İslam İktisadının Ahlaki Altyapısı İslam, ahlakı insan hayatının tümünü kontrol eden bir sistem olarak algılar. Diğer bir çok ahlak sisteminden farklı olarak İslam, insanın bazi eylemlerini bu sistemin dışında tutarken bazı davranışlarını ise kabul edilen ahlaki değerlere göre değerlendirme yönündeki inancı kabul etmemektedir. İslami ahlak kuralları insan hayatını her açıdan düzenleyen bir kaideler düzeni olduğu için insanların diğer insanlara, hayvanlara ve tüm yaratılmışlara karşı davranışları söz konusu ahlaki kurallara göre değerlendirilebilmektedir. Tesis edilmiş bu öğretiler düzeni, mesela hayvanlara karşı insancıl ve yumuşak bir şekilde davranılmasını öğütler ve aksi bir yönde sert bir davranışı gayri ahlaki bulur ve hatta cezalandırır. İmam Al Bukhari’den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz (SAV) “Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.” şeklinde buyurmuştur. İslam’ ın entegrasyonu net olarak hukuki ve ahlaki alanlar arasında kesin bir sınırı çizmeyi kolaylaştırmasa da, yine de uygulamasının kanun koyucunun hükümlerinin altına girdiği hukuk, her türlü gerekli açıyı kapsamaktadır. Ahlaki yargılar ise diğer yandan sadece kişinin kendi dindarlığı, inancı ve kontrolüne doğrultusunda ahlaki ilkeleri ile bağlayıcılık taşır. Ahlaki yaklaşımlar insanın davranışlarının kendisine, topluma veya tüm çevresine doğru yönlendirip yölendirmediği noktasında kritik bir öneme sahiptir. İnsanlar, başlangıçta sahip oldukları kurallar ve düzenlemelerle ilgili sabırlarını kaybedebilir ve bunlara olan bağlılıkları sadece duygusal bir ritüele indirgeyebilir. Hatta insanların söz konusu değerlere olan entegrasyonu o noktaya varabilir ki, zayıflıkların en az hatırlandığı düzenleme alanlarında kendilerini temize çıkarmak için yasal fakat uygunsuz hileler arayabilirler. Bu durumun tam tersi olarak ahlaki kontrol duygusu, sahibini bu tarz hatalardan ayırmanın yanında, onun dışkontrol mekanizmalarından ziyade iç kontrol dürtüsünü de güçlendirmektedir. Birey başkalarından öğüt aldıktan sonra dahi kendi vicdanında tatmin olmayı aradıkça davranışları samimiyeti yansıtır şekilde daha doğru ve isabetli olur. Hayatın ekonomik yanı bireyin üzerinde oldukça önemlidir çünkü ana teması olan varlık çok önemli bir çekicilik arz eder, nitekim Allah (cc) buyurur ki; “İnsanlara: Kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden şehevat sevgisi bezendi…”(Ali İmran : 14). Bu sebeptendir ki İslam ticari işlemleri sadece ortakların hukukunu ve yükümlülüklerini düzenleyen bazı hukuki kuralları koyarak ve çözümsüzlükleri ele alan ve cezalandıran platformlar sağlayarak düzenlemez, ayrıca insan iradesine hakka uymasını buyuran ve aldatma veya hukuki düzenlemelerin veya cezaların bulunmadığı alanlarda dahi kötü alışkanlıklara meyletmeye karşı buğz etmeyi öğreten ahlaki prensipler vasıtasıyla gerçekleştirmektedir. Bu ahlaki prensipler ekonominin 3 noktasını kapsar, (1) üretim, (2) dağıtım ve (3) tüketim. Bu üç ekonomik alanda gerçekleştirilen tüm işlemler hem bağımsız olarak ihem de hukuki bir kurala bağlı olarak öne çıkarılan ahlaki içeriklere sahiptir. 1.4 I. Üretimin Ahlaki Prensipleri Ekonomik döngünün iktisadi açıdan kıymetli, finansal olarak değerli olan maddi veya sanatsal ya da eğitim amaçlı eser veya hizmet gibi materyallerin üretimi ile başladığı genel kabul görmüş bir ilkedir. İslam’da ekonominin bu çeşitli yanları, tüm ihtiyaçları betimleyen yargı hükümlerini, yasaklamaları, hakları ve yükümlülükleri içeren ahlaki prensipler üzerine kurulmuştur. Ahlaki prensiplerce beslenip gelişen ruhsal bir vicdana sahip Müslüman’dan üretim bir çok yönden fayda sağlayabilecektir. Bu prensipler üretici açısından o kadar bağlayıcıdır ki, denetmenin gözünden kaçsa dahi üretilen malda oluşan en ufak bir hatayı dahi gidermesini sağlar ve bu şekilde üretim kalitesini en üst noktaya taşır. Ustalık, hayırseverlilik, doğruluk, güvenilirlik ve yeterli ödül bu ahkali prensiplerdendir. 2.1 1. Ustalık (itqan): İşin yapılmasındaki hedefe ulaşılması için o işin en yüksek uzmanlıkla yapılması gerekir ki hatasız olabilsin. Bu husus herşeyin hizmet ettiği gaye için mükemmel bir şekle sahip olarak yaratıldığı vurgulanan şu mubarek ayetten ilham almıştır: “ Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.” (Neml: 88). Ürün uzmanlığı, ustanın o ürünün hatasız ve eksiksiz olarak çıkması düşüncesi ile çalışması neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bunu başarabilmek için üretici nitelikli, bilgili ve bu alanda uzmanlığa sahip olmalıdır. Aynı zamanda gereken zamana, alet ve ekipmana ve gerekli malzeme bileşenlerine sahip olmalıdır ki gerekliliklerini yerine getirebilsin. 2.2 Yukarıda bahsedilen ayete ek olarak, ustalığın ahlaki prensipleri Peygamberimiz’in (SAV) şu hadisinden çıkarılmıştır: “ En yüce olan Allah (cc) sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu en iyi şekilde yaptığını görmekten hoşlanır”, (El-Beyhaki). Allah (cc)’ın ustalıkla yapılan işle ilgili tercihi hukuki olmaktan çok ahlaki çağrışıma sahiptir. Ustalik iç dini vicdandan ortaya çıkmaktadır, çünkü bu ustalığın gerektirdiği hususlar yasalar ile açık bir şekilde tanımlanamayabilir. Kalite bazı durumlarda yasalar ile belirlenmiş olsa da ,temel olarak ahlaki bir gerekliliktir. 2.3 2. Hayırseverlik: Ürün tüketici için faydalı olmalı ve doğrudan, dolaylı veya sonradan ortaya çıkabilecek hiçbir zarar içermemelidir. Ahlaki bir gereklilik olan Hayırseverlik bu yüzden üreticiyi insancıl olması yönünde bağlayıcılık taşımaktadır. Bu durum yasalarda açıkca bir engeleyici yaptırım veya ceza bulunmasa dahi üreticiyi herhangi bir eksiklik veya zarar içeren ürün yapmaktan uzaklaştırır. Bu sayede dini vicdan hayırseverlik altında kalite denetiminde en üstün bir denetim mekanizması haline gelmektedir. Bu yüzdendir ki şarap veya diğer zararlı ürünlerin üretimi insana olumsuz etkisi dokunduğundan gayri hukuki olarak tanımlanmıştır. Yine aynı sebepten dolayı silah veya benzeri toplu imha araçları gibi zararlı ürünlerin imali kıyasen yasaklanmıştır. Tüm bunlara ekleyebileceğimiz aşırı üretim de, basit insan ihtiyaçlarının giderilmesi için değil ancak insanoğlunun doymak bilmez sınırsız isteklerini tatmin etmek anlamına gelmektedir ve özellikle bu tarz bir üretimin yine direk olaraka insana zarar veren çevre kaynalarının aşırı tüketilmesine sebebiyet vereceğinden yasaklanmıştır. Kur’an ve Sünnet iyiliği ve hayırseverliği yücelten kötülüğü de yasaklayan bir çok örnekler ile doludur. Bunların arasında Peygaberimiz’in (SAV) yararlı şeyler üretilmesi ile ilgili hadisi örnek verilebilir: “Kim bir ağaç diker de bir insan veya hayvan ondan beslenirse bu onun için bir cömertliktir”, (El Bukhari). Benzer bir hadiste zararlı ürünler üretenler ile ilgili olarak: “ Peygamber (SAV) şarap ile ilgili on kesimi yerdi: (bunların aralarında olan) üreten ve tüketen…”, (İbni Mace). Çevreyi aşırı olarak tüketerek yapılan üretim ile ilgili Halife Hz. Ömer’in insanlara binaları gerektiğinden fazla yükseltmemeyi emrettiği belirtilir. Kendisine gerekenin ne kadar olduğu sorulduğunda: “sizi israftan uzak tutan ve peşinde olduğunuz niyete götürendir” buyurmuştur. 2.5 3. Doğruluk ve Güvenilirlik: Somut ve soyut tüm ürünler bazı istisnai haller dışında bir anlaşmaya tabidirler. Bu anlaşmalar üretici ve tacir arasındaki gibi direkt veya toplumun bireyleri tarafından ürünün el değiştirirken endirekt olarak kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu tarz anlaşmamalar hukuk tarafından denetim, kontrol ve hesap verilebilirlik yoluyla yönetilse dahi, bu kanunlar genelde işlemlerin karışık ilişkilerini kapsamakta yetersiz kalmakta ve onları tamamlamak için benzeri nitelikte etkin ahlaki bir platforma ihtiyaç duymaktadır.3.1 Bu gerçeğin farkında olarak İslam, Doğruluk ve Güvenilirliği üretim ile ilgili her türlü anlaşmanın içerisine yerleştirmiştir. Teslim edilmesi gereken ürünün doğasından bağımsız olarak, üreticiler üretim sürecinde doğru ve samimi olmalıdır. Diğer bir ifadeyle üretici üzerine düşen ve ürünün gerektirdiği tüm sorumlulukları ve özellikleri yerine getirecek seviyede bir emek sarf etmelidir. Bu hassasiyet kaynağını Peygamberimiz (SAV)’in “din mükemmelliktir” (Müslim) ve “ bizi kandıran bizden değildir”, (İbni Mace) hadislerinden almaktadır. Her ne kadar mükemmmeliyet ve dolandırıcılıktan kaçınma her türlü kontrat için şart ise de, bu ilkelerin özellikle ekonomik döngünün ilk halkası olan üretimle hususi bir ilgisi vardır çünkü bu noktadaki uygulama akabinde gelen ekonomik döngülerin de ikmalini sağlayacaktır. 3.2 Direk veyahut da endirek olsun verilen her türlü akdin yerine getirilmesi İslam dini tarafından gerekli kılınmıştır. Üretici kalite standartlarını, üreti zamanlamasını ve tüketici güvenliği şartlarını yerine getirmelidir. Mesela çiftçiler ürettikleri ürünlerin güvenilir, besleyici ve zamanında yetiştirilmiş olmaları için tüketiciler ile yazılı olmayan ahklaki prensiplerce anlaşmalıdırlar. Benzer türde bir anlaşma halka en kısa ve maliyetsiz şekilde hizmet vermeleri gereken yöneticiler ve halk arasında da mevcuttur. Allah (cc) Kur’an’ ı Kerim’de: “ Ey inananlar, akidlerinizi yerine getirin… (Maide :1) buyurmuştur. Aynı uygulama bir hadiste de şu şekilde yer almıştır: “ Müslümanlar haramı helal, helali haram kılmadıkça akitlerini yerine getirirler” (El Beyhak, El-Sunan adlı eserinde). Ahlaki prensipler hukuki düzenlemeleri kalite temini ve tüketici güvenliği hususlarında tamamlayıcı nitelik taşırlar. İnanç bu sebeptendir ki, hileye başvuranların yollarını suistimale açık yasal boşlukları tıkamak suretiyle kapatmaktadır.3.3 4. Adil Fiyat: Her türlü üretim için üzerinde anlaşılan ve parasal bir değer olarak belirlenen bir ödül vardır. Bu ödül aynı zamanda sembolik bir takdir, teşekkür veya onurlandırma gibi bir form şeklini de alabilir. Her iki türde de olabilen bu ödüller büyük oranda üretilecek ürünün kalitesinin ve miktarının belirlenmesinde rol oynamakla birlikte, aynı zamanda insanları mükemmelliğe yönelten ahlaki prensiplerce ve diğer bir çok düzenlemelerle desteklenmektedir.3.4 Üretimi şekillendiren ahlaki prensiplerden biri de yapılan iş için tahsis edilen adil ücret/ödül mekanizmasıdır. Bu demek oluyor ki yapılan parasal ödeme en azından sergilenen fiziksel veya zihinsel emeğin oranı ile orantılı olmalıdır. İdeal olan ödeme gösterilen emeğe eşit olmalıdır ki bu durum aşağıdaki ayetle uyumlu bir durumdur “… Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin…” (Araf:85). İşverenin işçinin ücretini vermekle yükümlü olduğunun altını çizen şu hadis durumun ciddiyetini belirtmektedir; Peygamberimiz (SAV) kıyamet gününde en ileri hasmım olarak ilan ettiği üç adamdan birini şöyle ifade etmiştir “… o adam ki işçiyi çalıştırır, işini hallettirir ancak ona ücretini ödemez”, (El-Bukhari). Bununla birlikte işçinin ücretinin zamanında ödenmesi ile ilgili şu hadis te dikkat çekmektedir: “işçiye hakkını teri kurumadan veriniz”, (İbni Mace).3.5 Üretimle ilişkili ahlaki prensipler bu kritik sürece yüksek derece mükemmeliyet sağlamak yoluyla rehberlik sağlayabilirken öte yandan yasal düzenlemeler de adalet ve eşitliği garanti eder ve tüketiciye zarar veren insan hırsını kontrol eder. Karın tek başına belirleyici olduğu, tüketimin tek rehber olarak görüldüğü ve tahrik edici reklam stratejilerinin kullanıldığı bir ortamda bu ahlaki sistemin gerekliliği bir kez daha öne çıkmaktadır.3.6 II Paylaşımın Ahlaki Prensipleri Paylaşımdan maksat ürünlerin bireyler ve topluluklar arasında dolaşımı anlaşılmalıdır. Varlık ve mallar insanlar arasında bir çok hukuki yollar ile el değiştirmekrtedir. Bu el değiştirme alım satım şeklinde olabileceği gibi bağış yollu veya hizmetler ya da sosyal yardımlaşma yoluyla da olabilmektedir. Tüm ekonomik döngü içerisinde palaşımın önemine istinaden, İslam yasal altyapıyı oluşturmanın yanında olası boşlukları vicdan duygusuyla da dolduran yasal ve ahlaki prensipleri ayrıntılı bir şekilde tanınmlamıştır. Bu ahlaki prensipler arasında tarafsızlık, adil paylaşım, yardımlaşma, cömertlik ve merhamet bulunmaktadır.3.7 1. Adil Paylaşım Gelirin eşit paylaşımı İslam’ın en temel prensiplerinden birisidir. Bu prensipten maksat her bir bireyin emeği ve ihtiyaçları doğrultusunda bir gelire sahip olmasıdır. Bu formül çok yüksek miktarda bir gelirin sınırlı bir topluluğun elinde birikimine olanak tanımaz. Tabi bu durum bizim toplum olarak aritmetik bir şekilde gruplara bölünmemiz anlamına gelmemektedir, bu hem adil olmaz hem de aksi sonuçlar doğuracaktır. Tam tersi olarak herkesin kendi emeği ve ihtiyaçlarından bağımsız bir şekilde eşit olmayan oranlarda gelir paylaşımı anlamına gelecektir. Bir diğer şekilde ifade etmek gerekirse emeğinin ve gelirinin orantılı olup olmamasından bağımsız bir şekilde her birey kendi ihiyaçlarını da karşılayan üretimin içindeki emeği oranında gelir elde etme hakkına sahiptir. 4.1 İslam’ ın gelir paylaşımı üzerine bir tetkik yapıldığında görülecektir ki gelirin bell bir grubun elinde toplanmasından bir yana, İslam onun tüm insanların elinde sirküle etmeye çalışmaktadır. Bu durum şu ayetle de desteklemektedir: “…Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın…” ( Haşr:7). Bir çok fıkhi düzenleme de bu prensibi destekler niteliktedir. Tekelleşmenin yasaklanması, zekat vermenin emredilmesi ve diğer yardımlaşmaların teşviki ile İslam, “varlığın mümkün olan en çok insan arasında yasalara uygun olarak dolaşımını asli niyet edindiğini” ( İbn-i Aşur, 2004: p.372) göstermektedir. Gelir paylaşımı fıkhen düzenlenirken, dinin ahlaki bilinci de insanlara iyilik amaçlı harcama yaparken koyulan asgari sınırları da aşmasını teşvik etmektedir. Bir çok ayette insanların bağış ve yardım yapması övülür ve bu fiilin temel ahlaki bir görev olduğu anlatılır. Allah (cc)’ ın rızası için bağış yapmak sadece verilen görevi yerine getirmekten ziyade, bir dindarlık ve inanmışlık göstergesidir. 2. Dağıtımda Yardımlaşma: Sosyal yardımlaşma her ne kadar adaletin bir yönü de olsa, o aynı zamanda temel ahlaki prensiplerdendir. Sosyal Dayanışma her bireye diğer bireylere karşı sorumluluk duygusu hissetmeyi öğütler. Eğer herhangi birinin temel ihtiyaçlarını karşılayacak durumu yoksa bu ruhsal şuur, toplumun diğer bireylerini kendi varlıklarından ihtiyaç sahibinin ihtiyaçlarını gidermesinden sorumlu tutar. Bu dayanışma tabanlı yaklaşım gelir dağılımının toplumun tüm kesimlerinin temel standartlarda hayat sürdürmesine olanak tanır. Bu ahlaki prensip sadece bireyler ile ilgili ayetlerle değil toplum ve hükümeti ilgilendiren ayet hükümleri ile de belirtilmiştir. Bu durumu en kapsayıcı nitelikteki ve herkesi kendi topluluğuna karşı koruyucu olmakla yükümlü tutan hüküm ise herhalde şu hadistir; “ Hepiniz birer koruyucusunuz ve her biriniz kendi kabilesinden sorumludur”, (El- Bukhari). Listenin en üstünde erzağa ihtiyacı olanın ihtiyacını gidermektir ki şu hadiste bu şüphesiz şekilde vurgulanmaktadır: “ Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”, (El- Hakim). Böyle bir müslüman ihtiyaç sahibi komşusuna karşı sorumluluğunu yerine getimediği için iman etmiş biri olma niteliğini kaybetmektedir. Peygamber (SAV)’in söylemi şu hadiste zirve yapar: “Yanında fazla binek hayvanı olan, hayvanı olmayana versin. Fazla azığı olan da azığı olmayana versin…”, (Ebu Davud). Sosyal yardımlaşma bu yönüyle hukuki durumundan ziyade ahlaki bir prensip olmaktadır. Diğerlerine yardım etmek ve onları finansal açıdan desteklemek bireyin kendi toplumuna karşı sahip olduğu kardeşlik hissi ve kendi dindarlığının bir göstergesidir. Bu insancıl şefkat duygusu ihtiyaç veya fakirlik dolayısıyla lekelenmekten uzaktır. Bu asil prensipler ruhi bir sorumluluk kalıbına büründüğünde İslam iktisadında gelir paylaşımının ahlaki temelini oluşturur. 3. Cömertlik ve Şefkat: Gelir paylaşımı temelde insanlar arasında alım/satım, bağış veya diğer hizmetler yoluyla olmaktadır. Her işlem çift veya daha fazla olsun taraflar arasında bir ilişki olduğunu ön kabul alır. Bunun sonucu olarak her işlemde her ne kadar işlemin içeriği genelde maddi de olsa, kendisini gelirin paylaşımı ilişkisi ile ortaya çıkaran insani bir boyut ortaya çıkar. İnsanlar arası işlemler, hayvanların aynı kimyasal yapıyı paylaşan gıda veya maddeleri paylaşması esnasında ortaya çıkmayan benzersiz hisler ve anlamlar barındırmaktadır. Bu nedenle her bir varlık transfer işlemi kendi psikolojik boyutunu da içeren ahklaki bir prensip üzerine yükseltilmiştir. Bu prensibin anlamlandırılması tarafların kalpleri ve ruhlarında karşılıklı bir açıklık meydana getiren bir erdem içerisinde yoğunlaştırılabilir. Her nekadar işlemin maddi içeriği esnek olmayan ve katı bir hal ile belirlenmişse de, sosyal işlemler yakınlık, uyum ve şefkat duygularının ortaya çıkmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu hisler esnek şartlar altında görülebilir mesela bazı haklardan feragat etmek veya borcun vadesini uzatmak gibi. Bu ahlaki prensip bir çok ayet ve hadiste belirtilmiştir. Yüce Allah (cc) yardımseverleri içtenlikle ve kendi rızasını aramaları için bağış yapmaya, ihtiyaç şahiplerine gönülden ve samimi şefkat göstermeye ve bağışlarını insanların yüzüne vurmaktan sakınmaya çağırır: “Ey iman edenler! Malını insanlara gösteriş için infak eden ve Allah'a da ahiret gününe de iman etmeyen kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın…” (Bakara: 264). Yapılan iyilik ile böbürlenmek onu yapan için son derece zararlıdır. Bu durumu işaret eden bir hadiste Peygamber (SAV)’ imiz şöyle buyurmuştur: “ Allah (cc) rahmetini şu kimse üzerine versin ki o alım satımda ve borcunu istemede merhametli davranır”, (El Bukhari). O takdirde varlık paylaşımı “merhamet ve yüksek ahlak standartlarının birşelimi, anlaşmazlıklar ve baskıların kaldırılması ve tarafların rızası üzerine bina edilmelidir. Merhamet ve cömertliğin önemi bireylerin ötesinde toplumsal ve uluslararası boyuta ulaştığı zaman daha da belirginleşir. Bu olguların gelir paylaşımındaki rolü, ahlakın önemsenmediği sempatik olmayan, bireyci ve kar odaklı ekonomik ilişkilerde daha belirgindir. Ahlaki bir platformda adalet ve yardımlaşmanın tesisi sosyal huzursuzluğa karşı bir kalkan ve uluslararası barışa götüren bir güç olacaktır. III Tüketimin Ahlaki Prensipleri Tüketim ekonomik döngünün son safhasıdır. Tüm ürünler ve hizmetler tüketilmek için var olduğundan tületim ekonominin varlık sebebidir. Tüm formları ile , yiyecek, içecek giyim gibi, tüketim insan arzusu için en önemli bir test ve yanlışa sapma kaynağıdır. İslam tüketimi yoğun ahlaki prensiplerin arzuları dizginlemesi üzerinden destekler ve rasyonelleştirir. Yasalar tüketim üzerinde oldukça sınırlı bir kuvvete sahiptir çünkü insan htiyaçları ve tatmin yolları yasal düzenlemeye uyumlu değildir ve bu sebeple haklar ve yükümlülükler bağlamında belirlenemezler. Bu nedenle ahlaki prensipler tüketim üzerinde yegane kontrol sahibidir. Bu prensipler arasında ihtiyatlılık, alçak gönüllülük ve çevre hassaiyeti bulunmaktadır. 1. İhtiyatlı Tüketim: İnsanlar, kendilerini tüketimin her açısıyla hayattaki rolleri için gerekli olanı kolay bir şekilde elde ederek hoşnut etmeye ihtiyaç duyarlar. İnsanoğlu tutkularına esir olmamaya ve gereksiz tüketmemeye yönelik öğütlenmiştir. Bireylere uygulanabilen her şey tüketimi müşterek bir doğaya sahip ürünlerde tüm topluma da uygulanabilir. Ancak o zaman kanaatkarlık prensibi gerek birey gerekse toplum için rehber olacak bir prensibe dönüşebilir. Bu prensip Kur’an-ı Kerim’de müsrifliği ve savurganlığı kesin olarak yasaklanmasından ortaya çıkmıştır. En’am Surei 141. ayette “… Fakat israf etmeyiniz: Allah israf edenleri sevmez”. Benzer şekilde diğer ayetlerde de bu hususa vurgu yapılmıştır: “Ey Adem oğulları, her mescide gittiğinizde süsünüzü tutunun,yiyin, için; ancak israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez” (Araf:31) ve “Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma! Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür” (İsra:26-27). Alimler israfı “ihtiyacı aşan miktar ve her türlü eklemelerdir” şeklinde tanımlamışlardır” (El Mukri, İbni Zügaybe’den rivayet, 2001). Prensiplerin altında yatan sebep şudur ki, aşırı tüketim doğal olarak diğerlerinin veya gelecek neslin hakkını kendine mal etmek olgusunu barındırır. Fazla tüketim yapıldığında kaynaklar azalır ve gelecek nesiller haklarından mahrum kalır, bu durum Muaviye (ra) tarafından etraflıca şöyle gözlemlenmiştir: “ Her musrif kayıp olan bir hak nedeniyle sorumludur” ( El Maverdi, (n.d): p.187). İstismarın yasaklanması bir açıdan başkalarının gideremeyenlere karşı duyulan merhametin yansımasıdır. israfı yüzünden temel ihtiyaçlarını Bu ahlaki hissin ahlaki prensiplerce şekillenmiş zerafeti, en çok insanların gelişmesinde tüketimin bir gösterge olarak kabul edildiği günümüz ekonomisinde net bir şekilde görülebilmektedir. Bu olumsuz durum sahip olanlar ve olmayanlar arasında keskin bir çatlak oluşturur. 2. Tüketimde Mütevazılık: Ürünlerin tüketimi sadece maddi çıkarımlara sahip değildir. Daha çok büyük ölçüde bireylerin ve toplumun davranışlarını belirleyen psikolojik ve sosyolojik anlamlarca desteklenir. Bu istenmeyen destekleyicilerden bazıları ise kibir ve aşırı gururdur. Bunlar ne zaman insan tüketimi sadece tüketim için değil fakat aynı zamanda kendilerine hissettirdiği yücelik duygusu için yapmaya başladıysa ortaya çıkmaktadır. Aşırı tüketim insanda tüketimle ilgili ihtiyacı gölgede bırakan ego ve gururdan dolayı ortaya çıkmaktadır. İslam bu arzuyu, mütevazılığı ve uysallığı kibir ve gururun yerine koyan sıkı ahlaki prensiplerce kontrol etmektedir. İslam’ın sadeliğe davetine örnek olarak Peygamberimiz’in (SAV) şu hadisleri örnek olarak gösterilebilir “Yüksek binalar kıyametin alametlerindendir”, (Bukhari), ve “Bilin ki, zaruri olmayan her bina, sahibine bir vebaldir” , (Ebu Davud). İbni Hacer Peygamber’in (SAV) kınamasının “etrafınındakilerin soğuk ve sıcaktan korunması ve ikamet etmesi için gerekli malzemenin haksız ele geçirilmesinden” dolayı olduğunu gözlemler (İnbi Hacer,11/95). Dolayısıyla anlaşılıyorki bu men etme insanoğlunun meylettiği kibir ve aşırı gururlanmanın önüne eçmek içindir. Gösteriş temelli tüketime karşı savaşta Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “ Allah, büyüklük taslayarak elbisesinin eteklerini yerde sürüyen kimsenin kıyamet gününde yüzüne bakmaz” (Bukhari). Diğer yandan Peygamber’in (SAV) tüketimle ilgili direktifleri belirli açılardandır ve kesin anlamlar içerir. Bu prensipler kıyaslamalı olarak insanlar veya toplumlar özelinde tüketimin her yönüne uygulanabilir. Yerel ve uluslararası seviyede ahlaki sınırların dışında kibir ve ihtişama vesile olan ulaşım, yiyecek içecek ve giyinme harcamalarına da pek tabi uygulanabilir. Daha vahim olan ise bu tüketim yanlısı eğilimin her türlü psikolojik ve sosyolojik zararlarına rağmen ekonomik içerikte standart hale gelmesidir. İslam’ın temel prensiplerinden alçakgönüllülük, kibir ve zararlı etkilerine karşı mücadele etme anlamına gelmektedir. 3. Çevrenin Korunması: Tüketim her ne şekilde olursa olsun doğal kaynaklardan faydalanma alnamına gelmektedir. Bu nedenle direk veya endirek yolla çevreyi etkilemektedir. Bu etkiler somut ve anlık olarak ölçülemediğinden insanlar kaynakların tüketilmesine devam etmeye devam edebilmektedirler. Zaman ilerledikçe de bu rasyonel olmayan faydalanma kaçınılmaz olarak insanlığın varlığını tehdit edecek kritik seviyelere ulaşacaktır. Bu kriz hali hazırda modern ekonominin ısrar ettiği tüketim felsefesi nedeniyle küresel çevresel yıkım halinde mevcut bulunmaktadır. Bu yıkıcı etkinin farkında olarak, ilahi dinimiz çevrenin korunması ve sahip çıkılması hususlarını da içeren bir dizi öğretiler belirlemiştir. Bir çok ayet ve hadiste insanlara doğaya - hayvanlar, bitkiler ve diğer canlılar dahil - karşı üst seviyede bir merhamet ve saygı ile davranılmasını öğütlemektedir. Doğanın korunması onun kaynaklarından faydalanılması esnasında olduğu gibi aynı zamanda onu kirlenmeden ve her türlü insan kaynaklı tahribattan korumayı da içermektedir. İslami Ekonomide tüketimin ahlaki prensipler ile kontrol edildiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bu değer sisteminin temeli İnsan ve çevre arasında Şeriat tarafından şekillenmiş ilişkidir ki, tartışma ve düşmanlık yerine şefkat ile karaktarize olmuştur. Bu hassasiyet en çok Uhud Dağı ile ilgili olan şu hadiste ortaya çıkmaktadır: “ Biz Uhud’u severiz ve Uhud’da bizi sever”, (Bukhari). Doğanın istismarının yanlış olduğu bu tarz bir ilişki ile bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Peygamber (SAV) doğal kaynakları ile ilgili hassasiyeti Sa’d (ra)’ a şu tavsiyesinde görülmektedir: “ Ey Sa’d, bu ne israf!” Sa’d (ra): “Abdest alırken israf olur mu?”, Peygamber (SAV) cevap verir: “ Evet, akan bir nehirde alsan bile” , (İbn-i Mace). Bu öğüt aslında sadece çevreye zarar veren tüketimin değil ayrıca her türlü sebepsiz tüketimin dikkate alındığını göstermektedir ki bu durum şu ayette de vurgulanmıştır: “… Allah (cc)’ ın rızkından yiyin, için ve sakın azgınlık edip fesat çıkaranlardan olmayın” (Bakara: 60). Aynı mesajın altını çizer nitelikte, Peygamberimiz (SAV) “ Kim bir kuşu sebepsiz öldürürse, o kuş kıyamet gününde ‘ Ya Rab! Bu insan beni boşuna ve faydasız yere öldürdü’ diye haykıracaktır” (El- Nisa’ı). Çevreyi korumak tüketimi rayına sokar ve onu kaynakların tükenmeyeceği bir limit içerisinde tutar. Böyle yaparak, çevrenin asli görevi olan, insanların dünya üzerindeki yapıcı rolünü kesintisiz ve pürüssüz yerine getirmesi hususunu eminyete almaktadır. Tüketimin rayına sokulması aynı zamanda onun gelecek nesilin artan ihtiyaçlarına cevap verecek oranda kendini yenilemesine yardımcı olur. Korumacılığın, diğer üç ahlaki prensip olan eşit, şefkatli ve insancıl gelir paylaşımı ile birleşmesi durumunda, buna bir de kalite, şefkat ve doğrulukla yoğrulma sonucu ortaya çıkan üretim fonksiyonu da eklenirse, elde edilecek çıktı insanlara bireylere ve tüm topluma, insanlıklarını ölçme ve daha yüksek seviyelere yükseltme olanağı sağlayacaktır. Bu ahlaki değerleri elde etmede yaşanabilecek bir başarısızlık, hali hazırda lüksün içinde bulunan insanlığın, insani değerlerini indirgeyecek ve onu kısır tutkuların esiri kılacaktır ki bugünün toplumu bu duruma çok benzer bir yapıdadır.