ink 8 ders.indb - video.eba.gov.tr

advertisement
İLKÖĞRETİM
8
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
İNKILAP TARİHİ VE
ATATÜRKÇÜLÜK
DERS KİTABI
Bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının 14 Ağustos
2014 tarih ve 75 sayılı kararıyla (listenin 4. sırasında) 2015-2016 öğretim yılından itibaren, beş yıl süreyle ders kitabı olarak kabul edilmiştir.
Sami TÜYSÜZ
Bahçekapı Mah. 2460. Sok. No.: 7 06370 Şaşmaz/ANKARA
tel.: (0-312) 278 34 84
belgeç: (0-312) 278 30 46
1
Bu kitabın tamamının ya da bir kısmının, kitabı yayınlayan şirketin izni olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılması, yayımlanması ve
depolanması yasaktır. Bu kitabın tüm hakları, TUNA MATBAACILIK SAN. VE TİC. AŞ’ye
aittir.
Haberleşme Adresi
TUNA MATBAACILIK SAN. VE TİC. AŞ
Bahçekapı Mah. 2460. Sok. Nu.: 7 06370 Şaşmaz/ANKARA
tel.: (0-312) 278 34 84 (pbx) belgeç: (0-312) 278 30 46
www.tunamatbaacilik.com.tr
e-posta: tuna@tunamatbaacilik.com.tr
SERTİFİKA NO: 16102
ISBN: 978-975-8198-67-2
Editör
Nudar TÜYSÜZ
Dil Uzmanı
Riyazi CANBOLAT
Görsel Tasarım Uzmanı
Serkan AVCI
Program Geliştirme Uzmanı
Türkan YILDIRIM
Ölçme ve Değerlendirme Uzmanı
Hasan PEKTAŞ
Rehberlik - Gelişim Uzmanı
Filiz KONCA
Baskı ve Cilt
tel.: (0-312) 278 34 84 (pbx) belgeç: (0-312) 278 30 46
www.tunamatbaacilik.com.tr
e-posta: tuna@tunamatbaacilik.com.tr
Baskı Yeri ve Yılı
Ankara, 2015
2
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl.
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar?
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif ERSOY
3
GENÇLİĞE HİTABE
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini,
ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel,
senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden
mahrum etmek isteyecek dâhilî ve hâricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,
vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini
düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette
tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün
dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren
ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine
girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal
edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak
üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet
ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî
menfaatlerini, müstevlîlerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet,
fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi
vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun
kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal Atatürk
4
Mustafa Kemal ATATÜRK
5
İÇİNDEKİLER
Organizasyon Şeması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8
1. ÜNİTE: Bir Kahraman Doğuyor ............................................................................................................ 9
BAŞLARKEN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .10
19. Yüzyılın Sonlarında Osmanlı Devleti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .10
Mustafa Kemal Atatürk’ün Öğrenim Hayatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .12
Mustafa Kemal Atatürk’ün Askerlik Hayatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .14
Mustafa Kemal’in Şehirleri. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .18
Liderlik Yolunda İlk Adımlar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .21
Bilgilerimizi Ölçelim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .22
2. ÜNİTE: Millî Uyanış: Yurdumuzun İşgaline Tepkiler........................................................................... 23
Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .24
Birinci Dünya Savaşı’nın Sonu ve Mondros Ateşkes Antlaşması. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .30
Memleketin İç Durumu ve Cemiyetler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .34
Millî Bilincin Uyandırılması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38
Büyük Millet Meclisine Karşı Ayaklanmalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .47
Türk Milletini İmha Planı: Sevr Antlaşması. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .49
Bİlgilerimizi Ölçelim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .51
3. ÜNİTE: Ya İstiklal Ya Ölüm ................................................................................................................ 53
Doğu ve Güney Cepheleri. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .54
Batı Cephesi’nde Savaş. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .60
Maarif Kongresi (15-21 Temmuz 1921). . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .68
Dayanışma Günleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .69
Ayağa Kalkan Millet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .71
Mudanya Ateşkes Antlaşması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .76
Sanatçıların ve Edebiyatçıların Gözüyle Millî Mücadele . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .77
Bilgilerimizi Ölçelim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .79
4. ÜNİTE: Çağdaş Türkiye Yolunda Adımlar ........................................................................................... 81
Saltanatın Kaldırılması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .82
Sevr’den Lozan’a . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .84
Millî Ekonominin Kurulması. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .87
Yeni Devlet, Yeni Başkent . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .90
Cumhuriyetin İlanı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .92
3 Mart 1924 Tarihli Kanunlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .94
Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .97
Çağdaşlaşma Yolunda Adımlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .99
Hukuk İnkılabı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .102
Cumhuriyete Karşı Ayaklanma. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .104
Kabotaj Hakkı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .106
Mustafa Kemal’e Suikast Girişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .107
Büyük Nutuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .108
Harf İnkılabı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .110
Yeni Dil, Yeni Tarih . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .112
Menemen Olayı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .116
6
Atatürk’ün Kenti: Ankara . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .117
Darülfünundan Üniversiteye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .119
Soyadı Kanunu’nun Kabulü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .121
Atatürk ve Türk Kadını . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .122
Sağlık Alanındaki Gelişmeler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .124
Tarımcı Atatürk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .126
Sanat, Spor ve Atatürk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .128
Onuncu Yıl Nutku . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .131
Bilgilerimizi Ölçelim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .132
5. ÜNİTE: Atatürkçülük ........................................................................................................................135
Atatürkçülük . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .136
Atatürk’ün Düşünceleri Nasıl Oluştu? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .138
Millî Güç Unsurları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .141
Cumhuriyet Fazilettir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .144
Atatürk Milliyetçiliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .148
Halkçılık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .151
Devletçilik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .153
Laiklik. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .157
İnkılapçılık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .161
Atatürk İlkelerinin Amaçları ve Ortak Özellikleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .163
Atatürkçülüğün Temel Esasları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .165
Modern Türkiye’nin Doğuşu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .168
Atatürk: Mazlum Milletlerin Kahramanı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .169
Atatürk’ün Mirasçıları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .171
Bilgilerimizi Ölçelim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .173
6. ÜNİTE: Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası ve Atatürk’ün Ölümü .....................................................177
Türk Dış Politikası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .178
Hatay’ın Anavatan’a Katılması. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .183
Sonsuzluğa Giderken . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .184
Bilgilerimizi Ölçelim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .188
7. ÜNİTE: Atatürk’ten Sonra Türkiye: İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası ...................................................189
İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .190
Demokrasiye Geçiş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .193
Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .195
Yeni Türkiye. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .198
Herkes İçin İnsan Hakları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .203
Kahraman Türk Ordusu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .205
Türkiye Cumhuriyeti’ne Yönelen Tehditler. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .208
Soğuk Savaş’ın Sonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .212
Körfez Savaşları ve Türkiye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .215
Doğal Kaynaklar ve Kalkınma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .217
Avrupa Birliği ve Türkiye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .218
Bilgilerimizi Ölçelim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .220
Sözlük..................................................................................................................................................222
Kronoloji .............................................................................................................................................226
Kaynakça .............................................................................................................................................228
TÜRKİYE HARİTASI ...............................................................................................................................230
TÜRK DÜNYASI HARİTASI ....................................................................................................................231
7
ORGANİZASYON ŞEMASI
1.
Ünite numarası
Ünite
Ünite adı
Bir Kahraman Doğuyor
Hazırlık Çalışmaları
ne ait bir anısını
1. Atatürk’ün çocukluk dönemi
larınızla paylaşınız.
biliyorsanız sınıfınızda arkadaş
sırasında yaşadı2. Atatürk’ün öğrenim hayatı
size ilginç gean
olaylard
Bu
ız.
ğı olayları araştırın
sınıfınızda arkadaşlarınıza
len bir tanesini seçerek
anlatınız.
hangi görevlerde
3. Atatürk’ün 1919’a kadar
i sırasında elde ettiği
bulunduğunu ve bu görevler
başarıları araştırınız.
ve İstanbul şehir4. Selânik, Manastır, Sofya
şehrin Atatürk’ün fikir
lerinden birini seçerek bu
anlatan kısa bir mehayatının oluşumuna etkisini
İşlenecek konulara ön hazırlık yapılmasını sağlamak amacıyla düzenlenen ve ünite kapaklarında yer alan hazırlık
çalışmaları
tin yazınız.
le’nin lideri hâline
5. Atatürk’ü Millî Mücade
özelliklerinin bir lisgetiren başarılarının ve kişisel
tesini yapınız.
Ünitenin içeriği ile ilgili görsel öge
Konu numarası
Konu başlığı
Selânik’te bulunan Atatürk’ün
doğduğu ev
9
Öğrencilerin konuyla ilgili ön bilgilerini harekete geçirmek
ve dikkatlerini çekmek amacıyla bazı konu başlıklarının
altında verilen içerikle ilişkili bilgi, açıklama ve sözler ile
bunlar üzerinde düşünmeyi sağlamaya yönelik sorular
11. Konu
Kabotaj Hakkı
“Denizciliği Türk’ün büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün denizciliğe önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
“Bir devlet ki kendi uyruklarına koyduğu vergiyi yurdunda yaşayıp kazanan yabancılara uygulayamaz; gümrük işlerini, vergilerini ülke ve ulusun isteklerine ve çıkarlarına göre düzenlemesi
yasaktır. Bir devlet ki sınırları içinde suç işleyen yabancıları yargılayamaz, cezalandıramaz. Böyle
bir devlete elbette bağımsız denemez!
Devlet ve millet işlerine karışma, bu kadarla bitmiyordu. Doğrudan doğruya günün gerektirdiği, ulusun
istediği birçok işlere devletin girişmek hakkı yoktu. Demir yolu yapmak, fabrika kurmak, artık elinde değildi.
Yabancılar böyle girişimleri daha başlarken durdurabilirlerdi. Yaşamasını ve yönetimini kendi gücü ve kararı
ile sağlamaktan yoksun bir devlete bağımsız denilebilir miydi? Devlet bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi artık yabancıların sömürgesi olmuştu.”
Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, s. 296-297.
?
Yukarıda hangi devletten söz ediliyor olabilir? Neden?
Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmada Osmanlı Devleti’nin son zamanlarındaki durumunu yukarıdaki metinde geçen sözlerle ifade etmişti. Osmanlı Devleti’nin, bu sözlerle de vurgulandığı gibi en temel egemenlik haklarını kullanamaz hâle gelmesinin nedeni kapitülasyonlardı. Öyle ki kapitülasyonlar yüzünden devlet kendi limanları arasında gemi işletme hakkı olan kabotaj hakkına bile sahip değildi.
“Ekonomik yaşamın çalışması ve canlılığı ancak ulaştırma araçlarının, yolların, demir yollarının, limanların durumu ve ölçüsüyle orantılıdır.” (2) diyen Mustafa Kemal ülkemizin içine düşürüldüğü bu hâli kabul edemezdi. Onun amacı, yabancıların
ekonomimiz üzerindeki hâkimiyetlerine
son vermekti. Bu nedenle Lozan Barış Antlaşması ile kapitülasyonları kesin olarak
kaldırmıştı. 19 Nisan 1926’da da Kabotaj
Kanunu’nun kabul edilmesini sağlayarak ülkemizin ekonomik bağımsızlığını pekiştirdi.
1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren
Kabotaj Kanunu ile ülkemiz limanları arasında gemi işletme ve deniz taşımacılığı
yapma hakkı Türk vatandaşlarına tanındı.
Böylece kapitülasyonların kaldırılış süreci
tamamlanmış oldu.
Resim 4.34: Atatürk 1935 yılındaki Kabotaj Bayramı kutlamalarında
!
?
Kabotaj Kanunu’nun kabul edildiği 1 Temmuz günü ülkemizde her yıl Denizcilik ve Kabotaj Bayramı
olarak kutlanmaktadır.
106
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 302.
(2) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 290.
ÖÇK
63
Kabotaj Kanunu’nun ülkemize sağladığı yararlar neler olabilir?
Konunun daha kolay anlaşılmasını sağlamak amacıyla ana
metinde anlatılanlara bağlı olarak verilen içeriği destekleyici
ve örnekleyici nitelikteki alıntılar
Metinde verilen bilgileri, bazı görsel ögeleri; harita, tablo
ve grafikleri sorgulamaya, bunlardan hareketle çıkarımlarda
ve ilişkilendirmelerde bulunmaya ve böylece öğrencilerin
derse aktif olarak katılmalarını sağlamaya yönelik sorular
Konuyu kavramayı kolaylaştırmak, dikkat çekmek ve anlatımı zenginleştirmek için verilen resim, harita, şema, tablo ve
grafik gibi görsel ögeler
Konularda anlatılan olayların ilginç yönlerine dikkat
çekmeye yönelik bilgi notları
Öğrenci çalışma kitabındaki hangi çalışmanın yapılacağını
gösteren yönlendirme kutucuğu
Tayyar Rahmiye Hanım (1890 – 1920)
Osmaniye’de dünyaya gelen Rahmiye Hanım, Millî Mücadele sırasında güney illerimizi işgal eden Fransızlara karşı savaşan kadın kahramanlarımızdan biridir. Fransızların halka
yaptığı zulümler üzerine gönüllülerden kurduğu müfrezesinin başında çarpışmalara katılan
Rahmiye Hanım’a atılganca hareketlerinden dolayı Tayyar (uçan) unvanı verildi.
Tayyar Rahmiye Hanım, Osmaniye’deki Fransız Karargâhına 1 Temmuz 1920’de müfrezesiyle birlikte giriştiği taarruz harekatı sırasında düşman ateşiyle şehit düşmüştür. Ancak
silah arkadaşları onun başlattığı taarruzu zaferle sonuçlandırarak karargâhı ele geçirmişlerdir.
Bu fedakâr Türk kadınının mezar taşında şu cümleler yazılıdır:
Metinde geçen söz, anı, şiir vb. alıntıların kaynağını
gösteren dipnot
“Yarınların sahibi ey gençlik,
İyi tanı, ebedî sükûnetle bu mezarda yatanı.
Konuda adı geçen tarihî şahsiyetlerin kısa öz geçmişleri
Hak için, bayrak için canın feda edip
Armağan etti bize bu mukaddes vatanı.”
turkoloji.cu.edu.tr/CUKUROVA/sempozyum/semp_1/onder_2.pdf (Düzenlenmiştir.)
Bilgilerimizi Ölçelim
A) Aşağıdaki cümlelerde noktalı yerlere, verilen sözcüklerden uygun olanları yazınız.
Selânik
Kafkas
Türkçülük
Anafartalar
Manastır
kurmay
1. Mustafa Kemal askerî lise öğrenimini ..................................................... şehrinde tamamladı.
2. Mustafa Kemal’e ................................................. Kahramanı unvanı Çanakkale Savaşlarındaki başarıları
nedeniyle verilmiştir.
3. Mustafa Kemal ............................................ akımının öncülerinden Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinden etkilenmiştir.
4. Mustafa Kemal ................................................ Cephesi’nde bulunduğu sırada Muş ve Bitlis’i Ruslardan
geri aldı.
5. Mustafa Kemal, Harp Akademisinden 1905 yılında .................................................... yüzbaşı rütbesiyle
mezun oldu.
8
Öğretim programı gereği öğrencilerin kazanmaları gereken bilgi, beceri ve değerleri edinme düzeylerini
belirlemek amacıyla çeşitli ölçme tekniklerine uygun olarak
hazırlanmış çalışmalar
1.
Ünite
Bir Kahraman Doğuyor
Hazırlık Çalışmaları
nemine ait bir anısını
1. Atatürk’ün çocukluk dö
adaşlarınızla paylaşınız.
biliyorsanız sınıfınızda ark
yatı sırasında yaşadı2. Atatürk’ün öğrenim ha
olaylardan size ilginç ge
ğı olayları araştırınız. Bu
a
nız
arı
sınıfınızda arkadaşl
len bir tanesini seçerek
anlatınız.
ar hangi görevlerde
3. Atatürk’ün 1919’a kad
leri sırasında elde ettiği
bulunduğunu ve bu görev
başarıları araştırınız.
fya ve İstanbul şehir4. Selânik, Manastır, So
şehrin Atatürk’ün fikir
lerinden birini seçerek bu
isini anlatan kısa bir me
hayatının oluşumuna etk
tin yazınız.
ele’nin lideri hâline
5. Atatürk’ü Millî Mücad
isel özelliklerinin bir lisgetiren başarılarının ve kiş
tesini yapınız.
Selânik’te bulunan Atatürk’ün
doğduğu ev
9
BAŞLARKEN
?
Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin amaçları neler olabilir?
Milletlerin çaresizliğe düştüğü zamanlarda cesaretle ileri atılan, verdiği kararlar ve yaptığı işlerle milletlerini
yeniden ayağa kaldıran kişiler vardır. Bu kişiler kahraman olarak adlandırılırlar. Onlar kimi zaman bir asker, kimi zaman da bir siyasetçi veya adı o güne kadar duyulmamış bir insan olabilir. İşte “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve
Atatürkçülük” dersi bu kahramanlardan biri olan Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun yaptıklarını konu edinmektedir.
Sizler bu derste bir yandan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ü tanırken diğer yandan
onun gerçekleştirdiği Türk inkılabını kavrayacaksınız. Ülkemizin ve milletimizin bugünlere hangi aşamalardan geçerek geldiğini öğrenecek, tarihimizden dersler çıkaracaksınız. Böylece vatanını ve milletini seven, haklarının ve sorumluluklarının bilincinde, çağdaş değerleri yaşatmaya istekli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak yetişeceksiniz.
1. Konu
19. Yüzyılın Sonlarında Osmanlı Devleti
Taronto
Selânik
0
115
230 km
Harita 1.1: 19. yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı Devleti’nin
Balkan sınırları
19. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı
Devleti parçalanma sürecine girmişti. Bu dönemde Osmanlı sınırları içinde yaşayan azınlıklar Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik
akımının etkisiyle ayaklanarak bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Osmanlı Devleti elinde kalan
toprakları korumakta zorlanıyordu. 1878 Berlin Antlaşması’yla Rusya Kars, Ardahan ve Batum’u topraklarına katarken Avusturya, Bosna
Hersek’i koruyuculuğu altına almıştı. İngiltere
Kıbrıs ve Mısır’ı, Fransa ise daha önce ele geçirmiş olduğu Cezayir’e ek olarak Tunus’u imparatorluğuna katmıştı.
Osmanlı Devleti askerî ve siyasi alanda olduğu gibi ekonomik alanda da büyük bir
çöküşün içinde bulunuyordu. Devlet, dış borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmişti. Bunun
üzerine alacaklı devletler 1881 yılında Düyunuumumiye (Genel Borçlar) İdaresini kurarak
Osmanlı hazinesine ait bazı gelir kaynaklarına
el koymuşlardı.
Osmanlı Devleti’nin çöküşünü önlemek isteyen aydınlar Osmanlıcılık, Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi
fikir akımları etrafında toplanmışlardı. Bunlardan Osmanlıcılık fikrini savunanlar Padişah II. Abdülhamit’e meşrutiyeti ilan ettirmişlerdi. Ancak meşrutiyet yönetiminin devleti dağılmaktan kurtarmadığını görünce milliyetçilik akımının da etkisiyle Türkçülük fikrine yönelmişlerdi.
Osmanlı Devleti’ni kurtarmaya yönelik fikir akımları genellikle Batı’ya açık Balkan kentlerinde, özellikle
Selânik’te etkili oluyordu. Mustafa Kemal Atatürk de Osmanlı Devleti’nin içte ve dışta büyük sorunlar yaşadığı
böyle bir dönemde Selânik’te dünyaya geldi.
10
Mustafa Kemal Atatürk’ün Doğumu, Ailesi ve Çocukluğu
?
Atatürk’ün doğumu, ailesi ve çocukluğu hakkında neler biliyorsunuz?
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında,
o zamanlar bir Osmanlı kenti olan Selânik’in
Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesi’nde
bulunan üç katlı pembe evde, orta hâlli bir
ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.
Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, Rumeli’nin fethi sırasında Aydın’ın Söke ilçesinden getirilerek Selânik’e yerleştirilen Türklerden “Kırmızı Hafız” lakaplı Ahmet Efendi’nin
oğludur. Annesi Zübeyde Hanım ise Orta
Anadolu’dan göç ederek Selânik’e yerleşmiş
olan Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağa’nın
kızıdır.
Resim 1.1: Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi ve annesi
Zübeyde Hanım
“Türk ailesi, güçlü yapısı ile varlığını korumaktadır. Kadın, geleneklerin koruyucusu ve iffet
abidesi, erkek güvenlik ve geçim sorumlusudur. Çocuk bu güvenli ortamda her an bir şey öğrenen,
öğretilen, geleceğin büyük mücadelesine hazırlanan, gösterişsiz fakat güçlü sevgilerle çevrilmiştir.
Çocuğa ocağın ve yurdun geleceği gözüyle bakılmaktadır.”
Suat İlhan, Atatürk’ün Yetiştiği Ortam, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 5, s. 284, 285, Mart 1986.
?
Ailesinin, Mustafa Kemal’in kişiliği ve düşünce yapısının oluşmasındaki rolü hakkında neler
söyleyebilirsiniz?
Gümrük Muhafaza Teşkilatında memurluk yaparken Zübeyde Hanım ile evlenen Ali Rıza Efendi, ev hanımı olan eşiyle
birlikte görevi gereği çeşitli yerleşim yerlerinde yaşadı. Bir süre
sonra da memuriyetten ayrıldı ve Selânik’e yerleşerek ticaretle
uğraşmaya başladı. Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım çiftinin
dördüncü çocukları Mustafa da o günlerde dünyaya geldi. Onların Fatma, Ahmet, Ömer, Mustafa, Naciye ve Makbule adlarında altı çocukları doğdu. Ancak bu çocuklardan Mustafa ve
Makbule dışındakiler uzun ömürlü olamadı.
Okuma yazma bilen, eğitimli ve kültürlü insanlar olan
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım çocuklarının eğitimine önem
veren kişilerdi. Eşinin erken ölümü üzerine bu zorlu görevi tek
başına yürütmek zorunda kalan Zübeyde Hanım çocuklarıyla
ve onların eğitimleriyle yakından ilgilendi.
Resim 1.2: Mustafa Kemal’in doğduğu ev
Atatürk sevgi, saygı ve dayanışma duygularının hâkim
olduğu bir aile ortamında yetiştiğinden aile hayatına büyük önem vermiştir. O, aile hayatını medeniyetin ve
ilerlemenin esası olarak görmüştür. Bu anlayışını o zamanki geleneklerin aksine nikâh töreni sırasında eşi Latife Hanım ile birlikte hazır bulunarak göstermiştir. Aynı şekilde yurt gezilerine de yine onunla beraber çıkarak
milletine örnek olmak istemiştir.
!
Atatürk’ün doğduğu ve hâlen müze olarak kullanılan ev cumhuriyetimizin 10. yılında
Selânik Belediyesi tarafından Atatürk’e armağan edilmiştir.
ÖÇK
10
11
2. Konu
Mustafa Kemal Atatürk’ün Öğrenim Hayatı
Okul çağına gelen Mustafa’nın öğrenimine hangi okullarda başlayacağı konusu ailede küçük bir tartışmaya neden oldu. Ailesinde din adamlarının bulunmasıyla gururlanan Zübeyde Hanım, Mustafa’nın da onlar gibi
olması gerektiğini düşünüyor ve bu nedenle dinî eğitim veren mahalle mektebine gitmesini istiyordu. Oğluna
“Adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır; başka çare yoktur.” (1) diye öğüt veren Ali Rıza Efendi ise Mustafa’yı
Selânik’te yeni açılan, modern öğretim yöntemlerinin uygulandığı Şemsi Efendi İlkokuluna göndermek istiyordu.
Atatürk bu konuyla ilgili şunları anlatır:
“Annemle babam arasındaki anlaşmazlık epeyce sürdü. Araya halam Emine Hanım da girdi. Pek mühim
bir meseleymiş gibi diğer akrabalar da işe karıştılar. Fakat benim fikrimi soran olmadı. Nihayet bir çaresi bulundu.
Önce ilahilerle mahalle mektebine başladım. Bu suretle anamın dediği oldu. Birkaç gün sonra da oradan çıkarak
Şemsi Efendi’nin Mektebine kaydedildim. Babam da memnun kaldı.” (2)
?
Yukarıda anlatılan olaydan yola çıkarak o dönemin eğitim sistemi hakkında hangi çıkarımlarda
bulunabilirsiniz?
Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulunda öğrenimini sürdürürken babası Ali Rıza Efendi hayatını kaybetti. Bu
olay üzerine Zübeyde Hanım çocuklarıyla birlikte Selânik yakınlarındaki bir çiftlikte çalışan ağabeyinin yanına
gitmek zorunda kaldı. Ancak oğlunun okuldan uzak kalmasına gönlü razı olmadığı için bir süre sonra onu Selânik’te bulunan teyzesinin yanına gönderdi. Mustafa önce Selânik Mülkiye Rüştiyesine başladıysa da bu okula
pek ısınamadı. Çünkü o, asker olmak istiyor ve Askerî Rüştiyenin Selânik sokaklarında gördüğü üniformalı öğrencilerine imrenerek bakıyordu. Annesi ise onun askerî okula gitmesine karşı çıkıyordu.
“Annesine haber vermeden Selânik Askerî Rüştiyesinin giriş sınavlarına katılmayı başardı. Sınava
çok sıkı çalışmıştı. Girdi, kazandı ve böylece Zübeyde Hanım’ı bir olupbitti ile karşı karşıya bıraktı. Ama
yine de okula yazılabilmesi için annesinin imzalı iznini alması gerekiyordu. Mustafa, annesine, babasının doğumunda ona bir kılıç armağan etmiş ve bu kılıcı, beşiğinin baş ucuna, duvara asmış olduğunu
hatırlattı. Bunun tek bir anlamı olabilirdi: Babası, Mustafa’nın bir asker olmasını istemişti. Mustafa bir kahraman
tavrı takınarak annesine, ‘Ben asker olarak doğdum.’ dedi,
‘Asker olarak öleceğim.’
Zübeyde Hanım yumuşamaya başlamıştı. Sonunda
tannesi de ona hakkını helal etti. Böylece Selânik Askerî
Rüştiyesine girmiş oldu.”
Lord Kinross, Atatürk, s. 25, 26.
Mustafa, mahalle Mektebi’ne ardından da Şemsi Efendi
İlkokuluna başladı.
Mustafa, önce Selânik’teki
Mülkiye Rüştiyesine daha sonra
da Askerî Rüştiyeye başladı.
Mustafa Kemal, Manastır
Askerî İdadisine başladı.
Mustafa Kemal, İstanbul’daki Harp Okuluna başladı.
Resim 1.3: Mustafa Kemal (oturanlar, soldan ikinci)
Harp Okulunda arkadaşlarıyla birlikte
Mustafa, Selânik’te dünyaya geldi.
?
Metinde anlatılanlara bakarak Mustafa
Kemal’in hangi kişisel özelliklere sahip olduğunu
söyleyebilirsiniz?
1881
1887
1894
1896
1899
12
(1) Hamza Eroğlu, Atatürk’ün Hayatı, s. 10.
(2) General Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 13.
Selânik Askerî Rüştiyesi o dönemde disiplinli ve üstün öğretimi ile tanınmış bir okuldu. Mustafa, bu okulda,
özellikle matematik dersindeki başarısıyla kısa zamanda öğretmenlerinin dikkatini çekti. Bunlardan Matematik
Öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Bey bir gün ona “Senin de adın Mustafa, benim de. Arada bir fark olmalı. Senin adının
sonuna bir de Kemal koyalım.” (1) diyerek ona “olgun” anlamına gelen Kemal ismini hediye etti.
Mustafa Kemal 1896 yılında Selânik Askerî Rüştiyesini bitirdikten sonra öğrenimine Manastır Askerî İdadisinde devam etti. Onun matematiğe olan ilgisi bu okulda da sürdü. Ayrıca sınıf arkadaşı Ömer Naci’nin etkisiyle
edebiyata ve hitabet sanatına da ilgi duymaya başladı. Hatta şiir yazma denemelerinde bulundu. Ancak öğretmenlerinin, şiirin onu askerlikten uzaklaştıracağı yönündeki uyarıları üzerine bu hevesten vazgeçti. İdadide Mustafa Kemal’in ilgisini en fazla çeken derslerden biri de tarih idi. Onda hayatı boyunca devam edecek olan tarih
sevgisinin oluşmasında Tarih Öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey’in önemli rolü oldu. Bu arada Fransızcasını
geliştirmeye önem veren Mustafa Kemal, Selânik’e gittiği tatil zamanlarında Fransızca dersleri aldı.
?
Fransızca öğrenmesi Mustafa Kemal’e hangi yararları sağlamış olabilir?
Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisini bitirdikten sonra 1899 yılında İstanbul’da bulunan Harp Okuluna başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle bu okuldan mezun oldu.
Harp Okulunu üstün dereceyle bitirmesinden dolayı Harp Akademisine girmeye hak kazanan Mustafa
Kemal, 1905 yılında Akademiden kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. O artık zekâsı, yetenekleri ve üstün
kişiliği ile çevresindekilerin takdirini kazanmış idealist bir Türk subayı idi.
Mustafa Kemal, Harp Akademisinden kurmay yüzbaşı rütbesi ile mezun oldu ve Şam’da bulunan 5. Orduya
atandı.
Mustafa Kemal, Şam’da “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni
kurdu.
Mustafa Kemal, Selânik’te bulunan 3. Ordudaki görevine başladı.
Mustafa Kemal, 31 Mart Ayaklanması’nı bastıran
Hareket Ordusu Kurmay Başkanlığına atandı.
Resim 1.5: Mustafa Kemal (ön sıra sağ başta) merkezi Şam’da
bulunan 5. Ordu Komutanlığında arkadaşlarıyla
Mustafa Kemal, Harp Okulundan mezun oldu ve
Harp Akademisine devam etti.
Resim 1.4: Mustafa Kemal (ön sıra sağ başta) Harp Akademisinde sınıf arkadaşlarıyla
1902
1905
1906
1907
1909
(1) Hamza Eroğlu, Atatürk’ün Hayatı, s. 12.
ÖÇK
11
13
3. Konu
Mustafa Kemal Atatürk’ün Askerlik Hayatı
?
Mustafa Kemal’in askerî alandaki başarılarından hangilerini biliyorsunuz?
Öğrenim hayatını 1905 yılında kurmay yüzbaşı rütbesiyle tamamlayan Mustafa Kemal, stajını merkezi
Şam’da bulunan 5. Orduda tamamladı. 1907 yılında da Selânik’teki 3. Ordu Kurmay Heyetine tayin edildi. O,
askerlik hayatı boyunca çeşitli rütbelerde pek çok görevler üstlendi. Cepheden cepheye koşarak büyük zaferler
kazandı. Böylece unutulmaz bir askerî deha olarak Türk ve dünya tarihindeki yerini aldı.
Hareket Ordusu ve Mustafa Kemal
II. Meşrutiyet’in ilanını izleyen günlerde Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’da meşrutiyet karşıtları
tarafından büyük bir isyan çıkarıldı. 13 Nisan 1909’da çıkan ve tarihe 31 Mart Ayaklanması adıyla geçen bu
isyan sırasında isyancılar Mebusan Meclisini bastılar ve İstanbul’da duruma hâkim oldular. O günlerde kurmay
yüzbaşı olan Mustafa Kemal, Selânik’te bulunan 3. Orduda görevlidir.
“Ayaklanma nedeniyle İstanbul’dan gizlice çekildiği belli olan şifreli bir telgraf alınır. Telgrafta ‘Adadayız.
Cümlemiz sıhhatteyiz.’ denilmektedir. Komutanları bir
anlam veremez ve onun düşüncesini sorarlar. Şifreyi okur, İstanbul’da olağan dışı olayların yaşandığını sezer ve daha önce gelen
tüm telgrafları incelemeye alır. Vardığı sonuç, İstanbul’da ciddi bir
ayaklanmanın olduğudur. Durumu, Ordu Komutanı Mahmut Şevket
Paşa’ya bildirir; bir süre sonra da açık haber gelir. İstanbul’da ayaklanma vardır. Ayaklanmayı bastıracak ordunun Kurmay Başkanlığına getirilir ve Hareket Ordusu adını o koyar. 19 Nisan 1909’da
Yeşilköy’e gelindiğinde Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin Hüsnü
Paşa’nın İstanbul halkına yayımladığı bildiriyi o kaleme alır.”
Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C I, s. 42.
?
Resim 1.6: Hareket Ordusu Kurmay Başkanı
Mustafa Kemal arkadaşlarıyla birlikte
Yukarıda anlatılan olay, Mustafa Kemal’in kişisel özelliklerinden hangileri ile ilişkilendirilebilir?
Neden?
Mustafa Kemal’in İlk Savaşı
Mustafa Kemal 1911 yılında Harbiye Nezaretinde bir göreve tayin edildi. Onun yeni görevi için İstanbul’a geldiği günlerde İtalya, Osmanlı Devleti’nin Afrika kıtasındaki son toprak parçası olan Trablusgarp’ı işgal
etmeye başladı.
Ege Denizi ve Akdeniz İtalyan kontrolü altında olduğu için Osmanlı Devleti Trablusgarp’a denizden ulaşamıyordu. Kara yolu da Mısır’ın, İngiltere’nin elinde bulunması nedeniyle kapalıydı. Bunun üzerine aralarında
Mustafa Kemal’in de bulunduğu gönüllü, genç Osmanlı subayları bir direniş cephesi oluşturmak için gizlice
Trablusgarp’a gitmişlerdi.
Mustafa Kemal, Trablusgarp’a vardıktan sonra yerli Arap kabilelerini teşkilatlandırarak harekete geçirdi.
Bingazi, Derne ve Tobruk cephelerindeki başarılı savunması ile İtalyanların iç bölgelere doğru ilerlemesine izin
vermedi. Kazandığı bu zaferler nedeniyle de binbaşılığa yükseltildi.
14
Mustafa Kemal’in Trablusgarp’taki başarıları onun Çanakkale’de ve Millî Mücadele’de kazanacağı zaferlerin habercisi gibidir. Onun 8 Mayıs 1912’de yakın arkadaşı Salih Bozok’a Trablusgarp’tan yazdığı mektubundaki şu sözler kendisinin ve diğer Türk subayların duygularını yansıtmaktadır:
“Biz vatana borçlu olduğumuz fedakârlık derecelerini düşündükçe bugüne kadar yapılan hizmeti pek
değersiz buluyoruz. Vicdanımızdan gelen bir ses bize gemilerimizin Tobruk, Derne, Bingazi ve Trablusgarp limanlarında tekrar demir atmış olduğunu görmedikçe vazifemizi bitirmiş sayılamayacağımızı hatırlatıyor. Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.” (1)
Trablusgarp Savaşı’nda Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kahramanca
direnişiyle karşılaşan İtalya, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için Oniki Ada’yı işgal etti. Ayrıca Çanakkale Boğazı’nı abluka
altına aldı. Böylece zor durumda kalan Osmanlı Devleti aynı günlerde Balkan Savaşlarının da başlaması üzerine İtalya ile Uşi
Antlaşması’nı imzaladı. 1912 yılında yapılan
bu antlaşma ile Trablusgarp ve Bingazi İtalya’ya verilirken Oniki Ada da geçici olmak
kaydıyla yine bu devlete bırakıldı.
Mustafa Kemal komutan olarak ilk
askerî başarısını Trablusgarp Savaşı’nda kazandı. O, bu savaşta teşkilatçılık, ateş altındaki birlikleri idare etme, otorite kurma ve
yokluklar içinde savaşı sürdürme konularında
kendisini geliştirme imkânı buldu.
Resim 1.7: Mustafa Kemal Trablusgarp’ta
Trablusgarp Savaşı’nın sona ermesi üzerine Balkan Savaşlarına katılmak için İstanbul’a gelen Mustafa
Kemal, Gelibolu’da bulunan kolordunun harekât dairesi başkanlığına atandı. Onun bu göreve getirildiği günlerde Osmanlı kuvvetleri ağır yenilgilere uğramış ve savaş neredeyse kaybedilmişti. Buna rağmen Mustafa
Kemal durumu değiştirmek için hemen harekete geçti. Ancak önerilerini üstlerine kabul ettiremedi. 1913’te
de anlaşmazlığa düştüğü dönemin yöneticileri tarafından Sofya Ataşemiliterliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı.
Birinci Dünya Savaşı ve Mustafa Kemal
Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi üzerine Sofya Ataşemiliterliğinden
alınarak cephede görevlendirilmesini istedi. Ancak İstanbul’dan gelen cevap olumsuzdu.
“Sonunda, doğrudan Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yazarak Sofya’da daha fazla kalmak
istemediğini, görev verilmeyecekse açıkça söylenmesini istedi. Aralık başında gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: ‘Vatanın savunulmasına yönelik etkin görevden daha önemli ve yüce bir
görev olamaz. Arkadaşlarım cephelerde, ateş hatlarında savaşırken ben Sofya’da ataşemiliterlik yapamam.
Eğer birinci sınıf subay olma yeterliliğinde değilsem lütfen söyleyiniz.”
Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C I, s. 57.
?
Yukarıdaki metinde Mustafa Kemal’in hangi özelliği ön plana çıkmaktadır? Neden?
(1) Salih Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 151.
15
Mustafa Kemal Çanakkale Cephesi’nde
Mustafa Kemal, ısrarlı çabaları sonucunda 1915 yılı başlarında Tekirdağ’da yeni kurulacak olan 19. Tümen Komutanlığına atandı. Bunun üzerine hemen İstanbul’a geldi. Oradan da karargâhını kuracağı Gelibolu
Yarımadası’ndaki Maydos’a (Eceabat) hareket etti. Aynı günlerde İngiltere ve Fransa da İstanbul’u alarak Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak ve müttefikleri Rusya’ya yardım ulaştırmak için donanmalarını Çanakkale
Boğazı önlerine göndermişlerdi.
18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazı’na giren müttefikler, Boğaz’a döşenmiş mayınlar ve Türk topçusunun isabetli atışları karşısında ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. Boğaz’ı deniz yoluyla
geçemeyeceklerini anlayınca da 25 Nisan 1915’ten itibaren Gelibolu Yarımadası’nın Arıburnu bölgesine asker
çıkararak kara harekâtını başlattılar. Müttefikler denizde olduğu gibi karada da güçlü bir savunmayla karşılaştılar. Bu savunmada en önemli rolü 19 Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal üstlendi.
?
Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşlarının kazanılmasındaki rolü hakkında neler biliyorsunuz?
Çanakkale Savaşları Mustafa Kemal’in kararlılığını ve komutan olarak yeteneklerini sergilediği örneklerle doludur. Aşağıda bu örneklerden bazıları anlatılmaktadır:
“Çanakkale Harekâtı’nın başlangıcı, İtilaf Devletleri bakımından seferin en acı olayıdır. Çünkü ilk çıkarma anında, bölgede, deha sahibi genç bir komutan hazır bulunuyordu. Bu komutan olmasaydı Avustralyalılar
ve Yeni Zelandalılar, şüphesiz hâkim bölge olan Conkbayırı’nı o sabah ele geçirebilirler ve muharebenin kaderini daha o zaman, o yerde tayin edebilirlerdi...” (1)
Mustafa Kemal, Conkbayırı Savaşı sırasında askerlerine “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.
Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.” (2) diye seslenerek onların
kahramanca savaşmasını sağladı. Böylece çıkarmanın daha ilk
gününde saldırıyı durdurmayı başardı.
Resim 1.8: Mustafa Kemal Çanakkale’de
Mustafa Kemal, çıkarmanın yapılacağı yeri doğru tahmin etmiş, sorumluluk üstlenmiş, hızla verdiği kararları büyük
bir enerji ve cesaretle uygulamıştı. Böylece Conkbayırı’nı tutarak baskını boşa çıkarmış ve düşmanı kıyıya çivilemişti. Bu
başarılarından dolayı da rütbesi albaylığa yükseltilmiş ve Anafartalar Cephe Grubu Komutanlığına getirilmişti.
Müttefikler 6 Ağustos’tan itibaren Arıburnu’na yeniden
çıkarma yapmaya başladılar. Bunun üzerine Mustafa Kemal de birliklerini 10 Ağustos sabahı karşı taarruza geçirerek onları geri püskürttü. Onun “Anafartalar Kahramanı” olarak tarihe geçmesini sağlayan bu zaferin ardından
müttefikler işgal ettikleri yerlerde tutunamayacaklarını anladılar. Bir süre sonra da Gelibolu Yarımadası’ndan çekildiler. Mustafa Kemal, Anafartalar’da üstlendiği sorumluluğun gerekçesini “Böyle bir sorumluluğu almak basit bir
şey değildir. Fakat ben, vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu sorumluluğu yüklendim.”
(3)
sözleriyle açıklamıştır.
!
Mustafa Kemal, Anafartalar Savaşı sırasında bir şarapnel parçasına hedef oldu. Ancak şarapnel göğüs
cebinde bulunan saatine isabet ettiği için önemli bir yara almadı.
Çanakkale’deki başarılarıyla askerî dehasını ortaya koyan Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nda da Türk
ordusunun başkumandanı oldu. O, ordularımızın başında Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebelerini
kazanarak Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasında en büyük rolü oynadı. Kurtuluş Savaşı’nın her aşamasında Türk milletine önderlik eden Mustafa Kemal, zaferden sonra da Türk milletinin her alanda çağdaşlaşmasını hedef alan inkılapları gerçekleştirdi.
16
(1) Yüksel Mert, Atatürk’ün Liderlik Sırları, s. 276.
(2) Hasan Fahri Çeliker, Çanakkale ve Mustafa Kemal, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 9, s. 481.
(3) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 97.
Mustafa Kemal Kafkas Cephesi’nde
Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya, Kafkasya üzerinden Doğu Anadolu’ya girdi. Bu taarruz sonucunda Erzurum,
Muş, Bitlis, Van, Erzincan ve Trabzon Rus istilasına uğradı. Bu sırada Çanakkale Cephesi’ndeki görevini başarıyla
tamamlayan ve tuğgenerallik rütbesine yükseltilen Mustafa Kemal de 16. Kolordu Komutanı olarak Kafkas Cephesi’nde görevlendirildi. Mustafa Kemal görevini devraldıktan sonra başarılı savunmasıyla önce Rusların Diyarbakır’a
girmesini önledi. Ardından da emrinde bulunan 5 ve 8. tümenleri yeniden düzenleyip savaşa hazır hâle getirdi.
8 Ağustos 1916’da ise karşı taarruza geçerek Muş ve Bitlis’i Rusların elinden kurtardı. Böylece bu cephede, birbirini
izleyen yenilgilerden sonra tek Türk zaferini kazanan komutan oldu. Aşağıda onun bu cephedeki savaşlarını anlatan
bir metin okuyacaksınız:
“Bir ara askerleri ile birlikte, çevrelerini neredeyse bütünüyle kuşatan bir ‘süngü’ ormanı arasında büyük bir
piyade kuvvetine karşı göğüs göğüse dövüşmek zorunda kaldı. Soğukkanlılığı ve kendi süngüsünü bütün gücüyle
kullanması sayesinde, bu çarpışmadan sıyrıldı ve böylelikle olası bir ölümden ya da tutsaklıktan kurtulmuş oldu.” (1)
Mustafa Kemal, Kafkas Cephesi’nde kazandığı başarılarla Rusların bölgeye yerleşmelerine ve güneye doğru
ilerleyerek İngilizlerle birleşmelerini engelledi. Gösterdiği yararlılık nedeniyle “Altın Kılıç” madalyası ile ödüllendirilen Mustafa Kemal bir süre sonra Kafkas Cephesi’nin güneyinden sorumlu olan 2. Ordu Komutanlığına getirildi.
Mustafa Kemal Suriye Cephesi’nde
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı sürerken daha önce İngiltere’ye bırakmak zorunda kaldığı Mısır’ı ve
Süveyş Kanalı’nı yeniden almak için harekete geçti. Ancak büyük umutlarla açtığı bu cephede başarılı olamadı. Üstelik Sina Yarımadası’nı da kaybederek Suriye sınırına kadar çekilmek zorunda kaldı. İşte Mustafa Kemal böyle bir
dönemde, 5 Temmuz 1917’de Suriye’deki 7. Ordu Komutanlığına atandı.
Mustafa Kemal, Suriye’ye geldikten sonra 7. Ordunun bağlı bulunduğu Yıldırım Orduları Grubunun başındaki
Alman Generali Falkenhayn ile anlaşmazlığa düştü. Falkenhayn, İngilizler üzerine bir karşı taarruza geçilmesini istiyordu. Mustafa Kemal ise İngilizlerin Araplarla iş birliği yaptıklarını ve denizden donanma desteği aldıklarını göz önünde
bulundurarak böyle bir hareketin başarılı olamayacağını
düşünüyordu. Ona göre bir an önce komutayı yabancılardan almalı ve ordumuzu kuvvetlendirerek elimizde kalan
toprakları savunmalıydık.
Mustafa Kemal bu yöndeki görüş ve önerilerinin kabul edilmemesi üzerine görevinden istifa ederek İstanbul’a
döndü. Ancak Falkenhayn’ın yerine Liman Von Sanders’in
atanmasından sonra 7. Ordu Komutanlığı görevini yeniden
kabul etti.
Mustafa Kemal, Suriye’ye geldiğinde eskiye göre
daha kötü bir durumla karşılaştı. Silah ve sayı bakımından
Resim 1.9: Mustafa Kemal Paşa, Suriye Cephesi’nde
üstün olan İtilaf Kuvvetleri Kudüs’ü almış ve Suriye’ye doğbulunduğu sırada yaverleriyle
ru büyük bir saldırıya geçmişlerdi. Mustafa Kemal bu saldırı
karşısında birliklerini Halep’e kadar geri çekti. Burada kuvvetlerini yeniden düzenledi ve Halep’in kuzeyinde düşmanı
yenilgiye uğrattı. Böylece İtilaf Kuvvetlerinin taarruzunu, millî sınırlarımız olarak kabul ettiği Anadolu kapılarında
durdurmayı başardı. O, bu hareketiyle elde kalan birliklerimizi koruyarak vatanımızın geleceğini de güvence altına
almış oldu.
?
Askerliğin Mustafa Kemal’in kişilik özelliklerine ve yeteneklerine uygun bir meslek olduğunu söyleyebilir misiniz? Neden?
(1) Lord Kinross, Atatürk, s. 130.
ÖÇK
12-13
17
4. Konu
Mustafa Kemal’in Şehirleri
?
Şehirler hangi özellikleriyle insanların fikirleri üzerinde etkili olurlar?
Selânik
Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi’nde fethedilen Selânik, Mustafa Kemal’in doğduğu sırada beş yüz
yıllık bir Türk şehriydi. İşlek bir limanı ve Avrupa ile demir yolu bağlantısı bulunan Selânik, Osmanlı ülkesinin
her bakımdan en gelişmiş şehirlerinden biriydi. Ekonomik ve kültürel canlılığın hâkim olduğu Selanik’te çeşitli
dinlerden ve milletlerden insanlar bir arada yaşıyorlardı. Bu özellikleri nedeniyle şehir, Batı’dan gelen fikir
akımlarının yerleşmesine elverişli bir konumda bulunuyordu. Aynı zamanda bir ordu merkezi olan Selânik,
devletin geleceğinden kaygı duyan aydınların toplanıp gazeteler çıkardığı, cemiyetler kurduğu ve tartışmalar
yaptığı siyasi bir merkezdi.
Resim 1.10: 19. yüzyılın sonlarına doğru Selânik’ten bir görünüm
Selânik’te Mustafa Kemal’in çocukluğunu biçimlendiren ilk kurum Şemsi Efendi İlkokulu oldu.
“Şemsi Efendi Mektebi özel bir mektepti. Zaten o zaman devletin idare ettiği ilk mektepler
çok az sayıdaydı. Bu sebeple büyük şehirlerde ve bu arada Selânik’te yeni fikirli bazı kimseler yeni
usul ders gösteren özel okullar açarlardı. Şemsi Efendi Mektebi de bu mekteplerden biriydi.
Mustafa’nın, babası Ali Rıza Efendi’nin ısrarlı müdahalesiyle Şemsi Efendi Mektebinde okuma hayatına
başlayışı, onun bir talihi oldu ve o, bu talihinden faydalanmasını bildi.”
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C I, s. 46.
Selânik, Mustafa Kemal’in askerlik mesleğine gönül vermesinde de önemli bir rol oynadı.
“Asker ya da subay olmak. Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrinde, hele Osmanlı Rumeli’sinin
ordu ve askerî merkezlerinde yaşayan Türk çocuklarının büyük aşkıydı; Rumeli’nin şehir ve kasabalarında
çocuklar gözlerini sabahları dünyaya, talim boruları, asker mızıkaları yahut da kapılarının önlerinden geçen
süvarilerin nal sesleriyle açarlardı.
Çocukların rüyalarını askerlik süslerdi. Oyunları askerlik oyunlarıydı. Asker mekteplerinin çocukları, renkli
üniformaları, süsleri ve kılıçlarıyla bütün diğer çocuklardan, gençlerden ayrılırlardı. Hele kılıçlar! Kılıç, yüce, paha
biçilmez nesneydi. Gururun, şerefin, tartışma kabul etmez belgesiydi. Osmanlı Rumeli’sinin, hele kılıç taşımaya
hak kazanan gençleri için dünya, kılıcın etrafında dönerdi.”
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C I, s. 55.
?
18
Türk çocuklarının askerliğe ilgisinin nedenleri neler olabilir?
Aile hayatına önem veren Mustafa Kemal, öğrenimini başka şehirlerde sürdürdüğü sırada da Selânik
ile ilişkisini kesmedi ve tatillerini ailesiyle birlikte burada geçirdi. 1907 yılından itibaren de bir kurmay subay
olarak yine bu şehirde görev yapmaya başladı. Mustafa Kemal’in Selânik’te görevli olduğu günlerde Bulgar ve
Yunan çeteleri bu önemli kenti ele geçirmek için her yolu deniyorlardı. Bu durum karşısında Mustafa Kemal,
arkadaşlarıyla değerlendirmelerde bulunuyor ve kötüye gidişi durdurmanın yollarını arıyordu.
Mustafa Kemal ülkenin geleceğiyle ilgili düşüncelerini gerçekleştirmek amacıyla Selânik’te kurulmuş
olan İttihat ve Terakki Cemiyetine katıldı. Ancak bir süre sonra cemiyetin önde gelen yöneticileri ile görüş
ayrılığına düştü. Onlara ordunun siyasetten uzak durması yönündeki önerisini kabul ettiremeyince de bu cemiyetten ayrıldı.
?
Selânik, Mustafa Kemal’in fikir hayatını en çok hangi özellikleriyle etkilemiş olabilir? Neden?
Manastır
Mustafa Kemal’in idadi yıllarını geçirdiği Manastır, Osmanlı Devleti’nin Makedonya’daki stratejik öneme sahip askerî merkezlerinden biriydi. Mustafa Kemal,
“Minnet borcum vardır, bana yeni bir ufuk açtı.” (1) dediği
Tarih Öğretmeni Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey’i Manastır
Askerî İdadisinde okurken tanıdı. Vatan şairi Namık Kemal’in, Türkçülük akımının öncülerinden Mehmet Emin
Yurdakul’un şiirlerini ve Aydınlanma Çağı düşünürlerinin eserlerini Manastır’daki öğrencilik yıllarında okudu.
Böylece bir yandan Türk tarihi ve kültürü ile beslenirken
diğer yandan akıl ve bilime dayalı düşünce sistemini kavradı. İleride Atatürkçü düşüncenin temelini oluşturacak
olan ilke ve fikirlerini de yine aynı yıllarda belirlemeye
başladı.
Resim 1.11: Manastır Askerî İdadisi
Mustafa Kemal, Manastır’da bulunduğu sırada küçük Balkan devletlerinin saldırganlığını ve onları destekleyen büyük devletlerin müdahalelerini gözlemleme imkânı buldu. Böylece dünyadaki gelişmeleri gerçek
anlamda ilk kez fark etmeye başladı.
“Mustafa Kemal, şimdi okul dışındaki geniş dünyada ne olup bittiğini fark etmeye başlıyordu.
Çocukların içi Osmanlıların Makedonya’yı fethini anlatan kahramanlık hikâyeleri, türküler ve efsanelerle doluydu. Şimdi ise ortalıkta, isyan ve bu toprakların elden çıkması tehditleri dolaşıyordu.
Mustafa Kemal, Rumların, Bulgarların ve Sırpların Türk topraklarını ele geçirmek için bütün Rumeli’de nasıl
çalıştıklarını öğrenmişti. 1897’de Yunanlılar, Girit’te bir bağımsızlık savaşı açtılar. Türkler de Rumeli’de onlara
karşı yürüyüşe geçti. Manastır tam bir seferberlik hâlindeydi. Sokaklar adam almaz oldu. Erkekler, davul zurna sesleri arkasında askere çağrılıyor; sokaklarda öğrenciler, ellerinde bayraklarla yürüyüş yapıyorlardı. Bir
gece Mustafa Kemal’le bir arkadaşı, gönüllü olarak askere gitmek amacıyla okuldan kaçtılar. Ne var ki öğrenci
oldukları anlaşılınca yaka paça okula gönderildiler. Ama genç Mustafa Kemal’in gönlünde, yurtseverlik alevi
tutuşmuş ve vatanına karşı, koruma isteğiyle karışık, şiddetli bir sevgi uyanmıştı.”
Lord Kinross, Atatürk, s.28-29.
Mustafa Kemal yukarıdaki metinde anlatılan o günlerle ilgili “Gençlik hayatımın en heyecanlı günlerini
yaşadım. Yaşımın küçük olmasına rağmen bu savaşa katılmayı çok istemiştim. Az daha gönüllü müfrezelerin
arasına katılıp gidecektim.” (2) demiştir.
?
Mustafa Kemal yukarıda anlatılan girişimini hangi duygularının etkisiyle gerçekleştirmiş olabilir?
(1) General Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 18.
(2) Hamza Eroğlu, Atatürk’ün Hayatı, s. 13.
19
İstanbul
Mustafa Kemal, Harp Okulu ve Harp Akademisindeki yıllarını İstanbul’da geçirdi. O, İstanbul’da bulunduğu
dönemde bir yandan askerlik bilgisini derinleştirirken diğer yandan genel kültürünü geliştirme imkânı buldu. “Bir
kurmay subay kesinlikle yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır.” (1) diyerek Fransızca öğrenmeye daha çok zaman ayırdı. Bu amaçla İstanbul’un Batı’ya açılan yüzü olan Beyoğlu’da, sahibi Fransız olan bir
pansiyona yerleşti. Burada Fransa’dan getirttiği kitap, gazete ve dergileri okuyarak dünyayı tanıma imkânına kavuştu. Bu yolla edindiği bilgileri ve düşüncelerini yaymak amacıyla da arkadaşlarıyla birlikte el yazısı bir gazete çıkardı.
Mustafa Kemal, Harp Okulu öğrencilerinin kendi aralarında düzenledikleri tartışmalara ve hitabet yarışmalarına da katılıyordu. Güzel konuşuyor, düşüncelerini cesaretle ifade ediyor ve engin bilgisiyle arkadaşlarının
saygısını kazanıyordu. Harp Akademisinden arkadaşı olan bir subay onunla ilgili şunları söylemektedir:
“Her cuma akşamı bir sınıfta toplanır, kapıları kapattıktan sonra kürsüye çıkan Mustafa Kemal’i dinlerdik.
Tıpkı bir konferansçı gibi, Paris’ten gelen Türkçe (Jöntürklerin çıkardığı gazeteler) ve Fransızca gazetelerden öğrendiklerini bizlere aktarırdı. O zamana dek ‘Padişahım çok yaşa!’ demekten başka bir şey bilmeyen bizler için Mustafa
Kemal’in söyledikleri çok dikkat çekiciydi. Vatan, millet, Türklük gibi düşünceleri ilk kez, Harp Akademisi sıralarında
ondan duymuştuk. Bir cuma üzüntü içinde şunları söylemişti: ‘Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Sırp, Yunan
ve Bulgar komitacılarını besleyen Ruslar, dedelerimizin kanları pahasına aldıkları Türk yurdunu bizden koparma
gayreti içindedir. Bu bölgedeki orduların komutanları çaresizlik ve yetmezlik içindedir. Başka milletlerin aydınları
çalışıp milletlerini uyarırken nerede bizim düşünürlerimiz? Arkadaşlar bize büyük görev düşüyor.” (2)
?
İstanbul en çok hangi yönleriyle Mustafa Kemal’in
fikir hayatını etkilemiştir?
Sofya
Mustafa Kemal’in fikirlerinin oluşumuna ve gelişimine
etki eden şehirlerden biri de Bulgaristan’ın başkenti Sofya’dır.
Mustafa Kemal askerî ataşe olarak görev yaptığı Sofya’da bir Avrupa başkentinin sosyal hayatını gözlemleme ve Bulgarcasını geliştirme imkânı buldu. Danslı müzikli toplantılara, yemeklere ve
ilk kez bir opera gösterisine davet edildi. Bu davetlerde Bulgaristan kralı ve çeşitli Avrupa devletlerinin temsilcileriyle tanışarak
onlarla dünyadaki gelişmeleri değerlendirdi.
Mustafa Kemal, Bulgaristan’da Türklerin oturduğu bölgeleri de dolaştı. Bu gezileri sırasında Türklerin sanayi ve ticaret
alanında gösterdikleri başarılardan, eğitime verdikleri önemden
ve özellikle Türk kadınlarının toplumsal hayata aktif biçimde katılmalarından etkilendi.
Mustafa Kemal, Bulgaristan’daki parlamenter rejimin
nasıl işlediğini de öğrenmeye çalıştı. Bu amaçla fırsat buldukça
Türk temsilcilerin de görev yaptığı Bulgar parlamentosunu ziyaret ederek görüşmeleri ve oylamaları dikkatle izledi.
Resim 1.12: Mustafa Kemal, Sofya’da katıldığı
bir baloda yeniçeri kıyafetiyle
20
?
Sofya’daki izlenimleri Mustafa Kemal’e ileride yapacağı hangi inkılaplar
konusunda ilham vermiş olabilir?
ÖÇK
14
(1) Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C I, s. 33.
(2) Asım Gündüz, Hatıralarım, s. 14-16.
4. Konu
Liderlik Yolunda İlk Adımlar
“Sen bizler gibi yalnız kurmay subay olarak normal hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde etkili olacaktır. Sende memleketin başına gelen büyük adamların daha
gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ belirtileri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.” (1)
Osman Nizami Paşa
Bu sözler Mustafa Kemal’e, Harp Akademisinde okuduğu sırada Osman Nizami Paşa adında üst rütbeli
bir komutan tarafından söylenmiştir. O da kendisine söylenen bu sözleri doğru çıkarmış ve Millî Mücadele’nin
liderliğini üstlenerek memleketin geleceğine yön vermiştir. Mustafa Kemal’in askerlik mesleğini seçmesinde
zekâsı, cesareti ve vatanseverliği gibi kişisel özellikleri etkili olmuştur.
?
Yukarıda sözü edilen komutan bu sözleri Mustafa Kemal’in hangi sözlerine veya davranışlarına
bakarak söylemiş olabilir?
Mustafa Kemal daha öğrencilik yıllarından itibaren bilinçli bir şekilde kendisini Türk milletinin liderliğine
hazırlamaya başlamıştır. “Bu amacına ulaşmak için kendisini her yönüyle yetiştirmeye çalışmış; Askerî Lisede,
Harp Okulunda, Akademide ve görev aldığı birliklerde, düşüncelerini, araştırma ve incelemeye dayalı çalışmalarıyla sürekli biçimde geliştirmiştir. Duygularının, aklın ve bilimin önüne geçmesine asla izin vermemiş ve
milletini uğradığı felaketlerden kurtarmak konusunda ağır bir sorumluluk hissetmiştir.” (2) Harp Okulunda arkadaşlarına hitaben söylediği “Ben sizler gibi sakin uyuyamıyorum. Sabahlara kadar gözüm açıktır” (3) sözleriyle
de vatanına ve milletine karşı üstlendiği bu sorumluluğu ifade etmiştir.
Mustafa Kemal gelecekteki liderliğinin ilk işaretlerinden birini kurmay yüzbaşı olarak Şam’da bulunduğu sırada verdi. Burada birkaç arkadaşıyla birlikte gizlice “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurdu. Fikirlerini daha
hızlı yayabilmek için Selânik’te de bir şube açtı.
Mustafa Kemal’in liderlik yolunda attığı bir diğer adım Trablusgarp Savaşı’na katılması oldu. O, bu savaş
sırasında geliştirdiği ve başarıyla uyguladığı yeni savaş taktikleriyle sayı ve silah bakımından üstün bir ordunun
nasıl durdurulabileceğini gösterdi.
Mustafa Kemal askerî dehasını Çanakkale Cephesi’ndeki başarılarıyla pekiştirdi. Ancak onun bu cephedeki asıl zaferi Türk milletinin ve Mehmetçik’in gönlünü kazanması oldu. Aşağıda Mustafa Kemal’in, Çanakkale
Zaferi’nin ardından Edirne’ye gelişi sırasında yaşananlar anlatılmaktadır:
“Edirne’de beklemediği bir coşkuyla karşılandı. Halk, Çanakkale’de yaptıklarını duymuş, genç yaşlı demeden onu karşılamak için yollara dökülmüştü. Yenilgiler içinde sürekli acı çeken, daha birkaç yıl önce işgal
görüp Balkan felaketini yaşayan Edirneliler, onuruna düşkün bir ulusun insanları olarak, dünyanın en büyük
gücünü dize getiren Selânikli komutanı bağrına basıyordu. Genç kızlar atının boynuna çiçeklerden çelenk geçiriyor; ak yaşmaklarıyla gözyaşlarını silen yaşlı kadınlar, duygulu gözlerle onu ve askerlerini sevgiyle izliyordu.
Savaş alanları dışında, komutan olarak halkla ilk karşılaşması, içten ve duygulu bir ortam içinde olmuştu.” (4)
Kafkasya Cephesi’nde bulunduğu sırada Rus Genelkurmayının hazırladığı bir raporda ise onunla ilgili şu
ifadeler yer alıyordu:
“Büyük Türk komutanlarının halk tarafından en çok saygı görenidir. Cesur, güçlü, azimli ve azami derecede bağımsız fikir sahibi olup herkes tarafından itibar görmektedir. Şöhretini, Bingazi’deki başarılarıyla kazanmıştır. Çanakkale’de iki defa durumu kurtarmıştır.” (5)
?
Yukarıdaki anlatılanlara göre Mustafa Kemal liderliğini hangi özelliklerine borçludur?
(1) Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 14.
(2) Uluğ İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, s. 15.
(3) Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C I, s. 28.
(4) Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C I, s. 76-77.
(5) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-08/bitlisin-kurtulusu-vemustafa-kemal-pasa
ÖÇK
15
21
Bilgilerimizi Ölçelim
A) Aşağıdaki cümlelerde noktalı yerlere, verilen sözcüklerden uygun olanları yazınız.
Selânik
Kafkas
Türkçülük
Anafartalar
Manastır
kurmay
1. Mustafa Kemal askerî lise öğrenimini ..................................................... şehrinde tamamladı.
2. Mustafa Kemal’e ................................................. Kahramanı unvanı Çanakkale Savaşlarındaki başarıları
nedeniyle verilmiştir.
3. Mustafa Kemal ............................................ akımının öncülerinden Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinden etkilenmiştir.
4. Mustafa Kemal ................................................ Cephesi’nde bulunduğu sırada Muş ve Bitlis’i Ruslardan
geri aldı.
5. Mustafa Kemal, Harp Akademisinden 1905 yılında .................................................... yüzbaşı rütbesiyle
mezun oldu.
B) Aşağıdaki cümlelerden doğru olanların başına D, yanlış olanların başına Y yazınız.
( ) 1. Mustafa Kemal, Şemsi Efendi İlkokulundan sonra Selânik Mülkiye Rüştiyesine başladı.
( ) 2. Mustafa Kemal, Trablusgarp Savaşı’nda İngilizlere karşı savaşmıştır.
( ) 3. Mustafa Kemal, Sofya’da büyükelçilik görevinde bulunmuştur.
( ) 4. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti Mustafa Kemal tarafından kurulmuştur.
( ) 5. Mustafa Kemal’e Kemal adını askerî idadideki tarih öğretmeni Mehmet Tevfik Bey vermiştir.
C) Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1. Selânik ve Manastır şehirleri hangi özellikleriyle Mustafa Kemal’in fikir hayatını etkilemiştir?
A) Osmanlı sınırları içinde bulunma
B) Batı medeniyetine açık olma
C) İstanbul’a yakın olma
D) Sanayi bakımından gelişmiş olma
2. Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı öncesinde askerî ataşe olarak bulunduğu Sofya’dan İstanbul’a
mektuplar göndermiştir. O mektuplardan birinde, Osmanlı yöneticilerine; Almanya’nın çıkabilecek bir savaşta yenileceğini söylemiş ve bu nedenle Almanya’nın yanında savaşa girilmemesi uyarısında bulunmuştu. Bu
durum Mustafa Kemal’in kişisel özelliklerinden hangisi ile ilgilidir?
A) Çok yönlülüğü
B) Kararlılığı
C) İdealist oluşu
D) İleri görüşlülüğü
Ç) Aşağıdaki soruların cevaplarını noktalı yerlere yazınız.
1. Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’nin liderliğini üstlenmesinde askerlik hayatındaki hangi başarıları rol
oynamış olabilir?
........................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................
2. Mustafa Kemal’in yabancı dil öğrenmeye önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
........................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................
22
2.
Ünite
Millî Uyanış: Yurdumuzun İşgaline
Tepkiler
Hazırlık Çalışmaları
di aralasında İtilaf Devletlerinin ken
1. Birinci Dünya Savaşı sıra
yapınız.
malarla ilgili bir araştırma
rında yaptıkları gizli antlaş
tin yazınız.
şması’nı tanıtıcı kısa bir me
2. Mondros Ateşkes Antla
k “Kuvakında bir araştırma yapara
3. Kuvayımilliye hareketi hak
nız.
yımilliye ruhu”nu tanımlayı
’deki yeri
genelgenin Millî Mücadele
4. Amasya Genelgesi ve bu
niniz.
ve önemi hakkında bilgi edi
a bir metin yazınız.
5. “Misakımillî”yi tanıtıcı kıs
ştırınız.
u’nun çıkarılış amaçlarını ara
6. Hıyanet-i Vataniye Kanun
i hakkına bilgi edininiz.
7. Sevr Antlaşması ve içeriğ
Mustafa Kemal, Sivas Kongresi
delegeleriyle
23
1. Konu
Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti
Birinci Dünya Savaşı Öncesinde Genel Durum
?
Birinci Dünya Savaşı’nın nedenleri hakkında neler biliyorsunuz?
Geçen yıl sosyal bilgiler dersinde işlediğiniz “Ülkeler Arası Köprüler” ünitesini hatırladınız mı? O ünitede
Osmanlı Devleti ile diğer Avrupa devletlerinin 20. yüzyıl başlarındaki siyasi ve ekonomik yapıları hakkında bilgiler veriliyordu. Ayrıca bu devletlerin durumu Birinci Dünya Savaşı’nın sebep ve sonuçlarıyla ilişkilendiriliyordu.
Buna göre 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünya iki önemli gelişmenin etkisi altında
bulunuyordu. Bunlardan birincisi, Fransız İhtilali ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik düşüncesiydi.
Milliyetçilik düşüncesinin etkisiyle Osmanlı Devleti ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun yönetimi altında yaşayan milletler bağımsızlıklarını kazanmak için harekete geçmişti. Bağımsızlık hareketleri Balkanlardaki Slavları kendi yönetimi altında birleştirmek isteyen Rusya tarafından da destekleniyordu. Rusya’nın
Panslavizm olarak adlandırılan bu politikasının yanı sıra sıcak denizlere inmek için Boğazları ve İstanbul’u ele
geçirme gibi projeleri de vardı. Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti ise Rusya’nın bu hayallerinin önüne geçebilmek için Almanya ile yakınlaşmak zorunda kalmıştı.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünya siyasetine yön veren önemli olaylardan bir diğeri de Sanayi İnkılabı ve bunun sonucunda ortaya çıkan sömürgecilik yarışıydı. Sömürgecilik yarışı 19. yüzyılın sonlarına doğru
İtalya ve Almanya’nın siyasi birliklerini tamamlamalarıyla daha da hızlandı. Bu devletlerden Almanya askerî
gücüne güvenerek en güçlü rakip olarak gördüğü İngiltere’nin Afrika ve Uzak Doğu’daki sömürgelerini ele
geçirmeye çalıştı. Bir yandan da Balkanlar ve Ön Asya’daki etkinliğini arttırmak için Berlin-Bağdat demir yolu
projesini hayata geçirdi. Askerî ve ekonomik alanda Almanya kadar güçlü olmayan İtalya ise dikkatini önce
Kuzey Afrika’ya, ardından da Ege Denizi üzerinden Batı Anadolu’ya çevirdi.
İtalya ve Almanya’nın güçlenerek
Avrupa’daki dengeyi bozmaları İngiltere
ve Fransa’yı endişelendiriyordu. İngiltere özellikle zengin bir ham madde kaynağı ve pazar olarak gördüğü Osmanlı
Devleti’nin Almanya’nın kontrolüne girmesini istemiyordu. Bu nedenle uzun zamandır izlediği Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma siyasetinden
vazgeçmiş ve zengin petrol yataklarının
bulunduğu Orta Doğu’yu ele geçirme çabası içine girmişti.
?
Yandaki resimde görülen
kişilerin ne yaptıkları konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
Bu kişiler hangi devletlerin temsilcileri olabilirler?
Neden?
Resim 2.1: Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünyanın durumunu anlatan bir resim
24
Fransa ise 1870 yılında Almanya’ya kaptırdığı, zengin kömür yataklarının bulunduğu AlsasLoren Bölgesi’ni yeniden ele geçirmek için fırsat
kolluyordu. Bir yandan da azınlıkların haklarını
koruma bahanesiyle Osmanlı Devleti’ni baskı altında tutarak bu devletin topraklarını ele geçirme
planları yapıyordu.
!
Fransa-Almanya sınırında bulunan Alsas-Loren Bölgesi zengin demir ve kömür
yataklarına sahiptir. Bu nedenle bölge, Sanayi İnkılabı sonrasında önem kazanmış ve
Fransa ile Almanya arasında daima çekişme
konusu olmuştur. Alsas-Loren Bölgesi günümüzde Fransa sınırları içerisindedir.
Avrupa’da yaşanan bu gerginlik ve çekişmeler devletlerin iki büyük blok hâlinde gruplaşmasına neden oldu. Bu bloklardan İttifak
Devletleri grubu Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya’nın; İtilaf Devletleri
grubu ise İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bir araya
gelmesiyle kuruldu.
Resim 2.2: İngiliz-Fransız antlaşmasını gösteren bir propaganda kartpostalı
‹ttifak Devletleri
‹tilaf Devletleri
‹ttifak Devletlerinden ayr›l›p ‹tilaf Devletlerine kat›lanlar
‹tilaf Devletlerine sonradan kat›lanlar
‹ttifak Devletlerine sonradan kat›lanlar
‹ttifak Devletlerinin iflgal
ettiği yerler
Tarafs›z devletler
‹tilaf Devletlerine ait
sömürgeler
0
320
640 km
Harita 2.1: Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa (1914)
!
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı başladıktan kısa bir süre sonra İttifak Devletleri grubuna katıldı.
Ardından Bulgaristan da bu gruba dâhil oldu. Buna karşılık aynı grupta yer alan İtalya, İtilaf Devletlerinin
Anadolu’nun Ege kıyılarını kendisine bırakacakları yönünde söz vermeleri üzerine saf değiştirdi. İtilaf Devletleri grubu Japonya, Sırbistan, Romanya, Yunanistan, Brezilya, Portekiz ve Amerika Birleşik Devletleri’nin
katılımıyla daha da güçlendi.
25
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti
1914 yılının ortalarına gelindiğinde İttifak ve İtilaf Devletleri arasındaki gerginlik iyice artmıştı. Savaş
için gereken her şey hazırdı ancak bu büyük yangını başlatacak bir kıvılcıma ihtiyaç vardı. Beklenen kıvılcım
Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da ortaya çıktı. 28 Haziran 1914’te bu şehri ziyaret eden AvusturyaMacaristan Veliahdı Ferdinand ve eşi bir Sırp
tarafından öldürüldü. Suikastın ardından Avusturya, Sırbistan’a savaş ilan ederken Almanya
Avusturya’nın, Rusya ise Sırbistan’ın yanında
savaşa girdi. Bir süre sonra İngiltere ve Fransa
da Almanya’nın karşısında savaşa katıldı.
Birinci Dünya Savaşı’nın yaklaştığı günlerde Osmanlı Devleti’nin yönetiminde İttihat
ve Terakki Partisi bulunuyordu. İttihat ve Terakkinin ileri gelenleri dünyanın hızla bir savaşa sürüklendiğini görüyor ve bu savaşın dışında
kalamayacaklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle
daha savaş başlamadan İngiltere ve Fransa ile
ittifak kurmak istemişler ancak isteklerinin kabul edilmemesi üzerine Almanya’ya yakınlaşmışlardı.
Resim 2.3: Birinci Dünya Savaşı başlarında Avrupa devletlerinin
durumunu anlatan bir karikatür
?
Karikatürde gördüklerinizle ilgili neler söyleyebilirsiniz?
İttihat ve Terakki liderlerinden Harbiye Nazırı Enver Paşa, Almanya’nın savaşı kazanacağına inanıyor
ve Osmanlı Devleti’nin bu devletin yanında savaşa girmesi gerektiğini düşünüyordu. Bunun için de 2 Ağustos
1914’te Osmanlı Devleti ile Almanya arasında bir dostluk ve ittifak antlaşması imzalanmasını sağlamıştı.
“İmparatorluk olarak yapayalnızdık. Manzaramız üzüntü vericiydi. Güneyimizdeki Araplar ayaklanma çabaları
içinde idiler. İngilizler, Araplara altın yağmuru ihsan
etmişlerdi. İngiliz istihbaratı bizim kontrolümüzde
olan Arap ülkeleri emirlerini ve liderlerini daha o zamandan satın almıştı.
Rusya ve İngiltere bir ‘Ermeni Devleti’
hikâyesine bel bağlamışlardı. Şimdi dostumuz olmakla isim yapmak isteyen Avusturya, Bosna ve
Hersek’i ele geçirmişti. İtalya Trablus’a hâkimdi.
Bulgaristan ‘Bağımlı Prenslik’ten ‘Bağımsız Çarlık’
ve devlet hâline gelmişti.
Kısacası, ‘Dünya üzerinde tek dostumuz
kalmamıştı.’ İmparatorluğun yağmasını önleyecek
tek çare, muhtemel bir ‘savaşın kazanılması’ idi. O
hâlde savaşa girecektik. İnanç bu idi.”
İlhan Bardakçı, İmparatorluğa Veda, s. 455.
Resim 2.4: Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletleri grubuna katılmasını anlatan bir afiş
26
?
Metne ve yukarıdaki açıklamalara göre
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesini kaçınılmaz hâle getiren etkenler nelerdir?
Enver Paşa’nın Almanya’nın yanında yer almak
istemesi kadar Almanlar da Osmanlı Devleti’nin bu
savaşta kendileri ile birlikte hareket etmesini istiyorlardı. Çünkü Almanya, Avrupa’nın tam ortasında bulunması nedeniyle doğuda Rusya, batıda ise Fransa ve
İngiltere’ye karşı iki cephede birden savaşmak zorundaydı. Bu durumda Osmanlı Devleti eğer Almanya’nın
yanında savaşa girecek olursa Rusya karşısında yeni
cepheler açılacak ve böylece Almanya’nın savaştaki
yükü hafifleyecekti.
Resim 2.5: Birinci Dünya Savaşı başladığı sırada yönetimde
bulunan Alman İmparatoru II. Wilhelm (Vilhelm, solda), Osmanlı
Padişahı V. Mehmet Reşat (ortada) ve Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Josef’i (sağda) yan yana gösteren bir kartpostal
Diğer taraftan Osmanlı padişahı aynı zamanda
halife idi. Bu nedenle Almanlar Osmanlı Devleti’ni kendi yanlarına çekmeleri hâlinde İngiltere ve Fransa’nın
sömürgelerindeki Müslümanların da halifenin bir çağrısı ile harekete geçebileceğini düşünüyorlardı.
Almanların Osmanlı Devleti’ni kendi yanlarında savaşa katma yönündeki çabaları sonuç vermekte gecikmedi. Savaş başladıktan kısa süre sonra Akdeniz’deki İngiliz donanmasından kaçan iki Alman savaş gemisi Osmanlı Devleti’ne sığındı. Bu durumda uluslararası hukuka göre tarafsızlığını ilan etmiş olan Osmanlı Devleti’nin
gemileri silahsızlandırması ve mürettebatı gözetim altına alarak savaşın sonuna kadar elinde tutması gerekiyordu. Ancak Osmanlı Hükûmeti bunları yapmak yerine gemileri satın aldığını açıkladı. Daha sonra Goeben’e (Goben) Yavuz, Breslau’a (Breslav) ise Midilli adlarını vererek gönderlerine Türk bayrağı çekilen bu gemileri Osmanlı
donanmasına kattı. Donanma komutanlığına da Alman Amirali Souchon’u (Suşon) getirdi. Amiral Souchon tatbikat yapmak bahanesiyle Karadeniz’e açıldı ve doğruca kuzeye yönelerek buradaki Rus limanlarını bombaladı.
Bunun üzerine önce Rusya, daha sonra da İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.
Resim 2.6: Yavuz zırhlısı
“İsmet İnönü’ye göre ‘Bizim Cihan Harbi’ne girmemiz, ibret verici safhalardan geçerek tahakkuk etmiştir. İtilaf Devletlerinin bize harp ilan etmelerini hazırlayan hadiseleri Hükûmet Başkanı bir
emrivaki olarak kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır. Cihan Harbi’ne girme kararının alınmasında,
birinci derecede söz sahibi olanların fikir ve mutabakatını gösteren bir delile rastlamış değiliz. Birinci Cihan
Harbi’ne Meclis kararı olmaksızın girmişizdir. Devlet Başkanı’nın haberi yoktur, kabine üyelerinin haberi yoktur.”
Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, s. 30, 31.
?
Yukarıdaki metinde anlatılanlardan yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin o günlerdeki durumu ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
ÖÇK
18-19
27
İİngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle birlikte bu devletin topraklarını paylaşma
projelerini uygulamak üzere harekete geçtiler. Bu amaçla İtalya’yı da kendi yanlarına çekerek Osmanlı topraklarının
bölüşülmesini öngören gizli antlaşmalar yaptılar. Birinci Dünya Savaşı sürerken yapılan bu antlaşmalara göre;
• İngiltere’ye Irak, Ürdün, Filistin ve Arabistan’ın tamamı;
• Fransa’ya Orta ve Güney Anadolu toprakları ile Suriye;
• Rusya’ya Boğazların yanı sıra Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis ile Sivas, Elâzığ ve Diyarbakır illeri;
• İtalya’ya ise Antalya, Muğla ve Konya illerinin yanı sıra İzmir ve çevresi bırakılmıştı.
Osmanlı topraklarını paylaşma tasarıları 1917’de Rusya’da çarlık rejiminin yıkılması ve yeni yönetimin savaştan çekilmesiyle değişikliğe uğradı. Bu değişikliğe göre Rusya’ya bırakılan Boğazlar İtilaf Devletlerinin yönetiminde kalacak, Doğu Anadolu’da ise yine onlara bağlı iki yeni devlet kurulacaktı.
Osmanlı orduları Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas, Çanakkale, İran-Irak, Kanal-Sina-Filistin-Suriye ve HicazYemen cephelerinde savaştı. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda sınırları dışında bulunan Galiçya, Romanya ve
Makedonya cephelerinde de yer aldı. Türk birlikleri bu cephelerde Alman, Avusturya-Macaristan ve Bulgar ordularının yanında İtilaf Devletlerinin ordularına karşı mücadele etti.
Kafkas Cephesi: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndaki ilk cepheyi Doğu Anadolu sınırını geçen Ruslara
karşı açtı. 1914 yılının son günlerinde ordusunun başında ilerleyişe geçen Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın amacı,
Kars, Ardahan ve Batum’u alarak Kafkasya üzerinden Orta Asya’ya geçip Türk dünyası ile birleşmekti. Ancak onun bu
harekâtı, bölgedeki Ermenilerin Ruslarla iş birliği yaparak ordumuzu arkadan vurması, salgın hastalıklar, açlık ve dondurucu soğuk nedeniyle başarıya ulaşamadı. Büyük can kayıplarının yaşandığı bu cephedeki mücadeleler bazı Doğu
illerimizin işgaliyle sonuçlandı.
Rus işgalinden sonra Ermenilerin Doğu Anadolu’daki isyanlarını arttırması üzerine Osmanlı Hükûmeti, hem
bölge halkının hem de Kafkas Cephesi’ndeki birliklerin güvenliğini sağlamak için harekete geçti. Hükûmet bu amaçla
27 Mayıs 1915’te Tehcir (Göç) Kanunu adıyla bilinen “Sevk ve İskân Kanunu”nu çıkardı. Ardından da cepheye yakın
bölgelerde yaşayan Ermenileri ülkenin daha güvenli yerleri olan Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki bölgelere göç ettirdi.
Çanakkale Cephesi: İngiltere ve Fransa, İstanbul’u alarak Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak ve müttefikleri Rusya ile doğrudan bağlantı kurmak istediler. Bunun için de 18 Mart 1915’te donanmalarıyla birlikte Çanakkale
Boğazı’nı geçme girişiminde bulundular. Ancak Boğaz’a döşenmiş mayınlar ve Türk topçularının isabetli atışları karşısında ağır kayıplar vererek geri çekildiler.
Müttefikler, denizde uğradıkları başarısızlık üzerine Türk savunmasını çökertmek için bu kez de Gelibolu
Yarımadası’na asker çıkardılar. Mehmetçik’in kahramanlığı karşısında tutunamayacaklarını anlayınca da bir süre sonra
yarımadayı terk etmek zorunda kaldılar. Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı’nın seyrini değişterecek nitelikte
önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Boğaz’ın geçilememesi nedeniyle yardım alamayan Rusya’da çarlık rejimi yıkıldı. Yeni
yönetim Rusya’nın savaştan çekildiğini ilan etti. Diğer yandan İtalya, İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girerken Bulgaristan İttifak Devletleri safına katıldı.
İran-Irak Cephesi: Osmanlı Devleti, İran-Irak Cephesi’ni, Irak petrollerine sahip olmak isteyen ve bu amaçla
Basra’ya asker çıkaran İngiltere’ye karşı açtı. Irak’ta bulunan Türk ordusu kuzeye doğru ilerleyen İngilizleri Selman-ı
Pak Muharebelerinde durdurmayı başardı. Ardından da onları Kut’ul-Amare denilen yerde kuşatarak komutanları
Townshend (Tavnzınd) ile birlikte teslim aldı. İngilizler Irak’ta uğradıkları bu yenilgi üzerine kuvvetlerini takviye ederek
yeniden ilerleyişe geçtiler. Önce Bağdat’ı, ateşkesten sonra da Musul’u işgal ederek Osmanlı Devleti’nden önemli bir
toprak parçasını daha kopardılar.
Kanal-Sina-Filistin-Suriye Cephesi: Osmanlı Devleti bu cepheyi İngiltere’nin elinde bulunan Mısır’ı geri almak
ve Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek İngilizlerin sömürgeleriyle bağlantısını kesmek amacıyla açtı. Bu iş için görevlendirilen
Bahriye Nazırı Cemal Paşa, emrindeki kuvvetlerle 1915 yılı başlarında harekete geçti. Ancak çöl şartlarının ağırlığı ve
Kanal’ın çok güçlü biçimde savunulması nedeniyle başarılı olamadı. İngilizlerin karşı taarruza geçmeleri üzerine de
Sina Yarımadası’nı ve Filistin’i bırakarak Suriye’ye kadar çekilmek zorunda kaldı. İngilizlerin kuzeye doğru ilerleyişi,
savaşın son günlerinde bu cephede görevlendirilen Mustafa Kemal Paşa tarafından durduruldu.
Hicaz-Yemen Cephesi: Kutsal toprakları korumak amacıyla açılan bu cephede Osmanlı Devleti İngilizlere ve
onların kışkırtmasıyla ayaklanan Araplara karşı mücadele etti.
28
Ur
al
Varşova
Vo
lga
Galiçya Ceph
e si
Do
Kafkas Cephesi’nde bir Osmanlı makineli tüfek birliği
r
Budapeşte
n
H
pe
e
ny
Di
Azak
Denizi
az
RUSYA
KIRIM
ar
D
Romanya
Cephesi
Belgrad
Makedonya
Cephesi
Tuna
en
Karadeniz
Bükreş
iz
i
Trabzon
Erzurum
İstanbul
Çanakkale
Cephesi
Kaas
Cephesi
Erzincan
Ankara
Muş
Van
Çanakkale
Bitlis
Kızılırmak
Ege
Musul
İzmir
Kerkük
Adana
Halep
Fır
at
cle
zi
Suriye
Cephesi
KIBRIS
GİRİT
İRAN
Di
Deni
Antalya
Bağdat
Ira
Şam
k
Kut’ul-Amare
Akdeniz
Ce
ph
Süveyş
Kanalı
Filisn Cephesi
Basra
Abadan
Basra
Körfezi
Kudüs
Gazze
Kanal Cephesi
A
ı
na as
Si ad
ım
r
Ya
MISIR
esi
R
A
B
İ
S
T
Nil
Medine
A
N
si
ephe
az C
Hic
HİCAZ
Cidde
Mekke
Kı
zı
ld
en
iz
Süveyş Kanalı’na doğru yürüyen Osmanlı askerleri
0
240
480 km
phesi
n Ce
me
e
Y
YEMEN
Aden
Harita 2.2 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordularının savaştığı cepheler
?
Harita üzerinde verilen bilgilere bakarak Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndaki durumu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
29
2. Konu
Birinci Dünya Savaşı’nın Sonu ve Mondros Ateşkes Antlaşması
?
Mondros Ateşkes Antlaşması’yla ilgili neler biliyorsunuz?
Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale Boğazı’nı geçememeleri ve Rusya’nın savaştan
çekilmesi İttifak Devletlerinin kazanma ümitlerini arttırdı. Ancak bu ümitler Amerika Birleşik Devletleri’nin İtilaf
Devletleri yanında savaşa katılmasıyla sona erdi. ABD Başkanı Wilson’ın (Vilsın) 8 Ocak 1918’de 14 maddelik bir
bildiri yayımlamasıyla da savaşın İtilaf Devletlerinin zaferiyle sonuçlanacağı anlaşıldı. “Wilson İlkeleri” adıyla tarihe
geçen bu bildiriye göre yenen devletler yenilenlerden toprak ve tazminat almayacaklardı. Devletler arasında gizli
antlaşmalar yapılmayacak, anlaşmazlıklar barış yoluyla çözülecekti. Ayrıca imparatorluklar içinde yaşayan milletlere
kendi geleceklerini belirleme hakkı tanınacaktı.
Wilson İlkeleri, savaşı daha fazla sürdüremeyecek durumda olan İttifak Devletleri tarafından olumlu karşılandı. Bu devletler ilkelere güvenerek ateşkes isteğinde bulundular. İlk önce Bulgaristan daha sonra da Avusturya-Macaristan birer ateşkes antlaşması yaparak savaştan çekildiler. Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918’de yaptığı Mondros
Ateşkes Antlaşması’yla savaşı bırakmak zorunda kaldı. Aşağıda Osmanlı Devleti’nin bu antlaşmayı hangi şartlar altında imzaladığını anlatan bir metin okuyacaksınız:
“Meclis toplandı, Kurmay Subay Nuri Bey, genel durumumuza ilişkin açıklamalarda bulundu. Esefle gördük
ki 1,5 milyon askere karşılık bütün Osmanlı ülkelerinde yalnızca 70.000 tüfek var. Memleketimizin hiçbir noktasını
savunmaya yetecek kuvvet yok! Şimdi bu elem verici durumda bulunuyoruz!” (1)
Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti temsilcisi Bahriye Nazırı Rauf Bey ile İtilaf Devletleri temsilcisi
İngiliz Amiral Calthorpe (Kaltorp) arasında imzalandı. Bu antlaşma, adını, imzalandığı yer olan Ege Denizi’ndeki Limni
Adası’nın Mondros Limanı’ndan aldı.
Aşağıda Mondros Ateşkes Antlaşması’nın bazı maddelerini görüyorsunuz.
1) Çanakkale ve Karadeniz boğazları açılacak, Karadeniz’e geçişler serbest olacak, Çanakkale ve Karadeniz
istihkâmları İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir.
5) Sınırların korunması ve ülke içinde güvenliğin sağlanması için gereken birliklerin dışında Osmanlı ordusu
derhâl terhis edilecektir.
7) İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehlikeye düşürecek bir durumun ortaya çıkması hâlinde Osmanlı Devleti’nin herhangi bir
stratejik noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır.
8) Osmanlı demir yollarından, İtilaf
Devletleri serbestçe yararlanabilecek ve Osmanlı ticaret gemileri müttefiklerin hizmetinde bulundurulacaktır.
10) Toros tünelleri, İtilaf Devletleri
tarafından işgal olunacaktır.
12) Hükûmet haberleşmesi dışındaki telsiz, telgraf ve kabloların kontrolü İtilaf
Devletlerine geçecektir.
24) Altı vilayet adı verilen yerlerde
(Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbakır, Sivas, Bitlis) bir karışıklık çıkarsa, İtilaf Devletleri bu
Resim 2.7: Mondros Ateşkes Antlaşması hükümleri gereği terhis edivilayetlerin herhangi bir kısmının işgali haklen bir grup Osmanlı askeri memleketlerine dönerken
kına sahip bulunacaklardır.(2)
?
30
Sizce Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Osmanlı Devleti için en tehlikeli olabilecek hükmü hangisidir? Neden?
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C I, s. 58.
(2) Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, s. 34, 35.
Osmanlı devlet adamları kamuoyunu umutsuzluğa sevk etmemek için Mondros Ateşkes Antlaşması hakkında olumsuz değerlendirmelerde bulunmaktan kaçınmışlardır. Örneğin Mondros’tan İstanbul’a
dönen Rauf Bey düzenlediği basın toplantısında şunları söylemiştir:
“İmzaladığımız mütareke sonucunda devletimizin bağımsızlığı,
saltanatımızın hukuku bütünüyle korunmuştur. Bu mütareke, galip ile
mağlup arasında yapılan bir mütareke değil, belki savaş durumundan
çıkmak isteyen denk iki kuvvet arasında yapılabilecek bir savaşmaya son
vermek niteliğindedir.” (1)
Hükûmeti yeni kurmuş olan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa da
Mondros Ateşkes Antlaşması’yla ilgili olumlu düşüncelere sahiptir. Paşa
antlaşmanın diğer devletlerle yapılanlara göre daha hafif olduğunu ve
Mebusan Meclisinde oy birliğiyle onaylandığını söylemiştir. Bu tür değerlendirmelerin de etkisiyle ateşkes antlaşması ilk günlerde halk tarafından iyi karşılanmış ve savaşa son verdiği için yeni hükûmetin başarısı
olarak görülmüştür. Ancak konuyla ilgili farklı düşünceleri olanlar da
vardır. Bunların başında da Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa
Kemal Paşa gelmektedir.
Resim 2.8: Rauf (Orbay) Bey
İsmet İnönü’ye göre ateşkes hakkında ilk şüpheleri gösteren
Mustafa Kemal olmuştur:
“Büyük Atatürk’ün o zaman ifade ettikleri üzere Osmanlı Hükûmeti bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeye onay vermiştir. Yalnız onay vermekle
kalmamış, düşmanların memleketi istilası için onlara yardım
etmeyi de vadetmiştir. Bu mütareke olduğu gibi uygulandığı
takdirde, memleketin baştan sona kadar işgal ve istila edileceği şüphesizdir.” (2)
Mustafa Kemal mütareke ile ilgili değerlendirmelerde
bulunmakla yetinmemiş, İstanbul’a gönderdiği telgraflarla
antlaşma şartlarının yol açabileceği tehlikeler konusunda sadrazamı uyarmaya çalışmıştır. Ancak bütün çabalarına rağmen
hükûmeti önlemler almaya ikna edemediğini görünce kurtuluş için millî mücadeleyi başlatmanın zorunlu olduğunu görmüştür. Bu nedenle daha Adana’da bulunduğu sırada şehrin
ileri gelenleri ile gençlerinden, aralarında bir teşkilat kurarak
işgale karşı hazırlanmalarını istemiştir.
Mustafa Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması hakkında Ali Fuat Paşa’ya ise “Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin
de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün bir
ordu ile yardım etmemiz lazımdır.” (3) diyerek çok sevdiği vatanı ve milleti için canını bile feda etmekten kaçınmayacağının
işaretini vermiştir.
?
Resim 2.9: İsmet (İnönü) Bey
Mustafa Kemal’in, Osmanlı yöneticilerinin aksine, ateşkes hükümlerinden rahatsızlık duymasının nedenleri neler olabilir?
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C I, s. 69.
(2) Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, s. 37
(3) General Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s. 29.
ÖÇK
20
31
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Uygulanışı
Osmanlı Devleti ateşkes antlaşmasının ardından savaşı bitirecek bir barış antlaşması yapmak ve siyasi
varlığını devam ettirmek istiyordu. Ancak İtilaf Devletlerinin planları farklıydı. Onların amacı, Türkleri tutsak
etmek ve yeniden ayağa kalkamayacak şekilde ezmekti. Bu konuda İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour (Belfır) şunları söylemektedir:
“Türkler bırakışma koşullarının kendi lehlerinde olduğu iddiasında bulunmaya başladılar. Böyle bir izlenimin yaratılmasına fırsat vermemeliyiz. Mısır ve Hindistan’daki Müslüman uyruklarımızın, Türklerin kesinlikle
yenilgiye uğratıldığını anlamaları gerekmektedir.” (1)
?
İngiliz Dışişleri Bakanı, Mısır ve Hindistan’daki Müslümanların hangi izlenimi edinmelerinden
korkuyor? Neden?
İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra yukarıda belirtilen amaçlarını
gerçekleştirmek için hemen harekete geçtiler. Başta 7. madde olmak üzere antlaşma hükümlerinin kendilerine
sağladığı kolaylıklardan yararlanarak yurdumuzu işgal etmeye başladılar.
“Mondros Mütarekenamesi imzalandığı gün Selânik’te Fransız Generali Franchet D’esperey
(Franşet Desperey), Mondros’ta İngiliz Amirali Calthrope (Kaltorp), Suriye’de İngiliz Generali Karsel, Hazar Denizi kıyılarında İngiliz Generali Thomson (Tomson), Türkiye’yi işgal için hazır durumda bekliyorlardı. Önce General Karsel davranıp mütarekeden bir gün sonra Musul’u işgale kalktı. General
Allenby (Alenbi), 3 Kasım’da İskenderun’u işgal edeceğini bildirirken Irak’taki İngiliz kuvvetleri Musul’u işgal
için 6. Orduyu zorlamaya başladılar. 6 Kasım’da Boğazların temizlenmesine başlandı ve ertesi gün müttefik
donanması, yardımcı gemileriyle Çanakkale Boğazı’nı geçti. Bu arada İngiliz Albayı Muerphi (Mörfi), işgal
ordusunun öncüsü olarak 7 Kasım’da İstanbul’a geldi.
Yenilmenin ilk acısını duymak için İstanbulluların daha bir hafta beklemesi gerekiyordu. Gerçekte 13
Kasım günü 55 parçadan ibaret müttefik donanması İstanbul Limanı’nda demirleyince facia bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış oluyordu. Bu karışık donanmanın tertibi şöyle idi: 22’si İngiliz, 12’si Fransız, 17’si İtalyan,
4’ü Yunan. Bunlar, Türkiye’nin yeni hâkimleri idiler. En büyük söz ve hak sahibinin İngiltere olduğu anlaşılıyordu. Derhâl karaya asker çıkararak şehrin belli başlı yerlerini ve Boğaziçi’ni işgal ettiler. İki gün içinde bütün
Karadeniz Boğazı galip devletlerin eline geçmişti. Trakya’ya 9 Kasım’da, 7 Fransız alayı gelmişti. Fransızlar,
Uzunköprü-Sirkeci demiryolu boyunca yerleşip hattın kontrolünü ele almış bulunuyorlardı. Aynı gün General
Allenby kuvvetleri de İskenderun’a girdi.”
Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C I, s. 41.
?
Yukarıda anlatılanlardan yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin o günlerdeki durumu hakkında
hangi değerlendirmede bulunabilirsiniz?
İşgallere karşı Osmanlı yöneticileri tam bir çaresizlik içinde bulunuyorlardı. Bu kişiler, “Wilson İlkeleri”ne
güvenmekten ve galip devletlerin insafına sığınmaktan başka yapacak bir şey kalmadığına inanarak onlarla iyi
geçinmek gerektiğini düşünüyorlardı.
İşgaller, Mustafa Kemal gibi vatansever Türk milleti tarafından da tepkiyle karşılandı. Özellikle Paris Barış Konferansı’nda İzmir’in Yunanistan’a verilmesi büyük bir öfkeye neden oldu. Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da
İzmir’i işgal etmeleri üzerine de bütün yurtta protesto mitingleri düzenlendi.
?
32
İşgalleri protesto mitinglerini düzenleyenlerin bu mitinglerden beklentileri neler olabilir?
(1) Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz Belgeleri, s. 21.
Afyonkarahisar
0
100
200 km
Harita 2.3: Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra işgal edilen yerler
!
Paris Barış Konferansı
Paris Barış Konferansı, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin katılımıyla 18 Ocak 1919’da toplandı. Konferansın toplanış amacı, yenilen devletlerle imzalanacak barış antlaşmalarının şartlarını belirlemekti. 32 devletin katıldığı konferansta söz sahibi devletler İngiltere, Fransa ve ABD idi.
Konferansta Avrupa’nın yeni sınırları ve Osmanlı topraklarının paylaşılması ile ilgili konular üzerinde
duruldu. Görüşmeler sonunda Almanya ile Versay, Avusturya ile Sen Cermen, Macaristan ile Triyanon,
Bulgaristan ile Nöyyi antlaşmaları imzalandı. Osmanlı Devleti ile imzalanacak barış antlaşması ise galip
devletlerin aralarında çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle sonraya bırakıldı.
Paris Barış Konferansı’nda en sert tartışmalar İzmir ve çevresinin kime bırakılacağı konusunda yaşandı. İtilaf Devletleri arasında daha önce yapılan gizli antlaşmalarla burası İtalya’ya verilmişti. Savaştan
sonra ise İngiltere, sömürgelerine giden Akdeniz yolu üzerinde bulunan İtalya’nın daha fazla güçlenmesini
istemiyordu. Bu nedenle İzmir ve çevresini kendisine daha yakın gördüğü Yunanistan’a bırakmaya çalıştı.
Kendisini haklı göstermek için de bölgede Yunanistan’ın tarihî hakları bulunduğunu ve Rum nüfusunun
fazla olduğunu savundu. En sonunda İngiltere, gerçeklere aykırı olan bu iddialarını diğer devletlere de
kabul ettirerek konferanstan istediği yönde bir karar çıkarttı.
Paris Barış Konferansı’nda Wilson İlkeleri gereği Milletler Cemiyetinin kurulmasına da karar verildi.
Wilson’un, galip devletlerin toprak alamayacağı yönündeki ilkesi ise İngiltere ve Fransa’nın ortaya attığı
“manda ve himaye” önerisiyle etkisiz hâle getirildi. Buna göre sömürgeci devletler doğal kaynaklarına
göz diktikleri bir ülkenin kendi kendisini yönetemeyeceğini ileri sürerek o ülkenin yönetimini üstlenebileceklerdi.
?
Sömürgecilik ile manda ve himaye sistemi arasında, ortaya çıkarabileceği sonuçlar bakımından bir farklılık olduğu söylenebilir mi? Neden?
33
3. Konu
Memleketin İç Durumu ve Cemiyetler
“Mütarekenin ilanı ve işgallerin başlamasıyla bütün Türkiye’de büyük bir kaynaşma meydana gelmişti.
Hiçbir yerde nizam, intizam kalmamıştı. Asayiş iyiden iyiye bozulmuştu. Harp içinde türeyen eşkıya her tarafta
çoğalmaya başlamış; soygunlar, baskınlar, adam öldürmeler alıp yürümüştü. Bütün Karadeniz kıyısı ve Trakya,
Rum çetelerinin yuvası olmuştu. Rumluk veya Ermenilik hesabına feda edilecek bölgelerin Türk unsuru başının
derdine düşmüştü.” (1)
?
Yukarıda anlatılan durum karşısında Türk halkı nasıl bir yol izlemiş olabilir?
Millî Varlığa Düşman Cemiyetler
Mondros Ateşkes Antlaşması’nı izleyen günlerde galip devletlerin işgallerinden cesaret alan Rumlar ve
Ermeniler gibi azınlık grupları kendi devletlerini kurmak amacıyla Türklere karşı saldırıya geçtiler. Bunlardan
Rumlar bir yandan işgalcilere yardım ederken diğer yandan Türklere karşı doğrudan silahlı faaliyetlerde bulunmaya başladılar. Bu faaliyetlerini daha etkili biçimde yürütmek için de Mavri Mira ve Pontus adlarını taşıyan
çeşitli cemiyetler kurdular.
“Rumların teşkilatlanmasında ve faaliyete geçmesinde en büyük rolü din adamları, patrikhane
ve bu kuruluşa bağlı olan bazı cemiyetler oynamıştı. Nitekim bunlardan birisi, Yunan hükûmetinin
maddi ve manevi yardımını gören Mavri Mira Cemiyeti idi. Bu cemiyetin, Rumları silahlandırmakta ve
tedhiş hareketleri meydana getirmekte büyük payı vardı. Onun işlediği cinayetlere, Yunan Kızılhaçı da katılmakta
bir sakınca görmüyor ve Rumlara, tıbbi gereç ve ilaç yardımı maskesi altında silah ve cephane gönderiyordu. Bir
an geldi ki Mavri Mira, hazırladığı Rum çeteleriyle Türk kasaba ve köylerinde dehşet yarattı.”
Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C I, s. 92.
“Rum çetelerinin en iyi teşkilatlanmış olanları ve en tehlikelileri hiç şüphesiz, İstanbul’daki Pontus Cemiyeti
tarafından idare edilenlerdi. Bu cemiyetin ve Pontus’la ilgili her kişinin amacı, Rize’den İstanbul Boğazı’na kadar
uzanan Kuzey Anadolu toprakları üzerinde bir Pontus Devleti kurmaktı. Uzun süreden beri, bu hayali gerçekleştirmek için çaba harcayanlar, Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı’na girmesini fırsat saymış ve Çarşamba, Samsun,
Bafra civarındaki Rum köylerinde depoladıkları silahları Rum gençlerine dağıtarak çeteler kurmuşlardı.”
Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C I, s. 95.
?
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hangi yönleriyle Rumların yukarıda anlatılan faaliyetlerine
ortam hazırladığı savunulabilir?
Rumlar gibi Anadolu’da devlet kurmak isteyen bir diğer azınlık ise Ermenilerdi. Ermeniler bu
amaçla Hınçak ve Taşnak-Sütyun gibi cemiyetler etrafında toplanmışlar, Mondros Ateşkesi’nden sonra da işgalci devletlerden aldıkları destekle silahlı
saldırılarına hız vermişlerdi. Bu cemiyetlerin ortak
amacı; Çukurova, Erzurum, Van, Bitlis, Elâzığ ve Diyarbakır dolaylarında bir Ermeni devleti kurmaktı.
?
İtilaf Devletleri azınlıkların Türklere
yönelik saldırılarını destekleyerek hangi
sonucu elde etmek istemiş olabilirler?
Resim 2.10: Bir grup Ermeni çeteci
34
(1) Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C I, s. 42.
Millî varlığa düşman cemiyetler arasında azınlıkların yanı sıra Türkler tarafından kurulan cemiyetler de vardır.
Genellikle 1919 yılı başlarında kurulmuş olan bu cemiyetlerin belli başlıları şunlardır:
Kürt Teali Cemiyeti
İstanbul’da kurulan bu cemiyetin amacı, başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletlerinin desteğini alarak Doğu
Anadolu’da bağımsız bir Kürt devleti kurmaktı.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası
1911 yılında İstanbul’da İttihat ve Terakki Fırkasına karşı kurulmuştur. İngiltere yanlısı politikalar izleyen bu fırka
Millî Mücadele’yi bir isyan hareketi olarak nitelendirmiştir. Etrafına topladığı cemiyetlerle bir muhalefet cephesi oluşturarak Millî Mücadele’ye karşı en şiddetli tepkiyi göstermiştir.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti
İngilizlerin dostluğuna önem veren kişiler tarafından İstanbul’da kurulmuştu. Bu cemiyetin üyeleri, Osmanlı
Devleti’nin varlığını sürdürebilmesi için İngiltere’nin himayesi altına girmesi gerektiğini savunuyorlardı.
İslam Teali Cemiyeti
İstanbul’daki bazı medrese öğretmenleri tarafından kurulan bu cemiyetin amacı, dinî duyguları kullanarak halkı
Millî Müadele’ye karşı kışkırtmaktı. Cemiyet bu amaçla Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile de iş
birliği yapmıştı.
?
ÖÇK
21
Yukarıda anlatılan cemiyetlerin ortak özellikleri nelerdir?
Millî Cemiyetler
İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes
Antlaşması’ndan sonra yurdumuzu işgal
ederek Türk milletini ortadan kaldırmaya ve Türk vatanını paylaşmaya kararlı
olduklarını göstermişlerdi. Diğer yandan
ateşkes hükümleri gereği Osmanlı ordusu
terhis edilmiş ve ülkede işgallere karşı koyacak düzenli askerî birlikler kalmamıştı.
Bunun üzerine savunmasız kalan Türk milleti her türlü imkânsızlığa rağmen kendisini savunmak için harekete geçmişti. İşte
Türk milletinin bağımsız yaşama isteğinin
ve vatanseverlik duygusunun eseri olarak
ortaya çıkan bu direniş azmine “Kuvayımilliye ruhu” adı verildi. Milletimizin bağımsızlığını yeniden kazanmak için giriştiği silahlı mücadeleye de “Kuvayımilliye
hareketi” denildi.
Resim 2.11: Pontus çetelerine karşı mücadele eden bir grup Kuvayımilliyeci
“Kuvayımilliyeci deyimi ilk anlamda, ulusal kurtuluş adına silahlanmış halk örgütlerine katılmayı içerir. İkinci anlamı ise Ulusal Kurtuluş Savaşı’na girişen ülkücü, yiğit, kendinden verici,
savaşçı ruh hâlini belirler. Kuvayımilliyeci, bir tarihsel gerilimde; ulusa kendini adamış, ulusun kurtuluşu için kişisel hiçbir isteği olmayan, yüce bir davaya başını koymuş insan örneğidir.”
Ceyhun Atuf Kansu, Atatürkçü Olmak, s. 136.
?
Yukarıdaki metinde geçen “yüce bir dava” sözüyle anlatılmak istenen ne olabilir?
ÖÇK
22
35
İşgal kuvvetlerine karşı ilk Kuvayımilliye hareketi Hatay Dörtyol’da başladı. Fransızlar ve onlarla birlikte
hareket eden Ermenilerin saldırılarına karşı silaha sarılmaktan başka bir yol kalmadığını gören halk 19 Aralık
1918’de Fransız birliğine ateş açtı. Böylece Millî Mücadele sürecinde “Güney Cephesi” adıyla bilinen cephe
açılmış oldu.
Güney Cephesi’nde Fransız işgaline karşı ortaya çıkan Kuvayımilliye ruhu İzmir’in işgali üzerine Batı
Cephesi’nde de kendisini gösterdi. Ege Bölgesi’nde bulunan komutanların ve efe olarak adlandırılan liderlerin
etrafında teşkilatlanan silahlı Kuvayımilliye birlikleri halkın kurtuluşa olan inancını ve direniş azmini kuvvetlendirdiler. Ayrıca düşman ilerleyişinin hızını keserek Millî Mücadele’nin hazırlık devresinin tamamlanması ve
düzenli ordunun kurulması için gereken zamanı kazandırdılar.
Türk milleti Kuvayımilliye birliklerinin yanı sıra haklarını savunmak ve sesini dünyaya duyurmak için cemiyetler de kurdu. Genellikle işgal tehlikesi altındaki yörelerimizde kurulan bu cemiyetlere Müdafaa-i Hukuk,
Muhafaza-i Hukuk veya Redd-i İlhak gibi adlar verildi.
“Varlığı konusunda ciddi bir endişeye düşmüş olan millet doğrudan doğruya, bizzat müdahale ederek kuvvetini ve tutumunu göstermek gereği duydu. Bunun sonucunda memleketin her
tarafında millî cemiyetler kurulmaya başlandı. Bu cemiyetler her türlü siyasal amaçtan tamamen uzaktır ve varlıklarını sadece memleket bütünlüğünü, millet ve devletin diğer haklarını koruma amacına
borçludurlar. Bunların hepsi aynı etkiler ve sebepler altında faaliyet göstermektedirler.”
Nimet Arsan, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, s. 75.
?
Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözlerine göre millî cemiyetlerin ortak özellikleri nelerdir?
Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
Mondros Ateşkes Antlaşması ile doğu illerinin Ermenilere verileceğinin anlaşılması üzerine 4 Aralık
1918’de İstanbul’da kuruldu. Cemiyet, söz konusu illerin Türklüğünü savunurken Ermenilerin buralarda hiçbir
zaman çoğunluk olamadıklarını belgeleriyle ortaya koymaya çalıştı. Türkçe ve Fransızca gazeteler çıkararak fikirlerini Türk ve dünya
kamuoylarına duyurmaya gayret gösterdi.
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Anadolu’nun birçok şehrinde şubeleri bulunan bu cemiyet,
Sivas Valisi Reşit Paşa’nın eşi Melek Hanım ve arkadaşları tarafından 5 Kasım 1919’da Sivas’ta kuruldu. Cemiyetin amacı, kadınların
Millî Mücadele’ye etkin biçimde katılmalarını sağlamak ve yardım
kampanyaları düzenleyerek ordumuzun ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olmaktı.
Cemiyet, İstanbul’daki Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan
temsilciliklerine gönderdiği telgraflar ve düzenlediği mitinglerle işgalleri protesto etti.
Resim 2.12: Anadolu Kadınları Müdafaa-i
Vatan Cemiyeti üyelerinden bazıları
İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti
Cemiyet, 2 Aralık 1918’de İzmir’de kuruldu. Ege Bölgesi’nde Türklerin büyük çoğunluğa sahip olduğunu
belgelerle ortaya koyan bu cemiyetin amacı, İzmir ve çevresinin Yunanistan’a katılmasını engellemekti. Cemiyet, Yunan işgaline karşı bölgede kurulmuş olan diğer cemiyetleri de kendi çatısı altında toplamış ve silahlı
mücadele kararı almıştı.
36
Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Trakya’nın Yunanlılar tarafından işgalini önlemek
amacıyla 2 Aralık 1918’de Edirne’de kuruldu.
Cemiyet, bölge halkını işgale karşı bilinçlendirmek ve teşkilatlandırmak için kongreler düzenledi. Ayrıca
Trakya’nın her bakımdan Türk vatanı olduğunu ve nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğunu belgelerle
kanıtlayıp dünyaya duyurmaya çalıştı.
Kilikyalılar Cemiyeti
Adana ve çevresinin Fransızlar tarafından işgal edileceğinin duyulması üzerine 21 Aralık 1918’de
Resim 2.13: Trakya Paşaeli Cemiyetinde görevli öğretmenler
İstanbul’da bir araya gelen Çukurovalılar tarafından kuruldu. İlk zamanlarda yayın yoluyla mücadele eden cemiyet, bölgenin işgalinden sonra merkezini Adana’ya taşıdı
ve silahlı savunma teşkilatı kurdu.
Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
12 Şubat 1919’da Trabzon’da kurulan cemiyetin amacı, bölgede yaşayan Rumların ve Ermenilerin zararlı
faaliyetlerine son vermekti. Karadeniz Bölgesi’nde devlet kurmak isteyen Pontusçu Rumlara karşı silahlı teşkilatlar
oluşturan bu cemiyet ayrıca İstiklal adlı bir gazete çıkardı. Trabzon Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti Erzurum
Kongresi’nin toplanması konusunda da Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ile iş birliği yaptı.
Millî Kongre Cemiyeti
İstanbul’da faaliyet gösteren bazı siyasi partilerin ve millî cemiyetlerin temsilcilerinin bir araya gelmesiyle
29 Kasım 1918’de kuruldu.
Cemiyetin amacı, Türklere yönelik haksız ve gerçek dışı yayınlara ilmî ve tarihî belgelerle cevap verebilmekti.
Cemiyetin bir diğer amacı ise vatanın kurtuluşu için çalışan bütün millî kuvvetleri bir çatı altında toplamaktı.
Resim 2.14: Millî Kongre Cemiyeti yazı kurulu çalışma başında
Mustafa Kemal, bölgesel kurtuluş yolları arayan ve birbirinden ayrı faaliyet gösteren millî cemiyetlerle kesin
bir zafere ulaşılamayacağı düşüncesindeydi. Ona göre vatanın ve milletin kurtuluşu için öncelikle bu kuruluşların
güçlerini birleştirmeleri gerekiyordu. Millî Mücadele kahramanlarından Mareşal Fevzi Çakmak da cemiyetlerin birleşmesi gerektiğine inanmış ve bu konu hakkında “Eğer Mondros Mütarekesi’ni takip eden aylarda, bir uçaktan
Anadolu’ya bakarsanız yer yer yanan ateşler görülecektir. Bunlar ışıldayan çoban ateşleridir. Bu ateşleri birleştirecek bir alev lazımdır. İşte onu Mustafa Kemal’in meşalesi temin etti.” (1) demiştir.
Fevzi Paşa’nın da belirttiği gibi Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nde alınan bir kararla millî
cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek çatı altında topladı. Böylece
dağınık hâldeki millî kuvvetleri bir araya getirerek birleştirme ve bütünleştirme gücüne sahip bir
lider olduğunu gösterdi.
(1) Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, s. 475.
ÖÇK
23
37
4. Konu
Millî Bilincin Uyandırılması
Geldikleri Gibi Giderler!
Birinci Dünya Savaşı’nda en son Suriye Cephesi’nde görev yapan Mustafa Kemal ateşkesin ardından 13
Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. Aynı gün İtilaf Devletleri donanması da İstanbul Boğazı’na demirlemişti. Mustafa Kemal’in yanında bulunan yaveri Cevat Abbas bu manzarayı şu sözlerle anlatır:
“İstanbul’a geldiğimiz günü hiç
unutmam. Şehrin çok üzüntü veren bir
hâli vardı. İstanbul, düşman donanmaları
limana girerken felaketin matemini tutuyor, büyük matemine Atatürk’ü de ortak
ediyordu. Askerî ulaşıma ait köhne bir
motorla deniz ortasına yayılan bir çelik
ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün
dudaklarından ‘Geldikleri gibi giderler!’ cümlesini duyduğum zaman, işgalin
doğurduğu derin ve kederli ümitsizliği
derhâl unuttum. Cevabımda acele ettim:
‘Size nasip olacak, bunları siz kovacaksınız
Paşa’m!’ dedim. Gülümsedi.” (1)
?
Resim 2.15: Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra İstanbul önlerine demirlemiş bulunan İtilaf Devletleri donanması
Mustafa Kemal “Geldikleri gibi giderler!” sözünü neye ve hangi güce güvenerek söylemiş olabilir?
Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918’den Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihine kadar İstanbul’da kaldı. O,
İstanbul’da bulunduğu günlerde memleketi ve milleti içine düştüğü durumdan kurtarmanın yollarını aradı. Bu
amaçla başta padişah olmak üzere devrin siyasetçileri ve yakın arkadaşlarıyla görüşmeler yaptı. Mustafa Kemal,
İstanbul’da bulunduğu sırada Türk milleti aleyhine ülke içinden ve dışından yönelen olumsuz propagandaların etkilerini de gidermeye gayret etti. Bu amaçla yerli ve yabancı gazetelerle röportajlar yaparak milletimizin haklarını
dünyaya duyurmaya çalıştı. Ayrıca görüşlerini daha etkili biçimde duyurabilmek için yakın arkadaşı Fethi (Okyar)
Bey ile birlikte “Minber” adında bir gazete çıkardı. Mustafa Kemal bütün bu çalışmalarının sonunda İstanbul’da kalarak politik girişimlerde bulunmanın devleti ve milleti kurtarmak için yeterli olamayacağını görerek kararını verdi:
Anadolu’ya geçecek ve millî egemenliğe dayanan yeni bir Türk devleti kuracaktı.
O, İstanbul’da bulunduğu sırada edindiği izlenimleri ve verdiği bu kararı “Nutuk” adlı eserinde şu cümlelerle
ifade etmiştir:
“Açıkladığım hususlara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar ortaya atılmıştır:
Birincisi, İngiliz himayesini istemek,
İkincisi, Amerikan mandasını istemek,
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmaktır.
Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve
mantıklar çürüktü, temelsizdi. O hâlde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız
yeni bir Türk devleti kurmak.” (2)
?
38
Mustafa Kemal’in verdiği bu karar onun hangi kişisel özelliklerinden kaynaklanmış olabilir?
Neden?
(1) Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, s. 74.
(2) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 8, 9.
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçme kararını verdiği günlerde Samsun ve çevresinde bulunan Pontusçu
Rumlar İtilaf kuvvetlerinin bölgeye gelişinden de aldıkları cesaretle saldırılarını arttırıyorlardı. Rumların saldırılarına
karşı Türklerin kendilerini savunma çabaları ise İtilaf Devletleri tarafından Samsun ve çevresindeki Türklerin Hristiyanlara saldırısı şeklinde yorumlanıyordu. İtilaf Devletlerinin temsilcileri Osmanlı Devleti’nden bu karışıklıkları önlemesini istemişler; aksi hâlde Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesine dayanarak bölgeyi işgal edeceklerini
bildirmişlerdi. Bunun üzerine Osmanlı yönetimi Karadeniz Bölgesi’nde düzeni yeniden sağlayacak kişi olarak Mustafa
Kemal Paşa’yı görevlendirdi. Mustafa Kemal de 16 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişliği göreviyle Samsun’a gitmek
üzere İstanbul’dan ayrıldı. O, görevlendirildiğini öğrendiğinde duyduğu sevinci ve coşkuyu daha sonra şu sözlerle
anlatmıştır:
“Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamıştı ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duyduğumu tarif edemem. Nezaretten çıkarken heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes
açılmış, önümde geniş bir âlem vardı. Kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydim.” (1)
?
Mustafa Kemal’in kendisini kafesteki bir kuş gibi hissetmesinin nedenleri neler olabilir?
Mustafa Kemal Samsun’da
Mustafa Kemal üç gün süren tehlikeli bir deniz yolculuğunun ardından
19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıktı. O,
Samsun’a vardığı gün ülkemizin içinde bulunduğu durum ile ilgili Büyük Nutuk’ta
şunları söylemiştir:
“Osmanlı Devleti’nin temelleri
çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı
memleketleri tamamen parçalanmıştı.
Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata
Resim 2.16: Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’dan Samsun’a taşıyan Banyurdu kalmıştı. Son mesele bunun da tak- dırma Vapuru
simini sağlamaya çalışmaktan ibaretti.
Osmanlı Devleti, onun istiklali, padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi
anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti.” (2)
Mustafa Kemal, Samsun’a çıkar çıkmaz güvenliği sağlamaya yönelik
tedbirler aldı. İstanbul’daki yöneticilere ve Anadolu’da bulunan asker ve
sivil yetkililere telgraflar çekerek yapılması gerekenler konusunda onları
bilgilendirdi. Diğer yandan Samsun halkını aydınlatarak şehirde bir millî
teşkilatın kurulmasını sağladı. 25 Mayıs 1919’da da kendisini daha güvende
hissedebileceği bir yer olan Havza’ya gitmek üzere yola çıktı.
Mustafa Kemal, Havza’da halkın büyük ilgisiyle karşılaştı. O, millî bilinci uyandırma çalışmalarını burada da sürdürdü. Şehrin ileri gelenleriyle
karargâhında yaptığı toplantıda onlara “Düşman bizi öldürmek niyetinde
değildir. Düşmanın niyeti bizi diri diri gömmektir. Şimdi çukurun tam kenarında bulunuyoruz. Son bir gayretle kendimizi kurtarmamız mümkündür.
Zaten başka bir imkân yoktur.” (3) diye seslendi. Havzalılar da bu aydınlatıcı
konuşmanın ardından bir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurdular.
(1) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C I, s. 365.
(2) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 3-8, 9.
(3) Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 91.
Resim 2.17: 19 Mayıs 1919’da Samsun’a
çıkan 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal
39
Mustafa Kemal, Havza’da bulunduğu sırada Türk milletini uyandırmak ve harekete geçirmek için bütün yurttaki komutanlara ve sivil
yöneticilere telgraflar gönderdi. Bu telgraflarında ateşkes hükümlerine uyulmaması ve askerlerin terhis edilmemesi emrini verdi. Onlardan,
bulundukları yerlerde millî teşkilatlar kurmalarını istedi. Ayrıca köylere varıncaya kadar yurdun
her yerinde düzenlenecek coşkulu protesto mitingleri ile İzmir’in işgalinin kınanması çağrısında bulundu. Onun bu çağrısı üzerine aralarında
Havza’nın da bulunduğu pek çok yerde mitingler
yapıldı.
Resim 2.18: İzmir’in işgali üzerine İstanbul Sultanahmet
Meydanı’nda düzenlenen mitingden bir görünüm
İtilaf Devletleri ve Osmanlı Hükûmeti, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçtikten sonraki faaliyetlerinden
rahatsız olmuşlardı. Bu nedenle hükûmet bir süre sonra onu tekrar İstanbul’a çağırdı. Ancak o, bu çağrıya
oyalayıcı cevaplar vererek millî birlik ve beraberliği sağlamaya yönelik çalışmalarına devam etti. Bu amaçla 12
Haziran 1919’da Amasya’ya geldi.
“Havza’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya varmıştır.
Gezirlik mevkisinde Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayan Amasyalılar, millî kahramanda millî kurtuluşun sembolünü bulmuşlardır. 13 Haziran 1919’da Sultan Beyazıt Camii Vaizi Abdurrahman
Kâmil Efendi, ‘Tek kurtuluş yolu, halkın doğrudan doğruya egemenliğini eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın çevresinde toplanarak yurdu kurtaracağız.’ diyerek Mustafa
Kemal Paşa’yı tek kurtarıcı olarak göstermiştir.”
Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, s. 57.
?
Abdurrahman Kâmil Efendi “Halkın doğrudan doğruya egemenliğini eline alması” sözüyle
neyi anlatmak istemiş olabilir?
Mustafa Kemal, Amasya’ya geldikten
sonra ülkedeki bütün millî teşkilatları bir merkezde toplamak üzere harekete geçti. Bu amaçla
Amasya’ya çağırdığı yakın arkadaşları Refet Bey,
Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa ile görüşmeler yaptı.
Onların katkılarıyla Amasya’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurulmasını sağladı. 22 Haziran
1919’da da önceden hazırladığı bir metni arkadaşlarının da imzasıyla bir genelge olarak yayımladı. Amasya Genelgesi adıyla bilinen ve ülkedeki
bütün sivil ve askerî yetkililere gönderilen bu genelgenin başlıca maddeleri şunlardır:
Resim 2.19: Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi’ni hazırladığı günlerde yakın arkadaşları Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa ile birlikte
1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı
tehlikededir.
2. İstanbul Hükûmeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi göstermektedir.
3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana
duyurmak için her türlü baskı ve kontrolden uzak millî bir heyetin varlığı zaruridir.
40
5. Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta hemen millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
6. Bunun için bütün illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en
kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir.
7. Her ihtimale karşı bu mesele millî bir sır olarak tutulmalı ve temsilciler gereğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar. (1)
?
Amasya Genelgesi’nin maddelerinden yararlanarak Kurtuluş Savaşı’mızın amacını, yöntemini ve gerekçesini hangi cümlelerle ifade edebilirsiniz?
Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi’ni yayımladıktan sonra önce Tokat’a, oradan da Sivas’a geçerek
kongre hazırlıklarını başlattı. Ardından da Kâzım (Karabekir) Paşa’nın çağrısıyla toplanacak kongreye katılmak
üzere Erzurum’a doğru yola çıktı.
Erzurum Kongresi (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919)
Mustafa Kemal 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a geldi. Erzurum’da bulunduğu sırada İstanbul Hükûmetinin
geri dönmesi yönündeki ısrarlı çağrılarına verdiği cevaplarda, Anadolu’dan ayrılmayacağını ve görevine devam
edeceğini belirtti. Hükûmet tarafından görevinden alınınca da Erzurum’dan padişaha gönderdiği telgraf ile
yalnızca ordu müfettişliğinden değil, çok sevdiği askerlik mesleğinden de ayrıldığını bildirdi.
Mustafa Kemal 8 Temmuz tarihli istifa kararını verirken yalnızca milletinin şefkat ve yiğitliğine güvenmiştir. O her zaman olduğu gibi bundan sonra da önüne çıkan güçlükler karşısında yılmamış ve ümitsizliğe
düşmemiştir. Kararlı ve mücadeleci kişiliğine dayanarak başladığı görevine kendi deyimiyle “milletinin bağrında sade bir fert olarak” devam edeceğini söylemiştir. Böylece milletinin çıkarlarını kendi çıkarlarının üstünde
tuttuğunu göstermiştir.
Mustafa Kemal’in askerlikten istifası yakın arkadaşlarının ve Türk milletinin gözündeki değerini azaltmamıştır. Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa “Kolordum ve ben bundan önce
olduğu gibi emrinizdeyiz Paşa’m” (2) diyerek ona en büyük desteği veren silah arkadaşlarından biri olmuştur.
?
Kâzım Karabekir Paşa’nın bu hareketinin Millî Mücadele’miz için önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
ÖÇK
24
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919’da doğu illerinden ve Trabzon’dan gelen delegelerin katılımıyla toplandı. Kongre başkanlığına seçilen Mustafa Kemal, yaptığı
açış konuşmasında ülkenin genel durumu hakkında açıklamalarda bulundu:
“Kongre üyelerini aydınlatmak için yaptığım konuşmada; tarihin, bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir
zaman inkâr edemeyeceğini, bu itibarla vatanımız, milletimiz aleyhinde verilen hükümlerin er geç iflasa mahkûm
olduğunu söyledim.
Ve milletin mukadderatına hâkim bir millî iradenin
ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirttim. Millî İradeye
Resim 2.20: Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi günlerinde
dayanan bir Millet Meclisinin meydana getirilmesini ve
gücünü millî iradeden alacak bir hükûmetin kurulmasını, kongre çalışmalarının ilk hedefi olarak gösterdim.” (3)
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s.21, 22.
(2) Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 112.
(3) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 45.
41
Erzurum Kongresi çalışmalarını 7 Ağustos 1919’da tamamladı. Kongre, Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinin Ermenilerin ve Rumların eline geçmesini önlemek amacıyla toplanmıştı. Bu nedenle Erzurum Kongresi,
katılımcıları ve toplanış amacı bakımından bölgesel nitelikli bir kongredir. Ancak tüm yurdu ilgilendiren kararlar
alması nedeniyle millî bir kongre olarak tarihe geçmiştir. Erzurum Kongresi’nde alınan kararların belli başlıları
şunlardır:
1. Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz.
2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükûmetinin dağılması hâlinde, millet
topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir.
3. İstanbul Hükûmeti vatanı koruma ve istiklali elde etme gücünü gösteremediği takdirde,
bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükûmet
kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri, millî kongrece
seçilecektir. Kongre toplanmamışsa seçimi Heyeti
Temsiliye yapacaktır.
4. Kuvayımilliyeyi tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
5. Hristiyan azınlıklara siyasî hâkimiyeti ve
sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez.
6. Manda ve himaye kabul olunamaz.
7. Millî Meclisin derhal toplanmasını ve
hükûmetin yaptığı işlerin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır. (1)
?
Resim 2.21: Erzurum Kongresi’nin yapıldığı okul binası
Erzurum Kongresi’nde alınan kararlarda öne çıkarılan ilkeler neler olmuştur?
ÖÇK
25
Sivas Kongresi (4 - 11 Eylül 1919)
Erzurum Kongresi’nin sonunda kongrede alınan kararları yürütmek üzere başkanlığını Mustafa Kemal’in
yapacağı dokuz kişilik bir Temsil Heyeti seçildi. Heyet bundan sonra geçici bir hükûmet gibi çalışmaya başladı.
Bu arada Erzurum’daki çalışmalarını tamamlayan Mustafa Kemal de Temsil Heyeti üyeleriyle birlikte 2 Eylül
1919’da Sivas’a geldi.
Mustafa Kemal ve arkadaşları
Amasya Genelgesi ile Sivas’ta millî bir
kongrenin toplanacağını duyurmuş
ve illerden seçilecek delegelerin
kongreye katılmalarını istemişlerdi.
İstanbul Hükûmeti ise bu çağrıyı yapanların ülkeyi Birinci Dünya Savaşı
felaketine sürükleyen ittihatçılar olduğunu söyleyerek kongreyi halkın
gözünde değersiz hâle getirmeye çalışıyordu. Diğer yandan Anadolu’daki
sivil ve askerî makamlara Mustafa
Kemal’i tutuklamaları yönünde emirler göndererek kongrenin toplanmasını engellemek istiyordu. Aynı günlerde İtilaf Devletleri de Sivas’ı işgal
tehdidinde bulunuyordu.
?
42
Resim 2.22: Mustafa Kemal, Sivas Kongresi delegeleriyle
İstanbul Hükûmetinin tutumunun nedenleri neler olabilir?
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 45, 46.
Sivas Kongresi, hükûmetin ve İtilaf Devletlerinin bütün engellemelerine rağmen yurdun dört bir yanından gelen delegelerin katılımıyla 4 Eylül 1919’da Sivas Lisesi salonunda toplandı. Temsil Heyeti Başkanı ve çağrı
sahibi olarak kürsüye çıkan Mustafa Kemal açış konuşmasında, bu kongrenin vatanın tek bir bütün, milletin
tek bir vücut olduğunu göstermek için toplandığını vurguladı. Bu konuşmanın ardından başkanlık seçimine
geçildi ve Mustafa Kemal, İstanbul Hükûmetinin etkisi altındaki bazı delegelerin muhalefetine rağmen kongre
başkanlığına seçildi.
Sivas Kongresi’nde en sert tartışmalar manda ve himaye konusunda yaşandı. Kongreye katılan delegelerden bazıları güçlü devletlere karşı mücadele vererek ülkeyi bağımsızlığa kavuşturmanın imkânsız olduğunu
söylediler. Bu kişiler Amerikan mandasına girmenin en doğru yol olacağını savunarak kongreden bu yönde bir
karar çıkartmaya çalıştılar. Ancak delegelerden çoğunun Mustafa Kemal’in savunduğu tam bağımsızlık fikrine
destek verdiğini görünce manda önerisinden vazgeçmek zorunda kaldılar.
Mustafa Kemal, manda konusuyla ilgili görüşlerini açıklarken tepkisini “İstanbul’dan gelen arkadaşlar,
manda konusunda hâlâ nasıl ısrar edebiliyor ve mandanın bağımsızlığı bozan bir unsur olmadığına inanıp bizleri de inandırmaya çalışıyorlar.” (1) diyerek dile getirir. Ardından da şunları söyler: ‘İstanbul’dakiler ve buradakiler (mandacılar) umutsuz ve hasta insanlardır. Yabancı işgalin baskısı altında, cesaret ve umutlarını yitirmiş
olmanın verdiği üzüntüyle ve hastalıklı bir ruh hâli içinde hareket ediyorlar. Bunun başka bir açıklaması yoktur.
Bir milletin istiklal hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından
ÖÇK
daha doğal ne olabilir? Şerefsiz ve istiklalsiz, esir bir milletin çocukları olarak yaşamak yerine,
26
efendice ve kahramanca ölmek elbette bize yakışan seçimdir. Bunu anlamamak ne garip mantıktır.” (2)
Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’ndeki başarılı
yönetimiyle iyi bir yönetici ve devlet adamı olduğunu
gösterdi. Kongre sonunda, Erzurum Kongresi kararları
yurdun tümünü kapsayacak şekilde aynen kabul edildi. Erzurum Kongresi’nde oluşturulan Temsil Heyetinin
tüm yurdu temsil etmesine karar verildi. Ayrıca yurt
çapında faaliyet gösteren millî cemiyetler Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek çatı altında toplandı.
?
Sivas Kongresi’nde alınan kararları
Mustafa Kemal’in hangi kişilik özellikleriyle
ilişkilendirebilirsiniz? Neden?
Resim 2.23: Mustafa Kemal, Sivas’ta Temsil Heyeti
üyelerinden bazıları ile birlikte
Mustafa Kemal ülkenin durumunu ve yapılması gerekenleri halka anlatmada basının önemli bir rol oynadığının farkındaydı. Bu nedenle Sivas’ta bulunduğu sırada kongre kararlarının gerçekleşmesi yönünde yayın
yapmak üzere İrade-i Milliye gazetesini çıkarmaya başladı.
Erzurum ve Sivas kongrelerinin yanı sıra Millî Mücadele’nin hazırlık döneminde ülkemizin çeşitli yerlerinde başka kongreler de düzenlenmiştir. Katılımcıları ve amaçları bakımından yerel nitelikli olan bu kongrelerin başlıcaları Balıkesir, Alaşehir, Nazilli, Edirne, Kars ve Trabzon’da yapılmıştır. Bu kongrelerin millî cemiyetlerin
kurulmasına ve Kuvayımilliye ruhunun güçlenmesine önemli katkıları olmuştur.
Anadolu’da başlayan Millî Mücadele hareketi Mustafa Kemal’in birleştirici ve bütünleştirici kişiliğinin
etkisiyle her geçen gün daha fazla güç kazanıyordu. Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın başında bulunduğu İstanbul Hükûmeti ise bu hareketi yok etmek için her yolu deniyordu. Buna karşılık Temsil Heyeti de hükûmetin
düşmanca tutumunu protesto etmek için sivil ve askerî makamlara İstanbul ile her türlü ilişkiyi
ÖÇK
ve haberleşmeyi kesmelerini emretti. Böylece hükûmete millî iradenin yükselen gücü karşısında
27
daha fazla direnemeyeceğini göstererek Damat Ferit’i istifa etmek zorunda bıraktı.
(1) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, s. 247.
(2) age., s. 247.
43
Amasya Görüşmeleri (20 - 22 Ekim 1919)
Damat Ferit’in istifasının ardından yeni hükûmeti kuran Ali Rıza Paşa, Millî Mücadele’ye ılımlı yaklaşan
bir devlet adamıydı. Ali Rıza Paşa’nın ilk işi Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal
ile görüşmesi için Anadolu’ya göndermek oldu. 20 - 22 Ekim 1919 tarihlerinde Amasya’da gerçekleşen görüşmeler sonucunda iki taraf arasında çeşitli konularla ilgili protokoller imzalandı. Bu protokollere göre İstanbul
Hükûmeti ile millî teşkilat arasındaki çekişmenin yerini antlaşma ve iş birliği alacaktı.
?
Amasya Görüşmeleri’nin Millî Mücadele’mizdeki yeri ve önemi nedir?
Resim 2.24: Ressam Saip Tuna’nın Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya
gelişinde seğmenler tarafından karşılanışını gösteren tablosu
Amasya Görüşmeleri’nde kapatılmış
olan Meclis-i Mebusanın yeniden açılması
kararlaştırılmıştı. Bu amaçla ülke çapında
seçimler yapıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın
da Erzurum’dan milletvekili seçildiği bu seçimleri çoğu yerde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin üyeleri kazandı. Seçimlerin ardından
Mustafa Kemal, Sivas’ta Temsil Heyeti üyelerinin ve komutanların katıldığı bir toplantı
yaptı. Bu toplantıda Mebusan Meclisinde
yapılacaklar hakkında milletvekilleriyle görüşülmesine karar verildi. Mustafa Kemal bu
görüşmelerin Ankara’da yapılmasının uygun
olacağını düşünerek 18 Aralık 1919’da Temsil Heyeti üyeleriyle birlikte Ankara’ya doğru
yola çıktı.
27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen
Mustafa Kemal, Ankaralılar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Bundan sonraki süreçte Ankara millet iradesinin ve Millî Mücadele’nin merkezi hâline geldi.
?
Atatürk’ün Millî Mücadele’nin merkezi olarak Ankara’yı seçmesinin nedenleri neler olabilir?
Misakımillî’nin Kabulü
Mustafa Kemal bütün çalışmalarında planlı hareket eden bir liderdi. O, bu kişisel özelliğini Osmanlı
Mebusan Meclisinin toplanacağı günlerde de gösterdi ve Ankara’da Mebusan Meclisine katılacak milletvekilleriyle görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler sırasında onlardan, kendisinin hazırladığı Misakımillî belgesini mecliste
kabul etmelerini istedi.
Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de İtilaf Devletlerinin kontrolündeki İstanbul’da toplandı. 28
Ocak 1920 tarihli gizli oturumunda da Misakımillî’yi (Millî Ant) kabul etti. Böylece tarihî görevini yerine getirerek
millî mücadele hareketine önemli bir hizmette bulundu.
Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan kararlara dayanılarak hazırlanan Misakımillî’nin esasları şunlardır:
1. Mondros Mütarekesi’nin imzası sırasında düşman devletlerinin işgali altında kalan ve özellikle Arap
çoğunluğun yaşadığı yerlerin geleceği o bölge halkının serbestçe verecekleri oylara göre tayin edilecektir. Bunun dışında kalan Türk ve İslam çoğunluğunun bulunduğu bölgeler ise bölünemez ve ayrılmaz bir bütün sayılacaktır.
2. Halkoyu ile ana vatana katılmış olan Kars, Ardahan ve Batum için gerekirse tekrar serbestçe halkoyuna başvurulması kabul edilecektir.
44
3. Batı Trakya’nın hukuki durumu orada oturanların tam bir hürriyetle verecekleri oylara uygun olacaktır.
4. İstanbul şehri ve Marmara’nın güvenliği her türlü tehlikeden uzak kalmalıdır. Boğazların dünya ticaretine ve ulaşımına açılması bizim ve ilgili diğer tüm devletlerin birlikte verecekleri karara bağlı olacaktır.
5. Azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanması şartıyla tarafımızdan tanınacak ve sağlanacaktır.
6. Siyasi, adli ve mali gelişmemize engel olacak sınırlamalar kaldırılacaktır. (1)
?
“Misakımillî ile yeni Türk devletinin sınırları belirlenmiştir.” diyen biri bu bilgiyi doğrulamak
için hangi maddeleri kanıt olarak gösterebilir?
Misakımillî’nin kabulü ile birlikte millî ve bölünmez Türk vatanının sınırları çizildi. Yine
bu belgeyle her türlü baskı ve kısıtlamalar reddedilerek tam bağımsızlık hedefinden geri adım
atılmayacağı ve Türk milletinin kendi geleceğine kendisinin karar vereceği dünyaya ilan edildi.
Bükreş
ROMANYA
Sivastopol
ÖÇK
28
RUSYA
Sofya
BULGARİSTAN
Varna
Grozni
KARADENİZ
Suhumi
HAZAR
DENİZİ
GÜRCİSTAN
Selânik
İstanbul
MARMARA
DENİZİ
Samsun
Bursa
ERMENİSTAN
Trabzon
Ankara
YUNANİSTAN
Erivan
Erzurum
AZERBAYCAN
Bakü
TÜRKİYE
İzmir
Atina
Tiflis
Batum
Denizli
Kayseri
Konya
Antalya
Mersin Adana
Tebriz
Van
Diyarbakır
Antep
EGE DENİZİ
AKDENİZ
Erenköy
(KKTC)
Lazkiye
Günümüzdeki sınırlar
Erbil
Kerkük
İRAN
SURİYE
GKRY
Misakımillî’ye göre sınırlar
Musul
Halep
KKTC
Lefkoşa
Beyrut
Humus
LÜBNAN
Şam
Kirmanşah
IRAK
Bağdat
0
150
300 km
Harita 2.4: Misakımillî sınırları
Mebusan Meclisi üyelerinin Türk milletini temsilen Misakımillî’yi kabul etmeleri üzerine İtilaf Devletleri
kararın geri alınması yönünde hükûmete baskı yapmaya başladılar. 16 Mart 1920’de de İstanbul’u resmen işgal ederek karakolları, telgrafhaneleri ve devlet dairelerini kontrol altına aldılar. Meclisi Mebusanı basarak Millî
Mücadele’yi destekleyen bazı milletvekillerini tutukladılar. Bu milletvekilleri ile birlikte aralarında asker ve sivil
yetkililerin de bulunduğu vatanseverleri Malta Adası’na sürgüne gönderdiler.
Ankara’da bulunan Mustafa Kemal işgal haberini alır almaz yayımladığı bir protesto bildirisi ile işgalin
haksızlığını tüm dünyaya ilan etti. Ayrıca İstanbul’daki tutuklamalara karşılık Anadolu’nun çeşitli yerlerinde
bulunan İngiliz subaylarının derhal tutuklanmasını emretti.
?
Mustafa Kemal’in, Mebusan Meclisinin İstanbul’da toplanmasına karşı çıktığı göz önüne alındığında
İstanbul’un işgali onun hangi kişisel özelliğe sahip olduğunu göstermektedir?
(1) Fatma Acun, Atatürk ve Türk İnkılap Tarihi, s. 136.
45
Büyük Millet Meclisinin Açılışı
Birinci ünitede geçen “Liderlik Yolunda İlk Adımlar” başlıklı bölümde Atatürk’ün lider bir kişiliğe sahip
olduğu vurgulanmıştı. O, bu liderlik yeteneğini ve yaratıcı düşüncesini İstanbul’un işgali ile birlikte ortaya çıkan
sorunun çözümü konusunda da gösterdi. İstanbul’un işgali ve Mebusan Meclisinin dağıtılması üzerine Mustafa Kemal millet iradesinin temsil edileceği bir kurulun kalmadığını görerek harekete geçti. 19 Mart 1920’de
yayımladığı bir genelgeyle Anadolu’nun en güvenilir yeri olan Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip yeni bir
meclisin toplanacağını duyurdu. Bu amaçla seçimlerin yenilenmesini istedi. Meclise yeni seçileceklerle birlikte
İstanbul’dan Ankara’ya gelebilen milletvekillerinin de katılabileceğini belirtti.
Seçimler yapıldıktan ve gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920
Cuma günü büyük bir törenle Ankara’da açıldı. Meclise ilk günkü toplantısında en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey başkanlık etti. Şerif Bey açış konuşmasında, işgallere boyun eğmenin yabancıların esareti
altına girmeyi kabul etmek
anlamına geleceğini belirterek şunları söyledi:
“Bu yüce meclisin
en yaşlı başkanı sıfatıyla
ve Allah’ın izniyle milletimizin iç ve dış tam istiklal
dâhilinde
mukadderatını
doğrudan üstlendiğini ve
idare etmeye başladığını
bütün dünyaya ilan ederek
Büyük Millet Meclisini açıyorum.” (1)
Resim 2.25: Büyük Millet Meclisinin açıldığı gün Meclis binası önünde toplanan Ankaralılar
“Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan
müdafaa-i hukuk anlayışının somut bir ifadesiydi. Dünya siyasi tarihinde örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşçı bir yönetim organı, benzersiz bir temsilî kurumdu. Yetkisini ve yaptırım
gücünü, kökleri eskiye giden özgürlük tutkusundan alıyordu. Maddi zenginliğe ya da teknolojik gelişmeye
değil, inanca ve kararlılığa dayanıyordu.”
Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C I, s. 260.
?
Metinde geçen “müdafaa-i hukuk anlayışı” sözüyle anlatılmak istenen nedir?
Büyük Millet Meclisi 24 Nisan 1920’de ikinci toplantısını yaptı. Mustafa Kemal bu toplantıda kürsüye çıkarak yaşanan olaylar ve meclisin açılış gerekçeleri hakkında açıklamalarda bulundu. Daha sonra da meclise bir
önerge sundu. O, bu önergesinde, milletin tam bağımsızlığı ve vatanın bölünmez bütünlüğü için mecliste ortaya çıkan millî iradeyi temsil edecek bir hükûmetin kurulması gerektiğini belirtti. Ayrıca meclisin üzerinde hiçbir
gücün olmadığını ve bütün yetkilerin mecliste toplandığını vurguladı. Bu önergenin kabulünden sonra başkanlık seçimine geçildi ve Mustafa Kemal oy birliğiyle Büyük Millet Meclisinin ilk başkanı seçildi. Bunu izleyen
günlerde yine Mustafa Kemal’in başkanlığında Büyük Millet Meclisi Hükûmeti kuruldu. Böylece İstanbul’daki
hükûmetten ayrı ve bağımsız biçimde Anadolu’da gücünü millet iradesinden alan yeni bir yönetim ortaya çıktı.
?
46
BMM’nin açılmasıyla birlikte yeni bir Türk devletinin kurulduğu söylenebilir mi? Neden?
(1) http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c001/tbmm01001001.pdf
5. Konu
Büyük Millet Meclisine Karşı Ayaklanmalar
“İstanbul’da Damat Ferit Paşa Kabinesi ve bütün menfi ve hain teşkilatın vücuda getirdiği blok ve bu
blokun Anadolu içindeki bütün isyan teşkilatı, bütün düşmanlar ve Yunan ordusu, el birliği ile aleyhimizde faaliyete geçtiler. Bu ortak saldırı politikasının talimatı da Padişah ve Halifenin, düşman uçakları da dâhil olduğu
hâlde, her türlü vasıtalarla memlekete yağdırdığı padişaha karşı ayaklanma fetvasıydı.” (1)
Atatürk
?
Mustafa Kemal’in düşman uçaklarının memlekete yağdırdığını söylediği fetvalarda neler yazıyor olabilir?
İstanbul’un işgalinden sonra 5 Nisan 1920’de yeniden sadrazamlığa getirilen Damat Ferit, millî teşkilata
karşı mücadelesini devam ettirdi. İtilaf Devletleriyle de iş birliği yapan Damat Ferit, millî kuvvetleri dağıtmak
üzere oluşturduğu askerî birlikleri Anadolu’ya gönderdi. İstanbul Hükûmeti doğrudan yürüttüğü bu çalışmalarının yanı sıra Anadolu halkını da Millî Mücadele hareketine karşı kışkırtmaya çalıştı. Hükûmet bu amaçla halkın dinî duygularını istismar ederek şeyhülislamdan, Kuvayımilliyecilerin dine karşı mücadele ettikleri yönünde
fetvalar aldı. Bu fetvalar İngiliz ve Yunan uçaklarının yanı sıra Rum ve Ermeni teşkilatları ile yabancı konsolosluklar aracılığıyla Anadolu’nun her köşesine dağıtıldı. Aynı günlerde yine İstanbul Hükûmeti tarafından kurulan
bir mahkemede Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında idam kararı verildi.
İstanbul’daki yönetimin ve İtilaf Devletlerinin birlikte yürüttükleri bu zararlı faaliyetler sonucunda Büyük Millet Meclisine karşı Anadolu’nun pek çok yerinde ayaklanmalar çıktı.
N
TA
İS
AR
G
UL
Sinop
TA
S
Nİ
A
N
YU
Edirne
N
B
Tekirdağ
İstanbul
5
A
Adapazarı Düzce
İzmit
Bandırma
Biga
Çanakkale
2
Gönen
Hendek
Bolu
3
Amasya
Nallıhan
Bilecik
Susurluk
Vezirköprü Samsun
Terme
Ordu
Havza
Merzifon
Lâdik Çarşamba
Ankara
Yozgat
Eskişehir
11
11
6
Kütahya
Manisa
Aydın
1
12
Iğdır
İRAN
Elâzığ
Van
Kayseri
Konya
Denizli
Erzurum
Kırşehir
Afyonkarahisar
İzmir
14
Erzincan
9
Gediz
4
Bayburt
Tokat
Yıldızeli
Sivas
Kars
Trabzon
13
SOVYETLER
BİRLİĞİ
Ardahan
Artvin
1
Diyarbakır
8
Isparta
10
Bozkır
Antalya
Çumra
Maraş
Adana
Viranşehir
Urfa
Antep
Batman
Mardin
7
IRAK
SURİYE
1) Konya ve Bozkır Ayaklanmaları
2) Anzavur Ayaklanması
3) Bolu ve Düzce Ayaklanmaları
4) Şeyh Eşref Ayaklanması
5) Kuvayıinzibatiye Ayaklanması
6) Yozgat Ayaklanması
7) Milli Aşireti Ayaklanması
8) Cemil Çeto Ayaklanması
9) Çopur Musa Ayaklanması
10) Demirci Mehmet Efe Ayaklanması
Hakkâri
0
110
220 km
11) Çerkez Ethem Ayaklanması
12) Koçgiri Ayaklanması
13) Pontus Ayaklanması
14) Ermeni Ayaklanması
Harita 2.5: Büyük Millet Meclisine karşı çıkan ayaklanmaların belli başlıları
Büyük Millet Meclisine karşı başlayan ayaklanmaların bir kısmı Kuvayıinzibatiye ve Anzavur ayaklanmalarında olduğu gibi doğrudan doğruya Osmanlı Hükûmeti tarafından çıkarılmıştır. İtilaf Devletlerinin de
desteklediği bu ayaklanmaların amacı millî kuvvetleri İstanbul ve Boğazlar bölgesinden uzak tutmaktı.
(1) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C II, s. 281.
47
Anadolu’nun pek çok yerinde görülen ve 1920 yılı boyunca Büyük Millet Meclisini meşgul eden iç ayaklanmaların en yaygın olanları Osmanlı Hükûmeti ve İtilaf Devletlerinin kışkırtmaları sonucu çıkan ayaklanmalardı. Bolu, Düzce, Yozgat, Konya, Bozkır, Cemil Çeto, Koçgiri ve Milli aşireti ayaklanmaları bu tür yıkıcı faaliyetlerin belli başlılarıydı. Bu isyan hareketlerini başlatanların amacı Kuvayımilliye’yi etkisiz hâle getirmek ve
Ankara’yı dört bir yandan kuşatarak Millî Mücadele hareketini boğmaktı.
Büyük Millet Meclisine karşı ayaklananlar arasında Rum ve Ermeni azınlıklar da vardı. Mondros Ateşkes
Antlaşması hükümlerinden ve İtilaf Devletlerinden aldıkları cesaretle harekete geçen bu azınlıkların amacı
Anadolu’da kendi devletlerini kurmaktı. Bu arada Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe gibi bazı Kuvayımilliyeciler de düzenli orduya katılmak istemedikleri için ayaklanmışlardı.
Büyük Millet Meclisi iç ayaklanmaları bastırmak ve otoritesini tüm yurda yaymak amacıyla 29 Nisan
1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkardı. Bu Kanun’a göre söz, yazı ve hareketleriyle Büyük Millet Meclisine saldırıda bulunanlar vatan haini sayılarak en ağır şekilde cezalandırılacaktı. Meclis, Hıyanet-i Vataniye
Kanunu’nun etkili şekilde uygulanması için mahkemeler de kurdu. İstiklal Mahkemeleri adı verilen ve üyeleri
milletvekilleri arasından seçilen bu mahkemeler düşmanla iş birliği yapanları, asker kaçaklarını, ayaklanmacıları ve Millî Mücadele’ye zarar veren diğer suçluları yargılayıp cezalandıracaktı. Seyyar mahkemeler olarak da
çalışan İstiklal Mahkemeleri, bir bölgedeki ayaklanmanın bastırılmasının ardından o bölgeye gidiyor ve suçluları yargılayıp cezalandırılmalarını sağlıyordu.
Büyük Millet Meclisine karşı çıkan ayaklanmaların bastırılmasında düzenli ordunun ve Kuvayımilliye
birliklerinin yanı sıra Millî Mücadele’yi destekleyen vatansever din adamlarının verdikleri fetvaların da önemli
rolü oldu. Bu fetvalarda aşağıda kısa öz geçmişini okuyacağınız Ankara Müftüsü Rifat (Börekçi) Efendi başta
olmak üzere Anadolu’daki 153 müftünün imzası vardı.
Rifat Börekçi (1860-1941)
Ankara’da doğan Rifat Efendi
ilk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra gittiği İstanbul’da
medrese eğitimi gördü.
Mustafa Kemal’in Ankara’ya
geldiği sırada Ankara Müftülüğü görevinde bulunan Rifat Efendi, Millî
Mücadele’nin ilk günlerinde Ankara’da
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurdu ve
bu cemiyetin başkanı oldu.
Yokluklar içerisinde düşmanla
mücadeleye hazırlanılan o karanlık ve
acı günlerde Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çalışan Mehmet Rifat Efendi 1924’te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının ilk başkanı oldu. Vefat ettiği 5 Mart 1941’e kadar bu görevde kaldı.
http://www.diyanet.gov.tr/tr/kategori/mehmet-rifat-borekci/112
(Düzenlenmiştir.).
Resim 2.26: Hâkimiyet-i Milliye gazetesi
Mustafa Kemal, Millî Mücadele’ye karşı yürütülen olumsuz propagandaları etkisiz hâle getirmek için basının gücünden de yararlandı. Halk ile iletişim kurmaya önem veren biri olarak İstanbul ve Sivas’ta yaptığı gibi
Ankara’da da bir gazete çıkardı. “Hâkimiyet-i Milliye” adını verdiği bu gazeteden başka “Anadolu Ajansı” adıyla
bir de haber ajansı kurdu. Böylece iç ve dış kamuoyuna doğruları ve gerçekleri anlatarak Millî Mücadele’yi
tanıtıp güçlendirmeye çalıştı.
?
48
Mustafa Kemal’in iletişime verdiği önemin ve bu konudaki gayretlerinin ortaya
çıkardığı sonuçlar neler olabilir?
ÖÇK
29-30
6. Konu
Türk Milletini İmha Planı: Sevr Antlaşması
İtilaf Devletleri, Paris Barış Konferansı’nda Birinci Dünya Savaşı’nın yenilen devletleriyle barış antlaşmaları imzaladıkları halde Osmanlı Devleti ile yapacakları antlaşmayı daha sonraya bırakmışlardı.
?
İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı izledikleri bu tutumun nedenleri neler olabilir?
İtilaf Devletleri, Paris Barış Konferansı’nda yarım bıraktıkları işi tamamlamak üzere önce Londra’da,
1920 yılı Nisan ayı ortalarında da San Remo’da bir araya geldiler.
San Remo Konferansı’na katılan İngiliz,
Fransız ve İtalyan temsilciler burada Osmanlı
Devleti’ne imzalatacakları antlaşma taslağına son şeklini verdiler. 11 Mayıs 1920’de de
aldıkları kararları Paris’te bulunan Osmanlı
heyetine bildirerek antlaşmanın bir ay içinde
imzalanmasını istediler. Bir yandan da Osmanlı yönetimini bu antlaşmayı kabul etmeye
zorlamak için Anadolu ve Trakya’daki Yunan
birliklerini harekete geçirdiler. Bunun üzerine
hükûmet, devletin ileri gelenlerine antlaşmanın imzalanması yönünde görüş bildirdi. Öneri, Saltanat Şûrasında da görüşüldü ve Topçu
Feriki (Korgenerali) Rıza Paşa dışındaki tüm
üyeler tarafından kabul edildi. Bu kararın ardından antlaşma metni, Fransa’ya giden bir
Osmanlı heyeti tarafından 10 Ağustos 1920’de
Paris yakınlarındaki Sevr kasabasında imzalandı. 433 maddesi bulunan Sevr Antlaşması’nın
bazı maddeleri şunlardır:
Resim 2.27: Osmanlı delegesi Sevr Antlaşması’nı imzalıyor.
1) Osmanlı Devleti’nin elinde İstanbul ve çevresi ile Anadolu’da küçük bir toprak parçası kalacaktır. Ancak Osmanlı Devleti antlaşmaya uymazsa İstanbul da Türklerin elinden alınacaktır.
2) Boğazlar savaş zamanında bile bütün devletlerin gemilerine açık tutulacak, Boğazlar bölgesi kendine
ait bayrağı ve bütçesi olan bir komisyon tarafından yönetilecektir.
3) Osmanlı Devleti’nde zorunlu askerlik kaldırılacak, toplam asker sayısı 50.700’ü geçmeyecektir. Bu
ordunun tank, top, ağır makineli tüfek ve uçak gibi silahları olmayacaktır.
4. Çeşitli nedenlerle ülkeden ayrılan Hristiyan azınlıklar geri dönebilecek ve bunların zararları Osmanlı
Devleti tarafından karşılanacaktır.
5. Kapitülasyonlar İtilaf Devletlerinin yararlanacağı şekilde genişletilerek yeniden yürürlüğe konulacaktır.
6) Mondros Ateşkes Antlaşması’nın İtilaf Devletlerine istedikleri yerleri işgal etme ve haberleşmeyi
denetleme imkânları veren maddeleri yürürlükte kalmaya devam edecektir.(1)
?
Sevr Antlaşması hükümlerinden yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin bu antlaşmanın uygulanmasıyla içine düşeceği durum hakkında neler söyleyebilirsiniz?
(1) Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C I, s. 525-691 (Düzenlenmiştir.).
49
Sevr Antlaşması’yla Osmanlı toprakları aşağıdaki haritada görüldüğü gibi idari bölge, nüfuz bölgesi ve
benzeri adlarla çeşitli parçalara ayrıldı.
0
130
260 km
Harita 2.6: Sevr Antlaşması’na göre Osmanlı Devleti
Mustafa Kemal, Sevr Antlaşması’nı büyük bir tepkiyle karşıladı. O, bu antlaşma hakkındaki düşüncelerini soran bir gazeteciye şu cevabı vermiştir:
“Sevr Antlaşması Türk milleti için öylesine uğursuz bir idam kararnamesidir ki onun bir dost ağzından çıkmamasını dileriz. Bu konuşmamız sırasında bile Sevr Antlaşması’nı ağzıma almak istemem. Sevr Antlaşması’nı
kafasından çıkarmayan milletlerle güven temeline dayanan ilişkilere girişemeyiz. Bize göre böyle bir antlaşma
yoktur” (1)
Mustafa Kemal gibi Büyük Millet Meclisi de Sevr Antlaşması’na şiddetle karşı çıktı. Meclisimiz 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında aldığı kararla bu antlaşmayı imzalayanları ve onaylayanları vatan haini ilan etti.
Sevr Antlaşması’ndan sonra Türk milleti yabancıların vatanına ve bağımsızlığına yönelik niyetlerini açıkça görmeye başladı. Buna karşı öfkesini de topyekûn bir mücadeleye girişerek gösterdi.
“Türkler padişahın buyruklarına uymaktan vazgeçtiler. Mustafa Kemal’e her yandan yardım yağmaya başladı. Anadolu, duygusal olduğu kadar içten, gerçek bir halk ayaklanmasına
tanık oldu. Her yaştan binlerce kadın ve erkek, Meclis Hükûmetinin emrine girmek için Ankara’ya
geldi. Erkekler kurulmakta olan orduya katılıyor, köylü kadınlar cephane taşıyor, hâli vakti yerinde aile
kızları yaralılara bakıyor ya da askere elbise dikiyordu. İstanbul Meclisinin tutuklanmaktan kurtulan milletvekilleri, her rütbeden subaylar, memurlar, öğrenciler, mühendis ve doktorlar İngiliz hatlarını gizlice aşarak
Ankara’ya geliyor; zengin-fakir herkes vatan hizmetine koşuyordu.”
Benoit Mechin, Mustafa Kemal, s. 196.
?
50
Metinde anlatılan gelişmeler hangi olayların sonucunda ortaya çıkmış olabilir?
Neden?
ÖÇK
31
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 422.
Bilgilerimizi Ölçelim
A) Aşağıdaki cümlelerde noktalı yerlere, verilen sözcüklerden uygun olanları yazınız.
Panslavizm
Ankara
Suriye
Sivas
Çanakkale
Kilikyalılar
Misakımillî
Sinop
Osmanlıcılık
Güney
1. Rusya, Birinci Dünya Savaşı öncesinde .......................................... politikası gereği Balkanlardaki Slavları
kendi yönetimi altında birleştirmeye çalışmıştır.
2. İngiltere ve Fransa’nın .......................................... Cephesi’nde yenilmeleri üzerine bu devletlerden yardım
alamayan Rusya’da çarlık rejimi yıkılmıştır.
3. Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı sırada Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olarak ............................................ Cephesi’nde bulunuyordu.
4. 21 Aralık 1918’de kurulan ................................................... Cemiyetinin amacı Adana ve çevresinin
Fransızların eline geçmesini önlemektir.
5. Millî Cemiyetler .......................................... Kongresi’nde alınan kararla tek çatı altında toplanmıştır.
6. Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de .................................... belgesini kabul etmiştir.
7. Büyük Millet Meclisinin ilk günkü toplantısına en yaşlı üye sıfatıyla ................................................ milletvekili
Şerif Bey başkanlık etmiştir.
8. Kurtuluş Savaşı sırasında vatansever din adamları ....................................... Müftüsü Rifat Börekçi öncülüğünde Millî Mücadele’yi destekleyici fetvalar verdiler.
B) Aşağıdaki cümlelerden doğru olanların başına D, yanlış olanların başına Y yazınız.
( ) 1. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na İttifak Devletlerinin yanında katılmıştır.
( ) 2. Alsas-Loren bölgesi Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere ile Almanya arasında çekişme konusu olmuştur.
( ) 3. Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli antlaşmalarla Antalya, Muğla ve Konya illeri Fransa’ya verilmiştir.
( ) 4. Mondros Ateşkes Antlaşması’yla Osmanlı Devleti’nin egemenlik hakları korunmuştur.
( ) 5. Milletler Cemiyetinin kurulmasına Paris Barış Konferansı’nda karar verilmiştir.
( ) 6. Hürriyet ve İtilaf Fırkası millî varlığa düşman cemiyetlerden biridir.
( ) 7. Erzurum Kongresi toplanış amacı bakımından bölgesel bir kongredir.
( ) 8. Millî Kongre Cemiyeti, Sivas Kongresi’nde kurulmuştur.
( ) 9. Hıyanet-i Vataniye Kanunu son Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilmiştir.
( ) 10. Sevr Antlaşması ile kapitülasyonların devamına karar verilmiştir.
C) Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1. Millî Mücadele sırasında BMM’ye karşı ayaklananları yargılamak amacıyla üyeleri Büyük Millet Meclisindeki
milletvekilleri arasından seçilen İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Bu bilgiye göre BMM;
I. Yasama
II. Yürütme
III. Yargı
yetkilerinden hangisini veya hangilerini kullanmış olmaktadır?
A) Yalnız I
B) Yalnız II
C) Yalnız III
D) II ve III
51
2. Erzurum Kongresi’nde alınan kararlardan bazıları şunlardır:
I. Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür. Parçalanamaz.
II. Kuvayımilliyeyi etkin ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
III. Mebusan Meclisinin derhâl toplanmasına çalışılacaktır.
Yukarıdaki kararlardan hangisi veya hangileri doğrudan doğruya millî egemenliği gerçekleştirmeye yöneliktir?
A) Yalnız I
B) Yalnız II
C) I ve II
D) II ve III
3. Aşağıdakilerden hangisi Mondros Ateşkes Antlaşması’nın sonuçlarından biri değildir?
A) Türklerin haberleşme özgürlüğü engellenmiştir. B) Doğu Anadolu Ruslar tarafından işgal edilmiştir.
C) Azınlıkların zararlı faaliyetleri artmıştır.
D) Osmanlı Devleti bağımsızlığını kaybetmiştir.
4. Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi’nde millî birlik ve beraberliği sağlamak amacıyla hangi istekte bulunmuştur?
A) Sivas’ta millî bir kongrenin toplanması
B) Kuvayımilliye birliklerinin kurulması
C) Millî bir haber ajansının kurulması
D) Her bölgede bir müdafaa-i hukuk cemiyetinin kurulması
5. Misakımillî kararlarında Kars, Ardahan ve Batum ile Batı Trakya için gerekirse halkın oyuna başvurulabileceği
belirtilmiştir. Bu kararın alınmasında o bölgelerimizin hangi özelliğinin etkisi olduğu söylenebilir?
A) Meclisi Mebusanda temsilci bulundurmaları
B) Sınır bölgelerinde yer almaları
C) Türk ve Müslüman nüfusa sahip olmaları
D) Uzun süredir Osmanlı yönetiminde kalmaları
6. Mustafa Kemal başkanlığındaki Temsil Heyetinin Ankara’yı merkez seçmesinde Ankara’nın;
I. Batı Cephesi’ne yakın olması
II. Güvenli bir yerde bulunması
III. Ulaşım ve haberleşme imkânlarına sahip olması
özelliklerinden hangisi veya hangileri etkili olmuştur?
A) Yalnız I
B) I ve III
C) II ve III
D) I, II ve III
Ç) Aşağıdaki soruların cevaplarını verilen boşluklara yazınız.
1. BMM hükümetinin iç ayaklanmalara karşı aldığı önemler nelerdir?
..........................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................................
................................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................................
2. Amasya Genelgesi’ne göre Kurtuluş Savaşı’nın amacı, yöntemi ve gerekçesi nedir?
..........................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................................
3. Millî Kongre Cemiyetini diğer millî cemiyetlerden ayıran özellikler nelerdir?
...........................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................................
4. Erzurum Kongresinde alınan kararlardan hangisiyle kapitülasyonların kabul edilemeyeceği vurgulanmıştır?
...........................................................................................................................................................................................
5. Mustafa Kemal’in Havza’dan yaptığı bir çağrıyla yurdun her yerinde protesto mitingleri düzenlenmesini istemesinin nedenleri nelerdir?
...........................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................................
52
3.
Ünite
Ya İstiklal Ya Ölüm
ndeki hizmetlerini anlatan
Hazırlık Çalışmaları
un Millî Mücadele süreci
on
k
ara
yap
a
rm
ştı
ara
bir
hakkında
1. Kâzım Karabekir Paşa
la
sınıfınızda arkadaşlarınız
bir metin yazınız.
arak edindiğiniz bilgileri
yap
a
rm
ştı
ara
er
bir
a
nd
Bey hakkı
2. Sütçü İmam ve Şahin
den
uya dönüştürülmesine ne
paylaşınız.
bu kuvvetlerin düzenli ord
k
ara
yap
ma
ştır
ara
bir
hakkında
3. Kuvayımilliye birlikleri
ızla tartışınız.
sinin
ini sınıfınızda arkadaşların
bile eğitime önem verme
ihtiyaç duyulmuş olabileceğ
ve onun savaş günlerinde
uz
lun
bu
er
ekl
örn
en
ind
li sözler
4. Atatürk’ün eğitim ile ilgi
tartışınız.
sınıfınızda arkadaşlarınızla
ini
ceğ
bile
neler yaptığını araştırınız.
ola
ler
ne
in
rin
nedenle
ihtiyaçlarını karşılamak için
n
nu
usu
ord
in,
tin
lle
mi
a Türk
kararları ve emirle5. Kurtuluş Savaşı sırasınd
e sonuçlanmasına hangi
erl
zaf
un
uz’
arr
Ta
k
yü
ydan Savaşı ve Bü
6. Atatürk’ün, Sakarya Me
ız.
riyle etki ettiğini araştırın
niz.
rden
şması hakkında bilgi edini
i araştırınız ve bu eserle
7. Mudanya Ateşkes Antla
at ve edebiyat eserlerin
san
.
vb
an
rom
,
şiir
,
im
alan res
8. Kurtuluş Savaşı’nı konu
ad
ark aşlarınıza tanıtınız.
birini sınıfınıza getirerek
Mustafa Kemal, Büyük Taarruz öncesinde
askerî birlikleri denetliyor.
53
1. Konu
Doğu ve Güney Cepheleri
Doğu Cephesi’nde Savaş ve Gümrü Barış Antlaşması
Birinci Dünya Savaşı sürerken 1917 yılında Rusya’da çıkan ihtilal sonucunda çarlık rejimi yıkıldı. Yeni
kurulan yönetim ise savaştan çekilerek Doğu Anadolu ve Kafkasya’da işgal etmiş olduğu yerleri boşalttı. Rus
kuvvetlerinin çekilmesi üzerine de Kafkasya’da Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan adıyla üç yeni devlet kuruldu. Bu devletlerden Ermenistan Cumhuriyeti’nin amacı, Doğu Anadolu topraklarını içine alacak şekilde Büyük Ermenistan’ı kurmaktı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ermenileri bu hayallerini gerçekleştirmeleri için
harekete geçiren devlet ise İngiltere oldu. İngiltere, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 24. maddesinde Doğu
Anadolu’nun işgalini amaçlayan bir hükme yer verdi. Ayrıca Ermenilerin, Paris Barış Konferansı’na katılmalarını
ve uluslararası alanda destek bulmalarını sağladı.
?
İngilizlerin Ermenileri desteklemelerinin nedenleri neler olabilir?
Ermeniler başta İngiltere olmak üzere Batılı
devletlerden aldıkları desteğe güvenerek Kars ve çevresinde yaşayan Türkleri göç etmeye zorladılar. Doğu
Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulmasını öngören Sevr
Antlaşması’nın imzalanmasından sonra da Türk topraklarına doğru saldırıya geçtiler. O günlerde bölgedeki tek
düzenli birliğimiz Erzurum’daki 15. Kolordu idi. Bu orduya Büyük Millet Meclisi tarafından Doğu Cephesi Komutanlığına atanan Kâzım Karabekir Paşa komuta ediyordu.
Resim 3.1: Türk askerlerinin Sarıkamış’a girişi
Yandaki sayfada öz geçmişini ve milletimize yaptığı hizmetlerini okuyacağınız Kâzım Karabekir, 28 Eylül
1920’de karşı taarruza geçerek Ermenilerin işgali altındaki Sarıkamış, Kars ve Gümrü’yü geri aldı. Böylece onları barış istemek zorunda bıraktı.
GÜMRÜ
SARIKAMIŞ
0
110
220 km
Türk Kuvvetleri
Ermeni Kuvvetleri
Harita 3.1: Doğu Cephesi
54
Kâzım Karabekir (1882 – 1948)
Millî Mücadele’nin önemli komutanlarından biri olan Kâzım Karabekir
1882’de İstanbul’da doğdu. 1905’te Harp Akademisini bitirerek Manastır’a atandı.
Kurtuluş Savaşı’nda Doğu Cephesi Komutanlığı yaptı. 1924’te Terakkiperver Cumhuriyeti Fırkasının kurucuları arasında yer aldı. 1946’da TBMM Başkanlığına seçildi
ve vefat ettiği 1948 yılına kadar bu görevde kaldı.
Kâzım Karabekir Paşa, Doğu Anadolu’da görev yaptığı sırada askerî faaliyetlerinin yanı sıra bölgenin sosyal ve kültürel kalkınmasını sağlamaya yönelik
çalışmalarda da bulundu. Bu amaçla Birinci Dünya Savaşı sırasında anasız babasız
kalan 4 bin kadar çocuğa sahip çıktı. Karabekir Paşa “Gürbüzler Ordusu” adını verdiği bu çocuklar için karargâh hâline getirdiği Sarıkamış’ta okullar açtı. “Çocuk Davam” dediği bu meseleye dikkat
çekmek ve Mustafa Kemal’in de desteğini almak için Erzurum’dan Ankara’ya giderken bir grup yetim çocuğu da
yanında götürdü. Halide Edip (Adıvar) Ankara’da gördüğü bu çocuklarla ilgili gözlemini şu sözlerle anlatmaktadır:
“Kâzım Karabekir Paşa, ana babaları Erzurum
ve Erzincan bölgelerinde öldürülen iki bin kadar yetim
Türk çocuğunu evlat edinmişti. Bunlar, dörtle on dört
yaş arasında çocuklardı. Üzerlerinde asker elbisesi olmasına ve Paşa’nın seçtiği subayların gözetimi altında
olmalarına karşın asker terbiyesi görmüyorlardı. Kâzım
Karabekir Paşa, çocuklarda, çok acıklı günlerinin anılarını silmek için ne gerekirse yapmaktaydı. Onların
eğitiminde en büyük rolü müzik oynuyordu. Çocukları
özellikle birer sanat ve meslek sahibi olacak şekilde
Resim 3.2: Kâzım Karabekir Paşa’nın evlat edindiği çoyetiştiriyordu. Bunlardan bazıları gayet iyi marangozcuklar
mikroskop başında inceleme yapıyor.
luk öğrenmişti. Güzel resim çizmesini, çocukça fakat
sanatkârca oymalar yapmasını biliyorlardı. Kâzım Paşa, ceza usulünü kaldırmıştı. Bununla birlikte, çocukların
kişiliklerinin serbestçe gelişmesini önlemeyecek bir disiplin kurmuştu. Kötü hareketi görülen çocuğu karşısına
alıp onunla tek başına konuşurdu. “Paşa Baba”nın bir kenara çekip öğüt verdiği çocuğun bir daha kötü bir şey
yaptığı olmazdı.
Bu yetimlerin eğitiminde makine kullanmanın gereği ve yararı üzerinde de duruluyordu. Makinelerin yararını belirten piyesler oynanmakta, makineyi öven şiirler okutulmaktaydı. Çocuklarda en çok göze çarpan şey,
dürüstlük, doğru sözlülüktü. Bu özellikleri öğütlerle değil, içinde yaşadıkları çevreden, havadan almaktaydılar.”*
* Halide Edip Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s. 256, 257.
Ermenistan ile Büyük Millet Meclisi Hükûmeti arasında 2-3 Aralık 1920’de Gümrü Barış Antlaşması
imzalandı. Bu antlaşma ile Kars, Sarıkamış, Kağızman, Kulp ve Iğdır Türkiye’ye bırakıldı. Ermenistan Hükûmeti
silah ve cephanelerini Türk kuvetlerine teslim etti. Ayrıca Sevr Antlaşması’nı geçersiz saydığını ilan ederek
Anadolu topraklarına yönelik taleplerinden vazgeçti. Ermenistan’a karşı kazanılan zafer düzenli birliklerimizin
askerî alandaki ilk başarısıdır. Bu zaferin sonunda imzalanan Gümrü Antlaşması ise Büyük Millet Meclisinin
uluslararası alanda kazandığı ilk siyasi zaferdir.
“Bu zafer ile Millî Mücadele’nin ve İstiklal Harbi’nin bir cephesi kapanmış, Anadolu İhtilali’nin de
1920 yılı ortalarında geçirdiği tehlikelerden sonra prestiji artmış oluyordu. Asıl harbi batıda yapacak olan
Türk ordusu, artık arkası emin şekilde döğüşecek ve doğudaki birliklerden bir kısmı Batı Cephesi’ne nakledilecekti. Bunlardan başka Rusya’dan gelecek yardımlar için yol açılmış bulunuyordu.”
Sabahattin Selek, Ulusal Kurtuluş Savaşı, C I, s. 311, 312.
?
Millî Mücadele sırasında Rusya’nın TBMM Hükûmetine yardım etmesinin nedenleri neler olabilir?
ÖÇK
34
55
Güney Cephesi
?
Kilikyalılar Cemiyeti hangi olaylar üzerine ve ne amaçla kurulmuştu?
İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Güney Anadolu topraklarımızı işgale başladılar. Bu devletlerden Fransa, 11 Aralık 1918’de çoğu Ermenilerden oluşan dört yüz kişilik bir
kuvvetle Dörtyol’a girdi. Ardından verimli Çukurova topraklarını sömürgeleştirmek amacıyla Adana’yı işgal etti.
Fransız işgali Ermeni çetelerinin yardımıyla Kozan, Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı içine alacak şekilde
genişledi.
0
110
220 km
Kuvayımilliye Birlikleri
Fransız Kuvvetleri
Harita 3.2: Güney Cephesi
Adana’da Millî Mücadele
Çukurova bölgesinde Fransızların ve onların silahlandırdığı Ermenilerin saldırılarına karşı ilk millî teşkilat Karaisalı’da kuruldu. Silahlı direnişe geçen Adanalılar düşmana karşı kahramanca çarpıştılar. Bu çarpışmalar
sırasında bir Fransız birliği Pozantı’da esir düşerken Dörtyol ve Osmaniye’deki işgal kuvvetleri de geri çekilmek
zorunda kaldılar. Fransızlar 20 Ekim 1921’de TBMM Hükûmeti ile imzaladıkları Ankara Antlaşması’yla Adana
ve çevresindeki işgallerine son verdiler. Çukurova’daki millî mücadele sırasında fedakârlıklarıyla tarihe geçmiş
kahramanlarımız vardır. Bunlardan biri de aşağıda anlatılan Tayyar Rahmiye Hanım’dır.
Tayyar Rahmiye Hanım (1890 – 1920)
Osmaniye’de dünyaya gelen Rahmiye Hanım, Millî Mücadele sırasında güney illerimizi işgal eden Fransızlara karşı savaşan kadın kahramanlarımızdan biridir. Fransızların halka
yaptığı zulümler üzerine gönüllülerden kurduğu müfrezesinin başında çarpışmalara katılan
Rahmiye Hanım’a atılganca hareketlerinden dolayı Tayyar (uçan) unvanı verildi.
Tayyar Rahmiye Hanım, Osmaniye’deki Fransız Karargâhına 1 Temmuz 1920’de müfrezesiyle birlikte giriştiği taarruz harekatı sırasında düşman ateşiyle şehit düşmüştür. Ancak
silah arkadaşları onun başlattığı taarruzu zaferle sonuçlandırarak karargâhı ele geçirmişlerdir.
Bu fedakâr Türk kadınının mezar taşında şu cümleler yazılıdır:
“Yarınların sahibi ey gençlik,
İyi tanı, ebedî sükûnetle bu mezarda yatanı.
Hak için, bayrak için canın feda edip
Armağan etti bize bu mukaddes vatanı.”
turkoloji.cu.edu.tr/CUKUROVA/sempozyum/semp_1/onder_2.pdf (Düzenlenmiştir.)
56
Maraş, Urfa ve Antep Savunmaları
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal eden İngilizler bir süre sonra aralarında yaptıkları paylaşım antlaşması gereği bu şehirleri Fransızlara bıraktılar. Fransızlar bölgeye girdikleri andan
itibaren Ermenilerle iş birliği yaparak Türklere karşı baskı ve şiddet uygulamaya başladılar. Türkler de onların bu
saldırıları karşısında Kuvayımilliye birlikleri kurarak savunmaya geçtiler.
Maraşlıların Kahramanlık Destanı
Maraş, İngilizlerin çekilmesinden sonra 30 Ekim 1919’da çoğunluğu Ermenilerden oluşan Fransız birlikleri tarafından işgal edildi. Bu olaydan birkaç gün sonra bazı Fransız askerleri ve onlarla birlikte hareket eden Ermeniler sokakta evlerine gitmekte olan bir grup Türk kadınının yolunu kestiler. Onlara “Burası artık Türklerin değildir, Fransız
memleketinde peçe ile gezilmez.” deyip kadınlardan birinin peçesini yırttılar. Bunun üzerine çevresinde Sütçü İmam
adıyla tanınan vatansever bir Maraşlı aşağıdaki metinde de okuyacağınız gibi olaya neden olan askeri öldürdü.
Sütçü İmam (1871 - 1922)
Maraş’taki Fransız - Ermeni askerleri 31 Ekim 1919 günü Uzunoluk semtinde evlerine gitmekte olan üç Türk kadınına “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek saldırıda bulundular. Silahsız şekilde olaya müdahale etmek isteyen Çakmakçı Sait’i de şehit ettiler. Bunun üzerine caddenin karşısındaki dükkânında bulunan Sütçü İmam, tabancasını alarak hızla olayın olduğu yere geldi ve askerlerden birini öldürdü. Ardından da yakalanmamak için Nalbant Bekir’den emanet
aldığı bir ata binerek Ağabeyli köyüne gitti. İzini kaybettiren Sütçü İmam işgal güçlerinin bütün çabalarına rağmen bulunamadı.
Bu olaydan sonra Sütçü İmam, gündüzleri köy köy dolaşarak düşmana karşı direniş çağrısı yaptı. Geceleri ise şehre inerek
düşmana karşı başlatılan direnişe yardım etti. Böylece 22 gün süren Maraş Harbi’ne katılıp şehrin kurtuluşuna katkıda bulunan
Sütçü İmam düşmana ilk kurşunu atarak Maraş’ın kurtuluş mücadelesini başlatmış oldu.
kahramanmaras.gov.tr/Dosyalar/milli-mucadele.pdf (Düzenlenmiştir.)
Sütçü İmam olayının ardından Maraş’ta başlayan gerilim, Fransızların kaledeki Türk bayrağını indirip kendi bayraklarını çekmesiyle
daha da arttı. Maraş Ulu Cami İmamı Rıdvan Hoca’nın, cuma namazı için toplanan halka, kalelerinde hür bayrağı dalgalanmayan esir bir
memlekette cuma namazı kılınamayacağını söylemesi ise halkın bağımsızlık duygusunu harekete geçirdi. Bunun üzerine Maraşlılar kaledeki Fransız bayrağını indirip yerine yeniden Türk bayrağını çektiler.
Fransızlar Maraş’ta giderek güçlenen bu direniş ruhunu kırmak amacıyla şehrin ileri gelenlerini tutukladılar. Ancak bu kez de kahraman
Maraş halkının silahlı direnişiyle karşılaştılar.
Mustafa Kemal, Maraşlıların başlattığı kurtuluş mücadelesine
destek olmak için bazı silah arkadaşlarını o bölgeye gönderdi. Bu arada
çevredeki Kuvayımilliye birlikleri de Maraşlıların yardımına koştu. Böylece giderek güçlenen Türk direnişi karşısında tutunamayan Fransızlar
ve Ermeniler şehir içinde yaşanan şiddetli çarpışmalarda büyük kayıplar verdiler. 11 Şubat 1920 gecesi de karanlıktan faydalanarak şehri
gizlice terk ettiler.
Resim 3.3: Maraş’taki Sütçü İmam Anıtı
Maraş’ın düşman işgalinden kurtarılması Millî Mücadele’de kazanılan ilk zafer oldu. Henüz Büyük Millet
Meclisinin açılmadığı ve düzenli ordunun kurulmadığı bir dönemde kazanılan bu zafer ülke içinde ve dışında büyük
yankılar uyandırdı.
!
?
Maraş, halkının Kurtuluş Savaşı sırasında kazandığı bu zafer nedeniyle 7 Şubat 1973’te TBMM tarafından
“Kahraman” unvanıyla ödüllendirildi.
Maraşlıların düşmana karşı gösterdikleri kahramanlık hangi duygu ve düşüncelerin eseri olabilir?
ÖÇK
35
57
Kendi Kendini Kurtaran Şehir: Urfa
Urfa önce İngilizler daha sonra da 30 Ekim 1919’da Fransızlar tarafından işgal edildi. Fransızlar diğer şehirlerde olduğu gibi Urfa’da da Ermenilerle
iş birliği yaptılar. Diğer yandan Urfalıları birbirlerine karşı kışkırtarak bölmeye
çalıştılar.
Urfa’da Ermeniler, Fransızlardan aldıkları cesaretle Türk halkına karşı onur kırıcı ve tahrik edici davranışlarda bulunmaya başladılar. Urfalılar bağımsızlıklarına, millî birlik ve beraberliklerine yönelik bu saldırılara karşı Urfa
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurdular. Cemiyetin başkanlığına ise Mustafa Kemal tarafından bölgeye atanan Yüzbaşı Ali Saip Bey’i getirdiler.
Aşağıda kısa öz geçmişi verilen Ali Saip Bey, Urfa halkını Fransızlara karşı mücadeleye çağırarak 3.000 kişilik bir kuvvet topladı. Ardından da Urfa’daki
Resim 3.4: Ali Saip Bey
Fransız Komutanlığına bir ültimatom vererek şehrin 24 saat içinde boşaltılmasını
istedi. Ancak Fransızlar, Ali Saip Bey’in
Ali Saip Bey (Ursavaş, 1895-1939)
uyarısına oyalayıcı cevaplar vererek
1885’te bugün Irak sınırları içinde kalmış olan Revandiz’de doğdu. Harp
şehri terk etmediler. Bunun üzerine Okulundan mezun oldu. 1919 yılında Urfa Jandarma Komutanlığına getirildi.
Urfa’daki Türk birlikleri Fransızlara kar- Şehrin ileri gelenleri ile bir millî teşkilat oluşturarak Urfa’nın kurtuluşunda önemli rol oynadı. Bu nedenle Atatürk tarafından kendisine “Ursavaş” soyadı verildi.
şı silahlı mücadeleye başladılar.
Urfalılar iki ay kadar süren çatışmalar sırasında dışarıdan yardım
alma imkânı bulamadılar. Ancak özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetmemek için birlik beraberlik ve dayanışma içinde şanlı bir direniş sergilediler.
11 Nisan 1920’de de düşmanı şehirlerinden atmayı başardılar.
Urfalılar düşmana karşı gösterdikleri bu şanlı direnişin sonunda
kazandıkları zaferle ilgili duygularını şu
halk türküsünde dile getirmişlerdir.
1939’da Adana’da vefat etti.
Ali Saip Bey, Fransızlarla girdiği bir çarpışmanın ardından savaş alanını
gezerken şu duygulu sözleri söylemiştir:
“Şimdi toprağa serilip kalmış bu bahtsız Fransız delikanlıları ne arıyorlardı burada? Niye geldiler, burada ne işleri vardı? Urfa nere, Paris nere?
Neden gelip yaşamlarını burada bıraktı bu genç insanlar. Türk yurdunu ele geçirmek, Türk istiklalini yok etmek için buraya gönderilen bu bahtsızları oymakların ve çevre köylerin savaşçıları öldürmedi. Hayır, onları buraya gönderenler
öldürdü. Bu insanları, Türk inkılabının ve Türk İstiklal Savaşı’nın ayakları altına
fırlatmanın ne anlamı vardı?” *
* Abdula Mardanoviç Şamsutdinov,
Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi, s. 141.
?
Ali Saip Bey “onları buraya gönderenler” sözüyle kimleri
anlatmak istiyor olabilir?
Kolumu Salladım Toplar Oynadı
Kolumu salladım toplar oynadı,
Çekerim çekerim gitmez kadana,
Kara taş içinde çete kaynadı,
Fransız’ın kurşunu değmez adama,
Yaşasın Urfalılar teslim olmadı;
Dönmezsem haber verin anama;
Di yeri yeri kumandanlar yeri,
Di yeri yeri kumandanlar yeri,
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri.
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri.
Tılfındır hastahane karşıma karşı,
Zalım Fransız’ın bomba atışı,
Urfa çetelerinin süngü takışı;
Di yeri yeri Bozan Beg’im yeri,
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri.
Şişkonun damından atladım geldim,
Cabırhaman döküldü topladım geldim,
Hayın düşmanları pakladım geldim;
Di yeri yeri kumandanlar yeri,
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri.
Anonim
!
58
TBMM Urfalıların, haklarını koruma konusunda gösterdikleri cesaret ve fedakârlık nedeniyle 12 Haziran 1984’te Urfa’ya “Şanlı” unvanını vermiştir.
Antepli Gazilerin Direnişi
Maraş ve Urfa gibi Antep de önce İngilizler daha sonra da 29 Ekim 1919’da Fransızlar tarafından işgal
edildi. Fransızlar ve onların silahlandırdığı Ermenilerin saldırıları Antepliler tarafından tepkiyle karşılandı. Antep Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de kentteki işgalcilere Suriye’deki Fransız Komutanlığından gelen yardımları
engelleme kararı aldı. Bu amaçla Üsteğmen Şahin Bey’i Kilis Kuvayımilliye Komutanlığına getirerek Fransızların
yolunu kesmekle görevlendirdi. Aşağıda kısa öz geçmişini okuyacağınız Şahin Bey bu göreve atandıktan sonra
Antep’e girmek isteyen Fransız birliklerini bozguna uğrattı. Kendisinden yolu açmasını isteyen Fransız Komutanlığına da şu mektubu yazdı:
“Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde Türk kanı vardır. Her bucağında bir atanın mezarı vardır. Eski zamanlardan beri Türkler bu topraklarda yaşamaktadır. Türk bu topraklara, bu topraklar da
Türk’e ısındı, kaynadı. Sadece siz değil, bütün dünya bir araya gelse bizi bu topraklardan ayıramaz. Sonra sen,
Türk esir yaşamaz, diye duymadın mı? Namus ve hürriyeti için ölüme atılmak bize, ağustos ayı sıcağında soğuk
su içmekten daha tatlı gelir. Sizler canı kıymetli insanlarsınız. Bize çatmayınız. Bir gün evvel topraklarımızdan
savuşup gidiniz. Yoksa kıyarız canınıza.” (1)
Şahin Bey (1890 - 1920)
Asıl adı Mehmet Sait olan Şahin Bey, Trablusgarp ve Balkan savaşlarında bulundu. Er olarak katıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Yemen ve Sina cephelerinde savaştı. Gösterdiği başarılardan dolayı
subaylığa yükseltildi.
Fransızların Antep’i işgal etmesi üzerine Kilis Kuvayımilliye Komutanlığına getirildi. Kilis-Antep kara yoluna kurduğu savunma hattıyla
uzun süre Fransızların Antep’teki kuvvetlerine destek göndermelerini engelledi. Albay Andreas komutasındaki Fransız alayına karşı Kızılburun ve
Kertil tepelerini iki gün boyunca savundu. Daha sonra Bostancık yakınlarına çekildi. 28 Mart 1920 günü girdiği çatışma sırasında düşman ateşiyle şehit düştü. Adına halk tarafından türküler yakılıp ağıtlar söylendi.
http://sahinbey.meb.gov.tr/www/sahinbey-hakkinda/icerik/5
(Düzenlenmiştir.)
Fransızlar, Şahin Bey’in tuttuğu Kilis-Antep yolunu açmak için 26 Mart 1920’de Antep’e doğru ilerleyişe
geçtiler. Şahin Bey onları durdurmak için emrindeki zayıf kuvvetiyle üç gün boyunca kahramanca direndiyse
de sonunda Fransız süngüleri altında şehit düştü.
Şahin Bey’in şehit düşmesinden sonra Antep’teki Kuvayımilliye birliklerinin komutanlığını Mustafa
Kemal’in emriyle Kılıç Ali Bey üstlendi. Kılıç Ali Bey şehri kuşatan ve top ateşine tutan Fransızların teslim olmaları yönündeki çağrılarını reddederek mücadeleyi sürdürdü. Kadın, çocuk, yaşlı demeden tüm Antepliler modern silahlara sahip güçlü bir orduya karşı taş, sopa, balta, av tüfeği gibi basit silahlar kullanarak kahramanca
savaştılar. Ancak açlık, susuzluk ve cephanesizlik yüzünden 9 Şubat 1921’de teslim olmak zorunda kaldılar.
!
Antepliler 10 ay 9 gün süren kuşatma sırasında 6.317 şehit verdiler. Antep’e TBMM tarafından 6
Şubat 1921’de “Gazi” unvanı verildi.
Güney Cephesi’nde Fransızlara ve onlarla iş birliği yapan Ermenilere karşı sürdürülen mücadele Sakarya Zaferi’nin kazanılmasına kadar devam etti. Bu zaferin ardından Fransızlar, Güney Anadolu topraklarında
tutunamayacaklarını görerek 20 Ekim 1921’de TBMM Hükûmeti ile Ankara Antlaşması’nı imzaladılar. Bir süre
sonra da işgal altında tuttukları Adana ve Antep’ten çekildiler.
?
Fransızların Güney Cephesi’nden çekilmesi hangi sonuçları ortaya çıkarmış olabilir?
(1) Durmuş Yalçın ve diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C I, s. 244.
59
2. Konu
Batı Cephesi’nde Savaş
Millî Mücadele sırasında en şiddetli çarpışmalar Yunanlılara karşı Batı Cephesi’nde yaşandı. 19. yüzyılda
Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsızlığını kazanan Yunanistan büyük hayaller peşinde koşan bir devletti. Yunanlılar, İstanbul’u Türklerin elinden alarak Bizans İmparatorluğu’nu yeniden diriltmek ve Batı Anadolu’ya hâkim olmak
istiyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da bu isteklerini gerçekleştirme zamanının geldiğini düşünerek harekete geçmişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hemen ardından Trakya’ya asker çıkaran Yunanistan, 15 Mayıs
1919’da da Paris Barış Konferansı’nda alınan karara dayanarak İzmir’i işgal etmişti.
Millî Mücadele’de Kuvayımilliye
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Türk milleti tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. İşgal yurt genelinde
düzenlenen mitinglerle protesto edildi. Ege Bölgesi’nde de
halk Yunanlıların ve yerli Rumların saldırılarına karşı kendisini savunmak üzere silahlı Kuvayımilliye birlikleri kurmak için
harekete geçti.
Denizli’de, İzmir’in işgalinden yaklaşık 4 saat sonra
yapılan mitingde halk silahlı mücadeleye geçme kararı alarak resmî makamlardan silah talebinde bulundu. Yanda bu
mitingde konuşan Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin
sözlerinin bulunduğu kitabeyi ve Denizli’de onun için yapılmış anıtı görüyorsunuz.
17 Mayıs’ta da Burdur Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey bağlı olduğu komutanlığa bir telgraf
göndererek Kuvayımilliye birliği kurmak için izin istedi. O,
telgrafında, halkın mutlaka silahlandırılması gerektiğini ve
emir verilirse İtilaf Devletlerinden gizli biçimde büyük bir
gönüllüler teşkilatı kurabileceğini bildirdi.
Resim 3.5: Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin Denizli’deki anıtı
İzmir’in işgali üzerine Denizli ve Burdur’da ortaya çıkan silahlı mücadele fikri kısa sürede Batı Anadolu’nun
her tarafına yayıldı. Böylece pek çok yerde irili ufaklı Kuvayımilliye birlikleri kuruldu. Her yaştan eli silah tutan gönüllülerin oluşturduğu bu birliklere bazı yerlerde subaylar, bazı yerlerde ise Demirci Mehmet Efe ve aşağıda kısa öz
geçmişini gördüğünüz Yörük Ali Efe gibi yerli halktan liderler komuta ediyordu.
Yörük Ali Efe (1895 - 1951)
Aydın’ın Sultanhisar ilçesinin Kavaklı köyünde doğan Yörük
Ali Efe, Yunan işgali üzerine, Aydın’da ilk Kuvayımilliye teşkilatını kurarak silahlı mücadeleyi başlattı. Kuvayımilliye Dönemi’nde Menderes ve Havalisi Komutanlığını yaptı.
Yörük Ali Efe, düzenli ordu kurulana kadar yaklaşık yirmi ay
boyunca düşman kuvvetlerinin Aydın üzerinden Anadolu içlerine doğru ilerlemesini engelledi. Düzenli ordunun kurulması üzerine emrindeki savaş deneyimine sahip grubu ile birlikte BMM ordusuna katıldı.
Savaş sonrasında başarılarından dolayı TBMM tarafından
kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirilen Yörük Ali Efe, 23
Eylül 1951 tarihinde vefat etti.
http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/09/01/708575/icerikler/
yoruk-ali-efe_73509.html?CHK=3c73ccda4c9c3f099bf612ede8f31a7c
(Düzenlenmiştir.)
60
Türk milletinin kendi imkânlarıyla oluşturduğu Kuvayımilliye birliklerinin Millî Mücadele içinde önemli
bir yeri vardır. Bu birlikler İzmir’e çıkan ve iç bölgelere doğru yayılmak isteyen Yunan kuvvetlerine karşı kahramanca mücadele ettiler. Sayı ve silah bakımından çok güçlü olan düşman kuvvetlerinin hızını yavaşlattılar.
Düzenledikleri baskınlarla Yunanlıları yıprattılar ve onların ilerleyişini yer yer durdurmayı başardılar. Kuvayımilliyeciler işgalcilere karşı mücadele ederken bir yandan da Büyük Millet Meclisine karşı çıkan iç ayaklanmaların bastırılmasında önemli görevler üstlendiler.
?
Kuvayımilliye hareketinin Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasındaki rolü hakkında
neler söyleyebilirsiniz?
ÖÇK
36
Kuvayımilliyeden Düzenli Orduya
Kuvayımilliye birlikleri büyük fedakârlıklarla yürüttükleri mücadeleye rağmen düzenli Yunan ordusunu
durduracak ve Anadolu’dan tamamen söküp atabilecek durumda değildi. Çünkü genellikle askerî eğitimden
yoksun kişilerin oluşturduğu bu birlikler silah ve cephane yönünden yetersizdi. Ayrıca belli bir merkezden emir
almadıkları için askerî disiplinden uzak ve birbirlerinden habersiz şekilde savaşıyorlardı. Diğer yandan bazı
Kuvayımilliyeciler keyfî davranışlarıyla halkın şikâyetlerine neden olarak Millî Mücadele’ye zarar veriyorlardı.
İşte bütün bu eksiklikleri nedeniyle Kuvayımilliyenin bir an önce düzenli orduya dönüştürülmesi gerekiyordu.
Düzenli orduya geçiş yolunda ilk adım Sivas Kongresi’nde
atılmıştı. Kongrenin 9 Eylül 1919 tarihli toplantısında aşağıda kısa
öz geçmişi verilen Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu Umum Kuvayımilliye Komutanlığına atanmıştı. Büyük Millet Meclisinin açılışından
sonra da bu komutanlığın adı Batı Cephesi Komutanlığı olarak
değiştirilmişti.
Ali Fuat Cebesoy (1882 – 1968)
İstanbul’da doğan Ali Fuat Cebesoy, Harbiye Mektebini
bitirdi. Kurtuluş Savaşı’nda Batı Cephesi’nin ilk komutanı oldu.
1922’de TBMM’nin İkinci Başkanlığına seçildi. 17 Kasım 1924’te
Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar ve Refet Bele beylerle birlikte Cumhuriyet Dönemi’nin ilk muhalefet partisi olan
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurdu.
Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, s. 312 (Düzenlenmiştir.).
Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa, 24 Ekim 1920’de
Resim 3.6: Ali Fuat Paşa
Gediz’de bulunan Yunan tümeni üzerine taarruza geçti. Ancak
Kuvayımilliye birliklerinin düzensizliği nedeniyle başarılı olamadı. Gediz Muharebesi’nde uğranılan yenilgi
üzerine düzenli orduya geçiş süreci hızlandırıldı. Ali Fuat Paşa Ankara’ya çağırılarak Moskova Büyükelçiliğine
atandı. Bundan sonra Batı Cephesi, Batı ve Güney olmak üzere ikiye bölünerek Batı Cephesi Komutanlığına
Albay İsmet Bey, Güney Cephesi Komutanlığına ise Albay Refet Bey getirildi. Bu atamalardan sonra Kuvayımilliye birlikleri süratle düzenli ordu bünyesine alınmaya başlandı.
“Fuat Paşa’ya, kısa bir görüşmeden sonra, alabileceği yeni görevi söyledim. Mennuniyetle
kabul etti. Aynı günün gecesi İsmet ve Refet paşaları da davet ederek yeni durumu ve görevlerini
kararlaştırdık. Kendilerine verdiğim kesin direktif, süratle düzenli ordu ve süvari birlikleri meydana getirmekten ibaretti. Böylece 1920 yılı Kasım’ının sekizinci günü ‘düzensiz teşkilat fikir ve siyasetini yıkma
kararı’ faaliyet ve uygulama alanına konulmuş oldu.”
Kemal Atatürk, Nutuk, s. 344.
?
Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözleri onun hangi kişisel özellikleri ile ilişkilendirilebilir? Neden?
ÖÇK
37
61
Birinci İnönü Zaferi (6 - 10 Ocak 1921)
Batı Cephesi’nde düzenli ordunun kurulması
kararı, o zamana kadar serbest hareket etmeye alışmış bazı Kuvayımilliye liderlerinde rahatsızlık yarattı.
Bu liderlerden biri olan Çerkez Ethem kendisine bağlı
kuvvetlerle birlikte düzenli orduya katılmayı reddederek ayaklandı. Ancak üzerine gönderilen düzenli ordu
birlikleri karşısında tutunamayarak Yunanlılara sığınmak zorunda kaldı.
Batı Cephesi’nde Çerkez Ethem’in neden olduğu iç savaş sürerken Bursa’da bulunan Yunan kuvvetleri bu durumdan yararlanmak istediler. Yunanlılar hem
düzenli ordunun daha fazla güçlenmesini önlemek
hem de Eskişehir’i alarak Ankara’nın İstanbul ve Batı
Cephesi ile bağlantısını kesmek amacıyla ilerleyişe geçtiler.
6 Ocak 1921’de başlayan Yunan taarruzu, Batı
Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey’e bağlı kuvvetler
tarafından Eskişehir’in batısındaki İnönü mevkisinde
durduruldu. 10 Ocak 1921’de burada yapılan savaşta
ordumuz Yunanlıları yenilgiye uğratarak Bursa’ya doğru geri çekilmek zorunda bıraktı.
!
İznik Gölü
İznik
Osmaneli
Bursa
Ulu
Yenişehir
Bilecik
İnegöl
Da
ğ
Söğüt
Domaniç
İnönü
Eskişehir
Tavşanlı
Kütahya
Seyitgazi
Alayunt
Türk kuvvetleri
Yunan kuvvetleri
Çerkez Ethem
kuvvetleri
Demir yolları
0 Altıntaş20
40 km
Harita 3.3: I. İnönü Muharebesi
Birinci İnönü Savaşı’na Büyük Millet Meclisinden bazı milletvekilleri de er olarak katıldılar. Böylece ordu ile millet arasındaki dayanışma ve bütünleşmenin güzel bir örneğini verdiler.
Birinci İnönü Zaferi’yle düzenli ordumuz Batı Cephesi’ndeki ilk başarısını kazandı. Yurdun her tarafında
büyük bir coşku ile kutlanan bu zafer TBMM’de büyük bir heyecan yarattı. Mustafa Kemal, meclisin 13 Ocak 1921
tarihli toplantısında bu heyecanını “Cennetten vatanımıza bakan merhum Namık Kemal, Vatanın bağrına düşman
dayadı hançerini/Yok mudur kurtaracak bahtı
Mustafa İsmet İnönü (1884 — 1973)
kara maderini, demişti. İşte ben bu kürsüden,
İzmir’de doğan İsmet
bu yüksek meclisin başkanı olarak bütün millet
İnönü, 1903’te Harp Okulunadına diyorum ki: Vatanın bağrına düşman dadan, 1906’da da Harp Akademiyasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara
sinden birincilikle mezun oldu.
Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli
maderini.” (1) sözleriyle dile getirmiştir.
cephelerde bulunduktan sonra
Birinci İnönü Zaferi’nden sonra Büyük
Millî Mücadele’nin başlamaMillet Meclisinin otoritesi daha da güçlendi.
sı ile birlikte Anadolu’ya geçti.
Ayrıca Türk milletinin düzenli orduya güveni
Batı Cephesi Komutanlığına geve desteği ile kurtuluşa olan inancı arttı. Bu
tirildi. Büyük Taarruz’un zaferle
noktalanmasının ardından Musavaşta kazandığı zaferden dolayı yanda kısa
danya Mütarekesi görüşmeleöz geçmişi verilen Albay İsmet Bey’in rütbesi
rinde ve Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye’yi temsil etti. Türkiye
generalliğe yükseltildi. Diğer yandan zaferi izCumhuriyeti’nin ilk başbakanı olan İsmet İnönü, Atatürk’ten sonra
leyen günlerde Çerkez Ethem’in çıkardığı isyan seçildiği cumhurbaşkanlığı görevini 1950 yılına kadar sürdürdü.
da bastırıldı ve kuvvetlerinin bir bölümü düzenAndrew Mango, Atatürk, s. 625, 626 (Düzenlenmiştir.).
li orduya katıldı.
?
62
Birinci İnönü Savaşı kaybedilseydi bunun Millî Mücadele’mize etkileri neler olabilirdi?
(1) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C I, s. 154.
Londra Konferansı (21 Şubat - 12 Mart 1921)
Birinci İnönü Zaferi, İtilaf Devletlerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları daha da derinleştirdi. Bu devletlerden Fransa, Güney Cephesi’nden sonra Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’nin basit bir direniş hareketi olmadığını
görmüştü. İtalya ise Yunanistan’ı daha da güçlendirecek olan Sevr Antlaşması’ndaki bazı hükümlerin çıkarlarına aykırı olduğunu düşünüyordu. Ayrıca bu devletler Yunanlıların başarısızlığından sonra Sevr Antlaşması’ndaki maddelerin silah gücüyle uygulanamayacağını da anlamışlardı. Bunun üzerine İtalya ve Fransa, İngiltere’yi de ikna ederek
antlaşma hükümlerini yumuşatıp uygulanabilir hâle getirmek amacıyla Londra’da bir konferans toplamaya karar
vermişlerdi.
İtilaf Devletleri, Londra’da toplayacakları konferansa Osmanlı Hükûmetini de davet ettiler. Ayrıca oluşturulacak heyette TBMM Hükûmeti delegelerinin de bulunmasını istediler. Buna karşılık Mustafa Kemal, Türk milletinin
gerçek temsilcisinin TBMM olduğunu ve doğrudan çağırılmadıkça bu konferansa katılmayacaklarını bildirdi. İtilaf
Devletleri bunun üzerine TBMM Hükûmetinin yanı sıra İstanbul Hükûmetini de konferansa davet etmek zorunda
kaldılar.
Londra Konferansı 21 Şubat 1921’de başladı. Konferansta İstanbul Hükûmetini Sadrazam Tevfik Paşa, Ankara
Hükûmetini ise Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey temsil etti. İtilaf Devletleri, görüşmeler sırasında Sevr Antlaşması’nın
esaslarına dokunmadan bazı önemsiz değişiklikler yaparak hazırladıkları projeyi gündeme getirdiler. Buna göre
Doğu Trakya’nın Yunanlılarda kalması, kapitülasyonların devamı ve Doğu Anadolu’da bir Ermeni devletinin kurulması konularında geri adım atılmıyordu. İzmir ise Türklere veriliyor, ancak Hristiyan bir valinin yöneteceği şehirde
Yunan kuvvetleri bulunmaya devam ediyordu.
Türkler tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan bu öneriler karşısında Osmanlı temsilcisi Tevfik Paşa
“Söz milletimin asıl vekillerine aittir. Bundan dolayı Anadolu heyetine söz verilmesini rica ederim.” (1) diyerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine Ankara Hükümetini temsil eden Bekir Sami Bey, ilk önce Misakımillî ile belirlenen
sınırlar hakkında bilgi verdikten sonra işgal altındaki topraklarımızın boşaltılması ve bağımsızlığımızın tanınması
gerektiğini söyledi. Ayrıca kapitülasyonların kaldırılmasını istedi. Yunan heyeti ise Anadolu’yu boşaltmayı reddettiği
gibi Sevr’de yapılan diğer değişiklikleri de kabul etmeyeceğini bildirdi. Böylece Londra Konferansı herhangi bir sonuca varılamadan dağıldı.
Resim 3.7: Londra Konferansı’na katılan Türk delegeleri
Mustafa Kemal, Londra Konferansı’na heyet göndermekle askerî zaferi siyasi bir başarıyla tamamlamış
oldu. Londra Konferansı’na katılmakla TBMM Hükûmeti, Türk milletinin haklı davasını ve Misakımillî’yi dünya
kamuoyuna duyurma imkânı buldu. Diğer yandan Türkler hakkında yapılan “Barış istemiyorlar.” şeklindeki
propagandaları boşa çıkardı.
?
Londra Konferansı’nda İtilaf Devletlerinin önerilerini reddetmesine bakarak TBMM Hükûmetinin amaçları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
(1) Fatma Acun, Atatürk ve Türk İnkılap Tarihi, s. 178.
63
Türkiye - Afganistan Dostluk Antlaşması (1 Mart 1921)
?
Afganistan’ın Millî Mücadele sırasında Türkiye’nin yanında yer almasının nedenleri neler olabilir?
Birinci İnönü Zaferi’nden sonra dış politika
alanında yaşanan bir diğer gelişme Afganistan ile
imzalanan dostluk ve iş birliği antlaşması oldu. 1919
yılında İngiliz egemenliğinden kurtularak bağımsızlığını kazanan Afganistan, tarihî ve kültürel nedenlerle
Türkiye’ye yakınlık duyan bir ülke idi. İki ülke arasındaki bu yakınlaşma Mustafa Kemal ile Afgan Kralı
Amanullah Han arasında kurulan dostluk ile en üst
seviyeye çıktı. TBMM Hükûmeti ile Afganistan arasında imzalanan 1 Mart 1921 tarihli dostluk ve iş birliği
antlaşmasıyla da siyasi bir nitelik kazandı.
Türkiye-Afganistan Dostluk Antlaşması’na
göre taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğer taraf bunu
kendisine yapılmış sayacak ve saldırgana karşı bütün
imkânlarıyla mücadele edecekti. Antlaşmanın bir diğer maddesinde ise “Türkiye Afganistan’a kültür alanında
yardım etmeyi, öğretmen ve subay göndermeyi, bu öğretmen ve subayların en az 5 yıl görevde kalmasını ve bu
sürenin sonunda, Afganistan isterse yeniden eğiticiler göndermeyi yüklenir.” (1) ifadesi yer alıyordu.
Resim 3.8: Atatürk, ülkemizi ziyaret eden Afgan Kralı
Amanullah Han ile birlikte
Türkiye ile Afganistan arasındaki bu antlaşma ile TBMM Hükûmeti Afganistan tarafından resmen tanınmış oldu. Bu olay aynı zamanda İslam dünyasında Millî Mücadele ve TBMM Hükûmeti lehine bir kamuoyunun
oluşmasını sağladı.
!
Antlaşmadan sonra Kâbil ve Ankara hükûmetleri birbirlerini tanımanın gereği karşılıklı elçiler atamışlardır. Ankara’daki Afgan Elçiliği 10 Haziran 1921’de törenle açılmış ve elçilik bayrağını Mustafa
Kemal bizzat kendisi çekmiştir.
İstiklâl Marşı’mızın Kabulü
Özgürlüğü ve bağımsızlığı uğruna savaşan Türk milleti için I. İnönü Savaşı’nda kazanılan zafer büyük bir
gurur kaynağı olmuştu. Ancak milletimizin bu gururunu ve coşkusunu dile getirecek bir millî marşı yoktu. Bu eksiklik Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği hükûmet toplantılarından birinde gündeme getirildi. Toplantıda Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık tutkusunu yansıtacak bir millî marşın yazılmasına karar verildi. Bunun için de para
ödüllü bir yarışma düzenlendi. O günlerde başta Mustafa Kemal olmak üzere pek çok insan bu iş için en uygun
kişinin ünlü şairimiz Mehmet Âkif olacaMehmet Âkif Ersoy (1873 – 1936)
ğını düşünüyordu. Ancak Mehmet Âkif,
1873’te İstanbul’da doğdu. Halkalı
millî marşın ödül karşılığında yazılmaMülkiye Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Millî Mücadele’yi destekledi ve Burdur
sını doğru bulmadığı için bu yarışmaya
Mebusu olarak I. TBMM’de görev yaptı.
katılmadı. Bunun üzerine zamanın Millî
17 Şubat 1921’de İstiklâl Marşı’nı tamamEğitim Bakanı (Maarif Vekili) Hamdullah
ladı. 1936’de İstanbul’da vefat etti.
Suphi Bey para ödülünün kaldırılacağını
http://www.mehmetakifersoyedebiyatmusöyleyerek yanda kısa öz geçmişi verilen
zekutuphanesi.gov.tr/Mehmet-Akif-Ersoy.html
Mehmet Âkif’in yarışmaya katılmasını
(Düzenlenmiştir.)
sağladı.
Yarışmaya 724 şiir katıldı. Şiirler Mecliste kurulan bir komisyon tarafından incelendi. İnceleme sonucunda
aralarında Mehmet Âkif’in “İstiklâl Marşı” adlı şiirinin de bulunduğu yedi eserin Meclis kürsüsünden okunmasına
karar verildi. İlk önce Mehmet Âkif’in şiiri okundu.
64
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C II, s. 212.
Hamdullah Suphi Bey tarafından okunan şiir daha ilk mısrasında büyük bir alkış tufanıyla karşılandı.
Şiir istek üzerine dört defa daha okunarak her defasında çoşku ve heyecan içindeki milletvekilleri tarafından
ayakta alkışlandı. Aranan eser bulunmuştu. Meclis kararı ile kalan eserlerin okunmasına gerek görülmedi.
Mehmet Âkif’in “İstiklâl Marşı” adlı şiiri TBMM’nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda millî marşımız olarak
kabul edildi.
İstiklâl Marşı, vatanımız ve bağımsızlığımız uğruna cephelerde şehit düşen kahraman atalarımızın sesidir. Bu nedenle bizler İstiklâl Marşı’mızı her zaman ayakta, hazır ol duruşunda ve gururla söyleriz. Millî marşımız yazılışı, kabul edilişi ve anlamıyla benzersiz bir eserdir.
?
İstiklâl Marşı’mız ile ilgili duygu ve düşünceleriniz nelerdir?
Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)
Rusya’da çarlık rejiminin yıkılmasından sonra kurulan Sovyetler Birliği, Batılı devletlerin Anadolu’ya girmesini güney sınırlarının güvenliği bakımından tehlikeli buluyordu. Bu nedenle söz konusu devletlere karşı mücadele yürüten Türkiye’yi destekleyici bir politika izliyordu. Ancak TBMM Hükûmetinin askerî gücü konusunda tereddütleri olduğu için bu desteği bir antlaşmaya bağlama konusunda isteksiz davranıyordu. Birinci İnönü Zaferi’nin
kazanılması Sovyetler Birliği’nin bu tereddütlerini ortadan kaldırdı. İki ülke arasında devam eden görüşmeler bu
zaferden sonra hızla ilerleyerek 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlandı. Moskova
Antlaşması’yla Kars, Ardahan ve Artvin Türkiye’ye; Batum Gürcistan’a, Nahcivan ise Azerbaycan’a bırakıldı. Böylece doğu sınırımız bugünkü şeklini aldı. Ayrıca bu cephedeki savaş tehlikesi kesin biçimde ortadan kalktı.
Moskova Antlaşması’yla Sovyetler Birliği, Sevr Antlaşması’nı ve çarlık rejiminin Osmanlı Devleti’yle
yaptığı antlaşmaları geçersiz sayarak Misakımillî’yi tanıdı. Ayrıca kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etti. Bu
antlaşmayla TBMM Hükûmetinin hukuki varlığı ve ileride kurulacak devletin sınırları ilk kez büyük bir devlet
tarafından tanınmış oldu.
?
ÖÇK
38
Moskova Antlaşması’nın Millî Mücadele’mize etkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İkinci İnönü Zaferi (23 Mart - 1 Nisan 1921)
Londra Konferansı’ndan istediği sonucu alamayan İngiltere, Sevr Antlaşması’nı Türklere zorla kabul ettirmek için
Yunanlıları bir kez daha saldırıya geçirdi.
Yunan taarruzu 21 Mart’ta Bursa ve Uşak’ta bulunan
birliklerin Eskişehir ve Afyon’a doğru yürüyüşe geçmesiyle
başladı. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Bursa yönünden
gelen Yunan birliklerini 27 Mart’ta İnönü’de karşıladı. Türk ve
Yunan kuvvetleri arasında başlayan çarpışmalar üç gün boyunca tüm şiddetiyle devam etti. Komutanların bile en ön saflarda
yer aldığı bu savaş sırasında Türk tarafı çok zor anlar yaşadı.
İkinci İnönü Muharebesi sırasında Ankara’da bulunan
Meclis Muhafız Taburu da cepheye gönderildi. İsmet Paşa eğitimli ve donanımlı askerlerden kurulu bu taburun gelişinden sonra
31 Mart günü karşı taarruza geçerek düşmanı durdurmayı başardı. Bunun üzerine İnönü mevzilerini aşamayan Yunan birlikleri
Bursa’ya doğru geri çekildi. Afyon’u işgal etmiş olan Yunan ordusu
da burada tutunamayacağını görerek Uşak yönüne doğru çekilmek zorunda kaldı.
İznik Gölü
İznik
Osmaneli
Bursa
Ulu
Yenişehir
Bilecik
Da
ğ
İnegöl
Domaniç
İnönü
Eskişehir
27-3-1921’de
Türk kuvvetleri
Batı Cephesi
Karşı taarruz
Yunan taarruzu
Yunanlıların geri
çekilişi
Demir yolları
Kütahya
Seyitgazi
Alayunt
0
20
40 km
Harita 3.4: II. İnönü Muharebesi
65
Yunanlıların Anadolu’da başlattıkları işgal hareketinin en önemli temsilcisi İngiliz Başbakanı Lloyd George idi. Ancak Yunan ordusunun İnönü’de uğradığı yenilgilerden sonra onun düşünceleri de değişmeye başlamıştı. Aşağıda Lloyd George’un Yunanlılar hakkında II. İnönü Savaşı öncesinde ve sonrasında yaptığı değerlendirmeleri görüyorsunuz:
Önce
“Yunan milleti zeki, cesur, şerefli bir tarihi
olan millettir. Bunun içindir ki müttefikler, Anadolu’da güvenliğin sağlanmasına ve barış antlaşmasının
(Sevr’in) uygulamaya konmasına yardım için Yunan kuvvetlerini kullanmışlardır. Bu düşünce de mükemmel sonuç vermiştir.
Çünkü bu gösteriyor ki Yunanlılar bir harekete giriştikleri zaman
kendi kuvvetlerini ve kaynaklarını çok doğru kullanmaktalar.
Onlar, Anadolu hakkında doğru bilgi ediniyorlar.”
Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C II, s. 431.
Sonra
Bir Yunan bankacıya…
“Artık bir Yunanlının fotoğrafını bile görmek istemiyorum. Sizin subaylarınız bana zafer için güvence vermişlerdi. Kendi
danışmanlarıma değil, sizin hayalci subaylarınıza inandım. Ama az
önce öğrendim ki o kadar güvendiğim Yunan ordusu, üç ay içinde
ikinci kez yenilmiş. Bu başarısızlığınız beni çok zor duruma soktu.
İngiltere’nin egemenliği altında çok Müslüman var. Türk zaferi
hepsine örnek olabilir. Dağılmamak için Mustafa Kemal’i ezmek
zorundayız. Bunun için Yunan ordusuna güveniyordum. Hükûmetim, ordunuzu donatmış, ayrıca 16 milyon sterlin yardım yapmıştı.
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s. 41.
?
Resim 3.9: Mustafa Kemal, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile birlikte
İngiltere başbakanı hangi gelişmeler üzerine Yunanlılarla ilgili düşüncelerini değiştirmiştir?
Türk ordusunun Yunanlıları İnönü’de bir kez daha yenilgiye uğratması ülke içinde büyük bir sevinç yarattı. Bu zaferden sonra halkın düzenli orduya güveni artarken TBMM Hükûmetinin otoritesi güçlendi. Ayrıca
Türk milletinin fertleri arasında var olan dayanışma duygusuna dayanarak ordumuz ve savaşta zarar gören
halk için yardım kampanyaları başlatıldı.
“Kocaeli Grubu Komutanı olan Kâzım Bey (Özalp), İnönü Zaferi’nin duyulduğu günlerde şahit olduğu olayları şöyle anlatıyor:
Sarıköy-Nallıhan-Mudurnu-Bolu yolu ile Düzce’ye giderken bu bölgelerde olağanüstü günler yaşandığını görüyordum. Geçtiğim yerlerde halk, İkinci İnönü Zaferi’nin şenliklerini yapıyordu. Yollarda görüştüğüm vatandaşlar ‘Her ne hizmet ve fedakârlık lazımsa yerine getirmeye hazırız.’ diyorlardı.”
Durmuş Yalçın ve diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C I, s. 283.
?
Size göre metinde anlatılan sahneleri hangi kelimelerle ifade etmek gerekir?
İkinci İnönü Zaferi, İtilaf Devletleri arasında bir süredir var olan görüş ayrılıklarını daha da
belirginleştirdi. Bu zaferden sonra İtalya, Antalya bölgesindeki kuvvetlerini çekmeye başlarken
Fransa görüşmeler yapmak üzere bir temsilcisini Ankara’ya gönderdi. Diğer yandan bazı yabancı
gazetelerde Türkler lehine yazılar çıktı.
66
ÖÇK
39
Kütahya - Eskişehir Savaşları (10 - 24 Temmuz 1921)
İkinci İnönü Zaferi’nin ardından Batı Cephesi’ndeki Türk birlikleri çekilen Yunan birliklerini takip ettiler.
Ancak yorgun ve yıpranmış oldukları için kesin bir sonuç elde edemediler. Bunun üzerine Türk ordusunun taarruz gücüne sahip olmadığını gören Yunanlılar, İngiltere Başbakanı Lloyd George’un (Loyd Corc) da desteğiyle
yeni ve daha büyük bir saldırıya hazırlandılar.
Taarruz hazırlıklarını tamamlayan Yunan ordusunun hedefinde Ankara vardı. Ordusunu bizzat yönetmek ve askerlerine moral vermek için İzmir’e gelen Yunan Kralı Konstantin de “Bizans’a, Ankara’ya!” sloganlarıyla karşılanmıştı. Bu sırada Türk kuvvetleri ise İnönü-Kütahya-Döğer hattı üzerinde dört grup hâlinde
toplanmış bulunuyorlardı.
Yunan ordusu 10 Temmuz’da üç koldan ilerleyişe geçti. Yunan saldırısı Batı Cephesi’nin en zayıf
noktası olan güneydeki Nasuhçal bölgesinde yoğunlaştı. Şiddetli çarpışmaların ardından Afyonkarahisar
ve Kütahya Yunan işgaline uğradı. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalan ordumuz Eskişehir-Seyitgazi hattına çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine 18
Temmuz’da Batı Cephesi Karargâhına gelen Mustafa
Kemal durumu yerinde gördü. Yaptığı değerlendirme
sonucunda ordumuzun daha fazla kayba uğramaması ve yeniden düzenlenmesi için Sakarya Nehri’nin
doğusuna çekilmesi kararını verdi. Aşağıda onun bu
konu hakkındaki açıklamalarını okuyacaksınız:
“Durumu yakından inceledikten sonra İsmet
Paşa’ya şu direktifi vermiştim:
Resim 3.10: Yunan Kralı Konstantin kurmaylarıyla birlikte Eskişehir’de toplantı hâlinde
‘Orduyu Eskişehir’in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla aramızda büyük bir açıklık bırakmak gerekir ki orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya’nın
doğusuna kadar çekilmek yerindedir. Düşman hiç durmadan takip ederse hareket üssünden uzaklaşacak ve
yeniden menzil hatları kurmaya mecbur olacak, herhâlde önceden beklemediği birçok güçlüklerle karşılaşacaktır. Buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli şartlara sahip olacaktır.” (1)
?
Mustafa Kemal’in verdiği bu kararın TBMM’de ve halk arasında ortaya çıkarabileceği sonuçlar neler olabilir?
19 Temmuz’da Eskişehir’in işgal edilmesi üzerine ordumuz beklenmedik bir şekilde karşı taarruzda
bulundu. Ancak düşmanı geri püskürtmeyi başaramadı ve daha önceden kararlaştırıldığı gibi kontrollü şekilde
Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildi.
Resim 3.11: Kütahya-Eskişehir savaşları sonrasında cepheden dönen askerler ve göç eden insanlar
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 413.
67
3. Konu
Maarif Kongresi (15-21 Temmuz 1921)
“En önemli ve verimli vazifelerimiz eğitim ve öğretim işleridir.” (1) diyen Mustafa Kemal, bu düşüncesinden hareketle Millî Mücadele’nin en kritik günlerinde bile eğitimle ilgilenmiştir. O, eğitimi, millet olmanın
ve ülkemizi her alanda kalkındırmanın temel şartı olarak görmüştür. Bu nedenle de Büyük Millet Meclisinde
kurulan ilk hükûmetlerde Maarif Vekâleti adıyla Millî Eğitim Bakanlığına yer vermiştir. Diğer yandan cehalete
karşı savaşın da en az bağımsızlık savaşı kadar önemli olduğunu düşünmüş, gönüllü olarak cepheye gitmek
için Ankara’ya gelen öğretmenleri tekrar okullara göndermiştir. Kütahya-Eskişehir savaşlarının tüm şiddetiyle
devam ettiği günlerde de Ankara’da bir maarif (eğitim) kongresinin toplanmasını sağlamıştır. Dönemin Maarif
Vekili Hamdullah Suphi Bey’in savaş nedeniyle kongrenin ertelenmesi önerisini kabul etmeyen Mustafa Kemal
açış konuşmasını da bizzat kendisi yapmıştır.
?
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinin yaşandığı bir sırada Ankara’da Maarif Kongresi’ni toplaması hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Atatürk, “Eğitimdir ki bir milleti hür,
bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum hâlinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk
eder.” (2) sözleriyle eğitimin varlığı kadar niteliğine de önem verdiğini göstermiştir. Çünkü o,
ülkemizin gelecekteki hedeflerine ancak millî
ve çağdaş bir eğitimle ulaşabileceğini düşünmüş ve bu konuda şunları söylemiştir:
“Şimdiye kadar takip edilen tahsil ve
terbiye usullerinin milletimizin gerilemesinde en önemli etken olduğu kanaatindeyim.
Onun için bir millî terbiye programından bahsederken eski devrin hurafelerinden, doğuştan sahip olduğumuz özelliklerimizle hiç ilgisi
olmayan fikirlerden, Doğu ve Batı’dan gelen
bütün tesirlerden uzak millî ahlak ve tarihimiResim 3.12: Atatürk öğretmenlerle birlikte
ze uygun bir kültür kastediyorum. Çünkü millî
dehamızın tam gelişmesi böyle bir kültür ile temin olunabilir. Herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar takip
edilen yabancı kültürlerin sebep olduğu yıkımı tekrar ettirebilir. Kültür temel ile uyumludur, o temel de milletin
ahlakıdır.
Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlıklarıyla, haklarıyla çatışan yabancı unsurlarla mücadele etme lüzumu ve millî fikirleri müdafaa etme mecburiyeti öğretilmelidir.” (3)
Maarif Kongresi’nde yapılan çalışmalar sonucunda, yurt genelindeki okul, öğrenci ve öğretmen sayıları
belirlendi. Diğer yandan öğretim programlarının toplumsal ihtiyaçlar gözetilerek çağın gereklerine ve bilimsel
esaslara göre yeniden hazırlanması kararlaştırıldı. Böylece Ankara’da toplanan Birinci Maarif Kongresi’yle Türk
eğitim sisteminin temelleri atıldı.
Eğitim öğretime çok önem veren Mustafa Kemal bu konudaki çabalarını Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da devam ettirmiştir. O, okuma yazmayı kolaylaştırmak amacıyla Harf
İnkılabı’nı gerçekleştirmiş ve kara tahta başına geçerek Türk milletine başöğretmenlik yapmıştır.
68
ÖÇK
40
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 119.
(2) age., s. 120.
(3) Zübeyde Yalın Öktem, Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi, s. 137-138.
4. Konu
Dayanışma Günleri
?
Kurtuluş Savaşı’mız sırasında cephe gerisinde yaşayan bir vatandaş olsaydınız ordumuza yardımcı olmak için neler yapmak isterdiniz? Neden?
Kütahya-Eskişehir savaşlarında stratejik önemi olan şehirlerimizin kaybedilmesi ve ordumuzun
Sakarya’nın doğu kıyılarına kadar çekilmesi bütün yurtta üzüntüyle karşılandı. Mustafa Kemal’in ordumuzun
daha fazla kayba uğramaması için bütün sorumluluğu üzerine alarak verdiği çekilme kararı Mecliste de sert
tartışmalara neden oldu. Mustafa Kemal bu konu hakkında Nutuk’ta şu ifadeleri kullanmıştır:
“Efendiler, gerçekten de tahmin ettiğim manevi sakıncalar hemen kendini gösterdi. İlk duyarlık Mecliste belirdi. Özellikle muhalifler, kötümser nutuklarla feryada başladılar: ‘Ordu nereye gidiyor, millet nereye
götürülüyor? Bu gidişin elbette bir sorumlusu vardır; o nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü acıklı ve korkunç
durumun asıl sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik.’ diyorlardı. Bu şekilde konuşan kimselerin dolaylı
yoldan kastettikleri şahsın ben olduğuma şüphe yoktu.
En sonunda, Mersin Milletvekili Selahattin Bey, kürsüden benim adımı söyleyerek ‘Ordunun başına geçsin!’ dedi. Bu teklife katılanlar çoğaldı.” (1)
Mustafa Kemal yukarıda anlattığı gelişmeler üzerine meclisten “Başkomutanlık” yetkisi istedi. TBMM
de 5 Ağustos 1921 tarihli toplantısında çıkardığı kanunla onu üç ay süreyle Başkomutan tayin etti. Bu Kanun’a
göre Başkomutan’ın vereceği emir, kanun olacaktı.
Resim 3.13: Mustafa Kemal Meclis kürsüsünde
Mustafa Kemal Paşa pek çok defa olduğu gibi Kurtuluş Savaşı’mızın bu aşamasında karşılaştığı zorluğu
da yine TBMM’den aldığı güçle aştı. Başkomutanlık görevini üstlendikten sonra ordunun eksikliklerini gidermek üzere aşağıda da anlattığı gibi “Tekâlifimilliye Emirleri”ni yayımladı:
“1 sayılı emrimle her ilçede bir Tekâlifimilliye Komisyonu kurdurdum.
2 sayılı emrime göre her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Tekâlifimilliye Komisyonuna teslim edecekti.
3 sayılı emrimle tüccarın ve halkın elinde bulunan çamaşırlık bez, her türlü kışlık ve yazlık kumaş, kalın
bez, kösele, meşin, tel, çivi, kundura ipliği, nal, mıh, yem torbası, yular, semer ve urgan stoklarının yüzde kırkına, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
4 sayılı emrimle eldeki buğday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur, nohut, mercimek, kasaplık hayvan,
şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay, mum stoklarının yine yüzde kırkına, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 413-414.
69
7 sayılı emrimle halkın elinde bulunan savaşta işe yarar bütün silah ve cephanenin üç gün içinde teslimini istedim.” (1)
Tekâlifimilliye Emirleri’nin yayımlanmasının ardından her ilçede Tekâlifimilliye Komisyonları oluşturuldu. Ayrıca bu emirleri yerine getirmeyenlerin vatana ihanetle yargılanması için Ankara, Konya, Kastamonu,
Eskişehir ve Samsun’da İstiklal Mahkemeleri kuruldu.
Resim 3.14: Anıtkabir’deki Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde bulunan ve ressam Aydın Erkmen tarafından yapılan Tekâlifimilliye Emirleri’nin uygulanışını gösteren tablo
?
Yukarıdaki tabloya bir isim vermeniz istenseydi hangi ismi verirdiniz? Neden?
Mustafa Kemal, Tekâlifimilliye Emirleri’nin gerekçesini şu sözlerle açıklamıştır: “Harp, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla ve ellerindeki her şeyle, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle
birbirleriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bundan dolayı bütün Türk milletini cephede
bulunan ordu kadar fikren, hissen ve fiilen ilgilendirmeliydim. Milletin her ferdi, yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyde evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini ödev almış hissederek bütün varlığını mücadeleye verecekti.” (2)
Yukarıdaki sözleriyle Mustafa Kemal, ordu ile millet arasında dayanışmanın gereğini vurgulamıştır.
Dayanışma duygusu vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığını devam ettirmede önemli bir rol oynar. Bu
konuyu Atatürk “Millet, varlığı ve bağımsızlığı için her şeye girişir ve bu gaye uğrunda her fedakârlığı yaparsa başarılı olmaması mümkün değildir.” (3) sözleriyle dile getirmiştir. Türk milleti de içinde bulunduğu bütün
olumsuzluklara rağmen Tekâlifimilliye Emirleri’ni yerine getirerek fedakârlığın tarihteki en güzel örneklerinden
birini verdi. Dayanışma duygularıyla hareket ederek askerinin silah, cephane, yiyecek, içecek
ÖÇK
ve kıyafet ihtiyacını karşılamak için seferber oldu. Böylece bir yandan millî birlik ve beraberliği
41
sağlarken diğer yandan ordu-millet bütünlüğünün benzersiz örneklerinden birini daha sergiledi.
!
70
Tekâlifimilliye Emirleri’nde, bedeli sonradan ödenecek denilen yardımlar Tekâlifimilliye Komisyonları
tarafından titizlikle kayıt altına alındı. Mustafa Kemal Paşa bu komisyonları Başkomutanlık Karargâhında
kurduğu bir büro aracılığıyla bizzat yönetti.
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 417-418.
(2) Lord Kinross, Atatürk, s. 323.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 15.
5. Konu
Ayağa Kalkan Millet
Kütahya-Eskişehir savaşlarından sonra
Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilerek kuzey-güney yönünde 100 km’lik bir
savunma hattı oluşturmuştu. Yunan ordusu
ise Afyonkarahisar, Kütahya ve Eskişehir’i alarak Polatlı önlerine kadar gelmiş bulunuyordu. Yunanlıların bundan sonraki hedefi, Türk
ordusunu imha ederek Sevr Antlaşması’nı uygulayabilmekti.
Yunanlılar büyük bir saldırıya hazırlanırken Başkomutan Mustafa Kemal Paşa
ordusunu savaşa hazırlamakla meşguldü. O,
yayımladığı Tekâlifimilliye Emirleri’yle Türk
milletinin bütün fertlerini Millî Mücadele için
seferber etmişti.
Resim 3.15: Mustafa Kemal Paşa cephede askerî birlikleri denetliyor.
“Sivas, Erzurum, Diyarbakır ve Trabzon gibi dağınık merkezlerden toplanan silahlar, saman
yığınlarının altına yüklenerek kağnılarla taşınıyordu. Şalvarlı, dolaklı köylü kadınları ta Sümerler zamanındaki gibi, gıcırtılı sesler çıkaran kağnılarını sürerek saatte ancak beş kilometre hızla, dağ tepe
demeden yüzlerce kilometrelik yolları aşıyor, cepheye doğru ilerliyorlardı. Çoğu, emzikteki çocuklarını, sıkıca
sırtlarına bağlamışlardı. Top mermilerini, halat kulplu cephane sandıklarını kucaklarında taşıyarak arabalara
yükleyip indiriyor, iki omuzlarına birer gülle yüklüyor, çok kez topları bozulmasın ya da ıslanmasın diye, çocuklarını açıkta bırakmayı bile göze alarak üzerlerini örtüyle kapatıyorlardı. Tekerleklerin kırılıp kağnının yolda kaldığı
da oluyordu. O zaman kadınlar, içindekileri sırtlarına yüklenir ve kilometrelerce taşırlardı. Evlerinde kalanlar at,
hayvan ve araçlara el konmuş olmasına bakmadan, çapa çapalıyor, tohum ekiyor, ekin biçiyor, orduya yiyecek
yetiştiriyorlardı.
Saban demirlerinden kılıç yapılıyordu. Ankara’daki demir yolları atölyesi süngü ve hançer fabrikası hâline
sokulmuştu. Bir tek bozuk silah kalmaması için her yerde tamir atölyeleri kurulmuştu. Refet Paşa yurdun en ücra
köşelerinden bile orduya asker topluyordu. Halk, minarelerden askere yazılmaya çağrılıyordu.”
Lord Kinross, Atatürk, s. 324.
Resim 3.16: Kurtuluş Savaşı’nda bir silah atölyesi
?
Resim 3.17: Cepheye mermi taşıyan Türk kadınları
Yukarıdaki fotoğraflarda gördüğünüz insanların duygu ve düşünceleri neler olabilir?
ÖÇK
42
71
Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos - 13 Eylül 1921)
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’daki çalışmalarını tamamladıktan sonra ordusunun başına geçmek üzere
12 Ağustos’ta cepheye hareket etti. Yunan ordusu da Kral Konstantin’in “Ankara’ya!” emrini vermesi üzerine
14 Ağustos’tan itibaren Sakarya Nehri’nin batısındaki mevzilerinden çıkarak yeniden yürüyüşe geçti. Savaş,
Yunan birliklerinin 23 Ağustos’taki saldırısıyla başladı. Aşağıda Yunan saldırısının ilk anlarında yaşananlar anlatılmaktadır:
“23 Ağustos’ta Türklerin sağ kanadına bir tümenle saldırdılar ve bütün bir gece süren çarpışmalardan
sonra, onları Mangal Dağı’ndan çekilmeye zorladılar. Mustafa Kemal, bu ilk başarısızlık karşısında çok sert
bir emirle, talimat almadan geri çekildiği için
tümen komutanını görevinden aldı ve ileride
Gölpazarı
de bu gibi hâllerin aynı şiddetle cezalandı- Bilecik Sakarya
Güdül
Beypazarı
Irma
ğı
Söğüt
rılacağını bildirdi. Artık ordu, bir tek Yunan
Ayaş
Ankara
Bozüyük
askerinin bile, Türkiye’nin kalbine ayağını
Malıköy
Mıhalıçcık
Eskişehir
basmasına göz yummayacaktı.” (1)
İnönü
Mangal Dağı’nın kaybedilmesini izleyen günlerde Yunan ordusu saldırılarını Türk
ordusunun sol kanadı üzerine yoğunlaştırdı.
Bu saldırılar sırasında savunma hatlarımızda
yer yer kırılmalar meydana gelirken bazı birliklerimiz geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece güneye doğru uzanan savunma hattımızın
sol kanadı doğuya doğru yön değiştirdi. Yunan ordusu da bundan cesaret alarak önemli
bir savunma noktası olan Çal Dağı’nı almak
için harekete geçti.
k
su
r
Po
Kütahya
Alagöz
yı
Ça
Akpınar
Seyitgazi
Çal Dağı
Polatlı
Haymana
Bala
Altıntaş
Yunan mevzileri
Dumlupınar
Yunan taarruzu
Türk mevzileri
Türk süvarileri
Afyonkarahisar
0
30
60 km
10 Eylül 1921 günü Türk cephesi
Demir yolları
Harita 3.5: Sakarya Meydan Muharebesi
“Başkomutan, komutanların ve kurmayların ellerini sıktı, hatırlarını sordu. Çok iyi dövüştüklerini söyleyerek teşekkür etti. Yatışmalarını sağladıktan sonra Çal Dağı’nı göstererek konuya girdi:
‘Çal Dağı’nı da her alan gibi şiddetle, inatla savunacağız. Eğer elimizden çıkarsa araziye
mahkûm olmayacağız, durup cephe kurmak için ille dağ, tepe aramayacağız, elverişli bir yer bulmak için kilometrelerce geriye gitmeyeceğiz; beş yüz metre, bin metre geri çekilip yeniden cephe kuracağız ve aynı azimle
savaşa devam edeceğiz.’
Salih Bozok, gergin, kavruk yüzlerin birdenbire gevşediğini gördü.
Bu açıklama yüzlerce yıllık savunma anlayışının tersine her türlü taktik yaratıya açık, esnek bir savunma
anlayışı getiriyor, hepsini düşündüren düğümü çözüyordu. Fevzi Paşa da rahatlamıştı. Büyük bir saygı ve şefkatle Mustafa Kemal Paşa’nın sırtını sıvazladı.”
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s. 430-431.
Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Muharebesi’ni yönetirken yukarıdaki metinde anlatılan savaş stratejisini benimsedi. Bu nedenle savaşın en kritik anında daha önce hiç görülmemiş bir taktik anlayışla ordusuna
şu tarihî emrini verdi:
“Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” (2)
?
72
Mustafa Kemal’in bu emrini uygulayabilecek bir ordunun hangi özelliklere sahip olması gerekir? Neden?
(1) Lord Kinross, Kurtuluş Savaşı, s. 328.
(2) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 419.
Başkomutan Mustafa Kemal’in emrini alan Türk birlikleri tutunabildikleri her noktayı kahramanca savunarak Yunan
ordusunun saldırı gücünü kırdılar. 11 Eylül’de de karşı taarruza
geçerek düşmanı geri püskürtmeyi başardılar. 13 Eylül’e gelindiğinde ise Sakarya Nehri’nin doğusunu düşmandan temizleyerek büyük bir zafer kazandılar.
!
22 gün geceli gündüzlü devam eden Sakarya Meydan Savaşı tarihin kaydettiği en uzun süreli meydan
muharebesidir. Türk ordusunun toplam 25.000 kayıp
verdiği bu savaşta 7’si tümen komutanı olmak üzere
350 subay şehit düşerken 800 subay da yaralanmıştır.
Bu nedenle Sakarya Meydan Muharebesi,
ÖÇK
Mustafa Kemal Paşa’nın deyimiyle tarihe
43
“Subay Savaşı” adıyla geçmiştir.
Resim 3.18: Başkomutan Mustafa Kemal
Paşa Sakarya Meydan Muharebesi’nde
Sakarya Zaferi’nin Sonuçları ve Önemi
Sakarya Meydan Savaşı’nda kazanılan zafer bütün yurtta günlerce süren coşkulu sevinç gösterileriyle
kutlandı. Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası olan bu zaferle birlikte Türklerin 1683 yılındaki İkinci Viyana
Kuşatması’ndan beri devam eden geri çekilişleri Sakarya boylarında durduruldu. Sakarya Meydan Savaşı’ndan
sonra Yunanlılar taarruz gücünü kaybedip savunmaya çekilirken askerî
alandaki üstünlük Türk tarafına geçti.
Sakarya Meydan Savaşı sırasında Başkomutan Mustafa Kemal
yaralı olmasına rağmen cephede
bizzat bulundu. Böylece emirlerin
eksiksiz uygulanmasında ve mücadelenin kararlılıkla yürütülmesinde önemli bir rol oynadı. TBMM de
onun bu fedakârlıklarını unutmadı
ve kendisine 19 Eylül 1921 tarihli
toplantısında “Mareşallik” rütbesi
ile “Gazilik” unvanı verdi.
?
Resim 3.19: Sakarya Zaferi kutlamalarından bir görünüş
Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılmasında Mustafa Kemal’in rolü ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Sakarya Zaferi’nin ardından 13 Ekim 1921’de TBMM Hükûmeti ile Sovyetler Birliği’ne bağlı Azerbaycan,
Ermenistan ve Gürcistan arasında Kars Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla daha önce imzalanmış olan Moskova Antlaşması’nın hükümleri söz konusu Kafkas Cumhuriyetleri tarafından da kabul edildi. Böylece doğu
sınırımız bugünkü şekliyle kesin biçimde çizilmiş oldu.
Sakarya Zaferi’nin siyasi alandaki sonuçlarından biri de TBMM Hükûmeti ile Fransa arasında 20 Ekim
1921’de imzalanan Ankara Antlaşması’dır. Ankara Antlaşması’yla Türkiye ile Fransa arasındaki savaş durumu
sona erdi ve Fransa, Hatay dışında işgali altında bulundurduğu topraklarımızdan çekilmeyi kaÖÇK
bul etti. Böylece Güney Cephesi’nde savaş durumu sona ererken bu cephedeki birliklerimiz Batı
44
Cephesi’ne kaydırıldı.
73
Büyük Taarruz ve Kesin Zaferin Kazanılması
Sakarya Meydan Savaşı’nın ardından Eskişehir-Afyon hattına çekilen Yunan ordusu, işgali altındaki
toprakları koruyabilmek için savunma mevzilerini güçlendirmeye çalıştı. Ordumuz ise Başkomutan Mustafa
Kemal Paşa’nın emriyle düşmanı yurttan atmak üzere zaman geçirmeden taarruz hazırlıklarına başladı.
“Ordular taarruz eğitimine ağırlık verdiler. Gündüz eğitimlerine ve atışlarına gece eğitimleri ile
gece dersleri de eklendi. Askerlerin yalnız iyi bir asker değil, iyi bir yurttaş olmaları, ne için dövüştüklerini bilmeleri de isteniyordu. Subaylar, hatta komutanlar için meslek kursları düzenlendi. Tatbikatlar,
manevralar başladı. Nerede işe yarar bir şey varsa Batı Cephesi’ne yollanıyordu. Kars Kalesi’ndeki ağır toplar yola
çıkarıldı. Konya’da araba, silah tamirhanesi, şoför talimgâhı, nalbant okulu, saraciye atölyeleri açıldı. İnebolu-Ankara arasında kağnı ve arabaların yanı sıra kiralık kamyonlar yer aldı. Ankara yurt dışından cephane, silah, kaput,
elbise hatta uçak almak için harekete geçti.
Tümenlerin mevcudu 7.000-8.000’e çıkarıldı. Yeni bir kolordu kurularak (6. Kolordu) 2. Ordu emrine verildi. Bütün bu hazırlıklar, sessizlik ve gizlilik içinde yürütülüyordu.”
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s. 517.
?
Taarruz hazırlıklarının gizlilik içinde yürütülmesinin nedenleri neler olabilir?
Karşılaştığı bütün güçlüklere rağmen mücadelesine devam eden Mustafa Kemal bir yandan ordunun
eksikliklerini giderirken diğer yandan taarruz planını gizli tutmaya özen gösterdi. Çünkü o, taarruz stratejisini
milletin tüm imkânlarını seferber ederek düşmanın beklemediği bir zamanda aniden harekete geçme esasına
dayandırmıştı.
Resim 3.20: Başkomutan Mustafa Kemal, Büyük Taarruz için yapılan hazırlıkları denetliyor.
Başkomutan, ordunun yanı sıra kamuoyunu ve Meclisi de hazırlamaya önem verdi. Bu amaçla bir yandan
Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yazılar yazarken diğer yandan halka dağıtılacak bildirileri bizzat kaleme aldı. Taarruzun bir an önce yapılmasını isteyen milletvekillerini de “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu erteliyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen ikmale biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak
taarruz hiç taarruz etmemekten daha fenadır.” (1) sözleriyle yatıştırdı. TBMM de ona olan güvenini göstermek için
Başkomutanlık yetkisini süresiz uzattı. 1922 yılının yaz aylarına gelindiğinde ordumuz artık taarruza hazır hâle gelmişti. Türk milleti Mustafa Kemal’in öncülüğünde büyük fedakârlıklar göstererek düşman ordusuyla hemen hemen
denk kuvvette bir ordu kurmayı başarmıştı.
74
(1) Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Tarih IV, s. 115.
Mustafa Kemal Paşa’nın savaş planı, Yunan
ordusunun en kuvvetli kısmına tek ve kesin bir darbe
vurarak onu dağıtmak esasına dayanıyordu. Bu planın
başarılı olması için de ordumuzun büyük bölümü düşmana belli etmeden gizlice Afyonkarahisar’ın güneyine
geçirilmişti.
Bozüyük
Yunan mevzileri
Domaniç
Türk mevzileri
Türk birlikleri, aralarında Yunan Ordusu Başkomutanı General Trikopis’in de bulunduğu çok sayıda
Yunan askerini esir alarak 9 Eylül’de İzmir’e girdiler. Bu
arada Eskişehir yöresindeki kuvvetlerimiz de Bilecik,
Bursa, Balıkesir ve Bandırma’yı kurtardılar. Böylece 18
Eylül 1922 tarihi itibarıyla Batı Anadolu’da bir tek Yunan askeri kalmadı. Mustafa Kemal de yanında bulunan
komutanlarla birlikte 9 Eylül gecesini Kemalpaşa’da geçirdikten sonra 10 Eylül günü İzmir’e girdi.
Resim 3.21: İzmir’e doğru ilerleyen Türk süvarileri
?
İnönü
Eskişehir
Türk süvarileri
Demir yolları
Hazırlıkların tamamlanmasının ardından Büyük
Taarruz, 26 Ağustos 1922 günü sabah saat 5.30’da
Kocatepe’de bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle başladı. Türk birlikleri “Dört beş ayda aşılamaz.”
denilen Yunan mevzilerini birkaç gün içinde aşarak
Afyonkarahisar’ı aldılar. Bir yandan da İzmir’e doğru
kaçmakta olan düşman birliklerini Dumlupınar’da kuşattılar.
30 Ağustos günü Dumlupınar’da yapılan savaşı
doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa yönetti. Tarihe
“Başkomutan Meydan Muharebesi” adıyla geçen bu
savaşta ordumuz Yunan ordusunu büyük bir bozguna
uğrattı. Daha sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” (1) emriyle Ege ve
Marmara kıyılarına doğru kaçan düşmanı takip etmeye
başladı.
Türk taarruzu
Seyitgazi
Kütahya
Altıntaş
Gediz
Zafertepe
Dumlupınar
Tınaztepe
Banaz
Uşak
Ahır Dağı
Afyonkarahisar
Kocatepe
Şuhut
0
20
40 km
Sandıklı
Harita 3.6: Büyük Taarruz
Tablo 3.1: Büyük Taarruz öncesi Türk ve Yunan ordularının durumu
Subay
Er
Tüfek
Hafif Makineli
Ağır Makineli
Top
Uçak
TÜRK
YUNAN
8.658
199.128
100.352
2.025
839
323
10
6564
218.432
90.000
3.139
1280
418
50
Kaynak: Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin
Temelleri ve Gelişimi, s. 84.
Resim 3.22: Mustafa Kemal 10 Eylül günü İzmir’e girerken
Sizce Mustafa Kemal, Büyük Taarruz’un kazanılmasına en fazla hangi kararları
ve hareketleriyle katkıda bulunmuştur? Neden?
(1) Suat İlhan, Atatürk’ün Cephelerde Verdiği Dört Emir, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 9, s. 485.
ÖÇK
45-46
75
6. Konu
Mudanya Ateşkes Antlaşması
Büyük Taarruz ile elde edilen zafer sonrasında Batı Anadolu Yunan birliklerinden temizlenmişti. Bununla birlikte İstanbul, Trakya ve Boğazlar bölgesinde hâlâ İtilaf Devletleri askerleri bulunuyordu. Mustafa
Kemal, İtilaf Devletlerine askerlerini bu bölgelerden çekmelerini, istedikleri ateşkesin ancak bu yolla kabul
edilebileceğini bildirdi. Bunun üzerine Fransızlar ve İtalyanlar Çanakkale ve İzmit’i boşaltarak savaşı bir an
önce bitirmek istediklerini gösterdiler. İngilizler ise Türk ordusunun Boğazlar bölgesine girmesi durumunda
savaşacaklarını söylediler. Ancak Türk birliklerinin büyük
bir kararlılıkla Boğazlar bölgesine doğru ilerlemesi karşısında ateş açmayı göze alamayıp ateşkes görüşmelerinde bulunmayı kabul ettiler.
Resim 3.23: Mudanya’da ateşkes görüşmelerinin yapıldığı bina
Ateşkes görüşmeleri 3 Ekim 1922’de Mudanya’da
başladı. Mudanya Konferansı’na Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcileri katıldı. Yunanistan’ın İngiltere
tarafından temsil edildiği bu konferansta Türk heyetinin
başkanlığını İsmet Paşa yaptı. İsmet Paşa konferansta
Trakya’daki Yunan birliklerinin Meriç Nehri’nin batısına
çekilmesini isteyerek ateşkesin ancak bu şekilde sağlanabileceğini söyledi. İngilizlerin katı tutumu nedeniyle
bir ara kesintiye uğrayan ve sert tartışmalara sahne olan
konferans nihayet 11 Ekim’de antlaşmayla sonuçlandı.
Resim 3.24: Mudanya görüşmelerinde Türkiye’yi temsil eden İsmet Paşa (sağdan ikinci) ve İtilaf Devletleri temsilcileri
?
Yunanistan’ın Mudanya Konferansı’na katılmamasının nedenleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Mudanya Ateşkes Antlaşması’na göre Türk-Yunan Savaşı sona erecekti. Yunanlılar
Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaklar ve bölge bir ay içinde Ankara Hükûmetine devrolunacaktı. İstanbul ve Boğazlar Türklerin yönetimine bırakılacak, ancak İtilaf Devletleri, barış antlaşması imzalanana kadar buralarda kuvvet bulundurmaya devam edeceklerdi.
76
ÖÇK
47
7. Konu
Sanatçıların ve Edebiyatçıların Gözüyle Millî Mücadele
?
Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanan olayları anlatan sanat ve edebiyat eserlerinden hangilerini biliyorsunuz?
Kurtuluş Savaşı’mız milletimizin bütün fertlerini olduğu gibi şairlerimizi, ressamlarımızı, romancılarımızı ve
heykeltıraşlarımızı da etkilemiştir. Millî Mücadele günlerinin sanatçılarımızı ve edebiyatçılarımızı en fazla etkileyen
yönü genellikle Türk milletinin vatanı ve bağımsızlığı için gösterdiği fedakârlıklar olmuştur. Samim Kocagöz’ün
“Doludizgin” adlı romanından alınan aşağıdaki metinde de halkımızın bu fedakârlıkları anlatılmaktadır.
“Mustafa Reis, iri gövdesiyle kapıdan girdi. Binbaşı’ya doğru yürüdü. Gülümseyerek onun
karşısında el pençe divan durdu.
“Eee... Reis, haberler iyidir inşallah...”
“Âlâ, âlâ kumandanım. Ganimet, ganimet...”
“Söyle bakalım, ganimetimiz ne biçim, ne cins bir ganimet?”
“Üç bin kulaç telefon teli hazır Kumandan Bey.” Binbaşı
Zeki, yerinden fırladı:
“Ha yaşa be aslan Reis’im...”
“Sen de yaşa Bey, ömrüne bereket... sayenizde...”
“Nasıl oldu bu iş?”
“Üzümü ye bağını sorma... Üşenmedim, hepsini kulaçladım. Kangal kangal arabalara yükledim. Neredeyse kapı önünde
olurlar. Abana’ya varan bütün telleri söktük. Zaten köyde kimse
kalmamış, kiminle konuşulacak.”
“İyi, güzel... Bu akşam çıkacak nakliye kolu ile hemen cepheye ulaştıralım. Ankara’ya götürsünler.”
“Dahası var.”
“Söyle Reis, başka ganimet mi?”
“Bütün orduya yetecek, siperlerin koruması için bir yığın, kangal kangal dikenli tel. Sekiz kağnı zor taşıyor.”
“Aslansın be Reis’im... Bu telleri nereden buldun?”
“Her geçtiğim köyde, halka haber verdim: Herkes bahçe, tarla dinlemeyecek, sökecek, dedim. Dönerken
hepsi hazırdı. Millet, bütün bahçesini, tarlasını çeviren dikenli telleri sökmüş hazırlamış. Hazır edemeyenler,
iki güne kalmaz, İnebolu’ya kendimiz teslim ederiz, diye söz verdiler.”
“Aferin Reis. Demir işinden ne haber?”
“Demir işi biraz ağır gidiyor Kumandan Bey. Koca Kastamonu şehrindeki kapı pencere demirleri söküldü, biliyorsun. İnebolu’da da halk pencere demiri bırakmadı evlerinde. Köylerde demirli pencere pek arama.
Ama yine de iki kağnı yükü çıkardık köyden. Köylü, kıvrandı kaldı demir bulacağız diye...”
“Süngüsüz tüfek olmaz. Reis... Orduya süngü yetiştirmek gerek. Bu işi biraz sıkı tutmalıyız.”
“Tuttuk Binbaşı’m, tuttuk. Bizim Ali Reis, bu sabah dört tayfası ile Sinop’a yelken açtı. Bir haftaya kalmaz demir yükü ile gelir. Oradan bulacağı takalara da hep demir yükleyecek. Biraz da o yakadakiler pencere,
kapı söksün bakalım.”
“Sökerler elbette. Bu getirdiğin demirleri hemen Kastamonu Sanat Mektebine yollayalım. Onların yaptığı süngüleri Ankara beğenmiş.”
Samim Kocagöz, Doludizgin, s. 162, 163 (Düzenlenmiştir.).
?
Metinde anlatılanları Türk milletinin hangi özellikleri ile ilişkilendirebilirsiniz? Neden?
77
Romancılarımız gibi ressamlarımız da Türk milletinin Millî Mücadele’deki kahramanca direnişini eserlerinde konu edinmişlerdir. Aşağıda bu sanatçılarımızdan biri olan Halil Dikmen’in Kurtuluş Savaşı adlı tablosunu
görüyorsunuz.
Resim 3.25: Ressam Halil Dikmen’in Kurtuluş Savaşı adlı tablosu
?
Yukarıdaki tabloya bir isim vermeniz istenseydi hangi ismi verirdiniz? Neden?
Türk milletinin gösterdiği fedakârlıklar ve kahramanlıklar kadar Millî Mücadele sürecinde çektiği acılar ve
sıkıntılar da edebiyatımıza konu olmuştur. Halide Edip Adıvar bu acıları ve sıkıntıları yerinde görerek kaleme alan
ünlü yazarlarımızdan biridir. Aşağıda onun “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı eserinden alınmış bir bölüm görüyorsunuz.
Sivrihisar büyük bir yanardağın ağzındadır. Yarım ay şeklindeki kayalıklar Sakarya’ya egemendir.
Oraya Binbaşı Tahsin’le beraber giderken bana bu kayaların ucu göklere değiyormuş gibi yüksek göründü.
Sivrihisar yolunda en büyük köy Külk idi. Anadolu’da böyle bir köyün bulunduğunu aklımdan geçirmezdim. Bağları, bahçeleri, iki üç katlı taş yapıları vardı. Bu sefer orası dinamitle yıkılmıştı. Kadınlar yıkıntılar arasında, hasta
çocuklarla dolaşıyorlardı. Bazıları da tarlalardaki yatmış ekinlerin arasından bir şeyler çıkarıp çocuklarının karınlarını
doyurmaya çalışıyorlardı. Yunanlılar en fazla burasını yakıp yıkmışlar, yaşama araçlarını ortadan kaldırmışlardı. Ne
kimsenin başında bir dam, ne hayvan, ne yiyecek kalmıştı. Kerem Dede’nin karısı Fatma Nine ile konuştum.
“Ah, evladım, dedi, ne oturup da yazı yazıyorsun. Boğazları kesilmiş bir halk için yazı neye yarar? Bu köyün üç
bin sığır ve koyunu vardı. Şimdi yaralı kocamla kızıma yedirecek yumurta bile bulamıyorum. Bir tek tavuk kalmadı.
Tuz bile yok. Yaprakları, otları kaynatıp yerken insan içine bir parça tuz koyabilse.”
Ona olan bitenleri yazmanın benim görevim olduğunu da anlattım. İsmet Paşa’ya haber vermek gerektiğini
söyledim. Kadın, boynunu ve gözlerini kollarına silerek:
“Paşa’ya söyle önce bizim ihtiyaçlarımızı görsün. Bir şey yürümüyor, her şey bozuldu, evladım.”
Orada, taşların üzerinde not alarak Hilal-i Ahmer merkezine tez elden ilaç, yiyecek ve battaniye göndermelerini, yoksa kimsenin yaşayamayacağını bir telgrafla bildirdim. O gece, Sivrihisar’a çok geç dönebildim.
Ekim ayı çıkmadan, bütün Sakarya vadisinde her damla su donmuştu. Köylüler arasında sırtımda deri kürkle
dolaşırken fena hâlde utanırdım. Ellerimin ve ayaklarımın donması, bu kabahat duygusunu biraz giderirdi.
Halide Edip Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı, s. 201, 202 (Düzenlenmiştir.).
?
78
Metinde anlatılanlardan hareketle Millî Mücadele günlerinde Anadolu’nun sosyal
ve ekonomik durumu hakkında hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
ÖÇK
48-49
Bilgilerimizi Ölçelim
A) A
Aşağğıda
d ki cüm
ü le
l ler
l de
d noktalı
k l yerle
l re, verilen
il sözcüklerden
ö
uygun olanları yazınız.
Afganistan
Erzurum
Maarif
Londra
Adana
İtalya
İngiltere
1. Mudanya Konferansı’na katılmayan Yunanistan bu konferansta ........................... tarafından temsil edilmiştir.
2. Sakarya Savaşı öncesi Ankara’da toplanan .............................................. Kongresi’nde öğretim programlarının
bilimsel esaslara göre yeniden hazırlanması kararı alınmıştır.
3. II. İnönü Savaşı’ndan sonra ......................................... Anadolu’daki kuvvetlerini çekmeye başladı.
4. BMM Hükûmetini tanıyan ilk İslam devleti ....................................... olmuştur.
5. İtilaf Devletleri BMM Hükûmetinin temsilcilerini ........................................... Konferansı’na davet ederek
BMM’nin hukuki varlığını tanımışlardır.
6. Tayyar Rahmiye Hanım ....................................... ve çevresindeki Fransız işgaline karşı mücadele ederken
şehit düşen kadın kahramanlarımızdan biridir.
B) Aşağıdaki cümlelerden doğru olanların başına D, yanlış olanların başına Y yazınız.
( ) 1. Gümrü Antlaşması ile Doğu Cephesi’ndeki savaş durumu sona ermiştir.
( ) 2. Ali Saip Bey, Maraş’ın kurtuluşunda rol oynamış millî kahramanlarımızdan biridir.
( ) 3. Batı Cephesi’nin ilk komutanı Albay İsmet Bey’dir.
( ) 4. Kütahya-Eskişehir savaşları Yunan ordusunun geri püskürtülmesi ile sonuçlanmıştır.
( ) 5. Tekâlifimilliye Emirleri Sakarya Savaşı öncesinde yürürlüğe konulmuştur.
( ) 6. Mustafa Kemal’e mareşal rütbesi Başkomutan Meydan Muharebesi’nde kazandığı zafer nedeniyle
verilmiştir.
( ) 7. Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Türk-Yunan Savaşı fiilen sona ermiştir.
( ) 8. Halide Edip Adıvar, Millî Mücadele’yi anlattığı romanlarıyla tanınmış edebiyatçılarımızdan biridir.
C) Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1. Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının ardından Fransa ile Ankara Antlaşması, Kafkasya’daki
Sovyet Cumhuriyetleri ile de Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bunlardan Ankara Antlaşması’yla Fransa işgal ettiği
topraklarımızdan çekilirken Kars Antlaşması’yla da doğu sınırımız bugünkü şeklini almıştır.
Bu bilgilerden çıkarılabilecek en kapsamlı yargı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Savaş meydanında kazanılan zaferler uluslararası ilişkilerde belirleyici rol oynamıştır.
B) Türkiye, Sovyet Cumhuriyetlerini yenilgiye uğratmıştır.
C) Fransa, Güney Cephesi’nde geri adım atmıştır.
D) Siyasi alandaki başarılar askerî zaferlerin yolunu açmıştır.
2. Millî kahramanlarımızdan Antepli Şahin Bey işgal güçlerinin komutanına yazdığı mektupta “Sen, Türk esir
yaşamaz, diye duymadın mı? Namus ve hürriyeti için ölüme atılmak bize ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten
daha tatlı gelir.” demişti.
Şahin Bey’in bu sözleri aşağıdaki ilkelerden en çok hangisine dayandırılabilir?
A) Eşitlik
B) Bağımsızlık
C) Hoşgörü
D) Millî Egemenlik
79
3. Aşağıdakilerden hangisinde Türk ordusu düşmanın silahlı kuvvetlerini kesin biçimde yok etmek ve işgal
altındaki toprakları kurtarmak amacıyla harekete geçmiştir?
A) Sakarya Meydan Muharebesi
B) Birinci İnönü Muharebesi
C) Büyük Taarruz
D) İkinci İnönü Muharebesi
4.
I. Gümrü Antlaşması
II. Moskova Antlaşması
III. Ankara Antlaşması
Yukarıdaki antlaşmalardan hangisi veya hangileri TBMM Hükûmetinin, Batı Cephesi’ndeki mücadelesinde
daha güçlü hâle gelmesini sağlamıştır?
A) Yalnız I
B) Yalnız III
C) I ve III
D) I, II ve III
5. TBMM’nin aşağıdaki önlemlerinden hangisi kararların daha hızlı verilmesi ve hızla uygulanması amacına
yöneliktir?
A) Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun çıkarılması
B) İstiklal Mahkemelerinin kurulması
C) Başkomutanlık Kanunu’nun kabul edilmesi
D) Düzenli orduya geçilmesine karar verilmesi
Ç) Aşağıdaki soruların cevaplarını verilen noktalı yerlere yazınız.
1. Kuvayımilliyeden düzenli orduya geçilmesini gerekli kılan nedenler nelerdir?
........................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
2. I. İnönü Zaferi’nin siyasi alanda ortaya çıkardığı sonuçlar neler olmuştur?
.......................................................................................................................................................................
............................................................................................................................................................................
..................................................................................................................................................................................
3. Mustafa Kemal’in Kütahya-Eskişehir savaşlarının ardından ordumuza Sakarya Nehri’nin doğusuna
çekilme emri vermesinin nedenleri nelerdir?
........................................................................................................................................................................
..............................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
4. Mustafa Kemal hangi amaçlarla Tekâlifimilliye Emirleri’ni yayımlamıştır?
.......................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
5. Sakarya Meydan Muharebesi’nin Türk tarihindeki önemi nedir?
.......................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................
...................................................................................................................................................................................
80
4.
Ünite
Çağdaş Türkiye Yolunda Adımlar
klılıkları anlatan bir meHazırlık Çalışmaları
yı karşılaştırarak aradaki far
ita
har
i
diğ
çiz
’nın
ası
şm
tla
itası ile Sevr An
1. Ülkemizin bugünkü har
tin yazınız.
araştırma yapınız.
2. Misakıiktisadi ile ilgili bir
kında bilgi edininiz.
3. Cumhuriyet yönetimi hak
.
ının ne olduğunu öğreniniz
listesini yapınız.
4. “Öğretim birliği” kavram
çekleştirdiği inkılapların bir
ger
yla
acı
am
ak
tırm
laş
unu çağdaş
5. Atatürk’ün Türk toplum
a bir metin yazınız.
deni Kanunu’nu tanıtıcı kıs
Me
k
Tür
len
edi
ul
kab
a
6. 1926’d
bilgi edininiz.
7. Şeyh Sait İsyanı hakkında
ının anlamını öğreniniz.
8. “Kabotaj hakkı” kavram
metin yazınız.
rini tanıtıcı nitelikte kısa bir
ese
ı
adl
”
tuk
Nu
yük
“Bü
n
9. Atatürk’ü
bilgi edininiz.
.
10. Kubilay Olayı hakkında
isimlerin bir listesini yapınız
nu araştırarak bulduğunuz
uğu
old
ler
kim
izin
rim
ille
11. İlk kadın milletvek
ınız.
hakkında bir araştırma yap
12. Atatürk Orman Çiftliği
Atatürk bir okul ziyaretinde öğrenci ve
öğretmenlerle birlikte
81
1. Konu
Saltanatın Kaldırılması
“Neredeyse sabah olacaktı. Onun yanında dünya, gecesi gündüzü olmayan bir
âlemden ibaretti. Bu nedenle sanki uykuya da
ihtiyaç yoktu. Defteri alıp geldim. Söylediklerini not etmemi, ancak kimseye göstermememi;
kendisi, Süreyya Bey ve benim aramda sır olarak kalmasını istedi. Tarih koydurdu ve ‘Pekâlâ
yaz!’ diyerek devam etti. ‘Bir: Zaferden sonra
hükûmet şekli cumhuriyet olacaktır. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken yapılacaktır.” (1)
Mazhar Müfit Kansu
Mazhar Müfit Bey’in yukarıda sözünü
ettiği kişi Mustafa Kemal’dir. Bu olay onların
Resim 4.1: Mustafa Kemal’i Erzurum Kongresi günlerindeki hâliyle
gösteren 1981 yılına ait bir posta pulu
?
kongre için Erzurum’da bulundukları günlerde
yaşanmıştır.
Mustafa Kemal, Mazhar Müfit Bey’e yazdırdığı notların neden bir sır gibi saklanmasını istemiş
olabilir?
Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin gerçekte Mondros Ateşkes Antlaşması’yla birlikte sona erdiğini
düşünüyordu. O, bu düşüncesinin doğruluğunu Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra geldiği İstanbul’da daha açık bir şekilde görmüş ve bundan sonra yapılması gerekenlerle ilgili şunları söylemiştir:
“Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya
çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklali, padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi anlamı kalmamış
birtakım boş sözlerden ibaretti.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden, ne gibi yardım sağlanmak isteniyordu?
O hâlde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!” (2)
Yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Mustafa Kemal’in amacı, önce yurdumuzu işgalden kurtarmak, ardından da millî egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı. O,
egemenliğin millete ait olması gerektiğini Amasya Genelgesi’nde yer alan “Milletin istiklalini yine milletin azim
ve kararı kurtaracaktır.” (3) cümlesiyle ifade etmişti. Erzurum Kongresi’nde kabul edilen “Kuvayımilliyeyi güçlendirmek ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.” (4) maddesi onun bu anlayışının bir yansımasıydı. Aynı şekilde,
Sivas’a geldiğinde çıkardığı gazeteye İrade-i Milliye adını vermesi, Ankara’da ise Hâkimiyet-i Milliye adıyla
başka bir gazete çıkarması da millî egemenliğe olan bağlılığının birer göstergesiydi.
82
(1) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber, s. 127
(2) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 9.
(3) Durmuş Yalçın ve diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C I, s. 168.
(4) Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 116.
Mustafa Kemal, millî egemenliği gerçekleştirme yolundaki en önemli adımını 23 Nisan 1920’de Büyük
Millet Meclisini açarak attı. O, 24 Nisan 1920’de verdiği önergede bütün yetkilerin Mecliste toplandığını ve
Büyük Millet Meclisinin üzerinde hiçbir gücün bulunmadığını ifade etti. 1921 Anayasası’nda da egemenliğin
kayıtsız şartsız millete ait olduğunu vurguladı.
Resim 4.2: TBMM millî egemenliğin milletvekilleri aracılığıyla ülke yönetimine yansıdığı yerdir.
Mustafa Kemal, millî egemenliğin ülkemizde yerleşmesi için saltanatın kaldırılması gerektiğinin farkındaydı. Ancak Millî Mücadele’nin henüz devam ettiği bir dönemde saltanatı kaldırmanın ülkede yeni tartışmalara ve bölünmelere yol açabileceğini de görüyordu. Bu nedenle millî egemenlikle bağdaşmayan saltanat
kurumunu kaldırmak için uygun zamanın gelmesini bekledi.
?
TBMM ile saltanat makamının bir arada bulunabilmesi mümkün müdür? Neden?
Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın ardından İsviçre’nin Lozan kentinde yapılacak barış görüşmelerine
Ankara Hükûmetinin yanı sıra İstanbul Hükûmeti de davet edildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, fiilen sona
ermiş olan saltanatı artık hukuken de ortadan kaldırma zamanının geldiğine karar verdi. Bu amaçla arkadaşlarıyla birlikte, yeni bir devletin kurulduğunu ve Anayasa gereği egemenliğin millete ait olduğunu ifade eden bir
önerge hazırlayarak Meclise sundu. Önergenin komisyonda görüşülmesi sırasında söz alan Mustafa Kemal, Türk milletinin egemenliğini eline almış bulunduğunu belirterek şunları söyledi:
“Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak
mıyız, bırakmayacak mıyız, meselesi değildir. Mesele zaten oldubitti
hâline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi doğal karşılarsa sanırım ki uygun olur.” (1)
Mustafa Kemal’in bu konuşmasının ardından komisyon saltanat ile halifeliğin birbirinden ayrılarak saltanatın kaldırılmasını öngören bir kanun tasarısı hazırladı. TBMM tarafından 1 Kasım 1922’de
onaylanan bu Kanun’la saltanatın İstanbul’un resÖÇK
men işgal edildiği 16 Mart 1920’den itibaren sona
52
erdiği hükme bağlandı.
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 468.
Resim 4.3: Son Osmanlı Padişahı VI.
Mehmet Vahdettin
83
2. Konu
Sevr’den Lozan’a
“Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı
zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir belgedir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözünde ifade ettiği suikastı hazırlayanlar ve gerçekleştirmek için harekete geçenler kimlerdir?
Bulgaristan
K A R A D E N ‹ Z
Edirne
an
st
ni
na
Yu
Sinop
K›rklareli
Zonguldak
‹stanbul
‹zmit
MARMARA
DEN‹Z‹
Bolu
Sakarya
Tekirdağ
Çanakkale
Bursa
Bal›kesir
Batum
Kastamonu
Rize
Amasya
Ankara
Kars
Trabzon
Giresun
Na
hc
iva
Erzurum
n
Erzincan
Eskiflehir
Kütahya
Sivas
İran
Afyonkarahisar
Manisa
SSCB
Samsun
Mufl
Kayseri
‹zmir
Malatya
Akflehir
Denizli
Ayd›n
Konya
Isparta
Muğla
Van
Niğde
Diyarbak›r
Kahramanmarafl
Karaman
Antalya
Gaziantep fianl›urfa
Adana
Mersin
Hakkâri
Mardin
Irak
Hatay
A K D E N ‹ Z
Bitlis
Suriye
0
100
200 km
Kıbrıs
Özerk bölgeler
Boğazlar bölgesi
Lozan’a göre sınırlar
Bugünkü sınırlar
Harita 4.1: Lozan Barış Antlaşması’na göre Türkiye
?
Yukarıdaki haritada ülkemizin Lozan Barış Antlaşması’yla belirlenmiş sınırlarını görüyorsunuz. Bu haritayı ders kitabınızın 50. sayfasındaki Sevr Antlaşması’na ait harita ile karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz?
Lozan Barış Konferansı İngiltere, Fransa,
İtalya ve Japonya’nın çağrısıyla 20 Kasım 1922’de
İsviçre’de toplandı. Bu konferansa başta Türkiye
olmak üzere Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya
davet edildi. SSCB, Bulgaristan, Ukrayna ve Gürcistan ise Boğazlar ile ilgili görüşmelere katılmak
üzere konferansa çağrıldı. Gözlemci olan ABD’nin
yanı sıra Belçika ve Portekiz de konferansta hazır
bulundu.
Resim 4.4: Lozan Konferansı’na katılan Türk heyeti
84
Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye’yi Dışişleri Bakanı İsmet Paşa başkanlığında bir heyet temsil
etti. İsmet Paşa konferansın açılışında yaptığı konuşmada “Çok ızdırap çektik, çok kan akıttık... Bütün uygar uluslar gibi özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz.” (2)
diyerek Türk milletinin isteklerini dünyaya duyurdu.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 53.
(2) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C II, s. 285.
Lozan Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri ile Türkiye arasında sert tartışmalar yaşandı. Görüşmelerde Türk
heyeti tarafından dile getirilen kapitülasyonların kaldırılması ve Doğu Anadolu’nun Ermenilere verilmesinden vazgeçilmesi gibi istekler kabul edilmedi. İtilaf Devletlerinin kendi aralarında hazırladıkları bir antlaşma taslağını Türk heyetine
kabul ettirmek istemeleri üzerine de konferans 4 Şubat 1923’te dağıldı.
“Bir süre Ankara’dan Lozan Konferansı görüşmelerini takip ettim. Görüşmeler hararetli ve
tartışmalı geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabii
buluyordum. Çünkü, Lozan barış masasında ele alınan meseleler yalnız üç dört yıllık yeni devreye
ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık ve bu kadar
kirli hesapların içinden çıkmak elbette o kadar basit ve kolay olmayacaktı.”
Kemal Atatürk, Nutuk, s. 475.
?
Mustafa Kemal’in “yüzyılların hesabı” sözüyle anlatmak istediği konular neler olabilir?
Lozan Barış Konferansı 23 Nisan 1923’te
yeniden toplandı. Görüşmelerin ikinci turunda
pek çok sorun Türkiye’nin istediği şekilde çözümlendi ve konferans 24 Temmuz 1923 tarihinde
barış antlaşmasının imzalanmasıyla sona erdi.
Lozan Barış Antlaşması’yla kapitülasyonlar kaldırıldı. Meriç Nehri Türkiye ile Yunanistan
arasında sınır kabul edilirken Yunanistan savaş
tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bıraktı.
Türkiye-Suriye sınırı Ankara Antlaşması’yla daha
Resim 4.5: Lozan Konferansı’nın toplandığı bina
önceden belirlendiği şekliyle kabul edildi. Irak
sınırının ise Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle belirlenmesi konusunda antlaşmaya varıldı. Diğer yandan Sevr Antlaşması’yla Doğu
Anadolu’da kurulması planlanan devletler bu antlaşmada söz konusu dahi edilmedi.
Resim 4.6: Lozan Barış Antlaşması’nın imza töreni
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C II, s. 285.
85
Lozan Barış Antlaşması’na göre Boğazların yönetimi, başkanlığını Türkiye’nin yapacağı uluslararası bir komisyona bırakılacaktı. Türkiye’de oturan herkes kanunlar önünde eşit sayılacak ve Türk vatandaşı olarak kabul edilecekti. Ünlü
İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee (Arnıld Toynbi) Lozan Barış Antlaşması ile ilgili düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir:
“Hemen hemen her konudaki Türk ulusal istekleri, Lozan’daki müttefikler tarafından kabul edilmiştir. Ve
dünya, tarihinde eşi olmayan bir olayla karşılaşmıştır: Yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa
kalkması ve dünyanın en büyük ulusları ile tam eşit koşullar içinde karşı karşıya gelmesi ve ‘Büyük Savaş’ın bu galiplerini dize getirerek her isteğini kabul ettirmesi şaşılacak bir şeydi.” (1)
Resim 4.7: Lozan Barış Antlaşması’nı Türkiye adına imzalayan Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın yurda
dönüşünde karşılanışı
Lozan Barış Antlaşması 23 Ağustos 1923’te TBMM’de onaylanarak yürürlüğe girdi. Bu antlaşma Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan ve geçerliliğini günümüzde de sürdüren tek antlaşmadır. Lozan Barış Antlaşması’yla
Türkiye siyasi ve ekonomik bağımsızlığını diğer devletlere kabul ettirmiş, devletler ailesinin eşit ve saygın bir üyesi
olarak dünya siyasetindeki yerini almıştır.
“Trakya Yunanistan’ın olacaktı, İstanbul uluslararası bir komisyonun idaresi altında olacaktı,
Batı Anadolu Yunan sömürgesi olacaktı, Doğu Anadolu Ermenistan olacaktı, Adana Fransız sömürgesi
olacaktı, Antalya İtalyan sömürgesi olacaktı; ordumuz olmayacaktı, donanmamız olmayacaktı. Saray,
büyük küçük bütün devletlerin denetiminde ve Orta Anadolu’da bir iki vilayet bu Sarayın çiftliği hükmünde kalacaktı.
Maliyemiz, adliyemiz, bayındırlık işleri, harbiyemiz, denizciliğimiz, kara sınırlarımız, Boğazlarımız doğrudan doğruya,
eğitimimiz ve bütün diğer kurumlarımız ise Sarayın esir hükûmetleri vasıtasıyla yabancı kontrolü altında bulunacaktı.
Türk milleti köle, yabancı ve Hristiyanlar Türk milletinin efendisi olacaktı. Nüfuz bölgeleri coğrafi birliği,
millî eğitimin olmaması da millî birliği imkânsız kılacak, yabancılara bağışlanan ayrıcalıklar ekonomi ve ticarette
kazanç hakkını kaldıracak, büyük şehir ve sahillerde yaşayan Türkler dağıtılacak; Türk milleti ve devleti ölecek,
Akdeniz ve Marmara sularında bir daha Türk bayrağı görünmeyecekti. Sevr Antlaşması’nın manası bu idi.
Bugün Batı Anadolu, Doğu Anadolu, Adana, Trakya, Antalya, Hatay, Boğazlar ve İstanbul bizimdir; ordumuz vardır, donanmamız vardır. Saray yoktur; maliyemiz, adliyemiz, bayındırlık işlerimiz, harbiyemiz, denizciliğimiz serbesttir. Efendiyiz. Coğrafi birlik, millî birlik gerçekleşmiştir. Türkiye’de en ayrıcalıklı insan yine Türk’tür.
Büyük küçük bizimle savaşan bütün devletler, Türk milletinin iradesini onaylamışlardır. İstiklal Savaşı’nın gayesi bu
idi. Lozan Antlaşması’nın anlamı budur.”
Ali Naci Karacan, Lozan, s. 546, 547.
?
86
Yukarıdaki metinden hareketle Lozan Antlaşması ve tarihimizdeki önemi ile
ilgili hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
ÖÇK
53
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C II, s. 290.
3. Konu
Millî Ekonominin Kurulması
“Türk milleti, bütün tarihinde harp meydanlarında birçok zafer taçları giymiştir. Bununla övünür, daima
övünecektir. Ancak, bu övünç tacını daha çok süsleyerek milletin başında tutabilmek için diğer bir sahada da
mutlaka başarılı olması lazımdır; o da iktisattır.” (1)
Atatürk
?
Mustafa Kemal yukarıdaki sözüyle nelerin gerçekleşmesini istemektedir?
Mustafa Kemal güçlü ve bağımsız bir ekonomiye sahip olmadan siyasi bağımsızlığımızı kazanmanın
ve bunu sürdürmenin mümkün olmadığını görmüştür. Bu nedenle 1923 yılı başlarında çıktığı yurt gezisi sırasında yaptığı konuşmalarda bu konuyla ilgili düşüncelerini “Yeni Türkiye devleti, temellerini süngü ile değil,
süngünün de dayandığı ekonomiyle kuracaktır. Yeni Türkiye devleti bir ekonomi devleti olacaktır.” (2) sözleriyle
özetlemiştir.
Mustafa Kemal’in yukarıda belirtilen görüşleri doğrultusunda Lozan’da kapitülasyonların kaldırılması için
mücadele verilirken ülke içinde de millî ekonominin kurulması yolunda önemli adımlar atıldı. Bu amaçla 17 Şubat
1923’te İzmir’de I. Türkiye İktisat Kongresi toplandı. Başkanlığını Kâzım Karabekir Paşa’nın yaptığı ve Mustafa
Kemal’in de hazır bulunduğu bu kongreye tüccar, sanayici, esnaf, çiftçi ve işçileri temsilen 1135 üye katıldı.
Çiftçi grubu
Tüccar grubu
Sanayici grubu
İşçi grubu
Resim 4.8: İzmir İktisat Kongresi’ne katılan delege gruplarının amblemleri
Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi’nin
açılışında yaptığı konuşmada yabancılara tanınan ekonomik ayrıcalıkların Osmanlı Devleti’ni
çöküntüye uğrattığını anlattı. Kongrenin ekonomik kalkınma çarelerini aramak ve milletimizi mutluluğa ulaştırmak için izlenecek yolları
bulmak amacıyla toplandığına dikkat çekti. Millî
bir ekonomi kurmanın gerekliliği ile birlikte yabancı sermayeye de karşı olmadığını ve yabancı
sermayenin Türk yasalarına uymak koşuluyla
ülkemize gelebileceğini belirtti.
4 Mart 1923’te sona eren Türkiye İktisat
Kongresi’nde bütün meslek gruplarının katılımıyla önemli kararlar alındı. Bu kararların başlıcaları şunlardır:
Resim 4.9: Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi’nde
1. Ham maddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulmalıdır.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 288.
(2) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C II, s. 254.
87
2. El işçiliğinden ve küçük imalattan kurtularak hızla fabrikaya ve büyük işletmeye geçilmelidir.
3. Devlet, yavaş yavaş iktisadi görevleri de olan bir organ hâline gelmeli ve özel sektör tarafından kurulamayan kuruluşlar devletçe ele alınmalıdır.
4. Özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulmalıdır.
5. Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün hâlde kurulması gereklidir.
6. Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
7. Sanayinin teşviki ve millî bankaların kurulması sağlanmalıdır. (1)
?
Alınan kararlardan hareketle İzmir İktisat Kongresi’nin amaçları konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye İktisat Kongresi’nin sonunda Misakıiktisadi (Ekonomi Andı) adıyla sonuç bildirisi yayımlandı.
Ekonomik bağımsızlığı hedefleyen bu bildiride; yerli üretimin teşvik edilmesi, ithalatın kısılması, israftan kaçınılması, tekelciliğin önüne geçilmesi, yeniliklere açık olunması ve toplumsal dayanışma temel ilkeler olarak
benimsendi. Ayrıca ülkenin bayındır hâle getirilmesi, orman alanlarının genişletilmesi, madenlerin işletilmesi,
nüfusun çoğaltılması ve sağlığın korunması konularında yapılacaklar belirlendi.
İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar gereği Türkiye Cumhuriyeti 1927 yılında çıkardığı Teşvikisanayi
(Sanayiyi Destekleme) Kanunu ile sanayi tesisi kuracak girişimcilere devlet tarafından çeşitli kolaylıklar sağladı.
Ayrıca tüccar ve sanayicinin kredi ihtiyacını karşılamak için Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası, Türkiye İş Bankası, Sümerbank ve Etibank gibi bankalar kurdu.
Resim 4.10: Atatürk, Sümerbank’a ait Nazilli Basma Fabrikasının açılışında
Cumhuriyet Dönemi’nde devlet bir yandan özel
sektörü desteklerken diğer yandan kendisi de fabrikalar
kurdu. Böylece şeker, kumaş, cam, kâğıt, demir çelik gibi
o güne kadar yurt dışından satın aldığımız mallar bu fabrikalarda üretilmeye başlandı.
Resim 4.11: Ankara-İstanbul arasında hava yolu
taşımacılığı yapan bir yolcu uçağı
?
88
Ulaşım alanında ise İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karar gereği demir yolu yapımına öncelik tanındı. Demir yolu ile birlikte kara, deniz ve hava yolu taşımacılığına
da önem verildi.
İzmir İktisat Kongresi ve bu kongrede kabul edilen Misakıiktisadi’nin ülkemize kazandırdıklarıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
(1) Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, s. 291.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı günlerinde uçaklarımızın yetersizliği nedeniyle ordumuzun büyük zorluklarla
karşı karşıya kaldığına üzülerek tanık olmuştu. Bu nedenle “İstikbal göklerdedir.” (1) diyerek konunun önemine
dikkat çekmiş ve bu alandaki eksiğimizi gidermek için çaba göstermişti. “Bütün uçaklarımızın ve motorlarının memleketimizde yapılması
ve hava harp sanayimizin de bu esasa göre
geliştirilmesi gerekir.” (2) diyen Atatürk ülkemizde havacılık sanayisini geliştirmek zorunda
olduğumuza işaret etmiştir. Onun bu düşünceleri doğrultusunda Türkiye, 1926 yılında
Kayseri’de bir uçak fabrikası kurmuş ve uçak
mühendisliği eğitimi almaları için yurt dışına
Resim 4.12: Atatürk’ün Kayseri Uçak Fabrikasını ziyareti
öğrenciler göndermiştir.
Ülkemiz Cumhuriyet Dönemi’nde havacılıkta olduğu gibi savunma sanayisinin diğer alanlarında da önemli
ilerlemeler kaydetmiştir. Bu kapsamda Gölcük tersanelerinde donanma gemileri yapılırken Kırıkkale’de barut ve
mermi, Ankara’da ise uçak motoru fabrikaları açılmıştır.
Siyasi ve ekonomik bağımsızlığını korumak için sanayileşmeyi millî bir hedef olarak benimseyen Türkiye,
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nı hazırlamıştır. 1934-1938 yılları arasını kapsayan bu plan çerçevesinde yapılması
öngörülen fabrika sayısı 20 olarak belirlenmiş, bu iş için gereken kaynak ise 45 milyon lira olarak hesaplanmıştır.
Bu kaynağın %49,9’u dokumacılığa, %26,9’u madenciliğe, %12,1’i kâğıt, %5,3’ü kimya, %4,6’sı ise seramik sanayine ayrılmıştır. %1,2’lik kaynak ise teknik öğrenim için yurt dışına gönderilecek öğrencilere tahsis edilmiştir.
?
Kalkınma planındaki kaynak paylaşımından hareketle ülkemizin en fazla ihtiyaç duyduğu
ürünlerin hangileri olduğu söylenebilir?
İzmir İktisat Kongresi’nin, millî ekonomi anlayışının yanı sıra ülke genelinde tasarruf bilincinin doğmasına ve gelişmesine de önemli katkıları oldu. 1929’da kurulan Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti aracılığıyla halka
israftan kaçınma, yerli malı kullanma ve tasarruf alışkanlıkları kazandırılmaya çalışıldı. Bunun sonucunda aşağıdaki tabloda da gördüğünüz gibi Türk vatandaşlarının bankalardaki mevduatlarında önemli artışlar sağlandı.
Tablo 4.1: Yıllara göre Türk vatandaşlarının bankalardaki mevduat toplamı
Resim 4.13: Vatandaşları yerli malı kullanmaya özendirmek isteyen bir mağaza
?
Yıl
Toplam Tasarruf Miktarı
1927
63 milyon TL
1928
91 milyon TL
1929
133 milyon TL
1931
137 milyon TL
1932
132 milyon TL
1933
141 milyon TL
Kaynak: 70. Kuruluş Yıldönümünde Türkiye
Cumhuriyeti Albümü, s. 307.
Toplumda yerli malı kullanma ve tasarruf alışkanlıklarının yaygınlaşmasının
sonuçları neler olabilir?
(1) Muzaffer Erendil, İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, s. 189.
(2) Atatürkçülük, C I, s. 289.
ÖÇK
54
89
4. Konu
Yeni Devlet, Yeni Başkent
“... Ankara, vatanın bağımsızlığı davasından kendi varlığının müdafaasını anlamış ve bunun neticesinde
Sakarya Harbi’nin en önemli günlerinde memleket ufukları top sesleri ile sarsılırken bile sarsılmayan iman ile
kalmıştır. Ankaralılar yeni hükûmetin uyanma ve yol göstermesi ile emek ve gayretlerini yeni ilkeler etrafında
toplayarak memleketlerini cihanın sayılan, meşhur şehirleri arasına dâhil edecektir. Onlara övünmeleri için
Fevzi Paşa Hazretlerinin Sakarya Zaferi’nden hemen sonra Ankara Belediye Başkanı’na çektiği şu telgraf yeterlidir:
“Ordumuzun eşsiz fedakârlığı ile kazanılan muzafferiyetten dolayı yaptığınız kutlamalara teşekkür eyler
ve düşman ordusuna indirilen yok edici darbede Ankara halkının yardımlarını takdirle yâd ederim efendim.” (1)
Rifat Börekçi
Yukarıdaki sözler Ankara Müdafaa-i Hukuk Heyeti Merkeziye Reisi Rifat (Börekçi) Hoca’ya aittir. Aynı
zamanda Ankara müftüsü olan Rifat Hoca bu sözleri Ankara’nın başkent olması sürecinde yapılan tartışmalar
sırasında söylemiştir.
?
Rifat Hoca’nın sözlerinden yola çıkarak Ankara’nın başkent seçilmesinin gerekçeleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Lozan Barış Antlaşması’nın onaylanmasının ardından işgal kuvvetlerinin İstanbul’dan çekilmesi üzerine
hükûmet merkezinin Ankara’dan İstanbul’a taşınması gündeme geldi. Yeni başkentin neresi olacağı tartışmaları basında da önemli yer tuttu. Bazı gazetelerde deniz kıyısında bulunması ve tarihi nedeniyle İstanbul’un
başkent olarak kalması yönünde yazılar yayımlanıyordu. Ankara ise aynı çevreler tarafından içme suyu ve yol
sıkıntısı çeken, dış dünyaya kapalı, yeterli konutu ve resmî dairesi bulunmayan, yazları çok sıcak ve kışları çok
soğuk bir şehir olarak görülüyordu. İstanbul’da temsilciliği bulunan yabancı devletler de başkentin Ankara
olarak belirlenmesine karşı çıkıyor ve böyle bir durumda büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımayacaklarını söylüyorlardı. Bu ortamda yeni Türk devletinin başkentinin neresi olacağı sorunu içte ve dışta kararsızlıklar ortaya
çıkarıyordu. O hâlde başkent sorununu bir yasa ile çözümlemek ve bu kargaşaya bir son vermek gerekiyordu.
Resim 4.14: Başkent olduğu yıllarda Ankara’dan bir görünüş
90
(1) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-37/ankaranin-baskent-olusunun-anlami
Mustafa Kemal’e göre devletimizin yönetim merkezi, millî iradenin temsil edildiği TBMM’ye ev sahipliği
yapan Ankara olmalıydı. Mustafa Kemal, bu kararını verirken Ankara’nın pek çok özelliğini göz önünde bulundurmuştu. Bunların başında, Ankara’nın coğrafi konumu nedeniyle yabancı saldırılarının uzağında ve savunulması kolay bir şehir olması gelmekteydi. Bu durumun önemi deniz kıyısında bulunan İstanbul’un Mondros Ateşkes
Antlaşması’ndan hemen sonra işgal edilmesiyle de anlaşılmıştı. Mustafa Kemal “Bir geminin topunun telaşına düşecek yerde hükûmet merkezi olamaz.” (1) sözüyle İstanbul”un başkent olarak kalmasının sakıncasını vurgulamıştı.
O, kararını verirken Ankara’nın ülkedeki diğer önemli merkezlerle demir yolu, kara yolu ve telgraf bağlantısının
bulunmasını da dikkate almıştı.
Resim 4.15: Bugünkü Ankara’dan bir görünüş
Ankara’nın başkent olarak kabul görmesinin önemli nedenleri arasında şehrin Millî Mücadele sırasındaki rolünü de saymak gerekir. Ali Fuat Paşa’nın komuta ettiği 20. Kolordunun bulunduğu Ankara, Millî Mücadele
günlerinin en güvenilir merkezlerinden biri olmuştur. Ankara halkı da Millî Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren
Mustafa Kemal’i desteklemiş ve onu Ankara’ya gelişinde büyük bir coşkuyla bağrına basmıştır. Tüccar, esnaf ve
sanatkârından sivil ve asker görevlilerine, merkezinden ilçe ve
köylerinde yaşayan her yaştan insanına kadar bütün Ankaralılar Millî Mücadele için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak büyük bir vatanseverlik örneği vermişlerdir. Böylece Ankara bir
bakıma kendi kendisini merkez hâline getirmiş ve Millî Mücadele bu şehirden yönetilerek kazanılmıştır.
Ankara, Mustafa Kemal’in gelişi ve TBMM’yi burada
açmasıyla birlikte tarihsel sürecin doğal bir sonucu olarak
ülkemizin fiilî başkenti hâline gelmişti. Millî Mücadele’nin
sonuna kadar devam eden bu durum İsmet Paşa ve arkadaşları tarafından hazırlanan kanun teklifinin 13 Ekim 1923’te
yasalaşmasıyla resmiyet kazandı. “Türkiye Devleti’nin idare merkezi Ankara şehridir.” şeklindeki bu kanun maddesinin TBMM’de kabulünden sonra Anayasa’mıza eklenen
bir madde ile başkentimizin Ankara olduğu ilan edildi. Bu
madde daha sonraki yıllarda kabul edilen Anayasalarımızda
da korundu ve süreklilik göstererek günümüze kadar geldi.
?
Resim 4.16: Ankara’nın başkent olmasına ilişkin
kanun teklifi
Sizce Ankara’nın başkent seçilmesinde en önemli etken nedir? Neden?
(1) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-37/ankaranin-baskent-olusunun-anlami
ÖÇK
55
91
5. Konu
Cumhuriyetin İlanı
“Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur, dedikten sonra kime sorarsanız sorunuz bu, cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır.” (1)
Abdurrahman Şeref
?
Tarihçi Abdurrahman Şeref Bey’in yukarıdaki sözlerine göre cumhuriyetin gerçekte hangi
olayla birlikte ilan edilmiş olduğu söylenebilir? Neden?
Mustafa Kemal, en iyi yönetim şeklinin millet iradesine dayanan cumhuriyet olduğuna inanan bir liderdi. O, bu konudaki düşüncesini ilk defa Amasya Genelgesi’nin maddelerine, ardından da Erzurum Kongresi kararlarına yansıtmıştı. 23 Nisan 1920’de de “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.” (2) anlayışıyla Türk milletinin kendi kendisini yönetme hakkına sahip olduğunu tüm dünyaya ilan etmişti. Bununla birlikte zamanlamaya
önem veren Mustafa Kemal, Millî Mücadele sürecinde saltanat ve hilafet taraftarlarını karşısına almamak için
“cumhuriyet” sözcüğünü kullanmamaya özen göstermişti.
Mustafa Kemal kendi deyimiyle vicdanında millî bir sır gibi sakladığı cumhuriyet düşüncesini gerçekleştirmek için 1923 yılı Ekim ayında harekete geçti. Hükûmetin istifası ve yerine yenisinin kurulamaması üzerine
bir hükûmet bunalımı yaşanmaya başlandı. Anayasa’ya göre Meclis hükûmeti olarak adlandırılan sistemde
oluşturacak bakanların Mecliste tek tek oylanarak seçilmesi gerektiği hâlde hiçbir aday yeterli oyu alamıyordu. Bunun üzerine hükûmet sorununu çözmek için harekete geçen Mustafa Kemal, 28 Ekim günü Çankaya
Köşkü’ne davet ettiği çalışma arkadaşlarına şunları söyledi:
“Yemek sırasında: ‘Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz.’ dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhâl düşünceme katıldılar. O gece birlikte olduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya’da misafirdi. Onunla bir kanun tasarısı hazırladık.” (3)
Resim 4.17: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve ilk başbakanı İsmet İnönü
Hükûmet bunalımını aşmak üzere hazırlanan kanun tasarısı 29 Ekim 1923’te Mecliste görüşülerek oy
birliğiyle kabul edildi. Bu değişiklikle devletimizin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğu hükmü Anayasa’ya eklenirken Türkiye Cumhuriyeti Devleti de resmen kurulmuş oldu. Ayrıca cumhurbaşkanının devletin başkanı
olduğu ve Meclis tarafından seçilebileceğini belirten hükümler ile kabine sistemi olarak adlandırılan ve başbakanın cumhurbaşkanı tarafından Meclis üyeleri arasından seçilmesini öngören hüküm Anayasa’daki yerini
aldı. Aynı gün yapılan başka bir oylama ile Mustafa Kemal, TBMM tarafından ilk cumhurbaşkanı olarak seçildi.
92
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C II, s. 297.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 31.
(3) age., s. 543.
Resim 4.18: Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.
Mustafa Kemal’in amacı, Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsız şekilde huzur ve refah içinde
yaşamasını sağlamaktır. O, bu amaca ancak temeli millî egemenlik ilkesine dayanan cumhuriyet yönetimiyle
ulaşılabileceğine inanmıştır. Bu nedenle de en büyük eserinin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu belirtmiş ve çeşitli
alanlarda yaptığı inkılaplarla cumhuriyetin dayandığı temelleri güçlendirmiştir.
Resim 4.19: Atatürk, en büyük eserim dediği cumhuriyeti geleceğimizin güvencesi olan gençlere emanet etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal “Türkiye Cumhuriyeti
demokrasi esasına dayanan bir devlettir.” (1) diyerek kurduğu cumhuriyetin demokratik karakter taşıdığını vurgulamıştır. O, cumhuriyet ile demokrasi rejimi arasındaki ilişkiyi ise şu sözlerle dile getirmiştir:
“Demokrasi prensibinin, en çağdaş ve akılcı uygulamasını temin eden hükûmet şekli cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, millet tarafından seçilmiş meclistedir. Millet adına her türlü kanunları o yapar.” (2)
?
Mustafa Kemal’in, demokrasinin en çağdaş uygulamasının ancak cumhuriyet yönetimlerinde yaşanabileceğini söylemesinin nedenleri neler olabilir?
(1) Ayşe Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 45.
(2) Ayşe Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, s. 71.
ÖÇK
56
93
6. Konu
3 Mart 1924 Tarihli Kanunlar
Halifeliğin Kaldırılması
“Ben, saltanatın kaldırılmasından sonra, hilafetin de kaldırılmış olduğunu kabul ediyordum. Bunun uygun zaman ve fırsatta açıklanmasını tabii buluyordum.” (1)
Atatürk
?
Hilafetin saltanat ile birlikte kaldırılmamasının nedeni ne olabilir?
1 Kasım 1922’de saltanat ve halifeliğin birbirinden ayrılması ve saltanatın kaldırılmasıyla son Osmanlı
Sultanı Vahdettin’in elinde sadece halifelik makamı kalmıştı. Onun 17 Kasım 1922’de İngilizlere sığınarak yurt
dışına çıkması üzerine de TBMM, Osmanlı ailesinden Abdülmecit Efendi’yi yeni halife olarak seçmişti.
Abdülmecit Efendi’yi halife seçen TBMM
ondan yalnızca halife unvanını kullanmasını ve millî
egemenliğe zarar verecek hareketlerden kaçınmasını bekliyordu. Ancak o kendisini siyasi bir güç
olarak gördüğü için Meclisin bu beklentisine uygun
davranışlarda bulunmadı. Halifeliğin yanı sıra Abdülmecit bin Abdülaziz Han şeklinde bir de saltanat
unvanı kullanmaya başladı. Sultanlara özgü gösterişli resmî törenler düzenleyerek cumhuriyet yönetimine karşı olan çevreleri sarayında kabul etti.
Onun bu hareketleri Meclisteki bazı milletvekilleri
tarafından da desteklendi. “Halife Meclisin, Meclis
Halife’nindir.” diyen bu kişiler Halifeyi Meclisin ve
devletin başkanı gibi göstermeye çalışıyorlardı.
Resim 4.20: Halife Abdülmecit bir medrese ziyaretinden
çıkarken
Halifelik makamı etrafında meydana gelen gelişmeler cumhuriyet yönetimi ve millî egemenlikle bağdaşmayan halifeliğin kaldırılması zamanının geldiğini gösteriyordu. Ancak Mustafa Kemal öncelikle kamuoyunu bu değişime hazırlamak gerektiğine inanıyordu. Bu amaçla çıktığı yurt gezileri sırasında yaptığı konuşmalarla aşağıdaki metinde kendisinin de belirttiği gibi halka konu ile ilgili düşüncelerini aktarmaya önem veriyordu.
“Hilafet sorunu konusunda halkın kaygı ve kuşkusunu gidermek için her yerde gereği kadar konuştum
ve açıklamalarda bulundum. Dedim ki ‘ulusumuzun kurduğu yeni devletin alın yazısına, işlerine, bağımsızlığına, sanı ne olursa olsun hiç kimseyi karıştırmayız. Bütün Müslümanları içine almakla yükümlüymüş gibi
düşünülen bir halifenin görevini yapabilmesi için Türkiye Devleti ve onun bir avuç insanı Halife’nin buyruğuna
verilemez. Millet bunu kabul edemez.’” (2)
Mustafa Kemal bir yandan halkı aydınlatmaya çalışırken diğer yandan Halife’nin cumhuriyet rejimi için
tehlike doğurabilecek hareketlerinin önlenmesi için de çaba harcıyordu. Halife’nin kendisine ait bir halifelik
hazinesi kurulmasını istemesi üzerine de hükûmete şu talimatı vermişti:
“Halife, ataları olan padişahların yolunu izler görünmektedir. Halife ve bütün dünya bilmelidir ki bugün
var olan Halife’nin ve hilafet makamının gerçekte ne din ne de siyaset bakımından hiçbir anlamı ve gerekçesi
yoktur. Halife, kendinin ve makamının ne olduğunu açıkça bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükûmetçe ciddi ve
esaslı tedbirler alınarak bildirilmesini rica ederim.” (3)
?
94
Halifeliğin, millî egemenliğe dayanan laik bir devlet içinde yeri olabilir miydi? Neden?
(1) Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Tarih IV, s. 158, 159.
(2) Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C II, s. 97.
(3) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 572, 573.
Halifelik devam ettiği sürece Türkiye Cumhuriyeti’nin iç ve dış politikasındaki iki başlılığın giderilemeyeceği
görülmüştü. Diğer yandan bu makamın varlığı cumhuriyetin gelişip kökleşmesininin önünde önemli bir engel oluşturuyordu. İşte bütün bu nedenlerden dolayı TBMM 3 Mart 1924’te kabul ettiği bir kanun ile halifeliği kaldırdı. Böylece
millî egemenlik ilkesi gerçekleştirilirken Türkiye’nin çağdaş bir ülke olmasını sağlayacak yeniliklerin önündeki engellerden biri daha kaldırıldı. Ayrıca devlet ve toplum hayatında demokratik ve laik düzene geçiş yolunda önemli bir adım
atılmış oldu.
Öğretimde Birliğin Sağlanması
“Türk milleti, evlatlarına vereceği eğitimi okul ve medrese adında birbirinden büsbütün başka iki cins kuruma
bölmeye bugünkü günde katlanabilir miydi? Eğitim ve öğretimde birlik olmadıkça aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden oluşmuş bir millet yapmaya imkân aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı?” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözüne göre eğitimde yapılması gereken nedir?
Resim 4.21: Eğitim İnkılabı öncesinde bir derslikte öğretmen ve öğrenciler
?
Resim 4.22: Eğitim İnkılabı sonrasında ders işleyen
öğretmen ve öğrenciler
Yukarıdaki resimleri karşılaştırdığınızda Eğitim İnkılabı’nın getirdiği yenilikler ve ortaya çıkarabileceği sonuçlarla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Cumhuriyet öncesi dönemde ülkemizde eğitim öğretim birliği yoktu. Dinî eğitim veren medreseler,
Batı tarzında eğitim veren mektepler ve azınlıklar ile yabancılara ait okullar bir arada bulunuyordu. Eğitimdeki
bu çok başlılık nedeniyle öğrenciler farklı dünya görüşlerine sahip kişiler olarak yetişiyorlardı. Bu durumda vatandaşlar arasında kültür ve ülkü birliğini sağlamak mümkün olamıyor ve eğitim millî birliği sağlamanın değil,
dağılmanın bir aracı hâline geliyordu.
Mustafa Kemal, öğretim birliğini sağlamadıkça ve eğitimi çağdaş bilimin gereklerine uygun hâle getirmedikçe millî varlığımızı sürdüremeyeceğimizin bilincinde olan bir liderdi. Bu nedenle Millî Mücadele’nin en
zor günlerinde bile eğitim işleriyle ilgilenerek Sakarya Savaşı’nın hemen öncesinde Ankara’da Birinci Maarif
Kongresi’ni toplamıştı.
Mustafa Kemal, eğitim öğretime olan ilgisini büyük zaferin kazanılmasından sonra da devam ettirmiş
ve Maarif Kongresi’nde benimsenen ilkeleri hayata geçirmeye çalışmıştır. En çok da öğretimin birleştirilmesi
üzerinde durmuş ve 31 Ocak 1923’te İzmir’de halk ile konuşurken “... Milletimizin, memleketimizin irfan yuvaları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı suretle oradan çıkmalıdır.” (2) diyerek bu konuya
dikkat çekmiştir. Mustafa Kemal, öğretim birliğini gerçekleştirmek amacıyla bir yasa tasarısının hazırlanmasını
sağlamıştır. Tasarının 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu adıyla kabul edilmesiyle de
ülkemizde öğretim birliğinin hayata geçirilmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 121.
(2) Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 308.
95
Mustafa Kemal, Öğretim Birliği Kanunu’nun gerekçesini ve amacını şu sözlerle açıklamıştır:
“Bir milletin kültür ve millî eğitim siyasetinde, milletin fikir ve duygu bakımından birliğini sağlamak için
öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları görülmüş bir ilkedir. Bir milletin fertleri
ancak bir türlü eğitim görebilir, iki türlü eğitim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise his ve fikir birliğine
ve dayanışma amaçlarına aykırıdır.” (1)
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla eğitim öğretim programları, laiklik ve milliyetçilik ilkeleri gereği millî ve bilimsel esaslara uygun şekilde yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeler yapılırken öğretimde teori ve uygulamanın birlikte yürütülmesi ilkesi dikkate alındı. Ayrıca öğretim programlarının sosyal hayatın ihtiyaçlarını ve çağın gereklerini
karşılayacak şekilde düzenlenmesine önem verildi. Böylece laik ve çağdaş eğitimin temelleri atıldı. Bu Kanun’un
yürürlüğe girmesiyle birlikte ülkemizdeki yerli ve yabancı bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte ülkemizde
eğitimin vatandaşlar için bir hak olduğu anlayışı yerleşti. Bunun sonucunda ülkemizdeki bütün çocuklar
zorunlu ve parasız ilköğretimden yararlanma hakkına
kavuştu. Devlet tarafından çocukların bu haklardan
eksiksiz biçimde yararlanabilmeleri için yeni okullar
yapılarak eğitim yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Öğretim
Birliği Kanunu’nun mimarı olan Atatürk’e göre eğitimin en önemli unsuru öğretmendi. O, bu konudaki
düşüncesini “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak
öğretmenlerdir.” (2) sözüyle ifade etmişti. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti de Atatürk’ün bu düşüncesi doğrultusunda ülkemizdeki öğretmen sayısını arttırmaya
yönelik uygulamalar başlattı.
Resim 4.23: Öğretmen yetiştirmek amacıyla 1926 yılında Atatürk tarafından kurulan Ankara’daki Gazi Terbiye Enstitüsü
Atatürk’ün eğitim ve öğretimde önem verdiği konulardan biri de disiplindir. O, bu konudaki düşüncelerini
şu şekilde ifade etmiştir: “Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi bilhassa öğretim hayatında gerekli düzen,
başarının esasıdır. Müdürler ve eğitim heyetleri düzeni sağlamaya ve öğrenci düzene uymaya mecburdur.” (3)
3 Mart 1924’te TBMM’de Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yanı sıra başka kanunlar da kabul edildi. Bunlardan biri olan Şeriye ve Evkaf Vekâletinin (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) Kaldırılmasına Dair Kanun’la söz konusu
vekâlet kaldırıldı. Bunun nedeni, din ve devlet işlerinin ayrıldığı cumhuriyet yönetiminde artık böyle bir kuruma
gerek kalmamış olmasıydı. Şeriye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılmasıyla birlikte bu kuruma bağlı okullar ve medreseler kapatıldı. İmamlık ve hatiplik gibi dinî hizmetleri yerine getirecek görevlileri yetiştirecek okullar açma ve
yönetme yetkisi de Millî Eğitim Bakanlığına devredildi.
Şeriye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması üzerine onun bazı görevlerini yerine getirmek üzere başkanlığa
bağlı iki yeni kurum oluşturuldu. Bunlardan Diyanet İşleri Başkanlığının görevi, din hizmetlerini yürütmek ve halkı
dinî konularda bilgilendirmekti. Vakıflar Genel Müdürlüğü ise vakıfların kuruluş amaçları doğrultusunda faaliyet
göstermelerini sağlamakla görevli olacaktı.
Osmanlı Devleti Dönemi’nde ordunun yönetiminden sorumlu olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti
hükûmette temsil edilen ayrı bir bakanlık şeklinde teşkilatlanmıştı. Mustafa Kemal, Millî Mücadele yıllarında da
devam eden bu durumun barış döneminde çeşitli sakıncalar doğurabileceğini ve orduyu siyasetin dışında tutmak
gerektiğini düşünüyordu. Onun bu düşüncesi TBMM tarafından da uygun bulundu ve 3 Mart 1924 günü kabul
edilen bir kanunla Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırıldı. Bu kurumun yerine görevi cumhurbaşkanına
vekâleten orduya komuta etmek olan Genel Kurmay Başkanlığı kuruldu.
?
96
3 Mart 1924’te yapılan inkılapların ortak özellikleri nelerdir?
ÖÇK
57
(1) Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 308.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 127.
(3) age., s. 131.
7. Konu
Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri
“Büyük Millet Meclisinde ve millet karşısında ulus işlerinin serbestçe tartışılması ve iyi niyet sahibi kişilerin ve partilerin özel görüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları, benim gençliğimden
beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün çok partili siyasi sisteme taraftar olmasının nedenleri nelerdir?
Cumhuriyet Halk Fırkası
23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisinde farklı siyasi görüşlere ve düşüncelere sahip milletvekilleri vardı. Mustafa Kemal aralarında siyasi anlaşmazlıklar bulunan bu milletvekillerini bir grup disiplini altında birleştirmeye çalıştı. Bunun mümkün olamadığını görünce de kendisine yakın milletvekilleriyle beraber
Mecliste Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk grubunu kurdu.
Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak tarihî görevini tamamlayan I. TBMM 1 Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Yapılan seçimlerde milletvekilliklerine genellikle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetinin üyeleri seçildi. Mustafa Kemal’e göre yeni dönemde Meclisin öncelikli görevi devlet ve toplum
kurumlarını çağdaşlaştırmak olmalıydı. Başka bir deyişle II. TBMM bir inkılaplar meclisi olacaktı. Bunun için de
aralarında görüş birliği bulunan ve temel kanunların çıkarılması sırasında birlikte hareket edecek milletvekillerinden oluşan bir siyasi gruba ihtiyaç vardı. İşte Mustafa Kemal bu ihtiyacı gidermek amacıyla 9 Eylül 1923’te
Halk Fırkasını kurdu.
Halk Fırkasının kuruluş amacı, parti tüzüğünde “Millî hâkimiyetin halk tarafından ve halk için uygulanmasına rehberlik etmek ve Türkiye’yi uygar bir devlet hâlinde yükseltmek ve Türkiye’de bütün kuvvetlerin
üstünde kanunun koruyuculuğunu hâkim kılmaya çalışmak.” (2) şeklinde ifade edilmiştir. Parti, cumhuriyetin
ilanından sonra, önce Cumhuriyet Halk Fırkası ardından da Cumhuriyet Halk Partisi adlarını almış ve kurduğu
hükûmetlerle 1950 yılına kadar kadar iktidarda kalmıştır.
?
Tek partili yönetim sisteminin demokrasi ile bağdaştığı söylenebilir mi? Neden?
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
Partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarındandır. En büyük hedeflerinden biri demokrasiyi
ülkemize yerleştirmek olan Mustafa Kemal de bu yolda
ilk adımı atarak Cumhuriyet Dönemi’nin ilk siyasi partisini kurmuştur. 17 Kasım 1924’te ise Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası adıyla başka bir siyasi parti kurulmuş ve iktidardaki Cumhuriyet Halk Fırkasının karşısına
muhalefet partisi olarak çıkmıştır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşuna
Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet
Bele, Adnan Adıvar gibi Millî Mücadele’nin önde gelen
kişileri öncülük etmişlerdir.
?
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucuları neden yeni bir parti kurma ihtiyacı
duymuş olabilirler?
1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 282.
2) Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, s. 241.
Resim 4.24: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının “Resimli Gazete’de” yer alan kuruluş haberi
97
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları, cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması gibi konularda Mustafa Kemal ile anlaşmazlığa düştükten sonra Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılarak görüşlerini farklı bir
partide dile getirmek istemişlerdir. Mustafa Kemal de “Millî egemenlik esasına dayanan ve bilhassa cumhuriyet
idaresine sahip olan memleketlerde siyasi partilerin mevcudiyeti tabiidir.” (1) diyerek arkadaşlarının bu girişimine
olumlu bakmıştır. O, konuyla ilgili bir başka sözünde “Bizim meclisimizde de iki parti olmalı, hükûmeti denetleme
sistemi kurulmalı ve medenî ülkelerin parlamentolarına benzemeliyiz.” (2) diyerek demokrasiye olan bağlılığını
göstermiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları parti programlarında fikirlere ve dinî inançlara saygılı oldukları ifadesine yer vermişlerdi. Ancak bu ifade cumhuriyet karşıtı çevrelerde partinin saltanat ve hilafeti geri
getirmek amacıyla kurulduğu düşüncesinin doğmasına neden oldu. Böylece söz konusu parti kısa sürede saltanat
ve halifelik yanlılarının toplandığı bir merkez hâline geldi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının bazı üyelerinin 1925 yılı başlarında çıkan Şeyh Sait İsyanı ile ilişkili
oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine rejim için tehlike oluşturduğuna karar verilen bu parti, dini siyasete alet ettiği
gerekçesiyle 3 Haziran 1925’te Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.
Serbest Cumhuriyet Fırkası
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldıktan sonra 1930 yılına kadar geçen sürede ülkemizde yeni bir
parti kurma denemesine girişilmedi. Bu sırada tek parti rejimine karşı kamuoyunda ortaya çıkan hoşnutsuzlukla
ve eleştiriler giderek artıyordu. Diğer yandan Türkiye 1929 yılında Amerika’da başlayan ve dünyaya yayılan büyük ekonomik krizden en fazla etkilenen ülkelerden biri olmuştu. Ekonomik sorunlar nedeniyle Cumhuriyet Halk
Fırkasına karşı genel bir memnuniyetsizlik havasının
doğması üzerine Mustafa Kemal demokrasiye geçişi
sağlamak için harekete geçti. Bu amaçla hükûmetin
karşısında farklı ekonomi politikalarını savunan bir
muhalefet partisinin kurulmasına karar verdi. Bunun için de Paris Büyükelçiliği görevinde bulunan
yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey’i görevlendirdi.
Ayrıca “Ben fani bir insanım. Ölmeden evvel isterim
ki milletim hürriyete alışsın. Bunun için bir muhalif
fırka tesis ediyorum ve bu işi Fethi Bey’den başka hiç
kimseye teslim edemem.” (3) sözleriyle de ona olan
güvenini ve demokrasiye bağlılığını ifade etti. Böylece Mustafa Kemal’in de desteğini alan Fethi Bey,
Resim 4.25: Serbest Cumhuriyet Fırkasının düzenlediği seçim
12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkasını
mitinginden bir görünüş
kurdu.
Serbest Cumhuriyet Fırkası, programında laik cumhuriyet esasına bağlı kalacağını ilan etti. Ekonomi alanında ise Cumhuriyet Halk Fırkasının devletçilik görüşüne karşı liberalizm fikrini savundu.
Serbest Cumhuriyet Fırkası, kurulduktan kısa süre sonra, hükûmetin ekonomi politikasından şikâyet edenlerin, inkılaplara karşı olanların ve saltanat yanlılarının toplandığı bir merkez hâline geldi. Fethi Bey çıktığı bir
yurt gezisi sırasında cumhuriyet ve inkılap karşıtı gösterilerle karşılandı. Bunun üzerine kontrolü kaybetmekte
olduğunu gördü ve Mustafa Kemal ile karşı karşıya gelmek istemediği için de 17 Kasım 1930’da partisini kapattı.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının ardından Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminin de başarısızlıkla
sonuçlanması ülkemizde henüz çok partili hayata geçiş için gereken şartların oluşmadığını gösterdi. Bu nedenle
1945 yılına kadar yeni bir demokrasi denemesinde bulunulmadı.
?
98
Bir ülkede çok partili siyasi hayatın kurulup gelişebilmesi için gereken şartlar
neler olmalıdır? Neden?
ÖÇK
58
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 284.
(2) Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, s. 241.
(3) Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 369.
8. Konu
Çağdaşlaşma Yolunda Adımlar
“Millet açıkça bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona kayıtsız olanları yakar, mahveder.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün bu şekilde düşünmesinin nedenleri neler olabilir?
Mustafa Kemal’e göre Millî Mücadele yalnızca vatanın kurtarılmasından ibaret bir iş değildi. Ona göre
milletimizin gerçek anlamda kurtuluşu her yönüyle çağdaş bir toplum hâline gelmesiyle mümkün olabilirdi. Bu
nedenle milletimiz yüzyıllardır geri kalmasına neden olan engelleri ortadan kaldırmalı ve bir an önce çağdaş
uygarlığın gereklerini yerine getirmeliydi. Aksi hâlde bağımsızlığını ve varlığını kaybetme tehlikesiyle yeniden
karşılaşması kaçınılmaz olacaktı.
Mustafa Kemal çağdaşlaşmanın gereği ve önemi ile ilgili düşüncelerini “Medeniyetin kudret ve yüksekliği karşısında, Orta Çağ’a ait zihniyetlerle, ilkel hurafelerle yürümeye çalışan milletler mahvolmaya veya hiç
olmazsa esir ve aşağı olmaya mahkûmdurlar.” (2) sözüyle dile getirmiştir. Türk milletinin bu duruma düşmemesi için de toplumsal alanda çeşitli inkılaplar yapmıştır.
Şapka ve Kıyafet İnkılabı
Osmanlı Devleti Dönemi’nde insanlar dinlerine, mezheplerine, milliyetlerine veya mesleklerine göre
farklı başlıklar ve kıyafetler giyerlerdi. Öyle ki toplumda bir kimsenin kılık kıyafetine bakarak onun hangi dinden veya milletten olduğu hemen anlaşılabilirdi. Bu nedenle giysiler vatandaşlar arasında birlik, beraberlik
ve millet olma duygularını güçlendirmek yerine ayrılıkları belirginleştirici bir rol oynuyordu. Diğer yandan
cumhuriyet öncesi dönemde Türklerin başlarına taktıkları fes, gelişmiş Batı ülkelerinde geri kalmışlığın simgesi
olarak görülüyordu.
Mustafa Kemal kıyafet konusundaki kargaşanın sakıncalarını ortadan kaldırmak ve milletimizi dış görünüşüyle de çağdaş bir millet hâline getirmek için harekete geçti. Bu amaçla 24 Ağustos 1925’te üzerinde
modern bir elbise ve başında şapkası olduğu hâlde bir yurt gezisine çıktı.
Resim 4.26: Atatürk başında şapkası ile Kastamonu kışlası önünde
?
Çankırı ve Kastamonu üzerinden
İnebolu’ya gelen Mustafa Kemal geçtiği
yerlerde halkın büyük ilgisiyle karşılandı.
O, bu gezisiyle başlattığı Şapka İnkılabı’nın
gerekçesini şu sözlerle anlatmıştır: “Efendiler, milletimizin başına giymekte olduğu
cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve medeniyet düşmanlığının belirgin işareti gibi
görünen fesi atarak onun yerine bütün
medenî dünyaca başlık olarak kullanılan
şapkayı giymek ve böylece, Türk milletine,
medenî toplumlardan zihniyet bakımından
da hiçbir ayrılığı bulunmadığını göstermek
kaçınılmaz oluyordu.” (3)
Atatürk, Kıyafet İnkılabı’nı neden kaçınılmaz olarak görmüş olabilir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 81, 82, 83.
(2) Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, s. 47.
(3) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 605.
99
Mustafa Kemal gezisi sırasında çağdaş kıyafetleri ve şapkayı tanıtmak için halka hitaben konuşmalar yaptı.
İnebolu’da yaptığı konuşmasında bu konu hakkında şunları söyledi:
“Arkadaşlar medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu
giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta güneş korumalı
serpuş! Bunu açık söylemek isterim: Bu serpuşun ismine şapka denir!” (1)
Mustafa Kemal’in Kastamonu gezisi
kısa sürede tüm yurtta etkisini gösterdi. Pek
çok yerde insanlar başlarındaki fesi ve sarığı
çıkararak şapka giymeye başladı.
Resim 4.27: Atatürk, Kastamonu gezisinden dönerken dinlenmek
için uğradığı Ankara’nın Kalecik ilçesinde halk tarafından uğurlanırken
?
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti de
Mustafa Kemal’in Ankara’ya dönüşünden
sonra 2 Eylül 1925’te memurların şapka giymeleri hakkında bir karar çıkardı. Bu kararın
ardından 25 Kasım 1925’te TBMM’de Şapka
Giyilmesi Hakkında Kanun kabul edildi. Böylece toplumdaki kıyafet karmaşası ortadan
kaldırılarak millî birlik ve beraberliğin sağlanması yolunda önemli bir adım daha atılmış
oldu.
Kıyafet İnkılabı’nın toplumumuza sağladığı yararlar neler olmuştur?
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması
“Bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek din âlimleri, âlimlerimiz içinde milletimizin
gerçekten iftihar edebileceği din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık, ilmî kıyafet altında ilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, ilim yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de
vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız.” (2)
?
Atatürk yukarıdaki sözünde kimleri eleştirmektedir? Neden?
Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra çeşitli tarikatlar etrafında toplanarak tekkeler ve zaviyeler kurmuşlardır. Bu dinî kurumlar Anadolu’nun Türkler tarafından fethi sırasında önemli görevler üstlenmiştir. Tekkeler ve zaviyeler Orta Asya’dan göç eden Türk boylarına kucak açarak onların Anadolu ve Rumeli’ye yerleşmelerini kolaylaştırmış, böylece İslamiyetin buralarda yayılmasını sağlamıştır. Ayrıca toplumsal yardımlaşma ve
dayanışma duygularını güçlendirerek ve farklı insan gruplarını birbirleriyle kaynaştırarak Osmanlı Devleti’nin
kurulup gelişmesinde rol oynamıştır. Bununla birlikte tekke ve zaviyeler 16. yüzyıldan itibaren kuruluş amaçlarından ayrılmaya başlamış ve inanç kurumları olmaktan uzaklaşarak başlarındaki kişilerin gelir sağladığı birer
çıkar örgütüne dönüşmüşlerdir. Bunun sonucunda da toplumsal bütünlüğe, barışa ve hoşgörüye hizmet etmek
yerine ayrılıkların ve çıkar çatışmalarının kaynağı hâline gelmişlerdir.
Cumhuriyetin kurulduğu günlerde tekke ve zaviyeler her bakımdan büyük bir çöküntünün içerisinde
bulunuyordu. Bu kurumların başlarındaki bulunan kişiler asıl dinin kendileri tarafından temsil edildiğini söyleyerek toplumsal parçalanmalara neden oluyor, insanların dinî duygularını kullanarak maddi kazanç elde etmeye çalışıyorlardı. Ayrıca inkılaplara karşı çıkarak cumhuriyet rejiminin ülkemizde yerleşip güçlenmesini önlemek istiyorlardı. Bu durumda insanların dinî duygularını kötüye kullanan ve toplumun ilerlemesini engelleyen
100
(1) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 64
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 235.
tekke ve zaviyelerin bir an önce kapatılması gerekiyordu. Mustafa Kemal Kastamonu gezisi sırasında yaptığı
konuşmalarda da “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar
memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır.” (1) diyerek bunun ilk işaretini vermiştir.
Mustafa Kemal’in bu düşünceleri TBMM’nin 30 Kasım 1925’te çıkardığı bir kanun ile hayata geçirildi.
Bu kanunla birlikte bütün tarikatlar kaldırılırken tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Ayrıca şeyh, derviş, mürit,
baba, dede gibi unvanların kullanılması ve falcılık, üfürükçülük, muskacılık gibi gerçekte İslamiyete aykırı olan
uygulamalar yasaklandı.
Laik ve çağdaş bir toplum düzeni kurmak için çıkarılan bu kanun sayesinde inanç farklılıkları nedeniyle
toplumda ortaya çıkmış olan yapay ayrılıklara son verildi. Böylece toplumsal birliği sağlama ve millî kimlik
oluşturma yolunda önemli bir adım atıldı.
?
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının sonuçları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Uluslararası Takvim, Saat, Rakam ve Ölçü Birimlerinin Kabulü
Osmanlı Devleti Dönemi’nde kullanılan takvim ve saat sistemleri ile rakamlar ve ölçü birimleri Batı
ülkelerinde kullanılanlardan farklıydı. Hatta bu alanda ülke içinde bile şehirden şehire veya bölgeden bölgeye
farklılıklar görülebiliyordu.
“Sosyal ve ekonomik hayatımız, medenî milletlerin eriştiği derecelere göre düzenlenmelidir.” (2) diyen
Atatürk, Türk toplumunun kıyafette olduğu gibi günlük hayatta kullandığı takvim, saat, rakam ve ölçü birimlerinde de çağdaş toplumlarla tam bir uyum içinde olmasını istiyordu. İşte TBMM bu uyumu sağlamak amacıyla
26 Aralık 1925’te çıkardığı bir kanunla 1 Ocak 1926 tarihinden başlamak üzere dünyanın pek çok ülkesinde
olduğu gibi ülkemizde de miladi takvimin kullanılmasına karar verdi. Ayrıca alaturka saat yerine uluslararası
saat sistemini uygulamaya koydu. 20 Mayıs 1928’de çıkarılan başka bir kanunla da bugün hâlâ kullanmakta
olduğumuz uluslararası rakamları kabul etti.
Uluslararası ilişkilerde uyumu sağlamak üzere ağırlık ve uzunluk ölçüleri de değiştirildi. Cumhuriyetin
ilk yıllarında ülkemizde arşın, endaze, okka, dirhem gibi değerleri yöreden yöreye değişiklik gösterebilen ve bu
yüzden alışverişlerde karışıklıklara yol açan ölçü birimleri kullanılıyordu. Ticari ilişkilerde bulunduğumuz Batı
ülkelerinde ise genellikle uluslararası ölçü birimleri olan metre ve kilogram geçerliydi. Ülkemizle Batı ülkeleri
arasında uyumsuzluğa neden olan bu farklılıklar TBMM’nin 26 Mart 1931’de kabul ettiği bir kanunla giderildi.
Söz konusu kanunla birlikte ülkemizde de dünyanın çağdaş ülkelerindeki gibi ağırlık ölçüsü birimi olarak kilogram, uzunluk ölçüsü birimi olarak da metre kullanılmaya başlandı.
Resim 4.28: Türk halkı yeni rakamları ve ölçü birimlerini hızla benimsedi.
?
Uluslararası takvim, saat, rakam ve ölçü birimlerinde yeniliğin sonuçları neler olabilir?
(1) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C II, s. 225.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 82.
ÖÇK
59-60
101
9. Konu
Hukuk İnkılabı
“Eski ihtiyaçlara göre yapılmış şeyleri, ihtiyaç ilerledikçe yenilemek lazımdır. Bu eksik vasıtalarla arzu
olunan şeyleri elde etmeye imkân yoktur. Hukuk uzmanları, hemen bu yolda çalışmaya başlamalıdırlar.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün hukuk sistemimizin yenilenmesini istemesinin nedenleri neler olabilir?
Hukuk, toplumun ve fertlerin ortak çıkarlarını korumak amacıyla konulan ve devletin yaptırım gücüyle
hayata geçirilen kurallar bütünüdür. İnsanların güvenli bir ortamda barış ve mutluluk içinde yaşayabilmeleri
için hukuka ihtiyaç vardır. Ancak hukukun varlığı kadar o hukuk sisteminin niteliği de çok önemlidir. Çünkü
kimi zaman bir hukuk sistemi var olduğu hâlde o ülkede refahı ve ilerlemeyi sağlamak mümkün olmayabilir.
Bunun da nedeni, o hukuk sistemini oluşturan kanunların çağın gerisinde kalması ve artık toplumun ihtiyaçlarına cevap verememesidir. Cumhuriyet öncesi dönemde ülkemizde buna benzer bir durum yaşanıyordu.
Kanunlar değişen koşullar gereği sürekli biçimde yenilenip geliştirilemediğinden toplumumuz çağın gerisinde
kalmıştı. İnsanlar dinî inançlarına göre farklı hukuk kurallarına tabi oldukları için ülkede hukuk birliği yoktu.
Eşitlik ilkesini zedeleyen bu çok hukuklu sistem Osmanlı vatandaşları arasında ortak bir millî kimliğin oluşumunu da engelliyordu.
Cumhuriyet yönetiminde ırk, dil, din, cins ayrımı gözetilmeksizin her vatandaş hak ve ödevler bakımından eşitti. Bu eşitliği sağlamak için de öncelikle kanunlarımızın ve hukuk sistemimizin her vatandaşı kapsayacak şekilde yenilenmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal bu gerekliliği “En medeni milletler derecesinde hukuk hükümlerimizi de düzelteceğiz. Yüz sene, beş yüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan kanunlarla,
bugünkü toplumları idareye kalkışmak, gaflettir, cehalettir.” (2) sözleriyle belirtmişti.
Mustafa Kemal pek çok konuda olduğu gibi yeni hukuk sistemini kurma yolunda da ilk adımı kendisi
atarak Millî Mücadele’nin devam ettiği günlerde Teşkilatıesasiye Kanunu’nu hazırlamıştı. 20 Ocak 1921’de
Mecliste kabul edilerek yürürlüğe giren bu kanun Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasasıydı.
Mustafa Kemal millî ve çağdaş bir hukuk sistemi kurma yolundaki çalışmalarını cumhuriyetin
ilanından sonra da devam ettirdi. O,
“Bugünün ihtiyaçlarına uygun kanun yapmak ve onu iyi tatbik etmek,
refah ve ilerleme vasıtalarının en
mühimlerindendir.” (3) sözüyle Hukuk İnkılabı’nı çağdaşlaşmanın temel şartı olarak gördü. Yeni anlayışa
uygun hukukçular yetiştirmek amacıyla da 1925 yılında Ankara Hukuk
Mektebini açtı. Cumhuriyetimizin
ilk yükseköğretim kurumu olan bu
Resim 4.29: Atatürk, Türk hukukçularıyla birlikte
okula verdiği önemi ise “Cumhuriyetin desteği ve yardımcısı olacak bu büyük müessesenin açılışında hissettiğim mutluluğu hiçbir teşebbüste
duymadım.” (4) sözüyle dile getirdi.
Mustafa Kemal’in Hukuk İnkılabı’yla açtığı yoldan ilerleyen Türk hukukçuları ülkemizi çağdaş ve laik bir
hukuk düzenine kavuşturmaya çalıştılar. Bu amaçla Batı ülkelerini örnek alarak Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu,
Ticaret Kanunu, Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu ve Türk Medeni Kanunu gibi kanunlar hazırladılar.
102
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 103.
(2) age., s. 104.
(3) age., s. 104.
(4) age., s. 104.
Türk Medeni Kanunu’nun Kabulü
“Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta işi
oluruna bırakmak ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan meneden en ağır bir kâbustur. Türk milleti,
üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün medeni hukukta aradığı nitelikler nelerdir?
Medeni hukuk insanların hak ve yükümlülükleri ile toplumsal ilişkilerini düzenler. Osmanlı Devleti
Dönemi’nde medenî hukukun temeli Mecelle adıyla bilinen kanun kitabına dayanıyordu. Ancak Mecelle yalnızca
Müslümanlara yönelik düzenlemeler içerdiğinden diğer dinlere mensup Osmanlı vatandaşlarını kapsamıyordu. Bu
Kanun’da kadın erkek eşitliği de gözetilmemişti. Oysa Türk kadını tarihin çok eski devirlerinde bile toplum içinde
önemli bir yere sahipti. Orta Asya Türk devletlerinde hakanın eşi olan hatun törenlerde hazır bulunur, emirnameler
“Hakan ve hatun buyuruyorlar ki” sözüyle başlardı. Bu durum Atatürk tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:
“Kadınlarımızın her millette olduğu gibi bizim milletimiz için de ne kadar yüksek ehemmiyeti olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Bizim milletimizde kadın, eskiden bu ehemmiyeti hakikaten en yüksek derecede kazanmıştır.” (2)
Türkiye Cumhuriyeti hiçbir ayrım yapmaksızın bütün vatandaşlarını eşit kabul eden bir anlayışla kurulmuştu.
Bu durumda Mecelle yerine hangi dinden olursa olsun herkesi kapsayacak çağdaş esaslara göre düzenlenmiş yeni
bir medeni kanunun yürürlüğe konulması gerekiyordu. Mustafa Kemal de bir konuşmasında “Gerçekte biz, asrın
icaplarına ve milletin hakiki ihtiyaçlarına göre kanun yapmalıyız.” (3) diyerek böyle bir kanuna olan ihtiyacı vurgulamıştı. Bunun üzerine hukukçulardan oluşan bir komisyon Batılı ülkelerin medeni kanunlarını inceledi. Yapılan
incelemeler sonucunda İsviçre Medeni Kanunu’nun model alınmasına karar verildi. Bu Kanun’dan yararlanılarak
hazırlanan Türk Medeni Kanunu ise 17 Şubat 1926’da TBMM’de kabul edildi.
?
Türk Medeni Kanunu hazırlanırken model olarak İsviçre Medeni Kanunu’nun tercih edilmesinin nedenleri neler olabilir?
Türk Medeni Kanunu 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girdi. Bu Kanun’la birlikte ülkemizde bütün vatandaşların eşitliği ilkesine dayanan yeni bir hukuk
düzenine geçildi. Laik nitelik taşıyan bu Kanun’un
kabulünden sonra dinî inancına bakılmaksızın her
Türk vatandaşı aynı hukuka tabi oldu. Böylece Türk
Medeni Kanunu ülkemizde millî birliğin sağlanması
ve millî kimliğin kazanılmasına çok değerli katkılar
sağladı.
Medeni Kanun iş hayatında ve aile içinde kadın ile erkeğin konumunu ve rollerini değiştirdi. Bu
Kanun Türk aile yapısını ve Türk kadınının toplumdaki yerini de güçlendirdi. Toplum hayatında Türk kadınına önem veren bu Kanun evlenmeyi resmî bir işlem
olarak kabul etti ve nikâhın devlet adına yetkili evlendirme memuru tarafından kıyılması zorunluluğunu getirdi. Kanun’a göre bundan böyle bir erkek ancak bir kadınla evlenebilecek; evlenme yalnız erkeğin değil, kadının
da onayı alınarak gerçekleşecek ve ailede kadın ile erkeğin hakları eşit olacaktı. Kadına evlenmede olduğu gibi
boşanmada da söz hakkı tanınacak ve boşanma kararı yalnızca mahkemeler tarafından verileÖÇK
bilecekti. Diğer yandan bu Kanun’un yürürlüğe girmesiyle ülkemizde kadın mirastan pay alma
61
ve mahkemelerde tanıklık yapma konularında erkekle eşit hâle geldi. Ayrıca istediği alanda
eğitim alma, erkekle aynı işlerde çalışma ve eşit ücret alma haklarını elde ederek toplumdaki
yerini güçlendirdi.
Resim 4.30: Medeni Kanun’un kabulüyle birlikte Türk kadını varlığını her alanda hissettirmeye başlamıştır.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 102.
(2) Atatürk’ün söylev ve Demeçleri, C II, s. 155.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.104.
103
10. Konu
Cumhuriyete Karşı Ayaklanma
“Halkın saflığından istifade ederek milletin maneviyatına
musallat olan kimseler ve onların
takipçileri ve müritleri, elbette ki
birtakım cahillerden ibarettir. Bunlar, Türk milleti için ayıp teşkil edecek vaziyetlerin belirmesinde daima etken olmuşlardır. Milletimizin
önünde açılan kurtuluş ufuklarında
kesintisiz yol almasına engel olmaya çalışanlar, hep bu müesseseler
ve bu müesseselerin mensupları
olmuştur. Türk milletinin bunlardan
daha büyük düşmanı olmamıştır.” (1)
Resim 4.31: Mustafa Kemal Atatürk
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki konuşmasında sözünü ettiği çevrelerin cumhuriyete düşmanlıklarının nedenleri neler olabilir?
Saltanatın ve halifeliğin kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, medreselerin kaldırılması gibi inkılaplar bazı
çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Yeni rejime karşı sert bir muhalefet yürüten bu çevreler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulmasından sonra daha da cesaret kazanmışlardı. Söz konusu kişiler yeni partinin cumhuriyeti kaldırıp saltanatı ve halifeliği geri getirmek amacıyla kurulduğunu düşünerek parti etrafında
toplanmaya başlamışladı. Bu ortam içinde bir süreden beri doğu illerini dolaşarak cumhuriyet aleyhine propagandalarda bulunan Şeyh Sait, 13 Şubat 1925’te Genç (Bingöl) iline bağlı Piran köyünde ayaklandı. Kendisine
katılanlarla birlikte telgraf tellerini kesen, girdiği yerlerdeki resmî binaları işgal eden ve devlet görevlilerini
tutsak alan Şeyh Sait, Elâzığ’ı ele geçirerek Diyarbakır üzerine yürüdü. Ancak şehri savunan güvenlik kuvvetleri
karşısında tutunamayıp geri çekilmek zorunda kaldı.
Doğu Anadolu’daki bu olaylar üzerine İsmet Paşa başkanlığındaki hükûmet ayaklanmanın başka bölgelere yayılmaması için hemen harekete geçti. 4 Mart 1925’te Meclisten Takrir-i Sükûn (Huzur ve Güvenliği
Sağlama) Kanunu adıyla bir sıkıyönetim yasası çıkardı. Bu Kanun’da geçen “Gericiliğe, ayaklanmaya ve memleketin sosyal düzenini ve huzur ve sükûnunu ve güvenliğini ve asayişini bozmaya neden olacak bütün kuruluşlar,
kışkırtmalar, girişimler ve yayınları, hükûmet, cumhurbaşkanının onayı ile doğrudan doğruya ve idare olarak
yasaklamaya yetkilidir. Bu gibi eylemcileri hükûmet İstiklal Mahkemesine verebilir.” (2) ifadesiyle hükûmetin
yetkileri genişletildi.
Mustafa Kemal çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırıp saltanat ve hilafeti geri getirmeyi amaçlayan isyan ile ilgili, millete ve orduya hitaben bir bildiri yayımladı. O, bu bildirisinde
“Kamu huzurunu bozan olay, yalnızca doğudaki yurttaşlarımızı değil, ülkenin her yerini etkiliyor; milletin rahatına, mutluluğuna, çalışma yaşamına, ekonomi ve üretimine zarar veriyor. Yüksek memurlardan ve geçmişi
şan ve şerefle dolu olan Cumhuriyet Ordusu mensuplarından, vatanın iç ve dış bütünlüğü için fedakârlık ve
görev duygularını beklerim.” (3) diyerek konuya verdiği önemi gösterdi.
?
104
Yukarıda belirtilenler dışında Şeyh Sait İsyanı ülke içinde başka hangi olumsuzluklara yol açmış olabilir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 100.
(2) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C III, s. 117.
(3) Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, s. 260.
Takrir-i Sükûn Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından yayınlarıyla olayları kışkırtan ve isyancıları
cesaretlendiren gazete ve dergilerin faaliyetleri durduruldu. Bir yandan da askerî harekât düzenlenerek isyan
bastırıldı. Ayaklanmanın elebaşıları ve onlarla birlikte hareket edenler İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak
cezalandırıldı. Böylece çağdaş, demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırarak saltanat ve hilafeti geri getirmeye yönelik bu girişim daha fazla büyümeden önlenmiş oldu.
Resim 4.32: İstiklal Mahkemelerindeki yargılamalardan bir görünüş
Yargılamalar sırasında alınan ifadelerden, isyanın başlamasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adına yapılan
proragandaların da etkili olduğu ortaya
çıktı. Bunun üzerine 3 Haziran 1925’te
söz konusu partinin kapatılmasına karar
verildi.
İsyanı çıkaranların mahkemedeki itiraflarına bakıldığında ayaklanmada
İngilizlerin de rolü olduğu anlaşıldı. Bu
durumda isyancıların zamanlamasının
tesadüf eseri olmadığı da ortaya çıkmış
oldu. Çünkü isyan, İngiltere ile Türkiye
arasındaki görüşmelerde bir türlü çözümlenemeyen Musul meselesinin MilResim 4.33: Doğu İsyanı ve İstiklal Mahkemelerinin çalışmalarının
letler Cemiyetine götürüldüğü günlerde anlatıldığı 17 Mayıs 1925 tarihli bir gazete haberi
patlak vermişti. İngiltere işte tam da
bu sırada böyle bir isyanı teşvik ederek Musul’u topraklarına katmaya hazırlanan Türkiye’nin dikkatini başka
bir noktaya çekmeyi başarmıştı. Aynı zamanda bu isyan sayesinde İngiltere, Türkiye’yi henüz siyasi istikrara
kavuşmamış ve kendi topraklarında bile huzuru sağlayamayan bir ülke olarak gösterip Milletler Cemiyetini
etkilemek istemiştir. Bütün bu olayların sonucunda da ülkemizi uluslararası alanda zor durumda bırakmış ve
Musul sorununu istediği şekilde sonuçlandırmıştır.
?
Şeyh Sait İsyanı’nın sonuçlarına bakarak bu isyan ile ilgili hangi çıkarımlarda
bulunabilirsiniz?
ÖÇK
62
105
11. Konu
Kabotaj Hakkı
“Denizciliği Türk’ün büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün denizciliğe önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
“Bir devlet ki kendi uyruklarına koyduğu vergiyi yurdunda yaşayıp kazanan yabancılara uygulayamaz; gümrük işlerini, vergilerini ülke ve ulusun isteklerine ve çıkarlarına göre düzenlemesi
yasaktır. Bir devlet ki sınırları içinde suç işleyen yabancıları yargılayamaz, cezalandıramaz. Böyle
bir devlete elbette bağımsız denemez!
Devlet ve millet işlerine karışma, bu kadarla bitmiyordu. Doğrudan doğruya günün gerektirdiği, ulusun
istediği birçok işlere devletin girişmek hakkı yoktu. Demir yolu yapmak, fabrika kurmak, artık elinde değildi.
Yabancılar böyle girişimleri daha başlarken durdurabilirlerdi. Yaşamasını ve yönetimini kendi gücü ve kararı
ile sağlamaktan yoksun bir devlete bağımsız denilebilir miydi? Devlet bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi artık yabancıların sömürgesi olmuştu.”
Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, s. 296-297.
?
Yukarıda hangi devletten söz ediliyor olabilir? Neden?
Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmada Osmanlı Devleti’nin son zamanlarındaki durumunu yukarıdaki metinde geçen sözlerle ifade etmişti. Osmanlı Devleti’nin, bu sözlerle de vurgulandığı gibi en temel egemenlik haklarını kullanamaz hâle gelmesinin nedeni kapitülasyonlardı. Öyle ki kapitülasyonlar yüzünden devlet kendi limanları arasında gemi işletme hakkı olan kabotaj hakkına bile sahip değildi.
“Ekonomik yaşamın çalışması ve canlılığı ancak ulaştırma araçlarının, yolların, demir yollarının, limanların durumu ve ölçüsüyle orantılıdır.” (2) diyen Mustafa Kemal ülkemizin içine düşürüldüğü bu hâli kabul
edemezdi. Onun amacı, yabancıların ekonomimiz üzerindeki hâkimiyetlerine son
vermekti. Bu nedenle Lozan Barış Antlaşması ile kapitülasyonları kaldırmıştı. 19 Nisan 1926’da da Kabotaj Kanunu’nun kabul
edilmesini sağlayarak ülkemizin ekonomik
bağımsızlığını pekiştirdi.
1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren
Kabotaj Kanunu ile ülkemiz limanları arasında gemi işletme ve deniz taşımacılığı
yapma hakkı Türk vatandaşlarına tanındı.
Böylece kapitülasyonların kaldırılış süreci
tamamlanmış oldu.
!
?
106
Resim 4.34: Atatürk 1935 yılındaki Kabotaj Bayramı kutlamalarında
Kabotaj Kanunu’nun kabul edildiği 1 Temmuz günü ülkemizde her yıl Denizcilik ve Kabotaj Bayramı
olarak kutlanmaktadır.
Kabotaj Kanunu’nun ülkemize sağladığı yararlar neler olabilir?
ÖÇK
63
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 302.
(2) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 290.
12. Konu
Mustafa Kemal’e Suikast Girişimi
“Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki inkılapçı Türkiye Cumhuriyeti’ni benim şahsımla var zannedenler çok
aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her manası ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının
elinde daima yükselecek, ebediyen yaşayacaktır.” (1)
Atatürk
?
Mustafa Kemal yukarıdaki sözleri hangi olay nedeniyle söylemiş olabilir? Neden?
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasından sonra Mustafa Kemal’e ve cumhuriyete karşı
olanlar yıkıcı faaliyetlerini gizli yollarla devam ettirdiler. Bu çevreler en sonunda amaçlarına ulaşabilmek için
Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmaktan başka çarelerinin kalmadığını düşünerek bir suikast planı hazırladılar.
Plana göre suikast, o sırada bir yurt gezisine çıkmış olan Mustafa Kemal’in İzmir’e geleceği 15 Haziran 1926
günü yapılacaktı. Daha sonra suikastı gerçekleştirenler limanda kendilerini bekleyen bir motorla Yunanistan’ın
Sakız Adası’na kaçacaklardı. Ancak 14 Haziran’da Balıkesir’den İzmir’e doğru yola çıkması beklenen Mustafa Kemal’in hareketini bir gün ertelemesi onların bu planlarını suya düşürdü. Motoruyla suikastçıları Sakız’a
kaçıracak olan Giritli Şevki erteleme haberini alınca “Acaba öğrendiler mi?” diye düşünerek kuşkuya kapıldı.
Kuşkusu giderek korkuya dönüşünce de İzmir valisine giderek suikastı haber verdi.
Giritli Şevki’nin ihbarı üzerine suikastçılar güvenlik güçleri tarafından hemen yakalandı. Öldürme girişiminin öğrenilmesi tüm yurtta büyük bir öfke dalgasının yükselmesine neden oldu. Pek çok yerde kınama
mitingleri yapıldı. Mustafa Kemal’e ülkenin her yerinden “geçmiş olsun” telgrafları gönderildi. Olaydan bir gün
sonra 16 Haziran’da İzmir’e gelen Mustafa Kemal burada halkın sevgi gösterileriyle karşılandı. Büyük önder,
milletinin kendisine olan sevgisi ve cumhuriyete olan bağlılığı karşısında oldukça duygulandı. İzmir’de kendisini ziyaret eden suikastı kınama heyetine hitaben yaptığı konuşmasında bu duygularını “Ben ölürsem yüce
milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim; bununla müsterihim! Düşmanlarımız, düşünebildikleri iğrenç çarelere istedikleri kadar girişsinler. Onların bu hareketleri bizim inkılap ateşimizi
söndüremez!” (2) sözleriyle dile getirdi.
İzmir suikastının ardından yapılan incelemelerde olayın arkasında
birkaç kişinin değil, cumhuriyeti ve inkılapları yıkmak isteyen daha geniş bir
grubun olduğu anlaşıldı. Bu kişiler İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak gereken cezalara çarptırıldı. Böylece Türkiye
Cumhuriyeti varlığını hedef alan bir tehlikeden daha kurtulmuş oldu.
Mustafa Kemal şahsına yönelik
suikast girişimi üzerine Anadolu Ajansına verdiği demeçte “Benim naçiz vüResim 4.35: İzmir suikastı sanıklarından bazıları
cudum bir gün elbet toprak olacaktır;
fakat, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır.” (3) diyerek cumhuriyetin yıkılamaz olduğunu vurgulamıştır.
?
Mustafa Kemal’in, cumhuriyetin sonsuza kadar yaşayacağına olan inancının kaynağı ne olabilir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 74.
(2) Durmuş Yalçın ve diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C II, s. 59.
(3) Atatürk’ün Söylev ve demeçleri, C III, s. 119.
ÖÇK
64
107
13. Konu
Büyük Nutuk
“Bugün saat 10’da Halk Fırkasının Umumi Kongresi açıldı ve Gazi Paşa uzun zamandan beri söz konusu
edilen Nutuk’unu söylemeye başladı.” (1)
Hacim Muhittin Çarıklı
Millî Mücadele’de önemli görevler üstlenmiş olan Hacim Muhittin’in (Çarıklı) anı defterine bu sözlerle
kaydettiği olay 15 Ekim 1927 günü TBMM toplantı salonunda yaşandı. O gün bu salonda partilerinin ikinci
büyük kongresine katılmak üzere ülkenin her yerinden Ankara’ya gelen Cumhuriyet Halk Fırkası delegeleri
bulunuyordu. Onlar bu kongrede aynı zamanda tarihî bir olaya da tanıklık edecek ve Gazi Mustafa Kemal’in
Büyük Nutuk’unu kendi sesinden dinleyeceklerdi.
?
Atatürk’ün Nutuk adlı eseri hakkında neler biliyorsunuz?
“Gerçeği konuşmaktan korkmayınız.” (2) diyen Atatürk gerçekleri milletine açıkca ifade etmekten çekinmeyen bir liderdir. O hayattaki en büyük tehlikenin yalancılık olduğunu düşünmüş ve “Hakikaten memlekete
hizmet etmek isteyenlerin kalbi açık olmalıdır, açık söylemelidirler. Millet ile milleti sevk ve idare edenler çok
açık görüşmelidirler. Olan şeyler ve yapılacak şeyler olduğu gibi ifade olunmalıdır. Yoksa safsatalar ile milleti
aldatmak, onu birbirine düşürmek demektir. Kuralımız, daima millete karşı hakikatleri ifade olmalıdır. Milleti
aydınlatma, bu demektir. Arkadaşlar, benim bütün hayatımda takip ettiğim meslek budur.” (3) sözleriyle de
milleti aldatmanın sakıncalarını dile getirmiştir.
Devleti yönetenlerden olayları olduğu
gibi ifade etmelerini isteyen Mustafa Kemal ülkesine ve milletine karşı sorumluluğunu yerine
getirmek için uzun ve titiz bir çalışmanın sonunda Büyük Nutuk’u hazırlamıştır. O, bu eserinde
yaptıklarının hesabını verme anlayışıyla 19191927 yılları arasında yaşanan olayları ele almıştır. Kendi deyimiyle “millî hayatı sona ermiş farz
edilen büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını, ilmin ve tekniğin en son esaslarına dayanan,
millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu” (4) anlatmaya çalışmıştır.
Mustafa Kemal, Nutuk’u okumaya başlamadan önce yaptığı giriş konuşmasında kongreye hitaben şunları söylemiştir: “Geleceğe yönelik
Resim 4.36: Mustafa Kemal, Büyük Nutuk’u okuyor.
önlemler konusunda düşüncelerimi söylemeden
önce, geçmişte kalan olaylar konusunda bilgi vermek ve yıllar süren davranış ve yöntemlerimizin hesabını
milletimize vermek ödevim olmuştur. Olaylarla dolu, dokuz yıllık bir döneme değinecek söylevim uzun sürecektir. Yerine getirilmesi gereken bu iş, güç bir görev olduğu için, sözü uzatırsam, beni hoş karşılayacağınızı ve
bağışlayacağınızı umarım.” (5)
?
108
Mustafa Kemal’in böyle bir nutuk hazırlaması ve söylemesinin yararları neler olabilir?
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C III, s. 282-283.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 265.
(3) age., s. 265.
(4) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 607.
(5) Türk Dil Kurumu Yayınları, Bugünün Diliyle Atatürk’ün
Söylevleri, s. 173.
Mustafa Kemal, 15 Ekim’de okumaya başladığı Büyük Nutuk’u günde 6 saat okumak suretiyle altı
günde tamamladı. Yabancıların “Altı Günlük Konuşma”,
“Maraton Konuşma” gibi adlar verdikleri bu uzun söylev
tam 36 saat 31 dakika sürdü. Mustafa Kemal “1919 yılı
Mayısı’nın 19’uncu günü Samsun’a çıktım.”
(1)
cümlesiyle
başladığı söylevinde Osmanlı Devleti’nin yıkılışını, Millî
Mücadele’ye hangi şartlarda başladığını, karşılaştığı güçlükleri ve cumhuriyetin kuruluşu sürecinde yaşananlar
ile gerçekleştirdiği inkılapları belgelere dayanarak anlattı.
Sözlerinin sonunda ise gençliğe seslenerek “en büyük eserim” dediği cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etti.
?
Resim 4.37: Nutuk, dünya dillerine çevrilmiş bir eserdir.
Nutuk hangi özelliklerinden dolayı çeşitli dillere çevrilmiş olabilir?
“Söylev ve cumhuriyetin gençliğe emanet edilmesi yurt düzeyinde derin yankılar yapmıştı. 21
Ekim günü toplanan Ankara Hukuk Mektebi öğrencileri, Atatürk’ün gençlere seslenişini okuduktan
sonra bir bildiri yayımlamışlar ve cumhuriyeti her koşulda koruyacaklarını açıklamışlardı. İstanbul
Üniversitesinde yapılan toplantılarda da Söylev’in gençliğe sesleniş bölümünün levha hâlinde hazırlanıp sınıflara asılması kararlaştırılmıştı. Millî Türk Talebe Birliği Başkanı Tahsin Bekir Balta imzasıyla Atatürk’e gönderilen telgrafta da ‘Yüce hitabınız benliğimize kazınmıştır. İlkemiz Türk bağımsızlığı ve cumhuriyetidir, hedefimiz
çağdaş uygarlıktır.’ denilmiştir. Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ise ocakların ‘cumhuriyeti ve
onun istiklalini Büyük Başkanı’nın kutsal bir emaneti olarak tanıdığını ve korunmasını bir iman ve namus borcu
saydığını’ açıklamıştı.”
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C III, s. 287.
?
Mustafa Kemal’in Büyük Nutuk’u Gençliğe Hitabe ile tamamlamasına bakarak hangi çıkarımlarda
bulunabilirsiniz?
Mustafa Kemal, Nutuk’u, içinde bulunduğu tarihî olayların doğru biçimde anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazmıştır. O, eserinde olayları anlatmakla yetinmemiş, onların sebeplerini ve sonuçlarını belgelere dayanarak açıklamıştır. Ayrıca kendisine ve inkılaplarına yönelik eleştirilere cevap vermiştir. Bu yönüyle Nutuk,
Millî Mücadele ve cumhuriyet tarihini aydınlatan birinci elden kaynak niteliğindedir.
Mustafa Kemal, “Türk milletine yadigârımdır.” (2) dediği Nutuk’ta, Türk milletine çağdaşlaşma yolunda
yapacakları konusunda yol göstermiş ve onu gelecekte karşılaşabileceği tehlikelere karşı uyarmıştır. Böylece
milletinin geçmişi doğru anlayarak geleceğe güvenle bakmasını sağlamak istemiştir.
“Nutuk, tarihten edinilen tecrübelerin bir ibret tablosu hâlinde millete mal edilmesi geleneğine uyularak ve o gün ulaşılan başarının ‘asırlardan beri çekilen millî felaketlerin yarattığı uyanıklığın sonucu ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedeli’ olduğuna işaret edilerek
bu sonucun özlü bir hitabe ile Türk gençliğine emanet edildiği bir eserdir. Görülüyor ki Türk milletinin dününü
bugününe bağlayan, bugününü de yarına bağlayacak olan Nutuk, millî tarihimizin dönüm noktası olan bir
safhasını, gelecek kuşaklar için ölümsüzleştiren bir kaynak eser olmuştur.”
Durmuş Yalçın ve diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C II, s. 395.
?
Sizce Nutuk’un tarihî önemi onun hangi özelliklerinden kaynaklanmaktadır?
(1) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 1.
(2) Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, s. 10.
ÖÇK
65
109
14. Konu
Harf İnkılabı
“Az zaman sonra yeni Türk harfleriyle gözler kamaştırıcı Türk manevi gelişmesinin ulaşabileceği güç ve
saygınlığın uluslararası düzeyini, gözlerimi kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki bu manzara beni
kendimden geçiriyor.” (1)
Atatürk
?
Mustafa Kemal yeni Türk harflerinden neler beklemektedir?
Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan inkılaplar sayesinde milletimiz çağdaş dünya ile bütünleşme yolunda
önemli adımlar atmıştı. Mustafa Kemal kısa sürede elde edilen bu başarıyı Türk milletinin yenileşme kabiliyetine bağlıyor ve bununla övünüyordu. Ancak her fırsatta yücelttiği milletinin büyük kısmının okuryazar
olmadığını gördükçe derin bir üzüntü duyuyordu. O, yaptığı inkılabı, Türk milletinin geri kalmasına neden olan
kurumların yerine milletin ilerlemesini sağlayacak kurumları getirmek şeklinde tanımlamıştı. O hâlde diğer
engeller gibi halkı okuma yazma konusunda geri bıraktıran engeller de ortadan kaldırılmalıydı.
Ülkemizdeki okuryazar insan sayısının azlığı büyük ölçüde kullanılan alfabeden kaynaklanıyordu. İnsanlarımız Türkçenin ses yapısına uygun olmayan Arap alfabesi ile okuma yazma öğrenmekte zorlanıyordu.
Mustafa Kemal bu sorunu çok önceden fark etmiş ve daha Erzurum Kongresi günlerinde iken yakın arkadaşı
Mazhar Müfit Bey’e zaferden sonra yeni alfabeye geçileceğini söylemişti. Bununla birlikte uygulamaya geçmek için acele etmemiş ve “Milleti hazırlamadan inkılaplar yapılamaz.” (2) diyen biri olarak öncelikle toplumu
hazırlamaya çalışmıştı.
Mustafa Kemal, 1928 yılı başlarında uygun zamanın geldiğini düşünerek yeni Türk alfabesini oluşturmakla görevli bir komisyon kurdu. Komisyon yaptığı çalışmalar sonucunda Türkçedeki sesleri en iyi şekilde
karşılayan harflerin Latin alfabesinde bulunduğuna karar verdi. Ancak bu alfabedeki harfleri olduğu gibi almadı. Türkçenin özelliğine göre bazı harfleri dışarıda bırakırken bazı yeni harfleri ekleyerek bugün kullandığımız
29 harfli Türk alfabesini hazırladı.
Mustafa Kemal yeni alfabenin halka tanıtılması ve benimsetilmesi işini bizzat kendisi üstlendi. 9 Ağustos 1928 günü
İstanbul’da katıldığı bir toplantıda “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni
Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel,
ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir.” (3) diyerek Harf
İnkılabı’nı halka duyurdu. Bu inkılabın önemi
ile ilgili de şunları söyledi: “Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına,
erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu
vatanperverlik ve milletperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir
milletin, bir toplumun yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez. Bundan insan
olanlar utanmak lazımdır.” (4)
?
110
Resim 4.38: Atatürk, yeni Türk harflerinin tanıtılması amacıyla
Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen toplantıda
Okuma yazma bilmenin gereği ve önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
(1) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C III, s. 207.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 295.
(3) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C III, s. 206.
(4) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 67.
Mustafa Kemal, bu konuşmasını izleyen günlerde yeni alfabeyi halka tanıtmak üzere ülke genelinde
bir kampanya başlattı. Gittiği her yerde yazı tahtasının başına geçerek insanlara harfleri öğretmeye çalıştı.
Harf İnkılabı Türk halkı tarafından da büyük bir istek ve coşkuyla sahiplenildi. Her mahallede insanlara okuma
yazmayı öğreten kurslar açıldı. Böylece henüz resmî bir düzenleme yapılmadığı hâlde tüm ülke büyük bir okul,
millet de onun öğrencisi hâline geldi.
Mustafa Kemal yeni Türk alfabesinin halk tarafından benimsendiğini gördükten sonra Harf İnkılabı’na
resmî bir nitelik kazandırmak istedi. Bu amaçla TBMM’nin 1 Kasım 1928 tarihli oturumunda yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Her yöntemden önce büyük Türk ulusuna, onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol
dışında, kolay bir okuma yazma anahtarı vermek gerekmektedir. Büyük Türk ulusu bilgisizlikten az emekle kısa
yoldan ancak güzel ve soylu diline kolay uyan böyle bir yöntemle sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak
Latin kökünden alınan Türk alfabesidir. Basit bir deneme Latin kökenli Türk harflerinin Türk diline ne denli
uygun olduğunu, kentte ve köyde yaşı ilerlemiş Türk çocuklarının ne denli kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi
meydana çıkarmıştır.
Büyük Millet Meclisinin kararıyla Türk harflerinin kesinlik kazanması ve yasalaşması bu ülkenin yükselme uğraşısında başlı başına bir geçit olacaktır.” (1)
Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözleri üzerine TBMM aynı gün Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’u oy birliği ile kabul etti. Hükûmet de yeni harflerin kısa zamanda halka öğretilmesini sağlamak
amacıyla 24 Kasım 1928’de Millet Mektepleri Talimatnamesi’ni yürürlüğe koydu.
!
Millet Mektepleri Talimatnamesi’ne göre 16-45 yaş arasındaki kadın ve erkeklerin devam edeceği
Millet Mektepleri 1 Ocak 1929’da eğitime başladı. Ülkenin her yerinde faaliyet gösteren bu kurumlar
sayesinde eğitimin yaygınlaştırılması çalışmaları hızlandı. 1929-1933 yılları arasında millet mekteplerinde
% 65’i köylerde olmak üzere 54.050 derslik açıldı. Beş yıl içinde 2.305.924 kişinin kayıt yaptırdığı bu okullardan 1.217.144 kişi bitirme belgesi aldı.
Başöğretmenliğini Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in yaptığı Millet Mekteplerine halk yoğun ilgi
gösterdi. Uygulama Türk basınında da “Cehaletle savaş”, “Tarihin ilk irfan seferberliği” gibi sözlerle desteklendi.
Resim 4.39: Harf İnkılabı sonrası Millet Mekteplerinden birine kayıt yaptırmak için toplananlar ve okuma yazma
öğrenmeye çalışan kadınlar
Harf İnkılabı ve Millet Mekteplerinin açılması çağdaş Türk toplumunun oluşumuna önemli katkılar sağladı. Türk milleti bu başarılı hamleler sayesinde bilgisizlikten kurtulma imkânlarına kavuştu. Mustafa Kemal’in
de söylediği gibi “yeni bir aydınlık dünyaya” girerek yazısıyla da çağdaş dünyanın yanında olduğunu gösterdi.
?
Harf İnkılabı’nın Türk toplumuna sağladığı yararlarla ilgili neler söylenebilir?
(1) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 255.
ÖÇK
66
111
15. Konu
Yeni Dil, Yeni Tarih
Atatürk, 5 Eylül 1938 tarihli vasiyetnamesinde Türkiye İş Bankasındaki hisselerinin yıllık gelirinin bir
bölümünü kendi kurduğu Türk Dil ve Türk Tarih kurumlarına bırakmıştır.
?
Atatürk’ün dil ve tarih konularına önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
Cumhuriyet Dönemi; devlet yönetimi, hukuk, eğitim, ekonomi konularında olduğu gibi millî kültürümüz ve millî kimliğimiz için de yeni bir çağın başlangıcı oldu. O güne kadar Batılılar, Türkleri dünya medeniyetine katkısı olmayan, yeteneksiz bir millet olarak tanıtıyorlardı. Ayrıca Türkçenin bilime ve edebiyata elverişsiz,
yetersiz bir dil olduğunu iddia ediyorlardı. Hatta bu konularda daha ileri giderek Türklerin Avrupa’dan Asya’ya
sürülmesi gereken bir barbarlar topluluğu olduğunu savunuyorlardı. Türkler ise tarihlerinin ve millî kültürlerinin yeterince farkında olmadıkları için bu asılsız propagandalara karşı koyamıyor ve kendilerine güvenlerini
kaybetmiş bir hâlde bulunuyorlardı. Diğer Türk çocukları gibi Mustafa Kemal’in çocukluk, gençlik ve öğrencilik
yılları da bu anlayışın hâkim olduğu bir ortamda geçmişti. Ancak o, savaşlar sırasında bile devam eden okuma
ve öğrenme merakı sayesinde Türk milleti hakkındaki bu iddiaların gerçeklerle ilgisi olmadığını görmüştü.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” (1) diyen Atatürk’ün en büyük amacı, millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmaktı. O, bu konudaki düşüncesini “Millî kültürün her alanda açılarak yükselmesini, Türk cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz.” (2) sözleriyle ifade etmiştir. Böylece hem milletimiz ile ilgili haksız görüşleri çürütmek hem de Türk kültürünün zenginliklerini ortaya çıkararak bir millî kimlik
oluşturmak için harekete geçmişti. Mustafa Kemal’e göre millî kültür, milletlerin kendi yeteneklerine dayanarak oluşturdukları maddi ve manevi değerlerin tümüdür. O, kültürü “Tabiatın insanlara verdiği yüksek nitelikleri
kendi çocuklarına, torunlarına ve geleceğine vermesi demektir.” (3) diye tanımlamıştır. Bu sözüyle millî kültürün
yaygınlaştırılması gereğinin yanı sıra dinamik ve ileriye dönük olması gerektiğini vurgulamak istemiştir.
?
Atatürk’ün millî kültüre önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
Dil Alanında İnkılap
İnsanlar arasında sürekli bir iletişim aracı
olan dil aynı zamanda millî kültürü öğrenmenin ve
gelecek nesillere aktarmanın vazgeçilmez araçlarından biridir. Bu yönüyle de insanları birbirine yakınlaştıran ve onların bir millet hâline gelmesini sağlayan ana etkenlerdendir. Mustafa Kemal de “Millî
his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî
ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca
etkendir.” (4) diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. O,
Resim 4.40: Atatürk’ün kendi el yazısı ile ifade ettiği Türk
bir başka sözünde de “Milliyetin çok belirgin vasıfdili hakkındaki düşüncelerinden bir örnek
larından biri dildir. Türk milletindenim, diyen insan,
her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna
bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” (5) diyerek dilin millî kültürümüz için önemini vurgulamıştır.
Türk milletinin dili olan Türkçe uzun yıllar yabancı dillerin istilasına uğramış ve unutulmaya yüz tutmuştu. Bu nedenle millî kimliğe sahip bir toplum olabilmemiz için öncelikle Türkçemizi yabancı dillerin etkisinden
kurtarmaya ve dilimizin zenginliklerini ortaya çıkarmaya ihtiyacımız vardı. “Türk dili zengin, geniş bir dildir.
Her kavramı ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde
işlemek lazımdır.” (6) diyen Mustafa Kemal’in amacı da bu idi.
112
(1) Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 261.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 135.
(3) Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 262.
(4) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 260.
(5) Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 39.
(6) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 149.
Mustafa Kemal millî bir dil oluşturma yolundaki ilk adımını 1926 yılında Dil Encümenini kurarak attı. 1932
yılında ise programını ve tüzüğünü bizzat kendisinin hazırladığı ve daha sonra Türk Dil Kurumu adını alacak olan Türk
Dili Tetkik Cemiyetinin kurulmasını sağladı. Hemen ardından da halkın her kesiminden insanların katıldığı Birinci
Büyük Dil Kurultayını topladı. Kurultayda Türkçenin zenginliklerini ortaya çıkarmaya yönelik kararlar alınmasına
öncülük ederek yurt çapında bir dil seferberliği başlattı.
Resim 4.41: Atatürk, Türk Dil Kurumu üyeleriyle birlikte
“Türk dilini araştırma seferberliğine herkesi çağırdı. ‘Yabancılaştırılarak yıpratılmış bu dil,
yaşam yolunda bu denli kararlılıkla ilerleyen Türk ulusuna uygun olamaz’ diyordu. Gücünü ve birliğini kazanmış bu ulus, güçlü ve içten düşüncelerini, parçalanmış ve yozlaştırılmış karma bir dille
nasıl ifade edebilir, ulusal varlığını nasıl yüceltebilirdi? Dilin temizlenmesini hızla olumlu bir sonuca götürmek
için dil bilimcileri görevlendirdi. Değişik ağızlardan derlemeler yaptırdı. Eski yazarları, halk ozanlarını, türküleri, atasözlerini yayımlattı. Unutulmuş hazinede, unutulmaya bırakılmış deyimler ve yeni anlatım biçimleri
buldurttu.
En uzak köye ve mezralara dek gidildi. Sekiz ay içinde, halk ağzından 125.988 Türkçe sözcük derlendi;
bir yıl sonra bu sayı 129.792’ye çıktı. Anadolu Türkçesine dayanan bu derlemeden başka Türk lehçelerinin
tümüne ait sözcüklerden, tarih kitaplarından ve yüzlerce eski yazma metinlerden çok sayıda Türkçe sözcük
tarandı. Taramalar, Türk dilinin zenginliğini ve derinliğini inkar edilemez bir açıklıkla kanıtladı.”
Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C II, s. 208-209.
?
Atatürk’ün yukarıda anlatılan çalışmalardan beklediği sonuçlar neler olabilir?
Millî dil oluşturma ve dilde sadeleşmeyi sağlama amacıyla başlatılan bu çalışmalara ajans, radyo ve
gazeteler de destek verdi. Bu basın yayın organları “Vatandaş Türkçe konuş.”, “Konuştuğun gibi yaz.” sloganlarıyla halkı ve aydınları Türkçe konuşup yazmaya çağırdı. Böylece cumhuriyet öncesi dönemde görülen yazı
dili ile konuşma dili arasındaki farklılığın giderilmesine çalışıldı. Atatürk’ün bizzat kendisi de 1936-1937 kışında
“Geometri Kılavuzu” adlı kitabı yazarak dilde yenileşme hareketine katkıda bulundu. O, bu eserinde, daha
önce kullanılan Arapça ve Farsça terimler yerine Türkçe kök ve eklerden türettiği yeni terimlere yer verdi.
?
Atatürk’ün geometri terimlerini Türkçeleştirmesi öğrencilerin başarılarını ne yönde etkilemiş
olabilir? Neden?
113
Tarih Alanında İnkılap
Cumhuriyet öncesi dönemde Türklerin tarihi Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile başlatılıyor, daha önceki devirler yok sayılıyordu. Bu tarih anlayışı Türk kültürünün gelişimini engellediği gibi Batı’da Türkler aleyhine ortaya
atılan iddiaların cevapsız kalmasına neden oluyordu. Öğrencilik yıllarından beri tarihe ilgi duyan Mustafa Kemal
ise Türk milletinin köklü ve zengin bir tarihe sahip olduğunu biliyordu. O, ayrıca Türklerin tarih boyunca kurdukları devletlerin dünya medeniyetine yaptıkları katkıların ve insanlığa hizmetlerinin yeterince anlatılamadığını düşünüyordu. Bu nedenle de Türk tarihinin araştırılarak milletimizin kültürel zenginliğinin bir an evvel gözler önüne
serilmesini istiyordu. Mustafa Kemal bu konuda hissettiği sorumluluğu ise “Büyük devletler kuran atalarımız,
büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek
bizler için bir borçtur.” (1) sözleriyle dile getirmişti.
Mustafa Kemal Tarih İnkılabı ile Türkleri öz güven sahibi bir millet hâline getirmek istiyordu. O ayrıca yabancıların Türk milleti hakkındaki yanlış inanışlarının ve haksız propagandalarının ortadan kaldırılmasına büyük
önem veriyordu. “Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız.” (2) diyen Atatürk
milletimize yönelik suçlamaları da şu sözlerle cevaplamıştır:
“Hiçbir millet, milletimizden
ziyade yabancı unsurların inanç ve
âdetlerine riayet etmemiştir. Hatta
denilebilir ki diğer din sahiplerinin dinine ve milliyetine saygılı olan tek millet bizim milletimizdir.” (3)
Mustafa Kemal’in Türk milletinin özellikleri konusundaki hassasiyeti
hakkında ülkemizin ilk kadın tarih profesörü Ayşe Afet İnan şunları anlatmaktadır:
“1930 yılında, Fransızca coğrafya kitaplarının birinde, Türk ırkının
sarı ırka mensup olduğu ve Avrupa
zihniyetine göre ikinci derece bir insan
tipi olduğu yazılıydı. Bunu kendisine
gösterdim. ‘Bu, öyle midir?’ dedim.
Resim 4.42: Atatürk, manevi kızı Ayşe Afet İnan ile birlikte
– Hayır, olamaz, bunun üzerinde meşgul olalım, sen çalış, dediler.” (4)
Mustafa Kemal bu konuşmadan sonra tarih üzerindeki çalışmalarını ve araştırmalarını yoğunlaştırdı.
“Bu araştırmalar, Türkler ve Türkiye tarihi üzerinde yapılan araştırmalara paralel şekilde
yürütüldü. Gazi’nin özel sekreteri Hasan Rıza Bey, bir sabah, Çankaya’dan İstanbul’a dönmüştü.
Gazi’yi hâlâ uyur bulacağını umuyordu. Ancak o sabah, ortada bambaşka bir durum vardı. Gazi,
iki gece üst üste yatağına girmemişti. Yalnız kahve içerek, arada bir de sıcak bir banyo yaparak kırk saat
durmadan kitap okumuştu. Hasan Rıza, onu kütüphanesinde, bir kitabın üzerine eğilmiş hâlde buldu. Söylediğine bakılırsa hiç uykusu yoktu. Oysa gözlerinin yorulduğu belli oluyordu. Arada sırada göz kapaklarını
ıslak bir tülbentle siliyordu. Okuduğu kitap, H.G. Wells’in Dünya Tarihinin Ana Hatları’ydı.”
Lord Kinross, Atatürk, s. 538-539.
?
114
Mustafa Kemal’in tarih araştırmalarının ortaya çıkaracağı sonuçlar neler olabilir?
(1) Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 297.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 202.
(3) age., s. 202.
(4) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C III, s. 406.
Tarih İnkılabı sırasında Mustafa Kemal’in en yakın yadımcısı manevi kızı Ayşe Afet İnan oldu. Afet Hanım
1930 yılında toplanan Türk Ocaklarının altıncı kurultayında, Türk tarihinin eskiliğinden ve Türklerin kurduğu büyük
medeniyetlerden bahseden bir konferans verdi. Daha sonra da Mustafa Kemal’in himayesinde çalışacak olan “Türk
Tarih Heyeti”nin kurulmasına öncülük etti. Görevi Türk tarihinin kaynaklarını araştırmak, bulmak ve yayımlamak
olan bu heyet ilk önce “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı bir eser hazırladı. 12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin kurulmasının ardından da çalışmalarını bu
cemiyetin çatısı altında sürdürdü.
Resim 4.43: Atatürk, incelemelerde bulunmak üzere gittiği Bergama’daki arkeolojik kazı alanında
?
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti ilk iş olarak liselerde okutulmak üzere 4 ciltlik bir “Tarih” kitabı
yayımladı. 1932 yılı Temmuz ayında ise Ankara’da
Birinci Türk Tarih Kongresi’ni topladı. Kongreye
katılan Mustafa Kemal burada yaptığı konuşmada “Ben fani bir insanım, bir gün öleceğim. Büyüklüğüne ve üstün kabiliyetine inandığım Türk
ulusunun gerçek tarihinin yazılmasını sağlığımda
görmek istiyorum. Onun için bu toplantılarda kendimden geçiyor, her şeyi unutuyor, sizi yoruyorum.
Beni affedin!” (1) diyerek Türk tarihinin aydınlatılmasına verdiği önemi gösterdi.
Mustafa Kemal’in tarihe olan tutkusu ve bu alandaki gayretleri ile ilgili duygu ve düşünceleriniz nelerdir?
Mustafa Kemal, tarihi millî varlığımızın temeli olarak görmüştür. “Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” (2) sözüyle de tarihin yeni nesillere öğretilmesinin önemine dikkat
çekmiştir. Ayrıca tarih alanında bilimsel çalışmalar yapması ve tarihi öğretecek kişiler yetiştirmesi amacıyla 1935
yılında Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin kurulmasını sağlamıştır.
Resim 4.44: Atatürk ziyaret ettiği bir okulda tarih dersi anlatırken
?
Yukarıdaki resimde gördüklerinizden yola çıkarak Atatürk’ün hangi konuyu anlatıyor olabileceği ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 176.
(2) age., s. 175.
ÖÇK
67
115
16. Konu
Menemen Olayı
?
Menemen Olayı hakkında neler biliyorsunuz?
Yanda İzmir’in Menemen ilçesinde bulunan Kubilay Anıtı’nı görüyorsunuz. Her yıl 23 Aralık tarihinde insanlar bu anıtın önünde toplanır ve cumhuriyet karşıtları
tarafından şehit edilen Kubilay’ı anma törenleri yaparlar.
Yakın tarihimize Menemen Olayı olarak geçen
Kubilay’ın şehit edilmesi Serbest Cumhuriyet Fırkasının
kuruluşuyla birlikte yeniden başlayan cumhuriyet karşıtı hareketlerin devamı niteliğindedir. Kuruluşundan kısa
süre sonra Serbest Fırkayı laikliğe ve inkılaplara karşı olanların toplandığı bir merkez hâline getiren cumhuriyet karşıtları fesin tekrar giyileceği, tekkelerin yeniden açılacağı,
eski alfabeye dönüleceği yönündeki propagandalarına
devam ettiler. Bu çevreler Parti lideri Fethi (Okyar) Bey’in
Ege gezisi sırasında gittiği yerlerde cumhuriyet ve laiklik
aleyhine gösteriler yaptılar. Fethi Bey de kontrolü dışında gelişen ve tehlikeli bir hâl almaya başlayan bu olayların
daha fazla büyümemesi için 17 Kasım 1930’da partisini kapatmak zorunda kaldı.
Resim 4.45: Menemen’deki Kubilay Anıtı
Fethi Bey’in partisini kapatmasından sonra yaşanan Menemen Olayı onun bu kararının ne kadar doğru
olduğunu ortaya çıkardı. Olay 23 Aralık 1930’da İzmir’in Menemen ilçesine gelen Derviş Mehmet ve adamları
tarafından başlatıldı. Kendisini kurtarıcı olarak tanıtan Derviş Mehmet meydanda toplanan halkı hükûmet ve
cumhuriyete karşı kışkırtarak ayaklanmaya çağırdı. Bunun üzerine Menemen’de askerlik görevini yapmakta
olan Öğretmen Asteğmen Kubilay askerleriyle birlikte olay yerine gelerek isyancılara dağılmalarını söyledi.
Ancak uyarılarını dinlemeyen ve kendisine saldıran Derviş Mehmet tarafından şehit edildi. Çıkan olaylar sırasında Hasan ve Şevki adındaki mahalle bekçileri de şehit düştü. İsyan takviye birliklerin gelmesiyle bastırıldı ve
yakalanan suçlular yargılanarak cezalandırıldı.
Menemen Olayı hakkında yapılan soruşturmaların sonucunda isyanın kendiliğinden gelişen bölgesel
nitelikli bir olay olmadığı anlaşıldı. Bu girişim cumhuriyeti yıkmak üzere planlanmış gerici bir hareketin ilk
adımıydı. Mustafa Kemal de olayı doğrudan cumhuriyete karşı bir suikast olarak değerlendirdi. O, orduya gönderdiği başsağlığı mesajında Kubilay’ın şehit edilmesine karşı tepkisini ve üzüntüsünü “Kubilay Bey’in görev
yaparken uğradığı sonuçtan cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Büyük ordunun kahraman genç subayı
ve cumhuriyetin ülkücü öğretmen heyetinin kıymetli uzvu Kubilay’ın temiz kanı ile cumhuriyet yaşama gücünü
tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.” (1) diyerek dile getirdi.
Menemen’de yaşanan olaylar bütün yurtta büyük bir nefret ve üzüntüyle karşılandı. Başta gençler olmak
üzere her kesimden insanların katıldığı mitinglerde ve toplantılarda olay lanetlendi. Yapılan açıklamalarda bu
saldırının, halkın cumhuriyete olan bağlılığını daha da güçlendirdiği mesajı verildi.
?
Menemen Olayı’nı lanetleyen mitinglere katılanlar hangi sloganları atmış veya taşıdıkları pankartların üzerine neler yazmış olabilirler?
Kubilay Olayı ile ülkemizde çok partili siyasi hayata geçilmesi için gereken ortamın henüz oluşmadığı görüldü. Bu nedenle demokrasiye geçiş denemelerine ara verildi.
116
ÖÇK
68
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 100-101.
17. Konu
Atatürk’ün Kenti: Ankara
“Ben 1927’de Ankara’ya geldiğim zaman tren istasyonundan şehre giden yolun iki tarafı bataklıktı. Her
tarafını yabani otlar ve sazlar kaplamıştı. Bu yerin ortasında iki katlı, kuleli, modern, Belediyeye ait Bahçeler
Müdürlüğü binası yeni yapılmıştı. Binanın alt katı büro olarak kullanılıyordu. Üst katında Park ve Bahçeler Müdürü merhum Salih ile ben oturuyordum. Ev hususunda çok şanslıydık. Çünkü o dönemde İstanbul’dan ve bazı
illerden işsiz kalan insanlar iş bulmak ümidiyle başkente akın etmişlerdi. Ankara’da çalışmak mecburiyetinde
kalan bazı bekâr arkadaşlarımız Ankara’nın eski mahallelerindeki susuz, elektriksiz, banyosuz ve sağlıksız kerpiç evlerinde bir odaya 3-4 kişi sığınmak mecburiyetinde kalmışlardı.” (1)
Fazıl Dalay
?
Yukarıdaki anlatılanlara göre cumhuriyetimizin kurulduğu günlerde Ankara’nın ihtiyaçları hakkında neler söylenebilir?
Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı üzere Ankara başkent olduğu yıllarda bugünkü görünümünden
oldukça uzaktı. O günlerde yalnız Ankara değil, Anadolu’nun diğer şehir ve kasabaları da hane sayısı fazla olan
birer köy görünümündeydi. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’nun birçok kenti büyük ölçüde yıkıntı hâline
gelmişti. Kentlerimizin hiçbirinde şehircilik kuralları uygulanmış değildi. Motorlu araç trafiğine uygun olmayan
cadde ve sokaklarımız dar ve düzensizdi. Park, bahçe, yeşil alan, ticaret merkezi gibi modern şehircilik kavramları henüz bilinmiyordu.
Resim 4.46: Cumhuriyetin kurulduğu günlerde Ankara’dan bir görünüş
Cumhuriyet Dönemi’nde diğer alanlarda olduğu gibi şehircilik anlayışında da önemli bir değişim yaşandı. Şehirlerimizin çehresi belediyelerin hazırladığı imar planlarının uygulanmasıyla birlikte değişmeye başladı.
Yeni şehircilik anlayışının en fazla etkilediği şehir ise başkentimiz Ankara oldu. Ankara’nın planlı şekilde büyümesini ve modern bir başkent görünümüne kavuşmasını sağlamak amacıyla 1928’de bir imar planı yarışması
açıldı. Yarışmayı İsviçreli Mimar Hermann Jansen (Herman Yansen) kazandı.
(1) Fazıl Dalay, 1928 Senesinde Atatürk’ün Ankara Bahçeler Müdürlüğü Serasına Gelip Çiçek Alması,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 9, s. 691.
117
Jansen, Ankara’nın gelecekte 300 bin kişilik
bir şehir olacağını öngörerek planını ona göre yapmıştı. Bu planın 1928-1938 yılları arasında uygulanmasıyla Ankara yeni bir çehre kazandı. Ulus’tan Kızılay Meydanı’na, oradan da Çankaya’ya doğru uzanan
Atatürk Bulvarı genişliği, yeşil alanları ve ağaçlarıyla
şehrin ana güzergâhı hâline geldi. Bu güzergâhın her
iki yanına bakanlıklar, çeşitli kamu binaları ve elçilikler
inşa edildi.
Resim 4.47: Başkent Ankara’nın şehir planını yapan Jansen (sağ başta) Türk yetkililerle birlikte
Ankara’nın yeniden imarı sırasında eğitim
kurumlarına ait binaların yapımına da önem verildi.
Mimar Kemalettin Bey’in klasik Türk mimarisinden
esinlenerek inşa ettiği Gazi Terbiye Enstitüsünü, Kız
Olgunlaşma Enstitüsü, Konservatuvar ve Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi binaları izledi.
Ankara’da resmî binalar ve konutlar yapılırken çağdaş bir şehirde bulunması gereken sosyal mekânlar da
ihmal edilmedi. 1926-1927 yıllarında Ulus Meydanı yeniden düzenlendi. Meydana açılan; üzerlerinde dükkânların,
otellerin, lokanta ve kahvehanelerin yer aldığı Çankırı ve Anafartalar caddeleri sosyoekonomik ilişkilerin yoğun biçimde yaşandığı yerler hâline getirildi. Şehir ve Millet bahçeleri adıyla halkın gezinti yapıp eğlenebileceği parklar
kuruldu. Ayrıca meydanlara dikilen heykeller ve anıtlarla Ankara, Batı tarzında bir şehir havasına büründü.
Resim 4.48: İmar planının uygulanışından önceki ve sonraki dönemde Ankara’daki Ulus Meydanı
Ankara’da Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleştirilen önemli imar faaliyetlerinden biri
de şehre merkezî su sisteminin kazandırılması
oldu. Çubuk Barajı inşa edilerek şehrin su ihtiyacı karşılandı.
Cumhuriyetle birlikte ülkemiz mimarlık
eğitimi alanında da önemli gelişmelere sahne
oldu. İstanbul’da bulunan Mekteb-i Sanayi-i
Nefise adlı okul 1926’da Güzel Sanatlar Akademisine dönüştürüldü. Mimarlık bölümünün
başına da Ernest Egli (Ernıst Egli) adında İsviçreli bir profesör getirilerek ülkemizde çağdaş
anlamda mimarlık eğitimine geçildi.
?
118
Resim 4.49: Çubuk Barajı’ndan bir görünüm
Ankara’nın modern bir kent görünümü kazanmasının ülkemizin diğer kentlerine
etkileri neler olabilir?
ÖÇK
69
18. Konu
Darülfünundan Üniversiteye
“Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile
alakasız yaşayamayız. Bilakis ileri, medeni bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat, ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız.
İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’e göre medeni bir millet olmanın şartları nelerdir?
Resim 4.50: Cumhuriyet Dönemi’nde İstanbul Üniversitesi
adını alacak olan Darülfünundan bir görünüş
Türk milletini çağdaş uygarlığın ortağı
yapmak isteyen Atatürk, bu amaçla milletimize
bilimi rehber edinmesi çağrısında bulunmuştu.
Çünkü o, çağdaş uygarlığın temelinin bilime ve
onun uygulamaya geçirilmesiyle ortaya çıkan
teknolojiye dayandığını biliyordu. Bilimin ve
teknolojinin üretilip geliştirildiği yerler ise üniversiteler idi. Ancak Kurtuluş Savaşı’ndan yeni
çıkmış olan ülkemizde üniversite eğitimi yetersizdi. Bu nedenle Atatürk savaş biter bitmez
harekete geçerek ülkemizde yükseköğretimin
gelişmesi için çeşitli Avrupa ülkelerindeki üniversitelere öğrenciler gönderdi.
Cumhuriyetimizin kurulduğu günlerde ülkemizdeki tek yükseköğretim kurumu İstanbul
Darülfünunuydu. Cumhuriyet yönetimi bütün eksikliklerine rağmen 19. yüzyılda kurulmuş olan
bu eğitim kurumuna büyük önem verdi. Onu bilimin, teknolojinin ve çağdaş zihniyetin yerleşmesine öncülük yapacak bir merkez olarak görüp destekledi.
ÖÇK
70
Hükûmet, Darülfünunu idari ve akademik anlamda özerk hâle getirerek ders programlarına ve öğretimine
müdahale etmedi. Böylece kurumun özgür bir ortamda bilimsel gelişimini sürdürmesinin yolunu açtı. Ancak bütün
bu iyi niyetli çabalara rağmen Darülfünun, Türk toplumunun bilimsel gelişimi ve kalkınması yolunda kendisinden
beklenen katkıyı sunamadı. Diğer yandan inkılaplara ve ülkemizin geçirdiği büyük değişime ayak uydurmakta da
zorlandı. Dönemin Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip, Darülfünunun bu durumunu şu sözlerle ifade etmiştir:
“... Memlekette sosyal ve siyasi büyük inkılaplar oldu. Darülfünun bunlara karşı tarafsız bir gözlemci
gibi kaldı. Ekonomik alanda anlamlı hareketler oldu. Darülfünun bunlardan habersiz göründü. Hukukta radikal
değişiklikler oldu. Darülfünun yalnız yeni kanunları öğretim programına almakla yetindi. Harf Devrimi oldu. Öz
dil hareketi başladı. Darülfünun hiç tınmadı. Yeni bir tarih anlayışı, millî bir hareket hâlinde bütün ülkeyi sardı.
Darülfünunda buna ilgi uyandırabilmek için üç yıl kadar uğraşmak ve beklemek gerekti. İstanbul Darülfünunu
artık durmuştu, kendisine kapanmıştı. Her şeyden soyutlanmış hâlde dış âlemden elini ayağını çekmişti.” (2)
Falih Rıfkı Atay da tepkisini “Darülfünun Türk inkılabına dair on seneden beri bir tek sayfa telif eklememiştir. Darülfünunun Türk inkılabına karşı bu vaziyeti nasıl değerlendirilebilir? Biz ne tarafsızlığı ne de yetersizliği
kabul ederiz.” (3) sözleriyle dile getirmiştir.
?
Yukarıdaki eleştirileri dikkate aldığınızda çağdaş bir yükseköğretim kurumunun sahip olması
gereken özellikler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 121.
(2) Abdurrahman Çaycı, Atatürk, Bilim ve Üniversite, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 10, s. 64.
(3) age, S 10, s. 64-65.
119
Darülfünuna yönelik tepkilerin giderek artması üzerine hükûmet meseleye köklü bir çözüm getirmek
için harekete geçti. Bu amaçla Cenevre Üniversitesinde görevli İsviçreli bilim insanı Profesör Albert Malche’yi
(Albırt Malşe) Türkiye’ye davet etti. Ondan Darülfünun hakkında bir rapor hazırlamasını istedi. Albert Malche
de 1932 yılı başlarında ülkemize gelerek raporunu hazırladı. Malche raporunda Darülfünunun bilimsel yönden yetersiz olduğunu ve ülkenin gelişimine uyum sağlayamadığını vurguladı. Öğretim üyelerinin yurt dışında
yetiştirilmesi, yabancı dil eğitimine önem verilmesi, öğrencilerin araştırmaya yöneltilmesi, derslerde uygulamaya önem verilmesi gibi önerilerde bulundu.
Malche raporunda, kütüphanelerin iyileştirilmesi, spor tesislerinin, yurtların, yemekhanelerin yapılması
ve sosyal ortamların geliştirilmesi konularına yer verdi. Ayrıca üniversitenin halka yönelik konferanslar düzenleyip bir dergi çıkararak toplum ile iletişim kurması gerektiğini belirtti.
?
Üniversite reformu için yabancı bir bilim insanının davet edilmesinin nedenleri neler olabilir?
Prof. Malche’nin raporu Atatürk ve
hükûmet tarafından incelendikten sonra üniversite reformuna yönelik bir kanun tasarısı hazırlandı.
TBMM’de kabul edilen bu kanunla Darülfünun kapatıldı ve onun yerine 1 Ağustos 1933’te İstanbul
Üniversitesi kuruldu. İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933’te öğretime başladı.
Atatürk, İstanbul Üniversitesinin yeni bir
ruh, yeni bir dinamizm ile öğretime açılışı nedeniyle kendisine çekilen saygı ve bağlılık telgrafına
“İstanbul Üniversitesinin açılışından çok sevinç
duydum. Bu yüksek ilim ocağında, kıymetli profesörlerin elinde Türk çocuğunun müstesna zekâ ve
eşsiz kabiliyetinin çok büyük gelişmelere erişeceğinden eminim” (1) cümleleriyle karşılık verdi.
Resim 4.51: İstanbul Üniversitesinin tabelası giriş kapısının
üzerine takılıyor.
Ülkemizin akla ve bilime verdiği değer ölçüsünde kalkınabileceğine inanan Atatürk, İstanbul Üniversitesinin her bakımdan çağdaş bir eğitim kurumu olmasını istemişti. Bu amaçla bir yandan bilimsel anlayışa sahip bir
öğretim kadrosu kurulmasına önem verirken diğer yandan 1930’lu yıllarda Almanya’daki baskıcı rejimden kaçan
bilim insanlarının Türkiye’ye gelmesini sağladı.
Atatürk’ün öncülük ettiği üniversite reformuyla kurulan İstanbul Üniversitesi her alanda
başarılı çalışmalar yapmış, pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bu yönüyle diğer üniversitelerin kuruluşlarına kaynaklık etmiş ve bu üniversitelerimizin
öğretim üyesi ihtiyacının karşılanmasında önemli
bir rol oynamıştır. Ayrıca düzenlediği halka açık
konferanslar ve çeşitli etkinliklerle toplumumuzun aydınlanmasına katkıda bulunmuştur. Bu
hizmetleri nedeniyle İstanbul Üniversitesi ülkemizdeki bilimsel gelişmelere ve kalkınma hamlelerine öncülük yapan önemli kurumlarımızdan biri
olmuştur.
?
120
Resim 4.52: Atatürk, İstanbul Üniversitesi öğrencileriyle
Üniversite reformunun ülkemize katkıları hakkında neler söylenebilir?
ÖÇK
71
(1) http://www.ttk.gov.tr/index.php?Page=Sayfa&No=229
19. Konu
Soyadı Kanunu’nun Kabulü
?
Soyadı ihtiyacı hangi sorunların yaşanması üzerine ortaya çıkmış olabilir?
1934 yılına kadar ülkemizde vatandaşların soyadları yoktu. İnsanlar kendilerini tanımlarken isimlerinin
yanına genellikle babalarının veya doğdukları yerin adlarını ya da meslek unvanlarını ekliyorlardı. Bazıları ise
aile büyüklerinden birinin adına “oğlu” veya “zade” sözcüklerini ekleyerek kendilerine bir aile adı, asalet unvanı oluşturmaya çalışıyorlardı. Ancak çağın gereklerine uymayan bu ad alma yöntemleri kişileri birbirinden ayırt
etmeye yetmiyor, eşitlik ilkesine zarar veriyor ve aile bağlarının güçlenmesini önlüyordu. Diğer yandan nüfus,
tapu ve okul kayıtlarının tutulmasında, askere alma işlemlerinin yürütülmesinde, ticari ilişkilerde ve hayatın
pek çok alanında karışıklıklara neden oluyordu.
Ünlü Türk sosyoloğu Ziya Gökalp, soyadı kullanmanın gerekliliğini ilk kez dile getiren aydınlarımızdan biri olmuştur. O, soyadının sağlayacağı yararları “Aile adlarının saptanması, aile
kurumunda içtenlik, beraberlik ve dayanışmayı geliştirecek, bu da millî duygunun güçlenmesine
yol açacaktır.” sözleriyle ifade etmiştir.
Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C II, s. 261.
Ülkemizde soyadı kullanılmaması nedeniyle yaşanan
sorunlara karşılık çağdaş Batı ülkelerinde insanlar uzunca
bir süredir soyadları ile anılıyordu. Bu ülkelerde soyadı, bireyi eşit yurttaş hâline getiren ve ona kimlik kazandıran bir
araç olarak görülüyordu.
Ülkemizde soyadı eksikliğinden kaynaklanan sorunların giderilmesi TBMM’nin 21 Haziran 1934’te çıkardığı Soyadı Kanunu ile mümkün olabildi. 1 Ocak 1935’ten itibaren
yürürlüğe girecek olan bu Kanun’a göre her Türk vatandaşı
altı ay içinde öz adından başka, ailesiyle ortak olmak üzere
bir soyadı alacaktı. Seçilecek soyadı Türkçe olacak; rütbe,
Resim 4.53: Mustafa Kemal Atatürk’ün nüfus cüzdanı
makam, yabancı ırk ve millet belirten tanımlamalar içermeyecekti. Ayrıca soyadının ahlaka aykırı ve gülünç olmamasına dikkat edilecekti.
Soyadı Kanunu’nun kabulünü izleyen günlerde çağdaş Batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde herkes
bir soyadı aldı. Mustafa Kemal’e de TBMM tarafından 24 Kasım 1934’te kabul edilen bir kanunla “Atatürk”
soyadı verildi. 26 Kasım’da kabul edilen bir başka kanunla ise efendi, bey, paşa, hoca, molla, hafız, şeyh vb.
toplumda ayrıcalık ifade eden lakap ve unvanların kullanılması yasaklandı.
“Cumhurbaşkanı bile Gazi ve Paşa unvanlarından vazgeçti. Daha önce hiçbir Türk devlet başkanının yapmadığı bir şekilde, Türk olmaktan duyduğu gururu açıklayan bir soyadı aldı: ATATÜRK.”
Lord Kinross, Atatürk, s. 545, 546.
Soyadı Kanunu’nun yanı sıra unvan ve lakapları kaldıran kanunun da yürürlüğe girmesiyle birlikte bütün
vatandaşlar kanun karşısında ve resmî belgelerde yalnız adları ve soyadlarıyla anılmaya başlandı. Böylece ayrıcalıklı kişi ve zümrelerin yerini millî kültürümüze de uygun biçimde eşit haklara sahip Türk vatandaşları aldı.
?
Soyadı Kanunu’nun sağladığı yararlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?
ÖÇK
72
121
20. Konu
Atatürk ve Türk Kadını
“Eğer sefil olursa kadın alçalır beşer.” (1)
Tevfik Fikret
?
Tevfik Fikret’in bu düşüncesinin nedenleri neler olabilir?
Orta Asya’da kurulan Türk devletleri döneminde kadın toplumda önemli bir yere sahipti. Köktürklere
ait Orhun Kitabeleri’nde geçen “Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye babam Kağan’ı, annem Hatun’u
yükseltmiş olan Tanrı...” (2) ifadesi de Türk tarihinde kadına verilen değeri göstermekte idi. Türk kadını devlet
ve toplum hayatındaki yüksek konumunu Anadolu’da da korudu. Bununla birlikte özellikle şehirlerde iş ve aile
hayatında kadın-erkek rollerinin zamanla değişime uğraması sonucunda kadın, toplum ve çalışma hayatının
dışında kalırken daha çok ev işleriyle meşgul olan bir varlık hâline geldi.
Atatürk, Millî Mücadele’de büyük fedakârlıklar göstermiş olan kahraman Türk kadınının siyasi, sosyal
ve toplumsal haklarından mahrum bırakılmasını doğru bulmuyordu. Bu nedenle kadınların haklarına kavuşması onun en büyük ideallerinden biri hâline gelmişti. O, bunu çağdaş ve gelişmiş bir toplum hâline gelebilmemizin temel şartı olarak görmüş ve bu konu hakkında şunları söylemişti:
“Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cinsten oluşmuştur. Kabul edilebilir mi ki bir kitlenin bir
parçasını yükseltelim, diğer parçasını görmezlikten gelelim de kitlenin tamamı yükselebilsin? Olabilir mi ki bir
toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı oldukça diğer kısmı göklere yükselebilsin?” (3)
“Milletimiz, kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir.
Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Bu sebeble kadınlarımız da okumuş ve
bilgi sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra, kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve koruyucusu
olacaklardır.” (4)
Resim 4.54: 1935 yılında yapılan seçimlerde
TBMM’ye Ankara milletvekili olarak giren Satı Çırpan
!
122
Türk kadını 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni
Kanunu’yla yasalar karşısında erkeklerle eşit haklara kavuştu.
Evlenme, boşanma, miras, eğitim vb. konularda erkeklerle aynı
haklardan yararlanmaya başladı. Diğer yandan 3 Nisan 1930’da
çıkarılan bir kanunla kadınların belediye seçimlerine katılmalarının yolu açıldı. Bunu, kadınlara muhtarlık ve ihtiyar heyeti
üyeliği seçimlerinde seçme seçilme hakkı veren 26 Ekim 1933
tarihli başka bir kanun izledi. 5 Aralık 1934 tarihinde kabul edilen kanunla da Türk kadını milletvekili seçme seçilme hakkını
elde etti. 1935 yılında yapılan milletvekili genel seçimlerinde
TBMM’ye 18 kadın milletvekili girdi. Böylece Türk kadını siyasal
haklarını pek çok Avrupa ülkesindeki kadınlardan daha önce
elde etmiş oldu.
Türkiye’de kadınların 1934’te elde ettikleri siyasal haklara Belçikalı ve Fransız kadınlar 1944’te,
İtalyan kadınlar 1948’de, Yunanlı kadınlar 1952’de kavuşmuştur. Kadınların siyasi haklarını elde etmeleri Hindistan ve Japonya’da 1950, İsviçre’de 1971, Kuveyt’te ise ancak 2005 yılında mümkün olabilmiştir.
(1) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C II, s. 231.
(2) Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, s. 10.
(3) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C II, s. 216, 217.
(4) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 115, 116.
Kadın hakları konusunda ülkemizde önemli gelişmeler yaşanırken pek çok ülkede kadınlar henüz seçme seçilme hakkına sahip değildi. Bunun içindir ki Türkiye dünyanın çeşitli ülkelerinde hakları için mücadele
veren kadınlara örnek oldu. 1935 yılında da Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi İstanbul’da toplandı. Aşağıda
ülkelerindeki kadınları temsilen bu kongreye katılan delegelerden bazılarının sözlerini okuyacaksınız.
Resim 4.55: Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi’nde Türk delegesi konuşma yapıyor.
“Uluslararası Kadınlar Birliği Romanya Delegesi Aleksandrina Cantacuzene (Aleksandirina Kantakuzen), 1935’te, ‘Dünyada yeni bir dönem başlatan Atatürk, Türk kadınına verdiği haklarla, anayı hak ettiği
yüksekliğe eriştirdi. Batı’ya verdiği bu dersin unutulması mümkün değildir.’ derken Avustralya Delegesi Cardel
(Kardel) Oliver, ‘Tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken Türkiye, kadın hakları konusunda gerçekleştirdiği atılımlarla birçok Avrupa ulusunu geride bıraktı.’ diyordu.
Uluslararası Kadın Birliği Yazmanı Catherin (Ketrin) Bonifas ise Atatürk’ten dâhi olarak söz ediyor ve Türk
kadın devriminin evrensel boyutunu şu sözlerle dile getiriyordu: Atatürk’ün Türk kadınına kazandırdığı hak ve
özgürlükler, bütün dünya kadınlarında öz güven yaratmış ve mücadelelerinde onlara destek olan, yardımcı bir
güç vermiştir.” (1)
?
Dünya kadınlarının yukarıdaki sözlerini dikkate aldığınızda Atatürk ile ilgili hangi değerlendirmelerde bulunabilirsiniz?
Resim 4.56: Günümüzde TBMM’de görev yapan kadın milletvekillerimizden biri
(1) Metin Aydoğan, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C II, s. 252-253.
Cumhuriyet yönetimi sayesinde siyasi ve
sosyal haklarına kavuşan Türk kadınları günümüzde erkeklerin üstlendikleri bütün görevleri
üstlenebilmektedir. Öğretmen, hâkim, doktor,
mühendis, kaymakam, vali olabilen kadınlarımızın milletvekili, bakan, başbaÖÇK
kan veya cumhurbaşkanı olma73
larının önünde de hiçbir engel
yoktur.
123
21. Konu
Sağlık Alanındaki Gelişmeler
“Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman, üzerinde dikkatle durulacak millî meselemizdir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün sağlık konusuna önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
Cumhuriyet öncesi dönemde ülkemizde sağlık ile ilgili bir bakanlık yoktu. Hastane ve hekim sayımız ihtiyacın çok altındaydı. Ülkemizin hekim yetiştiren tek kurumu olan Darülfünunda tam anlamıyla çağdaş bir tıp eğitimi
verilemiyordu. Yeterli kaynak ayrılamadığı için insanlarımız tıp biliminin geliştirdiği korunma, teşhis ve tedavi
yöntemlerinden yararlanamıyordu. Bu nedenle pek çok vatandaşımız erken yaşlarda hayatını kaybediyordu.
Millî Mücadele’mizin başladığı günlerde askerimiz bir yandan düşmanla çarpışırken diğer yandan tifo,
tifüs, kolera, trahom, verem, sıtma, çiçek gibi salgın hastalıklarla mücadele ediyordu. Cephe gerisindeki insanlarımızın durumu da pek farklı değildi. Bu nedenle Mustafa Kemal sağlıkta iyileştirme hareketine daha savaş sürerken başladı. TBMM’nin açılışından hemen sonra çıkarılan bir kanunla Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletinin
(Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Bakanlığı) kurulmasını sağladı. Böylece sağlık hizmetlerine büyük önem verdiğini
ve bunu devletin temel görevlerinden biri olarak gördüğünü gösterdi.
Mustafa Kemal, 1 Mart 1922’de Mecliste yaptığı konuşmada sağlık alanındaki hedeflerini “Sağlık ve sosyal
yardım hususlarında takip ettiğimiz gaye şudur: Milletimizin sıhhatinin korunması ve desteklenmesi, ölümün azaltılması, nüfusun arttırılması, bulaşıcı ve salgın hastalıkların etkisiz hâle getirilmesi, bu suretle millet fertlerinin dinç
ve çalışmaya kabiliyetli bir hâlde sıhhatli vücutlar olarak yetiştirilmesi.” (2) sözleriyle ifade etti. Hükûmetlerimiz de
onun gösterdiği bu hedeflere ulaşmak için çok çalıştı.
Ülkemizde Cumhuriyet Dönemi’yle birlikte bilime ve toplumun ihtiyaçlarına uygun şekilde koruyucu sağlık hizmetlerine önem veren bir sağlık politikası benimsendi. Bu politika doğrultusunda doktor, ebe, hemşire
ve sağlık memuru sayısının arttırılmasına çalışıldı. Hekimlerin çalışma şartlarını, ücretlerini iyileştirmeye yönelik
kanunlar çıkarıldı. Hekimlere zorunlu hizmet yükümlülüğü getirildi. Sağlık hizmetlerinin köylere kadar yayılmasını
sağlamak amacıyla “seyyar hekimlik” uygulaması başlatıldı.
Resim 4.57: Hemşire okulunda eğitim gören öğrenciler
?
Koruyucu sağlık hizmetleri ile anlatılmak istenen nedir? Bu hizmetlerin topluma ve devlete sağlayacağı yararları neler olabilir?
124
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 330.
(2) age., s. 330.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk’ün “Ulus
çocuklarının sıhhatli ve gürbüz olmaları için yaşadıkları bölgenin sıhhat şartlarını temin etmek, devlet
hâlinde bulunan siyasi kurumların en birinci ödevidir.”
(1)
sözü doğrultusunda sağlık işlerini en temel görevlerinden biri olarak kabul etti. Bu sorumluluk anlayışıyla toplumun her kesimine ücretsiz ve nitelikli sağlık
hizmeti vermeye çalıştı. Böylece ülkemizde pek çok
hastalık korkutucu olmaktan çıkarken ortalama insan
ömrü de uzadı.
1928 yılında sağlık sorunlarına bilimsel çözümResim 4.58: Cumhuriyetimizin ilk yıllarında bir çocuk hastanesi
ler bulmak amacıyla Ankara’da Merkez Hıfzıssıhha
Müessesesi kuruldu. Bu müessese aşı ve serum üretmekle görevlendirildi. Sağlık hizmetlerinin dengeli dağılımı için
Ankara’nın yanı sıra İstanbul, Sivas ve Diyarbakır’da bakteriyoloji, kimya laboratuvarları ve aşı üretim merkezleri kuruldu. Bu merkezlerde üretilen aşılar ülkenin her köşesine gönderildi. Düzenlenen aşı kampanyaları ile hastalıkların henüz
ortaya çıkmadan önlenmesine çalışıldı.
1925 yılında başlatılan sıtma ile mücadele kapsamında 2 milyon hastaya ulaşıldı. Adana’da bir sıtma enstitüsü,
yurdun değişik yerlerinde de sıtma dispanserleri hizmete sokuldu. Benzer mücadeleler verem, trahom, frengi ve kuduz
hastalıkları için de yürütüldü. İstanbul’da bir verem sanatoryumu, Ankara ve Bursa’da verem dispanserleri açıldı. Bu
arada ülkemizin belli başlı merkezlerinde “Numune Hastaneleri” adıyla hekimliğin tüm uzmanlık dallarını içinde barındıran büyük hastaneler ile doğum ve çocuk bakımevleri kuruldu.
Resim 4.59: Cumhuriyet Dönemi’nde Ankara’da inşa edilen Numune Hastanesi
Halkı hastalıklar ve hastalıklardan korunma yol-
1922
1932
Hastane (adet)
100
177
Hastane Yatağı (adet)
7127
10646
üstlendi. Atatürk’ün 1935’te Türkiye Kızılay Cemiyeti
Dispanser (adet)
22
339
adını verdiği bu kurum faaliyetlerini genellikle aşılama,
Dispanser Yatağı (adet)
189
1318
ları konusunda bilinçlendirmek için afişler, broşürler ve
filmler hazırlatıldı. Ülkemizin sağlık alanındaki mücadelesinde Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti de önemli bir rol
kan bağışı kabul etme ve yardım işlerinde yoğunlaştırdı.
?
Kaynak: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Tarih, C IV, s. 339-341.
Tablodaki verileri dikkate aldığınızda Cumhuriyet Dönemi’nde sağlık alanında
yapılan çalışmalarla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
(1) Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 86.
ÖÇK
74
125
22. Konu
Tarımcı Atatürk
“Devlet, temel unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bunu kuvvetlendirmek
de öyle lafla olmaz; ilmin, fennin ve asrın gerektirdiği vasıta ve araçlara fiilen girişmek lazımdır.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözüyle vurgulamak istediği nedir?
Mustafa Kemal millî ekonomimizin temelinin tarıma dayandığını biliyor ve tarımsal kalkınmaya büyük
önem veriyordu. Çünkü o, çiftçiyi ülkemizin gerçek sahibi olarak görüyor ve nüfusumuzun büyük bölümünü oluşturan bu kesimin refaha kavuşması için tarımı modernleştirmek gerektiğine inanıyordu. Yapılması gereken, yüzlerce yıldır ilkel yollarla üretim yapmaya çalışan Türk köylüsüne en kısa sürede çağdaş üretim tekniklerini öğretmek ve onun makineli tarıma geçmesini sağlamak olmalıydı. Mustafa Kemal işte tam da bu düşünceyle Ankara’da
örnek bir çiftlik kurmaya ve burada bizzat çiftçilik yaparak Türk çiftçisine rehber olmaya karar verdi.
Atatürk, çiftlik kurma kararını gerçekleştirmek üzere 1925 yılı ilkbaharında ülkemizin önde gelen ziraat
mühendislerini köşke çağırttı. Onlara, kurmayı düşündüğü çiftlik için Ankara çevresinde uygun bir arazi bulmalarını emretti. Bakınız bu emri alan mühendislerden biri o günlerde yaşanılanlarla ilgili neler anlatıyor?
“Çiftlik yeri için öyle uzun boylu dolaşmaya gerek görmemiştik. Kıraç bir bozkırın ortasında bir Orta
Çağ kenti. Ağaç yok, su yok, hiçbir şey yok. Böyle bir noktada, uygun koşullar taşıyan yerler nasıl bulunabilir?
Ankara’nın çevresinde çiftlik olabilecek bir yer ararken üzerinde en az durduğumuz yer bugünkü Gazi Orman
Çiftliği yöresiydi.
Resim 4.60: Atatürk, Orman Çiftliğinin kurulacağı araziyi gezerken
Aradan bir süre geçtikten sonra uzmanlar raporlarını Gazi’ye sundular. Atatürk, şimdiki çiftlik yerini gösterdi ve onlara ‘Burayı gezdiniz mi?’ diye sordu. Uzmanlar birbirlerinin yüzlerine baktılar. Sorulan yeri biliyorlardı. Burası doğanın hiç cömert davranmadığı, bakımsız, hastalıklı, sarı ve insanı bakarken bile sıkan bir yöreydi.
Geniş arazinin bataklık yerlerindeki sazlıklar birer sıtma kaynağı hâlindeydi. Uzmanlar ‘Böyle bir yerde çiftlik
kurulamaz.’ diye birleştiler. Fakat Atatürk’ün kararı şaşırtıcı oldu: ‘İşte istediğimiz yer böyle olmalıdır. Ankara’nın
civarında hem batak hem çorak hem de fena yer. Bunu biz ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecek?’
Karar verilmişti. Çiftlik bu sazlık ve çorak yerde kurulacaktı.” (2)
?
126
Yukarıda anlatılan olay Atatürk’ün hangi kişisel özelliklere sahip olduğunu göstermektedir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 317.
(2) Hacı Angı, Çocuk Gözüyle Atatürk, s. 43 (Düzenlenmiştir.).
Mustafa Kemal çiftlik kurma işine 1925 yılında, Ankara’nın yanı başındaki bozkır, ağaçsız, ortasında
bataklık ve sazlıkların bulunduğu bu geniş araziyi satın alarak başladı. Onun bu işe başlarken gerçekleştirmek
istediği amaçlar şunlardı:
• Arazide bulunan bataklığı kurutup orman yetiştirerek Ankara’nın havasını güzelleştirmek
• Tohum ıslahı yapmak
• Ankara’nın iklimine uygun yeni bitki türlerini deneyerek bunların yayılmasını sağlamak
• Ankara’nın her yerinin ağaçlandırılması için fidan yetiştirip halka dağıtmak
• Verimli iyi cins hayvanlar yetiştirerek damızlık olarak halka dağıtmak
• Makineli ziraatin nasıl yapıldığını göstererek Türk çiftçisini makineli ziraate yöneltmek
• Ziraat eğitimi gören gençlere staj yapabilecekleri bir uygulama alanı oluşturmak
Atatürk Orman Çiftliği bilimsel esaslara uygun biçimde yürütülen planlı bir çalışmanın sonucunda
kuruldu. Modern yöntemlerle ıslah edilen arazinin bir bölümü ağaçlandırıldı. Traktörlerin işlediği tarlalarda
verimi yüksek tahıl türleri denendi. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığın yanı sıra arıcılık, tavukçuluk ve at
yetiştiriciliği yapıldı. Yetiştirilen damızlık hayvanlar halka dağıtılarak üretimi arttırma çalışmalarına önem
verildi.
“El emeği kâfi değildir.
Makinelerden yararlanmak lazımdır.
Asırlardan beri kullanmakta olduğumuz sabanları bir tarafa bırakacağız. Çağın ilerlemesinin gerektirdiği
bütün zirai alet ve araçları memlekete getireceğiz. İnsan kuvvetini
makine ile telafi etmek mecburiyetindeyiz.” (1) diyen Mustafa Kemal,
makineler olmadan modern tarıma
geçilemeyeceğinin bilincindeydi.
Bu nedenle onun isteğiyle Orman
Çiftliğinde bir pulluk imalathanesi
kuruldu ve çiftçilerin burada imal
edilen tarım aletlerini ucuz fiyatla
temin etmeleri sağlandı.
Resim 4.61: Atatürk, çiftlikteki çalışmalar sırasında
Atatürk Orman Çiftliğinin kurulduğu günlerde Ankara’da bulunan bir ziraat uzmanı bu çalışmalarla ilgili
şunları söylemektedir:
“Gazi hazretleri, her başlattığı inkılap işlerinde nasıl metanetle, azimle, çizdiği hedefine ulaşmışsa
tabiatla da çarpışarak ve mücadele ederek ziraat işinde de tabiatı kendi arzusuna uydurmayı bilmiş ve birçok
kişinin hiçbir şey olmaz dedikleri bu yerde kurduğu modern çiftlikte ziraatın hemen bütün şubelerini tecrübe
etmiş ve muvaffak olarak olumlu neticeler almıştır. Bu suretle Türk çiftçisine numune ve rehber olmuştur.” (2)
Atatürk Orman Çiftliği, Ankara halkına mesire yeri olarak da hizmet verdi. Ayrıca burada özellikle
çocukların hayvanları tanıması için bir hayvanat bahçesi kuruldu. Atatürk, örnek bir çiftlik meydana getirerek
tarıma verdiği önemin yanı sıra doğayı seven, çevre bilincine sahip bir insan olduğunu da göstermiş oldu.
!
?
Atatürk, Ankara’nın yanı sıra Silifke, Tarsus (Mersin), Dörtyol (Hatay) ve Yalova’da da çiftlikler
kurmuştur. 11 Haziran 1937’de ise bunların tamamını devlete bağışlamıştır.
Atatürk’ün Tarım İnkılabı’nın ülkemize sağladığı yararlar neler olmuştur?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 318.
(2) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-11/ataturk-ankara-orman-ciftligini-nasil-ve-nicin-kurdu
ÖÇK
75-76
127
23. Konu
Sanat, Spor ve Atatürk
“Güzel sanatlarda başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır! Onlar, bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla
tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün güzel sanatları medeniyetin ön koşulu kabul etmesinin nedenleri neler olabilir?
Atatürk ve Sanat
“Fikirler ve inkılaplar sanatla yayılır.”
(2)
diyen Atatürk, güzel sanatları, milletimizin
tanınmasının ve çağdaş milletler arasında
hak ettiği yeri alabilmesinin bir aracı olarak
görüyordu. Çünkü o Batı medeniyetini ortaya çıkaran sürecin sanat alanındaki gelişmelerle başladığını biliyordu. Bu nedenle
Batı’nın bilim ve teknolojideki faaliyetleri
kadar sanatta yaptıklarının da iyi anlaşılması
gerektiğini düşünüyor ve bu konuda şunları
söylüyordu:
“İnsanlar olgunlaşmak için bazı
şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yap-
Resim 4.62: Atatürk bir resim sergisinde
maz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet
ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim
milletimiz, hakiki özellikleriyle medeni ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır.” (3)
Atatürk’e göre güzel sanatları sevmek ve sanat eserleri ortaya koymak Türk milletinin tarihî niteliklerinden biriydi. Ancak milletimiz bazı kısıtlamalar nedeniyle bu özelliğini yeterince gösterme imkânı bulamamıştı. O hâlde insanların duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmelerinin aracı olan sanatın önündeki tüm
engeller kaldırılmalı ve Türk milletinin bu alandaki yetenekleri gözler önüne serilmeliydi. Bu nedenle Atatürk
güzel sanatların ve sanatçıların desteklenmesini devletin görevlerinden biri olarak gördü. Onun çağdaş Türk
sanatının gelişmesi için harcadığı çabalar sonucunda da ülkemiz müzik, resim ve heykelcilik sanatlarında
önemli gelişmelere sahne oldu.
Atatürk güzel sanatlara verdiği önem nedeniyle her fırsatta sanatçıları onurlandırmış ve sanatçının
toplumdaki yerine dikkat çekmiştir. O, konuyla ilgili bir konuşmasında “Efendiler. Hepiniz mebus olabilirsiniz,
vekil olabilirsiniz; hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat sanatkâr olamazsınız.”
(4)
sözleriyle sanatkârlara
verdiği değeri ifade etmiştir. Elini öpmek isteyen bir tiyatro sanatçısına da “Sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli
öpülür.” (5) diyerek sanatçılara duyduğu saygıyı göstermiştir.
?
128
Atatürk’ün sanatçılara verdiği değer ile ilgili duygu ve düşünceleriniz nelerdir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 153.
(2) Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, s. 84.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 152.
(4) age., s. 153.
(5) age., s. 153.
Müzik
“Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.” (1) diyen Atatürk
müziği çağdaşlaşmanın sembolü olarak görüyordu. Bu nedenle çağdaş müzik anlayışı benimsenmeden diğer
alanlarda yaptığı inkılapların tam anlamıyla başarıya ulaşamayacağını düşünüyordu.
Atatürk Sofya’da askerî ataşe olarak görev yaptığı sırada çok sesli müziğe ilgi duymaya başlamış, konserlere ve operalara giderek klasik müziği tanıma fırsatı bulmuştu. O, Türk müziğinin de çok sesli müziğin kurallarıyla
ve çalgılarıyla seslendirilmesini arzu ediyordu. Böylece müziğimizi uluslararası seviyeye yükseltmek ve herkes
tarafından dinlenebilir hâle getirmek istiyordu.
Atatürk’ün müzik alanındaki düşüncelerini gerçekleştirmek amacıyla 1924 yılında Ankara’da Batı müziğini
bilen öğretmenler yetiştirmek üzere Musiki Muallim Mektebi açıldı. Onu 1926’da Batı müziği çalgılarının eğitimini
vermek üzere açılan İstanbul Belediye Konservatuvarı izledi. Aynı yıllarda yetenekli genç müzisyenler müzik eğitimi
almaları için devlet tarafından yurt dışına gönderilirken yabancı müzisyenler, öğretmenler, orkestra şefleri ve
besteciler de Türkiye’ye çağrıldı. 1936’da ise Ankara Devlet Konservatuvarı açıldı ve Batı’da eğitim görmüş müzisyenlerimiz halk müziğimize ait besteleri derleyip çok sesli hâle getirerek özgün eserler ortaya koymaya başladı.
?
Müzik alanındaki çalışmalar hangi sonuçları ortaya çıkarmış olabilir?
Resim ve Heykel
Atatürk, güzel sanatların diğer kolları gibi resim ve heykeli de ilerlemenin ölçütü olarak görüyordu.
Bu nedenle güzel sanatların diğer alanlarında olduğu gibi resim ve heykel alanında da inkılapçı bir yaklaşım
sergiledi. Böylece o güne kadar ülkemizde yeterince gelişmemiş olan resim ve heykel sanatları yeni bir gelişim
sürecine girdi.
Atatürk’ün çabalarıyla cumhuriyetimizin
ilk ressamlarını ve heykeltıraşlarını yetiştirmek
amacıyla 1926 yılında kurulmuş olan Gazi Terbiye Enstitüsünde bir resim bölümü açıldı. 1927
yılında ise Osmanlı Dönemi’nden kalan Sanayi-i
Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Okulu) Güzel
Sanatlar Akademisine dönüştürüldü. Diğer yandan resim öğrenimi için Avrupa’ya öğrenciler
gönderilirken yabancı eğitimciler Türkiye’ye
getirildi. 1929’da da Batı tarzında eğitim alan
sanatçılar tarafından “Bağımsız Ressamlar ve
Heykeltıraşlar Birliği” kuruldu.
Atatürk, resim sanatının Türkiye’nin
Resim 4.63: Cumhuriyetin ilk yıllarında bir resim atölyesi
her köşesine girerek geniş kitlelere yayılmasını istiyordu. Onun bu isteği doğrultusunda 1933 yılında başlatılan “Yurt Gezileri” adlı projeyle ülkemizin çeşitli yerlerine ressamlar gönderildi. Bu geziler sırasında yapılan resimler cumhuriyetin onuncu yılı nedeniyle
Ankara’da açılan “İnkılap Sergisi”nde halkın beğenisine sunuldu. Açılışını Atatürk’ün yaptığı bu sergideki resimler konusunu genellikle inkılaplardan alıyordu.
“Yurt Gezileri” ve “İnkılap Sergisi” gibi adlar verilen proje ve etkinlikler cumhuriyetimizin daha sonraki
yıllarında da devam etti. Diğer yandan ülkemizin ilk resim galerisi ve resim heykel müzesi de Atatürk tarafından yine aynı dönemde açıldı.
?
Sanatçıların gerçekleştirdiği “Yurt Gezileri”nin ve “İnkılap Sergileri”nin toplumumuza sağladığı yararlar konusunda neler söylenebilir?
(1) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 313.
129
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir.” (1) diyen Atatürk resme olduğu gibi heykel sanatına da
önem verdi.
Resim 4.64: Mimar Sinan’ın Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin bahçesindeki heykeli
Cumhuriyet Devri’nde anıt ve heykel yaptırma hareketi 1925 yılında başladı. Bu tarihte Ankara Belediyesi Ulus
Meydanı’na bir zafer anıtı yaptırmak için yarışma açtı. Yarışmayı Avusturyalı Heykeltıraş Heinrich Krippel (Heynrih Krippel)
kazandı. Sanatçı Ulus’taki anıtın yanı sıra ülkemizin çeşitli yerlerinde başka anıt ve heykeller de yaptı. Krippel’in ardından daha
sonraki yıllarda Türk heykeltıraşlar da güzel eserler verdiler. Bu
sanatçılar Atatürk’ün “Cumhuriyetimizin başkenti Ankara’da
bütün Türk büyüklerinin heykelleri ve anıtlarının dikilmesi, gelecek nesillere örnek olmaları bakımından lazımdır.” (2) sözü
doğrultusunda Türk büyüklerinin heykellerini yaptılar. Yandaki
resimde bu heykellerden birini görüyorsunuz.
ÖÇK
77
Spor
“Her çeşit spor faaliyetlerini, Türk gençliğinin millî terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır.” (3)
diyen Atatürk spora büyük önem vermiştir. O, sporun beden ve ruh sağlığı kadar bireyin ahlaki gelişimi için de
gerekli olduğunu düşünerek her yaştan insanın spor yapmasını istemiştir. Bu arada kendisi de yüzme, kürek
ve binicilik sporlarıyla ilgilenmiştir.
Atatürk’ün isteği doğrultusunda cumhuriyetimizin ilk yıllarından itibaren ülkemizde sporu yaygınlaştırmak üzere spor uzmanlarının ve öğretmenlerinin yetiştirilmesine öncelik verildi. Bu amaçla spor eğitimi almak
üzere yurt dışına öğrenciler gönderildi. Bunu, Gazi Terbiye Enstitüsünde Beden Eğitimi Bölümünün açılması
izledi.
Atatürk, Türk sporunun uluslararası alanda temsil edilmesi için de çaba harcadı. Aşağıda onun bu konuya verdiği önemi gösteren bir olay anlatılmaktadır:
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ve Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi
ülkemizin 1924 Paris Olimpiyat Oyunlarına katılmasına karar vermişlerdi.
Ancak her iki kurum da sporcularımızı
olimpiyatlara götürecek maddi güce
sahip değildi. Hükûmetin de para sıkıntısı çektiği biliniyordu. Buna rağmen
hükûmet Atatürk’ün direktifiyle toplanarak olimpiyatlar için gereken paranın
verilmesini kararlaştırmıştı. Kararnamenin altında Bakanlar Kurulu üyeleriyle
birlikte toplantıya başkanlık eden Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in de
imzası vardı.
?
130
Resim 4.65: Kuruluşunun üzerinden henüz yedi ay geçmiş olan
Türkiye Cumhuriyeti, 1924 Paris Olimpiyat Oyunlarına 40 sporcu ile katıldı.
Yukarıda Paris Olimpiyatlarına katılan kafilemiz görülüyor.
Sporun ülkelerin kalkınmasına ve dünyada barışın sağlanmasına katkıları
hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
ÖÇK
78
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 161.
(2) age., s. 161-162.
(3) age., s. 327.
24. Konu
Onuncu Yıl Nutku
Atatürk başarılı bir komutan ve devlet adamı olduğu kadar aynı zamanda eşsiz bir hitabet ustasıdır. Onun nutukları Türk milletine yeni ülküler
aşılayan, halkı heyecanlandıran ve ordularımızı zaferden zafere koşturan
bir niteliğe sahiptir. Atatürk’ün uyandırıcı ve yol gösterici nutukları arasında
1933’teki Cumhuriyet Bayramı’nda TBMM önünde toplanan halka hitaben
söylediği Onuncu Yıl Nutku’nun ayrı bir yeri vardır.
ONUNCU YIL NUTKU
Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu
olsun!
Resim 4.66: Atatürk 10. Yıl
Nutku’nu okurken
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek
Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve
beraber olarak kararlı bir şekilde yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve
daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzun, dünyanın en mamur ve medeni memleketleri
seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü çağdaş
medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti
çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü
Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle belirtmeliyim ki yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da güzel
sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri
zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki
huzurun temini yolunda kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti! On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım
ki bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inan ve
katiyetle söylüyorum ki millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün
medeni âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve
büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişimiyle geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti! Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle,
huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 209, 210.
?
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda geçen “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık.” cümlesinde
anlatmak istediği “işler” nelerdir?
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda vurguladığı millî ülkümüz nedir?
ÖÇK
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda geçen “Bahtiyarım” sözüyle ifade ettiği mut79
luluğunun nedeni nedir?
131
Bilgilerimizi Ölçelim
A) Aşağıdaki cümlelerde noktalı yerlere, verilen sözcüklerden uygun olanları yazınız.
liberalizm
Fransa
Yurt
İsviçre
Hıfzısıhha
Mudanya
Kubilay
miladi
Karaağaç
Kastamonu
Terakkiperver
Genel Kurmay
1. Cumhuriyet Dönemi’nde resim sanatını yaygınlaştırmak amacıyla başlatılan .......................... Gezileri
adlı proje kapsamında ülkemizin çeşitli yerlerine ressamlar gönderilmiştir.
2. 1928’de ülkemizdeki sağlık sorunlarına bilimsel çözümler bulmak amacıyla Merkez ...............................
Müessesesi kurulmuştur.
3. Asteğmen ...................................... İzmir’in Menemen ilçesinde çıkan cumhuriyet karşıtı isyanı bastırmak isterken şehit düşmüştür.
4. Türk Medeni Kanunu’nun hazırlanışı sırasında ......................................... Medeni Kanunu’ndan yararlanılmıştır.
5. 26 Aralık 1925’te çıkarılan kanunla ülkemizde ......................................... takvimin kullanılması kabul
edilmiştir.
6. Serbest Cumhuriyet Fırkası ekonomi alanında .......................................... fikrini savunmuştur.
7. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti 3 Mart 1924’te kabul edilen bir kanunla kaldırılmış ve yerine ........
........................................... Başkanlığı kurulmuştur.
8. Lozan Barış Antlaşması’na göre Yunanistan savaş tazminatı olarak ........................................ kasabasını
Türkiye’ye bırakmıştır.
9. Rauf Orbay .............................................. Cumhuriyet Fırkasının kurucularından biridir.
10. Mustafa Kemal, Şapka İnkılabı’nı 24 Ağustos 1925’te çıktığı ................................................ gezisiyle
başlatmıştır.
B) Aşağıdaki cümlelerden doğru olanların başına D, yanlış olanların başına Y yazınız.
( ) 1. Lozan Barış Antlaşması ile kapitülasyonlar kesin biçimde kaldırılmıştır.
( ) 2. İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektörün desteklenmesine yönelik kararlar alınmıştır.
( ) 3. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte hükûmet kurma konusunda meclis hükûmeti sisteminden kabine
sistemine geçilmiştir.
( ) 4. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulüyle birlikte eğitim öğretimde yeni Türk harfleri kullanılmaya
başlanmıştır.
( ) 5. Şeyh Sait İsyanı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasına tepki olarak ortaya çıkmıştır.
( ) 6. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası Teşkilatıesasiye Kanunu’dur.
( ) 7. Kabotaj Kanunu ile Türkiye’deki yabancı şirketler millîleştirilmiştir.
( ) 8. Nutuk, Cumhuriyet Halk Fırkasının ikinci büyük kongresinde söylenmiştir.
( ) 9. Türk kadını Medeni Kanun’un kabulüyle birlikte seçme seçilme hakkına kavuşmuştur.
( ) 10. İstanbul Darülfünunu Cumhuriyet Dönemi’nde kurulmuş bir yükseköğretim kurumudur.
132
C) Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1. Aşağıdakilerden hangisinin halifeliğin kaldırılmasının nedenlerinden biri olduğu söylenemez?
A) Çok partili siyasi hayata geçilmek istenmesi
B) Halifeliğin cumhuriyet yönetimi ile bağdaşmaması
C) Halifenin kendisini TBMM’nin üstünde görmesi
D) Halifeliğin inkılaplara karşı olanların güç aldığı bir merkez hâline gelmesi
2.
3.
I. Tekke ve zaviyelerin kapatılması
II. Medeni Kanunun kabulü
III. Uluslararası rakamların kabulü
Yukarıdakilerden hangisi veya hangileri ülkemizde laikliğin yerleşmesine yönelik düzenlemeler arasında sayılabilir?
A) Yalnız I
B) Yalnız II
C) I ve II
D) I, II ve III
Bilgiler
Doğru
✓
Ankara’nın imar planını İsviçreli mimar Hermann Jansen yapmıştır.
✓
Ülkemizin ilk kadın tarih profesörü Ayşe Afet İnan’dır.
✓
✓
Türk Dili Tetkik Cemiyeti 1923 yılında kurulmuştur.
İzmir İktisat Kongresi, Kâzım Karabekir Paşa’nın başkanlığında toplanmıştır.
Yukarıdaki tabloda yapılan işaretlemelerden kaç tanesi yanlıştır?
A) 1
B) 2
C) 3
Yanlış
D) 4
4. Hukuk, toplumun ve fertlerin ortak çıkarlarını korumak amacıyla konulan ve devletin yaptırım gücüyle hayata
geçirilen kurallar bütünüdür. İnsanların güvenli bir ortamda barış ve mutluluk içinde yaşayabilmeleri için hukuka ihtiyaç
vardır. Ancak hukukun varlığı kadar o hukuk sisteminin çağın koşullarına uygun şekilde sürekli yenilenmesi de önemlidir. Çünkü kimi zaman kanunların çağın gerisinde kalması hukukun ihtiyaçlara cevap verememesi sonucunu doğurur.
Cumhuriyet öncesi dönemde kanunlar değişen koşullar gereği yenilenip geliştirilemediğinden ülkemizde çeşitli sorunlar
ortaya çıkmıştı. İnsanlar dinî inançlarına göre farklı hukuk kurallarına tabi oldukları için ülkemizde hukuk birliği sağlanamamıştı.
Hukuk ile ilgili aşağıda verilen sorulardan hangisinin cevabı yukarıdaki metinden çıkarılamaz?
A) Hukuku nasıl tanımlayabiliriz?
B) Cumhuriyet Dönemi hukuk sisteminin özellikleri nelerdir?
C) Osmanlı hukuk sisteminin eksiklikleri nelerdir?
D) Cumhuriyet öncesi dönemdeki hukuk uygulamalarının sonuçları neler olmuştur?
5. Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleştirilen aşağıdaki uygulamalardan hangisi millî iradenin ülke yönetimine
eksiksiz yansımasını amaçlamaktadır?
A) Kadınlara siyasal hakların tanınması
B) Misakıiktisadi’nin kabulü ve ilanı
C) Ankara’nın başkent yapılması
D) Soyadı Kanunu’nun kabulü
6. Aşağıdakilerden hangisinde neden-sonuç ilişkisi doğru şekilde verilmemiştir?
A) Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü - Eğitim birliğinin sağlanması
B) Şeyh Sait İsyanı - Takrir-i Sükun Kanunu
C) Misakıiktisadi’nin kabulü - Teşvikisanayi Kanunu’nun çıkarılması
D) Cumhuriyetin ilanı - Saltanatın kaldırılması
133
7. Aşağıdakilerden hangisinin Türk Dil Kurumunun esas amaçlarından biri olduğu söylenemez?
A) Ülkedeki okuryazar oranını arttırmak
B) Türkçenin zenginliklerini ortaya çıkarmak
C) Türk dilini yabancı dillerin etkisinden kurtarmak
D) Yabancı terimler yerine Türkçe kök ve eklerden yeni terimler türetmek
8. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’nin uluslararası alandaki ekonomik ilişkilerini kolaylaştırma amacına yönelik
düzenlemelerden biridir?
A) Kabotaj Kanunu’nun kabulü
B) Ölçü ve tartı birimlerinin değiştirilmesi
C) Üniversite reformunun yapılması
D) Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin kurulması
E) Aşağıdaki soruların cevaplarını noktalı yerlere yazınız.
1. Soyadı Kanunu hangi gerekçelerle çıkarılmıştır?
.......................................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................................
2. Atatürk, Onuncu Yıl Nutku’nda Türk milletinin hangi yönlerine dikkat çekmiştir?
......................................................................................................................................................................................
............................................................................................................................................................................................
3. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile hedeflenen amaçlar nelerdir?
......................................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................................
4. Ankara’nın başkent seçilmesinin nedenleri nelerdir?
......................................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................................
............................................................................................................................................................................................
5. Misakıiktisadi ile belirlenen başlıca ilkeler nelerdir?
.....................................................................................................................................................................................
............................................................................................................................................................................................
............................................................................................................................................................................................
...........................................................................................................................................................................................
6. Saltanat ve hilafetin kaldırılmasının temel gerekçesi nedir?
......................................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................................
134
5.
Ünite
Atatürkçülük
Hazırlık Çalışmaları
ün tanımını yapınız.
den yararlanarak Atatürkçülüğ
iler
bilg
iz
ğin
ndi
edi
ve
ınız
i’ni araştır
ma yaparak konuyu sınıfı1. Atatürkçü Düşünce Sistem
er olduğu ile ilgili bir araştır
nel
arın
dal
fay
ığı
lad
sağ
Türk toplumuna
2. Cumhuriyet yönetiminin
anız.
bu örnekleri sınıfınızdaki ark
nızda arkadaşlarınızla tartışı
larından örnekler bularak
anı
ve
en
ind
ler
söz
n
sıta
ayışını yan
3. Atatürk’ün milliyetçilik anl
metin yazınız.
daşlarınızla değerlendiriniz.
yi açıklayıcı nitelikte kısa bir
ilke
bu
k
ara
yap
ma
ştır
ara
e ilgili bir
tartışınız.
4. Atatürk’ün halkçılık ilkesiyl
nu sınıfınızda arkadaşlarınızla
uğu
uld
duy
yaç
ihti
en
ned
ye
ma yaparak bu ilke
5. Laiklik hakkında bir araştır
kompozisyon yazınız.
ortak özellikleri konulu bir
ve
arı
açl
am
inin
ler
ilke
k
6. Atatür
bularak sınıfınıza getiriniz.
ini ifade eden görsel ögeler
işim
gel
ve
u
şun
ulu
kur
in
e’n
da söyledikleri sözlerden
7. Modern Türkiy
liderlerinin Atatürk hakkın
rin
ele
ülk
n
ola
iş
irilm
get
sömürge hâline
8. Batılı devletler tarafından
birlikte değerlendiriniz.
sınıfınızda arkadaşlarınızla
örnekler bularak bu sözleri
Atatürk’ün düşünce sisteminin
oluşmasında okuduğu kitapların
büyük etkisi vardır.
135
1. Konu
Atatürkçülük
“Onun içinden tek bir düşünce geçer: Uygarlık. Mustafa Kemal’e göre Türkiye hiçbir sınırlama söz konusu olmaksızın, eksiksiz, dünyaya hâkim olan çağdaş uygarlığı kabul etmelidir.” (1)
Paul Gentizon
?
Mustafa Kemal’in çağdaş uygarlığa önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını kaybetmesi üzerine millî
egemenliğe dayanan yeni bir Türk devleti kurmaya karar verdi. Bu amaçla önce vatanımızı işgalden kurtardı.
Ardından cumhuriyeti kurdu ve gerçekleştirdiği inkılaplarla milletimizi ilerletmeyi hedefledi. Bütün bunları
yaparken de Atatürkçülük olarak adlandırılan ve kendisi tarafından belirlenen fikirler ve ilkelere bağlı kaldı.
Türk milletinin ihtiyaçlarından ve gerçeklerinden doğan Atatürkçülük, Atatürk’ün devletin rejimi ve
işleyişinin yanı sıra sosyal ve ekonomik hayata ilişkin gerçekçi düşüncelerini ve uygulamalarını ifade eder.
Temeli millî kültürümüze dayanan bu düşünce ve uygulamaların amacı, Türk milletinin bugün ve gelecekte
bağımsız, şerefli, haysiyetli bir millet olarak huzur ve refah içinde yaşamasını sağlamaktır.
Atatürkçülük, aklın ve bilimin rehberliğinde, millî kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma esasına dayanır. Atatürk’ün bu amaca yönelik geliştirdiği ilke ve esaslar bir bütündür. Birbiri ile uyum
içinde bulunan bu ilke ve esaslardan biri olmadığında diğerleri eksik kalır. Örneğin kanun önünde eşitliğin
olmadığı bir ortamda vatandaşların ülke yönetimine katılabilmeleri mümkün değildir. Atatürkçülükte çağdaşlaşma yolunda atılan adımlar da birbirleriyle uyum içindedir. Atatürk, Nutuk’ta bu durumu “Eğer dokuz yıllık
faaliyetimiz ve yaptıklarımız bir mantık silsilesi ile gözden geçirilirse ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz
genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.” (2) sözleriyle dile getirmiştir. Bu nedenle biri diğerine bağlı ilke ve esaslar ile düzenli uygulamalardan
oluşan Atatürkçülüğe “Atatürkçü Düşünce Sistemi” adı da verilmiştir.
Resim 5.1: Atatürk’ün hedefi Türk milletini aklın ve bilimin rehberliğinde çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli Atatürkçü Düşünce Sistemi’ne dayanır. Bu sistem, en önemli
ilkelerinden biri olan cumhuriyetçilik ilkesi gereğince devlet yönetiminde millet egemenliğini esas alır. Başka
bir deyişle Türk milletinin devlet yönetiminde söz ve karar sahibi olmasını amaçlar. Böylece herkesi eşit kabul
ederek millî birlik ve beraberliğimizin güçlenerek sürmesine önemli katkılarda bulunur.
136
(1) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-08/yabanci-gozuyle-ataturk-ve-turk-inkilabi
(2) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 11.
Atatürkçülük akıl ve bilimi esas alan
bir düşünce sistemidir. Çünkü bu sistemin kurucusu olan Atatürk akıl ve bilimin
her türlü sorunun üstesinden gelebileceğine inanan bir düşünce adamıdır. O, bu
konudaki inancını “Dünyada her şey için,
maddiyat için, maneviyat için, hayat için
,muvaffakiyet için en hakiki yol gösterici
ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz
aramak gaflettir, bilgisizliktir, doğru yoldan
sapmaktır.” (1) sözüyle dile getirmiştir. “Akıl
ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele
yoktur.” (2) sözüyle de düşünce sistemini
dayandırdığı esasları vurgulamıştır.
Resim 5.2: Atatürkçülük akla ve bilime dayanır.
Atatürkçülük, ilerlemeye ve yenileşmeye açık, dinamik bir düşünce sistemidir. Bu özelliklere sahip olduğu için de çağın gereklerine ve değişen toplum ihtiyaçlarına her zaman cevap verebilecek niteliktedir. Atatürk
“Başladığımız inkılap ve yenilik bir an bile durmayacaktır, bizden sonraki devirlerde de böyle olacaktır.” (3) sözü ile
düşünce sisteminin bu yönüne dikkat çekmiştir.
Kişi hak ve hürriyetlerine önem veren Atatürkçülük bu özelliğiyle yurtta ve dünyada barışın korunmasını
amaç edinen evrensel bir düşünce sistemidir. Atatürk’ün “Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı
olanların düşmanıyız.” (4) sözü de bunu doğrulamaktadır.
Atatürkçü Düşünce Sistemi, Türk milletinin çağdaşlaşmasında önemli bir yer tutar. Bu düşünce sistemidir ki ülkemizi parçalanmaktan kurtararak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasını sağlamıştır. Milletimizin
demokratik ve laik bir düzen içinde egemenliğini özgürce kullanabilmesi ve çağdaş dünya milletleri içinde layık
olduğu yere yükselmesi de yine bu sistem sayesinde mümkün olabilmiştir. Batılı bir yazar, Atatürkçü düşüncenin
milletimizin çağdaşlaşmasındaki yeri ve önemi ile ilgili şunları söylemektedir:
Resim 5.3: Atatürkçü Düşünce Sistemi vatandaşların demokratik
haklarını özgürce kullanmasını savunur.
?
“Türkiye, son yıllar boyunca tarihin
en şaşırtıcı devrini yaşamıştır. Bütün dünya
onun çöktüğünü ve can çekiştiğini sanırken
birdenbire, âdeta insanüstü bir gayretle
doğrulmuş ve ilerlemiştir. Ülkede gerçekleştirilen değişiklikler, şekil ve görünümde basit değişiklikler olmamıştır; yok olan yalnız
sultanlık ve halifelik değildir, bütün eskimiş
Doğu’dur. Asırlardan beri, uygar ülkelerin
uzağında efsaneler, teokratik yasalar, çağa
uymayan yaşama biçimleri, akla aykırı,
geçerliliği kalmamış kurallar içinde hapsedilmiş olarak yaşayan bu millet, birdenbire
hayatın ve aklın çağrısı ile ortaya atılmış ve
ilerlemiştir.” (5)
Yukarıdaki metne göre Atatürkçü düşüncenin temel ilkeleri nelerdir?
(1) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 307.
(2) Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 270.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 132.
(4) Ferit Celâl Güven, İnsan Atatürk, Ülkü Dergisi, S 70, s. 314.
(5) Turhan Bayçu, Yabancı Gözüyle Atatürk ve Türk İnkılabı,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 8, s. 399.
ÖÇK
82
137
2. Konu
Atatürk’ün Düşünceleri Nasıl Oluştu?
Haritada imparatorluğun sınırları Bosna’dan Basra’ya, Ağrı Dağı’ndan Orta Afrika’ya kadar uzanıyordu. Ama bu sınırlar içinde idare bitmişti. Dağlar, yollar eşkıya elindeydi. Hazine tamtakırdı. Devlet resmen iflas
etmişti. İçeride azınlıklar, ayrı birer millet gibi yaşarlardı. Kapitülasyonlar devletin mali, iktisadi, hatta adli
istiklalini zincirlemişti. Ne yol ne sanayi ne de mali kredi cihazları vardı. Devlet içeride hâlsiz olduğu kadar dışarıya karşı da itibarsızdı. Vasıtasız, teçhizatsız ve parasız ordu birlikleri Rumeli’de, Doğu Anadolu’da, Suriye’de,
Yemen’de ve daha nice sapa yerlerde eşkıya kovalamak, çetelerle çarpışmak ve isyanları bastırmak için, hem
de tamamen verimsiz mücadeleler içinde eriyip gidiyorlardı.” (1)
Şevket Süreyya Aydemir
?
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu durumun Mustafa Kemal’de hangi düşüncelerin ortaya
çıkmasına neden olduğu söylenebilir?
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin parçalanma ve çöküş sürecini yaşadığı bir dönemde dünyaya geldi. Onun
doğup büyüdüğü günlerde Osmanlı Devleti ve dünya iki büyük gelişmenin etkisi altındaydı. Bunlardan biri
Sanayi İnkılabı diğeri ise Fransız İhtilali’ydi.
Resim 5.4: Sanayi İnkılabı ve Fransız İhtilali Atatürk’ün düşünce sisteminin oluşmasında rol oynayan önemli olaylar
arasındadır.
Sanayi İnkılabı 18. yüzyılda İngiltere’de buhar makinesinin icadıyla ortaya çıkmıştı. Bilim ve teknolojideki bu gelişmeyle birlikte başta İngiltere olmak üzere Fransa, Almanya gibi Avrupa devletleri sanayi üretimlerini arttırmış ve dünyaya hâkim olmaya başlamışlardı. Osmanlı Devleti Batı’daki bu gelişmelere ayak uyduramadığı için sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin açık pazarı hâline gelmişti. Ticari hayatı da azınlıkların ve yabancı
ülke vatandaşlarının eline geçmişti. Devlet 1854 yılından itibaren yabancı devletlere borçlanmış ancak aldığı
paraları verimli şekilde kullanamadığı için giderek artan borçlarını ödeyemeyip iflas etmişti. Bunun üzerine de
gelir kaynaklarının önemli bir kısmını alacaklı devletlere bırakmak zorunda kalmıştı.
Osmanlı Devleti ekonomik bakımdan olduğu gibi askerî ve siyasi bakımdan da zor günler geçiriyordu.
Devletin sınırları içinde çok çeşitli Hristiyan azınlıklar yaşıyordu. Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı milliyetçilik akımından etkilenen bu azınlıklar Avrupalı devletlerin kışkırtması ve desteğiyle ayaklanmalar çıkarıyorlardı. Bunlardan Yunanlılar 19. yüzyılın ilk yarısında bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Sırplar, Karadağlılar ve
Romenler ise 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra kendi devletlerini kurmuşlardı. Aynı savaşın sonunda
Bulgaristan’a özerklik tanınmış, Bosna Hersek Avusturya’ya; Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakılmıştı.
Ayrıca Fransa Tunus’u, İngiltere ise Kıbrıs ve Mısır’ı sömürge imparatorluklarına katmıştı.
138
(1) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C I, s. 58.
Atatürk doğup büyüdüğü ortamın şartlarından ve yetiştiği dönemin önemli olaylarından etkilenmiştir.
O, dünyada meydana gelen siyasi, askerî, ekonomik, sosyal, kültürel ve bilimsel gelişmeleri yakından izlemiştir. Ayrıca daha gençlik yıllarından itibaren Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya bulunduğu sorunlarla ilgilenmiş
ve bunlara çözüm yolları bulmaya çalışmıştır.
Atatürk’ün düşünce sisteminin oluşmasında doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Selânik’in önemli bir
yeri vardır. Çeşitli dinlerden ve milletlerden insanların bir arada yaşadığı Selânik, işlek limanı ve batıya doğru
uzanan demir yolu ile Avrupa’dan gelen fikir akımlarının etkili olduğu bir şehirdir. Böyle bir ortamda yetişen
Atatürk çocukluk yıllarından itibaren Batılı yaşam tarzıyla ve yeni fikirlerle tanışma imkânı bulmuştur.
Resim 5.5: Selânik coğrafi konumu, sosyal ve ekonomik yapısıyla Atatürk’ün düşüncelerinin şekillenmesinde etkili
olan şehirlerden biridir.
Atatürk’ün yetişmesinde o dönemin modern eğitim veren kurumlarında kesintisiz bir eğitim görmüş
olmasının da payı büyüktür. O, bu okullarda kahramanlığı, vatanseverliği, arkadaşlığı, disiplini, fedakârlığı ve
mücadele etmeyi öğrenmiştir. Askerlik derslerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve Fransızca derslerine ilgi göstererek duygu ve düşünce dünyasını geliştirmiştir.
Mustafa Kemal, başka bir arkadaşı sayesinde siyaset diye bir şeyin varlığının farkına vardı. Bu arkadaşı, kendisi gibi Makedonyalı olan Ali
Fethi’ydi. Fethi rahat, çekici bir davranışla kıvrak ve
esnek bir zekâyı kendinde birleştirmişti. Mustafa Kemal’in epey
geri olduğu Fransızcayı çok iyi bilirdi. Fransızca öğretmeninden
işittiği azarlara üzülen Mustafa Kemal, tatilde, kendi kendine
Fransızca çalışmaya başlamıştı. Şimdi işe daha sıkı sarıldı. Dil
bilgisi ilerledikçe Fethi ona Rousseau, Voltaire, Auguste Comte,
Desmoulins, Montesquieu gibi Fransız filozoflarının eserlerini
tanıttı. Çok geçmeden iki öğrenci, bu filozofların kendi ülkelerinin sorunlarını ilgilendiren düşünceleri üzerinde heyecanlı
tartışmalar yapmaya başladılar.
Lord Kinross, Atatürk, s. 29.
?
Resim 5.6: Atatürk çok okuyan bir devlet adamıydı.
Mustafa Kemal yabancı filozofların eserlerinden hangi bilgileri öğrenmiş olabilir?
139
Atatürk, Türk düşünürleriyle de yakından ilgilenmiş ve onların fikirlerinden etkilenmiştir. Bu kişiler arasında onu en fazla etkileyenler Namık Kemal, Mehmet Emin, Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp olmuştur. Onun “Şair
Mehmet Emin Yurdakul’un ilk defa Manastır Askerî İdadisinde öğrenci iken okuduğum ‘Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.’ mısrasıyla başlayan manzumesinde, bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı
bulmuştum.” (1) sözleri bu etkinin önemli örneklerinden biridir. Mustafa Kemal, Harp Okulu yıllarında Namık
Kemal’in Vatan Kasidesi’ni ezberlemiş ve arkadaşlarına da bu şiiri okumalarını önermiştir.
Resim 5.7: Namık Kemal
Resim 5.8: Tevfik Fikret
Resim 5.9: Ziya Gökalp
Namık Kemal gibi Atatürk’ü derinden etkileyen bir diğer şair Tevfik Fikret’tir. Aşağıda bu etkilenmenin
örneklerinden bazılarını görüyorsunuz:
Tevfik Fikret: Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir şairim. (2)
Atatürk: Öğretmenler, cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. (3)
Tevfik Fikret: Kızlarını okutmayan millet oğullarını manevi öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir; hüsranına ağlasın. (4)
Atatürk: Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.
(5)
Tevfik Fikret: Gençler vatanın bütün ümidi şimdi sizdedir. (6)
Atatürk: Gençler! Vatanın ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır. (7)
?
Tevfik Fikret’in düşünceleri Atatürk’ün hangi inkılapları ile ilişkilendirilebilir? Neden?
Atatürk’ün fikir ve ilkelerinin olgunlaşmasında Birinci Dünya Savaşı’nın etkisi büyük oldu. Bu savaşın sonunda yurdumuz işgale uğramıştı. Tarih boyunca bağımsız yaşamayı ilke edinmiş olan Türk milleti tutsak edilmek
isteniyordu. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikedeydi. Padişah ve onun hükûmeti milletin haklarını
korumaktan uzaktı. Bu durumda Osmanlı Devleti’nin fiilen yıkılmış olduğunu gören Atatürk onun yerine millî
egemenliğe dayanan yeni bir Türk devleti kurmaya karar verdi.
Atatürk yeni bir devlet kurma kararını verirken gücünü tarih boyunca bağımsız yaşamayı ilke edinmiş olan
Türk milletinden aldı. Atatürk, milletinin bu özelliğini Büyük Nutuk’unda “Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti
çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!” (8) sözleriyle ifade etmişti.
?
140
Yukarıda anlatılanlar dışında Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin oluşumunda hangi
etkenler rol oynamış olabilir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 203.
(2) Tevfik Fikret, Rubab-ı Şikeste, s. 6.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 129.
(4) Tevfik Fikret, Rubab-ı Şikeste, s. 59.
(5) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 156.
ÖÇK
83
(6) Tevfik Fikret, Rubab-ı Şikeste, s. 54.
(7) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar
Atatürkle Beraber, C I, s. 248.
(8) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 10.
3. Konu
Millî Güç Unsurları
“Harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi, yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi, milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve teknik sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, özetle bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle ve her türlü
vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır.” (1)
Atatürk
?
Mustafa Kemal yukarıdaki sözleriyle hangi düşünceyi vurgulamak istemiş olabilir?
Milletler varlıklarını, mutluluklarını ve bağımsızlıklarını güvence altına alarak gelecekteki hedeflerine ulaşmak
isterler. Bunu yaparken de kendilerinde var olan maddi ve
manevi bütün güçlerin toplamını ifade eden ve millî güç adı
verilen bir kuvvete dayanırlar. Tarihimizde millî gücümüzü
harekete geçirmemize verilebilecek en güzel örnekler Millî
Mücadele’miz sırasında yaşanmıştır.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk ilk andan
itibaren milletin gücüne dayanmayı temel ilke olarak ortaya
koymuştur. O, millletine olan inancını ve güvenini Nutuk’ta
geçen şu sözlerle ifade etmiştir: “Ben 1919 yılı Mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu.
Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben
bu millî kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.” (2)
Resim 5.10: Mustafa Kemal’in millî gücü harekete geçirme çabalarından bir görünüş
Resim 5.11: Atatürk, karşılaştığı zorlukları, çok sevdiği milletinin gücüyle aşmıştır.
Atatürk, millî güç unsurlarını kullanarak vatanımızı ve bağımsızlığımızı kurtarmış, yeni bir devlet kurmuş
ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmiştir. Onun yönetim anlayışında önemli yeri olan millî güç unsurları siyasi güç, ekonomik güç, askerî güç ve sosyokültürel güçtür.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 349.
(2) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 328.
141
Siyasi Güç
Atatürk Anadolu’ya geçmek üzere İstanbul’dan ayrılırken millî egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir devlet kurmaya karar vermişti. Bu nedenle Samsun’a çıktıktan sonra yaptığı konuşmalarda, yayımladığı genelgelerde ve topladığı kongrelerde sürekli biçimde millet iradesini öne çıkarmaya çalıştı. 23 Nisan
1920’de de BMM’yi açarak Türk milletine kendi kendisini yönetme imkânını sağladı. O, Millî Mücadele’nin en
buhranlı günlerinde bile kararlarını Meclisin onayına sunarak millî iradeye bağlı kalmaya özen gösterdi.
Resim 5.12: Atatürk, Sivas Kongresi’ni toplayıp Büyük Millet Meclisini açarak siyasi gücün milletin eline geçmesini sağlamıştır.
Atatürk “Milleti idarede ilkemiz, milletin müşterek ve umumi fikir ve eğilimlerine uymaktır.” (1) diyerek
milletin siyasi gücünü esas alan bir yönetim anlayışını benimsemiştir. “Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel
kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına
çalışmak.” (2) sözüyle de siyasi gücün hangi amaçlar için kullanılması gerektiğini vurgulamıştır.
Ekonomik Güç
“Ekonomi demek, her şey demektir.
Yaşamak için, mesut olmak için, insan varlığı
için ne lazımsa onların hepsi demektir. Ziraat
demektir, ticaret demektir, çalışma demektir.”
(3)
diyen Atatürk, Türk milletinin varlığını ve bağımsızlığını koruyabilmesi için güçlü bir ekonomiye sahip olması gerektiğini biliyordu. O “Bütün dünyada olduğu gibi memleketimizde de en
başta bulunan mühim işimiz, iktisat işidir.” (4) sözünde de belirttiği gibi ekonomiyi diğer bütün
işlerin önünde görüyordu.
Ekonomik gücü harekete geçirmeye
çalışan Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın hemen
ardından İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak
millî ekonomi ilkesinin esaslarını belirledi. Bu
ilke doğrultusunda tarım, sanayi, ulaşım, ticaret ve madencilik alanlarında önemli atılımların gerçekleşmesini sağladı. Böylece ülkemizin
ekonomik yönden kalkınmasının yollarını açtı.
?
142
Resim 5.13: Atatürk’e göre ekonomi en önemli millî güç unsurlarındandır.
Ekonomik gücün bir ülkenin gelişmesindeki rolü hakkında neler söyleyebilirsiniz?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 274.
(2) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 128.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 287.
(4) age., s. 299.
Askerî Güç
“Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: Biri
millet kararı, diğeri en elim ve en güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla layık olma niteliği kazanan ordumuzun kahramanlığı.” (1) diyen Atatürk, yönetim anlayışında askerî güce ayrı bir önem vermiştir. Bunun nedeni,
vatanımızın ve bağımsızlığımızın korunmasında orduya
duyulan ihtiyaçtır.
Atatürk “Sağlam bir devlet hayatı için ordunun
lüzumuna delil aramak lüzumsuzdur.” (2) sözüyle ordunun
önemini ve ne kadar gerekli olduğunu ifade etmiştir. O,
konuyla ilgili bir başka konuşmasında ise “Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddi, manevi fedakârlığı göze
alamayan bir millet, esaret zincirini kendi eliyle boynuna
geçirir.” (3) diyerek askerî gücün önemine ve gerekliliğine
dikkat çekmiştir.
Resim 5.14: Ordumuz millî varlığımızın ve bağımsızlığımızın güvencesidir.
Devletimizin varlığının güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri ordu-millet bütünleşmesinin en güzel örneğini
oluşturur. Atatürk de “Millet ve kahraman çocuklarından meydana gelen ordu, o derece birbiriyle birleşmiştir ki
dünyada ve tarihte bunun örneği pek seyrektir.” (4) diyerek bu gerçeği dile getirmiştir.
?
Ordumuz gücünü esas olarak hangi kaynaktan almaktadır. Neden?
Sosyokültürel Güç
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk
kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.” (5)
?
Atatürk yukarıdaki sözünde geçen “yüksek Türk kültürü” ifadesiyle ne anlatmak istemiş olabilir?
Atatürkçü düşüncede yer alan hedefleri gerçekleştirmede ihtiyaç duyulan millî güç unsurlarından biri de
sosyokültürel güçtür. Sosyokültürel güç, milleti oluşturan fertlerin niteliklerini ifade eder. Bu niteliklerin başında
ise eğitim ve kültür gelir. “Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mana çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir.” (6) diyen
Atatürk, bir milletin gücünün, sahip olduğu maddi varlıklarından çok eğitim ve kültür düzeyiyle ölçülebileceğine
inanan bir liderdir.
Resim 5.15: Atatürkçü düşüncede eğitim sosyokültürel
gücün temel dayanaklarından biridir.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 287.
(2) Ayşe Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El
Yazıları, s. 117.
(3) age, s. 340.
Atatürk millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarmayı amaç edinmiştir. Bu konudaki
düşüncesini de “Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve inkılapçı bir kültür seviyesine varmak için önümüzdeki yıllarda
ÖÇK
daha çok emek vereceğiz.” (7) sözleriyle
84
ifade etmiştir.
(4) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 335.
(5) age., s. 209.
(6) Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 261.
(7) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 205-206.
143
4. Konu
Cumhuriyet Fazilettir
Türk inkılabını ortaya çıkaran Atatürkçü Düşünce Sistemi bazı temel ilkelere dayanır. Atatürk ilkeleri adı
verilen bu ilkeler cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılıktır.
Cumhuriyetçilik İlkesi
“Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk yukarıdaki sözünde “Türk milletinin tabiat ve âdetleri” derken neleri anlatmak istemiş olabilir?
Cumhuriyetçilik, devletin cumhuriyetle yönetilmesini öngören bir ilkedir. Cumhuriyeti benimsemeyi ve
onun en iyi yönetim biçimi olduğuna inanmayı ifade eden bu ilke cumhuriyetin korunması ve yüceltilmesini
amaçlar.
Resim 5.16: TBMM cumhuriyetimizin en yetkili yönetim organıdır.
Cumhuriyet millete dayanan, gücünü milletten alan bir yönetim şeklidir. Egemenliğin yani karar alma yetkisinin millete ait olduğu bu yönetim şeklinde herkesin seçme ve seçilme hakkı vardır. Buna göre başta cumhurbaşkanı
olmak üzere devleti yönetenler seçimle iş başına gelir. Cumhuriyet rejiminde en önemli devlet organı milletin seçtiği temsilcilerden oluşan meclistir. Hükûmetin iş başına gelmesi, kanunların yapılması, milletlerarası antlaşmaların
onaylanması gibi ülkeyi ilgilendiren her konuda son sözü söyleme yetkisi meclisindir. Cumhuriyetimizin kurucusu
Atatürk bu konuyla ilgili şunları söylemiştir:
“Memleketin mukadderatında yegane salahiyet ve kudret sahibi olan Büyük Millet Meclisi, bu memleketin düzeni için, iç ve dış güvenliği ve dokunulmazlığı için en büyük teminattır. Büyük millî dertler, şimdiye
kadar ancak Büyük Millet Meclisinde şifa buldu. Gelecekte de yalnız orada kesin tedbirlerini bulabilecektir.” (2)
?
144
Atatürk’ün TBMM’den beklentileri nelerdir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 71.
(2) age., s. 272.
Cumhuriyet halkın kendi kendisini yönetmesidir. Cumhuriyet yönetimlerinde egemenlik bir kişiye veya
zümreye değil, halkın tamamına aittir. Atatürk, toplumumuzda ayrıcalıklı sınıfların bulunmadığını dikkate alarak
cumhuriyetin milletimiz için en uygun yönetim şekli olduğuna karar vermiştir. Cumhuriyet ile saltanat arasındaki
farkı ise “Cumhuriyet ahlaki fazilete dayanan
bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Sultanlık,
korku ve tehdide dayanan bir idaredir.” (1) sözleriyle açıklamıştır.
Atatürk “Cumhuriyet rejimi demek,
demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir.” (2)
diyerek cumhuriyetçilik ilkesinin demokrasiyi
esas aldığını vurgulamıştır. Demokrasinin en
çağdaş şekilde uygulanmasının ise ancak cumhuriyet yönetimiyle mümkün olabileceğini
savunarak çoğulcu yönetim anlayışını benimsemiştir. “Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her
fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir.” (3) sözüyle de bu anlayışını dile getirerek ülkemizde demokratik düzenin yerleşmesi
için çalışmıştır.
?
Resim 5.17: Düşünce ve ifade özgürlüğü ancak cumhuriyet yönetimlerinde tam anlamıyla kullanılabilir.
Cumhuriyet yönetimi olmadan demokrasiyi kurmak ve yaşatmak mümkün olabilir mi?
Neden?
Anayasa’mızın birinci maddesinde Türkiye Devleti’nin bir cumhuriyet olduğu belirtilirken ikinci maddesinde cumhuriyetimizin nitelikleri sıralanmıştır. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Böyle olduğu için de gücünü Türk milletinden
almaktadır. Atatürk de “Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur.” (4) sözüyle bu gerçeği dile getirmiştir.
“Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve
korunması, ancak ve ancak, tam ve kesin anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası, millî egemenliktir.”
Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 30.
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözüne göre millî egemenliğin olmaması durumunda ortaya çıkabilecek sonuçlar neler olabilir?
Atatürk’ün cumhuriyetçilik ilkesi ve bu ilkenin eseri olan cumhuriyet yönetimi Türk toplumuna önemli
faydalar sağladı. Cumhuriyet yönetimiyle birlikte milletimiz seçme seçilme hakkını elde ederek devlet yönetiminde söz ve karar sahibi oldu. Böylece saltanat yönetiminden kurtulup kendi geleceğini belirleme hakkına
kavuştu. Atatürk, cumhuriyet yönetiminin getirdiği bu yeni anlayışı şu sözlerle ifade etmiştir:
“Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı
bir devlet teşkilatı ve hükûmettir ki onun ismi cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında geçmişteki ayrılık
kalmamıştır. Hükûmet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet üyeleri, kendilerinin millletten ayrı
olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır.” (5)
?
Yukarıdaki açıklamalara göre cumhuriyetin Türk toplumuna sağladığı yararlar nelerdir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 71.
(2) Fatma Acun, Atatürk ve Türk İnkılâp Tarihi, s. 308.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.70.
(4) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C III, s. 118.
(5) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 72.
145
Cumhuriyet yönetimi ülkemizde vatandaşların hak ve hürriyetlerini en iyi şekilde düzenledi. Türk vatandaşları Anayasa ile güvence altına
alınan bu hak ve hürriyetlerden hiçbir ayrıma
uğramadan serbestçe yararlanmaya başladı. Vatandaşların başta seçme ve seçilme olmak üzere,
yerleşme, seyahat ve mülkiyet hakları ile düşünce, din ve vicdan hürriyetlerinden eşit şekilde
yararlanmaları millî birlik ve beraberliğimizin güçlenmesine önemli katkılarda bulundu.
Cumhuriyet devlet-vatandaş ilişkilerini yeniden ele alarak en iyi şekilde düzenledi. Bu yönetim biçiminde devletin görevi, vatandaşın temel
hak ve hürriyetlerden yararlanması için eğitim, sağlık, güvenlik, adalet konularında gereken önlemleri
almaktı. Buna karşılık vatandaş da vergi vermek,
askerlik yapmak gibi sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüydü. Ayrıca kamu güvenliği ve kamu
sağlığı söz konusu olduğunda kanunlar çerçevesinde özgürlüklerin sınırlanabileceğini bilmek ve yasalara saygı göstermek durumundaydı.
?
Özgürlüklerin devlet tarafından
sınırlandırıldığı durumlara hangi örnekleri
verebilirsiniz?
Resim 5.18: Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından bir görünüş
?
Fotoğrafta gördüğünüz otomobilin önünde
“Cumhuriyet adalet ve çalışmaya dayanır, mutluluk
dağıtır.” anlamında bir cümle yer almaktadır. Bu
cümle ile ilgili duygu ve düşünceleriniz nelerdir?
Atatürk devlet ile vatandaşın karşılıklı hak ve sorumlulukları ile ilgili şunları söylemiştir:
“Devlet, herkesin hakkını ve vazifesini tayin eder. Hiç kimse, tayin edilen hudut haricinde bir hak iddia edemez.
Bunun gibi kendisi de fazla hiçbir vazife ile yükümlü tutulamaz.” (1)
“Hakkın bulunduğu yerde vazife ve vazifenin bulunduğu yerde hak vardır. Yani, her insan aynı zamanda hem kendine
ait birtakım haklara sahip hem de başkalarına ait hakların kendine yüklediği birtakım vazifelere sahiptir.” (2)
“Fertlerin hürriyeti, devletin
hâkimiyet ve iradesinin korunmasına
bağlıdır. Devlet iradesi felç olursa fertlerin
hürriyetini muhafaza edecek hiçbir kuvvet
ve vasıta kalmaz. Bundan ötürü hürriyeti
yalnız bir taraflı değil, her iki taraflı düşünmek lazımdır.” (3)
Resim 5.19: Cumhuriyet yönetimiyle ülkemizde vatandaşlar temel hak ve özgürlüklerden serbestçe yararlanma ve kendilerini geliştirme imkânına kavuştular.
146
Cumhuriyet yönetimi temel hak
ve hürriyetlere gösterdiği saygıyla ülkemizin çağdaşlaşması için gereken ortamın
oluşmasını sağlamıştır. Türkiye laik ve demokratik cumhuriyet yönetimi sayesinde
dünyanın saygın ve önde
ÖÇK
gelen ülkelerinden biri
85-86
olmuştur.
(1) Ayşe Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 42, 43.
(2) age. s. 43.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 249.
Cumhuriyetin Yaşatılması
“Kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle
ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, sanatı, ilimsel müzik ve teknik kurumlarıyla kadını erkeği
her hakta eşit, modern Türk toplumu bu son yılların eseridir.” (1)
Atatürk yukarıdaki sözleriyle milletimizin cumhuriyet yönetimiyle elde ettiği kazanımlara dikkat çekmiştir. Türk milletinin varlığının devamı ve elde ettiği kazanımların sürekliliği için de Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin sonsuza kadar yaşatılması gerektiğine inanmıştır.
Atatürk “Memleketin ve inkılabın içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdır.” (2) diyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni korumanın her Türk vatandaşı için millî bir görev olduğunu vurgulamıştır. Bu konuda da özellikle Türk gençliğine
güvenmiş ve cumhuriyeti gençliğe emanet etmiştir.
?
Atatürk’ün cumhuriyeti gençliğe emanet etmesinde gençliğin hangi özellikleri rol oynamış olabilir? Neden?
Atatürk Gençliğe Hitabesi’nde cumhuriyet yönetimini hedef alabilecek tehditler konusunda şu uyarılarda bulunmuştur: “Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş,
bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha acıklı
ve daha korkunç olmak üzere, memleketin
dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve
dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, memleketi ele geçirenlerin siyasi
emelleriyle birleştirebilirler.” (3)
Atatürk yukarıdaki sözünü ettiği tehlikelerin gerçek olması durumunda Türk
gençlerinden neler beklediğini ise “Ey Türk
istikbalinin evladı! İşte, bu durum ve şartlar
içinde dahi vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!”
(4)
sözleriyle ifade etmiştir.
Atatürk’ün önderliğinde ve Türk milletinin gücüyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin sonsuza kadar var olabilmesi için
iç ve dış tehditlere karşı duyarlı olmalıyız.
Varlığımızı bağımsızlığımıza ve cumhuriyetimize borçlu olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde
söylediği gibi bizleri bu kıymetli hazineden
mahrum etmek isteyeceklere karşı daima
uyanık bulunmalıyız.
?
Resim 5.20: Atatürk, en büyük eserim dediği cumhuriyeti Türk
gençliğine emanet etmiştir.
Cumhuriyeti koruyup yüceltme konusunda Türk gençliğine düşen görevler nelerdir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 90
(2) age., s. 93.
(3) Kemal Atatürk, Nutuk, s. 607, 608.
(4) age., s. 608.
ÖÇK
87
147
5. Konu
Atatürk Milliyetçiliği
“Millet sevgisi kadar büyük bir sevgi yoktur.” (1)
Atatürk
?
Yukarıdaki sözünden yola çıkarak
Atatürk’ün milliyetçilik ilkesini nasıl tanımlayabilirsiniz?
Millet, aralarında dil, kültür, yurt, tarih ve ülkü
birliği bulunan insanların oluşturduğu siyasi ve sosyal
bir topluluktur. Milliyetçilik ise kişinin üyesi olduğu
milleti sevmesi ve onunla gurur duymasıdır. Atatürk
de milletini her şeyin üzerinde tutan ve Türk milletinin
ferdi olmaktan gurur duyan biri olarak milliyetçiliği düşünce sisteminin temel ilkeleri arasına almıştır.
Atatürk milliyetçiliği Türk milletini sevmeye, yüceltmeye ve onun mutluluğu için çalışmaya dayanır.
Onun milliyetçiliği Türk vatandaşlarını birleştiren bir anlayışla vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı ile milletin birliğini esas alır. Başka bir deyişle, Atatürk’ün milliyetçilik
ilkesine göre dili, dini, ırkı ne olursa olsun “Ben Türk’üm”
diyen herkes Türk’tür. Millî birlik ve beraberliğimizin güvencesi olan bu kaynaştırıcı anlayış Anayasa’mızın 66.
maddesinde “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkes Türk’tür.” hükmü ile ifade edilmiştir.
Resim 5.21: Atatürk’ün milliyetçilik ilkesi Türk milletini sevme ve yüceltme esasına dayanır.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Atatürk milliyetçiliği ırkçılığa karşıdır. Atatürk, Millî
Mücadele’ye ve devletin kuruluşuna katkıda bulunan herkesi, hangi ırktan geldiğine bakmaksızın Türk kabul
etmiştir. Bu düşünceden hareketle Türk milletini tanımlarken “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına
Türk milleti denir.” (2) ifadesini kullanmıştır. O, Onuncu Yıl Nutku’nun
sonunda yer alan “Ne Mutlu Türk’üm
diyene!” (3) sözüyle de Türklüğü ırk temeline değil, duygu ve düşünce temeline dayandırmıştır. Başka bir deyişle,
Türk’üm demenin Türk olmak için
yeterli olduğunu ve bundan mutluluk
Resim 5.22: Atatürk’ün kendi el yazısıyla ifade ettiği Türk milletinin tanımı
duyulması gerektiğini vurgulamıştır.
Atatürk milliyetçiliği ırkçılık esasına dayanmadığı için barışçıdır. Bu nedenle “üstün millet”, “aşağı millet” gibi ayrımcı yaklaşımları reddeder. Başka milletlerin kendi milleti üzerinde hâkimiyet kurmasına şiddetle
karşı çıktığı gibi kendi milletinin başka milletler üzerinde hâkimiyet kurmasına da karşıdır.
?
148
Yukarıdaki açıklamalar Atatürk milliyetçiliğinin hangi niteliklere sahip olduğunu göstermektedir?
ÖÇK
88
(1) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 79.
(2) Ayşe Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 351.
(3) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C II, s. 276.
“Milletler gam ve keder bilmemelidir.” (1) diyerek milliyetçilik anlayışının barışa ve insanlığın mutluluğuna dayandıran Atatürk akılcı bir milliyetçilik anlayışına sahiptir. Bu nedenle Türk milletinin aklın ve bilimin
rehberliğinde kalkınmasını amaçlamıştır. O yalnız kendi milletinin değil, dünyadaki diğer milletlerin mutluluğu
için çalışmayı akılcılığın bir gereği olarak kabul etmiştir. Bu konuyla ilgili düşüncesini de “Bütün akıllı adamlar
takdir ederler ki bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak,
diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir.” (2) sözüyle dile getirmiştir.
Atatürk’ün milliyetçilik ilkesi barışçı ve akılcı olması nedeniyle aynı zamanda çağdaş, demokratik ve laik
bir niteliğe sahiptir. Bunun doğal bir sonucu olarak da bütün milletlerin özgürlük ve bağımsızlıklarına saygılıdır.
Diğer yandan Atatürk milliyetçiliği toplum içinde sınıf ve zümre ayrımına karşı çıkar. Din, dil, ırk farkı gözetmeksizin vatandaşların eşit haklara sahip olduklarını savunur.
Her türlü ayrılığı reddeden ve laik bir karaktere sahip olan Atatürk milliyetçiliğinin doğal sonucu millî birlik
ve beraberliktir. Atatürk’e göre millî birlik ve beraberlik, fertlerin kederde, tasada ve kıvançta ortak olmalarıdır. Bu
birlik ve beraberlik milletimizin varlığının ve bağımsızlığının teminatıdır. Türk milletinin siyasi, sosyal, askerî, ekonomik ve teknolojik alanlarda ileri bir toplum hâline gelmesi de buna bağlıdır.
Resim 5.23: Atatürk milliyetçiliği birleştirici ve bütünleştiricidir.
“Biz esasen millî mevcudiyetin temelini, millî şuurda ve millî birlikte görmekteyiz.” (3) diyen Atatürk millî
birlik ve beraberliğe büyük önem vermiştir. O, Onuncu Yıl Nutku’nda vurguladığı gibi Türk milletinin karşılaştığı
güçlükleri millî birlik ve beraberlik duygusuyla yendiğini görmüştür. “Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar
arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt
erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhâl ortaya koymaya karar vermiş olmak bir
ulusun en yenilmez silahı ve koruma vasıtasıdır.” (4) sözüyle de bu duygunun önemini vurgulamıştır.
Millî birlik ve beraberliği sağlamada hepimize önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Başkalarının hak ve özgürlüklerine saygı göstermek, dayanışma içinde olmak ve ülkemizin
çıkarlarını kişisel çıkarlarımızın üstünde tutmak bu görev ve sorumluluklarımızın başlıcalarıdır.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri, s. 384.
(2) Atatürkçülük, C I, s. 323.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk”ün Fikir ve Düşünceleri, s. 208.
(4) Nimet Arsan, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, C IV, s. 573.
ÖÇK
89
149
Atatürk, millî eğitimi, millî kültürü, dili ve tarihi millî birlik ve beraberliği güçlendiren unsurlar olarak
kabul etmiştir. Konuyla ilgili düşüncelerini ise “Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz.
Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça hâlinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye Devleti’ne,
Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için
yaşama hakkı yoktur.” (1) sözleriyle ifade etmiştir.
Millî birlik ve beraberliğin güçlenmesinde ülkü birliği, Misakımillî ile belirlenen ilkeler, Türklük şuuru
ve milletimizin manevi değerleri de önemli yer tutar. Atatürk “Türkiye halkı, ırki veya dinî ve kültürel yönden
birleşmiş, bir diğerine karşı karşılıklı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve çıkarları ortak
olan bir toplumdur.” (2) sözüyle bu gerçeği dile getirmiştir.
Atatürk milliyetçiliği Türk toplumuna önemli faydalar sağladı. Milliyetçilik duygusu her şeyden önce
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük rol oynadı. Türk milleti bu ilkenin birleştirici etkisiyle bir bayrak altında toplanarak yurdunu ve bağımsızlığını kurtardı. Aynı ilke, eşitliği esas alan ve toplumsal ayrıcalıkları reddeden yapısıyla cumhuriyetimizin kuruluşunda da etkili oldu.
Resim 5.24: Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve cumhuriyetimizin kuruluşu Atatürk milliyetçiliğinin sonuçlarıdır.
Atatürk milliyetçiliği millî kültürü geliştirmeyi ve Türk milletini çağdaş uygarlık yolunda ilerletmeyi amaç
edindiği için Türk inkılabının başarıya ulaşmasını sağladı. Milletimizi siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda geliştirmeye yönelik inkılaplar ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi kurumlar milliyetçilik ilkesinin sonucu
olarak ortaya çıktı.
?
150
Atatürk’ün milliyetçilik ilkesi gereği yaptığı inkılaplara hangi örnekleri verebilirsiniz? Neden?
(1) Atatürkçülük, C III, s. 32.
(2) age., C III, s. 31.
6. Konu
Halkçılık
“Mustafa Kemal zaferden sonra İzmit’te düzenlediği basın toplantısında, kuracağı parti hakkında açıklamalar yapıyordu. Gazeteciler kendisine, partisinin hangi sınıfa dayanacağını sordukları zaman “Hangi sınıf?”
demişti, “Hepimiz halktan ibaretiz. Partimin adını da Halk Partisi koyacağım.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözünden yola çıkarak halkçılık ilkesini hangi cümlelerle tanımlayabilirsiniz?
Bir ülkede oturan ve o ülkeyi vatan bilen unsurların tümüne halk denir. Bu tanıma göre millet ile halk
aynı insan topluluğunu ifade etmektedir.
Resim 5.25: Halkçılık ilkesine göre devlet gücünün ve egemenliğin biricik kaynağı halktır.
Atatürkçü Düşünce Sistemi’nde halkçılık ilkesi millî egemenliğin dayanağıdır. Atatürk bu durumu “Bizim
görüşümüz -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, egemenliğin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın
elinde bulundurulmasıdır.” (2) sözleriyle dile getirmiştir. O, konuyla ilgili bir başka konuşmasında ise şunları söylemiştir: “Bizim hükûmet şeklimiz tam bir demokratik hükûmettir. Ve lisanımızda bu hükûmet, halk hükûmeti olarak ifade edilir.” (3) Atatürk’ün bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere halkçılık ile millî egemenliğin doğal bir sonucu
olan demokrasi aynı anlamdadır. Bu nedenle halkçılık ilkesi, devletin ve onun yürütme gücünü elinde bulunduran
hükûmetin halk yararına bir siyaset izlemesini ifade eder. “Hükûmetin varlığının sebebi, memleketin asayişini,
milletin huzur ve rahatını temin eylemektir.” (4) diyen Atatürk, Meclise sunduğu 13 Eylül 1920 tarihli halkçılık programında ise şu cümlelere yer vermiştir:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti halkın maruz bulunduğu sefalet sebeplerini gidererek saadet ve refahının sebeplerini temin etmeyi esas ülkü sayar. Bu sebeple toprak, maarif, adliye, iktisat ve bütün toplumsal meselelerde çağın gereklerine ve halkın gerçek ihtiyacına
göre yenilikleri ve tesisleri vücuda getirmeyi başlıca vazife sayar.” (5)
(1) İlhan Akın, Türk Devrim Tarihi, s. 200.
(2) Atatürkçülük, C I, s. 93
(3) age., C I, s. 93
(4) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 270.
(5) İsmet Giritli, Atatürk ve Halkçılık, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 20, s. 187.
ÖÇK
90
151
Halkçılık ilkesi millî egemenliğe dayandığı ve milletin yararını her şeyin üzerinde tuttuğu için eşitliği esas
alır. Bu ilkeye göre tüm vatandaşlar kanun önünde eşittir. Aynı şekilde vatandaşlar demokratik haklardan ve
devlet hizmetlerinden eşit biçimde yararlanabilir. Hangi meslek grubundan olursa olsun her vatandaş kanunların öngördüğü şekilde haklarını arayabilir. Atatürk halkçılık ilkesinin bu özelliklerini “Bizim düşüncemizde; çiftçi,
çoban, amele, tüccar, sanatkâr, asker, doktor, kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın
hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.” (1) sözleriyle ifade etmiştir.
?
Bir toplumda halkçılık ilkesinin uygulanmamasının sonuçları neler olabilir?
Halkçılık ilkesi halkı refah ve mutluluk içinde yaşatmayı amaçlar. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin
yanı sıra millî gelirin de adaletli biçimde dağıtılmasını öngörür. Atatürk halkçılık ilkesinin bu yönünü “Amele ve
işçilerin hayat ve hakları ve menfaatleri çiftçiler ve diğer vatandaşlar gibi aynı derecede önemle kabul edilerek
göz önünde tutulur.” (2) sözüyle vurgulamıştır.
Resim 5.26: Halkçılık ilkesinin parolası “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplum”dur.
Halkçılık ilkesi ülkemizde ayrıcalıklı sınıfların oluşmasını önlemiştir. Bu ilkenin temelini oluşturan eşitlik
prensibi millî birlik ve beraberliğimizi pekiştirirken toplumsal barışı ve dayanışma duygusunu güçlendirmiştir. Atatürk bu durumu “Bizim halkımız çıkarları birbirinden farklı
sınıf hâlinde değil, aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine lazım olan sınıflardan ibarettir.” (3) sözüyle dile
getirmiştir.
Resim 5.27: Atatürk’ün halkçılık ilkesi vatandaşların kanunlar önünde eşitliğini esas alır.
!
?
152
Atatürk’ün halkçılık anlayışı Türk milletinin demokratik haklar elde etmesinde de etkili olmuştur. Ülkemizde demokrasi halkçılık ilkesinin sağladığı eşitlik ortamında doğup
gelişirken bu ilke gereğince yapılan Hukuk İnkılabı’yla kadın
ile erkek arasındaki eşitsizlikler giderilmiştir. Hiçbir kişiye, aileye veya zümreye ayrıcalık tanımadan, kadınlar da dâhil olmak üzere, her vatandaşa seçme ve seçilme hakkı verilmiş,
böylece Türk halkı kendi geleceğini kendisi belirlemeye başlamıştır.
Halkçılık ilkesi gereği yapılan inkılaplardan biri de “Efendi, Bey, Paşa, Hacı, Ağa, Hafız, Molla gibi
toplumda ayrıcalık belirten Lakaplar ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun”un kabulüdür.
Halkçılık ilkesinin doğrudan ilişkili olduğu Atatürk ilkeleri hangileridir? Neden?
ÖÇK
91
(1) Atatürkçülük, C I, s. 91.
(2) age., C I, s. 95-1.
(3) age., C I, s. 95-2.
7. Konu
Devletçilik
“Ekonominin Avrupa’da ve Amerika’da birkaç asırlık geleneği var. Ticari ilişkiler bir günde kurulamaz. Hele
sanayi, hem örf ve gelenek hem sermaye hem de ilim ve araç gereç meselesidir. Ziraat bile ilkellikten çoktan çıktı.
Acaba bizde yüz seneden beri devam edegelen bir şirket değil; bir firma, bir servet gösterilebilir mi?
Ticaretin gelenek hâline geldiği bir memlekette becerikli bir tüccarın oğlu, vefat eden babasının ticaretini
devam ettiriyor. Bizde bu ayarda tüccar, ziraatçi, sanatkâr bulunmak şöyle dursun; marangoz, doğramacı, demirci ve kuyumcuların sayısı bile ihtiyacı karşılamaktan pek uzaktır. Vaktiyle aşağı görülen bu sanatları Rumlar,
Ermeniler, Yahudiler icra ederlerdi. Onlar da şimdi kalmadı. Türk toplumu sanatkârların azlığından dolayı bir buhran geçiriyor” (1)
Celal Nuri İleri
?
Yukarıdaki metne göre Türkiye ekonomisinin eksiklikleri nelerdir?
Yukarıdaki metinden de anlaşılacağı üzere Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıkan milletimizi büyük ekonomik
sorunlar beklemekteydi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, 17 Şubat 1923’te İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi’ni
topladı. O, bu kongredeki konuşmasında “Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler kalıcı olamaz, az zamanda söner.” (2) diyerek ekonominin
önemini vurguladı.
İzmir İktisat Kongresi’nde ülkemizdeki ekonomik faaliyetlerin genel olarak özel sektör tarafından yürütülmesine karar verildi. Ayrıca devletin serbest piyasa düzenini ve girişimcileri desteklemesi ilkeleri benimsendi.
Kongrede alınan kararlar devlet tarafından hemen uygulamaya konuldu. Bu amaçla bir yandan tüccarları ve sanayicileri teşvik edici uygulamalar başlatılırken diğer yandan özel sektörün kredi ihtiyacını karşılamak üzere 1924
yılında Türkiye İş Bankası kuruldu.
1927 yılında Teşvikisanayi Kanunu çıkarılarak özel girişimciler eliyle millî sanayinin kurulmasına çalışıldı.
Bunun yanı sıra yabancılardan satın alınan şirketlerin işletilmesi özel kesime bırakıldı. Ancak devletin özel sektöre
verdiği desteğe rağmen sanayileşme yolunda önemli bir ilerleme sağlanamadı. Bu durumun ortaya çıkmasında
sermaye azlığı, ham madde kıtlığı, teknik bilgi yetersizliği ve deneyim eksikliği gibi nedenler etkili oldu. Ayrıca
1929 yılında ABD’de başlayan ve buradan diğer ülkelere yayılan Dünya Ekonomik Krizi de ülkemizdeki sanayileşme hareketini olumsuz yönde etkiledi.
Resim 5.28: 1929 Dünya Ekonomik Krizi sırasında paralarını çekmek için banka şubelerine hücum eden ve önlerine
astıkları ilanlarla iş arayan Amerikalılar
(1) Celal Nuri İleri, Türk İnkılabı, s. 219.
(2) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 103.
153
1929 yılında yaşanan büyük ekonomik deprem bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de serbest piyasa ekonomisinin sorgulanmasına neden
oldu. Bunun üzerine Atatürk ekonomik kalkınmayı
sağlamak amacıyla devletçilik ilkesini ortaya attı.
Atatürk devletçilik ilkesinin gerekçesini ise
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi.” (1) sözleriyle açıkladı.
Resim 5.29: Sivas’a demir yolunun ulaştığı gün düzenlenen tören
?
Atatürk’ün sözünü ettiği asırlardan
beri yapılamamış olan şeyler neler olabilir?
Atatürk’ün ekonomi alanındaki görüşlerini
içeren devletçilik ilkesi Türkiye’nin o günkü ihtiyaçlarından doğmuştur. Ülke ekonomisini geliştirmek için izlenecek yolu ve yöntemleri belirleyen
bu ilke 1931 yılından itibaren devlet politikası
hâline gelmiştir.
Devletçilik ilkesine göre büyük sermaye
gerektiren ağır sanayi kuruluşlarının ve fabrikaların devlet tarafından kurulması kararlaştırılmıştır.
Aynı şekilde ulaşım ve iletişim gibi altyapı hizmetlerinin de yine devlet tarafından verilmesine çalışılmıştır. Atatürk’ün bu konuyla ilgili düşünceleri
şunlardır:
Resim 5.30: İstanbul-Ankara kara yolu yapım çalışması
“Devlet, memleketin güvenlik ve savunması için yollarla, demir yollarıyla, limanlarla, deniz vasıtalarıyla, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü ulaştırma araçları ile, milletin millî serveti ile
yakından ilgilidir. Memleket idaresinde ve savunmasında bu saydıklarımız toptan, tüfekten, her çeşit silahtan
daha önemlidir.” (2)
Atatürk’ün devletçilik ilkesi ekonomik alanda devletin etkin rol üstlenmesini savunurken kişisel girişimleri de teşvik eder. Özel teşebbüs ağırlıklı, çağdaş ekonomik görüşlere yer veren bu ilke esas olarak ekonomide
kişilerin yapamadıkları işlerin devlet tarafından
yürütülmesini öngörür. Böylece ekonomide devlet-vatandaş iş birliğine önem vererek ülkemizde
karma ekonominin yerleşmesini amaçlar.
Atatürk, Türkiye’ye özgü bir sistem olarak
gördüğü ve “ılımlı devletçilik” adını verdiği bu
ekonomi modelini “Kişilerin özel teşebbüslerini
ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak fakat büyük
bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde
tutarak memleket ekonomisini devletin eline alResim 5.31: İstanbul telefon merkezinde çalışan bayan memurlar
154
mak.”(3) şeklinde tanımlamıştır.
(1) Atatürkçülük, C I, s. 109.
(2) age., C I, s. 103.
(3) age., C I, s. 109.
Atatürk’ün devletçilik ilkesi gereği ülkemizde devlet, ekonominin her alanında büyük bir kalkınma hamlesi başlattı. Sümerbank ve Etibank’ı kurarak sanayi ve madenciliğe önem verdi. Ülkenin çeşitli yerlerinde demir-çelik, deri, şeker, dokuma, cam ve kâğıt fabrikaları açtı. Yabancıların elindeki işletmeleri millîleştirdi. Demir
yolu, liman, köprü, baraj gibi altyapı tesisleri kurarken yetişmiş eleman ihtiyacını karşılamaya da gayret etti.
Ayrıca şehirlerimizin modern şehircilik anlayışına uygun şekilde yenilenmesi için çalışmalar başlattı. Devlet bir
yandan bunları yaparken diğer yandan ise Meclis gerekli yasaları çıkararak kişileri üretim ve ticaret gibi işlere
özendirmeyi de ihmal etmedi.
Devletçilik ilkesi ekonominin yanı sıra sosyal ve kültürel alanlardaki gelişmeyi destekleyerek devlete bu alanlarda da görevler vermiştir. Atatürk devletin bu konudaki görevleri ile ilgili şunları söylemiştir:
“Devlet, tüm vatandaşların, herhangi bir sanat ve meslekte, zamanımızdaki ilerlemelerin gerektirdiği
derecede başarılı olmasıyla ilgilenir. Bu nedenlerledir ki vatandaşların öğretimi, eğitimi ve sağlığı ile ilgilenmek
zorundadır.” (1)
Atatürk, konuyla ilgili bir başka sözünde “Memlekette eğitim ve öğretim nurunun yayılmasına ve en
derin köşelere kadar işlemesine bilhassa gözlerimizi çeviriyoruz.” (2) diyerek devletin eğitim alanındaki görevlerine dikkat çekmiştir. Devletin sağlık alanında sorumluluk alması gerektiğini ise “Her nevi sağlık mücadelesini,
mümkün olan derecede çabuk ve geniş bir surette takip etmek başlıca hedeflerden olmaya layıktır.” (3) sözüyle
ifade etmiştir. Aynı şekilde “Hükûmet, memlekette kanunu hâkim kılmak ve adaleti iyi dağıtmakla görevlidir.” (4)
cümlesiyle adalet hizmetinin de devletin temel görevlerinden biri olduğunu hatırlatmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk’ün yukarıdaki sözlerinde belirttiği gibi toplumun sosyal ve kültürel
alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmıştır. Bu amaçla adaleti ve güvenliği sağlamış; okullar, üniversiteler,
hastaneler, spor tesisleri açmış, sanatı teşvik etmiştir.
Resim 5.32: Devletçilik ilkesine göre devlet, vatandaşlarının eğitim ve sağlık konularındaki ihtiyaçlarıyla ilgilenmek
ve vatandaşlarının sanat, spor gibi alanlarda kendilerini geliştirmelerine imkân hazırlamakla yükümlüdür.
?
Devletçilik ilkesinin ülkemizde bugün de geçerli olduğunu gösteren uygulamalara hangi örnekleri verebilirsiniz?
(1) Atatürkçülük, C I, s. 103.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 119.
(3) age., s. 331.
(4) age., s. 102.
ÖÇK
92
155
Devletçilik ilkesi Türk toplumuna büyük faydalar sağladı. Devletçiliğin benimsenmesinden sonra planlı ekonomiye geçildi ve Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı. Planın temel hedefi, üç beyaz olarak adlandırılan ve hemen
hemen tümü ithalat yoluyla karşılanan un, şeker ve pamuğu ülke içinde üretebilmekti. Türkiye bu planı başarıyla
uyguladı ve dünyada en hızlı kalkınan ülkelerinden biri oldu. Ayrıca temel tüketim maddeleri bakımından dünyanın
kendi kendine yeten sayılı ülkelerinden biri hâline geldi.
“1939 yılı itibarıyla Türkiye şeker, çimento, kereste, kauçuk ve deri ürünleri alanlarında
kendi ihtiyacını tümüyle karşılayabilecek duruma geldi.
Gerçekleştirilen sanayi yatırımları arasında şu önemli kuruluşlar bulunuyordu:
Demir-çelik: Karabük Fabrikası. Temeli 1937’de atılmış, işletmeye 1939’da başlanmıştır.
Kömür işletmeleri: Ereğli Kömür Şirketi. 1936’da satın alınmıştır.
Bakır: Ergani Fabrikası açılmıştır.
Dokuma: Nazilli, Ereğli, Kayseri bez fabrikaları ile Bursa İpek-İş Fabrikası işletmeye açılmış; 1937’de
Malatya Bez Fabrikasının temeli atılmıştır. Gemlik Suni İpek Fabrikası Şubat 1938’de hizmete girmiştir. Hereke Fabrikası da ıslah edilmiştir.
Kâğıt-karton: İzmit Fabrikası açılmıştır.
Şeker: Uşak, Turhal, Alpullu, Eskişehir şeker fabrikaları açılmıştır.
Demir ocakları: Divriği (Sivas) Fabrikası işletmeye açılmıştır.
Denizcilik: Gölcük Tersanesi açılmıştır. Burada ilk Türk denizaltısı yapılmıştır.
Baraj: Ankara Çubuk Barajı. Kentin su ihtiyacı için yapılmıştır.”
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C III, s. 322.
Devletçilik ilkesi gereği yürürlüğe konulan uygulamalarla ülkemizde ekonomik hayat canlandı ve insanlarımız
için yeni iş alanları açıldı. Ulaşım ve ticaret hızlandı. Ayrıca bugünkü sanayimizin temelleri atılırken vatandaşların eğitim,
sağlık, adalet, güvenlik vb. temel hizmetlerden yararlanmaları kolaylaştırıldı.
Resim 5.33: Ankara Gazi Orman Çiftliğindeki süt fabrikası
Resim 5.34: İzmit’te kâğıt ve karton fabrikası
Resim 5.35: İstanbul Zeytinburnu Çimento ve Kireç Fabrikası
Resim 5.36: İstanbul Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası
?
156
Devletçiliğin ülkemize sağladığı yararlar hakkında başka neler söyleyebilirsiniz?
ÖÇK
93
8. Konu
Laiklik
“Mensubu olmaktan bahtiyar olduğumuz İslam dinini asırlardan beri alışılmış olduğu üzere bir siyaset aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği kanaatini taşıyoruz. Yüce ve kutsal olan
inançlarımızı ve vicdanlarımızı siyasetten ve siyasetle ilgili bütün hususlardan bir an evvel ve kesin olarak kurtarmak milletin dünya ve
ahiret saadetinin emrettiği bir zorunluluktur.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözünden hareketle laikliğin amaçlarıyla ilgili hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
Rönesans ve Reform hareketlerinin sonucunda ortaya çıkan
Aydınlanma Çağı ile birlikte Avrupa’da yeni bir dönem başladı. Bu
yeni dönemde aydınlar din adamlarının devlet ve toplum üzerindeki
egemenliğine son vererek laikliğe geçişi sağlamaya çalıştılar. Ayrıca dinin bilim, sanat ve felsefe üzerindeki baskısını ortadan kaldırmak için
Resim 5.37: Mustafa Kemal Atatürk
çaba harcadılar. Din ve devlet işlerinin ayrılması gerektiğini düşünenler bu yöndeki gayretlerini Fransız İhtilali ile daha da artırarak laikliğe geçiş sürecini hızlandırdılar. Avrupa’da
yaşanan bu gelişmeler Osmanlı Devleti’ni de etkiledi. Ancak teokratik devlet yapısı nedeniyle laikliğin o dönem
için ülkemizde yerleşmesi mümkün olamadı.
Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrı yürütülmesi anlamına gelen laiklik ilkesi devlet yönetiminde aklı,
bilimi ve millî egemenliği esas alır. Bu ilkeye göre devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzeni
kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamaz.
Ükemizde laik devlet düzenine geçiş yolunda ilk adım 23 Nisan 1920’de BMM’nin açılışıyla atılmıştır.
Bunu saltanatın ve hilafetin kaldırılması izlemiş ve böylece devlet yönetiminde egemenliğin kaynağının millet
olduğu gerçeği kabul edilmiştir. Ayrıca Şeriye ve Evkaf Vekâleti ile Şeriye Mahkemeleri gibi kurumlar kaldırılarak laik devlet yapısı güçlendirilmiştir. Bu sayede Türk milleti herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan aklın,
bilimin ve çağın gerekleri doğrultusunda kendi geleceğini özgürce belirleme imkânına kavuşmuştur.
Resim 5.38: Laiklik ilkesi TBMM’de temsil olunan millî egemenliğin de dayanağıdır.
(1) Zübeyde Yalın Öktem, Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi, s. 224.
157
Laiklik ilkesi gereği hangi cinsten veya dinden olursa olsun bütün vatandaşlara aynı hukuk kuralları uygulanarak eşitlik sağlanmıştır. Ülkemizde laik hukuku gerçekleştirmeye yönelik en önemli inkılap hareketi, aile
ve toplum hayatında kadın ile erkeği eşit hâle getiren Türk Medeni Kanunu’nun kabulüdür.
Laiklik ilkesi devlet yönetimi ve hukuk alanında olduğu gibi eğitimde de köklü değişiklikler meydana
getirdi. Bu ilke gereği çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla tüm eğitim kurumları tek çatı altında toplandı.
Öğretim programları akla, bilime, toplumun ihtiyaçlarına uygun şekilde yeniden düzenlenerek çağdaş hâle
getirildi. Ayrıca okullarda karma eğitime geçilerek kız ve erkek öğrencilerin bir arada okuması sağlandı.
Cumhuriyet Dönemi’nde medreselerin kaldırılmasından yeni Türk harflerinin kabulüne, tekkelerin kapatılmasından kadın haklarına ve kıyafette değişikliğe kadar sosyal hayatı ilgilendiren bütün köklü yenilikler laiklik
ilkesinin benimsenmesiyle mümkün olabilmiştir. Laiklik ilkesiyle vatandaşların din, vicdan ve ibadet hürriyetleri
de güvence altına alınmıştır.
Resim 5.39: Laiklik ilkesi ülkemizde kadın haklarının gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.
Laiklik ilkesine göre devlet dinî inanç ve duyguların istismar edilmesine izin vermez. Bu nedenle Atatürk
dinin ekonomik ve politik çıkarlar elde etmek için kullanılmasına karşı çıkarak “Dinden maddi menfaat temin
edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan
insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu
kimselerdir.” (1) demiştir.
Anayasa’mızın 24. maddesinde ise aynı konu “Kimse, siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz
sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” şeklinde ifade edilmiştir.
ÖÇK
94
Laiklik her türlü inanca saygıyı gerektirir. Atatürk bu ilkenin gereği olarak farklı inançlara karşı hoşgörülü
olunması gerektiğine inanmıştır. O, hoşgörü anlayışını “Şüphesiz, fikirlerin, inanışların başka başka olmasından
şikâyet etmemek lazımdır. Çünkü, bütün fikirler ve inanışlar, bir noktada birleştiği takdirde, bu hareketsizlik
belirtisidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hâl, elbette arzu edilmez. Bunun içindir ki gerçek hürriyetçiler, taassupsuzluğun genel bir nitelik olmasını arzu ederler.” (2) sözüyle dile getirmiştir.
158
1) Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 116.
2) Atatürkçülük, C I, s. 385.
Atatürk hoşgörüsüzlük şeklinde tanımlayabileceğimiz taassubu, insanları ve toplumları birbirine düşman
eden zararlı bir tutum olarak görmüştür. Ona göre taassup sahibi kişiler kendileriyle aynı inancı ve düşünceyi paylaşmayan diğer insanları suçlayıp hor görür, hatta onlara düşmanlık besleyebilirler. Atatürk bu tür kişilerle ilgili
düşüncesini “Çeşitli inanışlı kimseler birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa bu gibi kimselerde taassupsuzluk yoktur.” (1) sözüyle dile getirmiştir. O, gerçek hürriyetçiler olarak nitelendirdiği taassupsuz
kişileri ise “Taassupsuzluk, o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı
hiçbir kin duymaz, aksine saygı gösterir. Hiç olmazsa başkalarının kendininkine uymayan inanışlarını bilmemezlikten, duymamazlıktan gelir.” (2) sözleriyle tanımlamıştır.
Taassup sahibi kişiler, geçerliliğini kaybetmiş ve topluma faydalı olmadığı için terk edilmiş eski uygulamalara
taassupla bağlanırlar. Ayrıca bu konuda kendileri gibi düşünmeyenlere söz hakkı tanımazlar. Atatürkçülük ise toplumun önünde engel olarak gördüğü bu tutuma karşı çıkarak taassupsuzluğun hâkim olduğu bir özgürlük ortamı
kurmayı hedefler.
Atatürkçü düşüncenin hedefi olan özgürlük ortamı ancak laik bir devlet ve toplum düzeni ile sağlanabilir.
Bu nedenle ülkemizde cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren laiklik ilkesi gereği din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Laik devlet düzeninde herkesin din ve vicdan hürriyeti vardır. “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir.
Hiçbir kimse, hiçbir kimseyi ne bir din ne de mezhep kabulüne zorlayabilir.” (3) diyen Atatürk de dinin vicdani bir konu
olduğunu düşünerek herkesin vicdanının emirlerine uymakta serbest olduğunu vurgulamıştır.
Resim 5.40: Ülkemizde farklı dinî inanışlar laiklik ilkesi sayesinde serbestçe yaşanabilmektedir.
Laiklik ilkesinin gereği olan din ve vicdan hürriyeti Anayasa’mız ile de güvence altına alınmıştır. Bu konu Anayasa’mızın 24 maddesinde “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.” cümlesiyle ifade edilmiştir.
Din ve vicdan hürriyetinin gereği, devlet veya kişiler başkalarının dinî inançlarına müdahale edemez, onları
herhangi bir dini kabul etmeye ya da etmemeye zorlayamaz. Hangi inançtan olursa olsun, herkes yasalar önünde
eşittir ve aynı haklardan yararlanma hakkına sahiptir. Böyle olduğu için de din ve vicdan hürriyeti toplumsal barışın ve
huzurun sağlanmasında önemli bir rol oynar.
?
Laiklik ilkesinin uygulanmadığı bir ortamda din ve vicdan hürriyetinin sağlanabilmesi mümkün müdür? Neden?
1) Atatürkçülük., C III, s. 121.
2) age., C III, s. 122.
ÖÇK
95
3) Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 57.
159
Laiklik dine karşı olmadığı gibi tam aksine gerçek din hürriyeti ancak laik bir devlette gerçekleşebilir.
Çünkü böyle bir devlet düzeninde kişiler hiçbir zorlamayla karşılaşmadan dinlerini özgür iradeleriyle seçebilirler. Aynı şekilde, seçtikleri dinin gereklerini yerine getirme veya getirmeme konusunda da tam bir serbestlik
içinde bulunurlar.
Atatürk, laiklik ile din arasındaki bu ilişkiyi “Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir.” (1) sözüyle açıklamıştır. Din
lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.” (2) sözüyle de dinin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Atatürk islam dini hakkındaki görüşlerini ise “Bizim dinimiz, en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan
dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz
bunlara tamamen uygundur.” (3) sözleriyle ifade etmiştir.
İslamiyete bağlı bir insan olan Atatürk bu konudaki duygu ve düşüncelerini “Ey millet, Allah birdir. Şanı
büyüktür. Allah’ın selameti, sevgisi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabıhak
tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı hepimizin bildiği gibi Kur’an-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir.
Mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa
ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi.
Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenabıhak’tır.” (4) sözleriyle dile getirmiştir.
Resim 5.41: Atatürk’ün laiklik ilkesi dine değil, dini bir çıkar aracı olarak kullananlara karşıdır.
Laiklik Türk toplumuna önemli faydalar sağlamıştır. Bu ilke din ve vicdan hürriyetini hayata geçirerek
ülkemizde dinin gerçek yönleriyle anlaşılıp serbestçe yaşanmasının yolunu açmıştır. Diğer yandan gelişmiş
ülkelerde olduğu gibi vatandaşların kanun önünde eşitliğine imkân vererek milletimizin çağdaşlaşmasına katkıda bulunmuştur. Laiklik ilkesi insanlar arasındaki inanç farklılıklarından kaynaklanan ayrıcalıkları da ortadan
kaldırmıştır. Böylece toplumsal barışın ve huzurun sağlanması ile millî birlik ve beraberliğin güçlenmesinde
önemli bir rol oynamıştır.
?
160
Laikliğin halkçılık ve cumhuriyetçilik ilkeleriyle ilişkili olduğu söylenebilir mi? Neden?
(1) Atatürkçülük, C I, s. 111.
(2) Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 116.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 231.
(4) http://www.balikesirturizm.gov.tr/belge/1-69218/
ataturkun-balikesir-hutbesi.html
9. Konu
İnkılapçılık
“Türk ulusu, yaşadığı çağın uygarlık düzeyinin gereklerini yerine getirmek zorundadır.”
(1)
Atatürk
?
Atatürk bu sözüyle Türk milletinden neler yapmasını istemiştir?
Atatürk, hayatı boyunca Türk milletini her alanda yükseltmek ve millî kültürümüzü çağdaş medeniyet
seviyesinin üstüne çıkarmak için çalışmıştır. O, Türk inkılabı adı verilen bu çabalarını “Uçurumun kenarında
yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı
ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız inkılaplar. İşte Türk genel inkılabının bir kısa ifadesi.” (2) sözleriyle tanımlamıştır.
Atatürk, inkılap kavramını, Türk milletini geri bırakmış olan kurumların yerine çağdaşlığın gereklerine
göre ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak şeklinde tanımlamıştır. Bununla birlikte yenileşmeyi gerçekleştirirken millî benliğin korunmasına da büyük önem vermiştir. Çünkü o, çağdaşlaşmayı yalnızca millî bilince
sahip toplumların başarabileceği bir iş olarak görmüştür. Aynı şekilde kendi düşünce sistemi olan Atatürkçülüğün özünü kültürel değerlerine ve geleneklerine son derece bağlı ama her türlü yeniliğe sonuna kadar
açık bireyler yetiştirmeye dayandırmıştır. Böylece milliyetçilik ile medeniyetçiliği birleştirmiş ve konuyla ilgili
düşüncelerini “Biz, kendi benliğimiz içinde ve kendi mizaç ve tabiatımızla ilerliyoruz ve ilerleyeceğiz.” (3) sözüyle
dile getirmiştir.
“Hayat ve yaşayışa hâkim olan
kuralların zaman ile değişme, gelişme
ve yenileşmesi zorunludur” (4) diyen Atatürk, bu yenilenmeyi gerçekleştiremeyen
milletlerin devamına imkân olmadığını
görmüştür. Bu nedenle de sürekli çağdaşlaşmayı esas alan inkılapçılığı düşünce
sisteminin temel ilkelerinden biri hâline
getirmiştir. İnkılapçılık ilkesi hiçbir şeyin
donup kalmasına ve kalıplaşmasına izin
vermez. Toplumun zamanın akışına ve
medeniyetin gereklerine uygun biçimde
sürekli ilerlemesini öngörür.
Atatürk, inkılapçılık ilkesinin milletimiz için önemini “Artık duramayız;
Resim 5.42: Ressam Zeki Faik İzer’in İnkılap Yolunda adlı tablosu
mutlaka ileri gideceğiz, çünkü mecburuz!
Medeni dünya çok ileridedir. Buna yetişmek, o medeniyet dairesine dâhil olmak mecburiyetindeyiz. Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya maruzdur.” (5) sözleriyle dile getirmiştir. O, konuyla
ilgili bir diğer konuşmasında “Medeniyetin icatları, fennin harikaları, cihanı değişiklikten değişikliğe sürüklediği
bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziye düşkünlükle mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir.” (6) diyerek çağdaşlaşmaya direnmenin yanlışlığına dikkat çekmiştir.
?
Atatürk’e göre inkılapçılık ilkesi hangi ihtiyaçların sonucunda ortaya çıkmıştır?
(1) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-54/ataturkcu-dusunce-sistemi
(2) Atatürkçülük, C I, s. 115.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 80.
(4) age., s. 80.
(5) Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve
İnebolu Seyahatleri, s. 18.
(6) Herbert Malzig, Atatürk’ün Başlıca Nutukları, s. 85.
161
Atatürk’ün inkılapçılık ilkesi yeniyi, iyiyi ve güzeli esas alır. Başka bir deyişle, dünyanın neresinde olursa
olsun, çağın en yeni ve en ileri uygulamalarının ülkemize getirilmesini savunur. İşte bu özellikleri nedeniyle
inkılapçılık Türk toplumuna önemli faydalar sağlayan bir ilkedir. İnkılapçılık ilkesi gereği yapılan köklü yenilikler
sayesinde Türk milleti kendi kendini yönetmeye başlamış, çağdaş bir hukuk ve eğitim sistemine kavuşmuştur.
Ayrıca ekonomide, bilimde ve güzel sanatlarda hızlı bir gelişme sürecine girmiştir. Atatürk inkılapçılık ilkesinin
ülkemizin yenileşmesine ve gelişmesine olan katkısını “Kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, sanatı,
ilimsel müzik ve teknik kurumlarıyla kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk toplumu bu son yılların eseridir.”
(1)
sözleriyle dile getirmiştir.
Resim 5.43: İnkılapçılık ilkesinin amacı, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmek, hatta onun da üzerine çıkarmaktır.
Her zaman ve her yerde hareketliliği ve ilerlemeyi ifade eden inkılapçılık ilkesi, Atatürkçü Düşünce
Sistemi’ne dinamizm kazandırmaktadır. Çünkü bu ilke hayatın çeşitli alanlarında yapılan inkılapları yeterli görmez. Bunların bir süre sonra ihtiyacı karşılayamaz hâle geleceğini, bu nedenle de akla, bilime ve çağın gereklerine uygun şekilde devamlı yenilenmesini ister. Atatürk bu durumu “Başladığımız inkılap ve yenilik bir an bile
durmayacaktır, bizden sonraki devirlerde de böyle olacaktır.” (2) sözüyle ifade etmiştir. Böylece inkılapçılık ilkesi
sahip olduğu bu dinamizm ile ülkemizdeki çağdaşlaşma çabalarının sürekliliğini sağlamıştır.
?
162
İnkılapçılık ilkesinin varlığını günümüzde de devam ettirdiğini gösteren uygulamalara hangi örnekleri verebilirsiniz?
ÖÇK
96
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 90.
(2) age., s. 92.
10. Konu
Atatürk İlkelerinin Amaçları ve Ortak Özellikleri
“Amacımız Türk milletinin en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığını yükseltmektir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk yukarıdaki sözünde belirttiği amacını gerçekleştirmek için neler yapmıştır?
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda kazandığı zaferle yurdumuzu işgalden, milletimizi de tutsak olmaktan kurtarmıştır. Ancak o, elde ettiği bu başarıyla yetinmemiş, bunu yalnızca daha büyük amaçların gerçekleştirilmesini kolaylaştıracak bir araç olarak görmüştür. “Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden sonra daha büyük olan gayeyi
elde etmek için gerekli en belli başlı bir vasıtadır.” (2) sözüyle de bu konudaki düşüncesini dile getirmiştir.
Atatürk’ün yukarıda sözünü ettiği büyük gaye, bağımsız ve güçlü bir Türkiye hedefidir. O, bu gayesini cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık ilkeleriyle gerçekleştirebileceğini görerek düşünce
sistemini bu ilkeler üzerine inşa etmiştir.
Egemenlik
milletindir.
Daima ileriye.
Hepimiz
bir milletiz.
Eşit
vatandaşlarız.
Aklın ve bilimin
aydınlığında.
Devlet millet
el ele.
?
Yukarıdaki şemada Atatürk ilkelerini açıklayan kısa ifadelere yer verilmiştir. Bu ifadelerin ilişkili
olduğu Atatürk ilkeleri hangileridir? Her bir ifadenin altındaki kutucuğa ilişkili olduğu ilkeyi yazınız.
Atatürk, düşünce sistemini oluşturan ilkeler gereği siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda köklü yenilikler
yapmıştır. Cumhuriyeti ilan ederek millî egemenliğe dayanan yeni bir Türk devleti kurmuş, çağdaş eğitimin önünü
açmış, her alanda kadın erkek eşitliğini sağlamış ve millî ekonominin temellerini atmıştır. O, gerçekleştirdiği bu ve
benzeri inkılapların ortak amacını ise “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye
ÖÇK
Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum hâline ulaştır97
(3)
maktır. İnkılaplarımızın ana ilkesi budur.” sözleriyle açıklamıştır.
(1) Atatürkçülük, C II, s. 358.
(2) age., C II, s. 5.
(3) Atatürkçülük, C I, s. 115.
163
Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılaplar farklı alanlarda yapılmış olsa da biri diğerine bağlı ve birbirinin
tamamlayıcısıdır. Bu ilişki, inkılapların dayandığı Atatürk ilkelerinin aynı bütünün parçaları olmasından kaynaklanmaktadır. Atatürkçü Düşünce Sistemi olarak adlandırılan bu bütün, kendisini oluşturan ilkelerden biri olmadığında eksik kalır. Örneğin vatandaşların eşitliğini öngören halkçılık ilkesi olmadan millî egemenliği gerçekleştirmenin imkânı yoktur. Aynı şekilde akıl ve bilimi esas alan laiklik ilkesi olmadan sürekli yenileşmeye dayanan
inkılapçılık ilkesinin çağdaşlaşma amacına ulaşılması mümkün değildir. Atatürk de “Benim yaptığım bütün işler,
biri ötekine gerekli ve zorunlu olan işlerdir.” (1) sözüyle ilkeleri arasındaki bu ilişkiyi dile getirmek istemiştir.
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözüne kanıt oluşturabilecek inkılaplarına hangi örnekleri verebilirsiniz?
Atatürk ilkeleri Türk toplumunun ihtiyaçlarından doğmuştur. Bu nedenle söz konusu ilkeler herhangi
bir dış müdahalenin veya taklitçiliğin eseri değildir. Ülkemizin tarihsel gelişimi sonucunda ortaya çıkan Atatürk
ilkeleri her yönüyle Türk milletine özgüdür. Onun içindir ki bu ilkeler ve onların oluşturduğu Atatürkçü Düşünce
Sistemi bir yabancı fikir akımlarıyla açıklanamaz.
Resim 5.44: Atatürkçülük, Türk milletinin ihtiyaçlarından doğmuş gerçekçi bir düşünce sistemidir.
Akla, bilime ve çağın gereklerine uygun olan Atatürk ilkeleri bütünüyle Atatürk’ün gerçekçi fikirlerine
dayanır. Bu nedenledir ki kâğıt üzerinde kalmamış, uygulamalarla hayata geçirilmiştir. Örneğin cumhuriyetçilik
ilkesi gereği kadınlara seçme seçilme hakkı tanınmış, laiklik ilkesine uygun biçimde din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Devletçilik ilkesiyle de ülkemizin sosyoekonomik bakımdan kalkınmasının yolu açılmıştır.
Atatürk ilkeleri, Türk millî kültürüne dayanmaları ve bir düşünce sisteminin tamamlayıcı parçaları olmalarının yanı sıra başka özelliklere de sahiptir. Millî egemenliği, bağımsızlığı ve laik hukuku esas alan bu ilkeler
evrensel ve barışçı nitelikler taşır. Bu nedenle yalnız Türk vatandaşlarının değil, dünyadaki bütün insanların hak
ve hürriyetlerinin korunması ve bunlara saygılı olunması gerektiğini savunur.
?
164
Atatürk ilkelerinin başka hangi özellikleriyle evrensel ve barışçı niteliklere sahip
olduğu söylenebilir?
ÖÇK
98-99
(1) http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-02/turk-kurtulus-hareketinin-safhalari-ve-cagdaslasmaya-etkileri
11. Konu
Atatürkçülüğün Temel Esasları
“Tam bağımsızlık bizim bugün üstlendiğimiz görevin özüdür. Bu görev bütün ulusa ve tarihe karşı üstlenilmiştir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını oluşturan temel esaslar arasında tam bağımsızlığa özel bir
önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
Atatürk kendisini, Türk milletini aklın ve bilimin rehberliğinde çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma hedefine adamıştır. Bunun için de Türkleri bağımsız ve özgür bir millet olarak yaşatmaya çalışmış ve düşünce sisteminin temellerini bu ilkelere dayandırmıştır. “Ben yaşayabilmek için bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım.” (2) diyen Atatürk,
tarih boyunca bağımsız yaşamış Türk milletinin tutsak düşmektense ölmeyi tercih edeceğini görmüştür. Bu konudaki
düşüncelerini ise “Türkiye halkı yüzyıllardan beri özgür ve bağımsız yaşayan ve bağımsızlığı yaşamının gereği olarak
değerlendirmiş bir kavmin kahraman çocuklarıdır. Bu ulus bağımlı yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.” (3)
sözleriyle dile getirmiştir.
Atatürk bağımsızlık ile birlikte millî egemenlik ilkesine de büyük önem vermiş ve “Bu devletin dayandığı temeller ‘tam bağımsızlık’ ve ‘kayıtsız şartsız ulusal egemenlik’tir. Ulus, bu egemenlikten bir zerresini bile feda etmeyecektir.” (4) diyerek bu konudaki kararlılığını vurgulamıştır. Atatürk gerçek bağımsızlığın ve özgürlüğün ancak egemenliğin
millete ait olmasıyla sağlanabileceğinin farkındadır. Bu nedenle Millî Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren yaptığı
konuşmalarda ve yayımladığı belgelerde millî irade kavramını öne çıkarmıştır. 23 Nisan 1920’de de Büyük Millet Meclisini açarak “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” ilkesini hayata geçirmiştir. O, millî egemenliğe olan bağlılığını “Millî
egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” (5) sözleriyle ifade etmiştir.
Resim 5.45: Ressam Refik Epikman’ın İlk Meclis adlı tablosu
?
Atatürk’ün millî egemenliğe önem vermesinin nedenleri neler olabilir?
(1) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 278.
(2) Turhan Feyzioğlu, Atatürk Yolu, s. 116.
(3) Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 279.
(4) age., s. 280.
(5) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 34.
ÖÇK
100
165
Atatürk bütün yaşamı boyunca vatanını ve milletini her şeyin üzerinde tutmuş ve bu değerler uğrunda canını
bile vermekten çekinmeyeceğini göstermiştir. “Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz
senin için fedaiyiz. Fakat sen, Türk milletini ebedî hayatta yaşatmak için verimli kalacaksın.” (1) diyen Atatürk askerlik
hayatı boyunca pek çok defa ölüm tehlikesi atlatmıştır. Siyasi hayatı sırasında da sağlığını hiçe sayarak daima devlet
işlerine öncelik vermiştir.
Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu konulardan biri de millî kültürün geliştirilmesidir. “Türkiye Cumhuriyeti’nin
temeli kültürdür.” (2) diyen büyük önder millî kültürümüzü geliştirmenin önemini ise “Milli kültürün her alanda açılarak
yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak temin edeceğiz. Milletimizin dehasının gelişmesi ve bu sayede
layık olduğu medeniyet seviyesine ulaşması şüphesiz ki yüksek meslekler erbabını yetiştirmekle ve millî kültürümüzü
yükseltmekle mümkündür.” (3) sözleriyle dile getirmiştir.
Atatürk millî kültürün yükselmesini millî tarih bilincinin ve millî dilin varlığına bağlamıştır. O konuyla ilgili
düşüncesini “Millî bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.” (4)
sözüyle ifade etmiştir.
Atatürk’e göre dil, milleti oluşturan en temel ögelerden biridir. Türk dili, millî kültürün korunup geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Türkler dil birliği sayesinde en zor zamanlarında bile dağılıp yok olmamış ve
yüzyıllar boyunca bir arada yaşamayı başarabilmişlerdir. Atatürk bu gerçeği “Türk dili, Türk milleti için kutsal
bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği bitip tükenmez felaketler içinde ahlakını, geleneklerini, hatıralarını,
menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin, dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” (5) sözleriyle dile getirmiştir. Milletimiz için böylesine hayati öneme sahip
olmasına rağmen güzel dilimiz Türkçe, cumhuriyet öncesi dönemde yabancı dillerin etkisinde kalmıştı. Bu durumu
bir bağımsızlık sorunu olarak gören Atatürk, dilimizin yabancı dillerin etkisinden kurtarılmasına ve Türkçenin zenginliklerinin ortaya çıkarılmasına büyük önem vermiştir. Bütün bunların bilimsel yöntemlerle yapılması için de Türk
Dil Kurumunu kurmuştur.
Resim 5.46: Atatürk, III. Türk Dil Kurultayı’nda Türk ve yabancı dil bilginleri ile birlikte (1936)
?
166
Milletlerin oluşumunda ve devamında dil ve tarihin önemi ile ilgili duygu ve
düşünceleriniz nelerdir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 218.
(2) Atatürkçülük, C I, s. 349.
(3) Atatürkçülük, C II, s. 80.
ÖÇK
101
(4) Atatürkçülük, C I, s. 365.
(5) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 149.
Atatürk’ün millî dil gibi önem verdiği konulardan biri de millî tarih bilincidir.
Türk milletinin dünya medeniyetinin gelişmesine katkıda bulunduğunu ve tarih boyunca
insanlığa hizmet ettiğini bilen Atatürk, millî tarihimizin her yönüyle araştırılıp ortaya çıkarılması
için Türk Tarih Kurumunu kurmuştur.
Atatürk, Türk tarihinin ortaya çıkarılması konusundaki düşüncesini “Türk çocuklarında
kabiliyet, her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana
çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için
lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık
fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler,
kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler
ve bu kabiliyetle kimse boyun eğmeyeceklerdir.”
(1)
sözüyle dile getirmiştir.
Türk Tarih Kurumu Atatürk’ün yukarıdaki
sözlerinde vurguladığı düşüncesini hayata geçirmek için millî tarihimizle ilgili bilimsel araştırmalar yapmıştır. Kurum bu çalışmalarını günümüzde de devam ettirmektedir.
Resim 5.47: Ayşe Afet İnan İkinci Türk Tarih Kongresi’nde
Resim 5.48: Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda açılan tarih
sergisini gezerken
Atatürk’ün millî tarihimizi aydınlatma ve dünyaya duyurma amacıyla yaptığı çalışmalar onun düşünce
sisteminin ana unsurlarından birini oluşturmaktadır. Ünlü tarihçilerimizden Fuat Köprülü, Atatürk’ün millî
tarih bilincini güçlendirmeye yönelik çalışmalarını şu sözlerle değerlendirmektedir:
“Millî tarihi yabancıların gözüyle görmenin, daha doğrusu, onların gösterdikleri şekilde anlamanın bir
millet için ne büyük bir gaflet olduğunu Atatürk, büyük dehasıyla çok iyi biliyordu. Bunun için ekonomik ve
siyasi bağımsızlığa kavuşturduğu milletini, manevi ve ruhi bağımsızlığa da kavuşturmak için memlekette tarih
araştırmalarının gelişmesine büyük önem verdi.” (2)
Atatürk’ün gerek askerî gerekse siyasi hayatında kazandığı başarılarda Türk milletine inanması ve güvenmesi büyük rol oynamıştır. O, Millî Mücadele’ye başlarken milletinin yaşama azminden ve bağımsızlık özleminden güç almıştır. Zorluklar karşısında da yine milletinden aldığı kuvvetle yoluna devam etmiştir.
Atatürk, Türk milletine inanmak ve güvenmekle kalmamış, onun ruhunda saklı bulunan ilerici karakteri
de keşfetmiştir. O, milletinin bu özelliğini harekete geçirerek her alanda inkılaplar yapmıştır. “Başladığımız
büyük icraatta, milletimizin yüksek kabiliyeti ve yüksek aklı selimi başlıca yol göstericimiz ve başarı kaynağımız
olmuştur.” (3) sözüyle de yaptıklarını milletine mal etmiştir.
Millî birlik ve beraberliği bir milletin en değerli varlığı olarak gören Atatürk konuyla ilgili düşüncesini
“Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik en yüksekte göz diktiğimiz idealdir.” (4) sözüyle dile getirmiştir. O, bu idealini gerçekleştirmek için Sivas Kongresi’nde millî cemiyetleri birleştirmiş ve böylece ulusal
birliği sağlama yolunda ilk adımı atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarak da millî birlik ve beraberliğimizi ve ülkemizin bütünlüğünü güvence altına almıştır.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 176.
(2) Belleten, C II, S 10, s. 277, Ankara 1939.
(3) Atatürkçülük, C II, s. 43.
(4) Nimet Arsan, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Seyahatnameleri, C IV, s. 573.
167
12. Konu
Modern Türkiye’nin Doğuşu
“Bilirsiniz ki dünyada her milletin varlığı, kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle orantılıdır.” (1)
Atatürk
?
Atatürk “medeni eserler” sözüyle neleri anlatmak istemiş olabilir?
Atatürk’ün en büyük ideali, millî sınırlarımız içinde millî birlik duygusuyla kenetlenmiş uygar bir toplum
oluşturmaktır. Ona göre böyle bir toplumun varlığı ancak sahip olduğu ve meydana getireceği medeni eserlerle
mümkündür. Medeni eserler meydana getirme yeteneğinden yoksun toplumların ise varlıklarını sürdürmeleri
mümkün değildir. Atatürk bu gerçeklerden yola çıkarak, Türkiye’nin her bakımdan medeni bir ülke hâline gelmesi için çalışmış ve bunu bir hayat davası olarak görmüştür. Ayrıca bu hedefe ulaşmayı milletler arasında barışın
ve kardeşliğin hâkim olduğu bir insanlık hayatı meydana getirmenin de ön şartı olarak kabul etmiştir. Atatürk
uygar bir millet olmanın gereğini ve önemini “Benim kanaatim daima o oldu ki dünyada ‘insanım’ diye yaşamak
isteyenler insan olmak vasıflarını ve kudretini kendilerinde görmelidirler.” (2) sözleriyle ifade etmiştir.
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözünde vurgulanmak istenen anlamıyla insan olmak için gereken vasıflar nelerdir?
Atatürk, Türk milletine ilişkin ideallerini gerçekleştirebilmek ve Türkiye’yi milletler ailesi içinde yüksek
bir konuma getirebilmek için çok çaba harcamıştır. Bu amaçla çeşitli ilkeler belirlemiş ve o ilkelere dayanarak
her alanda inkılaplar yapmıştır. Böylece modern Türkiye’nin kurulmasında ve gelişmesinde üstlendiği öncülük
görevini başarıyla yerine getirmiştir.
Resim 5.49: Atatürk’ün amacı, Türk toplumunu her bakımdan modern ve ileri bir toplum hâline getirmektir.
?
168
Yukarıdaki görsel ögelerde anlatılan yeniliklerin hangi Atatürk ilkeleri ile ilişkili
olduğunu düşünüyorsunuz? Neden?
ÖÇK
102
(1) Herbert Melzig, Atatürk’ün Başlıca Nutukları, s. 85.
(2) Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, s. 99.
13. Konu
Atatürk: Mazlum Milletlerin Kahramanı
1935 yılında İstanbul’da toplanan uluslararası kadın kongresinde Mısırlı kadınları temsil eden Hüda Şaravi
Atatürk’e hitaben şöyle seslenmiştir: “Türkler, sizi Atatürk yani Türklerin babası olarak isimlendiriyorlar. Ben ise
Ataşark yani Şark’ın babası diye isimlendirmek istiyorum.” (1)
?
Hüda Şaravi’nin Atatürk’ü Şark’ın babası olarak adlandırmasının nedenleri neler olabilir?
Türk milleti, Atatürk’ün başlattığı Millî Mücadele
hareketiyle vatanını işgalden kurtarırken bağımsız yaşama
hakkını da elde etmiştir. Ancak Mustafa Kemal’e göre Türk
milletinin verdiği bu mücadele yalnız kendisini ilgilendiren
bir olay değildir. O, Millî Mücadele’nin sömürge altında ezilen mazlum milletlere kurtuluş yolunu açacak nitelikte evrensel bir hareket olduğunu düşünmüş ve konu hakkında
şunları söylemiştir:
“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam
ve hesabına olsaydı belki daha kısa, belki daha az kanlı olur
ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli çaba
Resim 5.50: Irak Kralı Faysal ülkemizi ziyareti sıraharcıyor. Çünkü savunduğu dava bütün mazlum milletlerin,
sında Atatürk ile bir arada
bütün Doğu’nun davasıdır. Ve bunu sona erdirinceye kadar
Türkiye, kendisi ile birlikte olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.” (2)
Atatürk yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere sömürge hâline getirilmiş milletlerin savunuculuğunu
üstlenmiştir. Bu milletler Türk Millî Mücadelesi’ni ve temeli tam bağımsızlık ilkesine dayanan Atatürkçülüğü örnek
alarak kendilerini sömüren devletlere karşı bağımsızlık mücadelesine girişmişlerdir.
“Türk zaferi Tunus’ta, Cezayir’de genellikle Kuzey Afrika’da coşkuyla karşılandı. Suriye ve Filistin’in
bazı şehirleri Türk bayrakları ile donandı ve camilerde dualar birbirini kovaladı. Mustafa Kemal’in ismi dillerde dolaşıyor, resimleri evlerin şeref köşelerinde yer alıyordu. Zaferi için şiirler kaleme alınıyordu. Türkiye
olayları kalabalıkları sokağa dökebiliyordu. İngiliz ve Fransız egemenliğinde bulunan yerlerde ‘Yaşasın Türkiye!’, ‘Yaşasın Mustafa Kemal!’ haykırışları bağımsızlık özleminin bir ifadesi hâlini alıyordu. O artık yalnız Türkiye’nin değil; İslam
âleminin, hatta İslam olmayan esaret altındaki halkların bir kahramanıydı.”
Abdurrahman Çaycı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 480.
?
Yukarıdaki metinde anlatılanlarla ilgili duygu ve düşünceleriniz nelerdir?
Türk Millî Mücadelesi, Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar esaret altında inleyen milletlere öz güven kazandıran bir ümit ışığı olmuştur. Bu olay sömürgeci devletlerin etkisini kırmış ve mazlum milletlerin içinden çıkan liderler,
Atatürk’ten ve onun fikirlerinden aldıkları ilhamla ülkelerine bağımsızlıklarını kazandırmışlardır. Behçet Kemal Çağlar’ın
Atatürk’e hitaben söylediği şu dörtlük bu gerçeğe işaret etmektedir:
“Doğrulup gürlüyorsun yeryüzünde yeniden,
Her silkinen, kalkınan, kurtulan ulusla sen.
Tıpkı ilk sesin gibi Samsun’dan, Amasya’dan,
Son sesin yükseliyor Afrika’dan, Asya’dan.” (3)
?
Yukarıdaki dizelere bir başlık vermeniz istenseydi hangi başlığı verirdiniz? Neden?
(1) Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, s. 214.
(2) Atatürkçülük, C II, s. 21.
(3) Atatürkçü Düşünce El Kitabı, s. 87.
ÖÇK
103
169
Atatürk’ü örnek alan liderlerden biri olan Tunus Devleti’nin kurucusu Habib Burgiba “Sakarya Zaferi yirmi
yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar kendi kendime diyordum, acaba ben de ulusumu böyle seferber
edemez miyim, onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?” (1) diyerek Türk Millî
Mücadelesi’nin kendisi üzerindeki etkisini vurgulamıştır. Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele eden
Nehru ise aynı konudaki düşüncelerini şu sözlerle ifade etmiştir:
“Kemal Atatürk veya bizim onu o zamanlar tanıdığımız adıyla Kemal Paşa, gençlik günlerinde, benim kahramanımdı. Biz o tarihlerde kendi bağımsızlık hareketimizle son derece meşgulduk. Kemal Paşa’nın Türkiye’yi yabancı
hâkimiyet ve nüfuzundan kurtarmak yolundaki faaliyeti ve mücadelesi ile ilgili haberleri hapishanede dahi büyük bir
alaka ve heyecanla takip etmekte idik. Anadolu’da Yunanlılara karşı kazanılan Büyük Zafer’in haberi hapishanede
bize geldiği zaman bundan ne büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ve bunu hapishanede dahi nasıl kutladığımızı
çok iyi hatırlıyorum.” (2)
Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah ise Atatürk’ün ölümü üzerine verdiği demeçte “Kemal Atatürk’ün
şahsında İslam dünyası büyük bir kahramanını kaybetmiştir.” dedikten sonra şu soruyu sormuştur: “Hindistan Müslümanları önlerinde bir ilham kaynağı olarak duran bu büyük Müslüman’ın kendilerine verdiği örneği gördükten
sonra da hâlâ bu batağa ayakları saplanmış olarak kalmakta devam edecekler mi?” (3)
Hindistan Meclis Başkanı Sir (Sör) Abdurrahim de “O, uğraşlarıyla yalnız Türkiye’ye değil, bütün Doğu dünyasına kurtuluş yolunu göstermiştir. O tarih büyüğünün, o Türk kahramanının, o Doğu’nun kurtuluş ve uygarlık önderinin eserlerini her zaman sevgi ve saygıyla anacağız.” (4) diyerek Atatürk’ün evrensel yönüne dikkat çekmiştir.
Mazlum milletler, Türk Millî Mücadelesi’ni ve Atatürkçü Düşünce Sistemi’ni sadece bağımsızlıklarını kazanmak için değil, çağdaşlaşmak için de model olarak benimsemişlerdir. İran’da Şah Rıza Pehlevi, Afganistan’da Amanullah Han, Endonezya’da Ahmet Sukarno, Mısır’da Cemal Abdülnasır, Tunus’ta Habib Burgiba Atatürk ilke ve inkılaplarını örnek alarak ülkelerinde çağdaşlaşma hareketini başlatan liderlerden bazıları olmuşlardır. Bunlardan İran
Şahı Rıza Pehlevi, 1934 yılındaki Türkiye ziyaretinin ardından ülkesinde ilk öğrenimini zorunlu hâle getirmiş, tarihî
eserlerin korunması için müzeler kurmuş ve kütüphaneler açmıştır. Ayrıca, Atatürk’ün inkılaplarından etkilenerek
kadın hakları ve kıyafet konularında düzenlemeler yapmıştır.
Resim 5.51: Atatürk, ülkemize gelen İran Şahı Rıza Pehlevi ile konuşuyor.
?
170
Sizce Atatürk en çok hangi hareketleriyle dünya milletlerine ve liderlerine örnek
olmuştur?
(1) İzzet Öztoprak, Atatürk, Çağdaşlaşma ve Dış Dünyadaki
Etkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 1, s. 294.
(2) Muzaffer Ender, Ağlayan Dünya, s. 160.
ÖÇK
104
(3) İzzet Öztoprak, Atatürk, Çağdaşlaşma ve Dış Dünyadaki
Etkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 1, s. 297.
(4) Turhan Feyzioğlu, Atatürk Yolu, s. 257.
14. Konu
Atatürk’ün Mirasçıları
“Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu memleketi sizin
gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözünde belirttiği gelecekle ilgili emelleri neler olabilir?
Yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı gibi Atatürk, eserlerini ve geleceğe yönelik ideallerini Türk gençliğine emanet etmiştir. Çünkü Atatürk, milletçe ihtiyacımız olan dinamizmin ve yenilikçi fikirlerin gençlikte vücut
bulduğunu çok önceleri görmüştür. Öyle ki daha 1918 yılında bir fotoğrafının üzerine bu konuyla ilgili şunları
yazmıştır:
“Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz
memleket ve milletim hakkındaki sonsuz sevgi değil; bugünün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde
sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.” (2)
Atatürk, Millî Mücadele günlerinde olduğu gibi Büyük Zafer’in kazanılmasından sonra da bütün ümidini
gençliğin enerjisine ve yenilikçi anlayışına bağlamıştır. Bu nedenle Gençliğe Hitabesi’nde Türk istiklal ve cumhuriyetinin sonsuza kadar korunması görevini gençlere vermiştir. Atatürk aynı hitabenin son bölümünde ise
“Ey Türk istikbalinin evladı!” ifadesini kullanarak sadece kendi zamanında yaşayan gençlere değil, Türk milletinin gelecekteki genç nesillerine de seslenmiştir.
Resim 5.52: Atatürk, geleceğin büyükleri olan çocuklarla konuşurken
Atatürk, cumhuriyeti bizlere emanet ederken “Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak.” (3) demiştir. Bugünün gençleri olarak bizler de ilke ve inkılaplarına sahip çıkarak onun bu güvenine layık olduğumuzu göstermeliyiz. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Atatürk ilkeleri
üzerine kurulduğunu ve devletimizin varlığının bu ilkelerin yaşamasına bağlı olduğunu iyi bilmeliyiz.
ÖÇK
Atatürk’ün ifadesiyle “Türk istiklal ve cumhuriyetinin mevcudiyetimizin yegane temeli” olduğunu bir
105
an bile aklımızdan çıkarmamalıyız.
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 195.
(2) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, s. 17.
(3) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 193.
171
Atatürk ilke ve inkılaplarının amacı, Türk milletini en kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine, hatta onun
da üzerine çıkarmaktır. Milletimiz, bugüne kadar Atatürk’ün akla ve bilime dayanan ilkelerini benimsemiş ve
bu ilkeler gereği yapılan inkılaplarla çağdaşlaşma yolunda önemli adımlar atmıştır.
Atatürk ilke ve inkılapları sayesinde Türk milleti her şeyden önce dünyada bağımsız bir millet olarak
yaşama hakkını elde etmiştir. Milletimiz, Atatürk’ün gerçekleştirdiği eğitim, sağlık, hukuk, ekonomi ve kültür
inkılapları sayesinde modern bir toplum hâline gelmiştir. Türk milletinin egemenliğini kullanarak kendi kendini
yönetme hakkına kavuşması da yine bu ilke ve inkılaplarla mümkün olabilmiştir.
Atatürk millî egemenlik ilkesini hayata geçirerek ülkemizde demokrasinin yerleşip kökleşmesine ortam
hazırlamıştır. “Demokrasi ilkesi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir.” (1) diyen
Atatürk millî egemenlik ile demokrasinin birbirinden ayrılamayacağını vurgulamıştır.
Atatürk, ülkemizde çok partili demokratik hayatı başlatmak için büyük çaba harcamış, bu konuda ilk
adımı atarak Halk Fırkasını kurmuştur. Cumhuriyetçilik, halkçılık ve laiklik ilkeleri gereği genel ve eşit oy ilkesini
hayata geçirmiştir. Böylece kadın erkek her Türk vatandaşının ülke yönetiminde söz sahibi olmasının yolunu
açmıştır. Ayrıca eğitim öğretimin laikleştirilmesi, Türk Medeni Kanunu’nun kabulü, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi inkılaplarla insanların düşünce, inanç ve kanaat hürriyetine sahip olmalarını sağlamıştır.
Resim 5.53: Vatandaşlarımız cumhuriyetle birlikte düşünce, inanç ve kanaat hürriyetine kavuşmuş ve ülke yönetiminde söz sahibi olmaya başlamışlardır.
Atatürk’ün demokrasiyi kurma çabaları sonucunda ülkemizde çoğulcu bir anlayış hâkim olmuştur. Bugün
artık Türk vatandaşları özgür iradeleriyle seçimlere katılmaktadırlar. Farklı fikirleri serbestçe savunmakta; siyasi
partiler, dernekler, sivil toplum örgütleri kurarak ve buralarda çalışmalar yaparak sosyal katılımın en güzel örneklerini sergilemektedirler. Aynı şekilde, diğer temel insan hak ve hürriyetlerinden de eşit şekilde yararlanmaktadırlar.
Bizler, sahip olduğumuz bu çağdaş ve demokratik ortamın temelinde Atatürk ilke ve inkılaplarının bulunduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu ortamın sağladığı hak ve özgürlükleri kullanmaya devam etmek için de
Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmalıyız. Atatürk’ün “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz
kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” (2) sözü doğrultusunda çok çalışmalıyız.
?
172
Sizce Türk gençliğinin Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkma ve devamlılığını sağlama konusundaki sorumlulukları neler olmalıdır?
(1) Ayşe Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 29.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 192-193.
Bilgilerimizi Ölçelim
A) Aşağıdaki cümlelerde noktalı yerlere, verilen sözcüklerden uygun olanları yazınız.
İran
halkçılık
milliyetçilik
siyasi
Türk
Afganistan
millet
lakilik
cumhuriyetçilik
inkılapçılık
ekonomik
petrol
1. 1929 yılında yaşanan Dünya .......................................... Krizi ülkemizde devletçilik ilkesinin ortaya çıkmasının nedenlerinden biridir.
2. Ülkemizde ............................................. ilkesi gereğince efendi, bey, paşa gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır.
3. Atatürk ...................................... ilkesinin gereği, dil ve tarih alanlarındaki çalışmalara önem vermiştir.
4. Türk vatandaşları Atatürk’ün ........................................... ilkesi gereği seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır.
5. TBMM millî güç unsurlarından ........................................... gücü oluşturan kurumlarımızdan biridir.
6. Atatürk en büyük eserim dediği cumhuriyeti ......................................... gençlerine emanet etmiştir.
7. Aralarında dil, tarih, kültür, yurt ve ülkü birliği bulunan insanların oluşturduğu siyasi ve sosyal topluluğa ....
......................................... denir.
8. Şeriye ve Evkaf Vekâleti ................................................. ilkesi gereği kaldırılmıştır.
9. Atatürk’ün ................................................... ilkesi gereği, kanunların ve uygulamaların çağın gereklerine
göre zaman içinde değiştirilip yenilenmesi zorunludur.
10. Atatürk’ü örnek alarak onun yaptıklarını kendi ülkesinde hayata geçirmeye çalışan devlet adamlarından biri
de ....................................................... Şahı Rıza Pehlevi’dir.
B) Aşağıdaki cümlelerden doğru olanların başına D, yanlış olanların başına Y yazınız.
( ) 1. Sanayi İnkılabı’nın sonuçları Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin oluşumuna etki etmiştir.
( ) 2. Vatandaşların sahip oldukları eğitim ve kültür düzeyi millî güç unsurlarından biridir.
( ) 3. Atatürk’ün milliyetçilik ilkesi ırk birliği esasına dayanır.
( ) 4. Atatürk’ün halkçılık ilkesi her alanda hiç durmadan yenileşmeyi ifade eder.
( ) 5. Devletçilik yalnızca ekonomi alanında düzenlemeler öngören bir Atatürk ilkesidir.
( ) 6. Laiklik ülke genelinde din birliğini sağlamayı amaçlayan bir Atatürk ilkesidir.
( ) 7. Genel ve eşit oy ilkesi çok partili demokratik hayata aykırı bir ilkedir.
( ) 8. Tunus, Atatürk ilke ve inkılaplarının örnek alındığı ülkelerden biridir.
( ) 9. Türk Tarih Kurumu varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
( ) 10. Teşvikisanayi Kanunu devletçilik ilkesini hayata geçirmek için çıkarılmıştır.
173
C) Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1. Aşağıdakilerden hangisinin laiklik ilkesi gereği yapılan düzenlemelerden biri olduğu söylenemez?
A) Türk Medeni Kanunu’nun kabülü
B) Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin kaldırılması
C) Halifeliğin kaldırılması
D) Tekke ve zaviyelerin kapatılması
2.
I. Karabük Demir Çelik Fabrikasının açılması
II. Saltanatın kaldırılması
III. Kabotaj Kanunu’nun çıkarılması
Yukarıda verilen gelişmelerin cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve devletçilik ilkeleriyle ilişkilendirilmesi aşağıdakilerin hangisinde doğru biçimde verilmiştir?
Cumhuriyetçilik
Milliyetçilik
Devletçilik
A)
III
I
II
B)
II
I
III
C)
II
III
I
D
III
II
I
3. “Medeniyet yolunda muvaffakiyet yenileşmeye bağlıdır.”
Atatürk’ün yukarıdaki sözü onun aşağıda verilen ilkelerinden hangisiyle daha çok ilgilidir?
A) Cumhuriyetçilik
B) Laiklik
C) Halkçılık
D) İnkılapçılık
4. “Atatürkçülük herhangi bir yabancı fikir akımıyla açıklanamaz.” diyen biri, Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin hangi
özelliğini vurgulamak istemiş olabilir?
A) Akılcılığını
B) Barışçılığını
C) Millîliğini
D) Evrenselliğini
5. I. Tüm vatandaşlar seçme ve seçilme haklarından yararlanmaya başlamışlardır.
II. Hukuk kuralları akla, bilime ve toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenmiştir.
Yukarıdaki gelişmelerin ortaya çıkmasını sağlayan Atatürk ilkeleri aşağıdakilerden hangisinde doğru biçimde
verilmiştir.
I
II
A) Halkçılık
Laiklik
B) Laiklik
Devletçilik
C) Cumhuriyetçilik
Devletçilik
D) Milliyetçilik
Halkçılık
6. Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı “Milletler kendi yöneticilerini kendileri belirlemelidir.” şeklindeki anlayışın Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin;
I. Cumhuriyetçilik
II. İnkılapçılık
III. Devletçilik
ilkelerinden hangisinin veya hangilerinin oluşumunda doğrudan etkili olduğu söylenebilir?
174
A) Yalnız I
B) I ve II
C) II ve III
D) I, II ve III
7. Batılı devletlerin sömürgesi durumundaki mazlum milletlerin Atatürk’ü ve Türkiye’yi örnek alırken öncelikle
ulaşmak istedikleri hedef aşağıdakilerden hangisidir?
A) Bağımsız bir millet hâline gelmek
B) Millî egemenliğe dayalı bir devlet kurmak
C) Laik bir devlet kurmak
D) Çağdaş bir toplum yapısı oluşturmak
8. Atatürkçü Düşünce Sistemi’ne göre aşağıdakilerden hangisi devletin görevlerinden biri olamaz?
A) Ülkede güvenliği sağlamak
B) Vatandaşların seçecekleri meslekleri belirlemek
C) Ulaşım altyapısını kurmak
D) Spor tesisleri inşa etmek
9. Atatürk “Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkâr, asker, doktor, kısacası herhangi bir
sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.” sözüyle halkçılık ilkesinin hangi özelliğini vurgulamak istemiştir?
A) Halkın kendi kendini yönetmesi gerektiğini
B) Halkı oluşturan bireylerin aynı haklara sahip olduğunu
C) Halkın devlet hizmetlerinden ücretsiz yararlanması gerektiğini
D) Halkın dayanışma içinde olması gerektiğini
10. “Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur.”
Yukarıdaki sözüyle Atatürk’ün aşağıda verilen millî güç unsurlarından hangisini vurguladığı söylenebilir?
A) Siyasi güç
B) Ekonomik güç
C) Askerî güç
D) Sosyokültürel güç
Ç) Aşağıdaki soruların cevaplarını verilen boşluklara yazınız.
1. Atatürkçülük hangi yönleriyle özgün bir düşünce sistemidir?
.................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
2. Atatürkçülüğün dinamik bir düşünce sistemi olması ne anlama gelmektedir?
.................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
3. Atatürk kendi düşünce sistemini oluştururken Osmanlı Devleti’nin son yıllarında yaşadığı hangi olaylardan
etkilenmiş olabilir?
.................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
175
4. Mustafa Kemal, Tevfik Fikret’in en çok hangi düşüncelerinden etkilenmiştir?
................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
5. Ülkemizde devletçilik ilkesinin uygulanmasını zorunlu kılan etkenler nelerdir?
................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
6. Cumhuriyetçilik ilkesinin Türk toplumuna sağladığı yararlar nelerdir?
.................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
7. “Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı barışçı, birleştirici ve bütünleştiricidir.” diyen biri bu görüşünü kanıtlamak
için neler söylenebilir?
.................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
8. Atatürk’ün laiklik ilkesi hangi uygulamalara karşıdır?
.................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
9. Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin temel esasları nelerdir?
.................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
10. Atatürk hangi yönleriyle mazlum milletlere örnek olmuş bir devlet adamıdır?
.................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
.......................................................................................................................................................................................
176
6.
Ünite
Atatürk Dönemi Türk Dış
Politikası ve Atatürk’ün Ölümü
le ne
Hazırlık Çalışmaları
metin yazarak bu sözüy
klayıcı nitelikte kısa bir
açı
ü
ün
söz
.”
rış
ba
a
ad
rış, düny
1. Atatürk’ün “Yurtta ba
ınız.
ızda arkadaşlarınızla tartış
k Atatürk dönemi
anlatmak istediğini sınıfın
bu sözlerden yola çıkara
ve
uz
lun
bu
er
ekl
örn
a ilişkin sözlerinden
2. Atatürk’ün dış politikay
belirlemeye çalışınız.
el ilkelerini ve amaçlarını
tem
n
ını
kas
liti
i fedakârlıkları anlatan
po
dış
rk
Tü
rı ve bu konuda gösterdiğ
ala
ışm
çal
ı
tığ
yap
yla
acı
ize katmak am
3. Atatürk’ün Hatay’ı ülkem
riteryallerden bulabildikle
kısa bir metin yazınız.
lanan yazılı ve görsel ma
ım
yay
da
sın
ba
dış
ve
iç
ardından
4. Atatürk’ün ölümünün
yiniz.
adaşlarınızla birlikte incele
araştırınız ve
nizi sınıfınıza getirerek ark
ek amacıyla neler yaptığını
etm
de
ifa
u
sun
ygu
du
et
olan bağlılığını ve minn
5. Türk milletinin, Atatürk’e
ızla paylaşınız.
ıza getirerek arkadaşların
ıfın
sın
eri
ekl
örn
uz
ğun
buldu
Atatürk ve ülkemizi ziyaret eden
İngiltere Kralı VIII. Edward
177
1. Konu
Türk Dış Politikası
Yandaki karikatür Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye’yi temsil eden
İsmet Paşa’yı göstermektedir.
?
Bu karikatürde İsmet Paşa’nın elinde tuttuğu zeytin dalı
neyi simgeliyor olabilir?
Lozan Barış Antlaşması ile Misakımillî’de belirlenen hedefler büyük
ölçüde gerçekleşmiş, yeni Türk devletinin sınırları çizilmiş, kapitülasyonlar
kaldırılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında sayılan Türk milleti bu antlaşma ile büyük bir siyasi zafer kazanmış ve Türkiye uluslararası
alandaki yerini almıştır.
Resim 6.1: İsmet Paşa’yı gösteren bir karikatür
Türkiye, Lozan görüşmeleri sırasında bağımsızlığından ve devletlerin eşitliği ilkesinden taviz vermemiş, sorunları müzakere ederek diplomasi
yoluyla çözme yöntemini benimsemiştir. Ülkemiz bu barışçı tutumunu Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra da devam ettirerek bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumaya öncelik vermiştir.
Türkiye milletlerarası ilişkilerde eşitliğe dayanan dostluklar ve ittifaklar kurmayı ve millî politikayı yürütürken her zaman Türk kamuoyunu dikkate almayı dış politikada gözetilmesi gereken esaslar olarak belirlemiştir. Aynı şekilde diğer devletlerin iç politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmemeyi, bununla birlikte her zaman dünya konjonktürünü göz önünde bulundurmayı da dış politikasının temel ilkelerinden saymıştır.
Atatürk dönemi Türk dış politikasının gözettiği temel ilkeler her zaman için akıl ve bilim olmuştur. Gerçeğe ancak akıl ve bilim yoluyla ulaşılacağına inanan Atatürk her konuda olduğu gibi dış politikada ve diplomaside de bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak benimsemek gerektiğine inanmıştır. “Gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur. İlmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.” (1) sözleriyle
de akla ve bilime verdiği önemi göstermiştir. O, millî siyaset olarak adlandırdığı dış politikasının temel ilkelerini
ve amaçlarını ise şu sözlerle ifade etmiştir: “Millî siyaset dediğim zaman, kastettiğim mana ve anlam şudur:
Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin
gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak. Genel olarak erişilemeyecek hayalî emeller peşinde milleti
uğraştırmamak ve zarara sokmamak. Medeni dünyadan, medeni ve insani davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir.” (2)
Yeni dönemde Türkiye’nin dış politikadaki başlıca amacı, Lozan’da elde edilen kazanımları korumak ve orada çözümlenemeyen sorunları çözüme kavuşturmak olmuştur.
ÖÇK
108
Yabancı Okullar Sorunu
“... 1894’te İmparatorluk düzeyindeki Protestan okullarının sayısı 398 idi. Misyoner okullarının
sayısı 1907’de 465’e yükselmişti. Fransız okulları 37 kentte 72’yi, ABD okulları da 19 ilde 27’yi bulmuştu.
İngilizlere ait yalnız İstanbul’da 83 öğretim kurumu bulunuyordu. Rus okullarının sayısı 44, İtalyanlarınki
24, Almanların ve Avusturyalıların ise yedişer idi. Başkent dışında yabancı okulların kümelendikleri başlıca iller de
dikkati çekiyordu. Beyrut’ta 89, Elâzığ’da 83, Erzurum’da 24, Diyarbakır, Halep, Bitlis’te yirmi ikişer, Adana’da 18,
Ankara’da 9 ve Van’da 8 yabancı okul bulunuyordu.”
Şerafettin Turan, C III, s. 63, 64.
?
178
Yukarıdaki metinde anlatılan durumun ortaya çıkarabileceği sonuçlar neler olabilir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 365.
(2) age., s. 365.
Osmanlı topraklarında Tanzimat ve Islahat fermanlarının ilanından sonra yabancı
devletler tarafından açılan okullar devletin
kontrol ve denetiminden uzak biçimde tam
bir serbestlik içinde çalışıyordu. Bu okullara
Türk ve Müslüman ailelerin çocukları da devam ediyordu.
Yabancı okulların öncelikli hedefi bağlı
bulundukları devletlerin Osmanlı ülkesindeki
çıkarlarını koruyacak kişiler yetiştirmekti. Ayrıca Hristiyanlığı yaymak ve azınlıkları ayaklanmaya teşvik ederek Osmanlı Devleti’ni parçalamak da bu okulların amaçları arasındaydı.
Resim 6.2: Antep Amerikan Koleji
Yabancı okullarda eğitim gören gençler millî kültürlerinden uzaklaşıyor ve içinden çıktıkları topluma yabancılaşıyorlardı. Bunların önemli bir bölümü, okullarını bitirdiklerinde kendilerini eğitenlerin anlayışı ve yararı
doğrultusunda davranmaya hazır kişiler hâline geliyordu.
Atatürk yabancı okulların zararlı faaliyetlerinin ve gerçek niyetlerinin farkındaydı. Türk okullarının bile
sahip olmadıkları ayrıcalıkların bu okullara tanınması onun bağımsızlık anlayışına aykırıydı. Bu nedenle Türkiye, Batılı devletlerin mevcut durumu devam ettirme yönündeki baskılarına rağmen yabancı okulları kendisine
bağlama konusunda taviz vermedi. Lozan Barış Antlaşması’yla da bu okulların Türk kanunlarına uymak şartıyla
varlıklarını sürdürebilecekleri hükme bağlandı.
Türkiye’deki yabancı okullar 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı. 1925’te hazırlanan bir genelgeyle bu okullardaki Türkçe, tarih ve coğrafya derslerinin Türk
öğretmenleri tarafından okutulmasına karar verildi. Ayrıca söz konusu okullar Türk müfettişlerin denetimine
açıldı. Bu kararlar ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen yabancı devletlerin şikâyetine neden oldu. Ancak Türkiye
konuyu bir iç mesele olarak gördüğünü ifade ederek bu şikâyetleri dikkate almadı. Bunun üzerine Türk yasalarına
ve yönetmeliklerine uyan okullar faaliyetlerine devam ederken uymayanlar kapatıldı.
Musul Sorunu
11. yüzyılda Türk egemenliğine girmiş
olan Musul, zengin petrol kaynaklarına ve
konumu itibarıyla stratejik öneme sahip bir
yerdi. Bu nedenle İngiltere, Mondros Ateşkes
Antlaşması’nın imzalanmasından sonra savaş
hukukuna aykırı şekilde burayı işgal etmişti.
Türkiye ise nüfusunun çoğunluğu Türklerden
oluşan Musul’u Misakımillî sınırları içinde
görüyor ve buranın kendisine bırakılması gerektiğini savunuyordu. Buna karşılık İngiltere,
Musul’un, mandası altında tuttuğu Irak’a ait
olduğunu iddia ediyor ve bu önemli petrol
bölgesinin Türkiye’ye katılmasına şiddetle karşı çıkıyordu.
Resim 6.3: Yurt dışında yaşayan Türklerin Musul’un Türkiye’ye bıMusul sorunu Lozan’da sert tartışmarakılması amacıyla düzenledikleri mitingden bir görünüm
lara neden olmuş ancak bir çözüme kavuşturulamamıştı. Tartışmaların uzaması ve barışın tehlikeye düşmesi üzerine de sorunun Türkiye ve İngiltere arasında
daha sonra yapılacak ikili görüşmelerle çözülmesi kararlaştırılmıştı. Buna göre Türkiye ve İngiltere dokuz ay içinde bir antlaşmaya varacak, bu olmadığı takdirde sorun Milletler Cemiyeti tarafından çözülecekti.
179
Lozan’dan sonra İstanbul’da yeniden başlayan Musul görüşmelerinde Türkiye, bölgenin geleceğinin yapılacak bir halk oylaması ile belirlenmesini teklif etti. İngiltere ise meseleyi Milletler Cemiyetine götürmek
istediğinden bu teklifi reddedip uzlaşmaz bir tutum içine girdi. Böylece sonuçsuz kalan görüşmelerin ardından Musul sorunu Lozan Antlaşması’nın ilgili hükmü gereği Milletler Cemiyetine taşındı. Milletler Cemiyeti
de Musul’un İngiltere mandası altındaki Irak’a bırakılmasına karar verdi. Bunun üzerine Türkiye, Musul’u güç
kullanarak almaktan başka çaresi kalmadığını görerek savaş hazırlıklarına başladı. Ancak tam bu sırada doğuda
çıkan Şeyh Sait İsyanı harekete geçilmesini engelledi. İsyanın bastırılmasına ve ülke içinde düzenin yeniden
sağlanmasına öncelik veren Türkiye, İngiltere ile anlaşmak zorunda kaldı. 5 Haziran 1926’da iki devlet arasında
yapılan Ankara Antlaşması’yla Musul Irak’ta kalacak şekilde bugünkü Türkiye-Irak sınırı çizildi. Aynı antlaşmayla Irak’ın petrol gelirlerinin yüzde 10’u 25 yıl süreyle Türkiye’ye bırakıldı. Ancak Türkiye 500 bin İngiliz sterlini
karşılığında bu hakkından vazgeçti.
?
İngiltere’nin, Musul sorununu Milletler Cemiyetine taşımak istemesinin nedenleri neler olabilir?
Nüfus Mübadelesi Sorunu
Lozan Barış görüşmeleri sürerken Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihli bir antlaşma
imzalanmıştı. Antlaşma, Türkiye’de kalan Rumlarla Yunanistan’da kalan Türklerin karşılıklı yer değiştirmesini öngörüyordu. Ancak Balkan Savaşları öncesinde Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile Mondros Ateşkes
Antlaşması’ndan önce İstanbul’da yerleşik bulunan Rumlar bu mübadelenin dışında tutulacaktı.
Resim 6.4: Nüfus mübadelesi sırasında Yunanistan’dan
Türkiye’ye göç eden Türkler
?
Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus
mübadelesine Lozan Barış Antlaşması’ndan hemen sonra başlandı. Ancak bu değişim süreci
Yunanistan’ın antlaşma hükümlerine aykırı biçimde İstanbul’da olabildiğince fazla Rum nüfus bırakmak istemesi nedeniyle kesintiye uğradı. Türkiye
ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine kadar getiren bu
sorun, barışçı bir devlet adamı olan Atatürk’ün izlediği, komşularıyla iyi geçinme siyaseti sayesinde
çözümlendi. İki devlet arasında imzalanan 10 Haziran 1930 tarihli antlaşma ile doğum yerleri ve yerleşme tarihleri ne olursa olsun, İstanbul’da yaşayan
Rumlar ile Batı Trakya’da yaşayan Türkler mübadele
dışında tutuldu.
Türkiye’nin nüfus mübadelesi istemesinin nedenleri neler olabilir?
Davet Ederlerse Katılırız
Birinci Dünya Savaşı, anlaşmazlıkları barış yoluyla çözecek, hukuka saygılı uluslararası bir kuruluşa duyulan
ihtiyacı daha belirgin hâle getirmişti. Bunun üzerine savaştan sonra bir araya gelen galip devletler bu eksikliği gidermek amacıyla 10 Ocak 1920’de Milletler Cemiyetini kurmuşlardı. Ancak Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin katılmaması nedeniyle cemiyetin küresel etkisi daha baştan sınırlı kalmıştı. Böyle olduğu için de Milletler Cemiyeti, İngiltere ve Fransa’nın çıkarları doğrultusunda kararlar alan bölgesel bir kuruluşa dönüşmüştü.
Türkiye, Milletler Cemiyetinin gerçek anlamda tarafsız bir kuruluş olmadığını Musul sorunu sırasında yaşayarak görmüş ve cemiyete katılma yönünde bir girişimde bulunmamıştı. Bununla birlikte savaşı kanun dışı sayan
1928 tarihli Briand-Kellog (Bırayn-Kelog) Paktı’nı imzalayarak ve silahsızlanma konferansına katılarak cemiyetin
ilkelerine uygun bir politika izlemişti.
180
Türkiye’nin dış politikada izlediği barışçı tutum
Milletler Cemiyeti üyeleri tarafından takdir ediliyor ve
bu devletler Türkiye’nin de cemiyete katılmasını istiyorlardı. Atatürk ise üyelik başvurusunda bulunmayacağını ancak üye devletlerin davet etmesi durumunda
Türkiye’nin cemiyete katılabileceğini söylüyordu. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti Genel Kurulu, İspanya
temsilcisinin önerisi, Yunanistan temsilcisinin desteği
ve diğer üyelerinin onayı ile ülkemizi Milletler Cemiyeti
üyeliğine davet etme kararı aldı. 18 Temmuz 1932 tarihli toplantısında da Türkiye’nin üyeliğini aynı şekilde
oy birliğiyle kabul etti.
Resim 6.5: Milletler Cemiyeti üyeliği için Türkiye’ye
davet yapılmasını isteyen önerge
?
Türkiye, üyeliğinden önce olduğu gibi üye olduktan sonra da barışçı dış politikasını sürdürerek
Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’ne bağlı kaldı.
Milletler Cemiyetinin, başvurma zorunluluğunu uygulamaktan ilk kez vazgeçip Türkiye’ye üyelik
davetinde bulunmasına bakarak Atatürk ve Türkiye hakkında hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
Balkan Antantı
“Balkan Antlaşması, Balkan devletlerinin, birbirlerinin varlıklarına özel saygı beslenilmesini göz önünde tutan mutlu bir belgedir. Bunun, sınırların korunmasında, gerçek bir değeri olduğu besbellidir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’e göre Balkan Antantı’nın amaçları nelerdir?
Atatürk’ün yukarıdaki sözlerinden de anlaşılacağı gibi Balkan ülkeleri ile ilişkilerimizde stratejik etkenlerin yanı sıra aramızdaki tarihî ve kültürel bağlar da belirleyici rol oynadı. Lozan Barış Antlaşması sonrasında bu
bağları daha da güçlendirmek isteyen Türkiye, Balkan ülkeleriyle dostluk antlaşmaları imzaladı. Yunanistan ile
aramızdaki nüfus mübadelesi sorununun çözümünden sonra Balkanlarda birlik oluşturma fikri güç kazandı. Bu
yoldaki ilk adım ise 1930 yılında Atina’da toplanan Birinci Balkan Kongresi’nde atıldı.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya ve İtalya’nın doğuya doğru yayılmacı bir siyaset izlemesi Balkan
devletlerini birbirlerine daha da yakınlaştırdı. Bu yakınlaşma sonucunda Türkiye’nin öncülüğünde bir araya gelen bölge ülkeleri Balkan Antantı adıyla bir antlaşma imzaladılar. 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya
ve Romanya arasında yapılan bu antlaşmayla söz konusu devletler birbirlerinin sınırlarına saygılı olduklarını ilan
ettiler. Ayrıca birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle birlikte hareket etmeyecekleri ve antlaşma
yapmayacakları konusunda güvence verdiler.
Balkan Antantı ile Türkiye, bölgesinde barışa ve güvenliğe ne kadar önem verdiğini bir kez daha göstermiştir. Atatürk de “Balkan birliğinin temeli ve hedefi, karşılıklı siyasi bağımsız varlığa saygı ile dikkat ederek ekonomik sahada, kültür ve medeniyet yolunda iş birliği yapmak olunca böyle bir eserin bütün medeni insanlık tarafından takdirle karşılanacağına şüphe edilemez.” (2) diyerek bu girişimin dünya barışı için önemini vurgulamıştır.
!
?
Atatürk, Millî Mücadele sırasında savaştığı Yunanistan ile karşılıklı güvene ve saygıya dayalı bir
ilişki kurdu. Öyle ki Yunanistan Başbakanı Venizelos 12 Ocak 1934’te Nobel Ödül Komitesine başvurarak Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi.
Venizelos’un Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesinin nedenleri neler olabilir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 372.
(2) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 133, 134.
181
Boğazlarda Türk Hâkimiyeti
Lozan Barış Antlaşması’na göre Boğazlar bölgesi askerden ve silahtan arındıralarak Boğazlardaki trafiği
düzenleme yetkisi Milletler Cemiyetine bağlı uluslararası bir komisyona bırakılmıştı. Türkiye egemenlik haklarını kısıtlayan bu maddeleri, barışı elde etmek amacıyla ve Milletler Cemiyetinin dünya genelinde silahsızlanmayı gerçekleştireceği umuduyla kabul etmişti. Ancak Milletler Cemiyeti silahlanmanın önüne geçemediği gibi
Almanya, İtalya ve Japonya’nın saldırganlıklarını önleme konusunda da yetersiz kalmıştı.
Dünyanın yeni bir savaşa sürüklendiği bu dönemde Türkiye, Boğazlar bölgesindeki egemenlik haklarını kısıtlayan hükümleri kaldırmak için harekete geçti. 10 Nisan 1936’da Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayan
devletlere birer nota göndererek Boğazların güvenliğine yönelik endişelerini giderecek yeni bir antlaşmanın
yapılmasını istedi. Bu talebin ilgili devletler tarafından da uygun bulunması üzerine Boğazlar konusu İsviçre’nin
Montrö kentinde toplanan konferansta görüşülmeye başlandı. Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya’nın katıldığı görüşmeler 20 Temmuz 1936’da yeni bir
sözleşmenin imzalanmasıyla sonuçlandı.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Uluslararası
Boğazlar Komisyonu kaldırılırken Boğazların yönetimi
ve savunulması Türkiye’ye bırakıldı. Aynı sözleşmeyle
ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi Türkiye’nin ve
Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin güvenliğini tehlikeye düşürmemek şartıyla serbest bırakıldı. Savaş gemilerinin geçişine ise bazı sınırlamalar getirildi.
Atatürk, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye için önemini ve bu antlaşmayla ilgili duygularını
şu sözlerle ifade etmiştir:
Resim 6.6: Boğazlarda Türk hâkimiyetinin sağlandığını haber veren bir gazete haberi
?
“Bugün bayram günüdür, sevinç günüdür. Niçin bilir misiniz ey sevgili yurttaşlar? Çünkü Lozan,
Montrö’de taçlandırılmıştır. Lozan tamdır ve tamamiyetini daima tarihte okutacaktır. Fakat ona acı
veren ufak bir şey, Boğazlar vardı. İşte o Montrö’de
çözümlenmiştir.” (1)
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Türkiye için anlamı nedir?
Sadabat Paktı
Türkiye batıda olduğu gibi doğuda da iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri kurmaya önem verdi. Atatürk’ün
barışçı dış politikası sayesinde doğudaki komşularının güvenini kazanan Türkiye, bu devletlerle bağımsızlığa
saygı ve eşitlik ilkelerine dayalı ilişkiler geliştirdi. İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi ve Orta Doğu’ya doğru
yayılmacı bir siyaset izlemesi üzerine de bölge devletleriyle bir araya gelme ihtiyacı duydu. Bunun için de 8
Temmuz 1937’de İran, Irak ve Afganistan ile birlikte Sadabat Paktı’nı kurdu. Bu antlaşmayla söz konusu devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmayacakları ve sınırlarına saygılı olacakları hükme bağlandı.
Türkiye, Sadabat Paktı’na öncülük yaparak Atatürk’ün “Sadabat’ta, dostlarımız Afganistan, Irak ve İran
ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir memnuniyetle kayda değer barış eserlerinden biridir.” (2)
sözünde de belirttiği gibi bölgesinde izlediği barış politikasını kuvvetlendirdi. Ayrıca batı sınırından sonra doğu
sınırının da güvenliğini sağlamış oldu.
?
182
Sadabat Paktı ülkemize hangi faydaları sağlamış olabilir?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 54.
(2) age., s. 373.
2. Konu
Hatay’ın Anavatan’a Katılması
Mondros Ateşkes Antlaşması’nı izleyen günlerde Fransızlar Hatay’ın da içinde bulunduğu güney illerimizi işgal etmişlerdi. Kuvayımilliye birliklerimizin direnişiyle karşılaşınca da bölgede tutunamayacaklarını anlamışlar ve 20 Ekim 1921’de TBMM Hükûmeti ile Ankara Antlaşması’nı imzalamışlardı.
Ankara Antlaşması’na göre Fransa işgal ettiği topraklarımızdan çekilecekti. Nüfusun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hatay’da ise özel bir yönetim kurulacak ve burası Türk kültürünün korunması şartıyla Fransız
mandası altına girecekti. Hatay ile ilgili bu düzenleme Lozan Barış Antlaşması’nda da aynen kabul edilmişti.
Ancak Atatürk, Misakımillî sınırları içinde bulunan Hatay’ın bu durumunu hiçbir zaman içine sindirememiş
ve kalıcı bir sonuç olarak görmemiştir. O daha 1923 yılı Mart ayında çıktığı Adana gezisinde “Kırk asırlık Türk
yurdu, düşman elinde kalamaz.” (1) diyerek konuyla ilgili duygularını ifade etmiştir.
Fransa’nın 1936’da Suriye üzerindeki manda yönetimini kaldırmasıyla Hatay’ın durumu yeniden gündeme geldi. Türkiye, Fransa’nın Hatay’ı Suriye’ye bırakmasına itiraz ederek Suriye’ye tanınan bağımsızlığın
Hatay’a da tanınması için harekete geçti. Bunun üzerine Hatay’ın iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye
bağlı, kendi anayasası ile idare edilen ve resmî dili Türkçe olan ayrı bir devlet hâline gelmesine karar verildi.
Ancak Fransa bu kararı uygulamak istemedi. Buna karşılık, yapılan antlaşmadan geri adım atmayan Atatürk bir
sohbet sırasında Fransız büyükelçisine “Ben toprak büyütme dileklisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur;
ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden milletime söz verdim: Hatay’ı alacağım! Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem
onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika
yaşayamam.” (2) diyerek Hatay konusundaki kararlılığını gösterdi.
1938 yılı Mayıs ayında Mersin ve Adana’yı ziyaret edip sınırdaki askerî birlikleri denetledi. İleri derecede
hasta olmasına rağmen resmî geçit törenini ayakta izleyerek gerekirse Hatay için savaşabileceği mesajını verdi.
Bunun üzerine Hatay politikasını yumuşatmak zorunda kalan Fransa, 4 Temmuz 1938’de Türkiye ile bir dostluk
antlaşması imzaladı.
24 Ağustos 1938’de tamamlanan
seçimler sonucunda Hatay Meclisindeki
40 milletvekilliğinden 22’sini Türkler kazandı. 2 Eylül 1938’de toplanan Mecliste
bütün milletvekilleri Türkçe yemin ederek görevlerine başladı. Devletin adı Hatay Cumhuriyeti olarak belirlendi ve cumhurbaşkanlığına Tayfur Sökmen getirildi.
Hatay Cumhuriyeti’nin kurulduğu
1938 yılının en üzücü olayı, cesur davranışları ve aldığı kararları ile Hataylıları
esaretten kurtaran Atatürk’ün hayatını
kaybetmesi oldu. 29 Haziran 1939’da ise
Hatay Millet Meclisi oy birliğiyle anavatan Türkiye’ye katılma kararı aldı. Türkiye
de 7 Temmuz günü çıkardığı bir yasa ile
Hatay vilayetini kurarak katılma işlemini
tamamladı.
?
Resim 6.7: Türk askeri Hatay’da
Hatay’ın Türkiye’ye katılması Atatürk’ün hangi kişisel özelliklerinin bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır? Neden?
(1) İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 27.
(2) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk, Tarih ve Dil Kurumları, s. 5, 6.
ÖÇK
109
183
3. Konu
Sonsuzluğa Giderken
Hayatının önemli bir bölümü cephelerde geçen Atatürk 1937 yılından itibaren ciddi sağlık sorunları yaşamaya başladı. Yapılan muayeneler sonucunda karaciğer rahatsızlığı teşhisi konulan Atatürk’e kesinlikle dinlenmesi
tavsiye edildi. Ancak o, hasta olduğu hâlde devletin iç işleri ve “şahsi meselem” dediği Hatay sorunu ile ilgilenmeye devam etti. Bu sorunu Türkiye lehine sonuçlandırabilmek için de doktorların uyarılarını dinlemeden 1938 yılı
Mayıs ayında güney illerimizi kapsayan bir yurt gezisine çıktı.
Atatürk yorucu geçen bu gezinin ardından hastalığı daha da ilerlemiş bir hâlde İstanbul’a döndü. Buna
rağmen yabancı devlet adamlarıyla görüşmeler yapmayı ve devlet işleriyle ilgilenmeyi sürdürdü. Bu arada 5 Eylül
1938’de vasiyetini yazdırarak kendisine ait Türkiye İş Bankası hisselerinin gelirinden Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil
Kurumuna pay ayrılmasını istedi.
Atatürk’ün son günlerindeki en büyük arzusu cumhuriyetin on beşinci yıl dönümünü kutlamaları için
Ankara’ya gidebilmekti. Ancak doktorları buna izin vermeyince Türk ordusuna hitaben hazırladığı mesajı Başbakan Celal Bayar tarafından okundu. Atatürk bu mesajında Türk ordusunun tarihinin insanlık tarihiyle başladığını
vurguladı. Ülkesini en buhranlı anlarda zulümden ve felaketten kurtaran kahraman ordumuzdan övgüyle söz etti.
Ayrıca Türk ordusunun Türk vatanını ve Türklük camiasının şan ve şerefini her türlü tehlikeye karşı korumakla görevli olduğunu belirterek ordumuzun bu görevini başarıyla yerine getireceğine olan inancını ifade etti.
Atatürk, Cumhuriyet Bayramı törenlerine olduğu gibi TBMM’nin 1 Kasım 1938’deki yasama yılı açılışına
da katılamadı. Bu nedenle onun Meclisi açış nutku Başbakan Celal Bayar tarafından okundu. Atatürk nutkunda
siyasi ve ekonomik alanlardaki iç ve dış gelişmelerin yanı sıra eğitim ve kültür hayatıyla ilgili gelişmelere yer verdi.
Üniversitelerin, gençliğin millî bilinç sahibi ve modern kültürlü biçimde yetişmesine yaptığı katkılardan duyduğu
memnuniyeti dile getirdi. Türk tarih ve dil kurumlarının çalışmalarından övgüyle söz etti. Ayrıca Türk gençliğini kültürde olduğu gibi sporda da yüksek amaçlara ulaştırmak için Mecliste kabul edilen Beden Terbiyesi Kanunu’nun
uygulanmaya başlanmasından kıvanç duyduğunu belirtti. O, TBMM’ye hitaben hazırladığı bu söylevini “Büyük
Kamutay; şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinizde başarılar dilerim.” (1) sözleriyle bitirdi.
Atatürk, 6 Kasım günü yatağından son kez kalkabildi. Ancak ayakta fazla duramadı ve ertesi gün derin bir
komaya girdi. 10 Kasım 1938 günü saat 09.05’te de Dolmabahçe Sarayı’nda hayata veda etti.
Resim 6.8: Atatürk’ün ölümünü haber veren gazete manşetlerinden bazıları
184
(1) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C I, s. 432.
Atatürk’ün vefatı bütün yurtta derin bir
üzüntüyle karşılandı. Haberin duyulmasıyla
birlikte dünyanın her tarafından başsağlığı mesajları gelmeye başladı. Olay yerli basın organları kadar yabancı basında da geniş yer buldu.
Ölümünü izleyen günlerde İngiliz ve Fransız
basınındaki gazete ve dergilerde Atatürk’ün
Türkiye için yaptığı inkılaplardan övgüyle söz
edildi. Dünya basınında çıkan yazılarda onun
hayata gözlerini yummasının yalnız Türk milleti için değil, aynı zamanda insanlık için de
büyük bir kayıp olduğu vurgulandı. Atatürk’ün
vefatından en fazla etkilenenler İngiltere ve
Fransa’nın sömürgelerinde yaşayan insanlar oldu. Onun ölümü nedeniyle Hindistan’da
dükkânlar kapatılırken meclis görüşmeleriResim 6.9: Atatürk’ün ölümü tüm yurtta üzüntüyle karşılandı.
ne ara verildi ve yas ilan edildi. Aynı şekilde
İran’da bir ay boyunca matem tutuldu. Hindistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar pek çok İslam ülkesinde de Atatürk
adına mevlitler okutuldu.
Pakistan Devleti’nin kurucusu Muhammed Ali Cinnah, Atatürk için şunları söylemiştir: “Çağdaş İslam
dünyasındaki en büyük Müslüman’dı ve kuşkusuz tüm İslam dünyası onun ölümüne derin yas tutacaktır. Mustafa Kemal’in kişiliği, halk kitlelerinin ayaklanması ve halk mücadelelerinin ölçüsü olmuştur. Bu mücadeleler
onun ölümünden sonra genişlemiştir. Doğu ve Batı blokları arasındaki üçüncü dünyaya da yayılmış ve onu
sömürge baskısından kurtarmıştır.” (1)
21 Kasım 1938 tarihli Tahran gazetesi “Bu gibi dehalar ancak görünüşte ölürler. Çünkü hakikatte, milletlerinin telakkilerinde derin ve silinmez izler bırakan eserleriyle daima hayattadırlar. Böyle insanlar, bir nesil
için doğmadıkları gibi belli bir devre için de doğmazlar. Bu gibi insanlar, milletlerinin bu nimetler kaynağından
devamlı yararlanmalarına imkân bahşetmek suretiyle asırlarca milletlerinin tarihlerine hâkim olacak insanlardır.” (2) diyerek Atatürk’ün ölümsüzlüğünü dile getirmiştir.
Çin basını da Atatürk hakkındaki görüşlerini “Atatürk istilacıları nasıl bir ruhla ve ne gibi vasıtalarla püskürttüğünü bize göstermek yoluyla ulusal kurtuluşun yöntemini göstermiştir.” (3) sözleriyle ifade ederek onun
tutsak milletlere örnek olduğunu vurgulamıştır.
Macar, Pester llyod gazetesi ise “Dünya, bu harp ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile yoksul
düşmüştür. Gücü, zorlukları yenme kararı ve yiğitliği ile aman bilmeyen galiplerin uygulamaya kalkıştıkları
pranga siyasetini ilk kıran Atatürk’tür.” (4) diye yazmıştır.
Atatürk’ün ölümü dünyada hakları için mücadele veren kadınlarda da büyük üzüntüye neden olmuştur.
Tunus Kadınlar Birliği Başkanı Radhia Haddad’ın şu sözleri bu üzüntüyü kanıtlayan örneklerden biridir: “Atatürk asla ölmeyecektir. Yalnız Türk kadınlarının değil, özgürlük ve gelişme aşığı bütün kadınların gönlünde anısı
sonsuza dek yaşayacaktır.” (5)
“Şu kanaate vardım ki kavminin, milletinin kendisine bu kadar gönül bağladığı ve ölümüne
bu kadar içten ağladığı bir halk kahramanı tarih içinde yoktur.
Bu niçin böyle oldu? Halkın içinden gelen bir kurmay yüzbaşı, nasıl oldu da bir gün, askerlik
vasfını, devlet kuruculuğu ve devlet adamlığı vasfını, önderlik vasfını aşarak bir milletin kalbine yerleşti? Zaten milleti için sevilen, sevildiği için bağlanılan ve korkulmayan bir insandı. Ama nasıl oldu da bu insan, bütün
dünyanın gözünde, insanlığın bir evladı hâline geldi?”
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C III, s. 530-531.
?
Yukarıdaki metinde yazarın sorduğu sorulara verilecek cevaplar neler olabilir?
(1) Turhan Feyzioğlu, Atatürk Yolu, s. 257.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C II, s. 404-407.
(3) Muzaffer Erendil, Evrensel Yönüyle Atatürk, s. 50-51.
(4) age., s. 50-53.
(5) age., s. 64.
185
Atatürk ölümünden sonra bile fikirleri ve ilkeleriyle yabancı ülkelerdeki insanlar üzerinde etkili olmayı
sürdürmüştür. Onun yakın arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay Doğu ülkelerini ziyareti sırasında yaşadıklarını şu
sözlerle aktarmıştır:
“1943’te Hindistan’a gittiğimizde Müslüman ve Hindu gençler:
– Aman, gazetelerde Atatürk’ün yaptıklarını anlatınız! Bizi kimse dinlemez, onu ise dinlemeyen olmaz,
diyorlardı.” (1)
?
Falih Rıfkı Atay’ın yukarıdaki sözlerinden hareketle hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
Batılı bir gazeteci ise Atatürk’ün bütün insanları seven bir kişiliğe sahip olduğunu vurgulamak için şu
anısını anlatır: “Kemal Atatürk’ün karakterinin bir cephesini göstermek itibarıyla bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu: ‘Görüyorsunuz ya, birçok zaferler kazandım. Fakat
bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin
bir keder duyuyorum.’ dedi. Cesaret ve zekâsından başka, yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef’in, yurdu için
mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?” (2)
Vefatını izleyen günlerde Atatürk’ün naaşı İstanbul halkının gözyaşları içinde önce deniz yoluyla İzmit’e,
oradan da trenle Ankara’ya uğurlandı. 20 Kasım 1938’de Ankara’ya ulaşan ulu önderin naaşı TBMM önünde
bir katafalka konularak halkın ziyaretine açıldı. Bir gün sonra da görkemli bir törenle Etnografya Müzesinde
hazırlanan geçici kabrine yerleştirildi. Törendeki manzara muhteşemdi. Dünyanın dört bir yanından gelen devlet temsilcileri ve askerî birlikler bu ölümsüz insanın tabutunun arkasında derin bir saygı ile yürüyorlardı. Türk
halkı ise her yaştan ve her kesimden insanıyla derin bir üzüntü içindeydi.
Resim 6.10: Yabancı devletlerin askerî birlikleri ve temsilcileri Atatürk’ün cenaze töreninde
11 Kasım 1938’de cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türk milletinin Atatürk’e olan bağlılığını ve minnet
duygusunu ifade eden bir bildiri yayımlandı. 21 Kasım tarihli bu bildiride şu sözler yer alıyordu:
“Devletimizin kurucusu ve milletimizin fedakâr sadık hadimi, insanlık idealinin âşık ve seçkin siması,
Eşsiz Kahraman Atatürk!
Vatan sana minnettardır.
Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milletiyle beraber senin huzurunda saygı ile eğiliyoruz. Bütün
hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol, aziz hatıran sönmez meşale olarak ruhlarımızı daima
ateşli ve uyanık tutacaktır.” (3)
?
186
Atatürk’ün ölümüyle ilgili yazılı ve görsel ögelerden yola çıkarak onun hangi
evrensel özelliklere sahip olduğunu söyleyebilirsiniz?
ÖÇK
110
(1) Muzaffer Erendil, Evrensel Yönüyle Atatürk, s. 55.
(2) Yüksel Mert, Atatürk’ün Liderlik Sırları, s. 166.
(3) Durmuş Yalçın ve diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C II, s. 403.
Türk milleti Atatürk’ün ölümünden sonra bu büyük insana yaraşır bir anıtkabir yapmak için harekete geçti. Anıtkabir’in yapılacağı yeri belirlemek ve yapımını gerçekleştirmek üzere ilgili bakanlıkların temsilcilerinden
ve TBMM üyelerinden oluşan komisyonlar kuruldu. Çalışmalar sonucunda Atatürk’ün ebedî istirahatgâhının
Ankara’nın her tarafından görülebilecek bir konuma sahip olan Rasattepe’de yapılmasına karar verildi. Bu kararın verilmesinde Atatürk’ün sağlığında Rasattepe için söylediği “Bu tepe ne güzel bir anıt yeri.” (1) sözü de
etkili oldu.
Anıtkabir’in yapımına Rasattepe’nin kamulaştırılmasıyla başlandı. Ardından da 1 Mart 1941’de uluslararası bir mimari proje yarışması açıldı. 49 eserin katıldığı bu yarışmayı Ordinaryüs Profesör Emin Onat ile
Yüksek Mimar Doçent Orhan Arda’nın hazırladığı proje
kazandı. Temeli 1944’te atılan Anıtkabir’in yapımı dokuz yıl sürdü. Atatürk’ün naaşı ise ölümünün 15. yıl dönümü olan 10 Kasım 1953’te Etnoğrafya Müzesindeki
geçici kabrinden alınarak Anıtkabir’de toprağa verildi.
Türkiye’nin başkenti Ankara’da bulunan Anıtkabir Atatürk’ün ölümsüzlüğünün bir simgesidir. Anıtkabir her 10 Kasım günü, başta Ankaralılar olmak üzere,
ulu önderin manevi huzurunda saygı duruşunda bulunmak amacıyla yurdun dört bir yanından gelen Türk
vatandaşlarının akınına uğramaktadır.
Resim 6.11: Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’e naklediliyor.
Milletimiz her zaman için bütün Türk büyüklerine olduğu gibi Atatürk’e de bağlılığını ve minnet duygusunu ifade etme çabası içinde olmuştur. Onun bu
çabasının en önemli kanıtları ise şehirlerimizin merkezî
yerlerinde bulunan Atatürk anıtlardır. Yanda halkın bağışlarıyla yapılan Atatürk anıtlarından birini görüyorsunuz.
Milletimiz, Atatürk’ün aziz hatırasını yaşatmak
için onun kaldığı mekânları müzeye dönüştürmüştür.
Ayrıca ona olan borcunu ödemek istercesine ülkemizdeki en büyük yapılara, caddelere, okullara ve bazı üniversitelere Atatürk’ün adını veya unvanlarını vermiştir.
Türk milleti Atatürk’ü anlama ve onun ilke ve
inkılaplarını yaşatma konularında da sorumluluk hissetmektedir. Bu nedenle Atatürk’ü genç nesillerine
öğretmeye özel bir önem vererek onun fikirlerini ve
yaptıklarını okullarında ders olarak okutmaktadır. Milletimiz Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını yaşatma yönündeki kararlılığını kurduğu çeşitli kurumlar aracılığıyla da
devam ettirmektedir. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu ve Atatürk Araştırma Merkezi bu amaçla oluşturulan kurumlardan bazılarıdır.
?
Resim 6.12: Bursa’daki Atatürk heykeli
Türk milletinin Atatürk’e ebedî bağlılığını ve minnet duygusunu ifade etmeye
yönelik çabalarına başka hangi örnekleri verebilirsiniz?
(1) Sinem Şahinoğlu, Anıtkabir ve Öyküsü, Bütün Dünya, Kasım 2001, s. 43.
ÖÇK
111
187
Bilgilerimizi Ölçelim
A) A
Aşağı
ğ da
d ki cüm
ü llellerde
d noktalı
kt l yerle
l re, verilen
il sözcüklerden
ö
uygun olanları yazınız.
Fransa
Başbakan
Ankara
Lozan
Romanya
Türk
Cumhurbaşkanı
1. Millî Eğitim Bakanlığının 1925’te hazırladığı bir genelgeyle yabancı okullardaki Türkçe, tarih ve coğrafya
derslerinin .................................................. öğretmenler tarafından okutulması kararlaştırıldı.
2. Türkiye-Irak sınırı 1926’da yapılan ............................................... Antlaşması ile çizildi.
3. Balkan Antantı Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve ..................................... tarafından kurulmuştur.
4. Hatay sorunu Türkiye ile ................................................ arasında yaşanmıştır.
5. Atatürk’ün Türk ordusuna son mesajı ............................................ Celal Bayar tarafından okundu.
6. Atatürk’ün ölümünden sonra yakın silah arkadaşı İsmet İnönü ............................................ seçildi.
B) Aşağıdaki cümlelerden doğru olanların başına D, yanlış olanların başına Y yazınız.
( ) 1. Türkiye, Lozan Barış Antlaşması ile bütün uluslararası sorunlarını çözüme kavuşturmuştur.
( ) 2. Ülkemizdeki yabancı okullar faaliyetlerini Millî Eğitim Bakanlığının kontrolünde yürütmektedir.
( ) 3. Musul sorunu Türkiye’nin istediği şekilde çözümlenmiştir.
( ) 4. Nüfus mübadelesi Türkiye ile Fransa arasında yaşanan bir sorundur.
( ) 5. Türkiye, Milletler Cemiyetinin kurucu üyelerinden biridir.
( ) 6. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Boğazların yönetimi uluslararası bir komisyona bırakılmıştır.
( ) 7. Türkiye, Sadabat Paktı’nı kurarak doğu sınırının güvenliğini sağlamıştır.
( ) 8. Atatürk’ün naaşı 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e nakledilmiştir.
C) Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1.
I. Sınırların güvenliğini sağlama
II. Yayılmacı politikaları önleme
III. Dünya barışına katkıda bulunma
1934’te kurulan Balkan Antantı’nın amacı yukarıdakilerden hangisini veya hangilerini gerçekleştirmektir?
A) Yalnız I
B) I ve II
C) II ve III
D) I, II ve III
2. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Türkiye’nin Boğazlarda asker bulundurma isteğini Batılı devletlere kabul ettirmesinde;
I. Almanya’nın Avrupa’da yayılmacı bir siyaset izlemeye başlaması,
II. Rusya’da çarlık rejiminin yıkılması,
III. İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi
gelişmelerinden hangisinin veya hangilerinin etkili olduğu söylenebilir?
A) Yalnız I
B) I ve II
C) I ve III
D) I, II ve III
Ç) Aşağıdaki soruların cevaplarını noktalı yerlere yazınız.
1. Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi sorununa nasıl bir çözüm getirilmiştir?
........................................................................................................................................................................
.............................................................................................................................................................................
2. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle getirilen en önemli değişiklik ne olmuştur?
........................................................................................................................................................................
188
7.
Ünite
Atatürk’ten Sonra Türkiye: İkinci
Dünya Savaşı ve Sonrası
Hazırlık Çalışmaları
kkında bilgi toplayınız.
inden örnekler bulunuz.
1. İkinci Dünya Savaşı ha
li olarak söylediği sözler
ilgi
ile
aş
sav
bu
e,
ind
tin
a Savaşı önces
k bu dönemi tanıtıcı bir me
2. Atatürk’ün İkinci Düny
iz bilgilerden yararlanara
iğin
ind
ed
ve
z
ını
yap
a
araştırm
3. Soğuk Savaş hakkında
yazınız.
rma yapınız.
rı Günü ile ilgili bir araştı
kla
Ha
an
İns
a
ny
Dü
lık
4. 10 Ara
z.
ilgili bir araştırma yapını
5. Kıbrıs Barış Harekâtı’yla
olduğunu öğreniniz.
iç ve dış tehditlerin neler
ğu
du
lun
bu
a
şıy
kar
şı
6. Ülkemizin kar
i tartışınız.
n dış politikasına etkisin
nu
mu
nu
ko
i
raf
coğ
nin
7. Türkiye’
ininiz.
savaşları hakkında bilgi ed
8. Birinci ve İkinci Körfez
rma yapınız.
lişimi hakkında bir araştı
ge
ve
ışı
çık
aya
ort
n
’ni
9. Avrupa Birliği
İkinci Dünya Savaşı sırasında bir
çıkarma harekâtı
189
1. Konu
İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye
“Pek yakında dünya vaziyeti, mütareke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci büyük
bir harp karşısında kalacağız. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ve dengesi bütünüyle değişecektir. İşte, bu
devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız hâlinde, başımıza mütareke
senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün kaygılanmasına yol açan gelişmeler neler olabilir?
Atatürk yukarıdaki sözlerini son günlerini geçirdiği Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasında yakın arkadaşı Ali
Fuat Cebesoy’a söylemiştir. Bununla birlikte o, olayların gelişimine bakarak sonucu kestirebilen bir lider olarak
dünyanın yeni bir savaşa sürüklendiğini daha 1930’lu yılların başlarında dile getirmiştir. 1932 yılında Amerikalı
general Mac Arthur’a söylediği şu sözler onun ne kadar ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunun en önemli göstergelerinden biridir:
“Versay Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı’na neden olan sebeplerden hiçbirini yok edemediği gibi aksine
dünün başlıca düşmanları arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Çünkü yenen devletler, yenilenlere barış
şartlarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini asla göz önüne almamışlar
ve sadece düşmanlık duygularından beslenmişlerdir. Böylelikle bugün, içinde yaşadığımız barış dönemi sadece
ateşkesten ibaret kalmıştır. Eğer siz Amerikalılar, Avrupa işleriyle ilgilenmekten vazgeçmeyip Wilson’un programını uygulamakta ısrar etseydiniz bu ateşkes dönemi uzar ve bir gün sürekli bir barışla sonuçlanabilirdi. Bence, dün
olduğu gibi yarın da Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı duruma bağlıdır. Olağanüstü bir dinamizme sahip
olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik millî tutkularını kamçılayabilecek siyasi bir cereyana kendisini kaptırdı mı, er geç Versay Antlaşması’nın bozulmasına girişecektir.” (2)
Atatürk aynı konuşmasında İtalya için de şunları söylemiştir:
“Korkarım ki İtalya’nın bugünkü önderi (Mussolini), Sezar rolünü oynamak hevesinden kendini kurtaramayacak ve
İtalya’nın askerî bir kuvvet yaratmaktan henüz çok uzak olduğunu derhâl gösterecektir.” (3)
Resim 7.1: Almanya’nın Versay Antlaşması’nın
getirdiği kısıtlamalardan kurtulma çabalarını gösteren bir karikatür
Atatürk’ün Mac Arthur ile yaptığı konuşmada öngördüğü
gelişmeler çok geçmeden bir bir gerçekleşti. 1933 yılı başlarında
Almanya başbakanı olan Hitler, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Versay Antlaşması hükümlerine aykırı bir şekilde
silahlandı. Askerliği mecburi hâle getirip asker sayısını arttırdı.
Almanya dışında kalan Almanlarla birleşmek amacıyla komşularına karşı yayılmacı bir siyaset izlemeye başladı.
İkinci Dünya Savaşı’na giden yolda Almanya’nın en yakın müttefikleri Japonya ve İtalya oldu. Bunlardan
Japonya 1934’te Milletler Cemiyetinden ve Silahsızlanma Antlaşması’ndan çekildi. 1937’de de Çin’e saldırarak
Uzak Doğu’da bir sömürge imparatorluğu kurma niyetinde olduğunu gösterdi. Mussolini yönetimindeki İtalya ise
tarihî Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmak hayaliyle Akdeniz’deki gücünü arttırdı. 1934 yılında da ham
madde kaynaklarına göz diktiği Habeşistan’ı işgale girişti. Buna rağmen İtalya İkinci Dünya Savaşı’nda müttefiklere
karşı önemli bir varlık gösteremedi. Böylece Atatürk’ün, İtalya’nın askerî bir kuvvet yaratmaktan çok uzak olduğu
yönündeki öngörüsünü doğrulamış oldu.
190
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 375-376.
(2) İsmet Giritli, Atatürk ve Barış, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 6, s. 610.
(3) age, S 6, s. 610.
Atatürk, Avrupa ve dünyada gerilimin giderek arttığı bu ortamda Türkiye’ye yönelik olası bir tehdidin
Balkanlar yoluyla İtalya’dan geleceğini düşünüyordu. Bu nedenle ilk önce Yunanistan ile dostluk ilişkilerini
güçlendirdi. Daha sonra Yugoslavya ve Romanya’yı yanına çekerek savunma amaçlı Balkan Antantı’nı kurdu.
Aynı şekilde doğusundaki devletlerle de Sadabat Paktı’nı oluşturdu. Böylece “Yurtta barış, cihanda barış için
çalışıyoruz.” (1) sözünün gereğini yerine getirmiş oldu.
1930’lu yıllarda Avrupa’daki güç dengesinin Almanya ve İtalya lehine değişmesi İngiltere ve Fransa’yı
zor durumda bıraktı. Bu durumdan yararlanan Atatürk önce Boğazlar konusunu gündeme getirerek sorunu
Türkiye’nin istediği şekilde çözümledi. Ardından bir önceki ünitede de anlatıldığı gibi Almanya’nın tehdidi altındaki Fransa’nın fazla direnemeyeceğini düşünerek Hatay’ı alma girişimine hız verdi. Gerçekten de Fransa
Atatürk’ün doğru zamanda yaptığı bu hamleye karşı koyamadı ve Hatay konusunda Türkiye’nin isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
Hatay’ın Türkiye’ye katıldığı günlerde dünya büyük bir savaşın eşiğine gelmişti. Nitekim çok geçmeden
beklenen oldu ve 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya topraklarına girmesiyle birlikte İkinci Dünya Savaşı başladı. 3 Eylül’de de İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş ilan etti. Böylece savaş, Mihver Devletler ile Müttefik
Devletler adı verilen gruplar arasında altı yıl sürecek büyük bir mücadeleye dönüştü. Bu savaşta Almanya,
İtalya ve Japonya Mihver Devletler grubunu; İngiltere, Fransa, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)
ve ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ile onlara katılan diğer ülkeler ise Müttefik Devletler grubunu oluşturdu.
Resim 7.2: İkinci Dünya Savaşı’nın başladığını duyuran bir gazete haberi
Türkiye barışçı dış politikası gereği İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalarak kendisini savaş dışında tutmaya çalıştı. Bununla birlikte güvenliğini sağlamak üzere dostluk ve ittifak antlaşmaları yapmayı da ihmal etmedi. İtalya’nın Arnavutluk’u işgalinden sonra güvenliğinin tehlikeye düştüğünü hissederek İngiltere ve Fransa
ile karşılıklı yardım antlaşması imzaladı. Bir yandan da Almanya’yı karşısına almamak için 1941’de bu ülke ile
bir saldırmazlık paktı kurdu.
?
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmeme yönündeki politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Neden?
Türkiye’nin kendisini savaş dışında tutmak amacıyla izlediği denge siyaseti Müttefik Devletlerin eleştirisine neden oldu. Türkiye özellikle 1943 yılından itibaren ABD, İngiltere ve SSCB’nin kendi yanlarında savaşa
girmesi yönündeki ısrarlı girişimleriyle uğraşmak zorunda kaldı. Onların bu baskısından kurtulmak için her defasında askerî bakımdan eksiklikleri bulunduğunu söyledi. Ayrıca Müttefiklerin kendisine söz verdikleri hâlde
yeterince savaş malzemesi göndermediklerini ileri sürerek zaman kazanmaya çalıştı. Türkiye, Almanya’nın savaştığı cephelerde yenik düşmesi ve geri çekilmeye başlaması üzerine rahat bir nefes aldı. 2 Ağustos 1944’te
de bu ülke ile diplomatik ilişkilerini kesti.
(1) Nimet Arsan, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, C IV, s. 551.
191
1945 yılı başlarına gelindiğinde Almanya’nın bu savaştan yenik çıkacağı anlaşılmıştı. Bunun üzerine
ABD, İngiltere ve SSCB gelecekte kurulacak dünya düzeninin esaslarını belirlemek amacıyla Kırım’ın Yalta şehrinde bir araya geldiler. 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında toplanan Yalta Konferansı’nda savaştan sonra dünya
barışını korumak üzere Birleşmiş Milletler adıyla uluslararası bir teşkilatın kurulmasına karar verildi. Teşkilatın
oluşturulacağı San Francisco Konferansı’na katılabilmek için de 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya ve müttefiklerine savaş ilan etme şartı getirildi.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sırasında tarafsızlık politikası izlemesine rağmen savaş sonrasında kurulacak uluslararası sistemin dışında kalmak
da istemiyordu. Bu nedenle Yalta Konferansı’nda
alınan karara uyarak 23 Şubat 1945’te Almanya ve
Japonya’ya savaş ilan etti. Böylece Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurucu üyeleri arasında yer almaya
hak kazandı.
Resim 7.3: Yalta Konferansı için bir araya gelen İngiltere
Başbakanı Churchill (Çörçil), (solda), ABD Başkanı Roosevelt
(Ruzvelt) ve SSCB lideri Stalin (sağda)
!
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girdiği sırada İtalya, müttefikler tarafından teslim alınmıştı.
Birkaç ay sonra Almanya’nın da teslim olmasıyla
Avrupa’da savaş sona erdi. Japonya ise ABD’nin 6 ve
9 Ocak 1945’te attığı iki atom bombasının yol açtığı
büyük kayıpların ardından 2 Eylül 1945’te savaştan
çekildi. Böylece İkinci Dünya Savaşı sadece Japonya
için değil, bütün dünya için bitmiş oldu. Bu durumda Türkiye’nin savaşa fiilen katılmasına da gerek
kalmadı.
6 Ağustos sabahı Hiroşima’ya atılan atom bombası birkaç dakika içinde bu büyük şehri yerle bir ederken 240 bin kişinin ölümüne yol açtı. Bütün savaş boyunca İngiltere’nin sivil can kaybının 60.595 kişi olduğu göz önünde bulundurulursa bu felaketin boyutları daha iyi anlaşılır. ABD, 9 Ağustos 1945’te de ikinci
atom bombasını Nagazaki’ye attı ve şehirde yaşayan 260 bin kişiden 73 bini anında hayatını kaybetti.
İkinci Dünya Savaşı’nın siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda önemli sonuçları oldu. Bu savaşın sonunda
Almanya, İtalya ve Japonya’daki totaliter rejimlerin yerini demokratik yönetimler almaya başladı. Galipler arasında
yer almalarına rağmen bu savaştan yıpranarak çıkan İngiltere ve Fransa’nın sömürgeleri üzerindeki hâkimiyetleri
zayıfladı. Mihver Devletlerin yenilgisiyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı’nda her iki taraftan yaklaşık 60 milyon
insan hayatını kaybetti. Ayrıca doğrudan veya dolaylı şekilde çok büyük miktarda maddi kayıplar meydana geldi.
Türkiye fiilen katılmamış olsa da savaşın olumsuz etkilerini yakından hissetti. Savaşın ortaya çıkardığı
ağır ekonomik şartların etkisiyle ülkemizde sanayi ve tarım üretiminde önemli düşüşler yaşanırken dış ticaretimiz de geriledi. Temel tüketim maddelerinin fiyatlarında ise büyük artışlar oldu. Bunun üzerine devlet
karaborsayı ve haksız kazancı önlemek amacıyla ekonomik faaliyetleri kontrol altına aldı. Ayrıca yeni vergiler
koyarak artan savunma giderlerini karşılamaya çalıştı.
Savaş yıllarında Türkiye’nin ekonomik alanda yaşadığı sıkıntıların toplumsal alanda da önemli sonuçları
oldu. Ülkemizdeki nüfus artış hızı düşerken kentlerin nüfusunda azalmalar görüldü. Diğer yandan mal darlığı,
fiyat artışları ve yeni vergiler nedeniyle toplumsal hoşnutsuzluklar ortaya çıktı. Savaş günlerinÖÇK
de güvenliği sağlamak amacıyla özellikle şehirlerde geceleri karartma uygulaması yapılırken
114
sokağa çıkma yasağı da getirildi.
?
192
Savaş yıllarında devlet tarafından yürürlüğe konulan yasaklamaların insanların temel hak ve özgürlüklerine aykırı olduğu söylenebilir mi? Neden?
ÖÇK
115
2. Konu
Demokrasiye Geçiş
“Demokratik karakter bütün Cumhuriyet Devri’nde prensip olarak muhafaza olunmuştur. Diktatörlük, prensip olarak hiçbir zaman kabul olunmadıktan başka, zararlı ve Türk milletine yakışmaz olarak daima
suçlu görülmüştür.
Bizim tek eksiğimiz, hükûmet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır.” (1)
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 1 Kasım 1945 tarihli
TBMM’nin III. Yasama Yılı Açış Konuşmasından
?
Hükûmette bulunan partinin karşısında bir muhalefet partisinin bulunmasının yararları neler olabilir?
Resim 7.4: Türkiye Cumhuriyeti’nin
ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü
İkinci Dünya Savaşı ABD, İngiltere, Fransa gibi demokrasi ile yönetilen ülkelerin zaferiyle sonuçlandı.
Türkiye de Birleşmiş Milletlerin kuruluşuna katılarak bu devletlerin yanında yer aldı. Ülkemiz savaş sonrası
dönemde aynı politikayı izleyerek öncülüğünü yine bu ülkelerin yaptığı Batı Bloku’nun bir üyesi olmaya çalıştı.
Bunu sağlamak için de çok partili demokratik hayata geçme yolunda yeni adımlar atmaya karar verdi.
İsmet İnönü’nün yukarıdaki sözlerinde de vurguladığı gibi Türkiye Cumhuriyeti zaten kurulduğu günden
beri demokratik bir karakterdeydi. Ancak ülkemizde elverişli şartların bulunmaması nedeniyle demokrasiyi
hemen hayata geçirmek mümkün olamamıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise demokrasiye geçiş için uygun
bir ortam meydana gelmişti.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de savaşın getirdiği sıkıntılardan bunalan halk kitlelerinin demokrasi talepleri giderek artıyordu. İktidarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi içinden de bazı milletvekilleri hükûmetin
ekonomi politikalarını eleştiriyor ve çok partili hayata geçilmesini istiyorlardı. Bu sırada Birleşmiş Milletlerin
kuruluşu için San Francisco’da bulunan Türk heyeti, Türkiye’de tek partili yönetime son verileceğini ve yeni
partilerin kurulacağını açıklamıştı. Buna bir de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün muhalefet partilerinin kurulması gerektiği yönündeki demeci eklenince Türkiye’de demokrasiye geçiş için gereken şartlar kendiliğinden
gerçekleşmiş oldu.
Gelişen bu yeni ortamda ilk önce Temmuz 1945’te Nuri Demirağ tarafından Millî Kalkınma Partisi kuruldu. Onu CHP’den ayrılan milletvekilleri Celal Bayar, Fuad Köprülü, Refik Koraltan ve aşağıda kısa öz geçmişi
verilen Adnan Menderes’in 7 Ocak 1946’da kurduğu Demokrat Parti izledi. İlerleyen günlerde siyasi hayatımıza
başka partiler de katıldı.
Adnan Menderes (1899 - 1961)
Aydın’ın Koçarlı ilçesi Çakırbeyli köyünde doğdu. Fethi Bey’in Başkanlığında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasına giren Adnan Menderes,
partinin Aydın örgütünü kurarak il başkanı oldu. Bu partinin kendi kendini
kapatması üzerine de siyasi yaşamına CHP’de devam etti. Önce CHP Aydın İl Başkanlığına, ardından da Aydın milletvekilliğine seçildi. Bu arada
Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenim görerek 1935 yılında mezun oldu.
1945 yılına kadar CHP milletvekilliğini sürdüren Adnan Menderes,
o yıl hükûmetin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı’nı reddederek Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte
partiden ayrıldı. Adnan Menderes 7 Aralık 1945’te yine CHP’den ayrılan Celal Bayar ile birlikte Demokrat
Partiyi kurdu. 1950 seçimlerinde İstanbul milletvekili seçilerek 1960 yılına kadar sürecek olan başbakanlık
görevine başladı. 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonucunda iktidarı kaybetti.
ÖÇK
http://www.msb.gov.tr/anasayfa/html/Bakanlar/BakanPotre/AMenderesB.htm (Düzenlenmiştir.)
116
(1) Ali Resul Usul, Türk Siyasal Hayatı, s. 11.
193
Resim 7.5: İsmet İnönü ve Adnan Menderes çok partili hayata geçildikten sonra yapılan seçimlerde oy kullanıyorlar.
Türkiye 21 Haziran 1946’da yapılan genel seçimlere ilk kez birden fazla partiyle girdi. Bu seçimleri kazanan CHP, iktidarını 1950 yılına kadar devam ettirdi. 1950 genel seçimleri ise aşağıdaki grafikte de görüldüğü
gibi Demokrat Partinin zaferi ile sonuçlandı.
1946 genel seçimlerinin sonuçları
1950 genel seçimlerinin sonuçları
Bağımsız = 9
Bağımsız = 7
Demokrat Parti
65
Cumhuriyet Halk Partisi = 390
Millet Partisi = 1
Cumhuriyet
Halk Partisi
69
Demokrat Parti = 408
Grafik 7.1: Ülkemizde çok partili demokratik hayata geçildikten sonra yapılan 1946 ve 1950 genel seçimlerinin sonucunda ortaya çıkan milletvekili dağılımları (Kaynak: atam.gov.tr/wp-content/uploads/01-kenan-olgun.pdf)
Türkiye çok partili hayata geçerek demokrasinin gerekleri
olan düşünce ve ifade özgürlüğü ile parti kurma hakkı önündeki
engelleri kaldırdı. Ayrıca partilerin serbestçe propaganda yapmalarına ve seçimlere katılarak iktidara gelmelerine imkân hazırladı.
Böylece kurucu üyeleri arasında bulunduğu Birleşmiş Milletlerin
kuruluş belgesinde yer alan temel hak ve özgürlüklere saygılı olduğunu gösterdi.
Ülkemizde 1946 yılında başlayan çok partili demokratik hayat askerî müdahalelerle zaman zaman kesintiye uğradı. Ancak bu
kesinti dönemleri uzun süreli olmadı ve Türk demokrasisi yoluna
kaldığı yerden devam ederek varlığını günümüze kadar sürdürdü.
?
194
Ülkemizde çok partili hayata geçilmesinin sonuçları neler olmuştur?
Resim 7.6: Demokrat Partinin 1950 seçimlerinde kullandığı bir propaganda afişi
3. Konu
Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye
İkinci Dünya Savaşı devletler arasındaki ilişkileri ve güçler dengesini tümüyle değiştirdi. İngiltere ve
Fransa bu savaştan galip çıkmalarına rağmen çok büyük kayıplarla karşılaştılar. Böylece dünya siyasetinde belirleyici birer güç olmaktan uzaklaştılar. ABD ve SSCB ise savaşın asıl galipleri olarak öne çıktılar ve dünyayı yeniden düzenleyecek küresel güçler hâline geldiler. Bu devletlerden SSCB büyük bir insan gücüne sahip olması
ve stratejik yerleri elinde tutması nedeniyle Avrupa’nın en güçlü devleti konumundaydı. SSCB savaştan sonra
ordularını terhis etmemişti. Ayrıca savaş sırasında ele geçirdiği Doğu Almanya, Doğu Avrupa ve İran topraklarından çekilmediği gibi Boğazlara da hâkim olmak istemişti. İşgali altında tuttuğu ülkelerde kendisine yakın
partileri iktidara getiren bu devletin amacı ideolojisini tüm dünyaya yayarak etki alanını genişletmekti.
Batı Bloku
Doğu Bloku
Bağlantısızlar
0
2350
4700 km
Harita 7.1: Soğuk Savaş Dönemi’nde dünya
?
Yukarıdaki haritadan hareketle Soğuk Savaş Dönemi’nde dünyanın genel durumu hakkında
hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
SSCB yayılmacı siyaseti nedeniyle İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefik olduğu Avrupa devletleriyle karşı karşıya geldi. Ancak savaş sonrası dönemde Avrupa’daki hiçbir
devlet Sovyetleri durduracak güçte değildi. Bunun üzerine
SSCB’yi durdurma ve onun gücünü dengeleme görevini ABD
üstlenmek zorunda kaldı. Böylece SSCB’nin öncülüğündeki
Doğu Bloku’na üye ülkeler ile ABD’nin öncülüğündeki Batı
Bloku’na üye ülkeler arasında askerî, siyasi, ekonomik ve
kültürel alanlarda yeni bir rekabet dönemi başladı. Taraflar
arasında bu rekabet nedeniyle zaman zaman gerilimler çıktıysa da doğrudan sıcak bir çatışma yaşanmadı. Bu nedenle
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan ve 1991’e kadar
devam eden döneme “Soğuk Savaş” adı verildi.
Resim 7.7: ABD ve SSCB arasındaki Soğuk Savaş’ı
anlatan bir karikatür
Soğuk Savaş başladığı sırada Türkiye yalnız bir ülke görünümündeydi. Bu durumda ülkemizin yalnızlığını
sürdürmek ya da bloklardan birine dâhil olmak yönünde bir karar vermesi gerekiyordu. O günlerde SSCB’nin
ülkemizden toprak ve Boğazlarda üs talebinde bulunması bu karar verme sürecini hızlandırdı. Türkiye, kuzey komşusunun bu tehditkâr tutumu nedeniyle ABD’ye yakınlaşmayı tercih etti.
195
Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında ABD Başkanı Harry Truman (Heri Tıruman), Sovyetlere karşı direnemeyecek durumdaki Avrupa devletlerini her bakımdan desteklemek ve güçlendirmek için harekete geçti. Bu amaçla 1947 yılında
Truman Doktrini adıyla bilinen politikasını ilan etti. Arkasından da bu politika kapsamında Avrupa devletlerine ekonomik yardımı içeren Marshall (Marşal) Planı’nı uygulamaya koydu.
Marshall yardımı İkinci Dünya Savaşı’na fiilen katılan ve savaşta zarar gören Avrupa ülkelerine yapılacaktı.
Bu şartı taşımamasına rağmen Türkiye de yardım kapsamına alınmıştı. Çünkü Türkiye hem Sovyetler Birliği hem de
Batı’nın ihtiyacı olan petrol kaynaklarının bulunduğu Orta Doğu ülkeleri ile komşuydu. Diğer yandan Boğazların kontrolü de Türkiye’nin elinde bulunuyordu. Bu nedenle ABD’nin, SSCB’yi açık denizlerden ve petrol bölgelerinden uzak
tutmak için Türkiye’ye ihtiyacı vardı. Türkiye de aynı şekilde SSCB’nin kendisine yönelik tehditlerinden ve egemenlik
haklarını zedeleyen taleplerinden ABD’nin yardımıyla kurtulabileceğini düşünüyordu.
İzlanda
Milyon Dolar
3.176
2.706
Fransa
1.506
İtalya
Norveç
Batı Almanya
1.389
1.079
Hollanda
İsveç
Yunanistan
694
Avusturya
Danimarka
İrlanda
Hollanda
Belçika
Batı
Almanya
Fransa
İsviçre
rte
kiz
Avusturya
Po
İtalya
330
556
Danimarka
271
Norveç
254
Türkiye
221
İrlanda
146
Yugoslavya
109
İsveç
107
Portekiz
50
İzlanda
29
Kaynak: Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış
Politikası, s. 40
Yunanistan
0
677
Belçika
İngiltere
3.500
3.000
2.500
2.000
1.500
1.000
0
500
İngiltere
Türkiye
660 km
Resim 7.2: Marshall yardımından yararlanan Avrupa ülkeleri
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında toprak bütünlüğünü korumak ve gelişimini sürdürebilmek için Batılı ülkelerin kurduğu bütün teşkilatlara katılma esasına dayalı bir dış politika izledi. Bu nedenle ABD ve diğer
Batılı devletlerin Sovyet yayılmacılığına karşı kurdukları NATO’ya (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) girmek istedi. Ancak Türkiye’nin bu başvurusu İngiltere ve bazı Avrupa devletleri tarafından kabul edilmedi. Bu devletler
Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin SSCB’nin tepkisine ve hatta bloklar arası bir savaşa yol açabileceğini düşünüyorlardı. Bunun üzerine Türkiye, NATO üyeliğini kolaylaştıracağı düşüncesiyle o günlerde başlamış olan Kore Savaşı’na
aktif olarak katılmaya karar verdi.
!
?
196
NATO, 4 Nisan 1949’da Washington’da yapılan Kuzey Atlantik Antlaşması’yla kuruldu. Antlaşma ABD, Kanada, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksemburg,
İngiltere, Fransa, Portekiz, İzlanda ve İtalya arasında imzalandı. Antlaşmaya göre üye
ülkelerden herhangi birine yapılacak bir saldırıya karşı bütün üyeler hep birlikte karşı
koyacaklardı.
Türkiye hangi beklentilerle NATO’ya üye olmak istemiş olabilir?
ÖÇK
117
Kore Savaşı ve Türkiye
Kore, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda ABD ile
SSCB arasında yapılan antlaşmayla 38. paralel sınır olmak
üzere ikiye bölünmüştü. Aynı antlaşmayla sınırın kuzeyi
Sovyetler Birliği’nin, güneyi ise ABD’nin kontrolüne bırakılmıştı.
Kore’yi ikiye ayıran antlaşma SSCB’nin talimatıyla hareket eden Kuzey Kore’nin 25 Haziran 1950’de Güney Kore’ye saldırmasıyla bozuldu. Gelişmeler üzerine
ABD’nin çağrısıyla toplanan Birleşmiş Milletler barışı bozan tarafın Kuzey Kore olduğuna karar verdi. Ayrıca bu
devleti durdurmak amacıyla çeşitli milletlerin askerlerinden oluşan bir Birleşmiş Milletler Kuvveti oluşturdu.
Türkiye, Kore’ye gönderdiği 4.500 kişilik tugayıyla
ABD’nin öncülük ettiği BM gücüne en geniş ve en aktif
şekilde katılan birkaç devletten biri oldu. Türk askeri, yedi
yüzden fazla şehit verdiği bu savaşta gösterdiği olağanüstü gayret ve kahramanlık ile pek çok ülkenin takdirini kazandı.
Mehmetçik’in Kore’de sergilediği fedakârlık ve
elde ettiği başarılar NATO üyeliğimize karşı çıkan bazı
Avrupa devletlerinin itirazlarını ortadan kaldırdı. Türkiye bu devletlerin de onay vermesiyle 18 Şubat 1952’de
NATO’ya katıldı.
Resim 7.8: Mehmetçik Kore’de
ÇİN
KUZEY
KORE
1
Ateşkes
Hattı
Pyöngyang
Pan Mun Jom
38°
Seul
2
1
GÜNEY
KORE
0
120
240 km
Pusan
1 Kuzey Kore saldırısı (Haziran-Ağustos 1950)
2 Birleşmiş Milletler karşı saldırısı
(Haziran-Ağustos 1950)
Ateşkes hanın kabulü (27 Temmuz 1953)
Resim 7.3: Kore Savaşı
Resim 7.9: Türk askerinin Kore’deki kahramanlığını
anlatan bir gazete haberi
1950 yılında başlayan Kore Savaşı 1953 yılına kadar devam etti. İki tarafın da birbirine üstünlük sağlayamadığı bu savaşın sonunda Kuzey ve Güney Kore arasındaki sınır eskiden olduğu gibi yine 38. paralel olarak
belirlendi. Bu arada Kore Savaşı sırasında NATO’nun etkin bir rol oynadığını gören SSCB, Batı Bloku’nun bu
savunma örgütüne karşı Varşova Paktı’nı kurdu.
!
?
Varşova Paktı, 14 Mayıs 1955’te Doğu Bloku ülkeleri arasında savunma amaçlı iş birliğini sağlamak için kuruldu. SSCB’nin öncülük ettiği bu pakta Romanya, Demokratik Almanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan katıldı.
Varşova Paktı’nın kuruluşu Soğuk Savaş’ın gidişini ne yönde etkilemiş olabilir?
197
4. Konu
Yeni Türkiye
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından çok partili hayata geçerek önemli bir değişim gerçekleştirdi. Siyasi
alandaki bu değişimin etkisiyle de toplumsal, kültürel ve ekonomik gelişmelere sahne oldu.
Savaş sonrası dönemde Batı ile ilişkilerimizin yoğunlaşmasına bağlı olarak ülkemizin ekonomik hayatında
önemli değişimler yaşandı. 1946 yılında başlayan ve Demokrat Partinin iktidara geldiği 1950 yılından itibaren
hızlanan bu değişim sürecinde devletçi ekonomi politikalarından uzaklaşıldı. Bunun yerine özel sektöre öncelik
tanıyan, dışa açık, liberal ekonomi politikası uygulamaya konuldu. İşçilere ücretli hafta sonu tatili hakkı verilirken
ücretlerde ve çalışma koşullarında iyileştirmeler yapıldı.
Adnan Menderes’in Seçim Konuşmasından (1950)
“Bize göre devletin ekonomi politikası özel teşebbüsü
ve mülkiyeti esas almalı, kişinin iktisadi hürriyetini korumalıdır. Bizim devletçilik anlayışımızda devlet, işletmecilik yapmak
yerine ekonomiyi düzenlemelidir. Devlet, özel teşebbüsün ve sermayenin yatırım yapmayacağı kamu hizmetlerinde görev üstlenmelidir.
Bize göre ekonomi politikasında ekonominin asıl sahibi, kişiler ve
özel teşebbüstür. Bizim görüşümüze göre devlet ekonominin içinde değil, üstündedir. Devlet bundan böyle
kamu hizmeti veren işletmelerin dışındakileri bir plan dâhilinde özel teşebbüse ve kooperatif birliklerine devretmeye başlamalıdır.”
Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, s. 154 (Düzenlenmiştir.).
?
Demokrat Partinin ekonomi politikası ülkemizde hangi değişiklikleri ortaya çıkarmış olabilir?
Yeni ekonomi politikalarının ilk önemli sonuçları tarım alanında görüldü. CHP Dönemi’nde çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile devlet arazileri üretime açılmak üzere topraksız köylülere dağıtıldı. Bunu, DP’nin
Marshall Planı’ndan yararlanarak çok sayıda tarım aleti ve traktör ithal etmesi izledi. Böylece ekili dikili alanlar
genişlerken tarımsal üretimde de büyük artışlar yaşandı.
50.000
45.000
40.000
35.000
30.000
25.000
20.000
15.000
10.000
5.000
0
1945
1947
1949
1951
1953
1955
İşlenen tarım alanı (bin hektar)
1957
1959
1961
1962
Traktör sayısı (adet)
Kaynak: tuik.gov.tr
Resim 7.10: Marshall Planı’ndan yararlanılarak
Türkiye’ye getirilen traktörler
?
Grafik 7.2: Türkiye’de işlenen tarım alanı ve traktör sayısı
Yukarıdaki grafik ülkemizdeki traktör sayısı ve işlenen tarım alanı miktarındaki değişim ile ilgilidir.
Sizce bu değişim hangi sonuçları ortaya çıkarmış olabilir?
Türk tarımındaki olumlu gelişmeler 1953 yılından itibaren yavaşladı. Bunda Kore Savaşı’nın bitmesiyle
birlikte tarım ürünlerine olan dış talebin azalması ve kötü hava şartları gibi nedenler rol oynadı. Aynı yıllarda
ihracatın azalması ve ithalatın artması döviz rezervlerinin hızla erimesine yol açtı. Bunun sonucunda da Türkiye
1958 yılında ilk dış borcunu almak zorunda kaldı.
198
1950’li yılların sonlarına doğru yaşanan ekonomik kriz nedeniyle Türkiye’de devlet ekonomiye yeniden
müdahale etmek durumunda kaldı. 1960’tan sonra başlayan yeni dönemde ise ilk iş olarak Devlet Planlama
Teşkilatı (DPT) kuruldu ve planlı kalkınma modeline geçildi. Dış ticarete kısıtlamalar getirilirken ithal edilen
malların yurt içinde üretilmesine yönelik önlemler alındı. Bu amaçla özel sektöre düşük faizli krediler verildi.
Ayrıca bazı vergi muafiyetleri ve ithalat ayrıcalıkları tanındı. Diğer yandan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni kalkındırmak ve enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) hazırlandı.
I. Plan (1963-1967)
Büyüme
Hedefi (%)
II. Plan (1968-1972)
Gerçekleşen
Büyüme (%)
Büyüme
Hedefi (%)
Gerçekleşen
Büyüme (%)
III. Plan (1973-1977)
Büyüme
Hedefi (%)
Gerçekleşen
Büyüme (%)
Tarım
4,2
3,9
Tarım
4,1
1,8
Tarım
3,7
1,2
Sanayi
12,3
10,9
Sanayi
12,0
9,1
Sanayi
11,2
8,8
Hizmetler
6,8
7,2
Hizmetler
6,3
6,6
Hizmetler
7,7
7,3
Toplam
Büyüme
7,0
6,6
Toplam
Büyüme
7,0
6,3
Toplam
Büyüme
7,9
5,2
Kaynak: Devlet Planlama Teşkilatı
Tablo 7.1: Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan kalkınma planlarına ilişkin veriler
?
Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı planlardaki kalkınma hedeflerine ve gerçekleşme
oranlarına bakarak ülkemizin o dönemdeki ekonomik durumu hakkında hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
Yerli üretimi teşvik eden ekonomi politikası sayesinde 1960’lı ve 1970’li yıllarda
Türk ekonomisi yıllık ortalama % 6,8 oranında büyüdü. Sanayi üretiminde ise bu oran
% 10 seviyesine çıktı. Örneğin Türkiye’de
otomotiv sanayi bu ekonomi politikası sayesinde kurulup gelişme imkânı bulabildi.
Ancak dünya petrol krizi ve siyasi istikrarsızlık gibi nedenlerle ülkemiz 70’li yıllarda
yeni ekonomik sorunlarla karşılaştı. Döviz
darlığı nedeniyle ithalatın kısılması ve üretimin azalması sonucunda halk pek çok temel
tüketim maddesinden yoksun kaldı.
Resim 7.11: Ülkemizde kurulan ilk otomobil fabrikasından bir görünüm
Ekonomik sorunlardan kurtulmak isteyen Türkiye, kendisine borç veren uluslararası kurumların da etkisiyle 1980 yılından itibaren serbest ticarete ve ihracata dayalı ekonomi modelini uygulamaya koydu. Özel
sektörün giderek güçlendiği ve ihracatın arttığı bu yeni dönemde ülkemiz zaman zaman önemli ekonomik
krizler yaşadı. Ancak her şeye rağmen güçlü yapısı sayesinde bu krizleri aşarak ekonomik gelişimini sürdürmeyi
başardı.
1940’lı yılların sonlarına doğru 20 milyona ulaşan Türkiye nüfusu 1950’li yılların başlarından itibaren
hızlı bir artış gösterdi. Nüfusun artması ve tarımda makineleşmenin hızlanmasıyla birlikte özellikle kırsal kesimde iş gücü fazlası ortaya çıktı. Bunun sonucunda da ülkemiz köylerden kentlere doğru büyük bir göç hareketine sahne oldu. 1950’de toplam nüfusun % 25’i, nüfusu 10 binden fazla olan yerleşmelerde otururken
1990’da bu oran % 60’a ulaştı. Benzer şekilde 1950’de toplam iş gücünün % 85’i tarımda çalışırken 1990’larda
bu oran % 40’ın altına düştü.
?
1940’lı yılların sonlarına doğru ülkemizde nüfus artışının hızlanmasının nedenleri neler olabilir?
199
1980’lerin başlarına kadar ülkemizde kentleşme, sanayi ve hizmet sektörünün yoğunlaştığı İstanbul, Ankara, İzmit, İzmir, Bursa, Adana gibi şehirlerin büyümesi şeklinde gerçekleşti. Daha sonraki dönemlerde bunlara Gaziantep, Denizli gibi şehirler de eklendi. Güçlü birer çekim merkezi hâline gelen bu kentler kırsal kesimden büyük
miktarda göç aldı. Göç edenlerin kentlerin etrafına yerleşmesiyle de ülkemiz gecekondulaşma olgusuyla tanıştı.
“Kentlere yeni gelenler beraberlerinde kendi kültürel özelliklerini de getirdiler; bir yandan kentte
var olan yaşam tarzından etkilenirken diğer yandan kendi yaşam tarzlarıyla kentlere damgalarını vurdular. Kentlerde bir araya gelen değişik yörelerin insanları, hem birbirlerine hem de yerleştikleri kentlere
yeni birçok şey tanıttılar. 1950’lerde Ankara, İstanbul ve İzmir gibi kentlerde hemen hemen hiç bilinmeyen lahmacun
ya da şöbiyet gibi lezzetler, aynı kentlerin 1990’lardaki yaşamından ayrı düşünülemez oldu.”
Ahmet Kuyaş, Gençler İçin Çağdaş Tarih, s. 358.
?
Köyden kente göçün kültürel alandaki sonuçları ile ilgili olarak başka neler söylenebilir?
1960’lı yıllarda yaşanan bir başka göç hareketi, yurt dışına işçi gönderilmesi şeklinde gerçekleşti. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra bazı Avrupa ülkeleri uğradıkları insan kayıpları nedeniyle ortaya çıkan iş gücü ihtiyacını başka ülkelerden karşılama yoluna gidiyorlardı. Avrupalıların en fazla işçi aldıkları ülkelerden biri de Türkiye idi. Bu dönemde bir
milyondan fazla Türk vatandaşı başta Batı Almanya olmak üzere Avusturya, Hollanda, Fransa gibi ülkelere göç etmişti.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkemizde yaşanan önemli değişimlerden biri de ulaşım alanında oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında demir yolu ağırlıklı bir ulaşım politikası izlenirken 1950’li yıllardan itibaren kara yoluna önem
verildi. Bunun sonucunda da kentler arası ulaşımda otobüs, kamyon gibi motorlu taşıtların payı arttı. Aynı şekilde
kent içi ulaşımında elektrikli ve raylı toplu taşıma araçlarının payı düşerken otomobiller öne çıkmaya başladı. 1990’lı
yıllarda ise toplu taşımanın önem kazanması büyük kentlerde metro ve hafif tramvay sistemlerinin kurulması sonucunu doğurdu. Diğer yandan uçaklar, hızlı trenler ve hızlı feribotlarla şehirler arası yolculukların süreleri kısaltıldı.
!
Ülkemizde özel otomobil ithaline 1946 yılında izin verildi. 1960’ta yüz bin civarında olan kara yolu motorlu taşıt sayısı 1980’de bir milyona ulaştı.
ÖÇK
118
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitime önem veren Türkiye, eğitimi herkes için bir hak olarak gördü.
Ülkemiz bu alandaki çabalarını İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında da devam ettirdi. 1946 yılında çıkarılan bir kanunla üniversiteler özerk hâle getirilerek araştırma yapmaya teşvik edildi. 1950-1960 yılları arasında
ise eğitimin kırsal kesimden başlamak üzere yurt geneline yayılmasına önem verildi. Ayrıca köy ve şehir okulları
arasındaki farkı ortadan kaldırmak için köy ilkokullarındaki üç yıllık eğitim beş yıla çıkarıldı. Aynı yıllarda yurdun çeşitli yerlerinde yeni üniversiteler kurulurken üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı da 25 binden 65 bine yükseldi.
Okul Kademesi
İlkokul (adet)
Ortaokul (adet)
Lise (adet)
Meslekî ve Teknik Okul
(adet)
Fakülte/Yüksek Okul (adet)
Eğitim Öğretim Yılı
1949/1950
1959/1960
17.106
24.398
364
662
60
129
326
530
34
55
Tablo 7.2: Türlerine göre ülkemizdeki okul sayıları
Resim 7.12: 1950’li yıllardan itibaren ülkemizde yeni
Kaynak: Millî Eğitim Bakanlığı, Cumhuriyetin 50. Yılınüniversiteler kuruldu.
da Rakam ve Grafiklerle Millî Eğitimimiz
?
200
Okul sayılarındaki artışlar hangi sonuçları ortaya çıkarmış olabilir?
Ülkemizde eğitimin kalitesini arttırmak amacıyla 1982 yılından itibaren öğretmen yetiştirme görevi üniversitelere verildi. Ayrıca zorunlu eğitim 1997-1998 eğitim-öğretim yılından itibaren sekiz yıla çıkarıldı ve bütçeden eğitime ayrılan pay sürekli biçimde arttırıldı. Böylece ülke kalkınmasına her alanda katkıda bulunacak
nitelikli insan gücünün yetiştirilmesine gayret edildi.
Yakın tarihimizde devletimizin eğitim gibi önemle üzerinde durduğu konulardan biri de sağlık oldu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanlara ek olarak 1946 yılında Sağlık Bakanı Dr. Behçet Uz tarafından “Birinci
On Yıllık Sağlık Planı” yapıldı. Bu plan gereğince her ilçeye bir sağlık merkezi kurulurken sağlık çalışanlarının
sayısı arttırıldı. Ayrıca koruyucu hekimlik uygulamalarına ve yaygın hastalıklarla mücadeleye öncelik verildi.
Ülkemizdeki sağlık hizmetleri çağın gereklerine uygun şekilde geliştirilerek günümüze kadar devam etti. Bu
gayretler sonucunda da bebek ölümleri hızla azalırken ortalama ömür ve yaşam kalitesi eskisiyle kıyaslanamayacak ölçüde arttı.
1950
1967
1970
1980
1990
2000
2012
Toplam sağlık kurumu
sayısı (adet)
—
664
743
827
857
10.747
29.960
Toplam yatak sayısı
(adet)
—
59.173
71.486
99.117
120.738
134.950
200.072
Hekim sayısı (kişi)
3.020
11.875
15.856
27.241
50.639
85.242
129.772
Hekim başına düşen
nüfus (kişi)
6.890
2.758
2.228
1.631
1.088
754
583
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist
Tablo 7.3: Ülkemizdeki sağlık hizmetlerinin yıllar içinde geçirdiği değişim
?
Yukarıdaki tabloyu incelediğinizde geçmişten günümüze sağlık alanında yapılanlarla ilgili hangi
çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
Türkiye, toplumsal ve ekonomik gelişmesinin sonucunda 1950’li yıllardan itibaren yeni ürünler ve tüketim alışkanlıklarıyla tanıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, gelişmiş ülkelerde yaygınlaşan dayanıklı tüketim
malları ülkemizde de kullanılmaya başlandı. Önceleri yalnızca büyük kentlerde görülen buzdolabı, çamaşır
makinesi ve radyo, fiyatlarının ucuzlaması ve elektrik dağıtım ağının genişlemesiyle birlikte kırsal kesimde de
kullanılır hâle geldi. Bu arada montaj otomobil sanayisinin kurulması sonucunda da otomobil kullanımında
hızlı bir artış yaşandı.
Ülkemizde televizyon İstanbul
Teknik Üniversitesinin (İTÜ), 1968 yılından itibaren de Ankara’da Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun (TRT) yaptığı
deneme yayınlarıyla gündemimize girdi. TRT, tek kanallı ve siyah beyaz olarak başlattığı yayınlarını 1970’li yıllarda
ülkemizin pek çok bölgesine ulaştırdı.
1982’de de ilk renkli yayınını gerçekleştirdi.
Türkiye 1990’lı yıllarda çok sayıda
özel radyo ve televizyonun kuruluşuna
sahne oldu. 1996 yılında ise İnternet ile
tanıştı. Böylece toplumda ifade özgürlüğü imkânları genişlerken insanlar arasındaki sosyal ve kültürel etkileşim hızlandı.
?
Resim 7.13: İsmet İnönü, İstanbul Teknik Üniversitesinin ülkemizde başlattığı
televizyon deneme yayınında
Radyo, televizyon ve İnternet’in toplum hayatımıza girmesiyle birlikte yaşanan değişiklikler neler
olmuştur?
201
Ülkemizde radyo ve televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte müzik anlayışı da değişmeye başladı. Varlığını günümüze kadar sürdürebilmiş olmasına rağmen
klasik Türk müziği 20. yüzyılın ikinci yarısında giderek
geri plana düştü. Onun yerine arabesk ve aranjman en
çok satan ve dinlenen müzik türleri oldu. Diğer yandan
kültürel değişimin yoğun şekilde yaşandığı kentlerde
Batı müziğinin de etkisiyle rock (rak) müzik yapan gruplar ortaya çıktı. Aynı yıllarda bir başka sanat dalı olan
sinemada da önemli gelişmeler yaşandı.
Başlangıçta yabancı filmlere bağlı olan Türk sineması 1950’lerden itibaren bu tür filmlerin ülkemizde
de yapılmasıyla birlikte yeni bir gelişim sürecine girdi.
Yeni dönemde İstanbul Beyoğlu’daki Yeşilçam Sokağı
Türk sinemasının sembolü hâline geldi. 1963’te çektiği
Susuz Yaz filmiyle Berlin’de Altın Ayı ödülünü alan Metin Erksan ise sinemamızı yurt dışında tanıtan ilk Türk
yönetmeni oldu.
1970’li yıllarda gerileme içinde bulunan Türk
Resim 7.14: Yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı
“Üç Maymun” adlı filmin tanıtım afişi
sineması 1980’lerin ortalarından itibaren güçlü yönetmenler ve özgün senaryolarla yeniden canlandı.
1996’da gösterime giren, yönetmenliğini Yavuz Turgul’un yaptığı, başrollerini ise Şener Şen ve Uğur Yücel’in oynadığı Eşkıya gişe rekorları kıran bir film oldu. 2008 yılında ise Nuri Bilge Ceylan, Üç Maymun adlı filmiyle Cannes
(Kan) Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü aldı.
?
Müzik ve sinemada kazandığı başarılarla ülkemizin adını dünyaya duyuran sanatçılarımıza kimleri
örnek verebilirsiniz?
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçirdiği değişim sporda da kendisini gösterdi. Sporun ülkeler
arasındaki barışı ve kaynaşmayı sağlamadaki rolünü bilen Türkiye, başta olimpiyatlar olmak üzere uluslararası
spor organizasyonlarına katılarak çeşitli başarılar elde etti.
1948 Londra Olimpiyatlarına giden
güreşçilerimiz kazandıkları madalyalarla ülkemizin adını dünyaya duyurdular. İlerleyen
yıllarda futbol, basketbol, voleybol, halter ve
atletizm ile uğraşan sporcularımız da uluslararası alanda önemli başarılara imza attılar. Böylece ülkemizin tanınmasına, başka ülkelerle
dostluk ilişkileri kurmasına ve Türk sporunun
uluslararası alanda söz sahibi olmasına büyük
katkılarda bulundular.
?
202
Resim 7.15: 1948 Londra Olimpiyatlarında altın madalya kazanan güreşçilerimiz
Türk sporcularının son yıllarda uluslararası organizasyonlarda elde ettikleri başarılardan hangilerini biliyorsunuz?
5. Konu
Herkes İçin İnsan Hakları
“Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,
İnsan haklarının tanınmamasının ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyan ettirecek barbarlıklara
neden olmuş bulunmasına ve insanların her türlü korku ve sefaletten kurtulacakları, ifade ve inanç özgürlüğüne sahip olacakları bir dünya kurmanın insanın en yüksek amacı ilan edilmiş olmasına dayanarak;
İşbu insan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni tüm halkların ve tüm ulusların erişmeye çalışacakları ortak
bir ülkü olarak ilan eder.” (1)
?
Yukarıdaki ifadelere göre İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin amaçları neler olabilir?
Yukarıdaki metin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin giriş kısmından alınmıştır. Bu metinde insanlığın İkinci Dünya Savaşı sırasında geçirdiği büyük maddi ve manevi sarsıntıdan söz edilmektedir. Gerçekten
de İkinci dünya Savaşı’na katılan devletler uluslararası antlaşmaları ve insan haklarını daha önce hiç olmadığı
kadar çiğneyerek milyonlarca askerin ve sivilin ölümüne yol açmışlardır. Bunun üzerine savaş sonrasında dünya
“insanlık suçu” adıyla yeni bir hukuki kavramla tanışmış ve bu suçu işleyenler uluslararası mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmışlardır.
Savaş sonrasında insanlık, bir yandan savaş suçlularını yargılayıp cezalandırırken diğer yandan bu tür
felaketlerin bir daha yaşanmaması için önlemler almayı da ihmal etmedi. Bu amaçla Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu 10 Aralık 1948 tarihli oturumunda, imzacıları arasında Türkiye’nin de bulunduğu İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’ni kabul ve ilan etti. Bu bildirgeyi 1950 yılında imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve 1989
yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi izledi. Böylece insan hakları uluslararası belgelerde güvence altına alınmış oldu.
Resim 7.16: 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü için hazırlanmış bir afiş
?
Yukarıdaki afişte yer alan kavramlara başka hangilerini ekleyebilirsiniz? Neden?
(1) Ahmet Kuyaş, Tarih 2002, s. 91.
203
Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana
sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyetiyle hareket etmelidirler.
Madde 2: Herkes ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da diğer herhangi bir görüş, ulusal ya da
toplumsal köken, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu beyannamede ilan olunan
bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanabilir.
Madde 3: Yaşamak, özgürlük ve kişi emniyeti her bireyin hakkıdır.
Madde 4: Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz.
Madde 5: Hiç kimse işkenceye, zalimce, insanlık dışı, onur kırıcı cezalara ve işlemlere tabi tutulamaz.
Madde 13: Herkes kendi memleketi de dâhil olmak üzere herhangi bir memleketi terk etmek ve memleketine geri dönmek hakkına sahiptir.
Madde 23: Her insanın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye hakkı vardır.
Madde 26: Her insanın öğrenim hakkı vardır.
www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/203-208.pdf
?
Sizce İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi en çok hangi maddeleriyle dünya barışının sağlanmasına ve korunmasına katkıda bulunmuş olabilir? Neden?
Türk milleti tarih boyunca insan haklarına saygısı ve hoşgörüsüyle tanınan bir millet olmuştur. Milletimiz bu özelliklerini barışçı bir dış politika izleyerek ve önce Milletler Cemiyetine, ardından Birleşmiş Milletlere
katılarak 20. yüzyılda da göstermiştir.
Türkiye Soğuk Savaş Dönemi’nde Batı Bloku’nun yanında yer alarak Batı’da önem kazanan demokrasi
ilkelerini ve insan hakları uygulamalarını kolayca benimsemiştir. Diğer yandan ülkemiz demokrasinin gereği
olarak 1946 yılından itibaren çok partili siyasi hayata geçmiştir. Ayrıca 1948’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni, 1954’te
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini, 1990’da da Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalamıştır.
Devletimiz Anayasa’sında
ve kanunlarında vatandaşlarının
temel hak ve özgürlüklerini koruyucu hükümlere yer vermiştir.
Bunun yanı sıra insan hak ve özgürlükleri ile demokrasiyi geliştirmek için imzaladığı uluslararası
belgelerin bağlayıcılığını da kabul
etmiştir. Ülkemizin bu değerlere
olan bağlılığının bir diğer göstergesi Avrupa Birliği’ne 1963 yılında
yaptığı üyelik başvurusudur. Türkiye demokrasi ve insan hakları ilkelerine dayanan bu kuruluşa tam
üye olma çabalarını günümüzde
de devam ettirmektedir.
?
204
Resim 7.17: Çocuklar haklarıyla vardır.
Yukarıdaki açıklamalardan hareketle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile ilgili hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
ÖÇK
119
6. Konu
Kahraman Türk Ordusu
“Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet ışıklarını taşıyan
kahraman Türk ordusu!” (1)
Atatürk
?
Atatürk yukarıdaki seslenişiyle ordumuzun hangi özelliklerini vurgulamak istemiştir?
Atatürk’ün yukarıdaki sözünde de vurguladığı gibi Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın en köklü ordularından biridir. Askerliği vatan görevi olarak kabul eden Türklerde kadın-erkek demeden eli silah tutan herkes asker sayılmış ve daima savaşa hazır bulunmuştur. Türk milleti sahip olduğu bu özelliği nedeniyle başka milletler
tarafından “ordu millet” adıyla anılmıştır.
Milletimizin bağrından çıkmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri ordu-millet bütünleşmesinin en güzel örneklerinden biridir. Atatürk bu gerçeği “Millet ve kahraman çocuklarından meydana gelen ordu, o derece birbiriyle
birleşmiştir ki dünyada ve tarihte bunun örneği pek seyrektir.” (2) sözüyle vurgulamıştır. Ordumuz bu yönüyle millî
birlik ve beraberliğimizin simgesidir. Atatürk de “Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.” (3) diyerek onun bu özelliğini dile getirmiştir.
Kara, Deniz ve Hava kuvvetlerinden oluşan Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkemizi iç ve dış tehditlere karşı
korumakla görevlidir. Bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk milletinin varlığının ve geleceğinin güvencesidir. Atatürk, ordumuzun temel görevlerinin neler olduğunu ölümünden kısa süre önce Türk
ordusuna hitaben yayımladığı mesajında şu sözlerle ifade etmiştir: “Türk vatanının ve Türklük topluluğunun
şan ve şerefini, iç ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve
hazırlanmış olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır.” (4)
Resim 7.18: Türk ordusu kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşur.
(1) Enver Ziya Karal, Atatürk’ün Düşünceleri, s. 126.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 335.
(3) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 126.
(4) age., s. 126.
205
Türk Silahlı Kuvvetlerinin, üstlendiği görevleri başarıyla yerine getirebilmesi için modern savaş araç
gereçleriyle donatılması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle ülkemizin güçlü bir savunma sanayisine sahip
olması gerekmektedir. Türk savunma sanayisinin temelleri büyük ölçüde Millî Mücadele günlerinde atılmıştır.
O dönemde İstanbul’dan gizlice Anadolu’ya geçirilen makine ve tezgâhlarla Ankara, Konya, Eskişehir, Keskin
ve Erzurum’da silah atölyeleri kurulmuştur. Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğüne bağlı olan bu tesisler 1950
yılında Makine Kimya Endüstrisi Kurumunun (MKE) çatısı altında toplanmıştır. Kurum günümüzde ordumuzun
klasik silah ve cephane ihtiyacını karşılamanın yanı sıra yaptığı ihracat ile ekonomimize de önemli katkılarda
bulunmaktadır.
Ülkemizde bilim ve teknolojideki gelişmelere uygun biçimde MKE’nin yanı sıra savunma sanayi ile ilgili
başka kurumlar da oluşturulmuştur. Çağımızın en ileri bilgi teknolojilerini kullanan bu kurumlarımızın başlıcaları ASELSAN, HAVELSAN, TAİ, TUSAŞ ve ROKETSAN’dır. Ordumuz bu kurumlarımızın gayretleriyle savaş araç
gereçleri konusunda dışa bağımlı olmaktan büyük ölçüde kurtulmuştur.
Resim 7.19: Savunma sanayimiz tarafından üretilen Anka adlı insansız hava aracı ve Atak adlı taarruz helikopterleri
?
Savunma sanayisinde yapılanların ülkemizin askerî ve ekonomik alandaki gelişimine katkıları hakkında neler söylenebilir?
ÖÇK
120
Türk Silahlı Kuvvetleri disiplinli ve dinamik yapısıyla ülkemizin olduğu kadar dünya barışının da güvencesidir. Ordumuz bu konudaki en önemli sınavlarından birini Kıbrıs’ta vermiştir. İngiltere’nin Kıbrıs’tan çekilmesi üzerine 1960 yılında adadaki Türkler ve Rumlar tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla ortak bir devlet
kurulmuştu. Ancak Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak istemeleri üzerine bu ortaklık bozuldu. Rumlar
“enosis” adını verdikleri bu planı gerçekleştirmek için her türlü baskı aracını kullanarak Türkleri Kıbrıs’tan göç
ettirmeye çalıştılar. Bir an önce sonuç alabilmek için de uyguladıkları baskı ve zulümleri giderek bir soykırıma
dönüştürdüler.
Kıbrıs’ta yaşananlar, konunun BM Güvenlik Konseyinin gündemine taşınmasına neden oldu. Konsey kararıyla adaya bir barış gücü
gönderildi. Ancak bu önlem de Rumların saldırılarını durdurmaya yetmedi. Bunun üzerine
Türkiye, antlaşmalardan doğan garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış
Harekatı’nı yapmak zorunda kaldı.
Resim 7.20: Mehmetçik Kıbrıs’ta
206
Türk askerinin adaya çıkmasıyla birlikte yalnız Kıbrıslı Türklerin değil, Rumların da
güvenliği sağlandı. Türk Silahlı Kuvvetleri Barış
Harekatı’ndan sonra da adada kalÖÇK
maya devam ederek Kıbrıs’ta barı121
şı koruma görevini sürdürdü.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin güvenliğini sağlamanın
yanı sıra dünya barışına ve güvenliğine katkıda bulunma konusunda da duyarlılık göstermektedir. Ordumuz bu amaçla dün olduğu gibi bugün de yabancı ülkelerde görevler üstlenmektedir. Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk, Somali
ve Afganistan bu ülkelerden bazılarıdır.
Türk askeri 1993 yılında BM’nin Bosna-Hersek’te oluşturduğu Barış Gücü’ne katıldı. Askerlerimiz burada insani yardım hareketi için emniyetli bölgelerin kurulması ve bu bölgelerin korunması görevlerini başarıyla yerine
getirdi.
1997’de Arnavutluk’ta iç savaş tehlikesinin belirmesi üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri bir kez daha BM Güvenlik
Konseyinin kararıyla oluşturulan çok uluslu gücün içinde yer aldı. Arnavutluk’un başkenti Tiran’da görevlendirilen Türk
birliği bu ülkeye yapılan insani yardımları organize etti. Türk askeri benzer bir görevi Kosova’da da başarıyla yerine getirdi. Bu ülkedeki iç çatışmaların şiddetlenmesi üzerine NATO 2004 yılında hava harekâtı başlattı. Türkiye bu harekâta
on sekiz F16 uçağıyla katılırken bir yandan da sivil halka gıda, giysi ve temizlik malzemesi yardımında bulundu.
Resim 7.21: Türk askeri Bosna Hersek’te yardım dağıtırken
Resim 7.22: Türk askeri Kosova’da
Türkiye 1993 yılında iç savaş ve açlık nedeniyle çok sayıda insan kaybının yaşandığı Somali’ye asker gönderdi.
Burada da BM Barış Gücü bünyesinde görev yapan Türk birliği bir yandan akan kanı durdurmaya çalışırken diğer
yandan insani yardımların Somali halkına ulaştırılması için gayret gösterdi.
Türk Silahlı Kuvvetleri, BM’nin Afganistan’daki iç karışıklıkları önlemek amacıyla oluşturduğu “Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti” içinde de yer aldı. Bu kuvvete iki dönem boyunca komuta eden Türk birliği Kabil
Havalimanı’nın güvenliğini sağladı. Ayrıca verdiği eğitim ve sağlık hizmetleriyle Afgan halkının sevgisini ve güvenini
kazandı.
Resim 7.23: Afganistan’da görev yapan Türk askerleri
?
Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışında insani amaçlı görevler üstlenmesinin ülkemize sağlayacağı katkılar neler olabilir?
ÖÇK
122
207
7. Konu
Türkiye Cumhuriyeti’ne Yönelen Tehditler
“Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenimin sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1. Milliyetine, 2. Türkiye Devleti’ne, 3. Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla mücadele lüzumu. Fertleri bu mücadele gerekleri ve vasıtalarıyla donanmayan milletler için yaşama hakkı yoktur.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’e göre “yaşama hakkı”nı kaybetmek istemeyen milletler neler yapmalıdır?
Türkiye, Asya ve Avrupa kıtalarının birleştiği,
stratejik bakımdan kritik bir bölgede yer almaktadır.
Asya ve Avrupa arasında bir köprü oluşturmasının
yanı sıra Karadeniz ve Akdeniz’i birbirine bağlayan
Boğazlara sahip olması Türkiye’yi dünya güç dengesi
içinde önemli bir ülke hâline getirmektedir. Özellikle
zengin petrol kaynaklarına sahip ülkelere komşu olması ülkemizin bu önemini daha da arttırmaktadır.
Çünkü petrol ülkelerinin ürünlerini dünya pazarlarına
en kısa yoldan ulaştırabilmeleri ülkemiz topraklarını
ve limanlarını kullanmalarıyla mümkün olabilmektedir. Zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip
olması da Türkiye’nin dünyadaki gücünü arttırıcı bir
Resim 7.24: Türkiye, kıtaları ve denizleri birbirine bağrol oynamaktadır. Ancak dün olduğu gibi bugün de layan benzersiz bir coğrafi konuma sahiptir.
bazı devletler Türkiye’nin jeopolitik öneminden kaynaklanan gücünü azaltmak ve kendi topraklarını genişletmek için çaba harcamaktadır. Bu devletlerin bir diğer
amacı, zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı kendi emelleri doğrultusunda kullanabilmektir.
Ülkemiz üzerinde emelleri olan bazı devletler Türkiye’yi doğrudan saldırılarla ele geçiremeyeceklerini
bilmektedirler. Bu nedenle söz konusu devletler ülkemizi zayıflatmak, bölmek, parçalamak ve rejimimizi yıkmak doğrultusunda faaliyet göstermektedirler. Bunun için de millî birliğimizi hedef alan iç tehdit unsurlarını
desteklemektedirler.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bölmek amacıyla ortaya çıkan iç tehdit unsurları ülkemizde anarşi ve terör ortamı yaratmak isterler. Böylece hem toplumda korkuya neden olarak devlet otoritesini sarsmaya hem de
ülkemizi ekonomik yönden zayıflatmaya çalışırlar. Ayrıca bölücü propagandalarla milletimizin fertleri arasına
ayrılık tohumları ekerek millî birlik ve beraberliğimizi bozma çabası içine girerler. İç tehdit unsurları bir yandan
da ülkemizde Atatürk ilkeleriyle oluşmuş çağdaş anlayışı yıkmayı ve rejimimizi kendi görüşleri doğrultusunda
değiştirmeyi hedeflerler.
Anarşi ve terör dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorundur. Yıkıcı ve bölücü
terör örgütlerinin saldırıları nedeniyle bugüne kadar binlerce güvenlik görevlimiz ve sivil vatandaşımız hayatını
kaybetmiştir. Terörün ortaya çıkardığı bu acı tablonun başta gelen sorumluları teröre destek veren devletler ve
teröristlere silah satan bazı silah üreticileridir. Ülkeler arasında teröre karşı yeterli iş birliğinin sağlanamaması
ve halkın bazı kesimlerinin terör konusunda duyarlı olmaması da terörün yayılmasına yol açmaktadır.
?
208
Ülkemize yönelen tehditlere karşı vatandaşlara düşen görevler neler olmalıdır?
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 196.
Türkiye Cumhuriyeti, üniter yapısını yıkmayı amaçlayan bölücü terörün yanı sıra asılsız Ermeni iddialarını
savunan terör hareketlerinin de hedefi durumundadır. Üçüncü üniteyi hatırlayınız. Orada da belirtildiği gibi Selçuklular Dönemi’nden itibaren Türklerle Ermeniler yüzyıllar boyunca barış ve huzur içinde bir arada yaşamışlardı.
Ancak bu toplumsal barış ortamı 19. yüzyılın sonlarına doğru bozulmaya başladı. Aynı tarihlerden itibaren bazı Ermeni grupları yabancı devletlerin de kışkırtmalarıyla Doğu Anadolu’da bir devlet kurmak üzere harekete geçtiler.
Bu gruplar özellikle Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen İngiltere ve Rusya gibi devletlerin desteğini alarak kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri yerlerde isyanlar çıkardılar. Silahlı Ermeni çeteleri Osmanlı Devleti’nin çeşitli
iç ve dış sorunlarla uğraşmasını fırsat bilerek isyan alanlarını genişlettiler. Hatta İstanbul’daki Osmanlı Bankasına
saldırıp insanları rehin alacak ve 1905’te Padişah II. Abdülhamit’e suikast düzenleyecek kadar ileri gittiler. Ermeni
komitacıları 1909’da da Adana’da çıkardıkları olaylarla halka büyük zararlar verdiler.
Ermeni terör örgütleri Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin birkaç cephede birden savaşmasından
yararlanarak saldırılarını arttırdılar. Şubat 1915’te başlayan bu son ayaklanmalar sırasında Ermeniler, Kafkasya
Cephesi’ndeki birliklerimize karşı Ruslarla iş birliği yaparak ordumuzu arkadan vurdular. Ayrıca Muş, Van, Bitlis gibi
cephe gerisinde bulunan illerimizdeki savunmasız Müslüman halka yönelik toplu katliamlara giriştiler. Osmanlı
Hükûmeti de bunun üzerine ayaklanma çıkaran ve düşmanla iş birliği yapan Ermenileri cepheden uzak, güvenli
bir bölgeye yerleştirmek istedi. Hükûmet bu amaçla “Sevk ve İskân Kanunu”nu çıkardı. Ardından da bu Kanun’a
dayanarak Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenileri o zamanlar bir Osmanlı toprağı olan Suriye’ye göç ettirdi.
Resim 7.25: Kafkas Cephesi’nde sivil Türklere karşı katliamlarda bulunan bir Ermeni birliği
1915 yılında uygulanan bu göç kararı savaş sırasında alınabilecek en insani önlemlerden biriydi. Osmanlı
Hükûmeti bu kararıyla yalnızca Müslüman halkın değil, bölgedeki Ermenilerin de can güvenliğini sağlamayı amaçladı. Aynı şekilde göç sırasında ve sonrasında herhangi bir olumsuzluğun yaşanmaması için gereken hazırlıkları
yaptı. Bu sayede tehcir adı verilen göç başarıyla uygulandı ve Ermenilerin çoğu güvenli bölgelere yerleştirildi. Az
sayıdaki Ermeni ise yol şartlarının ağırlığı ve hastalık gibi nedenlerle hayatını kaybetti. Ancak bugün bazı Ermeni
grupları 1915 yılındaki göç sırasında ortaya çıkan kayıpların planlı bir soykırımın sonucu olduğunu öne sürmektedirler. Ermeniler bu asılsız soykırım iddialarının Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmesini ve devletimizin
kendilerinden özür dilemesini istemektedirler. Ayrıca Türkiye’den tazminat ve toprak talebinde bulunmaktadırlar.
Ermenilerin ülkemize yönelik haksız talepleri Batılı devletler tarafından bugün olduğu gibi dün de desteklenmiştir. Bu devletler Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 24. maddesi ile Erzurum, Van, Bitlis, Elâzığ, Diyarbakır ve
Sivas illerini içine alan bölgede bir Ermeni devleti kurmayı kararlaştırmışlardır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Kafkasya’da bir devlet kurmuş olan Ermeniler de onlardan aldıkları cesaretle Doğu Anadolu topraklarına saldırıya
geçmişlerdir. Bunun üzerine Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın emrindeki birliklerle karşı taarruza
geçilerek Ermeniler geri püskürtülmüştür. Ardından da Ermenistan’ın isteği üzerine BMM Hükûmeti ile bu devlet
arasında 2-3 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşmayla Ermeniler işgal ettikleri topraklarımızdan çekilirken Kars ve çevresi Türkiye’ye bırakılmıştır.
209
Gümrü Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile Ermenistan arasında yeni bir çatışma yaşanmadı. Ancak ilerleyen yıllarda Ermeniler tarihî gerçeklere aykırı iddialarını dünya gündemine taşıyarak Türkiye’den haksız isteklerde bulunmaya devam ettiler. 1973’ten itibaren de Türkiye’ye yönelik terör eylemlerine yeniden başladılar.
1980’li yılların ortalarına kadar süren bu eylemlerde Ermeni teröristler aşağıdaki gazetelerde de gördüğünüz
gibi genellikle dış temsilciliklerimizi hedef aldılar.
Resim 7.26: Ermeni terör örgütlerinin cinayetlerini anlatan bazı gazete haberleri
?
Gazete haberlerinde gördüklerinizden yola çıkarak Ermenilerin ülkemize yönelik terör faaliyetlerinin amaçları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ermeni teröristlerin genellikle yurt dışıdaki görevlilerimizi hedef almalarında bu saldırıları gerçekleştirdikleri ülkelerin de payı vardır. Terörün doğuracağı kötü sonuçları yeterince kavrayamayan bu ülkeler gerekli
güvenlik önlemlerini alma konusunda isteksiz davranmışlardır. Hatta uluslararası terör örgütleri listesinde yer
alan bu örgütlerle iş birliği yapmaktan bile çekinmemişlerdir. Devletlerin yanı sıra gerek ülke içinden gerekse
dışarıdan bazı kişi ve kuruluşlar ile kitle haberleşme araçları da terörizmin yayılmasına bilerek veya bilmeyerek
katkıda bulunmuşlardır.
?
Bazı devletlerin Türkiye’ye yönelik teröre göz yummalarının nedenleri neler
olabilir?
ÖÇK
123
Türkiye bugün tarım, sanayi ve ticarette yaptığı atılımlarla dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde yer almaktadır. Diğer yandan modern, laik ve demokratik yapısıyla bölgesinde örnek ülke konumundadır. Türkiye aynı
zamanda genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Böyle olduğu için de bazı devletler tarafından tehlike olarak
algılanmaktadır. Güçlü bir Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına zarar vereceğini düşünen bu devletler
ülkemizi zayıflatmak için her yolu denemektedirler. Çünkü bu devletler ülkemizi silah ve uyuşturucu pazarı
olarak kullanmak istemektedirler. Bunun için de yıkıcı ve bölücü propagandalarını Türk gençliği ve aydınları
üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Dış tehdit unsurları bu yolla ülkede anarşi ve terör ortamı yaratarak devlet otoritesini sarsmayı ve toplumu yönetilemez hâle getirmeyi amaçlamaktadırlar. Ayrıca toplumsal farklılıklar gibi
ülkemizin hassas yönlerini öne çıkararak millî birlik ve beraberliğimizi bozmaya çalışmaktadırlar.
?
210
Yukarıdaki paragrafta anlatılan faaliyetlere karşı alınacak önlemler neler olmalıdır?
Dış tehdit unsurlarının ülkemizi içten bölerek zayıflatma ve ele geçirme amacıyla yürüttükleri çalışmalardan biri de misyonerlik faaliyetleridir. Misyonerlik, Batılı ülkelerin Hristiyanlığı yayma görüntüsü altında
ülkeleri sömürgeleştirme politikasıdır. Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın “Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.” (1) sözü misyonerliğin
gerçek amacını en iyi şekilde ifade etmektedir.
?
Misyonerlik faaliyetlerine karşı alınacak önlemler neler olmalıdır?
Türkiye’ye yönelik tehditler arasında cumhuriyetimizin laik yapısını hedef alan irticai faaliyetleri de saymak
gerekir. Bu tür faaliyetlerde bulunanların amacı, Türk milletinin Atatürk’ün açtığı çağdaş uygarlık yolunda aklın ve
bilimin rehberliğinde yürümesini engellemektir. Kutsal din duygularını kişisel emellerine alet etmekten çekinmeyen bu çevreler dini bir baskı unsuru olarak kullanmaktadırlar. Bu nedenle din ve vicdan özgürlüğü ile toplumsal
barışın devamına karşı önemli bir tehlike oluşturmaktadırlar.
İç ve dış tehditlere karşı mücadele
eden milletimizin hedefi Misakımillî sınırları içinde, millî egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti hâlinde
yaşamaktır. Çağdaş uygarlık yolunda kararlı adımlarla ilerleyen milletimiz sahip
olduğu siyasi, askerî, ekonomik ve kültürel
güçleriyle bunu başaracak durumdadır.
Millî hedefin gerçekleşmesi öncelikle millî
güvenliğin sağlanmasına bağlıdır. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti de bu iş için başta Millî
Güvenlik Kurulu olmak üzere Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Millî İstihbarat Teşkilatı, Kamu Güvenliği MüsteşarResim 7.27: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başta bölücü terör ollığı gibi kurumlar oluşturmuştur. Bunlardan
mak
üzere her türlü terör faaliyetini silahlı kuvvetleriyle etkisiz hâle
Millî Güvenlik Kurulu; Cumhurbaşkanının
getirmeye çalışmaktadır.
başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay
Başkanı, Başbakan yardımcıları; Adalet, Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri bakanları ile Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’nın katılımıyla toplanmaktadır.
Ülkemize yönelen tehditlerle mücadelede devletin yanı sıra kişilere de önemli görevler düşmektedir.
Türk vatandaşları yıkıcı ve bölücü faaliyetler ile terörizme karşı duyarlı, bilinçli ve bunları etkisiz hâle getirecek
fikrî yapıya sahip olmalıdır. Bunun için de özellikle Türk gençliğinin Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk toplumuna,
cumhuriyet yönetimine, Türk millî değerlerine ve kültürüne bağlı şekilde yetiştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Türk olmaktan gurur duyan, vatan ve bayrak sevgisiyle dolu bir gençlik var oldukça iç ve dış tehdit unsurlarının ülkemize zarar verebilmesi mümkün değildir. Böyle bir gençlik ise ancak eğitim yoluyla yetiştirilebilir.
Bu nedenle devletimizin, eğitim öğretimi, millî birlik ve beraberliğimizi sağlayıcı ve güçlendirici tarzda sürdürmesi gerekmektedir. Atatürk de bu gerçeği “Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığı
ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumu ve millî düşünceleri tam bir imanla
her zıt fikre karşı şiddetle ve fedakârane savunma zorunluluğu aşılanmalıdır.” (2) sözleriyle ifade etmiştir.
?
Atatürk’ün yukarıdaki beklentilerini karşılamakla görevli kişi ve kurumlar hangileridir?
(1) http://www.nihatkinikoglu.com/?islem=sfd&ID=224
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 197.
211
8. Konu
Soğuk Savaş’ın Sonu
“Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur. Komşumuzdur. Müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını hiç kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir.
Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler yarın avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz
vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak
lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır. Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün “kardeşlerimiz” diye tanımladığı Türk toplulukları hangileri olabilir?
Atatürk’ün yukarıdaki sözlerinde de belirttiği gibi SSCB 1990’lı yılların başlarında dağıldı. Bu devletin
dağılmasıyla birlikte Soğuk Savaş ve iki kutuplu dünya düzeni sona erdi. Soğuk Savaş sırasında bloklar arasında yaşanan gerginlik yeni dönemde yerini yumuşamaya bıraktı. ABD dünya siyasetindeki ağırlığını arttırırken
NATO, barışı ve güvenliği sağlayabilecek tek uluslararası askerî güç hâline geldi.
Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde bu devletin çatısı altında bulunan ülkeler birlikten ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu ülkelerden Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Rusya Federasyonu ve Ukrayna 21 Aralık 1991’de Bağımsız Devletler Topluluğu’nu
(BDT) kurdular.
Resim 7.28: Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye ülkelerin devlet başkanları bir toplantı sırasında
?
212
Sizce Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kuruluş amaçları neler olabilir?
ÖÇK
124
(1) İlker Alp, Atatürk’ün Devlet Adamlığı ve Geleceği Öngörüsü, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C 10, S 2, s. 22, 23.
Dünya siyasi haritasını yeniden
çizilmesine neden olan Doğu Bloku’nun
dağılması Blok içindeki Avrupa ülkelerini
de etkiledi. Başta Polonya ve Macaristan
olmak üzere bu ülkelerde iş başında bulunan sosyalist yönetimler iktidardan uzaklaştırıldı. Onların yerine demokrasiye,
insan haklarına ve serbest piyasa ekonomisine dayanan rejimler kuruldu. Bu arada Berlin Duvarı’nın Doğu ve Batı olarak
ikiye ayırdığı Almanya, duvarı yıkarak 3
Ekim 1990’da resmen birleşti. Çekoslavakya ise 1993’te Çek Cumhuriyeti ve Slovakya adıyla ikiye ayrıldı.
Soğuk Savaş sonrası parçalanan bir
diğer ülke Yugoslavya Federasyonu oldu.
Resim 7.29: Berlin Duvarı’nın yıkılışı
Bu devleti oluşturan cumhuriyetlerden
Slovenya ve Hırvatistan 1991’de federasyondan ayrıldılar. Federasyonu devam ettirmek isteyen Sırbistan ise
parçalanmayı silah kullanarak durdurmaya çalışınca Yugoslavya iç savaşı başladı. Bu savaş bir süre sonra Bosna-Hersek ve Makedonya’nın da ayrılmasıyla şiddetini arttırdı.
Sırpların Bosna-Hersek’te başlattığı etnik temizlik harekâtı sırasında binlerce Boşnak hayatını kaybetti.
Bu katliam BM’nin yetersiz kalması üzerine harekete geçen NATO’nun Sırplar üzerine düzenlediği bir operasyonla durduruldu. Bosna Savaşı Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar arasında 1995’te imzalanan Dayton (Deytın)
Antlaşması ile sona erdi.
!
Yugoslavya Federal Cumhuriyeti 1995’ten sonra Sırbistan ve Karadağ tarafından bir süre daha
devam ettirildi. Yugoslavya 2006 yılında Karadağ’ın da ayrılmasıyla tamamen ortadan kalktı. Eski Yugoslavya topraklarında kurulan en son devlet ise 2008 yılında Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını
ilan eden Kosova oldu.
1990’lı yıllarda değişim geçiren Balkan ülkelerinden biri de Arnavutluk oldu. Yeni dönemde sosyalist
rejimini yumuşatan Arnavutluk dışa açık bir politika izleyerek liberal ekonomiye geçiş yaptı. 1992’de de ilk kez
çok partili seçimlerin yapılmasına izin vererek demokrasiye adım attı.
SSCB’nin dağılma sürecinde Kafkasya’da da önemli gelişmeler yaşandı. 1991 yılı sonlarına doğru çok sayıda etnik ve dinî unsurun bir arada yaşadığı bu bölgede Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bağımsız devletler
olarak ortaya çıktı. Bu gelişmelerin ardından Kafkasya çeşitli çatışmalara sahne olmaya başladı. Gürcistan ve Rusya Federasyonu, sınırları içindeki ayrılıkçı akımlara karşı mücadele ederken Azerbaycan ise Karabağ Sorunu nedeniyle Ermenistan ile karşı karşıya geldi. Türkiye, Ermenistan’ın Azerbaycan toprakları içinde bulunan Karabağ’ı
işgal etmesiyle savaşa dönüşen bu anlaşmazlıkta Azerbaycan’ın yanında yer aldı.
Türkiye, Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ve başkenti Bakü’de büyükelçilik açan ilk ülke oldu. Ayrıca
aramızda dil, tarih ve kültür birliği bulunan Azerbaycan halkının her alanda gelişip güçlenmesine destek verdi.
!
?
1993’te Azerbaycan Cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev, Türk-Azeri kardeşliğini “Biz bir millet, iki
devletiz.” sözüyle dile getirmiştir.
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkileri daha da ilerletmek için neler yapılabilir?
213
Türkiye, Azerbaycan’ın sahip olduğu petrol ve doğal gazın uluslararası pazarlara sunulmasında etkin bir rol üstlendi. Rusya Federasyonu’nun engellemelerine rağmen Azerbaycan ve Gürcistan ile anlaşarak
2005’te Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı (BTC) Projesi’ni tamamladı. Ayrıca Hazar Denizi’nden çıkarılan doğal gazı
Erzurum’a taşıyacak olan Güney Kafkasya Boru Hattı’nın 2007 yılından itibaren doğal gaz nakline başlamasını
sağladı. Bu projeler bölgedeki doğal kaynakların Rusya ve İran’ın kontrolüne girmesini istemeyen ABD tarafından da desteklendi.
BTC Projesiyle Türkiye hem artan enerji ihtiyacını uygun koşullarda karşılama hem de geçiş ücreti alma
imkânı elde etti. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasında azaldığı öne sürülen jeopolitik önemini hâlen korumakta olduğunu da göstermiş oldu. BTC Projesi sayesinde Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasındaki bölgesel iş birliği
güçlendi. Bu üç devlet birbirlerinin toprak bütünlüğünü savunurken komşuları olan Ermenistan’ın saldırgan ve
yayılmacı politikalarına karşı da dayanışma içine girdi.
Türkiye, Azerbaycan’ın yanı sıra Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri ile de yakından ilgilendi. Ülkemiz tarihî ve kültürel bağları nedeniyle akrabası olarak gördüğü
bu devletlerin bağımsızlığını sevinçle karşıladı. Onlara uluslararası teşkilatlara katılmaları konusunda diplomatik yardımlarda bulundu. Diğer yandan Türkiye, bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan bu Türk Cumhuriyetleri ile
arasındaki bağları güçlendirmek amacıyla çeşitli girişimler başlattı. Türk cumhuriyetlerini aynı milletin farklı
devletleri olarak gören Türkiye, TRT Avrasya kanalını açarak Türk dünyasına mensup toplulukların birbirlerinden haberdar olmalarını sağlamaya çalıştı. 1992 yılında ise Türk İş Birliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığını
(TİKA) kurdu. TİKA eğitim, sağlık, restorasyon, tarımsal üretim, maliye, turizm, sanayi alanlarında ortak projeleri hayata geçirerek bu topluluklar arasında dostluk ve kardeşlik bağlarının kurulup güçlenmesine öncülük
etti.
Türkiye, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan ekonomik ilişkilerini her geçen gün daha da geliştirmeye
çalışmaktadır. Bu amaçla Türkmenistan ve Kazakistan’dan çıkarılacak doğal gazı Avrupa’ya ulaştıracak Nabucco
(Nabuko) Projesi’ni gerçekleştirmek için çaba harcamaktadır. 2009 yılında imzalanan bu projeyle Hazar Denizi,
Orta Asya ve Orta Doğu’dan çıkarılacak petrol ve doğal gazın önemli bir bölümünün Türkiye’de toplanması ve
buradan dağıtılması planlanmaktadır. Buna ülkemizdeki kaynakların da eklenmesi durumunda Türkiye’nin yalnızca enerji koridoru değil, aynı zamanda önemli bir enerji üssü hâline gelmesi beklenmektedir.
BELÇİKA
ALMANYA
POLONYA
UKRAYNA
ÇEK CUMHURİYETİ
FRANSA
İSVİÇRE
MAC
OL
DO
RUSYA
FEDERASYONU
VA
ARİS
KOS.
ARN.
A
İ
N
LY
İZ
DEN
RA
KA
TA
RA
BULGARİSTAN
AN
T
NİS
Ankara
İZİ
DEN
325
650 km
AKDENİZ
GKRY
İRAN
IRAK
SURİYE
KKTC
0
AZERBAYCAN
ERM.
N.Ö.C.
Erzurum
(Azerbaycan)
Y E
K İ
R
Adana
T Ü
Bursa
EGE
NA
Samsun
Sivas
Edirne
İstanbul
MAK.
YU
ARN.: Arnavutluk
ÇEK CUM.: Çek Cumhuriyeti
ERM.: Ermenistan
GKRY: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
KKTC: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
KOS.: Kosova
MAK.: Makedonya
N.Ö.C.: Nahcivan Özerk Cumhuriyeti
LÜBNAN
Mevcut petrol boru hatları
Mevcut doğal gaz boru hatları
Yapılması planlanan doğal
gaz boru hatları m
Harita 7.4: Türkiye’den geçen ve geçmesi planlanan boru hatları
?
214
R
Z
Nİ
BİS
N
TA
D
AĞ
A
GÜRCİSTAN
SIR
İS
AT
RV
HI
BOSNAHERSEK
Z
E
ROMANYA
KA
İTA
A
TAN
E
LOV
S
H
M
D
NYA
A
KY
VA
AVUSTURYA SLO
Haritada gördüğünüz boru hatlarının Türkiye’ye sağlayacağı katkılar neler olabilir?
9. Konu
Körfez Savaşları ve Türkiye
Resim 7.30: Birinci Körfez Savaşı sırasında Bağdat’tan bir görünüş
Yukarıdaki fotoğraf 1991 yılı başlarında yaşanan ve Birinci Körfez Savaşı adıyla bilinen savaş sonrasında
Irak’ın başkenti Bağdat’ta çekilmiştir.
?
Fotoğrafta gördüklerinizden yola çıkarak savaş sırasında Irak’ta yaşananlar ve bu savaşın Irak’ın
sosyal ve ekonomik hayatına etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye
Suriye
İran
Lübnan
IRAK
Ürdün
Kuveyt
Suudi Arabistan
a
sr zi
Ba örfe
K
Körfez Savaşı, zengin petrol yataklarına
sahip olan Irak’ın bu zenginliğini daha da arttırmak istemesi nedeniyle başladı. 1980-1988
yılları arasında İran ile savaşan Irak, savaşın
ardından bu kez de güney komşusu Kuveyt ile
karşı karşıya geldi. Irak, Kuveyt’i kendisine ait
petrole el koymak ve üretimi yüksek tutarak
petrol fiyatlarını düşürmekle suçladı. Bunun
karşılığında Kuveyt’ten tazminat istedi. İsteğinin reddedilmesi üzerine de 20 Ağustos
1990’da Kuveyt’i işgal etti.
Irak, Kuveyt’i işgal ederek dünyanın
0
220
440 km
bilinen petrol rezervinin yüzde 20’sine sahip
oldu. Irak lideri Saddam Hüseyin uluslararası
Harita 7.5: Irak ve komşuları
çevrelerin bu oldu bittiye göz yumacaklarını
ve kendisine müdahale etmeyeceklerini düşünüyordu. Ancak olaylar onun beklediği gibi gelişmedi. BM tarafından ABD öncülüğünde oluşturulan müttefik kuvvetler Kuveyt’e girerek bu ülkeyi Irak’ın işgalinden kurtardılar. Ancak müttefik devletler Irak’ı işgal etmeyip ateşkes yapmakla yetindiler. Bununla birlikte Irak’a karşı
başlattıkları ambargoyu uygulamaya devam ettiler.
?
Irak’a uygulanan ambargonun kaldırılmamasının nedenleri neler olabilir?
215
Türkiye, Körfez Krizi sırasında Birleşmiş Milletlerin Irak’a uluslararası ambargo uygulanması yönündeki
kararlarına uyarak Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nı kapattı. Ayrıca Irak sınırına asker yığdı ve müttefik
uçaklarının Adana’daki İncirlik Hava Üssünü kullanmalarına izin vererek ABD komutasındaki koalisyon güçlerinin yanında yer aldı.
Türkiye, Körfez Savaşı’ndan en fazla
etkilenen ülkelerden biri oldu. Ham petrol
ihtiyacımızın yüzde 40’ını karşıladığımız boru
hattını kapattığımız için ülkemizde petrol fiyatı
bir ayda yüzde 63 oranında arttı. Diğer yandan
Irak en fazla ticaret yaptığımız ülkelerden biriydi. Ancak Habur Sınır Kapısı’nı kapattığımız için
bu ülke ile ticaretimiz durma noktasına geldi.
Savaşın komşu bir ülkede yaşanması turizm
gelirlerimizde de önemli düşüşlere yol açtı.
Körfez Savaşı, Türkiye’yi ekonomik yönden olduğu kadar siyasi ve sosyal yönlerden de
olumsuz etkiledi. Irak yönetiminin savaş sonrası ülkede çıkan iç karışıklıkları bastırmak için
sert önlemler almasıyla birlikte binlerce Iraklı
Türkiye’ye sığındı. Bunun üzerine BM kararı ile
Resim 7.31: Türkiye ile Irak arasında kara yolu bağlantısını
Irak’ın kuzeyinde uçuşa yasak güvenli bir bölge
sağlayan Habur Sınır Kapısı
oluşturulurken bölgenin denetimi Türkiye’de
konuşlanacak olan “Çekiç Güç”e verildi. Böylece Türkiye, topraklarına sığınan mültecilerin yanı sıra Irak’ın kuzeyinde kalanlara da insani yardımlarda bulunmaya başladı. Bir yandan da bölgedeki kargaşa ortamından yararlanarak topraklarımıza sızan bölücü terör örgütü mensuplarıyla mücadele etmek durumunda kaldı.
11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen
terör saldırılarıyla Irak yeniden dünya gündemine
girdi. ABD bu saldırıların ardından BM’nin de desteğini alarak önce terörist grupları barındırmakla
suçladığı Afganistan’a askerî müdahalede bulundu. 2003 yılında ise nükleer ve kimyasal silahlar
geliştirdiği iddiasıyla Irak’a askerî harekât düzenledi. ABD, İngiltere ile birlikte gerçekleştirdiği ve
İkinci Körfez Savaşı adıyla bilinen bu operasyon
sırasında Irak’ı işgal etti. Ayrıca Irak lideri Saddam
Hüseyin’i yönetimden uzaklaştırarak ülkede rejim
değişikliğini gerçekleştirdi.
Resim 7.32: Irak’ta Amerikan askerleri
Türkiye aktif şekilde katılmadığı hâlde birincisinde olduğu gibi İkinci Körfez Savaşı sırasında da çeşitli sorunlarla uğraşmak zorunda kaldı. ABD’nin Irak operasyonu sırasında topraklarımızı kullanma talebinin
TBMM’den geçmemesi üzerine Türk-ABD ilişkilerinde bunalımlı bir döneme girildi. Diğer yandan Irak’ta yaşanan otorite boşluğu terör gruplarının sınırlarımıza yakın bölgelere yerleşmelerini kolaylaştırırken ülkemize
yönelik terör saldırılarının da artmasına yol açtı. Bu nedenle Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması
ve en kısa sürede siyasi istikrara kavuşması yönünde bir dış politika izledi.
?
216
Körfez savaşları yaşanmamış olsaydı bugünküne göre Türkiye’nin durumunda
hangi yönde farklılıklar gözlemlenebilirdi? Neden?
ÖÇK
125
10. Konu
Doğal Kaynaklar ve Kalkınma
“Üzerinde yaşadığımız vatanın servet kaynaklarını işletmek ve bu suretle istikbalimizi açmak ve aydınlatmak için yapılabilecek olan her tedbire başvurulacaktır.” (1)
Atatürk
?
Atatürk’ün yukarıdaki sözüyle anlatmak istedikleri nelerdir?
Türkiye doğal kaynaklar bakımından zengin bir ülkedir. Ülkemizin kalkınması büyük ölçüde bu kaynakların ortaya çıkarılması ve verimli bir şekilde kullanılmasına bağlıdır. Bu gerçeğin farkında olan Atatürk 1935
yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsünü (MTA) ve Etibankı kurarak doğal kaynaklarımızdan yararlanma yolunda ilk adımları atmıştır. Ülkemiz ilerleyen yıllarda kurduğu Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Devlet
Su İşleri (DSİ), Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) gibi kurumlarıyla da doğal kaynaklardan yararlanma konusunda
büyük projelere imza atmıştır. Böylece Atatürk’ün “Memleketimiz baştan nihayete kadar hazinelerle doludur.
Hepimiz bütün bu hazineleri meydana çıkarmak ve servet ve refahımızın kaynaklarını bulmak vazifesiyle yükümlüyüz.” (2) sözünün gereğini yerine getirmeye çalışmıştır.
Ülkemizin bugüne kadar doğal kaynaklardan yararlanmak amacıyla gerçekleştirdiği yatırımların en büyüğü, kısa adıyla GAP olarak bildiğimiz Güneydoğu Anadolu Projesi’dir. 1989 yılında planı tamamlanan bu
projeyle ekonomik kalkınmanın yanı sıra sosyal alanda da önemli bir kalkınma hamlesi başlatılmıştır.
?
Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında en verimli şekilde yararlanmaya çalıştığımız doğal
kaynaklarımız hangileridir?
Suları ve verimli toprakları dışında ülkemizin başka doğal kaynakları da vardır. Bor, boraks, toryum, linyit ve krom bu
kaynaklardan bazılarıdır. Bor minerali genellikle metalürjide;
cam, seramik, temizlik maddeleri üretiminde ve tarımda kullanılmaktadır. Bu ekonomik faaliyetlerin yanı sıra bor mineralinin
yakıt katkısı olarak kullanılmasına yönelik çalışmalar da devam
etmektedir. Ülkemizde TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) tarafından yürütülen bu çalışmalar
kapsamında elmas tozu ile bor minerali nanoteknoloji yoluyla
birleştirilerek bir yakıt katkısı geliştirilmiştir. Motorlu taşıtlarda
önemli oranda yakıt tasarrufu sağlayan bu yeni ürün aynı zamanda araçların performansını da artırmaktadır. Ayrıca motor
yağı değişim süresini uzatmakta, motor gürültüsünü ve egzos
emisyon değerlerini azaltmaktadır. (3)
?
Resim 7.33: Bor minerali
Ülkemizdeki bor mineralinin ham hâliyle mi yoksa yukarıda anlatılan yakıt katkısı örneğinde olduğu gibi işlenerek ihraç edilmesi mi daha kârlıdır? Neden?
Dünya bor rezervinin yaklaşık yüzde 75’inin ülkemizde bulunduğu düşünülürse yukarıda sözü edilen ürünün ülkemize sağlayacağı faydalar neler olabilir?
Petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarının ülkeler için önemi her geçen gün artmaktadır. Ülkemiz bu
önemli enerji kaynaklarına olan ihtiyacının çok azını kendi üretimiyle karşılamaktadır. Bununla birlikte Türkiye zengin petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip ülkelere yakın olduğu için bu enerji kaynaklarına kolayca
ulaşmaktadır. Bir yandan da coğrafi konumunun sağladığı bu imkânı değerlendirerek ekonomik
ÖÇK
kalkınmasını hızlandırmaya çalışmaktadır. Bunun için de başta boru hatları olmak üzere komşu
126
ülkelerde petrol arama ve ham petrol ihraç etme gibi projeleri uygulamaya koymaktadır.
(1) Nimet Ersan, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, C IV. s. 552.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 297.
(3) 16 Ocak 2011 tarihli Milliyet gazetesi.
217
11. Konu
Avrupa Birliği ve Türkiye
“Dünya barışının, onu tehdit eden tehlikeler ölçüsünde yaratıcı çabalar olmadan korunması mümkün
değildir. Örgütlenmiş ve yaşayan bir Avrupa’nın uygarlığa getirebileceği katkı barışçı ilişkilerin korunması açısından vazgeçilmezdir. Avrupa uluslarının birleşmesi Fransa ve Almanya arasındaki düşmanlığın sona
erdirilmesini gerektiriyor. Girişimci eylemin önce Fransa ve Almanya’yı harekete geçirmesi gerekiyor. Fransa Hükûmeti bu amaçla sınırlı ama kesin ve kararlı bir noktada eyleme geçmeyi öneriyor. Fransa Hükûmeti
Fransız-Alman kömür ve çelik üretiminin tamamını diğer Avrupa ülkelerinin katılımına açık bir örgütlenmeye
bırakmayı öneriyor.” (1)
Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman
?
Yukarıdaki sözler Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın 9 Mayıs 1950 tarihli bildirisinden
alınmıştır. Bildirideki ifadelere bakarak Schuman’ın amaçları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İkinci Dünya Savaşı’nda büyük nüfus kayıplarına uğrayan Avrupa devletleri savaştan sonra beslenme,
barınma, sağlık ve çeşitli alt yapı sorunları ile karşı karşıya kaldılar. Savaş sonrası dönemde ise öncelikle savaşın
yol açtığı yıkımı onarmak ve bir daha böyle acı olayların yaşanmaması için harekete geçtiler. Bu yeni dönemde
Avrupalılar aralarındaki iş birliğini ve dayanışmayı güçlendirmek amacıyla “Avrupa Birleşik Devletleri” düşüncesini benimsediler.
Birleşik Avrupa’ya giden yolda ilk adım 1949’da Avrupa Konseyinin kurulmasıyla atıldı. 1951’de ise Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın girişimiyle Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Fransa, Almanya,
İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un katılımıyla kurulan bu topluluk üye ülkelerin kömür ve çelik üretimini birleştirme esasına dayanıyordu. Savaş sanayisinin ham maddesini oluşturan bu ürünlerin kontrol altına
alınmasıyla Avrupa’da yeni bir savaş ihtimalinin azalacağı düşünülüyordu. Bunun aynı zamanda ülkelerin ekonomik kalkınmasını hızlandıracağına ve aralarındaki bütünleşmeye katkı sağlayacağına inanılıyordu.
Kömür ve Çelik Topluluğu’nun olumlu sonuçlarını alan topluluk üyeleri ortak Avrupa projesini daha ileriye taşımak istediler. Bu amaçla 1957 yılında imzaladıkları Roma Antlaşması’yla Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu
(AET) kurdular. Topluluğa zaman içinde önce Avrupa Topluluğu (AT) daha sonra da Avrupa Birliği (AB) adlarını
verdiler.
1) Fransa
2) İtalya
3) Almanya
4) Lüksemburg
5) Belçika
6) Hollanda
5
6
3
4
1
2
0
425
850 km
Harita 7.6: AET’nin kurucu ülkeleri
?
218
Resim 7.34: AET’yi kuran ülkelerin temsilcileri
Resim ve haritayı incelediğinizde Avrupa Birliği ile ilgili hangi çıkarımlarda bulunabilirsiniz?
(1) Gökçen Alpkaya, Faruk Alpkaya, 20. Yüzyıl Dünya ve
Türkiye Tarihi, s. 189.
Avrupa Birliği bugün dünyanın en önemli bölgesel bütünleşme hareketlerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Birlik, insan haklarına saygıyı, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne bağlılığı ve işleyen bir serbest piyasa
ekonomisine sahip olmayı temel ilkeler olarak benimsemiştir. Türkiye 1954’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni
imzalayarak birliğin savunduğu bu değerlere bağlı olduğunu göstermiştir. 1959’da da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na
tam üyelik başvurusunda bulunmuştur.
Avrupa Ekonomik Topluluğu, Türkiye’nin üyelik başvurusuna verdiği cevapta henüz tam üyelik şartlarını taşımadığını ileri sürerek Türkiye’ye ortaklık önerisi yaptı. Bunun üzerine iki taraf arasında 1963 tarihli Ankara Antlaşması imzalandı. Onu 1970’te imzalanan Katma Protokol izledi. Ancak Türkiye o yıllarda yaşadığı siyasi ve ekonomik
sorunlar nedeniyle bu antlaşmaların gereklerini tam olarak yerine getiremedi. 12 Eylül 1980 askerî müdahalesi ise
AET’nin Türkiye ile ilişkilerini dondurmasına yol açtı.
1983 yılında çok partili seçimlerin yapılmasıyla birlikte Türkiye AB ilişkileri yeniden canlandı. 1987 yılına
gelindiğinde Türkiye bir kez daha topluluğa tam üyelik başvurusunda bulundu. 1 Ocak 1996’dan itibaren de üye ülkelerle Gümrük Birliği’ne girdi. Böylece AB ile bütünleşme yolunda önemli bir adım daha attı. 1999 yılında Helsinki’de
yapılan AB zirvesinde ise Türkiye oy birliği ile aday ülke olarak kabul edildi. Bu tarihten sonra ülkemizin AB’ye katılım
süreci hızlandı. TBMM’de yapılan yasal düzenlemelerin ardından da 3 Ekim 2005’ten itibaren AB ile Türkiye arasında
tam üyelik müzakerelerine başlandı.
Türkiye AB ile müzakereleri olabildiğince hızlandırarak bir an evvel üyelik sürecini sonuçlandırmak istemektedir. Ancak Türkiye’nin tüm çabalarına ve gerçekleştirdiği reformlara rağmen AB üyesi bazı ülkeler, ülkemizin üyeliğine sıcak bakmamaktadır. Bu ülkeler genellikle artan nüfusu nedeniyle Türkiye’nin Avrupa Parlamentosunda en
fazla üyeye sahip olmasından endişe duymaktadır. Diğer yandan ekonomik kalkınmamızın yetersiz olduğunu düşünen bu ülkelerin yöneticileri Türkiye’nin coğrafi konumu ve kültürel yapısıyla da Avrupalı kabul edilemeyeceğini ileri
sürmektedir. Türkiye ise karşılaştığı bütün bu haksız değerlendirmelere ve engelleme çabalarına rağmen AB üyeliği
hedefini artık bir devlet politikası hâline getirmiştir. Devletimiz katılım müzakerelerini yürütmesi için 2005 yılında bir
başmüzakereci atamış, 2011 yılında da AB Bakanlığını kurarak konuya verdiği önemi göstermiştir.
1) Almanya
2) Avusturya
3) Belçika
4) Bulgaristan
5) Çek Cumhuriyeti
6) Danimarka
7) Estonya
8) Finlandiya
9) Fransa
10) GKRY
11) Hırvatistan
12) Hollanda
13) İngiltere
14) İrlanda
15) İspanya
16) İsveç
17) İtalya
18) Letonya
19) Litvanya
20) Lüksemburg
21) Macaristan
22) Malta
23) Polonya
24) Portekiz
25) Romanya
26) Slovakya
27) Slovenya
28) Yunanistan
29) Türkiye
30) İzlanda
31) Makedonya
32) Karadağ
AB Üyesi Ülkeler
30
Katılım Müzakereleri
Yürüten Ülkeler
AB’ye Aday Ülkeler
8
16
7
18
6
14
19
13
12
3
5
17
15
26
2
9
24
23
1
20
21
25
11
27
32
4
31
28
22
29
10
0
430
860 km
Harita 7.7: Avrupa Birliği’ne üye ve aday ülkeler
?
Türkiye tam üyelik müzarekerelerini bir an önce tamamlayabilmek için neler yapmalıdır?
ÖÇK
127
219
Bilgilerimizi Ölçelim
A) Aşağıdaki cümlelerde noktalı yerlere, verilen sözcüklerden uygun olanları yazınız.
Güney
Soğuk
Demokrat
Mihver
Doğu
Versay
Gümrük
devletçi
Sevr
Batı
1. II. Dünya Savaşı’nın başlıca nedeni Almanya’nın .......................................... Antlaşması’na aykırı şekilde silahlanmasıdır.
2. II. Dünya Savaşı’nda Almanya, İtalya ve Japonya ..................................... Devletler grubunu oluşturmuştur.
3. Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılan Adnan Menderes ve arkadaşları ................................. Partiyi kurmuşlardır.
4. ABD ve SSCB arasında II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayıp 1991’e kadar süren rekabet dönemine .............................
Savaş Dönemi denilmiştir.
5. Türkiye, Soğuk Savaş Dönemi’nde ............................................ Bloku’na yakın bir dış politika izlemiştir.
6. Türkiye, Kore Savaşı’nda .......................................... Kore’nin yanında yer almıştır.
7. Türkiye 1950 yılından itibaren ........................................... ekonomi politikalarından uzaklaşarak liberal ekonomi
politikasını uygulamaya koymuştur.
8. Türkiye 1996 yılında ......................................... Birliği’ne girerek AB ile bütünleşme yolunda önemli bir adım atmıştır.
B) Aşağıdaki cümlelerden doğru olanların başına D, yanlış olanların başına Y yazınız.
( ) 1. II. Dünya Savaşı Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla başlamıştır.
( ) 2. Birleşmiş Milletler Teşkilatı, San Francisco Konferansı’nda kurulmuştur.
( ) 3. 1950 genel seçimlerini Demokrat Parti kazanmıştır.
( ) 4. Türkiye NATO’nun kurucu üyelerinden biridir.
( ) 5. Berlin Duvarı SSCB tarafından yıkılmıştır.
( ) 6. Kosova eski Yugoslavya Federasyonu’nun toprakları üzerinde kurulmuş bağımsız bir devlettir.
( ) 7. Körfez Savaşları İran ile Irak arasında yapılmıştır.
( ) 8. Azerbaycan, Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye ülkelerden biridir.
C) Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1. Aşağıda Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirdiği bazı düzenlemeler verilmiştir. Bu düzenlemelerden hangisinin ülkemizde demokrasiyi ve insan haklarını geliştirme amacıyla doğrudan ilişkili olduğu söylenemez?
A) Çok partili siyasi hayata geçilmesi
B) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin imzalaması
C) Güneydoğu Anadolu Projesi’nin hazırlanması
D) İşçilere ücretli hafta sonu tatili hakkı verilmesi
2. Türkiye, Birleşmiş Milletlerin kararlarına uyarak iç çatışmaların yaşandığı dünyanın çeşitli ülkelerine askerlerini göndermiştir. Türkiye’nin izlediği bu politikada;
I. Yeni topraklara sahip olma,
II. Dünya barışına katkıda bulunma,
III. Ekonomik kazançlar elde etme
amaçlarından hangisinin veya hangilerinin etkili olduğu söylenebilir?
A) Yalnız I
220
B) Yalnız II
C) I ve II
D) II ve III
3.
I. Petrol ve doğal gaz yataklarına sahip ülkelere yakın olması
II. Üç tarafının denizlerle çevrili olması
III. Genç ve dinamik bir nüfusa sahip olması
IV. Güçlü bir orduya sahip olması
Türkiye’nin jeopolitik bakımdan önemli bir ülke olması yukarıdaki özelliklerinden hangilerinin sonucudur?
A) I ve II
B) I, II ve III
C) II ve IV
D) I, II, III ve IV
4. Körfez Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan;
I. Irak’ın kuzeyinin uçuşa yasak bölge ilan edilmesi,
II. Topraklarımıza mülteci akının başlaması,
III. Habur sınır kapısının kapatılması,
IV. Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’nın kapatılması
gelişmelerinden hangisi veya hangileri ülkemiz için olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmıştır?
A) I ve III
5.
B) II ve III
C) I, II ve IV
D) II, III ve IV
I. Azerbaycan
II. Gürcistan
III. Ermenistan
Yukarıda SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanmış olan bazı devletler verilmiştir. Türkiye’nin bu
devletlerden hangisi veya hangileriyle siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler geliştirdiği söylenemez?
A) Yalnız I
B) Yalnız III
C) I ve II
D) II ve III
Ç) Aşağıdaki soruların cevaplarını verilen boşluklara yazınız.
1. Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nda Almanya ve müttefiklerine savaş ilan etmesinin nedenleri nelerdir?
..............................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................................
2. ABD’nin Avrupa ülkelerine yaptığı Marshall Yardımı’nın amaçları nelerdir?
...............................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................................
3. Ülkemizde II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde yaşanan gelişmelerden hangileri köyden kente göçün nedenlerini
oluşturmuştur?
...............................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................................
4. Türkiye’nin gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı’nın nedenleri nelerdir?
..............................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................................
....................................................................................................................................................................................................
5. Ülkemizi hedef alan dış tehdit unsurlarının amaçları nelerdir?
...............................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................................
221
Sözlük
–A–
acıklı: Acındıracak, acı verecek nitelikte olan, dokunaklı, üzücü.
ajans: Haber toplama, yayma ve üyelerine dağıtma işiyle uğraşan kuruluş.
akademi: Bilim dallarında, güzel ya da uygulamalı sanatlarda
yükseköğretim yapan okullara verilen ad.
aklıselim: Doğru, akla uygun yargılar verme yeteneği.
alay: Genellikle üç tabur ve bunlara bağlı birliklerden oluşan
asker topluluğu.
âlem: Dünya, cihan.
aman: Yardım istenildiğini anlatan bir söz.
ambargo: Bir ülkenin dış dünyayla ilişkilerini engelleme.
amele: Gündelikle çalışan işçi.
amil: Etken, etmen, sebep, faktör.
amiral: Rütbesi general ile aynı olan deniz subayı.
anarşi: Kargaşa.
antant: Antlaşma, uyuşma, uzlaşma.
arabesk: Arap müziğini andıran, genellikle karamsarlığı konu
edinen bir müzik türü.
aranjman: Bir müzik parçasını yeni bir düzen içinde yeniden
kurma sonucu ortaya çıkan müzik eseri.
arşın: Yaklaşık 68 santimetreye eşit olan uzunluk ölçüsü.
asayiş: Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu,
düzenlilik, güvenlik.
asi: Başkaldıran, isyan eden, asi, isyancı, isyankâr.
aşikâr: Açık, apaçık, belli, meydanda olan.
ataşe: Bir elçiliğe bağlı uzman, elçilik uzmanı.
ataşemiliter: Bir ulusun yabancı ülkelerdeki elçiliklerinde görevli
askerî uzman.
ati: Gelecek.
azami: En çok, en üst, en büyük, en yüksek (derece, nicelik).
–B–
bağnazlık: Bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla
bağlılık.
bahriye: Bir devletin deniz güçlerinin ve kuruluşlarının bütünü.
bahşetmek: Karşılıksız olarak vermek, bağışlamak, sunmak.
baht: Şans.
bahtiyarlık: Mutluluk.
bakteriyoloji: Bakterilerin ve genellikle mikropların biçimlerini,
niteliklerini inceleyen bilim.
bani: Kurucu.
barbar: Kaba saba, ilkel.
barut: Ateşli silahla bir merminin atılmasına veya herhangi bir
aracın fırlatılmasına yarayan, patlayıcı madde.
baytar: Veteriner hekim.
beşer: İnsanoğlu, insan.
bilakis: Tersine olarak, tam tersine, aksine.
boykot: Bir işi, bir davranışı yapmama kararı alma.
– C, Ç –
cendere: Manevi baskı.
cereyan: Aynı eğilimde olan, aynı görüşü paylaşan kimselerin
oluşturduğu hareket.
cihat: Din uğruna yapılan savaş.
222
çapa: Tarlalarda toprağı işlemek için kullanılan ağaç veya demir
saplı kazı aracı.
çarık: İşlenmemiş sığır derisinden yapılan ve deliklerine geçirilen
şeritle sıkıca bağlanan ayakkabı.
çiçek: İrinli kabarcıklar dökerek yüzde izler bırakan ateşli, ağır
ve bulaşıcı bir hastalık.
–D–
dam: Üzeri toprak kaplı ev, küçük ev, köy evi.
damızlık: Yalnız dölü alınmak için yetiştirilen yüksek nitelikli
hayvan.
despot: Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimse.
diktatörlük: Egemen ve mutlak siyasi bir gücün, bir veya birçok
kişinin oluşturduğu bir yürütme organınca, denetimsiz olarak yürütüldüğü siyasi düzen.
dirhem: Okkanın dört yüzde birine eşit olan, 3,207 gramlık eski
bir ağırlık ölçüsü.
dispanser: Sağlık ocağı.
doktrin: Toplumda herhangi bir alanda çığır açan bir düşünce
adamının ortaya koyduğu görüşler, ilkeler bütünü.
dolak: Tozluk yerine bacaklara ayak bileğinden dize kadar dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası.
– E, F –
ebediyet: Sonsuzluk.
ecdat: Geçmişteki büyükler, atalar.
egzoz: Motorda yanan gazın dışarı atılmasını sağlayan düzen.
elem: Acı, üzüntü, dert, keder.
elim: Acıklı.
emisyon: Yakıt ve benzerlerinin yanmasıyla atmosfere yayılan
hava kirleticileri.
emrivaki: Oldubitti.
endaze: 65 santimetrelik uzunluk ölçüsü.
enstitü: Bir üniversiteye bağlı ya da bağımsız bir kuruluş olarak
genellikle araştırma yapan ve kimi durumlarda öğretime de yer
veren eğitim kurumu.
esef: Üzüntü, kaygı, tasa.
eşkıya: Dağda, kırda yol kesen hırsızlar, haydutlar.
evrensel: 1. Tüm insanlığı ilgilendiren. 2. Dünya ölçüsünde,
dünya çapında.
fani: Ölümlü, gelip geçici, kalımsız.
farz-ı ayn: Allah’ın teker teker her Müslüman’ın yerine getirmesi
gereken emri.
faşist: Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı
düzeni kurmayı amaçlayan öğreti yanlısı.
fazilet: İnsan yaradılışındaki bütün iyi huylar, erdem.
fedai: Bir ülkü uğruna tehlikeli işlere girişerek canını esirgemeyen kimse.
feribot: Arabalı vapur.
fetva: İslam hukuku ile ilgili bir sorunun dinî hukuk kurallarına
göre çözümünü açıklayan, şeyhülislam veya müftü tarafından verilebilen belge.
feyiz: Verimlilik, gürlük, ongunluk, bereket.
fıtri: Doğuştan.
fotin: Koncu ayak bileğini örtecek kadar uzun olan, bağıcıklı veya
yan tarafı lastikli ayakkabı.
frengi: Genellikle cinsel birleşmelerle bulaşan, tedavi edilmediğinde inme, körlük, delilik vb. sonuçlara kadar varan, döle de
geçerek vücutça ve akılca sakat bir soyun yetişmesine yol açan bir
hastalık.
–G–
galeri: Sanat eserlerinin veya herhangi bir malın sergilendiği
salon.
gam: Tasa, kaygı, üzüntü.
gazi: Olağanüstü yararlıklar göstererek düşmanı yenen komutanlara devlet tarafından verilen onur unvanı.
genelge: Yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasında yol göstermek, herhangi bir konuda aydınlatmak, dikkat çekmek üzere ilgililere
gönderilen yazı, tamim.
güzergâh: Yolüstü uğranılacak, geçilecek yer.
–H–
hadim: Hizmet eden.
harim-i ismet: Girilmesi yabancıya yasak olan, temiz tutulan
kutsal yer.
haysiyet: Değer, saygınlık, itibar.
himaye: Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk, gözetim.
hudut: Sınır.
hurafe: Dine sonradan girmiş yanlış inanç.
hüsran: Beklenilen şeyin elde edilememesi yüzünden duyulan
acı.
– I, İ, J –
ibret: Kötü bir olaydan alınması gereken ders, uyarıcı sonuç.
icra: Yapma, yerine getirme, bir işi yürütme.
icraat: Yapılan işler, çalışmalar, uygulamalar.
idadi: Lise derecesindeki okul.
idealist: Bir ülküye çıkar gütmeden bağlı olan, ülkücü.
ideoloji: Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin,
bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü.
idman: Alıştırma.
iffet: Namus.
ihsan: İyilik etme, iyi davranma.
ihtilal: Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya
yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın cebir ve
kuvvet kullanarak yapılan geniş halk hareketi, devrim.
ilahi: Tanrı ile ilgili olan, Tanrı’ya özgü olan, tanrısal.
ilhak: 1. Katma, bağlama, ekleme. 2. Egemenliği altına alma.
ilham: Esin.
imrenme: Başkalarında bulunan bir özellik ya da varlığa karşı
duyulan özlem.
inkışaf: Gelişme, gelişim.
intizam: Düzenli, düzgün olma.
irfan: Bilme, anlama, sezme.
iskarpin: Ökçeli, konçsuz ayakkabı.
istikbal: Gelecek.
istikrar: Aynı kararda, biçimde sürme, kararlılık.
istirahatgâh: Dinlenme, rahat etme yeri.
istismar: Birinin iyi niyetini kötüye kullanma.
itibar: Saygınlık.
ittihat: Birleşme, birlik kurma, bir olma.
ivme: Belirli bir sürede görülen hızsal değişim.
jeoloji: Yer bilimi.
jeopolitik: Coğrafya, ekonomi, nüfus vb.nin bir devletin politikası üzerindeki etkisi.
– K, L –
kabine: Bakanlar Kurulu, hükûmet.
kamara: İngiltere yasama meclisi.
kampanya: Politika, ekonomi, kültür vb. alanlarda belirli bir
süredeki etkinlik dönemi.
kamulaştırma: Kamu yararının gerektirdiği durumlarda gerçek
veya tüzel kişilerin mülkiyetindeki her türlü varlığın piyasa değeri
ödenerek kamu mülkiyetine geçirilmesi.
kamutay: Türkiye Büyük Millet Meclisinin genel kurulu.
kangal: Tel, kurşun, boru gibi uzun ve bükülebilir şeylerin halka
biçiminde sarılmasıyla yapılan bağ.
kani: İnanmış, kanmış.
kaput: Asker paltosu.
karaborsa: Piyasada olmayan bir malın gizlice yüksek fiyatla
alınıp satılması işi.
kararname: Bakanlar Kuruluna verilen yetkilere dayanarak
alınan karar.
karartma: Savaş durumunda düşman uçaklarından korunma
amacıyla ışıkları örtme veya söndürme biçiminde alınan önlemlerin
bütünü.
kaside: On beş beyitten az olmayan, bütün beyitlerin ikinci dizeleri en baştaki beyit ile uyaklı olan ve çoğu kez büyükleri övmek için
yazılan divan edebiyatı şiir türü.
katafalk: Önünden geçilerek kendisine saygı gösterilmek istenen
ölünün tabutunun konulması için yapılmış yüksek yer.
kısır: Ürün vermeyen.
klasik: Üzerinden çok zaman geçtiği hâlde değerini yitirmeyen,
türünde örnek olarak görülen eser.
kolera: Şiddetli ishal ve kusmalarla kendini gösteren, çok bulaşıcı, salgın ve öldürücü bir hastalık.
kolordu: Değişik sayıda tümen ve savaş destek birliklerinden
kurulu büyük askerî birlik.
komita: Siyasi bir amaca ulaşmak için silah kullanan gizli topluluk.
komitacı: Siyasi bir amaca ulaşmak için silahlı mücadele yapan
gizli topluluk veya örgüte bağlı kimse.
komünist: Bütün malların ortaklaşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin olmadığı toplum düzenini savunan.
konjonktür: Her türlü durumun ortaya çıkardığı sonuç.
körpe: Çok genç kimse.
kösele: Ayakkabı tabanı, bavul, çanta yapımında kullanılan,
büyükbaş hayvanların işlenmiş derisi.
kudret: Güç, iktidar.
kuduz: Köpek, kedi, tilki vb. memeli hayvanlardan ısırma,
tırmalama veya salya yolu ile insana geçen, genellikle çırpınma,
sudan korkma şeklinde beliren, zamanında aşı yapılmazsa ölümle
sonuçlanan hastalık.
kulp: Uydurma sebep, bahane.
kurmay: Harp akademilerine girerek eğitimlerini başarıyla bitirmiş subay.
kuytu: Issız, sessiz ve göze çarpmayan, tenha yer.
–M–
maadin: Madenler.
maarif: Öğretim ve eğitim sistemi.
223
mader: Ana, anne.
mağrur: Kurumlu, gururlu, kibirli, kendini beğenmiş.
malik: Bir şeye sahip.
mamur: Gelişip güzelleşmesi, hayat şartlarının uygun duruma
getirilmesi için üzerinde çalışılmış olan, bakımlı.
manda: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bazı az gelişmiş ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek düzeye eriştirip bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Birleşmiş Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı
büyük devletlere verilen vekillik.
mani: Engel.
manzume: Şiir.
mareşal: En yüksek askerî rütbe.
matem: Ölüm veya bir felaketten doğan acı ve bu acıyı belirten
davranışlar.
mazlum: Zulüm görmüş, kendisine zulmedilmiş.
medrese: İslam ülkelerinde, genellikle İslam dini kurallarına
uygun bilimlerin okutulduğu yer.
memba: Bir şeyin çıktığı yer.
mensup: Bir yerle veya bir kimseyle bağlantısı olan, ilişkili.
merhum: Ölmüş Müslüman erkek.
meşin: İşlenmiş koyun derisi.
metalurji: Minerallerden (filizlerden) metallerin hazırlanması ile
ilgili bir bilim dalı.
metanet: Metin olma, dayanma, dayanıklılık, sağlamlık.
mevlit: 1. Hz. Muhammed’in doğumunu, hayatını anlatan mesnevi. 2. Bu mesnevinin okunduğu dinî tören.
mevduat: Belli bir süre sonunda veya istenildiğinde çekilmek
üzere bankalara faizle yatırılan para.
mevzi: Bir askerî birliğin yeri veya bu birlik tarafından ele geçirilen bölge.
mezra: Kırsalda birkaç evden oluşan en küçük yerleşim birimi.
mıh: Büyük çivi.
mineral: Organik olmayan, homojen katı madde.
minnet: Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma, gönül
borcu.
mizaç: Huy, yaradılış, tabiat, karakter.
molla: 1. Büyük kadı. 2. Medrese öğrencisi.
muafiyet: Ayrı tutulma, kendisine uygulanmama.
muhip: Seven, sevgi besleyen, dost.
muhterem: Saygıdeğer.
mukadderat: Tanrı’nın uygun görmesi, Tanrı’nın isteği, kader.
mukaddes: Kutsal.
mukavemet: Dayanma, karşı durma, karşı koyma.
munis: Alışılan, alışılmış, yabancı olmayan.
musallat: Bir kimse veya şeyin üzerine bıktıracak kadar düşen
(kimse).
mutabakat: Uzlaşma.
mübadele: Değişim.
müreffeh: Refah ve varlık içinde yaşayan, gönençli.
mürettebat: Gemi, uçak vb. taşıtlardaki görevliler.
mürit: Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını
öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse.
müsterih: Bütün kaygılardan kurtulup gönlü rahata kavuşan.
müstesna: Benzerlerinden farklı, üstün, ayrı tutulan.
müsteşar: Bakanlıklarda, elçiliklerde bakan veya büyükelçiden
sonra gelen en büyük yönetici.
224
müsvedde: Yazı taslağı, karalama.
müzakere: Bir konuyla ilgili fikir alışverişinde bulunma.
–N–
naçiz: Değersiz, önemsiz.
nakış: Genellikle kumaş üzerine renkli iplikler veya sırma ve sim
kullanarak elle, makineyle yapılan işleme.
nal: At, eşek, öküz vb. yük hayvanlarının tırnaklarına çakılan,
ayağın şekline uygun demir parçası.
nalbant: Hayvanların ayağına nal çakan kimse.
nanoteknoloji: Atom veya molekül temelinde küçük parçacıkların
biraraya getirilerek farklı işlevler görebilen madde veya malzemenin
üretilmesi için geliştirilen teknoloji.
nasip: Birinin payına düşen şey.
nazır: Bakan.
nezaret: Bakanlık.
nizam: Düzen.
nota: Bir devletin başka bir devlete politik sorunlarla ilgili olarak
yolladığı uyarı yazısı.
numune: Örnek.
nur: Aydınlık, ışık, parıltı, ziya.
nüfuz: Söz geçirme, güçlü olma.
– O, Ö, P –
okka: 1,282 kilogram veya 400 dirhemlik ağırlık ölçüsü birimi.
özerk: Bir üst organa bağlı olmakla beraber ayrı bir yasayla kendini yönetme yetkisi olan kuruluş.
patrik: Ortodoks ve bazı Doğu kiliselerinin başkanı.
patrikhane: Patriğin görev yaptığı bina.
payidar: Kalıcı, sonsuza kadar yaşayacak olan.
peçe: Kadınların sokakta yüzlerine örttükleri ince siyah örtü.
poyraz: Kuzeydoğudan esen soğuk rüzgâr.
pranga: Ağır cezalıların ayaklarına takılan kalın zincir.
propaganda: Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma.
protesto: Bir davranışı, bir düşünceyi, bir uygulamayı haksız,
yersiz, gereksiz bularak karşı çıkma, kabul etmeme.
protokol: Bir toplantı, oturum, soruşturma sonunda imzalanan
belge.
–R–
radye: Yapının oturduğu zemin yüzeyini bir döşeme gibi boydan
boya kaplayan çoğu betonarme temel.
reform: Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik.
rejim: Bir devletin yönetim biçimi.
restorasyon: Eski bir yapıda yıkılmış, bozulmuş olan bölümleri
aslına uygun bir biçimde onarma.
rezerv: Yatağında veya havzasında bulunduğu bilinen, ancak
henüz çıkarılmamış ve işlenmemiş maden cevherleri.
rüştiye: Ortaokul derecesinde olan eğitim kurumu.
rütbe: Subay, astsubay ve polislerin sahip olduğu derece.
– S, Ş –
saf: Dizi, sıra.
safsata: Boş, temelsiz, asılsız söz.
san: Bir kimsenin işi, mesleği veya toplum içindeki durumu ile
ilgili olarak kullanılan ad, unvan.
saraciye: Deri, muşamba vb.nden bavul, çanta cüzdan, kemer
vb. ürün yapma işi.
saz: Genellikle su kıyılarında, bataklık yerlerde yetişen ince, açık
sarı renkli kamış, hasır otu.
sektör: Aynı işi yapan topluluk.
selamet: Her türlü korku, tasa ve tehlikeden uzak, güvende
olma durumu.
sema: Gökyüzü.
serpuş: Başlık.
sığırtmaç: Büyükbaş hayvan güden kimse, sığır çobanı.
sıtma: Anofel türü sivrisineğin sokmasıyla insandan insana bulaşan, titreme, ateş ve ter nöbetleriyle kendini gösteren bir hastalık.
silsile: Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin oluşturduğu dizi.
sima: Yüz.
softa: Bir görüşe, bir inanışa körü körüne bağlanan kimse.
sosyalist: Sosyalizmden yana olan kimse veya devlet.
sosyalizm: Ana üretim maddelerinin elde edilmesi, dağıtımı ve
kullanılmasında ortaklaşa mülk iyeliğini ya da devletçiliği öngören;
kooperatifçiliğe, toplumsal hizmetlerin etkili biçimde görülmesine
ve gelirin doğrulukla dağıtımına önem veren bir siyasa ve ekonomi
görüşü.
sterlin: Yüz peniden oluşan İngiliz para birimi, paunt.
suikast: Bir devlet büyüğünü veya önemli bir kişiyi plan kurarak
öldürme.
suret: yol, biçim.
şeriye: İslam hukukuyla ilgili.
şeyh: Tarikat kurucusu, bir tarikatta en yüksek dereceye ulaşmış
olan kimse.
şeyhülislam: Osmanlı Devleti’nde, kabinede sadrazamdan sonra
yer alan ve genellikle din işlerinden sorumlu olan üye.
şifre: Gizli haberleşmeye yarayan işaretlerin tümü.
şive: Söyleyiş özelliği.
şöhret: Tanınmış, ünlü kimse.
şura: Bir alanla ilgili olarak oluşturulan danışma kurulu.
şuur: Bilinç.
–T–
tabii: Yapmacık olmayan, doğal.
tabur: Dört bölükten kurulan, bir binbaşının komutasındaki
asker birliği.
tahakkuk: Gerçekleşme, yerine gelme.
takaddüm: Öncelik.
taktik: Türlü savaş araçlarını belli bir sonuca ulaşmak amacıyla
etkili biçimde birleştirerek ve kullanarak kara, deniz veya hava savaşını yönetme sanatı.
takviye: Yardımcı kuvvet, destek.
talih: Şans.
talim: Uygulamalı olarak yapılan askerlik eğitimi.
tasvir: Yazıyla anlatma, betimleme.
tayfa: Bir gemide bulunan, türlü işlerde çalıştırılan sefer işçisi.
tazyik: Manevi baskı, zorlama, zarara sokma.
teçhizat: Silah dışındaki savaş gereçleri, donatı.
tedhiş: Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma.
tekke: Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yer.
telafi: Kötü bir etkiyi veya sonucu başka bir etki ile yok etme,
karşılama, yerine koyma.
telakki: Anlayış.
telakki: Bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüş ve inanış etmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu, düşünüş biçimi,
zihniyet.
telif: Kitap yazma.
teminat: Güvence.
teokratik: Siyasi iktidarın, Tanrı’nın temsilcileri olduklarına inanılan din adamlarının elinde bulunduğu toplumsal, siyasi düzen, din
erki.
terakki: İlerleme, yükselme, gelişme.
tersane: Gemi yapılan yer.
teşebbüs: Girişim, girişme.
teşhis: Belirleme.
tevessül: Başlama, girişme.
tifo: Kirli sularda, bu sularla sulanmış sebzelerde bulunan mikroplarla oluşan ortalama üç hafta süren, ateşli ve tehlikeli bir bağırsak
hastalığı.
tifüs: Bitle geçen, ortalama on beş gün süren, vücutta pembe
lekelerle beliren, ateşli ve tehlikeli bir hastalık.
totaliter: Demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin bir elde veya küçük bir yönetici grubunun elinde
toplandığı demokratik olmayan devlet düzeni.
trahom: Göz kapaklarının altında birtakım kabarcıkların belirmesiyle başlayan, tedavi edilmediğinde kirpiklerin içeriye kıvrılması,
saydam tabakada yaralar çıkması nedeniyle körlükle sonuçlanabilen
bulaşıcı hastalık.
– U, Ü –
umumi: Genel.
urgan: Keten, kenevir, pamuk, jüt gibi türlü dokuma maddelerinden yapılan ince halat.
usul: Bir amaca erişmek için izlenen düzenli yol.
uyruk: Bir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olma durumu.
uzuv: Organ.
ücra: Çok uçta, kenarda veya kıyıda köşede olan.
üs: Bir askerî harekâtta birliklerin gereksinim duyduğu her türlü
gerecin toplandığı, dağıtıldığı bölge.
–V-Y-Z–
vaiz: İbadet yerlerinde öğüt niteliğinde dinî konuşmalar yapan
kimse.
vasıf: Nitelik.
vecibe: Ödev, boyun borcu.
veciz: Kısa ve etkili ifade, söz.
veliaht: Bir hükümdarın ölümünden veya tahttan çekilmesinden
sonra tahta geçmeye aday olan kimse.
verem: Herhangi bir organa ve en çok akciğerlere yerleşen Koch
basilinin yol açtığı ateşli ve bulaşıcı bir hastalık.
yalçın: Dik, sarp.
yaptırım: Kanun, ahlak gibi kurumların buyruklarının yerine
getirilmesini sağlama, müeyyide.
yegâne: Biricik, tek.
yetim: Babası ölmüş olan çocuk, babasız.
yular: Bir yere bağlamak veya çekerek götürmek için hayvanın
başlığına veya tasmasına bağlanan ip.
zabit: Rütbesi teğmenden binbaşıya kadar olan asker.
zade: Oğul, evlat.
zaruret: Zorunluluk.
zat: Kişi.
zaviye: Küçük tekke.
zümre: Topluluk, takım, grup, camia.
225
Kronoloji
1881
1894
1896
13 Mart 1899
10 Ocak 1902
11 Ocak 1905
5 Şubat 1905
Ekim 1906
20 Eylül 1907
13 Nisan 1909
27 Kasım 1911
Ocak 1912
27 Ekim 1913
1 Mart 1914
28 Temmuz 1914
2 Ağustos 1914
11 Kasım 1914
2 Şubat 1915
25 Nisan 1915
27 Mayıs 1915
1 Nisan 1915
10 Ağustos 1915
1 Nisan 1916
6-8 Ağustos 1915
15 Temmuz 1917
8 Ocak 1918
26 Ekim 1918
30 Ekim 1918
31 Ekim 1918
13 Kasım 1918
15 Mayıs 1919
19 Mayıs 1919
22 Haziran 1919
8 Temmuz 1919
23 Temmuz 1919
4 Eylül 1919
27 Aralık 1919
28 Ocak 1920
16 Mart 1920
23 Nisan 1920
24 Nisan 1920
29 Nisan 1920
10 Ağustos 1920
6-10 Ocak 1921
20 Ocak 1921
1 Nisan 1921
5 Ağustos 1921
13 Eylül 1921
19 Eylül 1921
26 Ağustos 1922
30 Ağustos 1922
9 Eylül 1922
11 Ekim 1922
1 Kasım 1922
17 Şubat 1923
24 Temmuz 1923
226
Mustafa Kemal’in Selânik’te dünyaya gelişi.
Mustafa Kemal’in Selânik Askerî Rüştiyesine başlaması.
Mustafa Kemal’in Manastır Askerî İdadisine başlaması.
Mustafa Kemal’in İstanbul Harp Okuluna girişi.
Mustafa Kemal’in Harbiyeden mezun olması.
Mustafa Kemal’in Harp Akademisinden kurmay yüzbaşı olarak mezun olması.
Mustafa Kemal’in Şam’da bulunan 5. Orduya atanması.
Mustafa Kemal’in arkadaşlarıyla birlikte Şam’da “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurması.
Mustafa Kemal’in Selânik’te bulunan 3. Orduya tayin edilmesi.
Mustafa Kemal’in 31 Mart Olayı’nı bastıran Hareket Ordusu Kurmay Başkanı olarak görev alması.
Mustafa Kemal’in binbaşılığa terfi etmesi.
Mustafa Kemal’in Trablusgarp Cephesi’nde İtalyan saldırısını durdurması.
Mustafa Kemal’in Sofya Askerî Ataşeliğine atanması.
Mustafa Kemal’in yarbaylık rütbesine yükselmesi.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması.
Osmanlı Devleti ile Almanya arasında dostluk antlaşması imzalanması.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na katıldığını ilan etmesi.
Mustafa Kemal’in Tekirdağ’da bulunan 19. Tümen Komutanlığına atanması.
Mustafa Kemal’in Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapan İtilaf Devletleri kuvvetlerini durdurması.
Sevk ve İskân Kanunu’nun çıkarılması.
Mustafa Kemal’in albaylık rütbesine yükselmesi.
Mustafa Kemal’in Anafartalarda düşmanı geri püskürtmesi.
Mustafa Kemal’in tuğgeneralliğe terfi etmesi.
Mustafa Kemal’in Kafkas Cephesi’nde Bitlis ve Muş’u Ruslardan geri alması.
Mustafa Kemal’in 7. Ordu Komutanlığına atanması.
Wilson ilkelerinin yayımlanması.
Mustafa Kemal’in Suriye Cephesi’ndeyken Halep’in kuzeyinde düşman kuvvetlerini durdurması.
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanması.
Mustafa Kemal’in Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına atanması.
Mustafa Kemal’in Suriye Cephesi’ndeki görevini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönmesi.
Yunanlıların İzmir’i işgal etmesi.
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması.
Amasya Genelgesi’nin yayımlanması.
Mustafa Kemal’in askerlik mesleğinden istifa etmesi.
Erzurum Kongresi’nin toplanması.
Sivas Kongresi’nin toplanması.
Mustafa Kemal’in Temsil Heyeti ile birlikte Ankara’ya gelmesi.
Meclis-i Mebusan’da Misakımillî’nin kabulü.
İtilaf Devletlerinin İstanbul’u resmen işgali.
Ankara’da Büyük Millet Meclisinin açılması.
Mustafa Kemal’in, Büyük Millet Meclisi Başkanlığına seçilmesi.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun çıkarılması.
Sevr Antlaşması’nın imzalanması.
Birinci İnönü Muharebesi
1921 Anayasası adıyla bilinen Teşkilatıesasiye Kanunu’nun kabulü.
İkinci İnönü Muharebesi’nin kazanılması.
Mustafa Kemal’e Büyük Millet Meclisi tarafından başkomutanlık yetkisinin verilmesi.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılması.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal’e mareşal rütbesi ve gazi unvanının verilmesi.
Büyük Taarruz’un başlaması.
Başkomutan Meydan Muharebesi
Türk askerinin İzmir’e girişi.
Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması.
Saltanatın kaldırılması.
İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanması.
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması.
9 Eylül 1923
13 Ekim 1923
29 Ekim 1923
3 Mart 1924
20 Nisan 1924
17 Kasım 1924
13 Şubat 1925
4 Mart 1925
3 Haziran 1925
25 Kasım 1925
30 Kasım 1925
26 Aralık 1925
17 Şubat 1926
5 Haziran 1926
15 Haziran 1926
1 Temmuz 1926
15-20 Ekim 1927
1 Kasım 1928
10 Haziran 1930
12 Ağustos 1930
17 Kasım 1930
23 Aralık 1930
26 Mart 1931
12 Nisan 1931
12 Temmuz 1932
18 Temmuz 1932
29 Ekim 1933
9 Şubat 1934
24 Kasım 1934
5 Aralık 1934
20 Temmuz 1936
5 Şubat 1937
8 Temmuz 1937
2 Eylül 1938
10 Kasım 1938
30 Haziran 1939
1 Eylül 1939
23 Şubat 1945
2 Eylül 1945
7 Ocak 1946
10 Aralık 1948
4 Nisan 1949
15 Mart 1950
25 Haziran 1950
1951
15 Şubat 1952
10 Kasım 1953
1957
31 Temmuz 1959
3 Eylül 1959
27 Mayıs 1960
12 Eylül 1963
20 Temmuz 1974
12 Eylül 1980
2 Ağustos 1990
26 Aralık 1991
1 Ocak 1996
20 Mart 2003
3 Ekim 2005
Mustafa Kemal’in Halk Fırkasını kurması.
Ankara’nın başkent oluşu.
Cumhuriyet’in ilanı ve Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı seçilmesi.
Halifeliğin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ve Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Vekâletinin Kaldırılması Hakkındaki Kanun’un kabulü.
1924 Anayasası’nın kabulü.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu.
Şeyh Sait İsyanı’nın başlaması.
Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılması.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılması.
Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun’un kabulü.
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkındaki Kanun’un kabulü.
Uluslararası takvim ve saat sistemlerinin kabulü.
Türk Medeni Kanunu’nun kabulü.
Türkiye ile İngiltere arasında Musul sorununa çözüm getiren Ankara Antlaşması’nın imzalanması.
Mustafa Kemal’e suikast girişiminin ortaya çıkarılması.
Kabotaj Kanunu’nun kabulü.
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Halk Fırkasının İkinci Büyük Kurultayı’nda Nutuk’u okuması.
Yeni Türk alfabesinin kabulü.
Türkiye ile Yunanistan arasında dostluk antlaşmasının imzalanması.
Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu.
Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapatılması.
Menemen Kubilay Olayı
Uluslararası ağırlık ve uzunluk ölçülerinin kabulü.
Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin (Türk Tarih Kurumu) kurulması.
Türk Dil Kurumunun kurulması.
Türkiye’nin Milletler Cemiyetine üye olması.
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Bayramı’nda Onuncu Yıl Nutku’nu okuması.
Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında Balkan Antantı’nın imzalanması.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal’e ATATÜRK soyadının verilmesi.
Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanması.
Atatürk ilkelerinin Anayasa’ya girmesi.
Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı’nın imzalanması.
Hatay Cumhuriyeti’nin kurulması.
Atatürk’ün vefatı.
Hatay’ın anavatana katılışı.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması.
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılması.
Japonya’nın teslim olması ve İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi.
Demokrat Partinin kuruluşu.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulü.
NATO’nun kuruluşu.
Ülkemizde savunma sanayisinin Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu çatısı altında toplanması.
Kore Savaşı’nın başlaması.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kuruluşu.
Türkiye’nin NATO’ya katılması.
Atatürk’ün naaşının Anıtkabir’e nakli.
Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kuruluşu.
Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na ortak üyelik için başvurması.
Çocuk Hakları Bildirgesi’nin kabulü.
1960 Askerî müdahalesi.
Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında Ankara Antlaşması’nın imzalanması.
Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’nın başlaması.
1980 Askerî müdahalesi.
Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Birinci Körfez Savaşı’nın başlaması.
SSCB’nin resmen dağılması.
Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesi.
ABD öncülüğünde çok uluslu gücün Irak’a saldırması ile birlikte İkinci Körfez Savaşı’nın başlaması.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlaması.
227
Kaynakça
ACUN, Fatma, Atatürk ve Türk İnkılap Tarihi, Siyasal Kitabevi, Ankara,
2010.
ADIVAR, Halide Edip, Ateşten Gömlek, İletişim Yayınları, İstanbul,
2002.
ADIVAR, Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi,
İstanbul, 1994.
AĞAOĞLU, Samet, Kuvayımilliye Ruhu, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1981.
AKIN, İlhan, Türk Devrimi Tarihi, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul,
1999.
AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Pegem A Yayıncılık, Ankara, 2005.
ALPKAYA, Gökçen, Faruk ALPKAYA, 20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye
Tarihi, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2004.
ANGI, Hacı, Çocuk Gözüyle Atatürk, Angı Yayınları, Ankara, 1989.
ARIBURNU, Kemal, Atatürk’ten Anılar, İnkılap Kitabevi, İstanbul,
1998.
ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara, 1988.
ARSAN, Nimet, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1964.
ASUTAY, Naci, Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar C VI (1919-1921),
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1964.
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara.
ATATÜRK, Kemal, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2000.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,
Ankara, 1997.
Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara,
1995.
ATAY, Falih Rıfkı, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Sel Yayınları, İstanbul,
1955.
ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2004.
ATEŞ, Toktamış, Türk Devrim Tarihi, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, İstanbul, 2010.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, C I, II, III, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2008.
AYDIN, Mustafa, Turkish-American Relations, Routledge Yayınevi,
New York, 2004.
AYDOĞAN, Metin, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam, C I, II, Umay Yayınları,
İzmir, 2008.
BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk, Nurgök
Matbaası, İstanbul, 1954.
BARDAKÇI, İlhan, İmparatorluğa Veda, Hülbe Basım ve Yayın, Ankara,
1985.
Belleten, C II, S 10, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1939.
BİNARK, İsmet, Asılsız Ermeni İddiaları ve Ermenilerin Türklere
Yaptıkları Mezalim, Ankara Ticaret Odası Yayını, Ankara, 2001.
BİRCAN, Osman, Belge ve Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı, MEB
Yayınları, İstanbul, 1993.
BOZOK, Salih, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul,
1985.
Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevleri, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara, 1968.
Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Yayını, Kasım, 2001.
ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, İmge
Yayınları, Ankara, 1995.
ÇAYCI, Abdurrahman, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara, 2002.
CEBESOY, General Ali Fuat, Ali Fuat Paşa’nın Millî Mücadele
Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2010.
CEBESOY, General Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap Kitabevi,
İstanbul, 1995.
EGELİ, Münir Hayri, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, Ahmet Halit
Yaşaroğlu Kitapçılık, İstanbul, 1959.
ENDER, Muzaffer, Ağlayan Dünya, Sinan Matbaası, İstanbul, 1964.
228
ERDAL, İlter, Atatürk’ün Etkilendiği Fikir Akımları ve Onun Öğrencilik
Yılları, HÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1995.
ERENDİL, Muzaffer, İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, Genel
Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1988.
ERENDİL, Muzaffer, Evrensel Yönüyle Atatürk, Genel Kurmay
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1981.
ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul,
1938.
ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1954.
EROĞLU, Hamza, Atatürk’ün Hayatı, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1986.
EROĞLU, Hamza, Türk İnkılap Tarihi, Savaş Yayınları, Ankara, 1990.
FEYZOĞLU, Osman Güngör, Atatürk İlkeleri ve İnkılabımız, Millî
Eğitim Basımevi, İstanbul, 1981.
FİKRET, Tevfik, Rubabı Şikeste, İnkılap Kitabevi, Ankara, 2011.
Genelkurmay Başkanlığı, Atatürkçülük I, II, III, Atatürk’ün Görüş ve
Direktifleri, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1998.
GENTIZON, Paul, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Bilgi Yayınevi,
Ankara, 1988.
GÜNDÜZ, Asım, Hatıralarım, Kervan Yayıncılık, İstanbul, 1973.
GÜVEN, Ferit Celâl, İnsan Atatürk, Ülkü Dergisi, C 12, S 70, Ankara,
1938.
İĞDEMİR, Uluğ, Atatürk’ün Yaşamı, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1980.
İLERİ, Celal Nuri, Türk İnkılabı, Atatürk Kültür Merkezi Yayını,
İstanbul, 2000.
İMECE, Mustafa Selim, Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve
İnebolu Seyahatleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1959.
İNAN, Ayşe Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Ankara, 1959.
İNAN, Ayşe Afet, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El
Yazıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1969.
İNAN, Ayşe Afet, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981.
İNAN, Arı, Düşünceleriyle Atatürk, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1999.
İNÖNÜ, İsmet, İnönü’nün Söylev ve Demeçleri, C 1, Türk Devrim
Tarihi, İstanbul, 1946.
İslam Ansiklopedisi, Atatürk Maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 2004.
JAESCHKE, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz Belgeleri, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
KANSU, Ceyhun Atuf, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Bilgi Yayınları,
Ankara 1997.
KANSU, Ceyhun Atuf, Atatürkçü Olmak, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996.
KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le
Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988.
KARAALİOĞLU, Seyit Kemal, Türk Edebiyatı Tarihi, C IV, İnkılap ve Aka
Basımevi, İstanbul, 1982.
KARAGÖZ, Samim, Kalpaklılar, Literatür Yayınları, İstanbul, 2008.
KARAL, Enver Ziya, Atatürk’ten Düşünceler, İstanbul Basımevi,
İstanbul, 1981.
KARAL, Enver Ziya, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1944), Maarif
Vekaleti Maarif Matbaası, İstanbul, 1944.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri, Vatan Yolunda, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1998.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri, Yaban, İletişim Yayınları, İstanbul,
2002.
KARACAN, Ali Naci, Lozan, Nokta Yayınları, İstanbul, 2006.
KILIÇ, Sezen, Millî Mücadele’de Yabancı Okullar, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, S 61, Ankara, 2005.
KINROSS, Lord, Atatürk, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994.
Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, Sel Yayınları, İstanbul, 1955.
KOCATÜRK, Utkan, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
KOCATÜRK, Utkan, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Türkiye İş Bankası
Yayınları, Ankara, 1999.
KUYAŞ, Ahmet vd., Tarih 2002, Türk Sanayicileri ve İşadamları
Derneği Yayını, İstanbul, 2002.
KUYAŞ, Ahmet, vd., Gençler İçin Çağdaş Tarih, Epsilon Yayıncılık,
İstanbul, 2004.
LEVIS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınevi, Ankara,
2000.
MALZIG, Herbert, Atatürk’ün Başlıca Nutukları, Ülkü Matbaası,
İstanbul, 1942.
MANGO, Andrew, Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2010.
MENCHIN, Benoit, Mustafa Kemal, Bilgi Kitabevi, Ankara, 1997.
MERT, Yüksel, Cengiz Açıkgöz, Atatürk’ün Liderlik Sırları, Tutku
Yayınları, Ankara, 2011.
Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, İlköğretim
Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi 8. Sınıf Öğretim
Programı, Devlet Kitapları Müdürlüğü, Ankara, 2006.
MUMCU, Ahmet, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Editör: İhsan
Güneş, Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir, 2006.
MUMCU, Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve
Gelişimi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2000.
ÖKTEM, Zübeyde Yalın, Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi, Tarihçi
Kitabevi, İstanbul, 2010.
ÖZAKMAN, Turgut, Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2005.
ÖZEL, Mehmet, 70. Kuruluş Yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti
Albümü, Atatürk Dönemi 1922-1938, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1993.
ÖZEL, Mehmet, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992.
ÖZEL, Mehmet, Cephelerden Kurtuluş Savaşı’na, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1998.
ÖZEL, Mehmet, Cumhuriyetimizin 70. Yıldönümünde Atatürk’e
Saygı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993.
ÖZKAN, Abdullah, Atatürk’ün Anlamıyla Kurtuluş Savaşı, Boyut
Matbaacılık, İstanbul, 2008.
ŞAMSUTDİNOV, Abdula Mardanoviç, Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı
Tarihi, Doğan Kitap, İstanbul, 1999.
SANDER, Oral, Siyasi Tarih, İmge Yayınevi, Ankara, 1989.
SELEK, Sabahattin, Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1987.
SELEK, Sabahattin, Ulusal Kurtuluş Savaşı, C I, Doğan Yayıncılık, İstanbul,
2012.
ŞEN, İsmail, Asi’den Gazi’ye Karikatürlerde Atatürk, Sarnıç Yayınları,
İstanbul, 2010.
SEVÜK, İsmail Habib, Atatürk İçin, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul,
1939.
SÖNMEZOĞLU, Faruk, Türk Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul,
2006.
TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Başbakanlık
Basımevi, Ankara, 1973.
TOPRAK, Zafer, Bir Yurttaş Yaratmak, Yapı Kredi Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul, 1998.
TOROS, Taha, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, Adana Kent Konseyi,
Adana, 2001.
Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C 10, Edirne, 2008.
TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, İletişim Yayınevi,
İstanbul, 2011.
TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, C I, II, III, Bilgi Yayınevi,
Ankara, 1991.
TURHAN, Feyzioğlu, Atatürk Yolu, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1995.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
2011.
Türk Dil Kurumu, Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
2012.
Türk Dil Kurumu, Türk Dili Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi,
Ankara, 1966.
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Tarih IV, Devlet Matbaası, İstanbul, 1934.
ULUĞ, Naşit Hakkı, Hemşehrimiz Atatürk, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 1997.
ÜNAYDIN, Ruşen Eşref, Atatürk, Tarih ve Dil Kurumları, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara, 1954.
ÜNAYDIN, Ruşen Eşref, Atatürk’ü Özleyiş, Türkiye İş Bankası Yayınları,
Ankara, 1957.
USUL, Ali Resul, Türk Siyasal Hayatı, Anadolu Üniversitesi Yayını,
Eskişehir, 2003.
YALÇIN, Durmuş ve diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C I, II,
Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2002.
Milliyet Gazetesi, 16 Ocak 2011.
Yeni Gün Gazetesi, 2 Kasım 1918.
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-08/bitlisin-kurtulusu-ve-mustafakemal-pasa (21.07.2014)
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-37/ankaranin-baskent-olusununanlami (21.07.2014)
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-11/ataturk-ankara-orman-ciftligininasil-ve-nicin-kurdu (21.07.2014)
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-08/yabanci-gozuyle-ataturk-ve-turkinkilabi (21.07.2014)
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-54/ataturkcu-dusunce-sistemi
(21.07.2014)
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-02/turk-kurtulus-hareketinin-safhalari-ve-cagdaslasmaya-etkileri (21.07.2014)
http://atam.gov.tr/wp-content/uploads/01-kenan-olgun.pdf (14.12.2013)
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-05/ataturkun-yetistigi-ortam
(21.07.2014)
http://www.balikesirturizm.gov.tr/belge/1-69218/ataturkun-balikesirhutbesi.html (14.12.2013)
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/819/10393.pdf (14.12.2013)
http://www.diyanet.gov.tr/tr/kategori/mehmet-rifat-borekci/112
(14.12.2013)
http://kahramanmaras.gov.tr/Dosyalar/milli-mucadele.pdf (14.12.2013)
http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/09/01/708575/icerikler/
yoruk-ali-efe_73509.html?CHK=3c73ccda4c9c3f099bf612ede8f31a7c
(14.12.2013)
http://www.mehmetakifersoyedebiyatmuzekutuphanesi.gov.tr/MehmetAkif-Ersoy.html (14.12.2013)
http://www.msb.gov.tr/anasayfa/html/Bakanlar/BakanPotre/AMenderesB.htm (14.12.2013)
http://www.nihatkinikoglu.com/?islem=sfd&ID=224 (21.07.2014)
http:/photos:state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/freeatlast_turkish_all.pdf (14.12.2013)
http://sahinbey.meb.gov.tr/www/sahinbey-hakkinda/icerik/5
(14.12.2013)
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c001/
tbmm01001001.pdf (14.07.2014)
www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/203-208.pdf
(14.12.2013)
http://www.tsk.tr/12_anitkabir/defter11.html (14.12.2013)
http://www.ttk.gov.tr/index.php?Page=Sayfa&No=229 (14.12.2013)
http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (04.08.2014)
http://turkoloji.cu.edu.tr/CUKUROVA/sempozyum/semp_1/onder_2.pdf
(14.12.2013)
http://www.turkseker.gov.tr/tarihce.aspx (14.12.2013)
HARİTALAR
Haritalar yayınevimiz tarafından hazırlanmıştır.
GÖRSEL KAYNAKÇA
Ders kitabı ve öğrenci çalışma kitabında kullanılan görsel ögelerin
kaynakçası öğretmen kılavuz kitabının son bölümünde verilmiştir.
229
230
231
TÜRK DÜNYASI HARİTASI
Download