilmek amacıyla gerekli likiditeyi sağlamak için ilave yardımcı fonlar da dâhil olmak üzere gerekli tüm fonlama mekanizmalarına sahip olmalıdır. Mevduat sigortası yükümlülüklerini karşılamanın birinci derecede sorumluluğu, etkin bir mevduat sigorta sistemine sahip olunmasından hem bankalar hem de müşterileri doğrudan faydalandıkları için, bankalarca üstlenilmelidir. İster ex-ante, ister ex-post veya karma olsun, risk esaslı prim sistemlerinden yararlanan mevduat sigortası sistemleri için kullanılan kriterler tüm katılımcılar için şeffaf olmalıdır. 115 Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği Bunun yanısıra, risk esaslı prim sisteminin düzgün şekilde yönetilmesi için gerekli tüm kaynaklar mevcut olmalıdır. Açıklamalar ve yardımcı rehber Güçlü fonlama düzenlemeleri etkin bir mevduat sigorta sistemi için oldukça önemlidir. Politika yapıcılar ex-ante, ex-post ve karma (ex-ante ve ex-post karışımı) fonlama mekanizmalarından birini tercih edebilirler. Ex-ante fonlama mevduat sigortası tazminatlarının ve ilgili giderlerin karşılanabilmesi için iflasın gerçekleşmesi öncesinde fon birikimini ve korunmasını gerektirmektedir. Ex-ante fonlama temel olarak üyelerin katkılarıyla, sigorta primleriyle ve diğer araçlarla fonlanmaktadır. Fonlar ekonomik koşulların daha güçlü olduğu, zararların düşük olduğu dönemlerde ekonomik koşulların bozulabileceği ve zararların yükselebileceği gelecek dönemlerdeki ihtiyaçlar için biriktirilmektedir. Bu durum ise fonlamanın ekonomik dalgalanmalara olan bağlılığını azaltmaktadır. Ex-ante fonlama, finansal stres ve kriz dönemlerinde mevduat sigorta sisteminin kamusal kaynaklara olan bağımlılığını azaltabilmektedir. Ex-ante hedef fon rasyosunu veya aralığını kullanan ülkeler için, seçilen yöntem fonun iflas etme olasılığını kabul edilebilir asgari seviyeye indirmeye yeterli olmalıdır. Ex-post fonlama sistemlerinde, mevduat sigorta hak iddialarını kapsayacak fonlar üye bankalardan, ancak banka iflas ettiğinde ve oluşacak hak iddialarının kapsanması gerektiğinde toplanır. Ex-post sistemler, çok az sayıda iflas olduğunda ya da hiç iflas olmadığında, daha az prim toplandığından ve prim toplama ve fon yönetimine ilişkin idari maliyet daha az olduğundan, (bankacılık sistemine daha çok fon bıraktığından) üye bankalar için daha zahmetsiz olabilir. Ex-post sistemlerin etkin olması için (kendi fonları hiç olmadığından ya da çok az olduğundan) yedek fonlamaya çok hızlı biçimde erişebilmesi gerekir. Ex-ante sistemlerinin pek çoğu ex-post sistemlerin ögelerini kapsadığından (örneğin prim artırma, ek vergi koyma ve tasfiye kazançlarını alma hakları gibi) bileşik ya da karma fonlama sistemleri olarak kabul edilebilirler. İster bir ex-ante, ister bir ex-post, ister bir karma sistem seçilmiş olsun, mevduat sigortası yükümlülüklerini karşılamanın birinci derecede sorumluluğu, etkin bir mevduat sigorta sistemine sahip olunmasından hem bankalar hem de müşterileri doğrudan faydalandıkları için, bankalarca üstlenilmelidir. Fakat sistemik kriz gibi, mali istikrarın riske girdiği özel durumlarda, bunun böyle olmayabileceği anlaşılmalıdır. Kamuoyu farkındalığı 12. Prensip – Kamuoyu farkındalığı: Bir mevduat sigorta sisteminin etkin olabilmesi için, kamuoyunun, sistemin yararları ve sınırlamaları hakkında düzenli olarak bilgilendirilmesi önemlidir. Açıklamalar ve yardımcı rehber Mevduat sigortasının kamuoyu farkındalığı, varlığı ve çalışma şekli (sigortanın kapsam ve tutarı ile hak iddia etme sürecinin nasıl gerçekleştiği dâhil) sağlam bir mevduat sigorta sistemini desteklemekte önemli bir rol oynar. Tüm mevduat sigortacıları, kamuoyunun güvenini sürdürmek ve güçlendirmek için, mevduat sigorta sistemi konusunda kamuoyu farkındalığını artırmalıdır. Kamuoyu farkındalığı programının amaçları, açık biçimde belirlenmiş ve kamuoyu politika hedefleri ve mevduat sigortacısının sorumlulukları ile uyumlu olmalıdır. 116 Bankacılar Dergisi Mevduat sigortacıları bir kamuoyu farkındalığı programı tasarlarken, birincil hedef kitle grupları ve altgrupları (örneğin genel kamuoyu, mevduat sahipleri, üye bankalar) açıkça tanımlamalıdır. Çok çeşitli iletişim araç ve kanallarının kullanılması mevduat sigortacılarının mesajlarının hedef kitleye taşınmasını sağlamaya yardım edebilir. Mevduat sigortacısı genel anlamda mevduat sigortasına dair kamuoyu farkındalığını geliştirmekten birinci derecede sorumlu olmalıdır ve sağlanan bilgide tutarlılığı temin etmek ve sinerjileri artırmak için üye bankalar ve diğer güvenlik ağı katılımcılarıyla yakın ilişki içerisinde çalışmalıdır. Tüm bu kurumların ve görevlilerinin oynayacakları rolleri vardır. Kamuoyu farkındalık programlarının bütçesi mevduat sigortasının hedef kitledei oluşması istenen görünürlük ve farkındalık düzeyine göre belirlenmelidir. Ve bir mevduat sigortacısı için, farkındalığın düzeyinin düzenli olarak bağımsız bir değerlendirmesinin yapılması etkin bir uygulamadır. Mevduat sigortacısı, tek banka iflası, çok sayıda banka iflasları ve sistemik bir kriz meydana gelme olasılığına karşı önceden hazırlık olarak bir kamuoyu farkındalığı programı geliştirmelidir. Belirli hukuki konular 13. Prensip – Yasal koruma: Mevduat sigortacısı ve onun için çalışan bireyler yetkilerini ifa ederken “iyi niyetle” aldıkları kararlar ve gerçekleştirdikleri eylemlerden dolayı açılacak davalara karşı korunmalıdır. Ancak bireyler hesap verebilir kalabilmelerini temin etmek için uygun çıkar çatışması kurallarını ve davranış kurallarını izlemekle yükümlü olmalıdır. Yasal koruma hukuki ve yönetsel düzenlemelerle tanımlanmalı ve uygun şartlar altında tazmin edilen taraflar için hukuki masrafları kapsamalıdır. 14. Prensip – Banka iflasında kusurlu olanlara karşı muamele: Mevduat sigortacısı veya ilgili başka bir makama, bir banka iflasında kusuru bulunan taraflara karşı yasal tazminat talep etme yetkisinin verilmesi gerekir. Açıklamalar ve yardımcı rehber Resmi ya da yasal korumanın yokluğu bireylerin sorumluluklarını yerine getirmelerine özen göstermelerinin teşvikini azaltabilir –özellikle mevduat sigortacıları ve diğer mali sistem güvenlik ağı üyelerinin, batık bankaların belirlenmesi, batık bankalara müdahale edilmesi ve bu bankaların çözümlenmesinin zamanında yerine getirilmesini vurgulayan sorumlulukları konusunda. Yasal koruma sağlanması için çeşitli yaklaşımlar bulunmaktadır. En bilinenlerinden bazıları şunlardır: Yasal sorumluluklarının yerine getirilmesinde aldıkları kararlar, hareketleri ya da ihmalleri için hukuki ve cezai yükümlülükten bireylere yasal koruma sağlanması; Mevduat sigorta örgütüne yasal muafiyet sağlanması; İş sözleşmelerine uygun güvence şartları eklenmesi; ya da Bu yaklaşımların bir karışımı. Fakat iyi davranışları teşvik etmek için, bireyler için geçerli yasal ya da akdi şartlar geniş ve açık olmalıdır. Ayrıca, bireyler, hareketlerinin ve kararlarının (harekete geçmeme kararları dâhil) makul olduğunu ve ihmalkâr olmadığını ispatlamak zorunda bırakılarak bu koruma kısıtlanmamalıdır. Yasal korumaya dair çok sayıda yaklaşım bulunsa da, en azından mevduat sigortacısı ve mevduat sigortacısı ve diğer finansal sistem güvenlik ağı katılımcıları için çalışan 117 Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği bireyler, sorumluluklarını yerine getirirken “iyiniyet” kapsamında gerçekleşen karar ve hareketlerinden (veya harekete geçmeme kararlarından) dolayı açılacak davalardan korunmalıdır. Fakat yasal koruma kötü niyetle hareket ettikleri durumlarda, örneğin hileli ya da kasten hareket ettiklerinde, bireyleri koruyacak kapsamda genişletilmemelidir. Yasal koruma, açık hesap verilebilirliğin olduğu bir ortamda bir arada var olmalıdır. Bu, bireylerin yasal olarak korunurken, onların hesap verebilir kalabilmelerini temin etmek için, uygun çıkar çatışması kurallarını ve davranış kurallarını izlemekle yükümlü olmaları anlamına gelmektedir. Son olarak, yasal koruma, bireylerin --ülkeye has yükümlülük uygulamalarına bağlı olarak- mevduat sigortacısı ya da diğer kurumlar tarafından tazmin edilmesi hakkı ile uyumlu olmalıdır. Mevduat sigortacısı veya ilgili başka bir makama, bir banka iflasında kusuru bulunan taraflara karşı yasal tazminat talep etme yetkisinin verilmesi gerekir. Örneğin, yönetim kurulu, müdürler, yöneticiler, denetçiler ve iflas etmekte olan/etmiş bankanın ilişkili tarafları benzeri taraflardan yasal tazminat talep edilmesi, bir mevduat sigortacısı için geri kazanımların artırılmasına yardımcı olabilir ve görevi kötüye kullanmaya karşı güçlü teşvikler sağlayarak ahlaki risk sorunlarını azaltabilir. Çözümleme 15. Prensip – Erken tespit ve zamanında müdahale ve çözümleme: Mevduat sigortacısı finansal sistem güvenlik ağı kapsamında zor durumdaki bankaların erken tespiti, zamanında müdahale ve çözümlenmesini sağlayan çerçevenin bir parçası olmalıdır. Bir bankanın ciddi bir mali sıkıntı içinde olduğu veya böyle bir sıkıntıya girebileceği beklentisinin belirlenmesi ve tanımlanması, bağımsız ve hareket gücü olan güvenlik ağı katılımcıları tarafından ivedilikle ve açıkça tanımlanmış kriterler temelinde yapılmalıdır. 16. Prensip – Etkin çözümleme süreçleri: Etkin çözümleme süreçleri; mevduat sigortacısının yükümlülüklerini karşılamasına olanak sağlamalı, mudilere yapılacak ödemenin derhal ve doğru olarak adaletli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak dâhil olmak üzere, çözümleme maliyetlerini ve piyasa karışıklığını minimize etmeli, varlıkların geri kazanımını maksimize etmeli, özensizlik ve diğer hatalara karşı yasal tedbirler ile disiplini kuvvetlendirmelidir. Ayrıca, mevduat sigortacısı ya da ilişkili diğer finansal sistem güvenlik ağı katılımcısı, kritik bankacılık işlevlerinin sürdürülmesine yardım etmek üzere, uygun bir yapı tarafından iflas etmiş bir bankanın varlıklarının satın alınmasını ve yükümlülüklerinin üstlenilmesini sağlayarak esnek bir mekanizma kurma yetkisine sahip olmalıdır (örneğin mevduat sahiplerinin fonlarına sürekli biçimde ulaşabilmelerini ve takas ve ödeme işlemlerini sürdürmek). Açıklamalar ve yardımcı rehber Mevduat sigortacılarının, denetim, ihtiyati düzenleme ve sorunlu bankaların çözümlenmesinin farklı yanlarına ilişkin sorumlulukları ülkeye özeldir ve finansal güvenlik ağı katılımcılarının belirli sorumluluklarını yansıtır. Fakat herhangi bir ülkedeki mevduat sigortacısının özel sorumlulukları ne olursa olsun; bankaların ne şekilde denetlendiğinin, düzenlendiğinin ve sorunlu bankaların nasıl çözümlendiğinin mevduat sigorta sisteminin maliyetlerine ve diğer yönlerine başlıca bir etkisi vardır. Önemli olan, bu konuda sorumlu kim olursa olsun, bir bankanın ciddi bir mali sıkıntı içinde olduğu veya böyle bir sıkıntıya girebileceği beklentisinin belirlenmesi ve tanımlanmasının ivedilikle yapılması ve müdahale ve çözümleme sürecinin açıkça tanımlanmış kriter temelinde başlatılması hususunun farkında olunmasıdır. Bu, çözümleme maliyetinin düşmesine yardım edebilir ve gereksiz karışıklığı önleyebilir. Kriterler ülkeler arasında değişiklik gösterir ve bir bankanın sermaye yeterliliğini karşılama gücü; erişilebilir likiditenin 118 Bankacılar Dergisi düşük olması; varlık kalitesinin ya da değerinin azalması hususlarını içinde bulundurur ve bankanın güvenilir olmayan ve basiretsiz bir şekilde yönetildiğine dair bir bulguya ilişkin olabilir. Sorunlu bankaların çözümlenmesinin üç temel yolu vardır: tasfiye ve mevduat sahiplerinin mevduatlarının ödenmesi (genellikle bankanın kapatılmasını içerir), satın alma ve üstlenme işlemleri (satışlar) ve açık banka finansal desteği. Ayrıca, mevduat sigortacısı ya da ilişkili diğer finansal sistem güvenlik ağı katılımcısı, kritik bankacılık işlevlerininin sürdürülmesine yardım etmek üzere, uygun bir varlık yapısı tarafından iflas etmiş bir bankanın varlıklarının satın alınmasını ve yükümlülüklerinin üstlenilmesini sağlayarak esnek bir mekanizma kurma yetkisine sahip olmalıdır (örneğin bir köprü banka kullanılması, destekli devralma ya da geçici yönetme yoluyla). İflas kanunları ve diğer yasalar, ülkelere göre oldukça farklılık gösterdiği ve bazı durumlarda belirli çözümleme metotlarının uygulanmasını zorlaştırdığı için, çözümleme metodunun seçilmesini büyük ölçüde etkilemektedir. Bankaların ve banka iflaslarının özel önemi nedeniyle, politika yapıcılar iflas yasalarının zor durumda bulunan bankaların sistemden çıkışını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığı hususunu gözden geçirmek isteyebilirler. Bu durumda, bankalar için ayrıca bir çözümleme düzeni oluşturulması göz önüne alınmalıdır. Mudilere ödeme yapılması ve geri kazanımlar 17. Prensip – Mudilere ödeme yapılması: Mevduat sigorta sistemi mudilere, sigortalı fonlarına hızlıca erişim imkânı sağlamalıdır. Bundan ötürü mevduat sigortacısı ödemenin gerekebileceği koşullara dair önceden yeterince uyarılmalı ya da bilgilendirilmeli, mevduat bilgisine önceden erişimi sağlanmalıdır. Mevduat sahipleri kapsam sınırına kadar olan mevduatlarını talep etme yasal hakkına sahiptir ve yürürlükteki kapsam sınırlarının yanısıra ne zaman ve hangi koşullarda mevduat sigortacısının ödeme sürecine başlayacağını, ödemelerin süreleri, herhangi bir ön ödeme ya da geçici ödeme yapılıp yapılmayacağını bilmelidir. 18. Prensip – Geri kazanımlar: Mevduat sigortacısı geri kazanım süreçlerinde batık bankanın varlıklarından elde edilen hasılatları paylaşmalıdır. Batık bankanın varlıklarının (mevduat sigortacısı veya bu işi yürüten bir diğer tarafça) yönetimi ve geri kazanımı süreci, ticari beklentiler ve varlıkların ekonomik değerleri hedef alınarak yürütülmelidir. Açıklamalar ve yardımcı rehber Banka kapatılmadan önce gerekli mudi bilgisine (örneğin kayıtlar) erişim, kayıtlarda hile yapılmasıi riskini azaltır, ödeme sürecinin tamamlanması için gereken süreyi kısaltır ve kamuoyu güveninin korunmasına yardımcı olur. Mevduat sigorta sistemine, kime ödeme yapılacağı, mevduat sigorta sınırı altındaki her bir mevduatın miktarı ve (bu mekanizmayı kullanan mevduat sigorta sistemleri için) netleşmeden sonra kalan mudi talepleri gibi konuları belirleyebilmeleri için, sorunlu bankalarda tutulan mudi bilgisinin zamanında hazırlık incelemesini üstlenmek üzere gereken sistemler ve süreçler sağlanmalıdır. Mevduat sigortacıları ve diğer güvenlik ağı katılımcıları tarafından oynanan varlık yönetim rolleri ve talep ve geri kazanımlardaki sorumluluklar arasında ciddi farklar vardır. Mevduat sigorta ödemeleri genellikle bir bankanın tasfiyesi üzerine yapılırken, mevduat sigortacısı çoğunlukla sigorta kapsamındaki mudilerin haklarını devralır ve dava açması ve mevduat sigorta ödemesinden doğan hak iddiasını etkin bir şekilde yönetmesi olasıdır. Mudiye ivedilikle ödeme yapılmadıysa ya da bankaca tutulan mudi kayıtlarının kalitesi kötüyse, mudinin hak iddiası için mevduat sigortacısıyla beraber dava açması gerekebilir.6 119 Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği Bazı durumlarda mevduat sigortacılarının geri kazanım sürecinde, örneğin bir borç veren, alacaklı olan ya da olası tasfiyeci ve çözümleyici gibi ciddi rolleri vardır. Ve öyle olmasa bile, mevduat sigortacısı bir tasfiyeci atayabilir ya da tasfiyeciyi denetleme ya da alacaklı komitelerine katılım gibi diğer yollarla tasfiye sürecinde ciddi bir rol oynayabilir. Diğer durumlarda bu işlevler güvenlik ağındaki diğer kurumların sorumluluğudur. Durum ne olursa olsun, mevduat sigortacısı, üye bankalarının iflası ile bağlantılı geri kazanımlardan elde edilen hâsılatları paylaşmalıdır. Mudi tercih kanunlarının bulunduğu ülkelerde, sigorta kapsamında olmayan mudiler ve mevduat sigortacısının (devralma yoluyla), batık bankaların varlıklarından geri kazanılan fonlarda, genellikle diğer alacaklı olanlara göre önceliği olacaktır. Mudi hak iddialarını netleştiren ülkelerde, uygulama iflas kanunuyla tutarlı olmalıdır. Son olarak, batık bankanın varlıklarının yönetimi ve geri kazanımı süreci, ticari beklentiler ve varlıkların ekonomik değerleri hedef alınarak yürütülmelidir. Bu, varlıkların kalitesi, piyasaların derinlik ve durumu, varlık yönetimi ve elden çıkarılmasında uzmanlığın mevcut olması, varlıkların elden çıkarılmasına ilişkin yasal gereklilikler ve kamu politikası hedefleri gibi hususların gözönüne alınması anlamına gelir. Dipnotlar: 1 IADI 2002 yılında, rehberlik ve uluslararası işbirliğini geliştirerek mevduat sigortacılığının etkinliğini arttırmaya katkıda bulunmak amacıyla kurulmuştur. IADI Temel Prensipleri, mevduat sigortası sistemi kuracak veya mevduat sigorta sistemini yenilecek ülkelerin faydalanmaları için geliştirilmiştir. 2 Zımni mevduat koruması, mudiler ve belki diğer alacaklılar da dâhil olmak üzere, kamunun, banka iflaslarında, bir tarz korunma beklemesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Bu beklenti çoğunlukla hükümetlerin geçmişteki davranışları veya resmi görevliler tarafından yapılmış olan açıklamalar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Zımni koruma, resmi olarak hiç tanımlanmamıştır. Banka yükümlülüklerinin uygunluğuna, sağlanan korumanın seviyesine ya da geri ödemenin şekline ilişkin hiçbir yasal kural yoktur. Fonlama ihtiyaridir ve genellikle hükümetin kamusual fonlara erişebilme yeteneğine bağlıdır. 3 Bu çalışmada “banka” kavramı sigortalı mevduatı kabul eden finansal kurumları belirtmek amacı ile kullanılmıştır. 4 Politikaclar tarafından, bu kuruluşları mevduat sigorta sistemine dâhil edecek şekilde üyeliğin genişletilmesinin göz önüne alınmasının nedenlerinden bazıları: benzer ürünler sunan farklı kuruluşlar arasında rekabet şeklinin bozulmasına neden olmak istememe; mevduat ve mevduat benzeri ürünleri kabul eden tüm kuruluşları dahil ederek finansal sistemin istikrarını arttırma hedefi; bu kuruluşlara ihtiyati düzenleme ve denetleme kuralları uygulamak isteme; olabilir. 5 Tam Garanti, kurumlar tarafından, sınırlı mevduat sigortası koruması ya da diğer düzenlemelerle sağlanan korumaya ek olarak, bazı mevduatların ve muhtemelen diğer finansal ürünlerin de korunacağının açıklanmasıdır. Tam garanti başlatılırken, garantinin kapsamı (örneğin kapsamdaki kurumların, ürünlerin türü ve vade dönemleri) ve garantiden faydalanan bankaların garantinin sağlanması maliyetine bir şekilde katılması gerekip gerekmeyeceği gibi kararları da içeren çok sayıda etken dikkate alınmalıdır. 6 Böyle durumlarda mudilerin mevduat sigortacısına hak iddiasında bulunabileceği zaman süresine dair zaman sınırları olmalıdır. 120 Yazarlara Duyuru 1. Bankacılar dergisinde yayımlanmak üzere gönderilecek makaleler, word formatında arial yazı karakterinde, 11 punto ile tek aralıklı ve paragraflar arasında bir satır boşluk bırakılmak üzere Türkçe olarak yazılmalıdır. 2. Yazının kapak sayfasında şu bilgiler yer almalıdır; a) yazının başlığı, b) yazar(lar)ın bağlı bulundukları kuruluşlar ve ünvanları, c) varsa yazar(lar)ın yardımlarını gördüğü kişi ve/veya kurumlara teşekkür, d) iletişim kurulacak yazarın adı, adresi varsa telefon ve faks numaraları. 3. Yazı içinde yer alan tablo ve şekiller arial yazı karakterinde 10 punto ile hazırlanmalı, başlık ve sıra numarası verilmeli, kaynakları ise alta yazılmalıdır. Denklemlere sıra numarası verilmelidir. (Denklemlerin türetilişi kısa olarak gösteriliyorsa, hakemlere verilmek üzere türetme işlemi tüm basamaklarıyla ek bir sayfada gösterilmelidir). 4. Dipnotların numaralandırılması ve ayrı bir sayfada “Dipnotlar” başlığı altında toplanması gerekmektedir. 5. Kaynaklara göndermeler dipnotlarla değil, metin içinde açılacak ayraçlarla yapılmalıdır. Ayraç içindeki sıra; yazar(lar)ın soyadı, kaynağın yılı, sayfa numaraları şeklinde olmalıdır. 6. Metinde gönderme yapılan veya yapılmayan tüm kaynaklar, kaynaklar listesinde yer almalıdır. Kaynaklar ayrı bir sayfada alfabetik sırayla yazılmalıdır. Kaynakçada aşağıda örneklenen biçim kuralına uyulmalıdır. Kitaplar GIOVANNINI, A. (1990), European Financial Integration, Cambridge, Cambridge University Press. Dergiler EKINCI, N.K. (1991), “Para Politikası, Faiz ve Döviz Kuru”, Muhasebe, İşletme ve Finans, Sayı 58, s.53-57. Derlemeler GORAN, M. (1965), “The Roots of Scientific Method”, E.Wayne Courtney (eds), in Applied Research in Education, New Jersey: Littlefield, s.75-80. Internet adresleri TUNA, K. (2005), “Bankacılık Kanununda Kurumsal Yönetim”, http://bsy.marmara.edu.tr/TR/konferanslar/2005/2005tebligleri/9.doc (20.05.2006)