T.C ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (İSLAM FELSEFESİ) ANABİLİM DALI FÂRÂBÎ’NİN AHLÂK FELSEFESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ MAHMUT KURTARAN ANKARA 2011 T.C ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (İSLAM FELSEFESİ) ANABİLİM DALI FÂRÂBÎ’NİN AHLÂK FELSEFESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ MAHMUT KURTARAN TEZ DANIŞMANI: Doç. Dr. Müfit Selim SARUHAN ANKARA 2011 I T. C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. 11/02/2011 Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı Mahmut KURTARAN İmzası III İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ VI KISALTMALAR VIII GİRİŞ: YÖNTEM ÜZERİNE IX BİRİNCİ BÖLÜM FÂRÂBÎ VE İSLAM FELSEFESİNDE YERİ 1 A. HAYATI 1 B. ESERLERİ 3 C. METODU 7 D. İLİMLER SINIFLAMASI 14 E. BİLGİ TEORİSİ 16 F. MANTIK 18 G. TABİİYYAT 20 H. METAFİZİK 21 I. PSİKOLOJİ 24 J. TASAVVUF 27 İKİNCİ BÖLÜM FÂRÂBÎ’DE AHLÂK 29 A. İSLAM DÜŞÜNCESİNDE AHLÂK İLMİ 29 B. AHLÂKIN TARİFİ VE METAFİZİK KARAKTERİ 34 C. AHLÂK SİYASET İLİŞKİSİ 39 D. AHLÂKIN GELİŞTİRİLMESİ VE EĞİTİMİ 47 IV E. SAADET (MUTLULUK) 51 F. FAZİLET 56 G. HAZ VE ELEM 63 H. ÖLÜM VE MUTLULUK 69 SONUÇ 73 KAYNAKÇA 75 ÖZET 86 ABSTRACT 87 V ÖNSÖ Z Uzun bir geçmişe sahip olan felsefe, bilindiği gibi bugün hayatımızın hemen her alanında bizi kuşatan ilimlerin kaynağı sayılır. Felsefenin düşünce tarihindeki yeri ve en önemlisi yaşantının içinde oluşu, onu sürekli canlı tutmuş ve araştırmaların odak noktası kılmıştır. İslam düşünce tarihi içerisinden geniş alanı hiç şüphesiz “felsefi alan” oluşturur. “İslam Felsefesi” olarak bilinen bu alan felsefe tarihi içerisinde kendine özgü bir düşünce sistemi olarak; filozofları ve ekolleriyle genel felsefi problemleri tartışmış yeni problemler üretmiş, ilk çağ düşünce birikimini sonraki dönemlere taşımış ve düşünce tarihinde hak ettiği yeri almıştır. Müslüman Filozofların ele alıp tartıştığı problemlerden çoğu günümüzde de öneminden bir şey kaybetmeyen ve çağdaş düşünce sistemlerince de ele alınıp tartışılan konuların başında gelir. Hiç şüphesiz bunların en başında gelen ahlâktır. Ahlâk disiplini felsefenin en önemli konularından biridir. Düşünce tarihi boyunca filozofların Ahlâkı; doğru yaşamanın kurallarını öğreten bir disiplin olarak kabul etmeleri onları ahlâk konusunda fikirleri illeri sürmeye, “Ahlâk nedir” sorusuyla ilgilenmeye “nasıl mutlu olabiliriz” sorusuna cevap aramaya sevk etmiştir. İslam filozoflarının da felsefeyi; insanın gücü yettiği ölçüde Yaratıcı’nın fiillerini teşebbüh etmek (onlara benzemeye çalışmak) şeklinde tarif etmeleri, ahlâkı felsefenin amacı olarak gördüklerini gösterir. Ahlâk, İslam felsefesinin en önemli kaynağı ve ilk kaynağı kabul edilen Kuran’da da çokça üzerinde durulan konuların başında gelir. Çünkü ahlâk insanın hayatını anlamlandırmayı sağlamada önemli bir öğedir. İslam felsefecileri de Kuran’dan esinlenerek ahlâk üzerinde çokça durmuşlar ve insanların mutluluğunun nasıl gerçekleşebileceğine cevap aramışlardır. Sağlıklı bir ahlâki anlayışın oluşmasına katkıda bulunacağını düşünerek fazilet ve mutluluk ahlâkı savunucularından Müslüman Türk Filozofu Fârâbî’nin ahlâk felsefesini tez VI konusu olarak incelemeyi uygun buldum. Bu konuda gereksiz ayrıntılara girmek yerine Fârâbî’nin özet fikirlerini ortaya koymaya çalıştım. Prof. Dr. Mehmet BAYRAKDAR danışmanlığında 1996 yılında başlamış fakat bitirememiştim. Aftan tekrar öğrenim hakkı tanınca tamamlamaya azmettim. Prof. Dr. Mehmet BAYRAKDAR’a bana olan rehberliğine olan şükran borcumu ifade etmek isterim. Çalışmam boyunca yardım ve tavsiyelerini esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. Hayrani ALTINTAŞ ve danışmanım Doç. Dr. Müfit Selim SARUHAN’a burada teşekkürlerimi sunmayı vazgeçilmez bir vazife sayarım. Bu çalışmamızın tüm eksikliklerine rağmen, İslam felsefesi alanında yararlı olacağını ümit etmekteyiz. Tevfik Allah’tan dır. Mahmut KURTARAN Ankara–2011 VII KISALTMALAR A.Ü.D.T.C.F.D. : Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi A.Ü.H.F.D. : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi A.Ü.İ.F.D. : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi D.E.Ü.İ.F.D. : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi H.Ü.Y. : Hacettepe Üniversitesi Yayınları İ.A. : İslam Ansiklopedisi K.B.Y. : Kültür Bakanlığı Yayınları M.Ü. İ.F.D. : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi T.D.V.İ.A. :Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi T.T.K. :Türk Tarih Kurumu VIII GİRİŞ: YÖNTEM ÜZERİNE 1. TEZİN ADI: Fârâbî’nin Ahlâk Felsefesi 2. ARAŞTIRMA PROBLEMİ (SORUN): İslam felsefesi, bir araştırma alanı olarak gerek felsefi problemlerin ele alınması ve gerekse filozoflar hakkında yapılan bağımsız çalışmalarla önemini ve ilgi çekiciliğini her geçen gün daha da arttırmaktadır. İslam felsefesi, din ve felsefe ilişkisinin tarihî süreç içerisinde bir araya gelişinin ve etkileşiminin örneklerinden biridir. İslam ile felsefenin ilişkisini gözler önüne seren İslam Felsefesi Tarihi, bir anlamda insanlık düşünce tarihinin önemli duraklarından biridir. İslam felsefesi tarihinde her filozof, ayrı bir düşünce zenginliğinin ve çeşitliliğini temsil eder. Her düşünce ve düşünür, bir anlamda, kendinden önceki tarihsel ve düşünsel ortamın ürünü olduğu gibi, kendinden sonraki düşüncelerin de hazırlayıcısı olma özelliğini taşımaktadır. Bu çalışmanın temel hareket noktası olan Fârâbî ismi, daha çok,mantık metafizik ve siyaset ilmiyle çağrışım yapmaktadır.Filozofumuzun genel sistemi içinde ahlâk felsefesine olan bakışının ele alınması ve incelenmesi temel problem olarak tezimizin merkezi noktasını oluşturmaktadır. 3. TEZİN KONUSU: Bu çalışmanın konusu Fârâbî’nin İslam felsefesindeki yeri ve metoduna değinerek eserlerinin temel özellik ve içeriklerini ahlâk felsefesi açısından ele almaktır.Nefs ve epistemolojiye dayalı ahlâk felsefesinin pratik boyutlarla olan yönünü incelemek tezimizin başlıca konusudur. 4. TEZİN AMACI: Fârâbî’nin Ahlâk Felsefesi başlıklı bu tezde İslam felsefesinin ahlâk alanının temel problemlerinden hareketle ne yapmalıyım? İyi ve kötünün doğası nedir? IX Mutluluk erdem ve içerikleri nelerdir sorularına cevap aramaktır. İslâm ahlâk felsefesi, kendine özgü yönleri olan bir düşünce sistemidir. İsminden de anlaşılacağı üzere; din, ahlâk ve felsefe gibi üç temel disiplinin bir araya geldiği bir terkibin adıdır. İslâm ahlâk felsefesi, kökleri çok çeşitli ilimlerle ilişkide olan, İslâm düşüncesinin ortak ürünüdür. İslâm medeniyetinin temelinde ahlâk ve onun çok boyutlu özellikleri yer alır. Fârâbî düşüncesinde metafizik bilgi, üzerine dayalı ve siyasetle ve bireysel özgürlükle iç içe olan ahlâk ilmini ele almaya çalışacağız. Kindî (ö. 860) ile başlayan, Fârâbî (ö. 950), İbn Sinâ (ö. 1037) ve İbn Rüşd (ö. 1198) ile zirveye ulaşan İslâm felsefesi geleneğinde, İbn Miskeveyh (ö. 1030), İbn Tufeyl (ö. 1185), İbn Bacce (ö. 1138), Nasreddin Tusî (1274), Celaleddin Devvanî (ö. 1501) ile desteklenen ahlâk felsefesinde Fârâbî’nin konumu ortaya konulacaktır. 5. TEZİN ÖNEMİ: Meşşai ekolün önemli bir temsilcisi olan Fârâbî’nin ahlâk felsefesi hakkında bu çalışma öncesi çeşitli tezler olduğunu biliyoruz. Çalışmamızda bu tezlerden ve çalışmalardan yararlanmakla birlikte Fârâbî’nin ahlâk felsefesini nefs, bilgi ve ahlâk temellerine dayalı olarak bir medeniyet projesi olarak sunumunu temellendirmeye çalışacağız. Fârâbî, medeniyet kavramının etimolojik olarak “din” ile yakın ilişkisinin farkındalığını vurgulayarak, felsefe, ahlâk din ve medeniyet ilişkisini genel sistemi açısından bilgi ve erdem temelinde açıklamaktadır. Fârâbî tasarımında, teorik ve pratik bütünlüğüyle felsefe, ahlâk ve din medeniyetin hazırlayıcı, geliştirici ve koruyucu dinamikleri olarak görülmektedir. İslam felsefesinin bünyesinde gelişen siyaset, Fârâbî’nin de öncülüğünde, varlık, değerler ve ahlâk metafiziğine dayalı olarak gelişmiştir. Doğaya hükmedip ondan yararlanışımızın, sanatımızı, değerlerimizi felsefemizi, hukukumuzu tüm sorgulayıp eleştirmemizin ardında bir medeniyet kurma çabamız yer almaktadır. Medeniyeti doğuran karşılıklı işbirliği ve dayanışmadır. Fârâbî, erdemli toplum modelini işlerken Yunan üstatlarından yararlanmakla birlikte çoğu kez onları aşmakta özgün tespit ve modellerle öne çıkmaktadır. Bir filozof olarak, çok açık ifadelerle olmasa da sistemini ortaya koyarken dini X kaynaklardan ve ilkelerden yoğun bir şekilde yararlanmaktadır. Fârâbî’nin siyaset felsefesi içinde medeniyeti oluşturan kurucu unsurlar vardır. Bunların başında bu ortamın sağlandığı ve yaşandığı Medine gelmektedir. Bu ortamı sağlayıp geliştiren bir lider vardır. Bu lider, filozof, nebi, kanun koyucu niteliklerini taşıyan çok yönlü özellikleri içinde barındıran önder bir kişiliktir. Bu medeniyetin öncüsü hazırlayıcısı ve koruyucusu olan lideri, din, felsefe ve ahlâkı bu medeniyetin kurucu ilkeleri olarak kurgulamaktadır. Fârâbî’nin eserlerinden hareketle, ahlâkla siyaset arasında bir ayrım yapmadığını söyleyebiliriz.. Fârâbî’nin bu noktadaki görüşü, insanın doğası gereği toplumsal ve siyasal bir varlık olduğu, bundan dolayı bireyin, iyiliği ile toplumun iyiliğinin birbirinden ayrılamayacağı, erdem ve mutluluğun toplumdan bağımsız olarak gerçekleşemeyeceği yönündedir. İnsan, içinde bulunduğu toplumu yaratıcına benzemenin pratik bir çabası olarak hikmet ve adaletle yönetmelidir. Bu açıdan felsefe, bireyden başlayıp topluma uzanan bir arınma ve ahlâklanma süreci olmaktadır. Fârâbî’nin öngördüğü medeniyeti kuran felsefe, bu açıdan ahlâkı da medeniyetin temel dayanaklarından biri olarak kapsar. Fârâbî’nin dini, mille kavramıyla ilişkilendirmesinde dinin toplumsal boyutuyla ilişkilendirmek düşüncesi olduğu kadar, Kur’an’da, bu kavramın doğrudan dini vurgulamasının da etken olduğu kanaatindeyiz. Fârâbî’nin siyaset felsefesinin kaynağını ontoloji, harcını ahlâk ve hukuk felsefesi, özünü ve meyvesini cumhuriyet ve mutluluk oluşturur. Fârâbî’nin ortaya koyduğu lider modelinde filozof ile başkan ile kanun yapıcı, kanun yapıcı ile imam arasında fark kalmaz. İdeal insan, ilk başkan, yönettiği şehri, milleti ve bütün dünyayı en iyi şekilde yönetmek ve gerçeğe ulaştırmak görevini üstlenmiştir. İlk başkan gerçek anlamda bir muallim ve yol gösterici, mürşittir. Ahlâk felsefesini yukarda anlattığımız üzere çok yönlü olarak ele almak tezimizin önemini arttıran niteliklerdendir. 6. KURAMSAL ÇERÇEVE XI 6.1. KAVRAM VE TERİMLER: Tezimizin temel kavramlarından olan Ahlâk felsefesi, ahlâkî kavramların, iyi ve kötünün, erdemin, mutluluğun, mesuliyetin, vicdanın, karar, niyet ve görevin felsefi metod ve bakış açısıyla incelenmesidir. Ahlâk felsefesi, ahlâka felsefi bir bakış tarzıdır. Bu çerçeve içinde günümüz ahlâk felsefesi, sözü edilen meseleleri çeşitli yönlerden ele alır. Gerek klasik, gerekse modern dönem çalışmalarında hep, ahlâkın kelime menşeî ve mahiyeti belirtile gelmiştir. İslâm felsefesi geleneğinde yer alan ahlâk kitaplarında ortak bir ifade tarzı olarak; ahlâkın hulk kelimesinin çoğulu olduğu, lügatte, özellik, din, yaratılış, tabiat anlamlarına gelmekle birlikte, insanın iç dünyasını belirlemek için de kullanıldığı görülür. İnsanın dış yapısı için “halk”, iç veya manevî yapısı için “hulk” şeklinde kullanıldığı da bu arada vurgulanan bir husustur. İslâm kaynaklarında hulk, ahlâkla hep aynı anlamda kullanıla gelmiştir. Nefs ve nefsin mahiyeti, özellikleri, çeşitleri, erdemler, hayatın gayesi, lezzetler, üzüntü ve ölüm korkusu, ahlâkın kaynağı meselesi, hayır, şer, saâdet, saâdetin kaynağı ve ahlâk, genel olarak ahlâkın tarifi ve mahiyeti, ahlâkî eğitim, sevgi ve dostluk, irade ve hürriyet, mesuliyet ve yükümlülük. İslâm Felsefesi kitaplarında, hikmetin, nazarî ve amelî olarak ikiye ayrıldığını görürüz. Nazarî hikmet, felsefeyle ayniyet arz ettiği gibi, amelî hikmet de, ahlâka mukabildir. Fârâbî, İbn Miskeveyh, İbn Sinâ, Gazâlî ve İbn Rüşd başta olmak üzere İslâm filozofları, İslâm felsefesinde ahlâkı nazarî hikmet ve amelî hikmet başlıkları altında incelemişlerdir. Hikmetin, İslâm filozoflarınca nazarî ve amelî olarak ikili taksimi, ahlâkında nazarî ve amelî ahlâk başlığı altında ele alınmasına etken olmuş görünmektedir. Fârâbî’ye göre, ahlâkî gelişmeye giden yol, akıl yolundan ve fikrî gelişmeden geçer. Bilginin hem nazarî ve hem de amelî değeri vardır. Bilgi, insanın teorik aklını geliştirir, insanı düşünmeye sevk eder, öte tarafta bilgi, insanın amelî aklını geliştirir. İnsanı “yaratıcı” yapar. Siyaset, ekonomi, ahlâk ve eğitim bilgi ile kazanılır. Toplumların düzeni de, toplumların bilgi düzeylerine göre çeşitlenmektedir. XII Fârâbî’nin erdem meselesine olan yaklaşımını ahlâk tarifinden çıkarıyoruz. O’na göre, ahlâk, insanda erdem adı verilen hayırların, güzel eylemler yapma imkânını bahşeden ruhî melekelerin ve istidatların gelişmesini sağlayan bir disiplindir. Fârâbî’nin şahsında, İslâm ahlâkında bilgiye bazen vasıta değer ve bazen de mutlak değer verildiğini görüyoruz. Bir şey, başka bir amaç için seçilen bir hayır olduğu gibi, bazen de, servete, üne ve otoriteye ulaşmak içinde istenilebildiği görülmektedir. 6.2. KURAMSAL TARTIŞMA: Bu çalışmada klasik kaynaklardan hareketle modern çalışmalardan da destek alarak, ele alınan kavramlar etimolojik tahlilleri izleyen tarihi süreç ve kavramsal tartışmalar üzerine inşa edilecektir. Fârâbî’nin ahlâk felsefesinde konuları ele alışında ortaya koyduğu problem çözme mantığının temel hareket noktaları kaynak ve fikir kritiği ile ele alınacaktır. 6.3. ARAŞTIRMA SORULARI / HİPOTEZLER: Şu sorular tezimizin merkezi sorularıdır: Fârâbî’nin ahlâk felsefesinin kaynakları nelerdir? Nefs teorisinin ahlâk felsefesinde rolü nedir? İç ve dış duyuların epistemolojik yönleriyle ahlâktaki fonksiyonu nedir? Ahlâkın kaynağı sorunu nasıl ele alınmıştır? İyi ve kötünün bilgisinin kaynağı değeri ve faydası nedir? Mutluluk ve bilgi ilişkisi nasıl ele alınmıştır? Erdemin bireysel ve siyasi boyutları nelerdir? Tezimizde şunlar temel hipotezlerimizdir: Fârâbî ahlâk felsefesini nefs, bilgi ve ahlâk temellerine dayalı olarak bir medeniyet projesi olarak temellendirmeye çalışır. Fârâbî’nin şahsında, İslâm ahlâkında bilgiye bazen vasıta değer ve bazen de mutlak değer verildiğini görüyoruz. Fârâbî’ye göre, ahlâkî gelişmeye giden yol, akıl yolundan ve fikrî gelişmeden geçer. Bilginin hem nazarî ve hem de amelî değeri vardır. Fârâbî’nin siyaset felsefesinin kaynağını ontoloji, harcını ahlâk ve hukuk felsefesi, özünü ve meyvesini cumhuriyet ve mutluluk oluşturur. Fârâbî’nin eserlerinden hareketle, ahlâkla siyaset arasında bir ayrım yapmadığını söyleyebiliriz. Fârâbî’nin bu noktadaki görüşü, insanın doğası gereği toplumsal ve siyasal bir varlık olduğu, bundan dolayı bireyin, iyiliği ile toplumun iyiliğinin birbirinden XIII ayrılamayacağı, erdem ve mutluluğun toplumdan bağımsız olarak gerçekleşemeyeceği yönündedir 7. YÖNTEM: Yukarıdaki soru ve hipotezler Fârâbî’nin temel eserlerinden hareketle ortaya konulmaya çalışılacaktır. Fârâbî’nin ilgili eserleri soru ve varsayımlar ışığında tenkitli bir bakış açısıyla yanıtlanacaktır. 7.1. ARAŞTIRMA EVRENİ VE ÖRNEKLEM: Tezimizde ontoloji ve mantık araştırma evreni dışındadır. Fârâbî’nin temel eserlerinden hareketle tümevarımsal bir metotla karşılaştırmalara başvurulacaktır. 7.2.VERİ TOPLAMA TEKNİKLERİ: Fârâbî’nin birinci el kaynakları (Arapça). Orijinal eserlerin tercümeleri. Fârâbî hakkında yapılan tez ve çalışmalar. Ahlâk felsefesi kitapları başlıca verilerimizi oluşturacaktır. Fârâbî hakkında en son tez çalışmalarından birini yapmakla birlikte bizden önce üniversitelerde Fârâbî hakkında yapılan çalışmaları tespit ederek geçmişe vefa borcumuzu ödemeyi ve gelecekte Fârâbî konusunda çalışacaklara kolaylık sağlamayı amaçlamaktayız.19.10.2010 itibariyle YÖK dokümantasyon merkezinde kayıtlı, Fârâbî hakkında yapılan, Yüksek Lisans ve Doktora tezleri şunlardır: Yüksek Lisans Çalışmaları 1- Çalışmanın Adı: Türklerde ve Fârâbî'de devlet anlayışı Hazırlayan : Kazım Yıldırım Danışman : Prof. Dr. Nihat Keklik Yer : İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2- Çalışmanın Adı: Fârâbî'de Determinizm Hazırlayan : Rahmi Karakuş XIV Danışman : Prof. Dr. Nihat Keklik Yer : İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 3- Çalışmanın Adı: Fârâbî ve Thomas Aquinas'a göre Tanrı'nın varlığı ve sıfatları Hazırlayan : Aydın Topaloğlu Danışman : Prof. Dr. Mehmet Aydın Yer : Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 4- Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin nefs, melek ve ahiret görüşü Hazırlayan : Adnan Ayaz Danışman : Prof .Dr. Hüseyin Aydın Yer : Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 5- Çalışmanın Adı: Eflatun ve Fârâbî'de ruhun fonksiyonları Hazırlayan : Faruk Ateş Danışman : Prof .Dr. Mahmut Kaya Yer : İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 6- Çalışmanın Adı: Fârâbî felsefesinde müstefad aklın yeri ve önemi Hazırlayan Danışman Yer : Turan Aydın : Prof .Dr.. Hüseyin Aydın : Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 7- Çalışmanın Adı: Aristoteles ve Fârâbî'nin ruh anlayışlarının karşılaştırılması Hazırlayan : Nevzat Can Danışman : Prof.Dr. Abdulkuddus Bingöl Yer : Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü XV 8- Çalışmanın Adı: Fârâbî'de mutluluk-ahlâk ilişkisi (Tahsilu’s-Se'ade adlı kitabı esas alınarak) Hazırlayan Danışman Yer : Mehmet Kasım Özgen : Prof .Dr. Hasan Şahin : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 9- Çalışmanın Adı: Fârâbî ve Gazzâlî'ye göre sudur ve yaratma nazariyelerinin karşılaştırılması Hazırlayan Danışman Yer : Hulusi Arslan : Prof .Dr. Cihat Tunç : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 10- Çalışmanın Adı: Gazzâlî ve Fârâbî`ye göre "Mucibü`n Bi`z-zat" kavramı Hazırlayan Danışman Yer : Temel Yeşilyurt : Y.Doç. Dr. Abdurrahim Güzel : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 11- Çalışmanın Adı: Fârâbî`de iyilik kavramı (Tahsilü`s-Seade adlı kitabı esas alınarak) Hazırlayan Danışman Yer : Mürsel Gündoğdu : Prof .Dr. Hasan Şahin : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 12- Çalışmanın Adı: Fârâbî ve İbn Sinâ'da aksiyon teorisi Hazırlayan Danışman : Mehmet Aydın : Prof .Dr. Mehmet Aydın XVI Yer : Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 13- Çalışmanın Adı: Platon ve Fârâbî felsefesinde erdem kavramı Hazırlayan Danışman Yer : Necdet Durak : Prof .Dr.. İsmail Yakıt : İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 14- Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin temel siyasi görüşleri ve günümüz demokrasi anlayışlarıyla mukayesesi Hazırlayan Danışman Yer : Zübeyir Kars : Prof .Dr.. Hasan Şahin : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 15- Çalışmanın Adı: Fârâbî`nin eylemsel felsefesinde ahlâk ve siyaset Hazırlayan Danışman Yer : Fatih Toktaş : Prof .Dr. Mehmet Dağ : Ondokuz Mayıs Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 16- Çalışmanın Adı: Fârâbî`nin Kitabu İhsav’ı-İka`at adlı risalesinin neşri Hazırlayan Danışman Yer : Alaeddin Jebrini : Doç. Dr. Muhittin Serin : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 17-Çalışmanın Adı: Fârâbî`de kıyasın oluşumu-şekil ve çeşitleri Hazırlayan : Fazıl Karahan Danışman : Prof .Dr.. İsmail Yakıt Yer : Süleyman Demirel Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü XVII 18-Çalışmanın Adı: Kitabu`l-Cem'de Fârâbî'nin Eflatun ve Aristo'yu uzlaştırması Hazırlayan Danışman Yer : Eyüp Şahin : Prof .Dr. Hayrani Altıntaş : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 19-Çalışmanın Adı: Fârâbî’de adalet kavramı Hazırlayan Danışman Yer : Hasan Çelik : Prof .Dr. İsmail Yakıt : Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 20-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve İbni Haldun`da erdemli olmayan toplum öğretisi Hazırlayan : Ali Gezer Danışman :Prof.Dr. Ahmet Arslan Yer : Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 21-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve Leibniz'in bilgi teorilerinin mukayesesi Hazırlayan : Mehmet Ali Sarı Danışman :Y.Doç. Dr. Mehmet Meder Yer : Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 22-Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin vahiy anlayışı Hazırlayan : Mustafa Rençper Danışman : Doç. Dr. Recep Kılıç Yer : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 23-Çalışmanın Adı: İslam felsefesinde siyaset teorisi (Fârâbî, Maverdi, Nizamülmülk, İbn XVIII Teymiyye`nin siyasetnamelerine göre) Hazırlayan : Mehmet Harmancı Danışman : Y.Doç. Dr. Şahin Filiz Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 24-Çalışmanın Adı: Platon ve Fârâbî`nin siyaset felsefelerinde erdemli olmayan yönetim biçimleri ve demokrasi karşılaştırması Hazırlayan : Ömer Sönüksün Danışman : Doç. Dr. İlhan Kutluer Yer : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 25-Çalışmanın Adı: Fârâbî düşüncesinde 'enneadlar'`ın yeri Hazırlayan : Şenol Korkut Danışman : Prof .Dr.. Hayrani Altıntaş Yer : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 26-Çalışmanın Adı: Platon ve Aristoteles uzlaştırmacısı olarak Fârâbî Hazırlayan : Nuray Ataman Solaklı Danışman : Prof .Dr.. Hüseyin Aydın Yer : Uludağ Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 27-Çalışmanın Adı: Fârâbî`de dil-mantık ilişkisi Hazırlayan : Hasan Ayık Danışman : Prof .Dr. Abdulkuddus Bingöl Yer : Atatürk Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü XIX 28-Çalışmanın Adı: Fârâbî`de ameli akıl Hazırlayan : Saynur Ülver Danışman : Prof .Dr.. Mehmet Aydın Yer : Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 29-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve Machiavelli'nin yönetim anlayışlarının karşılaştırılması Hazırlayan : Salih Olcar Danışman : Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu Yer : Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 30-Çalışmanın Adı: Fârâbî`de ahlâk felsefesi Hazırlayan : Yaşar Yılmaz Danışman : Prof .Dr. Hüsamettin Erdem Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 31-Çalışmanın Adı: Türkçe ansiklopedi ve İslam felsefesi tarihlerinde Fârâbî`nin alem anlayışı ve değerlendirilmesi Hazırlayan : Dalgıç Sezayi Danışman :Y.Doç. Dr. Ahmet Kamil Cihan Yer : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 32-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de burhan Hazırlayan : Ahmet Yıldız Danışman : Prof .Dr.. Mehmet Bayraktar Yer : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü XX 33-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de ruh kavramı ve ruhun ölümsüzlüğü problemi Hazırlayan : Harun Şentürk Danışman : Prof .Dr.. Yaşar Aydınlı Yer : Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 34-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de dil felsefesi Hazırlayan : Hülya Altunya Danışman : Prof .Dr. İsmail Yakıt Yer : Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 35-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de insan ruhunun (nefs) ölümsüzlüğü kazanması Hazırlayan : Mustafa Babaarslan Danışman : Y.Doç. Dr. Nuri Adıgüzel Yer : Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 36-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve Descartes`da mutluluk kavramı Hazırlayan : Emine Öztürk Uzeirovski Danışman : Prof .Dr. Hayrani Altıntaş Yer : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 37-Çalışmanın Adı: Fârâbî düşüncesinde saadetin temel kaynakları Hazırlayan : Mehmet Pazarlıklı Danışman : Prof .Dr. Hayrani Altıntaş Yer : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 38-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de Tanrı-âlem ilişkisi XXI Hazırlayan : İhsan Korkmaz Danışman : Prof .Dr. Hasan Şahin Yer : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 39-Çalışmanın Adı: Fârâbi'de ruhun ölümsüzlüğü Hazırlayan : Betül Dişli Danışman : Prof .Dr. İlhan Kutluer Yer : Marmara Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 40-Çalışmanın Adı: Farabî'nin ilimler sınıflamasında 'Medenî İlim'în yeri ve değeri Hazırlayan : Mehmet Emin Acat Danışman : Prof .Dr.. Hasan Şahin Yer :Ege Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 41-Çalışmanın Adı: Yeni Plâtonculuğun Fârâbi epistemolojisine etkisi Hazırlayan : İbrahim Karagöz Danışman : Doç. Dr. Şahin Filiz Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 42-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve İbn Sinâ'da Sudur nazariyesi Hazırlayan : Mehmet Ali Yeşil Danışman : Doç. Dr. Şahin Filiz Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 43-Çalışmanın Adı: The criticism of democracy in Plato and Fârâbî [Platon ve Fârâbî'de demokrasi eleştirisi] XXII Hazırlayan : Muharrem Hafız Danışman : Y.Doç. Dr. Barry Stocker Yer : Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 44-Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin mutluluk anlayışı Hazırlayan : Bayram Tamtürk Danışman : Y.Doç. Dr. Şaban Haklı Yer : Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 45-Çalışmanın Adı: Aristo ve Fârâbî'de mutluluk düşüncesi Hazırlayan : Mehmet Tuncer Danışman : Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya Yer : Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 46-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve İbn Sinâ düşüncesinde Mead Hazırlayan : Hasan Özalp Danışman : Y.Doç. Dr. Nuri Adıgüzel Yer : Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 47-Çalışmanın Adı: Türkçe ansiklopedi ve İslam felsefesi tarihlerinde Fârâbî'nin insan anlayışı ve değerlendirilmesi Hazırlayan : Cengiz Çalan Danışman : Prof .Dr. Hasan Şahin Yer : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 48-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de siyaset-ahlâk ilişkisi XXIII Hazırlayan : Münevver Mücahide Yılmaz Danışman : Y.Doç. Dr. Şaban Haklı Yer : Gazi Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 49-Çalışmanın Adı: Platon ve Fârâbî'nin ütopik devlet anlayışlarının karşılaştırılması Hazırlayan : Mesut Yılmaz Danışman : Y.Doç. Dr. Bülent Sönmez Yer : Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 50-Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin epistemolojisinde kesinlik problemi Hazırlayan : Mehmet Özturan Danışman : Prof .Dr. İlhan Kutluer Yer : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 51-Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin kelâma bakışı Hazırlayan : Mustafa Yeşil Danışman : Doç. Dr. İsmail Taş Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 52-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve İbn Sînâ'da ilimler sınıflandırması Hazırlayan : İlhami Çıtır Danışman : Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya Yer : Cumhuriyet Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 55-Çalışmanın Adı: Platon ve Fârâbî'nin siyaset felsefelerinin karşılaştırılması ve siyaset felsefelerinde erdem XXIV Hazırlayan : Sibel Tosun Danışman : Doç. Dr. Emel Koç Yer : Gazi Üniversitesi · Eğitim Bilimleri Enstitüsü 55-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de hakîkate ulaşma yolu olarak felsefe Hazırlayan : Ali Tekin Danışman : Prof. Dr. Kasım Turhan Yer : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 56-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de yaratma Hazırlayan : Elif Ergün Danışman : Prof. Dr. Rahmi Karakuş Yer : Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 57-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve siyaset felsefesine dair görüşlerinin incelenmesi Hazırlayan : Çiğdem Ekincioğlu Danışman : Yrd. Doç. Dr. Yıldız Karagöz Yeke Yer : Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 58-Çalışmanın Adı: Dinsel düşünce bağlamında devlet felsefesi ve Fârâbî’de ideal devlet felsefesi Hazırlayan : Emre Avcı Danışman : Prof. Dr. Hasan Aslan Yer : Akdeniz Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 59-Çalışmanın Adı: Bilgi edinme sürecinde Platon ve Fârâbî'nin idealar kuramının rolü XXV Hazırlayan : Tuba Köksal Danışman : Prof. Dr. Mevlüt Uyanık Yer : Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 60-Çalışmanın Adı: Meşşâi sistemde aşk’ın tecellîsi(Fârâbî ve İbn Sînâ modeli) Hazırlayan : Esra Dizman Danışman : Prof. Dr. Hayrani Altıntaş Yer : Ankara Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 61-Çalışmanın Adı: Fârâbî’de dil ve mantık ilişkisi Hazırlayan : Sadık Türker Danışman : Prof. Dr. Mahmut Kaya Yer : İstanbul Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 62-Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin Tanrı anlayışı Hazırlayan : Mehmet Karakuş Danışman : Yrd. Doç. Dr. Cevher Şulul Yer : Harran Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü 63-Çalışmanın Adı: Platon ve Fârâbî’nin siyaset felsefelerinde ideal yönetim Hazırlayan : Betül Vural Danışman : Doç. Dr. Kudret Bülbül Yer : Kırıkkale Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Çalışmaları 1-Çalışmanın Adı: Kindi, Fârâbî ve İbn Sinâ`da akıl-vahiy/felsefe-din ilişkisi XXVI Hazırlayan : Ömer Mahir Alper Danışman : Prof .Dr. H. Bekir Karlığa Yer : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2-Çalışmanın Adı: Fârâbî ve Din Hazırlayan : Zübeyir Kars Danışman : Prof .Dr. Fahrettin Olguner Prof .Dr. Hasan Şahin Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 3-Çalışmanın Adı: Aristoteles ve Fârâbî`de etik mukayeseli bir çalışma Hazırlayan : Nejdet Durak Danışman : Prof .Dr. İsmail Yakıt Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 4-Çalışmanın Adı: Fârâbî'nin zihin felsefesi Hazırlayan : Eyüp Şahin Danışman : Prof .Dr. Hayrani Altıntaş Yer : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 5-Çalışmanın Adı: Fârâbî-İbn Sinâ sistemi ışığında İbn Meymun'un din felsefesi Hazırlayan : Mehmet Aydın Danışman : Doç. Dr. Osman Bilen Yer : Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 6-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de Îkâ' teorisi Hazırlayan : M. İsmail Rızvanoğlu XXVII Danışman Yer : Y.Doç. Dr. Nuri Uygun : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 7-Çalışmanın Adı: Fârâbî' nin mutluluk anlayışı Hazırlayan : Mehmet Kasım Özgen Danışman : Prof .Dr. Hasan Şahin Yer : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 8-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de siyaset felsefesi kaynakları ve etkileri Hazırlayan : Adnan Ayaz Danışman : Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı Yer : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 9-Çalışmanın Adı: İslam felsefesinde insanın özgürlüğü problemi (Fârâbî ve Kadı Abdulcebbar’a göre) Hazırlayan : Hasan Ocak Danışman : Prof. Dr. Şahin Filiz Yer : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 10-Çalışmanın Adı: Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd’de estetik Hazırlayan : Ayşe Taşkent Danışman : Prof. Dr. İlhan Kutluer Yer : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 11-Çalışmanın Adı: Fârâbî’nin toplum ve devlet görüşü Hazırlayan : Mustafa Yıldız Danışman : Prof. Dr. Hasan Şahin XXVIII Yer : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 12-Çalışmanın Adı: Fârâbî'de ahlâk ve ahlâk eğitimi Hazırlayan : Suat Çelikkol Danışman : Prof. Dr. Hasan Şahin Yer : Erciyes Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü XXIX BİRİNCİ BÖLÜM FÂRÂBÎ VE İSLAM FELSEFESİNDEKİ YERİ A. HAYATI Tam adı, Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarhan b. Uzluğ b. Turhan el-Fârâbî et-Türkî’dir. Türkistan’ın Farab şehri yakınlarındaki Vesiç’te yaklaşık 258 (871–72) yılında doğduğu sanılmaktadır. Aldığı ilk tahsilin temeli dini eğitim ve dil bilimleriydi; fıkıh, tefsir ve hadis okudu. Türkçe ve Farsça’nın yanı sıra Arapça’yı öğrendi. Abbasi iktidarının artık tamamıyla Türklerin eline geçmeye başladığı, halifelerin nüfuzunun Bağdat’tan öteye geçemediği, Maveraünnehir ve Horasan’a Samanilerin hâkim olduğu, İslam medeniyetinin Türkler tarafından benimsenip Türk medresesinin etkin olmaya başladığı bir devirde yetişen Fârâbî, çağdaşı Ebu Bekir er-Razi(932) veya halefi İbn Sinâ (1037) gibi bir otobiyografi kaleme almadığından, hayatı ve kişiliği hakkında birinci elden ve daha güvenilir verilere sahip değiliz. Hayatına dair bilgiler ölümünden iki asır gibi uzun bir zaman sonra yazılmış olan felsefe tarihleri ve tabakat kitaplarına dayandığı için bazı çelişkili ve abartılı noktalar bulunmaktadır. Ancak Fârâbî’nin münakaşalara düşülmeyecek bir katiyetle Türk ırkından olduğu gerek üç ceddinin malum olması ve gerek çeşitli kaynaklardaki rivayetlere göre Türkçe konuşup, ölümüne kadar Suriye ve belki Mısır’da bile Türk kıyafeti ile gezmiş bulunması ve Tatimma Sivan el-Hikme’ye göre çehre itibarı ile Türklere benzemesi ile sabittir.1 Fârâbî, çocuk yaşta eğitim-öğretime Buhara’da başlamıştır. Daha sonra Bağdat’ta Ebubekir b.Serrac (928) dan arap grameri, Ebu Bişr Metta b.Yunus (939) dan mantık ve felsefe derslerini alarak sürdürmüştür. Bir ara Harran’a 1 İslam Ansiklopedisi, ‘Fârâbî’ maddesi, M.E. B.Yayınları İstanbul Cilt: 4 1 gidip Yuhanna b.Haylan’dan Aristo mantığı ve Sabit b. Kurre’nin Sabii felsefesini öğrenmiştir. Tekrar Bağdat’a dönerek devrinin göreneğine göre felsefede derinleşmek için metafizik, musiki, matematik, astronomi ve zamanının diğer ilimleriyle uğraşmıştır. 2 Fârâbî, uzun müddet oturup çalıştığı Bağdat’tan hiç şüphesiz siyasi sebeplerden dolayı ayrılıp Halep’e gitmiştir. Halep’te Büveyhilerin sultanı Seyfu’dDevle el-Hamadani’nin himayesini kazanmıştır. Daha sonra aynı sultanın Şam’ı almasıyla Fârâbî, 950’deki vefatına kadar yaşamını-kısa bir Mısır seyahati dışındaŞam’da sürdürmüştür. Bazı kaynaklarda Fârâbî’nin Şam’da geçimini sağlamak için bahçe bekçiliği yaptığı, geceleri sabaha kadar bahçe sahibinin mumu ile felsefe çalıştığı şeklinde bazı rivayetler zikredilmektedir.3 Hâlbuki Bağdat’ta şöhrete ulaşmış ve yaşı kemalini bulmuş Fârâbî’nin Şam’a gidip bahçe bekçiliğini yaptığını düşünmek biraz güç olsa gerektir. Çünkü Seyfu’d Devle’nin himayesine girmiş ve rivayete göre ondan günde dört dirhem maaş almış Ebu Nasr’ın buna ihtiyaç duyacağı mümkün görülmemektedir. Filozofumuzun sade ve sufi bir hayatı sürdürmesinden dolayı yaşantısı ile ilgili bu tür efsanevi rivayetleri çoğaltmak mümkün olduğu gibi; ilmi derinliğinden dolayı zikredilen mübalağalı rivayetlerde azımsanmayacak kadar çoktur. Söz gelimi kendisinin yetmiş dil bildiği ifade edilmektedir. Fakat Fârâbî’nin Türkçe, Arapça ve Farsça’dan başka bir de Süryanice bildiği tahmin edilmektedir. Yunanca bildiğine dair ne eserlerinde ne de çeviri ve şerhlerinde bir belirti görülmemektedir. Biz bu tür 2 3 Ülken, Hilmi Ziya, İslam Felsefesi, İstanbul 1993 4.Baskı s.66 İbn Hallikan, Vefayetü’l-Ayan IV, Kahire 1948 s.242 2 rivayetlerin, Fârâbî’nin kadrini bir kat daha artırmak maksadıyla icat edilen menkıbelerden ibaret olduğuna inanmaktayız. İslam düşünce tarihinde en büyük felsefi ekol olarak kabul edilen Meşailiğin4 ikinci kurucusu olan Fârâbî; mantık alanındaki başarısı, Aristo’nun eserleri üzerindeki çalışmaları ve ilmi derinliğinden dolayı felsefe tarihinde “İkinci Aristo” anlamına “el-Muallim es-Sani” olarak kabul edilmektedir. Ancak bazı araştırmacılar Fârâbî’nin bu unvanı Buhara’da Samani hükümdarı Nuh b. Saman’ın isteği üzerine yazdığı “et-Ta’lim es-Sani” adlı ansiklopedik bir eserinden dolayı aldığını belirtmektedirler. Hâlbuki söz konusu eserin ne izine ne de Fârâbî’den bahseden muteber klasik kaynaklarda isine rastlanılmaması, bu iddianın yanlış olduğunu göstermektedir. Fârâbî’nin üstünlüğü Aristo’nun kitaplarını anlayıp yorumlamak ve İslam âleminde felsefi dirilişe başlangıç oluşturmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda O, orijinal görüşlere, ilmi ve ameli hikmette önemli ve kapsamlı araştırmalara, metafizik, ilahiyat mantık ve ahlâk alanlarında birçok esere sahip olarak da bilinmektedir. B. ESERLERİ Fârâbî eserlerini oldukça dağınık yazmıştır. Sistemini Lebniz gibi birçok denemeler ve aforizmalar halinde vermiştir. Fârâbî’nin eserlerinin önemli bir kısmı Eflatun ve Aristo’nun eserlerini tanıtma ve açıklamaya yöneliktir. Büyük kitapları daha çok Aristo’nun başlıca eserlerinin açıklanmasına ait olanlardır. Fârâbî, 4 Meşşailik: İslam dünyasında Aristocu Felsefeye verilen isim. Meşşai (yürüyen) ismi, Aristo’nun yürüyerek derslerini vermesine atfen verilmiştir. Meşşai ekolü Şark-İslam dünyasında el-Kindi, Fârâbî, İbn Sinâ gibi filozoflarla, Endülüs’de İbn Bacce ve Rüşt tarafından temsil edilmiştir… Bkz. Bolay, S.Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Ankara 1987 3 Aristo’nun eserlerine şerh ve haşiyeler yazması ile diğer filozoflardan ayrılır. Şerhlerinde el-Kindi ve İskender Afrodisi çevirilerini kendisine esas almıştır. Fârâbî, Eflatun ile Aristo arasındaki uyuşmazlığı giderme ve uzlaştırma konusunda Arapça eser yazan ilk İslam filozofudur.5 Fârâbî’nin eserlerinden ilk söz eden kaynak İbnu’n-Nedim’in Fihrist’idir. Bunu İbn Ebu Useybia’nın Uyunu’l-Enba’sı ve Kıfti’nin İhbaru’l- Hukema’sı izler. Bu son iki kaynakta Fârâbî’ye ait 100’den fazla eser sayılmaktadır. Eserlerinin öneli bir kısmı mantık, ahlâk, metafizik, psikoloji, müzik, tabiat ilimleri ve siyaset felsefesine dairdir. Bunların önemli bir kısmı küçük risalelerden oluşmasına rağmen muhteva bakımından zengindir. Biz burada sadece çok meşhur ve basılmış olan eserleri sade bir tasnif içinde vermeye çalışacağız.6 a) Felsefeye giriş mahiyetinde olan eserleri 1.Kitab-u ma yenbaği en yukaddeme kable teallüm-il felsefe Fârâbî bu küçük eserde öğrenmek isteyen kişide bulunması gereken şartlardan bahsetmektedir. 2.İhsa’ul –Ulum Bu eserde Fârâbî, ilimlerin tasnif, tarif ve mevzularını işlemektedir. 3.Meratib’ül-Ulum Çok küçük bir eser olup çeşitli ilimlerin mevzu ve mahiyetlerinden söz etmektir 5 Durak, Nejdet, Platon ve Fârâbî Felsefesinde Erdem Kavramı, Isparta,2009,s.115 Bkz. Fârâbî Bibliyografisi, Hazırlayanlar: Dr.M.Cambur, İ.Binak, N.Şerefcioğlu, Ankara 1973, Ateş, Ahmet, “Fârâbî inin Bibliyografyası”, Belleten c.XV 1951; Kaya, Mahmut,” Fârâbî” TDVİA, İstanbul,1995 6 4 b) Mantığa dair eserleri 4.Kitab’ul Müdhal Fi’l Mantık Mantığa giriş mahiyetinde küçük bir eserdir. 5.Fusul-u Yuhtac İleyha fi Sınaat’il-Mantık Bu da mantığa giriş mahiyetinde bir eserdir. 6.Kitab-u Kıyas Sağir Mantığın kıyas konusunu işlemektedir. 7.Kitab’un fi’s-Safsata Mantık ilmindeki safsatadan bahsetmektedir. 8.Kitab’un fi’l-Hitabe Mantığın hitabete dair konusunu işlemektedir. 9.Cevami-u Kutub’il-Mantık Fârâbî’nin bu eseri mantığın bütün kısımlarını ihtiva eden bir eserdir. c) Ta’limi İlimlerle ilgili eserleri 10.Kitab’un Nüket fi-ma yesihhü vela yesihhü min ahkam’in en-nücum Fârâbî, bu eserinde yıldızlara bakılarak, onlardan hükümler çıkarmanın manasızlığını izah ve ispat etmektedir. 11.Ktab’ul-müdhal fi’-musiki Musikiye giriş kitabıdır. 12.Kitab’ul-musiki’l-kebir 5 Fârâbî’nin musikiye dair meşhur eseridir. d) İlahi ilimlere dair eserleri 13.Kitab’ün fi’l akl Aklın mahiyeti ve dereceleri hakkında bilgi vermektedir. 14.Kitab’u uyun’il-mesail Bu eser mantığa dair bir mukaddime ile tabiiyata ve ilahiyata ait bazı soruları ve onların cevaplarını ihtiva etmektedir. 15.Kitab’ül-vahid ve’l-vahde ‘Bir’ mefhumu ile ‘bir’ kelimesinin kullanıldığı çeşitli manaları işlemektedir. 16.Kitab-u ağrazi’l-Hâkim Aristoteles Aristo’nun maba’de et-tabia’sının esaslı düşünceleri ile gayelerini göstermek için kaleme alınmış bir eserdir. 17.Kitab’u felsefet’i Eflatun Eflatun’un felsefesini izah etmek için yazılmış bir eserdir. e) Medeni ilimler (ahlâk, siyaset v.s)e dair eserleri 18 .Kitab-ü tahsilü’l-Saade Eflatun ile Aristo’yu te’life uğraşan ahlâka dair bir eseridir. 19.Kitab’üt-tenbih ala sebili’l-saade Aristo’nun ahlâk kitabından alınmış küçük, felsefi bir ahlâk kitabıdır. 20.Kitab-u fi maba’di ara-i ehli’l-Medineti’l-fazıla 6 Tamamıyla tahayyül edilen faziletli bir şehrin nasıl olması lazım geldiğini ve Fârâbî’nin felsefesinin esaslarını ve fikirlerini gösteren önemli bir eserdir. 21.Kitab’üs- Siyasetü’l-medeniye Mabadi’l-mevcudad adını da taşıyan bu eserin konusu bundan evvel zikredilen eserin konusu gibidir. 22.Kitab-u el fazi’l-Eflatuniyye Eflatun’un sözlerinden toplanılmış bir ahlâk ve siyaset kitabıdır. 23.Fusülü’l-Medeni Fârâbî’nin siyaset felsefesine dair görüşlerini ihtiva etmektedir. f) Çeşitli konulara dair eserleri 24.Kitab-u cem’ beyn re’yeyi’l-hakimeyn Eflatun ile Aristo’nun fikirleri arasında görülen uyuşmazlıkları zahiri olarak kabul eden Fârâbî’nin onların fikirlerini birbirleriyle uzlaştırmak için yazmış olduğu küçük bir eserdir. 25.Kitab-u fususi’l-hikem Tasavvufi hikmetleri ihtiva eden bir eserdir. 26.et-Ta’likat Aforizma (özlü söz) şeklinde notlar ve haşiyelerden oluşmuş bir eserdir. C. METODU Fârâbî, birbiriyle uzlaşması mümkün görülen çeşitli sistemlerden bir sentez yaptığı için eklektik (seçmeci ve uzlaştırmacı) bir metoda sahiptir. 7 Durak’ın tespitiyle felsefeye Aristo’nun mantık çalışmaları üzerine yaptığı incelemelerle giren Fârâbî, metafizik ve ahlâk problemleri üzerinde durur. Dönemin genel paradigması doğrultusunda din ile felsefeyi birbirinden ayrılamaz iki bütün olduğu tezini felsefesinin odağına yerleştirir. 7 Filozofumuz, temel olarak aldığı Aristo sistemini, Plotinci görüşe dayanarak İslam inancıyla iki safhada uzlaştırmaya çalışmaktadır. Önce Yunan kaynaklarından Aristo’ya dayanmakla beraber, onun yeni eflatuncu yorumlarını almakta sonrada Aristo'yu Eflatun ile uzlaştırmaktadır. Ulaşılan bu sentezi de sonunda İslam inancıyla uzlaştırmaya çalışmaktadır.8 Yunan felsefesinin özellikle kozmolojiye dair temel görüşleriyle İslam inancının uzlaştırılması hususunda İslam filozoflarının bazısı dini, bazısı da felsefeyi esas almış ve böylece değişik din felsefeleri ortaya çıkmıştır. Fârâbî, felsefeyi esas alanlar arasında yer alır. Filozofumuzun başta Gazzâlî (1111) tarafından olmak üzere birçok hücumlara maruz kalmasının asıl sebebi de, birbirinden çok uzak bulunan bu fikirleri uzlaştırma metoduna sahip olsa gerektir. Fârâbî, her insanın kendiliğinden kendi çabasıyla gerçek mutluluğun bilgisine ulaşamayacağı yargısına ulaşır. Fârâbî, mutluluğu akla dayalı, ruhsal bir yetkinlik olarak değerlendirir. Bu yüce yetkinliğe ulaşmak için sıradan olmayan, özel yeteneklere sahip yol göstericilere gerek vardır. İlk başkan, kanun koyucu, imam, bu özel yetenekleri kendinde toplayan kişi olarak, insanları mutluluğa sevk edici ilkeler gösterir. Bu ilke ve görüşler,”mille”yi yani dini oluşturur. Gerçek felsefeyi, burhani felsefe olarak, değerlendiren Fârâbî, gerçek dini de, burhani felsefeye uyarak 7 8 Durak, Nejdet, Aristoteles ve Fârâbî’ de Etik, Isparta 2009,s.201 Tayland, Necip, Anahatlarıyla İslam Felsefesi, İstanbul 1985 2.Baskı s.168 8 ilkelerini ondan alan din olarak görür.9 Dini; görüşler ve davranışlardan( ara’ ve’l efal) teşekkül etmiş bir bütün olarak değerlendirir. Onun bu ayırımı aslında zımnen dinin teori ve pratikten oluşan bünyesine işaretten başka bir şey değildir. Dinin teorik bölümü ile ilgili görüşleri şunlardır: • Allah’ın temel nitelikleri ve buna bağlı olarak, ilahi âlemdeki ruhani varlıklar düzeni ve bunların görevleri, • Âlemin oluşumu, evrendeki düzenin işleyişi, evrendeki ilişkiler, • İnsanın teşekkülü Yaratıcı ve yaratılanlar açısından konumu, • Peygamberliğin mahiyeti, • Ölüm ve ölüm ötesinde karşılaşılacak, ödül ve ceza, • Geçmiş toplumların, peygamber, erdemli yönetici, manevi yol göstericilerin temel nitelikleri ve örnek rehberlikler.10 Dinin pratik, kendi vurgusuyla, “ef’al” boyutu ile ilgili görüşleri de şunlardır: • Allah’a saygıyı vurgulayan, O’nu övücü söz ve davranışlar, • Manevi varlıklara, meleklere, saygı ifade eden uygulamalar, • Peygamber, erdemli yönetici ve manevi yol göstericileri öven söz ve davranışlar, • Tarihin her döneminde görülebilecek, toplumlara kötü örnek olmuş, yöneticileri yeren söz ve davranışlar, • 9 Bireysel ve toplumsal ilişkiler ile ilgili davranışlar.11 Alper, Ömer, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy, Fesle-Din İlişkisi s.137,İstanbul 2000. Fârâbî, Kitabu’l Mille ve Nusus Uhra, tahkik: Muhsin Mehdi, Beyrut,1968, s.46 ;Alper,a.g.e.,s.96 10 9 Fârâbî’nin metodu sonuçlamaya dayanır. Sırf akıl zemininde kalmamak üzere, akıl ve akıl yürütme yolunu tutar. Pythagoras ve Pascal gibi matematik sonuçlamadan başlayarak mistizme ulaşır. Böylece, başta mantıkçı ve akılcı olan Fârâbî sonradan mistik olur. Fakat mistizmi felsefi bir sistem değil, bir ruh hali olarak görür. Fârâbî’nin öğretisi uzlaştırıcı bir spirtualizmdir. Âlemin ilkesini manevi (spiritual) sayar ve bütün maddi olayları manevi ve ruhi ilkelere indirger.12 Fârâbî’ye göre, gerçek bir filozofla peygamber arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisinin de gayesi, insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Bayrakdar’ın belirlemesiyle Fârâbî’de ki filozof tasavvuru, belli bir noktadan sonra sufilerin velisiyle, aynı kişidir. Daha önce değindiğimiz üzere, Fârâbî’ye göre, en ideal başkan, en ideal insan, peygamberlikle birlikte filozofluğu kendi kişiliğinde toplayan kişidir. Fârâbî, tüm bunları kendinde toplayan Hz.Muhammed’i “ilk başkan” olarak görür.13 Fârâbî’ye göre, vahyin genel olarak,”tabii” olduğunu ve ilahi bir imtiyazlık içermediğini, dolayısıyla, ilke olarak,”sağlıklı yaratılışa sahip” her bir insan için mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan bu anlamdaki vahyin, özünde, toplumsal-politik bir içeriğe sahip olmasının zorunlu olmadığını, individüel olduğunu düşünmek de mümkündür ki, böyle bir tecrübe filozofu “ilahi” bir varlık olarak aşkın dünya ile epistemolojik bir entegrasyon içerisine sokar. 14 Fârâbî, evreni ay üstü ve ay altı âlem olmak üzere ayırır. Bu teoriyi hazırlarken birçok etkenle hareket etmiştir. Fârâbî, sudur teorisini sunarken aslında bize bir varlık hiyerarşisi sunmaktadır. İlk varlık olan Allah, her türlü iyilik, güzellik 11 Fârâbî, a.g.e.,s.46; değerlendirmeler için bkz. Alper, a.g.e. s.96 Ülken,İslam Felsefesi, s.69–70 13 Bayrakdar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Ankara 2005,s.157 14 Aydınlı,Yaşar, Fârâbî’de Tanrı-İnsan İlişkisi, İstanbul 2000, s.155 12 10 ve yetkinliğin kaynağıdır. Düşünce ile gerçekleşen, akıllar ve nefislerin yer aldığı ay üstü âlem ve maddi varlıkların bulunduğu ay altı âlem bu sıralanmanın iki yönünü oluşturmaktadır. Fârâbî tarafından bu ikisi arasında bulunan ve akıllar sıralamasında onuncu akıl olan Faal akıl, Allah ile maddi kâinat arasında aracı bir akıl olarak tasarlanır. İnsan, ayaltı âleme ait bir varlıktır. İnsan düşünen bir varlık olarak, kendini ve kaynağını düşünür. Fârâbî, felsefeyi en iyi anlayan ve ilkçağ batı, özellikle de Aristo felsefesini en iyi bilen kişidir. Kendisinden sonra İslam dünyasında gelişen felsefenin bütün temel meseleleri iççin hareket noktasını teşkil etmektedir. İbn Sinâ tarafından yetkinleştirilecek, kimi alanlarda İbn Bacce ve İbn Tufeyl gibi filozoflar tarafından katkı yapılacak, İbn Rüşt tarafından tahsis edilecek sistem kurmuştur.Bazı konularda ise kendinden sonra gelenler,aynı çizgide ona ekleyecek bir şey bulamamışlardır.O, felsefenin hiç değişmeyen temel problemleri yanında,İslam dünyasının değişmez problemlerini ve siyaset gibi döneminde aciliyet kesbeden meselelerini de felsefi bakışla ele alan ilk İslam filozofudur.15 Fârâbî’nin kendisini tamamen takip eden şöhretli talebeleri yoktur. Bununla birlikte, Yakubi mezhebine mensup bir Hıristiyan olan ünlü Ebu Zekeriya Yahya b. Adiy, O’nun en önde gelen talebesidir, denilebilir. Fârâbî felsefesi, Ebu Zekeriyya’dan sonra talebesi Ebu Süleyman Muhammed b. Tahir b.Behram esSicistani el-Mantiki ve onun da talebesi Tevhidi tarafından takip ettirilmeye çalışılmıştır. XI. yüzyılda, ameli felsefede Fârâbîciliği takip edenler arasında İbn 15 Bircan,H.Hüseyin, İslam Felsefesine Giriş, İstanbul 2008,s.111–112 11 Miskeveyh (öl.1030) vardır. Ayrıca, başta İbn Sinâ olmak üzere İbn Bacce (öl.1137)gibi sonraki İslam filozofları ve İhvan’ı-Safa’ya büyük tesiri vardır. 16 Fârâbî, Risale fîma Yanbaği an Yukaddem Kable Teallûm el-Felsefe adlı eserinde gerçek bir filozofun sahip olması gereken bilimsel ve ahlâkî kriterler üzerinde durur. Fârâbî, felsefe tekniğinden söz ettiği söz konusu risalede, felsefe öğrenmek isteyenler için dokuz ilke belirler. Filozofumuza göre, Felsefe öğrenmek isteyen kişi; • Felsefe okullarının adlarını bilmeli • Aristoteles’in kitaplarının ayrı ayrı amaçlarını öğrenmeli, • Felsefe öğrenmeden önce hangi disiplinden başlamak gerektiğini bilmeli, • Felsefe öğrenmenin amacını kavramalı, • Felsefe yapanın bilmesi gereken metotlardan haberdar olmalı, • Felsefe kitaplarının metotlarını bilmeli, • Aristoteles’i kitaplarında zor üslûp kullanmaya iten sebeplerin farkında olmalı, • Kendisinden Felsefe alınan kimsenin tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiğini bilmeli, • Aristoteles’in kitaplarını okumak isteyenin bilmek zorunda olduğu genel hususlar hakkında bilgisi olmalıdır.17 16 17 Bayrakdar, a.g.e., s.175 Fârâbî, Risale fîma Yanbaği an Yukaddem Kable Teallûm el-Felsefe ( Dietrici, 10–12) 12 Fârâbî’nin belirlediği bu ilkeler, sağlıklı bir felsefe öğreniminin temel koşulları olarak sunulmaktadır. Fârâbî, bu ilkeleri daha sonra ayrıntılarıyla açıklar. Felsefeyi, çoğu filozofta vurgulandığı üzere, hikmet sevgisi olarak nitelemekle birlikte, Fârâbî, ayrıca hikmet-i uzmayı tercih etmek şeklinde bir açıklama getirerek felsefeyi, hikmetle paralel18 gördüğünü ortaya koymaktadır. Felsefeyi, kesin bilgiye ulaştıran,”burhan” olarak belirler.19 Gerçek filozof, burhan yöntemini kullanır. Fârâbî, Aristoteles’in Organon’unun son beş kitabını sırasıyla burhan, cedel, safsata, hitabet ve şiiri beş sanat olarak adlandırır.20 Fârâbî’ye göre, mutluluğu ve hakikati olduğu gibi, kavrayanlar, hikmet sahibi hakim, olmakla birlikte, en mükemmel şekliyle, hakim olma özelliği Allah’a özgüdür. Fârâbî, hikmeti tanımlarken çoğunlukla “gerçek varlığın bilgisine ulaşmak” vurgusunu yapar. Fârâbî’nin gerçek varlıktan kasdı, zorunlu varlık olan Tanrı’dır. Hakim olan insanda, mükemmel olarak zorunlu varlığın bilgisi bulunur. Fârâbî, felsefe tekniğinin temel özellik ve gerekliliklerini açıklarken bu koşullar arasında Aristoteles’in kitaplarının ayrı ayrı gayelerini bilmek gerektiğini kaydeder. 21 İslam Filozoflarında müşterek olarak, felsefe, insanın gücü takatinde Allah’ın fiillerinin benzerini yapması ve yine insanın gücü oranında Allah’a benzemesidir.22 18 Alper, a.g.e., s.87 İhvanü’s Safa,Resail ,I,432,440; Cemil Saliba,el Mu’cemü’l Felsefi,Beyrut 1982, I,206–208; İbn Sinâ,en Necat, (neşr. Macit Fahri), Beyrut, 1985. s.126; Fârâbî, İhsau’l Ulûm, (La Statistique de Sciences) Tah: Usman Amin, Dar al-Fıkr al Arabî, Mısır 1949, Matbaat al-İ’timad, s. 26–29. 20 Fârâbî, İhsau’l Ulûm, s. 26–29. 21 Fârâbî, a.g.e., s. 50 Fârâbî’’nin açtığı başlık “Mârifet’u Ğaredî Aristo fi Küllî Vahidin min Kütübihî” şeklindedir. 22 Zekeriya er Razi,”Kitabu’s-Sireti’l Felsefiyye,”Resail Felsefiye, Tah. Komisyon, Beyrut,1982,s.99– 111;Kindi, Risale fi hududi’l Eşya ve Rusumiha,Resail’ül Kindi el Felsefiye,neşr:Ebu Ride,Mısır,1950,172 19 13 Felsefe öğrenmenin gayesi nedir? Şeklinde bir soru Fârâbî’de açık bir şekilde yerini de bulur. Felsefeden gaye Yüce Yaratıcıyı bilmektir. Yaratıcı, bir’dir, her şeyin tüm sebeplerin ilk sebebidir.23 Felsefenin, ahlâkî olgunlaşma ve arınma ile olan ilgisine yine felsefenin yakın gayesine göre olan bir tarifte de açık olarak ulaşılmaktadır. Buna göre, felsefe ölüme hazırlıktır.24 Fârâbî, davranışlara niyet etmek, yönelmek gerektiğini söyler. Pratiğe giden yol ancak ilimden geçer. İlimde gayeye ulaşmak, önce tabiat daha sonra da ancak hendese ilmi ile gerçekleşir. Pratikte ulaşılacak gaye, insan nefsinin ve daha sonra evde ve şehirde olanların ıslahıdır.25 D. İLİMLER SINIFLAMASI Fârâbî’nin ilimleri sınıflandırması ile ilgili görüşlerine geçmeden önce, Kadı İbn Sa’id’in Tabakatü’l-Ümem’deki ifadelerini buraya alıntılamak istiyorum.”Fârâbî’nin, ilimlerin sayılması ve gayelerinin bildirilmesi hakkında yüksek bir kitabı vardır ki, kimse ondan önce böyle bir eser yazmamıştır. Kendisinden sonra da kimse o yolda yürümemiştir. Bütün ilimleri öğrenmek isteyenler bu kitabın rehberliğinden mustağni kalmazlar ve her şeyden evvel onu gözden geçirmelidirler.”26 Fârâbî, sayısı yüzü aşmış olan ve her biri ayrı bir kıymet ifade eden eserleri arasında İhsa’ul-Ulum adlı eseri, alıntıladığımız cümlelerde görüldüğü üzere, daha XI. yüzyılda hak ettiği takdiri almış, daha sonraki yüzyıllar boyunca da aynı takdir 23 Kaya, Mahmut, “Fârâbî” TDVİA. İstanbul,1995,C.12,s.148 Kindi, Risale fi Hudud’il-Eşya ve Rusûmihâ, c. I, s. 172; İbn Miskeveyh, the Refinement of Character, (Trans. Constantine K. Zurayk), Beirut 1968, s. 155. Ayrıca Tehzîbu’l-Ahlâk, VI. Bab. 25 Fârâbî, Risale fîma Yanbaği an Yukaddem Kable Teallûm el-Felsefe, (10–15–16). 26 Fârâbî, İhsa’ul-Ulum Çev. Ahmet Ateş M.E. B yay. İstanbul 1990,s.46 24 14 devam etmiştir. Biz burada Fârâbî’nin bu konudaki görüşlerini bu eserden özetleyerek vermeğe çalışacağız. Filozofumuz, bu eserinde ilimleri beş büyük kısma böler:27 1- Dil ilmi 2- Mantık ilmi 3- Ta’limi ilimler 4- İlahiyat 5- Medeni ilimler Ayrıca Tahsilu’s-Saade adlı eserinde de ilimlerin şu esaslara göre tasnif edilmesi fikrini ileri sürmektedir: a) Nazari ilimler, bunlar üçtür: 1- Ta’limi ilimler 2- Tabii ilimler 3- İlahiyat b) Ameli ve felsefi ilimler, bunlarda iki dir: 1-Ahlâk ilmi 2-Siyaset ilmi. 27 Fârâbî, İhsa’ul-Ulum Çev. Ahmet Ateş M.E. B yay. İstanbul 1990,s.46; ayrıca bkz. Tahsilu’sSaâde, (Çev. Hüseyin Atay) Ankara 1974;Taylan, Necip, Anahatlarıyla İslam Felsefesi, İstanbul 1985 2.Baskı s.171; Bircan, Hasan Hüseyin , “Fârâbî’nin İlimler Bağlamında Siyaset ve Ahlâkın Neliği”, İslamiyat, VI Sayı 4 15 Bu tasnif, İhsau’l – Ulüm’da anlattığı ilimler dolayısıyla kendiliğinden meydana çıkan tasnif ile mukayese edilirse, görülür ki; Fârâbî, bu son eserde bu noktai nazarı aynen takip etmiştir. Ancak İhsau’l-Ulûm’da yukarıda da görüleceği gibi fazla olarak dil ve mantık ilimleri vardır ki, birincisi ma’kulata delalet etmeleri bakımından kelimelerin, diğeri ise kelimelerin kendilerine delalet etmeleri bakımından ma’kulatın bilgisidir. Bunlar bütün bakımından ma’kulatın bilgisidir. Bunlar bütün ilimlerin ve ilimlerin şahıstan şahsa geçişinin zaruri vasıtalarıdır. Bundan dolayı bunlar hepsinin başına konulmuştur. Fârâbî bu tasnif hususunda kimseden mülhem olmamış ve tamamıyla orjinal bir düşünceyi ileri sürmüştür. Çünkü o zamana kadar bu şekilde birilim tasnifi mevcut görünmemektedir. E. BİLGİ TEORİSİ Bilgi konusu felsefe tarihi boyunca filozofların ilgilendikleri bir problem olmuştur. İlkçağ filozofları bilginin ne olduğunu sorgulayıp, onun kaynağı, imkânı ve doğruluğu gibi konular hakkında fikirler ortaya koymuşlardır. Ortaçağ İslam filozofları düşünce tarihi içinde yerlerini alınca, onlar da bilgi problemini bağımsız bir felsefi problem olarak ele almamış, mantık, ilmu’n-nefs ve ruhiyat (psikoloji) çerçevesinde işlemişlerdir. Aynı şekilde Fârâbî’de bu konudaki fikirlerini işlediği Kitabu’l-Akl, Kitabu’n-Nefs, Fusüsu’l-Hikem, Tahsilu’s-Saade, Kitabu’l-Burhan gibi eserlerinde bilgi anlayışını; özellikle mantık, ruhiyat ve varlık anlayışıyla ilişkilendirir. 28 28 Aydın, İbrahim Hakkı, Fârâbî’de Bilgi Teorisi, İstanbul,2003,s.43 16 Fârâbî’ye göre insan eşyayı, kendi kuvvetleriyle çeşitli derecelerde anlayabilir, idrak edebilir, tecrübesinin konusu yapabilir ve nihayet insan eşyayı belirli ölçüde bilebilir. Fârâbî, bilgilerin kaynağı olarak üç esas kabul etmektedir. Buna göre vasıtasız ve zorunlu bilgi duyular ile akıldan doğmaktadır. Vasıtalı ve akıl yürütmeye dayanan bilgi nazar yolu ile elde edilmektedir. Birde vasıtasız açık ve seçik bilgiyi kavrama vasıtası olarak sezgiyi ileri sürmektedir. Fârâbî’ye göre bilgiyi elde etmek için mantıki doğrulardan hareket edilmesi gerektiği gibi, elde edilecek bilgilerinde mantıki yani aklın kurallarına uygunluk arz etmesi gerekmektedir.29 İbrahim Hakkı Aydın’ın ifade ettiği gibi, Fârâbî’nin bilgi anlayışı, bilginin değeri bakımından da ikiye ayrılır: 1-Ameli Bilgi; bir fayda temin amacıyla elde edilen ve hayatın belli safhalarında kullanılan, onunla hayatın düzenlemeleri yapılan ve ne yapılması gerektiğini tayin eden ameli aklın bilgisidir. 2-Nazari Bilgi; herhangi bir fayda gözetmeden sadece bilme-bilgi sahibi olma gayesi ile edinilenlerle, akıl ve ruhun kemale ermesine yardımcı olan nazari aklın bilgisidir. Netice olarak Fârâbî için bilgi, bilen varlığın (müdrik) bilinen nesneden (müdrek) elde etmiş olduğu bir üründür. Başka bir ifadeyle, özne ile nesne ya da 29 Bkz. Ülken, Genel Felsefe Dersleri, Ankara 1972, s.48; Bayrakdar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, A.Ü.İ.F. yay. Ankara 1988, s.204; Keklik, Nihat, İslam Mantık Tarihi ve Fârâbî Mantığı, İ.Ü.yay. İstanbul 1970, s.48; Aydın, İbrahim Hakkı, Fârâbî’de Bilgi Teorisi, İstanbul,2003,s.43 17 düşünce ile varlığın, suretin oluştuğu bir noktada buluşmasıyla ortaya çıkan muhtevalarıdır.30 F. MANTIK Fârâbî’nin mantık ve dil felsefesi alanındaki eserleri, hem Aristo’nun Organon’una yaptığı serbest şerhleri hem de müstakil risaleleri içerir. Fârâbî, Organon’un bir dizi özetini çıkardı, bunlar arasında İskenderiye şarihleri dönemlerinden beri adet haline geldiği üzere, Porphyry’nin İsagoge’si ve Aristo’nun Retorika ve Poetika’sı da vardı.31 Aristo, mantığın kurucusu olarak kabul edilir. Fârâbî de mantığın sistemleştiricisi ve geliştiricisidir. Bunun için İslâm dünyasında birincisine “İlk Öğretmen”, ikincisine “İkinci Öğretmen” denmiştir. Fârâbî’nin, bir kısmı günümüze kadar ulaşan 36 adet mantık eseri vardır; bunlardan 10-12’si Ortaçağ’da İbraniceye ve Latinceye çevrilmiştir. Fârâbî batı mantıkçıları tarafından edebiyata dair diye kabul edilen Rhetorika (hitabe) ve Poetika (şiir)’i İslam âleminde mantığın bölümleri arasında inceleyen ilk filozof olarak kabul edilmektedir. Fârâbî’ye göre mantık; kategoriler, önermeler, kıyas ve analoji bölümleriyle neticede ister tümel, isterse tikel olsun kavram analizi yaptığı için dil, matematik ve geometri olmak üzere felsefenin ve bilimin çeşitli alanlarına malzeme sunar. Boer’in tespitiyle Fârâbî’nin Mantık’ı ilmi, düşünmenin sadece mücerred bir analizi değildir. Buna ilaveten bilgi teorisi üzerine ileri sürülmüş mülahazalarla, gramere taalluk birçok görüşleri de içerir. Gramer bir milletin dili ile sınırlanırken, Mantık bütün beşer aklının dilindeki ibarelerin bir kanunu olarak ortaya çıkar. Söz, 30 31 Aydın, İbrahim Hakkı, Fârâbî’de Bilgi Teorisi, İstanbul,2003,s.58 Nasr -Leaman, İslam Felsefe Tarihi, cilt I, İstanbul 2007,s.216 18 en basit unsurlardan en mürekkep şekillere ve kıyasa gitmek zorundadır. Gerçekle olan münasebetleri yönünden iki bölüme ayrılan mantığın ilki; mefhum ve tariflere şamil olan tasavvur kısmı, ikincisi de, hükümler, kıyaslar ve ispatları içine alan tasdik kısmıdır. Mantığın amacı, kanıtları öğrenmektir; çünkü kanıt, gerekli bilgiye ulaştırır. Bizi malum olanlardan meçhule doğru ilerleten “burhan” doktrini, Fârâbî’ye göre asıl Mantık’tır. Burhan doktrininin en önemli gayesi, zaruri bilginin kanunlarına ulaşmak ve bunu bütün bilimlere tatbik etmektir. Bu kanunlar içinde en yüksek olanı “tenakuz” kanunudur. Bu kanunla bir önermenin hakikati veya zaruriliği ve aynı zamanda aksinin yanlışlığı veya muhalliği, ikisi birden ortaya çıkar ve bir anda kavranır. 32 Hülasa, Fârâbî’nin İhsau’l Ulûm’deki, kendi ifadelerine göre “mantık sınaatı”; bütün halinde, aklı düzeltmeye (takvim) ve yanlış yapılması mümkün olan bütün ma’kul şeylerde, insanı doğru yola ve gerçek (hak) tarafına yöneltmeye yarayan kanunları ve insanı ma’kullerde yanlıştan, sürçmeden ve hatadan koruyan ve muhafaza eden kanunları verir. Bir de yanlış yapan bir kimsenin ma’kullerde yanlış yapmış olup olmadığından emin olunmazsa, onun denemesi (imtihan) için kullanılan kanunları gösterir. Bu da, ma’kuller arasında, yanlış yapılması asla mümkün olmayan bazı şeylerin bulunması ile mümkündür. Bunlar da insan ruhunun, yaratıldığı zaman, oları biliyormuş ve kesin bilgi(yakin)halinde kabul ediyormuş gibi buldukları şeylerdir. Mesela bütün parçasından daha büyüktür; her üç tek bir sayıdır. Daha başka şeyler vardır ki, onlarda yanlış yapmak,gerçekten uzaklaşıp, gerçek olmayan şeylere gitmek mümkündür.Bunlar, ancak fikir,derin düşünce (teemmül),kıyas ve istidlal ile idrak edilenlerdir.Bütün bunlarda,daha önce,kesin (yakin)gerçeği isteyen 32 De Boer, İslamda Felsefe Tarihi,(Çev.Yaşar Kutluay) Ankara 1987, s.78–79. 19 insan,zaruri olarak bütün isteklerinde mantık kanunlarına muhtaç olur.33 Felsefi araştırmalarına mantıktan giren Fârâbî’nin mantık tasnifi de şöyledir:34 1- Kitabu’l-Medhal 2- Kitabu’l-Mekulat 3- Kitabu’l-İbare 4- Kitabu’l-Kıyas 5- Kitabu’l-Burhan 6- Kitabu’l-Cedel 7- Kitabu’l-Hikmet 8- Kitabu’l-Hitabe 9- Kitabu’ş-Şiir G. TABİİYYAT Fârâbî felsefesinde, tabiiyyat ilmini metafizik ve psikolojiden ayırmak güçtür. Çünkü Allah ile gök mertebeleri (felekler) arasında ve gök mertebeleri ile insan aklı arasında sıkı bir bağlantı kurmaktadır. Fârâbî, Fisagorcu ve Demokritçi tabiat görüşleri eleştirerek atom ve hala (boşluk) nazariyesini red etmektedir. Buna karşılık Aristo’nun madde ve şekil nazariyesini ileri sürmektedir. Ona göre her oluş, her obje bu ikisinin birleşmesiyle meydana gelmektedir. Madde bütün nitelik değişmelerine rağmen süreklidir ve maddeden ayrı bir mekân yoktur. 33 34 Fârâbî, İhsau’l Ulûm, İstanbul 1990,s.67 Keklik, Nihat, İslam Mantık Tarihi ve Fârâbî Mantığı, İstanbul 1970,s.48 20 Fârâbî, âlemin yaratılmış (hadis) olduğunu söyler. Fakat bu yaradılış Allah’tan sudur manasınadır. Âlemin yok oluşu da onun Allah’a rucu etmesi demektir. Fârâbî’ye göre tabiatta determinizm hakimdir ve bu fizik determinizm, metafizik determinizmine bağlıdır ve onun sonucudur. Ona göre bazı olaylar belirsiz ve sebepsiz gibi görünürse de bu, sırf bir görünüşten ibarettir; gerçekten, onların mutlaka, bizim bilmediğimiz sebepleri vardır.Biz sebeplerini bilmediğimiz şeylere tesadüf adını veririz ve sebep bulununcaya kadar bu tesadüfün varlığını kabul ederiz. Fârâbî, Aristo’nun sandığı Esolacya kitabına dayanarak kâinatın bir başlangıcı bulunduğunu ve bir sonucu olacağını ileri sürer ve Yeni-Eflatuncu bir tarzda da kâinatın esasını Bir, akıl ve ruhtan ibaret görür. Ona göre de bütün varlıklar ilahi varlıktan doğar ve her şey, bu ilahi varlıktan zorunlu olarak çıkar. Bu ilahi kaynak, aynı zamanda, hem ilk âşık hem de ilk ma’şuktur.35 H. METAFİZİK Metafizik kelimesi,Yunanca, sonra, öte, üst anlamlarına gelen meta ile, doğal ve maddi olan anlamlarına gelen fizik kelimelerinden oluşmuş bir terkiptir. Metafizik kelimesi, Aristoteles’in fizikten sonra yazdığı kitabın adını nitelemektedir. Metafizik terimini ilk olarak Aristoteles’in eserlerini düzenleyen Rodos’lu Andronicus (M.Ö 70)’un kullandığı kabul edilir. Müslüman araştırmacılar, metafiziği nitelemek için el felsefet’ül Ula, İlahiyat ve el İlm’ül İlahi, terimlerini kullanmakla birlikte metafizik terimi için farklı karşılıklarda üretmeye çalışmışlardır. Bunlara örnek olarak şu 35 Sunar, Cavit, İslamda Felsefe ve Fârâbî, I-II, A.Ü.İ.F.Yay. Ankara 1972,s.62–63 21 ifadeler verilebilir: Ma dun et tabi’a (fizik ötesinde) ma fevk et tabi’a (fizik üstünde) maba’det tabi’a (fizikten sonra) Ma kable’t tabi’a ( fizik öncesi) Fizik ilmini aşan ve onun ötesinde sonrasında olanı niteleyen bu kelimlerdeki ortak vurgu,metafiziğin duyusal olmayan bir alanın ilmi olduğudur.Fizik,madi olan,görünen ve algılananı incelerken, metafizik, duyulara gizli olanı tetkik eder. Metafizik, felsefenin temel disiplinlerinden biridir. Metafizik denilince, var olanlara bir bütün genel, tutarlı ve kapsayıcı bir görüş formüle etmeye çalışan disiplin anlaşıldığı gibi, varlık olmak bakımından varlığa ilişkin araştırma da anlaşılmaktadır. Metafizik; felsefenin, görünüş, gerçeklik, birlik ve çokluk kategorilerinden yararlanarak varlığı, varlığın nedenlerini ve varlıktaki değişmeyi açıklar. Gerçekliğin neden oluştuğunu, var olmanın ne anlama geldiğini, varlıktaki değişmeyi ve varlıkların nedenlerini araştırır.36 Fârâbî’nin metafiziğe ait görüşleri, felsefesinin en mühim kısımlarından birini oluşturmaktadır. Biz burada onun Allah ve Yaratma ile ilgili görüşlerine değineceğiz. Fârâbî’ye göre Allah birdir. Bütün varlığın dayanağı ve sığınağı O’dur. Dolayısıyla Fârâbî, Aristo’nun sandığı Esolocya da ki “birden bir çıkar” düsturunu bir asıl olarak ele almakta ve Plotin gibi her şeyi rasyonel bir surette ilk ve zorunlu olan Bir’den çıkarmaktadır. Zorunlu varlık olan bu bir onun metafiziğinin esasıdır. Filozofumuza göre Allahın ezeli bilgisi vardır. Bu bilgi bütün varolanların yaratılış sebebidir. Çünkü bilmek işlemek ve yaratmak manasınadır. Allah kendi kendini bilmek suretiyle sonsuzda yaratır. Bu ilk varlık akıldır. Fakat bu ilk varlıkta çokluk vardır. Çünkü o kendisini mümkün olarak bildiği halde Allah’ı zorunlu olarak bilir. Öyleyse 36 Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Ankara,1996,336 22 bu ilk varlıkta iki çeşit bilgi vardır. Birincisi aklın kendi kendisi hakkındaki bilgisi, ikincisi aklın Allah’ın bir parçası olması bakımından bilgisidir. Kendi kendini bilmesi bakımından o zorunsuzdur. Allah’ı bilmesi yönünden de zorunludur. Kendini zorunlu olarak tanıması bakımından ikinci bir aklı doğurur, kendisini mümkün olarak tanıması bakımından da ilk feleğin maddesini yaratır. Kendi özünü bilmesi bakımından bu feleğin şeklini veya nefsini doğurur. İkinci akıl ikinci bir feleği o da üçüncü bir aklı yaratır. Ve böylece ay altı âlemine ininceye kadar devam eder. Akıllar ve feleklerin yardımı ile de doğmalar ve dağılmalar (kevn-ü fesad)âlemi doğar.37 Ülken, Fârâbî ile Aristo’nun metafizik anlayışlarını karşılaştırırken şu tespitlerde bulunuyor: 1- Aristo’da Allah âlemin merkezidir ve maddeye şekil verir. Fârâbî’de tersine, madde ile Allah arasında ikilik kaldırılmıştır. Madde zorunluluğunu Allah’tan alır. 2- Aristo’da Allah ilk hareket ettiricidir ve maddeye mekanik olarak etki yapar. Fârâbî bu teoriyi tamamen değiştirir ve aynı ilke ile metafizik ve fiziği açıklamak ister. Bu teorilerle Spinoza’ya öncülük eder ve tek, zorunlu ve sonsuz bir cevher teorisine zemin hazırlar. 3- Aristo’da Allah, bilmeden, mekanik bir surette, yalnız güzel ve iyi kullarına göre etki yapar. Orada adeta çelişme var gibi görünür. Fakat hedefler belirli (determine) dir. Bu da Allah’ın bu gerekli hedeflere göre etki yaptığını gösterir. 37 Aydın, Mehmet “Fârâbî’nin Siyasi Düşüncesinde Sa’adet Kavramı”, A.Ü. İ. F.D. 1976, C.21, (303 -4); Alper, Ömer, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy Felsefe-Din İlişkisi, İstanbul, 2000 Sunar a.g.e. s.57; Ülken, İslam Felsefesi, s.73; Taylan a.g.e. s.177 23 Aristo ve Eflatun’u uzlaştırmak için İslam filozofları arasında Fârâbî, Allah’ın bilinçle etki yaptığını, bilgisinin determinizmi ifade ettiğini söyler. Allah yalnız tümelleri yani âlemlerin kanunlarını bilir, tikelleri bilmez. 4- Aristo’ya göre ilk hareket vereci faal akıl veya Allah’tır. Fârâbî’ye göre tümel akıl Allah’tan çıkan ilk yaratıktır. Aristo’da Allah ile evren arasında orta yaratıkların mertebeleri olmadığı halde, Fârâbî’de “sudür” teorisi dolayısıyla bu orta yaratıklarla Allah’tan evrene derece derece inilir. Metafizik konusunda, Fârâbî ile Kelamcılar arasında da çok ciddi bazı düşünce farklılığı olduğu bilinmektedir. Örneğin; Kelamcılara göre öz, varoluştan önce gelir. Yahut var oluş öze katılır. Fârâbî’ye göre varoluş ve öz zorunludur, yani Allah’ta aynıdır. Onlar yalnız yaratıklarda, yani zorunsuzlar (el-mümkünat) da ayrıdırlar. Ayrıca Kelamcılar, ruh ölmez olduğu için bedenle birleşecektir derler. Yani bedenlerin öldükten sonra dirileceğine (haşr-i ecsad) inanırlar. Fârâbî ise bunu reddeder. Bu düşüncesinden dolayı, Ülken, Fârâbî için; “O bütün meşşai ve işraki filozofları arasında bu bakımdan dini nastan en uzak olanıdır” der.38 I. PSİKOLOJİ Plotinus’un Enneadlar’ı, İslâm filozoflarının görüşleri üzerinde etkili olmuştur. Buna göre, nefs, basit bir varlıktır, onun cevheri tıpkı ışığın güneşten fışkırması gibi yaratıcıdan çıkar. Manevî ve ilâhî bir cevherdir. Bedenden ayrı ve farklıdır. Ruh, bedenden ayrıldığı zaman, âlemdeki bilgileri kazanır ve tabiatüstü 38 Ülken, İslam Felsefesi, s.74–75 24 görme kuvvetine ulaşır. Bedenden ayrıldıktan sonra, akıllar âlemine gider. Ruh, uyumaz. Beden uykuda iken duyuları kullanmaz.39 İslâm filozofları nefs kelimesini, çoğunlukla, ruh kelimesinin yerine kullanırlar. Ruh; hayat, dirilik, canlılık, nefes, hareket, rüzgâr, hava anlamlarına gelen bir kelime olarak kullanılmaktadır.40 Nefs kelimesi de bir şeyin özü, öz varlığı, zâtı, esası anlamlarına gelmektedir. Nefs kelimesi, İslam düşüncesinde insan ruhu, zihni ve kötü benlik anlamlarına gelmektedir.41 Enver Uysal’ın tespitiyle; Fârâbî, nefsin tanımı ve mahiyeti üzerinde pek durmamakla beraber, nefsin yetileri ve bu yetileri doğru kullanmanın doğuracağı erdemleri, bunun sağlayacağı mutluluğu özellikle ahlâk konularını yoğun olarak işlediği Fusûlu’l-Medenî, Tahsîlü’s-Saâde, et-Tenbîh alâ Sebîli’s-Saâde gibi eserleri yanında, metafizik, ahlâk ve siyaset konularını birbirine bağlı olarak ele aldığı esSiyâsetü’l-Medeniyye ve el-Medînetü’l-Fâdıla’da inceler. Fârâbî’de nefs kavramının arz ettiği ahlâkî nitelik, temelinde hem ontolojik, hem psikolojik, hem de siyasal bir zemin bulmaktadır. Nefs anlayışında Aristocu geleneği takip ettiği anlaşılan Fârâbî, nefsi; “bilkuvve canlı, organ sahibi doğal cismin ilk yetkinliği” şeklinde tanımlar. Fârâbî’ye göre nefs üç türdür: 1-Gökcisimlerinin nefsleri 39 Plotinus, Eneadlar, Seçmeler, Fransızcadan çev. Zeki Özcan, Bursa,2000, s.4 İbn Manzur, Lisânu’l Arab, Beyrut,1990, c. 1, s. 523;Dalkılıç, Mehmet, İslam Mezheplerinde Ruh, İstanbul, 2004, s.245 41 Nefs kelime olarak, Kur’an-ı Kerim’de öncelikle Ruh anlamında kullanılır. Söz konusu ruhun Cebrail (Kadir, 4, Nebe 38, Meâric 4, Nahl 102, Meryem 17), İsa Peygamber (Nisa 171), Vahiy (Mümin 15, Nahl 2), Kur’an-ı Kerim (Şuara 52), Hayat (Vakıa 88, 89), Rahmet (Mücadele 22), İnsan ruhu (Secde 9) anlamlarında kullanımlarına rastlıyoruz. Bkz. İsfehanî, el Müfredat fi Ğaribi’l Kur’an, s. 299; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l U’yûn, s. 332. 40 25 2-İnsan nefsleri 3-Hayvan nefsleri. Fârâbî’ye göre nefsi ahlâkî açıdan incelediğimizde; duyum gücü beş duyu organıyla nesneleri algılar, insana zevk ve acı veren şeyleri de algılar, ancak zararlı ve yararlıyı, iyi ile kötüyü ayırt edemez. Hayal gücü ise duyumun bitiminden sonra duyulur nesnelerin görüntülerini korur. Bununla birlikte, iyi ve kötü dışında, ahlâkî davranışlardan yararlı ve zararlı olanları, zevk ve acı veren şeyleri algılar. Fârâbî, irade varlığı olarak insanın bilme ve yapmaya yönelik bütün tavırlarının motivasyonunu arzu gücü (el-kuvvetü’n-nüzûıyye)ne bağlar. İnsan bu gücüyle bir şeyi ister yâda ondan uzak durur. Özlem ve tiksintinin, kin ve sevginin, dostluk ve düşmanlığın, sertlik ve şefkatin kaynağı hep bu güçtür. Arzu gücü, bünyesinde irade ve ihtiyarı, öfke ve şehveti de barındırır. Düşünme gücü ile ise insan, her türlü ilim ve sanatları elde eder, ahlâkî davranışlardan iyi ve kötü olanları birbirinden ayırır, neyi yapması, neyi yapmaması gerektiğini kavrar. Düşünme gücünün teorik boyutu; bilkuvve (ya da heyûlânî), bilfiil ve müstefad akıl aşamalarını, pratik boyutu ise bu aşamaların gerektirdiği şeyleri yapmayı içerir. 42 Fârâbî’nin Psikolojisi de, fiziği gibi metafiziğe bağlıdır. Ona göre bedenin kemalini sağlayan ruhtur. Ancak ruhun olgunluğunu da akıl sağlar. İnsan bir akıl varlığıdır. İnsan tabiatının aynası ruh, cilası da nazari akıldır. Ruh emir âlemindendir; bedenden sonra devam eder, bedenden bedene geçmez. Fârâbî’ye göre insanlar bir bakımdan iradelerinde hürdürler, bir bakımdan da hür değildirler. Çünkü her fiil kendinden önceki fiiller tarafından belirlenir. Bu da en sonda kadere dayanır. 42 Uysal Enver, “Kindî ve Fârâbî’de Akıl ve Nefs Kavramlarının Ahlâkî İçeriği” Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.13, sayı.2,2004,s.141–156 26 Görüldüğü gibi burada psikolojik bir determinizm ile insan hürriyeti iç içedir. Fârâbî ruh veya nefsin üç kuvvetinin var olduğunu kabul etmektedir. Bunlar: 1- Beslenme kuvveti 2- Terbiye kuvveti 3- Meydana getirme kuvveti Fârâbî, ruhların bedenden önce varlığını kabul etmez. Ne zaman çocuk ana rahmine düşse faal akıldan ruh coşup gelir. Ruhun tenasühle ölümden sonra tekrar dünyaya dönmesi mümkün değildir. Ona göre insani ruhlar ahiret itibariyle üçe ayrılırlar. 1- İyi ruhlar: Bunların dünyada iyi davranışta bulunanların ruhlarıdır. ahirette sonsuz derecede mutlu olurlar. 2- Fasıkların ruhları: Bunlar dünyada iyi davranışta bulunanların ruhlarıdır. Bunlar sonsuz yaşarlar, ancak günahları kadar sıkıntı çekerler. 3- Cahillerin ruhu: Bunlar ahirette madde gibi yok olmaya mahkûmdurlar. Bununla birlikte Fârâbî bu üçüncü şıkta söylediğini her eserinde korumamıştır. Bazen tüm ruhların sonsuz yaşayacağını vurgulamıştır. Bu bakımdan onun ruh görüşü hakkında kesin bir şey söylemek güçtür.43 J. TASAVVUF Fârâbî, tasavvufi izahlarına psikoloji anlayışı vasıtasıyla ulaşmıştır. Psikoloji tasavvufla başlar, tasavvufla sona erer. Metafizik izahlar, tasavvufi hayatı açıklayamaz. Fârâbî, Sisteminde tasavvufa yer vermiş olan ilk filozof olarak bilinir. 43 Çubukçu İ. Agâh, “Türk Filozofu Fârâbî ve Düşüncesi” Belleten sayı:194, Ankara 1985; Sunar a.g.e. s.65 27 Ona göre, Allah sıfatlarıyla görünmez, bunun için birliği (ehadiyyet) kavramak mümkün değildir. O bununla Allah’ın sıfatlarıyla görünmediğini kasteder. Mistiklerin görünmez âlem (alemü’l-ğayb) dedikleri şey budur. Fakat yinede Allah gizli değildir. Bizim O’nu görmeyişimizin sebebi, O’nun zuhurunun şiddetindendir. Güneşin ışığının gözlerimizi kamaştırdığı gibi Allah’da zuhurunun şiddetinden duyularımızla kavranamaz. Fârâbî tasavvuftaki “emr” ve “halk” âlemine değinir. Ona göre ruh, emr âlemindendir ve hilkatle alakası yoktur. Emr âlemi soyutlar âlemi, yani nedensiz var olma âlemidir. İnsan iki cevherden mürekkeptir. Birincisinin sureti ve keyfiyeti vardır, hareketli veya sakindir, bir yer kaplar ve bölünür. İkinci cevher, bu sıfatlar bakımından birincisinin zıddıdır. İnsan “sır ve aleni” olmak üzere iki kısımdır. Sır olan yönü onun ruhi kuvvetleri, aleni olan kısmı da organlardan mürekkep olan cisim tarafıdır. Fârâbî âlemin “büyük âlem”, insanın “küçük âlem” olduğunu söyler. Bu tanımın sonradan İbn Arabî ve başka mistik filozoflar üzerinde etkisi olmuştur. Fârâbî’ye göre mistik felsefe bir sistem gibi anlaşılmamalıdır, o bir ruh halidir.44 44 Taylan, a.g.e. s.186; Ülken, a.g.e. s.78 28 İKİNCİ BÖLÜM FÂRÂBÎ’DE AHLÂK A. İSLAM DÜŞÜNCESİNDE AHLÂK İLMİ Felsefenin genellikle, insanın iki temel yeteneğini konu edindiği kabul edilir ki, bunlar da “bilmek” ve “yapmak” tır. Buna göre felsefe, bir yandan “neyi bilebiliriz” diğer yandan “neyi yapmalıyız” sorularının cevabını araştıran bir disiplindir. İslam düşünürleri, felsefenin bu iki temel kolundan birine “hikmet-i nazariyye”, ikincisine de “hikmet-i ameliyye” demişlerdir. Şu halde, felsefe hem âlemin sırlarını çözmeye, varlığı olabildiğince bütünlüğü ve derinliği ile kavramaya ve böylece insanın ihtiyaç duyduğu ve aramakta olduğu gerçeği yakalamaya çalışır; hem de nasıl davranmak gerektiğini, insana yaraşır hayat tarzının hangisi olduğunu göstermek ister. Çünkü üstün ve gerçekten insani hayatın neden ibaret olduğunu bilmek de insanın en zaruri ihtiyacı ve bitmeyen arayışıdır. Böylece ahlâk, felsefenin belli başlı araştırma sahaları arasında yer alır. Bu yüzden Doğu’lu ve Batı’lı tüm filozoflar ahlâk problemleri üzerinde düşünmüşler yani ahlâk felsefesi yapmışlar. .45 Yunan felsefesinde özellikle Sofistlerin ve Sokrates’in çabalarıyla ön plana çıkan insan ile ilgili meseleler, yine aynı felsefe geleneğin zirvesini temsil eden Eflatun ve Aristo’nun eserlerinde büyük bir derinlik kazanmış ve felsefenin İslam’ın Tevhidci teist dünyasında kendisine verimli bir yurt bulmasıyla yeni boyutlar elde etmiştir. İslam kültürünün başta eski yunan ve İran kültürü olmak üzere yabancı kültürlerle karşılaşması sonucunda, diğer fikri alanlarda olduğu gibi, ahlâk felsefesi alanında da bazı gelişmeler olmuştur. Şüphesiz, genel olarak İslam düşüncesi, bu 45 Çağrıcı, Mustafa, Anahatlarıyla İslam Ahlâkı, İstanbul 1991 2.Baskı, s.29 29 kültürlerin varisleri üzerinde kendi tesirini göstermiş; bununla beraber, Müslümanlar da onlardan etkilenmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Yunan filozoflarının, ahlâk konusuna dair eserleri diğer konularda yazdıkları eserlerle birlikte çok erken tarihte Arapçaya çevrildiği bilinmektedir. Nasturi ve Yakubi Hıristiyan mezhebine mensup mütercimler ve İslam Filozofları, Yunan Filozoflarından Gale’nin, Eflatun’un ve Aristo’nun ahlâk ile ilgili risaleleri ve bu risaleler üzerine sonraki dönemlerde kaleme alınmış olan şerhlerin önemli bir kısmını Arapçaya kazandırmışlardır. Mesela Huneyn b. İshak, Gale’nin ahlâk ile ilgili bir kitabını ve Aristo’nun Nikomakhos ahlâkını Arapçaya tercüme etmiş ve Fârâbî de Aristo’nun bu eserine bir şerh yazmıştır. Ayrıca Müslüman filozofların Eflatun’un başta Cumhuriyet’i olmak üzere, diyaloglarının önemli bir kısmını inceleme imkânı olmuştur.46 Kur’an-ı Kerim ve Hadislerde ifadesini bulan temel ahlâk öğretilerinin, İslam ahlâkının teşekkül süreci esnasında, yönlendirici ve belirleyici bir rol oynadığı açıktır. Bu öğretilerin ekserini teşkil eden el-Adl kavramı, ahlâk ilmi içinde teorik felsefi boyut kazanmış, tercüme eserlerinde verdiği ilhamla İslam ahlâk felsefesinde merkezi bir yer işgal etmiştir. Ayrıca itidal fikrinin ahlâk ilmindeki vazgeçilmez yeri bunun işaretidir. Bunun yanı sıra Kur’an ve Hadislerde sık vurgulanmış olan aşırılıklara düşmeme ve orta yolu izleme öğretileri; ifrat ve tefrit arasındaki “Altın Orta” şeklinde tarif eden Aristocu yaklaşımların kolayca özümlenmesine yol açmıştır.47 46 Kutluer, İlhan, İslam Felsefesi Tarihinde Ahlâk İlminin Teşeküllü, yayınlanmamış doktora tezi, İst. 1989, s.51 47 Kutluer, a.g.e s22-25 30 İslam düşünce tarihinde kesin bir tasnife kolaylıkla imkân vermeyecek ölçüde şekil ve muhteva çeşitliliği taşıyan ahlâk literatürü içinde edebi ve hikemi türde Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış eserlerinde önemli bir yeri vardır. İbn’ül Mukaffa’nın Kelile ve Dimme adlı ünlü tercümesi, Sicistani’nin Sivanu’l-Hikme’si Ebu’l-Hasan El-Amiri’nin es-Saade ve’l-İs’adı ve ibn Miskeveyh’in Cavidan Hirad’ı bu türün en eski ve önemli örnekleri arasında yer alır. Daha sonra Kabusname, Siyasetname Nasihatname gibi adlar altında ahlâki-dini mahiyette edebi eserlerin yazımı aralıksız olarak sürmüştür.48 Gerçek manada ilk İslam filozofu olan Kindi (866) ahlâk la ilgili olarak çok sayıda risale kaleme almışsa da ne yazık ki bu eserlerin çoğu bu güne kadar bulunamamıştır. Bugün elimizde Kindi’nin ahlâk felsefesini ana hatlarıyla ele almamızı mümkün kılan, el-Hile li Def’il-Ahzan adlı eseri mevcuttur. Bununla beraber filozofun ahlâki bakış açısını belirlememize yardım edecek akıl ve nefs teorisini ele alan Risale fi’l-Akl ve Risale Fi’l-Kavl fi’n Nefsi’l- Muhtasar min Kitabi Aristo ve Eflatun ve Sairi’l-Felasife adlı eserleri ile sokratik hikemiyatı ihtiva eden Risale fi Elfaz-ı Sokrat adlı eseri bilinmektedir.49 İslam Ortaçağında ahlâk felsefesine damgasını vuran ve görmezlikten gelinemeyecek izler bırakan diğer bir İslam filozofu da Ebu Bekr Zekeriya Razi (932) dir. Filozof nazari felsefede olduğu gibi, pratik felsefenin bir kolu olan etnik konusunda da orijinal denilebilecek eserler kaleme alınmıştır. Razi’nin ahlâka dair tanınmış eserleri yirmi kısa bölümden meyden gelen etTıbbur-Ruhani ile felsefi hayat tarzı manasına gelen es- Siretü’l-Felsefiyye adlı 48 49 Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlâk, s.9 Dağ, Mehmet, İslam Felsefesi Tarihi (1986–87 Ders Notları) Samsun s.82 31 eserleridir. X.Yüzyılın ikinci yarısında bazı insanların bir araya gelerek dört tabakadan mürekkep bir cemaat teşkil etiklerini görüyoruz. İhvan-ı Safa adındaki bu grup, devirlerinin ilimlerini içine alan elli bir risaleden müteşekkil ansiklopedik bir eser meydana getirmişlerdir. Felsefi ahlâkın tarihçesini anlatırken ihvan-ı Safa’nın Resail’ini göz ardı etmek elbette mümkün değildir. İhvan-ı Safa risalelerinde yer alan ahlâk anlayışı denilebilir ki İslam âleminde nazari seviyede gerçekleştirilen-sistemin bütününde olduğu gibi-en eklektik anlayıştır.50 Sistemin her alanında olduğu gibi ahlâk anlayışı çeşitli fikirlerin yan yana getirilmesi ile oluşmuştur. Nitekim Risaleler de İslami kaynakların yanı sıra Grek felsefenin, yeni Eflatunculuğun, Pisagorculuğun, Hint ve İran menşeli esatir ve hurafelerin, Yahudilik ve Hıristiyanlığın tesirleri açıkça görülmektedir.51 İslam dünyasında Meşşai ekolün Fârâbî’den sonraki en büyük filozofu kuşkusuz İbn Sinâ (1037) dir. Onun genel felsefesi içinde ahlâka fazla bir ağırlık vermediği bilinmektedir. Bu konudaki tek müstakil eseri olan İlmü’l-Ahlâk’ı, Aristo’nun Nikomakhos Ahlâk’ın bazı bölümlerinin oldukça muhtasar tekrarından ibaret kısa bir risaledir. Ayrıca o, Şifa, Necat ve İşarat adlı geniş hacimli eserleriyle el-Mebde ve’l- Mead, er-Risaletü’l Arşiyye, Uyunü’l-Hikme gibi risalelerinde bazı ahlâk konularına yer vermiş; özelikle insanın mahiyetti, hayır, şer ve mutluluk problemlerine geniş bir şekilde girmiştir.52 İslam düşünürleri içerisinde ilmi ve fikri çalışmalar arasında en büyük ağırlığı ahlâka veren ve ahlâk filozofu olarak bilinen İbn Miskeveyh (1030) dir. Onun ahlâka dair en önemli eseri Tehzibü’l-Ahlâk ve Tathirü’l-A’rak’tır. İslam Felsefesi Tarihinde 50 D Boer T.J. İslamda Felsefe Tarihi (Cev. Yaşar Kutmay) Ankara 1987, s.67 Çağrıcı, Mustafa, İslam Düşüncesinde Ahlâk, İstanbul 1989 s.53–57 52 Çağrıcı, a.g.e. s.97 51 32 kaleme alınan birçok ahlâk kitabı içinde bu eser adeta bir örnek teşkil eder. İbn Miskeveyh, kitaplarını yazarken Yunan felsefesinden yararlanmayı ihmal etmemiştir. Özellikle ahlâk felsefesinde Aristo, Eflatun ve Galinos’un etkisinde kalmıştır. Bununla birlikte bu filozofların, İslam inanç ve ilkeleriyle bağdaşmayan görüşlerinde onlara katılmamış ayrıca zaman zaman ayet ve hadislere yer verdiğinden dolayı kendisinden sonraki İslam ahlâkçılarına da ciddi etkisi olmuştur. İslam ahlâk düşüncesinin olgunluk dönemi klasiklerinden olan Ahlâk-ı Nasıri adlı eserin sahibi Nasiruddin et-Tüsi’de başta İbn Miskeveyh olmak üzere, Fârâbî, İbn Sinâ gibi Müslüman düşünürlerden, ayrıca Aristo ve Eflatun’un İslam dünyasında yaygın olan fikirlerinden etkilenmiştir. İslam ahlâk felsefesi nazari ve metotlu bir çalışma olup nasihat ve tavsiyeler kabilinden yapılmış olan çalışmalardan ayrıdır. Başlıca konuları ise; ahlâki fiilin mahiyetini tanımak, ahlâkın değişip değişmeyeceği, yani ahlâki eğitimin imkânı, fezail ve rezail, irade ve hürriyet, hayır ve şer gibi ahlâkın temel problemleridir. İslam filozofları genellikle, ahlâkın insanlık için en zorunlu ihtiyaçlardan ve en yüksek değerlerden biri olduğunu kabul ederler; bu değerlerden yoksun kalmanın büyük bir kusur olduğuna inanırlar.53 Netice itibariyle diyebiliriz ki; İslam felsefesinin diğer alanlarında olduğu gibi, ahlâk alanında da önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar, diğer İslami disiplinlere nispetle daha dar bir zaman içinde meydana gelmiştir. İslam felsefesi geleneği içerisinde geliştiği gözlenen ahlâk felsefesi, el-Hikmetü’l-Ameliye’nin müstakil bir şubesi olarak IX. Yüzyıldan XI. yüzyıla kadar gelişmesini tedrici olarak tamamlamış ve İbn Miskeveyh’in Tehzibü’l Ahlâk’ıyla olgunluk örneğini vermiştir.54 53 Çubukçu, İ.Agâh, İslam Düşüncesi Hakkında Araştırmalar. Ankara 1983 s.59 54 Kutluer a.g.e. s.51 33 B. AHLÂKIN TARİFİ VE METAFİZİK KARAKTERİ Ahlâk sözcüğü; huy, seciye, tabiat, mertlik, din ve yaradılış anlamına gelen “hulk” sözcüğünün çoğuludur. Anlaşıldığı gibi “hulk” huy anlamına da gelmektedir. Bu nedenle ahlâk, insanın nefsinden eylemlerin kolayca çıkmasına neden olan bir meleke olarak tanımlanmaktadır.55 İslâm ahlâk kitaplarında ortak olarak; ahlâkın hulk kelimesinin çoğulu olduğu, lügatte, özellik, din, yaratılış, tabiat anlamlarına gelmekle birlikte, insanın iç dünyasını belirlemek için de kullanıldığı görülür. İnsanın dış yapısı için “halk”, iç veya manevî yapısı için “hulk” şeklinde kullanıldığı da bu arada vurgulanan bir husustur. İslâm kaynaklarında hulk, ahlâkla hep aynı anlamda kullanılagelmiştir. “Hulk” nefsi natıkanın bir durumu olarak ele alınır. Görüş ve fikirleri meydana getirir. İnsan nefsine yerleşen, hiçbir zorlama olmaksızın ortaya çıkan ahlâk ilmi, amelî hikmetin bir bölümünü teşkil eder. Ahlâk hakkında çeşitli değerlendirmelere rastlıyoruz. Onu görev, hayır, meslek, seciyye, huy olarak tanımlayanlar bulunmaktadır. Ahlâk iyiyi teşvik ettiği ölçüde, kötüyü de terk etmeyi önerir. Bir yandan iyi ve kötünün doğasını araştırır. İnsanın ruhî davranışlarını inceleyen psikolojinin yanında, ahlâk, olması gerekeni inceler. Psikoloji olanı inceler. İyinin erdemin, mutluluğun nasıl olması gerektiğini inceleyen ahlâktır. Öte yanda mevcut bulunan bu durumları tahlil eden de eskilerin “ilmü’n nefs” dedikleri psikolojidir. 56 İslâm ahlâk eserleri değerlendirildiği zaman bu ilmin konusuna; • Nazarî ahlâk • Amelî ahlâk 55 Çağrıcı, a.g.e. s.14; İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Beyrut 1964; Akseki, Ahmet Hamdi,Ahlâk İlmi ve İslam Ahlâkı, Nur yay. Ankara 1989 s.24 56 Kutluer, İlhan, İslâm Felsefesinde Ahlâk İlminin Teşekkülü, İstanbul 1994, s. 1, 30. 34 • Amelî hikmet • Nefs ve türleri • İyilik ve buna bağlı olarak kötülük • Erdemler (hikmet, adalet, şecaat, iffet vb.) • Hürriyet • İnsanın kendine, topluma, insanlığa karşı görevlerinin dâhil olduğu görülür.57 İslâm felsefesinde ilimler tasnifinde Ahlâk ilmine baktığımızda; Kindî, felsefi ilimler sınıflamasında, felsefi aklî ve felsefi amelî ilimler tasnifine giderek, ahlâkı, felsefi amelî başlığı altında siyasetle birlikte kaydeder. Fârâbî ise, genelde, ilimleri, yapıları ve karakterleri ve konuları açısından sınıflandırır. Karakterleri ve gayeleri açısından gruplandırma yaparken nazarî ve amelî ilimler başlığını açar. Ahlâk ilmini, onun ifadesiyle, “es Sınaâtü’l Hulkiyye”yi, amelî ilimler arasında sayar. Ayrıca, ilimleri konu ve elde edilişleri açısından sınıflandırırken de, İlmü’l Medeni başlığının altında, siyaset ve ekonominin yanı sıra ahlâk ilmini de zikreder.“Aksamü’l Ulumi’l Aklîyye” eserinde ise İbn Sinâ, ahlâkı, amelî felsefe olarak kaydeder.58 57 Çağrıcı, a.g.e. s.15 vd; Saruhan, Müfit Selim, İslam Ahlâk Felsefesinde Bilgi ve Hürriyet, Ankara,2005,s.23;Ahmet Naim, Ahlâk-ı İslâmiyye Esasları, İstanbul 1342, s. 7; Pazarlı, Osman, İslâm Ahlâkı, II, B, İstanbul 1980, s. 11, Erdem, Hüsameddin, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlâk, Konya 1996, s. 12 58 “İhsau’l Ulum”, “Aksamu’l Ulum”, “En Müzecü’l Ulum”, “Mahiyyeti’l İlm” başlıkları altında, çeşitli eserlerin kaleme alındığı görülmektedir. Bkz. Bayrakdar İslam Felsefesine Giriş. 117–118. 35 Fârâbî’ye göre ahlâk sözcüğünün tekili olan hulk, kendisiyle insanda iyi ve kötü eylemlerin ortaya çıktığı şeydir. Filozofumuza göre nasıl mantık bilgi prensiplerini tetkik ederse, ahlâkta tavır ve hareketlerin esas kaideleriyle uğraşır. 59 İhsa’u-l Ulûm’da ilimleri tasnif ederken ahlâki pratik ilimler arasında saymayıp el-İlmu’l-Medeni’nin bir kolu kabul eden Fârâbî,60 ahlâk düşüncesinde Aristo ve Yeni eflatunculuk ile birlikte İslam tasavvufunun etkisinde kalmıştır. Çünkü o,bütün beşeri eylemlerin amacı olması gereken mutluluğa ulaşmanın ilk şartı olarak akli ve felsefi yetkinliği, ikinci şartı olarak da tutkuların bağımlılığından kurtulmayı savunmuştur. Fârâbî, mutluluğun akli teemmül yoluyla kazanılabileceği düşüncesinde Aristo’dan; züht hayatı, faal akılla ittisal ve Allah’a benzeme konularındaki düşüncelerinde de Eflatun, Plotinus ve İslam mutasavvıflardan etkilenmiştir. 61 Felsefesinin diğer alanlarında olduğu gibi ahlâk alanında sistemleşme Fârâbî ile gerçekleşmiştir. Filozofumuz, ilgili bütün eserlerinde psikoloji, ahlâk, siyaset, metafizik ve teorik felsefe arasında tutarlı bir ilişkiyi kurmuştur. Fârâbî’ye göre psikoloji, insanın mahiyetini kavramamızı sağlarken teorik felsefe insanı akli ve zihni yetkinliğe götürürken, ahlâk da insanları ameli erdemlere götürür.62 Fârâbî’ye göre “insanın fiziki bünyesinin yetkinliği ahlâkın (huylar) yetkinliği gibidir. İnsanın ahlâkının yetkinliğini sağlayan eylemlerin durumu, insanın bedeni yetkinliğini sağlayan şeylerin durumuna benzer. Sağlıklıyken onun korunması, ondan 59 Fârâbî, Tenbih ala Sebili’s-Saade, Çev. Hanefi Özcan İzmir 1993, s.33. Fârâbî, İhsau’l-Ulum,nşr.Osman Muhammed Emin,Mısır1931 61 Daiber Hans, “ The Ruler as Philosopher: a New Interpretation of all Fârâbî’s View” (Amsterdam and N.York,)1986; 62 Durak, a.g.e. s.216 60 36 yoksun kaldığında kazanılması gerektiği gibi, bizde var olan iyi ahlâkın korunması, olmadığında ise kazanılması gerekir.63 Ahlâkî bir varlık olmanın başta gelen koşulu, yaşayan bir varlık olmaktır. İnsan, öncelikle bu dünyada yaşamak durumundadır. Ancak bireysel yaşamını kurtarmış olan kimse diğer insanların yaşamlarının korunmasına ve kurtarılmasına katkıda bulunmuş olur.64 Herhangi bir kişinin ahlâksız olduğunun söylenmesi için ya onun davranışının çoğunluk tarafından kabul edilen ahlâk yasalarına uygun olmaması ya da onun karakterinin bozuk olması gerekir.65 Fârâbî’nin genel felsefesindeki rasyonalizm, ahlâk anlayışına da hâkimdir. Nefsin arınmasına yahut ahlâki gelişmeye, yalnızca bedensel davranışlarla değil, buna ek olarak ve daha da önemlisi, akıl yoluyla ve fikri çalışmalarla ulaşılır. Bedensel faaliyetler, teorik erdemler yanında ancak ikinci derecede değer taşır. Çünkü Fârâbî’nin felsefesinde hayatın yahut insan ruhunun en yüce gayesi ve aynı zamanda en üstün hayır olan, bu sebeple de yalnız kendisi için istenen mutluluğa ulaşmanın birinci şartı akli ve fikri erdemlerdir. Kuşkusuz, filozofumuza göre, bu erdemlerle ulaşılan hikmet, her şeyden önce metafizik bir bilgidir. Çünkü o, varlıkların en üstünü ve en değerlisi hakkındaki en değerli bilgidir. Yani diğer bütün varlıkların erdem ve yetkinliği kendisinden aldıkları “İlk Varlık” üzerine bir bilgidir. Yine varlıkların O’ndan nasıl ve ne ölçüde erdem ve yetkinlik aldıkları hakkındaki bilgidir. İlk varlık’tan erdem ve yetkinlik alanlardan biride insandır. Şu halde Hikmet aynı zamanda insanın kendi yetkinliği ve erdemi üzerine bir bilgidir. Bu bilgi aynı zamanda onun mutluluğudur. Böylece hikmet gerçekte mutlulukla, “taakkul” ise 63 Özgen, Mehmet Kasım. Fârâbî’de Mutluluk ve Ahlâk İlişkisi. İstanbul: İnsan Yayınları, 1997. Kuyurtar, Mehmet. “İbni Haldun’un Ahlâk Hakkındaki Görüşleri” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992. 65 Pieper, Annemarie, Etiğe Giriş. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999. 64 37 mutluluğun kazanılabilmesi için yapılması gerekenlerle ilgilidir. Sonuç olarak insan, İlk Varlık’tan aldığı yetkinlik ve erdem sayesinde âlemdeki şeylerin en değerlisi ve en üstünü olabilir ve bu takdirde onun akli faaliyetlerine hikmet adı verilir.66 Mehmet Aydın’ın belirlemesiyle , “Fârâbî’nin düşüncesinde kendisiyle bir şeyin arzu edildiği veya bir şeyden hoşlanılmadığı isteme gücüne irade adı verilir. Ayrıca irade, ya duyusal algı ya tahayyül ya da akıl gücüyle (el-kuvvetü’n-nâtıka) idrak edilen bir şeyi arzu etme veya ondan kaçınma isteği (nuzu’) ve bu isteğe bağlı olarak söz konusu şeyin kabul ya da red edilmesi gerektiği üzerinde karar (hükm) verme anlamına gelir. Dolayısıyla “irade (en-nuzu’), bir şeyi bil-meye veya bedenin tümü ile veya onun bir organı ile bir şeyi yapmaya yönelmedir”.Fârâbî, bir şeye yönelmişliğinden dolayı irade ve seçmeyi (ihtiyar) amelî akıl gücü olarak da adlandırır. Fârâbî’nin açıklamasında, bir şeye yönelmişlik durumunu ve bu şeyle ilgili karar vermeyi içermesi bakımdan irade, “insanın düşündüğü şeylerin bazısına karşı bir arzusu, ona yönelmesi, keşfettiği şeylere karşı bir isteği veya tersine hoşnutsuzluğunda ortaya çıkar. Genel olarak idrak edilen şeye karşı duyulan eğilim (nuzu’), iradedir. [Bu eğilim], eğer duyunun ve tahayyülün sonucu ise, irade adıyla adlandırılır; eğer o, genel olarak düşünüp taşınmanın (reviyye) veya aklın (nutk) sonucu ise ona seçme (ihtiyar) denir. Sonuncu anlamda seçme sadece insanda bulunur”. Bu sayede insanın, övüleni, kınananı, güzeli ve çirkini yapmaya gücü yeter. Fârâbî’ye göre, irade ve seçmeyi meydana getiren arzu gücü, hem duyu hem tahayyül hem de akla hizmet eder. Bu güçler fiillerini ancak arzu gücüyle yerine getirirler. Çünkü duyu, tahayyül ve düşünme (er-reviyye); duyulan, tahayyül edilen, düşünülen ve bilinen şeyle ilgili arzu kendileriyle birlikte bulunmadıkça fiillerini 66 Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlâk, s.74. 38 kendi başlarına yapmakta yeterli değildir. Çünkü irade, idrak edilen şeye arzu kuvvetiyle yönelmedir. İrade başlangıçta ancak duyumdan gelen bir istek (şevk) tir. İstek, genel olarak nefsin arzu gücünden (en-nuzuî) kaynaklanır. Pratik akıl yürütme gücü anlamındaki fikir gücü ile bir şey yapmak istediğimiz zaman, yapmak istediğimiz şeyin mümkün olup olmadığını; eğer mümkünse, onun nasıl yapılması gerektiği üzerinde etraflıca düşünürüz. Fârâbî’nin düşüncesinde, ahlâkî faziletlerin arzu gücüyle ilgili olarak ele alındığını göz önüne getirirsek, fikir gücüyle belirli bir gayenin nasıl elde edileceği hakkında düşündükten sonra, bir karara varma ya da tercihte bulunmanın arzu gücüyle ilişkili olduğunu görürüz. Dolayısıyla fikir gücüyle düşünüp bir karara varma ya da tercihte bulunma, fikrî bir arzuyu ifade eder.”67 C. AHLÂK -SİYASET İLİŞKİSİ Fârâbî, Eflatun ve Aristo gibi, eserlerinde siyaset konusuna en çok yer veren düşünürlerden biridir. İslam dünyasının ilk teorik siyaset filozofu olarak kabul edilir. Fârâbî, siyaset felsefesini, ahlâki kuralların toplumsal düzeyde hayata geçirilmesi olarak görür ve insanı sosyal bir varlık olarak değerlendirir. Filozofumuza göre, insanın dünya ve ahiret mutluluğu ancak toplum hayatı içerisinde siyaset ile sağlanabilir. İnsanı, ancak toplum içerisinde hayatını sürdürebilen bir canlı olarak ele alır. Yani insanın tek başına mutluluğa ulaşmasını mümkün görmez. Bundan dolayı daima bir toplumun mensubu olan, toplum içerisinde yaşayan insanın ahlâkından söz eder. Fârâbî’nin siyaset felsefesi ve özellikle devlet şekilleriyle ilgili ortaya koyduğu sınıflandırma mutluluk kavramına dayanmaktadır. Onun siyasetten bahsettiği yerde, 67 Mehmet Aydın, “Fârâbî’de Pratik Akıl Yürütme” D.E.Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi Sayı XXI, İzmir 2005, s. 149–174 39 toplum, erdem ve mutluluk kavramları yan yana gelir. İnsanların erdemli bir hayat sürerek mutluluğu kazanabilmeleri erdemli bir devlet içerisinde mümkündür. 68 Fârâbî’ye göre insan, fikri ve ahlâki yetkinlikleri ancak bir insan bedeni gibi uyumlu olan toplum içerisinde kazanabilir. Bir araya gelip topluluk yaşamlarındaki gaye, sadece maddi ihtiyaçların karşılanması olmayıp, insanlara olgunluk ve yüce mutluluğun da kazandırılmasına yönelik bir gayedir. Bu insanın yaradılış gayesidir. Fârâbî el-Medine’de bu hususu şu şekilde ifade eder: “Her insan, kendini devam ettirmek ve üstün mükemmelliğini elde etmek için birçok şeye muhtaç olan bir yaratılışta (fıtra) varlığa gelmiştir. Onun bu şeylerin hepsini tek başına sağlaması mümkün değildir. Tersine bunun için o,her biri kendisinin özel bir ihtiyacını karşılayacak birçok insana muhtaçtır. Bundan dolayı insan sahip olduğu tabii yaratılışının kendisine verilmesinin gayesi olan mükemmelliğine ancak birbiriyle yardımlaşan birçok insanın bir araya gelmesiyle ulaşabilir. Bu insanlardan her biri sözü edilen insanın özel bir ihtiyacını karşılar. Toplumun bütününün bu katkısı sonucunda herkesin varlığını devam ettirmek ve mükemmelliğe erişmek için muhtaç olduğu şeyler sağlanmış olur. İnsanların büyük sayıda varlığa gelmesinin ve bazısı mükemmel, bazısı eksik, kusurlu olan insani toplumlar kurarak dünyayı oturabilir kısmında (ma’mura) bir araya gelmelerinin nedeni budur.” 69 Fârâbî’nin psikolojik tahliller sonucu insan nefsi hakkında vardığı sonuçlar, ahlâki ve fikri faziletlere temel olmakta, faziletlerin tespit ve tasnifi ise siyasetin özünü oluşturmaktadır. Fârâbî’ye göre ahlâk ve siyaset birbirinden ayrılmaz durumda olup ikisinin de amacı mutluluktur. Onun felsefesinde siyaset aynı zamanda ahlâki bir disiplin olduğu için devleti yönetecek olan kişi bir ahlâk öğretmeni prototipidir. 68 69 Durak, a.g.e. s.285 Fârâbî, El-Medinetü’l Fadıla (Çev. Ahmet Arslan) Ankara 1990, s.69 40 Fârâbî et Tenbih’te medeni felsefeyi iki kola ayırarak ilkinin iyi fiiller ve ahlâk hakkında bilgi edinmeyi sağlayan “ahlâki sanat”, ikincisinin de şehir halkının muhtaç olduğu iyi durumlara ulaşmayı sağlayan “siyaset felsefesi” olduğunu belirtmiştir. Fârâbî de, Aristo gibi ahlâkı siyasete yahut kendi deyimiyle erdemli sitenin kuruluşuna bir hazırlık saymaktadır. O, daima rastgele bir insanın ahlâkından değil toplumda yahut “Medine”de yaşayan insanın ahlâkından söz etmiş, ayrıca siyaseti de yalnızca dar anlamda sosyal birliği koruyan, menfaati bölüştüren ve sorumlulukları düzenleyen cismani bir yönetim biçimi saymakla yetinmemiş, bunun yanında ve daha da önemlisi, her insanın liyakati ölçüsünde mutluluktan pay almasını sağlayacak olan bütün imkânları bir disiplin olarak düşünmüştür. 70 Fârâbî’nin ahlâk felsefesinde mutlak gaye ve nihai amaç olan saadetin temini için iki şey gereklidir. Saadetin nasıl bilineceğini ve nasıl elde edileceğini gösteren bir sanat ve bu sanatın uygulanabileceği bir yer. Bu sanat siyasettir; onun uygulama sahasına konacağı yer ise “Erdemli Şehir”dir. Erdemli, mükemmel şehir bütün organları canlı varlığın hayatını tam kılmak ve onu bu durumda tutmak için birbirleriyle yardımlaşan tam ve sağlıklı bir bedene benzer. Siyaset yani erdemli şehirde uygulanan en yüksek sanat, saadetin elde edilme yollarını gösterir. 71 Fârâbî, fazıl şehirde bu şehrin mensubu olmasına rağmen, ahlâk bakımından faziletsiz kişilerinde bulunabileceğini belirtir. Bu gibi kişileri Fârâbî, türediler (nevabit) olarak adlandırır. Bu (türediler) grubun mensuplarının başlı başına bir şehir veya geniş bir topluluk oluşturmadığını ifade ederek onların şehrin içinde eridiğini belirtir. Fârâbî’ye göre, erdemli (fazıl) şehrin yöneticisi türediler grubunda yer alan kişileri izlemeli, meşgul etmeli, onları erdemli kılacak özel yöntemler geliştirmelidir. 70 71 Aydın, Mehmet, “Fârâbî’nin Siyasi Düşüncesinde Saadet Kavramı,” A.Ü.İ.F. Dergisi sayı 21 Çağrıcı, a.g.e. s.92; Fârâbî, el-Medinetü’l-Fadıla,(Çev. Ahmet Arslan)Ankara 1990, s.70 41 Bu doğrultuda gerekirse onları şehirden kovmalı, cezalandırmalı, hapsetmeli veya zor işlerde çalışmalıdır. 72 Bu görüşler daha belirgin bir tarzda Fârâbi’de şöyle dile gelmektedir: “Her insan, yaşamak ve üstün mükemmeliyetlere ulaşmak için, yaratılışta birçok şeylere muhtaç olup, bunların hepsini tek başına sağlayamaz. Her insan, bunun için çok kimselerin bir araya gelmesine muhtaçtır. Her fert, bu ihtiyaçlardan ancak üzerine düşeni yapar. Bütün insanların birbirleri karşısındaki durumları da, ancak muhtelif insanların, yardımlaşma maksadıyla bir araya gelmesiyle elde edilebilir”. 73 Fârâbî, bütün insanların yardımlaşarak meydana getirdiği bir dünyada, mutlu ve saadetli bir dünya olur demektedir.74 Mutluluğun temelinde, sosyalleşme ve paylaşma yer almaktadır. Devlette en yüksek iyinin ve kemâlin gerçekleşebileceği bir kurumdur. Tüm bu ifadelerden anlaşılıyor ki, devlet kurmak, insan olmanın bir özelliğidir. Felsefî Antropoloji, insanın varlık şartlarını incelerken, devleti bir varlık şartı olarak görüyor. Gerçekten de devlet, medeniyetin gelişmesine en çok yardım etmiş olan bir kuruluştur. Medeniyet ancak, insanlar arası güven ve barışın sağlandığı disiplinli ve hukukun üstünlüğüne dayanan ortamlarda doğup gelişebilmiştir75. İnsan çeşitli organlardan meydana geldiği gibi, devlet de kendisine hayat imkânı veren çeşitli organlardan meydana gelmiş, canlı bir varlığı ifade etmektedir. Platon, devlet büyük çapta bir insandır, derken bu gerçeği belirtmekteydi. Fârâbî de insan ve devlet 72 Fârâbî, a.g.e., s. 77–78; Fârâbî, es-Siyasetü’l Medeniyye,İstanbul 1980, s.71 Fârâbî, el-Medinetü’l-Fadıla, çev. Nafız Danışman, İstanbul 1990, s. 79. Rosenthal,Erwin I,Ortaçağ’da İslâm Siyaset Düşüncesi, çev. A. Çaksu, İz Yayıncılık, İstanbul 1990, s. 194. 74 Fârâbî,a.g.e.,s.80:Saruhan,MüfitSelim,“Fârâbî’deMedeniyetinKurucuİlkeleri” Kutadgubilig,FelsefeBilim Araştırmaları Ekim,2010 sayı,18,s.391 75 Arslan, Mahmut, Step İmparatorluklarında Sosyal ve Siyasî Yapı, Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1984, s. 9; Taneri, Aydın, Türk Devlet Geleneği Dün ve Bugün, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, Ankara 1975, s. 33; Turan, Osman, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 1979, s. 108. 73 42 arasında benzetmelere başvurur. Toplumu bedene, sağlıklı toplumu sağlıklı bedene, yöneticiyi kalbe benzetir.76 O halde, insanın kaderi olan doğup, büyümek, gelişmek ve ölmek, devletler için de geçerlidir. Yalnız şu var ki, devlet, tarih boyunca her ne ad adı altında olursa olsun, o toplumun müşterek arzularının gerçekleştiği, insandan çok daha uzun ömürlü olan ölümsüzlüğü zorlayan bir kurumdur. Devleti açıklamak için “fizikötesi ve gerçekçi” yaklaşımlar yer almaktadır.77 İbn Haldun’a göre, insanın devlet kurması, onun insan olmasını gösterir. Şeref ve ululuk, insanın devlet kurması ve hâkimiyeti temin etmesi için bir temel teşkil eder.78 Devlet teorisinde Fârâbî, Eflatun’dan etkilenmiştir. Tabii ihtiyaçların sevki ile insanlar iyi veya fena bir tek şahsın idaresi altında toplanıp, devleti kurarlar. Bu şahıs yani reis, kötü, cahil, ahlâksız ve hataya düşmüş bir kimse ise, devlet de kötü bir devlet (el-medinetül-cahile) olur. Fakat reis iyi ve feylesof ise, devlet iyi bir devlet (Medine-i fazıla)dır. Bu iyi reis peygamber ile feylesofun bütün iyi vasıflarını nefsinde toplamalıdır. Fârâbî, bu münasebetle vahiy ile felsefeyi de uzlaştırmaya çalışır. İyi bir devlette, Fârâbî’ye göre, bütün fertler, kendi ihtisasları olan işleri yapmalı ve hepsi birden tam bir bütün teşkil etmelidir. Öyle ki herhangi bir uzvun rahatsızlığı bütün devlette duyulmalıdır. Ahlâka gelince, bu dini bir topluluk teşkil eden devlette kemale gelir. Kötü devlette gaye yiyecek, içecek ve maddi lezzetten ibaret olduğu halde, iyi devlette fertler birbirine yandım eder. Cömert âlicenap ve doğru sözlü olurlar. Kötü devletin mes’ulü reislerdir. Fârâbî iyi bir devlete reis olacak kimselerde bu vazifeye ehil olmaları için icap eden bütün vasıflar 76 Fârâbî, el-Medinetü’l-Fadıla,(Çev. Ahmet Arslan)Ankara 1990, s.73 Devletin menşei hakkında diğer bilgiler için bkz. Okandan, Recai, Devletin Menşei, İstanbul 1945, s. 38. 78 İbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ankara 1989. , s. 383-384 77 43 bulunmazsa, bunlardan, birbirini tamamlayacak şekilde bir kaçının birden reis tayin edilmesini söyler, yani münevver bir aristokrasi kurulmasını tavsiye eder.79 Gerçek felsefeyi ve filozofu Fârâbî gibi anladığımızda filozof ile başkan80, başkan ile kanun yapıcı, kanun yapıcı ile imam arasında fark kalmaz. Fârâbî, ideal bir başkanın nitelikleri üzerinde de durur. Onun başkan hakkında belirlediği nitelikler filozofla özdeşleştirdiği için filozofun da özellikleri olarak görülebilir. İslâm felsefesi geleneğinde Fârâbî’nin devlet başkanı için öngördüğü ve ilk reis olarak isimlendirdiği kişide aradığı on iki şart şunlardır: 1. Organları kusursuz olmalı. 2. Zihni bir kavrayış sahibi olmalı. 3. Sağlam bir hafızası olmalı. 4. Uyanık ve zeki olmalı. 5. Hatip olmalı. 6. Mutluluk ve mutluluğa ulaştıracak işlerde eğitim ve öğretime düşkün olmalı. 7. Yemek ve şehvete düşkün olmamalı. 8. Doğruyu ve doğruları sevmeli. 9. Şerefli ve cömert olarak bayağı şeylerden uzak durmalı. 10. Adaleti ve adalet ehlini sevmeli. 11. Mutedil olmalı. İfrat ve tefritten kaçınmalı. 79 80 Fârâbî, a.g.e. s.78-82 Bkz: Fârâbî, el Medinetü’l Fadıla, Beyrut 1959,s.89 44 12. Azimli ve karar sahibi olmalı. Kısacası ahlâkî olgunluklarla donanımlı olmalıdır. 81 Fârâbî’ye göre insanların başkanlık için iki temel niteliği gereklidir. Bunlardan birincisi reisliğe tabiat ve yaradılış yönüyle müsait yaradılışta olmak, ikincisi ise hayat ve iradi melekesi ile buna müsait olmaktır. Devletin başında olan insan bütün ahlâki nitelikleri kendisinde toplamış, topluma örnek teşkil edecek bir ahlâk numunesi olduğu gibi aynı şekilde toplumun ahlâki yönlendirilmesinden, onlara mutluluğu kazandıracak eylemlere yönlendirilmesinden sorumlu olan kişidir. Fârâbî’nin ahlâki öğretisinde, bireysel mutluluktan ziyade toplumun mutluluğu esastır ve bunun gerçekleşmesi büyük ölçüde devleti idare eden yöneticinin nitelikleriyle alakalıdır. Böylelikle Fârâbî insanları erdemli davranışlara mutluluğa yönlendirmenin, devletin başında olan kişinin görevi olduğunu ifade etmektedir. Bunun gerçekleşmesi de iki yolla mümkündür: Öğretim ve Eğitim. Devletin başında olan kişi aynı zamanda toplumun içerisinde yaşayan insanların öğreticisi ve eğiticisidir. Devlet başkanının bu ahlâki eğitmenlik özelliği Fârâbî’nin pek çok eserinde vurgulanmıştır.82 Fârâbî, ideal bir devlet başkanında bulunması gerektiğini düşündüğü başlıca nitelikleri sayarken bu şartlardan çoğunun ahlâki olduğu görülmektedir. Çünkü onun düşüncesinde siyaset aynı zamanda ahlâki bir disiplin olduğundan, siyasi liderde bir ahlâk prototipi, önderi ve öğretmenidir. Anlaşılıyor ki, Fârâbî’nin siyasi veya medeni dediği ilim aynı zamanda ahlâki bir ilimdir. 81 82 Fârâbî,a.g.e,s.84 Durak, a.g.e, s.308–309 45 Arkan’ın tespitiyle, Fârâbî, Tahsîl’de ahlâk ile siyaset arasındaki ilişkiyi fikri erdem kavramı üzerinden açıklar. Buna göre,”iyi olan erdemli bir amacın gerçekleştirilmesinde en yararlı ve en güzel şeyin keşfedilmesini sağlayan bir erdeme sahip olan kişinin ahlâki bir erdeme sahip olmaksızın bu kuvvete sahip olamayacağı açıktır Aynı şekilde kendisi için gerçekten iyi olanı isteyen kimsenin fikri bakımdan değil, ahlâki karakter ve fiilleri bakımından iyi ve erdemli olması gerekir (Ahlâki erdemler olmaksızın fikri erdem de gerçekleşmemektedir. Ahlâk ve siyaset alanında elde edilen erdemlerin birbirleriyle ilişkisi üzerinde odaklaştığımızda bu iki alanın dairesel olarak birbirlerini hem müspet hem de menfi olarak etkileyebildiğini görmekteyiz. Diğer bir ifadeyle siyasi fikri erdemler ile ahlâki erdemler arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Bir yandan siyasi fikri erdemlerin gerçekleşmesi ahlâki erdemlerin miktarıyla doğru orantılı iken, diğer yandan siyasi lider kadronun yönetim tarzları ve öncelikleri bireylerin hayattaki gayelerini ve ahlâklarını belirleyebilmektedir.”83 Fârâbî, pratik akıl yürütme ile ilgili düşüncelere, ilimler sınıflamasında metafizikten sonra ele aldığı ahlâk ve siyasetle ilgili eserlerinde yer verir ve bu iki alanın insanî ilmi (el-ilmu’l-insânî) oluşturduğunu belirtir. Ona göre, bu ilim insanın nihaî amacının yanı sıra, onun elde etmesi gereken mükemmelliğinin ne ve nasıl bir mükemmellik olduğunu ve bu mükemmelliği elde etmesini sağlayan şeyleri araştırır. Mehmet Aydın’ın tespitiyle, Fârâbî, Eflatun ile Aristoteles arasında problem olan teorik düşünceden pratik düşünceye geçiş sorununu “fikir gücü”ne yüklediği fonksiyonlarla çözmeye çalışır. Ona göre, fikir gücünün bir taraftan mütehayyile ile diğer taraftan akıl ile ilişkilidir. Akıl ile ilişkisi bakımından, fikir gücü fikirleri 83 Arkan Atila,“Fârâbî’nin Gözüyle Ahlâk-Siyaset İlişkilerinin Analizi” http://www.etikturkiye.com/etik/siyasetetik/1AtillaArkan.pdf 46 birleştirme ve ayırma, yani olumlu ya da olumsuz hüküm verme işlevi görür. Mütehayyile ile ilişkisi bakımından, mütehayyilenin sunduğu imajları birleştirme ve ayırma işlevine sahiptir. Bu işlevi sayesinde mevcut şeylerin formlarından mevcut olmayan şeylerin yeni formlarını oluşturabilir. Diğer taraftan, Fârâbî, akılla ilişkisi bakımından fikir gücünün fonksiyonuna işaret etmek için “akılla idrak edilme özelliğine sahip olan bir şeyin bilinmesi arzu edildiğinde, arzu edilen şeyin elde edilmesini sağlayan fiilin, fikrî kuvvetten doğduğunu” ifade eder. Buna göre “fikrî kuvvet, düşünmeyi (el-fikr), ölçüp biçmeyi (er-reviyye), dikkatle incelemeyi (etteemmül) ve çıkarsama yapmayı (el-istidlâl) meydana getiren kuvvettir”84 D. AHLÂKIN GELİŞTİRİLMESİ VE EĞİTİMİ Ahlâkın eğitimle değişip değişemeyeceği konusu, klasik ahlâk eserlerinde de üzerinde durulan meselelerin başında gelmektedir. Bu soruya cevap ararken karşımıza üç yaklaşımın çıktığını görmekteyiz: Birinci grupta yer alan ahlâkçılar, hulku bütün insan fiillerinin kaynağı olarak görmüşler, insanın iç ve dış huylarının değişmeyeceğini belirtmişlerdir. Ahlâkı ve ahlâkî erdemleri soya çekimle açıklamaya çalışmışlardır. Bu görüşte olanlar açısından mesela, cesaret erdemi, bir insanda doğuştan hazır bulunan özelliktir. Bir insana, cesaretli olmanın özelliklerinin bilgisini vermekle onu cesur kılamayız. Cömertlik erdemi de aynı şekilde düşünülebilir. Cömert nasıl olunur? Şeklinde sunulan bir dersle insanların cömert olması beklenemez. Bu görüşe göre âhlaki erdemler doğuştan gelen, potansiyel bir nazarî ve amelî bilgiyi ihtiva eder. Diğer bir grup düşünür, bilgi kısmen değiştirir görüşündedirler. Buna göre, insanın 84 Aydın, Mehmet” Fârâbî’de Pratik Akıl Yürütme” D.E.Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi Sayı XXI, İzmir 2005, s. 149–174 47 yaratılışında aslında gizli olan haslet ve eğilimler onun doğal huyunu temsil ederken, çevrenin ve bilginin etkisiyle sonradan kazanılan huylarda müktesep (kazanılmış) olarak görülür. Bu ikinci görüşe göre, her ne kadar insanın tabiatına ilişkin doğuştan getirmiş olduğu huylar bulunsa da, öte tarafta da insanın kudreti ve hürriyeti onun yeni şeyler kazanmasına, edinmesine imkân tanımaktadır. Huylar arızîdir, alışkanlıklar yüzünden edinilmiştir. Üçüncü bir görüşe de, Fârâbî, İbn Miskeveyh, Gazzâli ve Birgivî’nin çektiği ahlâkçıların ifadelerinde bulunur.85 Fârâbî ahlâkın eğitimle değiştirilip değiştirilemeyeceği konusundaki bu meşhur tartışmada iyimser olanların yanında yer almıştır. Esasen ona göre bu konuda Eflatun ile Aristo’nun farklı düşündüklerini, Aristo’nun ahlâkı tümüyle alışkanlıklara (adet) bağlamasına karşılık Eflatun’un yaratılışa bağladığını, dolayısıyla değiştirilmesini imkânsız gördüğünü ileri sürenler Eflatun’un görüşünü yanlış anlamışlardır. Fârâbî, ilke olarak “Belirli filleri yapma istidadında yaratılmış olup bunların zıddını yapması mümkün olmayan bir insan düşünmenin çok zor hatta imkânsız olduğunu” belirtmektedir. Onun kanaatine göre “Bir fazilete veya aşağılığa meyleden durumlardan ve tabii istidatlardan bazıları, nefste, onların yerine, onlara zıt olan durumlar konulmak suretiyle, adet ile tamamen yok edilebilir ve değiştirilebilirler. Bazılarının gücü, tamamen yok olmaksızın, kırılabilir, zayıflatılabilir, azaltılabilir. Bazılarının ise, ne yok edilmesi ve değiştirilmesi, ne de kuvvetinin azaltılması mümkündür. Ancak, insan, devamlı onların fiillerinin zıtlarını yapıncaya kadar, direnmek, onların fiillerinden nefsi alıkoymak, çarpışmak ve 85 Saruhan, Müfit Selim, İslam Ahlâk Felsefesinde Bilgi ve Hürriyet, Ankara,2005,s.96vd 48 uğraşmak suretiyle onlara karşı gelinebilir. Tıpkı bunun gibi, nitelikler(el-ahlâk)kötü olduğunda ve neftse adet halinde yerleştiğinde de aynı bölünmeye tabi olunur. ” 86 Şu halde ahlâk tamamen kesbidir. Yani insanın sahip olmadığı bir ahlâki yeteneği kendi çabasıyla kazanması; haiz olduğu bir ahlâki yeteneği de iradesiyle iyi iken kötü veya kötü iken iyi hale getirmesi mümkündür. Bu da ancak bir fiil birçok kez aralıksız olarak ve uzun süre tekrar edilerek alışkanlık haline getirmekle gerçekleşir. İnsanların eğitime yatkınlık bakımından az çok farklı karakterler arz ettiğini belirten Fârâbî, ahlâk terbiyesi konusunda dışarıdan destek görmeyen insan için ihtiraslarla baş başa kalmanın ahlâki tehlikesine işaret etmiş ve genel olarak insanların, faklı ölçülerde de olsa, bir öğretmen (muallim) ve eğitimci (mürşid)’e olan ihtiyaçlarını özellikle vurgulamıştır. Fârâbî, öğretim ve eğitimi birbirinden ayırmaktadır. Tahsilu’s-saade’de bu ayırımı şu şekilde ifade etmektedir: “Öğretme, milletler ve şehirlerde nazari erdemleri var etme demektir. Eğitim ise, milletlere ahlâki erdemleri ve iş sanatlarını var etmenin yöntemidir. Öğretim yalnız konuşmayla başlar. Eğitim milletlerin ve şehirlilerin, kendilerinde bu işleri yapma azmini tahrik etmek suretiyle, ameli durumlardan doğan işleri yapmaktaki alışkanlık yoluyla başlar, onlardan doğan huylar(meleke)ve işler onların ruhlarına hâkim olmalıdır ve onlara âşıkmış gibi onları yapmalıdır.87 Fârâbî, üç ayrı eğiticiden söz etmektedir: Devlet başkanı, aile reisi ve mürebbi veya öğretmen dediği kayyim. Devlet başkanı halkını, aile reisi aile üyelerini, öğretmen de çocukları ve gençleri eğitir. Fârâbî’nin, gerçek öğretmeni, devlet başkanı, kanun koyucu ve imam ve filozof olarak adlandırdığı devletin başında olan kişidir. Toplumun lideri olan kişi 86 87 Bkz.Fusulü’l Medenî, (Çev. Hanefi ÖZCAN), İzmir 1989,s.33; Çağrıcı, a.g.e. s.84 Tahsilu’s-Saâde, (Çev. Hüseyin Atay) Ankara 1974,s.38 49 aynı zamanda halkının öğreticisi ve eğiticisidir. Her insanda başkalarına yol gösterme, mutluluğa ve mutluluğa götüren fiillere yöneltme gücü bulunmamaktadır. Bundan dolayı gerek teorik gerekse pratik erdemleri en iyi bilen, öğrettiği şeylerle başkalarının da bunları yapmalarını sağlayacak, mutluluğa götüren yolları belirleyecek olan kişi erdemli şehrin başkanıdır. Fârâbî böylelikle insanları erdemli davranışlarla mutluluğa yönlendirmenin, devletin başkanı olan kişinin görevi olduğunu belirtmektedir. Bu da ancak öğretim ve eğitim ile gerçekleşebilecektir.88 Fârâbî’nin önemle üzerinde durduğu konulardan biri felsefe öğrenimi ile ilgilidir. Ona göre felsefe öğrenimi diğer bütün öğrenimlerin üzerinde ve en üst mertebededir. İnsan, felsefe ilmine başlamadan önce, nefsinin aşırı isteklerini bastırmalı, arzularının ahlâki erdemlere yönelmesini sağlamalıdır. Bu eğitim konusunda Fârâbî’nin vurguladığı başlıca ilkeler şunlardır: — Öğrencilerin yeteneklerini anlamak için zor felsefe problemlerini onların zihinlerini yorarak vermek — Öğrencilerin şehvet duygularını yenerek ahlâkını düzeltmek ve onların arzu ve isteklerini hazza değil hakikate yöneltmek — Sağlam bir irade sahibi olabilmeleri için düşünce kapasitelerinin geliştirilmesini sağlamak. Ayrıca Fârâbî, eğitimde amaçlananın insan ruhunun yetkinleşmesi olduğunu belirterek, ruh sağlığına önem verilmesi gereği üzerinde de durmaktadır. 88 Durak, Nejdet, Aristoteles ve Fârâbî’de Etik, Isparta 2009,s.282 50 Sonuç olarak Fârâbî, insanın ahlâki erdemler ve yetilerle donatılması ve mutluluğu kazanmasının, sistemli bir şekilde felsefi eğitimden geçmesi ile sağlanacağını belirtmektedir. E. SAADET (MUTLULUK) Ahlâk öğretileri en genel olarak, gaye-güdücü(teolojik)ahlâk ve gaye-güdücü olmayan ahlâk ya da ödev ahlâkı şeklinde ikiye ayrılmaktadır.“Ahlâki davranışların en son gayesi nedir?” sorusuna “Bizatihi ve en yüksek iyi olan mutluluktur” cevabını veren gayeci ahlâk görüşlerine, aynı zamanda mutlulukçu (eudaimonist) ahlâk öğretileri denmektedir ki bu öğretilerde kendinden dolayı iyi olan mutluluktur (eudaimonia, es-saade); onun dışındaki her ahlâki değer izafi/arızi iyidir. Yani ahlâki fiilin değerini, bizatihi iyi olarak belirlenen mutluluk veya en yüce gaye olarak gösterilen mutluluğa ulaştırıp ulaştırmaması belirlemektedir. Dolayısıyla en yüce gaye ve en yüksek iyi olarak mutluluğun gösterilmesi, mutlulukçu ahlâk öğretilerinin temel belirlenimi olmaktadır. İslam filozoflarının da dâhil olduğu Kant’a kadar olan dönemler içinde ortaya konulmuş ahlâk görüşlerinin hepsi mutlulukçu olduğu gibi, Kant’tan sonra da birçok ahlâk felsefesi ve beklide çoğunluğu mutlulukçudur. Ancak mutlulukçuluk(eudaimonizm),felsefe tarihi boyunca çeşitli biçimlerde ortaya çıkmıştır.89 Kindî, “Risâle’fî hileli def’il ahzan” eseriyle üzüntüleri, kederleri gidermeyi gaye edinmiştir. Kindî, bu eserinde mutluluk meselesini, mutsuzluk penceresinden hareketle tetkike çalışmıştır. Razî de “et Tıbbur Ruhanî” adlı çalışmasıyla insanın saâdet ve şekvasında önemli etkileri olan haz, elem, ölüm korkusu, acı, cinsellik, tutkular, kendini beğenme, kıskançlık, cimrilik gibi reziletleri psikolojik bir tarzda 89 Bircan, Hasan Hüseyin, İslam Felsefesinde Mutluluk, İstanbul 2001,s.21vd. 51 ele alır. Mutluluk konusunda önemli bir diğer eserde, Amirî’ye ait olan es-Saade ve’l İsad’tır. Amirî, bu eserinde mutluluğu esas alarak, ahlâkî konuları inceler. Fârâbî’nin “Tahsilü’s-Saade”, “et-Tenbih ala Sebili’s Saâde”, “el Medinetü’l Fadıla”, “esSiyasetü’l Medeniyye”, “Fusulu’l Medeni” adlı eserleri saâdet konusunun incelendiği çalışmalardır. İbn Sinâ’nın da “Risâle fî’s-Saade” adlı çalışmasının yanı sıra, “Necat” ve “Şifa” gibi eserlerinde saâdet konusunun ele alındığını görüyoruz. İhvânü’s-Sâfâ gibi İslâm ansiklopedistlerinin de “Saâdet” konusunda geniş bilgiler sunduklarını da belirtmemiz gerekir. İbn Miskeveyh’in “Tehzibü’l Ahlâk”, “el Hikmetü’l Halide” “el Fevzül Asgar” gibi eserleri de bu konuda önemli kaynaklardır.90 Fârâbî’nin ahlâk felsefesinde, hatta genel felsefesinde en büyük ağırlığı verdiği konu mutluluktur. Mutluluk konusunda bütün eserlerinde es-Sa’ade kavramını kullanır. Fârâbi’ye göre, iç ve dış şartlar içinde bilgi ve ahlâk erdemini kazanan insan, inayet akışı içerisinde “Faal akıl vasıtasıyla” aşkın, müteal âlemle bağlantı kurar. Ulaşmış olduğu bu en tam ve kemâl noktasında en yüksek gayesi olan gerçek mutluluğu da kazanmış olur.91 Fârâbî’nin diliyle, “es- Sa’ade, insan nefsinin varlık bakımından kendisine dayanacağı, herhangi bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir mükemmellik derecesine ulaşmasıdır. Nefs bu noktada maddeden soyutlanır, maddi olmayan varlıklar grubuna dâhil olur ve ebedi olarak da bu durumda kalır. Mutluluk mertebece Faal aklın aşağısındadır, Nefs bu mertebeye bir kısmı fikri, bir kısmı bedeni olan iradi fiillerle ulaşır. Bu fiiller kesin ve belirli fiillerdir. Çünkü bir kısım iradi fiiller mutluluğa engel teşkil edebilir. Mutluluk, başka şeylerin elde edilmesi için değil, sadece kendisi 90 91 Saruhan, İslam Ahlâk felsefesinde Bilgi ve Hürriyet, s.95vd Fârâbî, Tahsilü’s Saâde, s. 78; Isbat el Müfarakat, s. 8; Es-Siyasetü’l Medeniyye, s. 37. 52 için istenilen iyiliktir. İnsanın mutluluğun ötesinde ulaşabileceği daha büyük bir şey yoktur. Mutluluğa ulaşmaya yararlı olan iradi fiiller, güzel fiillerdir. Bu fiillerin kendilerinden kaynaklandığı davranışlar ve melekeler, erdemlerdir. Bunlar kendi özleri açısından değil, mutluluğun kendisinden dolayı iyidirler. Mutluluğa engel olan fiiller kötü fiillerdir. Bu fiillerin kendisinden kaynaklandığı davranış ve melekeler ise eksiklikler, erdemsizlikler ve kötü huylardır.”92 Fârâbî bütün insani yapıp etmelerin amacı olması gereken mutluluğa ulaşmanın ilk şartı olarak akli ve felsefi kemali kabul eder. Buna göre mutluluk tamamen insanın yetkinliğini sağlayan akli bir çabadır. Aklın etkinliğinden kaynaklanan bir durumdur. Başka bir değişle, insan aklının sağlayabileceği kadar uzanabilme çabasıdır. İnsan bu dereceye bütün erdemlerini uygulamak suretiyle ulaşır. İnsanı mutluluğa götüren eylemler gelişi güzel eylemler değil, nazari aklın yönetiminde şekillenen, seçmeye dayalı, amaçlı ve ilkeli eylemlerdir. Bunun için mutluluğu kazanmada bilgi ve seçme özelliği birinci derecede önem taşımaktadır. Fârâbî’nin mutluluk anlayışında Aristo’nun büyük etkisinin bulunduğu anlamı akla gelmektedir. Fârâbî’ye göre mutluluk; salt iyilik (hayr) dır. Aristo’da olduğu gibi Ona göre de mutluluk; bütün insanların elde etmek için çaba gösterdiği, peşinde koştuğu bir mükemmelliktir. İnsanın peşinde koştuğu her mükemmellik ve her gaye, iyi olduğu için istenir. O, es- Siyasetü’l-Medeniyye’de şu şekilde ifade eder: “Yüce mutluluğun elde edilmesi insan varlığının amacı olunca, insan mutluluğun ne olduğunu bilmeye, onu amaç edinmeye ve göz önünde tutmağa ihtiyaç duyar. Ayrıca, mutluluğu elde etmek için yapması gereken şeyleri bilmesi ve onları yapması gerekir. İnsanların yaradılışça farklılıkları üzerine söylenenlerin ışığında, denebilir 92 Fârâbî, el-Medine, s.60 53 ki, her insan, mutluluğun ne olduğunu ve bu konuda neler yapması gerektiğini kendi başına bilmez; onun bu amaç için bir öğretmen (mu’allim) ve kılavuza (mürşid) ihtiyacı olur.”93 Fârâbî, bütün beşeri eylemlerin amacı olması gereken mutluluğa ulaşmanın ikinci şartı olarak tutkuların bağlılığından kurtulmayı öngörmüştür. Fârâbî’ye göre mutluluk; mutlak manada iyiliktir. İnsan nefsinin maddeye muhtaç olmayacak şekilde varlıkta yetkinliğe ulaşmasıdır. Her insanın arzulandığı bir amaçtır ve mutluluğa kendi çabasıyla yönelen herkes ancak bir yetkinlik olmasından dolayı yönelir. Mutluluk çok “meşhur” bir amaçtır ve bunun böyle olduğunu açıklamak için herhangi bir söze gerek yoktur. Öyle bir amaçtır ki, bu amaca erdemli eylemlerle ulaşılır. Mutluluğun ötesinde insanın elde edebileceği daha büyük bir iyilik yoktur. Zira insanın arzuladığı her yetkinlik ve her amaç, bir iyi (hayr) olduğu için arzulanır. Bu bakımdan her “iyi” şüphesiz tercih edilir. İyi ve tercih edilir olmaları sebebiyle arzu edilen amaçlar çok olduğuna göre mutluluk, tercih edilen iyi şeylerden birisidir. İyi şeyler arasında en iyi olanın, tercih edilen şeyler arasında en çok tercih edilenin ve insanın yöneldiği her amacın en yetkinin “mutluluk” olduğu açık bir husustur. Bu husus spor ve ilaç içme gibi iyi şeylerden bazılarının başka bir amaca araç oldukları için, bazılarının da bizzat kendileri için tercih edilmelerinden anlaşılmaktadır. Kendileri için tercih edilenlerin başkaları için tercih edilenlerden daha makbul ve daha yetkin olduğu açıkça ortadadır. Bizzat kendileri için tercih edilenlerden bazıları, bazen başka bir şey için tercih edilebilir. Sözgelimi “başkanlık ve ilim” gibi. Bu ikisi bazen başka bir şeye ulaşmak için bir 93 Fârâbî, es-Siyasetu’l-Medeniyye, (Çev. M.Aydın, A.Şener; R.Ayas) İst.1980,s.39; Durak, a.g.e. s.222 vd. 54 araç olarak değil, bizzat kendileri için tercih edilir. Bazen de “zenginlik “ veya “haz” elde etmek ya da başkanlık veya ilim aracılığı ile elde edilen başka bir şeyi elde etmek için bir araç olarak tercih edilir.94 Fârâbî’ ye göre insan hayatında meydana gelen durumların iki temel özellikleri vardır. Birincisi, bu insani durumların “övülebilir,” ikincisi ise söz konusu bu durumların “kınanılır” olmalarıdır. İnsan mutluluğa övülmesine veya kınanmasına sebep olmayan durumlarla ulaşamaz. Ancak insanın mutluluğa erişmesini sağlayan durumlar, insanın övülmesine veya kınanmasına sebep olan durumlardır. İnsanın övülür veya kınanır olmasına sebep olan üç durum vardır. Bunlardan ilki fiziki organları kullanmayı gerektiren, yürüme, bakma gibi eylemlerdir. İkincisi, nefsin nitelikleri olan şehvet, haz, sevinç, öfke, arzu, merhamet v.b. nefse ilişen niteliklerdir. Üçüncüsü ise “ayırt etme” (temyiz) dir. İnsan hayatında her zaman bu üçünden biri daima bulunur. Bu üç durumun her birinin eyleminden dolayı insan, ya övülür veya kınanır. Buna göre insan eylemleri, kötü (kabih) olduğunda kınanır, iyi (cemil) olduğunda ise övülür. Yine buna bağlı olarak nefsanî nitelikler, gerektiği gibi olmadıklarında kınanır, gerektiği gibi ortaya çıktıklarında ise övülür. Bunun gibi insanın ayırt etmesi kötü olduğunda kınanır, iyi olduğunda ise övülür.95 Sonuç olarak şunu kaydedebiliriz ki, Fârâbî’de mutluluk; ahlâklılık ile iç içe bir anlam taşır. Ona göre mutluluğun anlamı; duygusal kaba bir hazza dayalı mutluluk anlamından oldukça uzaktır. Onda mutluluk aşkın bir anlam ifade eder. F. FAZİLET 94 Bkz. Fârâbî, Tahsilu’s-Seade (Çev. H. Atay ) Ankara 1974; Fusulü’l Medenî, (Çev. H.Özcan), İzmir 1989,s.61 95 Fârâbî, Tenbih s.30;Durak, a.g.e. s.228 55 Fazl kelimesinden kaynağını alan fazilet, Türkçede erdem kelimesiyle karşılanan önemli bir ahlâk kavramıdır. Sözlük anlamı itibariyle, mastar olarak artmak, fazlalaşmak anlamına gelen ve isim olarak eksikliğin olmamasını, fazlalık, ihsan gibi anlamları kendi içerisinde barındıran bir terimdir. İslam dünyasında erdem kavramı, tarihi gelişim süreci içerisinde oldukça geniş bir içerik kazanmıştır. Hadis kitaplarında Kitabü’l-Edep, Kitabü’l-Birr adı altında bu konulara ayrılmış ayrı bölümler yer almaktadır. Fakat faziletlerin asıl sistematik bir yapı içerisinde ahlâki faziletleri ele alan bir içerikle işlenmesi filozoflarla birlikte ortaya çıkmıştır. Eflatun’dan beri ahlâkta dört esas fazilet kabul edilmiştir. Bunlara “fazaili asliye” veya “fazaili erbaa” denir.96 İslam filozofları, faziletleri temel kurallar olarak kabul etmişler ve bunu diğer İslami kurallarla birleştirerek bu faziletlerden daha birçok ahlâki hükümler ve kurallar çıkarmışlardır. Bu faziletler hikmet, şecaat, iffet ve adalettir. İlk üçü ferdi ahlâkı, dördüncüsü de sosyal ahlâkı ilgilendirir. İnsan doğasının, hal ve meleke olmak üzere iki özelliği ahlâk kitaplarında yer alır. Eğer, bir durum, çok çabuk değişiyorsa (gülmek ve ağlamak) buna hal, eğer yerleşirse (erdemler gibi) buna da bilindiği üzere meleke adı verilmektedir.97 İslâm ahlâkçılarına göre ruhun iki gücü vardır. Biri müdrikedir, ruh bununla aklî idraklere muktedir olur. Öteki ise, muharrike olup bedenin hareketleri bundan meydana gelir. Müdrike, nazarî boyutu muharrike ise amelî yöndür. İslâm ahlâkçıları, müdrike ve muharrike kuvvetlerinden meydana gelen geçerli veya makbul, akla uygun ve güzel bir şekilde itidal sınırları içinde yer alan huya erdem adı verirler. İtidalden çıkmış, 96 Durak, a.g.e, s.18; Türker, Küyel Mübahat, “Fârâbî, Hikmet ve Kudatgu Bilig”, Erden, Ankara 1991 97 Çağrıcı,ag.e., 56 ifrat ve tefrite yönelmiş, akla uymayan bu çeşit işlerin meydana gelmesine sebep olan huya da rezilet denir.98 Erdem, iyinin bilinmesini ifade ederken rezilet de iyiyi bilmemeyi içerir. Platon ve Aristoteles, erdem konusunda farklı bir yaklaşım ortaya koyarlar. Eflâtun, erdemi, reziletin zıddı olarak algıladığı halde, Aristoteles, ifrat ve tefritin ortası olarak görür.99 Sadece bilen kişi aşırılıklardan kaçınır. Erdemi bir şeyin zıddı olarak görmek bir açıdan onu ifrata kaçırmak olur. Oysa erdem, ortada olan bir haldir. Erdemin kaynağının ne olduğunu cevaplarken Gazzâlî’nin değerlendirmelerine bakalım. Buna göre, erdem ve rezilete esas olacak üç kuvvet görülmektedir. Bunlar, bilgi, öfke ve şehvet kuvvetleridir. Bu üç kuvvet, üç temel erdeme kaynaklık eder. Bunlar da, hikmet, cesaret ve iffettir. Bir de bu üçlünün uyumundan kaynaklanan dördüncü bir erdem de adâlettir.100 Adâlet, itidal demektir. Bilgi, güzel huyla bezenmiş olarak, itidal üzere işler oluşturursa, buna hikmet, davranış itidal üzere güzel huyla vasıflanmış olarak tezahür ederse, buna adâlet denilir. Şehvet kuvvetinin orta hali iffet, istekleri harekete geçiren kuvvet güzel ahlâkla terbiye edilip mutedil hareketlerin ortaya çıkmasına sebep olursa cesaret oluşmuş olur.101 Kindî, hikmet, necdet ve iffet olarak üç erdemden söz eder. Hikmet, eşya hakkında, bilgi elde etme gücünü ifade eden, teorik bir erdem ve hem de amelî bir özelliktir. Necdet ise, yapılması gerekeni yapmak ve ortadan kaldırılması gerekeni önlemek için her şeyi göze almaktır. İffet ise, bedenin korunması ve geliştirilmesi için gerekli olan şeyleri sağlama, gereksiz olanlara da ilgisiz kalmaktır. Kindî, 98 Kınalızade, Ahlâk-ı Alai s. 54, Aristoteles, Nıcomachean Ethics, Book I, Chp, 1–3. Aristo, a.g.e. 1106/65. 100 Gazzâlî, İhya,III, s. 83; İhya II, s. 10–47; Mizanü’l Amel, s, 134. 101 Kınalızade,a.g.e., s. 54.. 99 57 erdemi, itidale ve adâlete irca ederek, erdemden adâleti, reziletten de zülmü anlamaktadır.102 Fârâbî’nin erdem konusuna yaklaşımını ahlâk tanımında buluyoruz. O’na göre, ahlâk, insanda erdem adı verilen hayırların, güzel eylemler yapma imkânını sağlayan ruhî melekelerin ve istidatların gelişmesini sağlayan bir disiplindir.103 Fârâbî’ye göre fazilet; nefsin, biri fazlalık öteki de eksiklik olmak üzere ikisi de rezilet olan iki eğilimi arasında bulunan, mutavassıt melekeleridir Anlaşılacağı üzere faziletin temelinde orta halli olma özelliği taşıması vardır. Fârâbî’de erdemler; nazarî, fikrî, ahlâkî ve pratik olmak üzere dört genel başlıkta toplanabilir.104 Nazarî erdemler, mutluluğun temel şartı olarak ortaya çıkar. Bilgi ve onun kuvveti sayesinde, varlık ve olaylar karşısında ulaşılan malumat zenginliği ve olgunluğudur. Nazarî erdem, bilgiye dayanmaktadır. Bu erdem bilgiyle değer kazandığı gibi harekete de dönüşür, mutluluğu insan bu erdemle hedeflemiştir. Böylece bilgi bizatihî erdem olmakta ve çeşitli sınıflandırmalar ile birlikte, nazarî erdemi teşkil etmektedir. Fikrî erdemler denilince de, tefekkür kuvveti sayesinde ferde, topluma, ülkeye ve insanlığa iyi olanı aramak ve bulmak için olanca gücüyle çaba sarf edilmesi şekliyle kazanılan erdemler anlaşılmaktadır.105 Nazarî bilgi, sırf bilgi olarak kalmamakta, kuvveden fiile çıkmakta, yoğrulmaya, araştırmaya, teemmüle yönelmektedir. Toplumları yükselten ve yücelten köklü bir devletin yanı sıra bilim ve ahlâk felsefeleri oluşturulmalarında fikrî erdemler, âmil olmaktadır. 102 Ebû Ride, Muhammed Abdülhadi, Resail’ül Kindî el Felsefîyye, Kahire 1950, s. 163–179; 276– 278. 103 Fârâbî, al-Fusus fî’l Hikme, Haydarabad 1345, Matbaa Meclis Dairat al Maarif al Usmaniyye, s. 112. 104 Fârâbî, Tahsilü’s-Saâde, s. 61–71. 105 Fârâbî, a.g.e., s. 65–68. 58 Orta yol olan fiilî erdemlere gelince, ifrat ve tefrite kaçmayan, yani ne fazlası ne de eksiği bulunmayan melekeler olarak anlaşılmaktadır.106 Erdem, bilginin gücünün iradeye aksetmesidir. Daha geçerli ve kapsamlı hayırlara ulaşıyoruz. İsraf ve pintilik ifrat ve tefriti gösterirken, bir erdem olan cömertlik de dengeyi işaret etmektedir.107 Fârâbî’nin şahsında, İslâm ahlâkında bilgiye bazen vasıta değer ve bazen de mutlak değer verildiğini görüyoruz. Bir şey, başka bir amaç için seçilen bir hayır olduğu gibi, bazen de, servete, üne ve otoriteye ulaşmak içinde istenilebildiği görülmektedir.108 Fârâbî, toplumların erdemli olup olmamalarını, bilgi esaslı bir anlayışla ortaya koymaya çalışır. Buna göre; toplum ve devlet, erdemli ve erdemsiz olmak üzere ikiye ayrılır. Bilginin toplumda ve gerek yöneticilerinde egemen olduğu ve teorik sahadan pratik sahaya dönüştüğü toplumlar erdemli toplumlardır. Böylesi toplumlarda mutluluk egemendir. Çünkü bilgi, o toplumu iç ve dış huzur iklimine ahlâkî olgunluklara yöneltmiştir. Öte tarafta, bilgisizliğin hüküm sürdüğü erdemsiz toplumlarda, bilgiden mahrum oldukları için doğru yoldan sapmış, değişikliklere maruz kalan ve yüce değerlere sahip olmayan bir özellik gösterirler.109 Fârâbî’ye göre bir şeyde orta olma durumu, o şeyin çokluğu, azlığı, şiddeti ve zayıflığı ile ilgili bir kriter olmadıkça bulmak zorlaşır. Yani eylemlerde orta olma durumu ancak o eylemlerle birlikte bulunan durumlarla karşılaştırılıp değerlendirildiğinde bilinebilir. Adalet erdemi; akıl kuvveti ile şehvet ve gazabın kontrol altına alınmasıdır. Adalet, tek başına geçerliliği olan bir erdem olmayıp, hikmet, iffet ve cesaretin bir arada bulunmasından kaynaklanan bir erdemdir. 106 Fârâbî, Tahsilü’s-Saâde, s.65. Fârâbî, Fusul, s. 113. 108 Fârâbî, Tenbih ala Sebili’s-Saâde, s. 34. 109 Saruhan, ,İslam Ahlâk Felsefesinde Bilgi ve Hürriyet s.99; Fârâbî, el-Medinetü’l Fadıla, s. 90–91 107 59 İnsanları doğru olanı yapmaya yönelten, sözde, fiilde, adil kılan ahlâkî bir haldir. Amelî akıldan doğan bir erdemdir. 110 Adâleti, erdemlerin en yücesi gören, Fârâbî, el Medinetü’l-Fadıla, ve es Siyasetü’l Medeniyye eserlerinde adâlet kavramı için değişik bir bakış açısı ortaya koyar. İnsan bedeninin organlarını ve işleyişini, toplum düzeninin işleyişine benzeterek değerlendirmelerde bulunan Fârâbî, beden organlarının her birini, toplumu yöneten ve yönetiminde yer alan idarecilere karşılık olarak gösterir. Buna göre beyin, kalbin emrindedir, onun ısısının “itidalini” ölçü ve dengesini sağlar ve bu görev veya fonksiyonu sayesindedir ki, teâllüm, hıfz ve zikr (hatırlama) hayal etme, fikretme gibi ruhî durumların sağlıklı bir şekilde işlemesi birinci aşamada adâleti gerçekleştirir, ikinci aşamada da, insanın tabiatına muvafık fiil ve “adâletli, dengeli, ölçülü” davranışlar tahakkuk eder.111 Eylemlerin orta haline verilen örnekler cesaret, cömertlik, iffet, incelik, sadakat ve dostluk gibi sıralanmaktadır. Bunlardan bazılarını Fârâbî şu şekilde tanımlamaktadır: Cesaret: Cesaret iyi bir huydur ve bu huy korkutucu nesnelerin üzerine orta halli bir atılma ve böyle olan nesnelerden orta halli bir kaçınma ile var olur. Bunların üzerine atılmada fazlalık çılgınlığı getirir, eksiklik ise korkaklığı getirir. Bu da çirkin bir huydur.112 110 Gazzâlî, İhya, III, s. 12 Fârâbî, el Medinetü’l Fadıla, s. 54. 112 Şecaat erdemi de gazap kuvvetinin itidali ile ortaya çıkar. İstekleri harekete geçiren gazap kuvveti, ferdin eyleme dönüşecek davranışlarının dengelenmesiyle mutedil hareketlerin ortaya çıkması şeklinde şecaat olarak tezahür eder. Eksikliği, ifratı, tehavür, aşırılığı, tefriti ise korkaklıktır. Ebû Rıde, a.g.e., 276; İbn Sinâ, Risâle fî’l Ahd, s. 145 111 60 Fârâbî sonrası İbn Sinâ’nın ifadesi ile ödlek insanın, cesur olmaktan duyulan haz konusunda bilgi sahibi olması, onun bu hazzı fiilî olarak duymasına yetmez. Cesaret kazanmak için çaba harcanması gerektiği gibi, insanların nefse, haz ve mutluluk kemâliyetlerini tahsil edebilmeleri için buna uygun bir şekilde ahlâkî erdemlerle süslenmeleri gerekmektedir.113 Cömertlik: Bu, malı orta halli bir koruma ve orta halli bir harcamayla olur. Korumada fazlalık, harcamada eksiklik hali cimriliği meydana getirir. Bu da çirkin bir huydur. Harcamada fazlalık, korumada eksiklik, savurganlığı (israf) meydana getirir. İffet: Bu, hazzı orta halli bir isteyişle meydana gelir. Tutmakla veya evlenmekle vb. ile ilgili hazlardır. Bu hazda fazlalık, aç gözlülüğü, eksiklik ise haz duyma yokluğunu doğurur. Bu ise yerilen bir durumdur.114 Dostluk: Bu, insanın, başkasının hoşuna giden bir söz ve eylemle karşılaşmasında orta halli olan bir durumla meydana gelen bir huydur.115 İnsan, yaptıklarında, konuşmalarında, kullanımında orta halliliğe sahip olduğu oranda erdemlidir. Erdemli olduğu oranda da mutludur. Böylesi fertlerden oluşmuş toplum, faziletli ve mutlu toplumdur. Aristo gibi faziletleri ahlâki ve akli olmak üzere ikiye ayıran Fârâbî, faziletleri ruhun nüzui adını verdiği yönelme/sakınma davranışlarını harekete geçiren 113 İbn Sinâ, Şifa, İlâhîyyat, s. 424–425, Necat, s. 685–686. Kindî, iffeti, beden ve ruhun korunması, geliştirilmesi ve onların tabiatlarına muvafık olarak kalmaları için, gerekeni yapmak ve ortadan kaldırılması gerekeni kaldırmak ve gereksiz olanlara da ilgisiz kalma erdemi olarak tanımlar.114 Ahlâkî açıdan iffet, tecrübe âleminde ve hayatında hayrın ve isteklerin kullanılmasında ifrata kaçmamayı, itidali gösterir. Akıl, şehvet ve öfke kuvvetlerinden, şehvet kuvvetinin itidali olan iffetin, eksikliği, ifratı şereh (bayağı haslara düşkünlük) aşırılığı, tefriti ise humudtur. (Haz duyarsızlığı) behimi nefs, diğer bir ifadeyle şehevî güç, bilgisizliğe, ihtiraslara, boyun eğmesiyle ifrat ve tefrite kaçar. Oysa eksiklik ve aşırılıklarını “akıllı nefsin” bilgi temyizine ve ayrıcalığına tabi kılarsa iffet erdemi ile tanışır. Ebû Rıde, a.g.e., s. 276–278. 115 Fârâbî, Tenbih, s.38–40; 114 61 gücüne hasreder. Nüzui güç, faydalıya yönelme, zararlıdan kaçınma şeklinde tecelli eder, şehvet ve öfke güçlerini kapsamına alarak faaliyetlerini fazilet ölçülerine göre yürütür (veya yürütmez). İffet, şecaat cömertlik ve adalet gibi fazilet ve bunların zıtları olan reziletler bu faliyetten doğar ve tamamen ahlâkidirler. Buna mukabil hikmet, akıl, zekâ ve anlayışlık gibi faziletler ile bunların zıtları olan reziletler akli mahiyettedirler.116 Fârâbî’ye göre fazilet ve rezilet doğuştan değildir. Ancak bunlara doğuştan yatkın olunabilir. Bu, insanın kâtip doğmayıp yazı yazmaya yatkın doğmasına benzetilebilir. Bu, yatkınlığa rağmen fazilet ve rezilet kazanılmıştır ve onların kazanılmasına imkân veren şey, bir davranışı alışkanlık haline getirmek ve bunun içinde çok tekrarlamaktır. Doğuştan yatkınlık, fazilet ve rezilet olmadığına göre, övgüye ve yergiye müstahak olamaz. G. HAZ VE ELEM İslâm ahlâkçıları lezzet denilince, çeşitli sınıflamalara gitmişlerdir. İhvânü’sSâfâ, Gazzâlî ve İbn Miskeveyh’in bu konudaki sınıflandırmalarını görelim.117 Bu sınıflamaları kısa bir değerlendirmeye tabi tutunca, bilginin rolünü daha da belirginleştirmiş olacağız. 116 Kutluer a.g.e. s.191; Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlâk, s.92 Saruhan, Müfit Selim, İslam Ahlâk Felsefesinde Bilgi ve Hürriyet; Çağrıcı, a.g.e. s.92; İhvânu’sSâfâ, Resail, II, s. 59; III. 413; Gazzâlî, Mizanü’l Amel, s. 3–4, İhya, II, s. 245, IV, s. 139–202 Mişkatü’l Envar, s. 10–12; İbn Miskeveyh, Tehzibü’l Ahlâk, s. 100–2. 117 62 İhvanü’s-Safa’ya göre Lezzetler _______________________________________________ ↓ ↓ Şehevî ve Tabiî ↓ Hayvanî ve Hissî Lezzetler ↓ İnsanî ve Fikrî Lezzetler Ruhanî ve Melekî Lezzetler Lezzetler Gazzâlî’ye göre; __________________________________________ ↓ ↓ Aklî Lezzetler ↓ Bütün İnsanlarla Bazı Bütün İnsan ve Hayvanların Hayvanların Yöneldiği Yöneldiği Lezzetler Lezzetler İbn Miskeveyh’e göre; ____________________________________ ↓ ↓ Pasif Lezzetler Aktif Lezzetler (İnfialî) (Fi’lî) İhvânü’s-Sâfâ, yeme, içme gibi şehevî ve tabiî lezzetleri, bütün canlıların müşterek lezzeti olarak görür. Cinsel ilişki, öfke, intikam gibi lezzetler de, hayvanî ve hissî lezzetler arasındadır. İnsanî ve fikrî lezzetler ise, nefsin bilgilere ait mefhumları ve şeylerin gerçekliklerini tanıması yoluyla ulaşılan lezzetleri oluşturur. 63 İhvânü’s-Sâfâ ve onun öncülüğünde, tefekkür, teemmül ve bilgi tahsili lezzetlerin bir türünü oluşturmaktadır. Bilgi lezzet olmakta, insana haz ve dolayısıyla mutluluk vermektedir. Ruhanî ve melekî lezzetlerde, mutluluğu metafizik boyuta taşır görünmektedir. Nefsin, beden sonrası duyacağı lezzetleri belirtmektedir.118 En temel eserlerden birine İbn Sinâ, “Şifa” adını vermiştir. Metafizik, tabiat, ilâhîyat ve psikolojinin çok yoğun ve çok yönlü olarak incelendiği bu eser, insanı teorik ve amelî bilgilerle, varolan üzerinde bilgilendirerek, insanî ve fikrî lezzetlere ulaştırmayı hedeflemiştir. İbn Sinâ, lezzeti, elem ve keder halinde bulunmama olarak ele alır, bir açıdan da lezzet, bir şeyin yetkinliğini yaşamaktır. Lezzetleri müsbet mecraya çeken düşünen nefsin etkisindendir. Düşünen nefs, ahlâkî erdem ve bu erdemlerin vasıtası olarak da, görülebilecek lezzetleri ve duyguları aklî bilgi sayesinde iyilik ve kemâl noktasına doğru sevk eder.119 Dinî bilgileri ve bilimleri canlandırmayı hedefleyerek, “İhyau Ulumi’d Din”i kaleme alan Gazzâlî, ahlâkî meselelere bu eserinde hem nazarî ve hem de amelî açıklamalar getirmektedir. Bir anlamda ahlâkı da ihya etmektedir. Ona göre insan, ahlâkî emri yerine getirirken, onun emir olduğu cihetinden hareket etmelidir: Emir, bir gayeye yönelik olmalıdır. Çünkü gayesiz fiil, onun faili açısından abes olacağından bu gaye en iyi, dinî ve ahlâkî ilkelerle bağdaşır nitelikte olmalıdır. Her şeyin lezzeti de bu açıdan her şeyin kendi tabiatına muvafık bir kemâle ulaşmakta olduğu görülür.120 Hikmet, adâlet, iffet ve şecaat gibi erdemleri ele alalım. Hikmet bilgisinin teorik ve pratik olarak gayesine ulaşması, adâlet erdeminin, iffet ve şecaat erdeminin, 118 Çağrıcı,ag.e.,92 İbn Sinâ, Şifa, İlâhîyyat, s. 418–420; Risâle fî’s Saâde, s. 5; 120 Gazzâlî, İhya, IV, s. 260–261. 119 64 kendi gayelerine muvafık bir kemâle ulaşmaları bir lezzeti ifade eder. Gazzâlî, aklî lezzetten kasdının bilgi ve en temel anlamında Marifetullah “Allah hakkında bilgi” olduğunu dile getirir.121 Bilgi, öncelikle bilgi olması itibari ile bize eşyanın ve değerlerin mahiyetini kavramamızı temin eder. Aydınlatır, iyi ve kötünün bilgisini, mutluluğun kaynağını bize sunar. Öte yandan bilgi, bir açıdan da bizi, bilgilerin bilgisine götürmesi ile önemlidir. Arındığımız, olgunlaştığımız ölçüde, bilgilerin en yücesi ilâhî olanın bilgisine ulaşırız. Gazzâlî penceresinden bilgimizin, çizili ilim ve irfanın sınırlarının ve belli bakılacak olması olursa, yüzünden “Marifetullah”ın bu dünyada eksik olarak idrak edileceğini ve bize böylesi eksik bir bilginin tam bir lezzet veremeyeceğini belirterek, gerçek tam bir lezzetin ahirette kavranacağını ifade eder.122 Fârâbî özellikle Tenbih’de bu konuyu ele almaktadır. Çağrıcı, Kutluer ve Durak’ın ortak vurgusuyla Fârâbî’nin haz konusundaki görüşleri büyük ölçüde Stoa ahlâkının görüşleri ile benzerlik göstermektedir. İnsanların, çirkin ve kötü olarak adlandırılan eylemlerde bulunmasının nedeninin yanlış bir haz telakkisinin fiiller için amaç olarak alınmasından kaynaklandığını belirtmektedir. Sıradan insan, daima hislerle ilgili biyolojik hazların peşindedir. Bu durumda olan insanların telakkisine göre hayatın gayesi bundan ibarettir. Hâlbuki birer araçtır. Araç olan bu lezzetleri insan, yaşamın mutlak değeri, gayesi sanır. Fârâbî, haz ve elemi; kendilerini doğuran durumun sürekliliği veya süreksizliği açısından ele almaktadır. Fârâbî’ye göre, sebebi süreklilik arz eden haz veya elem sürekli olur ki, mutlu bir evliliğin eşliğindeki haz ile yanma duygusu eşliğindeki elem gibi. Sebebi ortadan kalkan haz veya elemde ortadan kalkar veya zıddına dönüşür ki, zina eden şahsın bu fiil 121 122 Gazzâlî, Mizanü’l Amel, s. 3–4. Gazzâlî, Mişkat, s. 10–12, 65 esnasında aldığı hazın fiil sona erdiğinde bitmesi, hatta eleme dönüşebilmesi gibi Fârâbî bir eylemin ahlâki olup olmadığının tespitinde eylemin sonucunda haz veya elem duyulmasının belirleyici olduğunu ileri sürmektedir. Eğer kişi o eylemi gerçekleştirmekten dolayı bir haz duyuyorsa o elem ahlâkidir. Fakat burada hedonist yaklaşımların aksine duyulan hazzın iyi ve erdemli bir fiilin neticesinde ortaya çıkması ile o fiilin ahlâki bir nitelik taşıması söz konusu edilebilir. Aksine durumlarda sadece haz duyulması o eylemi ahlâklı kılmamaktadır.123 Fârâbî’ye göre haz veren şeyler özünde haz veren (el-mülizz bi’z-at) ve dolaylı haz veren (el-mülizz bi’l-arad) şeklinde ikiye ayrılır. Özünde haz veren şey beden veya ruhun, yapısına uygun olana ulaşması (vicdan) demek oluyorken, beden ve ruhun yapısına ters düşen durumdan uzaklaşması (fikdan) ise, dolaylı haz veren şey olmaktadır. Elem içinde aynı durum söz konusudur. Fârâbî’ye göre haz ve elem; insanların ahlâki eğitiminde bir araç olarak kullanılabilir. İnsan sonunda haz alacağını düşündüğü için kötü bir eylemi yapmaya yöneldiğinde elde edeceği hazza daha sonra duyacağı elem nedeniyle karşı koyarak, kötü eylemlerinden vazgeçebilir. Bunun aksine olarak, sonunda elem duyacağını düşünerek iyi bir eylemi yapmaktan vaz geçme durumunda, bu başlangıçta eleme neden olabilecek iyi eylemini, daha sonra elde edeceği haz nedeniyle karşı koyarak, önce elem duyacak olsa bile bu iyi eylemi kolaylıkla gerçekleştirebilir, dolayısıyla da eylemin neticesinde haz alır.124 123 124 Fârâbî, Tenbih, s.38–40; Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlâk, s.92; Kutluer a.g.e. s.191; Durak, a.g.e. s.248 66 Beden ya da ruhun yapısına zıt olan şey özünde elem veren şey iken, uygun bir haz vericinin ortadan kalkması da dolaylı elem veren bir durum olmaktadır.125 Özgen’in ’ın tespitiyle, Fârâbî’ye göre insan hazlara düşkünlükten kendini kurtarabilirse veya onlara ölçülü yaklaşmayı başarabilirse erdemli bir davranışı gerçekleştirmiş olur. Fârâbî bunu tıpkı sağlığın kazanılması için bir hastanın neyi ne kadar yemesinin doktor tarafından tespit edilmesinde olduğu gibi lezzetlere ölçülü yaklaşımdaki gayenin mutluluk olduğunu belirtir. Fârâbî, özgür insanın iyi düşünebilme ve sağlam bir iradi güce (kuvetu’l azime) sahip olduğuna değinerek onların bu sayede haz ve elemi bir araç olarak kullandıklarına işaret eder. Bu sayede onlar iyi eylemlerde bulunmayı, kötü eylemlerden kendilerini korumayı gerçekleştirirler. Bunu başaramayan insanlar ise hayvan tabiatlı, köle ruhlu olarak kalırlar. Fârâbî’ye göre biz, çoğunlukla işitme, görme, tatma, dokunma ve koklamayla elde edilen ‘duyulur’ hazların peşinde koşar; hatta bunları ‘hayatın amacı’ ve ‘yaşamın yetkinliği’ sanır. Oysaki bunlar zorunlu bir iş nedeniyledir. Hayatta kalmak için ‘beslenme’, dünyada kalmak için ‘üreme’ zorunludur. Bu nedenle duyulur hazlar bizde bilinir ve biz bunları elde etmek konusunda daha fazla imkân ve kavrayışa sahipsek yine de bunlar amaç olarak görülmemelidir. Çünkü basit bir düşünmeyle bile duyulur hazların, iyiliklerin birçoğunu engelleyici olduklarını ve mutluluk yolunda kullanılacak en büyük araçtan insanı yoksun bıraktıkları görülür.126 Sonuç olarak şunu kaydedebiliriz ki; Fârâbî’ye göre haz ahlâki bir gaye olamaz, olmamalıdır. Özellikle maddi hazların peşinden koşup, bunları hayatın gayesi sananlar, saadetinde bunlardan ibaret olduğunun sanırlar. Oysa bu haz veren 125 126 Kutluer, a.g.e. s.199 Özgen, Mehmet Kasım, Fârâbî’de Mutluluk ve Ahlâk İlişkisi, s.93 67 şeyler dünya hayatının devamı için zorunlu olan vasıtalardan ibarettir. Mesela beslenme kendi hayatımızın, cinsi birleşme neslimizin devamı içindir. Fakat bunlar saadetin kendisi olmadığı gibi itidalden saptığında saadet-i uzmaya ulaşmaktan bile alıkoyabilirler. O halde hazlar bizatihi kötü değildirler. Fakat onlar ahlâki hayatın bir gayesi ve saadetin kendiside değildirler. Ancak saadete giden yolda bir teşvik unsurudurlar.127 H. ÖLÜM VE MUTLULUK İnsanın varlığı ve ölümü araştırmasının ve tartışmasının izleri İlkçağ felsefesine kadar uzanmaktadır. İslam filozofları felsefeyi ölüme hazırlık128 olarak görürler. Fârâbî, Aristoteles gibi, ölümsüzlüğü sadece nefsin aklî kısmına veriyor. Fârâbî Aristoteles’ten farklı olarak ferdî nefslerin ölümden sonra yaşayabileceklerini kabul eder. Fârâbî sisteminde ölümsüzlüğe giden yol insanî ruhun müstefad akıl düzeyine ulaşmasıyla gerçekleşir. İbn Sinâ ise, insan aklının mükemmelleşme olmaksızın da özü gereği ölümsüz olduğunu düşünür. İbn Sinâ, eğer bir kimse sağken aklî düşünce ile ilişki kuramamışsa, öldüğünde böyle bir güçten yoksun olması dolayısıyla bu eksikliği giderme imkânının bulunmadığını kabul etmektedir. Mükemmelleşme ölümsüzlüğün zorunlu şartı olmadığı gibi, farklı gruplarda ölümsüz ruhlar vardır. Buna göre bazı ruhlar mükemmellikleri neticesinde faal akılla ittisal ederler ve mutluluk içinde Mutlak’a ulaşırlar. Kimi ruhlar da bu ittisal, birleşme sürecinde yeterli bir kemâl ve yatkınlık içinde değildirler. Fizik ve metafiziğin sadece temel prensiplerini idrak 127 128 Kutluer, a.g.e. s.200 Kindi, Risale fi Hudud’il-Eşya ve Rusûmihâ, Ebû Ridâ neşri, Kahire 1950, c. I, s. 172 68 etmişlerdir. Bu tür seviyelerin yanı sıra, mutluluğun neticede aklî düşüncenin gelişmesiyle gerçekleşebileceğini anlayabilenler vardır. Yine bilgisiz olmakla birlikte, erdemli hayata ulaşmış ruhlar da vardır. Bunlar acısız bir varoluşa yöneleceklerdir129. Fârâbî’ye göre, erdemli insan, ölüm karşısında dirayetle durur. Ölümün gerçekleşmesiyle, kendisine hiçbir kötülüğün asla ulaşamayacağını ve ölüm anına kadar kendisine gelmiş olan iyiliğin kendisiyle beraber olduğunu ve ölümle kendisinden ayrılmayacağını düşünür. Bu yüzden erdemli kişi, mutluluğu arttırmaya aracı olan iyi fiilleri gittikçe daha da çoğaltmak için hayatta kalmayı sever. Ölümden korkanlar bilgisiz şehirlerin halkıdır. Cahil insanlar, dünyasal zevklerden mahrum kalma endişesiyle ölümden korkarken fasık insanlar cahil insanlardan daha çok acı duyarlar. Cahil insanlar, mutluluğu sadece ölümle kaybedeceklerini düşünürler. Ölümden sonraki mutluluk hakkında bir şey bilmezler. Bilgiye sahip olmakla birlikte doğru çizgiden uzak bir hayatı seçen fasık ise iyilik üretmemenin acısını daha çok çekecektir.130 Fârâbî, ölüm korkusunun temelini bilgisizliğe dayandırmaktadır. O, özgün yaklaşımında, ölüm korkusundan insanları azade kılmaya çalışırken, insanların biran önce ölmeyi dileyip kurtuluşa ereceklerini telkin etmez. Fârâbî, daha çok insanların hayata değer verip iyi davranışlar gerçekleştirmelerini özendirmektedir. Hayat güzeldir. Mutluluğa giden yol, dünyada iyi davranışlar dan geçmektedir.Fârâbî, ölüm korkusunun temelini bilgisizliğe dayandırmaktadır. O, özgün yaklaşımında, ölüm 129 İbn Sinâ, Necât, 164; ayrıca geniş değerlendirmeler için bkz. Leaman, Oliver, Ortaçağ İslâm Felsefesine Giriş, Türkçesi: Turan Koç, Kayseri 1992, 130–131. 130 Fârâbî,Fusul’ül Medeni,(Özcan çevirisi)s.63; El Medinetü’l Fadila, neşr. Alber Nâdir, Mısır ty.; Türkçe çev. Ahmet Arslan, el-Medînetu’l-Fadıla, Ankara 1991s.98; İslam Filozof ve Düşünürlerinde Ölüm Korkusu ve Tedavisi", A.Ü.İ.F.D.Sayı, 47,2006 69 korkusundan insanları azade kılmaya çalışırken, insanların biran önce ölmeyi dileyip kurtuluşa ereceklerini telkin etmez. Fârâbî, daha çok insanların hayata değer verip iyi davranışlar gerçekleştirmelerini özendirmektedir. Hayat güzeldir. Mutluluğa giden yol, dünyada iyi davranışlar dan geçmektedir.Fârâbî en yüksek mutluluğun ölümden sonra gerçekleşeceğine inanmaktadır. Ruhun bedende mahsup olduğu ve ancak oradan kurtulduktan sonra tam mutluluğa ulaşmasını engelleyen kayıtlardan kurtulacağı şeklindeki görüş, öteki Müslüman düşünürler gibi Fârâbî tarafından da benimsenmiştir.131Fakat bu ölümün iyi olduğu ve istenilecek bir şey olduğu düşüncesini beraberinde getirmez. Fârâbî’ye göre faziletli insan, ölümle; sadece ölümden sonraki mutluluğunun artmasına aracı olan davranışları çoğaltabilmeyi kaybeder. Erdemli insan, ölümde acele etmeyip kendisine mutluluk kazandıracak şeyleri artırmak, erdemli eylemlerle mensubu bulunduğu ülkenin (medine) yurttaşlarına iyilikte bulunmak için uzun süre hayatta kalmanın yollarını aramalıdır. Ancak ölümü, hayatta kalmasından daha yararlı olduğunda istemeli ve ölüme koşarak gitmelidir. Fârâbî’ye göre ölüm korkusu ancak cahil ve fasık ülke halkları için geçerlidir. Onların ahlâk telakkisine göre, değerli olan şeyler bu dünya malları ve zevk veren şeylerdir, onlar ölümden sonraki mutluluk hakkında hiçbir bilgiye sahip değildirler. Bu sebepten faziletli insanın ölüm hakkındaki endişesi, ölümle kendisine gerçekten çok büyük bir kötülüğün ulaşacağını düşünen kişinin endişesi değildir. Aynı zamanda, daha önce kendisine gelmiş olan ve şimdi, ölüm vasıtasıyla elinden çıkacak olan büyük bir iyiliği kaybedeceğini düşünen kişinin endişesi de değildir. Onun endişesi; kaybettiği şeyin, kendisine gelmekte olan bir kazanç olduğu, fakat o kendisine katılsaydı daha önce 131 Çağrıcı, a.g.e. s.94 70 ulaşmış olduğu iyiye eklenen bir fazlalık gibi olacağını düşünen kişinin endişesidir. Kaybettiği şeyin kendisinin sermayesi olmayıp ancak hesaplamakta ve ümit etmekte olduğu bir kar gibi düşünen kişinin endişesine yakındır. Bu bakımdan o asla korkmaz; bilakis mutluluğu artırmasına vasıta olan iyi filleri gittikçe daha artırabilmek için hayatta kalmayı sever.132 Fârâbî ruhları bedenden ayrıldıktan sonra mutluluk açısından üç kısımda inceler. Birincisi faziletli ruhların oluşturduğu ebedi olarak mutlu kalacak ruhlar, ikincisi ebedi olarak mutsuz olacak cahil nefisler, üçüncüsü de kendileri için mutluluk ve mutsuzluğun söz konusu edilmeyeceği ruhlar. Fârâbî için ölümden sonrada mutluluk ve mutsuzluk söz konusudur. Erdenli nefisler kendi mertebelerine göre yetkinlik kazanacaklar ve bu durumda da erdemli şehri oluşturan birlik gibi bir arada bulunacaklar ve birlikleriyle yardımlaşarak mutluluklarının artırılmasına katkı sağlayacaklardır. Dolayısıyla ahiret hayatında da mutluluk süreklilik kazanarak, kemiyet ve keyfiyet açısından artırılabilmektedir.133 132 133 Fârâbî, Füsul, s.62 Durak, Nejdet, Platon ve Fârâbî Felsefesinde Erdem Kavramı, s.134 71 SONUÇ Meşşâi Sistemin en önemli filozoflarından olan Fârâbî, felsefeyi en iyi anlayan ve ilkçağ batı, özellikle de Aristo felsefesini en iyi bilen kişidir. Kendisinden sonra İslam dünyasında gelişen felsefenin bütün temel meseleleri için hareket noktasını teşkil etmektedir. Fârâbî’nin genel felsefesindeki rasyonalizm, ahlâk anlayışına da hâkimdir. Zira ona göre ahlâki gelişmeye yalnızca bedensel davranışlarla değil, akıl yoluyla ve fikri çalışmalarla ulaşılır. Filozofumuzun metafizik düşüncesinde olduğu gibi ahlâk düşüncesinde de Aristo, Eflatun ve Yeni Eflatunculuğun etkisi olmuştur. İnsanın sosyal bir varlık olduğu şeklindeki Aristocu tezi kullanarak, fikri ve ahlâki yetkinliklerin ancak bir toplum içinde kazanılabileceğini düşünmüştür. Yani insanın tek başına mutluluğa ulaşmasını mümkün görmez. Bu sebeple felsefesinde siyaset ve ahlâk kesin olarak bir bütünlük arz eder. Ahlâk felsefesini, toplum ve devlet felsefesi üzerine kuran Fârâbî, daima rastgele bir insanın ahlâkından değil, toplumda yahut “Medine”de yaşayan insanın ahlâkından söz etmiş, ayrıca siyaseti de yalnızca dar anlamda sosyal birliği koruyan, menfaatleri bölüştüren ve sorumlulukları düzenleyen cismani bir yönetim biçimi saymakla yetinmemiş, bunun yanında ve daha da önemlisi, her insanın liyakatı ölçüsünde mutluluktan pay almasını sağlayacak olan bütün imkânları araştıran bir disiplin olarak düşünmüştür. 72 Fârâbî’nin ahlâk felsefesinde en çok önem verdiği konu mutluluktur. Diyebiliriz ki Fârâbî, ahlâk felsefesini mutluluk üzerine temellendirmektedir. Ona göre mutluluk, başka şeylerin elde edilmesi için değil, sadece kendisi için istenilen iyiliktir. Çünkü insanın mutluluğun ötesinde ulaşabileceği daha büyük bir şey yoktur. O, insan eylemlerinin ve çabalarının en son amacı olarak hep mutluluğu göstermektedir. Ancak bilinmelidir ki, Fârâbî’nin kastettiği mutluluk, insanın sadece biyolojik ve duygusal taleplerini karşılamak ve sıradan bir hayat yaşamak suretiyle elde edeceği maddi ve bedeni bir rahatlık veya memnunluk hali olmayıp; ancak aklın ve akla uygun yaşamanın verebileceği düşünce, bilgi ve beceri ile kazanılabilecek ruhi bir yetkinliktir. Aklın etkinliğinden kaynaklanan bir durumdur. Şunu kaydedebiliriz ki, Fârâbî’de mutluluk; ahlâklılık ile iç içe bir anlam taşır. Ona göre mutluluğun anlamı; duygusal kaba bir hazza dayalı mutluluk anlamından oldukça uzaktır. Onda mutluluk aşkın bir anlam ifade eder. Fârâbî’nin amacı mutlu birey, halkı mutlu şehir, mensupları mutlu millet, milletleri mutlu olan bir dünyadır. 73 KAYNAKÇA Abdulhalim, Mahmut, Et Tefkiru’l Felsefî fî’l İslâm, Kahire 1968. Abdurrahman, Şeref, İlm-i Ahlâk, İstanbul, Karabat Matbaası, 1318. Abdürrazîk, Mustafa, Temhid li Tarihi’l Felsefeti’l İslâmiyye, Kahire 1966. Açıkgenç, Alpaslan, Bilgi Felsefesi, İstanbul 1992. Adler, M. The Idea of Freedom, N.Y. 1961. Adıvar, A. Adnan, “Fârâbî”, İslam Ansiklopedisi M.E. B.Yay. İstanbul 1964. Afifî, A.E. Muhyiddin İbnü’l Arabî’nin Tasavvuf Felsefesi, (Çev: M. Dağ), Ankara 1975. Ahmet, Emin, Zuhru’l İslâm, Kahire 1966. -------, Kitabü’l Ahlâk, Kahire 1925. Ahmet, Mahmut, el Felsefetü’l Ahlâkîyye fî’l Fikril İslâmî, Kahire 1983. Ahmet, Naim, Ahlâk-ı İslâmiyyenin Esasları, İstanbul 1342. Ajdekıewıcz, K. Temel Kavramlar ve Kuramlar, Felsefeye Giriş, (Çev: A. Cevizci), Ankara 1994. Akarsu, Bedia, Ahlâk Öğretileri, İstanbul 1982. -------, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Ankara 1984. Akseki, Ahmed Hamdi, Ahlâk Dersleri, İstanbul 1968. -------, Ahlâk İlmi ve İslam Ahlâkı, Ankara 1989 74 Ali, İrfan, Rehber-i Ahlâk, İstanbul 1317. -------, Mufassal Ahlâk-ı Medenî, İstanbul 1327. -------, Mufassal Ahlâk-ı Medenî, İstanbul 1327. Ali, Kemal, İlm-i Ahlâk, İstanbul 1330. Ali, Rıza, Ahlâk ve Ma’lûmât-ı Medenîyye, İstanbul 1326. Ali Seyyidi, Ma’lumat-ı Ahlâkîyye, İstanbul 1334. Altıntaş, Hayrani, İslâm Ahlâkı, Ankara 1996. -------, İbn Sinâ Metafiziği, Ankara 1986. -------, Marifetname’de Tasavvuf, İstanbul 1981. -------, Tasavvuf Tarihi, A.Ü.İ.F.Y. 1991. Alper, Ömer, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy, Felsefe-Din İlişkisi, İstanbul 2000. Anay, Harun, Celaleddin Devvanî, Hayatı, Eserleri, Ahlâk ve Siyaset Düşüncesi, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1994. Aristoteles, The Nichomachean Ethics, (A Commentary by the Late) H.H. Joachim, Oxford, The Clarenden Press, 1951. -------, İlmü’l Ahlâk ila Nikomahos, terc: Lütfi es-Seyid, Kahire 1924. -------, Organon, I. Kategoriler, (Çev: Hamdi Ragıp Atademir), Ankara 1947. -------, Nikomakhos’a Etik, (Çev: Saffet Babür) H.Ü.Y., Ankara 1988. -------, Metafizik, Çevr. (A. Aslan) İzmir 1985.. Armağan, Servet, İslâm Hukukunda Hak ve Hürriyetler, Ankara 1987. 75 Arslan, Ahmet, Felsefeye Giriş, Ankara 1994. Arslan, Mahmut, Step İmparatorluklarında Sosyal ve Siyasî Yapı, Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1984. Aster, Ernst Von, Bilgi Teorisi ve Mantık, 1972. Aşkar, Mustafa, Niyazî-i Misrî ve Tasavvuf Anlayışı, K.B.Y., Ankara 1998. Ateş, Süleyman, Kur’an-ı Kerim’in Yüce Meali ve Çağdaş Tefsiri, A.Ü.İ.F.Y. Attas, Nakip, Islam Secularism and Phılosophy of Future, London 1984. -------, Prolegomena to Metaphsics of Islam, Kuala Lumpur, 1995. Averroes On Ploto’s Republıc, translated by, Lerner R. Introduction and notes, Ithaca. N.Y., Cornell Univerily Press, 1974. Aydın, Hüseyin, Muhasibî’nin Tasavvuf Felsefesi, Ankara 1976. Aydın, İbrahim Hakkı, Fârâbî’de Bilgi Teorisi, İstanbul 2003. Aydın, Mehmet S., Tanrı Ahlâk İlişkisi, Ankara1991. -------, “Fârâbî’nin Siyasî Düşüncesinde Saâdet Kavramı”, A.Ü.İ.F.D., XXI, Ankara 1984 -------, “ Fârâbî’de Pratik Akıl Yürütme” D.E.Ü.İ. F. D., Sayı XXI, İzmir 2005 Aydınlı, Yaşar, Fârâbî’de Tanrı-İnsan İlişkisi, İstanbul 2000. Ayer, A.J. The Problem of Knowledge, Penguin Books, 1971. Ayni, Mehmet Ali, Hayat Nedir? İstanbul 1945. -------, Türk Ãhlakçıları, İstanbul 1939. 76 Batuhan, Hüseyin, “Etik Önermelerin Çözümü”, Felsefe Arkivi, c. V, s.1, İstanbul 1960. Bayrakdar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Ankara 2005. Bayraklı, Bayraktar, Fârâbî’de Devlet Felsefesi, İstanbul 1983. -------, “İslâm ve Batı Eğitim Felsefelerinde Varoluşçuluk”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, İstanbul 1996, Bircan, Hasan Hüseyin, İslam Felsefesinde Mutluluk, İstanbul 2001. -------, İslam Felsefesine Giriş, İstanbul 2008. ------- ,“Fârâbî’nin İlimler Bağlamında Siyaset ve Ahlâkın Neliği”, İslamiyat, Sayı4. Bolay, S.Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Ankara, 1987 Burslan, Kıvamettin, Uzlukoğlu Fârâbî, İstanbul 1935. Cabiri, Muhammed Abid, Arap-İslam Aklının Oluşumu, İstanbul 2001 Cemil,Saliba, el Mu’cemü’l Felsefi,Beyrut 1982. Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Ankara 1996 Corbin, Henry, İslam Felsefesi Tarihi,(Çev. Hüseyin Hatemi) İstanbul 1994. Cunbur,M.- Binark,İ.-Sefercioğlu,N.,Fârâbî Bibliyografyası,Ankara 1973. Çağrıcı, Mustafa, Anahatlarıyla İslam Ahlâkı, İstanbul 1991. -------, İslam Düşüncesinde Ahlâk, İstanbul 1989. Çubukçu, İ.Agah, İslam Düşüncesi Hakkında Araştırmalar, Ankara 1983. -------, “Mu’tezîle ve Akıl Meselesi”, A.Ü.İ.F.D., Cilt XII, Ankara 1964. 77 ------, “Türk-İslam Filozofu Fârâbî ve Düşüncesi”, Belleten Sayı 194, Ankara 1985 Dağ, Mehmet, “İbn Sinâ’nın Psikolojisi”, T.T.K.Basımevi, Ankara 1984. -------, İslam Felsefesi Tarihi, Samsun (1986–87 ders Notları) Daiber,Hans,”The Ruler as Philosopher :a New Interpretation of all Fârâbî’s View” (Amsterdam and N.York,)1986 Dalkılıç, Mehmet, İslam Mezheplerinde Ruh, İstanbul, 2004 Dankoff, Robert, “Inner Asian Wisdom Traditions in the Pre Mongol Period” J.A.O.S. Vol: 111, 1981. David,C.Reisman, , “Al Fârâbî and The Philosophical Curriculum”,Cambridge 2005. De Boer, T.J., İslamda Felsefe Tarihi,(Çev.Yaşar Kutluay) Ankara 1987. Dunlop, D., “İbn Bajjas Tadbirul Mutawahhid”, J.R.A.S., April (1945), Durak, Nejdet, Aristoteles ve Fârâbî’de Etik, Isparta 2009. -------,Platon ve Fârâbî Felsefesinde Erdem Kavramı, Isparta 2009. Ebû Ride, Muhammed Abdülhadi, Resail’ül Kindî el Felsefîyye, Kahire 1950. Eralp, Vehbi, “Determinizm ve Hürriyet Üzerine Düşünceler”, c. V, İstanbul 1960. Erdem, Hüsameddin, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlâk, Konya 1985. Fahri, Macit, Al Fârâbî,Founder of İslamic Neoplatonism, Oxford,2002 -------,İslam Felsefesi Tarihi, (Çev. Kasım Turhan) İstanbul 1992. Färäbî, İhsau’l Ulûm, (La Statistique de Sciences) Tah: Usman Amin, Dar al-Fıkr al . Arabî, Mısır 1949, Matbaat al-İ’timad -------, İhsau’l Ulûm, (Çev. Ahmet ATEŞ) M.E. B. Yay. İstanbul 1990 78 -------, Risale fîma Yanbaği an Yukaddem Kable Teallûm el-Felsefe,Leiden 1890. -------, Mesailü Mütefferrika, London 1890; Haydarabad al Dakkan 1344. -------, El Fusus fî’l Hikme, Haydarabad 1345. -------, el Medinetü’l Fadıla, Beyrut 1959. -------, el Medinetü’l Fadıla, (Çev. Ahmet ARSLAN), Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1990 -------, el-Medinetü’l-Fadıla, (Çev. Nafız Danışman), İstanbul 1990 -------, Fusulü’l Medenî, Nşr. M. Dunlop Cambridge 1961. -------, Fusulü’l Medenî, (Çev. Hanefi ÖZCAN), İzmir 1989. -------, el Mesaili’l Felsefîyye ve’l Ecvibe Anha, (Nşr. Ahmet Naci Cemalî), Mısır 1970. -------, et Tevbiah fî’l Mantık, M. Türker Küyel Neşri, “Fârâbî’nin Bazı Mantık Eserleri İçinde”, Ankara 1990. -------, et-Talikat, Haydarabad 1346. -------, Kitabü’s-Siyasetü’l Medeniyye, Neşşar Neşri, Beyrut 1965. -------, es-Siyasetü’l Medeniyye, (Çev. M.AYDIN, A.ŞENER, R.AYAS) İstanbul 1980 -------, Kitabu’l Mille ve Nusus Uhra, tahkik: Muhsin Mehdi, Beyrut 1968. .-------, Tahsilu’s-Saâde, Nşr. Cafer Ali Yasin, Beyrut 1983. -------, Tahsilu’s-Saâde, (Çev. Hüseyin Atay) Ankara 1974. -------, Tenbih ala Sebili’s-Saâde, D.Maarif, Haydarabad 1346. 79 -------, Tenbih ala Sebili’s-Saâde, (Çev. Hanefi Özcan) İzmir 1993. Farukî, İsmail Faruk, “On the Ethics of the Brethren of Purity” Muslim World 50 (1960). Frankena, William, “Obligation and Ability” in BLACK M. (ed). Philosophical Analysis Ithacai Cornellean Press, 1950. Gazzâli, İhyau Ulumi’d Din,Kahire 1962. -------, Mizanü’l Amel,1328. -------, Mişkatü’l Envar, Kahire 1964. Güriz, Adnan, “İrade Hürriyeti”, A.Ü.H.F.D., c. XXII, Ankara 1965/66, sayı 1–4 Gutas Dımıtrı, “Classical Arabic Wisdom Traditions in the Pre Mongal Period” J.A.O.S. Vol: 101, 1981. Horten, Max, “Moral Phılosophers in Islam,” Journal of the İslamic, Research Institute, İslamic Studies, Vol XIII, March 1974. Hourani, “Two Theories of Value in Medieval Islam, İn İslamic Ethics”, The Muslim World, 1960. -------, “Averroes on God and Evil” Studio Islamaca, MLMCXIII. -------, “Ethical Presuppesitions of the Qur’an”, Muslim World, LXX, I, (1980) İbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ankara 1989. İbn Hallikan, Vefayetü’l-Ayan IV. Kahire 1948. İbn Miskeveyh, Ebû Ali Ahmet b. Muhammed, el Hikmetü’l Halide Cavidan Hırad, (Nşr. A.Bedevî), Kahire 1952. 80 -------, Tehzibü’l Ahlâk ve Tathirü’l Arak, Beyrut 1398. -------, Kitabü’l Fevzü’l Asgar, Beyrut 1319. İbn Munzur, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1990. İbn Sinâ, en Necat, (neşr. Macit Fahri), Beyrut, 1985. -------, İlmü’l Ahlâk, Mecmuatu’r-Resail İçinde, Kahire 1328. -------, Risâle fî’l Ahd, Mısır. -------, eş-Şifa, Kahire 1960. -------, Risâle fî’s Saâde,Haydarabat 1933. İhvanü’s Safa, Resailü İhvavanü’s-Safa, Beyrut 1987. .Kaufman, A.S. “Ability” Journal of Philosophy, Vol: 60, (Sept 12, 1963) Kaya, Mahmut, “ Fârâbî”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1995. -------, “Peripatik Felsefede İnsan Aklının Faal Akılla Olan İlişkisi ve İbn Rüşd’ün Farklı Yaklaşımı”,Türkiye II. Felsefe, Mantık, BilimTarihi Sempozyumu,İzmir 1987. Keklik, Nihat, İslam Mantık Tarihi ve Fârâbî Mantığı, İstanbul 1970. Kıllıoğlu, İsmail, Ahlâk-Hukuk İlişkisi, İstanbul 1988. Kınalızade,Ali Çelebi, Ahlâk-ı Alai, Bulak Baskısı Kutluer, İlhan, İslam Felsefe Tarihinde Ahlâk İlminin Teşekkülü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1989. Kuyurtar, Mehmet. İbni Haldun’un Ahlâk Hakkındaki Görüşleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992. 81 Küyel, Mübahat, “Değer ve Fârâbî” , A.Ü.İ.F. Dergisi sayı 20 Ankara. Levend, Agah Sırrı, “Ümmet Çağında Ahlâk Kitaplarımız”, T.D.A.Y., Belleten 1963. Leaman, Oliver, Ortaçağ İslâm Felsefesine Giriş, Türkçesi: Turan Koç, Kayseri 1992. Macid, Fahri, “The Platonism of Miskeveyh and Its Implications For Him Ethics,” Studia Islamica, G.P. Malsonneuve-Larose Paris 1975. Macit, Muhittin, “Fârâbî’ye Nisbet Edilen İki Risale” M.Ü. İ.F.D İstanbul,2006 (5– 21) Mengüsoğlu, Takiyyetin, Felsefeye Giriş, İstanbul 1983. Nasr,Seyyid Hüseyin-Leaman,Oliver,İslam Felsefe Tarihi,cilt I, İstanbul 2007. Okandan, Recai, Devletin Menşei, İstanbul 1945. Olguner, Fahrettin, Fârâbî, İzmir 1993. Özdemir, İbrahim, “İslâm Felsefesinin Günümüzdeki Sorunları”, Günümüz Din Bilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu, Samsun 1989. Özgen, Mehmet Kasım, Fârâbî’de Mutluluk ve Ahlâk İlişkisi, İstanbul 1997. Quesem, Muhammed Abdül, “Psychology in İslamic Ethics”, The Muslim World 71, 1981. Pazarlı, Osman, İslamda Ahlâk, İstanbul 1980. Pieper, Annemarie, Etiğe Giriş. İstanbul 1999. Plotinus, Eneadlar, Seçmeler, Fransızcadan çev. Zeki Özcan, Bursa,2000. 82 Rosenthal, Erwin I.,Ortaçağ’da İslâm Siyaset Düşüncesi, çev. A. Çaksu, İstanbul 1990. Saruhan, Müfit Selim, İslam Ahlâk Felsefesinde Bilgi ve Hürriyet, Ankara,2005. -------,İslam Meşşai Felsefesinde Filozof, Ankara, III. Baskı,2010. -------,“Ahlâk Felsefemizde İyi ve Kötünün Sebepleri” ,İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 15,Sayı,4,Ankara,2002. -------,İbn Miskeveyh Düşüncesinde Tanrı ve İnsan, Ankara, III. Baskı,2010. -------,"İslam Filozof ve Düşünürlerinde Ölüm Korkusu ve Tedavisi", A.Ü.İ.F.D.Sayı, 47,2006 --------“Fârâbî’de Medeniyetin Kurucu İlkeleri”Kutadgubilig, Felsefe-Bilim Araştırmaları, İstanbul, Ekim,2010 sayı,18, Spinoza, Ethica,(Çev. H.Ziya Ülken) Ankara, Sunar, Cavit, İslamda Felsefe ve Fârâbî, I-II, A.Ü.İ.F.Yay. Ankara 1972. Taneri, Aydın, “Türk Devlet Geleneği Dün ve Bugün”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, Ankara 1975. Taylan, Necip, Anahatlarıyla İslam Felsefesi, İstanbul 1985. Taylor, Richard, “I can in Philosophical Review”, Vol: 59, 1960. Turan, Osman, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 1979. Türker, Küyel Mübahat, Aristoteles ve Fârâbî’nin Varlık ve Düşünce Öğretileri, Ankara 1969. -------, “Fârâbî, Hikmet ve Kudatgu Bilig”, Erden, Ankara 1991. 83 Uysal Enver, “Kindî ve Fârâbî’de Akıl ve Nefs Kavramlarının Ahlâkî İçeriği” Uludağ . Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C13. Sayı,2,2004 Ülken, H.Ziya, Ahlâk, İstanbul 1946. -------,Bilgi ve Değer, Ankara (Tarihsiz) -------,Genel Felsefe Dersleri, Ankara 1972. -------, İslam Felsefesi, İstanbul 1993. -------, Türk Tefekkür Tarihi, İstanbul 1933. Zekeriya er Razi,”Kitabu’s-Sireti’l Felsefiyye,”Resail Felsefiye, Tah. Komisyon, Beyrut,1982. 84 ÖZET (Kurtaran,Mahmut,Farabi’nin Ahlak Felsefesi,Yüksek Lisans Tezi, Danışman:Doç.Dr.Müfit Selim Saruhan,86 s.) Fârâbî’nin Ahlâk Felsefesi başlıklı tezimizde temel çabamız; İslam Felsefesinin önemli temsilcilerinden olan Fârâbî’nin ahlâk felsefesini ortaya koymaya çalışmaktır. Çalışmamızda Fârâbî’nin İslam felsefesindeki yeri ve metoduna değinerek eserlerinin temel özellik ve içerikleri ahlâk felsefesi açısından ele alınmıştır. Nefs ve epistemolojiye dayalı ahlâk felsefesinin pratik boyutlarla olan yönünü incelemek tezimizin başlıca konusunu oluşturmaktadır. Tez çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır.Birinci bölümde, Fârâbî’nin İslam Felsefesindeki yeri ve önemi üzerinde durularak eserlerinin genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır. İkinci bölümde ise; Fârâbî’de Ahlâk başlığı altında, onun düşünce sistemi içinde ahlâkın kaynağı, ahlâk-siyaset ilişkisi, ahlâkın geliştirilmesi ve eğitimi,saadet,fazilet,haz ve elem,iyi ve kötü,ölüm ve mutluluk konusundaki görüşleri incelenmiştir. Anahtar kelimeler: Fârâbî, İslam Ahlakı, İslam Felsefesi, Ahlak Felsefesi, Mutluluk, Fazilet. 85 ABSTARACT (Moral Philosophy of Al Farabi) Our basic effort in our thesis titled “Moral Philosophy of Fârâbî” is trying to introduce the moral philosophy of Fârâbî who is among the important representatives of Islamic Philosophy. In our research, basic characteristics and contents of Fârâbî’s works are considered in terms of Islamic Ethics by mentioning his position and method in the Islamic philosophy. Examining the practical aspect of Moral Philosophy based on free will and epistomology consists the main theme of our thesis Our thesis study consists of two parts. In the first part, a general evaluation of Fârâbî’s works are done by mentioning their position and importance in Islamic Philosophy. In the second part, Fârâbî’s thoughts about the source of ethics according his doctrines, the relation between ethics and politics, improving and training the morals, joy, virtue, pleasure and sorrow, good and bad, death and happiness are examined under the title of “Fârâbî’s Moral Values”. Key words are: Farabi, Islamic Ethics, Islamic Philosophy, Moral Philosophy, Happiness, Virtue. 86