peygamberimizin hayatı

advertisement
ORTAÖĞRETİM
PEYGAMBERİMİZİN HAYATI
9. SINIF
İSMAİL HALUK PÜTKÜL
VASİH ZÜLFİKAR
MUHLİS KÖRPE
EDİTÖR
MUHLİS KÖRPE
DİL UZMANLARI
CANER AKYURT
HAKAN ŞENGÜL
ÖLÇME DEĞERLENDİRME UZMANI
SİNAN YAPICI
GÖRSEL TASARIM
ÖMER KAPUKAYA
PROGRAM GELİŞTİRME UZMANI
MEHMET İNTİZAM
REHBERLİK UZMANI
SALİM KÖSE
2
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı.
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl. . .
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Ruhumun senden, İlahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar - ki şahadetleri dinin temeli Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan, İlahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın. . .
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif ERSOY
3
ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk
cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde
dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek,
dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve
cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân
ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok
nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş,
bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve
memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün
bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere,
memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve
dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu
iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî
emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde
harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait
içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl
kanda, mevcuttur!
4
Mustafa Kemal ATATÜRK
5
İÇINDEKILER
İÇİNDEKİLER
TANITIM ŞEMASI
ÜNİTE 1: RİSÂLET ÖNCESİ ARAP YARIMADASI
1. Peygamberimizin (s.a.v) Hayatını Öğrenmenin Önemi
2. Risâlet Öncesi Dünyanın Dinî Durumu
3. Risâlet Öncesi Arap Yarımadası’na Genel Bakış
3.1. Dinî Hayat
3.2. Siyasi Hayat
3.3. Sosyal ve Ekonomik Hayat 3.4. Kültürel Hayat
4. Risâlet Öncesi Hicaz 4.1. Mekke
4.2. Yesrib
4.3. Taif ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM ÜNİTE 2: PEYGAMBERİMİZİN RİSÂLET ÖNCESİ HAYATI
1. Peygamberimizin (s.a.v) Soyu ve Ailesi
2. Peygamberimizin (s.a.v) Doğumu ve Çocukluğu
3. Peygamberimizin (s.a.v) Gençlik Dönemi
4. Peygamberimizin Nübüvvet Öncesi Ahlaki Olgunluğu 5. Peygamberimizin (s.a.v) Hirâ’da Tefekkür Günleri ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM ÜNİTE 3: PEYGAMBERİMİZİN MEKKE YILLARI
6
1. Risâlet ve Peygamberimiz
1.1. İlk Vahiy
1.2. Gizli ve Açık Davet
1.3. İlk Müslümanlar
2. Mekke’de İslam Davetine Tepkiler 2.1. Mekke’de İslam’ı Kabul Edenlerin Genel Özellikleri 2.2. Müşriklerin İslam Davetine Karşı Çıkma Sebepleri
3. Habeşistan’a Hicret
4. Hz. Hamza (r.a) ve Hz. Ömer’in (r.a) Müslüman Oluşları
5. Boykot Yılları 6. Taif Yolculuğu
7. İsrâ ve Mirac
8. Yeni Yurt Arayışı 8.1. Yesriblilerle İlk Temas
8.2. Akabe Biatları
6
8
12
16
19
19
21
22
22
25
26
30
31
32
36
38
42
46
50
54
58
58
61
64
65
65
66
68
71
73
75
78
80
80
81
9. Yesrib’e Hicret
9.1. Müslümanların Hicreti
9.2. Peygamberimizin Hicreti
9.3. Kubâ’ya Varış
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM ÜNİTE 4: PEYGAMBERİMİZİN MEDİNE YILLARI
83
83
84
87
89
1. Medine’de İslam Toplumunun Oluşumu
1.1. Mescid-i Nebi’nin İnşası
1.2. Ashâb-ı Suffe
1.3. Muhacir-Ensar Kardeşliği
1.4. Medine Sözleşmesi
1.5. Namaza Davet: Ezan
1.6. Medine Pazarının Kurulması
1.7. Kıblenin Değişmesi
2. Seriyye ve Gazveler 2.1. Savaşa İzin Verilmesi 2.2. İlk Seriyyeler 2.3. Bedir Gazvesi
2.4. Uhud Gazvesi
2.5. Recî ve Bi’r-i Maune
2.6. Hendek Gazvesi
2.7. Hudeybiye Antlaşması
2.8. Mekke’nin Fethi
2.9. Huneyn Gazvesi
3. Nifak ve Münafıklar
4. Diğer Din Mensuplarıyla Münasebetler
4.1. Yahudilerle İlişkiler
4.2. Hristiyanlarla İlişkiler
5. İslam’a Davet Mektupları
6. Heyetlerle Görüşmeler
7. Veda Haccı ve Veda Hutbesi
Veda Hutbesi
8. Peygamberimizin Vefatı
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM 94
94
95
96
97
98
99
100
101
101
103
103
104
106
107
109
110
111
112
117
117
120
122
125
126
128
129
132
SÖZLÜK
KAYNAKÇA
134
136
7
TANITIM ŞEMASI
2. ÜNİTE
PEYGAMBERİMİZİN RİSALET ÖNCESİ HAYATI
Ünite kapağı
görseli.
Rahip Bahira Manastırı, Busra - Suriye
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Efendimiz Hz. Muhammed’e (sav) peygamberlik görevi verilmeden önceki
hayatı hakkında neler biliyorsunuz? Sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
2. Mekke’nin cahiliye devrindeki hâlini hatırlayınız. Böylece Peygamberimizin
(sav), niçin Mekke’den uzaklaşmak isteyerek Hirâ Dağı’na çekildiği ile ilgili
tahmin yürütünüz.
Ders dışı hazırlık
soruları
3. Peygamberimizin (sav) Kur’an-ı Kerim’de neden “Sen elbette yüce bir ahlak
üzeresin.” (Kalem suresi, 4.ayet.) ayetiyle övüldüğünü sınıfta arkadaşlarınızla
düşüncelerinizi paylaşın.
4. Peygamberimizin (sav) evlat, eş, baba, tüccar ve toplumun bir bireyi olarak
sergilediği davranışlar, peygamber olarak sergilediği davranışlardan farklı
olsaydı bu çelişkili durum, onun tebliğ görevini nasıl etkilerdi? Sınıfta tartışınız.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Peygamberler, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak için gönderildi.
Her ünite için ayrı
renk şerit
Konu ile ilgili görseller
1. Risalet ve Peygamberimiz (sav)
1.1. İlk Vahiy
Yüce Rabbimiz; insanlara kendini tanıttıran, harika şekilde yarattığı âlemi
anlatan, insanları kötülüklerden ve günahlardan koruyup kurtarıcı nasihatlerle irşat
eden peygamberler göndermiştir. Onlara risalet görevi vermiş; böylece insanlara
ilahi emir ve yasaklarını bildirmiştir.
Konu metni
Allah’ın (cc) peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği emir ve yasaklarına vahiy denir. Yani vahiy, yüce Allah’ın (cc) peygamberlerine dilediğini dilediği şekilde
bildirmesidir.1 Bu gerçek, Kuran-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır: “(Ey Resulüm!) Şüphe yok ki biz, Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da
vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a (ve onun) torunlar(ın)a, İsa’ya,
Eyyub’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a ise Zebur’u verdik.”, “(Biz) müjdeleyiciler ve (aynı zamanda) korkutucular olarak nice peygamberler (gönderdik) ki o peygamberlerden sonra, insanların Allah’a karşı delilleri (mazeretleri) olmasın! Çünkü Allah, Azîz (kudreti daima galib gelen)dir, Hakîm (her işi
hikmetli olan)dır.”2
Sınıf içi etkinlik
çalışması
Sayfa sıra
8
numarası
Hatırlayalım
Risalet; “Allah’ın (cc) gönderdiği vahiyleri, emir ve yasaklarını, kısacası dinin
gerçeklerini insanlara duyurmak; söz, tutum ve davranışlarıyla açıklamak” demektir.
(Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s.287.)
58
1 Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, SAYFA NO YOK!!!
2 Nisa suresi, 165.ayet.
Dipnotlar
TANITIM ŞEMASI
BİRİNCİ ÜNİTE
Biliyor musunuz?
Sevgili Peygamberimiz (sav) Mekke’den hicret ederken ona olan sevgisini şu
sözlerle dile getirmiştir: “Allah’a yemin ederim ki sen yeryüzünün en hayırlı ve
Allah katında en sevimli yerisin. Eğer kavmim tarafından çıkarılmamış olsaydım senden ayrılmazdım.”
(Tirmizî, C 5, s.722.)
Mekke’yi ilk olarak Amalikalılar yurt edinmişti. Daha sonra boş ve taşlık bir
vadi olan Mekke’ye Hz. İbrahim (as) ilahi bir işaretle hanımı Hacer ile oğlu İsmail’i
bıraktı. Yüce Allah (cc) bu olayı Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmiştir: “Rabbimiz! Ben
çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de
insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır,
umulur ki şükrederler.”19 Hz. İbrahim (as), yüce Allah’ın (cc) emrine boyun eğerek
Hz. Hacer’in ve Hz. İsmail’in (as) yanına bir miktar
yiyecek ve su bırakıp Mekke’den ayrıldı. Yüce Allah (cc) erzak ve suları biten Hz. Hacer’e harika
bir şekilde zemzem suyunu ihsan etti. Zemzemin
varlığından dolayı daha sonra buraya Güney
Arabistan kökenli Cürhüm kabilesi yerleşti. Hz. İsZemzem kuyusu
mail (as) burada büyüdü ve cürhümîlerden bir
kızla evlendi.
Okuyalım
“Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o babasına
dedi ki: ‘Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir
şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle
Konuyla ilgili okuma parçaları
ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah’a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap
dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.’ (Babası:) ‘Ey İbrahim!’ dedi,
‘Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni
taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!’ İbrahim: ‘Selam sana (esen kal) dedi,
Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır.
Sizden de Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime dua etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş)
olmam.’”
(Meryem suresi, 41-48.ayetler.)
27
19 İbrahim suresi, 37. ayet.
BİRİNCİ ÜNİTE
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Allah Resulü’nün (sav) bize bıraktığı iki emanet olan Kur’an-ı
Kerim’e ve Peygamber’in sünnetine uymak bizlere neler kazandırır? Uymamak neler kaybettirir? Karşılaştırarak açıklayınız.
2. Peygamber Efendimizin (sav) hayatını öğrenmeden önce o
zamanki dünyayı tanımak niçin gereklidir? Açıklayınız.
3. Cahiliye kavramını ve cahiliye zihniyetinin genel özelliklerini
açıklayınız.
4. İslamiyet öncesinde genel olarak dünyanın ve özelde Arap
Yarımadası’nın insani ve dinî durumu hakkında kısaca bilgi
veriniz.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi, Peygamber Efendimizin (sav) hayatını öğrenmemizi
gerektiren sebeplerden biri değildir?
A. Kur’an-ı Kerim’i anlamak için bir rehberdir.
Çeşitli tipte ünite
değerlendirme
soruları.
B. Dinimizi anlamak için bir kılavuzdur.
C. İbadet hayatımız için bir rol modeldir
D. Güzel ahlakın en halis kaynağıdır.
E. İnsanlardan uzak yaşayan bir örnektir.
Allah Resulü (sav), Veda Hutbesi’nin bir bölümünde şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Haberiniz olsun ki takva dışında hiçbir Arap’ın Arap olmayana, hiçbir Acem’in Arap’a, hiçbir siyahın beyaza, hiçbir beyazın siyaha karşı bir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz ki ilahi huzurda
en değerliniz en müttaki olanınızdır.”
2. Peygamberimiz (sav) veda hutbesindeki bu sözleriyle Müslümanları hangi cahiliye âdetinden men etmiştir?
A. Şirk/putperestlik
B. Kavmiyetçilik/ırkçılık
C. Faiz/tefecilik
32
D. Kanunsuzluk
E. Yalancılık
9
TANITIM ŞEMASI
Bilgi Kutusu
Allah’ın (c.c) zâtında, sıfatlarında, mâbud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin
ve kalp yoluyla kabul etmeye tevhid denir.1
Yorumlayalım
“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. ”
(Enbiya suresi, 107. ayet. )
Yukarıdaki ayeti, Hz. Muhammed’in (s.a.v) mesajının evrensel olması bakımından yorumlayınız.
Açıklayalım
“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve
merhametlidir. ”
(Tevbe suresi, 128. ayet. )
Yukarıdaki ayette yer alan “kendi içinizden” ifadesi ile vurgulanmak istenen
nedir? Açıklayınız.
Tartışalım
Meryem suresi 41-48. ayetleri okuyunuz. Bu ayetlerden yola çıkarak “Sevgili
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ile Hz. İbrahim’in (a.s) hangi ortak mücadeleyi verdiklerini sınıfta tartışınız.
Düşünmeye,
tartışmaya,
araştırmaya,
yazmaya
vb. yönelten
etkinlikler
Konuşalım
Kur’an-ı Kerim’i anlama ve yaşama açısından Peygamber Efendimizin (s.a.v)
hayatını öğrenmenin önemi üzerine konuşunuz.
Değerlendirelim
Arap Yarımadası’nda şiire ve hitabete çok önem verilirdi. Bu durumda, Kur’an-ı
Kerim’deki hitabet güzelliğinin ve edebî mükemmeliyetinin buradaki insanları
nasıl etkilemiş olabileceğini değerlendiriniz.
Araştıralım
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) soyuna mensup olanların (anne, baba, dede,
daha büyük ataları) Arap Yarımadası’nda bulunan farklı inançlardan hangisini benimsediğini araştırınız. Araştırma sonuçlarınızı sınıfta paylaşınız.
İlke Çıkartalım
“Ey Kureyşliler! Allah sizden cahiliye gururunu, büyüklenmeyi ve babalarınız ile övünmeyi kaldırmıştır. Bütün insanlar Adem’dendir, Âdem de topraktandır”
Peygamberimizin (s.a.v) bu sözleri, günümüzdeki hangi evrensel ilkenin habercisidir? Arkadaşlarınızla bu ilkeyi tespit ediniz.
Düşünelim
Günümüzdeki insanlar arasında yaygın olan cahiliye âdetleri nelerdir? Düşününüz.
Okuyalım
10
“Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o babasına dedi ki: ‘Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?... ”
(Meryem suresi, 41-48.ayetler.)
1. ÜNİTE
RİSÂLET ÖNCESİ ARAP YARIMADASI
Mescid-i Nebî, Medine
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. “Hayatın anlamı nedir? Niçin yaratıldım? Nereden geldim ve nereye gidiyorum?” sorularına cevap bulmak insan açısından neden önemlidir? Tartışınız.
2. Dinimizi öğrenmek ve anlamak için Kur’an-ı Kerim’in yanında hangi kaynaktan yararlanabiliriz? Araştırınız.
3. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) hayatını niçin öğrenmeliyiz? Bu konudaki fikirlerinizi sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
4. Arap Yarımadası’nın İslamiyet öncesi durumunu bilmek, Peygamberimizin
(s.a.v) Allah (c.c) yolunda verdiği mücadeleyi anlamak açısından önemi
nedir? Araştırınız.
BİRİNCİ ÜNİTE
Mescid-i Nebevî - Medine
1. Peygamberimizin (s.a.v) Hayatını Öğrenmenin
Önemi
Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatını öğrenmek, sünnetini benimsemek
ve örnek şahsiyetini rehber edinmek hem Müslümanlar hem de tüm insanlar için
büyük önem arz etmektedir. Özellikle insan onurunun zedelendiği, kardeşlik bağlarının koptuğu, insani ve ahlaki değerlerin unutulduğu günümüzde onun hayatını
öğrenmek daha da gerekli hâle gelmiştir. Zira yüce Allah (c.c), Peygamber Efendimizi (s.a.v) âlemlere rahmet olarak göndermiştir.1
Bilgi Kutusu
Hz. Peygamber’in (s.a.v) hayatını ve şahsiyetini, tebliğ faaliyetlerini, siyasi ve
askerî mücadelelerini konu alan ilim dalına siyer denir.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 37, s. 319-324.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatı, Müslümanlar açısından son derece
önemlidir. Çünkü Müslümanlar onun sayesinde hayatın anlamını, varoluş sırrını, nereden geldiklerini, nereye gittiklerini ve dünyadaki vazifelerinin ne olduğunu öğrenirler. Allah Resulünün (s.a.v) hayatı, zihinleri meşgul eden bu soruların cevaplarını
doyurucu nitelikte sunmaktadır.
12
1 bk. Enbiya suresi, 107.ayet.
BİRİNCİ ÜNİTE
Yorumlayalım
“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. ”
(Enbiya suresi, 107. ayet.)
Yukarıdaki ayeti, Hz. Muhammed’in (s.a.v) mesajının evrensel olması bakımından yorumlayınız.
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) hayatını öğrenmek, Müslümanlar için en
önemli bir vazife ve gereklilik olmuştur. Çünkü bir Müslüman, doğru İslam’ı ve Müslümanca yaşamayı en güzel şekilde onun hayatından öğrenebilir. Bir Müslüman için
Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatını öğrenmekten asıl gaye; mukaddes dinimizin, onun hayatında şekillendiğinin farkına varmasıdır. Zira onun hayatı dinimizi her
yönüyle gösteren canlı bir örnektir.
Resulü Ekrem Efendimizin (s.a.v) hayatı, onun hem insani yönünü hem de Allah (c.c) tarafından kendisine verilen peygamberlik yönünü yansıtmaktadır. İnsani
yönü; Peygamber Efendimizin de (s.a.v) üzülen, sevinen, seven, hasta olan, yaşlanan özellikleri bizler gibi bir insan olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Biz onun
peygamberlik yönünü kendimize rehber edinirken biliyoruz ki o bize kendi içimizden
gönderilmiş insan peygamberdir. Eğer son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) ve
diğer peygamberler, meleklerden ya da başka varlıklar arasından seçilmiş olsalardı onların hayatlarında kendi hayatımızda yaşadığımız sıkıntılara birer çözüm yolu
ve sorularımıza cevaplar bulamazdık. Allah’a (c.c) kulluk etmenin insanca yolunu
bilemezdik.
Açıklayalım
“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya
düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. ”
(Tevbe suresi, 128. ayet. )
Yukarıdaki ayette yer alan “kendi içinizden” ifadesi ile vurgulanmak istenen
nedir? Açıklayınız.
Resulü Ekrem Efendimizin (s.a.v) peygamberlik yönü ise bu fırtınalı hayat
denizinde bize yol gösteren bir fener olması açısından önemlidir. Allah Resulünün
(s.a.v) hayatındaki bütün güzelliklerin kaynağı, peygamberlik hakikatinden kaynaklanmaktadır. Onun hayatı; dinimizi her yönüyle gösterme, tebliğ etme ve dinimizin
13
BİRİNCİ ÜNİTE
taşıyıcısı olma özelliğini göstermektedir. Bundan
dolayıdır ki onun hayatı dinimizin bir kaynağını
oluşturmuştur.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatı,
Kur’an-ı Kerim’i anlamak ve doğru yaşamak için
bir rehberdir. Zira o, insanlara sadece Kur’an-ı
Kur’ân-ı Kerîm
Kerim’in ayetlerini tebliğ etmekle vazifeli değildir.
Onun önemli bir vazifesi de ilahi vahyi açıklamak
ve Kur’an-ı Kerim’in hayata nasıl tatbik edileceğini yaşayarak göstermektir. Bundan dolayıdır ki yemeden içmeye, oturmadan
kalkmaya kadar Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatı bütün ayrıntısıyla günümüze
kadar ulaştırılmıştır. Bu durumu yüce Rabbimiz şöyle açıklamaktadır: “(O peygamberleri) mucizelerle ve kitaplarla (gönderdik). Sana da kendilerine indirileni (helal
ve haramı) insanlara açıklayasın diye Zikr’i (Kur’an’ı) indirdik; ta ki düşünsünler.”2 Konuşalım
Kur’an-ı Kerim’i anlama ve yaşama açısından Peygamber Efendimizin (s.a.v)
hayatını öğrenmenin önemi üzerine konuşunuz.
Allah Resulü’nün hayatı (s.a.v), dinimizi anlamak için bir kılavuzdur. Çünkü
onun hayatı; İslamiyet’in iman, ibadet ve ahlak esaslarının tamamını içine almaktadır. Dinimizin canlı bir modeli olan Hz. Muhammed (s.a.v) tüm hayatında iman,
ibadet ve ahlak esaslarında istikamet üzere olmuştur. Aşırılıklardan sakınmıştır.
Onun istikamet konusundaki hassasiyeti “Emrolunduğun üzere dosdoğru ol...”3 ilahi emrinin gereğidir. Bundan dolayı biz Müslümanlar için onun hayatı her konuda
istikameti gösteren bir pusuladır. Bu durumu sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Veda
Hutbesi’nde şöyle ifade etmiştir: “Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara
sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamber’in sünnetidir. …”4
Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatı, ibadet hayatımız için bir rol modeldir. O, yalnızca söyleyen ve nasihat eden değil; aynı zamanda yaşayandı. Kendisi,
ashâbına ve ümmetine emrettiğinden çok daha fazlasını yapardı. Dinimizde bulunan bütün ibadetlerde en ileri olan oydu. Herkesten fazla takvalı yaşar ve herkesten çok Allah’tan (c.c) korkardı. En zor durumda bile Allah’a kulluğun gereğini ya-
2 Nahl suresi, 44. ayet.
14
3 Hud suresi, 112.ayet.
4 İbn Mâce, Sünen, C 2, s. 1024-1025.
BİRİNCİ ÜNİTE
pardı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) kendisini, ümmetine tebliğ ettiği yüce Allah’ın
(c.c) emirlerinin üstünde görmezdi.
Hz. Peygamberin (s.a.v) hayatı, güzel ahlakın da bir kaynağıdır. Kur’an-ı
Kerim’in açıkladığı güzel ahlaka en evvel uyan ve bu güzel ahlak üzere yaratılan
Hz. Muhammed’dir (s.a.v). Resulü Ekrem Efendimizin (s.a.v) hayatı incelendiğinde,
yüce Allah’ın (c.c) edebi bütün yönleriyle onda topladığı görülmektedir. Yüce Allah (c.c) bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Ve elbette sen yüce bir ahlak
üzeresin.”5 Hz. Peygamber (s.a.v) de kendi terbiyesinin, ahlakının ve edebinin kaynağını şöyle ifade etmektedir: “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.”6
Değerlendirelim
“Bir gün bir sahabe, Hz. Aişe (r.a) validemize ‘Peygamberimizin ahlakı nasıldı?’
diye sormuştu. Hz. Aişe (r.a) de ona ‘Sen, Kur’an okuyor musun?’ sorusuyla karşılık verdi. Sahabe, ‘Evet, okuyorum. ’ deyince Hz. Aişe (r.a) şöyle devam etti:
‘İşte, Allah’ın elçisinin ahlakı, Kur’an idi. ’”
(Müslim, Salatü’l-Musafirin, 139. )
“İşte, Allah’ın elçisinin ahlakı, Kur’an idi. ” ifadesini, Peygamberimizin (s.a.v) hayatını öğrenmenin gerekliliği açısından değerlendiriniz.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatı; genelde tüm insanlar, özelde ise Müslümanlar için hayati bir önem taşımaktadır. Onun örnekliği, dinimizin her yönüyle
doğru anlaşılması ve hayata doğru yansıtılmasının önemli bir kaynağıdır. Kendi
içimizden bize rehberlik edecek böyle bir peygamber göndermesi, Latif ve Kerim
olan Allah’ın (c.c) büyük bir lütfu ve keremidir. Bunu en büyük nimet bilmeli ve bu
nimetin şükrü olarak Peygamberimizin (c.c) hayatını ve şahsiyetini öğrenmeliyiz.
Listeleyelim
Peygamberimizin (s.a.v) hayatını niçin öğrenmeliyiz? Sebeplerini listeleyiniz.
1.
2.
3.
4.
5.
5 Kalem suresi, 4.ayet.
6 Süyutî, C I, 14-15, 35, 51.
15
BİRİNCİ ÜNİTE
İslam öncesi dini hayat (temsili)
2. Risâlet Öncesi Dünyanın Dinî Durumu
İslam dininin tüm insanlığa neler kazandırdığını ve Peygamber Efendimizin
(s.a.v) tebliğ ettiği hakikatlerin insanlığa nasıl hizmet ettiğini anlayabilmek için o zamanki dünyanın genel durumuna kısaca bakmak gerekir. Peygamber Efendimizden (s.a.v) önce insanlık doğru yoldan sapmıştı. Dünyanın her yerini inkâr ve bunun
bir sonucu olarak da zulüm kaplamıştı. Emniyet ve güven kalkmış, hak hukuk çiğnenir olmuş, kalpleri ise korku ve dehşet sarmıştı. İdareciler ve zenginler itibar görür,
fakirler ile acizler hor ve hakir görülürdü. Halkın iradesi yok sayılmış ve halk, ileri gelenlerin hizmetçisi olarak kabul edilmişti. O zamanda insanlığın en muhtaç olduğu
şey, emniyet ve asayiş, huzur ve güven idi.
Büyük bir kargaşa ve vahşet içindeki böyle bir ortamda yaşam mücadelesi
veren insanlar, dinî açıdan da pek rahat değildi. Masum halk, güçlü devletlerin zulmü
ve baskısı altında ezilirken yüce Rabbimizin gönderdiği hak dinler ise din adamları tarafından çıkarları için tahrif edilmişti. Tevhid inancı büyük ölçüde zedelenmişti.
Bilgi Kutusu
Allah’ın (c.c) zâtında, sıfatlarında, mâbud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin
ve kalp yoluyla kabul etmeye tevhid denir.1
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 41, s. 18-20.
16
BİRİNCİ ÜNİTE
İslamiyet öncesi dönemde dünya genelindeki dinî hayata bakıldığında şöyle bir tablo görülmekteydi:
Bizans`ta, Hristiyanlığın Ortodoks mezhebi yaygındı. Bizans İmparatorluğu
siyasi amaçlardan dolayı Ortodoksluğu resmî devlet dini hâline getirmişti. Daha
önce devlet baskısına ve yasaklamalara maruz kalan Hristiyanlar gücü elde ettiklerinde baskı ve zulmü başkalarına yapmaya başlamışlardı. Bizans’ta din adına
akıl almaz işkenceler yapılıyor ve insanlar Hristiyan olmaya zorlanıyordu. İdarecilerin
dinî baskı ve zulümleri halkı giderek daha mutsuz bir hâle getirmişti. Dünyaya hâkim
olma hırsıyla hareket eden devletin bu politikası yüzünden Hristiyan olanlar da huzur bulamıyordu. Kendi içlerinde din ve mezhep kavgaları giderek artarken diğer
devletlerle olan mücadeleler de halkı yormuştu. En önemlisi de Hz. İsa’nın (a.s) tebliğ ettiği tevhid inancı, yerini şirke bırakmıştı.
Mısır’da ise hakimiyeti elinde bulunduran Romalılar, Hristiyanlığın yayılmasına
engel olmaya çalışıyordu. Bunun için Hristiyan olanlara her türlü zulüm ve işkence
yapılıyordu. Bunca şiddetli baskılara rağmen Hristiyanlık süratle yayılmıştı. En sonunda Roma’nın Hristiyanlığı kabul etmesiyle Mısırlılar rahatlamıştı. Fakat bir müddet
sonra gücü eline geçiren kilise bu kez de din adına her türlü baskı ve zorbalığı yapmaya, kendi halkını ezmeye başlamıştı.
Sâsânilerin hâkimiyetindeki İran’da da tevhid inancından uzak bir dinî hayat
hüküm sürmekteydi. Halkın çoğunluğu iki tanrı inancını kabul eden Zerdüşt dinine
mensuptu. Bu dinde iyilik tanrısı ve kötülük tanrısı olmak üzere iki tanrıya inanılırdı.
Bu iki tanrı ise sürekli olarak mücadele ve kavga hâlindeydi. İranlılar iyilik tanrısına
ateş yakarak tapıyorlardı. Bu ateşi hiçbir zaman da söndürmezlerdi. Fakat sevgili
Peygamberimizin (s.a.v) doğduğu gece, bin yıldır hiç durmadan yakılan bu ateş
sönmüş ve tüm çabalara rağmen o gün yakılamamıştı.
Hindistan’da ise en yaygın din Hinduizm idi. Hinduizm’e göre kâinatı ve tüm
varlıkları tek bir tanrı yaratmamıştı. Hinduizm’in en
eski külliyatı olarak bilinen Vedalar’da çok tanrılı
bir inanç sistemi vardı. Hinduizm’de de zamanla puta tapıcılık yaygın bir hâl aldı. Çin, Tibet ve
Japonya`da ise VI. yüzyılda Hinduizm’e bir tepki
olarak Budizm dini yaygınlaştı.
Orta Asya’da yaşayan Türkler ise tek tanrıya inanıyorlardı. Budizm Türkler arasında yayılmaya başlamışsa da fazla ilgi görmemişti. Bu yüzdenHinduiz’min tanrılarından Ganeşa
dir ki ilerleyen dönemlerde Türklerin İslamiyet’le
kaynaşması ve bu dini kabul etmesi kolay olmuştu.
17
BİRİNCİ ÜNİTE
Dolduralım
Risâlet öncesi dönemde medeniyetler hangi dinlere inanmaktaydı? Buna göre
aşağıdaki tabloyu doldurunuz.
Risâlet ÖNCESİ DÜNYANIN DİNÎ DURUMU
Bizans
Mısır
İran
Hindistan
Orta Asya
Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v) doğduğu zamanda, belli başlı medeniyet merkezlerinin dinî durumu böyleydi. Bir tarafta devletler arasında savaşlar, çekişmeler ve
sömürgeleştirme devam ederken diğer tarafta ırk, renk, dil ve din farklılıkları nedeniyle sağduyudan yoksun ön yargılar vardı. Servet, zenginler arasında paylaşılırken
yardıma muhtaç fakirler günden güne sefaletin içinde boğulmaktaydı. İnsanlar,
Âdem ile Havva’nın soyundan geldiklerini unutmuş; kardeşler arasındaki güdülen
kin ve nefret onları insanlık dışı bir hâle getirmişti. İnsanlık bir kurtarıcıya ve müjdeciye
ihtiyaç duymaktaydı. Artık insanlığın vahşet ve zulmünün haddi aştığı bu dönemde
yüce Rabbimiz, âlemlere rahmet olan sevgili Peygamberimizi (s.a.v) göndermişti.
Değerlendirelim
18
Son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v) gönderilişindeki hikmeti, onun
risâletinden önceki dünyanın insani ve dinî durumunu düşünerek değerlendiriniz.
BİRİNCİ ÜNİTE
•Türkiye
•İran
•Suriye
•Irak
•Hayber
•Medine
•Mekke
•Taif
•YEMEN
•Habeşistan
Arap Yarımadası
3. Risâlet Öncesi Arap Yarımadası’na Genel Bakış
Arap Yarımadası, Asya’nın güneybatısında ve Afrika’nın kuzeydoğusundadır. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) doğup büyüdüğü, hayatının büyük bir kısmını
geçirdiği Mekke şehri, Arap Yarımadası’nın batısında yer alan Hicaz Bölgesi’ndedir.
İslamiyet öncesi Arap Yarımadası’nın dinî, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını tanımak; Allah Resulü’nün (s.a.v) hayatını, peygamberliğini ve insanlık
tarihinde yaptığı büyük inkılabı anlamada önemli bir yere sahiptir. Çünkü medeniyetten, devletten, bayraktan, kanundan uzak; âdetlerinde son derece mutaassıp,
inatçı ve vahşi insanlar, Resul-i Ekrem’in (s.a.v) peygamberliği ile çok kısa bir zamanda insanlık tarihine yön veren en güzide bir topluma dönüştü.
3.1. Dinî Hayat
İslamiyet’ten önce Arap Yarımadası hem insani hem de dinî yönden en karanlık dönemini yaşamaktaydı.
İnsanlar, kendilerine en küçük bir fayda ve zarar vermekten aciz olan
putlara tapıyordu. Bu putlar çoğunlukla taş, ağaç ve bir kısım madenlerden yapılıyordu. İnsanlar bazen yiyeceklerini bile put hâline getirip tapıyorlardı. Arap
Yarımadası’nın birçok yerinde, içerisinde putların bulunduğu mabetler bulunuyordu. Hatta tevhid inancının simgesi olan Kâbe’nin içi ve çevresi de yüzlerce put ile
doldurularak şirk inancıyla kirletilmişti.
19
BİRİNCİ ÜNİTE
Puta tapanlar, Allah’ı (c.c) inkâr etmiyorlardı. Fakat putların, dünyadaki işlerinde kendilerine yardımcı olduklarına inanıyorlardı. Yani
kâinatı yaratan ve idare eden yüce Allah’ın
(c.c) uluhiyetine ortak koşuyorlardı. İslam dininde bu sapkın inanca şirk7; bu inanca sahip
olanlara ise “Allah’a (c.c) ortak koşan” anlamına gelen müşrik denilmektedir. Kur’an’da müşriklerin bu hâli şöyle ifade edilir: “Onlar Allah’ı
bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.’ diyorlar...”8
Cahiliye insanları tevhid inancına sahip olmadıkları gibi ahiret inancına da sahip değillerdi.
Ayrıca Araplarda cinleri ilah kabul edip tapanlar
da bulunurdu. Meleklerin, Allah’ın kızı olduğunu kabul eden batıl inançlara sahip
insanlar mevcuttu.
Mezopotamya putlarından Nabu
Arap Yarımadası’nın bazı yerlerinde Yahudiler ve az da olsa Hristiyanlar
bulunuyordu. Çoğunlukla Medine’de bulunan Yahudiler, yüzyıllar önce sürgün
edilerek buraya gelmişlerdi. Hıristiyanlık ise Arap yarımadasının kuzey bölgesinde,
Gasssânîler ve Hîreliler arasında yaygındı.
Arap Yarımadası’nda kendilerine Hanif denilen bir kısım insanlar da yaşamaktaydı. Hanifler; Hz. İbrahim’in (a.s) dinine bağlı olmaya çalışan, Allah’ın (c.c)
birliğine inanan, putperestliği reddeden ve Kureyş’in yanlış inançlarına karşı çıkan
insanlardı.9 Bu dine mensup olan insanların müşterek bir ibadetleri yoktu ve sayıları
oldukça azdı.
Araştıralım
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) soyuna mensup olanların (anne, baba, dede,
daha büyük ataları) Arap Yarımadası’nda bulunan farklı inançlardan hangisini benimsediğini araştırınız. Araştırma sonuçlarınızı sınıfta paylaşınız.
7 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 39, s. 193-198.
20
8 Yunus suresi, 18.ayet.
9 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 16, s. 33-39.
BİRİNCİ ÜNİTE
3.2. Siyasi Hayat
İslamiyet’ten önce Arap Yarımadası’ndaki halk bir medeniyet, devlet, bayrak ve kanun etrafında toplanmamıştı. Araplar, İslam dini ile şerefleninceye kadar
tarih boyunca siyasi bir birliği tesis edememişlerdir. Çöllerle kaplı bu yarımada,
olumsuz coğrafi özelliklerinden dolayı büyük devletler tarafından istila edilmemiş;
bu yüzden medeniyetlerle ilişkileri de çok gelişmemişti.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) risâletinden önce Arap Yarımadası’nda insanlar kabileler hâlinde yaşıyordu. Kabile fertlerinin kendi aralarında çok güçlü
bağları vardı. Kabileden birisi haksızlığa maruz kaldığında, bu haksızlık tüm kabileye yapılmış olarak kabul edilirdi. Her kabile, haksız da olsa kendi bireylerini başka kabilelere karşı korurdu. Bu sebeple çoğu zaman anlaşmazlığa düşen kabileler
arasında uzun süren savaşlar meydana geliyordu. Arap Yarımadası’ndaki insanlar,
bu savaşlar sebebiyle güvensiz bir ortamda yaşıyordu. Bu kabile savaşları, birçok
insanın ölümüne sebep oluyordu.
Yalnızca yılın dört ayında (muharrem, recep, zilkade ve zilhilce) savaşmak
ve kan dökmek genel olarak uygun görülmüyordu. Bu yüzden bu aylara eşhuru‘l
hurum (haram aylar) denilirdi. Haram aylarda savaş ve yağma yapılmaz; panayırlarda serbestçe alışveriş yapılır ve hac görevi yerine getirilirdi. Ancak bazen Araplar
geleneklerine uymayarak haram aylarda da savaşırlardı. Haram aylarda yapılan
bu savaşlara Ficar Savaşları denirdi.
Cahiliye döneminde kabile savaşları (temsili)
21
BİRİNCİ ÜNİTE
İlke Çıkaralım
“Ey Kureyşliler! Allah sizden cahiliye gururunu, büyüklenmeyi ve babalarınız ile övünmeyi kaldırmıştır. Bütün insanlar Âdem’dendir, Âdem de topraktandır.”
Peygamberimizin (s.a.v) bu sözleri, günümüzdeki hangi evrensel ilkenin habercisidir? Arkadaşlarınızla bu ilkeyi tespit ediniz.
İbn İshak, Sîre, (thk. Muhammed Hamidullah, Konya 1981, s. 94.
3.3. Sosyal ve Ekonomik Hayat
Araplarda Bedevî ve Hadarî olmak üzere başlıca iki çeşit yaşam tarzı mevcuttu. Çöl ve vahalarda develeriyle birlikte konar-göçer olarak çadırlarda yaşayan
Araplara Bedevî; köy, kasaba ve şehirlerde yerleşik hayat yaşayanlara da Hadarî
denirdi. Bedeviler genellikle geçimlerini hayvancılık, avcılık, ticaret ve baskın gibi
yollarla temin ederlerdi. Cahiliye dönemi bedevileri çoğu zaman köylere ve ticaret
kervanlarına baskınlar düzenlerdi. Yerleşik hayat yaşayan Hadariler ise genellikle
ticaret ile geçimlerini sağlardı.
Peygamberlik öncesinde Arap toplumu;
zengin-fakir, kuvvetli-zayıf, efendi-köle gibi birçok
bakımdan sınıflara ayrılmıştı. Kadınların ise toplumda hiçbir saygınlığı yoktu. Kız çocuklarına değer verilmez ve varlıkları utanç sebebi sayılırdı. Bu
yüzden kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü.
Köleler zor işlerde çalıştırılır, efendilerine karşı hiçbir hak iddia edemezlerdi. Fakirler, güçsüzler ve
Temsili bir kervan
yetimler hor görülür; mallarına zorla el konulurdu.
Zenginler her zaman üstün görülür ve yalnızca
onların sözlerine değer verilirdi. Hukuk zenginlere göre şekillenirdi. Güçlülerin hâkim
olduğu bir anlayış vardı. Mazlumların ise haklarını arayabilecekleri hiçbir kurum bulunmuyordu. Zulüm, adaletsizlik, ahlaksızlık, kötü alışkanlıklar ve körü körüne uygulanan batıl âdetler her tarafta yaygınlaşmıştı.
3.4. Kültürel Hayat
Arap Yarımadası’nda okuma yazma bilenlerin sayısı çok azdı. Kültürel gelenek ve değerlerini, sözlü edebiyat ile korumaya çalışırlardı. Bu yüzden toplumda şiir
ve hitabetin etkisi çok büyüktü. Kültürel değerler bu yolla kuşaktan kuşağa aktarılırdı. Bir kabilenin şairi ve hatibi o kabilenin millî kahramanı sayılırdı.
22
Arapların yazmış olduğu en güzel ve meşhur kasideler Kâbe’nin duvarına
asılırdı. Kâbe duvarına asılan bu şiirlere muallakât-ı seb’a denilirdi.
BİRİNCİ ÜNİTE
Değerlendirelim
Arap Yarımadası’nda şiire ve hitabete çok önem verilirdi. Bu durumda, Kur’an-ı
Kerim’in hitabet güzelliği ve edebî şaheser oluşu insanları nasıl etkilemiş olabileceğini değerlendiriniz.
Cahiliye kavramı, Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde, Arapların İslam’dan
önceki batıl inanç, tutum ve davranışlarını İslami devirdekinden ayırt etmek için kullanılmıştır. Arapların İslam’dan önceki dönemine de Cahiliye Dönemi (Devri, Çağı)
denir.10 İslam kaynakları cahiliye insanının ve toplumunun özelliklerini genel olarak;
bilgisizlik, şirk, putperestlik, ırkçılık, zulüm, haksızlık, adaletsizlik, sulh ve nizamdan yoksunluk, insan haklarını çiğnemek, çocukları öldürmek, kız çocuklarını toprağa gömmek, vahşi hareketler, kan davası, içki, kumar ve fal okları gibi davranışların olduğunu bildirmektedir.
Belli bir döneme cahiliye adı verilmiş olsa da ayet ve hadislere göre cahiliye
zihniyeti sadece belirli bir dönemle sınırlı tutulmaz. Peygamberimizin (s.a.v) vefatından sonraki zamanlarda da hatta o hayattayken bile Müslümanlar bazı cahiliye âdetlerinin tesirinde kalmışlardır. Bu sebeple peygamberlikten önceki dönemin
kötü âdetlerini üzerinde bulunduran toplumlar ve insanlar cahiliye sıfatıyla anılır.
Bu durum, ayette şöyle ifade edilmiştir: “Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü
istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha
güzeldir?”11
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de cahiliyeye geçmişte kalan bir dönem olarak
bakmamış, o döneme ait alışkanlıkların tekrar ortaya çıkabileceği konusunda uyarılarda bulunmuştur. Kendisi hayattayken onun bu uyarılarını haklı çıkaran bazı olaylar da olmuştur. Örneğin bir tartışma sırasında sahabilerden Ebu Zer el-Gıfari (r.a),
Bilal-i Habeşi’ye (r.a) “kara kadının oğlu” demişti. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ise
“Onu annesinin renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ
cahiliye ahlakı kalmış bir kimsesin.” diyerek onu uyardı.12 Allah Resulü (s.a.v) başka
bir hadisinde ise şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin içinde cahiliye döneminden kalma, tamamen terk edemeyecekleri dört âdet vardır: Asaletleriyle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yıldızları vesile edinerek yağmur beklemek, ölünün
arkasından yüksek sesle ağlamak.”13
10 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 7, s.17-19.
11 Maide suresi, 50. ayet.
12 Buharî, İman, 22.
13 Müslim, Cena'iz, 29.
23
BİRİNCİ ÜNİTE
Düşünelim ve yazalım
Günümüzdeki insanlar arasında yaygın olan cahiliye âdetleri nelerdir? Düşününüz.
Okuyalım
Mekke’de Müslümanlara yapılan işkence ve zulümler iyice artınca Peygamberimiz bir grup sahabeyi elçi olarak Habeşistan’a gönderdi. Bu sahabiler arasında, Peygamber Efendimizin (s.a.v) amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin (r.a)
ağabeyi olan Cafer b. Ebu Talip (r.a) de vardı. Müslüman elçiler, Habeş Necaşisi ile görüşüp ülkesine hicret edebilmek için onun iznini almak istiyorlardı. Bu
görüşmede Cafer b. Ebu Talip (r.a) söz aldı.
“Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan ve
taştan yapılmış putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etlerini yer, kız
çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmez, komşu hakkı tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız, zayıflarımızı
ezer; zenginlerimiz, fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak hukuk nedir bilinmezdi.
Biz bu hâldeyken Allah, bizim içimizden asil soylu, doğru, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O bizi bir olan Allah’a
inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan
putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi,
akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi emretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalancı şahitlik yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu
kadınlara iftira etmeyi ise yasakladı.”
Konuşmasının ilk bölümünde İslam öncesi cahiliye devrinin insanlık dışı
hâllerini; ikinci bölümünde ise sevgili Peygamberimizin (s.a.v) üstün özelliklerini
ve tebliğ ettiği dinin güzelliklerini anlatmıştır.
(İbn Hişâm, es-Sîre, C I, s.359-360.)
24
BİRİNCİ ÜNİTE
Karşılaştıralım
Cafer b. Ebi Talip’in (r.a) konuşmasından yola çıkarak insanların cahiliye dönemindeki ve Peygamberimizin risâletinden sonraki âdetlerini karşılaştırınız.
CAHİLİYE DÖNEMİ
Risâlet SONRASI
4. Risâlet Öncesi Hicaz
Hicaz; Mekke, Yesrib, Taif ve bunların çevresini içine alan bölgeye verilen
isimdir. Hicaz Bölgesi hem İslamiyet’ten önce hem de İslamiyet’ten sonra Arap Yarımadası’ndaki önemini korumuştur. Çünkü burada yer alan Mekke, dinî ve ticari
açıdan önemli bir merkezdi. Medine’nin (eski ismi ile Yesrib’in) de ziraata elverişli
yapısı ve önemli ticaret yollarına olan yakınlığı sebebiyle büyük bir değeri vardı.
Taif ise serin havasıyla Mekke halkının yaylası hükmündeydi. Aynı zamanda kıymetli
üzüm bağlarıyla Mekkelilerin kuru üzüm ve şarap ihtiyacını karşılardı.14
14 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.27.
25
BİRİNCİ ÜNİTE
Risâlet öncesi Mekke (temsili)
4.1. Mekke:
İslamiyet’in mukaddes bir şehridir. İslam dininde Ümmü’l – Kura (şehirlerin
anası) olarak adlandırılmıştır.15 Yeryüzünde mabet olarak inşa edilen ilk yapı Kâbe,
Hz. Âdem (a.s) tarafından Mekke’de yapılmıştır. Hz. İsmail’in (a.s) tevhid mücadelesine şahit olmuştur. Mekke, Kâbe’nin Hz. İbrahim (a.s) ve oğlu Hz. İsmail (a.s) tarafından yeniden inşa edilmesiyle dünyanın farklı yerlerinden hac ibadetini yerine
getirmek isteyenleri misafir etmiştir. Ayrıca bu kutlu şehir sevgili Peygamberimizin
(s.a.v) dünyaya geldiği şehirdir. Mekke, Efendimizin (s.a.v) büyüdüğü, evlendiği ve
en önemlisi peygamberlik vazifesinin kendisine verildiği mukaddes mekân olma
özelliğiyle de eşsiz bir şehirdir.
Mekke şehri, Kur’an-ı Kerim’de harem yani “saygıya layık” sözüyle vasıflandırılmıştır.16 Mekke’yi çevreleyen Harem bölgesinin sınırlarını ilk defa Cebrail’in (a.s)
rehberliğiyle Hz. İbrahim (a.s) belirlemiş, sınırları gösteren işaretler daha sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından yenilenmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Kâbe’ye elBeytü’l-haram17, onu çevreleyen mescide ise el-Mescidü’l-Haram18 denilmiştir.
Mescid-i Haram
15 Enam suresi, 92. ayet.
16 Kasas suresi, 57. ayet; Ankebût suresi, 67. ayet.
26
17 Mâide suresi, 2. ayet.
18 İsrâ suresi, 1.ayet.
BİRİNCİ ÜNİTE
Biliyor musunuz?
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Mekke’den hicret ederken ona olan sevgisini şu
sözlerle dile getirmiştir: “Allah’a yemin ederim ki sen yeryüzünün en hayırlı ve
Allah katında en sevimli yerisin. Eğer kavmim tarafından çıkarılmamış olsaydım senden ayrılmazdım.”
(Tirmizî, C 5, s.722.)
Mekke’yi ilk olarak Amalikalılar yurt edinmişti. Daha sonra boş ve taşlık bir
vadi olan Mekke’ye Hz. İbrahim (a.s) ilahi bir işaretle hanımı Hacer ile oğlu İsmail’i
bıraktı. Yüce Allah (c.c) bu olayı Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmiştir: “Rabbimiz! Ben
çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de
insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır,
umulur ki şükrederler.”19 Hz. İbrahim (a.s), yüce Allah’ın (c.c) emrine boyun eğerek
Hz. Hacer’in ve Hz. İsmail’in (a.s) yanına bir miktar
yiyecek ve su bırakıp Mekke’den ayrıldı. Yüce Allah (c.c) erzak ve suları biten Hz. Hacer’e harika
bir şekilde zemzem suyunu ihsan etti. Zemzemin
varlığından dolayı daha sonra buraya Güney
Arabistan kökenli Cürhüm kabilesi yerleşti. Hz. İsZemzem kuyusu mail (a.s) burada büyüdü ve cürhümîlerden bir
kızla evlendi.
Okuyalım
“Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o babasına
dedi ki: ‘Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir
şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle
ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah’a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap
dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.’ (Babası:) ‘Ey İbrahim!’ dedi,
‘Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni
taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!’ İbrahim: ‘Selam sana (esen kal) dedi,
Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır.
Sizden de Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki (senin için) Rabbime dua etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş)
olmam.’”
19 İbrahim suresi, 37. ayet.
(Meryem suresi, 41-48.ayetler.)
27
BİRİNCİ ÜNİTE
Hz. İbrahim (a.s) Rabbinden aldığı emirle oğlu Hz. İsmail (a.s) ile beraber
Kâbe’yi yeniden inşa edip hac farizasını insanlara öğretti. Artık Mekke güvenli bir şehir, dinî ve ticari bir merkez olmuştu. Daha sonra yüce Allah (c.c) Hz. İsmail’e (a.s)
peygamberlik görevini verdi. O da babası Hz. İbrahim’e (a.s) gelen Allah’ın emirlerini
ve tevhid inancını insanlara tebliğ etti. Kâbe’nin idaresini de vefatına kadar devam
ettirdi. Hz. İsmail (a.s) vefat ettikten sonra Kâbe’nin idaresini oğlu Nadir devam ettirdi.
Nadirden sonra cürhümîler hem Kâbe’nin hem de Mekke’nin idaresini ele geçirdiler.
Tartışalım
Meryem suresi 41-48. ayetleri okuyunuz. Bu ayetlerden yola çıkarak sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ile Hz. İbrahim’in (a.s) hangi ortak mücadeleyi verdiklerini sınıfta tartışınız.
Cürhümîler bir zaman sonra Kâbe’ye yakışmayan davranışlarda bulunmaya başladı. Kâbe’yi ziyaret etmeye gelenlere zulüm etmeye başladılar. Bu sırada,
Yemen’den gelen Huzaa kabilesi ile Bekir b. Abdulmenat kabilesi birleşip cürhümîleri
Mekke’den çıkardı. Bu hadiseden sonra Mekke’nin idaresi Huzaalara geçti. Huzaalıların döneminde ise çok talihsiz bir olay yaşandı. Huzaa kabilesinin reisi Amr b.
Luhay, Suriye’de Belka yakınlarındaki Maab denilen yerden Mekke’ye put getirip
Kâbe’ye dikti. Bu olay, Mekke’de Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. İsmail’in (a.s) mücadelesini verdiği tevhid inancının yerine puta tapıcılığa geçilmesine neden oldu.
Huzaalıların Mekke’deki hâkimiyeti süresince Kureyşliler, Mekke çevresinde
dağınık yaşıyorlardı. Hz. İsmail’in (a.s) torunlarından olan Kusay b. Kilâb, Huzaalıları yenerek Mekke ve Kâbe’nin yönetimini ele geçirdi. Bundan sonra Mekke’de
Kureyş’in hâkimiyet dönemi başladı. Kusay öncelikle Mekke çevresinde dağınık
yaşayan Kureyş kabilesini bir araya toplayarak onları Mekke’ye yerleştirdi. Kusay,
Mekke’nin idaresinde birtakım yenilikler yaptı. Mekke’nin yönetimi hakkında yapılacak toplantı ve istişareler için Kabe’nin yanına Dâru’n-Nedve’yi inşa ettirdi. Dâr’unNedve, günümüzdeki şehir meclislerine benziyordu.
Kusay, Kâbe ve hacılarla ilgili bir kısım işlerin öncülüğünü yaptı. Hacılara ve
fakirlere yemek ikramı için Kureyş kabilesinden her sene para toplatırdı. Hacılara yemek yedirme faaliyeti ileride Rifade adıyla kurumsallaşacaktı. Ayrıca Kusay,
Kâbe’nin avlusuna deriden bir havuz yerleştirerek şehir dışındaki kuyulardan su taşıyıp hacıların su ihtiyacını karşıladı. Bu vazife de ilerde Sikaye adıyla kurumsallaşacaktı.
28
BİRİNCİ ÜNİTE
Kusay’ın vefatından İslam’ın doğuşuna kadar Mekke’nin idaresi yaklaşık bir
buçuk asır Kureyşlilerde kaldı. Fakat Kâbe’nin ve hacıların hizmet görevleri Kureyş
kabileleri arasında dağıtılmıştı. Bu kabilelerden Haşimoğulları, rifade ve sikayeyi yani
Mekke’lilerden para toplayıp fakir hacılara yemek yedirme ve onlara su dağıtma
görevini üstlenmişlerdi.
Mekke’nin ve Kureyş kabilesinin önemli işlerinin görüşüldüğü Dâru’nNedve’deki başkanlık görevi ise Abduddaroğullarının elindeydi. Nedve adı verilen
kurul burada toplanırdı. Nikâh merasimleri burada yapılır, erkek çocuklar burada
sünnet edilirdi. Ordu komutanları savaşa çıkarken sancağı buradan alırlardı.
Mekke tarihindeki önemli olaylardan birisi de İslamiyet’ten kısa bir zaman
önce Bizans’ın bu şehirde kendisine bağlı bir krallık kurma girişimidir. İmparator Justinyen, Hristiyanlığı kabul eden Kureyş’in Esed kolundan Osman b. Huveyris’e bir taç
ve kendisinin Mekke kralı tayin edildiğini bildiren bir mektup vermişti. Bu mektupta
Mekke halkından, Osman’ın Mekke’nin kralı olarak tanınmasını istemişti. Fakat buna
ilk olarak Osman’ın yakınlarının karşı çıkmasıyla bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştı.20
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) dünyaya gelişine az bir zaman kalmıştı ki
Mekke’de önemli bir olay daha gerçekleşti. Habeş kralının Yemen valisi olan Ebrehe, Kâbe’nin insanlar tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edilmesini hoş karşılamıyordu. Bu sebeple Yemen’in San’a şehrinde muhteşem bir kilise yaptırdı. İnsanların
Kâbe’ye değil de bu kiliseye gitmelerini istiyordu. Yaptırdığı kilise insanlar tarafından ilgi görmeyince Ebrehe, Kâbe’yi yıkma kararı aldı. Büyük bir orduyla Mekke’ye
doğru harekete geçti. Mekke’ye yaklaştığında
Mekkelilerin develerini gasp etti. Onların içinde
Haşimoğullarının reisi olan Abdulmuttalib’in develeri de vardı. Abdulmuttalib bunu öğrenince
Ebrehe’nin huzuruna çıkıp develerini geri istedi.
Ebrehe, ona “Seni ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak görünmüştün. Ama sen
Kâbe’nin korunmasını isteyeceğin yerde develerinin peşine düşmüş görünce gözümden düştün.” dedi. Abdülmuttalib ise “Ben develerin
sahibiyim. Beni develerim ilgilendirir. Kâbe’nin
de sahibi var. O, onu korur.” diye cevap verdi.
Ertesi gün Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak için büyük filini harekete geçirmek isterken kendisi ve ordu-
Risâlet Öncesi Arap Toplumu (temsili)
su Ebabil Kuşlarının bıraktıkları pişmiş çamurdan
20 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 31.
29
BİRİNCİ ÜNİTE
taşlar ile mucizevi bir şekilde bozguna uğratıldı.
Bu olay, Kur’an-ı Kerim’deki Fil suresinde şöyle
anlatılmaktadır: “(Ya Muhammed!) Rabbinin, fil
sahiplerine nasıl yaptığını görmedin mi? Onların
tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Hem üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. (Bu kuşlar) onlara
gökten taşlar yağdırıyordu. Nihayet onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi!”
Bu mucize aynı zamanda Allah Resulünün (s.a.v) peygamberliğinin bir delili kabul edilmiştir. Çünkü yüce Allah (c.c), Peygamber EfenFil Vak’âsı (temsili)
dimizin (s.a.v) kıblesi Kâbe’yi ve vatanı Mekke’yi
mucizevî bir şekilde korumuştu.
Değerlendirelim
Peygamberimizin (s.a.v) dedesi Abdulmuttalib’in “Ben develerin sahibiyim. Beni
develerim ilgilendirir. Kâbe’nin de sahibi var. O, onu korur.” sözlerini, Allah’a
(c.c) güven ve teslimiyet açısından değerlendiriniz.
4.2. Yesrib (Medine):
Allah’ın (c.c) Habibi olan Peygamber Efendimizin (s.a.v) hicretten sonra Medine ismini verdiği Yesrib’in en eski sakinleri Amalikalılardır.21 Amalikalılar dağıldıktan
sonra Yahudiler bu şehre yerleşmişlerdi. Yahudilerin bu şehre nasıl geldikleriyle ilgili
değişik görüşler bulunmaktadır. Daha sonraları Yemen’deki Me’rib Barajı’nın yıkılması üzerine tahmini olarak 2 veya 3. yüzyılda Ezd kabilesinin iki kolu olan Evs ve
Hazrec de Yesrib’e yerleştiler.22
Zamanla birçok kollara ayrılarak büyüyen Evs ve Hazrec kabileleri,
Gassanîlerin de yardımıyla şehre hâkim olmuştur. Evs ve Hazrec kabileleri, Yesrib’te
hâkimiyeti sağladıktan sonra kendi aralarında anlaşamayıp yıllarca savaştılar. Bu
savaşlara Eyyâmü’l-Arab denmektedir.23 Bu savaşların en büyük sebebi Yahudilerdi. Çünkü onlar, Yesrib’de hâkimiyeti kaybettikten sonra bu iki kardeş grubu çeşitli
tahriklerle birbiriyle çatıştırıyordu. Nadir ve Kurayza kabileleri bu çatışmalarda Evs’in
müttefiki; Kaynuka kabilesi ise Hazrec’in müttefiki oluyordu.24
21 Cevâd Ali, C.4, s.128.
22 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 32.
23 İbnü’l-Esîr, C.1, s. 250.
30
24 İbnü’l-Esîr, C.1, s. 250.
25 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, s.107, 160; Ebu Davud, Edeb, 112.
BİRİNCİ ÜNİTE
Biliyor musunuz?
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Asabiyet, bir kişinin kavminin haksız davranışına arka çıkmasıdır.”
(Tirmizî, C 5, s.722.)
Yesrib’te önceleri ziraat yapılmasına rağmen Yahudilerin etkisiyle hurma,
üzüm ve bazı baklagillerin ekimi artmıştı. Tavuk ve büyük baş hayvan bakımı, kadınların ev ihtiyaçları için ürettiği eşyalar, ziraat için gerekli malzemeler de geliştirilmişti.26
Yahudiler, ihracat-ithalat işleriyle uğraşıyorlar ve tefecilik yapıyorlardı.27 Yahudilerden Kaynuka ve Nadir kabilelerinin kendi adlarıyla anılan çarşıları vardı. Ekonomik
alandaki en büyük icatları olan faiz sömürüsüyle Yesrib’teki Arapların iş yerlerini ve
evlerini ele geçirmişlerdi. Özellikle sarraflık, tefecilik ve faiz yoluyla büyük servetler
elde edip şehirdeki bütün iktisadi alanlarda söz sahibi olmuşlardı.28
Yahudiler, ekonomik yönden şehre hâkim olmalarına rağmen siyasi, sosyal
ve kültürel yönden Arapların etkisinde kalmışlardı. Bunların içinden en önemlisi de
İbranice bilmelerine rağmen Arapça konuşmalarıydı. Kabile taassubu, şiir zevki, cömertlik ve silah eğitimi gibi özelliklerini de Araplardan almışlardı.29
4.3. Taif:
Mekke’nin yaklaşık 120 kilometre güneydoğusunda bulunan Taif’te, Sakif
kabilesi oturuyordu. Burası havası serin olduğu için Mekkelilerin yaylasıydı. Ayrıca
Kureyş zenginlerinin orada arazileri ve üzüm bağları vardı. Sakif kabilesi ziraat ve
ticaretle meşgul oluyordu. Taif, kuru üzüm ile şarap üretimiyle ve deri sanayii ile
meşhurdu. Bağcılığın yanında arıcılık da yapılıyordu. Kureyş tüccarları, Taif’te üretilen malları Arap Yarımadası dışına ihraç ederlerdi.30 Taif beldesi, zengin ve üzerinde Kureyş’in de hesaplarının bulunduğu ve yazlık olarak kullandıkları bir yerdi. Bu
yüzden Hz. Peygamber (s.a.v) nübüvvetin 10.yılında evlatlığı Zeyd (r.a) ile tebliğ
için Taif’e bir yolculuk yaptı. Taifliler İslam’ı kabul etmedikleri gibi Hz. Muhammed’e
(s.a.v) büyük sıkıntılar yaşattılar.
26 Umerî, s.48.
27 Hamidullah, İslâm Peygamberi, C I, s. 137.
28 Cevâd Ali, C IV, s.141.
29 Umerî, s. 49.
30 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 32.
31
BİRİNCİ ÜNİTE
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Allah Resulü’nün (s.a.v) bize bıraktığı iki emanet olan Kur’an-ı Kerim’e ve
Peygamber’in sünnetine uymak bizlere neler kazandırır? Uymamak neler kaybettirir? Karşılaştırarak açıklayınız.
2. Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatını öğrenmeden önce o zamanki dünyayı
tanımak niçin gereklidir? Açıklayınız.
3. Cahiliye kavramını ve cahiliye zihniyetinin genel özelliklerini açıklayınız.
4. İslamiyet öncesinde genel olarak dünyanın ve özelde Arap Yarımadası’nın siyasi ve dinî durumu hakkında kısaca bilgi veriniz.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi, Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatını öğrenmemizi gerektiren sebeplerden biri değildir?
A. Kur’an-ı Kerim’i anlamak için bir rehberdir.
B. Dinimizi anlamak için bir kılavuzdur.
C.İbadet hayatımız için bir rol modeldir
D. Güzel ahlakın en halis kaynağıdır.
E. İnsanlardan uzak yaşayan bir örnektir.
3. Aşağıdakilerden hangisi, risâlet öncesi Arap Yarımadası’nın özelliklerinden
biri değildir?
32
A. Şiir ile hitabete büyük önem ve değer verilirdi.
B. Diğer medeniyetlerle ilişkileri çok gelişmemişti.
C.Halk bir devlet ve bayrak etrafında toplanmıştı.
D. Haram aylarda savaşmak uygun görülmezdi.
E. Halk birçok bakımdan ekonomik ve sosyal sınıflara ayrılmıştı.
BİRİNCİ ÜNİTE
Allah Resulü (s.a.v), Veda Hutbesi’nin bir bölümünde şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Haberiniz olsun ki takva dışında hiçbir Arap’ın Arap olmayana, hiçbir Acem’in Arap’a, hiçbir siyahın beyaza, hiçbir beyazın siyaha karşı bir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz ki ilahi huzurda
en değerliniz en müttaki olanınızdır.” 2. Peygamberimiz (s.a.v) veda hutbesindeki bu sözleriyle Müslümanları hangi
cahiliye âdetinden men etmiştir?
A. Şirk/putperestlik
B. Kavmiyetçilik/ırkçılık
C.Faiz/tefecilik
D. Kanunsuzluk
E. Yalancılık
3. Aşağıdakilerden hangisi, risâlet öncesi Arap Yarımadası’nın özelliklerinden
biri değildir?
A. Şiir ile hitabete büyük önem ve değer verilirdi.
B. Diğer medeniyetlerle ilişkileri çok gelişmemişti.
C.Halk bir devlet ve bayrak etrafında toplanmıştı.
D. Haram aylarda savaşmak uygun görülmezdi.
E. Halk birçok bakımdan ekonomik ve sosyal sınıflara ayrılmıştı.
Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Asabiyet duygusuyla öfkelenen, asabiyet uğruna savaşırken veyahut asabiyet davası güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin ölümü cahiliye ölümüdür.”
(Müslim, İmare, 57; İbn Mâce, Fiten, 7.)
4. Yukarıdaki hadisinde Peygamberimizin (s.a.v) ifade ettiği “asabiyet” kavramının anlamı nedir?
A. Kavminin haksız davranışını savunmaktır.
B. Yüksek makamlara gelme hırsıdır.
C.Allah’a (c.c) ortak koşmaktır.
D. Çok zengin olma arzusudur.
E. Putlardan medet ummaktır.
33
BİRİNCİ ÜNİTE
5. Aşağıdakilerden hangisi, Fil Olayı’ndan çıkarılması gereken ilahi mesajlardan
biri değildir?
A. Allah (c.c), zulmedenleri sevmez.
B. Allah (c.c), kibirlenenleri hüsrana uğratır.
C.Allah (c.c) dilemedikçe kimse galip gelemez.
D. Allah (c.c), bazı hayvanlara üstün yetenekler vermiştir.
E. Allah (c.c), dinine zarar vermek isteyenlerin tuzaklarını boşa çıkarır.
C- Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri uygun ifadelerle doldurunuz.
1. Hz. Peygamber’in (s.a.v) hayatını ve şahsiyetini, tebliğ faaliyetlerini, siyasi ve askerî mücadelelerini konu alan bilim dalına …………………….
adı verilir.
2. Allah’ın (c.c) zâtında, sıfatlarında, mâbud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp yoluyla kabul etmeye ……………………. inancı denir.
3. Kâinatı yaratan ve idare eden yüce Allah’ın (c.c) uluhiyetine ortak koşmaya ……………………. denir ve bu sapkınlığa düşenlere
……………………. adı verilir.
4. Hz. İbrahim’in (a.s) dinine bağlı olan, Allah’ın (c.c) birliğine inanan, putperestliği reddeden ve Kureyş’in yanlış inançlarına karşı çıkan kimselere
……………………. denilmekteydi.
5. Çöl ve vahalarda çadırlarda yaşayan konar-göçer Araplara
…………………….; köy, kasaba ve şehirlerde yerleşik hayat yaşayanlara ise ……………………. adı verilmişti.
D- Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanların yanına “D”, yanlış olanların
yanına ise “Y” yazınız.
1. (.......) Peygamberimizin (s.a.v) risâletinden önce insan-
lık en parlak dönemini yaşıyordu.
2. (.......) Uygun görülmediği hâlde haram aylarda yapılan savaşa Ficar Savaşı denirdi.
3. (.......) Mekke şehri için Kur’an-ı Kerim’de harem yani “saygıya layık” ifadesi kullanılmıştır.
4. (.......) Mekke’nin yönetimi hakkında yapılacak toplantılar
için Kâbe’nin yanına Dâru’n-Nedve inşa edildi.
34
5. (.......) Allah’tan (c.c) aldıkları emir üzerine Hz. İbrahim (a.s)
ile oğlu Hz. İsmail (a.s) Kâbe’yi ilk kez inşa ettiler.
2. ÜNİTE
PEYGAMBERİMİZİN RİSÂLET ÖNCESİ HAYATI
Rahip Bahira Manastırı, Busra - Suriye
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v) peygamberlik görevi verilmeden önceki
hayatı hakkında neler biliyorsunuz? Sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
2. Mekke’nin cahiliye devrindeki hâlini düşününüz. Böylece Peygamberimizin
(s.a.v), niçin Mekke’den uzaklaşmak isteyerek Hirâ Dağı’na çekildiği ile ilgili
tahmin yürütünüz.
3. Peygamberimizin (s.a.v) Kur’an-ı Kerim’de neden “Sen elbette yüce bir
ahlak üzeresin.” (Kalem suresi, 4.ayet.) ayetiyle övüldüğünü sınıfta arkadaşlarınızla konuşunuz.
4. Peygamberimizin (s.a.v) evlat, eş, baba, tüccar ve toplumun bir bireyi
olarak sergilediği davranışlar, peygamber olarak sergilediği davranışlardan
farklı olsaydı bu çelişkili durum, onun tebliğ görevini nasıl etkilerdi? Sınıfta
tartışınız.
İKİNCİ ÜNİTE
1. Peygamberimizin (s.a.v) Soyu ve Ailesi
Peygamber Efendimizin (s.a.v) soyu yirmi birinci kuşakta yer alan dedesi
Adnan’a kadar kesin olarak bilinmekte ve Hz. İsmail (a.s) vasıtasıyla Hz. İbrahim’e
(a.s) dayanmaktadır. Bu soy kütüğü şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (Şeybe) b. Hâşim b. AbdüMenaf b. Kusay b. Kilab b. Mürre b. Kâ’b b. Lüey
b. Gâlib b. Fihr (Kureyş) b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas
b. Mudar, b. Nizar, b. Meadd b. Adnan… Adnan’ın soyunun da Hz. İsmail’den (a.s)
geldiği hakkında herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.1
Peygamberimizin (s.a.v) Soy Ağacı
Hz. İbrahim (a.s)
Hz. İsmail (a.s)
Adnan
Meadd
Hizar
Mudar
İlyas
Müdrike
Huzeyme
Mâlik
AbdüMenaf
Fihr (Kureyş)
Abdülmuttalip
(Şeybe)
Gâlip
Abdullah
Lüey
Kâ’b
Mürre
Külab
Kusay
Kinâne
Nadr
Hz. Muhammed
(s.a.v)
Yüce Allah (c.c), insanları Hz. Muhammed’in (s.a.v) rehberliğinde bir araya
getirmek istediği için onu soyların en temizinden, kabilelerin en faziletlisinden ve
nesillerin en seçkininden dünyaya getirmiştir. Onun soyu, cahiliyenin bütün kirlerinden korunarak gelmiştir. Bu konu hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle bir
açıklama yapmıştır: “Ben, Âdemoğulları soylarının en temizinden geldim. Nihayet
şu içinde bulunduğum Hâşimî soyundan doğdum.”2 O, Allah’a (c.c) kurbanlık
36
1 Casim Avcı, Hz. Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı, s.59.
2 Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrîd- i Sarih Tercümesi, C 9, s. 272.
İKİNCİ ÜNİTE
olarak adanan Hz. İsmail’in (a.s) neslindendir. Hz.
İbrahim’in (a.s) duasıdır.3 Hz. İsa’nın (a.s) müjdesidir.4 Bu durumu, Hz. Peygamber’in (s.a.v) kendisi şöyle ifade etmektedir: “Babam İbrahim’in
duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annemin
rüyasıyım.”5
Peygamber Efendimizin (s.a.v) herkes tarafından bilinen temiz bir soydan gelmesi, onun
peygamberliğinin insanlar tarafından daha kolay
kabul edilmesine hizmet etmiştir. Çünkü böyle bir
Hz. Muhammed (s.a.v)
durum, hem o soydan gelen kişinin kendisini kötülüklerden korumasını hem de insanların ona güven duymasını sağlar. İnsanlar,
temiz bir soya ve yüksek ahlaka sahip bir kişinin önderliğinde severek toplanırlar. Bu
konuyla ilgili güzel bir örnek, Habeşistan’a hicret eden Müslüman kafilenin temsilcisi
Cafer b. Ebi Tâlib’in (r.a), Habeş Necaşisi’ne hitaben yaptığı konuşmasıdır. Cafer b.
Ebi Tâlib (r.a), konuşmasına “Allah, bize bizden bir resul gönderdi. Biz onun soyunu,
doğruluğunu, emaneti koruduğunu ve iffetini biliyoruz.”6 diyerek başlamıştır.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) soyu gibi ailesi de temiz, asil, faziletli ve şereflidir. Babası Abdullah, Kureyş’in Benî Hâşim kolundan Abdulmuttalib’in oğludur.
Annesi ise Kureyş’in Benî Zühre kolundan Vehb b. Abdümenaf’ın kızı Âmine’dir.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) babası Abdullah, ailesindeki kardeşler arasında çok sevilen birisiydi. Diğer gençlerde görülmeyen parlak bir yüze sahipti. Ondaki
bu nurdan dolayı kendisine birçok evlilik teklifi yapıldı ancak o kabul etmedi. Babası Abdulmuttalib de oğlu Abdullah’ı, Vehb’in kızı Âmine ile evlendirdi. Çünkü Peygamberimizin (s.a.v) annesi Âmine; soy, şeref ve fazilet yönünden Kureyş’in en üstün.
kadınlarından biriydi. Bu evlilikten sonra Abdullah’ın yüzündeki nur, Âmine’ye geçti.
Çünkü Âmine, bu nurun sahibi olan Resulullah Efendimize (s.a.v) hamile kalmıştı.7
Âmine hamileyken ticaret için Suriye’ye giden Abdullah, dönüşünde
Medine’de hastalandı. Bu sebeple akrabalarının yanında bir ay kalan Abdullah,
Medine’de vefat etti ve oraya defnedildi. Böylece, Peygamber Efendimiz (s.a.v)
daha doğmadan yetim kaldı.
Tartışalım
Hiç tanımadığınız bir kişi ile ailesini ve geçmişini iyi bildiğiniz başka bir kişi size bir
haber getirse hangisine inanırsınız? Neden? Sınıfta arkadaşlarınızla tartışınız.
3 Bakara suresi, 129. ayet.
4 Saff suresi, 6. ayet.
5 İbn Hanbel, Müsned, s.379-380.
6 İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, C 1, s. 277.
7 İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, C 1, s. 140
37
İKİNCİ ÜNİTE
2. Peygamberimizin (s.a.v) Doğumu ve Çocukluğu
Resulü Ekrem (s.a.v) hazretleri; Mekke’de, Fil Olayı’nın gerçekleştiği yılda (miladi 571), Rebiülevvel ayının on ikisinde, pazartesi gecesi bir yetim olarak dünyaya
geldi. Annesi Âmine, bu doğumun müjdesini vermek üzere Peygamber Efendimizin
(s.a.v) dedesi Abdulmuttalib’e bir haberci gönderdi. Haberi alan Abdulmuttalib
hemen geldi. Âmine, hamileliği sırasında yaşadığı olağanüstü durumları ve çok
özel bir insana hamile oluşunu bu olaylar sayesinde sezdiğini ona anlattı. Bebeğe
Muhammed veya Ahmed isminin konulması hakkında bir rüya gördüğünü de sözlerine ekledi. Bunun üzerine Abdulmuttalib de âlemlere rahmet olan Peygamberimizi (s.a.v) kucağına alarak Kâbe’ye girdi. Böyle bir evlat vermesinden dolayı yüce
Allah’a (c.c) şükretti ve torununun doğumu şerefine ziyafet verdi.8
Abdulmuttalib, torununa “Muhammed” ismini koydu. Kendisine, “Torununa
neden atalarımızdan birinin ismini değil de Muhammed ismini verdin?” diye soranlara şöyle dedi: “İstedim ki onu gökte Allah, yerde de insanlar hayırla yad etsin;
ondan övgüyle bahsetsinler.”9
Bilgi Kutusu
Peygamber Efendimizin (s.a.v) güzel isimleri çoktur. Bunlardan bir kısmı, yüce
Allah (c.c) tarafından Kur’an-ı Kerim’de ve önceki peygamberlere gönderilen
kitaplarda zikredilmiş; bir kısmı da hadis-i şeriflerle Peygamber Efendimiz (s.a.v)
tarafından beyan buyurulmuştur. En çok bilinen isimleri; Muhammed, Mustafa, Ahmed, Mahmud’dur.
Araştıralım
Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Muhammed, Mustafa, Ahmed, Mahmud”
isimlerinin anlamlarını araştırınız.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) doğduğu gece, annesi Âmine ve ebelerinin
gördüğü büyük bir nurun doğu ile batıyı aydınlatması, İran Hükümdarı Kisra’nın saray burçlarının yıkılması, batıl bir inanışa göre kutsal kabul edilen Sâve Gölü’nün kuruması, İranlıların tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşin sönmesi gibi bazı harikulade olaylar meydana gelmiştir. Bu olaylar; yeni doğan çocuğun
ileride ateşe tapmayı kaldıracağının, Fars (İran) hükûmetine son vereceğinin ve
38
8 İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, C 1, s. 143.
9 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 1, s.30.
İKİNCİ ÜNİTE
yüce Allah’ın (c.c) izin vermeyip insanların kutsallaştırdığı şeyleri men edeceğinin birer işaretiydi.10
Süt Anneye Verilmesi
Mekkeliler âdet olduğu üzere yeni doğan çocuklarını sütannelere verirdi. Bu sayede
Mekke’nin dışına çıkan çocuklar beden ve ruh
sağlığı açısından daha güzel yetişiyordu. Duygu
ve fikir dünyaları gelişiyordu. Güzel Arapça konuşmayı öğreniyorlardı. Allah Resulü (s.a.v) de
Sâve Gölü’nün kuruması bu âdete göre Benî Sa’d b. Bekr’e mensup olan
ve yayladan gelen sütannesi Halime’ye verildi.
Burada sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v) fasih Arapça konuşmayı öğrendi. Sonraki yıllarda Hz. Ebubekir (r.a), “Ya Resulullah!
Senden daha fasih konuşanını görmedim.” dediğinde Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle
cevap verdi: “Ben Kureyş’tenim. Benî Sa’d yaylasında emzirildim.”11
Hz. Muhammed (s.a.v) yetim olduğu için Mekke’ye gelen diğer sütanneler tarafından istenmedi. Oysa böyle bir çocuğa sütanne olmak elbette herkese
nasip olacak bir durum değildi. Yumuşak ve iyi huylu biri olan Halime, onu almayı
kabul etti. Böylece bu mukaddes misafir ile Halime’nin evi bereketlendi. Bu fakir
aileye bolluk, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v) ile geldi.
Halime’nin önceden kendi çocuğuna bile yetmeyen sütü arttı. Benî Sa’d yurdunun
toprakları, yaylaları kuraklıktan kurtuldu. Hayvanları sütle doldu ve yiyecekler bollaştı. Halime, çok hayırlı bir evlat aldığına şüphesiz bir kanaat getirerek şükretti. Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v) iki sene sonra sütten kesildi. Diğer çocuklardan farklıydı. Onlara göre hayli büyüyüp dayanıklı bir çocuk olmuştu ve Mekke’ye annesine götürüldü. Ancak Mekke’de baş gösteren veba hastalığından dolayı tekrar Halime’ye
verildi. Halime, büyük bir şefkat ve muhabbetle dört yıl kadar Peygamber Efendimize (s.a.v) baktı. Sonra yine Mekke’deki annesine teslim etti.12
Annesi Âmine’nin Vefat Etmesi
Âlemlere rahmet olan Peygamberimiz (s.a.v) altı yaşına kadar annesi Âmine’nin
yanında kaldı. Bu süre içinde anne şefkatiyle yetişip büyüdü. Altı yaşındayken babasının Medine’de bulunan kabrini ziyaret etmek üzere annesi ve sadık hizmetçileri Ümmü
Eymen’le beraber Medine’ye gittiler. Medine’deki dayıları olan Neccaroğullarında
10 Muhammed Cemal, Şifâ-yı Şerif Tercümesi, C 2, s. 933.
11 Ali Muhammed Sallâbî, Siyer-i Nebi, s. 75.
12 İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, C 1, s. 146.
39
İKİNCİ ÜNİTE
bir ay kadar misafir kaldılar. Dönüşte, Medine’nin
Ebvâ Köyü’nde annesi Âmine hastalandı. Daha
doğmadan yetim kalan oğlunun masum yüzüne bakarak “Ey çekilen dehşetli ölüm okundan,
Allah’ın (c.c) lütfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatın oğlu! Allah, seni mübarek
ve devamlı kılsın! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa sen Celal ve İkram Sahibi tarafından
Âdem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere
Hz. Âmine’nin Ebva’daki Kabri
gönderileceksin! Allah (c.c) seni, milletlerle birlikte
devam edip gelen putlardan, putperestlikten de
esirgeyecek, alıkoyacaktır! Her canlı varlık ölür. Her yeni eskir. Her yaşlanan, kocayan, zeval bulur; yok olur. Ben de öleceğim. Fakat temelli anılacağım. Çünkü temiz
bir oğul doğurmuş, arkamda hayırlı bir evlat bırakmış bulunuyorum.”13 diyerek vefat etti. Âmine’nin ölümünden sonra Ümmü Eymen, sevgili Peygamberimizi (s.a.v)
Mekke’ye götürüp dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti.
Dedesi Abdulmuttalib’in Sevgisi
Abdulmuttalib, torunu Muhammed’i (s.a.v) çok severdi; onun yaptıkları
kendisini sevindirirdi. Kendi çocuklarından hiçbirini oturtmadığı Kâbe’nin gölgesindeki minderine sevgili Peygamberimizin (s.a.v) oturmasına izin verirdi. Engellemek
isteyen olursa “Oğlumu bırakınız. Allah’a yemin olsun onun için bir şeref vardır.”
derdi. Sevgili torununu sofrada yanına alır ve bazen de kucağına oturtarak ona
şefkat ve merhametini gösterirdi.
İyice yaşlanan Abdülmuttalib, ölüm vaktinin geldiğini hissederek torununu
büyük oğlu Ebu Talip’e bıraktı. Abdulmuttalib, sevgili Peygamberimiz (s.a.v) sekiz
yaşındayken vefat etti. Kureyş kavminin lideri olan Abdülmuttalib; Kâbe’nin yardım
fonunu yönetme ve hacılara su verme görevini yerine getiren saygın bir insandı.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) küçük yaşta en yakınlarını kaybetmesinde
birçok ilahi hikmetler bulunmaktaydı. Bu ayrılıklar, asıl himaye edenin ve bakî olanın yalnızca yüce Allah (c.c) olduğunu sevgili Peygamberimize (s.a.v) hissettiriyordu. Küçük yaşta yaşadığı zorluklar, onu gelecek yıllardaki tevhid mücadelesine
hazırlıyordu.
Amcası Ebu Talip’in Himayesi
Allah Resulü (s.a.v) sekiz yaşından itibaren amcası Ebu Talip’in yanında
kalmaya başladı. Ebu Talip, fakir lakin merhametli ve gönlü zengin bir insandı.
40
13 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 1, s.51.
İKİNCİ ÜNİTE
Yeğenine yetimliğini ve öksüzlüğünü hissettirmemek için elinden gelen gayreti
gösterirdi. Gittiği her yere onu da götürür, yanından hiç ayırmazdı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ile öz evlatlarından
daha çok ilgilenirdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)
daha on iki yaşına gelmeden amcasına
destek olmak için onun ve Mekkelilerin
hayvanlarını gütmeye başladı. Peygamberimiz yaptığı çobanlık işini küçümsemezdi. Çobanlık, Hz. Peygamber’i (s.a.v) Mekke’nin kötü âdetlerinden ve günlük
hayattaki çirkinliklerinden koruyordu. Emanete sahip çıkmayı, azimli olmayı, temiz
yaratılışını kirletecek şeylerden uzak kalmayı sağlıyordu.
Amcası Ebu Talip’in Cennetül Mualla’daki Kabri
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ilk ticari seyahatini amcası ile birlikte on iki yaşında Suriye’ye yaptı. Ebu Talip’in içinde bulunduğu kervan, Busra’da konakladı.
Buradaki bir Hristiyan manastırında Bahira isimli bir rahip vardı. Rahip Bahira, Allah
Resulü’nü (s.a.v) gördüğü zaman onun üzerindeki bazı hâllerden son peygamber
olduğunu anladı. Peygamber Efendimize (s.a.v) bir kısım sorular sordu. Aldığı cevaplar karşısında yanılmadığını anladı. Sonra Ebu Talip’e dönerek şöyle dedi: “Bu
çocuk, son peygamberdir. Şam Yahudileri içinde onun özelliklerini bilen ve alametlerini tanıyanlar vardır. Olabilir ki hıyanet ederler. Sen onu Şam’a götürme.”
Bunun üzerine Ebu Talip ticari mallarını burada sattı ve geri döndü.14
Ebu Talip, Hz. Muhammed’i (s.a.v) çocukluğunda gözettiği gibi peygamberliğinden sonra da kollamaya ve gözetmeye çalıştı. Onun yanında yer alarak onu destekledi. Ona zarar vermek isteyenleri engelledi. Hicretten kısa bir süre önce vefat etti.15
Yazalım
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) doğumu sırasında ve çocukluğunda gözlemlenen olağanüstü hâlleri yazınız.
14 Ali H. Berki-Osman Keskioğlu, Hâtemu’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, s.43.
15 Casim Avcı, Hz. Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı, s. 91.
41
İKİNCİ ÜNİTE
3. Peygamberimizin (s.a.v) Gençlik Dönemi
Allah Resulü (s.a.v) kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik döneminde
çevresindeki insanlar tarafından güzel ahlakıyla tanınırdı. En çok da güvenilirliği
ve doğruluğu ile bilinirdi. Mekke halkı, bu doğruluk ve güvenilirliğinden dolayı ona
Muhammedü’l-Emin derlerdi. Gençliğinde bu unvan ile meşhur olmuştu.
Onun gençlik döneminde ne bir hilesi ne bir hıyaneti ne de bir yalanı işitilmemişti. İnsanlara iyi davranması, sakinliği, yumuşak huylu oluşu ve diğer bütün hâlleriyle
herkesin sevgisini kazanmıştı. Peygamber Efendimizin (s.a.v) gençliğinin böyle olması
ise onun tabiatında kötülük ve fenalık duygusu taşımadığını göstermekteydi.
Listeleyelim
Gençlik döneminde Peygamber Efendimiz (s.a.v), Mekke halkı tarafından hangi özellikleri ile tanınmaktaydı? Listeleyiniz.
Peygamberimizin (s.a.v) Özellikleri
1.
2.
3.
4.
5.
Hılfu’l-Fudul’a Katılması
Resul-i Ekrem (s.a.v) yirmi yaşlarındaydı. Mekke halkı, kabileler arası savaşlardan çok zarar görmüştü. Aileler perişan bir durumdaydı. Güven ortamı tamamen kaybolmuştu. Mekke dışından ticaret veya ziyaret için Kâbe’ye gelen insanlar
da türlü haksızlıklara maruz kalıyorlardı. Kimi insanların kızları zorla alıkonuluyor, kimi
insanların ise malları sebepsiz gasp ediliyordu. Bir defasında Mekkeli As bin Vâil,
Yemen’den gelen bir tüccarın mallarına el koymuştu. Bu insanlık dışı muamelelere
maruz kalan mazlumların haklarını aramak için başvuracakları bir merci de yoktu.
42
Bunun üzerine, Mekke’nin ileri gelen ailelerinden sağduyulu olanları bir araya geldiler. Toplanan bu insanlar; “zulme uğrayanların haklarını zalimlerden alıncaya kadar mücadele edeceklerine, Mekke halkından ve Mekke’ye dışarıdan gelen
kimselerden haksızlığa uğrayanların yanında yer alacaklarına ve zalimlerden hak-
İKİNCİ ÜNİTE
larını alıncaya kadar mazlumları destekleyeceklerine”16 dair anlaştılar ve and içtiler.
Oluşan bu ittifaka, Hılfu’l-Fudul (Erdemliler Topluluğu) ismi verildi.
Yorumlayalım
Hılfu’l-Fudul’un uygulamaya karar verdiği maddeleri günümüzdeki insan hakları bakımından yorumlayınız.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) genç yaşında böyle bir ittifak içinde yer aldı.
Allah Resulü (s.a.v) aradan uzun yıllar geçtikten sonra bile böyle bir birliğin içinde
yer almaktan duyduğu memnuniyeti şöyle ifade etmişti: “Bugün böyle bir sözleşmeyi kabule davet olunsam, onu hiç tereddüt etmeden kabul ederim.”17
Konuşalım
Hılfu’l-Fudul benzeri bir topluluğa katılsanız siz hangi çalışmaları yapmak isterdiniz? Sınıfta arkadaşlarınızla konuşunuz.
Ticaretle Uğraşması
Mekke toprakları tarıma elverişsiz olduğundan halk, geçimini ticaret ile sağlardı. Hz. Muhammed (s.a.v) de çocuk yaşından itibaren ticaret ile uğraşmaya
başladı. İlk ticari yolculuğunu amcası Ebu Talip ile Busra’ya yaptı. Daha sonra 17
yaşındayken yine ticaret için diğer amcaları Zübeyr ve Abbas ile Yemen’e gitti. Bu
zaman zarfında ticaret hakkında tecrübe sahibi oldu.
Kureyş kabilesinin zengin ve itibarlı hanımlarından olan Hatice binti Hüveylid
(r.a), Suriye’ye göndermek istediği ticaret kervanı için bir yardımcı arıyordu. Bunu
duyan Ebu Talip, konuyu Hz. Peygamber’e (s.a.v) iletti ve bu işi almasını istedi. Hz.
Hatice, Peygamber Efendimizin (s.a.v) güvenilir ve dürüst biri olduğunu biliyordu. Bu nedenle
konu kendisine iletildiğinde toplum içinde doğruluğu ve güvenirliliği ile tanınan Hz. Muhammed’e
(s.a.v) kervanı teslim etmeyi memnuniyetle kabul
etti. Kölesi Meysere’yi de Allah Resulü’nün (s.a.v)
yanına verdi.
Bir ticaret kervanı
Muhammedu’l-Emin olan Peygamberimiz
(s.a.v) Mekke’den götürdüğü malları Suriye sınır-
16 İbn Hişam, es-Sîretu’n-Nebeviyye, C 1, s. 92.
17 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s.60.
43
İKİNCİ ÜNİTE
ları içinde bulunan Busra’da satarak yüksek kâr elde etti Hz. Peygamberin (s.a.v)
yüksek kazançlarla döndüğü bu ticaretinden Hz. Hatice (r.a) çok memnun kaldı.
Meysere ise bu yolculukta şahit olduğu Hz. Muhammed’in (s.a.v) üstün ahlakından
ve faziletlerinden övgüyle Hz. Hatice’ye (r.a) söz etti.
İşaretleyelim
Bütün peygamberler, geçimlerini sağlayacak bir meslek edinmişlerdir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) hangi meslekleri yapmıştır? Aşağıdaki listeden işaretleyiniz.
Ticaret
Terzilik
Demircilik
Tarım
Marangozluk
Çobanlık
Hz. Hatice (r.a) ile Evliliği ve Çocukları
Hatice binti Hüveylid zeki, şerefli ve asaletli bir hanımefendiydi. Kureyş’in ileri
gelenlerinden birçok kişi onunla evlenmek istemiş fakat o bu teklifleri kabul etmemişti. Sevgili Peygamberimizi (s.a.v) yaptığı ticaretler vesilesiyle yakından tanıma
fırsatı bulmuştu. Bu büyük insanın yüksek faziletini, yüce ahlakını ve güvenirliliğini
gören Hz. Hatice (r.a), ona (s.a.v) evlenme teklif etti. Allah Resulü (s.a.v) amcası
ile istişare ettikten sonra bu teklifi kabul etti. Nikâh akdi, misafirlerin katılımıyla Hz.
Hatice’nin (r.a) evinde yapıldı.
Habib-i Ekrem (s.a.v) ile Hz. Hatice (r.a) arasında çok uyumlu ve huzurlu bir
evlilik vardı. Sadakatli bir eş olan Hz. Hatice (r.a), vefat edene kadar her konuda Allah Resulüne (s.a.v) destek oldu; zor zamanlarında daima yanında durdu. Bu evlilik,
mutlu bir aile kurma konusunda asırlar boyu bütün ümmetine örnek oldu.
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) bu evliliğinden; Kasım, Abdullah, Zeyneb, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma (r.anhüm) isimlerini taşıyan altı çocukları oldu. Peygamberimizin (s.a.v) erkek çocukları henüz küçük yaştayken vefat etti. Kız çocuklarının
hepsi yanında büyüdü ve onları kendi eliyle gelin etti. Hz. Fatıma’dan (r.a) başka
bütün evlatları, Allah Resulü’nden (s.a.v) önce vefat etti. Hz. Ali (r.a) ile evlenen Hz.
Fatıma (r.a) ise Resulü Ekrem’in (s.a.v) ahireti irtihalinden altı ay sonra vefat etti.
Kâbe Hakemliği
44
Uzun zamandan beri yağmur ve sel sularına maruz kalan Kâbe hasar görmüştü. Kureyş kabileleri toplanarak Kâbe’yi onarmaya karar verdi. Yüzyıllar boyunca Kâbe’ye ve hacılara hizmet etme hususunda birbiriyle yarışanlar, bu işi büyük
bir şeref olarak görüyordu. Kâbe’nin duvarları, Hz. İbrahim’in (a.s) inşa ettiği temele
İKİNCİ ÜNİTE
kadar yıkıldı. Her kabilenin inşa edeceği kısımlar
kura ile belirlendi. Tamir esnasında faiz, fuhuş vb.
ahlak dışı yollarla elde edilen hiçbir kazanç kullanılmayacaktı.18 Bu prensiplerle gruplar kendi
payına düşen bölümü tamir etti. Bu sırada otuz
beş yaşında olan Allah Resulü (s.a.v) de Kâbe’nin
onarımında çalıştı.
Sıra Hacer’ül-Esved taşının yerine konulmasına gelince kabileler arasında anlaşmazlık
çıktı. Her kabile bu vazifeye en layık kendilerinin
Kâbe-i Muazzama
olduğunu savunuyordu. Bazı kabileler bu şerefi
başkasına bırakmayacaklarına dair yemin ettiler.
Öyle ki ortaya çıkan anlaşmazlık kabileler arası savaşa dönüşecek kadar ilerledi.
Kâbe’nin tamirine dört beş gün ara verildi.
Kureyşlilerin en yaşlısı olan Ebû Ümeyye bin Muğîre’nin teklifi üzerine, Harem-i
Şerif’in Beni Şeybe kapısından ilk giren kişinin hakem tayin edilmesine karar verildi.
Herkesin merakla beklediği kapıdan ilk giren zat El-Emîn olarak anılan Hz. Muhammed (s.a.v) oldu. Oradakiler, Allah Resulü’nün (s.a.v) geldiğini görünce sevinç içinde
“El-Emin! Muhammed! Onun aramızda vereceği hükme razıyız!19 diyerek memnuniyetlerini ifade etti. Resulü Ekrem (s.a.v), meseleyi makul bir şekilde çözüme kavuşturdu. Hacerü’l-Esved taşını bir örtü üzerine koydu. Her kabileden önde gelen bir kişi,
örtünün kenarından tutarak kaldırınca Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) mübarek elleriyle taşı yerine koydu. Böylelikle Kureyşlileri savaş ile felakete götürebilecek bir tehlike
geçilmiş oldu. Bu olay aynı zamanda Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) toplum içinde
uzlaştırıcı, saygı duyulan ve sorunları çözebilen bir kişilik sahibi olduğunu gösteriyordu.
Sıralayalım
Aşağıda Peygamber Efendimizin (s.a.v) çocukluk ve gençlik çağındaki olaylar
verilmiştir. Bu olayları numara vererek sıralayınız.
Ticaret hayatına başlaması.
Dedesinin vefatı.
Kâbe Hakemliği.
Amcasının himayesine girmesi.
Annesinin vefatı.
Hılfu’l-Fudul’a Katılması.
Hz. Hatice (r.a) ile evlenmesi.
Süt anneye verilişi.
18 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 72.
19 İbn Esîr, Sîre, El-Kâmil fi’t-Tarih, C 2, s. 46
45
İKİNCİ ÜNİTE
4. Peygamberimizin Nübüvvet Öncesi Ahlaki
Olgunluğu
Allah Resulü’nün (s.a.v) nübüvvetinden önce Mekke, insanlığın en karanlık
dönemini yaşıyordu. Puta tapıcılık, kan davaları, fuhuş, içki, kumar, yağmacılık
gibi kötülükler yaygındı. Doğruluk, adalet, hukuk, yardımseverlik gibi insani değerler ise toplumda etkin değildi. Cahiliye dönemi adı verilen bu zamanda halk; zengin-fakir, efendi-köle, güçlü-zayıf olarak birçok sınıflara ayrılmıştı. Kadınlara değer
verilmezdi. O günün toplumunda her türlü kötü ahlakı görmek mümkündü.
Bilgi Kutusu
Risâlet, nübüvvet, nebilik ve peygamberlik kelimeleri eş anlamlıdır. Bu kelimelerin ortak anlamı; “Allah’ın (c.c) gönderdiği vahiyleri, emir ve yasaklarını,
kısacası dinin gerçeklerini insanlara duyurmak; söz, tutum ve davranışlarıyla
açıklamak” demektir.
(Dinî Terimler Sözlüğü, s.287.)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), her türlü insani ve ahlaki değerin kirletildiği
böyle bir toplumun içinde büyümesine rağmen onların hiçbir kötülüğüne bulaşmadı. Hiçbir fenalığa ve çirkinliğe meyletmedi. Allah Resulü (s.a.v) bu gerçeği
şöyle ifade etmektedir: “Allah (c.c) beni peygamberlikle şereflendirinceye kadar
hiçbir kötülüğe teşebbüs etmedim.”20 Diğer peygamberler gibi, son peygamber
olan Efendimizin (s.a.v) de taşıdığı bu özelliğe ismet denir. İsmet, “Allah’ın, peygamberlerini temiz bir yaratılışa sahip kılması; gizli ve açık her türlü günahtan, şirkten, küfürden, münafıklıktan ve zulüm yapmaktan koruması” demektir.21
Cahiliye dönemi halkı, Hz. Muhammed’i (s.a.v) her daim güvenilir insan
(Muhammedü’l-Emin) olarak tanımlıyordu. Çünkü onun en küçük bir yalanını işitmedikleri gibi
her ortam ve şartta da doğruluğunu görmüşlerdi. Tartışmalı konularda hakemliğine başvuracak
ve kıymetli eşyalarını ona emanet edecek kadar ona güveniyorlardı. O, cahiliye döneminin
karanlıklarını aydınlatan, doğruluğun ve güvenilirliğin manevi bir güneşi gibiydi. Peygamberlerin bu özelliklerine sıdk ve emanet denir. Sıdk,
“peygamberlerin hiçbir zaman hiçbir şekilde yaMuhammed (s.a.v)
46
20 Suyuti, Hasais, C 1, s. 221.
21 Dinî Terimler Sözlüğü, s.177.
lan söylememesi ve dosdoğru davranması”dır.
İKİNCİ ÜNİTE
Emanet ise “gerek peygamberlik görevinde gerekse hayatın diğer konularında
emin ve güvenilir olmak” tır.
Bilgi Kutusu
İsmet, emanet ve sıdk sıfatlarından başka peygamberlerde iki nitelik daha bulunur. Bunlar fetanet ve tebliğdir. Fetanet, peygamberlerin “sağlam bir düşünce ile zekâya sahip ve akıllı olmaları”; tebliğ ise “emrolundukları dinî hükümleri
tüm insanlara olduğu gibi bildirmeleri”dir.
Eşleştirelim
Aşağıda peygamberlerin sıfatları verilmiştir. Bu sıfatların numaraları ile tanımlarını eşleştiriniz.
1
fetanet
2
ismet
3
sıdk
4
emanet
5
tebliğ
..... Dinî hükümleri tüm insanlara olduğu gibi bildirme.
..... Gerek peygamberlik gerekse diğer konularda güvenilir olma.
..... Sağlam bir düşünce ile zekâya sahip olma.
..... Günah işlemekten korunma.
..... Her hususta doğru sözlü olma.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) ahlaki olgunluğu, hayatın her alanında görülürdü. Bunun küçük bir örneği arkadaş seçimiydi. Doğru ve güvenilir bir genç olan
Hz. Peygamber (s.a.v) kötü arkadaşlar edinmezdi. Onun arkadaşları, toplumda sevilen sayılan ve güzel ahlak sahibi kişilerdi. Bunlardan biri olan Hz. Ebubekir (r.a) o
dönemde de Peygamberimizin (s.a.v) en yakın arkadaşlarındandı.
Örnek bir genç olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) yüksek ahlakını amcasının
evinde kaldığı zaman zarfında da görmek mümkündür. Amcası Ebu Talip’in aile
bütçesine katkı sağlamak amacıyla Mekkelilerin hayvanlarını güderdi. Amcasına
yardım etmek için ticaret hayatına başladı. Amcasına yük olmak bir yana, onun
yükünü paylaşırdı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), amcası Ebu Talip’in evindeki sorumluluk bilincini
kendi aile hayatında da devam ettirmiştir. O, sağlam ve huzurlu bir yuva kurmanın
gereği olan güzel ahlaka sahipti. Sorumluluklarını bilen, şefkatli, ilgili bir eş ve babaydı.
47
İKİNCİ ÜNİTE
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) üstün ahlaki özelliklerini, gençlik dönemindeki ticari hayatında da görmek mümkündür. O, ticaretle
uğraşırken iş ahlakıyla dikkatleri üzerine çekerdi.
Peygamberimiz (s.a.v) ile ticari ilişkilerde bulunan insanlar onu şöyle anlatıyorlardı: “Hz. Muhammed (s.a.v) çok iyi bir arkadaştı. Hak hukuk
konusunda hatır gönül tanımaz, hakkın hatırını
Ticarette en önemli olan şey güvendir her zaman üstün tutardı. O hiç kimseye en ufak
bir riyakârlıkta bulunmazdı.”22 Allah Resulünün
(s.a.v) bu olgunluğundan dolayıdır ki Hz. Hatice (r.a), Suriye’ye göndermek istediği kervanın sorumluluğunu ona vermiştir. Bu isteğini, “Ben seni Suriye’ye gidecek
ticaret mallarımın başında görmek istiyorum. Senin doğru sözlü, güvenilir ve güzel
ahlaklı olduğunu biliyorum.” diyerek açıklamıştır.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) ahlaki olgunluğu, yalnız şahsi hayatıyla sınırlı
kalmamıştır. O, güzel ahlakın insanlar arasında yayılması için de gayret gösterdi.
Toplumda baş gösteren kötü ahlak ile mücadele etti. Bundan dolayı gençliğinde
mazlumlara yardım etmek ve adaletsizliklere engel olmak için sağduyulu insanların
kurduğu Hılfu’l-Fudul’a katıldı. Allah Resulü (s.a.v) ilerleyen yıllarda Hılfu’l-Fudul’a katılmasını şöyle değerlendirecekti: “Abdullah b. Cud’a’nın evinde yapılan yeminde
ben de vardım. Bence o yemin, kırmızı tüylü develere sahip olmaktan daha sevimlidir. Ben ona İslamiyet devrinde çağrılsam yine giderim.”23
Yazalım
Aşağıdaki tabloda, hayatın çeşitli alanları verilmiştir. Bu alanlara, sevgili Peygamberimizin (s.a.v) örnek ahlakını örnekteki gibi tanımlayan birer cümle yazınız.
Şahsi Hayatı
Herkesin güvendiği, doğruluğu herkesçe bilinen biriydi.
Aile Hayatı
Arkadaş Seçimi
İş Hayatı
Toplumsal Hayat
48
22 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 80.
23 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.69
İKİNCİ ÜNİTE
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ilk vahyi alıp korku ve heyecanla evine döndüğünde Hz. Hatice’nin (r.a) söylediği şu sözler, onun nübüvvetinden önceki
ahlaki niteliklerini ne güzel özetlemektedir: “Hayır, müjdeler olsun! Allah’a yemin
ederim ki Rabbin hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin, sözü
doğru söylersin, muhtaç olanların bakımını üstlenirsin, aç ve açıkta olanı koruyup
kollarsın, misafire ikram edersin ve musibete maruz kalanlara yardım edersin.” 24
Gözlemleyelim
Hz. Hatice annemizin (r.a) sözünde sıraladığı güzel davranışlar açısından günümüz insanlarını gözlemleyiniz. Gözlemlerinizi sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
Değerlendirelim
Peygamber Efendimizin (s.a.v) sahip olduğu ahlaki güzellikler bakımından kendinizi değerlendiriniz.
Akrabayı gözetmek.
Sözü doğru söylemek.
Muhtaç olanların bakımını üstlenmek.
Aç ve açıkta olanı koruyup kollamak.
Misafire ikram etmek.
Musibete maruz kalanlara yardım etmek.
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”25 diyen Peygamber Efendimizin (s.a.v) hayatının her dönemi gibi gençliği de ahlakın tüm güzelliklerini gösteren bir rol model olmuştur. Bize düşen ise bu rol modele benzemeye çalışmak, onun
yüksek ahlakını örnek almaktır. Zira onun ve diğer peygamberlerin sıfatları olan sıdk
ve emanet yani doğruluk ve güvenilirlik, tüm müminlerin uymak için gayret göstermesi gereken özelliklerdir. Yüce Allah’ın (c.c) birçok ayetinde ve Allah Resulü’nün
(s.a.v) pek çok hadisinde müminlere doğru sözlü ve güvenilir olmaları emredilir. “İslam, güzel ahlaktır.”26 ve “İnsanların en hayırlısı ahlakı güzel olandır.” gibi hadislerle
de güzel ahlak sahibi olmak övülür.
24 Buhari, Tefsir, Alak 1.
25 İbn Hanbel, Müsned, C 2, s. 381.
26 Ali el-Müttaki el-Hindî, Kenzü’l Ummal, C 3, s.17.
49
İKİNCİ ÜNİTE
Hira Mağarası
Grup Çalışması Yapalım
Sınıf arkadaşlarınızla iki gruba ayrılınız.
1. grup olarak doğru sözlü ve güvenilir olmak ile ilgili ayetleri;
2. grup olarak aynı konuyla ilgili hadisleri araştırınız.
5. Peygamberimizin (s.a.v) Hirâ’da Tefekkür Günleri
İnsanın bu dünyaya gönderiliş gayesi; her şeyi yaratan Rabb’ini tanıması,
O’na iman ve ibadet etmesidir. Bu yüce gayeye ulaşmak, her insanın en öncelikli
vazifesidir. Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c), bu vazifeyi tebliğ etmek üzere insanlar
arasından peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler içinden de insanlığın yaratılış gayesini ve varoluşun anlamını en güzel şekilde açıklayan Resulü Ekrem’i (s.a.v)
50
son peygamber olarak seçmiştir. Peygamber Efendimizin (s.a.v) getirdiği İslamiyet sayesinde insana ait bu sorumluluk en güzel ve en yüksek şekilde gerçekleştirilmektedir.
İKİNCİ ÜNİTE
Peygamberlik son derece ağır ve büyük bir vazifedir. Bu yüce vazifenin ağırlığına duyu ve duyguların tam olarak olgunlaşmasıyla tahammül edilebilir. İşte bundan dolayıdır ki yüce Rabbimiz, bu ağır vazifeyi taşıyabilmeleri için peygamberlerini
hazırlık aşamasından geçirmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) de vahiy almadan
önce böyle bir manevi hazırlık dönemi yaşamıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) fakir ve yetim olmasına rağmen yüksek bir ahlaka sahipti. Kendisi ümmî olmasına ve okuma yazma bilmeyen bir toplumda yetişmesine rağmen her türlü hurafeden uzaktı. Mekke halkının cahiliye âdetlerine de
meyletmedi. Putlara tapan toplum içinde doğup büyümesine rağmen putlardan
nefret ederdi. Putlara hiçbir zaman tapmadı ve secde etmedi.27 Hz. İbrahim’in (a.s)
Hanif dini üzere tek olan Allah’a (c.c) inanmış ve ona gönülden bağlanmıştı.
Hatırlayalım
Hanifler; Hz. İbrahim’in (a.s) dinine bağlı olmaya çalışan, Allah’ın (c.c) birliğine
inanan, putperestliği reddeden ve Kureyş’in yanlış inançlarına karşı çıkan insanlardı.
(TDV İslam Ansiklopedisi, C 16, s. 33-39.)
Mekkeliler ise kendilerine gönderilen Hz. İbrahim’in (a.s) dinini zamanla değiştirmişlerdi. Tek olan Allah’a (c.c) ibadet etmek için yapılan Kâbe’yi putlarla
doldurmuşlar ve Allah’a (c.c) şirk koşar olmuşlardı. Başta puta tapmak olmak üzere birçok günahı ve çirkinliği âdet edinmişlerdi.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Mekke halkının ve kavminin Allah’a (c.c) şirk
koşup putlara tapmalarından son derece rahatsız oluyordu. Onun temiz ve pak
fıtratı ile yüksek ahlakı, Mekke halkının batıl inançlarını ve kötü ahlakını kabul etmiyordu. Vicdanı da hiçbir haksızlığı, adaletsizliği, zulmü ve çirkinliği kaldıramıyordu.
Bundan dolayı onlardan uzaklaşıp ayrı kalmayı arzu ediyordu. Bunun için de sık sık
Mekke’den ayrılıyordu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Mekke’nin kuzeyinde bulunan Nur Dağı’ndaki Hirâ Mağarası’na gidiyordu. Ramazan ayını burada geçirmeyi âdet hâline getirmişti. İnsanların kötülüklerinden ve ahlaksız ortamdan uzaklaşarak Hirâ’da tefekkürle vakit geçirirdi. Yanındaki yiyeceği bittiğinde evine gelir, bir süre kalır ve
sonra tekrar geri dönerdi. Resulü Ekrem’in (s.a.v) bu hâli, otuz beş yaşından kırk
yaşına kadar devam etti. Bu dönem insanları büyük hakikate davet için bir hazırlıktı. Yüce Allah (c.c), Hz. Muhammed’i (s.a.v) peygamberliğin ağır yükünü taşıyabilmesi için hazırlıyordu. 28
27 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.80.
28 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.81.
51
İKİNCİ ÜNİTE
Bilgi Kutusu
Allah’ın ayetleri, yarattığı tüm varlıklar ve olaylar üzerinde kafa yorup düşünmeye; Allah ile kâinat arasındaki ilişkiyi kavramak için gayret etmeye; bunlardan
ibret almaya tefekkür denir.
(Dinî Terimler Sözlüğü, s.356.)
Allah Resulünün (s.a.v) Hirâ’da peygamberlikten önceki bu uzletinde büyük manalar bulunmaktadır. O bu dönemde yaratılış gayesini unutan insanlardan
uzaklaşmakla çokça tefekkür etme imkânı buldu. Burada Allah’ı (c.c) bize tanıtan
ve O’nun (c.c) varlığının ve birliğinin delili olan âlem kitabını düşünüyor ve ibret
alıyordu.29 Peygamberimiz (s.a.v) bu uzlet sayesinde kendi iç alemiyle baş başa kalarak kâinatın niçin yaratıldığını ve insanların bu dünyaya niçin gönderildiğini tefekkür ediyordu. Bu tefekkür, Hz. Peygamber’i (s.a.v) yüce Allah’a (c.c) daha çok
yakınlaştırdı.
Sonunda Rabb’imiz, Hirâ Mağarası’nda ilahi kudretin eseri olan âlemi tefekkür etme hâlinde olan Resulü Ekrem’e (s.a.v) vahiy göndererek peygamberlik
verdi. Hirâ Mağarası’ndan yükselen bu ilahi vahiy tüm dünyaya yayıldı.
Slogan Hazırlayalım
İnsanları güzel ahlak sahibi olmaya davet eden birer slogan hazırlayınız.
Gözlemleyelim
Arkadaşlarınızla daha önce oluşturduğunuz ayet ve hadis grupları olarak birer
pano hazırlayınız. 1. grup araştırıp bulduğu ayetlerle, 2. grup ise hadislerle panosunu oluşturmalıdır. Daha sonra kendi aranızda seçtiğiniz sloganı, pano ismi
olarak belirleyiniz.
52
29 Ali Muhammed Sallâbî, Siyer-i Nebi, s. 101.
İKİNCİ ÜNİTE
Okuyalım
BİR GECE
On dört asır evvel yine bir böyle geceydi
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi
Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler
Halbuki kaç bin senedir bekleşmedelerdi
Nerden görecekler göremezlerdi tabi
Bir kere zuhur ettiği çöl en sapa yerdi
Bir kere de ma’mure-i dünya o zamanlar
Buhranlar içindeydi bugünden de beterdi
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta
Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin
Salgındı bugün Şark’ı yıkan tefrika derdi
Derken büyüyüp kırkına gelmişti ki öksüz
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi
Bir nefhada kurtardı insanlığı o masum
Bir hamlede kayserleri kisraları serdi
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi
Zulmün ki, zeval akılına gelmezdi, geberdi
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi
Dünya neye sahipse onun vergisidir hep
Medyun O’na cemiyeti medyun O’na ferdi
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret (Mehmet Âkif ERSOY, Safahat, s.499.)
53
İKİNCİ ÜNİTE
ÜNiTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A-Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) küçük yaşta en yakınlarını kaybetmesinde hangi ilahi hikmetin bulunduğunu söyleyiniz.
2. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) Mekke halkı tarafından çok sevilip sayılmasına
sebep olan ahlaki özelliklerini anlatınız.
3. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “…Ben ona İslamiyet devrinde çağrılsam yine
giderim.” diyecek kadar niçin Hılfu’l-Fudul’a (Erdemliler Topluluğu) önem vermiştir? Sebebini açıklayınız.
4. Hz. Hatice (r.a) ticaret kervanını hangi özelliklerinden dolayı Peygamber Efendimize (s.a.v) emanet etmeyi uygun bulmuştur? Açıklayınız.
B-Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi yanlıştır?
A)Peygamberimizin (s.a.v) hanımı- Hz. Hatice (r.a)
B) Peygamberimizin (s.a.v) dedesi
- Abdulmuttalib
C)Peygamberimizin (s.a.v) amcası
- Ebu Talip
D)Peygamberimizin (s.a.v) babası
- Abdullah
E) Peygamberimizin (s.a.v) annesi- Halime
2. “Ben, Âdemoğulları soylarının en temizinden geldim…” diyen Peygamberimizin (s.a.v) bilinen bir soydan gelmesi neye vesile olmuştur?
54
A)Peygamberliğinin daha kolay kabul edilmesine
B) Mekke’nin idaresinin kendisine verilmesine
C)Kâbe’nin onarımından sorumlu olmasına
D)Ticarette ilerleyip zengin olmasına
E) Kureyş’in lideri olarak seçilmesine
İKİNCİ ÜNİTE
Hz. Peygamber (s.a.v) Veda Hutbesi’nde sözlerini tamamladıktan sonra dinleyenlere sordu:
“Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz?” Sahabeler hep birden
cevap verdiler: “Allah’ın risâletini tebliğ ettin. Risâlet görevini yerine getirdin.
Bize vasiyet ve nasihatte bulundun diye şehadet ederiz!”
(Dinî Terimler Sözlüğü, s.382)
3. Yukarıdaki parçada geçen “risâlet” kelimesinin işaret ettiği görev nedir?
A)Mazlumların koruyuculuğu
B) Kureyş kabilesinin reisliği
C)Allah’ın (c.c) elçiliği
D)Kâbe’nin bekçiliği
E) Yetimlerin hamiliği
4. Peygamberimizin (s.a.v) toplum içinde uzlaştırıcı, saygı duyulan ve sorunları
çözebilen bir kişiliğe sahibi olduğunu gösteren olay aşağıdakilerden hangisidir?
A)Bilinen, temiz bir soydan gelişi
B) Amcasıyla ticarete başlaması
C)Hz. Hatice (r.a) ile evliliği
D)Kâbe Hakemliği
E) Kendisine risâlet verilişi
5. Aşağıda verilen “peygamber sıfatı-tanım” eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?
A)Emanet - Peygamberlikte ve diğer konularda güvenilirlik
B) Fetanet - Sağlam bir zekâya ve akla sahip olmak
C)İsmet - Günahsızlık, manevi ve ahlaki temizlik
D)Sıdk - Sözde ve davranışta yumuşak huyluluk
E) Tebliğ - Dinî hükümleri tüm insanlara bildirmek
55
İKİNCİ ÜNİTE
C - Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri uygun ifadelerle
doldurunuz.
1. Allah’ın (c.c) gönderdiği vahiyleri, emir ve yasakları insanlara duyurma; söz, tutum ve davranışlarıyla açıklama görevine ……………………. ya da ……………………. denir.
2. …………………….; Allah’ın (c.c) ayetlerini, yarattığı tüm varlıkları ve olayları düşünüp bunlardan ibret almaya gayret
etmektir.
3. Peygamber Efendimizin (s.a.v) soyu, Hz. İsmail (a.s) vasıtasıyla ……………………. peygambere dayanmaktadır.
4. …………………….; risâlet öncesi dönemde de sevgili Peygamberimizin (s.a.v) en yakın arkadaşlarındandı.
5. Peygamberimiz (s.a.v); ……………………. şehrinde, miladi
……………………. yılında, Rebiülevvel ayının on ikisinde dünyaya geldi.
D - Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanların yanına “D”, yanlış
olanların yanına ise “Y” yazınız.
1. (.......) “Torununa neden atalarımızdan birinin ismini değil de
Ahmed ismini verdin?” diye soranlara Abdulmuttalib, “İstedim ki onu gökte Allah, yerde de insanlar hayırla yad etsin;
ondan övgüyle bahsetsinler.” dedi.
2. (.......) Allah Resulü’nün (s.a.v) temiz yaratılışı ile yüksek ahlakı, Mekke halkının batıl inançlarını ve kötü ahlakını kabul
etmiyordu.
3. (.......) Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Hz. İbrahim’in (a.s) Hanif dinine göre tek olan Allah’a (c.c) inanmıştı.
4. (.......) Mekke halkı, doğruluk ve güvenilirliğinden dolayı Peygamber Efendimize (s.a.v) Muhammedü’l-Emin derlerdi.
5. (.......) Resulü Ekrem’in (s.a.v) Hirâ Mağarası’na çekilip tefekkür etmesi, peygamberlik görevi için bir hazırlıktı.
56
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
3. ÜNİTE
PEYGAMBERİMİZİN MEKKE YILLARI
Mescid-i Haram, Mekke
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Tefekkür nedir? Siz hangi konular üzerinde tefekkür ediyorsunuz? Sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.
2. Vahiy ile risâlet kavramları arasındaki ilişki nedir? Araştırınız.
3. Sizce İslam’ın kısa sürede yayılmasında, Peygamberimizin (s.a.v) üslubu ne
kadar etkili olmuştur? Sınıfta arkadaşlarınızla konuşunuz.
4. Hayırlı bir iş karşısında çıkan zorluklar sizi hemen ümitsizliğe düşürür mü? Sizce
Peygamberimizin (s.a.v) bu konudaki tutumu nasıl olmuştur? Düşüncelerinizi
paylaşınız.
57
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Peygamberler, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak için gönderildi.
1. Risâlet ve Peygamberimiz (s.a.v)
1.1. İlk Vahiy
Yüce Rabbimiz; insanlara kendini tanıttıran, harika şekilde yarattığı âlemi
anlatan, insanları kötülüklerden ve günahlardan koruyup kurtarıcı nasihatlerle irşat
eden peygamberler göndermiştir. Onlara risâlet görevi vermiş; böylece insanlara
ilahi emir ve yasaklarını bildirmiştir.
Allah’ın (c.c) peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği emir ve yasaklarına
vahiy denir. Yani vahiy, yüce Allah’ın (c.c) peygamberlerine dilediğini dilediği şekilde bildirmesidir.1 Bu gerçek, Kuran-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır: “(Ey Resulüm!) Şüphe yok ki biz, Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz
gibi sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a (ve onun) torunlar(ın)
a, İsa’ya, Eyyub’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a ise
Zebur’u verdik.”, “(Biz) müjdeleyiciler ve (aynı zamanda) korkutucular olarak nice
peygamberler (gönderdik) ki o peygamberlerden sonra, insanların Allah’a karşı
delilleri (mazeretleri) olmasın! Çünkü Allah, Azîz (kudreti daima galib gelen)dir,
Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.”2
Hatırlayalım
Risâlet; “Allah’ın (c.c) gönderdiği vahiyleri, emir ve yasaklarını, kısacası dinin
gerçeklerini insanlara duyurmak; söz, tutum ve davranışlarıyla açıklamak” demektir.
(Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s.287.)
58
1 Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, s.25
2 Nisa suresi, 165.ayet.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Allah (c.c), insanların dünya ve ahirette kurtuluşu için peygamberler gönderdi fakat bir kısım insanlar peygamberlere itaat etmedi. Kendi heves ve arzularına uyarak Allah’ın (c.c) gönderdiği kitapları değiştirdiler. Böylece bir ve tek olan
Allah’ı (c.c) bırakıp kendi elleri ile yaptıkları putlara tapmaya başladılar. Mekkeliler
de geçmiş kavimler gibi doğru yoldan sapmıştı. Mekke’de Hz. İbrahim’in (a.s) dininden sadece izler kalmış ve Kâbe putlarla doldurulmuştu. Mekke halkı her türlü
kötülüğü ve çirkinliği işliyordu. Halkın bu durumuna Peygamberimiz (s.a.v) üzülüyor;
bundan dolayı sık sık Mekke’den uzaklaşıyordu. Mekke’nin kuzeyinde bulunan Nur
Dağı’ndaki Hira Mağarası’na gidiyordu. Burada yalnızlığa çekilip tefekkür ediyordu.
Allah’ın (c.c) varlığını ve birliğini düşünüyordu.3
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) kırk yaşına vardığında, yüce Rabbimiz kendisine ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı olarak sadık rüyalar göstermişti. Peygamberimizin (s.a.v) gördüğü her rüya o günün sabahında veya sonraki günler aynen
gerçekleşiyordu.4 Bu sadık rüyalarla yüce Rabbimiz (c.c), Cebrail (a.s) ile göndereceği vahiylere sevgili Peygamberimizi (s.a.v) hazırlıyordu. Peygamberimiz (s.a.v),
Ramazan ayında Hira Mağarası’nda yine tefekkür halinde iken Cebrail (a.s) geldi
ve Peygamberimizi sıkarak “Oku!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v) ise “Ben okuma bilmem.” dedi. Cebrail (a.s) üç kez Peygamberimizi sıkıp bıraktı ve “Yaratan Rabb’inin
adıyla oku. O, insanı bir embriyodan yarattı. Oku, Rabb’in sonsuz kerem sahibidir.
O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” diye devam
eden ayetleri okudu.5 Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v), mağaradan heyecan
ve korku ile çıktı.6 O sırada gökten bir ses işitti:
“Ya Muhammed! Sen, Allah’ın resulüsün. Ben de
Cebrail’im.” diyordu. Peygamberimiz (s.a.v) başını kaldırıp baktığında her yerde Cebrail’i (a.s)
görüyordu.
Peygamberimizin (s.a.v) korkulu ve endişeli hâli, mesuliyeti büyük bir vazifenin kendisine
verilecek olmasından kaynaklanıyordu. Yoksa
onun endişe ve korkusu, günlük hayatımızda yaşadığımız bir korku değildi. Çünkü o bütün insanlıİnen ilk ayet: “İkra! (Oku!)” ğı hidayete eriştirecek büyük sorumluluğun ağırlığını fazlasıyla hissediyordu.7
3 Ali Muhammed Sallâbî, Siyer-i Nebi, s.101.
4 M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, s. 150.
5 Ali Muhammed Sallâbî, Siyer-i Nebi, s.102.
6 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s.83.
7 Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, Hz.Muhammed ve Hayatı, s.63.
59
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Düşünelim
Peygamber Efendimizin (s.a.v) Mekke’deki çirkinliklerden rahatsız olarak Hira’da
tefekkür etmesinin, onun vahiy sürecine hazırlanmasındaki katkısını düşününüz.
Eve dönen Peygamberimiz (s.a.v) hemen kendisini örtmelerini istedi. Bunun
üzerine Hz. Hatice (r.a) onu örttü. Peygamberimiz (s.a.v), üzerindeki hâl geçtikten
sonra başından geçenleri eşine anlattı. Hz. Hatice (r.a), peygamberlik öncesi faziletli davranışlarını dile getirerek onun doğru yolda olduğunu şöyle ifade etti: “Vallahi Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen, akrabaları gözetir; düşküne fakire
yardım edersin. Misafiri ağırlar ve haklıdan yana olursun.”
Yazalım
Peygamber Efendimizin (s.a.v) ilk vahiy sırasında yaşadıklarına hiç şüphe etmeden inanan eşi Hz. Hatice (r.a), onun doğru söylediğine delil olarak neleri
göstermiştir? Yazınız.
Bu olaydan sonra Hz. Hatice (r.a), Peygamberimizi (s.a.v) yanına alarak amcasının oğlu olan Varaka b. Nevfel’e götürdü. Varaka, Mekke’de bilgili biri olarak
bilinmekteydi. Hz. Hatice (r.a), ona durumu anlattı. Olayları dinleyen Varaka, Peygamberimize (s.a.v) şöyle söyledi: “Bu gördüğün, Allah’ın (c.c) Musa’ya indirdiği
Cebrail’dir. Keşke davet günlerinde genç olsaydım. Keşke kabilenin seni yurdundan çıkaracağı günlerde hayatta olsaydım.” Varaka’nın bu sözlerini işiten Peygamberimiz (s.a.v) “Onlar beni buradan çıkaracaklar mı?” diye sordu. O da “Evet
çünkü senin getirdiğin şeyi getiren herkes, bu düşmanlığa uğramıştır. Eğer o günlere
yetişirsem sana mutlaka yardım ederim.” şeklinde cevap verdi.8
Çok geçmeden Varaka, Peygamberimizin (s.a.v) çektiği çileleri görmeden
vefat etti. Bu arada bir süre vahiy kesildi. Fakat kısa bir zaman sonra Cebrail (a.s)
60
8 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s.85.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
tekrar Peygamberimize (s.a.v) gelerek insanlığa saadet yolunu gösteren ilahi kanunları getirmeye devam etti.
1.2. Gizli ve Açık Davet
Yüce Rabbimizin peygamberler vasıtasıyla gönderdiği hakikatlere karşı bir
kısım insanlar gözlerini kapıyor, kulaklarını tıkıyor veya bunları anlamak istemiyordu.
Bu nedenle peygamberler, ilahi daveti tebliğ ederken birçok engellerle karşılaştı.
İlahi davetin önüne geçmek isteyen insanlar tehdit, korkutma, işkence ve zulüm
gibi türlü yollarla peygamberleri engellemeye çalışmışlardı. Peygamberler de inatçı, mutaassıp, cahil, bedevi olan kavimlerin anlamalarına zaman tanımak, ani muhalefet ve tepkilerini çekmemek ve zayıf insanların zarar görmesini engellemek için
bu tebliğlerini ilk zamanda gizlice yapmışlardı.
Bilgi Kutusu
Davet ya da diğer bir ifadeyle tebliğ; peygamberlerin, Allah’ın (c.c) kendilerine indirmiş olduğu vahiyleri insanlara eksiksiz olarak bildirmesi ve açıklamasıdır.
(Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s.354.)
Âlemlere rahmet olan Peygamberimiz de (s.a.v) ilk vahiyden sonra yaklaşık
üç yıl boyunca İslam dinini gizlice yaymaya çalıştı. Bu daveti gizlice yaparak yavaş
yavaş açığa çıkarmak istiyordu. Bu ilahi emir, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Önce en yakın hısımlarını uyar.”9
Peygamber Efendimiz (s.a.v) gizli davet sürecinde tebliğini önce ailesine,
sonra da dostlarına ve güvendiği kişilere yaptı. İlk davetini sevgili eşi Hz. Hatice’ye
(r.a) yaparak inen ayetleri ona okudu.10 O da hiç tereddüt etmeden İslam’ı kabul
ederek ilk Müslüman olma şerefine kavuştu.11 Daha sonra en yakın dostu Hz. Ebubekir (r.a), amcasının oğlu Hz. Ali (r.a), kızı Hz. Fatıma (r.a) ve azatlı kölesi Hz. Zeyd
b. Harise (r.a) İslamiyet’i kabul ettiler. Bu ilk Müslümanlar, ibadetlerini gözden uzak
yerlerde ve gizlice yapmaya çalışıyorlardı.
Peygamberimiz (s.a.v) İslamiyet’i rastgele anlatmaz, bu hassas konuda bir
kısım usullere dikkat ederdi. Anlattıklarını herkesten çok kendisi yaşardı. Böylece davasında samimi olduğu her hâlinden anlaşılırdı. Ahlakının güzelliğiyle dikkat çeker9 Şuara suresi, 214. ayet.
10 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s. 87.
11 Salih Suruç, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, s.212.
61
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
di. İhlaslı, takva sahibi, ciddi, doğru ve güvenilirdi.
Ondan herhangi bir zarar gelmeyeceğine herkes
emindi. Onun sözleri tahmin ve zandan uzak olup
kesinlik ifade eden gerçeklerdi. Dilinde Allah’ın
(c.c) kelamı, yani akıl ve gönülleri ikna edici hakikat vardı. Muhatabına değer verir ve ikna etmeyi
esas alırdı. İnsanları küçümsemez; ilahi vahyi herPeygamberimizin (s.a.v) kese aynı ciddiyetle tebliğ ederdi.
dilindeki hakikat:
Kur’an-ı Kerim
Değerlendirelim
Peygamberimizin (s.a.v) İslam’ı anlatma usulünü şu yönlerden değerlendiriniz:
¾¾ Anlattıklarını yaşaması.
¾¾ Anlattıklarının kişisel zanlar ve tahminler olmaması.
¾¾ Muhatabına değer vermesi ve ikna etmesi.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ilahi vahyi anlatmak için toplantılar düzenledi. Gizli davet döneminde, kendisine inananları yetiştirmek için onları Hz. Erkam b.
Erkam’ın (r.a) evinde topladı.12 İslam’ın ilk eğitim-öğretim merkezi olan bu şerefli ev
daha sonra Dârü’l-Erkam adını aldı. Bu evdeki toplantıların, ilk sahabilerin yetişmesinde ve İslamiyet’in yayılmasında çok büyük katkıları oldu.
Bilgi Kutusu
Sahabi, sözlükte “arkadaş, dost” anlamlarına gelir. Çoğulu sahabe veya
ashâbdır. Terim olarak ise Hz. Peygamber (s.a.v) devrine yetişmiş, Hz.
Peygamber’i (s.a.v) görmüş, iman etmiş, onun sohbetinde bulunmuş ve Müslüman olarak ölmüş olan kimselere denir.
(Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s.318.)
Üç yıllık bu gizli davet aşamasından sonra yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimize (s.a.v) İslam’ı açıktan ilan edip insanları dine davet etmesini emretti. Bu ilahi
emir, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Ey Muhammed! Şimdi sen, sana
emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme.”13 Peygamber Efendimiz (s.a.v), bu büyük ve ağır vazifenin kolay olmayacağını da biliyordu.
Çünkü yapacağı tebliğ onlar tarafından hoş karşılanmayacaktı. Fakat yüce Rab62
12 Fahri Hoşab, Nebevi Davet ve Propaganda, s.113.
13 Hicr suresi, 94. ayet.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
bimizin ona verdiği emir çok açıktı ve bu zorlu görevi yerine getirmesi gerekiyordu.
Bir müddet bu düşüncelerle evinden dışarı çıkmamış ve uzun bir tefekküre dalmıştı.
Hatta kendisinin uzun süre evden çıkmadığını gören birkaç yakın akrabası durumunu öğrenmek için ziyarete geldi.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ilk önce bir ziyafet tertip ederek yakın akrabalarından yaklaşık 40 kişiyi çağırdı. Peygamberimiz (s.a.v) asıl maksadını anlatamadan amcası Ebu Leheb ona hakaret ederek konuşmasına fırsat vermedi. Bunun
üzerine davetliler de kalkıp gitti.14 Bu davranış, Peygamberimizi (s.a.v) üzdü ise de
İslam dinini anlatma kararlılığından taviz vermedi. Bunun için ikinci bir davet tertip
etti. Bu ikinci davette (s.a.v) İslam dinini tebliğ etti. Toplantıda bulunan amcası Ebu
Talip onu koruyup kollayacağını söyledi. Ebu Leheb ise yine hakaret edip kabul
etmedi. Davette bulanan birkaç kişi daha İslam ile şereflendi ve Müslümanların
saflarında yer aldı.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) açık davetin gereğini yerine getirmek amacıyla
bir gün Safa Tepesi’ne çıkarak “Ey Kureyş halkı!” diye seslendi. Sesini duyan herkes
onun etrafına toplandı. Merakla kendisini izleyen kalabalığa “Size şu tepenin arkasında düşman askeri var desem inanır mısınız?” diye sordu. Orada bulunan herkes “Evet
inanırız. Çünkü senin yalan söylediğini hiç görmedik.” diyerek cevap verdi. Bunun
üzerine Peygamberimiz de (s.a.v) “O hâlde sizi uyarıyorum: Eğer Allah’a (c.c) iman
etmezseniz büyük bir azaba uğrayacaksınız.” dedi ve onları İslam’a davet etti. Dinleyiciler arasında bulunan amcası Ebu Leheb, ayağa kalkarak “Günümüzü zehir ettin.
Bizi buraya bunun için mi topladın?” diyerek bağırdı.15 Bunun üzerine insanlar oradan
dağıldı ve Peygamber Efendimizi (s.a.v) yalnız bıraktılar. Allah Resulü (s.a.v) ise Kureyş
kabilesinin kendisini dinlememesi ve onların muhalefeti karşısında asla ümitsizliğe kapılmadı; bilakis daha fazla gayretle ilahi vahyi tebliğe devam etti.
Safa Tepesi, Mekke
14 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s.89.
15 Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, Hz.Muhammed ve Hayatı, s.71.
63
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
1.3. İlk Müslümanlar
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ilk zamanlarda gizli olarak insanları imana davet etti. Allah’tan (c.c) aldığı emir gereği ilk önce yakın akrabalarını davete başladı.16 Kendisine ilk iman eden kişi onun sadakatli eşi Hz. Hatice (r.a) oldu.17 Hz. Hatice
(r.a) Müslüman olduğu zaman yanında bulunan kızları Hz. Rukayya (r.a), Hz. Ümmü
Gülsüm (r.a), Hz. Fatıma (r.a) da Müslüman olmuştu.18 Daha sonra Allah Resulünün
(s.a.v) kendi terbiyesine aldığı amcasının oğlu Hz. Ali (a.s), henüz on yaşındayken ilk
iman eden çocuk olma şerefini kazandı.19 Ardından yıllarca kendisine hizmet eden
azatlı kölesi Zeyd b. Harise (r.a) iman etti.20
Aile ve akrabalar dışında ise Hz. Peygamberin (s.a.v) küçüklüğünden itibaren en yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir (r.a) tereddütsüz olarak iman davetini kabul etti.21 Hz. Ebubekir’in (r.a) davet etmesi ile Osman b. Affan (r.a), Abdurrahman
b. Avf (r.a), Talha b. Ubeydullah (r.a), Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a), Zübeyr b. Avvam
(r.a) da Müslüman oldu.22 Bu sahabiler, son peygamberin ilk iman edenleri olarak
Allah (c.c) katında ve Müslümanların gönlünde müstesna bir yere sahip oldular.
Bilgi Kutusu
Cennetlik oldukları kendileri henüz hayattayken Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından müjdelenen on sahabiye aşere-i mübeşşere denir. Abdurrahman b. Avf
rivayetiyle gelen bir hadise göre cennetle müjdelenen sahabiler şunlardır: Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam,
Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas, Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Saîd b.
Zeyd’dir.
(Ahmed, I/193.)
Hadislerde cennetlik oldukları topluca bildirilen bu sahabilerden başka Hz. Hatice, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Selâm gibi bazı sahabiler de tek tek cennetle müjdelenmiştir.
(Müslim, Fedâîlü’s-Sahabe, 71; Tirmizî, Menâkıb, 26.)
16 Şuarâ suresi, 214. ayet.
17 İbn İshak, İbn Hişam, 1, 257.
18 Zehebi, Siyer, 2, 177.
19 İbn Sa’d, 3, 21.
20 Beyhaki, Delail, 2, 165.
64
21 İbn Kesir, Bidaye, 3, 27.
22 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s. 87.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
2. Mekke’de İslam Davetine Tepkiler
2.1. Mekke’de İslam’ı Kabul Edenlerin Genel Özellikleri
Hz. Peygamber (s.a.v), toplumdaki tüm insanları İslam’a davet etti. Kadınerkek, hür-köle, zengin-fakir, genç-ihtiyar ayrımı yapmadı. Bundan dolayı İlk Müslümanlar arasında toplumun her kesiminden insanlar bulunuyordu. Mekke’deki nüfuzlu ve zengin ailelere mensup kişiler olduğu gibi köleler ve fakirler de yer alıyordu.
İslam davetini ilk kabul edenlerin büyük çoğunluğu gençlerden oluşuyordu.
Mekke’de İslam’ı ilk kabul edenlerin çoğunluğu, toplumun içinde bulunduğu
cahiliye âdetlerinden hoşlanmayan kişilerdi. Bu yüzden cahiliye âdetlerini ortadan
kaldırmayı hedefleyen, hak ve hakikatin güzelliğini gösteren İslam’ı kabul etmek
onlara zor gelmemişti. Karakter olarak da güvenilir, sır saklayan ve sadık kimselerdi.
Ayrıca Allah Resulü’nün (s.a.v) etrafında ilk halkayı oluşturan bu sahabiler,
peygamberlikten önce de onun en yakınında bulunmuşlardı. Peygamberimizin
(s.a.v) güzel ahlakına ve doğruluğuna her yönüyle şahit olmuşlardı. Bu durumun,
İslamiyet’i kabul etmelerinde büyük bir etkisi vardı.
Mekke’de İslamiyet’e açık davet dönemi başladığında Müslümanların sayısı
bir taraftan artarken, diğer taraftan müşriklerin tepkileri de şiddetini arttırdı. İlk olarak Müslümanları alaya alan müşrikler, zaman geçtikçe hakaret, işkence, ilişkileri
kesme (boykot), vatandan sürme ve öldürme gibi şiddeti artan tepkiler verdiler.
Müşriklerin ileri gelenleri, varlıklı ve güçlü akrabalara sahip olan Müslümanlara pek karışamıyorlardı. Fakat bu sahabiler de kendi aile ve akrabalarının şiddetli
tepkileri ile karşılaşıyorlardı. Ailesi tarafından psikolojik baskı gören genç sahabiler
vardı. Öyle ki annesi, “Sen Muhammed’in getirdiklerini inkâr etmedikçe ben açlık
ve susuzluktan helak oluncaya kadar ağzıma bir şey almayacağım!” diyen annesine karşı imanından vazgeçmeyen genç sahabi vardı. Baskı ve dışlanma etkili olmayınca yine ailesi tarafından zincirlerle bağlanarak hapsedilenler oldu. Kimileri,
akrabaları tarafından urganlarla direklere bağlanıp şiddete maruz bırakıldı.
En şiddetli tepkiye ise fakir, zayıf, köle durumunda olan ve kendisine arka
çıkacak bir kuvvete sahip olmayan sahabeler maruz kaldı. Bilal-i Habeşi (r.a), Habbab b. Eret (r.a), Ammar b. Yasir (r.a) gibi sahabiler dayanılmaz işkencelere uğradı.
Sadece bir olan Allah’a (c.c) iman ettikleri için günlerce aç ve susuz bırakıldılar.
Kızgın kumlarla, ağır taşlarla, kırbaçlarla, kızgın demirlerle işkence gördüler. Boyunlarına ip geçirilip sokaklarda sürüklendiler. Bu eziyetler, Müslümanları dininden döndürmüyor; aksine Allah Resulü’ne (s.a.v) olan bağlılıklarını daha da arttırıyordu.
65
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
İslam’la şereflenen ilk Müslümanlar; yalanı tercih etmenin kolay, doğruyu
tercih etmenin çilelerle dolu olduğu bir zamanda doğrulukları ve sabırlarıyla bütün asırlara örnek oldular. Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi inkârcılara uysalar dünyevi
açıdan zarar görmeyeceklerdi. Ancak onlar, canlarını ve mallarını tehlikeye atarak
Muhammedü’l-Emin’e (s.a.v) tabi oldular. Böylece cesaret ve sadakatleri ile bütün
Müslümanlara rehber oldular.
Listeleyelim
Mekke’de İslam’ı kabul eden sahabilerin ortak karakter özelliklerini listeleyiniz.
1.
2.
3.
4.
5.
2.2. Müşriklerin İslam’a Karşı Çıkma Sebepleri
Allah Resulü (s.a.v), İslam dinini Mekke halkına açıklayıp onları Müslüman
olmaya davet ettiği zaman onu hemen reddetmediler ve ondan uzaklaşmadılar.
Allah’ın (c.c) bir olduğunu, yalnız O’na kulluk edilmesi gerektiğini, puta tapıcılığın
şirk olduğunu söylediğinde buna karşı çıktılar. Şirki şiddetle reddetmeye ve müşrikleri cehennem ile tehdit etmeye başladığında ona karşı tamamen cephe aldılar.
Allah Resulü’nün (s.a.v) bu davasını büyük gördüler. Ona düşmanlık beslemeye ve
muhalefet etmeye başladılar.23
Mekkeli müşrikler, Allah Resulü’nün (s.a.v) davetine karşı çıkıyordu. Çünkü
onlar atalarından miras kalan örf, âdet ve inançta mutaassıp ve inatçı kimselerdi.
Bu inancı terk etmek istemiyorlardı. Hristiyan ve Yahudiler gibi semavi kitapları okumuş değillerdi. Peygamber kavramı ve daveti onlara yabancıydı. Bundan dolayı
puta tapıcılık, müşriklerin ruhlarının derinliklerine kadar işlemiş ve onların akıllarını teslim almıştı. Bu hâl, onları Allah’ın (c.c) dinine girmekten alıkoyan büyük bir sebepti.
Allah Resulü (s.a.v) ise müşriklere atalarından ve babalarından kalan bu mirasın
batıl olduğunu tebliğ ediyordu. Onları putlara tapmaktan şiddetle men ediyordu.
Tevhide davet edip yalnız Allah’a (c.c) ibadet etmelerini istiyordu.
66
23 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 218.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Kabileler arası rekabet ve mücadele de
müşriklerin hak dine girmelerine engel oldu. Müşrikler, eğer bir peygamber gönderildiyse bunun
kendi kabilelerinden olmamasını çekemediler. Hz.
Peygamber’in (s.a.v) mensup olduğu kabilenin liderlik açısından kendi kabilelerinden daha düşük
olduğunu iddia ederek Müslüman olmayı reddetBir Osmanlı minyatüründe Mekke.
tiler. Böylece onlardaki kabilecilik gururu, İslam dinine girmelerinde büyük bir engel oldu.
Müşriklerin, Allah Resulü’ne (s.a.v) iman etmemelerinin bir sebebi daha vardı. Onlara göre eğer iman ederlerse diğer Araplar üzerindeki hâkimiyetleri ve kutsallıkları kaybolacaktı. İslam hâkim olursa diğer Arapların Mekke’yi işgal edeceğini
ve makam ile mevkilerinin kaybolacağını düşünüyorlardı. Hâlbuki onlar üstünlüklerinin kalıcı olmasını istiyorlardı.24 Bundan dolayı halkı aldatmak için Hz. Peygamberin
(s.a.v) sözlerinin sihirden ibaret olduğunu yaymaya çalışıyorlardı.
Müşriklere göre insanlar eşit değildi, toplumda sınıflar vardı ve normal olan
buydu. Zengin ile fakir, efendi ile köle, erkek ile kadın eşit olamazdı. Hâlbuki Allah
Resulü (s.a.v), Allah (c.c) katında kulluk yönüyle herkesin bir ve eşit olduğunu söylüyordu. Adaletin karşısında efendi ile kölenin denk olduğunu ifade ediyordu. İman
eden herkesin kardeş olduğunu; herkesin aynı safta yan yana omuz omuza ibadet
edeceğini ilan ediyordu. Efendi olarak kendilerini gören müşrikler, kölelerle eşit olduğunu söyleyen bir dine girmek istemedi.
Müşrikler, Allah Resulü’nün (s.a.v) davet ettiği güzel ahlaka da itibar etmedi.
Bununla da kalmayıp karşı çıktılar. Çünkü güzel ahlak ve fazilet, onların yaşam tarzına ve ahlak anlayışına uygun değildi. İslam’ın getirdiği ahlak anlayışı ile kendilerinin
sürdürdüğü kötü ahlak çelişiyordu.
Allah Resulü’ne (s.a.v) muhalefet eden bir kısım müşriklere göre ise peygamberlik daha asil ve itibarlı bir büyüğe verilmeliydi. Temiz bir soydan gelse de ve
Muhammedü’l-Emin olarak bilinse de yetim ve öksüz birinin peygamber olmasını
kabul edemiyorlardı. Onlara göre peygamberlik, Mekke’nin büyük liderlerinin hakkıydı. Müşriklerin bu üstünlük gururu, İslam’a girmelerine engel oldu.25
24 Ali Muhammed Sallabi, Siyer-i Nebi, C 1, s. 243.
25 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 98.
67
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Listeleyelim
Müşriklerin, İslam’a karşı çıkma sebeplerini listeleyiniz.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
3. Habeşistan’a Hicret
Müşriklerin, iman edenler üzerinde yaptığı baskılar her geçen gün daha da
arttı. Mekke müşrikleri, dinini yaşamak isteyen Müslümanlara hayat hakkı vermedi.
Onlara din, vicdan ve düşünce hürriyeti tanımadı. O yıllarda Habeş kralı Necaşi
adaletli bir yönetici olarak tanınmıştı. Bundan dolayı peygamberliğin beşinci senesinde Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v), ashâbına Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etti. On erkek ve beş kadından oluşan bir kafile; yurtlarını, mallarını, akrabalarını terk ederek ve canlarından çok sevdikleri Hz. Peygamber’den (s.a.v) ayrılarak
Habeşistan’a hicret etti.
Allah’ın (c.c) son peygamberi olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) sahabilere
Habeşistan’a hicret etmeye müsaade etmesi, zorluktan kolaylığa ve sıkıntıdan rahata bir kaçış değildi. Habeşistan hicretinde amaç, yeni bir yurt arayışı idi. Yani
Mekke’de ciddi engellerle karşılaşan İslam davasını yaşatabilecek ve dünya üzerinde yayabilecek yeni bir zemin aramaktı. Nitekim Mekke’de en çok sıkıntı çeken
fakirler ve köleler olduğu hâlde Habeşistan’a hicret eden sahabiler içerisinde onlar
bulunmuyordu. Aksine bu hicrete Mekke’nin ileri gelen Müslümanları katılmıştı.
616 yılında Habeşistan’a giden ilk kafile, şu sahabilerden oluşuyordu: Hz. Osman (r.a) ve hanımı Hz. Rukiye (r.a), Ebû Seleme (r.a) ve hanımı Ümmü Seleme (r.a),
Amr b. Ebi Rebia (r.a) ve hanımı Leyl (r.a), Ebu Sebre b. Ebî Rühm (r.a) ve hanımı
Ümmü Gülsüm (r.a), Zübeyr b. Avvam (r.a), Mus’ab b. Umeyr (r.a), Abdurrahman
b. Avf (r.a), Osman b. Maz’un (r.a), Süheyl b. Beyda (r.a). Kafilenin reisi, Osman
b. Maz’un (r.a) oldu. Bu sahabiler, Mekke’den gizli bir şekilde ayrılarak Kızıldeniz
kenarındaki bir mevkide buluştular. Buradan kiraladıkları bir gemi ile Habeşistan’a
geçtiler.
68
Müslümanlar bu ülkede dinlerini daha rahat yaşayacakları bir ortama kavuştular. Bu nedenle bir yıl sonra 616 yılında, Cafer b. Ebî Talib (r.a) başkanlığında
yaklaşık yüz kişiden oluşan ikinci bir kafile daha Habeşistan’a hicret etti. Fakat bu
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
ikinci kafile ile Habeşistan’a hicret eden Müslümanların çoğalması, Mekke müşriklerini telaşlandırdı. İslamiyet’in bu ülkede yayılması, onlar
için karşı konulmaz bir kuvvet olması anlamına
geliyordu. Bu yüzden Müslümanların kendilerine
teslim edilmesi için Habeş hükümdarına iki elçi
gönderdiler. Bu elçiler Abdullah b. Ebî Rebîa ile
Arapların siyaset dâhisi olarak bilinen Amr b. As
idi.26 Elçiler, hükümdarın yakın adamlarına ve keşişlere hediyeler verip onlardan kralın huzurunda
kendilerini desteklemelerini istediler. Amr b. As,
Habeşistan (Bu günkü Etiyopya) hükümdara hediyeler takdim ettikten sonra isteklerini iletti. Necaşi ise Müslümanları dinlemedikçe
onları kendilerine teslim etmeyeceğini belirtti.
Müslümanlar, Cafer b. Ebî Talib’i (r.a) kendilerine temsilci seçip hep birlikte
hükümdarın huzuruna çıktılar. Hükümdarın huzuruna girildiğinde Müslümanlar, Tevhid inancının gereği olarak diğer insanlar gibi krala secde etmediler. Hz. Cafer (r.a)
de Müslümanlar adına şu harika konuşmayı yaptı:
“Ey Hükümdar! Biz cahiliye üzerine yaşayan bir kavimdik. Putlara tapar, leş
olmuş hayvanları yerdik. Akla gelebilecek her türlü kötülüğü işlerdik. Akrabalarımız
ve komşularımız ile ilişiği keserdik. Güçlü olan, zayıfı ezerdi. Bizler bu hâl üzereyken Allah, içimizden birini bize peygamber gönderdi. Soyunu, asaletini, doğruluk ve eminliğini, iffet ve nezahetini bildiğimiz bir peygamber! O, bizi atalarımızın taptığı putları
terk etmeye, bir olan Allah’a inanmaya, yalnızca O’na ibadete davet etti. Doğru
sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Fuhuştan,
yalandan, yetim malı yemekten ve namuslu kadınlara iftirada bulunmaktan men
etti. Biz de ona iman ederek davasını tasdik ettik. Onun Allah’tan getirip bildirdiği
şeylere tabi olduk. Bu yüzden kavmimiz bize düşman kesildi ve zulmetti. Bizi dinimizden vazgeçirmek ve Allah’a ibadetten alıkoyup putlara taptırmak için türlü türlü
işkencelere uğrattılar. Biz de bütün bu sebeplerden dolayı yurdumuzu, yuvamızı
terk ederek ülkene geldik. Sana sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ümit etmekteyiz.”27
Hz. Cafer (r.a), Necaşi’nin huzurunda secde etmemelerinin sebebini ise “Biz,
Allah’tan başkasına secde etmekten yine Allah’a sığınırız!” diyerek açıkladı. Sahabilerin izzetli duruşu ve Hz. Cafer’in (r.a) konuşması, hükümdar üzerinde derin bir tesir
bıraktı.
26 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 206-207.
27 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 215.
69
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Necaşi, bir müddet düşündükten sonra Müslümanlardan, Hz. Peygamber’e
(s.a.v) indirilen vahiyden okumalarını istedi. Hz. Cafer (r.a), Meryem suresinin ilk ayetlerini okudu. Okunan ayetlerde Hz. Meryem’in anlatıldığı bölüme gelince Necaşi ve
orada bulunanlar gözyaşlarını tutamadı.28 Necaşi, Kur’ân ayetlerinin harika ifadesi
karşısında hayret ve muhabbetini ifade ederek şöyle konuştu: “Vallahi bunlar aynı
kandilden fışkıran bir nurdur ki Musa da (a.s) İsa da (a.s) onunla gelmişti.” Sonra
da müşriklerin elçilerine dönerek “Ben ne onları size teslim ederim ne de onlar hakkında herhangi bir kötülük düşünürüm.”29 dedi. Peygamberimiz (s.a.v) müşriklerin,
Müslümanların kendilerine teslim edilmesi tekliflerini geri çevirdi.
Habeşistan’da istediklerini elde edemeyen müşriklerin elçileri, bir zaman
sonra yeni bir teşebbüste bulundular. Yine Necaşi’nin huzuruna çıkarak Müslümanların, Hz. İsa (a.s) hakkında Hristiyanlardan farklı şeyler düşündüklerini ifade ettiler.
Hükümdar ise Müslümanları tekrar çağırarak onlara, Hz. İsa (a.s) hakkındaki fikirlerini
sordu. Hz. Cafer (r.a); “Hz. İsa’nın (a.s) Allah’ın kulu ve peygamberi, Hz. Meryem’e
sunduğu kelimesi” olduğunu ifade etti. Necaşi, eline aldığı bir çubukla yere çizgi
çizerek “Bu hususta, bizim ile sizin aranızda şu çizgi kadarcık bir fark var.”30 dedi.
Necaşi, iman dolu bir kalbin tercümanı olarak daha sonra Müslümanlara
şöyle dedi: “Sizi ve yanınızdan geldiğiniz zatı tebrik ederim ki o, Allah’ın Resulüdür.
Zaten biz onun vasıflarını İncil’de okumuştuk. Sizin peygamberinizi, Meryem oğlu İsa
(a.s) da insanlığa müjdelemişti. Allah’a yemin ederim ki eğer o, ülkemde bulunmuş
olsaydı ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım!”31
Bu olaylardan sonra Müslümanlar, Habeşistan’da daha rahat bir ortama
kavuştular. İkinci kafilenin gelmesinden henüz birkaç ay sonra Mekke halkının Müslüman olduğu haberini aldılar. Bu sevinç ve heyecanla, hicret eden Müslümanların
bir kısmı yurtlarına geri döndü. Fakat Mekke’de durum bekledikleri gibi değildi. Aksine Müslümanlar üzerindeki baskılar daha da artmıştı.32
Habeşistan’da kalan diğer muhacirler ise Medine’ye hicretten kısa bir zaman sonra tekrar Müslümanlara katıldılar. Habeşistan hicreti ile İslamiyet daha geniş coğrafyalarda tanınmaya başlandı.
Yorumlayalım
Sahabilerin duruş ve tavırları; olumlu karar vermesi yönünde Habeşistan Kralı
Necaşi’yı çok etkilemişti. Muhatabı etkilemesi açısından, anlattığınız hakikatleri
yaşamanın, hâl ve tavırlarla yansıtmanın önemini yorumlayınız.
28 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 215.
29 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 215.
30 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 215.
70
31 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 216.
32 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 1, s. 217.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
4. Hz. Hamza (r.a) ve Hz. Ömer’in (r.a) Müslüman Oluşları
Hz. Ömer (r.a) ile Hz. Hamza’nın (r.a) İslamiyet’i kabul etmesi, Müslümanlar
için bir dönüm noktası olmuştur. Zira her ikisinin de İslam’la şereflenmesi Müslümanlarda bir güven ve emniyet, müşriklerde ise korku ve telaş hissi uyandırmıştır. Müşrikler bir kısım baskılarından vazgeçmiş ve Müslümanlara verdikleri sıkıntılar ise bir
derece hafiflemiştir.33 Çünkü Hz. Ömer (r.a) ve Hz. Hamza (r.a), Mekke’nin en cesur
ve en güçlü insanlarındandı. Kimse bu iki şahsı birden karşısına almak istemezdi.
Hz. Hamza (r.a), Peygamberimizin (s.a.v) amcası olup aynı zamanda da süt
kardeşidir.34 Çocuklukları beraber geçmiştir. Hz. Hamza (r.a) avlanmayı sever ve
bunun için de sık sık ava giderdi. Güçlü, gözü pek ve cesurdu. Bir gün, Mekke’nin
ileri gelenlerinden olan İslam düşmanı Ebu Cehil, Safa Tepesi’nin yanında Hz.
Peygamber’e (s.a.v) rastladı. İslam dini ve Peygamber Efendimiz (s.a.v) hakkında
hoşa gitmeyecek sözler kullandı. Resulullah (s.a.v) ise karşılık vermeyip onunla konuşmadı. Bunlara şahit olan bir kadın, her zamanki gibi avdan dönen Hz. Hamza’yı
(r.a) gördü. Ebu Cehil’in, Hz. Peygamber’e (s.a.v) yaptığı hakaretleri anlattı. Hz.
Hamza (r.a), sevgili yeğenine yapılan bu haksızlığa çok öfkelendi ve doğruca
Mescid-i Haram’a gitti. Kureyş’in ileri gelenleri ile oturan Ebu Cehil’i gördüğünde
elindeki yay ile kafasına şiddetle vurdu. Sonra da “Ona söver misin? Ben de onun
dini üzereyim. Onun dediğini diyorum. Elinden geliyorsa beni de çevir.” dedi. Benî
Mahzum’dan adamlar, Ebu Cehil’e yardım için ayağa kalktı. Bunun üzerine Ebu
Cehil, “Ebu Umare’yi bırakınız. Vallahi yeğenine kötü bir şekilde sövdüm.” dedi.35 Hz.
Hamza (r.a) bu olaydan sonra Müslüman olarak Peygamber Efendimizi (s.a.v) koruyup kollamaya devam etti. Böylece müşrikler düşündükleri bir kısım kötülüklerinden
vazgeçtiler.
Hz. Ömer (r.a) ise Mekke’deki sayılı olan
okur yazar kimselerden biriydi. Cesareti, kararlılığı,
yüksek onuru ve sırtının yere gelmemesi ile tanınırdı. Bir gün kılıcını kuşanmış ve öfkeli bir şekilde
Resulullah Efendimizi (s.a.v) şehit etmek üzere
yola çıkmıştı. Ona Müslümanların Safâ yakınlarında bir evde toplandıklarını haber verdiler. Ömer
Müslümanlara doğru giderken onunla aynı kabileden olan Nuaym b. Abdullah gördü. Ona, “Ey
Mescid-i Nebevî’de Hz. Ömer (r.a) kapısı Ömer! nereye gidiyorsun?” diye sordu. Ömer, “O
sâibî (yıldızlara tapan) Muhammed’e gidiyorum.
33 Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, s.401.
34 Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, s.399.
35 İbn Hişâm, Sîretu’n-Nebeviye, s.241.
71
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
O, Kureyş’in işini dağıttı. Onları akılsızlıkla suçladı. Dinlerini ayıpladı. İlahlarına sövdü.
Onu öldürmeye gidiyorum.” dedi. Nuaym, “And olsun ki senin nefsin seni aldatmış.
Muhammed’i öldürürsen AbdüMenaf oğullarının seni yeryüzünde sağ bırakacaklarını mı düşünüyorsun? Önce ailene git, onları düzelt.” dedi. Ömer, “Ailemden kimi
kastediyorsun?” diye sordu. Nuaym: “Kız kardeşin, enişten ve amcanın oğlu. Onlar
da Müslüman oldular” diye cevap verdi.
Bunu duyan Ömer, eniştesinin evine yöneldi. O esnada Habbab b. Eret (r.a)
onlara Kur’an’dan Tâhâ suresini öğretiyordu. Ömer’in geldiğini duyunca hemen
saklandı. Kız kardeşi de Kur’an sayfasını sakladı. Ömer sordu: “Duyduğum o ses neydi?” Onlar da “Bir şey işitmedin.” diye cevap verdiler. Ömer “Hayır, vallahi haber
aldım ki sizler Muhammed’in dinine girmişsiniz.” dedi ve eniştesini yakaladı. Eşini kurtarmak isteyen kız kardeşi araya girince ona da vurdu. Bunun üzerine eniştesi ve
kız kardeşi dedi ki: “Biz Allah’a ve O’nun resulüne iman ettik. Ne yapmak istersen
yap!” Ömer, kız kardeşini kanlar içinde görünce yaptıklarına pişman oldu. Okudukları sayfayı kendisine getirmelerini istedi. Kız kardeşi, “Sen şirk ile kirlenmişsin. Buna ise
ancak temiz olanlar dokunabilir.” dedi. Hz. Ömer (r.a) gusül abdesti aldı. Kendisine
getirilen Kur’an sayfasını eline alıp okumaya başladı. Sonra da “Bu eşsiz ve mükemmel bir kelamdır.” dedi. Bunu işiten Habbab b. Eret (r.a) gizlendiği yerden çıktı ve
şöyle dedi: “Ben dün Allah Resulünün şöyle dua ettiğini işittim: ‘Allah’ım! İslam dinini
Hakem b. Hişam veya Ömer b. Hattab ile güçlendir.’ Onun duasının senin hakkında
kabul olacağını umarım.”
Hz. Ömer (r.a) derhal oradan ayrılarak Allah Resulünün (s.a.v) huzuruna gitti.
Peygamberimiz (s.a.v) onu görünce yanına vardı ve kuşağından tutarak “Ey Ömer!
Sana ne oluyor? Vallahi Allah’ın sana bir musibet indirinceye kadar kalacağını sanmıyorum.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), kelime-i şehadet getirerek Müslüman
oldu.36 Hz. Ömer’in (r.a) Müslüman olmasıyla birlikte İslamiyet açıkça ilan edildi.
Müslümanlar, Kâbe’nin yanında namaz kılmaya başladı. Onun Müslüman olması,
İslam dini için bir fetihti.
İslamiyet öyle bir dindir ki kızlarını diri diri toprağa gömüp insan hakları nedir bilmeyen bir toplumu karıncayı dahi incitmeyecek bir dereceye getirdi. Bunun
güzel bir örneği Hz. Ömer’dir (r.a). O, İslam’la şereflendikten sonra adaletli devlet
yönetimi ile nam salmış bir iman kahramanı oldu. İslam dininin insanlarda yaptığı
inkılabı görmek için Hz. Ömer’in (r.a) İslam’dan önceki ve sonraki hâline bakmak
yeterli olacaktır. O, İslam’ın insanları nasıl etkilediğinin ve onları nasıl en yüksek sevi72
yeye çıkardığının da en güzel örneklerindendir.
36 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, s. 284.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
5. Boykot Yılları
Mekke müşriklerinin şiddetini arttırarak devam ettiği baskılar, istedikleri sonucu vermedi. Her türlü işkenceye rağmen iman edenlerden hiç kimse dininden geri
dönmedi. Bu baskılar sonucunda Müslümanlar yurtlarını ve akrabalarını terk ederek
hicret etti. Fakat imanlarından asla geri adım atmadılar. Çünkü sahabiler İslamiyet’i
kılıç korkusuyla değil; düşünerek kabul etmişlerdi. Onlar taklitle değil akıl ve delillere
dayanarak iman etmişlerdi. Bu yüzden, Mekke halkının muhalefeti ve onların yaptığı işkenceler sahabilerin imanını sarsmıyordu.
Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v) de insanları hak ve hakikate davet
ediyordu. Müslümanların sayısı her geçen gün daha da artmaya devam etti. Müşriklerin safında bulunan Hz. Ömer (r.a) gibi, en güvendikleri insanlar dahi birer birer iman ederek Müslümanların halkasına dahil oldu. Bununla birlikte İslamiyet’e
Mekke’nin dışında bulunan kabilelerden de insanlar katılmaya başladı.
Müşriklerin iman edenler üzerinde yaptığı baskıların başarılı olması mümkün
görünmüyordu. Bunun üzerine daha dehşetli planlar yapmaya başladılar. Peygamberliğin yedinci yılında, Ebu Cehil’in başkanlığında bir toplantı düzenlediler.
Peygamber Efendimizi (s.a.v) müşriklere karşı koruyan Haşimoğulları ve Muttaliboğulları ile bütün ilişkileri kesme kararı aldılar. Boykot kararlarına göre Müslümanlardan ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) akrabalarından kız alınıp verilmeyecek ve onlarla
her türlü alışveriş kesilecekti. Mekkeli müşrikler, alınan kararların yazılı olduğu kâğıdı
Kâbe’nin duvarına astılar. Bunu yaparak anlaşmanın kendilerince ciddiyetini ve
kutsallığını göstermek istediler.
616 yılında başlayan bu insanlık dışı boykotun hedefi, Peygamber Efendimizi
(s.a.v) yalnızlaştırmaktı. Uygulanacak kararlarla amaç, Allah Resulünün (s.a.v) akrabalarını çaresiz bırakarak onun etrafından dağılmalarını sağlamaktı. Ambargo,
Allah’ın Resulü (s.a.v) müşriklere teslim edilene kadar devam edecekti. Alınan bu
karar üzerine Ebu Leheb haricindeki bütün Haşimoğulları ve Muttalipoğulları, Ebu Talib’in mahallesine taşındı. Bu mahallede sadece Müslümanlar
yaşamıyordu. Müşrik oldukları hâlde kabilelerine
destek olmak isteyen sağduyu sahibi insaflı insanlar da Ebu Talip mahallesine yerleşmişti.
Müslümanların yaşadığı mahallelere giriş
çıkışlar yasaklandı. Müşrikler, bu mahallelere gıda
yardımı yapılmasına izin vermedi. Hatta Ebu Leİslamiyetin ilk yıllarında
müslümanlar yapılan heb, Mekke dışından ticaret için gelen kervanişkencelere sabrettiler
lara bile Müslümanlara bir şey sattırmamak için
73
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
fiyat arttırarak mâni oluyordu. Ebu Cehil gece gündüz boykotun uygulandığı mahalleye gidiyor, giriş çıkışları kontrol ediyor, kimsenin Müslümanlara yardımda bulunmasına müsaade etmiyordu. Boykotun uzaması, Müslümanları ciddi sıkıntılara
soktu. Gıda yokluğu gün geçtikçe artıyordu. Hatta son zamanlarda insanlar, ağaç
kabukları, yaprak ve otlarla hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Bir gece Sa’d b. Ebi
Vakkas (r.a) bir deri parçası bulmuş, onu su ile ıslatıp ateşte kavurarak yemişti. Müslüman çocukların feryatları, müşrikler tarafından da duyuluyordu.
Mekke’nin bu döneminde, müşriklerin inkârını susturmak ve müminlerin
inancını kuvvetlendirmek için tevhidi, ahireti ve imanın diğer esaslarını kuvvetli bir
şekilde ispat eden ayetler indirildi. Kur’an, zulme uğrayan müminlere İbrahim (a.s)
ve Musa (a.s) gibi peygamberlerin kurtuluş kıssalarıyla teselli veriyor; Nemrutların,
Firavunların uğradığı azapları örnek vererek Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi zalimlerin
akıbetini gösteriyordu.
Üç yıla yakın süren bu boykotta, vicdanının sesine kulak veren, insani duyguları harekete geçen bir kısım Mekkeliler gizlice yardım yapmaya başladı. Geceleri deveye gıda malzemesi yükleyip karanlığın içinde Ebu Talib’in mahallesine
yolladılar.
Bu arada Cebrail (a.s), müşriklerin Kâbe’nin duvarına astıkları antlaşma
kâğıdını güvelerin yediğini, yalnızca Allah’ın (c.c) ismi bulunan yere dokunmadıklarını Hz. Peygamber’e (s.a.v) haber verdi. Peygamberimiz (s.a.v) de bu durumu Ebu Talib’e anlattı. Ebu Talib, bu hadise üzerine müşriklere teklifte bulunarak
“Eğer yeğenim doğru söylemişse bu zulüm ve kötü hareketinizden vazgeçiniz.
Eğer doğru değilse ben onu size teslim edeceğim.” dedi. Müşrikler haberin doğru
olup olmadığını araştırmak için hemen Kâbe’ye gittiler. Haberin doğru olduğunu
görünce yine bunun bir sihir olduğunu ileri sürerek mucize olduğuna inanmadılar.
Fakat bu hadiseden sonra boykotun şiddeti azaldı.
74
Merhamet edenlere
Rahmân merhamet eder
Uzun süren bu vahşete karşı bir kısım insaflı insanlar, bunun devam ettirilemez bir zulüm
olduğunu düşünerek ambargoyu delmeye karar verdiler. Hişam b. Amr, Zuheyr b. Ebî Umeyye, Mut’im b. Adıy, Ebu’l-Bahterî, Zem’a b. Esved ve Adiy b. Kays kendi aralarında anlaşarak
Kâbe’ye gittiler. Zuheyr b. Ebî Umeyye orada
toplanan insanlara şöyle seslendi: “Ey Kureyş
topluluğu! Şu yaptığınız şey, insanlığa yakışmaz.
Biz her imkândan yararlanırken kabilemizin bir
kolu olan Haşimoğullarının aç bırakılması insaf ile
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
bağdaşmaz. Bu kararın bozulması gerekir. Yemin ederim ki bu zalim antlaşma
yırtılmadıkça buradan ayrılmayacağım.”37 Ebu Cehil, onu susturmaya çalışsa da
muvaffak olmadı. Böylelikle boykot, 619 yılında kaldırılmış oldu.
Tartışalım
Boykot yıllarında; tevhidi, ahireti ve imanın diğer esaslarını kuvvetli bir şekilde
ispat eden ve peygamberlerin kurtuluş kıssalarını anlatan ayetlerin Peygamberimize (s.a.v) daha çok vahyedilmesinin sebebi ne olabilir? Tartışınız.
Üç yıl süren boykotun kalkması, Müslümanların rahata kavuşmasını sağladı.
Fakat aradan çok zaman geçmeden Hz. Peygamber (s.a.v), iki büyük üzüntü yaşadı. Önce sevgili Peygamberimizin (s.a.v) hüzün ve sevinçlerini paylaşan, kötü olaylar karşısında ona teselli veren, sadakatli eşi Hz. Hatice (r.a) 620 yılında vefat etti.
Hz. Hatice’nin (r.a) vefatının üzerinden birkaç gün geçmişti ki onu küçüklüğünden
beri koruyan amcası Ebu Talip de vefat etti. Kısa zaman içinde meydana gelen bu
ölümler, Allah Resulü’nü (s.a.v) ziyadesiyle hüzünlendirdi. “Şu ümmet üzerinde şu
günlerde toplanan iki musibetten hangisine en çok yanacağımı bilemiyorum!”38 diyerek hüznünü dile getirdi. Bu sebeple, peygamberliğin onuncu senesine senetü’lhuzn (hüzün yılı) adı verildi.
Allah Resulü (s.a.v), Hz. Hatice’nin (r.a) vefatının üzerinden yıllar geçtikten
sonra bile her vesileyle onu yâd ederdi. Onun arkadaş ve akrabalarına ikramda
bulunurdu. Kestiği kurbanlarından birisini de onun adına keserdi. Peygamber Efendimizin (s.a.v) gönlünde Hz. Hatice’nin (r.a) değerini gösteren bir sözü şöyledir: “Hiç
kimse inanmadığı zaman bana inanan o idi. Herkes müşrik iken o Müslümanlığı kabul etti. Benim hiçbir yardımcım yok iken o bana yardım etti.”39
6. Taif Yolculuğu
Ebu Talib’in vefatı üzerine müşrikler, Müslümanlar üzerindeki baskılarını artırmaya başladı. Amcası hayattayken Allah Resulü’ne (s.a.v) ilişemeyen müşrikler,
onun ölümünün ardından sevgili Peygamberimize (s.a.v) her türlü kötülüğü yapmaya başladı. Bir gün Ebu Cehil’in yönlendirdiği bir müşrik, yeni kesilmiş bir devenin
bağırsaklarını Kâbe’de namaz kılan Allah Resulü’nün (s.a.v) üzerine bıraktı. Bunun
üzerine secdeden başını kaldıramayan Peygamberimizin (s.a.v) yardımına kızı Hz.
Fatıma (r.a) yetişti. Gözyaşları içinde babasının üstünü temizledi. Resulullah (s.a.v),
namazını bitirdikten sonra alaylı ifadelerle kendisine bakan müşriklerin isimlerini
37 İbnü’l-Esîr, El-Kâmil Fi’t-Tarih Tercümesi, C 2, s.90.
38 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 5, s 57.
39 Osman Keskioğlu, Siyer-i Nebî, s. 53.
75
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
saydı; üç defa “Allah’ım, Kureyş’ten şu zümreyi sana havale ediyorum!”40 diyerek
onlara mukabele etti. İsimlerini saydığı müşriklerin ileri gelenleri yıllar sonra Bedir
Savaşı’nda öldürüldü.
Başka bir zaman ise müşriklerden biri, Hz. Peygamber’in (s.a.v) başına toprak attı. Allah Resulü (s.a.v), mübarek başı toz toprak içinde olarak evine geldi.
Kızlarından biri ağlayarak babasının başındaki toprakları temizlerken sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “Kızcağızım! Ağlama! Muhakkak ki Allah (c.c) babanı insanlardan koruyacaktır.”41 diyerek onu teselli etti.
Hz. Peygamber (s.a.v), müşriklerin engellemelerinden dolayı İslam’a davetin Mekke’de yapılamayacağını gördü. Kendisine destek bulmak amacıyla Mekke’ye bir günlük mesafede bulunan Taif’e gitmeye karar verdi. Taiflilerin
İslamiyet’i kabul etmesi hâlinde Müslümanların dinini rahat yaşayabileceğini ve
sıkıntılarının hafifleyeceğini düşündü. Bu düşüncelerle, peygamberliğin onuncu yılında Hz. Zeyd’i (r.a) de yanına alarak Taif’e gitti.
Peygamberimiz (s.a.v), Taif’te şehrin ileri gelenleriyle görüşerek onlara on
gün boyunca İslamiyet’i anlattı. Fakat Taifliler iman etmedi. Bununla da kalmayıp köle ve çocuklara, Hz. Peygamber’i (s.a.v) taşlattılar. Durum öylesine zor bir
vaziyet aldı ki ayakları kanlar içerisinde kalan Hz. Peygamber (s.a.v) yürüyemedi. Fakat onun oturmasına müsaade etmeyip ayağa kaldırarak yine taşlamaya
devam ettiler. Böylesine acı bir hadise karşısında, sevgili Peygamberimizi (s.a.v)
canından çok seven Zeyd b. Harise (r.a) kendi bedenini siper etti. Onu taşlardan
korumaya çalıştı. Sonunda her ikisi de kanlar içerisindeyken şehrin dışındaki bir
bağa sığındılar.
Allah Resulü (s.a.v), bağda biraz dinlendikten sonra ellerini açarak Rabb’ine
şöyle münacatta bulundu: “Allah’ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakir görüldüğümü ancak Sana arz ederim. Niyazım ancak Sana’dır. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım! Herkesin hakir görüp de dalına bindiği
çaresizlerin Rabb’i ancak Sen’sin. Benim Rabb’im de ancak Sen’sin. Sen, beni
kötü huylu yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin.
Allah’ım! Yeter ki Sen’in gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat Sen’in af ve mağfiretin bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir.
Allah’ım! Sen’in gazabına uğramaktan ve rızandan uzak kalmaktan, yine
Sen’in karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan nuruna sığını-
76
40 Tecrid Tercemesi, 1/192.
41 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 2, s. 47.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
rım. Sen razı oluncaya kadar affını dilerim! Bütün
güç ve kuvvet ancak Sen’in elindedir.”42
Allah Resulü’nün (s.a.v) sığındığı bağın sahipleri, onun bu hâlini görünce köleleri
olan Addas’ı üzüm ikram etmek üzere yanına
gönderdiler. Hz. Peygamber’in (s.a.v) üzümleri alıp yerken “Bismillah” demesi, Addas’ın dikkatini çekti. “Bu sözü, bu beldenin halkı bilmez
ve söylemez.” dedi. Allah Resulü (s.a.v) de “Ey
Addas! Sen hangi belde halkındansın ve hangi dindensin?” diye sordu. Addas, Ninovalı bir
Serevat Dağı’ndan Taif
Hristiyan olduğunu ifade etti. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v), “Demek sen salih bir insan
olan Yunus peygamberin diyarındansın.” dedi. Hz. Yunus’u (a.s) o bölgede kimse
bilmediğinden Addas şaşırdı ve Peygamberimize (s.a.v) onu nereden tanıdığını
sordu. Peygamberimiz (s.a.v), “O, benim kardeşimdir. O bir peygamberdi. Ben
de peygamberim.”43 diye karşılık verdi. Bunun üzerine Allah Resulü’nden (s.a.v)
Hz. Yunus’un (a.s) hikâyesini dinleyen Addas, ona hürmet ederek Müslüman oldu.
Mekke’ye geri dönerken Cebrail (a.s), Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelerek dilerse kendisine işkenceler yapan bu kavmi Rabb’inin azaba uğratacağını söyledi.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v) ise “Hayır, ben böyle
bir şey istemem. Onların neslinden yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi
ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.”44 diyerek insanlara olan merhamet ve şefkatini gösterdi.
Taif’ten döndükten sonra Hz. Muhammed (s.a.v), başka yerlerden
Mekke’ye gelen kabileler ile görüşerek onları İslam’a davet etti. Panayırlara gidip
insanlara Kur’an’dan ayetler okuyarak İslam dinini yaymaya devam etti. İnsanları
hakka davet yolunda çektiği bütün sıkıntılara rağmen davasından asla vazgeçmedi. Tam bir kararlılık ve cesaret örneği göstererek bu vazifesine devam etti.
Hiçbir maddi kuvvete sahip olmadığı hâlde davasını dünyaya duyurdu.
42 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 2, s. 49.
43 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 2, s. 49.
44 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 2, s. 50.
77
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
7. İsrâ ve Mirac
İsrâ, sözlükte “gece yürüyüşü” olarak geçmektedir. Dinî bir terim olarak ise
“Hz. Peygamber’in hicretten yaklaşık bir buçuk sene evvel (620), recep ayının 27.
gecesinde, Kâbe’den Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya Allah’ın izniyle götürülmesine”
denir.45
Bir gece Cebrail (a.s), Habib-i Ekrem’i (s.a.v) yanına alarak “Burak”46 isimli
binekle Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürdü. İsrâ adı verilen bu mucizeyi, Kur’an-ı Kerim şöyle açıklamaktadır: “Kendisine
ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i
Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya (İsrâ -gece yürüyüşü- ile)
götüren (Allah, her türlü noksanlıktan) münezzehtir. Şüphesiz ki Semi’ (her şeyi işiten) ve Basîr (hakkıyla gören) ancak O’dur.”47 İsrâ olayının gerçekleştiğini bu ayet
bize haber vermektedir. Bundan dolayı hiçbir Müslüman İsrâ olayını inkâr etmez.
Resul-i Ekrem (s.a.v), Mescid-i Aksa’da iki rekât namaz kıldı.48 Bunun ardından miraç olayı gerçekleşti. Mirac ise “Hz. Peygamber’in (s.a.v) Mescid-i Aksa’dan
göğe yükseltilerek kendisine Allah’ın (c.c) ayetlerinin ve olağanüstü nimetlerinin
gösterilmesine” denir.49
Efendimiz (s.a.v), Cebrail (a.s) ile beraber
Mescid-i Aksa’dan semaya yükseltildi. Her bir
sema tabakasında bazı peygamberler ile görüştürüldü.50 Allah (c.c), Habib-i Ekrem’e (s.a.v)
bu kutlu seyahatinde, kâinatta yarattığı harika
eserleri (ayetleri) gösterdi. Rabbimiz, en şeçkin
kuluna, büyük bir kitap hükmünde olan kâinatın
sema sayfalarındaki ayetlerini okutturuyor, onlar
Mescid-i Aksa
üzerinde tecelli eden isimlerini tanıtıyordu.
Mirac mucizesinde Cebrail (a.s), yedinci kat semanın üstünde bulunan
Sidretü’l-Müntehâ’ya kadar Allah Resulü’ne (s.a.v) eşlik etti. Buradan sonra sevgili
Peygamberimiz (s.a.v), Refref’e bindirilip yalnız olarak yükseltildi.51 Yaratılmışlar içerisindeki en makbul kul olan Habib-i Ekrem (s.a.v), en yüksek makamda Rabbinin
huzuruyla şereflendi. Bu şerefli makamda, sevgili Peygamberimize (s.a.v) Bakara
suresinin son üç ayeti vahyedildi.
45 Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s. 178.
46 Müslim, Sahih, C 1, s.223.
47 İsrâ suresi, 1. ayet.
48 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 2, s.39.
49 Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s. 240.
78
50 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 5, s.160-170.
51 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 5, s.171.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Yüce Allah (c.c), miraçta Peygamberimize (s.a.v) cenneti, cehennemi ve
ahiret yurdunu gösterdi.52 Ahiret âlemini görmek ise ebedî bir hayatın müjdesiydi.
Bu sayede ölümün bir son, yok oluş ve sonsuz ayrılık olmadığı gerçeğini, Peygamberimiz (s.a.v) bizzat gördü. Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v), bu mübarek seyahatinde imanın esasları olarak tasdik ettiğimiz melekleri, peygamberleri ve ahiret
menzillerini de gördü.
Yüce Allah (c.c) miraçta müminlere, bütün ibadetleri barındıran ve dinin direği olan beş vakit namazı farz kıldı.53 Müminler ise küçük bir miraç sayılabilecek namaz
ile kıyamete kadar ilahi huzura çıkma ve yüce Allah’a (c.c) münacatta bulunma
şerefine kavuştu. Miracın birçok güzel neticelerinden biri de Allah Resulünün (s.a.v),
ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların cennete girecekleri müjdesini getirmesidir.54
İsrâ ve miraç, Peygamber Efendimize (s.a.v) verilen mucizelerin büyüklerindendir. Hakkında fikir birliği bulunan bu mucize, onun yüce Allah (c.c) katındaki büyük faziletini de göstermektedir. Yüce Allah’ın (c.c) en büyük peygamberi olan Hz.
Muhammed’in (s.a.v) bu mucizesi, hicretten kısa bir zaman önce gerçekleşti. Bu mucize ile Allah Resulü (s.a.v), Rabb’inin sonsuz kudret eserlerinden birine daha şahit oldu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), miraçtan döndükten sonra başından geçenleri Kureyş müşriklerine anlattı. Onlar ise bu mucizeyi inkâr etti. Daha önce Kudüs’e
hiç gitmediğini bildikleri Efendimizden (s.a.v) Mescid-i Aksa’yı anlatmasını istediler.
Onların sonu gelmeyen soruları ve yalanlamaları, Peygamberimizi (s.a.v) çok sıkmıştı. Bu sırada yüce Allah (c.c), Peygamberimize (s.a.v) Mescid-i Aksa’yı gösterdi.
Resul-i Ekrem (s.a.v) de Mescid-i Aksa’yı müşriklere ayrıntılarıyla tarif etti.55 Bu durumda ne yapacaklarını şaşıran müşrikler, Hz. Ebu Bekir’e (r.a) koştular. Ona, Allah
Resulü’nden (s.a.v) duyduklarını anlattılar. Hz. Ebu Bekir (r.a), onlara şu cevap ile
karşılık verdi: “O söylediyse doğrudur! Ben onu bundan daha uzak olanında tasdik
ediyorum. Gece ve gündüzün vakitlerinde semadan vahiy geldiğini bana haber
veriyor. Ben de onu tasdik ediyorum.” Bu hadiseden sonra Allah Resulü (s.a.v), Hz.
Ebu Bekir’e (r.a) Sıddîk lakabını verdi.
Yazalım
Peygamberimiz (s.a.v), miraçtan hangi hediye ve müjdelerle dönmüştür? Yazınız.
52
53
54
55
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 5, s.178.
Müslim, Sahih, C 1, s.242.
Müslim, Sahih, C 1, s.242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 5, s.184.
79
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
8. Yeni Yurt Arayışı
Mekke müşrikleri, İslamiyet nurunun yayılmasını engellemek için her türlü yola
başvuruyorlardı. Müslümanlar üzerindeki baskı ve eziyetler gün geçtikçe artıyordu.
Sevgili Peygamberimizi (s.a.v) koruyup kollayan amcası Ebu Talib’in ve en büyük
destekçisi olan eşi Hz. Hatice’nin (r.a) vefat etmesinden yararlanan müşrikler eziyet
ve işkencelerini iyice artırmışlardı.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bütün engellemelere rağmen Mekkelilere
İslamiyet’i anlatmaya devam etti. Allah’ın (c.c) dinini güzelce anlatmaktan bir
an dahi geri durmadı. Çünkü Allah Resulü (s.a.v), “(Ya Muhammed!) Şüphesiz ki
sen, sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin fakat Allah, dilediği kimseyi hidayete erdirir.”56 ayeti gereği kendi vazifesinin yalnızca tebliğ etmek olduğunu biliyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bütün gücüyle kendi vazifesini yapar ve gerisini
Allah’a (c.c) havale ederdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) İslam dinini hakkıyla tebliğ edebileceği bir zeminin arayışı içerisindeydi. Bu vesileyle İslamiyet’i anlatmak için Taif’e gitmiş fakat
onlar bunu kabul etmedikleri gibi ona pek çok eziyet etmişlerdi. Rabbimiz, bu işkenceler ve sıkıntılar karşısında mahzun olan Habibini (s.a.v) “Ey Muhammed! İman
etmiyorlar diye adeta kendini helak edeceksin.”57 diyerek teselli ediyordu.
8.1. Yesriblilerle İlk Temas
Allah’ın (c.c) son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.v) hac mevsiminde
Mekke’de her yıl düzenlenen panayırları gözetiyordu. Panayıra katılan farklı kabilelerin yanlarına gidiyor ve onları İslam dinine davet ediyordu. Bu davet karşısında
kimileri ilgisiz kalıyor kimileri de onu reddediyordu. Kendi vazifesinin yalnızca ilahi
vahyi tebliğ etmek olduğunu bilen Hz. Peygamber (s.a.v) insanların kendisinden
yüz çevirmesinden dolayı en küçük bir tembellik göstermedi. Yılmaz bir irade ve
tam bir kararlılıkla anlatmaya devam ediyordu.
Peygamber Efendimizi (s.a.v) aziz kılmayı ve ona olan vadini yerine getirmeyi dileyen yüce Allah (c.c), Hazrec kabilesinden Yesribli altı kişiyi onun karşısına
çıkardı. Efendimiz (s.a.v), onlara Kur’an ayetlerinden okudu ve İslam dinini anlattı.
Hazrecliler, Yesrib’de Yahudiler ile birlikte yaşıyordu. Aralarında ne zaman bir problem yaşansa Yahudiler, onlara şöyle derlerdi: “Kesinlikle yakında bir peygamber
gelecek. Onun zamanı yakındır. Biz ona uyup sizinle savaşacağız. Onun yardımıyla sizi öldüreceğiz.” Yahudilerin bu sözlerini hafızalarında koruyan Hazrecliler, Pey80
56 Kasas suresi, 56. ayet.
57 Şura suresi, 3.ayet.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
gamber Efendimizin (s.a.v) teklifi karşısında toplanıp aralarında konuştular. “Vallahi
bu kişi, Yahudilerin haber verdiği peygamberdir. Ona uymakta Yahudilerden geri
kalmayalım.” diyerek Hz. Peygamber’in (s.a.v) davetini kabul ettiler. Bunun üzerine
“Ümit ederiz ki kavmimiz arasındaki düşmanlık ve şerler seninle kaybolur. Senin vasıtan ile yeniden bir araya geliriz. Onları senin dinine davet edeceğiz. Eğer Allah (c.c)
onları senin etrafında toplarsa senden daha aziz kimse olmaz.”58 dediler. Gelecek
yıl tekrar gelmek üzere söz vermiş ve iman etmiş olarak yurtlarına döndüler.
8.2. Akabe Biatları
İman etmiş olan bu altı kişi, Hz. Muhammed’i (s.a.v) ve İslamiyet’i Yesrib’deki
kabilelerine anlattı. Bir sonraki seneye kadar Yesrib’de, Allah Resulü’nden (s.a.v)
bahsedilmeyen bir ev kalmamıştı. Nübüvvetin on ikinci senesinde, Yesribli on iki kişiden oluşan bir grup, Akabe denilen yerde tekrar Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile
buluştu. Aralarında Hazrec ile kan davası olan Evs
kabilesinden de iki kişi bulunmaktaydı. Böyle bir
sonuç, Hazreclilerin ciddi emeğini ve samimiyetini göstermekteydi.
Buraya gelen Yesribli Müslümanlar,
“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına,
hırsızlık yapmayacaklarına, zina etmeyeceklerine, çocukları öldürmeyeceklerine, iftira atmayacaklarına, hayırlı bir işte peygambere isyan
etmeyeceklerine”59 dair Allah Resulü’ne (s.a.v)
biat ettiler. Yani söz verdiler. Bu biat sayesinde;
Akabe biatının yapıldığı yer
Efendimizin (s.a.v) Allah’ın (c.c) peygamberi olduğunu kabul ettiklerini, onun getirdiği kanunlara
ve emirlerine itaat edeceklerini, kendilerinden ona herhangi bir zarar gelmeyeceğini göstermiş oldular. Bu olay, İslam tarihinde Birinci Akabe Biatı olarak anıldı.60
Diğer bir ifade ile biat, Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarına uymak anlamına
gelmekteydi. Bu husus, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir:
“Şüphesiz ki sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın (kudret) eli, onların (sana biat eden) ellerinin üzerindedir. Artık kim (biatını) bozarsa o
takdirde ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a hakkında söz verdiği
şeyi yerine getirirse bunun üzerine (Allah) ona yakında (pek) büyük bir mükâfat
verecektir.”61
58 İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 2, s. 39.
59 Mümtehine suresi, 12. ayet.
60 İbrahim Sarıçam, Hazreti Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 111.
61 Fetih suresi, 10.ayet.
81
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Yesribli Müslümanlar, Birinci Akabe
Biatı’ndan sonra İslamiyet’i açıktan anlatmaya
başladılar. Bu konuda yardım etmesi için kendilerine Kuran’ı okuyacak, İslam’ın emir ve yasaklarını öğretecek bir rehbere ihtiyaç duydular. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v), İslamiyet’in
ilk yıllarında Müslüman olan genç sahabilerden
Musab b. Umeyr’i (r.a) Yesrib’e gönderdi. Musab
b. Umeyr (r.a) nazik, yumuşak huylu, çok güzel
Akabe mescidi
konuşan biriydi. Onun bu özellikleriyle birlikte insana değer vermesi ve üstün gayreti sayesinde
İslamiyet Medine’de hızla yayıldı. İçinde Müslümanlardan bir topluluk bulunmayan
hiçbir ev kalmadı.62
Sayıları hızla artan Yesribli Müslümanlar bir araya geldi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ile sahabilerinin Mekke’de zulme uğramasına gönülleri razı olmuyordu.
Bu nedenle Peygamber Efendimizi (s.a.v) Yesrib’e davet etmeye karar verdiler.
Yesribliler haccetmek için Mekke’ye gelmişti. Bunların içinde ikisi kadın olmak üzere yetmişbeş Müslüman vardı. Müslümanlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v)
ile görüşüp onu Yesrib’e davet etmek istiyordu. Peygamberimiz (s.a.v) ile haberleşip gece vakti Akabe’de görüşmek üzere sözleştiler. Peygamberimiz (s.a.v), amcası
Abbas ile birlikte buluşma yerine geldi. Abbas daha Müslüman olmamıştı. Fakat
yeğenini çok seviyor, onun için endişe duyuyor ve onu korumak istiyordu.
İlk olarak Abbas, Yesribli Müslümanlara hitaben bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Peygamberimizin (s.a.v) kendi kabilesi tarafından korunduğunu, onu
her türlü tehlikeden ve düşmanlardan korumaları hâlinde yeğenini götürmelerine izin vereceğini, aksi takdirde götürmemelerini söyledi. Daha sonra sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de bir konuşma yaptı. Onlara Kur’an’dan ayetler okudu. Onları
İslamiyet’e teşvik etti. Peygamberimiz (s.a.v) “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamanız, ibadet etmeniz; beni ve ashâbımı barındırmanız; bana ve ashâbıma yardımcı
olmanız; kendinizi, kadınlarınızı, çocuklarınızı ve mallarınızı koruduğunuz ve savunduğunuz gibi bizleri de savunup korumanız hakkında sizinle biat yapalım.”63 dedi.
Yesribli Müslümanlar da Efendimize (s.a.v) şöyle dediler: “Zorlukta ve kolaylıkta, hoşumuza gitsin veya gitmesin her hususta dinlemek ve itaat etmek; başımızdaki ehil
kişiyle tartışmamak; nerede olursak olalım Allah hakkında kınayanın kınamasından
korkmadan doğruyu söylemek üzere biat ettik”64 Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ya62 M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, C 2, s. 286.
82
63 M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, C 2, s. 296.
64 Müslim, İmare, 41; Nesai, Biat, 3.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
pılan biatın güven içinde yürümesi için onlardan on iki kişilik bir temsilci seçti. İkinci
Akabe Biatı denen bu olaydan sonra Peygamberimiz (s.a.v), Mekke’deki Müslümanların Medine’ye hicret etmelerine müsaade etti.
Yesribli Müslümanlar, sadakatin ve hakikat uğruna kararlı bir duruşun ifadesi
olan biata hayatları boyunca bağlı kaldılar. Hakkında sözleştikleri konulara muhalefet etmediler. Biatın yapıldığını işiten Mekke müşriklerin her türlü vazgeçirme teşebbüslerine rağmen verdikleri sözden dönmediler. Bu biata olan bağlılıklarından dolayı yüce Allah (c.c) onları şöyle övdü: “İslam’ı ilk önce kabul eden muhacirler ve
ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan
razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.”65
Akabe Biatları sayesinde İslam dini hızla yayıldı. Birbirine düşman kabileler
arasında birlik ve beraberlik gerçekleşti. Toplumsal mutabakat sağlandı. Gönüller
bir liderin etrafında, aynı dava uğrunda, ortak paydada toplandı. Böylece İslam
medeniyetinin temelleri atıldı.
9. Yesrib’e Hicret
9.1. Müslümanların Hicreti
Hicret kelimesi, sözlükte “bir yerden bir yere göçme, taşınma, ayrılma” anlamına gelir. Dinî terim olarak ise “Hz. Peygamber’in (s.a.v) ve sahabilerinin, İslam’ı
gereği gibi yaşamak, diğer insanlara Allah’ın (c.c) emirlerini duyurmak ve müşriklerin işkencelerinden kurtulmak amacıyla 622 yılında Mekke’den Medine’ye yapmış
oldukları göçtür.”66 Aynı zamanda hicret; kişinin batıldan hakka, haramdan helale,
kötülükten iyiliğe yönelmesi manalarını da içine alır.
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) hicret etmesinin en önemli sebeplerinden
biri, Mekke’de İslamiyet’i anlatabilecek ve yaşayabilecek bir ortamın kalmamasıydı. İslamiyet’in gün geçtikçe güçlendiğini, Mekke ve çevresinde hızla yayıldığını
gören müşrikler bundan tedirgin oluyor; Müslümanlara şiddetli eziyet ve işkenceler
ediyorlardı. Hatta Hz. Sümeyye (r.a) ve kocası Hz. Yasir (r.a) bu işkenceler sonucu
şehit edilmişlerdi. Haşimoğullarına ve Müslümanlara uygulanan üç yıllık ambargo,
baskıların ne derece acımasızca uygulandığını göstermekteydi.
Allah Resulü (s.a.v), İslam dinini özgürce yaşayıp kendisine gelen ilahi vahyi
tebliğ edeceği uygun bir ortamın arayışına başladı. Bu konudaki ilk girişimi Taif şeh-
65 Tevbe suresi, 100. ayet.
66 Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s.136.
83
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
rine olmuştu. Fakat Taif ahalisi, bu tarihî fırsatı çirkin bir şekilde reddetmiş; Habibullah
(s.a.v) ile yanındaki Zeyd b. Harise’yi (r.a) taşlayarak Taif’ten çıkarmışlardı.67 ,
Kısa bir süre sonra Allah Resulü (s.a.v), Mekke’ye hac için gelen Yesrib halkına İslamiyet’i tebliğ etti.68 Yesriblilerle Akabe mevkiinde yapılan görüşmeler üç
yıl art arda devam etti. Akabe Biatlarında Yesribli Müslümanlardan alınan sağlam
sözlerden sonra şartlar iyice olgunlaşmıştı. Kendileri de Peygamberimizi (s.a.v) ve
sahabilerini Yesrib’e davet etmişti. Böylece Allah’ın Habibi (s.a.v), Müslümanların
Mekke’den Medine’ye hicretine müsaade etti.
Ayrıca Yesrib, daha sonraki adıyla Medine, hicret edilmeye en münasip yer
olma özelliğini taşıyordu. Mekke’den Şam’a giden ticaret yollarının üstünde olmasından dolayı stratejik bir öneme sahipti. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) ve ailesinin
de Medine ile sıkı bağları vardı. Abdulmuttalip’in annesi Hazrecli’ydi. Neccaroğulları da onun dayıları hükmündeydi. Bunlar, Yesribli kabilelerdi.
Sonuçta İkinci Akabe Biatı’ndan sonra güçsüzlük, hastalık sebebiyle hicret
etmeye fırsat bulamayanlardan başka herkes Mekke’den Medine’ye hicret etmişti.69 Bir de Hz. Peygamber (s.a.v), ailesiyle birlikte Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ali (r.a)
Mekke’de kalmıştı.
9.2. Peygamberimizin (s.a.v) Hicreti
Müşrikler, Müslümanların Medine’ye hicretinden son derece rahatsız olmuşlardı. Fakat Allah Resulü (s.a.v) ile en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir (r.a) daha
Mekke’den çıkmamıştı ve hâlâ onlarla ilgili planlarını uygulayabilirlerdi. Sevgili Peygamberimize (s.a.v) ne yapacaklarını konuşmak üzere Daru’n-Nedve’de bir araya
geldiler. Aldıkları nihai karar neticesinde Hz. Peygamber’i (s.a.v) her kabileden birkaç savaşçı birlikte öldüreceklerdi. Böylece muhtemel bir kan davasının önüne de
geçilmiş olacaktı. Çünkü Haşimoğulları bütün kabileleri karşısına alamazdı.70
Cebrail (a.s), müşriklerin bu suikast planını sevgili Peygamberimize (s.a.v) bildirdi. Allah Resulü (s.a.v) hiç vakit kaybetmeden öğle vakti Hz. Ebu Bekir’in (r.a)
evine gitti. Normalde o, sadık dostunu sabah veya akşam ziyaret ederdi. Hz. Ebu
Bekir (r.a) alışık olunmayan bu ziyaretin önemli bir amacı olduğunu anlamıştı. Allah Resulü (s.a.v), yüce Allah’ın (c.c) hicret için kendisine izin verdiğini ve beraber
yolculuk yapacaklarını Hz. Ebu Bekir’e (r.a) bildirdi. O da bu habere çok sevindi ve
bu yolculuk için kendi eliyle beslediği develerden birisini Peygamberimize (s.a.v)
67 Süheyli,4, 46.
68 Ebu Nuaym, Delail, 1, 298-299.
84
69 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s. 118.
70 Taberi, Tarih, 2, 243.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
vereceğini söyledi. Efendimizin (s.a.v) ücret karşılığında kabul ettiği bu devenin adı
meşhur Kasva idi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu görüşmeden sonra hemen evine döndü.
Kutlu hicret yolculuğu için hazırlıklar yapıldı. Yol kılavuzluğu için bu konuda
maharetli olan Abdullah b. Ureykıt adlı kişi tutuldu. Abdullah b. Ureykıt, İslamiyet’i
henüz kabul etmemişti. Fakat son derece güvenilir ve yol kılavuzluğunu en iyi bilen
kişiydi. Allah Resulü (s.a.v) bu vesileyle işi ehline verme konusunda örnek bir davranış sergilemiştir.
Peygamberimiz (s.a.v), üzerinde bulunan emanetleri Hz. Ali’ye (r.a) bırakarak sahiplerine vermesini tembihledi. Ondan, müşrikleri yanıltmak için kendi yatağına yatmasını istedi. Müşrik savaşçılar evin etrafını sarmışlardı. Gece yarısı olduğunda Allah Resulü (s.a.v), Yasin suresinin ilk on ayetini okuyarak onların aralarından
çıkıp gitti. Böylece yüce Allah (c.c), sevgili Resulünü (s.a.v) müşriklerin hain bakışlarından saklamış oldu. Efendimiz (s.a.v) önce Hz. Ebu Bekir’in (r.a) evine gitti. Sonra
her ikisi gece vakti evin arka kapısından çıkarak Medine’ye ters istikamette olan
Sevr Dağı’nda bir mağarada gizlendiler.71
Kureyşliler sabah olduğunda Peygamberimizi (s.a.v) yatağında görmeyince çok öfkelendiler. Onun yerinde yatan
Hz. Ali’yi (r.a) tartaklayıp bir müddet hapsettiler.72 Her tarafı didik didik aramaya
başladılar. Sevgili Peygamberimizi (s.a.v)
öldürecek veya esir edecek kişiye 100
deve ödül vadettiler.73
Peygamberimizin takip ettiği
hicret yolu
Normal zamanlarda kullanılan
işlek kafile yolu
Peygamberimiz (s.a.v) ile Hz. Ebu
Bekir (r.a) üç gün Sevr Dağı’ndaki mağarada gizlendi. Bu arada Hz. Ebu Bekir’in
(r.a) kızı Hz. Esma (r.a) onlara yiyecek getiriyordu. Oğlu Abdullah (r.a) da gündüzleri
Mekke’de kalıyor; gece vakti onların yanına gelerek Mekke’de olup bitenleri anlatıyordu. Hz. Ebu Bekir’in (r.a) azatlısı Amir
b. Füheyre (r.a) ise koyunlarını bu bölgede
otlatarak mağaranın yakınına getiriyor,
71 İbn Kesir, Bidaye, 3, 180.
72 Taberi, Tarih, 2, 245.
73 Belazuri, Enab, 1, 260.
Peygamber Efendimizin
(s.a.v) hicret yolu
85
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
onlara taze süt ikram ediyordu. Sabah vakti Abdullah (r.a) mağaradan çıktıktan
sonra Amir (r.a) koyunları o tarafa sürüp izleri kaybediyordu.74 Kısacası sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Allah’ın (c.c) himayesinde olduğunu bildiği hâlde alınması gereken tedbirleri en mükemmel şekilde alıyordu. Böylece bizlere İslamiyet’teki tevekkül anlayışını gösteriyordu.
Müşrikler iz sürerek mağaranın önüne kadar geldiler. Hz. Ebu Bekir (r.a) bu
kritik durumu daha sonraları şöyle anlatacaktı: “Bir ara başımı kaldırdığımda Kureyş
casuslarının ayaklarını gördüm. ‘Ey Allah’ın Resulü! Bunlar eğilip baksalar bizi görürler.’ dedim. Resulullah ise ‘Sus ya Ebu Bekir! İki yoldaş ki Allah, onların üçüncüsüdür.
Hiç endişe edilir mi?’ buyurdu.”75 Kur’an-ı Kerim’de ise bu olaya şöyle işaret edilmiştir:
“Eğer siz ona (Resulullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım
etmiştir: Hani kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den)
çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına ‘Üzülme çünkü Allah bizimle
beraberdir.’ diyordu. Bunun üzerine Allah, ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi; onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı.
Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.”76
Müşrikler mağaraya geldikleri sırada bir örümcek mağaranın girişine ağ örmüş; iki güvercin de mağaranın girişinde yumurtlayıp kuluçkaya yatmıştı.77 Bu durumu gören müşrikler mağaraya bakmaya bile gerek duymadan orada ayrıldılar.
Böylece yüce Allah (c.c), sevgili Habibini (s.a.v) müşriklerin şerrinden bir örümcek
ve iki güvercinle korumuş oldu.
Mağarada geçirilen üçüncü günün sonunda Resulü Ekrem (s.a.v), Hz. Ebu
Bekir (r.a), Amir b. Füheyre (r.a) ve rehber Abdullah b. Üreykit Medine’ye doğru
yola çıktılar. Allah Resulü (s.a.v), Medine’ye farklı bir yoldan ulaşmak istiyordu. Çünkü müşrikler, onu ve arkadaşını aramaya devam ediyorlardı. Başlarına konulan
ödülden dolayı yollarda onları kimsenin görmemesi gerekiyordu.
Bu yolculuk sırasında harikulade olaylar gerçekleşti. Onlardan birisi, Süreka’nın
yaşadığı hadisedir. O, sevgili Peygamberimizin (s.a.v) izini bulmuştu. Onları uzaktan
görünce atını mahmuzlayıp Allah Resulüne (s.a.v) yaklaştığında, atının ayağı kuma
saplanıp yere yuvarlandı. Bir daha atına binip onlara yaklaştığında atı tekrar kuma
saplandı. Süreka anlamıştı ki ne o ne de bir başkası Allah’ın Habibini (s.a.v) esir edemezdi.78 Süreka daha sonra sevgili Peygamberimizden (s.a.v) eman istedi. Efendimiz (s.a.v) onu affetti; ona yerinde durmasını ve arkadan gelenleri oyalamasını
emretti.
74 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s. 120.
75 Buhari, 5, 204.
86
76 Tevbe suresi, 40. ayet.
77 Beyhaki, Delail, 2, 482.
78 Buhari, Sahih, 4, 257.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Ayrıca Allah Resulü (s.a.v) bu yolculuk sırasında Ümmü Mabed’in misafiri
oldu. Ümmü Mabed’den et ve hurma satın almak istediler. O ise yanında yiyecek
bulunmadığını söyledi. O sırada Hz. Peygamber (s.a.v), zayıf ve sütten kesilmiş bir
keçi gördü. Onu sağmak için müsaade istedi. Kendisine müsaade verilince bir mucize eseri olarak oradakilere yetecek kadar keçiden süt sağdı.79
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Cuhfe mevkiine geldiğinde Mekke yolunu
tanıdı. Özlemle o yola bakıyordu. O sırada, Müslümanların galip bir şekilde tekrar
Mekke’ye döneceklerine dair şu ayet nazil oldu: “(Resulüm!) Kur’an’ı (okumayı,
tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah elbette seni (yine) dönülecek
yere döndürecektir. De ki: ‘Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir
sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.’”80
Değerlendirelim
Mekke döneminde gerçekleşen olaylardan yola çıkarak aşağıda isimleri verilen sahabilerin hangi yönleriyle Peygamberimizin (s.a.v) hayatında önemli bir
yere sahip olduklarını değerlendiriniz.
• Amcası Ebu Talip
• Hz. Hatice (r.a)
• Hz. Hamza (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)
• Hz. Ebu Bekir (r.a)
• Hz. Ali (r.a)
9.3. Kubâ’ya Varış
Allah Resulü (s.a.v), 12 Rebiülevvel 622 tarihinde Medine’ye üç kilometre uzaklıktaki Kubâ’ya ulaştı. Burada dört veya on dört gün misafir edildi. Bu süre
içinde, Kubâ Mescidi’ni inşa ettirdi. Ayrıca üç gün Mekke’de kalan Hz. Ali (r.a) de
üzerindeki emanetleri sahiplerine teslim ettikten sonra Kubâ’daki Peygamberimize
(s.a.v) yetişti.
Allah’ın habibi (s.a.v) bir cuma günü Kubâ’dan Medine’ye doğru hareket etti. Ranune Vadisi’ne geldiğinde yüz civarında sahabenin iştirakiyle ilk cuma
namazını kıldırdı. Namazdan sonra yanındaki kafileyle Medine’ye doğru ilerlerken insanlar yolun iki tarafında büyük bir coşku ve sevinçle son peygamber Hz.
Muhammed’i (s.a.v) karşılıyorlardı.
79 İbn Sa’d, 1, 230.
80 Kasas suresi, 85. ayet.
87
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Herkes âlemlere rahmet olan Hz.
Peygamber’i (s.a.v) kendi evinde misafir etmek
istiyordu. O, devesinin yularını serbest bırakmıştı.
Kasva nereye çökerse orada misafir olacaktı. Sonunda Allah Resulünün (s.a.v) devesi, Ebu Eyyub
el-Ensari’nin (r.a) evine yakın bir yere çöktü. Ebu
Eyyub el-Ensari ve ailesi, Mescid-i Nebevi’nin inşaatı bitene kadar yedi ay süreyle Peygamberimizi
(s.a.v) misafir etti.81
Kubâ mescidi
Hicret; sebepleri ile siyasi-sosyal sonuçları
açısından insanlık tarihinde çok önemli bir hadi-
sedir. Siyasi açıdan hicret, İslam’ın geleceği hakkında çok güzel sonuçlar vermiştir. Birincisi; Medine, İslam’ı yaymak için önemli bir
stratejik konuma sahipti. Kureyş’in ticaret yolları, Müslümanların denetimine geçmiş
sayılırdı. İkincisi; Evs ve Hazrec arasında Yahudilerin kışkırtmaları sebebiyle devam
eden husumet yerini kardeşliğe ve birliğe bıraktı. Artık Medine’de siyasi birlik sağlanacaktı. Üçüncüsü; Medine’de Yahudilerin ekonomik baskı ve zulümleri sona erecekti. Ayrıca hicretten hemen sonra yüce Allah (c.c), müşriklerin zulmüne karşılık
vermeleri için Müslümanlara izin verdi.
Hicret, sosyal yönden de çok güzel sonuçlar doğurmuştur. Fedakârlık, yardımseverlik, kadirşinaslık, birlik ve beraberlik, vefa gibi birçok ahlaki değerin güçlenmesine vesile olmuştur. Mekke’den gelen Müslümanlar (muhacir) ile onlara
kucak açan Medineli Müslümanlar (ensar) kaynaşıp kardeş oldular. Ensar, muhacirlere evlerini açtı; onlarla tarla, bahçe ve erzaklarını bölüştü. Muhacirler de bu
fedakârlıklara vefa ile karşılık verdiler. Ensar ile her konuda iş birliği yaptılar; yalnızca
imkânları değil, sorumlulukları da bölüştüler. Böylece tarihteki en huzurlu, en hayırlı,
en güvenli toplumu oluşturdular. Allah Resulü’nün (s.a.v) rehberliğinde, yaşadıkları
zamanı saadet asrına çevirdiler.
Konuşalım
Sınıf arkadaşlarınızla iki gruba ayrılınız. Bir grup, hicretin siyasi sonuçları hakkında; diğer grup ise sosyal sonuçları hakkında bir konuşma hazırlasın. Hazırladığınız konuşmaları, grup sözcüleri seçerek sınıf arkadaşlarınıza sununuz.
88
81 İbrahim Sarıçam, Peygamberimizin Evrensel Mesajı, s. 120.
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
ÜNiTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A-Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Allah Resulü’nün (s.a.v), İslam’a daveti ilk zamanlarda gizlice yapmasının sebeplerini açıklayınız.
2. Peygamberimizin (s.a.v) İslam davetini ilk kabul edenlerin büyük çoğunluğunun gençler olmasının sebebi sizce nedir? Siz de bir genç olarak fikir yürütünüz.
3. Peygamber Efendimizin “Hicret, her türlü kötü davranışı terk etmektir.” hadisinden yola çıkarak hicretin farklı iki anlamını açıklayınız.
4. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) insanların kendisinden yüz çevirmesi durumunda ve zorluklar karşısında tutumu ne olmuştur? Örnekler vererek anlatınız
B-Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi, Peygamber Efendimizin (s.a.v) ilk sahabilerinden biri
değildir?
A)Eşi Hz. Hatice
B) Amcası Ebu Talip
C)Dostu Hz. Ebu Bekir
D)Amcasının oğlu Hz. Ali
E) Kızı Hz. Fatıma
2. Aşağıdakilerden hangisi, miraç olayının sonuçlarından değildir?
A)Allah’a şirk koşmayan müminlerin cennetle müjdelenmesi
B) Hz. Ebu Bekir’in (r.a) Sıddîk lakabını alması
C)Beş vakit namazın farz kılınması
D)Ramazan orucunun farz kılınması
E) Bakara suresinin son üç ayetinin vahyedilmesi
89
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Taif’ten Mekke’ye geri dönerken Cebrail (a.s), Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelerek dilerse kendisine işkenceler yapan Taiflileri Rabb’inin azaba uğratacağını
söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v) ise “Hayır, ben böyle bir şey istemem. Onların
neslinden yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak
kimseler çıkarmasını dilerim.” dedi.
İbn Hişam, Sîretu’n-Nebeviye, C 2, s. 50.
3. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) bu sözlerinde onun hangi özelliğini görmekteyiz?
A)Azim ve kararlılık
B) Düzenli ve planlı olma
C)İstişareye açık olma
D)Herkese adil davranma
E) Şefkat ve merhamet
4. Aşağıdakilerden hangisi, hicret için Yesrib (Medine) şehrinin seçilmesinin sebeplerinden biri değildir?
A)Mekke’den Şam’a giden ticaret yollarının üstünde, stratejik
bir öneme sahipti.
B) Akabe Biatları’nda Yesribli Müslümanlardan sağlam sözler
alınmıştı.
C)Mekke’nin kuraklığına göre iklimi daha yumuşak olduğundan cazip geliyordu.
D)Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) Medine’de aile bağları ile akrabaları vardı.
E) Yesribli Müslümanlar, Mekke’de zulüm gören Peygamberimiz
(s.a.v) ile sahabeyi davet etmişti.
5. Aşağıdakilerden hangisi, İslamiyet’in güçlenip yayılmasına katkı sağlayan
olaylardan değildir?
A)Hz. Hamza (r.a) ve Hz. Ömer’in (r.a) Müslüman Oluşları
B) Habeşistan’a Hicret
C)Taif Yolculuğu
D)Akabe Biatları
E) Yesrib’e Hicret
90
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
C - Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri uygun ifadelerle
doldurunuz.
1. Peygamberlerin, Allah’ın (c.c) kendilerine indirdiği vahiyleri insanlara eksiksiz olarak bildirip açıklamasına
…………….………. ya da ………….…………. denir.
2. İlk sahabilerin yetişmesinde ve İslamiyet’in yayılmasında
çok büyük katkıları olan, İslam’ın ilk eğitim-öğretim merkezi
eve …………………………. denir.
3. ……………………….; Hz. Peygamber (s.a.v) devrinde Müslüman olarak onu görmüş, onun sohbetinde bulunmuş ve
Müslüman olarak ölmüş kimselerdir.
4. Cennetlik oldukları kendileri henüz hayattayken Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından müjdelenen on sahabiye
…………………………. adı verilir.
5. Hz. Peygamber’in (s.a.v), Kâbe’den Kudüs’teki Mescid-i
Aksa’ya götürülmesine …………………………. ve buradan
göğe yükseltilerek kendisine Allah’ın (c.c) ayetlerinin ve olağanüstü nimetlerinin gösterilmesine ………………………….
denir.
D - Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanların yanına “D”, yanlış
olanların yanına ise “Y” yazınız.
1. (.......) Peygamberimiz (s.a.v), insanları ilk önce İslam’a açıkça davet etmiş; daha sonra tepki ve baskı görünce gizli davete başlamıştır.
2. (.......) Peygamberimizin (s.a.v) eşi Hz. Hatice (r.a) ile amcası
Ebu Talip’in vefatları sebebiyle peygamberliğin onuncu senesine senetü’l-hüzün (hüzün yılı) denildi.
3. (.......) Hz. Ali (r.a), müşrikleri yanıltmak için Peygamberimizin
(s.a.v) yatağına yatarak kendi canı pahasına fedakârlıkta
bulundu.
4. (.......) Akabe Biatları, Taifliler ile Peygamber Efendimiz (s.a.v)
arasında gerçekleşti.
5. (.......) Resulullah (s.a.v) Kubâ’dan Medine’ye doğru giderken Ranune Vadisi’ne geldiğinde ilk cuma namazını kıldırdı.
91
ÜÇÜNCÜ ÜNİTE
Peygamberimiz’in (s.a.v) Hilye-i Şerifleri (Hattat Levent Karaduman)
92
4. ÜNİTE
PEYGAMBERİMİZİN MEDİNE YILLARI
Mescid-i Nebî, Medine
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Bir yere hicret etseniz orada yeni bir hayat kurmak için yapmanız gereken
işler (toplumla kaynaşma, eğitim, iş kurma vb.) sizce nelerdir? Düşüncelerinizi açıklayınız.
2. Aynı toplumda yaşayan insanların kendilerine özgü bir medeniyet oluşturabilmesi için hangi ortak değerleri yaşatması gerekir? Araştırınız.
3. Sizce İslam, insanlara sadece neye inanmaları gerektiğini gösteren bir din
midir? Yoksa hayatın her alanını düzenleyen ve bunun için Peygamberimizi
(s.a.v) bizlere kılavuz yapan bir din midir? Sınıfta tartışınız.
4. Örnek aldığınız bir insan vefat ettiğinde onunla ilgili duygu ve düşünceleriniz değişir mi ya da onu örnek almaya devam eder misiniz? Peygamberimizin (s.a.v) vefatından sonra sahabilerin bu konudaki tutumu sizce nasıl
olmuştur?
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Mescid-i Nebî, Medine
1. Medine’de İslam Toplumunun Oluşumu
Hz. Peygamber (s.a.v), Medine’de çok büyük bir sevinçle karşılandı. Hicret ile birlikte Mekke dönemi bitti. Hicretten önce “Yesrib” olarak bilinen şehir,
hicretten sonra “peygamber şehri” anlamında Medinetü’n-Nebi ismiyle anılmaya
başlandı.
Resul-i Ekrem Efendimizin (s.a.v) hicret ederek Medine’ye yerleşmesi ile İslam dini hızla yayıldı. Ensardan olan kabilelerin çok azı müstesna, neredeyse tamamı Müslüman oldu. İslam ile müşerref olmayan Evslilerden bir kabile ise müşrik
olarak kaldı.1
1.1. Mescid-i Nebi’nin İnşası
Allah Resulü (s.a.v) Medine’ye geldiğinde Ebu Eyyub’un (r.a) evinde misafir
olarak bir süre kaldı. Bu zaman zarfında bir mescid yapılmasını emretti. Buranın yapımında, sahabilerle birlikte kendisi de canla başla çalıştı. Çalışanları da teşvik etti.2
Bu mescid, ileriki yıllarda Allah Resulü (s.a.v) tarafından İslam’ın anlatıldığı,
Müslümanların cemaatle namaz kıldığı ve önemli meselelerin görüşülüp karara
bağlandığı bir yer oldu. Aynı zamanda Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlayan bir merkez durumuna geldi. Bunlarla birlikte İslam dininin yayılmasında önemli
rol alacak manevi rehberleri yetiştiren bir okul oldu.
94
1 İbn Hişam, Siretü’n-Nebeviye, C 2, s. 108.
2 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.135.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Yapılan mescide bitişik olarak Peygamberimiz (s.a.v) ile ailesinin kalacağı
odalar ilave edildi. Peygamberimiz (s.a.v) mescidin inşası bittikten sonra, geçici olarak yerleştiği Ebu Eyyub’un (r.a) evinden ayrılarak kendisi için yapılan odaya geçti.
Listeleyelim
Medine’de inşa edilen Mescid-i Nebi’nin, İslam toplum ve medeniyetinin oluşmasındaki etkilerini listeleyiniz.
1.
2.
3.
4.
5.
1.2. Ashâb-ı Suffe
Muhacirler ile Medineli kimsesizlerin barınması ve eğitimi için Mescid-i Nebi’de
bir bölüm daha inşa edildi. Bu bölüm, bir muallim olarak gönderilen Resulü Ekrem’in
(s.a.v) kudsi bir mektebi ve medresesiydi. Çünkü burada bizzat kendisi, İslam’ın
yüksek hakikatlerini ders verirdi. Allah’ın (c.c) her daim anıldığı, ilahi vahyin tebliğ
edildiği ve açıklandığı İslam’ın ilk öğretim merkeziydi. Buraya “gölgelik” anlamında
Suffe; burada kalanlara ise Ashâb-ı Suffe denildi. Ashâb-ı Suffe’nin ihtiyaçları başta
Peygamberimiz (s.a.v) olmak üzere diğer Müslümanlar tarafından karşılanırdı.
Ashâb-ı Suffe, İslam toplumunun ve medeniyetinin oluşmasında çok önemli
bir role sahip oldu. Zira bilgilerini, ilk kaynaktan yani ilahi vahyin açıklayıcısı olan
Habibi Ekrem’den (s.a.v) öğreniyor; bunları farklı yerlerde anlatarak İslam’ın yayılmasında ve doğru öğrenilmesinde büyük katkı sağlıyorlardı. Onlar, İslam’ı tebliğ ile
görevli ilk öğretmenler ve davetçiler olma şerefine erdiler.3
Yorumlayalım
Ashâb-ı Suffe’ye verdiği emeklerden yola çıkarak Peygamber Efendimizin
(s.a.v) eğitime ve insan yetiştirmeye verdiği önemi yorumlayınız.
3 Âdem Apak, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, Ensar Neşriyat, C 1, s. 191.
95
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
1.3. Muhacir-Ensar Kardeşliği
Hicretten sonra Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke’den hicret eden muhacirler
ile ensardan olan Medineli Müslümanlar arasında muâhât adı verilen bir kardeşlik antlaşması yaptı. Bu antlaşma ile Mekke’deki mallarını bırakıp tamamen yoksul
durumda kalan Müslümanlar, Medine’deki din kardeşlerinin yardımıyla yoksulluktan kurtuldular. Çünkü Medineli Müslümanlar; evlerini, tarlalarını ve paralarını muhacirlerle paylaştılar.4 Müslümanlar ikişerli olarak kardeş ilan edildi. Bu kardeşlikte
makam, rütbe, şeref, efendi gibi hiçbir statü gözetilmedi. Azad edilmiş bir köle ile
Müslümanların önde gelen bir kişisi kardeş olabildi.
Bilgi Kutusu
Ensar kelimesinin sözlük anlamı, “yardım edenler, destekleyenler” demektir. Hicret sonrasında Hz. Peygamber’e (s.a.v) ve Mekke’den Medine’ye göç eden Müslümanlara
kucak açıp onları misafir eden; beslenme ve barınma ihtiyaçlarını gideren; yeni bir yaşam kurabilmelerine yardım eden ve sahip oldukları her şeyi onlarla paylaşan Medineli
Müslümanlara ensar adı verilir.
Muhacir kelimesinin sözlük anlamı, “hicret (göç) eden, yerleşmek üzere yurdundan başka
yere giden kimse” demektir. İslam dinini yaşamak; Mekkeli müşriklerin her türlü baskısından kurtulmak; din, can, namus, akıl ve soy emniyetini sağlamak amacıyla Mekke’den
Medine’ye hicret eden Hz. Peygamber (s.a.v) ile sahabilerine muhacir denir.
(Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s. 76, 243.)
Kardeşlik antlaşması, eşsiz bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma örneğidir.
Buradaki gaye; iş, güç, mal, mülk gibi sahip oldukları her şeyi Mekke’de bırakan ve
dinleri uğruna vatanlarını terk eden muhacirleri maddi olarak desteklemek, mali
sıkıntılarını hafifletmek ve öz yurtlarından ayrılmış olmanın verdiği garipliği ve mahzunluğu gidermekti. Böyle bir uygulama aynı zamanda muhacirler ile ensarı birbirine ısındırma, kenetlenmelerini sağlama, bilgi ve tecrübelerini birleştirme, ortaklaşa
iş yapma ve üretme anlayışını kazandırmaya yönelikti. Ensar fedakârlıkta öyle ileri
gitti ki hurma bahçelerini bile muhacirlerle paylaşmayı teklif ettiler. Muhacirler ziraat
işlerini pek bilmediklerinden Peygamberimiz (s.a.v) bu teklifi kabul etmedi. Beraber
çalışarak ürüne ortak olmalarını kararlaştırdı.5
Biliyor musunuz?
“Hicretten yaklaşık beş ay sonra Mescid-i Nebevî’nin inşaat günlerinde Hz. Peygamber (s.a.v), muhacirlerle ensardan kırk beşer kişiyi Enes b. Mâlik’in evine çağırdı ve
kardeş ilan etti. Bir rivayete göre kardeş ilân edilenlerin sayısı doksan, başka bir rivayetlere
göre ise ellişerden 100 kişidir. Bu konudaki yaygın görüş ise kardeş ilân edilenlerin 90-100
kişiye ulaştığı şeklindedir.”
(Ahmet Özel, “Muâhât”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 30, s.308.)
96
4 Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s. 242.
5 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.141.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Ensarın muhacirlere gösterdikleri bu eşsiz samimiyet, misafirperverlik, cömertlik ve fedakârlığı yüce Allah (c.c) indirdiği bir ayet-i kerime ile şöyle methetmiştir:
“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı
içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar
bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa
işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”6
Muhacirler de “Ensar kardeşlerimiz bize mal mülk verdi, geçimimizi temin
etti.” diyerek boş oturmuyorlardı. Böyle bir yaklaşım, imanlarından gelen gayrete
zıttı. Her biri elinden gelen çabayı göstererek mümkün olduğunca kimseye yük olmamaya çalışıyordu.
Kurulan bu kardeşlik, İslam dininin bir gereğidir. Çünkü yüce dinimiz, tevhid inancına dayanır. Tevhid inancı ise toplumun da bir ve beraber
olmasını gerektirir. Bir Allah’a (c.c) inanmanın,
dua ve ibadet etmenin; aynı kıbleye yönelmenin;
aynı kitabı okumanın, aynı peygamberi kabul etEnsar-muhacir kardeşliğine menin gereği olarak Müslümanlar bir ve beraber
günümüzden bir örnek.
olmalıdır.
Düşünelim
Ensar ile muhacir kardeşliğini, günümüz Müslümanları arasında da yaşatabilmek için neler yapılabileceğini düşününüz.
1.4. Medine Sözleşmesi
Resulü Ekrem (s.a.v) Medine’ye hicret ettiği sırada burada merkezî bir idari
yapı mevcut değildi. Bir devlet, bir bayrak, bir anayasa bulunmuyordu. Kabilecilik
anlayışı vardı. Her kabile kendi içinde birlik oluşturuyordu.
Muhacir-ensar kardeşliği, Müslümanlar arasında istenen birliği sağlamıştı. Fakat şehirde emniyet, asayiş, huzur ve güven için gayrimüslim Araplar ile Yahudileri
de içine alan bir antlaşmaya ihtiyaç vardı. Bunun üzerine Yahudiler ile Müslüman
olan ve olmayan Arapları kapsayan bir metin hazırlanarak antlaşma sağlandı. Medine Anayasası (Medine Vesikası) olarak 623 yılında imzalanan bu antlaşma, tarihteki “ilk anayasal metin” olarak kabul edilmektedir.7
6 Haşr suresi, 9. ayet.
7 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 167.
97
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Biliyor musunuz?
Hz. Peygamber’in (s.a.v) Medine’deki ilk işlerinden biri de Müslümanların sayısını tespit etmek üzere nüfus sayımı yaptırmasıdır. Yapılan sayım neticesinde
Medine’de bin beş yüz kadar Müslüman’ın yaşadığı tespit edilmiştir.
1.5. Namaza Davet: Ezan
Var oluşun sebebi ve en büyük neticesi olan tevhidi ilan etmek, her şeyin
Rabbi olan Allah’a (c.c) karşı kulluğu göstermek ve namaz vakitlerini bildirmek için
yapılan çağrıya ezan denir. Ezan vasıtasıyla bir taraftan Müslümanlar namaza çağrılırken, diğer taraftan tüm insanlığa İslam’ın üç temel ilkesi hatırlatılır. Bunlar; Allah’ın
(c.c) varlığı ve birliği, Hz. Peygamber’in (s.a.v) Allah’ın (c.c) elçisi olduğu ve asıl
kurtuluşun namazda olduğudur.8
Ezan uygulamasından önce namaz vakti geldiği zaman Müslümanlar davetsiz olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v) etrafında toplanırdı. Bir zaman sonra, namaz
vaktinin girdiğini bildirmek için çareler aranmaya başlandı. Hz. Peygamber (s.a.v)
bu konuda sahabilerle istişarede bulundu. Kimisi çan veya boru çalınmasını kimisi
de bayrak çekilmesini teklif etti. Bunlar Yahudilik, Hristiyanlık veya diğer inançların
çağrılarına benzediğinden Peygamberimiz (s.a.v) kabul etmedi. Müslümanlar namaza davet için farklı ve yeni bir yöntem ararken ensardan Abdullah b. Zeyd (r.a),
rüyasında gördüğü ezan sözlerini Hz. Peygamber’e (s.a.v) anlattı. Peygamberimiz
(s.a.v) de “İnşallah bu rüya hak ve gerçektir.” dedi ve ondan sesi yüksek ve gür
olan Bilal-i Habeşi’ye (s.a.v) ezanı öğretmesini istedi. Peygamberimize (s.a.v) ezan
ile ilgili vahiy de geldi. Hz. Ömer (r.a), Hz. Bilal’in okuduğu ezanı işitince kendisinin de
rüyasında ezan cümlelerini gördüğünü Peygamberimize (s.a.v) gelip haber verdi.
Bunun üzerine Allah Resulu (s.a.v) “Vahiy seni geçti.” dedi.9 Böylelikle ilk ezan hicretin birinci yılında meşrulaşmış oldu.
Ezan, tarih boyunca minarelerden yankılandı.
98
8 Komisyon, Dinî Terimler Sözlüğü, s. 83.
9 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C 3-4, Hz. Muhammed ve İslamiyet, s. 113-116.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Paylaşalım
….
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
(Mehmet Âkif Ersoy, İstiklal Marşı’ndan)
Verdiği ilahi mesajlarla dinin temeli ve yüzyıllar boyunca İslam memleketlerinin ortak dili olması açısından ezanın önemi nedir? Görüşlerinizi arkadaşlarınızla
paylaşınız.
1.6. Medine Pazarının Kurulması
Tüccar bir aileden gelen ve gençliğinde ticaret yapan Allah Resulü (s.a.v),
Medine’deki ekonomik durumu araştırmaya başladı. Ekonomik gücün Yahudilerin
elinde olduğunu tespit etti. Onların ticaret pazarına ve mallarına sahip olduğunu,
fiyatları istedikleri gibi belirlediklerini, malları istedikleri gibi piyasaya sürmek veya
stok yapmakla insanları istismar ettiklerini gördü.
Allah Resulü (s.a.v); İslam dininin ticari hükümlerini göstermek, alışverişin
adap ve kurallarını belirtmek, ekonomik bağımsızlığı temin etmek için Müslümanlara ait bir pazar yerinin olması gerektiğini düşündü. Bunun üzerine sahabilere,
Mescid-i Nebi’nin batısında bir pazar yeri gösterdi. Sınırlarını kendisi çizdi. Geniş bir
alana kurulan pazarı bizzat kendisi denetledi.
Hz. Peygamber (s.a.v) ticari prensipler koydu. Ticarette kandırma, hile ve
sahtekârlık gibi cahiliyeden kalma kötü alışkanlıkları kaldırdı. Ticaretin temel esası
olan güveni tesis etti. Allah Resulü (s.a.v) “alışverişlerde doğru davranan ticaret erbabının peygamberlerle, şehitlerle, sıddıklarla birlikte haşrolacağını” haber verdi.10
Ticarî hürriyete önem verdi. Bu konuda Müslümanlara, “Burası pazar yerinizdir. Bu
pazar iptal edilmeyecek.”11 dedi.
“Bizi aldatan bizden değildir.”
Konuşalım
(Müslim, I, 99.)
Peygamberimizin (s.a.v) yukarıdaki hadis-i şerifinden yola çıkarak dinimizin, ticarette doğruluğa verdiği önem üzerine konuşunuz.
10 Tirmizi, C 3, 514-516.
11 Ali Muhammed Sallabi, Siyer-i Nebi, s. 688.
99
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
1.7. Kıblenin Değişmesi
Hicretten sonra Medine’de gerçekleşen önemli olaylardan biri de kıblenin
değişmesidir. Hz. Peygamber (s.a.v) ve Müslümanlar, peygamberler makamı olan
Beytü’l-Makdis’e yani Kudüs’e doğru yönelerek namaz kılıyorlardı. Fakat Peygamberimiz (s.a.v), Yahudilerle aynı yöne yönelmekten dolayı onların rahatsız edici sözlerine üzülüyor ve Müslümanların kıblesinin Kâbe olması için Allah’a (c.c) dua ediyordu.
Hicretin ikinci yılında Hz. Peygamber (s.a.v) ile sahabileri, Beni Selime
Mescidi’nde öğle namazının ilk iki rekatını kılınca kıblenin değişmesi ile ilgili şu ayet
nazil oldu: “(Habibim ya Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut
olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram yönüne
çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun (namazda) yüzünüzü hep
onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabb’lerinden
(gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz
değildir.”12 Bunun üzerine o günden sonra Hz. Peygamber (s.a.v) yönünü Kâbe’ye
çevirdi.
Kâbe’nin kıble olmasının ardından Müslümanlar, namaza ezanla davet
olunmaya başladılar. Bundan sonra ramazan orucu, zekât, bayram namazı farz
kılındı; bunlara kurban emri de eklendi.13
Mescid-i Aksa, Kudüs.
100
12 Bakara suresi, 144. ayet.
13 Âdem Apak, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, Ensar Neşriyat, C 1, s. 201.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
YAZALIM
Medine’de gerçekleştirilen işlerin karşılarına, bunların uygulandıkları alanları yazınız.
inanç/ibadet
ekonomi/ticaret
sosyal hayat
tebliğ/eğitim
Mescid-i Nebi’nin İnşası:
Ashâb-ı Suffe:
Muhacir-Ensar Kardeşliği:
Medine Sözleşmesi:
Nüfus Sayımı:
Namaza Davet - Ezan:
Medine Pazarının Kurulması:
Kıblenin Değişmesi:
2. Seriyye ve Gazveler
2.1. Savaşa İzin Verilmesi
Müslümanlar, Mekke’de dinlerini yaşama imkânı bulamadıkları için hicret
etmek zorunda kalmışlardı. Fakat Mekke müşrikleri, Medine’de de Müslümanları rahatsız etmekten vazgeçmediler. Allah Resulü’nü (s.a.v) yurtlarına kabul eden
Medineli Müslüman kabilelere mektuplar yazarak onları savaşla tehdit ettiler.14
Medine’ye saldırmak için bir kısım Arap kabilelerle iş birliği yaptılar. Müslümanlara
yapacakları saldırıların masrafını karşılamak üzere ticaret kervanları düzenleyerek
hazırlık yapmaya başladılar.15
14 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, s.187.
15 İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, s.117.
101
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Bunun üzerine hicretin birinci yılında Allah (c.c), Müslümanlara meşru savunma hakkı olan cihad iznini verdi. İslam dinindeki cihad kavramının içinde şu anlamlar bulunmaktadır: Savaşmak; Allah’a (c.c) kulluk etmek; İslam’ın ölçülerini hayata
uygulamak; Allah (c.c) yolunda can, mal ve kalem gibi her türlü vasıtayla gayret
göstermek; iyiliği yaymak ve kötülüklerden sakındırmak, Allah’ın (c.c) vahyini diğer
insanlara ulaştırmak; nefsi yenmek ve kötü duygularla mücadele etmek; maruz kalınan her türlü tehlikeye ve saldırıya karşı hem kendini hem de Müslümanları savunmak ve gerekirse savaşmak.16
Cihad izni; Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, maruz kaldıkları zulümleri engellemek, din hürriyetini ve İslam topraklarını güvence altına almak
için verildi. Bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Kendilerine savaş açılan
Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphesiz ki Allah,
onlara yardım etmeye elbette hakkıyla gücü yetendir.17
On yıl sürecek olan Medine döneminde Müslümanlar, gerektiğinde müşriklerle ve diğer düşmanlarıyla savaştılar. Allah Resulü’nün (s.a.v) bizzat katılarak sevk,
komuta ve idare ettiği askerî harekâtlara gazve denildi. Sahabilerden birinin komuta ettiği, Efendimizin (s.a.v) katılmadığı askerî seferlere ise seriyye adı verildi.
İlke Çıkartalım
Cihad kavramının savaş dışındaki anlamlarını düşünerek bir Müslüman’ın vazifeleri hakkında ilkeler çıkarınız.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
102
16 Elşad Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 38.
17 Hac suresi, 39. ayet.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
2.2. İlk Seriyyeler
Cihad izninin verilmesiyle Resul-i Ekrem (s.a.v), Müslümanlara saldırı hazırlığında olan Kureyş müşriklerinin gücünü zayıflatmak için bazı tedbirler aldı. Mekkeli
müşriklere ait ticaret kervanlarının kullandığı yolları kontrol altına almak ve müşrikler
üzerinde ekonomik baskı oluşturmak gayesiyle önemli güzergâhlara seriyye ve gazveler düzenledi. Bedir Gazvesi’nden önce bu amaca yönelik olarak dört seriyye ve
dört gazve tertiplendi. Bunlardan Batn-ı Nahle Seriyyesi hariç diğerlerinde baskın
ve çarpışmalar meydana gelmedi. Bu harekâtlarda Medine dışındaki bazı kabilelerle anlaşmalar yapıldı.18
2.3. Bedir Gazvesi
Kureyş müşrikleri hicretin ikinci yılında mallarını birleştirerek büyük bir ticaret
kervanı hazırladılar. Ebu Süfyan’ın başkanlık ettiği bu kervanın gelirleriyle büyük bir
ordu kurup Müslümanlara saldırmayı amaçlıyorlardı. Bundan haberdar olan Allah
Resulü (s.a.v), Mekke’ye dönmekte olan kervanın yolunu kesmek amacıyla 305 kişilik bir ordu hazırladı. Bu ordu, kendisinin komutasında altında Ramazan ayında
Medine’den hareket etti.
Ebu Süfyan, Resul-i Ekrem’in (s.a.v) ordusuyla beraber kervana doğru hareket ettiğini öğrenince Mekkelilere haber yolladı. Kureyş müşrikleri, Ebu Cehil’in komutasında 1000 kişilik bir ordu ile yola çıktı. Ticaret kervanı, güzergâhını değiştirerek
Mekke’ye doğru yol aldı. Kervanın basılma tehlikesinin atlatıldığını haber alan Kureyş ordusu, Mekke’ye geri dönmek istedi. Ancak
Ebu Cehil’in nefret dolu ifadelerle kışkırtması sonucu savaşmak üzere Bedir mevkiine doğru hareketine devam etti.19
Allah Resulü (s.a.v), müşrik ordusunun geldiğini haber alınca kervanı takip etmek veya
düşman ordusuyla savaşmak arasında ashâbı
ile istişare yaptı.20 İstişare sonunda Müslümanlar
yaklaşık 300 kişi olmalarına rağmen 1000 kişiden
oluşan müşrik ordusuyla savaşma kararı alındı.
Eşit olmayan şartlar altında müşrik ordusu ile Müslümanlar, Bedir kuyularının bulunduğu mevkide
Medine, Bedir, Mekke’nin konumları. karşı karşıya geldi.
18 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.152.
19 İbn Hişam, C 2, s.210.
20 Enfal suresi, 5-7. ayetler.
103
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Resul-i Ekrem (s.a.v) savaşın zaferle sonuçlanması için gerekli olan tüm şartları yerine getirdikten sonra çadırına geçip Rabbine şöyle niyazda bulundu: “Ey
Rabbim! Bana yaptığın vadini yerine getirmeni senden niyaz ediyorum. Allah’ım
eğer bu bir avuç Müslümanı helak edecek olursan yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz.”21 Yüce Allah (c.c) da sevgili Peygamberimizin (s.a.v) duasını
kabul edip üç bin meleği müminlerin yardımına göndermekle ona bir mucize daha
ihsan etti. Bu mucizevi olay, Kur’an’da şöyle zikredilmektedir: “Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz hâlde Allah, Bedir’de size yardım etmişti. Öyle ise Allah’tan sakının
ki O’na şükretmiş olasınız. O zaman sen müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin
melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi sizin için yeterli değil midir?”22
Müslümanların varlık-yokluk mücadelesi olan bu savaşta, iman edenler sayıca müşriklerden az olmalarına rağmen yüce Allah (c.c) büyük bir zafer ihsan etti.
Müşriklerden Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef, Utbe b. Rebia ve Şeybe b. Rebia gibi
reislerin de aralarında bulunduğu yetmiş kişi öldürüldü. Yetmiş kadar müşrik de esir
alındı. Geri kalanlar ise büyük bir bozguna uğrayarak savaş alanından kaçtılar.
Müslümanlar ise Bedir Gazvesi’nde on dört şehit verdi.
Bu savaş, bütün Arap kabilelerine Müslümanların varlığını kabul ettirmede
önemli bir etkiye sahip oldu. Savaş esirlerinin bir kısmı, fidye karşılığında salıverildi.
Bir kısmı da Müslüman çocuklara okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bırakıldı.
Biliyor musunuz?
Hicretin ikinci yılında, oruç ile zekât ibadetleri farz kılındı. Bu yıl ilk kez Ramazan
ve Kurban Bayramı namazları kılındı. Ayrıca teravih namazı kılınmaya başlandı.
Fıtır sadakası vermek ve kurban kesmek meşru kılındı.
2.4. Uhud Gazvesi
Müşrikler, Bedir Gazvesi’nin intikamını almak için bir yıl boyunca hazırlık yaptılar. Bu kez Mekke dışındaki Arap kabilelerini de dâhil ederek 3000 kişiden oluşan
büyük bir ordu kurdular. Allah Resulü (s.a.v), bu ordunun Medine’ye doğru hareket
ettiğini haber alınca 1000 kişilik bir ordu hazırladı. Niyeti, Medine’de kalıp savunma
savaşı yapmaktı. Fakat yapılan istişarelerde bir kısım genç sahabe ısrarla Medine
dışında meydan savaşı yapmak istedi. Bunun üzerine ordu, şehrin dışında bulunan
Uhud’a doğru yola çıktı.
104
21 İbn Hişam, C 2, s.
22 Âl-i İmran suresi, 123-124. ayetler.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Bir kısım Müslümanlar, Medine Sözleşmesi’ne dayanarak Yahudilerden yardım istenilmesini teklif etti. Ancak Resul-i Ekrem (s.a.v) bunu kabul etmedi.23 Bazı Yahudiler, Müslümanların yanında harbe katılmak için müsaade istediler. Fakat sevgili
Peygamberimiz (s.a.v), onların bu tekliflerini de reddetti. Abdullah b. Ubey’in liderliğindeki 300 münafık da Müslümanların moralini bozmak ve onları güçsüz bırakmak
için Uhud yolunda ordudan ayrıldı.24 İmandan aldıkları cesaretle hiçbir hadise karşısında sarsılmayan müminler, düşman ordusu kendilerinden sayıca dört kat fazla
olmasına rağmen 700 kişi ile yoluna devam etti.
Müşrikler, Uhud’a daha önce ulaştıklarından stratejik öneme sahip yerlere
yerleştiler. Allah Resulü (s.a.v), ordusunu Uhud Dağı’nı arkasına alacak şekilde savaş
nizamına koydu. Düşmanın arkadan gelecek saldırılarını engellemek için de Abdullah b. Cubeyr (r.a) komutasındaki elli sahabeyi “Ayneyn Tepesi” denilen “Okçular
Tepesi”ne yerleştirdi. Buradaki sahabilere, kendisinden haber gelmedikçe asla yerlerinden ayrılmamalarını emretti.
Savaşın başlamasından kısa bir zaman sonra müşrikler bozguna uğratıldı.
Kaçan düşmanları takip etmek gerekiyordu. Ancak düşmanın dağıldığını gören
bazı sahabiler, savaşın bittiğini zannedip ganimet toplamaya başladılar. Ayneyn
Tepesi’nde bulunan okçu birliğinin büyük bir kısmı da Abdullah b. Cubeyr’in (r.a)
ikazlarına rağmen yerlerini terk etti.25
Uhud Gazvesi’nin savaş nizamı.
Düşman süvarilerinin komutanlarından olan savaş dahisi Halid b. Velid, Okçular Tepesi’nin dağılmasıyla İslam ordusuna arkadan saldırmak için beklediği fırsatı
23 Muhammed Hamidullah, Hz. Muhammed’in Savaşları, s.63.
24 İbn Hişam, Sîre, C 3, s.17.
25 Tecrid Tercümesi, C 8, s.398.
105
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
buldu. Halid b. Velid, Müslümanlara arkadan yaptığı saldırı sonucunda birçok sahabiyi şehit edince kaçan müşrikler yeniden toparlandı. Müslümanlar iki taraftan şiddetli
kuşatma altında kaldı. Bu sırada Habib-i Ekrem’in (s.a.v) dişi kırılmış, dudağı yarılmış ve
miğferinin iki parçası mübarek yanağına batmıştı.26 Müslümanlar, Uhud Dağı’nın yamaçlarına çekilerek tekrar toparlandılar. Kendilerine saldıran düşmanı ok ve taşlarla
geri püskürttüler. Müşrikler daha fazla ilerleyemeyeceklerini anlayıp geri çekildiler. Müminler için büyük bir imtihan olan bu savaşta, Hz. Hamza (r.a) ve Mus’ab b. Umeyr’in
(r.a) de aralarında bulunduğu 70 sahabe şehit oldu.27 Müşriklerden de 22 kişi öldürüldü.
Bir hayat rehberi olarak gönderilen Hz. Peygamber’in (s.a.v) Uhud’da böyle
geri çekilmek zorunda kalması, Müslümanlar için önemli ibretler barındırmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), zaferlerde olduğu gibi mağlup zamanlarda da ümmete rehber olacaktır. Bu sayede müminler, zor durumlar karşısında da kulluğun
nasıl olması gerektiğini anlayacaktır. Eğer Peygamberimizin (s.a.v) her hâli harikulade olsaydı insanlara tam bir rehber olamazdı.
Değerlendirelim
Uhud Savaşı’nı “ümitsizliğe düşmeme” ve “Hz. Peygamber’e (s.a.v) itaat” bakımından değerlendiriniz.
Ayneyn (Okçular) Tepesi.
2.5. Recî ve Bi’r-i Maune
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Arap Yarımadası’nın İslamiyet’i kabul edip dinin
hükümlerini ve Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek isteyen kabilelere sahabiler gönderiyordu.
Bedir savaşında bazı yakınları ölen müşrikler, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Bu maksatla bir heyet Medine’ye giderek Resulullahın huzuruna çıkıp kendilerine İslam dinini öğretecek öğretmenler istediler. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) başlarında, Âsım b. Sâbit’in (r.a) bulunduğu on kişiyi onlara gönderdi.
Ancak sahabiler, Recî denilen mevkiye ulaştıklarında yaklaşık 100 kişiden oluşan
106
26 İbn Esîr, el-Kâmil Fit’t-Tarih Tercümesi, C 2, s.147.
27 İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, s.137.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
bir çetenin saldırısına uğradılar. Bu insanlık dışı saldırıda sekiz sahabe şehit edildi.
Hubeyb b. Adiyy (r.a) ve Zeyd b. Desinne (r.a) adlarındaki iki sahabi ise, Mekke’ye
götürülüp Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak isteyen Mekkelilere satıldı. Hubeyb ile Zeyd kendilerine yapılan baskılara rağmen İslam dininden dönmeyi reddettiler ve bir süre Mekke’de hapsedildikten sonra harem sınırları dışındaki Ten‘îm mevkiine götürülüp şehid edildiler. Zeyd b. Desinne’ye (r.a) “Şimdi senin
yerine Peygamberinin olmasını ve senin de evinde rahat oturmanı istemez misin?”
diye sorulduğunda “Ben Muhammed’in (a.s) değil benim yerimde olmasını, O’nun
Medine’de yürürken ayağına bir tek dikenin batmasına bile asla razı olmam “ diye
cevap verdi. Hubeyb b. Adiyy’e (r.a) şehit edilmeden önce son arzusu sorulduğunda korkusuz sahabi Hubeyb (r.a) iki rekat namaz kılmak istedi. Hubeyb b. Adiyy (r.a)
dininden dönmediği gibi tüm ihlasıyla namazını kıldıktan sonra şehit edildi.28 Bu acı
olay, Recî Hadisesi olarak tarihe geçti.
Bu olayın üzerinden henüz az bir zaman geçmişti ki bu kez Allah Resulü’nü
(s.a.v) çok üzen Bi’r-i Maune Hadisesi gerçekleşti. Necid kabileleri reislerinden birisi, Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelerek kabilelerine İslam’ı tebliğ etmek üzere bir heyet göndermesini istedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), kendi okulu olan Ashâb-ı
Suffa’dan yetmiş sahabeyi vazifelendirdi. Kabile reisine verilmek üzere bir mektup yazdırdı. Heyet, Bi’r-i Maune mevkiine geldiğinde bir sahabi, Allah Resulü’nün
(s.a.v) mektubunu ulaştırmak üzere Âmir b. Tufeyl’e gitti. Bir kabilenin reisi olan Âmir
b. Tufeyl daha mektubu okumadan sahabiyi şehit etti. Ardından topladığı adamlarla yola çıkarak heyetin tamamını şehit etmek üzere saldırdı. Heyetten yalnızca
bir sahabi yaralı olarak kurtulabildi.29 Kendisine yapılan eziyetlere karşı beddua ile
mukabele etmeyen Rahmet Peygamberi (s.a.v), bu acı hadisenin üzerine kırk gün
boyunca sabah namazlarında Müslümanlara bu ihaneti yapanlara beddua etti.
Biliyor musunuz?
Hicretin üçüncü yılında bütün kötülüklerin anası ve toplumların felaketine sebep olan içki ve kumar yasaklandı.
2.6. Hendek Gazvesi
Hicretin beşinci yılında Yahudiler, Mekke’ye bir heyet göndererek Müslümanlarla savaşmak üzere büyük bir ordu hazırlamayı teklif ettiler. Müslümanlara
karşı bütün hamlelerinde başarısız olan Kureyş müşrikleri de Yahudilerin bu teklifini
kabul etti. Müşrik kabilelerin büyük kısmının katılımıyla oluşan 10.000 kişilik ordu, Medine üzerine yürüdü.30
28 Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Recî’ Vak’ası”. TDV İslam Ansiklopedisi. C 34, s.511.
29 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.181.
30 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.185.
107
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Durumu haber alan Allah Resulü (s.a.v), sahabe ile istişare etti. İstişareden
Medine’de kalıp savunma savaşı yapma kararı çıktı. Allah Resulü (s.a.v), sahabeden
Selman-ı Farisî’nin (r.a) şehrin çevresine hendek kazılması teklifini kabul etti. Çünkü
Efendimiz (s.a.v), emniyet ve asayişi, huzur ve güveni temin edecek her yeniliğe açıktı.
Tartışalım
Peygamberimizin (s.a.v) savaş taktikleri hakkında olduğu gibi diğer konularda
da sahabeyle istişare etmesi ve önerilere açık olması onun hangi yönünü göstermektedir? Onun bu özelliği, günümüzde hangi ortamlarda ve durumlarda
örnek alınmalı? Tartışınız.
Düşman ordusu Medine’ye ulaştığında o güne kadar görmedikleri hendeklerle karşılaşıp hayrete düştü. Derin ve geniş hendekleri aşmak imkânsız görünüyordu. Bu sebeple yirmi iki gün hendekler arkasından ok atışlarıyla taarruz yapmaya
çalıştılarsa da bir sonuç elde edemediler. Hendekleri geçmek için yaptıkları tüm
kalkışmalar, Müslümanlar tarafından püskürtüldü. Kuşatmanın devam ettiği sıralarda Resulüllah (s.a.v), düşman safındaki kabilelerin birliğini bozmak için yeni Müslüman olmuş bir sahabiyi görevlendirdi. Böylece müşrik kabileleri ile Yahudiler arasında güvensizlik oluşmaya başladı. Savaşın uzamasıyla ihtiyaçlarını gidermekte sıkıntı
çeken düşman ordusunda bıkkınlık ve bezginlik baş gösterdi.
Savaş süresince büyük bir sabır ve cesaret örneği göstererek cihad eden
ve duayla yardım isteyen Müslümanlara Allah (c.c) muzafferiyet ihsan etti. Allah
(c.c) her yeri darmadağın eden şiddetli bir fırtına gönderdi. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın
(c.c) bu yardımını şöyle zikreder: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; o vakit size ordular gelmişti de onların
üzerine bir rüzgâr ve kendilerini görmediğiniz orHendek
Savaşı’nda
dular göndermiştik. Allah ne yaparsanız hakkıyla
hendeklerin
kazıldığı mevkii.
görendir.”31
Fırtına, açlık ve gruplar arasındaki ayrılıklara daha fazla dayanamayan müşrikler geri dönmek zorunda kaldı. Savaşın sonunda Müslümanlar
altı şehit verirken müşriklerden sekiz kişi öldürüldü.
Hendek Gazvesi’nden sonra müşrikler bir daha
Medine’ye saldıramadı.
108
31 Ahzâb suresi, 9. ayet.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
2.7. Hudeybiye Antlaşması
Allah Resulü (s.a.v), hicretin altıncı yılında, rüyasında Kâbe’yi tavaf ettiğini
gördü. Bunun üzerine umreye gitme kararı aldı. Müslümanlar yaklaşık 1500 kişi ile
Medine’den yola çıktı. Mekkelilere elçi göndererek niyetlerinin sadece Kâbe’yi ziyaret olduğunu bildirdi. Buna kesinlikle izin vermeyeceklerini belirten müşriklere, bu
kez Hz. Osman (r.a) elçi olarak gönderildi. Hz. Osman’ı (r.a) bir süre Mekke’de alıkoydular. Ardından sevgili Peygamberimize (s.a.v), Hz. Osman’ın (r.a) şehit edildiği
haberi ulaştı.32 Bu haber üzerine sahabiler, ölünceye kadar müşriklerle savaşmak
için Allah Resulü’ne (s.a.v) biat ettiler. Müslümanların sadakat ve cesaretini gösteren bu biata Rıdvan Biatı denildi. Allah (c.c) razı olduğu bu biatı Kur’an-ı Kerim’de
zikretti.33 Sahabilerin savaşma yönündeki kararlılığının haberi Mekke’ye ulaşınca
müşrikler geri adım atmak zorunda kaldı. Bunun üzerine iki taraf arasında Hudeybiye Antlaşması imzalandı.
Bu antlaşmaya göre iki taraf birbiriyle on yıl boyunca savaşmayacaktı. Müslümanlar o sene Kâbe’yi ziyaret etmeyecekler, gelecek sene umre yapacaklardı.
Hz. Muhammed’in (s.a.v) yanından Mekke’ye kaçan birisi iade edilmeyecek ve bu
antlaşma on yıl yürürlükte kalacaktı. Hudeybiye’de on iki veya yirmi gün kalan Hz.
Peygamber (s.a.v) ve arkadaşları, umre niyetiyle geldikleri için kurbanlarını kesip
ihramdan çıkmışlardır. Antlaşmanın şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu.
Fakat Kur’an-ı Kerim bu antlaşmanın Müslümanlar için yakın bir zaferin habercisi
olduğunu bildirmiştir.34 Bu antlaşmayla müşrikler, Müslümanları devlet olarak resmen
tanımışlardır.
İmzalanan on yıllık barış antlaşması iki yıl sürmesine rağmen İslamiyet çok
büyük bir hızla yayıldı. Antlaşmadan sonra iki yıl içerisinde Müslüman olanların sayısı,
o zamana kadar iman edenlerin sayısından fazla oldu. Çünkü barış ortamı, müşriklerin inat ve taassubunu bırakmalarına ve İslamiyet’i düşünmelerine fırsat veriyordu.
Bu sayede İslamiyet’in güzelliklerini ve hakkaniyetini anlayan birçok insan İslam’ı
kabul etti. Hatta savaş dâhisi Halid b. Velid (r.a) ile siyasi deha Amr b. As (r.a) bu
dönemde Müslüman oldu.
Zaman içinde Hudeybiye Antlaşması, Müslümanlar için manevi bir fetih ve
bundan sonraki zaferlerin bir anahtarı oldu.
32 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.199.
33 Fetih suresi, 10. ayet.
34 Fetih suresi, 27. ayet.
109
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
2.8. Mekke’nin Fethi
Huzâaoğulları kabilesi, Müslümanların himayesine girerek onlarla ittifak etmişti. Bekiroğulları kabilesi ise Mekke müşriklerinin himayesindeydi. Bekiroğulları,
bir gece ansızın Hazâaoğullarına baskın düzenleyip 23 kişiyi öldürüldü. Bu baskına Mekkeli müşriklerden de katılanlar olmuştu. Huzâalılar da Hz. Peygamber’den
(s.a.v) yardım istedi.
Ortaya çıkan bu durum, Hudeybiye Antlaşması’nı bozmak anlamına geliyordu. Peygamberimiz (s.a.v), Kureyşlilere yaptıklarının anlaşmaya aykırı olduğunu belirterek durumun düzeltilmesi için iki seçenek önerdi, ya Bekir kabilesi ile olan
ittifaklarını bozacaklar ya da ölen yirmi üç kişinin diyetini vereceklerdi. Peygamberimiz (s.a.v), bunlardan birini yapmadıkları taktirde kendileriyle savaşacaklarını
belirtti. Kureyşliler, Hz. Peygamberin (s.a.v) önerisini hafife aldılar. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a.v) savaş kararı alınca Ebu Süfyan Medine’ye gelerek, Hudeybiye
Antlaşması’nın yenilenmesini istedi. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v) bunu kabul etmedi. Bu olaydan sonra Hz. Peygamber müttefik kabilelere haber vererek gizlice savaş
hazırlıklarının yapılmasını istedi.
Müslümanlar 1 Ocak 630 yılında Medine’den yola çıktı. Mekke yakınlarındaki Merru’z Zehran denilen vadide konakladı. Hz. Peygamber (s.a.v) burada Müslümanların sayısının çok olduğunu göstermek için on bin ateş yakılmasını emretti.
Mekkeliler adına Ebu Süfyan, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) yanına geldi. Hz. Peygamber (s.a.v) ondan Mekke’ye dönerek halka, kendi evine ve Kabe’ye
sığınanlara, ayrıca direniş göstermeyenlere de zarar verilmeyeceğini bildirdi.35 Ebu
Süfyan Mekke’ye dönerek olanları kavmine iletti. Ertesi sabah erken saatlerde Müslümanlar dört bir koldan şehre girdi. Şehre giriş esnasında Halit bin Velit’in başında bulunduğu küçük bir birlik hariç Mekkelilerle bir çarpışma olmadı. Müslümanlar
Mekke’yi fethettiklerinde hiçbir taşkınlık yapmadılar. Hz. Peygamber de (s.a.v) Mekke’de fazla kal- Günümüzde
Mekke.
madan şehrin idaresini Attab bin Esid’e bırakarak
Huneyn’e doğru hareket etti.
Fetihle birlikte, yıllar süren hak-batıl mücadelesi hakkın galibiyeti ile sonuçlandı. Kâbe bütün putlardan temizledi. Mekke’nin fethi, İslam tarihinin en önemli dönüm noktası oldu. Bu fetihten
sonra İslamiyet’in yayılması hız kazandı.
110
35 İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadu’l-Mead, C 3, s. 452.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
2.9. Huneyn Gazvesi
Kureyş kabilesinin İslam’ı kabul etmesi, diğer kabileler üzerinde büyük bir etki
bıraktı. Mekke dışındaki birçok kabile İslam ile şereflendi. Fakat Havazin ve Sakif
kabileleri, putlara tapmaya devam ediyordu. Bu kabileler, Müslümanların üzerine
yürümek için bir ordu hazırladı. Bunu haber alan Allah Resulü (s.a.v), 12 bin kişilik ordusuyla yola çıktı. İki ordu, Huneyn’de karşı karşıya geldi. Şiddetli bir savaş başladı.
Müslümanlar arasında İslamiyet’e yeni girmiş kimseler de vardı. İslam ordusunun sayıca çok olmasından dolayı bunlardan bazıları, Allah’ın (c.c) yardımını düşünmeyerek, “Bu orduyla hiç kimse başedemez.” demeğe başladı. Ancak savaşın
başında ok yağmuruna tutulan Müslümanlar paniğe kapılarak dağılmaya başladı.
Allah Resulü (s.a.v), bunu görünce atını büyük bir cesaretle düşman ordusunun üzerine sürdü. Onun bu eşsiz cesaret ve metaneti üzerine İslam ordusu yeniden toparlanıp düşmana karşı şiddetli bir saldırıya geçti. Bu saldırı sonunda müşrikler ancak
savaş alanından kaçarak canlarını kurtarabildi. Bir kısmı Taif’e kaçarken bir kısmı da
Evtas Vadisi’ne kaçtı.
Savaşta galip gelen Müslümanlar, Huneyn’de çok önemli bir ders almışlardı.
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bunu şöyle zikreder: “Andolsun ki Allah, birçok
yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn Savaşı’nda size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş fakat sizi hezimete uğratmaktan kurtaramamıştı.
Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin
geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Resul’ü ile müminler üzerine sekînetini (sükûnet ve
huzur duygusu) indirdi. Sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kâfirlere
azap etti. İşte bu, kâfirlerin cezasıdır.”36
Eşleştirelim
Aşağıdaki olaylar ile bu olayların öne çıkan yönlerini eşleştiriniz.
a
Bedir Gazvesi
istişare, ilahi yardım
b
Uhud Gazvesi
büyük zafer, affedici olma
c
Hendek Gazvesi
zaferi Allah’tan bilme, büyüklenmeme
d
Hudeybiye Antlaşması
görev yerini terk etmeme
e
Mekke’nin Fethi
siyasi zafer, İslam’ın yayılışı
f
Huneyn Gazvesi
cesaret, ilahi yardım
36 Tevbe suresi, 25-26. ayet.
111
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
3. Nifak ve Münafıklar
Münafık; kelime manası itibariyle “ikiyüzlü, sözünde durmayan, bölücü, fesat çıkaran” demektir. Dinî terim olarak “görünüşte Müslüman olup içinden inkâr
eden” anlamındadır.
Medine halkı; İslam’dan önce müşrik Araplar, Yahudiler ve az da olsa Hristiyanlardan oluşuyordu. Akabe Biatlarından sonra müşrik Arapların bir kısmı Müslüman olmuş ve gün geçtikçe sayıları artmaya başlamıştı. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) hicretinden sonra Medine’de müşrik Araplardan meydana gelen Evs
ve Hazrec kabilelerinin hemen hemen tamamı Müslüman oldu. Peygamberimizin
(s.a.v) Medine’ye yerleşmesiyle Müslümanlar dinî ve siyasi bir yapıya kavuştu.
Müslümanların dinî ve siyasi bir güce kavuşmasından bir kısım insanlar rahatsız oldu. Bunlar böyle bir ortamda çıkarlarına ulaşabilmek ve menfaatlerini kaybetmemek için görünüşte iman etmiş; gerçekte ise inkâr eden insanlardı. Bu münafıklar, farklı kesimlerden meydana geliyordu. Bunlardan bir kısmı Yahudilerden, bir
kısmı Medine müşriklerinden, bir kısmı da bedevi Araplardandı. Bu hususu, Kur’an-ı
Kerim şöyle açıklamaktadır: “Çevrenizdeki bedevilerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.”37
Münafık olan insanlar, inkâr edenlerden daha tehlikeliydi. Münafıklar, bilinmeyen gizli düşmanlardı. Düşmanın gizli olması ise gücü ve kuvveti dağıtır, cesareti
azaltırdı. Düşmanın bilinmesi ona karşı dayanışma ruhunu artırır, birleşmeyi beraberinde getirirdi. Bundan dolayıdır ki Rabbimiz, Kuran’da pek çok ayette münafıklardan bahsetmiş ve onların özelliklerini zikrederek Müslümanları onların fitnelerine
karşı dikkatli olmaya davet etmiştir.
Kur’an-ı Kerim, münafıkların isimlerinden bahsetmeyip özelliklerinden söz
eder. Bakara suresinde bu özellikler şöyle zikredilmektedir: “İnsanlardan bazıları da
vardır ki inanmadıkları hâlde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık.’ derler. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini
aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir
hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık
da onlara elem dolu bir azap vardır. Bunlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın.’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz!’ derler. İyi bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, ‘İnsanların inandıkları gibi siz de inanın.’
denildiğinde ise ‘Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?’ derler. İyi bilin ki asıl akılsızlar kendileridir fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman ‘İnandık.’ derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman ‘Şüphesiz biz
112
37 Tevbe suresi, 101. ayet.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz.’ derler. … Söz verip antlaştıktan
sonra Allah’a verdikleri sözü bozarlar. Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve
akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar.”38
Münafıkların özelliklerine, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde değinilmektedir: “Kur’an’ı kendi keyiflerine göre yorumlamak için müteşabih ayetlerin peşine
düşerler.”39 “Allah yolunda cihattan kaçarlar.”40 “Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri
dost ediniyorlar.”41 “Menfaatleri neredeyse oraya yönelirler. Münafıklar, Peygamberi aldatmaya çalışırlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar. Münafıklar, küfür ile iman arasında
bocalarlar. Ne müminlere bağlanırlar ne de kâfirlere.”42
Münafıkların başında Abdullah b. Ubey b. Selül vardı. Evs ve Hazrec kabileleri Müslüman olmadan önce aralarında ittifak ederek onu kendilerine kral seçmişlerdi. Bu kabileler İslamiyet’e girdikten sonra onun reislik işi bozulmuştu. Bu durum
onun çok ağrına gitmiş, istemeye istemeye Müslüman gözükmüştü. Fakat her fırsatta sevgili Peygamberimize (s.a.v) ve ashâbına hakaret etmeye çalışıyordu. En
kritik zamanlarda Müslümanları zor durumda bırakıyordu. Müslümanların morallerini
bozmaya çalışarak onları Allah Resulü’nden (s.a.v) uzaklaştırmak için çırpınıyordu.
Abdullah b. Ubey b. Selül’ün Müslümanları zor durumda bıraktığı yerlerden
biri Uhud Gazvesi’ydi. Uhud Gazvesi öncesinde Peygamber Efendimiz (s.a.v) sahabeleriyle savunma savaşı mı taarruz savaşı mı yapılması gerektiği hakkında istişare etmişti. İstişare neticesinde çoğunluk Medine dışında müşriklerle savaşmaya
taraftar olunca Peygamberimiz (s.a.v) kendisi taraftar olmadığı hâlde bu istişare
kararına uydu. Ordu savaşmak için şehir dışına çıktığında Abdullah b. Übey b. Selûl,
“Ey insanlar! Ben meydan harbine karşıydım. Niçin öleceğimizi de bilmiyoruz.” dedi.
Kendi gibi düşünen ve ordunun üçte biri kadar olan 300 münafıkla ordudan ayrılarak Medine’ye döndü.”43 Bu olayla ilgili olarak Yüce Allah (c.c) şu ayetleri indirdi:
“İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet, Allah’ın izniyledir. Bu da müminleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara (münafıklara), ‘Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin.’
denildi de onlar, ‘Eğer savaşmayı bilseydik arkanızdan gelirdik.’ dediler. Onlar o
gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.”44
38 Bakara suresi, 8,9,10,11,12,13,14 ve 27.ayetler.
39 Al-i İmran suresi, 7. ayet.
40 Tevbe suresi, 81. ayet.
41 Nisa suresi, 139. ayet.
42 Nisa suresi, 141, 142, 143. ayetler.
43 M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, C 4, s.129.
44 Al-i İmran suresi, 166-167. ayetler.
113
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Abdullah b. Ubey b. Selül; Hendek Gazvesi, Tebük Seferi ve Beni Mustalık
(Müreysi) Gazvesi’nde de aynı tavrı takınarak Müslümanların moralini bozmaya ve
Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışmıştı. Müreysi Gazvesi’nde muhacir
ve ensardan iki kişi arasında bir tartışma çıkmış, hadise büyümüştü. Abdullah b.
Ubey de “Medine’ye dönersek izzetli ve kuvvetli olan, zelil ve zayıf olanı oradan
muhakkak sürüp çıkaracaktır.” ve “Onlara zekât ve sadakalarınızı vermeyin ki
onlar onun (Resulullah’ın) etrafından dağılıp gitsinler.”45 diyerek ensarı, muhacire
karşı kışkırtmaya çalışmıştı. Söyledikleri, Allah Resulüne (s.a.v) ulaştırılınca söylediklerini yeminle inkâr etti. Rabbimiz ise şu ayetlerle Resulü’ne (s.a.v) işin doğrusunu
bildirmişti: “Onlar, ‘Allah Resulü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey
vermeyin ki dağılıp gitsinler.’ diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar. Onlar, ‘Andolsun, eğer Medine’ye
dönersek üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.’ diyorlardı. Hâlbuki
asıl üstünlük ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar
(bunu) bilmezler.”46
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), münafıkların düşmanca faaliyetlerine karşılık müşriklere veya Yahudilere karşı takındığından daha farklı bir tavır takınmıştır.
Mekke döneminde müşriklerden gelen sıkıntılara sabretmiş; Medine döneminde
ise gerek müşriklerin ve gerekse Yahudilerin taarruzlarına genellikle karşılık vermiştir. Fakat Müslümanlar için münafıklar, müşrik ve Yahudilerden daha tehlikeli görüldüğü hâlde onlara karşı müsamahakâr davranmış; çok ince bir siyaset takip
etmiştir. Çünkü onların hidayete gelmelerine vesile olarak fitnelerini engellemek
istemiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) münafıkların lideri Abdullah b. Ubey b. Selül’ü o kadar fitnelerine rağmen affetmiştir. Hz. Ömer (r.a) onu öldürmek istediğinde, “Hayır
ya Ömer! İnsanlar, ‘Muhammed, ashâbını öldürüyor!’ diye konuşmaya başladıkları zaman hâl nice olur?”47 diyerek bunu engellemişti. Sevgili Peygamberimizin
(s.a.v) bunlara müsamahakâr davranmasının bir sebebi de Müslümanlar içinde
bir iç karışıklığa meydan vermek istememesidir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), münafıkları toplumdan dışlamamış ve onların Müslümanlarla iç içe yaşamalarına müsaade etmişti. Böylelikle Müslümanlarla
beraber yaşayan bu münafıkların zamanla Müslümanların yaşantılarından, kuvvetli iman ve teslimiyetlerinden etkilenmelerini ümit etmişti. Gerek Kur’an’dan ve
gerek müminlerden münafıklığın kötülüğü hakkındaki sözleri işite işite münafıklıktan nefret edip samimi olarak iman etmelerini gözetmişti. Gerçekten de pek çok
münafık bu sayede Müslüman olmuştu.
114
45 İbn Kesir, C 3, s. 505.
46 Münafikun suresi, 7-8. ayetler.
47 İbn Kesir, Büyük Kuran Tefsiri, C 9, s. 438.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Yazalım
Peygamber Efendimizin (s.a.v), münafıklara karşı müsamahakâr davranmasının hikmetleri nelerdir? Yazınız.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), münafıkların kim olduğunu bildiği hâlde onların isimlerinden bahsetmemişti. Allah (c.c) ve Resulullah (s.a.v) onların sadece genel sıfatlarını zikretmişti. Münafıkların isimleri bildirilip suçları yüzlerine vurulsaydı diğer
Müslümanların da kendileri hakkında şüpheye düşmelerine sebep olabilirdi. Münafıkların sadece özelliklerinden bahsedilmesi, herkesin o hareketlerden şiddetle uzak
durmasına vesile olmuştu. Sahabe-i kiram bu konularda zaman zaman endişeye
kapılmış ve bu vasıfların üzerlerinde görünmemesi için daha dikkatli olmaya çalışmışlardır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) münafıkların isimlerini zikretseydi “Allah resulü kendi sahabelerinden şüphe ediyor, onlara güvenmiyor.” denilecekti. Kişilerin
yaptığı kötülükler herkes tarafından bilinmediğinde zamanla o kötülüğü terk edebilirdi. Fakat teşhir edildiği takdirde, kötülüğü yapan kimsenin öfkesini tahrik ederek
fenalığı daha fazla yapmasına sebep olabilirdi.
İlke Çıkartalım
“Peygamber Efendimiz (s.a.v), münafıkların kim olduğunu bildiği hâlde onların
isimlerinden bahsetmemişti. Kişilerin yaptığı kötülükler herkes tarafından bilinmediğinde zamanla o kötülüğü terk etmesine vesile olabilir. Fakat teşhir edildiği
takdirde, kötülüğü yapan kimsenin öfkesini tahrik ederek fenalığı daha fazla
yapmasına sebep olabilirdi.”
Hata ve kusurları söylemek gerektiğinde nasıl bir yöntem ve üslup kullanmak
gerekir? Yukarıdaki bilgiden yola çıkarak ilke çıkarınız.
115
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v), münafıklara karşı bir tavrı da mümkün olduğunca bir araya gelmelerine engel olmaktı. Münafıklar, Medine’de bir araya gelerek fitne planlarını yapamıyorlardı. Münafıklar, Kubâ Mescidi’ne yakın bir yerde bir
mescid yaptılar. Maksatları Müslümanların aleyhine fikirlerini kolaylıkla istişare edebilmekti. Peygamber Efendimizin (s.a.v) bunu onayladığını göstermek için de ondan mescidin içinde namaz kılmasını istediler. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) namaz
kılmak için niyetlenmişti. Fakat Cebrail (a.s), Peygamberimizi (s.a.v) durumdan haberdar etti ve şu ayetleri getirdi: “Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli
takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescid (Kubâ Mescidi),
içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar
vardır. Allah da tertemiz olanları sever. Binasını takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır,
yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru
yola erdirmez.”48 Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), sahabeden Mâlik b. Dehsan (r.a) ile Ma’n b. Adiyy’i (r.a) münafıkların yaptığı Mescid-i Dırar’ı yıkmak üzere
gönderdi. Böylece kötü amaç için bina edilen bir mescid ortadan kaldırılmış oldu”49
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) takip ettiği bu ince siyasetin birçok güzel neticeleri görüldü. Peygamberimizin (s.a.v) münafıklara karşı müsamaha ve tedbirleri
sayesinde pek çok fitnenin önü alınmış oldu. Müslümanlar arasındaki ittifak muhafaza edildi. Zaman içinde de bu münafıklardan pek çoğu gerçekten Müslüman
oldu.
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” Hud, 112
116
48 Tevbe suresi, 108-109.
49 İbn Sa'd, Tabakât, C 3, s.540; İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, C 3, s.71.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
4. Diğer Din Mensuplarıyla Münasebetler
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), dünyaya geldiğinde Arap Yarımadası’nda
hem Yahudiler hem de Hristiyanlar yaşamaktaydı. Kur’an-ı Kerim, bu din mensuplarını “Allah (c.c) tarafından kendilerine kitap gönderilenler” anlamında ehl-i kitap
olarak tarif etmiştir.50 Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), bu din mensuplarına gönderilmiş
peygamberleri, aralarında ayrım yapmadan kabul etti.51 Fakat o peygamberlerin
getirmiş olduğu ilahi vahiy, Yahudi ve Hristiyan din adamları tarafından bozulduğu
da bir gerçekti. Bu sebeple Yüce Allah (c.c), bu dinlerin asıllarını insanlara bildiren
son peygamber olarak sevgili Peygamberimizi (s.a.v) göndermişti. Allah Resulünün
(s.a.v) Yahudi ve Hristiyanlarla olan ilişkisi, Kur’an’da belirtilen prensipler çerçevesinde şekillendi. Müslümanlara ihanet etmedikleri müddetçe onlarla siyasi ve ticari
anlamda iyi ilişkiler kurdu. Onları dinî ve sosyal yaşantılarında serbest bıraktı. İslam
dinine girmeleri için de kendilerine baskı yapmadı.52
4.1. Yahudilerle İlişkiler
Peygamberimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde şehirde yaşayanların yarısına yakını Yahudilerden oluşuyordu.53 Yahudiler, Tevrat’tan elde ettikleri bilgiler
ışığında son peygamberin sıfatlarını ve gelişinin çok yakın olduğunu biliyordu. Hatta
Şam’dan Medine’ye gelip yerleşen, Yahudilerin ileri gelenlerinden İbn Heyyeban,
vefatına yakın bir zamanda şu sözleri söylemiştir: “Ey Yahudi cemaati, bolluk bereket diyarı olan Şam’dan bu kuraklık ve kıtlık yerine beni getiren şeyin ne olduğunu
biliyor musunuz? Ben buraya ortaya çıkması çok yakın olan peygamberin gelişini
beklemek için geldim. Bu şehir onun hicret yurdu olacaktır. Ben onu görüp tabi
olmayı çok isterdim. Ey Yahudi topluluğu! Sakın ona inanmakta ve tabi olmakta
başkaları sizi geçmesin. Sakın ona muhalefet etmeyin.”54
Yahudiler gerek İbn Heyyeban’ın gerekse diğer âlimlerinin Tevrat’tan anladıkları bilgilerden dolayı son peygamberin gelişini bekliyorlardı. Araplarla aralarında
anlaşmazlık çıktığı zamanlarda, gelecek son peygamberin kendilerine kuvvet vereceğini ve Araplara galip geleceklerini söyleyerek onları tehdit ediyorlardı. Allah
Resulü’nün (s.a.v) sıfatlarını Tevrat’tan okuyan Yahudilerin önde gelen bilginlerinden
Abdullah b. Selam, onu gördüğünde “Bu yüzde yalan olmaz.” diyerek tereddüt etmeden ailesiyle beraber Müslüman olmuştu.55 Bu gerçeği, Kur’an-ı Kerim’de yüce
50 Âli İmran suresi, 199. ayet.
51 bk. Bakara suresi, 285. ayet.
52 bk. Kafirun suresi, 6. ayet.
53 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 221.
54 Ebu Nuaym, Delail, 1, 81.
55 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 221.
117
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Allah (c.c) “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu
(Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.
Böyleyken içlerinden bir takımı bile bile gerçeği
gizlerler.”56 ayetiyle bildirmiştir.
Allah Resulü (s.a.v), hicretten sonra yapılan Medine Anlaşmasına Medine’deki müşrik
Yahudiler tarafından kutsal Arap kabilelerinin yanı sıra Yahudileri de dâhil
kabul edilen Ağlama Duvarı
etmiş; böylece onları İslam devletinin tebaası
hâline getirmişti. Bu sözleşmeyle Medine’nin iç
huzurunu ve siyasi birliğini sağlamakla beraber Yahudilerle barış içinde yaşamak ve
gerektiğinde ortak hareket etmek istemişti. Peygamberimiz (s.a.v), bu sözleşmeye
göre onlara anlaşmalara uymak şartıyla din ve inanç hürriyeti, can ve mal emniyeti, oturdukları bölgelerde kalmaları gibi temel haklar vermişti.
Peygamberimizin (s.a.v) bütün bu yapıcı ve olumlu tutumlarına rağmen
Yahudiler, İslam’ın yayılmasını ve kuvvet kazanmasını hazmedemediler. Bedir
Gazvesi’nden sonra açıktan açığa düşmanlıklarını gösteren Yahudilerin Ben-i Kaynuka kabilesinden bazıları, pazarlarında alışveriş yapan Müslüman bir kadına ağır
hakaret etti. Kadıncağız feryat edip bağırınca oradan geçen bir Müslüman, bu
hakareti yapan Yahudi’yi öldürdü. Oradaki Yahudiler de kadının hakkını savunan
Müslüman’ı şehit etti.57
Allah Resulü (s.a.v), Ben-i Kaynuka Yahudilerini ikaz etti. Fakat onlar, Peygamberimizin (s.a.v) uyarısına meydan okuyarak cevap verdiler. Neticede Resulullah (s.a.v) onları kalelerinde kuşattı.58 Yahudiler on beş gün süren kuşatmadan sonra teslim oldular. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) her fırsatta bozgunculuk yapıp fitne
çıkaran Kaynukaoğullarının Medine’yi terk etmelerine hükmetti. Onlar da aileleriyle
birlikte Suriye tarafına gittiler.59
Ben-i Nadir Yahudileri de Allah Resulü (s.a.v) ile imzaladıkları Medine Anlaşmasına uygun hareket etmediler. Önce Uhud Savaşı’nda Kureyş müşriklerini desteklediler.60 Daha sonra Allah Resulü (s.a.v) ile sahabilerine iki defa suikast girişiminde bulundular. Onların her ihanetinden sonra Peygamberimiz (s.a.v) Nadiroğullarını
ikaz etti. Onlar bu ikazlara aldırış etmediler. Son suikast girişimlerinde ise Allah Resulü
(s.a.v), Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a) ve Hz. Ali (r.a) Ben-i Nadir yurdundaki bir
evin altında otururlarken üzerlerine büyük bir taş yuvarlayıp onları öldürmeye te-
56 Bakara suresi, 146. ayet.
57 İbn İshak, İbn Hişam, 3, 51.
58 Belazuri, Ensab, 1, 309.
118
59 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 224.
60 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 224.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
şebbüs ettiler. Bu suikastı Hz. Cebrail (a.s) haber verince Allah Resulü (s.a.v) oradan
kalkıp Medine’ye gitti.61
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) onların bu ihanetleri ve Medine’nin iç güvenliğini tehlikeye atmaları karşısında on gün içinde Medine’yi terk etmelerini kendilerine bildirdi. Nadiroğulları tüm bu ikaz ve teklifleri ret edince Allah Resulü (s.a.v) onları
da kalelerinde kuşattı.62 Onlar teslim olmak yerine Peygamberimizle (s.a.v) savaştı.
Yirmi üç gün süren sıkı takip ve kuşatmadan sonra teslim oldular. Medine’den ayrılıp
bir kısmı Şam’a bir kısmı da Hayber’e gitti.63
Ben-i Kaynuka ve Nadiroğullarının Medine’yi terk etmelerinden sonra
Medine’de sadece Kurayzaoğulları kaldı. Kurayzaoğulları da Medine Anlaşmasına
uymayıp ihanet etti. Hendek Savaşı’nda Müslümanlarla birlikte şehri savunmaları
gerekirken onlar müşriklerle iş birliği yaptılar. Bu konudaki bütün uyarılara kaba ve
sert cevap verdiler. Allah Resulü (s.a.v), Hendek Savaşı’nın sonunda müşriklerin geri
çekilmesinden sonra hemen Kurayzaoğullarını kuşattı. Onlar teslim olmak yerine savaştılar. Şiddetli çarpışmalar neticesinde ele geçirilen savaşçıları öldürüldü.64
Kurayzaoğullarının da etkileri kalmayınca Medine, Yahudi tehdidinden ve
fitnesinden kurtulmuş oldu. Fakat Nadiroğullarının da büyük çoğunluğunun bulunduğu Hayber, Müslümanların ticaret yolları üstünde bulunuyordu. Bu sebeple Suriye
ve Irak bölgelerinden gelen ticaret yolunun güvenliği tehlike altındaydı.65 Ayrıca
Kurayzaoğullarının başına gelenleri haber alan Hayber Yahudileri, bölgedeki Yahudilerle birleşip Medine’yi işgal kararı aldı.
Allah Resulü (s.a.v), Yahudilerin planlarını haber aldı. Kureyş ile yapılan Hudeybiye Barışı’ndan sonra vakit kaybetmeden ordusuyla Hayber’e yürüdü. Onları
kalelerinde kuşattı. Başta Hz. Ali (r.a) olmak üzere Müslümanların gösterdiği büyük
kahramanlıklar neticesinde Hayber fethedildi.66 Hayber’in fethi sonucunda Yahudilerin, Arap Yarımadası’ndaki siyasi üstünlükleri sona erdi. Ekonomik üstünlükleri ise
zayıfladı.
Değerlendirelim
Peygamber Efendimizin (s.a.v), kötülüklere karşı “savaş” yöntemini en son çare
olarak tercih etmesini değerlendiriniz.
61 Taberi, Tarih, 3, 37.
62 Ebu Davut, 3, 157.
63 İbn Kesir, Bidaye, 4,77; Beyhaki, Delail, 3, 359.
64 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 229.
65 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 229.
66 Vakıdi, C.2, s.950-952.
119
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
4.2. Hristiyanlarla İlişkiler
Sevgili Peygamberimize (s.a.v) ilk vahiy geldikten sonra Hz. Hatice (r.a) onu
Hristiyan olan Varaka b. Nevfel’e götürmüştü. Varaka, Hz. Peygamber’e (s.a.v) endişe etmemesini ve kendisinin beklenen peygamber olduğunu söylemişti.67 Ayrıca
Müslümanların Habeşistan’a hicret etmesiyle Habeş meliki Necaşi, Kur’an’dan Hz.
İsa ve Hz. Meryem’le ilgili ayetleri dinlemiş; Müslümanları himaye etmiş ve sonra
kendisi de Müslüman olmuştu.68 Ayrıca Mekke’deyken Hristiyan Bizans İmparatorluğunun, putperest Sâsâni İmparatorluğu karşısındaki zaferi de Müslümanları sevindirmişti.69
Allah Resulü (s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde ise oradaki Hristiyanlar yok
denecek kadar azdı. Hudeybiye Barışı’ndan sonra da sevgili Peygamberimiz (s.a.v),
Hristiyan devlet başkanlarına mektuplar göndererek onlarla iyi ilişkiler kurmak istedi.70 Bu mektuplarda kendisinin Allah Resulü (s.a.v) olduğunu ifade edip muhataplarını İslam’a davet ediyordu. Bizans İmparatoru Heraklius, İslam’la ilgilenmiş hatta
Müslüman olmak istemişti. Fakat etrafındaki insanların buna karşı çıkması durumunda tahtından olacağını düşündüğü için Müslüman olmaktan korkmuştu.71 Mısır kralı
Mukavkıs ise Müslüman elçilere çok iyi davranmış; Peygamberimize çeşitli hediyeler
göndermişti.72
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Hz. Haris’i (r.a) de elçi olarak Bizans’a bağlı
Busra valisine göndermişti. Fakat onu yakalayıp Şam valisi Şurahbil b. Amir’in huzuruna çıkardılar. Şurahbil, Hz. Haris’i (r.a) şehit etti.73 Hz. Haris’in (r.a) öldürülmesi
devletler arası diplomasiye aykırı olmakla beraber Peygamberimizi (s.a.v) ciddi anlamda üzdü. Peygamberimizin (r.a) daha önce Zat-u Atlah’a gönderdiği on beş
kişilik İslam’a davet heyeti de şehit edilmişti.74 Bu
hadiseler sonucunda, Bizanslılarla uzun sürecek
savaşlar ilk olarak Mute Savaşı ile başlamış oldu.
Gerek Hz. Haris’in (r.a) gerekse İslam’a
davet heyetinin öldürülmesi sebebiyle gerçekleşen hukuk ihlalinden dolayı Allah Resulü (s.a.v)
Eski bir manastır üç bin kişilik bir ordu hazırladı. Orduya Zeyd b.
67 İbn Hişam,1, 233-239.
68 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 106.
69 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 236.
70 İbn Kesir, Bidaye, 4, 180.
71 Taberi, Tarih, 3, 87.
72 İbn Seyyid, 2, 266.
120
73 Vakidi, Megazi, 2, 755.
74 Vakidi, Megazi, 2, 753.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Harise (r.a) kumandanlık ediyordu. O şehit edildiğinde Hz. Cafer (r.a), o da şehit
olursa Abdullah b. Revaha (r.a) komutanlık edecekti. O da şehit düşerse aralarından birini komutan seçeceklerdi. Allah Resulü’nün (s.a.v) emri bu şekildeydi.75
Haberi alan Bizans, yüz bin kişiden fazla bir ordu hazırladı.76 İki ordu, Mute’de
karşılaştı. Şiddetli çarpışmalardan sonra Allah Resulü’nün (s.a.v) tayin ettiği üç komutan da şehit edildi. Müslümanlar, Hz. Halid b. Velid’i (r.a) komutan seçtiler. Hz.
Halid (r.a) farklı bir savaş taktiği ile düşman ordusuna ağır kayıplar verdirdikten sonra İslam ordusunu Medine’ye sağ salim getirdi.77 Mute Savaşı’nda Müslümanlar,
Bizans’ın savaş aletlerini ve taktiklerini tanıdılar. Ayrıca Suriye ve Filistin’deki Araplar,
Müslümanların gücünü ve cesaretini de görmüş oldular.
Hicretin dokuzuncu yılında (630) Suriye’den Medine’ye gelen bir kısım tüccarlar, Bizans’ın Arap kabilelerinin desteğini de alarak Müslümanlara karşı savaş
hazırlığı içinde olduklarını ifade ettiler.78 Bu haber üzerine Peygamberimiz (s.a.v) de
savaş hazırlığına başladı. Mevsim, hurmaların olgunlaşmaya başladığı sıcak yaz
ayıydı. Havanın sıcaklığı, yolun uzaklığı, gerekli yiyeceğin bulunamaması da eklenince bu seferin adı Zorluk Seferi olmuş ya da Tebük’te sona erdiği için Tebük Seferi
denilmiştir.
Allah Resulü (s.a.v) otuz bin kişilik bir orduyla Medine’den yola çıktı.
Medine’den 778 km uzaklıktaki Tebük Mevkii’ne gelip karargâh kurdu. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Tebük’e geldiğinde Rumların toplamış olduğu askerî birliğin
dağılmış olduğunu gördü. Hristiyanlaşmış Arap toplulukları da Müslümanlarla çarpışmayı göze alamadı.79 Ayrıca Şam tarafında veba hastalığının ortaya çıktığı da
gelen haberler arasındaydı.80 Tebük’te bir müddet konaklayan Peygamberimiz
(s.a.v) ashâbıyla yaptığı istişare neticesinde Medine’ye dönme kararı aldı. Çevredeki yerleşim alanlarına İslam’a davet elçileri gönderdi. Hristiyan ve Yahudilerden
oluşan bu ahali, sevgili Peygamberimizi (s.a.v) ziyaret edip onunla görüştüler. Onlar
her ne kadar İslam dinine girmeseler de İslam hâkimiyetine girmeyi kabul ettiler.81
Hicretin 9. yılında Allah Resulü (s.a.v), Necran Bölgesi’nde kalabalık bir Hristiyan topluluğuna bir mektup gönderdi.82 Bu İslam’a davet mektubunu alan Nec-
75 Ahmed b. Hanbel, 1, 204.
76 İbn Sa’d, 2, 129.
77 Vakidi, Megazi, 2, 764.
78 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 241.
79 Belazuri, Ensab, 1, 368.
80 Zürkani, 3, 80.
81 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 243.
82 Beyhaki, Delail, 5, 385-386.
121
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
ranlılar, altmış kişilik bir heyetle Medine’ye geldi.83 Bu sırada Allah Resulü (s.a.v) ikindi
namazını henüz yeni kılmış, sahabeleriyle mescidde oturuyordu. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Necran heyeti adına konuşan Ebu Harise ile Abdul Mesih’i İslam’a davet etti. Onlar “Biz senden önce Müslüman olduk.” dediler. Peygamberimiz (s.a.v)
ise “Hayır, sizi Müslümanlıktan alıkoyan domuz eti yemeniz, haça tapmanız ve Hz.
İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanmanızdır.” diyerek karşılık verdi.84 Müzakere uzayınca Allah Resulü (s.a.v), yüce Allah’ın (c.c) emriyle onlara şu teklifte bulundu:
“Şayet benim söylediklerimi inkâr ediyorsanız gelin, sizler ve bizler de dâhil olmak
üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya
toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.” Necran heyeti, Peygamberimizin (s.a.v) Allah’ın elçisi olduğunu bildikleri fakat
taassuplarından inkâr ettikleri için bu teklifi kabul etmediler.85 Allah’ın (c.c) lanetine
(mübahale) uğrayıp yok olacaklarından korktular. Hristiyan kaldıkları hâlde İslam
devletinin hâkimiyetini kabul edip Necran’a döndüler.86
5. İslam’a Davet Mektupları
Âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed (s.a.v), bütün insanlara gönderilen
bir peygamberdi. Onun peygamberliği bir millet bir sınıf veya bir bölge ile sınırlı değildi. Bundan dolayıdır ki Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Allah Resulü (s.a.v),
elçilerini ve İslamiyet’e davet mektuplarını çeşitli beldelere, çevre ülke krallarına
gönderdi. Bununla birlikte kabile reislerine, nüfuzlu kişilere, Hristiyanlara, Yahudilere
ve Mecusilere de mektuplar gönderdi. Böylece geniş halk kitlelerinin İslamiyet’e
daha hızlı geçmesi sağlanacaktı.87
Peygamber efendimizin (s.a.v)
mektuplarından bir örnek
83 İbn İshak, İbn Hişam, 2, 224.
84 İbn İshak, İbn Hişam, 2, 225.
85 İbn İshak, İbn Hişam, 2, 232-233.
122
86 İbn Kesir, Bidaye, 5, 55.
87 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 248.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
İnceleyelim
Aşağıdaki görsel, Ürdün’deki Hz. Muhammed Müzesi’nde sergilenen Hz.
Muhammed’in (s.a.v) Heraklius’a mektubunun bir nüshasıdır. Peygamberimizin
(s.a.v), Kral Herakliyus’a yazdığı mektubu ve metnini inceleyiniz.
“Rahman ve Rahim olan Allah adıyla, onun sadık kulu ve Resulü (elçisi)
Muhammed’den, Romalıların büyük hükümdarı Heraklius’a: Hakikat yolunu izleyene selam olsun! Eklemek isterim ki, seni ve milletini bir bütün olarak İslam’a davet ediyorum. Sen İslam’ı kabul et ki felah bulasın, İslam’ı
kabul et ki Allah değerini iki kat artırsın. Eğer kaçınırsan tebaanın günahı da
senin üzerine yüklenecektir. “...Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze
gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı
bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmeyelim. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse,
deyin ki: ‘Şahit olun, biz müslümanlarız.’” (Al-i İmran suresi, 64. ayet)
Resulullah (s.a.v) bu davet mektuplarında; kendisinin Allah’ın kulu ve resulü
olduğunu, muhatabını İslam’a davet ettiğini, Müslüman olması hâlinde kurtuluşa
ereceğini, reddetmesi hâlinde halkın günahının da ona yükleneceğini ve yalnız
Allah’a kulluk etmesi, O’na ortak koşmaması, insanların birbirini ilah olarak kabul
etmemesi gerektiğini anlatmaktaydı.
Allah Resulü (s.a.v), gönderdiği davet mektuplarında muhataplarının dinlerine ve taraftarlarına dikkat çekerdi. Hz. İsa’nın (a.s) uluhiyetine inanmalarından dolayı Hristiyan krallara gönderdiği davet mektupları, “Allah’ın kulu ve resu-
123
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
lü” ifadesi ile başlıyordu. Güneşe ve ateşe tapan İran Kisrası’na ise “Allah Resulü
Muhammed’den Fars’ın büyüğü Kisra’ya” diyerek mektubuna başlıyordu. Allah
Resulü (s.a.v) gönderdiği bu mektuplarda muhataplarına göre ince farklılıklar gözetmişti.
Davet mektuplarını alan krallar, reisler ve ileri gelenler farklı tepkiler veriyordu.
Kimileri İslam’a daveti kabul ediyor, kimileri Hz. Muhammed’in (s.a.v) peygamber
olduğunu kabul etmekle birlikte iman etmiyor, kimileri de şiddetle karşılık veriyordu.
Habeşistan kralı Necaşi İslam’ı kabul ederken İran Kisrası davet mektubunu yırtmıştı.
Bizans kralı ise Allah Resulü’nün (s.a.v) peygamber olduğunu anlamasına rağmen
kabul etmeye yanaşmamış; gelen elçiye iyi davranarak hediyelerle geri göndermişti.
Hz. Peygamber (s.a.v) göndereceği elçileri gidecekleri yeri iyi bilen kişilerin
arasından seçerdi. Bu elçiler, doğru tebliğ ve etkili temsil kabiliyetine sahip insanlardı. Bu elçiler; açık ve net konuşan, yerinde söz söylemesini bilen, ifade kabiliyeti
yüksek kişilerdi. Güzel ahlak sahibi, zeki, bilgili, cesur ve sabırlı insanlardı.
Bütün insanlığa peygamber olarak gönderilen Allah Resulü (s.a.v) gönderdiği bu davet mektupları ile düşünülenin çok üstünde bir başarı elde etti. Bu mektuplar aynı zamanda büyük bir cesareti ve özgüveni temsil etmekteydi. Bu davet
mektupları sayesinde İslam dini çevre bütün ülkelerde işitildi. Müslümanların varlığı
ve gücü göründü. Dünya gündeminde yerini aldı. Dünya ülkelerinin tavırları ortaya
çıktı. Allah Resulünün (s.a.v) tüm insanlara peygamber olarak gönderilmesinin fiilî bir
göstergesi oldu. Kendisinden sonra gelecek halifelere ve ümmetine, İslam dininin
muhataplarının tüm insanlar ve bütün yeryüzü olduğu ufkunu verdi. Resulüllah’ın
(s.a.v) davet mektupları göndermesi bilinmeyen yeni bir tarzı meydana çıkardı.88
Grup Çalışması Yapalım
Arkadaşlarınızla 5’er kişilik gruplar oluşturunuz. Her bir grup için farklı özellikler
(farklı din, kültürden, ırklardan, karakterlerden vb.) taşıyan muhataplar belirleyiniz. Grup olarak birlikte çalışıp muhataplarınıza hitaben İslam’ı anlatan ve böylece Allah ve Resulü’ne imana davet eden birer mektup yazınız. Muhatabınızın
özelliklerini göz önünde bulundurarak İslam’ın onu en çok etkileyecek yönünü
vurgulayınız.
124
88 Ali Muhammed Sallabi, Siyer-i Nebi, C 2, s. 474.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
6. Heyetlerle Görüşmeler
Resulullah’ın (s.a.v) Mekke’yi fethetmesinden sonra, hicretin dokuzuncu
senesinde her yerden Arap heyetler ve elçiler gelmeye başladı. Çünkü Kâbe’nin
ehli ve Hz. İsmail’in (a.s) öz çocukları olan Kureyş kabilesi, Araplar için önder ve
yol gösteren bir konumdaydı. Mekke’nin fethedildiğini, Kureyşlilerin Müslümanlarla
savaşacak güçlerinin kalmadığını ve Hz. Muhammed’e (s.a.v) yaklaştıklarını gören
Araplar akın akın İslam dinine girmeye başladı. Bu konu, Kur’an-ı Kerim’de şöyle
açıklanmaktadır: “… ve insanları bölük bölük Allah’ın dinine girerken gördüğün
(zaman)!”89
Medine’ye gelip Allah Resulü (s.a.v) tarafından kabul edilen heyetlerin farklı talepleri vardı. Bu talepler genellikle kabilelerinin Müslüman olduğunu bildirmek,
onlar adına biat etmek, İslam dinini öğrenmek veya öğretecek kişileri istemekten
ibaretti.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) heyetleri karşılamasında ve onlara davranışlarında
çok incelikler bulunmaktaydı. Heyetlere değer verir, iltifat eder, kendileriyle nazik bir
şekilde ilgilenirdi. Öncelikle gelen heyetlerin konaklama yerleri ve kabul alanı gibi
her türlü detay organize edilirdi. Allah Resulü (s.a.v), heyetlerle Mescid-i Nebevi’de
görüşür, onların sorularını cevaplar ve onları İslam dinine davet ederdi.
Hz. Peygamber (s.a.v),
gelen heyetlerin Medine’de
bir süre kalmasını isterdi. Çünkü
onların Kur’an-ı Kerim ezberlemelerini, iman ve İslam esaslarını öğrenmelerini, Müslümanca
yaşamayı yerinde görmelerini
istiyordu. Onların eğitim ve öğretimleri ile bizzat ilgileniyordu.
Böylece heyetin her bir ferdini
birer davetçi hükmüne getiriyordu. Medine’den yurtlarına
dönen heyetler; öğrendiklerini, gördüklerini ve dinlediklerini
kendi kabilelerine anlatarak onların Müslüman olmasında büyük rol oynuyordu.
89 Nasr suresi, 2. ayet.
NASR SÛRESİ
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3. Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de
insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine
hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan
mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
125
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Heyetlerle yapılan görüşmeler, İslamiyet’in yayılmasında etkin rol oynadı.
Allah Resulü’nün (s.a.v) İslam dinini gelen heyetlere anlatma fırsatı oldu. Bu heyetlerin kabilelerini temsil etmesi de ayrıca bir öneme sahipti. Heyetler sayesinde, Allah Resulü’nün (s.a.v) peygamberliği veya hâkimiyeti Arap Yarımadası’nda kabul
edilmiş oldu.90
Yazalım
Aşağıdaki şemada, Peygamberimizin (s.a.v) tebliğ için kullandığı yöntemler verilmiştir. Bu yöntemler, İslam’ın yayılmasında nasıl bir rol oynamıştır? Bir iki cümle
ile ifade ederek yazınız.
İslam
Elçileri
Davet
Mektupları
Heyetlerle
Görüşmeler
7. Veda Haccı ve Veda Hutbesi
Peygamberimiz (s.a.v) hicretin onuncu yılında hacca gitmeye niyet etti. Hac
yapacağını da insanlara bildirdi. Bunu duyan Müslümanlar hazırlıklarını yapıp Resulullah (s.a.v) ile birlikte hac yapmak için Medine’ye geldi. Hz. Peygamber (s.a.v)
hacca başlamadan önce halka haccın farzlarını, sünnetlerini ve ihramı anlattı.
Mekke’ye gitmeden önce gusül abdesti aldı ve Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı.
Mekke’ye vardığında Mescid-i Haram’a gitti. Haceru’l-Esved’i selamladı.
Kâbe’yi tavaf etti. Namaz kıldı. Safa ile Merve arasında yürüdü. Dört gün Mekke’de
kaldı.
126
90 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 257.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Sonra Mina’ya gitti ve Arafat’a yürüdü. Allah Resulü (s.a.v) kendisi ile birlikte
bulunan büyük kalabalığa muhteşem bir hitapta bulundu.91 Veda Hutbesi adı verilen bu hitapta Peygamberimiz (s.a.v) tüm Müslümanların kardeş olduğunu; şeref
ve haysiyetinin, hak ve hürriyetinin korunacağını; her türlü sapkınlıklardan korunmak
için Kur’an ve sünnete uymanın gerekliliğini; dinin tamamlandığını ve ondan eksik
bir şeyin kalmadığını vurguladı.
Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v) 23 senelik peygamberlik vazifesinde çok büyük inkılaplar gerçekleştirdi. İnsanlık onuruna ve ahlakına uymayan pek çok âdeti
kaldırdı. Bunların yerine çok kısa bir sürede güzel ahlakı yerleştirdi. Bütün insanlığa ve
Müslümanlara hakkın, hukukun ve erdemli yaşamın hükümlerini gösterdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Veda Hutbesi’nde tüm insanlığa ve Müslümanlara hayattaki huzuru, saadeti, adaleti, hak ettikleri değeri, aile içi huzuru, toplumdaki düzeni sağlayacak hükümleri bildirdi. İnsan hakları noktasında İslam’ın ne
kadar yüksek bir seviyede olduğunu bu hutbe ile gösterdi. Hutbede “Ey insanlar!”
hitabıyla bütün insanlığa İslam dininin evrensel prensiplerini bildirdi. “Ashâbım!” ve
“Ey müminler!” hitapları ile de sahabilere ve Müslümanlara seslenerek onları imanın
gereklerini yerine getirmeye teşvik etti.
Mescid-i Nebi, Medine
127
91 Ali Muhammed Sallabi, Siyer-i Nebi, C 2, s. 695.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Veda Hutbesi:
Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir
daha birleşemeyeceğim.
İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay
ise bu şehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir şehir ise canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle
mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.
Ashâbım! Yarın Rabb’inize kavuşacaksınız ve bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklarınıza dönüp de birbirinizin boynunu
vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.
Ashâbım! Kimin yanında bir emaneti varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz ne de zulme
uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü
ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalip’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir.
Ashâbım! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalip’in torunu (amcazadem) Rebia’nın kan davasıdır.
İnsanlar! Bugün şeytan, sizin şu topraklanızda yeniden tesir ve hakimiyetini kurmak
gücünü ebedî surette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz
işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.
İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye
ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.
Müminler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız.
O emanet Allah’ın kitabı Kur’an’dır.
Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir, böylece bütün
Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz etmek başkasına
helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.
İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
“Allah’ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun
diye şehadet ederiz.” cevabını verdiler.
Bunun üzerine Hz. Muhammed, “Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab!”
dedi.
(Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 1, s. 544.)
128
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
8. Peygamberimizin (s.a.v) Vefatı
Sevgili Peygamberimize (s.a.v) Veda Haccı’nda Nasr suresi inmişti. Bu sure
indiğinde Allah Resulü (s.a.v) vefatının yaklaştığını anlamış ve Hz. Aişe’ye (r.a) “Ecelimin geldiğini görüyorum.”92 demişti. Onun için bu sureye, “vedalaşma suresi”93 de
denir. Veda Haccı’ndan dönerken sahabeye verdiği bir hutbesinde “Ey insanlar,
haberiniz olsun ki ben de ancak bir insanım. Çok sürmez, Yüce Rabbimin elçisi bana
gelecek, ben de onun davetine icabet edeceğim.” buyurmuştu. Peygamberimiz
(s.a.v) bir gün kızı Hz. Fatıma’ya (r.a), “Cebrail her yıl Kuran’ı benimle beraber bir
kere mukabele ederdi. Bu yıl ise iki kere mukabele etti. Öyle sanıyorum ki ecelim
yaklaşmıştır.”94 dedi.
Peygamberimiz (s.a.v), hicretin on birinci yılında safer ayının sonlarına doğru
Bizans’a karşı bir sefer düzenlemeye karar verdi. Ordunun başına da yirmili yaşlarda olan Hz. Üsame’yi (r.a) komutan olarak tayin etti. Ordunun içinde Hz. Ebu Bekir
(r.a), Hz. Ömer (r.a), Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a), Sad b. Ebu Vakkas (r.a) gibi ileri
gelen sahabiler de bulunuyordu. Ancak bu arada sevgili Peygamberimiz (s.a.v) rahatsızlandı. Resulallah’ın (s.a.v) hastalığının çok ağırlaşması üzerine Hz. Üsame (r.a)
hareket edemedi.
Hz. Peygamber (s.a.v) hastalığı esnasında yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“Allah, bir kulunu dünya nimetleri ile kendi katındaki nimetler arasında serbest bıraktı. O kul da Allah katında olanı tercih etti.”95 Hz. Ebu Bekir (r.a), bu sözle Peygamberimizin (s.a.v) kendisini kastettiğini anladı ve “Nefislerimiz, mallarımız, evlatlarımız
sana feda olsun.” diyerek ağlamaya başladı. Onun ağladığını gören Peygamberimiz (s.a.v) “Ağlama Ebu Bekir! Arkadaşlık ve malını feda konusunda bana en çok
yardımı dokunan Ebu Bekir’dir. Ümmetimden birini dost edinseydim Ebu Bekir ‘i seçerdim. Lakin İslam kardeşliği daha üstündür.” buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) hastalığı esnasında bile mümkün olduğunca
mescide çıkıyor, cemaate bizzat namaz kıldırmaya çalışıyordu. Çünkü namaz onun
gözünün nuruydu. Namazı kıldıramayacak derecede hastalanınca Hz. Ebu Bekir’in
(r.a) çağrılmasını ve namazı onun kıldırmasını istedi. Hz. Aişe (r.a) “Ya Resulullah!
Ebu Bekir yufka yürekli, zayıf, ince sesli, Kur’an okurken çok ağlayan biridir. Ömer’e
emret de namazı o kıldırsın.” dedi.96 Bunu ısrarla tekrar ettiği hâlde her defasında
Peygamberimiz (s.a.v) Hz. Ebu Bekir’in (r.a) namazı kıldırmasını istedi.
92 İbn Mace, Cenaiz, 64
93 Sabuni, Safvetü’t Tefasir, C 7, s.388.
94 Buhari, Sahih, C 6, s. 101.
95 M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, C 8, s.282.
96 İbn Sa’d, Tabakat, C 2, s.217.
129
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Peygamber Efendimizin (s.a.v) kabr-i şerifi, Medine
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) son günlerini Hz. Aişe’nin (r.a) odasında geçirmişti. O günlerden birinde kendisini biraz iyi hissedince Hz. Abbas (r.a) ve Hz. Ali’nin
(r.a) yardımıyla öğle namazı için mescide geçmişti. Fakat cemaat namaza durmuştu. Hz. Ebu Bekir (r.a), sevgili Peygamberimizin (s.a.v) geldiğini fark edince mihraptan geri çekilmek istemiş; Allah Resulü (s.a.v) ise el işaretiyle devam etmesini
buyurmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) hastalığı esnasında sahabilerine birkaç hutbe
vermiş ve onlara Kur’an’a uymalarını, namaza dikkat etmelerini, kölelerin hakkına
riayet etmelerini emretmişti. Vefatından iki gün önce verdiği hutbelerden birinde
de kimin kendisinde bir hakkı varsa gelip almasını istemişti. Sahabilerden biri, üç
dinar alacağının olduğunu söyleyince hemen kendisine ödenmişti.97 O, kul hakkına
herkesten daha çok riayet etmiş ve kul hakkıyla Rabbinin huzuruna gitmek istememişti.
14 Rebiülevvel 632 Pazartesi günüydü. Hz. Ebu Bekir (r.a) ve bazı sahabiler,
Peygamberimizin (s.a.v) hastalığının hafiflediğini görünce izin alarak işlerine gittiler.
Aslında bu, sevgili Peygamberimizin (s.a.v) vefatından önceki bir hafiflemeydi. Kısa
bir süre sonra Peygamber Efendimizin (s.a.v) hastalığı ağırlaştı. Kuşluk vaktinde başı,
Hz. Aişe’nin (r.a) kucağındayken “Ey Allah’ım! Refik-i A’laya”98 diyerek ruhunu teslim
130
97 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Hayatı, s.442.
98
M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, C 8, s.307.
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
etti. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) vefatını işiten sahabiler çok şaşırdılar. Çünkü onlar,
Peygamberimizin (s.a.v) daha uzun süre aralarında kalacağını düşünüyorlardı. Hatta
Hz. Ömer (r.a) “Allah Resulü ölmemiştir. Kim Allah Resulü öldü derse onun boynuna
vururum.” demişti.”99 Hz. Ebu Bekir (r.a), Resulullah’ın (s.a.v) vefatını işitir işitmez hemen
gelmiş, sahabiler içindeki şaşkınlığı müşahede etmişti. İlk önce Hz. Aişe’nin (r.a) evine
vardı. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) yüzünü açıp baktı. “Vallahi Allah Resulü vefat
etmiştir. Sen sağ iken de güzeldin, ölü iken de güzelsin.”100 dedi.
Daha sonra Hz. Ebu Bekir (r.a), Mescid-i Nebevi’de toplanmış olan sahabilerin yanına geçti. Cemaati sakinleştirecek şu konuşmayı yaptı: “Ey insanlar! Dikkat
ediniz! Sizden kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Sizlerden
kim de Allah’a ibadet ediyorsa hiç şüphesiz Allah Hayy’dır, ölümsüzdür.”101 Sonra “(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.”102
ve “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip
geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri
mükâfatlandıracaktır.”103 ayetlerinin de içinde olduğu uzunca bir konuşmayla mescitteki cemaati sakinleştirdi.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) mübarek cenazesini, Hz. Ali (r.a) yıkadı. Salı günü
öğleye doğru yıkama ve kefenleme işi tamamlandı. Hz. Peygamber’in (s.a.v) cenazesi evinde bulunan sedirin üzerine konuldu. Müslümanlar önce erkekler, sonra
hanımlar ve daha sonra da çocuklar olmak üzere grup grup içeriye girerek cenaze
namazını kıldılar.
Bu arada sevgili Peygamberimizin (s.a.v) defnedileceği yer hakkında ihtilaf
çıktı. Hz. Ebu Bekir’in (r.a) “Bir defasında Hz. Peygamber’in ‘Vefat eden her peygamber ancak öldüğü yere defnedilmiştir.’ buyurduğunu işitmiştim.”104 demesi üzerine Peygamberimiz (s.a.v), Hz. Aişe’nin (r.a) evinde vefat ettiği yere defnedildi.
Peygamberimizin kabri şerifi, Medine’de Mescid-i Nebi’nin içinde Ravza-i
Mutahhara’da (tertemiz bahçe) bulunur. Dünyanın dört bir yanındaki müslümanlar Mekke’ye hac ve umre için geldiklerinde, Peygamberimizin kabrini ve Mescid-i
Nebî’yi ziyaret için de Medine’ye gelirler. Ve O’nun adını duydukları zaman sevgilerini ifade etmek için salavat getirirler.
99
Ebu Hanife, Müsned, s.36.
100 İbn Sa’d, Tabakat, C 2, s. 265-266.
101 M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, C 8, s.317.
102 Zümer suresi, 30. ayet.
103 Âl-i İmran suresi, 144. ayet.
104 M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, C 8, s. 357.
131
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
ÜNiTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A-Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Mekke’deki Darü’l-Erkam ile Medine’deki Suffe arasındaki benzerliği açıklayınız.
2. Ezan vasıtasıyla bir taraftan müminler namaza çağrılırken diğer taraftan tüm insanlığa İslam’ın üç temel ilkesi hatırlatılır. Bu üç ilkeyi söyleyiniz.
3. Peygamberimiz (s.a.v), Müslümanların Kudüs’ten farklı bir kıbleleri olmasını niçin
istiyordu? Açıklayınız.
4. Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra oluşan barış ortamının İslamiyet’in yayılıp güçlenmesine olan katkısını açıklayınız.
5. “Şüphesiz ki iman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla
cihat edenler, muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler var ya işte bunlar birbirlerinin dostudurlar…” (Enfal suresi, 72.ayet.) ayetiyle Allah (c.c) kimleri ve hangi
davranışlarını övmektedir?
B-Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi, Medine Sözleşmesi’nin özelliklerinden biri değildir?
A) Medine’de emniyet, huzur ve güveni sağlamak amacıyla yapıldı.
B) Müslüman olmayanların Medine’den çıkarılması sağlandı.
C) Medineli gayrimüslim Arapları da içine alıyordu.
D) Medine’de yaşayan Yahudiler de antlaşmaya dahildi.
E) Tarihteki ilk anayasal metin olarak kabul edilir.
2. Aşağıdakilerden hangisi, Peygamberimizin (s.a.v) Medine’de Müslümanlara
ait bir pazar yeri kurmasının sebeplerinden biri değildir?
132
A) İslam dininin ticari hükümlerini göstermek
B) Alışverişin adap ve kurallarını belirtmek
C) Müslümanların ekonomik bağımsızlığı temin etmek
D) Fiyatları yükselterek gayrimüslimleri sıkıntıya sokmak
E) Ticarette cahiliyeden kalma kötü alışkanlıkları kaldırmak
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
Bedir Gazvesi’nden önce Allah Resulü (s.a.v), müşrik ordusunun geldiğini haber
alınca kervanı takip etmek veya düşman ordusuyla savaşmak arasında ashâbı
ile istişare yaptı. İstişare sonunda müşrik ordusuyla savaşma kararı alındı.
3. Bu durum, sahabi efendilerimizin hangi yönünü vurgulamaktadır?
A) Ganimet edinmek için sefere çıktıklarını
B) İstişarelerde kendi istekleri hakkında ısrarcı olduklarını
C) Yalnızca Allah (c.c) rızası için cihad ettiklerini
D) Sorunları genelde savaşla çözdüklerini
E) Peygamberimizin (s.a.v) kararlarına uymadıklarını
Recî ve Bi’r-i Maune Hadiselerinden sonra, kendisine yapılan eziyetlere karşı
beddua ile mukabele etmeyen Peygamberimiz (s.a.v), gönderdiği elçileri şehit
edenlere kırk gün boyunca sabah namazlarında beddua etti.
4. Bu durumda, sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ile ilgili olarak aşağıdakilerden
hangisini söyleyemeyiz?
A) Kötülüklere karşı tek çözümün beddua olduğunu
B) Kendisine eziyet edenleri affettiğini
C) Kötülüğe kötülükle mukabele etmediğini
D) Ashâbına şefkat ve muhabbet duyduğunu
E) İntikam almayı âdet edinmediğini
5. Aşağıdakilerden hangisi, Kur’an-ı Kerim’de bildirilen münafıklık alametlerinden biri değildir?
A) Allah (c.c) yolunda cihattan kaçarlar.
B) Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler.
C) Menfaatleri neredeyse oraya yönelirler.
D) Namaza üşenerek kalkarlar.
E) Müminlerle dayanışma içinde olurlar.
133
DÖRDÜNCÜ ÜNİTE
C - Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri uygun ifadelerle
doldurunuz.
1. Allah’ın (c.c) her daim anıldığı, ilahi vahyin tebliğ edildiği ve
açıklandığı, İslam’ın ilk öğretim merkezine …………….; burada kalan sahabilere ise …………………………. denildi.
2. Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke’den hicret eden muhacirler
ile Medineli ensar arasında ……………. adı verilen bir kardeşlik antlaşması yaptı.
3. Peygamberimizin (s.a.v) bizzat katılarak sevk, komuta ve
idare ettiği askerî harekâtlara …………….; sahabeden birinin komuta ettiği, Efendimizin (s.a.v) katılmadığı askerî seferlere ise ……………. adı verildi.
4. Sahabiler, ölünceye kadar müşriklerle savaşmak için Allah
Resulü’ne (s.a.v) biat ettiler. Müslümanların sadakat ve cesaretini gösteren bu biata ………………………… denildi.
D - Aşağıda verilen bilgilerden doğru olanların yanına “D”, yanlış
olanların yanına ise “Y” yazınız.
1. (.......) Hicretten önce “Taif” olarak bilinen şehir, hicretten
sonra “peygamber şehri” anlamında Medinetü’n-Nebi ismiyle anılmaya başlandı.
2. (.......) Allah Resulü (s.a.v) Medine’ye geldiğinde Ebu Eyyub
El-Ensari’nin (r.a) evinde misafir olarak bir süre kaldı.
3. (.......) Ensar ile muhacirler kardeş ilan edilirken makam, rütbe, şeref, efendi, köle gibi kriterler göz önünde bulunduruldu.
4. “Ayneyn Tepesi”, Bedir Gazvesi’nden sonra “Okçular Tepesi” olarak anıldı.
5. (.......) Kur’an-ı Kerim’de “Müslümanlar için yakın bir zaferin habercisi” denilen Hudeybiye Antlaşması’nda müşrikler,
Müslümanları devlet olarak resmen tanımışlardır.
6. (.......) Tebük’e yapılan sefere; havanın sıcaklığı, yolun uzaklığı, gerekli yiyeceğin bulunamaması gibi sebeplerle Zorluk
Seferi adı verilmiştir.
134
SÖZLÜK
Bâkî (el-Bâkî): “Ölümsüz, devamlı, kalıcı,
ebedî, sürekli, bütün varlıklar yok olduktan sonra da zatıyla var olacak tek varlık.” anlamında Allah’ın isimlerinden biri.
sında uydurulan masallardan kalma aslı
batıl: Allah’ın peygamberleri aracılığıyla
bildirmiş olduğu dine uymayan her türlü
inanç, fikir, duygu, kanaat, tutum, davranış
bedeni hazlar konusunda ölçülü olma,
Celal (el-Celal): “Yücelik ve şeref sahibi
Rab, şanı ve büyüklüğü pek yüce olan,
inkârcılara ve zalimlere karşı kahredici,
azameti ve ululuğu her şeyi kuşatan.”
anlamında Allah’ın isimlerinden biri.
esası olmayan inanışlar.
iffet: Haramdan uzak durma, kötü söz ve
işlerden kaçınma; yeme, içme ve diğer
aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokma erdemi.
irşat etmek: Rehberlik etmek, yol göstermek, kılavuzluk yapmak; Müslüman
olmayanlara İslam’ı tanıtarak onların
Müslüman olmalarını sağlamak veya
Müslüman oldukları hâlde Müslümanlığın emir ve yasakları karşısında yanlış
edep: İyi ahlak, güzel terbiye, eğitim;
utanma, zarafet; insanlara söz ve hareketlerinde güzel davranışta bulunma.
davrananları doğru olana çağırmak
fasih: Açık, anlaşılır ve düzgün.
mak; İslam’ı kabul edip Allah’a hiçbir
fazilet: Olgunluk, erdemlilik, üstünlük, güzel ahlak.
hakikat: Bir şeyin aslı ve esası, iç yüzü;
gerçek, doğru; dinî hayatı en yüksek seviyede yaşamak suretiyle Allah’ın koymuş olduğu ilahî hikmetlerini ve olayların
iç yüzünü bilme.
amacıyla yapılan dinî çalışma.
istikamet üzere olmak: Hak yolda olşeyi ortak koşmadan inanç, düşünce
ve niyette, tutum ve davranışta sürekli
olarak Allah’ın rızasına uygun hareket
etmek; yeme, içme, giyinme gibi davranışlar başta olmak üzere dinî ve ahlaki
hükümlere uygun bir hayat sürmek, orta
yolu takip edip aşırılıktan kaçınmak.
hidayet: Allah’ın, insanlara kendi yolunda gidebilecek akıl, düşünme, öğrenme, hatırlama gibi yetenekler vermesi
ve insanların da bunları kullanarak doğru yolu bulması.
istişare: Görüş alışverişinde bulunma, fikir
hikmet: Varlıkların hakikati, gerçek yüzü;
İslam dinindeki hükümlerin konuluş
amaçları.
yi sürdüren, nimetlerini karşılıksız veren,
hurafe: Sapık, doğru olmayan, uydurma,
asılsız söz; akla ve gerçeğe aykırı olan,
yalan haber; batıl dinlerden ve halk ara-
alma, danışma.
ittifak: Anlaşma, uyuşma, bağlaşma.
Kerim (el-Kerim): “Yarattıklarını rızıklandırmayı, yaşatmayı, şefkat göstermeinsanların bir kısmını inkâr ve isyanlarına rağmen cezalandırma hususunda
acele etmeyen, tövbeleri çokça kabul
eden, cömert, ulu, büyük ve en şerefli.”
anlamlarında Allah’ın isimlerinden biri.
135
kıssa: Hikâye; geçmiş peygamberler ve
milletlerle ilgili Kur’an-ı Kerim’deki ibretli
ve tarihî olay(lar).
Latif (el-Latif): “Her şeyi bütün incelikleri ile bilen, bütün yarattıklarına en kibar
bir biçimde davranan, kullarına sürekli
merhamet ve lütufta bulunan, insanların
ihtiyaçlarını anında bilip onlara sayısız nimetler veren.” anlamında Allah’ın isimlerinden biri.
lütuf: Bağış, iyilik etme, yardımda bulunma; kulu, Allah’ın af ve rahmetine yaklaştıran, günahlara düşmekten uzaklaştıran her türlü ilahî yardım.
mesuliyet: Sorumluluk.
muhatap: Kendisine hitap edilen, kendisiyle konuşulan kimse.
mukabele etmek: Karşılık vermek.
mukaddes: Kutsal, mübarek.
musibet: Ansızın gelen felaket, sıkıntı ve-
sağduyu: Aklıselim; İnsanın doğru karar
vermesini sağlayan, herhangi bir olumsuzluktan veya ortamın kötülüğünden
etkilenmeyen, yaratılışındaki temizliği
koruyan akıl.
Sidretü’l-Müntehâ: Semada bulunan,
miraç gecesi yanında Resûl-i Ekrem’in
ilahi sırlara mazhar olduğu bir ağaç.
sünnet: Hz. Peygamber’in (s.a.v) sözleri,
davranışları, tavsiye ve öğütleri.
takva: Allah’ı görüyormuşçasına farzları ve vacipleri hakkıyla yerine getirme,
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla nafileleri çokça yapma, sünnete
uyma; müminin tüm tutum ve davranışlarında Allah’a kulluk bilinciyle hareket
etmesi, ona duyduğu sevgi ve saygıyı
güçlendirmeye gayret etmesi, bu sevgi
ve saygıyı zedelemekten korkması.
ren şey.
tatbik etmek: Uygulamak.
mutaassıp: Tutucu, kendi tarafını tut-
tecelli etmek: Belirmek, görünmek, ortaya çıkmak.
makta aşırı giden; hiçbir ilerleme ve yenilik kabul etmeyen, eski âdet ve gelenekleri devam ettirmede katı davranan,
bilinçsiz bir tutum izleyen.
nezahet: Ahlaken temiz olma, kötü huy
ve davranışlardan uzak durma, nazik ve
kibar olma.
Refref:
Hz.
Muhammed’in
Mirac
Gecesi’nde binmiş olduğu binitlerden
biri.
riyakârlık: Gösteriş yapma; iki yüzlü,
sahtekâr olma; özü sözü birbirine uyma136
dirini kazanıp onlara beğendirmek arzusuyla yapma.
terbiye: Edeplendirme, eğitme; Allah’ın
“Rab” isminin bir gereği olarak tüm varlıkların var olmalarından ölümlerine kadar her türlü durumlarıyla ilgili kurallar
koyması ve insanları vahiy göndermek
suretiyle eğitip geliştirmesi ve mükemmel bir insan hâline gelmeleri için onları
yetiştirmesi.
uzlet: Kötü davranışlardan ve günahlardan etkilenmemek için toplumdan
uzaklaşma, yalnızlığı tercih etme.
ma; Allah rızası için yapılması gereken
ümmi: Okuma yazma bilmeyen.
ibadet ve davranışları başkalarının tak-
zikretmek: Söylemek, anmak.
KAYNAKÇA Âdem Apak, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2006.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Cilt 1-6, Beyrut, 1969.
Ali el-Müttaki el-Hindî, Kenzü’l Ummal, Cilt 1-6, Beyrut, 1979.
Ali H. Berki-Osman Keskioğlu, Hâtemu’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Doğuş
Şirketi Matbaası, Ankara,1960.
Ali Muhammed Sallâbî, Siyer-i Nebi, Cilt 1-2, Ravza Yayıncılık, İstanbul, 2012.
Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve, Cilt 1-2, Kahire, 1969.
Buharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buhari, Cilt 1-2, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1992.
Casim Avcı, Hz. Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı, Hay Kitap, İstanbul,
2008.
Ebû Bekir Ahmed b. El-Hüseyin el-Beyhaki, Şuabu’l-İman, Mektebetü’r-Rüşd, Hindistan, 1423/2002.
Ebû Dâvud, Süleyman es-Sicistânî, Sünen, Cilt 1-5, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1401/1981.
Ebû Dâvut, Eş’as es-Sicistânî, Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi,
1987.
Elşad Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları,
İsam Yayınları, İstanbul, 2010.
ez-Zebidî, Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdullatif, Sahihi Buharî Muhtasarı
Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Kamil Miras, DİB, Ankara, 1987.
Fahri Hoşab, Nebevi Davet ve Propaganda, Buruc Yayınları, İstanbul, 2008.
Heyet, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 1-38, 1982/2011.
İbn Esîr, El-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, çev. M. Beşir Eryarsoy, Bahar Yayınları, İstanbul, 1985.
İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviye, el- Kitabu’l-Alemiyyu Li’n-Neşr, Beyrut, 2008.
İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, Cilt 1-4, Daru’l-Hadis, Mısır, 1416/1996.
137
İbn İshak, Kitab-ı Mübtedâ ve’l-Mebas, Cilt 1-5, Konya, 1981.
İbn Kesir, Ebü’l- Fida İmamuddin İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetü’lMearif, Beyrut, 1981.
İbn Kesir, Büyük Kur’an Tefsiri, çev. Abdulvehhap Öztürk, Kahraman Yayınları, İstanbul, 2010.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd, Sünen, Cilt 1-2, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2011.
İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, DİB, Ankara, 2015.
MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, Dini Terimler Sözlüğü, Ankara 2009
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Hz. Muhammed ve İslamiyet, Köksal Yayıncılık, İstanbul,
2004.
Muhammed Ali es-Sâbunî, Tefsirlerin Özü, Safvetü’t-Tefâsir, çev. Nedim Yılmaz-Sadrettin Gümüş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2016.
Muhammed Cemal, Şifâ-yı Şerif Tercümesi, Cilt 1-2, Cemal Efendi Matbaası, İstanbul, 1314/1898.
Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber Savaşları, Beyan Yayınları, İstanbul, 2015.
Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi Hayatı ve Eseri, Beyan Yayınları, 2011.
Musa b. Zekeriya el-Haskefi, Müsnedi Ebu Hanife Terceme ve Şerh, Kayıhan Yayınları, 2015.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nişâburî, Sahihi Müslim ve Tercemesi, çev. Mehmed Sofuoğlu, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1988.
Osman Keskioğlu, Siyer-i Nebi, DİB, Ankara, 2016.
Süyutî, Olağan Yönleriyle Peygamberimiz el-Hasaisu’l-Kübra, çev. Naim Erdoğan,
İz Yayıncılık, 2003.
Tirmîzî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, Sünen, Cilt 1-5, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1401/1981.
138
Download