pars plana vitrektomi

advertisement
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI
Prof. Dr. N. Reşat BELGER
Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Şef: Prof. Dr. Ömer Faruk Yılmaz
Doç. Dr. Ziya Kapran
PSÖDOFAKİK RETİNA
DEKOLMANLARINDA PARS PLANA
VİTREKTOMİ SONUÇLARIMIZ
Uzmanlık Tezi
Dr. Mustafa ELİAÇIK
İstanbul 2005
1
ÖNSÖZ
Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde uzmanlık eğitim
sürem boyunca beni maddi ve manevi olarak her konuda destekleyen
ve fırsatlar tanıyan, iyi bir göz hekimi olarak yetişmem için gayret
gösteren, kliniğimize bilimsel çalışma platformu kazandıran ve
oftalmolojideki
güncel
uygulamaları
ile
ufkumuzu
genişleten,
tecrübesinden ve sosyal kişiliğinden feyzaldığım değerli hocam
Prof. Dr. Ömer Faruk YILMAZ’ a,
Uzmanlık eğitim sürem boyunca beni maddi ve manevi olarak her
konuda destekleyen, hastane içinde çalışma kolaylığı sağlayan değerli
hocam
Op. Dr. Mehmet Ali KEVSER’ e,
Tez çalışmamın hazırlanmasında destek ve katkılarını esirgemeyen
değerli hocalarım
Doç. Dr. Ziya KAPRAN
ve Op. Dr.
Zerrin BAYRAKTAR’ a,
Tezimin yazım aşamasında benden yardımlarını esirgemeyen sevgili
eşim
Dr. Dt. Başak KIZILTAN ELİAÇIK’ a
2
Beraber çalıştığımız süre içerisinde eğitimime katkıda bulunan tüm
şef yardımcıları ve uzmanlarıma saygı ve teşekkürlerimi,
Zorlukları benimle paylaşan ve çalışmaktan mutluluk duyduğum asistan
arkadaşlarıma, ayrıca klinik hemşire ve personeline teşekkürlerimi
sunarım.
3
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ..................................................................3
GENEL BİLGİLER..............................................4
MATERYAL VE METOD...................................41
BULGULAR.......................................................45
TARTIŞMA........................................................58
SONUÇ.............................................................72
ÖZET................................................................74
KAYNAKLAR....................................................75
4
GİRİŞ
Retina dekolmanı, katarakt ekstraksiyonu için uygulanan cerrahi yöntemlerin
sonucunda ortaya çıkabilecek en ciddi komplikasyonlardan biridir ve tedavi edilmez
ise potansiyel körlük nedeni olabileceği belirtilmektedir.
Göz hekimlerinin klinikte sık olarak karşılaştıkları bir rahatsızlık olan kataraktın
tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemlerde son 20 yıl içerisinde -tıbbi teknolojinin de
ilerlemesiyle- yenilikler ve gelişmeler kayıt edildiği bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda
katarakt cerrahisinde kullanılan yöntemlerin gelişmesiyle cerrahi sırasında ve
sonrasında komplikasyonların ortaya çıkma olasılığının azalmış olduğu bilinmesine
karşın, hastanın vizyon beklentisini önemli ölçüde azalttığı için retina dekolmanının
güncelliğini koruyan bir komplikasyon olduğu düşünülmektedir.
Günümüzde retina dekolmanlarına konvansiyonel ve vitreoretinal cerrahi ayrı
ayrı veya birlikte kullanılmak suretiyle
müdahale edilmektedir. Psödofakik retina
dekolmanları diğer dekolman tipleri ile karşılaştırıldığında fonksiyonel ve anatomik
başarıyı
etkileyecek risk faktörlerine (proliferatif vitreoretinopati, ön-arka viterdeki
değişimler, yırtık tesbitinin güçlüğü vs...) sahip olması nedeniyle üsttesinden
gelinmesi zor vakalar grubunu oluşturmaktadır. Klinik seyirinin ve dekolman
cerrahisine yanıtının da diğer dekolman türlerine oranla farklılıklar gösterdiği
belirtilmektedir.
Bu bilgiler ışığı altında, çalışmamızda katarakt ekstraksiyon cerrahisi
sonrasında retina dekolmanı gelişen ve kliniğimizde vitreoretinal cerrahi geçiren
psödofakik hastalarda retina dekolmanın klinik bulguları; gelişim süreleri, risk
faktörleri, kullanılan dekolman cerrahi yöntemleri ve prognozları
açısından
incelenerek elde edilen sonuçlar konuyla ilgili yapılan araştırmalar ile karşılaştırlarak
değerlendirilmiştir.
5
GENEL BİLGİLER
TARİHÇE
18. yüzyıl başlarında Saint-Yves tarafından dekole retinalı bir gözün
incelenmesi ile “retina dekolmanı” oftalmoloji gündemine girmiştir. Ancak yaklaşik
100 yıl sonra 1817’de Beer’in bir hastada retina dekolmanını gözlemlemesi ile ilk
klinik tanımlama gerçekleştirilmiştir (1).
1869’da Ivanoffarka vitre dekolmanının tanımını yapmış, 1870’de de Wecker
likefiye vitreusun retinal yırtıktan subretinal alana geçerek retina dekolmanına neden
olduğunu öne sürmüştür.1882’de Leber, retinal yırtık patogenezinde vitreus
traksiyonunun rolü olduğunu belirlemiştir (2).
1889’da Deutchman bir retinal yırtığı iğne ile dağlama yöntemiyle kapatarak
retina dekolmanını tedavi etmiştir. Daha sonra Gonin, Deutchman yöntemine benzer
bir yöntem geliştirmiş ve bir tür koter ile retinal yırtıkları kapatarak retina
dekolmanlarının tedavi edilebileceğini göstermiştir (3,4). 1911 yılında Ohm tamponad
etkisinden habersiz olarak sadece retinanın anatomik pozisyonunda kalmasını
sağlamak amacıyla dekolman tedavisinde hava enjeksiyonunu kullanmıştır (5).
Elschnig, Lowenstein ve Samuels, 1912 yılında yaptıkları çalışmaIarda, göz
içinden 0.5-1 ml. kadar vitreusu aspire etmişler ve salin solüsyonu ile replase
etmişlerdir (6). Aynı yıl Komoto, salin solüsyonu ile vitreus kavitesine lavaj
uygulamasının,
vitreus
hemorajilerinde
tedavi
amacıyla
kullanılabileceğini
belirlemiştir (7).
1938’de Rosengran’ın intravitreal hava enjeksiyonu ile yırtıkları kapama
girişimi, dikkatleri eksternal ya da internal basınç uygulayarak koroidi dekole retinaya
yaklaştırma fikrine çekmiştir (8).
6
1945’de Schepens’in modern indirekt oftalmoskopiyi kullanıma sunması ve
Trantas’ın da skleral indentasyon tekniğini geliştirmesi ile retina periferi ve retinal
lezyonlar net bir şekilde gözlenmeye başlamıştır (9).
1949’da Custodis ilk segmental skleral çökertmeyi bir oftalmolojik cerrahi
yöntemi olarak kullanmaya başlamış ve 1953’te Schepens 360 çevrelemeyi
uygulayan ilk kişi olmuştur (10). 1956’da Meyer —Schwickeath fotokoagulasyonu,
1964’te Lincoff kriyopeksiyi bilinen cerrahi yöntemler arasına sokmuşlardır (11).
1958’de Stone tarafından yapılan bir çalışmada, tavşanların gözlerine değişik
viskozitelerde silikon yağı enjekte edilmiş ve 2 yıllık takip sonucunda tavşanların
gözlerinde herhangi bir değişiklik görülmediği saptanmıştır. Stone’un bu ilk
çalışmalarından sonra silikon yağının etkinliğini belirleyebilmek için deneysel ve
klinik birçok araştırma yapılmıştır (12)
1962’ de Cibis, önceden inoperabl olarak kabul edilen PVR vakalarında hem
deneysel hem de klinik olarak silikon enjeksiyonu ve subretinal drenaj kullanıldığında
başarılı sonuçlar alınacağını belirlemiştir. Aynı yıl Armoly isimli bir araştırmacı da
benzer sonuçlar elde etmiştir (13).
1960’lı
yılların
başlarında
Kasner
vitreus
prolapsı
olan
katarakt
ameliyatlarında ve delici göz yaralanmalarında gereğinden fazla vitreus alınmasının
sakıncalı olmayacağını, aksine bu sayede birçok komplikasyonun önlenebileceğini
göstermiştir (14).
1970’te Machemer pars plana yolu ile de vitrektomi yapılabileceğini
keşfederek, retina cerrahisinde yepyeni bir dönemi başlatmıştır. Bunu takiben
vitreusun tamamen temizlenip makaslar ile retinal bantların kesilmesi ve buna benzer
gelişmeler birbiri ardına uygulamaya girmiş ve kabul görmüştür (15).
7
1973’te Nortan intravitreal sülfürhekzaflorid gazının, 1976’da Haut silikon
yağının pars plana vitrektomi yönteminde, 1984’te Lincoff ve Chang perfloropropan
gazının intravitreal olarak ve 1988’de Chang ve Özmert sıvı perflorokarbonların
intraoperatif olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir (16,17).
Günümüzde dünyada ve Türkiye’ de birçok klinikte yaygın olarak vitreoretinal
cerrahi uygulanmakta ve başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Operasyonlar sırasında
kullanılacak ve vitreus cerrahisinin başarısını önemli ölçüde etkileyecek alet ve
cihazların geliştirilmesi ile gelecekte bu cerrahi yöntemin ve cerrahların başarısının
artacağı düşünülmektedir (18,19,20,21,22).
RETİNA EMBRIYOLOJİSİ
Nörosensoriyel
retina,
optik
çukurun
nöroektodermal
hücrelerinin
iç
tabakalarından oluşur. Nükleuslar optik çukurun dış tabakalarına doğru primordial
retinanin dış üçte ikilik kısmına doğru ayrılır. Bu bölge primitif zon olarak adlandırılır.
Gelişmekte olan retinanın iç üçte birlik kısmında başlangıçta nükleuslar bulunmaz ve
bu bölge iç marjinal zon olarak adlandırılır. Bu bölge sonunda sinir lifleri tabakası
olarak farklılaşır. Primitif ve marjinal zonlar sadece gebeliğin yedinci haftasına kadar
tanınabilirler (23).
Retinanın farklılaşması, optik çukurun merkezinde başlar ve kademeli olarak
perifere doğru uzanır. Nöral ve glial hücreler eş zamanlı olarak oluşur. Gebeliğin
beşinci haftasına kadar ganglion ve müller hücreleri dış nöroepitelyal tabakalardan
vitreus kavitesine doğru göçmüş olurlar. Sonuç olarak nöroblastik hücrelerin
nükleusları, iç ve dış nöroblastik tabakalar olmak üzere iki tabakaya ayrılmış olurlar.
9. ve 12. haftalarda retinanın dört major horizontal tabakası ayırt edilebilir hale gelir.
(23)
Ganglion hücreleri retinanın belirgin bir şekilde farklılaşan ilk hücreleridir.
Bunların aksonal çıkıntıları ve dendritik ağaçları altıncı haftada oluşmaya başlar.
Ganglion hücrelerinin sayısı gebeliğin 15. ve 17. haftalarında artar ve 18. ve 30.
haftalarda da apoptozis sonucunda azalmaya başlar. Ganglion hücre tabakasının
8
büyüklüğü gestasyonel yaşla birlikte artış gösterir.
Müller hücrelerinin çıkıntıları optik vezikülün iç bazal laminasından başlar ve
optik ventriküle doğru ilerler. Fotoreseptörler genişlemeye ve morfolojik olarak
konileşmeye başladıklarında müller hücrelerinin çıkıntılarının ve bu hücrelerin kenar
yüzeylerinin bitişiğinde oluşmuş olan kompleksler eksternal limitan membranı
oluşturmaya başlar (24).
Nöroblastik hücrelerin en dış tabakasının farklılaşması ile fotoreseptörler
oluşur. Konilerin dış segmentlerinin farklılaşması 5. ayda başlar. Rodların hücre
gövdeleri konilerin arasında dağılmışlardır. Rodların dış segmentlerinin oluşumu
gebeliğin yedinci ayı boyunca sürer (23).
Amakrin hücreler gebeliğin 14. haftasına kadar dış nöroblastik tabakanın iç
sınırında dağılmış olarak bulunurlar. Bipolar hücreler 23. haftaya kadar farklılaşmaya
başlamazlar. Bipolar dendritler 25. haftaya kadar dış pleksiform tabakaya doğru
uzanmış olarak bulunurlar (34).
Foveadaki nöronların, fotoreseptörlerin ve glial hücrelerin farklılaşması
retinanın perifere doğru gelişiminin merkez noktasını oluşturdukları için erkenden
başlar. Hücreler arasındaki sinapslar ve bağlantılar gebeliğin 15. haftasına kadar
kurulmuş olur. Ganglion hücre ve iç nükleer tabakaların incelmesi gebeliğin 24-26.
haftalarında başlar ve maküladaki depresif bölge tanınabilir hale gelir. 7. ayda foveal
çukur iç nükleer tabakadaki incelmenin sonucunda belirginleşir. Aynı zamanda
konilerin iç segmentlerinin genişliği azalırken uzunlukları artar. 8. ayda foveolada
ganglion hücrelerinin sadece 2 tabakası kalır. Fovea elementlerinin remodelizasyonu
yaklaşık olarak doğumdan sonraki 4. yıla kadar sürer (35,36).
Retina pigment epitelinin farklılaşması arka kutupta başlar ve öne doğru
ilerler. Böylece gebeliğin 8. haftasında hekzagonal kolumnar hücrelerden oluşan bir
tabaka olarak organize olmuş olur. Retina pigment epitelinin bu dönemde fonksiyonel
olduğuna inanılmaktadır. Doğumdan sonra retina pigment epitelinin yüzey sahasında
bir genişleme olur. Embriyonik pigment epitelyal hücreleri koroidin, skleranın ve
9
nörosensoriyel retinanın gelişimini indükleyici bir etkiye sahiptir (28).
VİTREUS EMBRİYOLOJİSİ
İnsan vitreusu gelişimi ; primer vitreus, sekonder ve tersiyer vitreusun
oluşumu olmak üzere üç fazda tamamlanır. Intrauterin 6. haftada primitif vezikül ile
optik cup’ın iç tabakası arasında olan fibriller, sekresyonlar, mezenkimal hücreler ve
hyaloid sistemden gelen vasküler mezoderm ile dolar. Böylece vitreusun ilk çekirdeği
oluşur. Fibrillerin orjini net değildir. Çoğu mezodermal, bazıları nöral krest kökenli
birkaç mezenkimal hücre ‘cup’a giden hyaloid sistem damarlarına eşlik eder ve
primer vitreusu oluştururlar. Bazı krest hücrelerinin, anterior ‘cup’ı çevreleyen
undifferansiye mezenkimal hücrelerden ‘cup’ın kenarı boyunca ‘optik cup’ kavitesine
girmesi ile primer vitreus tamamlanır. Primer vitreus; mukopolisakkarid, matriks
(hyalüronik asit), fibriller ve hyaloid damarları içerir.
2. ya da 3. ayda meydana gelen sekonder vitreus hiç damar içermez, birkaç
hücre ile komplet fibriler ağdan oluşur. Bu fibriler, jel vasküler adventisyanın
fibrositleri, hyalositler ve hyalüronik asitin sentezlediği vitreus korteksindeki hyaloid
sisteme geçen monositlerden köken alır. 5. ayda silyer cismin pigmente olmayan
epitelinden oluşan kollajen fibrilleri ‘optik cup’ın anterior periferal bögesinde birikir. Bu
lifler dışa doğru büyüyerek lens kapsülü ile birleşir. Primer vitreus 5. ayda “Cloquet
Kanalı” olarak adlandırılan bir santral zar ile yer değiştirir. 7. ayda hyaloid artere kan
akımı durur ve retrolentiküler tabaka halinde silyer cisme tutunur. Sekonder vitreus,
vitreus jelinin büyük bir kısmını ve zonüldeki tersiyer vitreusu oluşturur (29,30).
VİTREORETİNAL CERRAHİDE ANATOMİ
EKSTRAOKÜLER KASLAR, ORA SERRATA, EKVATOR
Vitreoretinal cerrahide limbus, ekstraoküler kasların yapışma yerleri, ora
serrata, ekvator ve bu yapıların anatomik lokalizasyonlarının birbirleri ile ilişkileri
büyük önem taşımaktadır. Ekstraoküler kasların her biri korneal limbustan farklı
10
mesafelerde yapışır. Bu farklı yapışma yerleri, ‘Tillaux’un spirali’ adıyla da bilinen bir
spiral oluştururlar (24). Süperior oblik kas, süperior rektusun altında ve temporalinde
seyrederek limbusun 12-14 mm posteriorunda yapışır. İnferior oblik kas anteronazal
orbita duvarından orjin alır ve temporale ve posteriora doğru yönelerek inferior
rektusun altından geçer. Daha sonra lateral rektusun 10 mm posteriorunda
inferotemporal kadranda yapışır. Medial, lateral, süperior ve inferior rektus kaslarının
yapışma yerleri limbustan sırası ile 5.5, 6.9, 7.7 ve 6.5 mm uzaklıkta bulunmaktadır
(31).
Erişkin göz küresi asimetrik küre şeklindedir ve ortalama aksiyel uzunluğu 24
mm’dir. Ortalama korneal çap 10.6 mm ve ortalama ön kamara derinliği 3.15 mm’dir.
Pars plana 4-4.5 mm genişliğindedir ve retina ile ora serratada birleşir. Göz küresinin
anatomik ekvatoru ise ora serratanın 4.8 mm posteriorunda ve limbusa 13-15 mm
mesafede bulunmaktadır.
Skleranın göz küresinin farklı bölgelerinde kalınlığı değişmektedir. Ekstraoküler
kasların yapışma yerlerinin hemen arkasında kalınlığı en inceyken (0.3 mm) optik
sinire komşu olduğu bölgede kalınlığı (1.2 mm) en fazladır (31).
VORTEKS VENLERİ
Tüm koroidal dolaşımın üst ve alt orbita venleri aracılığıyla kavernöz sinüse
boşalmasını sağlayan 4 ana vorteks veni bulunmaktadır. Genellikle oblik eksenlerde
ve ekvatorun 2-3 mm gerisinde, 1.5-2 mm boyunca skleral kanal içinde
seyretmektedirler (32).
UZUN ARKA SİLYER VE ÖN SİLYER ARTERLER
Uzun arka silyer arterler, oftalmik arterden lateral ve medyal olarak ayrıldıktan
sonra optik sinirin her iki yanında kısa arka arterlerin hemen arkasından sklerayı
deler, suprakoroidal boşlukta öne doğru ilerleyerek, silyer cismin arkasına girer ve ön
silyer arter ile irisin major damar çemberini oluştururlar.
Ön silyer arterler, rektus kaslarını besleyen musküler arterlerin devamını teşkil
11
etmektedir. Kasların yapışma yerlerinde tendondan ayrılarak, sklera üstünde
episkleral vasküler ağı oluştururlar. Bu oluşumların hepsi iç ve dış uzun arka silyer
arterlerle beraber irisin major arteryel arkını meydana getirirler (33).
VİTREUS ANATOMİSİ
Lensin arkasında bulunan vitreus cismi; hacmi 4ml, ağırlığı yaklaşık 4 gr olan
16.5 mm çapında bir küre şeklindedir ve hacim olarak tüm globun %80’ini oluşturur.
(34).
Vitreus cismi likid ve solid kısımlardan oluşur. Vitreus ağırlığının %99’unu
içerisinde; su içindeki inorganik tuzlar, şeker, askorbik asit, soluble proteinler ile
hyalüronik asit bulunan likid kısım oluşturmuşken, toplam ağırlığın %1’ini oluşturan
solid kısım kollajen fibriller, periferik hücreler ve kısmen protein içerir (32,35).
Vitreus cisminin dıştaki, yoğun kısmı kortikal vitreus olarak adlandırılır ve 100 µm
kalınlığındadır. Anterior hyaloid membran kortikal vitreusun ora serratanın
anteriorundaki uzantısıdır. Anterior hyaloid lens yüzeyinin arkasının periferine
“Weigert Ligamenti” yle (hyaloidokapsüler ligament) sıkıca yapışmış durumdadır.
Lens arka yüzeyiyle anterior hyaloid yüzey arasındaki potansiyel boşluğa “Berger
Boşluğu” adı verilir. Yoğunlaşmış arka kortikal vitreus, internal limitan membranla
kaynaşan arka hyaloid membranı oluşturur.
Arka hyaloid optik sinire yapışmaz ve bu arada kalan potansiyel boşluğa
“Martegiani Boşluğu” adı verilir. Cloquet kanalı primer vitreustan kaynaklanan santral
tübüler bir yapıdır (31).
Vitreusun retinaya ve pars planaya kuvvetli bir şekilde yapıştığı yer olan vitreus
tabanı, ora serratanın
1.5-2 mm önünde ve 2-3 mm gerisinde bulunur. Vitreus
tabanının genişligi 3-5 mm arasındadır. Vitreus tabanı sıkı bir şekilde yapıştığı için
vitreusa uygulanan traksiyonlar, vitreus tabanının arka kısmını gererek bu bölgede
12
retinal yırtıklara neden olabilir (31).
RETİNA ANATOMİSİ
Retina iç transvers uzunluğu yaklaşık 22 mm olan göz küresinin sferik şekline
uyum sağlayarak iç yüzeyinin 2/3’ünü kaplayan, şeffaf ve ince bir dokudur. Arka
sınırını optik disk, ön sınırını ise ora serrata oluşturur (34).
Retina içte nörosensoryel tabaka, dışta da retina pigment epitel (RPE) tabakası
olmak üzere iki tabakadan oluşur. Nörösensoryel tabaka ve RPE arasında
peripapiller bölge ve ora serrata dışında anatomik bir yapışıklık yoktur. Arada kalan
bölgede fizyolojik bir yapışıklık vardır ve patolojik durumlarda iki tabaka kolayca
birbirinden ayrılıp retina dekolmanına yol açabilir. Nörosensoryel tabaka ile RPE
arasındaki potansiyel boşluğa “subretinal alan” adı verilir (34).
Optik sinir başı ve ora serrata arasında kalan retina hücrelerinin apikal
bağlantıları olmadığı için, bu iki oluşumu bir arada tutan; göz iç basıncı, vitreusun
viskoelastik tamponadı, reseptörler arası matriks ve RPE’den uygulanan emici güçler
gibi bazı mekanizmalar vardır (36).
13
Retina, vorteks venlerinin skleraya girdiği yerde meydana gelen bir daire ile
santral (posterior) ve periferal (anterior) olmak üzere iki kısma ayrılabilir. Anatomik
ekvator bu dairenin iki disk çapı önünde yer almaktadır. Retina periferde ince olup
arka kutba doğru kalınlaşır. Periferde yaklaşık 0.1 mm, midperiferde 0.14 mm ve
makülanin periferinde 0.23 mm kalınlıktadır. Foveanın merkezinde 0.1 mm
kalınlığında olan retinenın optik sinirle birleştiği yer ise en kalın bölgeyi oluşturur
(34).
Posterior retinada alt ve üst temporal vasküler arklar içerisindeki 5.5-6 mm’lik
alana ‘area santralis’ veya ‘arka kutup’ adı verilir. Merkezinde klinik olarak maküla,
anatomik olarak fovea olarak isimlendirilen oval bir çöküntü bölgesi yer alır. Bu
bölgedeki bipolar ganglion hücrelerinde bulunan ksantofil pigmentten dolayı sarımsı
bir görünüm alır. Klinikte maküla tanımı, foveayı da içeren 2 optik disk çapındaki
bölge için kullanılır (34). Klinik olarak maküla, anatomik olarak fovea optik disk
kenarından 3.4 mm temporalde, optik sinir başından 0.9 mm aşağıdadır. Bu bölge iç
retina tabakaları olmadığı için profilden çukur olarak görülür (31).
Foveola, foveanın merkezinde yer alan 0.35 mm çapında ve 0.13 mm
kalınlığında olan çöküntü bölgesine verilen isimdir. İç retinal tabakalar ve dolayısıyla
ksantofil pigmenti burada yer almaz. Sadece konlar ve konların pigment epitel
hücreleriyle, ince bir iç limitan membrandan ibarettir (34,36).
Foveolanın en iç kısmındaki 50 µ’luk alanda sadece konlar yer alır. Makülanın
periferinde dış pleksiform tabakası tek bir konfigürasyon gösterirken, dış nükleer
tabakadaki nükleus sayısı artmıştır. Fotoreseptör aksonları, foveada bulunan bipolar
hücrelerle bu hücreler merkezdeki 100 µ’luk alan dışına çıkmadıkça sinaps
yapmazlar. Bu anatomik özellikler sayesinde ışık saçılımı en aza indirgenmiştir. Kan
damarları içermeyen
400-600 µ’luk bir bölge bulunmaktadır ve bu bölgeye
“avasküler zon” adı verilir (34,36).
Retinanın area santralisin hemen periferinde on tabakadan oluştuğu görülür. Bu
tabakalar içten dışa doğru sırasıyla ; iç limitan membran, sinir lifleri tabakası,
ganglion hücre tabakası, iç pleksiform tabaka, iç nükleer tabaka, dış pleksiform
14
tabaka, dış nükleer tabaka, dış limitan membran, koni ve basiller ve retina pigment
epiteli olarak belirtilmektedir (37).
Nörosensoryel retina üç adet nükleer ve üç adet fibriler tabakadan
oluşmaktadır. Nükleer tabakalar; fotoreseptörlerin nukleuslarını içeren dış nükleer
tabaka, bipolar-horizontal-amakrin ve Müller hücrelerinin nükleuslarını içeren iç
nükleer tabaka, ganglion hücrelerinin nükleuslarını içeren ganglion hücreleri
tabakaları olarak sayılabilmekteyken; fibriler tabakalar; kon ve rodların, bipolar ve
horizontal hücrelerle sinaps yaptığı dış pleksiform tabaka, bipolar-amakrin ve
ganglion hücrelerinin sinaps yaptığı iç pleksiform tabaka, ganglion hücrelerinin
aksonlarının oluşturduğu sinir lifleri tabakası olarak bildirilmiştir (38).
Retina iki kaynaktan beslenir. Dış pleksiform, dış nükleer tabakalar, fotoreseptör
ve pigment epitelinden oluşan retinanın 1/3 dış kısmı,
nörosensoryel
retinanın
geri
kalan
2/3
iç
kısmı
koroidal dolaşımdan;
santral
retinal
arterden
beslenmektedir (38).
Retinal kapillerler; sinir lifleri tabakasında yüzeyel, iç nükleer tabakada ise
intraretinal ağ yaparlar. Intraretinal kapillerler, kanı sinir lifleri tabakasındaki
kapillerlerden alırlar. Hipertansiyon gibi arteryel patolojik bozukluklarda daha çok sinir
lifleri tabakası tutulurken, diabet gibi venöz patolojilerde daha çok
iç nükleer
tabakadaki kapillerler tutulma eğilimi göstermektedirler (38).
Damar boyunca düzenli olarak sıralanmış olan endotelyal hücrelerin etraflarında
endotelden bazal membran ile ayrılmış olan perisit hücreleri yer alır. Birbirleriyle sıkı
bağlantı yapan endotelyal hücreler, kan-retina bariyerini oluştururlar (38).
Retina venlerinde endotel hücrelerinin destek dokuları oldukça azdır. Arter ile
çaprazlaşma yerlerinde tek bir adventisyal kılıfla çevrelenmişlerdir. Santral retinal
ven, santral retinal arterin çıktığı yerde optik sinire girer ve 12 mm geriden çıkar (38).
15
VİTREORETİNAL BAĞLANTILAR
Vitreus arkada retina, önde lens ve silyer cisim ile, kortikal vitreus ve komşu
dokuların hücrelerinin bazal laminasından oluşan bir bileşke aracılığıyla yapışıklık
göstermektedir. Bazal laminaya kortikal vitreusun kollajen lifleri uzanmaktadır. Ora
serratanın arkasındaki bazal lamina, retina Müller hücrelerinin oluşturduğu iç limitan
laminadır. Arka kortikal vitreusun iç limitan lamina ile oluşturduğu yapı kompleksi, 1520 nm’den büyük moleküllerin geçişini engelleyen bir bariyer oluşturmaktadır (7).
Vitreoretinal bağlantı yüzeyleri bazı yerlerde kuvvetli yapışıklık göstermektedir. Bu
bağlantının en kuvvetli olduğu alan vitreus tabanının yapıştığı alandır. Bundan başka
önde lens, arkada fovea ve parafoveal alan, optik disk kenarları, büyük retinal damar
ağı boyunca vitroretinal bağlantılar diğer alanlara göre daha kuvvetlidir. Bu kuvvetli
yapışıklıklar vitroretinal hastalıkların patogenezinde ve tedavisinde büyük önem
taşımaktadır (7).
PARS PLANA ANATOMİSİ
Silyer cisim pars plikata ve pars plana olmak üzere iki kısımdan oluşur. Pars
plikata iris kökünden arkaya doğru yaklaşık olarak 2.5 mm uzanır ve aköz hümör
salgılayan 70-80 adet silyer çıkıntı içerir. Silyer cismin pars plana kısmı nazalde 3
mm ve temporalde 4.5 mm genişliğindedir ve arka kısmı ora serrata ile birleşir (31).
Vitrektomi cerrahisinde ve intravitreal enjeksiyonlarda sklerotomiler, fakik gözlerde
limbusun 4.0 mm gerisinden, afakik ye psödofakik gözlerde ise 3.5 mm gerisinden
güvenle yapılabilmektedir. Araçların bu şekilde pars planadan sokulması, önde pars
plikatadan ve arkada da vitreus tabanından kaçınmamızı sağlar (31).
RETİNA DEKOLMANI
Retina dekolmanı; subretinal sıvı etkisiyle sensoryal retinanın retinal pigment
16
epitelinden ayrılmasıdır. Yırtıklı (regmatojen) , eksüdatif ve traksiyonel olmak üzere
üç şekilde görülür (39).
1- YIRTIKLI (REGMATOJEN) RETİNA DEKOLMANI
Regmatojen retina dekolmanı, özellikle retinal yırtık gelişimine neden olacak
predispozan faktörleri taşıyan kişilerde görme keskinliğini azaltacak potansiyel
nedenlerden bir tanesidir. Başarılı şekilde onarılmadığında total görme kaybına
neden olurlar. Retina dekolmanının semptom ve bulgularının erken teşhis
edilmesinin, cerrahi operasyon sonuçlarını maksimuma çıkarmak ve görme
keskinliğini korumak için önemli olduğu bilinmektedir (40).
PATOGENEZ
Regmatojen retina dekolmanı etyopatogenezinde asıl rol oynayan faktör nöral retinal
yırtıktan
yeterli
vitre
sıvısının
subretinal
alana
geçmesini
sağlayan
vitre
likefaksiyonudur. Arka vitre dekolmanı sonrası vitre likefaksiyonu vitreoretinal
adhezyon bölgelerinde retinal yırtıklara neden olur. Retinal yırtıkların çoğunda yeterli
fizyolojik güçler mevcutsa
retina dekolmanı gelişmez. Retina
yapışıklığının
sürdürülmesi;


Subretinal alanda adheziv mukopolisakkaritlere

Koroid ve subretinal alanlar arasındaki onkotik basınç farklarına

lntraoküler basınçla ilişkili hidrostatik ve hidrolik güçlere
Retina pigment epiteli tarafından iyon ve sıvı transferine bağlıdır.
Retina dekolmanını hızlandırıcı faktörlerin (nöral retinal yırtık , vitre
likefaksiyonu vs.) kombinasyonu normal yapışıklığı sağlayıcı güçleri aşarsa retina
17
dekolmanı gelişir (40).
RETİNAL YIRTIKLAR
Retina yırtıkları geleneksel olarak delikler, yırtıklar veya dializler olarak
sınıflandırılırlar. Retinal delikler genellikle lokalize atrofik intraretinal anormalliklerden
gelişir ve persistan vitreoretinal traksiyonlarla ilişkili değildir. Retina yırtıkları ise
genellikle arka vitre dekolmanı ve sonrasında adhezyon bölgelerinde vitreoretinal
traksiyonlar sonucu gelişir. Vitre traksiyonu genellikle yırtık kenarında gelişir ve retina
dekolmanının progresyonuna katkıda bulunur (33).
VİTRE LİKEFAKSİYONU VE DEKOLMANI
Yaşlanma ile birlikte vitre likefaksiyonu sonrasında vitre jel yapısında, içinde
sıvılaşma gelişen lakünler oluşmaya ve genişlemeye başlar. Aşırı sıvılaşma hem şok
absorbsiyonu hem de stabiliteyi azaltır. Vitre likefaksiyonu cerrahi, miyopi, travma,
inflamasyon ve pek çok kazanılmış veya konjenital rahatsızlıklarda ortaya çıkar. Sıvı
hale gelen vitre, makula bölgesinde kortikal vitrede yırtık oluşmasından sonra vitre ve
retina arası boşluğa geçerek akut olarak arka vitre dekolmanını oluşturur (34).
RETİNA ÜZERİNE TRAKSİYON
Vitreoretinal traksiyonun birçok nedeni arasında yerçekimi ve göz
hareketleri de yer almaktadır. Vitrenin gözün hareketleri ve yerçekimi etkisi ve retinal
adhezyon bölgelerinde ters yönde hareket etmesiyle retina üzerinde yırtıklar gelişir.
Travma, vasküler hastalıklar ve diğer durumlarda gelişen proliferatif süreçlerde
traksiyon etkenleri arasında sayılmaktadır (33).
SIVI AKIMI
Regmatojen
retina
dekolmanının
18
gelişebilmesi
için
vitre
likefaksiyonu
sonrasında subretinal alana devamlı sıvı geçişi olması gerekir. Çünkü retina pigment
epiteli sürekli olarak subretinal alandan sıvı emer. Bu akım vitreoretinal traksiyonun
retinayı kalkık tutmasıyla korunur (40).
PREDİSPOZAN FAKTÖRLER
Retina dekolmanı genel populasyonda yılda 1:10.000 oranında görülen bir
rahatsızlıktır. Aşırı vitreoretinal adhezyon alanları , prematür vitre dekolmanı ve
patolojik vitre likefaksiyonuyla ilişkili pekçok oküler veya sistemik hastalıkla ilişkili
olabilir. Özellikle; yüksek miyopi , psödofaki ve afaki, künt veya penetran göz
travmaları
ve sitomegalovirus retinit önemli
predispozan
faktörler arasında
sayılabilmektedir (41).
Katarakt cerrahisi geçiren kişi sayısı genel populasyonun yaklaşık % 3’ ünü
oluştururken, retina dekolmanlı hastaların % 40’ ında daha önceden geçirilmiş
katarakt cerrahisi öyküsü vardır. Retina dekolmanı katarakt cerrahisinin en belirgin
potansiyel postoperatif komplikasyonudur ve psödofakik gözlerde meydana gelme
oranı yaklaşık olarak % 1 civarındadır (42). Doğal lensin alınmasının vitre
likefaksiyonunu hızlandırmasının prematür arka vitre dekolmanına neden olduğuna
ve retina dekolmanı riskini arttırdığına inanılmaktadır. Vitre likefaksiyon hızını arka
kapsülün durumu tayin eder. Cerrahi ya da neodymium:ytrium-alüminyum-garnet
laser ile arka kapsül perforasyonu retina dekolmanı insidansını belirgin olarak arttırır
(43).
Katarakt cerrahisi sonrası retina dekolmanı gelişimi; ciddi ve potansiyel olarak
görmeyi tehdit eden, ileri cerrahi müdahale gerektiren bir komplikasyondur. %1-3
sıklıkta gözlenir. Katarakt cerrahisi geçiren yaşlı kişilerde mevcut bulunan dejeneratif
retina lezyonları operatif travmaların da katkısıyla dekolman gelişimine neden
olabilirler). Katarakt ekstraksiyonu bağlantılı retina dekolmanının; intrakapsüler
katarakt cerrahisinde (IKKE), ekstrakapsüler katarakt cerrahisine (EKKE) oranla
daha sıklıkla görülen bir komplikasyon olduğu bilidirilmektedir (44). Katarakt cerrahisi
sonrası retina dekolmanı gelişiminde etkili olan bazı potansiyel risk faktörleri olduğu
19
beliritilmektedir. Bu faktörler, cerrahi prosedürle ilişkisiz olan preoperatif predispozan
faktörler (miyopi, lattice dejenerasyonu), intraoperatif komplikasyonlar (vitre kaybı,
vitre kaybıyla birlikte olan veya olmayan arka kapsül perforasyonu) ve postoperatif
faktörler (kapsülotomi, vitre içi hemoraji) olarak tespit edilmiştir. İdiyopatik retina
dekolmanı
için
risk
faktörü
olarak
miyopi,
yaş
ve
lattice
dejenerasyonu
gösterilmektedir (45,46,47,48,49,50).
Ameliyatta vitre kaybı olan vakalarda ve vitre inkarserasyonu olanlarda
sonradan vitre kondansasyon bandları gelişimi ve bunların kontraksiyonları
dekolmana neden olur. Zonüler fibrillerin zorlanması, su ve kemotraz ile ön kamara
irrigasyonları, cerrahi aletlerle yapılan travmalar dekolman gelişiminde rol oynarlar
(46).
Yüksek miyopinin (>6.0 D miyopi ) retina dekolmanı insidansında en az üç kat
artışa neden olduğu bilinmektedir (50). Ciddi oküler travmaların % 10-15,
sitomegalovirus retiniti olan vakaların % 50’ sinde ise 1 yıl içinde regmatojen retina
dekolmanı görülür (51). Retina dekolmanı risk faktörleri tek olarak görülebildiği gibi
birlikte de görülebilir. Örneğin; katarakt ekstraksiyonu veya cerrahi dışı travma
miyopik gözlerde retina dekolmanı komplikasyonu oluşturabilir. Patolojik vitreoretinal
değişiklikler genelde bilateraldir. Bu nedenle bir gözde retina dekolmanı gelişmiş olan
olgularda bu olay diğer göz için ilave risk faktörü oluşturur (40).
BULGU VE SEMPTOMLAR
Akut retina dekolmanının erken semptomları arka vitre dekolmanındakilere
benzer şekilde ince koyu uçuşan objeler, fotopsi ve göz hareketleriyle ışık
çakmalarıdır. Retinal yırtık vasıtasıyla yeterli sıvı geçişiyle retina dekolmanının
ekvatorun posterioruna ilerlemesi görme alanı kayıplarına neden olur. Küçük miktar
sıvı görme alanı kaybı yapmaz ve subklinik kalır (52).
Retina yırtıklarının çoğunluğu ekvator veya bunun daha ön bölgesinde üst
kadranlarda yerleşir. Çevresinde küçük miktarda subretinal sıvı olan yırtıkların
dekolman boyutu ilerleyene kadar tespit edilmesi zordur. Ayrıca birden fazla yırtık
20
oluşmuş
olma
olasılığı
yüksek
olduğundan
tüm
retina
periferi
dikkatle
değerlendirilmelidir (40).
TEŞHİS
Temel teşhis yöntemi; ortam saydamsa klinik muayenedir. Ortamda opasiteler
bulunduğunda ise ultrasonografi yönteminden yararlanılmalıdır. Hasta bilgileri ve
ilişkili bulgular yırtık ve retina dekolmanının yapısını ayırt etmede yardımcıdır.
Binoküler oftalmoskopiyle birlikte skleral indentasyon kullanılarak, tüm periferik retina
incelenir ve retina yırtıkları araştırılır (8).
AYIRICI TANI
Retina dekolmanına neden olan diğer etkenler, retinoskizis başta olmak üzere
üzerindeki retina tabakasını kaldıran koroidal lezyonlardan ve de retinada kalkıklık
benzeri görünüm yapan intravitreal patolojilerden ayırt edilmelidirler.
Küçük veya tespit edilemeyen retina yırtıkları olan veya intraoküler proliferasyon
gelişen durumlarda diğer nedenlerle oluşan retina dekolmanlarının ayırıcı tanısı güç
olur. Bazı vakalarda regmatojen özellikle birlikte traksiyonel veya eksüdatif
komponent birlikte görülebilir. Bu durumun özellikle proliferatif diabetik retinopatilli
kişilerde görülme olasılığı yüksektir.
Regmatojen
retina
dekolmanı;
kalıtımsal
kollajen
hastalıkları
(Stickler
sendromu vs.), diabetes mellitus ve AIDS sendromu gibi pek çok sistemik hastalıkla
da ilişkilidir (8).
PATOLOJİ
Retina dekolmanı oluştuğu sırada, dış retina tabakasının beslenmesindeki
bozukluk sonucu ilk patolojik değişiklikIer fotoreseptörlerin dış segmentinde gelişir
21
(53). Uzun süren retina dekolmanlarında fotoreseptörlerde ileri derecede atrofi ve
retina içinde kistik dejenerasyon gelişir (54).
Başarılı şekilde onarılmış retina dekolmanlarında pek çok histopatolojik
anormallikler görülebilmektedir. Epiretinal membran formasyonu için
% 76 gibi
yüksek bir insidans mevcuttur. Kistoid makula ödemi % 10 oranlarında görülürken
yaklaşık % 27 olguda belirgin fotoreseptör atrofisi saptanmıştır (31).
TEDAVİ
Retina dekolman tedavisindeki amaç; etken olan faktör ve güçleri ortadan
kaldırmak, pigment epiteli ile nöral retina arasındaki normal fizyolojik teması yeniden
oluşturabilmektir. Retina yırtıklarının uzun süre kapalı tutulabilmesi için vitreoretinal
traksiyonlanın ve vitre içindeki sıvı akımlarının zararlı etkilerinin önlenmesi gerekir.
Günümüzde
çoğu
retina
cerrahı
skleral
çökertme
teknikleriyle
koryoretinal
adhezyonu sağlayıp, vitreoretinal traksiyonlara karşıt güç oluşturarak dekolman
tedavisini gerçekleştirmektedirler (55). Seçilmiş vakalarda ise vitrektomi uygulanır.
SEYİR VE SONUÇLAR
Cerrahide bir veya daha fazla cerrahi yöntem kullanılarak tüm
dekolmanlarının
retina
% 95’ inde başarılı sonuçlar alınmaktadır. Retina dekolmanı
cerrahisinin yetersiz kalmasının en sık rastlanan iki nedeni aşağıda belirtilmektedir:

Tespit edilememiş veya yeterli şekilde kapatılamamış retina yırtıkları,

Proliferatif vitreoretinopatiler.
Başarılı anatomik cerrahi sonuçlar ile görme sonuçları paralellik
göstermemektedir. Postoperatif görme keskinliği maküla tutulumu sonucu gelişen
hasarın süresine bağlı olarak değişir. Subretinal sıvıyla dekole olan makulada,
cerrahi sonrası rekole sonuç elde edilse bile yine de bazı derecelerde kalıcı hasar
gelişebilmektedir. Maküler ayrışma gelişmeyen olguların % 85’ inde 20 / 40 veya
22
daha iyi görme keskinliği beklenmektedir. Maküla ayrışmasının başarılı şekilde
düzeltildiği olgularda normal veya normale yakın görme keskinliği sadece % 10
vakada görülmektedir (56). % 50 vakada 20 / 40 veya daha iyi görme keskinliği
sağlanabilmektedir. Preoperatif görme keskinliği 20 / 200’ den kötü olan olguların %
15 ‘inde 20 / 50 veya daha iyi görme keskinliğine ulaşılabilir (57).
Pnömatik retinopeksiyle tedavi edilen olgularda, skleral çökertme yöntemiyle
tedavi edilen olgulara göre daha iyi görme keskinliği oranları saptandığı
belirtilmektedir (56,57).
Postoperatif görme keskinliğinde başarısız sonuçlar elde edilmesine neden
olan ilave faktörlerin; retina dekolman patofizyolojisi, sonradan dekolman cerrahisi ve
progresif iskemik veya infeksiyöz retinal hasarlar olduğu düşünülmektedir. Kistoid
maküler ödem (% 5-10) ve epiretinal membran formasyonunun (% 5) dekolman
sonrası gelişen maküler hasardan daha sık görüldüğü bildirilmektedir (58).
2- EKSÜDATİF RETİNA DEKOLMANI
Retina damarları veya pigment epitelinden sızan sıvının retina altında
toplanmasıyla eksüdatif retina dekolmanı oluşur. Dekolman nedeni olan sıvının yer
çekimine bağlı olması, görmenin uzun süre oturduktan sonra düzelmesine sabah
yataktan kalktıktan sonra da düşük olmasına yol açar. Retinada yırtık yoktur. Sıvının
çok olduğu olgularda büllöz retina dekolmanı gelişir. Ender olarak görülen proliferatif
vitreoretinopati , retinada plilere neden olur. Eksüdatif retina dekolmanı; habis ve
sekonder hipertansiyon, Coats hastalığı, koroid melanomu, multipl myelom,
metastazlar, koroid hemanjiomu, Vogt-Koyanagi-Harada gibi iltihabi hastalıklar ve
santral seröz retinopati gibi çeşitIi nedenlerle oluşabilir. Tedavi nedene yöneliktir,
cerrahi girişim uygulanmaz (59).
3- TRAKSİYONEL RETİNA DEKOLMANI
Diabetik retinopati, göz küresi delici yaralanmaları, prematüre retinopatisi, orak
hücreli anemide vitre içi fibrotik bantların büzülmesi traksiyonel retina dekolmanına
23
neden olur. Retina hareketsizdir ve yüzeyi öne doğru iç bükeydir. Olguların bir
kısmında çekmeye bağlı yırtık oluşabilir (59).
PSÖDOFAKİK RETİNA DEKOLMANI
Katarakt cerrahisi sonrası sıklıkla görülen retina dekolmanı oluşumu, ciddi ve
potansiyel olarak körlük oluşturabilen bir komplikasyondur (60). Son
30-40 yıl
içerisinde, cerrahi operasyon sonrasında anatomik başarı oranlarının yüksek olduğu,
ancak visüel başarı oranlarının buna paralel seyretmediği bidirilmektedir.
İNSİDANS
Katarakt ekstraksiyonu ve intraoküler lens implantasyonu sonrası retina
dekolmanı gelişiminin gerçek insidansını tahmin etmek zordur. İntraoküler lens
implantasyonunun cerrahi sonrası retina dekolmanı gelişim oranını arttırmadığı
düşünülmektedir (60). Bazı araştırmacılar, retina dekolmanlarının yaklaşık % 50’ sinin
katarakt ekstraksiyonu cerrahisinden sonraki 1 yıl içinde geliştiğini belirtmektedirler
(61,62). Bununla beraber çalışmalarda hasta geçmişi ile ilgili bilgi ve takip sürelerinin
yetersiz olması, pek çok seride katarakt cerrahisi tekniği ve intraoküler lens tiplerinin
ayırt edilmesinde zorluklar oluşturmuştur. Retina dekolmanı insidansının afak veya
psödofak olanlarda fakik olan olgulara oranla daha yüksek olduğu görülmektedir.
Katarakt cerrahisi sonrasında % 1-3 olan görülme oranı retina dekolmanı görülen
tüm hastalar değerlendirildiğinde, % 0.005 ile % 0.01 arasında bulunmaktadır (63).
Miyopik refraktif kusuru olan presenil hasta grubunda (50 yaş ve öncesi) katarakt
cerrahisi sonrası retina dekolmanı görülme olasılığı daha yüksektir. İntraoküler lens
yerleştirilen miyopik presenil grupta yer alan hastalarda insidans daha yüksektir. Pek
çok seride afaklarda retina dekolmanı görülme insidansının % 7- 40 arasında olduğu
bildirilmektedir (55).
Retina dekolmanı, psödofakik olguların yarısından fazlasında cerrahi sonrası
ilk bir yıl içinde, sekonder implantasyon veya YAG kapsülotomi yapılan olgularda ise
24
ilk üç ay içinde görülmektedir (55).
KATARAKT CERRAHİSİ
VE SONRASINDA GELİŞEN RETİNA
DEKOLMANI ARASINDAKI İLİŞKİ
Geçmişte pek çok cerrah, katarakt cerrahisinin dekolman oluşumunda temel
faktör ve dejeneratif sürecin kilometre taşı olduğuna inanırlardı. Bununla beraber
fakik, afakik ve psödofakik olgularda retina dekolman insidansı karşılaştırıldığında;
katarakt cerrahisinin postoperatif retina dekolmanı için önemli bir etyolojik faktör
olduğu görülmüştür. Katarakt cerrahisi sonrasında, vitre ve retinadaki değişikliklerden
dolayı retina dekolmanı oluştuğu düşünülmektedir. Cerrahi sonrası arka vitre
dekolmanı prevalansında belirgin bir artış vardır (64). Ön vitredeki değişiklikler,
intrakapsüller katarakt ekstraksiyonu sırasında lensin çıkarılması sonucunda patellar
fossa seviyesinde vitrenin lens desteğinden yoksun kalmasıyla daha da belirginleşir.
Vitre kavitesinin ön arka çapındaki artış vitrenin kısmi olarak ön kamaraya projekte
olmasına ve böylece vitreoretinal adhezyon odaklarına veya vitre tabanında daha
fazla traksiyona neden olur. Arka vitre ayrışması bu adhezyon bölgelerinde artmıştır.
Arka vitrenin ayrılması, traksiyona ve sonrasında retinal yırtık oluşumuna ve bu yırtık
vasıtasıyla düşük yoğunluktaki sıvı akımına neden olur. Bu süreç türbülan retinopati
olarak adlandırılır (65).
Ön vitredeki değişiklikler hakkındaki bilgilerin çoğu lens yerleştirilmeden
yapılan intrakapsüler katarakt cerrahisinde elde edilmiştir. Postoperatif ön hyaloid
membran rüptürünün pek çok seride %14-33 arasında olduğu bildirilmiştir. Bu
problemlerin çoğu katarakt cerrahisi sonrası ilk birkaç hafta içinde oluşur. Bu rüptür
vitrenin
yara
yerine
inkarserasyonu,
kistik
makula
ödemi
ve
inflamasyon
prevalansında artışla ilişkili olabilir. Bununla beraber katarakt cerrahisi sonrası vitre
kaybı
olmaksızın
retina
dekolmanı
oluşumu
arasındaki
ilişki
tam
olarak
açıklanamamaktadır. Ayrıca postoperatif ön hyaloid membran rüptürü ile arka vitre
ayrışması insidansı arasında bir ilişki olup olmadığı belirlenememiştir (64).
Katarakt cerrahisi sonrası göz içinde iris ve intraoküler lens gibi oluşumlarda
görülen kısmi hareketliliğe “endoftalmodonezis” denir (65). İntrakapsüler cerrahide
25
lens zonüllerinden oluşan bariyerin kaybı, gözün hareketleri esnasında vitrenin daha
fazla hareketli olmasına neden olur. Böylece ekstrakapsüler katarakt cerrahisiyle
arka kapsül korunarak vitreoretinal traksiyon ve travmaya daha az yol açılmaktadır.
İlave olarak İKKE’de EKKE’ ye oranla vitrede hyaluronik asit konsantrasyonu çok
daha azdır. Hyaluronik asitin vitrenin şok absorbsiyon fonksiyonuna yardım ettiği
düşünülmektedir. Hyaluronik asitin kaybı retinayı, göz travması veya normal göz
hareketleri esnasındaki darbelere karşı daha da hassaslaştırmaktadır. Vitredeki bu
değişim arka kapsülün intakt kaldığı ekstrakapsüler katarakt cerrahisinde (EKKE )
görülmediği için retina dekolmanı insidansı intrakapsüler katarakt ekstraksiyonuna
(İKKE) oranla daha düşüktür (66).
Katarakt
cerrahisinde
intraoküler
lenslerin
rutin
olarak
kullanılmasıyla
psödofakik dekolman oranlarının yaklaşık %30 olduğu görülmüştür. Psödofakik
retina dekolman onarımında belki de en önemli problem periferik retinanın
görüntülenme problemidir. Periferik retina yırtıklarının tespit edilememesi, cerrahi
başarısızlığa neden olabilir (67). Retinal yırtıkların tespit edilmesini zorlaştıran
faktörler ise, iris fikse lensle ilişkili miyozis, intraoküler lens kenarlarının görüşü
zorlaştıması, kortikal kalıntılar ve kapsüler opasitelerdir. Skleral çökertme esnasında
intraoküler lens varlığı özel bir problemdir. Sklera öne doğru deprese edilirken
intraoküler lensin öne ilerleyerek açıda kanama yapabileceği göz önüne alınarak
cerrahi esnasında çıkartılmalıdır. Yine iris fikse lenslerde iris önünde kornea hasarı
oluşabilir. Subretinal sıvı drenajı sırasındaki hipotoni ve intravitreal gaz da intraoküler
lenslenin öne doğru yer değiştirmesine neden olabilir. Bu olayı önlemek için
intravitreal enjeksiyon öncesi ön kamaraya gaz, sütür veya sodyum hyalüronat
verilmelidir (68).
RİSK FAKTÖRLERI
Diğer Gözde Retina Dekolmanı
Bir gözde katarakt cerrahisi sonrası retina dekolmanı gelişmişse diğer gözde
de değişiklikler oluşması - retina dekolmanına neden olan vitreoretinal değişiklikler
sıklıkla bilateral olduğundan - beklenen bir sonuçtur. Afakik evrede retina dekolmanı
26
gelişen durumda diğer gözde fakik gözlere oranla muhtemel retina dekolmanı riski
daha yüksektir (69). Bir gözde katarakt cerrahisi sonrası retina dekolmanı gelişimi
diğer gözde katarakt cerrahisi sonrası retina dekolmanı riskini dramatik olarak arttırır.
Aksiyel Miyopi
Pek çok seride, afak veya psödofak retina dekolmanlı gözlerde % 25
oranında aksiyel miyopi görüldüğü bildirilmektedir. Miyopik gözlerde postoperatif
retina dekolmanının fakik gözlere oranla daha yüksek olduğu belirtilmektedir (70).
Operatif Vitre Kaybı
Katarakt cerrahisi esnasında vitre kaybı sonrasında retina dekolmanı gelişim
oranının % 11-43 arasında değiştiği bildirilmektedir. Vitre kaybı gelişen afak
hastalarda retina dekolmanı görülme insidansının herhangi bir serideki katarakt
ekstraksiyonundan daha fazla olduğu düşünülmektedir. Komplikasyonsuz katarakt
cerrahisinde retina dekolman oranı %1.2-2.9 arasında değişirken vitre kaybı gelişen
olgularda bu oranının % 7-14 arasında olduğu görülmüştür. İntraoküler lens
implantasyonunun, vitre kaybı olan olgularda retina dekolmanı görülme insidansı
üzerine herhangi bir etkisi saptanmamıştır (71). Katarakt ekstraksiyonu sırasında
vitre kaybı gelişen miyop hastalarda retina dekolmanı riski daha yüksektir ve daha
kötü bir prognoza sahiptir (70).
Diğer Risk Faktörleri
Yaş grupları arasında, özellikle presenil grupta (50 yaş altında) daha sık retina
dekolmanına rastlanılmaktadır. Ayrıca presenil kataraktlara eşlik eden ekvatoryal
veya periferik dejenerasyonlar, üveit, açık açılı glokom, konjenital katarakt cerrahisi,
Marfan Sendromu ve atopik dermatitli olgular da risk grubundadır (72).
27
Ön Vitre Değişiklikleri
Katarakt cerrahisi sonrasında arka kapsül intakt kalırsa ön vitrede değişiklik
görülmez. İntakt arka kapsül varlığında, retina dekolman insidansının daha düşük
olduğu belirlenmiştir. Eğer cerrahi esnasında arka kapsül perfore olursa, postoperatif
retina dekolmanı insidansı intrakapsüler cerrahidekine benzer oranlar gösterir.
Ayrıca arka kapsülün cerrahi veya Neodymium:YAG laser ile açılması da dekolman
insidansını benzer şekilde arttırmaktadır (66). YAG kapsülotomi sonrası retina
dekolman insidansı ilk bir yıl içinde basit katarakt ekstraksiyonu ile benzerlik gösterir.
PROLİFERATİF VİTREORETİNOPATİDE PATOLOJİ,
ETİYOLOJİ VE İNSİDANS
Proliferatif vitreoretinopati, vitreusta hücre proliferasyonu ve retinanın her iki
yüzeyinde membran formasyonu ile karakterizedir. Uzun süren retina dekolmanları
sonrasında ve dekolman cerrahisi sonrasında ortaya çıkar. Bu fibroproliferatif
membranların kasılması retina ve vitreus mobilitesinin azalmasından; yıldız şeklinde,
radyal ve dairesel katlantıların oluşmasına kadar uzanan bir dizi klinik değişikliklere
neden olur. Retina yüzeyindeki hücre proliferasyonu ile starfold, maküler pucker ve
subretinal bantlar oluşur (73).
Tüm yırtıklı retina dekolmanlarının %5-10’ unda PVR gelişmektedir. PVR
retina dekolman cerrahisinde %27 ile en sık ve en önemli başarısızlık nedenidir (74).
Membranlar cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra reprolifere olma ve tekrar retina
dekolmanı
oluşturma
potansiyeline
sahiptirler.
PVR
gelişmiş
dekolmanlarında spontan rezolüsyon nadir olarak görülür (73).
PVR patogenezi 5 evrede incelenebilir:
28
olan
retina
1) Vitreoretinal yapı bütünlüğünün bozulması: Klinik olarak anlamlı bir PVR’nin
oluşabilmesi için tam kat bir retinal yırtık ve vitreus kavitesine RPE hücresi salınımı
olması gerekmektedir (75). İç limitan membran ve kan-retina bariyerinde meydana
gelen hasarın, PVR patogenezinde ilk önemli basamak olabileceği öne sürülmüştür
(74,76). İç limitan membran hücresel migrasyonu önler. Ancak retinal yırtık oluşumu
sonucu bütünlüğünün bozulması ile çıplak kalan RPE hücreleri, gerek aktif
migrasyon ve gerekse intraoküler sıvı migrasyonuna bağlı pasif olarak vitreus
kavitesine girerler. İç limitan membranların tahrip olması astrositlerin de iç retinal
yüzeye birikmesine yol açar (77).
2) Hücre migrasyonu: Kan-retina bariyerinin bozulması sonucu vitreus boşluğuna
geçen serumda bulunan fibronektin ve trombosit kökenli büyüme faktörü, RPE
hücreleri için kemotaktik olup, RPE hücre migrasyonunu da uyarırlar (78,79).
Fibronektin aynı zamanda hücresel yapılanmada da rol oynayan önemli bir faktördür
(79).
3) Hücre proliferasyonu: Normal şartlar altında RPE hücreleri ve glial hücreler
dinlenme fazında olup aktif olarak prolifere olmazlar. Ancak termal veya mekanik
hasara cevap olarak bu hücreler ve fibroblastik elemanlar hızla prolifere olmaya
başlarlar ve vitreoretinal skarlaşma cevabını karakterize eden opak, kontraktil
membranlar oluştururlar (74). PVR ile ilişkili olarak uygun RPE hücre ortamında
trombosit kökenli büyüme faktörü benzeri proteinlerin bulunduğu ve bunların aktive
makrofajlarca salındıkları gösterilmiştir (80). Kültür ortamındaki RPE dönüşmekte
olan büyüme faktörü-B (transforming growth factor-B;TGF-B) üretirler. PVR’ li
gözlerden alınan vitreus mayilerinde normal gözlerden alınan örneklere kıyasla 3 kat
daha fazla TGF-B saptanmıştır.
uyarılmasını,
RPE
hücrelerince
TGF-B’ nin yara iyileşmesinde fibrozisin
kollajen
ve
fibronektin
sentezini
sağladığı
belirtilmektedir (81).
4) Hücre kontraksiyonu (membran kontraksiyonu): Machemer ve Laqua
membran kontraksiyonunun temelinin; ekstrasellüler özelliklerden daha fazla sellüler
özellikte olduğunu bildirmişlerdir (82). RPE hücreleri ekstrasellüler matriks bileşenleri
(kollajen ve bazı olgularda fibrin) ile temas sonucu epitelyal tipten, yoğun sitoplazmik
29
flamanları olan fibroblastik tipte hücrelere dönüşürler. Bu hücreler ayaksı uzantılarını
uzatıp, retrakte ederek kollajeni etraflarında toplarlar ve kollajenin kontraksiyonuna
yol açarlar. Bu yolla çok az sayıda RPE hücresi vitreus jelini kontrakte edebilir ve
traksiyonel güç uygulayabilir (79). Çok az sayıda hücrenin meydana getirdiği bu
kontraksiyona “hiposellüler jel kontraksiyonu” adı verilmiştir (83). RPE hücrelerinin
kontraksiyon oluşturması fibronektin varlığına bağlıdır. Üzerinde bulunan bağlantı
noktaları ile fibronektin, hücreler ve etraftaki hücreler arası matriks arasında bir köprü
görevi görür (79).
5)
PVR
membranlarının
stabilizasyonu:
Periretinal
membranların
immunohistokimyasal incelenmesinde tip I, II, III ve IV kollajen saptanmıştır (84,85).
Kollajenin PVR membranlarındaki rolü yapısaldır (78). PVR membranlarının
matürasyonunun, membranların iskeletini stabilize eden ve gerilme direnci sağlayan
kollajen sentezine bağlı olduğu öne sürülmüştür. Kollajen aynı zamanda RPE hücre
migrasyon ve metaplazisini de uyarabilir (86). Fibronektinin hücresel yapışma,
migrasyonu ilerletme ve hücre iskelet proteinlerinin sentezini indükleme yeteneği
vardır. Fibronektin ayrıca hücreler arası matriksin stabilizasyonunda mekanik olarak
rol oynar (87).
PVR patogenezisinde temel özellik traksiyondur. PVR’ den kaynaklanan retina
altında traksiyonun serbestleşmesi retina dekolmanın rezolüsyonunu sağlayabilir
(88). PVR en sık ve en şiddetli olarak inferior retinada görülür. Bunun nedeninin
yerçekimi olduğu düşünülmektedir (89). PVR cerrahisinin amacı retinal yırtıkların
etrafında korioretinal adezyon oluşturmak ve retina üzerindeki traksiyonu rahatlatmak
veya ortadan kaldırmaktır (81).
Gözlerinde PVR görülen çoğu hastanın regmatojen retina dekolmanı cerrahisi
geçirmiş olduğu belirtilmekte, ancak kronik retina dekomanı, travma, inflamasyon
veya viral infeksiyon görülen bazı hastaların gözlerinde de önceden geçirilmiş retina
dekolmanı olmadan PVR gelişebildiği bildirilmektedir (81). Geniş retinal yırtıklı ve dev
retinal yırtıklı gözlerde PVR gelişme riski fazladır (90,91). Retinal yırtıkla beraber olan
vitreus hemorajisi PVR’yi stimüle etmektedir (92,93). Intraoperatif kanama ve
postoperatif vitreus hemorajisi de yine aynı şekilde PVR için risk faktörleri olarak
30
düşünülmektedir (90).
2 kadrandan daha fazlasını tutan retina dekolmanlarında lokalize retina
dekolmanlarına göre PVR gelişme ihtimali daha fazladır (90). Kronik regmatojen
retina dekolmanlı gözlerde retina dekolmanı cerrahisi uygulanmamış olsa bile birkaç
ay veya yıl sonra spontan olarak PVR oluşabilmektedir. Kliniğine üveit eklenmiş
veya travmadan sonra inflamasyonu artmış olan gözlerde özellikle bir retinal yırtık
varsa PVR riskinin de artması beklenmektedir (81).
Daha önceden retina dekolmanı cerrahisi uygulanmasının, PVR için en yaygın
predispozan faktör olduğu belirtilmektedir. Retina dekolmanı cerrahisi prolifere olan
hücrelerin vitreusa dökülmesine neden olarak ve kan-göz bariyerini bozarak PVR
oluşumunu kolaylaştırmaktadır (81). Postoperatif koroid dekolmanı, aşırı kriyopeksi
ve laser fotokoagülasyon da PVR oluşumuna neden olabilmektedir (82).
PVR’ nin kendisi, PVR’ nin çok ileri evrelerinin oluşumu için risk faktörüdür.
PVR’ nin erken evrelerinin görüldüğü gözlerde bir kez epiretinal proliferasyon
oluşmaya başladığı için rekürran retina dekolmanı oluşma ihtimali yüksektir (84).
PVR genellikle retina dekolmanı cerrahisi uygulandıktan sonraki 3 ay içerisinde
ortaya çıkar ve bu riskin en yüksek olduğu zaman, cerrahiden sonraki 2. aydır.
PVR’ nin tedavisinden sonra, retina dekolmanı oluşma riskinin en yüksek
olduğu zamanın da
yine aynı şekilde cerrahiden sonraki 2. ay olduğu
düşünülmektedir (94).
PVR’DE TANI
Psödofakik retina dekolmanlı gözlerde traksiyona neden olan epiretinal
proliferasyon PVR’ nin en sık ortaya çıkış şeklidir (81). PVR gelişmiş olan retina
dekolmanının ultrasonografik muayenesi sonucunda ortaya çıkan en belirgin özellik,
posterior retinanın yer değiştimesi ile ortaya çıkan tünel şekilli retina dekolmanı veya
tünel
ağzını
köprüleyen
bir
anterior
membranın
varlığıdır
(95).
Kinetik
ultrasonografideki retinal kalınlaşma PVR’ nin bir diğer ayırt edici özelliğidir (83).
31
PVR’ NİN SINIFLANDIRILMASI
PVR’ nin sınıflandırılmasında en önemli faktörler, lokalizasyon ve epiretinal
veya subretinal proliferasyonun yaygınlığıdır. İlk PVR sınıflanması 1983 yılında
Retina Society Terminology Committee tarafından yapılmıştır ve bu sınıflama sistemi
hala popüleritesini korumaktadır (96). Bu sistem ile PVR’ yi dört büyük gruba ve en
ileri iki safha da (sınıf C ve D) kendi içerisinde üç alt gruba ayrılmaktadır (Tablo 1).
EVRE
A
ÖZELLİKLER
Viteus bulanıklığı,vitreus pigment kümeleri
B
İç retinal yüzey kırışıklığı yırtık kenarlarının kıvrılması
retinal katılık damar kıvrımlanmasında artış
C
Tam kat retinal katlantı
Bir kadranda
İki kadranda
Üç kadranda
Dört kadrana fikse katlantı
Geniş huni biçiminde
Dar huni biçiminde
Kapalı huni biçiminde
C1
C2
C3
D
D1
D2
D3
Tablo 1:Retinal Society PVR sınıflandırması
Bu
sınıflandırma
sisteminin
en
zayıf
tarafı
epiretinal
proliferasyonun
anteroposterior lokalizasyonunun ihmal edilmiş olmasıdır (81). PVR’ deki anterior
proliferasyonun önemi Lewis ve Aaberg tarafından vurgulanmış ve epiretinal
proliferasyonun anteroposterior lokalizasyonuna göre derecelendirilmiş yeni bir
sınıflandırma sistemi oluşturulmuştur (96,97) İkinci sınıflandırma sistemi, epiretinal
proliferasyonun yaygınlığı ve lokalizasyonunu tesbit etmeye dayanarak ileri alt
grupları belirlemeyi amaçlamıştır ve bu sınıflandırmada vitreoretinal traksiyonun tipi
ile yaygınlığı en önemli faktörler olarak göz önünde bulundurulmuştur (98).
Bu sınıflandırma sistemi, Machemer ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir ve
32
PVR’ın lokalizasyonu, yaygınlığı ve şiddeti hakkında detaylı bilgi verdiği için diğer
sınıflandıma sistemlerinin önüne geçmiştir (Tablo 2-3).
EVRE
ÖZELLİKLER
A
Vitreus bulanıklığı, pigment kümeleri,inferior retinada
pigment demetleri
B
CP 1-12
CA 1-12
İç retinal yüzeyde kırışıklık retinal kalınlaşma,damar
kıvrımlanmasında artış,retinal yırtık kenarlarında
yuvarlanma ve düzensizleşme
Ekvatorun posteriorunda fokal,yaygın veya çepeçevre
tam kat katlantı, subretinal bantlar
Ekvatorun anteriorunda fokal,yaygın veya çepeçevre tam
kat katlantı, subretinal bantlar,öne doğru yer
değiştirme,yoğunlaşmış vitreus bantları
Tablo 2:Machemer ve ark. güncelleştirilmiş PVR sınıflandırması
Silicone Study’ deki araştırmacılar bu sınıflandırma sistemini modifiye etmişler
ve üçüncü bir sınıflandırma sistemi geliştirmişlerdir (Tablo 4-5). Silicon Study Rapor 9
içerisinde, Silicone Study Sınıflandırma sistemi ile farklı uygulayıcılar tarafından
uygulandığında farklı sonuçlar elde edildiği, ancak görme keskinliği ve hipotoni
hakkında daha iyi sonuçlar alındığı (daha iyi tahminler elede edildiği) belirtilmiştir.
Retina Society Sınıflandırma Sistemi, Evre C-3’ ten evre D-3’ e doğru PVR’ nin
şiddeti artış gösterdiği zaman hastalığın kötü sonuçlanacağını belirtecek şekilde
prognozla koreledir (99).
33
TİP
LOKALİZASYON
FOKAL
POSTERİOR
Vitreus tabanı arkasında yıldız şeklinde katlantılar
POSTERİOR
Vitreus tabanı arkasında birleşmiş yıldız şeklinde katlantılar
POSTERİOR /
ANTERİOR
Retina altında katlantılar ;disk yakınında halka şeklinde
bantlar;güve yeniği görünümünde tabakalar
DİFFÜZ
SUBRETİNAL
ÖZELLİKLER
ÇEVRESEL
ANTERİOR
ÖNE
ÇEKİLME
ANTERİOR
Retinanın santraline doğru yer değiştirmesi ile beraber
vitreus tabanının arka kenarı boyunca kontraksiyon periferal
retinanın gerilmesi posterior retinada radyal katlantılar
Vitreus tabanının proliferatif doku tarafından öne doğru
çekilmesi periferal retina oluk silyer cisimin gerilebilmesi
veya bir membranla kaplanabilmesi; irisin retrakte
olabilmesi
Tablo 3:Machemer ve ark. Güncelleştirilmiş kontraksiyon tipine göre PVR
sınıflandırması
EVRE
Klinik Bulgular
A
B
CP
P1
P2
P3
P4
CA
A1
A2
A3
A4
Vitreus bulanıklığı,vitreus pigment kümeleri
İç Retinal Kırışıklık,yırtık kenarlarının yuvarlanması
Posterior retinanın yıldız şeklinde fokal ve/veya diffüz
kontraksiyonu ve/veya posterior retinada subretinal membran
1 kadran (saat 1-3 kadranları)
2 kadran (saat 4-6 kadranları)
3 kadran (saat 7-9 kadranları)
4 kadran (saat 10-12 kadranları)
Anterior retinada çevresel ve/veya perpendiküler ve/veya
anterior traksiyon
1 kadran (saat 1-3 kadranları)
2 kadran (saat 4-6 kadranları)
3 kadran (saat 7-9 kadranları)
4 kadran (saat 10-12 kadranları)
Tablo 4 : PVR için Silicone Study Sınıflandırma Sistemİ
34
Tip Numarası
1
2
3
Kontraksiyon
Tipi
Fokal
Diffüz
Subretinal
PVR
Lokalizasyonu
Klinik Bulguların Özeti
Posterior
Yıldız şeklinde katlantılar
Posterior
Posterior retinada birleşik ,düzensiz
katlantılar retinanın kalan kısmı
arkaya doğru çekilmiştir optik disk
seçilemiyebilir
Posterior
Disk etrafında halka tarzında
traksiyon veya kumaş kıvrımı
şeklinde rerinal elevasyon
4
Çevresel
Anterior
Anterior retinada düzensiz retinal
katlantılar arkaya doğru uzanan
radyal
katlantılarserisi
vitreus
tabanının içine doğru gerdirilen
periferal retina
5
Perpendiküler
Anterior
Arka hyaloidinyapışma yerinde düz
çevresel retina katlantısı
Anterior
Arka hyaloidin yapışma yerinde ileri
doğru çekilen çevresel retina
katlantısı öne doğru uzanan periferal
retinal oluk hipotoniyle beraber
olabilen silyer cisim gerilmesi iris
retraksiyonu
6
Anterior
Tablo 5:PVR’ın kontraksiyon tipine göre Silicone Study Sınıflandırma
sistemi
35
PARS PLANA VİTREKTOMİ
Machemer, ilk kez 1971 yılında vitreoretinal hastalıkları pars plana vitrektomi
yöntemi ile tedavi etmeye başlamıştır. Yıllar geçtikçe pars plana vitrektomide
kullanılan cihazlar ve teknikte büyük gelişmeler olmuştur (100).
PARS PLANA VİTREKTOMİDE KULLANILAN CİHAZLAR
VİTREKTOMİ CİHAZI
Vitreoretinal cerrahide
değişik modellerde ancak bazı ortak özelliklere sahip
vitrektomi cihazları kullanılmaktadır. Her makine cerrahi sırasında göz içi basıncının
kontrolünü sağlamak için infüzyon sistemiyle donatılmıştır. Yine çoğu makinelerde
hava pompası
bulunmaktadır. İnfüzyon şişesi, cerrahın göze hava veya sıvı
vermesini sağlayan üçlü valf sistemiyle donatılmış olabilen bir infüzyon çizgisi ile
göze bağlanmaktadır (100).
VİTREUS KESİCİSİ
Pars plana vitrektomide kullanılan primer araç olan vitreus kesicisi, vitreusun
yüksek hızla kesilmesini ve vitreus jelinin düşük emiş gücüyle ortadan kaldırılmasını
sağlar. Kesici, giyotin tipi bir mekanizmaya sahiptir. Vitreus kesicisi vitrektomi
makinasına iki yolla bağlanır. Bunlardan bir tanesi vitreus kesicisinin kesici kısmını,
diğeri de aspirasyon yapan kısmını vitrektomi makinasına bağlamaktadır (100).
AYAK PEDALI
Cerrahın sağ veya sol ayağının önüne konulacak pedalla vitreus kesicisinin
kontrolü sağlanabilmektedir. Bu pedalla vitreus kesicisine sadece vakum veya kesme
veya her ikisi birden yaptırılabilmektedir (100).
36
AYDINLATMA KAYNAĞI
Çoğu vitrektomi makinesi genellikle sarı ışık kullanan ışık kaynağı ile donatılmış
durumdadır. Fiberoptik kablolar içeren ışık borusu plastik bir kılıfla sarmalanmıştır ve
vitrektomi makinesi ışık kaynağı ile bağlantı halindedir (100).
GÖRÜNTÜLEME SİSTEMLERİ
Gözün posterior segmentinin görülebilmesi için direkt kontakt veya indirekt
görüntüleme sistemleri mevcuttur. İndirekt sistemler de kontakt ya da nonkontakt
olabilir (100).
AMELİYAT MİKROSKOBU
Pars plana vitrektomi cerrahisi için ameliyat mikroskobu mutlaka şarttır. Ameliyat
mikroskobunun kullanılma amacılarından en önemlisi, manüplasyon yapılan alanda
derinlik hissi oluşturularak, bu alanın net bir şekilde izlenmesinin sağlanmasıdır.
Ameliyat mikroskobuna asistanın da ameliyatı izleyebileceği bölüm eklenmiş
olmalıdır (100).
GÖZ İÇİNE GİRİŞ
Pars plana vitrektomi operasyonlarının çoğunda üç girişli yaklaşım tercih
edildiğinden; infüzyon kanülü, ışık kaynağı probu ve vitreus kesicisi için gereken
sklerotomilerden önce
o bölgelerde konjonktiva sıyrılır. İnfüzyon kanülü için
sklerotomi 20 gauge mikrovitreoretinal bıçak ile sklera ve koroid delinerek midvitreal
kaviteye doğru ilerleyerek yapılır. İnfüzyon kanülü için sklerotomi, manüplasyonların
rahat yapılabilmesi için her gözün temporalinden yapılır. Işık kaynağı probu ve vitreus
kesicisi için gerekli olan sklerotomiler de yine aynı şekilde 20 gauge mikrovitreoretinal
bıçak ile sklera ve koroid delinerek
midvitreal kaviteye doğru ilerleyerek
yapılmaktadır. Her sklerotomi sonrasında, gereçleri göz içine yerleştirene kadar
37
intraoküler basıncın dengede tutulması için sklerotomi yerlerine plak yerleştirilir.
Vitrektomiye
başlarken
aşırı
traksiyonu
engellemek
için
minimal
vakum
kullanılmaktadır. Bundan sonra vakum cerrahın ihtiyacına göre arttırılabilmekte veya
azaltılabilmektedir. Intraoküler basıncın arttırılması istenirse, vakum azaltılabilir veya
infüzyon şişesinin yüksekliği arttırılabilir. İntraoküler basıncın düşürülebilmesi
istenirse ise vakum arttırılabilir veya infüzyon şişesinin yüksekliği azaltılabilir (101).
PARS PLANA VİTREKTOMİDE KULLANILAN İNTERNAL
TAMPONADLAR
Pars plana vitrektomide tamponadların kullanılma amaçları aşağıda belirtildiği gibidir:
Pars plana vitrektomiden sonra retinal yırtıkların kapalı halde tutulması,
Posterior yırtıkların kapatılması,
Subretinal sıvının boşaltılarak retinanın yatıştırılması,
Görülmeyen yırtıkların kapatılması,
Drenajdan sonra tonus oluşturulması,
Dev retina yırtığı, travmatik retina dekolmanı, makula deliğine bağlı retina dekolmanı,
PVR’ de etkili bir şekilde membran soyulması.
İdeal bir internal tamponadda aranan özellikler sırasıyla; aköz sıvılarda
yüksek yüzey gerilimine sahip olması, aköz sıvılara karışmaması, inert düzensiz
yüzeylerde
iyi
tampon
etkisi
yapması,
mikrocerrahi
aletlerinin
kullanımını
zorlaştırmaması, optik berraklık, toksisitesinin olmaması ve göz içi proliferasyonu
arttırmaması olarak sayılabilmektedir (102).
38
OPERASYON SIRASINDA KULLANILAN İNTERNAL TAMPONADLAR
Pars plana vitrektomi operasyonu sırasında kullanılan internal tamponadlar
sodyum hyalüronat, düşük viskoziteli perflorokarbon sıvıları ve havadır. Bunlardan
sodyum hyalüronat operasyon sırasında ön kamara boşaldığı zaman ön kamaranın
tekrar oluşturulmasını sağlayarak, arka segment görüntüsünün düzeltilmesi ve
kanama olduğu zaman kanama odakları üzerine verilmek suretiyle kanamanın
durdurulması
amaçları
ile
kullanılmaktadır.
Perflorokarbon
sıvılarının
ise
hidrokarbonların florinlenmiş sentetik analogları olduğu belirtilmektedir (103).
Tablo 6’ da perflorokarbon sıvıların karakteristik özellikleri gösterilmiştir.
Perflorokarbon sıvılar su ve silikonla karışmazlar. Posterior retinayı stabilize eder,
membran diseksiyonunun ve diğer işlemlerin iatrojenik hasar riskini en aza indirerek
yapılmasına olanak sağlarlar. Perflorokarbon sıvılarının kullanılma endikasyonları;

Dev yırtıklı retina dekolmanı,

Travmatik retina dekolmanı,

Proliferatif diabetik retinopatiye bağlı retina dekolmanı,

Maküler hole bağlı retina dekolmanı,

Yırtık bulunamamış retina dekolmanı,

Vitreus hemorajisi ile birlikte olan retina dekolmanı,

Proliferatif vitreoretinopati,

Endoftalmi,

Subretinal hemorajiler,

Vitreusa düşmüş yabanci cisim, kristalin lens veya intraoküler lensin
çıkarılması,

Retina altına kaçan silikon yağının çıkartılma
olarak bildirilmektedir (104).
Proliferatif vitreoretinopatili gözlerde subretinal sıvı drene edilirken intravitreal
hava verilir. Böylece yapılan sıvı-hava değişimi ile vitreus kavitesinin tamamı hava ile
dolarak retinanın, RPE ile daha iyi temas etmesi sağlanmış olur. Ameliyatın sonunda
39
göz içinde kalması istenen tamponadla hava değişimi yapılır (103).
perfluorophenantren
Özellikler
Perfluoro-n-octane
Perfluorodecalin
Kimyasal yapı
C8F18
C10F18
C14F24
Moneküler ağırlık
438
462
624
Özgül ağırlık
1,76
1,94
2,03
14
16
16
1,27
1,31
1,33
50
13,5
<1
0,8
2,7
8,03
Yüzey gerilimi
(25’de dyne/cm)
Refraktif indeks
Buharlaşma basıncı
(37 c’de mmHg)
Viskozite
(25c centistokes)
e
Tablo 6
OPERASYON SONUNDA GÖZ İÇİNDE BIRAKILAN İNTERNAL TAMPONADLAR
Eğer operasyon sonunda göz içinde bırakılacak tamponadın kısa süreli etki
göstermesi isteniyorsa gaz karışımları kullanılır. Uzun etki süreli gaz tamponadlarının
özellikleri Tablo 7’ de gösterilmiştir. İntravitreal verilen gaz karışımları tarafından
oluşturulan kabarcıklar yüzücü ve genleşici olduğundan retinayı pigment epiteline
doğru yaklaştırdığı için retinal yırtığı kapatır. Böylece vitreus içinde bulunan sıvı
subretinal yüzeye geçemez, daha önceden subretinal yüzeyde bulunan sıvı da koroid
ve RPE tarafından emilir. İntravitreal verilen gaz karışımları tarafından oluşturulan
kabarcıkların ulaşılamayan yerlerdeki retina kıvrımlarının mekanik olarak açılmasını
sağlamak ve göz içi proliferasyonu azaltmak gibi avantajları olduğu bilinmektedir.
Bununla bereber, göz içinde bırakılacak tamponad uzun süre göz içerisinde
bırakılacaksa, operasyon sonrasında hastanın uçak yolculuğu yapması zorunluysa
40
ve daha önce tamponad olarak gaz karışımı kullanılmasına rağmen retinal yatışma
sağlanamamışsa; silikon yağı kullanılır. Silikon yağının kimyasal yapısı siloksanınkine
benzer ve
visköz hidrofobik polimer bileşimler içerir. Polimerin uzunluğu silikon
yağının viskozitesini belirler. Vitreoretinal cerrahide internal tamponad olarak
kullanılan silikon yağları polidimetilsiloksanlardır. Silikon yağının kırma indeksi 1.405’
dir ve vitreustan biraz daha kırıcı bir maddedir. Silikon yağı vitreustan daha yüksek
kırma indeksine sahip olduğundan gözün refraktif durumunda belirgin değişikliğe
neden olur. Göz içindeki silikon yağının ön yüzeyi afakik hastalarda konveks
olacağından pozitif lens etkisi, fakik ve psödofakik hastalarda da konkav olacağından
negatif lens etkisi gösterir (105).
Gazlar
Hava
SF6
C2F6
C3F8
Max.gen.katsayıs Max genleşme
ı
2
3,3
4
(gün)
2
3
3
Yarılanma
Kaybolma
ömrü(gün)
1
4-6
8-21
20-50
zamanı(gün)
4
11-14
40
70
Tablo 7
MATERYAL VE METOD
Bu çalışmada Ocak 2003 – Eylül 2004 tarihleri arasında Beyoğlu Göz Eğitim
Araştırma Hastanesi Retina Polikliniği’ ne daha öncesinde;
1. Geçirdikleri katarakt operasyonu sonrasında ani görme azalması ve/veya ışık
çakması, göz önünde uçuşmalar, görüntüde bir alanda karartı görme gibi
semptomlar ile başvurmuş
2. Oftalmolojik muayene sonrasında psödofakik retina dekolmanı tanısı konmuş
olan 71 hastanın 71 gözü incelenmeye alındı.
Çalışmamıza dahil edilen hastaların bilgileri hasta dosyalarından retrospektif olarak
elde edildi.
Hastalarda;
41
Ameliyat öncesi

Yaş

Cinsiyet

Oküler hastalıklar

Biometrik aksiyel uzunluk

Preoperatif korrekte edilmiş en iyi görme

Preoperatif göz içi basıncı

Katarakt cerrahisi yöntemi

Katarakt cerrahisinde kullanılan lens tipi

Katarakt cerrahisi sırasında meydana gelen komplikasyonlar

Yağ kapsülotominin yapılıp yapılmadığı

Ameliyat sonrasından dekolman gelişimine kadar geçen süre

Retinal yırtık tesbit edilip edilemediği

Yırtık lokalizasyonu

Makula tutulumunun olup olmadığı
Ameliyat sırasında

Tampon olarak kullanılan madde

Çevresel çökertme uygulanımı

Proliferatif vitreoretinopatinin varlığı ve evresi

İOL durumu

Periferik iridektominin açılıp, açılmadığı

Endolazer uygulaması

PPV sırasında oluşan cerrahi komplikasyonlar
Ameliyat sonrasında

Kontrollerde tesbit edilen en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri

Kontroller sırasında ölçülen göz içi basınçları

Göz içi basıncı yüksek hastalarda uygulanan medikal tedavi
42

Nüks mevcudiyeti

Nüks dekolmanlarda kullanılan cerrahi yöntemler

Anatomik başarı

Fonksiyonel başarı
Ameliyat Yöntemi:
Vitrektomi ameliyatlarında Zeiss S88 model ameliyat mikroskobu; Optikon
Antares 2000 ve Accurus vitrektomi cihazları ile birlikte diatermi, fakofragmatom,
halojen ışık kaynağı, silikon ve hava pompası ünitelerini içeren vitrektomi üniti
kullanıldı. Endolaser cihazı olarak Lightlas 532 kullanıldı.
Ameliyat edilecek hastaların anestezileri yapıldıktan sonra periorbital bölge ve
göz kapakları antiseptik solüsyonla temizlendi. Disposable drape ile kirpikler drape
altında kalacak şekilde örtüldü. Kapak ekartörleri ile kapaklar açıldı.
Konjonktiva limbustan 1 mm periferinden 360 derece açıldı ve episkleral venler
koterize edildi. PVR evresi yüksek olan hasta gurubunda ise 360 derece band serklaj
uygulanarak çevresel çökertme sağlandı.
Alt temporalde limbustan 3 mm geriden MVR yardımı ile sklerotomi yapılıp 7/0
vicryl sütür ile 4 mm’ lik infüzyon kanülü bağlandı. İnfüzyon kanülünün ucunun vitreus
boşluğunda olduğundan emin olununca 0,5 ml 1/1000’lik adrenalin ilave edilmiş BSS
plus veya Aqsia akışına izin verildi. Vitrektomi probu ve endoiluminasyon için üst
temporal ve üst nasalde, limbustan 3 mm geride sklerotomiler yapıldı.
Yetersiz pupiller açıklığı olan hastalarda iris retraktörleri kullanıldı. Göz içi lensi ya da arka
kapsüler fibrozis nedeniyle net görüntü sağlanamayan, ön PVR’ı bulunan, yeterli vitre bazı
temizliği yapılamayan ve operasyon sırasında retinotomi uygulanacak vakalarda göz içi lensi
çıkartıldı, arka kapsül okütom ile alındı. Vitreusun vitrektomi ile alınmasından sonra, PVR
gelişmiş, epiretinal membranı olan hastalarda vitrektomiye ek olarak membran peeling ve
vitre bazı temizliği yapıldı. Membran peeling yöntemi ile açılamayan ve bu nedenle retinanın
anatomik pozisyonuna getirilemediği vakalarda, bu bölgelere retinotomi uygulanarak bu
katlantıların açılması sağlandı. PFCL ile de retinanın yatışıklığı sağlandı. Endolazerin
tamamlanmasından sonra 57 hastada sklerotomi yerinden girilen back flush iğne yardımı ile
43
PFCL silikon ile yer değiştirilken, 14 hastada göz içi tamponad madde olarak C3F8
kullanıldı. Sklerotomi yerleri 7/0, konjonktiva ise 8/0 emilebilir sütür ile kapatıldı.
Subkonjonktival antibiyotik ve steroid enjeksiyonu yapıldıktan sonra göz antibiyotikli pomad
ile kapatıldı.
Ameliyat sonrasındaki kontrollerde hastaların en iyi düzeltilmiş görmeleri ETDRS
eşeli ile alındı (Şekil 1).Işık persepsiyonu, el hareketi ve parmak sayma seviyesindeki
görmelerin istatistiksel olarak değerlendirilebilmesi için Snellen eşeline çevrildi
(Şekil 2). Görme keskinliği ortalamaları ise tüm görmelerin LogMAR’a çevrilmesi ile
elde edildi.
Anatomik başarı, geçirilen pars plana vitrektomi sonrasında retinanın bir yıl boyunca
yapılan kontrollerde rekole kalması olarak belirlendi. Snellen eşelinde 2 sıra ve
üzerindeki artışlar görme artışı olarak nitelendirilirken, en iyi düzeltilmiş görmesi 0,1
ve üzerinde olan hastalar fonksiyonel olarak başarılı kabul edildi.
Şekil 1: ETDRS Eşeli
20/800
20/1000
20/1143
20/1333
20/1600
20/2000
20/2666
20/4000
20/8000
Şekil
2:
IP(+),
PS10' (10 feet’den parmak sayma)
PS 8'1mps
PS 7'
PS 6'
PS 5'
PS 4'50cmps
PS 3'
PS 2'
PS 1'eh ıp+
el
hareketi
ve
edilen görmelerin snellen’e çevrilmesi
44
parmak
sayma
ile
tesbit
İstatisitiksel Değerlendirme:

Ameliyat sonrasında ortaya çıkan anatomik ve fonksiyonel başarı ile görme artışı
yüzde olarak belirlendi.

Preoperatif dönemde hastaların sahip olduğu oküler ve sistemik patolojilerin
ve oftalmolojik muayenede elde edilen bulguların, ameliyat sonrasındaki
anatomik ve fonksiyonel başarı ile görme artışı üzerine etkileri, Ki-kare testi ile
incelendi.

Operasyon sırasında izlenilen cerrahi yöntemlerin anatomik, fonksiyonel
başarı ile görme artışı üzerine etkileri Ki-kare testi kullanılarak istatistiksel
olarak değerlendirildi.

Ameliyat sonrası kontrollerde elde edilen görme artışları ANOVA ile
değerlendirildi.

Ameliyat sonrasında ortaya çıkan göz içi basınç artışlarının tedavisinde
kullanılan ilaçların etkisi T-testi ile incelendi.
45
BULGULAR
Çalışmaya dahil edilen 71 hastadan 6’sı Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nin ön segment kliniğinden diğerleri ise başka merkezlerin retina
kliniklerinden refere edilmişti.
Yaş ortalaması 60,45±15,15 olan hastaların, 43’ü (%60,6) erkek, 28’i (39,4)
bayan idi. Hastaların 29’ unda (% 40,8) aksiyel uzunluğun 23mm ve üzerinde olduğu
belirlendi. Hastaların 62’ sine (% 87,3) fakoemülsifikasyon cerrahisi, 9’ una ise (%
12,7)
planlanmış ekstrakapsüler katarkt ekstraksiyonu yapılmış olduğu; 56’sına
(78,9) kapsül içine arka kamara lensi, 11’ ine (%15,5) sulcus içine arka kamara lensi,
4’ üne (% 5,6) ön kamara lensi implante edilmiş olduğu saptandı.
IOL tipinin anatomik başarı üzerine olan etkisi
IOL TİPİ
ANATOMİK BAŞARI
YOK
VAR
Toplam
KAPSÜL
İÇİ
ÖN
KAMARA
SULCUS
Hasta
Sayısı (n)
14
2
3
19
Toplam
(%)
19,7%
2,8%
4,2%
26,8%
Hasta
Sayısı (n)
42
2
8
52
Toplam
(%)
59,2%
2,8%
11,3%
73,2%
n
56
4
11
71
%
78,9%
5,6%
15,5%
100,0%
Toplam
Tablo 8
Başvuran 21 hastada (%29,6) daha önce yapılmış katarakt operasyonu
sırasında arka kapsül perforasyonu olmuş ve ön vitrektomi uygulanmıştı. Hastalar
arka kapsüler fibrozis açısından incelendiklerinde katarakt cerrahisi sonrasında 47
kişide (%66,2) arka kapsüler fibrozis gelişmiş olduğu, 16 kişide ise (%22,5) Nd-YAG
46
laser ile kapsülotomi yapılmış olduğu belirlendi (Grafik1).
Klinik Muayenede arka kapsülü
açik tesbit edilenler
Nd:YAG KAPSÜLOTOMI
16,00 / 43,2%
OPERASYON SIRASINDA
21,00 / 56,8%
Grafik 1
Nd-YAG kapsülotomi ile retina dekolmanı arasında geçen süre ortalama
6,37±2,77 ay (1-12 ay), katarakt cerrahisi sonrasında retina dekolmanı bulgularının
gelişimine kadar geçen süre ortalama 13,28±14,61 ay olarak tesbit edildi (Grafik 2).
Yapılan muayenelerinin ardından düzeltilmiş en iyi görmelerinin ortalama
0,017±0,007, ortalama göz içi basınçlarının ise 10,15 ± 3,93 mmHg olduğu saptandı.
Hastaların % 87,3’ ünde (n=62) makula tutulumu tesbit edilmişti. Makula
tutulumunun görme artışı üzerine etkisi incelendiğinde, makula tutulumu olan grupta
görme artışı %30,6 (n=19) iken makula tutulumu tesbit edilmeyen grupta bu oran %
77,7 (n=7) olarak tesbit edildi (Tablo 9).
80
60
40
Yüzde
20
0
1,00
2,00
3,00
4,00
5,00
Katarakt Operasyonu-Dekolman Tesbiti(YIL)
Grafik 2
47
Makula tutulumunun görme artışı üzerine olan etkisi
Görme artışı
MAKULA TUTULUMU
YOK
VAR
Toplam
Toplam
YOK
VAR
Hasta sayısı
(n)
2
7
9
% Toplam
2,8%
9,9%
12,7%
Hasta sayısı
(n)
43
19
62
% Toplam
60,6%
26,8%
87,3%
Hasta sayısı
(n)
45
26
71
% Toplam
63,4%
36,6%
100,0%
Tablo 9
Retina Polikliniği’ ne başvuran hastalara yapılan klinik muayene sonucunda,
hastaların %25,4’ünde (n=18) retinada yırtık tesbit edidi ve bu oran operasyon
sırasında belirlenen retina yırtıkları ile beraber %64,8’ e (n=46) çıktı (Grafik 3).
Hastalarda tesbit edilen retina yırtıklarının 31 kişide (%67,4) ekvatora göre ön
yerleşimli olduğu, 15 kişide ise (%32.6) ekvatora göre arka yerleşimli olduğu görüldü.
Yırtığı ekvatorun arkasında tesbit edilen 15 hastanın 6’ sında (%40) kontroller
sırasında nüks dekolman saptanırken yırtığı ekvatora göre ön yerleşimli olan grupta
ameliyat sonrası 10 adet (%32) nüks dekolmana rastlanıldı.
YIRTIK TESBITI
MUAYENE SIRASINDA
25,4%
YIRTIK BULUNAMAYAN
35,2%
OPERASYON SIRASINDA
39,4%
Grafik 3
48
Proliferatif retinopati açısından değerlendirildiklerinde 22 (% 29,6) hastada
PVRB, 4 (% 5,6) hastada PVRC1, 10 (% 15,5) hastada PVRC2, 17 (%23,9) hastada
PVRC3, 10 (%14,1) hastada PVRD1, 6 (%8,5) hastada PVRD2, 2 (%2,8) hastada
PVRD3 tesbit edildi (Grafik 4).
PVR D3
PVR D2
PVR B
PVR D1
PVR C1
PVR C3
PVR C2
Grafik 4
Hastaların 46’ sı (%64,8) genel anestezi altında, 25’ i (%35,2) lokal anestezi
altında opere edildi.
Pars plana vitrektomi sırasında 360 derece eksternal çökertme uygulanan 53
hastada (% 74,6) anatomik başarı oranı % 60 (n=33) iken eksternal çökertme
uygulanmayan 18 (% 25,4) hastanın bulunduğu ikinci grupta bu oran % 43,8 (n=8)
olarak tesbit edildi.
Cerrahi sırasında ön PVR’ si olan, yeterli vitre bazı temizliği yapılamayan,
yeterli görüntü elde edilemeyen ve retinotomi yapılacak hastalarda ( n=33, %46,5)
intraoküler lens çıkarılarak afak bırakıldı (Grafik 5).
Hastaların 30’ una (% 42,3) 60-360 derece arasında retinotomi ve tamamına
ise endolaser uygulaması yapıldı. 57 (%80,2) hastada ameliyatın sonunda göz içi
tamponad olarak silikon bırakılırken, 14 (%19,7) hastada ise cerrahi işlem C3F8
verilerek sonlandırıldı. Silikon kullanılanların 42’ sine (% 73,7) inferior iridektomi
49
uygulandı.
Cerrahi sırasında 14 vakada (%19,7) vitre içine hemoraji, 7 vakada (%9,7)
iyatrojenik yırtık, 28 vakada (39,4) korneal ödem meydana geldi.
CERRAHI SIRASINDA IOL'U ALINAN
LENS ÇIKARILAN
LENS BIRAKILAN
46,5%
53,5%
Grafik 5
Cerrahi sırasında meydana gelen vitre içi hemorajilerin anatomik başarı
üzerine etkileri incelendiğinde, pars plana vitrektomi sırasında vitre hemorajisi
gelişen 15 hastanın %46.6’ sında (n=7) takipler sırasında dekolman saptandı. Bu
oran cerrahi sırasında vitre içi hemoraji gelişmeyen grupta bu oran %21,4 (n=12)
olarak tesbit edildi.
Hastalar ortalama 14,6 ± 4,32 ay (12 - 24 ay) takip altında tutuldu. Sonuçların
sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için birinci yıl kontrollerindeki değerler esas
alınarak anatomik başarı kriteri
-en son geçirilen ameliyattan sonraki birinci
yıl
kontrolünde retinanın rekole olması- olarak kabul edildi.
Hastaların 1.ay, 3.ay, 6,ay,12.ay kontrollerinde retinası dekole saptanan vaka
sayısı sırasıyla 2 (%2,8), 10(%14,8), 4(%5.6), 3(%4,2) olarak bulundu. Bir yıldan
daha uzun süreli takiplerde üç hastada ameliyat sonrasında 15,16 ve 22. aylarda
dekolman ortaya çıktığı görüldü (Tablo 10) .
Dekolman saptanan toplam 19 (26,7) hastanın; 5’inin (%7,0) PVRB, 1’inin (%
1,4) PVR C1 , 1’inin (%1.4) PVR C2, 3’ünün (%4,2) PVR C3, 3’ünün (%4,2) PVR D1,
3’ünün (%4,2) PVR D2, 2’sinin (%2.8) PVR D3 olduğu tesbit edildi (Grafik 6).
50
Cerrahileri sırasında göz içi tamponad olarak silikon kullanılanlardan 41
(%
71,9)’ inde pars plana vitrektomiden ortalama 8,0±1,7 ay (6-11 ay) sonra ikinci bir
operasyon ile silikon çıkarıldı. Silikon alınan grupta nüks dekolman görülme oranı %
24,39 (n=10) olarak tesbit edildi. Silikonu halen göz içerisinde bulunan 16 hastadan
11(%68,75)’inde
takipler
sırasında
nüks
dekolmana
rastlanıldı.
Pars
plana
vitrektomisi C3F8 verilerek sonlandırılan 14 hastada ise takipler sırasında 1 (% 7,14)
nüks dekolman tesbit edildi.
PVR EVRESİ-CERRAHİ BAŞARI
PVR EVRESİ
Hasta Sayısı
%
PVR B
n
% toplamın
PVR C1
n
% toplamın
PVR C2
n
% toplamın
PVR C3
n
% toplamın
PVR D1
n
% toplamın
PVR D2
n
% toplamın
Cerrahi Başarı
Başarısız
5
Başarılı
17
22
7,0%
23,9%
31,0%
1
3
4
1,4%
4,2%
5,6%
1
9
10
1,4%
12,7%
14,1%
3
14
17
4,2%
19,7%
23,9%
3
7
10
4,2%
9,9%
14,1%
4
2
6
5,6%
2,8%
8,5%
2
0
2
2,8%
,0%
2,8%
19
52
71
26,8%
73,2%
100,0%
n
PVR D3
Toplam
% toplamın
n
% toplamın
Toplam
Tablo 10
İlk cerrahi girişimin ardından cerrahi başarı %73.2 (n=52) olarak bulundu.
Kontrol muayenelerinde dekolman saptanan hastalardan sadece üçü ışık negatif
olarak tesbit edildiklerinden inoperabl olarak kabul edildi ve
ikinci bir operasyon
planlanmadı. Nüks dekolman tesbit edilen 16 (%22,5) hastaya yapılan ikinci cerrahi
girişimde göz içi tamponadı olarak tüm hastalara silikon uygulandı.
51
Son kontrollerde halen göz içerisinde silikon bulunan 8 (%11,7) hasta ve göz
içerisinden silikon alınan 47 (%66,19) hastanın tamamında
retina rekole idi.
Cerrahileri sırasında C3F8 kullanılan hastalarda dahil edildiğinde ikinci operasyon
sonrasında hastaların %95,7’ sinde (n=68) son kontrolde retina rekole tesbit edildi.
Vizyon kaybının meydana gelmesinden pars plana vitrektomiye kadar geçen
sürenin 30 gün ve daha altında olduğu 40 hastanın 34 ‘ünde (%47,9)
bir yıllık
kontrolün sonunda retina rekole saptanırken, 30 gün ve üzerinde zaman geçen 31
kişilik grupta bu sayı 16 (%22.5) olarak tesbit edildi.
PVR EVRESİ ve CERRAHİ BAŞARI
PVR EVRELERİNİN ANATOMİK BAŞARI
ÜZERİNE ETKİSİ
HASTA SAYISI
25
20
5
3
15
10
5
0
1
17
14
1
3
9
3
7
Başarısız
4
2
2
0
Başarılı
PVR B PVR C1 PVR C2 PVR C3 PVR D1 PVR D2 PVR D3
PVR EVRES İ
Grafik 6
Operasyon sonrasında yapılan kontrollerde; birinci gün, birinci hafta, birinci ay,
üçüncü ay, altıncı ay ve birinci yıl iyi düzeltilmiş görmeleri ortalamaları sırası ile
0,0078±0,0092 (min 0,0025-max 0,033), 0,019±0,025 (min 0,0025-maks 0,15),
0,033±0,054 (min 0,025-maks 0,4), 0,043±0,082 (min 0,0025- maks 0,5), 0,07±0,11
(min 0,0025-maks 0,5) olarak belirlendi.
Hastaların 26’ sında (%36,6) snellen eşelinde 2 ya da daha fazla sıra artışı
sağlanırken, 15 (%21,12) hastada snellen eşelinde bir sıra artış görüldü. 22 (%30,95)
hastada takipler sırasında vizyon artışı saptanmazken, 8 (%11,26) hastada vizyon
kaybı meydana geldi. Vizyon kaybı olan hastalardan 3’ ünün ışık negatif olduğu
52
görüldü. Hastaların 7(%9,4)’ ünde son kontrollerde 0,1 ve üzerinde görme tesbit
edildi (Tablo 11).
Yapılan kontroller sırasında snellen eşelinde 2 ya da daha fazla artış elde
edilen hastalarda bu görme artışı olarak nitelendirilirken, 0,1 ve üzerinde görme
tesbit edilen hastalar fonksiyonel olarak başarılı kabul edildi. (Grafik 7-Tablo 12)
En son kontrolde en iyi düzeltilmiş görmeler
Snellen
,00000
n
3
%
4,2
Toplam
Yüzde
4,2
,00250
19
26,8
31,0
,00500
2
2,8
33,8
,01000
6
8,5
42,3
,02000
10
14,1
56,3
,02500
13
18,3
74,6
,03300
2
2,8
77,5
,05000
7
9,9
87,3
,06600
2
2,8
90,1
,10000
5
7,0
97,2
,15000
1
1,4
98,6
,40000
Total
1
71
1,4
100,0
100,0
Tablo 11
53
Ameliyat öncesi ve sonrası görmede meydana gelen
değişiklikler
60
hasta sayısı
50
Am eliyat öncesi
48
Am eliyat sonrası
40
30
20
17
16
5
10
21
14
11
7
0
20/8000- 20/4000- 20/2000- > 20/800
20/4000 20/2000
20/800
S nellen (LWC)
Grafik 7
Dekolman semptomlarının ortaya çıkışından pars plana vitrektomiye kadar
geçen sürenin görme artışı üzerine olan etkisi incelendiğinde 30 gün ve üzerinde
süreye sahip 31 kişilik grupta görme artışı % 29 (n=9) iken bu sürenin altında kalan
40 kişilik grupta görme artışı % 41,4 (n=17) olarak bulundu. Bu iki grup fonksiyonel
başarı için incelendiğinde ise fonksiyonel başarı eldilen 7 kişilik grubun tamamının
dekolman semptomları ile cerrahi arasında geçen sürenin 30 gün ve altında olduğu
görüldü (8,14 ± 4,18 gün).
PVR Evresi-Görme artışı
PVR EVRESİ
PVR B
PVR C1
PVR C2
PVR C3
Hasta
Sayısı / %
Görme Artışı
Toplam
n
BAŞARISIZ
7
BAŞARILI
15
22
% toplamın
9,9%
21,1%
31,0%
n
3
1
4
% toplamın
4,2%
1,4%
5,6%
n
6
4
10
% toplamın
8,5%
5,6%
14,1%
n
14
3
17
% toplamın
19,7%
4,2%
23,9%
54
PVR D1
PVR D2
PVR D3
Toplam
n
7
3
10
% toplamın
9,9%
4,2%
14,1%
n
6
0
6
% toplamın
8,5%
,0%
8,5%
n
2
0
2
% toplamın
2,8%
,0%
2,8%
n
45
26
71
% toplamın
63,4%
36,6%
100,0%
Tablo 12
Pars plana vitrektomi sırasında 55 (%77,46) hastada cerrahi prosedüre
eksternal çökertme eklendi ve hastaların birinci gün göz içi basınçları ölçüldüğünde,
23,64±9,08 mmHg (10-44 mmHg) olarak tesbit edildi. Serklaj konulmamış 16 (%
22,54) hastada ise göz içi basınç ortalaması 18,22±7,01 mmHg (11-32 mmHg)
olarak bulundu.
Silikon uygulaması yapılan grupta, saat altı hizasından inferior iridektomi
uygulanan 42 hastada (%73,7) birinci gün göz içi basıncı ortalaması 18,61±5,9mmHg
(7-30 mmHg) iken, inferior iridektomi açılmayan hasta grubunda birinci gün göz içi
basınç ortalaması 22,83±7,64 mmHg (10-39 mmHg) olarak tesbit edildi (Tablo 13).
İNFERİOR İRİDEKTOMİNİN GÖZ İÇİ BASINCINA ETKİSİ
İNFERİOR
İRİDEKTOMİ
YOK
VAR
Toplam
GİB
n
%
toplam
n
%
toplam
n
%
toplam
Toplam
<20
4
>20
11
15
7,0%
19,3%
26,3%
26
16
42
45,6%
28,1%
73,7%
30
27
57
52,6%
47,4%
100,0%
Tablo 13
Göz içi tamponad olarak C3F8 bırakılan grupta göz içi basınç ortalaması
22,35±10,98 mmHg (10-44 mmHg), aynı görevin silikon tarafından üstlenildiği hasta
55
grubunda ise 19,89±6,75 mmHg (7-39 mmHg) olarak belirlendi. Operasyon
sonrasında birinci gün kontrollerinde göz içi basınç ortalaması 21,98± 9,21mmHg
olarak tesbit edildi. 35 hastanın (%49,3) göz içi basıncının 20 ve üzerinde olduğu
belirlendi ve hastalara antiglokomatöz tedavi olarak, 18’ ine (% 51,4) dorzolamid
HCL-timolol maleat + apraklonidin, 17’ sine (% 48,6) ise sadece timolol %0,5 ve oral
asetozolamid başlanıldı. Dorzolamid HCL-timolol maleat + apraklonidin kullanan
hasta grubunun göz içi basınç ortalamasının birinci gün 28,66±5,56 mmHg (2144mmHg) olduğu, timolol %0,5 ve oral asetozolamid başlanılan ikinci grubun
ortalaması ise 30,7±7,7mmHg (22-44mmHg) olduğu bulundu.
Hastaların birinci hafta kontrollerinde; göz içi basınçları yüksek olan gruplar
tekrar
değerlendirildiklerinde
dorzolamid
HCL-timolol
maleat
+
apraklonidin
başalanılan grupta ortalama 12,27±5,15 mmHg düşüş belirlenirken, timolol %0,5 ve
oral asetozolamid başlanılan grupta bu düşüş 9,8±6,2 mmHg olarak saptandı. (Grafik
6-7).
Topikal Timolol %0,5 +
oral asetozolamid
Postop 1.gün GİB
Postop 1.hafta GİB
50
GİB mmHg
40
30
20
10
0
1
3
5
7
9
11
Hasta sayısı
Grafik 8
56
13
15
17
Postop 1.gün GİB
Topikal Dorzolamid HCL +
Postop 1.Hafta GİB
Topikal aproklonidin
GİB mmHg
50
40
30
20
10
0
1
3
5
7
9
11
13
15
17
Hasta Sayısı
Grafik 9
Bütün bu bulgular değerlendirildiğinde;

Katarkt cerrahisi sonrasında göz içine konulan lenslerin anatomik başarı
üzerine olan etkisi Ki-kare testi ile incelendi ve istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunamadı (²=0,593 p=0,441).

Makula tutulumunun fonksiyonel başarı üzerine etkisi Ki-kare testi ile
değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı bulundu (²=7,522 p=0,006).

Hastalardaki
yırtık yerleşimi ve anatomik başarı arasındaki
bağıntı
istatistiksel olarak incelendiğinde, yırtığın ekvatora göre konumunun ameliyat
sonrası anatomik başarı üzerine etkisinin bulunmadığı görüldü (²=0,019
p=0,892)

PVR’nin
evresinin
anatomik
başarı
üzerine
etkisi
Ki-kare
testi
ile
değerlendirildi ve aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu
(²=12,475 p=0,047).

Ki-kare testi ile yapılan istatistiksel incelemede dekolman semptomlarının
ortaya çıkışı ile pars plana vitrektominin uygulanmasına kadar geçen süre ile
anatomik başarı arasındaki farkın anlamlı olduğu bulundu (²=9,346 p=0,002).

Dekolman semptomlarının ortaya çıkışından cerrahini planlanmasına kadar
geçen sürenin görme artışı ve fonksiyonel başarı üzerine olan etkisi Ki-kare ile
57
incelendiğinde; iki grup arasında görme artışı açısından anlamlı bir fark
bulunamadı (²=1,365 p=0,243). Buna karşın fonksiyonel başarı açısından
değerlendirildiğinde anlamlı fark olduğu görüldü ( ²=6,018 p=0,014).

Kontroller sırasında elde edilen görmeler ANOVA testi ile değerlendirildiğinde
operasyon sonrasında üçüncü aya kadar anlamlı bir görme artışı olmadığı
görüldü (F=6,695 p=0,013).

360º eksternal çökertme uygulanmasının anatomik başarı üzerine etkisi KiKare testi ile incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı
(²=1,131 p=0,249).

Cerrahi sonrasında göz içinde bırakılan tamponad tipinin anatomik başarı
üzerine olan etkisi Ki-kare testi ile incelendiğinde anlamlı bir fark olmadığı
saptandı (²=0,253 p=0,615).

Ameliyat sırasında geçirilmiş vitre içi hemorajisinin postoperatif dönemde
anatomik başarı üzerine etkisi, Ki-kare testi ile değerlendirildiğinde aralarında
anlamlı bir fark bulundu (²=3,845 p=0,05).

Serklaj uygulamasının göz içi basınç değerleri üzerine olan etkisinin ki-kare
testi ile incelenmesi sonucunda aralarındaki farkın anlamlı olduğu bulundu
(²=5,557 p=0,018).

Operasyon sonrası birinci gün göz içi basınçları değerlendirildiğinde inferior
iridektomi açılan grup ile açılmayan arasında anlamlı bir fark bulunduğu
gözlemlendi (²=5,482 p=0,019) (Tablo 3).

Ameliyat sırasında kullanılan tamponad çeşidinin göz içi basınç artışı üzerine
olan etkisi Ki-kare testi ile değerlendirildiğinde, göz içi tamponadı olarak C3F8
ya da silikon kullanımının göz içi basıncı üzerine anlamlı bir fark oluşturmadığı
görüldü (²=0,430 p=0,512).

Göz içi basıncı yüksek olarak belirlenen hastalara başlanılan iki grup ilacın Ttesi ile değerlendirilmesi sonucunda aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulundu (t=2,123 p=0,041).
58
TARTIŞMA
Retina dekolmanı katarakt cerrahisinin en ciddi komplikasyonlarından biri
olma özelliğini hala korumaktadır. Dekolman ameliyatları için retina kliniklerine
gönderilen hastaların %40’ ında daha önceden geçirilmiş katarakt cerrahisi anamnezi
bulunmaktadır (106). Geçen birkaç yıl içerisinde katarakt cerrahisi teknik açıdan çok
ilerleme kaydetmiş ve böylelikle katarakt cerrahisinin popularitesinde ve başarısında
gözle görülür bir artma kaydedilmişdir. Katarakt operasyonlarının sayısı arttıkça
psödofakik retina dekolmanı oranlarıda, regmatojen retina dekolmanları arasındaki
yüzdeside artmaktadır (107,108,109). Katarkt operasyonu sonrasındaki ilk bir yıl
içerisinde hastalarda retina dekolmanı geçirme insidansı %0,6 ile % 1,7 arasında
değişmektedir (110,111,112). Genel popülasyonda ise her yıl regmatojen retina
dekolmanı gelişme insidansının %0,0061 ile % 0,0179 arasında olduğu tesbit
edilmiştir (106,113,114,115,116,117).
Rowe ve arkadaşları son on yıl içerisinde retina dekolmanı gelişme riskinin
katarkt cerrahisi geçirmeyen kişilere oranla katarkt cerrahisi geçirenlerde 5,5 kat
daha fazla olduğunu öne sürmüşlerdir (115).
Operasyon sırasında arka kapsülün planlı ya da plansız iyatrojenik olarak
perforasyonu ve bunun sonucunda meydana gelen vitre kaybının, retina dekolman
insidansını
arttırdığı
bilinmektedir
(110,112,118,119,120,121,122,123,124,
125,126,127).
Troutman ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada, katarakt ameliyatı sırasında
vitre kaybı ile sonuçlanan komplikasyonların retina dekolmanı insidansının, vitre
kaybı olmayanlara oranla 5 kat daha fazla olduğunu bulmuşlardır (128). Javitt ve
arkadaşları ise, katarakt cerrahisi ve anterior vitrektomi geçiren hastaların 4 yıllık
takipleri sonucunda, cerrahi sırasında komplikasyon oluşmayan hastalara nazaran 4
kat daha fazla dekolman gelişim riski ile karşı karşıya olduklarını bulmuşlardır (123).
Bu görüşlere karşıt olarak, Smith ve arkadaşlarının yaptığı bir diğer çalışmada, vitre
kaybının retina dekolmanının ortaya çıkışını arttıracak bir risk faktörü olmadığı öne
sürülmüştür (112). Tielsch ve arkadaşları çoklu değişkenli analiz ile yaptıkları bir
çalışmada, arka kapsülün katarakt cerrahisi sırasında perforasyonunun cerrahi
59
sonrasında dekolman gelişim riskini 13 kat arttırdığı öne sürmüşlerdir (129). Cerrahi
sırasında arka kapsülün cerrahi prosedür dahilinde planlı olarak açılmasının retina
dekolmanı insidansını arttırdığı konusunda da yayınlar bulunmaktadır. Bu yayınlarda
EKKE sırasında yapılan cerrahi kapsülotominin retina dekolmanı gelişme insidansını
2-2,5 kat arttırdığı ileri sürülmüştür (110,111).
Yaptığımız çalışmada, geçirdikleri ameliyat sırasında arka kapsülü perfore
olan 25 (%35,2 ) hastada operasyon ile dekolman gelişimine kadar geçen süre
14,35±15,03 ay; muayene sırasında arka kapsülü intakt olan 31 (%43,6) hastada ise
ortalama 12,8±13,80 ay olarak tesbit edilmiştir. Her iki gruba ait değerler istatistiksel
olarak incelendiğinde aralarındaki farkın anlamlı olmadığı bulunmuştur. (²=21,044
p=0,334). Bu sonuca dayanarak çalışmamıza katılan hasta gurubu içerisinde arka
kapsül açılması ve vitre kaybı ile sonuçlanan komplikasyonun dekolmanın ortaya
çıkışında rol oynayan bir faktör olmadığı belirlenmiştir.
Ameliyat sonrası dönemde arka kapsülün fibrozisi nedeniyle ortaya çıkan
görme kayıplarının tedavisi için kullanılan Nd:YAG laser ile arka kapsülün
perforasyonunun,
retina dekolmanı insidansını arttırması üzerine birçok hipotez
bulunmaktadır. Retinanın laser işlemi sırasında direkt olarak zarar görmesinin bu
komplikasyona neden olma olasılığının düşük olduğu düşünülmektedir.
Bonner ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, Nd:YAG laser ile tavşan ve
maymun retinalarının 2mm yakınına odaklanan laser atışları ile retinal hasar olduğu
gözlemlenmiştir (130). Benzer şekilde Jampol ve arkadaşlarının yaptığı bir diğer
çalışmada ise Q-Switched Yag laser ile avasküler hyaloid membranın kesilmesi
sırasında retinal zarar oluşturulduğu görülmüştür (131). Ancak psödofakik retina
dekolmanı ile kliniğe başvuran hastaların çoğunda tesbit edilen yırtıkların büyük bir
kısmının ekvatorun önünde bulunması Nd:YAG laser ile retinanın arka kutubunda
oluşabilecek retina zararlarına bağlı ortaya çıkabilecek yırtıkların retina dekolmanını
gelişimine neden olamayacağı kanısını kuvvetlendirmektedir (132).
Vitrenin arka kapsülotomi sonrasında ön kamaraya geçmesi ile vitre cisminin
öne doğru yer değiştirmesi, bunun sonucunda arka vitre dekolmanı ve periferik
retinal yırtıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırması daha fazla kabul gören bir
hipotezdir. Ayrıca vitre ön yüzünün Nd:YAG laser sırasında rüptüre edilmesi
sonucunda bu bölümün vitre tabanı ile devam etmekte olduğu belirtilmektedir. Bu
olayın ora serratada traksiyon kuvvetlerinin oluşmasına ve bu bölgede ikincil
60
yırtıkların ortaya çıkmasına zemin oluşturduğuda savunulmaktadır (133). Arka
kapsülün yırtılmasından sonra ortaya çıkan mekanik kuvvetlerin yanısıra Nd:YAG
laser uygulanması sonucunda vitrede meydana gelen kimyasal değişiklikler de retina
dekolmanını kolaylaştırıcı etkenler arasında yer almaktadır (134). Lerman ve
arkadaşları, arka lens kapsülü ve orta vitre bölgesine yapılan atışlar neticesinde vitre
viskozitesinde belirgin bir düşüş olduğunu bulmuşlardır (135). Düşük vitre yoğunluğu,
vitre traksiyonunu ve bu nedenle retinal yırtıkların ortaya çıkmasını sağlayarak retina
dekolmanlarının gelişmesini kolaylaştırmaktadır. Krauss ve arkadaşları ise, tavşanlar
üzerinde Nd:Yag laser kullanarak yaptıkları bir çalışmada, vitre içerisinde minimal bir
değişiklik meydana getirilebildiğini ve bu yolla retina dekolmanı meydana gelme
olasılığının düşük olduğunu belirtmişlerdir (136).
Tielsch ve arkadaşları, Nd:YAG kapsülotomi sonrasında retina dekolman
insidansının popülasyona oranla 3.8 kat (129); Ninn-Pederson ve Bauer ise yaptıkları
benzer bir çalışmada, 4.88 (137)
kat arttığını ifade etmektedirler. Nd-YAG
kapsülotomi sonrasında gelişen psödofakik retina dekolmanlarının
bu
işlemden
sonraki
altı
ay
içerisinde
ortaya
çıktığı
çoğunlukla
bildirilmektedir
(138,139,140,141,142,143,144,145,146).
Pavia ve arkadaşları, geçirdikleri katarakt operasyonu sırasında herhangibir
komplikasyon gelişmeyen 129 hastayı
inceledikleri çalışmalarında, 61 hastaya
cerrahi sonrası dönemde arka kapsüler fibrozis nedeniyle Nd:YAG kapsülotomi
yapıldığını, 68 hastada ise sağlam bir arka kapsül olduğunu belirtmektedirler. Hasta
gurupları yaş, cinsiyet, retina dekolmanı için risk faktörleri (yüksek aksiyel uzunluk,
lattice
dejenerasyonları,
diğer
gözde
retina
dekolmanı)
açılarından
değerlendirildiğinde her iki gurupta da eşit dağılım olduğu belirlenmiştir. Risk
faktörlerinden en az bir tanesinin kapsülotomili gurubun %43’ünde bulunduğu, arka
kapsülü intakt olan gurupta ise bu oranın %46 ve her iki gurupta da 2 ya da daha
fazla risk faktörünü taşıyan %10’luk bir dilim olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada
sonuç olarak her iki gurup arasında gerek retinal yırtık gerekse yırtık sayısı açısından
farklar bulunmuştur. Nd-YAG kapsülotomisi yapılan olgularda tesbit edilen retinal
delik miktarında arka kapsülü sağlam olanlara nazaran anlamlı bir fark olduğu, aynı
zamanda kapsülotomisi olan olgularda bu yırtık ve deliklerin dağılımının çoğunlukla
üst kadranda yoğunlaştığı, arka kapsülü sağlam olgularda ise alt ve üst kadranlar
arasında anlamlı bir fark olmadığı görülmüştür. Literatürden farklı olarak Nd-YAG
61
kapsülotomi geçiren olgularda retina dekolmanın gelişimi için geçen süre ortalama 2
yıl olarak tesbit edilmiş ve bu bulgu gerek çalışmaya seçilen hastaların
komplikasyonsuz bir operasyon geçirmesine gerekse yapılan uzun takip süresine
bağlanarak açıklanmıştır. Kapsülotomi sonrasında özellikle üst kadranların dikkatlice
değerlendirilip tesbit edilen retinal yırtıkların etrafının laserle çevrelenmesinin ortaya
çıkan psödofakik retina dekolmanı sayısında bir azalmaya neden olacağı
düşünülmüştür.(147,148)
Jahn ve arkadaşlarının retina dekolmanı ve Nd-Yag kapsülotomi arasındaki
ilşkiyi ortaya koymak için yapmış oldukları çalışmada, arka kapsüler fibrozis
nedeniyle Nd:YAG laser kapsülotomi uygulaması yapılan hastaların 52 aylık
(ortalama 21 ay) takipleri sonucunda, yaşları 68-83 arasında (ortalama yaş 76)
değişen 142’si erkek 320’si kadın toplam 462 hastanın, aksiyel uzunluk ortalaması
23,3mm (20,5-31,3 mm), ilk 6 aylık takip süresince retina dekolmanı oranı 0%
(0/483; 95% confidence interval [CI], 0.0%-0.8%),12 ay takibinde 0% (0/407; 95% CI,
0.0%-0.9%) , ve 2. yıl sonunda 0.5% (1/213; 95% CI, 0.0%-2.6%) olarak tesbit
edilmiştir. Nd-YAG kapsülotomiden 21 ay sonra daha önceden tedavi edilmiş bir
atnalı yırtığın tekrar açılması ile retina dekolmanı geliştiği bildirilmiştir. Yırtık katarakt
ameliyatından 7 ay sonra tesbit edilmiş ve argon laser ile Nd-YAG laser yapılmadan
6 yıl önce tedavi edilmiş olduğu belirlenmiştir. Daha önceden yırtığı olan dört hasta
gruptan çıkarıldığında, retina dekolmanının ortaya çıkma insidansı 24 aylık sürede
0% (0/212; 95% CI, 0.0%-1.7%) olarak tesbit edilmiştir. Çalışmada takipler süresince
başka dekolman vakasına rastlanılmamıştır. Bu çalışma sonucunda
Nd:YAG
kapsülotomi sonrasında komplikasyonsuz katarakt cerrahisi geçiren hasta gurubunda
retina dekolmanı çıkma olasılığının düşük olduğu bulunmuştur (149).
Lin ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, 211 gözlük serilerinde Nd-YAG
kapsülotomi yapılan ve ortalama 10.5 ay (1-96 ay) takip altında tutulan hastalardan
%1.36 ‘sında (3 gözde) retina dekolmanı geliştiği belirlenmiştir (150).
Powell ve arkadaşlarının yapmış olduğu retrospektif bir çalışmada ise 1986
yılının Ocak ayından 1992 yılının Aralık ayına kadar geçen süre içerisinde Utah
Üniversitesi Moran Göz Merkezinde katarakt operasyonu geçirmiş olan 1092
hastanın 1168 gözü çalışma kapsamına alınmış ve bu hastaların 215’ ine Nd-YAG
kapsülotomi uygulanmıştır. Kapsülotomi yapılmayan gurubun %0,75’ inde (6/799)
retina dekolmanı oluşmuş, katarakt operasyonu ile retina dekolmanı arasında geçen
62
ortalama süre 11,6 ay olarak tesbit edilmiştir. Nd-YAG kapsülotomi yapılmış hasta
grubunda bu oran %0,82 (2/244) olarak bulunmuştur. Katarakt cerrahisi ile
kapsülotomi arasında ortalama 32 ay olduğu, kapsülotomiden retina dekolmanı
gelişimine kadar geçen sürenin 13,5 ay olduğu belirtilmiştir. Çalışma sonucunda, bir
katarakt cerrahisi geçirmiş ve komplikasyon oluşmamış olgularda, arka kapsüler
fibrozis nedeniyle yapılan Nd-YAG kapsülotominin, bu olgularda daha sonra ortaya
çıkan retina dekolmanı üzerine bir etkisi olmadığı tesbit edilmiştir (151).
Bizim çalışmamızda katarakt cerrahisi sırasında herhangibir komplikasyon
rapor edilmemiş olan 46 hastadan, ameliyatları sonrasında arka kapsüler fibrozis
gelişen 15 (%32,6)’ine Nd-YAG kapsülotomilerinin, katarakt ameliyatlarından
ortalama 23,93±19,48 ay sonra uygulanmış olduğu belirlendi. Bu olgularda Nd-YAG
kapsülotomi sonrasında ortalama 6,3±2,7 ay sonra retina dekolmanı geliştiği tesbit
edildi. Klinik muayene sırasında arka kapsülü sağlam olan grupta ise katarakt
cerrahisinden dekolmanın klinik olarak saptanmasına kadar geçen süre 9,8±9,9 ay
olarak bulundu. Dekolmanın ortaya çıkış süreleri açısından Nd-YAG laser ile arka
kapsülotomisi yapılmış grup ile arka kapsülüne herhangibir işlem uygulanmayan grup
kendi aralarında istatistiksel olarak değerlendirildiğinde aralarında anlamlı bir fark
olmadığı saptandı (²=17,138 p=0,377). Nd-YAG laser ile kapsülotomisi yapılan
grupta tesbit edilen retinal yırtıkların % 78 ‘i ekvatorun önünde yer alırken, klinik
muayene sırasında arka kapsülü sağlam olan grupta bu oran % 44 olarak belirlendi.
Bu bulgu literatürlerde Nd:YAG kapsülotominin psödofakik retina dekolmanı
gelişimindeki rolü üzerine toplanmış bilgilerle uyum göstermekteydi.
Konvansiyonel
olduğu,
ancak
dekolmanlarında
dekolman
psödofakik
cerrahisinde
retina
başarı
oranlarının
dekolmanlarında
olduğundan daha düşük başarılar elde edildiği
fakik
yüksek
retina
bildirilmektedir
(152,153,154,155,156,157). Bunun yanı sıra konvansiyonel cerrahi uygulanan
psödofakik retina dekolmanlarında yüksek başarılar elde edilmesinin nedeninin vaka
seçiminde dikkatli davranılması olduğu düşünülmüştür. Vakalardan proliferatif
vitreoretinopatisi bulunanlar ile kötü prognozu olanların
pars plana vitrektomiye
yönlendirilmesinin konvansiyonel cerrahi uygulanan gruptaki yüksek başarının
nedeni olabileceği düşünülmektedir. Psödofakik retina dekolmanlarında retinal
yırtıkları tesbit etmek oldukça güçtür (158,159,160,161). Psödofakik retina dekolmanı
63
vakalarında
skleral
çökertme
kullanılarak
yapılan
konvansiyonel
dekolman
cerrahisinde retinal yırtıkların tesbitindeki zorluklar, vitreoretinal cerrahları pars plana
vitrektomiye yönlendirmiştir (158,162,163,164,165,166,167,168,169,170, 171).
Pars plana vitrektominin konvansiyonel dekolman cerrahisine üstünlüğü retinal
yırtıkların, perflorokarbonların yardımı ve Schlieren fenomeni kullanılarak veya
kullanılmaksızın indirekt bir görüntüleme sistemi ile glob içerisinde araştırılabilmesidir
(162). Preoperatif olarak dikkatli incelemelerle bile tesbit edilemeyen bu yırtıklar pars
plana vitrektomi sırasında rahatça bulunabilmektedir 158,165,166,167,168,172).
Yırtıkların tesbit edilememesi viteroretinal cerrahinin en önde gelen başarısızlık
nedenlerindendir (173). Bunun yanında skleral çökertme olmaksızın yapılan pars
plana vitrektomilerde refraktif değişiklikler minimal seviyede kalmaktadır (174). Pars
plana vitrektomi operasyonu skleral çökertme olsun ya da olmasın lokal ya da genel
anestezi altında yapılabilmektedir (158,166,175). Skleral çökertme ile ya da
olmaksızın yapılan pars plana vitrektomilerde başarı oranı (bir ya da daha fazla
operasyondan sonra) kaynaklarda ve yayınlarda %88 ile % 100 arasında
değişmektedir.
Bartz-Schmidt ve arkadaşları 1993 yılının Haziran ayı ile 1994 yılının Mart ayı
arasında Almanya’ nın Cologne
Üniversitesi Göz Ana Bilim Dalı’ nda yürütmüş
oldukları çalışmada, yaşları 29 ve 88 arasında değişen (ortalama 64) psödofakik
retina dekolmanı tanısı konmuş 15’i kadın 18’i erkek tolam 33 hastanın birinci pars
plana vitrektomi girişiminden sonra başarılarını %94 olarak bulmuşlardır. Nüks
dekolman gelişen ya da birinci operasyonda rekole olamayan vakalarda uygulanan
ikinci pars plana vitrektomi ile başarı %100’e çıkmış olduğu bildirilmektedir (158).
Deveny ve Nakamura’ nın 1999 senesinde yapmış oldukları çalışmada, pars
plana vitrektomi ve 360 derece band serklaj uygulanmış 56 psödofakik retina
dekolmanı olgusu postoperatif 6. aya kadar takip altında tutulmuş ve bu süre
sonunda anatomik başarı %100 olarak tesbit edilmiştir (166).
Campo ve arkadaşlarının retrospektif olarak yapmış oldukları bir çalışmada
ise, skleral çökertme uygulanmaksızın sadece pars plana vitrektomi uygulanan 283
hastanın medikal kayıtları incelenmiş ve hastalardan 6 aydan az takip edilenler ve
PVR sınıflandırması C veya daha kötü olan olgular çalışma dışında bırakılmıştır.
Çalışmaya dahil edilen 264 hastanın 275 gözünde ilk operasyon sonrasında %88’ lik
64
bir başarı sağlanmış ve ikinci operasyon sonrasında anatomik başarı %96 seviyesine
yükseltilmiştir (163).
Speicher ve arkadaşları, 78 psödofakik retina dekolmanı hastasının skleral
çökertme olmaksızın pars plana vitrektomi ile tedavisi yapıldıktan sonra anatomik
başarılarını %93.6 olarak bildirmiştir. Bu değer başarısız sonuçlar alınan olgular
üzerinde uygulanan ikinci bir pars plana vitrektomi operasyonundan sonra % 96.2’ ye
çıkmıştır (174)
Alexandros ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada, 1998-2002 yılları arasında
Geneva Üniversitesi Göz Anabilim Dalı’ nda psödofakik retina dekolmanı tanısı
konan 68 hastanın 71 gözü çalışma kapsamına almışlardır. Hastaları sadece pars
plana vitrektomi uygulanan (grup A) ve pars plana vitrektomiye ek olarak 360 derece
skleral çökertme uygulaması yapılan (grup B) olmak üzere iki gruba ayırmışlardır.
Postoperatif başarı Grup A’ da %97.78 olarak bulunurken, grup B ‘de ise bu oran %
92.31 olarak tesbit edilmiştir (176).
Bizim çalışmamızda 360 derece skleral çökertme uygulanılan 53 hastada
anatomik başarı oranı % 60 (n=33), çökertme uygulanmayan 18 hastanın bulunduğu
ikinci gurupta bu oran % 43,8 olarak tesbit edilmiş olup Ki-Kare testinde anlamlı bir
sonuç ortaya çıkmamıştır (²=1,131 p=0,249).
Pars plana vitrektomiler sırasında göz içi tamponadı olarak silikon kullanılan
57 (% 80,2) hastanın 41 (%57,7)’inde ortalama 8±1,07ay (6-11 ay) içerisinde ikinci
bir operasyon ile göz içindeki silikon alındı. Takipler sırasında silikon alınan bu grupta
nüks dekolman gelişme oranı % 24,39 (n=10) olarak tesbit edildi. Silikonu halen göz
içerisinde bulunan 16 hastadan 11(%68,75)’inde takipler sırasında nüks dekolmana
rastlanıldı. Pars plana vitrektomisi C3F8 verilerek sonlandırılan 14 hastada ise
takipler sırasında 1 (% 7,14) nüks dekolman tesbit edildi.
Hastaların 1.ay , 3.ay , 6.ay ,12.ay kontrollerinde redekolman saptanan vaka
sayısı sırasıyla 2 (%2,8), 10(%14,8), 4(%5.6), 3(%4,2) olarak bulunmuştur. Takipleri
bir yılın üstünde devam eden grupta ise 15. ,16. ve 22. aylarda olmak üzere üç
hastada nüks dekolman geliştiği görüldü. Birinci cerrahi girişim sonrasında cerrahi
başarı %73.2 (n=52) seviyesinde kaldı. Kontrol muayenelerinde dekolman saptanan
hastalardan üçünde ışık persepsiyonu negatif olarak tesbit edilmiş ve inoperabl kabul
edilmişlerdir. Nüks dekolman tesbit edilen 16 (%22,5) hastaya yapılan ikinci cerrahi
girişimde göz içi tamponadı olarak tüm hastalara silikon uygulandı.
65
Son kontrollerde halen göz içerisinde silikon bulunan 8 (%11,7) hasta ve göz
içerisinden silikon alınan 47 (%66,19) hastanın tamamında retina rekole idi.
Cerrahileri sırasında C3F8 kullanılan hastalarda dahil edildiğinde ikinci operasyon
sonrasında hastaların %95,7 (n=68)’sinde son kontrolde retina rekole tesbit edildi.
Anatomik
başarıyı etkileyen faktörlere şöyle bir göz atıldığında psödofakik
retina dekolmanı tanısıyla kliniğimize başvuran hastalarda makula tutulumu olmayan
hasta gurubunda cerrahi sonrasında daha yüksek anatomik ve fonsiyonel başarı elde
edildiği, proliferatif vitreoretinopatinin cerrahi başarının üzerinde oldukça önemli bir
rolü olduğu anlaşılmıştır. Retina kliniklerine başvuran psödofakik retina dekolmanlı
hastalarının
çoğunda
makula
tutulumu
olduğu
belirtilmektedir
(154,155,156,158,163,174,177).
Daha az etkili olmakla beraber, ameliyat öncesi en iyi düzeltilmiş görmenin
düşük olması, psödofakik retina dekolmanın ortaya çıkışından teşhis konulmasına
kadar geçen zamanın uzunluğu, ameliyat öncesinde koroideal dekolmanın
mevcudiyeti, vitreus içerisine kanama (ameliyat öncesinde ya da ameliyat sırasında),
bir saat kadranını aşan retinal yırtıkların varlığı, ekvator arkasında bulunan yırtıkların
hepsinin operasyon sonrası elde edilecek anatomik başarı üzerine etki gösterdiği
bildirilmektedir (178,179,180).
Final vizyonu etkileyen bir diğer faktörün ise hastaların kliniğe başvurdukları ilk
muayenede sahip oldukları preoperatif görme olduğu düşünülmektedir (158,
163,174,181).
Bartz-Schmidt
ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, %51 oranında
makula tutulumu saptanmıştır. En iyi düzeltilmiş görme cerrahi öncesinde 20/100
iken, cerrahi sırasında uygulanan gaz tamponadlar nedeniyle vizyon ameliyat sonrası
birinci haftada 20/800 seviyelerine gerilemiş ve hastaların yapılan altıncı hafta
kontrollerinde ise tekrar 20/100 seviyesine yükselmiş olduğu belirtilmektedir.
Ameliyat sonrası birinci sene kontrollerinde en iyi görme ortalamasının 20/30’a kadar
yükseldiği görülmüştür. Daha önceden belirlenen 20/50 fonksiyonel başarı sınırına
göre makulası dekole olan hasta gurubunun %76 ‘sının bu sınırın üstüne çıkmış
olduğu, aynı oranın maküla tutulumu olmayan grupta % 86 olduğu belirtilmişdir (158).
Campo ve arkadaşlarının yaptığı bir diğer çalışmada, çalışmaya dahil edilen
275 gözden %65’ inde maküla tutulumu bulunduğu ve makülası tutulan hasta
grubunun %4’ ünün 20/50’nin üzerinde bir görme oranına sahip olduğu belirlenmiş,
66
maküla tutulumu olmayan (%35) grupta ise bu oran %79 olarak tesbit edilmiştir.
Yapılan cerrahi müdahale sonrasında makula tutulumu olmayan grupta anatomik
başarı %91, maküla tutulumu olan olgularda başarı oranı %86 olarak elde edilmiştir.
Fonksiyonel başarı değerlendirildiğinde ise maküla tutulumu olmayan olguların %
82’sinin 20/50 ve üzerinde, maküla tutulumu olan vakaların ise sadece %62’sinin bu
ortalamanın üzerinde bir görmeye sahip olduğu bulunmuştur (163).
Speicher
va
arkadaşlarının
yapmış
oldukları
bir
çalışmada,
çalışma
kapsamına alınan vakaların makula tutulumu bulunan %58’inin ameliyat sonrasında
birinci yıl kontrollerinde %80’inde en iyi düzeltilmiş görme oranının 20/40 ve üzerinde
olduğu, makula tutulumu olmayan vakaların %88’inde ise bu oaranın 20/30 ve
üzerinde olduğu belirlenmiştir (174).
Isernhagen ve Wilkinson yapmış oldukları çalışmada, ameliyat öncesi klinik
muayenede makülaları dekole olmayan gruptaki hastaların , makulası dekole olup
düşük vizyona sahip olan gruba oranla operasyon sonrasında daha iyi bir görme
ortalamasına sahip oldukları anlaşılmıştır (182,183).
Berrod ve arkadaşlarının yapmış oldukları klinik çalışmalarda da buna paralel
sonuçlar bulunmuştur (181).
Bizim çalışmamızda makula tutulumu olan hastaların 62 (%87.3) hastada
birinci ameliyattan sonra anatomik başarı %51,6 (n=32)
iken, makula tutulumu
olmayan 9 (%12,7) hastada anatomik başarı oranı %77,7 (n=7) olarak bulunmuştur.
Ki-Kare testi ile yapılan istatistiksel karşılaştırmada anlamlı bir sonuç çıkmamıştır
(²=1,926 p=0,165).
Ameliyat öncesinde tesbit edilen en iyi görmeler karşılaştırıldığında makula
tutulumu olmayan gurupta 5 (%41,6) hastanın vizyonu 20/800 ‘ün üzerinde iken
makula tutulumu olan gurupta 6 (%10,1) hastada bu seviyenin üzerinde bir görme
elde edilebilmiştir. Ameliyat sonrası birinci yılda yapılan kontrollerinde makula
tutulumu olan gurupta 7 (%11,8) hastada 20/800 ve üzerinde bir görme elde edilmiş
iken makula tutulumu olmayan gurupta 8 (%66,6) hastada bu görme düzeyi tesbit
edilebilmiştir. Çalışmamızda, makula tutulumu olan 62 kişilik birinci grupta elde edilen
görme artışı %30,6 (n=19) iken tutulum saptanamayan gurupta bu başarı %77.7
(n=7) olarak saptanmıştır. Makula tutulumunun en son görme üzerine etkisi Ki-kare
testi ile incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu
(²=7,522 p=0,006).
67
bulunmuştur
Hastaların
birinci hafta, birinci ay, üçüncü ay, altıncı ay, birinci yıl en iyi
düzeltilmiş görmeleri ANOVA ile incelendiğinde ameliyat öncesi ile üçüncü ay
vizyonları arasında anlamlı bir fark olduğu ve hastalardan bu döneme kadar anlamlı
bir vizyon artışının beklenemeyeceği anlaşılmıştır (F=6.695 p=0.013).
Retina dekolmanının oluşması ile cerrahi olarak tedavisi arasında geçen süre
incelendiğinde, bunun cerrahi sonrasında elde edilecek görme artışı ve anatomik
başarıyı etkileyen önemli bir prognostik faktör olabileceği düşünülmektedir. Vizyon
kaybının meydana gelmesi üzerinden geçen zaman ile cerrahi sonunda elde edilen
görme arasında ters orantı olduğu tesbit edilmiştir (163,174182,183,).
Bizim çalışmamızda hastalar vizyon kaybının meydana gelmesinden pars
plana vitrektomiye kadar geçen süre yönünden incelendiğinde, 30 gün ve daha
altında zaman içerisinde opere olan 40 hastanın 34 (%47,9) ‘ünde anatomik başarı
elde edilirken , 30 gün ve üzerinde zaman geçen 31 kişilik gurupta bu sayı 16 (%
22.5) olarak tesbit edilmişti.Bu iki gurup arasında Ki-kare testi ile yapılan istatistiksel
incelemede bulguların ortaya çıkışından cerrahinin planlanmasına kadar geçen süre
ile anatomik başarı arasında istatistiksel olarak anlamlılık olduğu görülmüştür
(²=9,346 p=0,002).
Campo ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada, dekolman oluşumu ile
cerrahi arasında geçen süre 30 gün ve daha az olan grupta, fonksiyonel başarı
olarak tesbit edilen 20/50 ve üzerindeki görme düzeyini geçen hasta oranı %65 iken
aynı oran dekolman ile cerrahi arasında zaman 30 gün ve üzerinde olan grupta %41
olarak tesbit edilmiştir (163).
Bizim çalışmamızda semptomların ortaya çıkmasından cerrahiye kadar geçen
süre 30 gün ve daha üstünde olan 31 kişilik grupta pars plana vitrektomi sonrasında
elde edilen görme artışı % 29 (n=9); bu sürenin altında kalan 40 kişilik grupta ise
görme artışı % 41,4 (n=17) olarak bulundu. Bu iki gurup ki-kare testi ile istatistiksel
olarak incelendiğinde anlamlı bir fark tesbit edilmedi (²=1,365 p=0,243).
Hastaların 26 (%36,6)’sında görme artışı sağlanırken, hastaların sadece 7(%
9,4)’sinde son kontrollerde 0,1 ve üzerinde görme tesbit edildi. Dekolman
semptomlarının ortaya çıkışından cerrahini planlanmasına kadar geçen sürenin
görme artışı ve fonsiyonel başarı üzerine olan etkisi Ki-kare ile incelendi. İki gurup
arasında görme artışı açısından anlamlı bir fark bulunamadı (²=1,365 p=0,243).
68
Buna karşın fonksiyonel başarı açısından değerlendirildiğinde anlamlı fark olduğu
görüldü ( ²=6,018 p=0,014).
Girarad ve Karpuzas’ın yapmış oldukları bir diğer çalışmada ise; ameliyat
öncesinde var olan ön kamara reaksiyonunun ve fundus muayenesinde saptanan B
veya daha üstünde proliferatif vitreoretinopatinin varlığı ameliyat sonrası elde
edilecek fonksiyonel başarıyı düşürmekte olduğu bulunmuştur (179).
Proliferatif vitreoretinopatinin görme artışı üzerine olan etkisi incelendiğinde
PVR C’nin üzerindeki PVR evrelerinde görme artışının düşük olduğu saptanmış, Kikare ile yapılan analizde istatistiksel anlamlılık tesbit edilmiştir (²=17,172 p=0,009).
Pars plana vitrektomi sırasında vitre hemorajisi gelişen 15 hastanın 7’sinde
takipler sırasında dekolman saptanmışken, vitre hemorajisi gelişmeyen grupta bu
oran
%21,4
(n=12)
olarak
tesbit
edilmiştir.
Bu
bulgular
Ki-kare
testinde
değerlendirildiğinde ameliyat sırasında geçirilmiş vitre içi hemorajisinin postoperatif
dönemde anatomik başarı üzerine etkili olduğu bulunmuştur (²=3,845 p=0,05).
Çalışmamıza dahil edilen hasta gurubu proliferatif vitreoretinopati açısından
incelendiğinde, PVR C ve üzerinde proliferatif vitreoretinopatiye sahip olan 50 (%
70,4) hastadan 29 ‘unda (%40,8)
operasyon sonrası kontrollerde dekolman
saptanırken, PVR B ve altı evrelerde PVR’ si bulunan 21 hastanın ise 5’inde (%23,8)
dekolmana rastlanılmıştır. Bu guruplar arasında yapılan karşılaştırmada PVR C ve
üzerindeki seviyelerde proliferatif vitreoretinopatinin operasyon sonrası anatomik
başarı üzerine etkisi olduğu ispatlanmıştır (²=6,928 p=0,008).
Psödofakik dekolmanların tedavisideki en önemli başarısızlık nedenlerinden
biri de ameliyat öncesinde yapılan klinik muayenelerde meydana gelen
küçük
pupil,ön yada arka kapsül fibrozisi,cerrahi sonrasında arta kalan lens korteksi
parçaları,vitre içi opasitelerin varlığı ve göz içi lenslerin meydana getirdiği optik
aberasyonlar nedeniyle retinal yırtıkların tesbitindeki zorluklardır. Daha önce yukarıda
belirtilen nedenlerden dolayı Nd-YAG laser kapsülotomi yapılan hastalarda periferik
retinanın incelenmesi ve varsa yırtıkların tesbiti, yapılacak cerrahi girişimin sonuçları
açısından oldukça önemlidir. Afakik hastalara benzer şekilde, psödofakik hastalarda
da ortaya çıkan retina dekolmanı patogenezinde, ora serrataya yakın ve ekvatorun
ön
kısmındaki
bölgelerde
lokalize
olan
yırtıklar
rol
oynamaktadır
(127,132,153,155,160,184,185,186,187,188,189,190,191). Literatürde bu yırtıkların
69
en
çok
superotemporal
kadranda
bulundukları
ifade
edilmektedir
(127,145,155,160,164,184,186,187,188,192)
Brazitikos ve arkadaşlarının yapmış olduğu prospektif bir çalışmada, klinik
muayeneleri sırasında yırtık tesbit edilemeyen 12 psödofakik retina dekolmanı
hastası
primer
vitrektomi
için
hazırlanmış,
operasyonun
basamakları
endoilluminasyon ve non-kontakt geniş açılı görüntüleme yöntemleri ile yırtıkların
tesbiti, perflorokarbon sıvıları ile retinanın yatıştırılması, transskleral kriopeksi veya
endolaser ile yırtıkların tamiri, perflorokarbon hava değişimi, %20’lik SF8 enjeksiyonu
ile tamamlanmış olup bu 12 hastanın 10’unda retinal yırtıklar tesbit edilebilmiştir
(193).
Bizim çalışmamızda, kliniğimize başvuran hastalardan % 25,4’ünde (n=18)
klinik muayenede retinada yırtık saptanmış ve bu oran operasyon sırasında tesbit
edilen retina yırtıkları ile beraber %64,8’ e (n=46) çıkmıştır. Hastalarda belirlenen
retina yırtıklarının %67,4’ ünün (n=31) ekvatora göre ön yerleşimli, %32.6’ sının
(n=15) ekvatora göre arka yerleşimli olduğu bulunmuştur. Hastalardaki
yırtık
yerleşimi ve anatomik başarı incelendiğinde yırtığı ekvatorun arkasında tesbit edilen
15 hastanın 6’sında (%40) kontroller sırasında dekolman olduğu belirlenmişken,
yırtığı ekvatora göre ön yerleşimli olan grupta ameliyat sonrası dekolmanı olan hasta
sayısı 10 (%32) olarak saptanmıştır. Bu sonuçlar ışığında yırtığın ekvatora göre
konumunun ameliyat sonrası anatomik başarı üzerine etkisinin bulunmadığı
görülmüştür (²=0,019 p=0,892).
Katarakt cerrahisinden sonra yerleştirilen göz içi lens tiplerinin dekolman
ameliyatının anatomik ve fonksiyonel başarısı üzerine etkileri incelendiğinde arka
kamara lensi yerleştirilen hastalar, irise fikse ya da ön kamara yerleşimli lensler
kullanılan hastalar ile karşılaştırıldığında pars plan vitrektomilerinin ardından daha iyi
anatomik ve fonksiyonel başarı elde edildiğini gösteren yayınlar bulunmaktadır.
Bununla beraber yapılan bazı çalışmalarda ise farklı lens tipleri bulunan hastalarda
pars plana vitrektomi sonrası aynı anatomik ve fonksiyonel başarı yüzdelerinin ortaya
çıktığı tesbit edilmiştir (160,164,182,183,185,194,195,196,197)
Campo ve arkadaşlarının, 283 hastanın 294 gözünde yapmış oldukları
çalışmada ameliyat sonrasında anatomik başarı ön kamara lensi takılmış grupta %91
iken, arka kamara lensi takılan olgularda %88 olarak bulunmuş ve cerrahi sonrası
70
elde edilen gerek fonksiyonel gerekse anatomik başarılar arasında anlamlı bir fark
olmadığı görülmüştür (163).
Bizim çalışmamızda da katarakt cerrahisi sırasında kullanılan farklı lens
tiplerinin (ön kamaraya,sulkusa yada kapsül içine) pars plana vitrektomi sonrasında
hastaların anatomik başarısı üzerine etkili olmadığı görülmüştür (²=0,593 p=0,441).
Pars plana vitrektomi sırasında lensi çıkarılan 33 (% 46,5) hastadan takipler
sırasında % 24,2 (n=8)’sinde nüks dekolman tesbit edildi. Lensi yerinde bırakılan 38
kişilik gurupta ise bu oran % 28,9 (n=11) olarak tesbit edildi. Ki-kare ile yapılan
istatistiksel incelemede lens çıkarılmasının ameliyat sonrası elde edilen anatomik
başarı üzerine etkili olmadığı görüldü (²= 0,199 p=0,655)
Pars plana vitrektomi sonrasında geçici veya kalıcı göz içi basıncının
yükselmesi sık görülen bir komplikasyondur. Cerrahi prosedürde skleral çevreleme
olsun ya da olmasın psödofakik retina dekolmanlarının ardından göz içi
basınçlarında % 17.9 ile % 48 arasında bir artış görülmektedir (158,168,174). Bu
artışın intraoküler tamponad kullanımı, fibrin oluşumu, periferik anterior sineşiler,
tekrarlayan yada rezidüel göz içi hemorajileri, rubeozis iridis ve neovasküler glokom,
skleral çevreleme, inflamatura glokom, silier cisim ödemi, uzun süreli topikal steroid
kullanımı, cerrahi travma gibi nedenlerden olabileceği bildirilmektedir En önde gelen
nedenin
göz
içi
tamponad
madde
kullanımı
olduğu
savunulmaktadır
(198,199,200,201,202,203,204,205,206,207).
Han ve arkadaşları, PPV sonrasında ilk 48 saat içerisinde %61 oranında 5-22
mmHG arasında GİB artışı tesbit etmişlerdir. Bunun olası nedenleri
olarak göz
içideki gazların genleşmesi (%28), trabeküler sistemdeki inflamatuar obstrüksiyon (%
5), silikon ile internal tamponat neden olduğu pupiller blok (%4) sorumlu
tutulmuşlardır (198).
Leaver ve Billington yaptıkları bir diğer çalışmada, PPV sonrasında vakaların
%40 ile %56‘sında göz içi basıncı yükselmesi olduğunu söylemişlerdir (208,209).
Rinkoff ve de Juan’a göre de PPV’den sonra vakaların yaklaşık olarak %50’sinde göz
içi basıncının yüksek değerlerde seyredebildiği ifade edilmiştir (210).
Skleral çevreleme episkleral venlerde dolaşımı bozarak ya da silier cisimde
konjesyon yaparak ön kamara açısını daraltabilir (198,211,212). Leaver ve
Billington’ın yapmış olduğu çalışmada,
PPV ile beraber skleral çökertme yapılan
71
hastalarda ameliyat sonrasında yüksek göz içi basıncının ortaya çıkma riskinin daha
yüksek olduğu bulunmuştur (208,209).
Bazı yazarlara göre silikon enjeksiyonu yapılan gözlerde göz içi basıncı
yükselmesi sık görülen bir komplikasyondur ve insidansının %40-48 arasında
değiştiği bildirilmektedir ( 211,213, 214, 215).
Bizim çalışmamızda hastaların 43 (%60,6)’ünde operasyon sonrasında göz içi
basınçlarında bir artış gözlemlenmiştir. Hastalardan 57 (%80,3)’sinde göz iç
tamponadı olarak silikon kullanılırken, 14 (%19,7) hastaya ise C3F8 kullanılmış olup
bu guruplar postoperatif birinci gün göz içi basınç artışı yönünden araştırıldıklarında
silikon kullanılan grupta göz içi basıncı ortalamasının 21,8±8,8mmHg (8-44 mmHg)
C3F8 kullanılan gurupta ise göz içi basınç ortalamasının 22,35±10,9mmHg (9-44
mmHg)
olduğu
belirlenmiştir.
Değerler Ki-Kare
testi
ile
istatistiksel
olarak
incelendiğinde hastalarda kullanılan göz içi tamponad tiplerinin göz içi basıncının
artışı üzerine belirgin bir etkisi olmadığı görülmüştür (²=0,092 p=0,762).
Silikon kullanılan 57 hastadan pars plana vitrektomi sırasında 360º band
serklaj ile çökertme uygulanan 39’unda (%68,4) göz içi basınç ortalaması 23,64±9,08
mmHg (10-44 mmHg), serklaj konulmamış 18 (%31.6) hastada göz içi basınç
ortalaması 18,22±7,01 mmHg olarak tesbit edilmiştir. Bu guruplar Ki-Kare testi ile
karşılaştırıldıklarında
360
derece
band
çökertme
uygulanan
grupta
uygulanmayanlara oranla göz içi basıncında belirgin bir artış olduğu gözlemlenmiştir
(²=5,557 p=0,018).
Pars plana vitrektomi sırasında göz içi tamponadı olarak silikon kullanılan 57
hastanın 42 (%73,7)’sinde operasyon sırasında inferior iridektominin cerrahi
prosedüre eklenmiş olduğu görüldü. Operasyon sonrası birinci gün göz içi basınçları
değerlendirildiğinde inferior iridektomi açılan grup ile açılmayan arasında anlamlı bir
fark bulunduğu gözlemlenmiştir (²=5,482 p=0,019).
Operasyonun birinci günü göz içi basınçları Goldmann’ın aplanasyon
tonometresi ile ölçülen ve 22mmHg’nin üzerinde tesbit edilen 43 (%60,6) hastanın
19’una (%44,1) topikal timolol %0,5 + oral asetozolamid başlanırken (grup I) 24’üne
(55,9) topikal dorzolamid HCL/timolol maleat kombinasyonu + topikal apraklonidin
(grup II) başlanılmış olduğu saptandı. Hastaların operasyon sonrası birinci gün göz
içi basınç değerleri birinci grupta 29,05±5,31 mmHg (22-40 mmHg) iken ikinci grupta
30,07±7,06 mmHg (22-44 mmHg) olarak ölçülmüştür. Hastaların birinci hafta
72
kontrollerinde birinci gurubun (topikal B-bloker+oral asetozolamid) göz içi basınç
ortalaması 21,59±5,15 mmHg, ikinci grubun göz içi basınç ortalaması 17,89±5,16
mmHg olarak tesbit edilmiş ve bu iki gruptan elde edilen bulgular T-testi ile
değerlendirildiğinde aralarındaki fark anlamlı bulunmuştur (t=2,123 p=0,041).
73
SONUÇ
Psödofakik retina dekolmanı tanısıyla Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Retina Kliniğinde Pars plana vitrektomileri gerçekleştirilen 71 hastanın dosyaları
retrospektif olarak incelendiğinde sonuç olarak
Geçirilen birinci pars plana vitrektomi sonrasında % 73,2 olan anatomik başarı oranı ,
birinci operasyon ile anatomik başarı sağlanamayan hastalara uygulanılan ikinci
operasyonun sonrasında % 95,7’ye çıktı.
Pars plana vitrektomi sonrasında fonksiyonel başarı incelendiğinde 0,1 ve üzerine
en iyi düzeltilmiş görmeye sahip hasta sayısı 7 olarak bulundu.Ayrıca snellen
eşelinde 2 ya da daha fazla sırada görme artışı olduğu belirlenen hasta sayısı 26
olarak tesbit edildi.
Cerrahi öncesindeki yapılan klinik muayenede tesbit edilen,
sırasında arka kapsül perforasyonu sonucu
katarakt cerrahisi
vitre kaybı meydana gelmesinin ve
ameliyat sonrasında arka kapsüler fibrozis nedeni ile
Nd:YAG kapsülotomi
yapılmasının psödofakik hastalarda dekolman ortaya çıkma insidansını etkilemediği
görüldü.
Klinik muayeneler sırasında tesbit edilemeyen yırtıkların pars plana vitrektomi
sırasında
daha
kolay
saptandığı
pozisyonlarının dekolman
belirlendi.
cerrahisi sonunda
Yırtıkların
elde
ekvatora
edilen
göre
anatomik
olan
başarıyı
etkilemediği bulundu.
Klinik muayenede tesbit edilen PVR C ve üzeri evrelerdeki proliferatif vitreoretinotinin
cerrahi sonrasında elde edilecek anatomik ve fonksiyonel başarıyı düşürdüğü
bulundu. Klinik muayenede tesbit edilen makula tutulumunun ise sadece fonksiyonel
başarı üzerinde etkili olduğu görüldü.
74
Katarkt cerrahisinde kullanılan lens tiplerinin ameliyat sonrası elde edilen anatomik
başarıyı etkilemediği görüldü.
Dekolman saptanması ile pars plan vitrektominin uygulanması arasında geçen
sürenin 30 gün veya daha fazla olduğu gurupta cerrahi sonrasında, bu sürenin
altında kalan guruba oranla daha yüksek bir anatomik başarı elde edildiği belirlendi.
Bu iki gurubun pars plana vitrektomi sonrasında elde edilen fonksiyonel başarıları
değerlendirildiğinde anlamlı bir fark bulunamadı.
Pars plana vitrektomi ameliyatında katarakt cerrahisi sırasında konulan göz içi lens
çıkarılmasının , serklaj kullanılmasının , göz içi tamponadı olarak silikon yada C3F8
kullanılmasının cerrahi sonrasında elde edilecek anatomik başarıyı etkilemediği
bulundu.
Pars plana vitrektomi sırasında meydana gelen vitre içi hemorajilerin cerrahi
sonrasında nüks oranını arttırdığı görüldü.
Pars plana vitrektomi sonrasında postoperatif birinci günde ölçülen göz içi
basınçlarında meydana gelen yükselmelerin nedenlerinin ameliyat sırasında inferior
iridektomini açılmaması ve serklaj konulması olduğu bulundu, ayrıca yüksek göz içi
basınçları ile kullanılan göz içi tamponadı cinsi arasında bir ilişki bulunamadı.
Antiglokomatöz tedavi başlanılan, göz içi basınç artışı saptanan hastalardan topikal
beta-bloker ve asetozolamid kullanılanlara oranla bu tedaviye topikal apraklonidin
eklenilen hastalarda göz içi basınçlarındaki düşüşlerin daha fazla olduğu görüldü.
Sonuç olarak; pars plana vitrektominin psödofakik retina dekolamanı olgularında
anatomik ve fonksiyonel başarıyı sağlayabilen etkili bir yöntem olduğu saptandı.
75
ÖZET
Bu çalışmada Ocak 2003 – Eylül 2004 tarihleri arasında Beyoğlu Göz Eğitim
Araştırma Hastanesi Retina Polikliniği’ne daha öncesinde geçirdikleri katarakt
operasyonu sonrasında ani görme azalması ve/veya ışık çakması, göz önünde
uçuşmalar, görüntüde bir alanda karatı görme gibi semptomlar ile başvurmuş ve
burada yapılan oftalmolojik muayene sonrasında psödofakik retina dekolmanı tanısı
konmuş, üç girişli skleretomi ile primer pars plana vitrektomileri Beyoğlu Göz Eğitim
Araştırma
Hastanesi
bünyesinde
yapılmış
ve
katarak
ameliyatı
öncesinde
herhangibir arka segment patolojisi bulunmadığı saptanmış olan 71 hastanın 71
gözü incelenmeye alındı.
Yaş ortalaması 60,45±15,15 olan, 43’ü (%60,6) erkek 28’i (39,4) bayan olan hastalar
ortalama 14,6±4,32 ay (12 - 24 ay) takip altında tutuldu. Son klinik muayenede birinci
operasyon sonrasında görmesi ışık negatif olarak tesbit edilerek ikinci operasyonları
planlanmayan 3 hasta dışında diğer tüm hastaların retinaları rekole olduğu belirlendi.
Pars plana vitrektomi sonrasında, hastaların % 36,6 (n=26) sında görme keskinliğinin
sınanması için kullanılan snellen eşelinde 2 ya da daha fazla sıra artışı olduğu
görüldü.Fonksiyonel başarı olarak belirlenen 0,1 ve üzerinde görme ise sadece 7
hastada elde edildi.
Katarakt cerrahisi sırasında meydana gelen arka kapsüler perforasyonu ve vitre
kaybının, postoperatif dönemde yaplan Nd:YAG kapsülotominin retina dekolman
insidansını arttırmadığı tesbit edildi.
Klinik muayenede tesbit edilen ileri evre PVR’ lerin anatomik ve fonksiyonel başarı
üzerine olumsuz etkileri olabileceği görüldü.
Anatomik başarı üzerine; yırtık lokalizasyonunun, 360º serklaj uygulanmasının, göz
içi lensin çıkarılmasının ve göz içinde bırakılan tamponad madde cinsinin etkisinin
76
bulunmadığı görülürken; dekolman semptomlarının ortaya çıkışı ile pars plana
vitrektominin uygulanmasına kadar geçen sürenin ameliyat sonrası beklenen
anatomik başarı oranını düşürebileceği görüldü.
Ameliyat sonrası dönemde ortaya çıkan yüksek göz içi basıncının kontrolünde
topikal adrenerjik agonistlerin etkili olabileceği ispatlandı.
77
KAYNAKLAR

Zayed A, Mostafa S. Retinal detachment. Past, present, and future. Bull
Ophthalmol Soc Egypt. 1976;69(73):353-60

Ronald GM, Wilkinson CP, Thomas AR. History of Retinal Detachment Surgery.
Retinal Detachment. Mosby Company. 1990;243-323

Kyle RA, Shampo MA. Jules Gonin.JAMA. 1978 Nov 3;240(19):2096

Wolfensberger TJ. Jules Gonin. Pioneer of retinal detachment surgery Indian J
Ophthalmol. 2003 Dec;51(4):303-8.

Wickham et al Vitrectomy and gas for inferior break retinal detachments: are
the results comparable Br J Ophthalmol.2004; 88: 1376-1379

Okun E. The history of vitreus surgery. Advances in Vitreous Surgery.
Springfield. Thomas CC. 1976; 121-126

Peyman GA, Schulman JA. Intravitreal Surgery. 2nd edition Prentice Hall
International Inc. 1994; 59-113

Chignell AH, Wong D: Management of vitreoretinal diseases: A Surgical
Approach. Springer 1998: 10-45

Özmert E. Proliferatif vitreoretinopatilerin cerrahisinde ameliyat sonrası göz içi
tamponadları; Retina-Vitreus, 1996: 3: 592-597

Boke W The Custodis technic in retinal surgery Klin Monatsbl Augenheilkd.
1973 : 162(2): 147-9

Sarrafizadeh, Ramin MD, PHD; Martin, Cheryl E COA Surgical Management of
Diabetic Traction Retinal Detachment Techniques in Ophthalmology. 1(4):218222, December 2003

Zivojnovic R: A short history of the development of vitreoretinal surgery. Med
Pregl. 2002: 55: 367-70

Cibis PA, Becker B, Okun E, Canaan S. The use of liquid silicone in retinal
detachment Arch Ophthalmol 1962; 68: 590-599

Kasner D. Vitrectomy. A new approach to the management of vitreous.
Highligths in Ophthalmol.1968: 11: 304-307
78

Lincoff H, Kreissig I. Changing patterns in the surgery for retinal detachment:
1929 to 2000 Klin Monatsbl Augenheilkd. 2000 Jun;216(6):352-9

Chang S, Lincoff H, Zimmerman NJ Fournier GA Albert DM: Per-. fluoroether
liquid as a long-term vitre Ophthalmology 1984: 96: 785–792

Chang S, Ozmert E, Zimmerman NJ. Intra-operative perfluorocarbon liquids in
management of retinal detachment.Ophthalmology 1989; 96: 785-791.

Tolentino FA, Wu G. Diamond-dusted microspatula tips for epiretinal surgery.
Arch Ophthalmol. 1987: 105: 1732-1733

Govners M. New instrumentation and technique for epoiretinal surgery. Arch
Ophthalmol 1987: 105: 1292-1293

Olk JR. Modified vitreoretinal pics and spatulas. Am J Ophthalmol. 1985: 99:
610-611

de Juan E, Hickingbotham D. The pic-forceps for removal of epiretinal
membranes. Am J Ophthalmol. 1984: 98: 518-519

Flynn HW, Brod RD. Use of a soft-tipped extrusın needle for epimacular
membrane peeling. Arch Ophthalmol. 1990: 108: 20-21

Ryan, Stephen J . Ogden,T. Schachat A., Murphy R., Glaser B. Retina. St
Louis, Mosby3rd edit 2000

Tripathi BJ, Tripathi RC. Development of human eye. Wolff’s Anatomy of the
Eye and Orbit. 8th ed. London: Chapman and Hall. 1997

RhodesRH. A light microscopic study of teh developing human neural retina.
Am J Anat. 1979: 154: 195-201

Hendrickson AE, Yuodelis C. The morphological development of the human
fovea. Ophthalmology 1984: 91: 603-612

Yuodelis C, Hendrickson AE. A qualitative and quantitative analysis of the
human fovea during development. Vision Res. 1986: 26: 847-855

Oguni M, Tanaka O, Shinohara H, et el. Ultrastructural study on the retinal
pigment epithelium of human embryos, with special reference to quantitative
study on the development of melanin granules. Acta Anat (Basel). 1991: 140:
335-342

Elder D. Ocular development in fundamentals and principles of ophthalmology.
Section 1. Am. Academy Of Ophthalmology. 1990-1991 San Francisco,
California. Chapter 2: 105-123
79

Önel M. Anatomi.Vitreus Cerrahisi. Cömertler Matbaacılık. İstanbul. 1989: 5-11

Greve M.Vitreoretinal surgical anatomy. In: Peyman GA, Meffert SA, Conway
MD, Chou F, eds. Vitreoretinal Surgical Techniques. 1st ed. London. Martin
Dunitz Ltd. 2001: 2-9

Michels RG, Wilkinson CP, Rice TA. Retianl detachment. St. Louis, Mosby.
1990

Kanski JJ. Retinal detachment in clinical ophthalmology. 3rd ed. BattenwortHeinemann Ltd.1994: 311-341

Wilkinson CP, Rice TA. Retinal detachment. 2nd ed. Mosby Company. 1997: 128

Kaynak S. Vitreus hemorajilerinde tedavi zamanlaması. Retina-Vitreus. 1995: 3:
268-269

Federman JL, Gouras P. Retina and Vitreous. Chapter 2. In: Podos SM and
Yanoff M eds. Textbook of Ophthalmology. Mosby. 1994: vol 9: 21-29

Adler R, Hewit AT. Structural and functional considerations. In: Ryan SJ ed.
Retina. Mosby Company . St. Louis 1989: vol 3: chapter 116: 3-11

Newel WF. Ophthalmology Principles and Concepts. 7th ed. Mosby Company.
1992: 23-31

Kanski JJ: Retinal Detachment. Clinical Ophthalmology ( Third Edition ): 1997:
312-326

Wilkinson CP: Rhegmatogenous retinal detachment: In Yanoff M, Duker JS
editors.Ophthalmology. 1999: 39: 1-8

Haimann NH, Burton TC, Brown CK. Epidemiology of retinal detachment. Arch
Ophthalmol. 1982: 100: 289-292

Javitt JC, Street DA, Tielsch JM, et al: Retinal detachment and endophthalmis
after outpatient cataract surgery. Ophthalmology. 1994: 101: 100-106

Javitt JC, Tielsch JM,Canner JK, et al: Increased risk of retinal complications
associated with Nd:YAg laser capsulotomy.Ophthalmology. 1992: 99: 14871498

Scheie HG, Morse PH, Aminlari A: Incidence of retinal detachment following
cataract extraction. Arch Ophthalmol. 1973: 89: 293-295

Percival SPB, Anand V, das SK. Prevalence of pseudophakic detachment.
1983: 67: 43-45
80

McHugh D, Wong D, Chignell A, Leaver P, Cooling R: Pseudophakic retinal
detachment. Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol. 1991: 229: 521-525

Coonan P, Fung W, Webster RG, Allen AW, Abbott RL: The incidence of retinal
detachment following extracapsular cataract extraction. A ten year study.
Ophthalmology 1985: 92: 1096-1101
The Eye Disease Case-Contro Study Group: Risk factors for idiopathic
rhegmatogenous retinal detachment. Am J Epidemiol. 1993: 137: 749-757


Austin KL, Palmer JR, Seddon JM, Glynn RJ, Rosenberg L, Gragoudas ES, et
al. Case-contro study of idiopathic retinal detachment . Int J Epidemiol. 1990:
19: 10458-1050

Burton TC: The influence of refractive error and lattice degeneration on the
incidence of retinal detachment . Trans. Am. Ophthalmol Soc. 1989: 87: 143155

Wilkinson CP, Rice TA: Retinal detachment Ch 4. Philadelphia MosbyYearbook 1997: 175-250

Brod RD, Flynn HW, Lightmann DA: Asymptomatic rhegmatogenous retinal
detachments. Arch Ophthalmol. 1995: 113: 1030-1032

Kroll AJ, Machemer R:Experimental retinal detachment in the owl monkey.
Electron microscopy of the retina and pigment epithelium. Am J Ophthalmol.
1968: 66: 410-427

Green WR. Retina In: Spencer WH, ed. Ophthalmic pathology. An atlas and
textbook, Vol. 2.Philadelphia: WB Saunders. 1985: 905-913

American Academy of Ophthalmology. The repair of rhegmatogenous retinal
detachment .Ophthalmology. 1996: 103: 1313-1324

Wilkinson CP: Visual results following scleral buckling for retinal detachment
sparing macula. Retina 1981:1: 113-116

Burton TC: Recovery of visual acuity after retinal detachment involving the
macula. Trans Am Ophthalmology Soc. 1982: 80: 475-482

Greven CM, Sanders RJ, Brown GC, et al: Pseudophakic retinal detachments.
Anatomic and visual results. Ophthalomolgy. 1992: 99: 257-262

Albert, D.M. & Jacobiec, F.A. Principles and Practice of Ophthalmology.
Philadelphia, W.B. Saunders, 2000
81

Wilkinson CP, Michels RG: Pseudophakic retinal detachments. In Stark WJ,
Terry AC, Maumenee AE; editors: Anterior segment surgery: IOLs, Lasers, and
refractive keratoplasty, Baltimore, Williams&Wilkins, 1987: 253-254

Hagler WS: Pseudophakic retinal detachment. Trans Am Ophthalmol Soc 1982:
80: 45-63

Wilkinson CP: Pseudophakic retinal detachments. Retina. 1985: 5: 1-4

Goldberg MF: Clear lens extraction for axial myopia: an appraisal. Ophthalmol
1987: 94: 571-582

McDonnel PJ, Patel A, Green WR: Compariation of intracapsular and extra
capsular cataract surgery: histopathologic study of eyes obtained post mortem.
Ophthalmology 1985: 92: 1208-1225

Binkhorst CD: Corneal and retinal complications after cataract extraction; the
mechanical aspect of endophthalmodonesis. Ophthalmology. 1980: 87: 609617

Jaffe NS, Clayman HM, Jaffe MS: Retinal detachment in myopic eyes after
intracapsular and extracapsular cataract extraction. Am J Ophthalmol 1984: 97.
48-52

Girard P, Karpouzas I: Visual recovery after scleral buckling surgery.
Ophthalmologica 1995: 209: 323-328

Diddie KR, Smith RE: Intraocular gas injection in the pseudophakic patient.
1980: 89: 659-661

Percival SPB, Anand V, Das SK: Prevalance of aphakic retinal detachment. Br
J Ophthalmol 1983: 67: 43-45

Lusky M, Weinberger D, Ben-Sira I: The prevalence of retinal detachment in
aphakic myopic patient.Ophthalmol Surg. 1987: 18: 444-445

Le Mesurier R, Vickers S, Booth-Mason S, Chingell AH: The results of lens
implantation in eyes with operative loss of vitreous. J Am Intraocul Implant Soc
1980: 6: 243-245

Hilding AC: Normal vitreous, its attachments and dynamics during ocular
movement. Arch Ophthalmol 1954: 52: 497-514

Peyman GA, Schulman JA: Intravitreal Surgery.Connecticut. Appleton and
Lange. Proliferative vitreoretinopathy.1994: 13: 587-629

Peyman GA, Schulman JA: Intravitreal Surgery. 2nd ed. Prentice Hall
International Inc. 1994: 923-947
82

Wilkinson CP, Rice TA, Michels RG. Retinal detachment. 2nd ed. Mosby
Company. 1997:678-771

Campochiaro PA, Glaser BM. Mechanism involved in retinal pigment epithelial
cell chemotaxis. Arch Ophthalmol. 1986: 104: 277-280

Campochiaro PA, Jerdan JA, Glaser BM. Serum contains chemoattractans for
human retinal epithelial cells. Arch Ophthalmol. 1984: 102: 1830-1833

Campochiaro PA, Glaser BM. PDGF is chemotactic for human retinal pigment
epithelial cells. Arch Ophthalmol. 1985: 103: 576-579

Glaser BM, Cardin A, Biscoe B. Proliferative Vitreoretinopathy: The mechanism
of the development of vitreoretinel traction. Ophthalmology. 1987: 94: 327-332

Gilbert C, Hiscott P, Unger W, et al. Inflammation and formation of epiretinal
membranes. Eye. 1988: 2: 40-51

Lean SJ: Proliferative vitreoretinopathy. In: Ryan SJ and Wilkonson CP eds.
Principles and practice of Ophthalmology. WB Saunders Company. 1994: 11101121

Machemer R, Lagua H. Pigment epithelium proliferation in retinal detachment.
Am J Ophthalmol. 1975 : 80: 1-23

Barr CC, Blumenkranz MS. New substances in the treatment of PVR.
Ophthalmol Clin North Am. 1989: 96: 801-810

Jerdan JA, Pepose JS, Michels RG, et al. Proliferative Vitreoretinopathy
Membranes:An immunohistochemical study.Ophthalmology. 1989: 96: 810-820

Campochiaro PA, Jerdan JA, Glaser BM. The extracellular matrix of human
retianl pigment epithelial cells in vivo and its synthesis in vitro. Invest
Ophthalmol Vis Sci. 1986: 27: 1615-1621

Vidaurri-Leal J, Hohman R, Glaser BM. Effect of vitreous on morphologic
characteristic of retinal pigment epithelial cells: A new approach to the study of
PVR. Arch Ophthalmol. 1984: 102: 1220-1223

Schwartz D, De La Cruz ZC, Green WR, et al. Proliferative Vitreoretinopathy:
Ultrastructural study of retroretinal membranes removed by vitreous surgery.
Retina 1988: 8: 275-281

Cangemi FE, Pitta CG, Schwartz PL. Spontaneous resolution of massive
periretinal proliferation. Am J Ophthalmol.1982: 93: 92-95
83

Sindh AK, Glaser BM, Lemor M, Michels RG. Gravity-dependent distrubition of
retinal pigment epithelial cells dispersed into the vitreous cavity. Retina. 1986:
14: 417-424

Girard P, Mimoum G, Karpouzas I, Montefiore G. Clinical risk factors for PVR
after retinal detachment surgery. Retina. 1994: 14: 417-424

Yanyali A, Bonnet M. Risk factors of postoperative PVR in giant tears.J Fr
Ophthalmol. 1996: 19: 175-180

Duquesne N, Bonnet M, Adaleine P. Preoperative vitreous hemorrhage
associated with rhegmatogenous retinal detachment: a risk factor for
postoperative PVR. Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol. 1996: 234: 677-682

Federman Jl, Eagle RC. Extensive peripheral retinectomy combined with
posterior 360 degree retinectomy for retinal detachment advanced PVR.
Ophthalmology. 1990: 97: 1305-1320

Mietz H, Heimann K.Onset and recurrence of PVR in various vitreoretinal
diseases. Br J Ophthalmol. 1995: 79: 874-877

Fuller DG, Laqua H, Machemer R. Ultrasonographic diagnosis of massive
periretinal proliferation in eyes with opaque media. Am J Ophthalmol. 1977: 83:
460-464

Lewis H, Aaberg Tm. Anterior proliferative vitreoretinopathy. Am J Ophthalmol.
1988: 106: 277-284

Aaberg TM. Management of anterior and posterior proliferative
vitreoretinopathy. Am J Ophthalmol. 1988: 106: 519-532

Machemer R, Aaberg TM, Freeman HM, Irvine AR, Lean JS, Michels RG. An
Updated classification of retinal detachment with PVR. Am J Ophthalmol. 1991:
112: 159-165

Lean J, Azen SP, Lopez PF, Lai MY, McCuen B. The prognostic utility of the
Silicone Study Classification System. Silicone Study Report 9. Arch Ophthalmol.
1996: 114: 286-39

Ruby AJ, Williams GA. Simple Vitrectomy. In: peyman GA, Meffert SA, Conway
MD, Chou F, eds. Vitreoretinal Surgical Techniques 1st ed. London: MartinDunitz Ltd : 2001: 126-135

Peyman GA, Schulman JA. Intravitreal Surgery. Connecticut. Appleton and
Large. 1994: 6: 213-251

Erkam N. Vitreoretinal cerrahide göz içi tampon maddeler. Medical Network
Opthalmology 1994: 2: 140-144
84

Kwun RC, Chang S. Perfluorocarbon Liquids in Vitreoretinal Surgery. In: Ryan
SJ and Wilkinson CP eds. 3rd ed. Retina. Mosby Company . St. Louis 2001:
vol 3: chapter 138: 2287-2316

Chang S, Özmert E, Zimmerman NJ, et al. Intraoperative perfluorocarbon
liquids in the management of PVR. Am J Ophthalmol 1988: 106: 668-674

Rinkoff JS, De Juan JR, McCuen BW. Silicone oil for retinal detachment with
advanced PVR following failed vitrectomy for proliferative diabetic retinopathy.
Am J Ophthalmol 1986:101:181-186

Haimann MH, Burton TC, Brown CK:Epidemiology of retinal detachment. Arch
Ophthalmol 1982: 100: 289-292

Ah-Fat FG, Sharma MC, Majid MA, et al: Trends in vitreoretinal surgery at a
tertiary referral centre: 1987 to 1996. 1999: 83: 396-398

Baratz KH, Gray DT, Hodge DO, et al:Cataract extraction rates in olmsted
County, Minesota, 1980 through 1994. Arch Ophthalmol 1997: 115: 1441-1446

Miniham M, Tanner V, Williamson TH:Primary rhegmatogenous retinal
detachment;: 20 years of change. Br J Ophthalmol 2001: 85: 546-548

Coonan P, Fung WE, Webster RG Jr., et al:The incidence of retinal
detachment following extracapsuler cataract extraction. A ten-year study.
Ophtalmology 1985: 93: 1096-1101

Kraff MC, Sanders DR: Incidence of retinal detachment following posterior
chamber intraocular lens surgery.J Cataract Refract Surg 1990: 16: 477-480

Smith PW, Stark WJ, Maumenee AE, et al: Retinal detachment after
extracapsuler cataract extraction with posterior chamber intraocular lens.
Ophthalmology 1987: 94: 459-504

Haut J,Massin M: Frequency of incidence of retina detachment in the French
population.Percentage of bilateral detachment. Arch Ophtalmol Rev Gen
Ophtalmol 1975: 35: 533-536

Laatiakanien L, Tolppanen EM, Harju H:Epidemiology of Rhegmatogenous
retianl detachment in aFinnish population. Acta Ophthalmol (Copenh) 1985: 63:
59-64
85

Rowe JA, Erie JC, Baratz KH, et al: Retinal Detachment in Olmsted
County,Minnesota,1976 through 1995. Ophthalmology 1999: 106: 154-159

Tornquist R, Stenkula S, Tornquist P: Retinal detachment. A study of a
population-based patient material in Sweden 1971-1981, I.Epidemiology. Acta
Ophthalmol ( Copenh) 1987: 65: 213-222

Wilkes Sr, Beard CM, Kurland LT, et al: The incidence of retinal detachment in
Rochester, Minnesota, 1970-1978. Am J Ophthalmol 1982: 94: 670-673

Abraham MN, Tatapudi S, Badrinath SS:Retinal detachment after cataract
extraction. Indian J. Ophthalmol 1981:29:363-365 4

Dolezalova J, Karel I, Bedrich P, et al: Retinal detachment in pseudophakia.
Cesk Oftalmol 1995: 51: 7-13

Fung WE, Coonan P, Ho BT:Incidence of retinal detachment following
extracapsuler cataract extractions. A prospective study. Retina 1981: 1: 232237

Hakenova J, Rozsival P: Vitreoretinal complications in cataract surgery, Retinal
detachments. Cesk Slov Oftalmol 1997: 53: 363-367

Hunemohr D, Pham DT, Wollensak J: Retinal detachment with posterior
chamber lens. Klin Monatsbl Augenheilkd 1992: 200: 91-94

Javitt JC, Vitale S, Canner JK, et al: National outcomes of cataract extraction,I.
retinal detachment after inpatient surgery. Ophthalmology 1991: 98: 895-902

Ruprect KW, Medenblik-Frysch S, Handel A: Results of pseudophakic retinal
detachment surgery. Klin Monatsbl Augenheilkd 1991: 198: 518-521

Stein R, Pinchas A, Treister G: Prevention of retinal detachment by a
circumferential barrage prior to lens extraction in high-miyopic eyes.
Ophthalmologica 1972: 165: 125-136

Vail D: After results of vitreous loss. Am J Ophthalmol 1965: 59: 573-586

Wilkinson CP, Anderson LS, Little JH: Retinal detachment following
phacoemulsification. Ophthalmology 1978: 58: 151-156

Troutman RC, Clahane AC, Emery JM: Cataract survey of the cataractphacoemulsification committee. Trans Am Acad Ophthalmol Otolaryngol 1975:
79: 178-185
86

Tielsch JM, Legro MW, Cassard SD, et al: Risk Factors for retinal detachment
after cataract surgery. A population based case-control study. Ophthalmology
1996: 103: 1537-1545

Bonner RF, Meyers SM, Gaasterland DE:Threshold for retinal damage
associated with hte use of high-power Nd:YAG lasers in the vitreus. Am J
Ophthalmol 1983: 96: 153-159

Jampol LM, Goldberg MF, Jednock N: Retinal damage from a Q-switched YAG
laser. Am J Ophthalmol 1983: 96: 326-329

Ober RR, Wilkinson CP, Fiore JV Jr, Maggiano JM: Rhegmatogenous retinal
detachment after Nd:YAG laser capsulotomy in aphakic and pseudophakic
eyes. Am J Ophthalmol 1986: 1,0: 81-89

Ficker LA, Steele AD:Complications of Nd:YAG laser posterior capsulotomy.
Trans Ophthalmol Soc UK 1985: 104: 529-532

Vogel A, Hentschel W, Holzfuss J, Lauterborn W:Cavitation bubble dynamics
and acoustic transient generation in ocular surgery with pulsed Nd:YAG lasers.
Ophthalmology 1986: 93: 1259-1269

Lerman S,Trasher B, Moran M: Vitreous changes after Nd:YAG laser irridiation
of the posterior lens capsule or mid-vitreous. 1984: 97: 470-475

Krauss JM, Puliafito CA, Miglior S, et al: Vitreous changes after Nd:YAG laser
photodistruption. Arch Ophthalmol 1986: 104: 592-597

Ninn-Pedersen K, Bauer B: Cataract patients in a defined Swedish population ,
1986 to 1990,V. Postoperative retinal detachments. Arch Ophthalmol 1996:
114: 382-386

Fastenberg DM, Schwartz PL, Lin HZ: Retianl detachment following Nd:YAG
laser capsulotomy. Am J Ophthalmol 1984: 97: 288-291

Ficker LA, Vickers S, Capon MR, et al: Retinal detachment following Nd:YAG
posterior capsulotomy. Eye 1997: 1: 86-89

Frau E, Sam H, Korobelnik JF, Chauvaud D: Retinal detachment after cataract
surgery: retrospective study of 57 cases. Eur J Ophthalmol 1993: 3: 177-180

Leff SR, Welch JC, Tasman W: Rhegmatogenous retinal detachment after YAG
laser posterior capsulotomy.Ophthalmology 1987: 94: 1222-1225

MacEwen CJ, Baines PS:Retinal Detachment following YAG laser capsulotomy.
Eye 1989: 3: 141-147
87

Rickman-Barger L, Florine CW, Larson RS, Lindstrom RL: Retinal detachment
after Nd:YAG laser posterior capsulotomy.Am J Ophthalmol 1989: 107: 531-536

Salvensen S, Eide N, Syrdalen P:Retinal detachment
capsulotomy. Acta Ophthalmol (Copenh) 1991: 69: 61-64

Tasman W: Pseudophakic retinal detachment after YAG laser capsulotomy.
Aust NZ J Ophthalmol 1989: 17: 277-279

Ranta P, Kivela T: Retinal detachment in pseudophakic eyes with and without
Nd:YAG laser posterior capsulotomy. Ophthalmology. 1998: 105(11): 21272133

Ranta P, Tommila P, Immogen I, et al:Retinal breaks before and after Nd:YAG
posterior capsulotomy. J Cataract Refract Surg. 2000: 26: 1190-1197

Jahn CE, Richter J, Jahn AH, Kremer G, Kron M: Pseudophakic retinal
detachment after uneventful phacoemulsification and subsequent neodymium:
YAG capsulotomy for capsule opacification. Cataract Refract Surg. 2003: 29(5):
925-929.

Lin ZD, Yang WH, Liu YZ. Complications following Nd: YAG laser posterior
capsulotomy Zhonghua Yan Ke Za Zhi. 1994 Sep;30(5):325-7.

Powell SK, Olson RJ. Incidence of retinal detachment after cataract surgery and
neodymium: YAG laser capsulotomy. J Cataract Refract Surg. 1995;21(2):1325.

Bovey EH, Gonvers M, Sahli O: Surgical treatment of retinal detachment in
pseudophakia: comparison between vitrectomy and scleral buckling. Klin
Monatsbl Augenheilkd 1998: 212: 314-317

Lincoff H, Kreissig I: Finding the retinal hole in pseudophakic eye with
detachment . Am J Ophthalmol 1994: 117: 442-446

Ramsay RC, Cantrill HL, Knobloch WH: Pseudophakic retinal detachments.
Can J Ophthalmol 1983: 18: 262-265

Synder WB, Bernstein I,Fuller D, et al:Retinal detachment and pseudophakia.
Ophthalmolgy 1979: 86: 229-241

Tanenbaum HL:Retianl detachment and pseudophakia. Can J Ophthalmol
1979: 14: 249-252
88
after
Nd:YAG

Tornambe PE, et al: Pneumatic retinopexy. A two-year follow-up study of the
multicenter clinical trial comparing pneumatic retinopexy with scleral buckling:
Ophthalmology 1991: 98: 1115-1123

Bartz-Schmidt KU, Kirchof B, Heimann K: Primary vitrectomy for pseudophakic
retinal detachment. Br J Ophthalmol 1996: 80: 346-349

Dardenne MU, Gerten GJ, Kokkas K, Kermani O: Retrospective study of reinal
detachment following Nd:YAG laser posterior capsulotomy. J Catract Refract
Surg 1989: 15: 676-680

Mchugh D,Wong d, Chignell A, et al : pseudophakic retinal detachments.
Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol 1991: 229: 521-525

Talati AK, Nagpal PN, Shorey P, Panse SS:Pseudophakic retinal detachment.
Indian J Ophthalmol 1987: 23: 358-361

Brazitikos PD, DAmico DJ, Tsinopoulos IT, Stangos NT:Primary vitrectomy with
perfluoro-n-octane use in the treatment of pseudophakic retinal detachment
with undetected retinal breaks. Retina 1999: 19: 103-109

Campo RV,Sipperley JO, Sneed SR, et al:Pars plana vitrectomy without scleral
buckle for pseudophakic retinal detachment. Ophthalmology 1999: 106: 18111815, discussion 1816

Cousins S, Boniuk I, Okun E, et al:Pseudophakic retinal detachments in the
presence of various IOL types.Ophthalmology 1986: 93: 1198-1208

Desai UR, Strassman IB: Combined pars plan vitretomy and scleral bucling for
pseudophakic and aphakic retinal detachments in which abreak is not seen
preoperatively.Ophthalmic Surg Lasers 1997: 28: 718-722

Devenyi RG, de Carvalho, Nakamura H:Combined scleral buckle and pars
plana vitrectomy as a primary procedure for pseudophakic retinal detachments.
Ophthalmic Surg Lasers 1999: 30: 615-618

Garty DS, Chignell AH, Franks WA, Wong D: Pars plana vitrectomy for the
treatment of rhegmatogenous retinal detachment uncomplicated by advanced
proliferative vitreoretinopathy.Br J Ophthalmol 1993: 77: 199-203

Miniham M, Tanner V, Williamson TH:Primary rhegmatogenous retinal
detachment;: 20 years of change. Br J Ophthalmol 2001: 85: 546-548

Ross WH:Pseudophakic retinal detachment. Can J Ophthalmol 1984: 19: 119121
89

Verbraeken H, Ryckaert S, De Meunynck C: Pars plana vitrectomy in aphakic
and pseudophakic retinal detachment. Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol 1986:
224: 203-204

Rosen PH, Wong HC, Mcleod D: Indentation microsurgery: internal searching
for retinal breaks.Eye 1989: 3: 277-281

Tani P, Robertson DM, Langworthy A: Prognosis for central vision and anatomic
reattachment in rhegmatogenous retinal detachment with macula detached. Am
J Ophthalmol 1981: 92: 611-620

Speicher MA, Fu AD, Martin JP, von Fricken MA: Primary vitrectomy alone for
repair of retinal detachment following cataract surgery. Retina 2000: 20: 459464

Escoffery RF, Olk RJ, Grand MG, Boniuk I:Vitrectomy without scleral buckling
for primary rhegmatogenous retinal detachment. Am J Ophthalmol 1985: 99:
275-281

Devenyi RG, de Carvalho Nakamura H Combined scleral buckle and pars plana
vitrectomy as a primary procedure for pseudophakic retinal detachments.
Ophthalmic Surg Lasers. 1999 Sep-Oct;30(8):615-8

Alexandrtos NS, Ioannıs KP, Catherine GB, Anastasıos D. :Pars plana
vitrectomy alone vs vitrectomy with scleral buckling for primary rhegmatogenous
pseudophakic retinal detachment. Ophthalmol 2004: 138: 952-958

Wilkinson CP: Retinal detachment following intraocular lens implantation.
Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol 1986: 224: 64-66

Greven CM, Sanders RJ, Brown GC, et al: Pseudophakic retinal detachments:
Anatomic and visual results. Ophthalmology 1992: 99: 257-262

Girard P, Karpouzas I:Pseudophakic retinal detachment:Anatomic and visual
results.Graefes Arch Clin Exp Ophthalmol 1995: 233: 324-330

Yoshida A, Ogasawa H, Jalkh AE, et al: Retinal detachment after cataract
surgery. Surgical results. Ophthalmology 1992: 99: 460-465

Berrod JP, Sautiere B, Rozot P, Raspiller A: Retinal detachment after cataract
surgery. Int Ophthalmol 1997: 20: 301-308

Isernhagen RD, Wilkinson CP: Visual acuity after the repair of pseudophakic
retinal detachments involving the macula. Retina 1989: 9: 15-21

Isernhagen RD, Wilkinson CP: Recovery of visual acuity following the repair of
pseudophakic retinal detachment. Trans Am Ophthalmol Soc 1988: 86: 291306
90

Fritch CD, Jungshaffer OH: Phacoemulsification and retinal detachment. Ann
Ophthalmol 1978: 10: 35-36

Girard P, Gaudric A, Lequoy O, et al :Pseudophakic retinal detachments.
Ophthalmologica 1991: 203: 30-37

Hagler WS : Pseudophakic retinal detachment .Trans Am Ophthalmol Soc
1982: 80: 45-63

Jungschaffer OH: Retinal detachments and intraocular lenses Int Ophthalmol
Clin 1979: 19: 125-137

Jungschaffer OH, Fritch CD: Phacoemulsification and retinal detachment . Mod
Probl Ophthalmol 1977: 18: 508-510

Mertens DAE, Zivojnovic R, Baarsma GS: Retinal
pseudophakos. Doc Ophthalmol 1989: 48: 267-271

Vatne HO, Syrdalen P: Retinal detachment after intraocular lens implantation.
Acta Ophthalmol ( Copenh) 1986: 64: 544-546

Wilkonson CP: Retinal detachment after phacoemulsification. Am J Ophthalmol
1979: 87: 628-631

Ashrafzadeh MT, Schepens CL, Elzeneiny II, et al: Aphakic and pseudophakic
retinal detachment, I. Preoperative findings. Arch Ophthalmol 1973: 89: 476483

Brazitikos PD, D'Amico DJ, Tsinopoulos IT, Stangos NT Primary vitrectomy with
perfluoro-n-octane use in the treatment of pseudophakic retinal
detachment with undetected retinal breaks. Retina. 1999;19(2):103-9

Lake S;Dereklis D, Georgiadis N, et al: Managament of pseudophakic retinal
detachment with various intraocular lens types. Ann Ophtalmol 1993: 25: 381384

HO PC,Tolentino FI:Retinal detachment following extracapsuler cataract
extraction and posterior chamber intraocular lens implantation. Br J Ophthalmol
1985: 69: 650-653

Ho PC, Tolentino FI: Pseudophakic retinal detachment.Surgical success rate
with various types of IOLs Ophthalmology 1984: 91: 847-852

Jungschaffer OH: Intraocular lenses and retinal detachment. Mod Probl
Ophthalmol 1997: 18: 496-498

Dennis PH, Lewis H, Lambrou FH, Mieler WF: Mechanisms of intraocular
91
detachment
and
pressure elevation after pars plana vitrectomy. Ophthalmology 1989: 96: 13571362

Laganowski HC, Leaver PK: Silicone oil in aphakic eye: The influence of a six o'
clock peripheral iridctomy. Eye 1989. 3. 338-348

Gao R. Neubauer L, Tang S: Silicone oil in the anterior chamber. Graefe's Arch
Clin Exp Ophthalmol 1989: 228: 106-109

Abrams GW, Williams GA: En bloc excision of diabetic membranes. Am J
Ophthalmol 1987: 103: 302-308

Pesin SR, Olk F, Grand MG, et al :Vitrectomy for premacular fibroplasia.
ophthalmology 1991: 98: 1109-1114

Han DP, Jaffe GJ, Schwartz DM, et al: Risk factors for postvitrectomy fibrin
formation. ARVO Abstracts.Invest Ophthalmol Vis Sci 1989: 30: 272-280

Lewis H, Ryan SJ: Management of severe proliferative vitreoretinopathy, eds. In
medical and surgical retina:advances, controversies and management. St.
Louis, Mosby-Year Book 1994: 115: 145-153,

Williams GA, Lambrou FH, Jaffe GA, et al: Treatment of postvitrectomy fibrin
formation with intraocular tissue plasminogen activator. Arch Ophthalmol 1988:
106: 1055-1064

Iverson DA, Katsura H, Hartzer MR, Blumenkranz MS; Inhibition of intraokular
fibrin formation following infusion of low-monecular-weight heparin during
vitrectomy. Arch Ophthalmol 1991: 109: 405-409

Pliner LS, Olk J, Grand MG, Escoffery RF, Okun E, Boniuk I: Surgical
management of premacular fibroplasia. Arch Ophthalmoll 1988: 106: 761-764

Rice TA, de Bustros S, Michels RG, Thompson JT, Debanne SM, Rowland
DY:Prognostic factors in vitrectomy for epiretinal membranes of teh macula.
Ophthalmology 1986: 93: 602-610

Billington BM, Leavar PK: Vitrectomy and fluid / Silicone oil exchange for giant
retinal tears : results at 18 months. Graefe's Arch Clin Exp Ophthalmol 1986:
224: 7-10

Leaver PK, Billington BM:Vitrectomy and fluid / Silicone oil exchange for giant
retinal tears : 5 years follow-up. Graefe's Arch Clin Exp Ophthalmol 1989: 277:
323-327

Rinkoff J, de juan E, McCuen BW: Silicone oil for retinal detachment with
advanced proliferative vitreoretinopathy following vitrectomy for proliferative
diabetic retinopathy. Am J Ophthalmol 1986: 101: 181-186
92

Nguyen OM, Lloyd MA, Neuor DK: Incidence and management of glaucoma
after intravitreal silicone oil injection for complicated retinal detachments.
Ophthalmology 1992: 99: 1520-1526

Comaratta MR, Chang S, Sparrow J: Iris vascularization in proliferative
vitreoretinopathy. Ophthalmology 1992: 99: 898-905

Beekhuis WH, Ando F, Zivojnovic R: Basal iridectomy at six o' clock in the
aphakic eye treated with silicone oil:prevention of keratopathy and secondary
glaucoma. Br J Ophthalmol 1987: 71: 197-200

Casswell AG, Gregor ZJ: Silicone oil removal I. The effect on the complications
of silicone oil. Br J Ophthalmol 1987: 71: 893-897
93
Download