İÇİNDEKİLER SANTRAL SİNİR SİSTEMİ FARMAKOLOJİSİ..................................................................... 2 LOKAL ANESTEZİK İLAÇLAR ............................................................................................. 4 GENEL ANESTEZİK İLAÇLAR ............................................................................................. 5 NÖROMUSKULER BLOKE EDİCİ İLAÇLAR ...................................................................... 7 SANTRAL ETKİLİ KAS GEVŞETİCİLER ........................................................................... 10 SEDATİF ve HİPNOTİK İLAÇLAR ...................................................................................... 12 TRANKİLİZANLAR (Anksiyolitikler) ................................................................................... 14 NÖROLEPTİKLER ................................................................................................................. 16 ANTİDEPRESAN ve ANTİMANİK İLAÇLAR .................................................................... 20 MADDE BAĞIMLILIĞI ......................................................................................................... 25 NON-STEROİDAL ANTİENFLAMATUVAR İLAÇLAR.................................................... 29 ROMATOİD ARTİT ve GUT HASTALIĞI TEDAVİSİ........................................................ 33 NARKOTİK ANALJEZİKLER............................................................................................... 36 ANTİPARKİNSON İLAÇLAR ............................................................................................... 42 ANTİEPİLEPTİK İLAÇLAR .................................................................................................. 49 KALSİYOTROPİK İLAÇLAR................................................................................................ 57 HİSTAMİN VE ANTİHİSTAMİNİKLER .............................................................................. 62 SERATONİN VE ANTAGONİSTLERİ ................................................................................. 70 PEPTİT YAPILI OTOKOİDLER ............................................................................................ 75 EİKOZANOİDLER ................................................................................................................. 78 KİNİNLER ............................................................................................................................... 83 ADRENOKORTİKOSTEROİDLER....................................................................................... 90 İNSÜLİN .................................................................................................................................. 96 DİYABET VE ORAL ANTİDİYABETİK İLAÇLAR ......................................................... 101 TİROİD HORMONLARI ve ANTİTİROİD İLAÇLAR ....................................................... 107 ANDROJENLER ve ANABOLİK STEROİDLER ............................................................... 113 ESTROJENLER..................................................................................................................... 116 ANTİANEMİK İLAÇLAR .................................................................................................... 121 OKSİTOSİK İLAÇLAR ........................................................................................................ 124 1 SANTRAL SİNİR SİSTEMİ FARMAKOLOJİSİ Santral Sinir Sistemi (SSS, CNS) ilaçları: SSS’deki sinapsları impuls aşırımında, modülasyonunda ya da regülasyonunda rol oynayan ilaçlardan birini ya da birkaçını etkileyen, sinapslarda sinaptik etkinliği azaltan ya da artıran ilaçlardır. Nöronları esasen sinapslarda etkilerler. Nörohumoral iletim: SSS’de nöronların kendi aralarında ya da endokrin sistem ile SSS arasındaki iletimdir. Bu iletimi sağlayan maddelere nöroregülatörler denir. Nöroregülatörler: Nörotransmitterler, nöromodülatörler, nörohormonlar. NÖROMEDİYATÖR Nörotransmitter: Aksiyon potansiyeli oluşturur, nöronun presinaptik ucundan postsinaptik ucuna impulsaşırımınısağlar. Nöron membranını hızla geçer ve etki hızla sonlanır. Nöromodülatör: Aksiyon potansiyeli oluşturmaz. Presinaptik ya da postsinaptik membran duyarlılığını azaltarak ya da arttırarak etki gösterir. Nörohormon: SSS’de sentezlenip sistemik dolaşıma verilerek uzakları etkiler. Nöromediatörlerin uzaklaştırılması: -Enzimatik Yıkımla -Difüzyonla -ReUptake ile Nöromediyatörler 1. Amin Yapılı Nöromediyatörler: a. Dopamin: • D1-5 olmak üzere beş reseptörü vardır. • Affekt ve duygulanım ile ilgili olaylarda rol oynar. • Ön hipofiz salgı fonksiyonları üzerine etkili. • Çizgili kas tonusunun normal düzeyde sürdürülmesinde etkili. b. Noradrenalin: • α ve β reseptörleri var. • Dikkat kesilme, korku ve alarm durumlarında önemli rolü var. • Major depresyonda hipoaktif. c. Adrenalin: Az sayıda d. Seratonin: • 5-HT1-7 ve alt tipleri olmak üzere reseptörleri var • Majör depresyonda hipoaktif • Anksiyete ve panik bozukluklarda hiperaktif 2 • • Uyku fizyolojisinde etkin Endokrin fonksiyonları düzenler. e. Asetilkolin • Muskarinik (5 tip) ve Nikotinik reseptörleri var. • Öğrenme ve bellek fonksiyonlarında önemli • Ön ve arka hipofiz endokrin fonksiyonları düzenler. 2. Aminoasit yapısındaki nöromdeiyatörler: a. GABA (Gama Amino Butirik Asit) • GABAA ve GABAB olmak üzere reeptörleri var • Beynin ana inhibitör nöromediyatörü • Gabaerjik ilaçlar sedatif, anksiyolitik ve antikonvülsan etkilidirler. b. Glutamik Asit: • NMDA (N Metil D Aspartat) reseptörleri üzerinden etkirler. • Epilepside etkinliği fazla • Öğrenme ve bellek fonksiyonlarında önemli 3. Peptit yapılı nöromediyatörler: a. Endojen Opioid Peptitler • Mü (µ), Delta (∆,δ) ve Kapa (қ) reseptörleri vardır • Stres analjezisi ve spinal analjezi sağlarlar. 3 LOKAL ANESTEZİK İLAÇLAR Etkileri: Sinir liflerinde impuls aşırımını reversible olarak bloke ederler Etki Mekanizmaları: Sodyum kanal blokajıyla aksiyon potansiyelinin fırlama fazını yavaşlatır. • Küçük çaplı sinir liflerini bunların güvenlik faktörleri düşük olduğundan daha erken bloke ederler. • Zafıf bazik yapıdadırlarVücut pH’sında non iyonizedirler. • İlaç solüsyonlarına alkali ilavesi ile non-iyonize hali ve etkinliği artar. Lokal Anestezi Şekilleri: 1. Yüzeyel (topikal anestezi) Ör: LİDOKAİN, KOKAİN. Mukozaya uygulanır, yara ve yanık durumlarında ve sünnet cerrahisinde kullanılır. 2. İnfiltrasyon anestezisi: Ör: PROKAİN, KLORPROKAİN. SC olarak düşük konsantrasyonda yüksek dozda uygulanır 3. Sinir Bloğu Anestezisi: Anestezi istenen bölgeyi inerve eden sinir çevresine yüksek konsantrasyon ve düşük dozda uygulanır. a. Periferik Blok: Göz, diş vb bölgeye yapılacak müdahelelerde b. Santral Blok: Omurilikten çıkan sinir liflerine uygulanır. i. Epidural anestezi: Torakal ve epidural bölge için uygulanır. ii. Kaudal anestezi: Sakral bölge için uygulanır 4. Spinal (intratekal anestezi): Omuriliğin alt ucunda sub-araknoid boşluğa uygulanır. Alt ekstiremite, pelvis, rektum ve perina bölgesi cerrahisinde kullanılır. Lokal Anesteziklerin Yan Tesirleri: 1. SSS ile ilgili tesirler: Anksiyete, kulak çınlaması, keçelenme hissi, ileri safhada bilinç kaybı, konvülsiyon, deliryum 2. Kardiyovasküler sistemle ilgili yan tesirler: Aritmiler, kardiyak arrest, vazodilatasyon. 3. Kaslar: Yüksek dozlarda düz kasları gevşetir, motilitenin artmasına neden olur. ESTER YAPILI LOKAL ANESTEZİK Kokain: % 1 - % 4 konsantrasyonda topikal anestezik olarak kullanılır. Kısa etkilidir Prokain: Etki gücü düşüktür. Lokal infiltrasyon anestezisinde kullanılır. Tetrakain: Topikal anestezide kullanılır. Prokainden güçlü etkili, daha az toksik. AMİD YAPILI LOKAL ANESTEZİK Lidokain: Hızlı, uzun etkili. Topikal kullanımı var. Ventriküler aritmilerin tedavisinde endikasyonu var. Bupivakain: En uzun etki sürelilerden biridir. Topikal anestezide kullanılmaz, epidural anestezide kullanılır. Piridokain: Topilkal kullanılmaz. İnfiltrasyon ve sinir bloğu anestezisinde kullanılır Etidokain: En uzun etki süreli lokal anestezik. İnfiltrasyon ve sinir bloğu anestezisinde kullanılır. 4 GENEL ANESTEZİK İLAÇLAR Tanım: Uygulandığı kişide tüm duyumsama fonksiyonlarını ortadan kaldıran ve bilinç kaybı yapan; SSS’yi reversible ve non-selektif deprese eden ilaçlardır. Genel Anestezinin Amaçları: 1- Analjezi: Genellikle bilinç kaybıyla birlikte görülür. 2- Narkoz Hali: Sedasyondan bilinç kaybına kadar değişen derinlikte yaygın SSS depresyonu 3- Çizgili Kas Gevşemesi: Hekimin çalışmasını kolaylaştırmak için istenir. Cerrahide bunun için yüksek doz anestezikler yerine Nöromuskuler Bloke Edici ilaçlar kullanılır. 4- Hiporefleksi, arefleksi: Otonomik reflekslerin ortadan kaldırılması amaçlanır. İyi Bir Genel Anesteziğin Özellikleri: 1- Güvenlik aralığı geniş olmalı: Cerrahi anestezi için yeter doz ile solunum ve dolaşım merkezi depresyonu yapan dozu uzak olmalı. 2- Hızlı ve olaysız indüksiyon sağlamalı: Uygulanması ardından genel anestezi basamaklarının gerçekleşmesi (ilerde değinilecek) hızlı olmalı. 3- Ayılma kolay ve olaysız olmalı: İlaç uygulaması sonlandırıldığında hasta kolaylıkla ve sorunsuzca ayılmalı. İNDÜKSİYON Genel Anestezinin Evreleri: 1- Analjezi: görme ve işitme fonksiyonları yerindedir. Bilinç yerindedir. Hasta ağrılı uyaranları algılayamaz. 2- Eksitasyon (deliryum) evresi: Bilinç kaybuyla başlar, Somatik ve otonomik refleksler yerindedir. Kortikal merkezler deprese edilmiştir. Beyinin motor merkezler üzerindeki inhibitör etkinliği ortadan kalkmıştır. İstemsiz hareketler görülebilir. 3- Cerrahi anestezi evresi: a. Birinci basamak : Göz kapağı refleksi kaybıyla başlayıp, solunumun düzenli hale geçmesine kadar süren evredir. b. İkinci basamak : Çizgili kasların gevşemesiyle başlamasından, derin reflekslerin ortadan kalkmasına kadar süren evre. c. Üçüncü basamak : Alt interkostal kasların felç olmasıyla başlayan, tüm interkostal kaslardaki felç ile sona eren evre. Hastada periton refleksi kaybolmuştur. Karın içine yapılacak cerrahi girişimler için uygun evredir. d. Dördüncü basamak : Genel anestezik ilacın konsantrasyonunun artışına bağlı olarak diyafram felci söz konusudur. Gelinmesi istenmez. 4- Bülber paralizi evresi : Beyin sapındaki solunum ve vazomotor merkez deprese olmuştur. Solunum ve kalp durması gerçekleşir. Diriltici evrelere girilmedikçe sessizce ölüm ortaya çıkar. İnhalasyon anesteziklerinin farmakokinetikleri: Hastaya solutulduğunda alveollerden kana difüze olur. Kanda çözünürlüğü fazla ise hızlı difüze olur ancak etkin konsantrasyona da o kadar geç ulaşır (indüksiyon gecikir). Ayrıca etki de geç sonlanır. 5 Redüstrübsiyon: İlaç önce kanlanması iyi olan Beyne giderek etki gösterir. Sonra da kanlanması düşük ama geniş bir kitle olan adipoz dokuya gider ve lipofilisitesinden ötürü burada birikir. Zamanla dengeye bağlı olarak yağdan kana geçerek artık etki gösterir. Genel anesteziklerin etki mekanizmaları: Nöron membranındaki Na+ kanallarını bloke ederek hücre içine hızlı sodyum girişini ve aksiyon potansiyelinin yükselişini inhibe eder. (nöron membranını sodyuma karşı stabil kılar) Ayrıca nöron zarında çözünerek hücre zarı kalınlığını artırır. Nöronu stabilize eder, membran elektriksel şiddetini azaltır. İnhalasyon Anestezikleri: 1- HALOTAN: Güçlü genel anestezik, Analjezik etkisi yok. Anestezi için diazotoksit (N2O) ile birlikte verilir. Çizgili kaslarda yeterli gevşetici etkisi yok. (NMBE ile birlikte kullanılır.) 2- DİAZOTOKSİT (N2O): Tek inorganik anesteziktir. Anestezik gücü düşük, analjezik gücü yüksektir. 3- ENFLURAN: Karaciğerde toksik. Hızlı indüksiyon sağlar. KVS^de depresan. 4- İZOFLURAN: Anestezik, analjezik ve kas gevşetici özelliği iyi. Karaciğerde toksisitesi düşük. Kandaki çözünürlüğü düşük (hızlı indüksiyon) Katı Genel Anestezikler: Sıklıkla hızlı indüksiyon için kullanılır. Nadiren genel anestezinin devamında kullanılırlar. Farmakokinetik özelliği lipofilisitesinin yüksek olması (hızlı etki). 1- TİYOPENTAL: Barbitürat trv. Etki süresi en kısa olanlardandır. (<15 dk). Uzun operasyonlarda indüksiyon için kullanılır. Analjezik etkisi yok, NM blokaj yok. 2- KETAMİN HCl: vücut salgılarında artış, dış uyarılardan kopma hali (disosiyatif), hareketsizlik, ağrıyı algılamama hali, amnezi yapar. Bilinç kapalı, ancak kişi uyanık görünür. SSS’de NMDA reseptörlerini blke eder (Glutamat antagonisti). Ayılma olaylıdır. 3- MİDAZOLAM: Benzodiazepin türevi. Hızlı indüksiyon sağlar. Analjezik etki yok. Operasyon ve endoskopi öncesi hastada sedasyon yapması için kullanılır. Hızlı redüstribsüyona uğrar. 4- KISA ETKİLİ OPİATLAR (FENTANİL, ALFENTANİL, SUFENTANİL): Genel olarak indüksiyon için kullanılır. Preanestezik medikasyonda kullanılabilir. Cerrahi anestezinin idamesi için kullanılabilir. 6 NÖROMUSKULER BLOKE EDİCİ İLAÇLAR Kas sinir kavşağında sinaptik iletimi bloke ederek tam kas gevşemesine neden olurlar Etkilerini muskarinik tipteki nikotinik reseptörlerde (Nm) gösterirler. Motor Ünite: bir motor sinir aksonunun inerve ettiği tüm kas hücreleridir. Bir kas lifi yalnızca bir sinir dalı ile kavşak yapabilir. Ancak bir sinirden çıkan dallar birden kas lifi ile kavşak yapabilir. Kas Kasılması Fizyolojisi: Sinir aksiyon potansiyeli Sinir ucu depolarizasyonu AsetilKolin salıverilmesi Reseptör aktivasyonu Son plak potansiyeli Yayılma Sarkoplazmik retikulum aktivasyonu Ca++ salınımı Aktin-Miyozin etkileşmesi Kasılma. Nöromuskuler Bloke Edici İlaçlar: 1- Depolarizasyonsuz blokaj yapanlar (kompetetif blok) Sinir ucundan kavşak yapan kas lifinin depolarize olmasını engelleyerek etki gösterir. Etkilerini salınan AsetilKolin’in reseptörlerini bloke ederek gösterir. Asetilkolin ile yarışmaya girerek, onun NM reseptörleri aktive etmesini engellerler. Etkinin ortadan kalkması için Asetilkolin konsantrasyonunun artması gerekir. Antikolinesterazlar; Asetilkolini yıkan kolinesteraz enzimi blokajıyla asetilkolin konsantrasyonunu artırırlar. Antikolinesterazlar, kompetatif blokörlerin etkisini sonlandırırlar. (!) Etki için NM‘lerin en az % 75’i bloke edilmelidir. Nm ler çok sayıda olduklarından bunların ¼’ü dahi kasın depolarize olması için yeterlidir. Bu yüzden bu ilaçlarda kısmi felç ile tam felç aralığı dardır. TÜBAKÜRARİN: t½ 1 saat kadar. Grubunun prototip ilacı. Kürar benzeri etki gösterir. Önce dil, çene, farinks, göz gibi ince kaslar; ardından boyun, gövde, ekstiremite; sonra interkostal kaslar ve en son diyafram kası etkilenir. Yan Tesirleri: • Fazik kas gevşemesi Vazodilatasyon ve hipotansiyon. • Mast Hücrelerinden histamin salıverdirir Lewis’in üçlü reaksiyonunaneden olur • Histamin salıverdirici etkisinden ötürü astımda kontrendike • Otonomik ganglion blokajı yapar. (Nn) recler üzerinden) • Adrenal medulla’da iletim blokajı yapar. Farmakokinetik Özellikleri ve Etkileşmeler: • SSS’e geçemez (4’ amin yapısı nedeniyle iyoniktir) • GI kanaldan absorbe olmaz. (aynı nedenle). IV kullanılır. • Myastenia Gravis’te ve hipokalemide duyarlılık artar. ( nikotinik rec az) • İnhalasyon anesteziklerinin etkisini artırır. • Neomisin ve streptomisin gibi aminoglikozitler ile etkileri artar. ATROKÜRYUM BEZİLAT: • KC fonksiyon bozukluğunda etkinliği değişmez (non enzimatik yıkım) • Kas felci hızlı sonlanır • Histamin salıverici, sempatik, KVS etkileri zayıf (güvenli) 7 PANKÜRONYUM BROMÜR: • Düşük dozda etkin (gravimetrik etki gücü en yüksek) • Kalpte de M reci blokajı yapar Taşiaritmi, hipertansiyon • Histamin salıverdirici etkisi zayıf • Ganglionik blokaj yapmaz • Plazma kolinesteraz’ını bloke eder (süksinilkolin etkisini uzatır) VEKÜRONYUM BROMÜR: Kısa etki süreli, KVS’ye vemast hücrelere etkisi yok. Eliminasyonu dağılımla olur. ROKÜRONYUM: En Hızlı kompetetif blokör. KVS ve Mast hücrelere etkisi yok. MİVAKÜRYUM: Kısa etkili, plazma kolinesterazıylayıkılır. Atipik kolinesterazlılarda ve antikolinesteraz varlığında etki uzar. KİNETİKLERİ: Oral yoldan etkisizdirler. Uygulama sonrasında dağılımları yavaştır (etki göstereceği kompartmana yavaş geçer), etki 5-7 dakikadabaşlar. 2- Depolarizasyonla blokaj yapanlar: Nöromuskuler kavşakta kas son plağının depolarize olduğu durumdur. FAZ I BLOK: Uzun etki süreli nikotinik reseptör aktivatörleri (asetilkolin agonist) reseptöre bağlanırlar ve buradan ayrılmazlar. Reseptör aktive haldedir. Reseptöre bağlı iyon kanalları (depolarizasyon için açılması gereken kanallar) uzun süre açık kalırlar. Son plak sürekli depolarize kalır ve bu durum kasa yayılır. Böylece kasın asetilkolin etkisine duyarlılığı azalır. Başta fibrilasyon ve fasikülasyon yapar, ilerleyen dönemde etki tam bloğa döner. Antikolinesterazlarla blok artar. Felç fazik kaslarda daha güçlü görülür. FAZ II BLOK (desensitasyon): İlaç uygulanmaya devam edildikçe kas membranı kısmen repolarize olur. (+ 70 lerde olan aksiyon potansiyeli burada tutunamayarak düşer) Son plak depolarizasyonu gittikçe azalır. Sonuçta bu reseptörlerde duyarsızlaşma olur. Asetilkoline yanıt azalır. Felç; antikolinesterazlarla ortadan kaldırılabilir. SÜKSİNİLKOLİN KLORÜR: • En hızlı etkili, en kısa etkili NMBE’dir. • Plazma kolinestrazıyla yıkılırken, NM kavşakta kolinesterazdan etkilenmez. • Göğüs ve karın kaslarında fasikülasyon • Yüksek dozda tip II plokaj gerçekleşir • Bebeklerde ve Myastenia Gravis’te doğrudan faz II blok gerçekleşir. Yan Tesirleri: • KVS’de aritmiler (faz I’de bradikardi, faz II’de taşikardi), hipotansiyon. • Dış salgılarda (tükrük, mukoza) artış • Omuz ve sırt kaslarında ağrı (prekürarizasyonla önlenir) • Göz içi basınç artışı. 8 • • Plazma kolinesterazı atipik olan kişilerde ya da hipoaktif olanlarda uzun süreli apneye neden olur (süksinilkolin apnesi) Malign Hipertermi: Sarkoplazmik retikulumdan aşırı miktarda kalsiyum salıverilmesine bağlı bir durum. Antidotu dantrolen. Depolarizasyonsuz ilaç + süksinil kolin kombinasyonu: • Kürar, tedaviden önce verilirse prekürarizasyon, süksinat etkisi azalır. • Kürar, tedaviden sonra verilirse Süksinat etkisi artar. (duyarsızlığı zaten azalmış reseptörler, antagonist ile meşgul olursa etki artar) Kullanılış yerleri (her iki tip ilacın) • Anestezi derinliğini artırmaksızın kas gevşemesi sağlarlar • Kısa ortopedik girişimlerde kullanılır • Trake inkübasyonu, endoskopi v.s. • Konvulzif (tetanoz, epilepsi vb.) hastalıklarda • Elektrokonvulzif tedavide • Miyastenia gravis teşhiinde. (Bu hastalarda kürar bileşikleri çok düşük dozlarda bile felce neden olur) Botilinum toksini (Clostridium botulinum) NM kavşakta sinir son plağını stabilize ederek asetilkolin salınımını engeller. Uzun süreli (2-6 ay) felç gelişir. 9 SANTRAL ETKİLİ KAS GEVŞETİCİLER (Myorelaxanlar = Spazmolitikler) NMB’den farklı olarak etki yerleri nöromuskuler kavşak son plağı değil, SSS’dir. (dantrolen hariç). Artmış çizgili kas tonusunu SSS üzerinden azaltırlar, spazmları giderirler. Spazm:Çeşitli iskelet-kas hastalıklarında periferden gelen uyarı kalıbının bozulması ya da Nörolojik hastalıklarda motor nöron üzerindeki ekstitatör-inhibitör dengeninin bozulması. SEKG; etkilerini SSS’de periferik refleks yaylarında supraspinal inici yolaklardaki sinapsları etkileyerek yapar. Mutad dozda parazi ve paralizi yapmaz. (Felç yapmaz), güçsüzlük yaparlar. Etki Şekilleri: • Presinaptik refleks yollarında ara nöronları inhibe ederek MEFENAZİN • Poli ve monosinaptik refleks yollarını inhibe ederek BAKLOFEN, BDZ • İnhibitör nörotransmitter GABA etkinliğini artırarak BDZ Nörofizyolojik Etki Mekanizması: • Deneysel deserebrasyon rijiditesini (α-rijidite) giderirler. • γ-motor nöronlar arasındaki ara nöronları bloke eder. • Anemik deserebrasyon rijiditesinde (α-rijidite) etkili. • α-motor nöronlar arasındaki ara nöronları bloke eder. • Anemik omurilik iskemisine bağlı rijiditeyi giderirler. Genel Yan Tesirleri: • Uyuşukluk, sedasyon (limbik sistem depresyonu nedeniyle) • Mutad dozda sedasyn. Kullanılış Yerleri: 1. Kas-İskelet kaynaklı spazmlar: Birinci grup spazmlar olarak ilerde bahsedilecektir. İltihap, kireçlenme, tümör gibi nedenlerle sinirler üzerinde oluşan baskıya bağlıdır. Bu tip spazmlarda ağrı da gelişebilir. SEKG’ler NSAII ile kombine edilebilirler. Bu tip spazmlarda (Metakarbamol, klorsoksazol, tiyokolşikozit) kullanılabilir 2. Santral Kaynaklı Spazmlar: İkinci grup spazmlar. Baklofen, BDZ, Tizanidin kullanılır. İLAÇLAR: Metakarbamol: Birinci grup spazmlarda NSAII ile birlikte kullanılır. YT: Sedasyon, vertigo, bulantı, alerjik rxn. Meprobomat: Asıl etkisi sedati-hipnotik Klorsoksazon: Birinci grup hastalıklarda tek başına ya da NSAII ile kombine kullanılır. Hepatotoksik etki potansiyeli vardır. Çocuklarda felçte başarılı Diazepam: Uzun etkili hipnosedatif, antikonvülsan. İkinci ve birinci tip spazmlarda etkili. Tetanus, Satus epilepticus’ta etkili. YT: Başağrısı, Bağımlılık, Solunum depresyonu, Sedasyon. Klordiazepoksit: Birinci ve ikinci tip spazmlarda etkili, Diazepam gibi etkileri var. Tizanidin: İkinci tip spazmlarda etkili. Antihipertansiflerin etkisini artırır. (α-blokör) 10 Mefenoksalon: Hepatotoksiktir, kullanılmaz. Tiokolşikozid (Muscoril®): İnhibitör GABA ve ekstitatör glutamat reseptörlerini aktive eder, ancak GABA reclere etkisi daha fazladır. Pikrotoksin ve striknin gibi anti-GABA ilaçların neden olduğu konvülsiyonu önler. BDZ reclere etkisi yok. Birinci tip spazmlarda etkili. YT: diare, karın ağrısı, dispepsi. Kinin: Yaşlılarda gece kramplarında etkili, yatarken oral alınır. Metakarbamol ve meprobomat propandiol türevi Klorzoksazon benzoksazol türevi Diazepam ve klordiazepoksit benzodiazepin türevi. Selektif etkili ilaçlar: SSS depresyonu yapmazlar. Baklofen: GABAB agonisti (GABA’nın lipofilik türevi) Sistemik uygulamada SSS’e geçer. Presinaptik GABAB reclerini aktive eder. Omurilikte monosinaptik ve polisinaptik refleks yollarını bloke ederek spazmolitik etki gösterir. GI kanaldan yüksek oranda absorbe olur, İtrahı böbrektendir. Amyotrofik Lateral Skleroz, Multipl Skleroz, Kronik spastisite, İdrar retansiyonu ve Hıçkırıkta kullanılır. Yüksek dozda komaya varan depresyon ve knvülsiyon eğilimi vardır. YT: Uyuşukluk, sedasyon, baş dönmesi, kesiklik, konfüzyon, hipotansiyon, bulantı, koordinasyon bozukluğu, KC zedelenmesi, Alkol vs ile aditif etkileşme… Dantrolen: Kullanılış yeri olarak SEKGler gibidir ancak etki mekanizması SEKG ve NMBE’den farklıdır. Çizgili kasları, kas düzeyinde etkiler. Sarkoplazmik retikulum’u stabilize ederek kalsiyum salınımını inhibe etmek suretiyle spazmı giderir. İkinci tip hastalıklarda ve klonus’ta (birbirini izleyen kasılma gevşeme hali) etkili. Özel kullanılış yeri malign hipertermi (nöroleptiklerin neden olduğu aşırı kalsiyum salınımı nedeniyle oluşabilir) YT: Tüm çizgili kaslarda güçsüzlük, diyare, bulantı ve uyuşukluk, vertigo, fatal hepatit ve halüsinasyonlar yapar. Ek olarak, KVS, Solunum, KC üzerine etkileri var. Amyotrofik lateral sklerozda kontrendike. Rizulol: Lateral emyotrofik sklerozda etkilidir. Glutamat antagonisti (NMDA rec blokörü) 11 SEDATİF ve HİPNOTİK İLAÇLAR Bu ilaçlar düşük dozda sedatif, yüksek dozda hipnotik etki gösterirler. Ek olarak anksiyolitik etkileri de vardır. Doza bağlı olarak sırasıyla: Uyuşukluk sedasyon uyku hali genel anestezik koma etkileri ortaya çıkar. Ayrıca, anksiyolitik, antikonvülsan, SEKG etkileri vardır. Barbitüratlarda sedasyon ve hipnozis doz ile ayarlanabilirken, BDZ’lerde sedatif ilaçlarla hipnotik ilaçlar birbirinden farklıdır. Barbitüratlarda doz yanıt eğrisi daha doğrusal ve daha diktir. Etki Mekanizmaları: GABAA rec – Klorür kanal kompleksi üzerindeki selektif bağlanma noktalarına bağlanırlar ve bu kompleksteki GABAA rec’de, inhibitör nöromediyatör olan GABA’nın etkinliğini artırırlar. (BRBT: Kanalın açık kalma süresini uzatır, BDZ ise kanalların açılma sıklığını artırır) BDZ recleri iki tiptir. BDZ1 beyinde iken, BDZ2 beyin dışında da bulunur. MUSİMOL: GABA agonisti BİKUKULİN: GABA antagonisti. Barbitürat Bağlanma Yeri: GABAA rec-klorür kanal kompleksinde bulunur. Ortama GABA geldiğinde kanal açılır ve normalden uzun süre açık kalır. Barbitürat yok ise kısa bir süre açık kaldıktan sonra kapanır. GABA ortamda azalsa dahi kanal açık kalır. (etkinin görülmesi için GABA gerekli değildir) BARBİTÜRAT agonist PİKROTOKSİN antagonist * GABAA rec-klorür kanal kompleksinde ayrıca steroid ve etanol bağlanma yerleri de bulunur. Hipnosedatiflerin Farmakokinetikleri: Lipofiliktirler, oral yoldan alındıklarında absorbsiyonları yüksektir, dağılım hacimleri geniştir. SSS’e iyi geçerler. Etkileri redüstribsüyonla sonlanır. Metabolizmaları Karaciğerdedir. Grupların üyeleri içinde çapraz tolerans vardır. Mutad dozlarda analjezi yapmazlar. BDZ-BRBT Farkları: BDZ güvenlik aralığı geniş, doz yanıt eğrisi daha yataydır ve belli bir doz üzerinde etki dozdan bağımsızdır. BRBT güvenlik aralığı daha dar. BDZ etki göstermesi için ortamda GABA bulunması şarttır. BRBT için şart değil. Fenobarbitel ve türevleri ile Klonazepam; sedasyon ve depresyon yapmayan dozda antikonvülsan etki gösterirler. 12 Benzodiazepin’ler: • • • • • Terapetik aralıkları geniştir. Güvenlidirler Belirgin anksiyolitik etkileri vardır. Enzim indüksiyonu yapmazlar Kullanılış farkları farmakokinetik özelliklerinden dolayıdır. • Uzun etki süreli benzodiazepinler: Anksiyolitik (düşük etkili): Diazepam, klordiazepoksit. Hipnotik: Flurazepam, kuazepam • Orta etki süreli benzodiazepinler: Anksiyolitik: Alprozolam, oksazepam Hipnotik: Lorazepam, temazepam, nitrazepam, flunitrazepam • Kısa etki süreli benzodiazepinler: Midazolam: Hipnotik, preanestezik medikasyon, anestezi indüksiyonu. Triazolam: “ “ “ “ “. *Etki kısalığının nedeni; redüstribsüyon ve yarı ömrün kısa olmasıdır. DİAZEPAM: Anksiyolitik BDZlerin en fazla kullanılan tipik üyesidir. Akut kompulzif durumlarda oral ya da IV olarak verilir. Endoskopi veya benzeri durumlarda anksiyeyeyi gidericidir. YT: Uyuşukluk, başağrısı, sarhoşluk, hipotansiyon Uzun süreli kullanımda bağımlılık ve tolerans gelişir. Kesilmesiyle yoksunluk sendromları ortaya çıkar. (anksiyete, uykusuzluk) Gruptan Diazepam ve klordiazepoksit SEKG olarak kullanılır. Antagonisti: Flumazenil’dir. Zayıf ters agonist etkisi vardır. Bağımlılık tespitinde ve tedavisinde, aşırı doz BDZ alımına bağlı zehirlenmelerde tabloyu geçirir. Diğer İlaçlar: BUSPİRON: 5-HT1A’yı aktive eder, anksiyolitik ZOPLİKON: Anksiyolitik, ZOLPİDEM: Hipnotik. EM’si BDZ ile benzerdir. Barbitürat’lar: Farmakokinetikleri BDZlere benzer, Metbolizmaları KC’dedir (fenobarbital hariç) Yan tesirleri BDZ’lere benzer. KC’de sitokrom p-450 enzim sistemini indüklerler. Hipnotik ve sedatif oluşları dozla ilişkili. Güvenlik olarak BDZ’lerden daha sorunludurlar. Uzun Etkili Barbital Fenobarbital Fenobarbital: Pentobarbital: Orta Etkili Kısa Etkili Çok Kısa Etkili Butabarbital Sekobarbital Tiyopental Pentobarbital Heksobarbital Metoheksital Allobarbital Tetrabarbital (Genel Anestezik) Sedatif 3 x 15-30 mg Hipnotik 1 x 100-300 mg Sedatif 3 x 15-40 mg Hipnotik 1 x 60-125 mg Diğer Sedatif ve Hipnotikler: H1 rec blokörleri (GABA ve 5HT üzerindeki etkileriyle), bazı antikolinerjikler 13 TRANKİLİZANLAR (Anksiyolitikler) Anksiyete: Kişinin içinde ya da dışında gelişen sıkıntılı bir duruma karşı gelişen emosyonel ve somatik nitelikli psikonörotik bozukluklardır. Psikolojik göstergeleri; ruhsal gerginlik, iç sıkıntısı, kuruntu, uykusuzluk, yetersizlik ve çaresizlik hisleri. Somatik belirtiler; taşikardi, çarpıntı, terleme, tremor, iştahsızlık, nefes darlığı, hiperventilasyon. Klinik Sınıflandırma • Jeneralize anksiyete • Panik bozukluk • Obsesif-kompulsif bozukluk • Fobiler • Posttravmatik stres bozukluğu Anksiyolitik Etki: Zihinsel ve psikomotor aktiviteyi normalin altına düşürmeden, anksiyete halini ve onunla seyreden psikomotor aktiviteyi gidermek. Hipnosedatif ilaçlar da bu etkiyi yaparlar. Anksiyolitik ilaçlar; sedatif-Hipnotiklerden tam olarak ayrılamazlar. Çoğu anksiyolitik ilaç farklı derecelerde sedasyon yaparlar. İyi bir anksiyolitik ilaç, sedasyon yapmayandır. İlaçlar: 1. Benzodiazepinler: Uzun etkili: Diazepam, klordiazepoksit, flurazepam Kısa etkili: Alprazolam, lorazepam, oksazepam • • • • • • • • Etkilerini GABAA-klorür kanal kompleksindeki selektif bağlanma noktalarında gösterir. BDZ’ler; GABA etkisini potansiyalize ederler. Klor kanallarının açılma sıklığını yani klora geçirgenliği artırırlar. Hücre’yi hiperpolarize eder ve uyarılma zorlaşır. GABAA/BDZ rec’inin anksiyete oluşmasında yeri vardır. BDZ reseptörlerinin ters agonisti maddeler anksiyeteye neden olmaktadırlar. Seratonerjik, noradrenerjik sistemlerin de anksiyetede yerleri vardır. Pentilentetrazol; insanda deneysel anksiyete oluşturur. Bunu pikrotoksin bağlanma yerlerini aktive ederek yapar. BDZ’ler güvenli sedatif hipnotik ve anksiyolitik ilaçlardır. Sedatif etkilerine karşı tolerans gelişir. Akut anksiyetede, panik bozukluklarda, jeneralize anksiyetede ve posttravmatik stres bozukluklarında kullanılırlar. Nevrotik ve obsesif durumlarda pek kullanılmazlar. 4-6 hafta kullanımda bağımlılık oluşabilir. Bu süre sonrasında birden kesilirse rebound anksiyete görülebilir. ALPRAZOLAM (Xanax®) Antidepresan etkisi de olan orta etkili bir BDZ’dir. Panik nöbet profilaksisi için kullanılır. 14 2. Atipik benzodiazepin reseptör agonistleri: ZOPLİKON: Hafif bağımlılık potansiyeli vardır. Kesilmesinde rebound anksiyete görülebilir. Genelde anksiyolitik amaçla kullanılmaz ABEKARNİL, BRETOZANİL, İMİDAZENİL: Parsiyel agonist etkilidirler. 3. Buspiron: • Beyindeki 5HT1A rec’lerinin parsiyel agonistidir. Anksiyetenin somatik semptomlarda BDZ’lerden daha az etkili ancak öfke gibi semptomlarda daha etkili. • Jeneralize anksiyetede BDZlere eş etkinlik gösterir. • Etki 1-3 haftada başlar, antikonvülsan ve SEKG etkisi yoktur. • Sedasyon ve amnezi yapmaz, tolerans ve bağımlılık potansiyeli yoktur. • Etki mekanizması ve etki yeri BDZ’lerden farklı olduğundan çapraz tolerans yok. • Metabolizması kısmen KC’dedir, bir kısmı değişmeden böbrekten atılır. • YT: Bulantı, başağrısı, sinirlilik, vertigo, heyecanlanma. 4. Nöroleptikler: Düşük dozda anksiyolitik etkilidirler. Etki güçleri BDZ’lerden daha zayıftır. Yan tesirleri daha fazladır. 5. β-Blokörler: Ör: PROPRANOLOL. Somatik belirtilerde (taşikardi, hiperventilasyon, tremor) daha etkili. Emosyonel (psikolojik belirtilerde etkisiz. BDZ ile kombine halde kullanılabilir. 6. Antidepresanlar: İMİPRAMİN: Panik bozukluk, obsesif bozukluk, depresif semptomlarda etkili KLOMİPRAMİN: Obsesif-Kompulsif bozukluklarda en değerli ilaç. MAO İnhibitörleri: Agarofobili panik reaksiyonlarda etkin. ÖR: FENELZİN KLONİDİN: α-2 rec aktivatörü. Nor-Adrenerjik aşırımı zayıflatır, β-blokör benzeri etkilidirler. Anksiyetenin somatik semptomlarında etkilidirler. 15 NÖROLEPTİKLER Şizofreni ve bazı psikozların tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Şizofreni: Delüzyonlar, halüsinasyonlar, düşünme bozukluğu, konuşma bozukluğu, anormal davranışlar ile seyreden bir psikozdur. Kişi sosyal ilişkilerden çekinen apatik bir durumdadır. Nedeni: Mezolimbik dopaminerjik nöronların hiperaktivitesi olduğu düşünülüyor. Kalıtımın da etkisi vardır. Neden olarak dopaminden başka glutamat, NA ve 5HT hipotezleri de var Nöroleptik ilaçlar, temel düşünme bozukluğunu düzeltmezler ancak hastanın kendisine destek olan bir çevrede rahatça yaşamasını sağlarlar. Nöroleptik ilaçların etkileri: • Beyinde dopamin turn-over’ini artırırlar • Dopamin agonisti “Apomorfin”in etkilerini geri çevirirler. • Dopaminin, dopaminerjik nöronlardaki etkilerini bloke ederler. • Beyin membranına dopamin bağlanmasını inhibe ederler. • Etkileri, dopamin sentezi inhibitörleri (α-metil-p-tirozin) ile artar. Etki Mekanizmaları: • Limbik sistemde, temporal ve frontal lobda D2 ve D3 postsinaptik rec blokajıyla, • Atipik nöroleptikler D4 recleri bloke eder. • Yan etkileri dopaminerjik gangliyonlarda D2 blokajıyla olur. Nöroleptik ilaçlar, BRBT veya diğer SSS depresanları gibi motor inkoordinasyon, bellek, muhakeme fonksiyonlarını etkilemez. Aşırı bir sedasyon yapmaksızın hareketlerde yavaşlama, heyecansızlık, tepkisizlik, umursamazlık yaparlar Bilinci bulandırmaz, agresifliği azaltırlar. İlaçlar: I. FENOTİYAZİN TÜREVLERİ En eski ilaçlardır, α1, 5HT2, H1, Mn, Mm, reclerde etkileri vardır 1. Alifatik Fenotiyazinler KLORPROMAZİN: Prototip ilaç, Sedatif etkisi var, motor inkoordinayson yok. Uzun süreli kullanımda sedasyona tolerans gelişir. Narkotik analjeziklerin ve hipnotik ilaçların yaptığı sedasyon ve hipnozu artırır Genel anesteziklerin depresan etkisini artırırlar. Amfetamin, kokain gibi psikomimetiklerin öfori, halüsinasyon etkisini kaldırır. Bulantı-Kusmayı önler. Epilepside Kontrendikedir. Hipertermi-Aritmi yapabilir. (α-Blokaj) 16 Farmakokinetiği: Absorbsiyonu % 30civarında, Plazma Proteinlerine Bağlanma: Yüksek (%98) Metabolizma: KC, IB (ayrıca enterohepatik siklusa girer) Plazma yarı ömrü: 30 saat. 2. Piperidinli Fenotiyazinler TİORİDAZİN: Ekstrapiramidal yan tesirleri En Az olan fenotiyazin Güçlü antikolinerjik etkisi var Kardiyotoksik yan tesirleri En Fazla Ejakülasyonu fazlaca inhibe eder. Yüksek dozda pigmenter retinopati yapar. 3. Piperidinli Fenotiyazinler FLUFENAZİN: Gravimetrik etki gücü en yüksek olan fenotiyazin. Ekstrapiramidal yan tesirleri fazla Sedatif etkisi en düşük fenotiyazin Doz: 2,5-10 mg yükleme, 1-3mg/gün idame Diğer üyeler: Triflupenazin, Perfenazin, Proklorpenazin, Asetofenazin, Korfenazin. II. YAPICA FENOTİYAZİNLERE BENZEYEN İLAÇLAR Tiyoksanten ve dibenzoksazepin halkası içerirler. Etki Mekanizmaları Fenotiyazinler gibi D2 blokajı şeklindedir. Ancak fenotiyazinlerden daha fazla D1 blokajı yaparlar. ZULOPENTİKSOL: Tiyoksanten türevi ilaç LOKSAPİN: Dibenzoksazepin türevi. Farmakolojik etkisi klorpromazine benzer. KLORPROTİKSEN: Tiyoksanten türevi. Sedasyon yapar. Anti emetik etkisi var. α-adrenerjik, Kolinerjik ve histaminik reseptörleri de etkiler. III. BÜTİROFENONLAR: D1, D2 ve az da olsa α rec blokajı yaparlar. Antikolinerjik etkileri yok α-adrenerjik bloke edici etki az Sedatif etki fenotiyazinlerden az Antiemetik etkileri belirgin HALOPERİDOL: IM olarak daha etkili (BY düşük) t ½: 12-22 saat MELPERON: Tardif diskinezi yapmaz. Beyinde 5HT1A blokajı yapar. t ½: 3-8 saat. 17 IV. DİĞER NÖROLEPTİKLER 1. Tipik Nöroleptikler: PİMOZİD: Dopamin reclerini, NA reclerinden daha fazlabloke eder. Fenotiyazinlere göre daha az sedasyon ve ekstrapiramidal yan tesiri var. Kalsiyum antagonisti etkisi de var. KLOZAPİN’den sonra ikinci en değerli ilaç Parenteral olarak kullanılmaz, t ½: 53 saat. SÜLPİRİD: D2’ye yüksek afinite gösterir, D3 ve D4’e afinitesi düşüktür. α, 5HT2, H1, Nikotinik ve Muskarinik recler ile D1’e afinitesi yok. Antiotistik ve antidepresan etkileri de var. Otonom yan tesirleri çok düşük. Nadiren tardif diskinezi yapar. 2. Atipik Nöroleptikler: α ve kolinerjik etki azaltılmış, ekstrapiramidal YT daha az. Antipsikotik ve anksiyolitik etki yüksek, tardif diskinezi riski düşük. D2 blokaj azaltılmış,5HT2 blokaj artırılmış. KLOZAPİN: Parkinsonizm, tardif diskinezi yapmaz, hipertermi yapabilir. D2’ye ek olarak güçlü D3 ve D4 blokajı yapar. α2, 5HT2, H3 ve muskarinik rec blokör etkisi yüksek. RİSPERİDON: 5HT2 blokajı > D2 blokajı. Klozapinden farkı, D1 blokajı yapmamasıdır. OLANZAPİN: D4, 5HT2, M1, α, H1, blokaj yapar (klozapin gibi). Nöroleptiklerin Yan Tesirleri: 1. Ekstrapiramidal Yan Tesirler: Bazal gangliyon D2 rec blokajına bağlı. Antikolinerjik etki düşükse görülür. (LOKSAPİN, MOLİNDON). Bu Etkiler: Akatisya, Akut Distonik reaksiyonlar, Parkinsonizm ve Tardif diskinezi olarak sıralanabilir. 2. Sedasyon: Alifatik, piperidinli fenotiyazinlerde ve Loksapinde görülür. Nonspesifik SSS depresan etkiye bağlıdır. Genellikle tolerans gelişir. 3. Otonomik Yan Tesirler: Alifatik ve piperidinli FTZ, Klozapin, Klorprotiksen 4. Seksüel Disfonksiyon: Antidopamin etkiye bağlı Hiperprolaktinemi. 5. Nöroendokrin Yan Tesirler 6. Kilo Alma 7. Kesilme Sendromu 8. Hepatotoksik YT 18 9. Cilt Alerjileri 10. Hematolojik tablo bozuklukları 11. Toksik Psikoz 12. Konvülsiyon Eğilimi: Epilepside kontrendike 13. Kardiyotoksisite 14. Nöroleptik Malign Sendrom 15. Teratojenite Nöroleptiklerin Etkileşmeleri: Antiparkinson ilaçlarla Ekstrapiramidal YT azalır. Lityum tuzları antidopaminerjik etkiyi artırır. SSS depresanlarının etkilerini artırır. Guanetidin’in etkisini azaltır. Nöroleptiklerin Diğer Kullanımları: Psikotik reaksiyonlar Mani Alkol v.b. bağımlılarında yoksunluk sendromları Anksiyete Bulantı-Kusma Vertigo Preanestezik Medikasyon. 19 ANTİDEPRESAN ve ANTİMANİK İLAÇLAR Affektif (duygu-durum) hastalıklar ve manik-depresif (bipolar) hastalık durumunda kullanılan ilaçlardır. Etkilerini; SSS’deki monoaminlerin (mediyatör görevli olanlar) kinetiğini ve bunlara ait reseptörleri etkileyerek gösterirler. Majör depresyon: Ortak semptomları olan, farklı etiyolojilerden gelen bir sendrom. Reaktif depresyon: Non psikotik depresyondur. Depresyonda: Zevk alamama, ilgi duyamama, çaresizlik, ümitsizlik, yetersizlik, zihinsel konsantrasyon bozukluğu, bellekte zayıflama, kararsızlık, ruhsal ajitasyon, ağlamaya yatkınlık, genellikle iştahsızlık, yorgunluk, güçsüzlük, uykusuzluk, ölüm korkusu ve beraber ölüm arzusu gibi hallerden bir kısmı ya da tamamı görülebilir. Bipolar bozukluk: - Bipolar I bozukluk mani - Bipolar II bozukluk hipomani - Karma bipolar bozukluk mani ve depresyon birbirini izler, epidozlar en az 4 gün sürer. Mani: Öfori görüntüsü (keyifli, enerjili, aşırı neşeli, hiperaktif, sürekli fikir değiştiren, kendine aşırı güvenen, kendini büyük gören, uyku gereksinimi azalmış ama dinç) hakim olan epidozdur. ENDOJEN DEPRESYONUN NEDENLERİ: - Amin Hipotezi: Esasen 5HT ve NA’nın, kısmen Dopaminin (mono aminler) beyinde hipoaktif olması - Diğer Hipotezler: Seratonerjik ve noradrenerjik sistem dengesizliği ve bozukluğu. ANTİDEPRESANLARIN ETKİ MEKANİZMALARI: - Noradrenalin ve seratonin re-ubtake inhibisyonu. - NT salımının artırılması ve reseptör duyarlılığının değişmesi. (artış ya da azalış)) İlaçlar; Presinaptik ve postsinaptik reseptörleri birlikte duyarsızlaştırırlar ancak, presinaptik reseptör duyarlılığındaki azalma (5HT1A), postsinamptik reseptör duyarlılığındaki azalmadan (5HT2) daha fazladır ve net etki seratonerjik aşırımın güçlenmesi yönündedir. β Reseptörler: Down regülasyon. Seratonerjik ve nor-adrenerjik sistemler arası etkileşme var. α Reseptörler: Duyarlılık artar, postsinaptik α2 fonksiyonları bozulur. D Reseptörleri: Presinaptik D rec duyarsızlaşır, postsinamptik rec’lerin duyarlılığı artar. Dopaminerjik aşırım güçlenir. GABA ↑; Histamin ↓; TRH düzeyi ↑; GK rec duyarlılığı ↓; NMDA ↓ 20 İLAÇLAR: 1. Trisiklik Antidepresanlar (TCA) a. İmidobenzil trv: İmipramin, dasipramin, klomipramin, trimeprimin. b. Dehidroksibenzosikloheptan trv: Amiltriptilin, nortriptilin. c. Dipenzoksepin türevleri: Doksepin. d. İminostilbenzen türevleri: Opipramol e. Dibenzodiazepin türevleri: Dibenzepin Farmakokinetikleri: - Absorbsiyonları tam değil, yavaş. - Plazma proteinlerine bağlanma yaklaşık % 70 - Metabolizmaları, neredeyse tamamen Karaciğerde. Davranışsal Etkiler: - Normal Kişide: Sedasyon, uyuklama, konsantrasyon bzklğ, yorgunluk, vertigo. - Depresif hastalarda: Psişik stimülasyon, ruhsal durumda düzelme, öfori. - Antidepresan etki > 15 gün sonra görülür. Bu süreye kadar depresif hastalarda da normal kişilerdeki etkiler görülür. Kolinerjik sisteme etkileri: - Muskarinik rec blokajı yapar. (En fazla AMİLTRİPTİLİN). Bu etkiye karşı tolerans gelişir. Kardiyovasküler sisteme etki: - Ortostatik hipotansiyon, ↑ dozda aritmi. Analjezik Etki: - KLOMİPRAMİN, AMİLTRİPTİLİN intrinsik analjezik. Morfinle farmakolojik etkileşme ile analjezik etkisini artırır. (Kanser ağrılarında yardımcı). Solunuma Etki: - ↑ dozlarda solunumu deprese eder. Diğer Etkiler: Alerjik durumlar, kardiyak bozukluklar, erkeklerde seksüel disfonksiyon, nörolojik, psişik, antikolinerjik bozukluklar. Tolerans: Terapotik etkiye karşı nadiren tolerans gelişir. Antikolinerjik etkiye karşı genellikle tolerans gelişimi vardır. Kesilme sendromu: Zayıf fiziksel bağımlılık yapar. Kolinerjik kesilme sendromu ağır olabilir. Doz 4 hafta içinde azaltılarak kesilmelidir. 21 Etkileşimler: - MAO inhibitörleri ile birlikte kullanılmamalı. - BRBT, sigara gibi enzim indükleyicilerle beraber kullanıldıklarında etkileri azalır. - TCA’lar hipnosedatiflerin SSS depresan etkilerini potansiyalize eder. - Alkolün etkisini şiddetlendirirler. Kontrendikasyonları: - Kalp hastalıkları, Glakom, İdrar retansiyonu, Prostat hipertrofisi, KC yetmezliği, Hipertansiyon, Epilepsi, Alkolizm. İMİPRAMİN(Tornafril®): Prototip ilaç. 5HT, NA reubtake inhibitörü. CYP-1A2 ve CYP3A4 ile etkin şekli olan DESİPRAMİN’e dönüşür. DESİPRAMİN: NA reubtake’sini çok güçlü inhibe eder. Sedatif ve antikolinerjik etkileri ↓. KLOMİPRAMİN(Anafranil®): 5HT reubtake inh. >> NA reubtake inh. AMİLTRİPTİLİN (Larokxyl®): NORTRİPTİLİN’e dönüşerek etki gösterir. NORTRİPTİLİN: NA reubtake inhibitörü, antikolinerjik etki ↓. PROTRİPTİLİN: NA Reubtake çok güçlü bloke eder. (diğeri desipramin) 2. Non-Trisiklik Antidepresanlar (nTCA) SSRI, ikinci kuşak antidepresanlar olarak ta bilinirler. Depresyondan başka obsesyon ve panik bozukluklarda da kullanılırlar. Yan etkileri minimize edilmiştir, iştah azalması yaparlar. MAO inhibitörleri ile birlikte kullanılmamalı Aşırı seratonerjik etki ortaya çıkar. FLUOKSETİN (Prozac®): Amfetamine benzer, psikomimetik (psikostimülan). t1/2 en uzun. KC’de norfluoksetine dönüşür (etkin form). KC enzimlerini inhibe eder. (2D6 ve 2C9). Oral absorbsiyonu yavaş, PPB: % 94. Vücutta birikebilir. Uyuşukluk, terleme, ağız kuruluğu, diyare, kilo kaybı görülebilir. SERTALİN (Lustral®): KC’de N-demetilasyonla etkin metabolitine dönüşür. Kendisi de etkilidir. t1/2 daha kısa. KC enzimlerini etkilemez. YT: GI etkiler. PAROKSETİN (Seroxat®, Paxil®): Fluoksetin’e benzer ancak t1/2 çok kısa. Ayrıca ekstrapiramidal yan tesirleri var. FLUVOKSAMİN: Teofilin, aminofilin ve kafeinle birlikte kullanılmaz. 3. Mono Amin Oksidaz İnhibitörleri (MAO inh) MAO, mitokondriyal bir enzimdir. Noradrenerjik, seratonerjik, dopaminerjik sinir uçlarında, Akciğerde, Karaciğerde ve barsaklarda vardır. Nörotransmitter aminlerin oksidatif deaminasyonundan sorumludur. 22 İki alt tipi vardır: - MAOA: Seratonin ve adrenaline afinitesi yüksek. İnhibitörü MAKLOBEMİD. - MAOB: Non-Polar aminlere afinitesi yüksek. İnhibitörü SELEJİLİN. Farmakolojik etkileri: - Sedasyon yapmaz, iştahı artırır, Psikostimülan etkilidir. - Majör Depresyonda pek kullanılmaz, Atipik depresyonda kullanılır. - Narkoleptik etkili (Uyku kalitesini azaltır) - Depresyondaki uyku bozukluğunu kısaltır. - Kardiyovasküler sistemde sempatolitik. Toksikasyon: Ajitasyon, halüsinasyon, hiperreflexi, konvülsiyon, Hipertansiyon/Hipotabsiyon. Yan Tesirleri: Hepatit, Aşırı eksitasyon, yorgunluk, ağız kuruluğu, işitme zorluğu, görmede bulanıklık, ejakülasyon bozukluğu. Gebelikte kontrendike. MAKLOBEMİD: Blokaj reversibl’dir. Biyoyararlanımı düşük. KC bozukluğunda dikkatli kullanılmalı. Etki süresi kısadır. Etki 10 günde başlar. MAO inhibitörü ilaçlar, Tiramin gibi feniletilaminlerin yıkımını da bozarlar. Peynir (↑ oranda tiramin) alındığında mortal hipertansif kriz ortaya çıkabilir. 4. Lityum: - Bipolar hastalıkta en etkili ilaç Manik epidozları önler (antimanik) Sedatif ve narkotik etkisi yok. EM: Dopaminerjik fonksiyonu ↓, seratonerjik etkinliği ↑, fosfataz enzimini inhibe eder. Adrenerjik recleri etkiler, Kolinerjik etkinliği ↑, Nöron elektrolit mtb etkiler. FK: BY % 100, PPB Ø, Eliminasyon Glomerüler Filtrasyonla. YT: Güvenlik indeksi dar, Nöropsikiyatrik yan tesirleri fazla, Kronik intoksikasyonda tiroid bozukluğu yapar, TSH düzeyi ↑. 5. Diğer İlaçlar: - KARBAMAZEPİN: Lityumun alternatifi, EM bilinmiyor, (NA salımını ↑) ? NÖROLEPTİKLER: Haloperidol, flupentiksol. Akut tedavide IV uygulanır. Profilakside kullanılır. Antidepresan etkisi de var. Li ile birlikte kullanılabilir. ALPRAZOLAM: Anksiyolitik etkili, güçlü antidepresan. Antimanik etki Ø. Panik bozukluklarda da kullanılır. VERAPAMİL: Ca++ kanal blokörü. Manide etkili. L-TRİPTOFAN: Seratonin prekürsörü, KBB’i geçebilir. Tedaviye dirençli depresyonda kullanılır. 23 6. Elektrokonvülsif Tedavi (EKT): İlaca dayanıksız, intihar eğilimli, yaşlı, psikotik belirtileri yoğun hastalarda tercih edilir. TCA ve MAOi’e benzer etkiler. Depresyonun Klinik Farmakolojisi: Majör Depresyonda: SSRI, TCA, EKT, belki Li ve Karbamazepin. Bipolar Bozuklukta: Li, Li+Klasik antidepresan, Li+MAOi+EKT/Karbamazepin. Distimik Bozukluk: TCA Siklotimik Bozukluk (maninin hafif hali): Li Kronik Yorgunluk Sendromu: ↓ doz antidepresan. 24 MADDE BAĞIMLILIĞI İlaç Suiistimali: İlacın endikasyon dışı, gereksiz yere, yetkisiz kişilerin tavsiyesiyle kullanılmasıdır. Madde bağımlılığı açısından ilaç suiistimali; belirli psikoaktif (psikotrop) ilaçların yaptıkları öforik etkileri nedeniyle tıbbi bakımdan gereksiz yere, kişinin kendi insiyatifiyle kullanmasıdır. İlaç niteliğinde olmayan psikoaktif maddeler de suiistimal edilebilir (tiner vb.) Bağımlılığa Yol Açan Etkenler: 1- İlacın pekiştiri yapması: a. Pozitif Pekiştiri: İlacı almakla kendisinde oluşacak etkilere özlem duyma. Örneğin keyif, öfori. Madde arayışı vardır. Beyinde ilacın etki gösterme hızı pozitif pekiştiriyi artırır. b. Negatif Pekiştiri: İlacı alamama neticesinde oluşabilecek istemediği kötü etkilerden kaçınma. (keyif düşüşü, yoksunluk sendromları vb.) Yoksunluk Sendromu: SSS’de, depresan maddenin kesilmesiyle ortaya çıkan semptomlardır. 2- Yatkınlık: a. Kişilik yapısı b. Genetik polimorfizm: Alkol suistimalinde etkili. c. Alışkanlıklar. 3- Çevresel Etkenler: a. Kültürel Ortam: Batıda alkol günlük hayatın bir parçası. Alkol ve sigara toplumca onanan maddelerdir. Güney Amerika’da kokain, kültürün bir parçası. b. Maddeyi Bulma Olanağı: Sosyal çevreyle ilişkilidir. Psişik Bağımlılık: Psikolojik karakterli bağımlılıktır. Bağımlılıkta temel öğedir. Pozitif pekiştiriye katkı sağlar. Bireysel değişkenlik gösterir. - İlaç almaya devam etme arzusu, özlem, arayış, stoklama, iradenin kontrolü kalkar. Opiadlar (Morfin, Kodein, Eroin) ve sigara güçlü psişik bağımlılık yapar. Fiziksel Bağımlılık: - Fizyolojik bağımlılık var - Negatif pekiştiricilerle pekişir. - Psişik bağımlılık ta olmalıdır. (BDZ ve Nalorfin ve Morfin hariç. Bunlarda uzun süreli kullanımda ve morfinde tıbbi amaçlı kullanımda psişik bağımlılık olmaksızın fiziksel bağımlılık gelişir.) - Bireysel değişkenlik nadiren görülür. - Maddeye adapte olmuş fizyolojik sistemlerde maddeden uzaklaşılmasıyla koordinasyon sorunları çıkar. (Beyindeki recler, rec kenetli mekanizmalar, posteriör olay zinciri…) - Madde; reseptör üzerinde antagonist etkili ve karşı adaptasyon (kontradaptasyon) gelişmiştir. - Kontradaptasyonla homeostaz sağlanmıştır. 25 • Kesilme Sendromu: İlaç kesilmesi ya da antagonist uygulanması Agonist etkinin azalması Gizli karşı adaptasyon mekanizmasının aşırı hale gelmesi Rebound olayı. • Fiziksel bağımlılık derecesini etkileyen faktörler: Doz, Kullanım süresi, Kullanım sıklığı, Yoksunluk sendromunun şiddeti. Tolerans: Yinelenen dozlarda alındığında, baştaki dozun etkisinin giderek azalması ve/veya süresinin kısalması. SONUÇ Doz artırılır. • • • • • Doğal Tolerans: Genetik polimorfizm vb. Kazanılmış Tolerans: Metabolizma’nın hızlanması. Farmakokinetik Dağılım hacminin artması. tolerans Reseptör sayısının değişmesi. Farmakdinamik tolerans Reseptör duyarlılığının azalması Akut Tolerans: Kokain dozu, birkaç saat içinde tekrarlanırsa tolerans görülür. Ters Tolerans: Kokain dozu, 12-24 saat içinde tekrarlanırsa, etki güçlenir. Çapraz Tolerans: BDZ’lerin kendi aralarında gösterdiği tolerans gibi. Çapraz Bağımlılık: Aynı ya da farklı farmakolojik gruplardaki ilaçların, birbirlerinin neden olduğu yoksunluk sendromlarını gidermesi, birbiri yerine kullanılabilmesi. Alkol Barbitürat Morfin Metadon Bağımlılık Tipleri Morfin Tipi Bağımlılık: Eroin, en kuvvetli morfin tipi bağımlılık yapıcı madde. Güçlü psişik bağımlılık var Fiziksel bağımlılık ta vardır ve erken başlar. Kısmi tolerans gelişir. Alkol Tipi Bağımlılık (≈Alkolizm): Barbitürat vb hipnosedatiflerla çapraz bağımlılık Tolerans gelişimi var Kişi, normalin üzerinde alkol kullanır Stoklama davranışı vardır Psişik bağımlılık kişiler arası farklılık gösterir. Fiziksel bağımlılık uzun süreli ve yüksek miktar tüketimle geç gelişir. Bağımlılarda psikotoksik belirtiler ve Alkol-İlaç etkileşimine bağlı zehirlenmeler sıklıkla rastlanan vakalardır. 26 Barbitürat Tipi Bağımlılık: Barbitüratlar, Benzodiazepinler vb hipnosedatiflerde görülür. Kısa ve orta etki sürelilerde bağımlılık daha fazla. Öfori ve sedasyona tolerans gelişir. ↑ psişik bağımlılık görülür ↑ fiziksel bağımlılık görülür. Yoksunluk sendromları belirgin. Tolerans, farmakodinamik ve farmakokinetik (enzim indüksiyonu) tarzda. Tedavisinde uzun etki süreli barbitüratlar kullanılır. Tütün Tipi Bağımlılık: Sorumlu Madde Nikotin (psikostimülan etkili) Güçlü psişik bağımlılık var (geç gelişir, alınan miktara bağlıdır) Fiziksel bağımlılık görülür (Yoksunluk sendromları var) Nikotinin bulantı, kusma, baş dönmesi etkilerine hızla tolerans gelişir. Psikostimülan tesirlerine zayıf kısmi farmakokinetik tolerans gelişir. Güçlü özlem uyandırır, bırakınca yeniden başlama oranı ↑. Tütün: Psikotoksik etkisi Ø. Sigaradaki miktarla akut toksik etkisi gelişmez. Zarardan sorumlu madde nikotin değildir. Bağımlılarda enzim indüksiyonu oluşmuştur. Amfetamin Tipi Bağımlılık: Amfetamin: Psikostimülan madde, Etki Mekanizması Dopaminerjik Etkinliği ↑. Uzun süren öforik hal (kokainden uzun). Değişik oranda psişik bağımlılık. Zayıf fiziksel bağımlılık. Psikotoksik etkiye tolerans gelişmez. Yüksek dozda paranoid tablo yapar. Yoksunluk sendromu uzun sürer. Kokain Tipi Bağımlılık: SSS’de dopaminerjik etkinliği artırır. Veriliş yeri (beyne gidiş hızı) öforiyi ve bağımlılık derecesini etkiler. Çok kuvvetli psişik bağımlılık yapar. Amfetaminle arasında çapraz bağımlılık yoktur. Uzun süre ya da yüksek doz kullanımda fiziksel bağımlılık gelişir. Öforik etkisine karşı hızla kısmi tolerans gelişir. Santral etkilerine karşı ters tolerans gelişir. Güvenlik indeksi düşüktür. Gebeliğin birinci trimestrında düşüğe neden olur. Esrar Tipi Bağımlılık: Sorumlu madde ∆-9-tetrahidrokannabiol (∆-9-THC)’dir. Psikotrop (uyuşukluk, öfori, iştah artışı, analjezi) etkileri var. Psikolojik bağımlılık değişken Fiziksel bağımlılık ≈ Ø. Tolerans gelişimi ≈ Ø. Psikozlara ve toksik deliryumlara neden olabilir. Akademik performansı düşürür. 27 Halüsinojen (LSD) Tipi Bağımlılık: Hafif ya da orta şiddette psişik bağımlılık. Fiziksel bağımlılık: Ø. Tolerans, hızla ve şiddetli bir şekilde ortaya çıkar. LSD, en güçlü halisünojen madde. Beyin yıkama gibi amaçlarla kullanılmıştır. Diğer Halüsinojen: FENSİKLİDİN Khat Tipi Bağımlılık: Amfetamin benzeri (Öfori, hiperaktivite, konuşkanlık) Hafif psikostimülan etki. Fiziksel bağımlılık: Ø, Tolerans gelişimi: Ø. Orta derecede psikolojik bağımlılık yapar. Uçucu Solvent Tipi Bağımlılık: İnhalasyon anestezikleri, Petrol ürünleri, Toluen, Zamk, Tiner, LPG… Alkolizm benzeri öfori ve gevşeme. Çapraz tolerans ? Psişik bağımlılık az, Fiziksel bağımlılık: Ø. Solunum depresyonu ölümcül olabilir. Kanserojendirler. Bağımlılığın Kişisel ve Sosyal Zararları: Kişisel Zararlar: • Kaza ihtimali ↑, • Hijyen bozulur, • Ortak şırınga kullanımı riskleri, • Ekonomik kayıplar. Sosyal Zararlar: • Sosyoekonomik yük, • Suça yönelme, • İradeyi maddeye terk etme • Yasa dışı yollara gidiş. 28 NON-STEROİDAL ANTİENFLAMATUVAR İLAÇLAR (Narkotik Olmayan Analjezikler – NSAII) - Periferik etkileriyle enflamasyon ve ağrıyı giderirler. Antienflamatuvar etkileri glukokortikoidlere (fosfolipaz inhibitörleri) göre azdır. Analjezik etkileri Narkotik Analjeziklere göre (opiadlar) azdır Bilinç bulanıklığı ve bağımlılık yapmazlar. Antipiretik etkileri de var. Bu ilaçlar: - Baş, diş, eklem, kas ağrılarında etkilidirler. - Düz kas, enfarktüs, yanık, kırık gibi kemik ağrılarında kullanılmazlar. 3 ana etki: Analjezik, antienflamatuvar, antipirepik. Etki Mekanizmaları: Yukarıdaki üç etkiyi araşidonik asitten Prostoglandinlerin oluşumunu katalizleyen SikloOksijenaz – COX1 - COX2) enzimini inhibe ederek sağlarlar. Prostoglandinlerin ağrıdaki rolleri: Prostasiklin ve prostaglandinler (PGE2), hiperaljezik ağrı mediyatörleridir. Ayrıca histamin, 5HT, bradikinin, anjiotensin, P maddesi ağrıya aracılık eden diğer maddelerdir. Prostoglandinlerin, hücre ikinci ulağı olan “Adenilat Siklaz”ı aktive ederek, cAMP düzeyini artırmak suretiyle ağrıya neden ldukları sanılmaktadır. Prostaglandinlerin ateşteki rolleri: Bakteriyel toksinlerin iltihap hücrelerini uyarması sonucu interlökinler (IL1-IL8) salıverilir. Bu salınan IL’ler, PG aracılığıyla hipotalamusun termoregülatör merkezini etkileyerek duyarlılığını düşürürler. Hipotalamus kontrollü ateş yükselmesi bu şekilde olur. *Antipiretikler, yükselmiş tempratür’ü normale döndürürler. Normal seyreden vücut ısısını etkilemezler. Prostoglandinlerin enflamasyondaki rolleri: Enflamasyon dokunun hasarlı kısmını ve çevresini izole etmek ya da yok etmek için vücudun oluşturduğu bir savunma mekanizmasıdır. Göstergeleri (5 kardinal): Rubor (=kızarma), Tumor (=şişme), Kalor (=ısı artışı), Dolor (=ağrı), Functio Lease (=fonksiyon kaybı)’dir. Enflamasyon nedenleri, radyasyon, aşırı ısı, Mikroorganizmalar, Mekanik travma vb. Bahsedilen nedenlerle dokusal endotel faktör (membran fosfolipidleri) ortama dağıldığında, bunlar fosfolipaz enzimi ile araşidonik asite (AA)dönüşür. AA ise, COX’lar yardımıyla PG’lere (prostasiklin, tromboksan)dönüşür. *Antienflamatuvar etkide PG sentez inhibisyonu haricicinde mekanizmalar da vardır. a- Süpresör T lenfositleri stimüle ederek “hepler T lenfositler”in IL-1 salımını inhibe etme. b- Monosit ve makrofajlardan IL-1, IL-6, TNF-α, TNF-γ salımını azaltma. c- Polimorfonükleer lökositlede integrin etkinliğindeki artışı inhibe etme. 29 NSAII’nın Diğer Etkileri: Reaktif oksijen radikallerinin oluşumunu azaltırlar. Asidik yapıda olduklarından iltihap bölgesine afinite gösterirler. COX1 inhibisyonu ile: GI, böbrek, trombositler üzerine etki gösterirler. COX2 inhibisynu ile: Antienflamatuvar etki gösterirler. İLAÇLAR: 1. Salisilatlar • Aspirin: Yalnız oral kullanılır Toksisitesi düşüktür, Antipiretik etkisi vardır COX’ların her ikisini de irreversible inhibe eder, COX-1’e etki > COX-2 Romatik ateş ve artritte ↑ etkinlik gösterir. Trombositlerdeki COX’u asetilleyerek antitrombosit etki gösterir. Sodyum salisilatta antiagregan etki yok. Farmakokinetikleri: tmax = 20 d. PPB > % 90 LD50 = 20 g Mtb: Böbrek (doyurulabilir) Kullanılış: 75-325 mg Antitrombosit 500-750mg Analjezik (4 x 1 ila 6 x 1) > 1200 mg Migrende > 2000 mg Romatizmada. Salisilatların Yan Tesirleri: GI kanal iritasyonu: Kanama yapabilir, ülserojeniktir. (akut ülserde kontrendikedir. Bu etki, midede PGI2 ve PGE2 inh’e bağlı. GI yanetkileri önlemek için H2 blokör (ör: RANİTİDİN), H+ pompası inhibitörü (ör: LANSOPRAZOL) ve PGE1 analoğu (MİSOPROSTOL) ile birlikte kullanılabilir. Kanama ve hemopoetik sisteme etkileri: Kanama zamanını uzatabilirler, heparin ve oral antikoagülanların etkilerini potansiyalize eder. Ancak tehlikeli kanama oluşturmazlar. ↑ dozlarda kanın fibrinolitik etkisini artırırlar (yara iyileşmesi gecikir). Alerjik Reaksiyonlar: PGE2 inhibisyonu ile olur. Astım Nöbeti veya ürtiker veya Anjiyonörotik ödem şeklinde kendini gösterir. Solunum: Solunum merkezini uyarır, hiperventilasyona neden olur. Bunun sonucu Alkaloz görülür. Daha yüksek dozlarda solunum merkezini deprede ederek Asidoza neden olur. Salisilizm: ↑ dozda alındığında görülen tablo. Başağrısı, baş dönmesi, uyuşukluk, görme bulanıklığı, işitme kaybı, kulak çınlaması hiperventilasyon, bulantı ve kusma en tipik belirtileridir. Tedavisinde semptomlar üzerine gidilir ve dializ uygulanır. Ürik asit, glukoz metabolizması: Glisemiyi ↓, ürik asit itrahını ↑. 30 Hepatotoksik etki: Çocuklarda daha belirgindir. Reye Sendromuna (yağlı Karaciğer dejenerasyonuna eşlik eden ensefalit) neden olabilir. Antinatriüretik etki: Su ve Sodyum tutulmasına neden olur (PGE2den dolayı) Diüretiklerin etkinliklerini azaltır (sulindak hariç) Gebelikte kullanımı: Aspirin, gebelikte uzun süre kullanılmamalıdır. Doğumdan bir hafta önce NSAII kullanımı kesilmeli. Laktasyonda Kullanımı: Süte geçer, t1/2kısa ve metaboliti inaktif. Emzirmede İBUPROFEN, FLURBİPROFEN, DİKLOFENAK uygun. 2. Para Amino Fenol türevleri • Parasetamol: Analjezik etki: ↑, Antipiretik etki: ↑, Antienflamatuvar etki: Ø. Antitrombosit etki: Ø Metabolizması, KC’de glukronidasyon ve sülfatasyonla. Toksisitesi ↑ dozda letal. İrreversible KC nekrozu yapar. Tedavisinde 300 mg/kg dozda N-AsetilSistein, L-Metiyonin ya da Sisteinamin kullanılır. 3. Pirazolon türevleri • Propifenazon, Metamizol, Fenilbütazon Analjezik, antienflamatuvar ve antipiretik etkileri var. 4. Fenilpropanoik asit türevleri • Naproksen, ibuprfen, flurbiprofen, benbufen İbuprofende de antitrombosit etki var, diğer etkileri grubun öteki üyelerinden daha zayıf. Aspirin ile birlikte verilmemeli, (GIS YT’ler ↑) En uzun etkili grup üyesi NAPROKSEN (artritte vs kullanılır.) GI yan tesirleri en sık görülen NSAII grubu. 5. Fenilasetik asit türevleri Diklofenak: Yarı ömrü kısa, GIS YT’ler ↓. Nabumeton: Artitte kullanılır (1 x 1000 mg), Çocuklarda kullanılmaz. 6. İndolasetik asit türevleri • İndometazin, tolmetin, etodolak, Sulindak Sulindak: Na ve su tutulumu yapmaz. İndometazin: YT’leri ↑. Akut Gut Artritinde kullanılır. Etodolak: COX2 inhibisyonu yapar (COX1 inh ↓↓) 7. Mefenamik asit türevleri Etkinlik ↑, tolerabilite ↑, YT: Dispepsi, diyare. 31 8. Oksikamlar • Piroksikam, tenoksikam, Azoprazon, Metotrimeprazin t1/2 ↑, (tek doz alınır) Metotrimeprazin sadece analjezik. 9. Selektif COX-2 inhibitörleri • Meloksikam, Selekoksib, Refekoksib Yalnız, enflamasyon durumunda kullanılması gereken pahalı ilaçlardır. 32 ROMATOİD ARTİT ve GUT HASTALIĞI TEDAVİSİ Romatoid artrit: Kronik, enflamatuvar eklem hastalığı. Otoimün nedenlidir ve M tipi immünglobülin (IgM), Romatoid Faktör (RF) sisteminin sinovyal membrana çökmesiyle olur. Dejeneratif karakterli hastalıktır. Sinoviyal sıvı etkinliği ↓. Eklemlerde kaynama olur. Tedavide amaç eklemlerdeki hareket kısıtlılığını düzeltmek ve zamanla oluşan dejeneratif bozuklukları engellemektir. Antienflamtuvar analjezijler ve Anti-Artrik ilaçlar kullanılır. (DMARD’s) Antiinflamatuvar analjezikler: Yüksek doz aspirin, Diğer NSAII, Glukokortikoidler. DMARD’s: -Klorokin -Altın Bileşikleri -Siklosporin -Metotreksat -Azatioprin -Leflunomid -Minosiklin -TNF-α, IL-1β blokörleri -Anti B Hücresi antikoru -T hücresi akt. Blokörü İLAÇLAR: • KLOROKİN: Antiinflamatuvar etkili. Aspirin vs NSAII ile yanıt alınamazsa alternatif ilaç olarak kullanılır. Analjezik etki de var. Etkinlik 3-6 ayda çıkar. YT: Okuler toksisite 3-6 ayda bir göz içi muayenesi yapılmalı. Nöropsikiyatrik bozukluklar. Psöriyazis artritinde kontrendikedir. Çocuklarda YT’ler daha ciddi Çocuklarda kontrendike. • ALTIN BİLEŞİKLERİ: Monnükleer fagositlere ve retiküloendoteliyal hücrelere fagositozla girerek fonksiyonlarını bozarlar. Ig ve kan lenfosit düzeylerini düşürür. Altın, plazmada albümine bağlanır, Cmax’ta uzun süre tutulur. Erişkin jüvenil ve psöriyatik artritte kullanılır. YT: Hepatotoksisite, Nefrotoksisite, AC fibrozisi, GI etkiler Ağızda metalik tat, dermatit, mukoza iltihabı Anaflaktik reaksiyonlar, Kemik iliği depresyonu Altın intoksikasyonunda antidot – BAL (IV dimerkaprol). • PENİSİLAMİN: Yalnız yetişkinlerdeki artitte endike. Kolojen sentezini inhibe eder, oluşan kolajenin olgunlaşmasını ↓ (antikor sentez inh) imünosüpresif. Oral yoldan kullanılır, Etki Aylar sonra başlar. YT: Kemik iliği depresyonu, Nefrotik sendrom Otoimün sendromlar (M. Gravis vb) İlaç ateşi, Proteinüri, hematüri. 33 • SÜLFASALAZİN · Antibakteriyel, antiinflamatuvar. · Oral yolla 2000 mg dozunda alınır. · Penisilamin ve altın kadar etkili. · Yan tesir insidansı düşük. · Antienflamatuvar etki mekanizması bilinmiyor. · Makrositik anemi yapabilir. Gut: Ürik asit metabolizması bozukluğuyla ortaya çıkar (Metabolik Artrit) Kandaki ürik asit düzeyi artmıştır. Akut gut nöbetleri görülür. Kronik bir hastalıktır. Eklemlerde ve böbreklerde sodyum ürat birikintileri vardır. İdrar yollarında ürat taşları oluşur. Primer Gut: Herediter karakterli. Ürik asit sentezi yüksek, atılımı ise düşüktür. Sekonder Gut: a. Vücutta mükleotid yıkımında artış olan durumlarda (lösemi, myeloid metaplazi, polisitemi) b. Böbreklerde ürik asit itrahını azaltan ilaçlar nedeniyle (diüretikler) c. Hiperlaktikasitemi. d. Antineoplastik tedavi Gibi nedenlerle ortaya çıkar. KULLANILAN İLAÇLAR: KOLŞİSİN: Akut kullanılır, ürat metabolizmasını etkilemez, atılımını artırmaz. Gut’ta antienflamatuvar etki gösterir. (ürat kristallerinin fagositozunu ↓) Enterohepatik siklusa girer, Artritin tipini belirlemede etkin. YT: GIS etkiler, Yüksek dozda kan tablosu bozuklukları, Hipovolemi, Şok. ALLOPURİNOL: Ürik asit oluşumunu azaltır. Bunu ksantin oksidaz enzimini inhibe ederek yapar. Uzun etkili türevi OKSOPURİNOL’dür. YT: Cilt döküntüleri, hepatotoksisite, ilaç ateşi, Vaskülit, Lökopeni. PROPENESİD: Ürik asit atılımını artırır. Hiperürisemi durumunda akut Gut atağının profilaksisi için kullanılır. Proksimal tübülden salgılanır. YT: Ürat taşı olanlarda kontrendike, Cilt döküntüleri ve GIK’da tahriş yapabilir. *Ürigozürik ilaçlar bol suyla (3 L kadar) verilir. İtrah çok fazla ise, potasyum sitrat ile idrar asitleştirilir. NSAII: Salisilatlar kullanılmaz (üre metabolizmasını bozarlar) İNDOMETAZİN, NAPROKSEN, PİROKSİKAM, SULİNDAK, FENOPROFEN Osteoartrit: Eklem kıkırdağı ve kıkırdak altı kemik dokusunda dejenerasyon, sonrasında iltihap. ASPİRİN, İNDOMETAZİN, İmunosüpresif ilaçlar kullanılabilir. 34 Reiter Sendromu: Genç erişkinlerde görülür ASPİRİN, İNDOMETAZİN, DİKLOFENAK, NAPROKSEN, ALTIN kullanılır. Glukokortikoidler kullanılmaz. Romatik Ateş: Grup A streptokok anfeksiyonu sonrası görülen ateşli hastalık. Eklem, Beyin, Kalp, Kardit, Cilt altında iltihap. 4-18 yaş arası sık görülür. Standart tedavi: Aspirin ve sodyum salisilat’tır. Glukokortikoid eklenebilir. 35 NARKOTİK ANALJEZİKLER (Opioid Analjezikler) Narkoz: Sedasyondan komaya kadar değişen derinlikte yaygın SSS depresyonudur. Narkotik analjezikler analjezi yanı sıra SSS depresyonu da yaparlar, ancak analjezik etki yapılan SSS depresyonunun bir sonucu değildir. Analjezik özellik bakımından anesteziklere göre çok daha seçicidirler. NSAII’dan farkları: 1- Kullanan kişide az ya da çok bağımlılık yapma potansiyelleri vardır. 2- Analjezik etkilerini santral mekanizma ile gösterirler (Spinal mekanizma ve supraspinal mekanizma). Periferdeki ağrı yolaklarını etkilemezler. 3- Antienflamatuvar ve antipiretik etkileri yoktur. Akut Ağrı: Vücuttaki akut bir lezyona bağlı bir ağrıdır (Diş çekimi, kırık, yanık vb.). Nosiseptif karakterlidir. Lezyon ile ağrı arasındaki ilişki yer, zaman ve şiddet bakımından örtüşür, yani ağrının ortaya çıkma zamanı lezyonun oluşmasıyla aynı anda, hissedildiği yer lezyonun oluştuğu yer ve ağrı şiddeti lezyonun büyüklük veya şiddetiyle ilişkili. Kronik Ağrı: 3-6 ay kadar sürebilir. Bu da nosiseptif karakterlidir. Deafferasyon (ağrıyı beyne taşıyan liflerin işlevlerini görememesi) durumu oluşabilir. Tümörün sinire bası yapması gibi. Psikojenik Ağrı: Ağrıyı açıklayacak organik bir lezyon ya da patolojik bir durum yoktur ya da varolan lezyon-durum, ağrının şiddetiyle örtüşmemekte, aşırı şiddeti açıklayamamaktadır. Psikojenik ağrılar analjeziklere iyi yanıt vermezler, Antidepresanlarla daha iyi sonuçlar alınabilir. Yukarıdaki tiplere ek olarak trigeminal nevralji gibi aniden ortaya çıkan ve hastada intiharı akla getirebilecek kadar dahi şiddetli ağrıya neden olabilen durumlarda (bıçak saplanması şeklinde tarif edilebilir) KARBAMAZEPİN gibi antiepileptikler analjezik ilaçlara yardımcı olabilirler. ANALJEZİK KULLANIM İLKELERİ - Akut ya da kronik olsun, hafif ağrılarda kural olarak önce NSAII denenir. Orta ya da daha şiddetli ağrılarda NSAII’ya ek olarak zayıf etkili NA ilaçlarla (DEXTROPROFOKSİFEN) kombinasyon yapılabilir. NSAII ya da NSAII-NA kombinasyonunun yetersiz kaldığı vakalarda üçlü NA ilaçlar tercih edilir. 36 AĞRININ KOMPONENTLERİ 1- Kişi tarafından ağrının algılanması. 2- Kişinin ağrıya reaksiyon vermesi. Narkotik analjezik ilaçlar, kimi durumlarda kişinin ağrı eşiğini yükselterek ağrının algılanmasını azaltsalar da asıl olarak ağrıya karşı verilen reaksiyonu baskılarlar. Bu durumda kişi ağrıyı algılar, hisseder ancak aldırış etmez. NARKOTİK ANALJEZİKLERİN ETKİ MEKANİZMALARI Vücutta narkotik analjezik reseptörleri bulunmaktadır. Bu reseptörleri uyaran nöromediatör görevi yapan endojen ligantlar (endojen opioid peptitler = EOP) da mevcuttur. NA’ler EOPlerin aktive ettiği reseptörler üzerinde agonist etki yaparak etki gösterirler. EOP’ler vücudun ağrıya karşı olan savunma mekanizmalarından birini oluşturur. Narkotik antagonist (NALOKSON) verilen kişilerde EOP reseptörlerinin bloke edilmesine bağlı olarak hiperaljezi (ağrıya duyarlılığın artması) beklenmektedir, oysa böyle bir olay izlenmemiştir. Bu durum EOP’nin vücutta sürekli salınmadığını ve reseptörleri sürekli etkilemediği düşüncesini pekiştirir. EOP vücudun ağrı algılamasını tonik (sürekli-her daim) şekilde baskılayan maddeler değildirler. Fazik (gerektiğinde-zaman zaman) analjezi yaparlar. Fazik durumu savaş, müsabaka benzeri stres anları oluşturmaktadır. NARKOTİK ANALJEZİK RESEPTÖRLERİ Vücutta Mü (µ), Delta (∆,δ) ve Kapa (κ) reseptörleri bulunmaktadır. NA ilaçlar bu reseptörler üzerinde agonist etki yaparlar. Bazıları parsiyel agonist gibi de davranabilir. MORFİN her üç reseptör üzerinde de agonist etki yapmaktadır (Saf Agonist). İlaçların reseptörler üzerindeki etkileri kalitatif olarak değişebilir. Morfin µ tipi reseptörleri daha fazla etkiler. NALOKSON isimli ilaç ise her üç reseptörde antagonist etki gösterir (Saf Antagonist). ENDOJEN OPİOİD PEPTİTLER (EOP) β-Endorfin: µ tipi reseptörlere afinitesi fazla. Ön hipofizden salgılanır. Analjezik etkisi morfinden 50 kez daha güçlü. Enkefalinler: (metil enkefalin, lösin enkefalin) SSS^de ve adrenal korteksten salgılanır. µ ve δ reseptörlerini etkiler. Dinorfin: κ tipi reseptörlere afiniteleri fazla. Önemi çok bilinmiyor. EOP ve NA yapıca ve farmakolojik etki bakımından birbirlerine benzerler. Bunlar da izole edilip kişilere uygulandığında tolerans ve bağımlılık yapabilirler. NA ve EOP arasında çaprans tolerans gözlenir. MORFİN VE YARI SENTETİK TÜREVLERİ MORFİN: Hidroklorür ya da sülfat tuzu şeklinde kullanılır. Erişkin dozu parenteral (SC, IM) olarak 5 ila 20 mg (ort 10 mg) dır. Etki 20-60 dakikada başlayıp 5-6 saat sürer. IV olarak etki 1-2 dakikada başlayıp 1 saat kadar sürer. Oral yolla kullanıldığında absorbsiyonu tamdır, ancak KC’de ciddi oranda ilk geçiş eliminasyonuna maruz kaldığından parenteral dozun 6 misli verilmesi gerekir. Uzun süreli 37 kullanımlarda KC eliminasyon kapasitesi sınırlı olduğundan parenteral dozun 6 misli olan oral doz, 2 misline kadar inerek idame ettirilebilir. Morfin’in az bir kısmı kodeine çevrilir, 2/3’ü İnaktif “Morfin-3-glukronat” metabolitine dönüşür. 1/3’e yakın bir kısmı da morfin kadar aktif bir metabolit olan “morfin-6glukronat”a dönüşür. Morfin’in Analjezik Etki Mekanizması: Morfin sistemik uygulandığında (Oral, IM, IV, SC) Spinal (omurilik) ve supraspinal (beyinden omuriliğe inen yolaklar) düzeyde iki etki mekanizmasıyla analjezi oluşturur. İntratekal (omurilik içine enjeksiyon) uygulandığında yalnız spinal mekanizma ile analjezi oluşturur. = Spinal anestezi. Ağrıya verilen reaksiyonu değiştirme, aldırmazlık yapma nedeniyle ağrı anksiyetesini ve gerginliğini ortadan kaldırdığından iyi hal yani ÖFORİ oluşturur. Morfin sağlıklı kişide öfori yapmaz, aksine yan etkileri nedeniyle bir miktar disfori dahi yapabilir. Morfin yalnız ağrıya karşı verilen reaksiyonu bozmakla kalmayıp yoğun üzüntü ve kaygı yaratan durumlara karşı da aldırmazlık yaptığından bu bakımlardan da ÖFORİ yapabilir. “Sağlık” kelimesinin yalnız ağrısız bir hal olmadığı hatırlanmalıdır. Morfinin diğer etkileri: • • • • • • • • Solunum merkezine etkisi: Solunumu ciddi şekilde deprese eder ÖLÜM. Daha fazla analjezik etki almak istendiğinde dozun artırılmasını engelleyen en önemli komplikasyon budur. Bağımlılarda görülen başlıca ölüm nedeni de aşırı doz alıma bağlı bu solunum depresyonudur. Öksürük merkezine etkisi: Öksürük merkezini güçlü şekilde baskılar ancak antitüssif olarak kullanılmaz. Bu amaçla morfintürevi olan KODEİN kullanılır. Diğer antitüssiflere ve kodeine yeterli yanıt alınamazsa son aşamada denenebilir. Miyotik Etki: Santral etkinin bir sonucu olarak gözlenir. Pupillalar çok daralır. Lokal olarak damlatılırsa bu etki gözlenmez. Hipotansiyon: Morfin yüksek (30 mg üstü) dozda hipotansiyona neden olur. Bu etkinin oluşumunda: a- Santral mekanizma: Vazomotor merkezin inhibe edilmesi. b- Histamin salıverici etki: Histamin’in endotelden NO salınımını artırmasıyla oluşan indirekt etki. rol oynar. Hipotansiyon daha çok ortostatik karakterlidir (ayakta duran kişide daha belirgin) Mide barsak kanalı: Tonusu artırır ve peristaltik hareketleri azaltarak konstipasyon oluşturur. Bu amaçla tedavide antidiyareik olarak kullanılan hafif etkili opiatlar vardır. Yaygın kullanımı yoktur ve hayatı tehtid eden ciddi durumlarda başvurulur. Mesane: Çeper ve sfinkter kaslarında konstrüksiyon oluşturarak idrar retansiyonu yaparlar. Safra yolları: Safra koliğine neden olur, safra içi basıncını artırır. Bronşiyal Astım’da: Histamin salıverici etki ile bronkokonstrüksiyona neden olup astım atağını tetikleyebilir. 38 Tolerans: Morfine tolerans farmakodinamik tipte bir toleranstır. Kullanım devam ettikçe morfinin aynı dozuyla sağlanan kan düzeyinde bir değişiklik olmaz. Değişiklik reseptör düzeyindedir ve reseptörlerin NA’ya duyarlılığı değişir. Morfin mutad dozda günde 3-4 kez ve 1-2 hafta süreyle kullanıldığında tolerans gelişmeye başlar. Tolerans kişiler arasında çok değişkendir. Bazı kişilerde dozun 3 ila 4 grama kadar yükseltilmesi gerekirken, bazı kişilerde çok yavaş ya da hiçe yakın tolerans görülebilir. Kontrendikasyonlar: • • • • • • Kafa trawmaları: Solunum merkezi veya vazomotor merkez hasar görmüş olabileceğinden solunum depresyonu riski çok yüksektir. Safra Koliğinde: Safra taşları ya da safra tıkanıklığında. Bronşiyal Astım: Bronşiyal astım ya da Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH)ta krizleri tetiklediğinden kullanılmaz. Prostat Hipertrofisi: Büyümüş prostat halihazırda mesaneye bası yaparak idrar retansiyonu yaparken NA’ler bu durumu potansiyalize ederler ve anüri yapar. Hipovolemi: Şok v.s. nedenle dolaşımdaki kan hacmi azalmış ise hipotansif etki çok şiddetlenerek hayati hale gelebilir. Epilepsi: Konvilsüyonları şiddetlendirir. Akut Morfin Zehirlenmesi: Oral 120 mg, parenteral 30 mg’a kadar toksikasyon göstermesi beklenmezken yüksek dozlarda: • Pupillalarda aşırı küçülme (miyozis) • Koma hali • Aşırı solunum depresyonu (ölümcül) İle kendini gösteren bir tablo oluşturur. Tedavide IntraVenoz 2 mg NALOKSAN tüm etkileri geri çevirmek için kullanılır. KODEİN: 10-15 mg’da antitüssif etkili. >20 mg analjezik etki görülmeye başlar. Genelde antitüssif olarak kullanılır. YARISENTETİK TÜREVLER: Bu ilaçlar HİDROMORFON ve OKSİMRFON’dur. 39 SENTETİK MORFİN TÜREVLERİ: Bu ilaçlar da morfin gibi µ reseptör agonistleridir. MEPERİDİN: Morfine göre daha zayıf etkili. Analjezik olarak morfine üstünlüğü yok. Özel Kullanılış Yeri: Obstetrik analjezi (doğum ağrılarına karşı). Doğum kliniklerinde gebeliğin son dönemlerinde ve doğum esnasında gerçekleşen ağrılarda kullanılır. Bu durumda dikkate alınması gereken noktalar: • İlaç doğum esnasında bebeğe de geçerek yenidoğanda solunum depresyonuna yol açabilir. Hazırda NALOKSON bulundurulmalı. • Uterus’un kasılma gücünü azaltma riski vardır. Bu risk az olsa da göz önünde bulundurulmalı. • Doğum eylemini kolaylaştıran (oksitosik) ilaçların etkilerini bozmazlar. • Sedatif etkisi morfine göre daa az. FENTANİL, SULFENTANİL, ALFENTANİL (meperidin türevi): Etki gücü en yüksek olan narkotik analjezik ilaçlardır. Fentanil morfinden 80, meperidinden 800 kat güçlü bir analjezik. µ reseptörlerine yüksek ilgi gösterir. Özellikle fentanil, Transdermal Terapotik Sistem (TTS) olarak 72 saatlik dozu olan “patch”ler şeklinde terminal kanser ağrılarında kullanılır. METADON: Etkisi morfine göre geç başlar ve daha uzun sürer. Morfinden daha az öfori ve sedasyon yapar. Kullanan kişinin hareketliliği, çevreye ilgisi, zihinsel etkinliği morfin kadar bozuk değildir. Morfin ve eroin bağımlılığı tedavisinde metadon ikamesiyle kişinin legal yoldan yoksunluk sendromlarını önleyecek maddeye kavuşması sağlanır. İleri vadede terk edilmesi morfine göre daha kolaydır. DEKSTROPROPOKSİFEN: Analjezik etki gücü düşük. Hafif ve orta şiddetli ağrılarda NSAII yetersiz kalır ise yarı dozlarda NSAII ile kombine edilerek kullanılır. Bağımlılık yapma potansiyeli çok düşüktür. AGONİST-ANTAGONİSTLER (Parsiyel Agonistler) PENTAZOSİN, BUPRENORFİN, TRAMADOL, BUTORFANOL, NALBUFİN: • • Tolerans ve bağımlılık yapma riski minimum. Solunum üzerine depresan etkisine karşı bir tavan değeri olduğundan solunum depresyonu yapma riski düşük. Terapotik dozlarda yapılan solunum depresyonu agonistler kadardır. 40 • • • • Analjezik etki’nin de bir tavan değeri vardır. Bir seviye üzerinde doz artırılsa da analjezik etki artmaz. Öfori yapmazlar, bağımlılık gelişmez. Analjezik etkileri spinal mekanizmayla olur. Morfin bağımlısında yoksunluk sendromlarına neden olur. Morfin kullanmış kişide ve stres analjezisi altında olan kişide antagonist gibi davranır. NARKOTİK ANTAGONİST NALOKSON: • • • NA’lerin sebep olduğu tüm farmakolojik etkileri ortadan kaldırır. NA zehirlenmesinde kullanılır (IV yolla 2 mg), etki görülmez ya da yetersiz kalırsa 20 dakika sonra 2 katı doza kadar artırılarak tekrarlanır. Doğum esnasında MEPERİDİN kullanılmasına bağlı olan yenidoğandaki solunum depresyonu durumunda yenidoğana umbilikal venden 0,01 mg olarak uygulanır. Depresyon çözülmez ise, 3-5 dakika sonra doz tekrarlanır. NARKOTİK ANALJEZİKLERİN KULLANILDIKLARI YERLER Akut ağrılar: Kırık, yaralanma, ameliyat sonrası ağrılar, çeşitli koliklere bağlı ağrılarda Kronik Ağrı: Terminal kanser ağrılarında. Kanserin son dönemlerinde ızdırapın son raddeye geldiği durumlarda kullanılmaları kaçınılmazdır. Evine yollanmış hastalar için oral preparatları piyasada mevcut. Doğum analjezisi: Özellikle meperidin. Akut Miyokard Enfarktüsü: Özellikle morfin, enfarktüs ağrısını gidermenin yanı sıra o esnadaki anksiyete, ölüm korkusu, panik halini düzeltir. Hipotansif etki nedeniyle zayıf antianjinal etkisi vardır. (Pentazosin hariç, KB yükseltir) Preanestezik medikasyon: Ameliyat anksiyetesini ortadan kaldırır. Şiddetli diyare: Hayatı tehtid eden sıvı ve elektrolit kayıplarına neden olan dairelerde klasik antidiyareiklere yanıt alınamazsa kullanılır. Antitüssif olarak: Bu amaçla en çok kodein kullanılır. Kodein ve diğer antitüssiflere yanıt vermeyen şiddetli durumlarda son çare diğer NA’ler kullanılabilir. 41 ANTİPARKİNSON İLAÇLAR Parkinson hastalığı, hastalığı bulan kişinin adıyla anılan bir dejeneratif hastalıktır. 50 yaş ve üzeri popülasyonda daha çok rastlanır. Beyinde “”Substantia Nigra” (SN) bölgesinde dopaminerjik nöron hasarıyla ortaya çıkan bir extrapiramidial sistem hastalığıdır. SN bölgesi mezansefalonda (orta beyinde) bulunur. SN’ye gelen aksonların olduğu bu yolak başlıca dopaminerjik yolaklardan biridir. Dopaminin ikinci kaynak aldığı yer yine Striantum’a yakın “Wentral Tegmegral” bölgedir. Buradaki nöronlardan bir grubu mezolimbik sistemdeki amigladaya uzanır. Mezolimbik sistem kişinin duygulanım ve agregasyonundan sorumlu bölgedir. Yukardakilere ek olarak beyinde dopaminin göz ve görme sinirlerinin olduğu bölgede yerleştiği de bilinmektedir. Dopamin; SSS dışında da barsaklar gibi farklı dokularda da etkindir. Dejenerasyon ve Parkinson’un nedenleri: Etkenler çok çeşitlidir • • • • • • • • Aşırı antipsikotik-nörolojik ilaç kullanımı Çeşitli toksinlere maruziyet Magnezyum zehirlenmeleri Metil Fenil TetraPiridin (MFTP). MFTP, MonoAminOksidaz (MAO) enzimiyle Metil Fenil Piridinyum’a dönüşerek irreversible parkinsonizme neden olmaktadır. Bu madde Deneysel amaçla deney hayvanlarında Parkinson oluşturmak için kullanılır. Serbest oksijen radikallerinin de SSS’de oksidatif stres yaratarak nörodejenerasyona neden olduğu bilinmektedir. Dopaminerjik nöronlarda Lipid Peroksidasyonu neticesinde gelişebilir. Fe (demir) metabolizmasının bozulmasıyla ortaya çıkabilir. Aşırı ekstraselüer Kalsiyumun da nörodejenerasyona neden olduğu düşünülmektedir. Parkinsonizme neden olan bu primer bozukluklar SN’yi etkileyip Dopaminerjik nöron sayısını % 80 ‘den fazla azalması sonucunda Parkinson tablosu kendini gösterir. Parkinson tablosunda: Akinezi (hareket sorunu, yüzdeki ifadesizlik en tipik belirtisidir = maske yüz), Rijidite (katı kesilme) ve tremor (özellikle ellerde) başlıca ortaya çıkan görüntülerdir. Bu üç görüntünün sonucunda kişinin postürü bozulur ve tipik öne eğilmiş Parkinson görüntüsü ortaya çıkar. Parkinsonizm’in bunlar dışında otonomik bozukluklarla kendini gösteren ikincil belirtileri de vardır. Aşırı kolinerjik faaliyet sonucu GI hareketlerde azalma, ter, tükrük salgılarında artış v.b. 42 Dopaminerjik etkinliğin azalması sonucunda vücut, homeostazı sağlamak için kolinerjik sistemde belirgin bir artışla dengeyi sağlamaya çalışır. Asetilkolin (AcH) etkinliğinde artış izlenir. Limbik sistemde, Septal Hipokompal, butamen kaudal nükleusundan, motor sinirlere etkili aCh aktivitesi artırılır. ACh’da muskarinik ve nikotinik reseptörleri üzerinden etkir. Dopamin ve AcH nin bir çok farklı hastalık ve durumda önemi vardır. Orta beyindeki striatumda Dopamin reseptörleri incelendiğinde Dopamin’in D1 ve D2 reseptörleri etkilediği görülmüştür.Dopamin agonisti ilaçların Parkinson hastalığındaki etkilerinin postsinaptik D2 reseptör aktivasyonuna bağlı olduğu bilinmektedir. Postsinaptik D1 reseptörlerin de aktive edilmesiyle etki artışı gözlenir. Endojen DOPAMİN ve LEVODOPA her iki tip reseptörü de aktive etmektedir. Yalnız D2 reseptörleri aktive eden ilaçlar da bulunmaktadır (ör: BROMOKRİPTİN) Bu ilaçlar hastalığın erken dönemlerinde azalmış olan dopaminerjik etkinliği dengelemek için kullanılırlar. PARKİNSON HASTALIĞINDA TEDAVİ YAKLAŞIMI: 1. Azalmış olan dopaminerjik etkinliği artırmak 2. SSS’ne geçebilen ve antikolinerjiklerle striatumdaki artmış kolinerjik etkinliği geri çevirmek 3. Her ikisini beraber kombine tedavide uygulamak. DOPANİMERJİK ETKİNLİĞİ ARTIRAN İLAÇLAR LEVODOPA (L-DOPA) Bir ön ilaçtır. SSS’de Dopa-Dekarboksilaz (genel adıyla aminoasit dekarboksilaz) enzimiyle dopamin’e dönüşerek etki gösterir. Yani bir dopamin prekürsörüdür. Dopamin SSS’e geçemediğinden parkinsonda ilaç olarak doğrudan kullanılamaz. Dopa Dekarboksilaz enzimi KC, Böbrek, barsakta da yaygın olarak bulunduğundan buralarda da L-Dopa dönüşümü gerçekleşir ve verilen dozun % 1 ila % 2 gibi az bir miktarı etki yapar. Bu yüzden L-Dopa yüksek dozda kullanmak gerekir ki bu durumda SSS dışı yan etkiler fazlaca görülmektedir. Ancak klinikte L-Dopa ilacı Dopa-dekarboksilaz enzim inhibitörleriyle birlikte verilerek SSS’e geçen ilaç oranı % 5 % 6 lara çıkarılıp, yan etkiler de azaltılabilmektedir. Plazmada dolaşan L-Dopa etkisiz olduğundan yan etkiler de minimum görülür. Dopamin’in yıkımı vücutta iki şekilde gerçekleşmektedir. • MAO enzimi ile DOPAC (dopamin Fenil Asetik Asit)’e dönüşür. • Katekol o-metil transferaz enzimi ile yıkılarak 3-orto-metoksi tiramin yolağından son ürün olarak HomoVanilikAsit (HVA) çıkar. HVA bazik idrarı kırmızı-kahverengiye boyar. Dopaminin tüm metabolitlerinin % 40’ı HVA’dır. L-DOPA kullanılışı özellikle isteğe bağlı hareketlerdeki kısıtlanmışlığı, akinezi, hipokinezi ve çizgili kas rijiditesini düzeltmede etkilidir. Tremor ve benzeri hareketler ise çok daha zor ve geç bir şekilde düzeltilir ya da düzeltilemez. L-DOPA farmakokinetik yönden bireyler arasında çok büyük farklılıklar gösterebilir. Bunun yanında Yan Tesirler nedeniyle yüksek dozda kullanılması mümkün olmaz. Gerek 43 duyulduğunda doz yükseltilemiyor ise yardımcı ilaç olarak BROMOKRİPTİN ya da antikolinerjiklerle birlikte kullanılabilir. Yan etkilerden başlıcası istek dışı hareketlerin ortaya çıkmasıdır. Bu durum ilaç kesilmesini gerektirmese de doz daha fazla artırılmamalı. L-DOPA kullanımında kimi hastalarda 2 ila 4 yıl boyunca etkin, sorunsuz ve başarılı bir tedavi sağlanmış olup durum kontrol altına alınsa da, yıllar sonra ilaç kullanılmaya devam ederken de hastalığın belirtileri ve tablosu yeniden belirebilir. Bunun bir nedeni dejenerasyonun önlenmemiş olması ve halen devam etmesidir. Ayrıca agonist ilacın bol miktarda kullanılması ile reseptörlerde down-regülasyon (duyarlılığın azalması) da bu duruma neden olan başka bir faktör. Hastaların % 75’i L-DOPA tedavisine olumlu yanıt vermektedir. Doz 4-6 gr kadardır. L-DOPA, dopa-dekarboksilaz enzim inhibitörü “KARBİDOPA” ve PENSERAZİD” ilaçlarıyla kombine edilebilir. Bu kombinasyonlara “Ko-Kareldopa” da denebilir. Kombinasyon ile L-DOPA dozunun düşürülmesi ve yan etkilerin %80’e varan oranda azaltılması sağlanabilmektedir. Bu durum özellikle hipertansiyonlu hastalarda önemli bir avantaj olarak kendini gösterir. Yan Tesirler: 1. GI bozukluklar, iştahsızlık, bulantı, kusma. Tok alınmalı. 2. Kardiovasküler etkiler çok belirgin. Hastaların 1/3’ünde ortostatik hipotansiyona neden olur. Taşikardi ve aritmi de görülebilir. 3. Diskinezi (istem dışı hareketler) sıklıkla görülür. 4. 2 dan daha uzun süre kullanım sonrasında “on-off” etkisi çıkabilir. (yukarda bahsedilmişti) Nedeni tam olarak bilinmiyor, en güçlü tahmin plazma ilaç düzeyinin düşüşü. İlacın bir süre için kesilerek yeniden başlanmasıyla (tatil) bu durumun sıklığı önemli ölçüde azalıyor. Ayrıca enzim inhibitörleri ya da antikolinerjiklerle kombine kullanımda, daha az ortaya çıkıyor. 5. Psişik yan tesirler: Uykusuzluk, öfori, mani. 6. Ciltte geçici Flashing (kan basması, sıcak basması) yapabilir. Kontrendikasyonları: Psikozlar, aktif peptik ülser, malign melanoma. Etkileşimler: 1. Piridoksin: Bu vitamin dopa-dekarboksilaz enzimini aktive ederek etkiyi azaltır 2. MAO inhibitörleri: Hipotansik kriz oluşum riski artar. Selektif etkili MAO inhibitörleri ile bu risk çok daha düşük. (Ör: MAKLOBEMİD, SELEJİLİN) 3. Antikolinerjikler: Absorbsiyon ve biyoyararlanımını bozarak farmakokinetik olarak etkileşebilirler. 4. Nöroleptikler: Dopamin antagonisti ilaçlardır. Parkinsonda kontrendikedirler ve dopamin reseptörlerini bloke ederek dopaminin santral etkilerini azaltır. 5. Rezerpin: Dopamin etkinliğini düşürür. 6. Metildopa: L-Dopa, metildopa’nın antihipertansif etkisini potansiyalize eder. Yan etkilerini artırır. 44 BROMOKRİPTİN MEZİLAT (vize sonrası buradan) Ergo alkaloidi olan ergokriptin’in bromlu yarı sentetik türevi. D2 reseptör agonistidir. Biyoyararlanımı % 6 civarında. Dopaminerjik etkisi yanında hipofiz ön lobuna etkiyerek prolaktin salgısını inhibe eder. Hiperprolaktinemi ve buna bağlı amenore’de kullanılır. L-Dopa’nın kontrendike olduğu ve L-Dopaya yanıt alınamadığı, hastanın L-Dopaya dayanç gösteremediği durumlarda tercih edilir. Etkinin tam görülebilmesi için bir D1 reseptör aktivasyonu da gerekmektedir. Yan Tesirleri: Ortostatik hipotansiyon, bulantı, kusma, psişik ve psikomimetik belirtiler, diskinezi, kalpte ritim bozuklukları. L-Dopa ile kombine bir şekilde kullanılacaksa L-Dopa dozu yarıya indirilir. Amantadin ve antikolinerjiklerle olan tedavide böyle bir doz ayarlamasına gerek yok. LİZURİD Diğer bir ergo alkaloidi türevidir. Bunun da ilk geçiş etkisiyle biyoyararlanımı düşüktür. Bromokriptinden 10 kez güçlü bir etkinliğe sahiptir ancak yarılanma ömrü bromokriptinin yarısı kadardır. Antiparkinson etkinliğinin yanında 5-HT reseptörleri üzerindeki agonist etkisi vardır. Dolayısıyla migren hastalığı tedavisinde de yeri vardır. ROPİNİROL D2 reseptör agonistidir. Biyoyararlanımı % 55 civarındadır. L-Dopa ile birlikte kullanılacağında L-Dopa dozu % 20 civarında azaltılmalıdır. Yan Tesirleri: Bulantı, kusma, diskinesi, halüsinasyonlar, konfüzyon, hipotansiyon ve bradikardidir. PERGONİT MEZİLAT D1 ve D2 reseptörleri üzerinde agonist etkili bir ilaçtır. Bromokriptinden yaklaşık 1000 kez daha güçlü ve daha uzun etki süreli antiparkinson etkisi var. Dezavantajı yan tesirlerinin fazlalığı ve pahalı bir ilaç olmasıdır. AMANTADİN Bu da bir ergo türevidir. Esasen influenza virusune karşı geliştirilmiştir. Antiparkinson etkisi tesadüfen keşfedilmiştir. Etkisini dopaminerjik sinir uçlarında dopamin salıverilmesini artırıp, dopamin re-ubtake (geri alımını) azaltarak gösterir. Etkisi L-Dopa’ya göre daha zayıf, ancak antikolinerjiklere göre ise daha güçlü etkili. Böbrek yetmezliğinde doz azaltılarak kullanılmalıdır. PRİBEDİL Daha az kullanılan bir bileşik. Antiparkinson olmasının yanında aynı zamanda periferik vazodilatör etkisi de vardır. Parkinsonizme bağlı tremorlarda daha etkili bir ilaçtır. Yan Tesirleri: Bulantı, kusma, santral etkiler, uyuklama, baş dönmesi, diskinezi. 45 APOMORFİN Dopamin agonisti bir ilaçtır, ancak periferik etkisi sonucu güçlü emetik etkinlik gösterir. Bilinen en güçlü emetiklerdendir. Klinikte kullanımı da zehirlenme tedavisinde bu özelliği nedeniyledir. Bunun daha az yan tesirleri olan türevleri var. Emetik etkisi ve çeşitli yan tesirleri nedeniyle parkinsonda kullanılmamaktadır. DOPANİ YIKIMINDAN SORUMLU ENZİMLERE ETKİLİ BİLEŞİKLER SELEJİLİN Beyindeki MonoAminOksidazların (MAO) etkinliğinin yaklaşık % 80’inden sorumlu olan ve dopamini yıkan MAOB enzimininin selektif irreversible inhibitörüdür. Dozu 10 mg’ı aştığında selektif özelliği kaybolmaya başlamakta ve yan tesirler artarak etkinliği azalmaktadır. Dopamin yıkımıyla ortaya çıkan serbest oksijen radikallerin etkinliklerini de azaltıyor olması Antiparkinson etkisine katkı sağlar. L-Dopa ya da L-dopa/Karbidopa kombinasyonu (ko-kareldopa) ile birlikte kullanılır. On-off sıklığını azaltır. Plazma proteinlerine % 94 oranında bağlanır. Parkinson hastalarında iyi tolare edilir. L-Dopa ile birlikte kullanılacağında L-Dopa dozu azaltılarak tedavi sürdürülür. MAKLOBEMİD MAOA enzim selektif inhibitörüdür. Kullanıldığı ve tercih edildiği bazı nadir yerler olmasına karşın majör enzim MAOB olduğu için parkinsonda pek tercih edilen bir ilaç değildir. TOLKAPON Katekol O-Metil Transferaz (COMT) enzimi inhibitörüdür. Biyoyararlanımı % 65 civarındadır. Periferde ve santral sinir sisteminde COMT üzerinde tersinir bir blokaj yapar. Biyoyararlanımı % 65 dolaylarında. Entekapon’dan daha etkilidir. Özellikle karaciğer ALT (alanin amino transferaz) ve AST (aspartat amino transferaz) enzimlerinde yükselmeye neden olur. Yan tesirleri: Diskinezi, bulantı, diare, ortostatik hipotansiyon ve uyku bozukluğuyla halüsinasyonlara neden olur. ENTEKAPON Tolkapondan daha az etkili olmasına rağmen yan etkilerinin azlığı nedeniyle tedaviye girmiştir. Biyoyararlanımı % 35 dolaylarındadır ve L-dopa birlikte kullanıldığında ortostatik hipotansiyona riski nedeniyle özellikle dikkat etmek gerekmektedir. 46 SANTRAL ETKİLİ ANTİKOLİNERJİKLER Kullanılış nedenleri parkinsonun antikolinerjik aktiviteyi azaltmasıdır. Bu tür ilaçlar özellikle rijiditeyi azaltırlar. Tremorda daha az etkilidirler. Kuaterner azot içeren (4’ amin yapısı taşıyanlar) antispazmotik antikolinerjikler; örneğin “N-Butil skopolamin”, propanteiln v.b. kan-beyin bariyerini aşamadıklarından parkison hastalığına karşı etkili değildirler. Parkinson hastalığında kullanılan antikolinerjiklerin özelliği periferik etkilerine göre santral etkileri fazla olan ve KBB aşabilen 2’ (sekonder) ve 3’ (tersiyer) amin yapısındaki bileşiklerdir. Bu ilaçlarda uzun süre kullanımıyla ortaya çıkan tolerans gelişmesi söz konusu olabilir. Parkinsonda en çok kullanılan antikolinerjikler: TRİHEKSİFENİDİL 5-20 mg civarında kullanılır. BİPERİDEN (Akineton ®) 2-8 mg civarında kullanılır. BORNAPRİN HCl PROSİKLİDİN, PROFENAMİN, BENZATROPİN Ve antihistaminik etkinliği olan bileşikler olarak ta: DİFENHİDRAMİN, ORFENADRİN, KLORFENOKSAMİN Bu antihistaminik etkili ilaçların avantajları özellikle yaşlı grup gibi; biperiden gibi antikolinerjiklere yan tesirleri nedeniyle dayanamayan hastalarda daha kolay tolare edilebilir olmasıdır. Antikolinerjiklerin Yan Tesirleri: • Tipik Antikolinerjik belirtiler: Görme bulanıklığı, ışıkta gözlerde kamaşması, midriyazis, göz içi basınçta artış, ağız kuruluğu, konstipasyon, idrar retansiyonu… • SSS ile ilgili belirtiler: Ataksi ve hipertermi. Bu bileşikler genellikle 3 x 25-50 mg dozda kullanılırlar. Parkinsona karşı diğer tedavi yaklaşımları: Son yıllarda cerrahi olarakta parkinsona müdahale edilmekte. Bir diğer yaklaşım olarak α-Tokaferol’ün antioksidan etkisi nedeniyle parkinsonda denendiği bilinmektedir. Bunlar palyetif yaklaşımlardır PARKİNSON HASTALIĞINDA TEDAVİ KURALLARI Kural olarak hastalığın hastanın yaşam kalitesini çok fazla bozmayan erken döneminde, ilaçla tedaviye gerek yok. Biraz daha ilerlemiş dönemlerde, başlangıç olarak MAOB inhibitörü Selejilin tedavisi tercih edilebiliyor. Antikolinerjikler ya da amantadin buna eklenebiliyor ya da tek başına denenebiliyor. Hasta genç ve tremorlar belirgin ise özel antikolinerjikler amantadine tercih ediliyor Hastalığın ilerleyip normal yaşayışa engel teşkil ettiği duruma geldiğinde L-Dopa veya ko-kareldopa. Ve gerekirse bununla birlikte selejilin ve entekapon kullanılır. 47 L-Dopa tedavisinde özellikle dikkat edilemsi gereken durum L-Dopa dozunun olabildiğince az düzeyde tutulmasıdır (yaşamı idame ettirmeye yarayacak kadar). Hastalık tablosunu tamamen ortadan kaldırmak amacıyla doz dilendiği kadar yüksek tutulamaz. L-Dopa dozunu minimum düzeyde tutmak için amantadin, selejilin, antikolinerjikler, bromokriptin, lizurid gibi ikincil antiparkinson ilaçlar da rejime katılır. L-dopanın değişkenlik gösterdiğini, biyoyararlanım sorunu olduğunu biliyoruz. Böyle bir durum kişide ortaya çıkıyorsa, L-Dopa’ya hiç yanıt alınamazsa; bu gibi özel durumlarda diğer ilaçlarla birlikte bromokriptin ve lizurid verilir. Parkinson hastalığının progresif boyutlu bir hastalık olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. 48 ANTİEPİLEPTİK İLAÇLAR Epilepsi,Parkinson gibi tek bir nörotransmitter eksikliğine bağlı diye tanımlanamayan, daha çok nöronların elektriksel yapısıyla ve işleyişiyle ilgili bir rahatsızlıktır. Epilepsi; • Atak (tutarık) denen aşırı sayı-şekilde anormal nöronal deşarjlarla başlayan • Süresi kısa ya da uzun olabilen, • Bilinç ve motor kaybına da yol açabilen, • Ortaya çıktığı zaman kontrolsüz hareketlere de yol açan, • Tekrarlayan, Serebral bir fonksiyon bozukluğudur. Bu anormal nöronal aktivitenin standart bir tipi yoktur. Ama bu nöronların beynin hangi bölgesinde olduğuna göre farklı şekilleri var. Lokal ve Jeneralize. Lokal bozukluk: Belli bir noktadan değil birden fazla sayıda noktada beyin korteksinde ya da subkortikal yapılarda özellikle de limbik sistem gibi bölgelerde uyarılabilme eşiğinin aşırı düşmesine (exitabilitenin artmasına) bağlıdır. Lokalize bozuklukta yaklaşım lezyonlu bölgenin cerrahi olarak çıkarılması olabilmektedir. Bu şekilde tutarık oluşumunun önlenmesi sağlanabilmektedir… Jeneralize bozukluk: Daha genel, jeneralize tutarıklarda ise bu uyarılabilirliği exitabilitesi artmış olan ve primer deşarjları oluşturan yapı kortex altındadır ve bu deşarjlar spontan bir şekilde (kendiliğinden, ne zaman olacağı belli olmaksızın) ortaya çıkmaktadır. Her iki tip bozuklukta da tutarığa neden olan odakların tempoyu kendisini belirlediği ve asenkronize çalıştığı görüşü vardır. Normal işleyişte ise tempoyu kendisi belirlemez. Bu bozuk odakta sinirsel aktiviteye bakıldığında (EEG vs çekildiğinde) normal süren bir aktivite devam ederken ve bir anda sivri potansiyel denen aşırı uyarılmalar ortaya çıkıyor. Buna bağlı olarak ta kontrolsüz hareketler ortaya çıkıyor. “İlaçlardaki etkinin görülebilmesi için minimum etkin konsantrasyona ulaşılması gerektiği gibi” impulsun da nöronları çalıştırabilmesi için tutarık eşiği denen bir özel elektriksel değeri aşması gerekmekte (ya hep ya hiç etkisi). Bu eşik değer aşıldığında iyon kanallarının ona göre bir denge içinde olması ve potasyum, klorür ve sodyum konsantrasyonlarının belli bir dengeyle hücre içinde ve dışında değişmesi gerekiyor. Bu tutarık eşik değeri normal koşullarda yakın dokuların elektriksel dengesizliğine bağlıdır. Eğer hücre membranında bir hiper exitasyon (aşırı uyarılma) ortaya çıkarsa, hücre içersine katyon (Na+ Ca++) girişi olur. Katyon girişi de post-tetanik potansiyasyona (sinapslarda post sinaptik, tekrarlayan, uyarılarda iletimin artırılması demektir) neden olur. Bunun tersi durumda da nöronların inhibisyonunda klorür ve potasyuma permeabilitenin artması dolayısıyla nöron düzeyinde inhibisyon gerçekleşir. 49 Bu tutarıklar ve ataklar aslında yalnızca epilepsi bağlamında gözükmüyor. Yani doğrudan ya da dolaylı olarak beyni ilgilendiren rahatsızlıklar olduğunda bu belirtileri gözleyebiliyoruz. Ataklara neden olan diğer durumlar: • Herhangi bir iyon ya da elektrolit dengesizliği, • Karbonhidrat, aminoasit lipit metabolizması bozuklukları, • Çeşitli enfeksiyonlar, (ensefalit vb.) • Beyin tümörleri, • Beyinde hasar oluşturabilen travmatik vakalar, • Özellikle küçük çocuklarda vücut ısısındaki aşırı artışlar, • Çeşitli konvulsif ya da toksik bileşikler, (alkol, kokain vb.) • Metil enkefalin ve lösin enkefalin gibi Endjen opioit peptitler. • Kolinesteraz inhibitörleri (Çeşitli organofosfatlar, sinir gazları vb.) • Serebral hipoksi (karbonmonoksit zehirlenmesi vb.), • Anestezinin yan tesirleri olarak ortaya çıkabilir. • Kainik asit, kualik asit gibi exitoksinler (exitasyon yapan uyaranlar): Bunlar “Glutamat Aspartat” reseptörlerini de etkilerler ve dolayısıyla da extitatör post sinaptik potansiyasyonda artışa neden olurlar. NMDA reseptörleri: Bir diğer önemli reseptör grubu NMDA (N-metil d-aspartat)’dır. Bu respetör grubunda özellikle epilepsijenik mekanizmalarda önemli rolü olduğu gösterilmiştir. NMDA; postsinaptik iyonik kanallar aracılığıyla kalsiyumun hücre içerisine girişinden sorumludur. Magnezyum, bu postsinaptik iyonik kanalları üzerinde blokör etki gösterir ve “hipomagnezemi” durumunda da bu epileptik atakların oluşabildiği gösterilmiştir. NMDA reseptöreri yalnız post sinaptik sinir ucu depolarize olduğunda işlev kazanır. Özellikle de hipokampuste etkindirler. Bu reseptörlerin etkinliği glisin etkisiyle potansiyalize edilebilirken opiatlar ve fensiklidin inhibitör etki yapar. Deney hayvanları ve insanlarda epileptik atak oluşumu sırasında nöronlardaki değişim araştırıldığında ve ani ortaya çıkan sivri-yüksek dalgalar bu elektriksel değişimin geneline bakıldığında hiper-senkronize (aşırı miktarda senkronize) ve ritmik bir disşarj ortaya çıktığını görülmektedir. İyon düzeyinde incelenince özellikle extrasellüer kalsiyum miktarının düştüğünü ve hemen sonrasında da extrasellüer potasyum düzeyinin arttığını görülür. Bu elektrolit dengesizliği nedeniyle uzun süreli bir depolarizasyon ortaya çıkıyor ve buna bağlı olarak ta çok yüksek oranda extitatör etkili bu nörotransmitterler sinapslarda salgılanıyor. Bunun sonucu olarak ta bu kontrolsüz hareketler ortaya çıkıyor. 50 Tedavide Kullanılan İlaçlar Epilepsi hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar yalnız semptomları önlemeye ve gidermeye yönelik ilaçlardır. Epilepsi tipi tutarıklar Kısmi ve Jeneralize tutarıklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Kısmi tutarık (parsiyel, fokal) Bu tip tutarıkta lokal başlayan bir deşarj söz konusudur. Tutarıklar motor belirtilerle birlikte görülür. İlk tercih edilecek ilaçlar FENİTOİN, KARBAMAZEPİN, FENOBARBİTAL VE PRİMİDON. Jeneralize tutarıklar Beyindeki lokalizasyonları yönünden bilateral ve simetriktirler. Birçok alt tipi vardır ve epilepside gözlenen tutarıkların yaklaşık % 90ını oluşturan tonik-klonik (granda-mal) tutarıklar bu gruba aittir. Bunun yanında Kesinti (Peti-Mal) tutarıklar ve ölümcül status epilepticus tipleri de vardır. Tonik Klonik: İlk tercih edilecek ilaçlar FENİTOİN, KARBAMAZEPİN, FENOBARBİTAL, VALPROİK ASİT, LAMOTRİDİN. Petit-mal: İlk tercih edilecek ilaçlar ETOSÜKSİMİD VALPROİK ASİT , KLONAZEPAM. Miyoklonik tutarıklar (infantil spazmlar): Daha çok çocuklarda görülür, KORTİKOSTEROİDLER ve KLONAZEPAM tercih edilebiliyor. • Tonik Klonik Tutarıklar (Grand-Mal): Tonik klonik; çok yoğun ve çabuk ortaya çıkan kasılmalardır. Epilepsi nöbeti bilinç kaybına neden olur, bunu tonik ve klonik fazlar takip eder. “Hastanın dengesini kaybetip yere düşmesine ve katılaşması gibi bir tetanik halde olmasına” neden olan durumdur. Nöbet sonrasında da hastada bilinç bulanıklığı (konfüzyon) nöbet sonrasında da devam eder. “Tonik faz” genellikle 30 saniye ila 1dakika kadar devam eden kas tonusunun artışını ifade eder. Bunun sonrasında da “klonik faz” denilen itme ve titreme hareketleri gözlenir. • Petit mal (kesinti) (absans): Bu tip tutarıkta ise Grand-mal’den farklı olarak bilinç kaybı kısa ve ani ortaya çıkar ve genellikle çocuklarda görülür. Konvülsiyonsuz tetanik kasılmalar şeklinde değil bir noktaya gözleri dikerek hızlı göz kırpmaları şeklindedir. 51 • Status Epilepticus: Hastanın bilinci yerine gelmeden ardışık biçimde tekrarlayan yoğun ve şiddetli ataklardır. Yarım saate kadar uzayan bir zaman sürebilir. Özellikle uyuncu bozuk olan hastalarda, antiepileptik tedavinin kısa süreli uygulandığı ya da ani kesildiği hastalarda, ya da bir ilaçtan diğerine ani geçiş sırasındaki rebound etki ile oluşabilir. Antiepileptik ilaçları ve özellikle BDZ gibi fiziksel bağımlılık yapan ilaçları kullanan hastaların ilaçları değiştirilirken ya da kesilirken uzun süreye yayılarak doz azaltılmalıdır. Hastaların bu yönde bilgilendirilmeleri çok önemlidir. Status Epilepticus nöbetleri acil müdahele gerektiren durumlardır ancak bu tür vakalarla karşılaşıldığında müdahale yapılması çok zordur. Acil müdahele hastanelerde ya da olay yerinde acil müdahale uzmanlarınca yapılabilir. İlk yardımcının; hastanın kendisini fiziksel olarak yaralamasına neden olacak şeyleri etraftan uzaklaştırıp hastanın başı altına yastık koymak dışında yapabileceği pek bir şey yoktur. Tutmaya çalışmak, bastırmak yanlış ve tehlikeli yaklaşımlardır. Acil tıbbi müdahelede hızlı etki gösteren BDZ’lerden LORAZEPAM (2-4 mg IV) veya DİAZEPAM (5-10 mg IV) Hatta ve hatta bu tür durumlarda acil müdahele sırasında oksiyen desteği gerekebilir, kan şekeri düşmüşse onun da dengelenmesi gerekmektedir. FENİTOİN, FENOBARBİTAL KLONAZEPAM, MİDAZOLAM da kullanılabilecek ilaçlar arasındadır. Bu ilaçlar bağımlılık ya da tolerans yapma potansiyeline rağmen kullanılır. Tablo: Endikasyonlarına göre antikonvülsan ilaçlar. ANTİEPİLEPTİK İLAÇLAR 1. Hidantoin Türevleri (FENİTOİN) Etki Mekanizması: Nöronlarda ve exitable hücrelerde sodyum kanallarını bloke ederek hücre içi sodyum düzeyini düşürür. Buna ek olarak kalsiyum miktarını da azaltarak nöronları inhibe eder. Bu olaylar sonucunda membran stabilize olur ve stimülasyon eşiği yükselir. Sinaptik aşırımı inhibe eder ve post tetanik potansiyalizasyonu deprese ederek deşarjların primer odaktan SSSnin diğer bölgelerine yayılmasını engeller. Belirgin bir sedasyon yapmaması ve oldukça selektif bir antiepileptik olması nedeniyle okul çağındaki çocuklarda ve erişkinlerde “jeneralize tutarıkta, Grand-mal epilepside” en çok kullanılan ilaçtır. 52 İlacın epilepsi ataklarını önlemeye yetecek plazma düzeyi 10 µg/mL’nin biraz altındadır. Bunu aştıkça ciddi yan tesirler görülmeye başlanır. Febitoin plazma proteinlerine yüksek oranda bağlanması ve yarılanma ömrünün değişkenliği (7-24 saat) nedeniyle plazma düzeyinin izlenmesi ve 10 µg/mL civarında tutulması bunun hiç bir şekilde geçmemesi gerekir. İlaç ilk başlandığında bir yükleme dozuyla bu düzey yakalanıp daha sonra idame ettirilebilir. Fenitoin absorbsiyon ve metabolizması kişiler arası değişkenlik gösterdiği gibi farmasotik şeklinden üretim aşamasındaki yardımcı maddelere kadar bir çok durumdan da etkilenir. Tüm bu nedenler bize plazma konsantrasyonunun incelenmesi gereğini de göstermektedir. Yan tesirleri: • Nistagmus: İlk gözlenen yan tesirdir. Bu da 8 µg/mL ve üzerinde özellikle dışa doğru bakarken belirginleşir. 20 mg düzeyi aşıldığında nistagmus artık çok belirgindir. • Diklopi: Nistagmusla birlikte ortaya çıkar. • Diskinezi: 30 mg üzerinde diskinezi belirtileri ataksi gibi gözlenmeye başlar ayrıca sinirlilik uykusuzluk tremorlar oluşabilir. • Deliryum: 40 mg ml üzerinde ise deliryum ve koma ile ölüme kadar giden bir süreç ortaya çıkar. • Jinjiva Hiperplazisi: Özellikle çocuklarda. • Tiroid üzerine etki: Serumda total serbest t4 düzeyinin azalmasına yol açar, tiroid fonksiyonlarını genellikle bozmaz yani düşme artma azalma genel tiroid hormon fonksiyonlarında bozulmaya yol açmaz. • K vitamini üzerine etki: K vitamini düzeyi azalır, özellikle hamilelerde kullanımı sonrasında o kişilerden doğan çocuklarda K vit eksikliğine bağlı kanamalar söz konusu olabilmektedir. • Teratojenite: Teratojenik etkisi nedeniyle de ilk 3 ayda kullanılmamalıdır. % 30a varan oranlarda malformasyona yol açabilir. Bunlar genellikle kranofasiyal anomaliler, gelişme gecikmesi, mental bozukluklar, extremite bozuklukları, kalp deffektleri ortaya çıkabilir. Hidantoin türevleri içinde en teratojenik olanı “TRİMETADİON”. • Hematolojik Bozukluklar: Uzun süreli kullanımda Folik asit eksikliği belirtilerine yol açar anemiye neden olur. • Ayrıca: Alerjik döküntüler, dermatit, D vitamini eksikliği, Bazik sodyum tuzunu kullananlarda mide tahişi. Uzun süreli kullanımında ciltte yağlanma, pigmentasyon, hirsutizm ve beyinsel fonksiyonu bozar. Nadiren agranülositoz, hepatit ve periferik nörit de gelişebilir. Eğer hastada hem jeneralize ve hem kısmi tutarık varsa bu durumda fenitoin verilmez ve Valproik Asit tercih edilir. Fenitoin: Günde 300 ila 600 mg dozunda kullanılır. Çocuklarda 5-8 mg/kg/gün, Status epilepticusta IV 150-250 mg dakikada 50 mg olacak şekilde uygulanır. Fenitoin; Migren ve trigeminus nevraljsinde ağrıyı geçirebilir. Kalpteki ritim bozukluklarında da kullanılabilir. 53 2. Fenobarbital ve türevleri Bu gruptan uzun etkileri nedeniyle FENOBARBİTAL, METROBARBİTAL, METARBİTAL, PRİMİDON kullanılır. Bu gruptaki ilaçların hemen hepsinde antiepileptik yeterli dozda antikonvülsan etkileri bilinmektedir. Fenobarbital petit-mal ve myoklonik haricindeki tüm epilepsi tiplerinde kullanılabilir. Çocuklar ve bebeklerdeki yüksek ateşe bağlı tutarıkların ve Status epilepticusun da tedavisinde tercih edilir. Bunun nedeni sedasyon etkisinin küçük çocuklar için sorun olmaması ve Fenitoinin yan tesirlerinin çocuklarda daha riskli olmasıdır. Etki Mekanizması Nöron membranında GABAA-Klorür kanal komplexinde özel bağlanma yerlerine bağlanır ve klorür iyonunun iletimini artırarak nöronal inhibisyonu sağlar. Sedatif etkisi belirgindir ve bu yüzden yetişkinler yerine bebeklerde ve okul öncesi çocuklarda tercih edilir dedik. Güçlü etkisi olan ve toksisitesi düşük bir antiepileptiktir. Plazma proteinlerine bağlanmaz büyük kısmı KCde inaktive edilir t1/2 80 saat optimal etkin konsantrasyonu 10 ila 40 mikrogram/mL kullanımıyla tolerans riski ve gelişimi vardır. Günlük 1 x 200-250 mg verilir. Çocuklarda 4-6 mg/kgolarak kullanılır. Bebeklerde suppozituvar olarak kullanılır. Status epilepticusta da 150 ila 400 mg IV kullanılır. Yan tesirleri: Nörolojik ve psişik. Sedasyon uyuşukluk baş dönmesi ataksi nistagmus çocuklarda uzun süre kullanımı ise bellek fonksiyonlarını bozar zeka geriliğine kadar giden zararlar verebilir. Alerjik belirtiler döküntü seyrek olarak gözlenir. K vitamini eksikliğine bağlı olarak kanamalar ortaya çıkabilir ve anemi ortaya çıkabilir. Diğer önemli özelliği enzim indükleyicisidir. KC mikrozomal enzimlerini indükler. PRİMİDON Bu grup içersinde fenobarbitalin dezoksi türevi olup vücutta Fenobarbitale dönüşür ve benzer şekilde kullanılır. 3. Karbamazepin (tegretol®) Etki Mekanizması: Fenitoin gibi sodyum kanallarını bloke eder. Komleks ve parsiyal nöbetlerde kullanılabiliyor. Fenitoin yerine Grand-Mal epilepside ve kısmi tutarıkların tedavisinde kullanılır, etkinliği daha düşüktür. Eliminasyonunun değişken olmaması ve nörolojik ve davranışsal yan tesirlerinin daha az olması nedeniyle tercih edilir. Antimanik ve antidepresif etkinliğe de sahiptir. Mani tedavisinde lityumun alternatifidir. Ayrıca trigeminus nevraljisinde tek başına veya fenitoinle birlikte ağrıyı kesmek amacıyla kullanılır Fenitoinden çok daha etkindir. 54 Ayrıca çok ağrılı kanser olgularında gerekirse klasik analjeziklere yardımcı olarak kullanılabilir. Dozu 600-1200 mg/ gün. Çocuklarda 20-30 mg/kg/gün. Etkin Plazma konsantrasyonu 4-11 mcg/ml. (6-8 arasında tutturulmaya çalışır.) Yan tesirleri • GI bozukluklar, bulantı, kusma, diare. • Nörolojik olarak denge bozukluğu ataksi baş dönmesi nistagmus görme bulanıklığı diklofi. • Antikolinerjik etkiler ağızda kuruluk midriyazis, idrar retansiyonu. • Alerjik bozukluklar. Kemik iliği depresyonu, • Uzun süre kullanımına bağlı olarak vazopresin salgılanması ve su retansiyonu yapar seyrek olarak ta dolayısıyla HTye neden olabilier. 4. Süksinimidler Bunlar yalnızca absens petimal kısmi tutarıklarda kullanılan bileşiklerdir. Bu gruptan etkinliği en yüksek olan ve en çok kullanılan ETOSÜKSİMİD’dir. Valproik asit ya da sodyum valproad etosüksimit kadar etkili olmakla birlikte idiosempatik hepatotoksisite gösterebilmesi nedeniyle ikinci sırada tercih edilir. Etki Mekanizması: Bunlar H tipi kalsiyum kanalını bloke ederek nöronların uyarılabilme eşiğini düşürürler. Diğer ilaçlardaki gibi benzerGI bozukluklar ve SSS bozuklukları (Parkinson başağrısı vb). Alerjik belirtilere neden olabilir. Aplastik anemi ve kemik iliği depresyonu da olabilir. Grubun en geniş spektrumlu üyesi SODYUM VALPROADdır. Plazma Proteinlerine % 90 95 oranında bağlanır. Plazma proteinlerine bağlanan ilaçlarla etkileşmelerine dikkat edilmesi gerekir. Grand-malde fenobarbital’e yardımcı olarak kullanılır. Yan Tesirleri: % 50 oranında hepatotoksik etkisi vardır. KC fonksiyon tes ve takipleri yapılmalıdır. Antidepresan ilaçları potansiyalize eder. Ciddi teratojenik etkidedir. Nadiren geçici saç dökülmesi yapabilir. 5. Oksazolidindionlar Bu grubupta TRİMETADİON yan tesirlerinin fazlalığı nedeniyle ve teratojenitesi nedeniyle artık kullanılmaz. Ama etosüksimide bir alerji dayaçsızlık gösteren hastalardaki “peti-mal” tip tutarıklarda tercih edilebilir. 6. Benzodiazepinler. Status Epilepticus’un acil tedavisinde kullanılışları vardır. Lorazepam uzun etkili olması nedeniyle birinci tercih ama bunun yanında diazepam da en tercih edilenlerinden. Benzodiazepinler antiepileptik etkiye karşı tolerans gelişmesi ve sedasyon yapmaları nedeniyle status epilepticus dışında kullanılmazlar. Klonazepam etki süresi daha uzun olan BDZ türevi ilaçtır. Etosüksimite cevap vermeyen kesinti tutarıklığında, infantil spazmlarda myoklonik tutarıklarda etkilidir, IV olarak Status Epilepticusta da kullanılabilir. 55 Yan tesir olarak agresif davranışlar ve huzursuzluk gibi davranış bozukluğu yaratabilmesi ve hiperkinezi sayılabilir. Bu nedenle doz mutlaka azaltılarak kesilmelidir. Bu yan tesirleri ve antiepileptik etkiye karşı tolerans görülmesi nedeniyle de terapotik değeri azalmaktadır. 7. Yeni Nesil Antiepileptikler • GABAPENTİN: GABA agonistidir. Diğer ilaçlarla yeterli yanıt alınamayan kısmi ve parsiyel tutarıklarda veya sekonder jeneralize tonik klonik tutarıklara etkilidir. Uykuya eğilim, baş dönmesi görülebilir. • VİGABATRİN: GABA yı aktive eden GABA transaminaz (GABA-T) enziminin irreversibl bir şekild inhibe ederek gabaerjik aşırımı güçlendirir. Özellikle parsiyel tutarıklarda diğer antiepileptiklere direnç gelişmiş hastalarda kullanılır. Yan etkisi olarak hastaların yarısına yakınında görme bozukluğu ve bulanıklığı oluşması önemlidir. • LAMOTRİJİN: Voltaja bağlı sodyum kanallarını inhibe eder ve tekrarlayan nöbetleri önleyerek nöronal membranı stabilize eder. Bu etkisinin yanısıra ikinci bir etki de yüksek voltajla aktive olan kalsiyum kanallarını da inhibe eder. Geniş bir antiepileptik spektrumu vardır. Jeneralize parsiyel nöbetlerde kullanılır. Yan Tesir olarak: Baş dönmesi, görme bulanıklığı, bozukluğu, bulantı kısma ve deri döküntüleri gösterebilir. • TOPİRAMAT: Sodyum ve Kalsiyum kanal blokörü, ayrıca glutamat reseptörlerini bloke ederek eksitatör etkiyi önler. Parsiyal tutarıklarda tercih edilir. • TİAGALİN: Postsinaptik GABAerjik reclerde GABA geri alımını inhibe eder, kısmi nöbetlerde etkilidir. • FENBAMAT: NMDA yanıtlarını baskılayarak ve GABA’nın etkinliğini artırmak suretiyle etki gösterir. Kısmi ve Jeneralize epilepsilerde ancak bunun bir yan etki sorunu vardır. “Aplastik anemi” ve “KC yetmezliği” • ZONİSAMİD: Geniş spektrumlu antiepileptik. Voltaja bağlı sodyum ve T tipi Kalsiyum kanallarını inhibe ederek etki gösterir. 56 KALSİYOTROPİK İLAÇLAR Kalsiyumun vücut için önemi: • Hücrede; membran, mitokondri, Endoplazmik retikulumda bağlı halde ve; stoplazmada serbest halde bulunur. • Hücrenin canlılığı ve fonksiyonları için önemlidir. • Kan pıhtılaşmasında rol oynar. • Fosforilasyon-Defosforilasyonda rol oynar. • Hücre içi sinyal iletiminde önemlidir. • Kas kasılma mekanizmasında görev alır • Egzositoz olayında önemlidir. Vücut kalsiyumunun % 90’dan fazlası kemiklerde “hidroksiapatit” halinde bulunur. Bunun bir bölümü plazmadaki kalsiyum ile denge halinde bulunur. Kalsiyotropik ilaçlar ve hormonlar bu dengeyi sağlamaya çalışırlar. Plazma kalsiyumunun % 50’si iyonize, % 40’ı plazma proteinlerine (CaBP, kalbindin) bağlı halde ve % 10’u da anyonlarla kompleks halinde bulunur. Hormonların Kalsiyum dengesini sağlama yolakları: • Kemiklerden Ca+2 toplanması ve salıverilmesini düzenleyerek • Barsaktan Ca+2 absorbsiyonunu düzenleyerek • Böbreklerden Ca+2 atılımını düzenleyerek sağlamaya çalışırlar Kalsiyum ve Fosfat Homeostazı sağlanmasında önemli bileşikler. • • • Başlıca düzenleyiciler o Paratiroid Hormon (PTH) o D vitamini İkincil düzenleyiciler o Kalsitonin o Östrojenler o Androjenler o Tiroid hormonu o Glukokortikoidler o Büyüme hormonu Hormon olmayan bileşikler o Bifosfanatlar o Pikampisin o Tiazidler o Sodyum florür Kemik Dokusu: Vücudun en dinamik dokularındandır. Kemiğe özgü üç tip hücre vardır: 1. Osteoblastlar: Kemik matriksini oluşturur ve mineralize ederler. Kemik yapımından sorumludurlar 2. Osteositler: Kemiğin beslenmesini sağlarlar 3. Osteoklastlar: Kemiğin yıkımından sorumludurlar. Osteoblastlar ve osteoklastlar denge halinde eşgüdümlü olarak çalışır. 57 Ca+2 Homeostazında Önemli Bileşikler: 1. Paratiroid Hormonu (PTH) “Preproparatiroid HormonProparatiroid Hormon paratiroid hormon” yolağından sentezlenir. Plazma Ca+2 düzeyinin artışıyla düzeyi azalırken, Ca+2 düzeyi azaldığında salgılanması uyarılır. Paratiroid bezinden salgılanır ve paratiroid bez hiperkalseminde atrofiye uğrar, hipokalsemide ise hiperplaziye uğrar. Etki Mekanizması: PTH; peptit yapılı bir hormondur. Reseptörleri hücre membranındadır ve rec-ligant kompleksi “AdenilatSiklaz-cAMP” ikincil ulak sistemini aktive ederek fizyolojik yanıt oluşturur. (PO4)-2 Fizyolojik ve farmakolojik etkileri 1. Kan Ca+2 düzeyini yükseltir, bu etkiyi D vitamini ile sinerjizma içinde yapar. 2. Kemikte Osteoklastların sayı ve aktivitesini artırır. 3. Ufak dozlarda osteoblast aktivitesini de artırır ancak osteoklastlara olan etkisi daha fazla olduğundan net etki kemik yıkımı şeklindedir. 4. Uzun süreli kulanımda kemik “turn-over”ını hızlandırır. 5. Böbrekten Ca+2 ve Mg+2 reabsorbsiyonunu artırır. (PO4)-2, Na+, Clreabsorbsiyonunu azaltır. 6. Böbrekte 1 α-Hidroksilaz enzimini indükleyerek D vitamini sentezini artırır. 7. İnce Barsaktan Kalsitriol aracılığıyla ve Ca+2 ve (PO4)-2 absorbsiyonunu artırır. Farmakokinetiği Böbrek ve Karaciğerde metabolzie edilir. T1/2 = 2-5 dakikadır. Paratiroiad Hormon Fonksiyon Bozuklukları 1. Hipoparatiroidizm 2. Pseudohipoparatiroidizm: Hipokalsemi ve tetani görülür. 3. Hiperparatiroidizm: Kanda ve Ca+2 düzeyi artar, (PO4)-2 düzeyi azalır. • Bu exratrasellüer Ca+2 artışı SSS’i deprese eder. Paratiroid Hormon Kullanılışı 1. Akut Tetaninin Acil Tedavisinde 2. Pseudohipoparatiroidizm teşhisinde Kullanılır • Hipoparatiroidizm tedavisinde rutin olarak kullaımı yoktur. Bu durumda Kalsiyum Tuzları, Yüksek doz D Vitamini ve türevleri kullanılır. Paratiroid Hormon Diğer Bilgiler • • Alerjik reaksiyonlar oluşturabilir Antikor Oluşması Sonucu Tolerans gelişebilir 58 2. D Vitamini D2 Kalsiferol, D3 Kolekalsiferol D vitaminleri hormon prekürsörleridir. Aktif halleri 1,25-dihidroksi türevleridir. Yapı ve Özellikleri bakımından steroid hormonlara benzerler. Farmakokinetik Özellikleri • İnce barsaktan “safra asitleri varlığında” absorbe edilir • Kanda “D Vitamini Bağlayan Protein” tarafından taşınır. • Lipofilik karakterlidirler (-OH’li türevleri hariç) Bu yüzden KC ve yağ dokusunda birikir. • KC’de 25 numaralı konumdan ve sonrasında da böbrekte 1 α konumundan Hidroksillenerek aktif hale dönüşürler. “1-hidroksilasyon hız sınırlayıcı aşamadır.” • Bu aktif şeklin t1/2 ‘si 3 saattir. • Safra içine itrah edilerek enterohepatik siklusa girer. Etki Mekanizması • Steroid yapılı olması nedeniyle reseptörleri membranda değil hücre içindedir. • Böbrek tübül hücreleri, kemik hücreleri ve barsak epitelyum hücrelerinde reseptörleri vardır. • Bu hücrelerin stoplazmalarındaki özgül reseptörlerine bağlanarak oluşan reseptör-ligant kompleksi nükleusa giderek m-RNAsentezini artırır. Farmakolojik ve Fizyolojik Etkileri • Direkt etkisiyle böbrekten Ca+2 ve (PO4)-2 tutulumunu artırarak kan düzeylerini artırır. • Ca+2 ve (PO4)-2 ‘in kandan dakemik matriksine geçmesini sağlar. • Eskimiş kemik dokusundan Ca+2 ‘in kana geçişine katkıda bulunur. Bu işlemi PTH ile birlikte gerçekleştirir ancak D vitamini eksikliğinde bu işlem gerçekleşemez. • Büyüme çağındakilerde epifiz plakta yeni kemik oluşumunu artırır. • Erişkinlerde yeni kemik oluşumunu artırır • Kemik turn-over hızını artırır. • Böbrekten Ca+2 emilimine neden olduğundan hiperkalsemi yapar ve bu nedenle PTH salgısının azalmasına yol açar. • Barsaktan Ca+2 ve az da olsa (PO4)-2 absorbsiyonunu artırır. • Kalsiyum Bağlayan Protein (CaBP, Kalbinin) sentezini artırır ve Ca+2 ‘nin barsak lümeninden kolaylaştırılmış difüzyonla alımını artırır D Vitamini Eksikliğinde • • Çocuklarda raşitizm Erişkinlerde Osteomalazi görülür. 59 D Vitamini Preparatları I. Kalsitriol: Etki gücü yüksek, Dozlama çok dikkatli yapılmalı. Zehirlenmelere yol açabilir. “Renal Osteodistrofi” tedavisinde kullanılır. Uzun süreli kullanımı “metastik kalsifikasyon”a yol açabilir. II. α-Kalsidol (1-OH hidroksikolekalsiferol): Etkinliği daha düşük, “Renal Osteodistrofi” tedavisinde kullanılır III. Kalsifediol: Etkinliği daha da düşük. Osteomalazide kullanılır. “Renal Osteodistrofi” tedavisinde kullanılmaz. IV. Dihidrotaşisterol: Etkisi D2 ve D3 vitaminleri gibi. Kısa ve hızlı etki gösterir. “Renal Osteodistrofi” tedavisinde kullanılmaz. 3. Kalsitonin Menşei: Memelilerde tiroid hücrelerinde sentezlenir. Tıbbi Balık Yağında bol miktarda bulunur. Kalsitonin salgısı; plazma Ca+2 düzeyi ve gastrin gibi barsak hormonlarınca düzenlenir. Kan kalsiyum düzeyiyle kalsitonin salgısı arasında pozitif yönde ilişki vardır. Yanı şekilde Gastrin ile de kalsitonin salgılanması arasında da pozitif yönde ilişki vardır. Etki Mekanizması: Kalsitonin de peptit yapılı bir hormondur ve hücre yüzeyindeki reseptörlerce aktive edilen ikincil ulak sistemleri (AdenilatSiklaz-cAMP) üzerinden etki gösterir. Fizyolojik Etkileri: • PTH’nin fizyolojik antagonistidir. • Plazma Ca+2 ve (PO4)-2 düzeyini düşürür. • Böbrekten Ca+2 ve (PO4)-2 absorbsiyonunu azaltır. Barsaktan bu iyonların emilimleri üzerine etkisi yoktur. • Mutad dozda mide asit salgısını azaltır. • Fazlalığı ya da eksikliğiyle ilgili bir sendrom bildirilmemiştir. Kullanılışı: Plazma Ca+2 düzeyini azaltıcı etkisi nedeniyle • Paget hastalığında • Hiperkalsemide Ve kemik rezorbsiyonunu inhibe etmesi nedeniyle de • Osteoporoz tedavisinde kullanılır. 4. Glukokortikoidler • Kemik rezorbsiyonunu artırır • Kalsüriyi artırır • D vitamininin barsaktan Ca+2 absorbsiyonunu arttırıcı etkisini antagonize eder. • Sekonder hipoparatiroidizme neden olur. • Çocuklarda iskelet büyümesini inhibe eder. • Belirgin Osteoporoz yapar • Hiperkalsemi tedavisinde ve nedenin saptanmasında kullanılır. 60 5. Östrojenler • Postmenopozal kadınlarda hızlanmış kemik yıkımını yavaşlatır. • PTH’nin rezorbsiyon yapıcı etkisini antagonize eder. • Postmenopozal osteoporozda kullanılır. 6. Ca+2 Homeostazında Hormonal Olmayan Düzenleyiciler I. BİFOSFONATLAR • Grubun ilk kullanılan ilacı ETİDRONAT’dır. • Osteoklast etkinliğini azaltırlar. • Yükselmiş kalsemiyi düşürürler Kullanılış: Osteoporoz, Paget hastalığı, Malign tümörlere bağlı hiperkalsemi tedavisi. II. PİKAMİSİN • Sitotoksik antibiyotik Kemik rezorbsiyonu nu azaltır. III. TİAZİDLER • Ca+2 rezorbsiyonunu artırırlar. İdiopatik hiperkalsiüride kullanılırlar. IV. SODYUM FLORÜR • Diş çürüklerinde ve Paget Hastalığında kullanılır. • Etkisini; osteoblast sayısını artırarak gösterir OSTEOPOROZ En sık görülen kemik metobalizması bozukluğudur. Senil ve Postmenopozal osteoporoz tedavisinde: Ca+2 alımı. Oral östrojen replasmanı. Oral sodyum florür. Bifosfonatlar. Kalsitonin. D vitamini Kullanılır. • • 61 HİSTAMİN VE ANTİHİSTAMİNİKLER Otokoidler (lokal hormonlar): HİSTAMİN, SERATONİN, (peptit yapılı olanlar) ve PROSTOGLANDİNLER otokoidlere tipik örneklerdir. Hormonlar salgılandıkları yerden genel dolaşıma verilerek çok uzak noktalarda etki oluşturur. Nöroregülatörler ise çok çok kısa mesaede etki gösterir. Genellikle bir presinaptik membrandan salınır ve postsinaptik membranı etkilerler, yani etki mesafesi sinaptik boşluk kadardır. Otokoidler, salındıkları yerin hormonlara göre çok daha yakınındaki dokuları etkiler. Hücrenin yakın çevresindeki hücreleri hedef alır. Bunların vücutta kalış süreleri uzun değildir. Çok çabuk yıkılırlar. Hormon kadar uzağa gidememesinin nedenlerinden biri de budur. Prostoglandinler gibi otokoidler ise vücudun çok değişik yerlerinde yaygın etkilere neden olabilmektedirler. Bu durum prostoglandinlerin salınıp dolaşıma verilerek uzaklarda genel etki oluşturduğunu göstermez. Prostoglandinlerin salındıkları yerler, diğer otokoidlere göre çok yaygın olduğundan bunlarda durum farklıdır. Bu otokoidler genellikle klinikte ilaç olarak kullanılmaz. Kullanılan “seratonerjik, antihistaminik vb.”ilaçlar; bu otokoidlerini vücuttaki yazgılarını (sentez, depolanma, salınım) değiştirmek ya da hedefledikleri reseptörleri etkilemek suretiyle etkinlik gösterirler. HİSTAMİN VE ANTİHİSTAMİNİKLER Histamin: Histidin aminoasitinin dekarboksilasyonu ile oluşan biyojen amin. 3 temel yapıda bulunur: 1. Nöronal histamin: Periferde de bulunsa da genellikle SSS’de yeralan nöronlarda bulunur. Histaminerjik bir yolak henüz bilinmemektedir. Periferdeki nöronal histaminin işlevi bilinmemektedir. t1/2 : 1 saat. 2. Mast hücre: Asıl olarak kemik iliği kökenli olan Mast hücrelerinde bulunurlar. Histamini, heparinle kompleks olarak taşır. Bu hücrelerde oldukça yaygındır. Deride, mukozalarda yaygın bulunur. Mast hücrelerinde yapılan histaminin etkisi uzundur. t1/2 : 4 gün. 3. Mide mukozasında: Burada mide asit salgısı üzerinde etkisi vardır. 62 A. HİSTAMİN RESEPTÖRLERİ: Histamin’in H1 ila H4 adlarıyla bilinen 4 tip reseptörü vardır. En bilinenleri H1 ve H2. Klasik antihistaminiklerin histamin nedenli bazı olaylara (mide asit salgısı) etkili olmadığı görüldükten sonra, farklı tiplerde histamin reseptörleri olduğu anlaşılmıştır. Söz konusu antihistaminiklerin etkilediği reseptörler için H1 reseptörleri; buna etkili ilaçlara H1Blokörler denmiştir. Mide asit salgılanmasında görevli ve bu “H1 blokörlerden” etkilenmeyen reseptörlere de H2 reseptörleri denmiştir. Daha sonra da benzer şekillerde H3 ve H4 reseptörleri bulunmuştur. • • • • H1 reseptörleri: Damar düz kası, mide barsak düz kası ve solunum düz kasında vardır. Damar endotelinde, kalpte AV düğümde ve periferdeki afferent sinir uçlarında var H2 reseptörleri: Mide mukozasının palyetal hücelerinde, kalpte myokard ve SA düğüm hücrelerinde ve solunum yollarının mukus salgılayan hücrelerinde bulunur. H3 reseptörleri: Periferde bazı sinir uçlarında var. H4 reseptörleri: Eozinofil hücrelerinde vardır. Bazı damarlarda hem H1 hem H2 reseptörler var. H2 ler vazodilatasyon yönünde etki yaparken H1 ler vazokonstrüksiyon yönünde çalışırlar. Ortaya çıkan net etki o dokuda hangi tip histaminik reseptörlerin egemen olduğuna göre değişir. Bu yaygınlık türler arası değişiklik gösterir. İnsan damar endotelinde H2 ler yaygın olduğu için net etki vazodilatasyon yönündedir ancak başka bir memeli türünde bu durum tersi yönde olabilmektedir. Bazı durumlarda bir dokudaki histamin etkisi hem H1 hem de H2 reseptörler üzerinden aynı yönden olabilir. Yalnız H1 üzerinden olan etkiler klasik antihistaminiklerce sonlandırılabilirken, H2 lerin de devreye girdiği durumların sonuçların sonlandırılması için H2 blokörler de gerekir. Örneğin: Damarlarda Vazodilatasyon. histamin’in damarlardaki vazodilatör etkisi düşük dozlarda H1 ler üzerindendir, yüksek dozlarında ise H2 ler de devreye girer. Bu yüksek doz histaminin neden olduğu vazodilatasyon klasik antihistaminiklerce geri çevrilemez. Bronşlarda bronkokonstrüksiyon. H1 reseptörlerinin aktivasyonu bronşlarda bronkokonstrüksiyona neden olurken H2 ler ise bronkodilatasyon yönünde çalışırlar. İnsanda bronşlar ve solunum yolunda H1 egemen olduğundan “bronşlarda histaminin net etkisi bronkokonstrüksiyon ve bronkospazmdır.” Barsaklarda Tonus ve motilite artışı. Barsaklarda ise yalnız H1 ler vardır. Histamin bu reseptörler üzerinden barsaklarda motiliteyi ve tonusu artırıcı etki yapar. Midede asit salgılanması. Midede ise yalnız H2 reseptörleri bulunur ve aktivasyonu asit salgısını artırır. 63 B. HİSTAMİN’İN FARMAKOLOJİK ETKİLERİ: Histamin klinikte birkaç özel durum dışında ilaç olarak kullanılmaz ancak kimi besinler, antijenler vücutta histamin salınımını artırırlar. Artan histamin başlıca şu etkileri yapar: • Temel etki damar düz kasını gevşetici etkisidir. • Damar dışı düz kaslarda kasıcı ve tonusu artırıcı etki. • Dış salgı bezlerinin uyarılması ile hipersalivasyon. Bunlar dışında sistemlere göre etkileri şu şekilde sıralanabilir: Kardiovasküler Sistem Rezistans damarlar histamin etkisine çok duyarlı dokulardır. Bunlarda hem H1 ve hem de H2 reseptörleri bulunur. Histamin KV sisteme etkileri nedeniyle • Vazodilatasyon • Flashing • Başağrısı • Ödem • • • H1 ler aracılığıyla histaminin yaptığı vazodilatasyonda damar endotelinden NO (nitrik oksit) ve Prostasiklin salınır. H2 nin vazodilatör yöndeki etki mekanizması ise adenilat siklaz aktivasyonuyla cAMP düzeyinin artması şeklindedir. Damarlardaki bu vazodilatör etki özellikle yüzde, boyunda ve göğsün üst kısmında belirginleşen kızarıklık şeklinde kendini gösterir. • Beyin damarlarındaki vazodilatasyon nedeniyle “başağrısı”na neden olabilir. • Damar düz kasının gevşemesine bağlı olarak permeabilite artışı ve bunun sonucunda plazmanın ekstra vasküler kısma kaçması ile “ödem” görülür. Bu olayda H1 ler asıl amildir. • Histamin akson refleksine neden olur. (levisin üçlü yanıtında da bahsedilecek) Lewis’in Üçlü Yanıtı: Histaminin deri içine enjeksiyonu sonucu tipik bir cevap ortaya çıkar. Enjeksiyon yerinde küçük damarların genişlemesiyle bir kızarıklık oluşur. Bunu kısa süre içinde enjeksiyon yerinde kabarıklık ve bu ödemi çevreleyen düzensiz kırmızı renkli bir alan izler. Bu olayda sırasıyla üç tipte hücre etkilenir: küçük damarların düz kası (kızarıklık), kapiller ve venöz endotel (ödem) ve duyusal sinir uçları (akson refleksi). Bu üçüncü olaya aracılık eden şey oluşan ödemdir. Bunun sonucunda afferent sinir uçları uyarılır. Bu uyarı merkeze doğru giderken uyarının bir kısmı efferent yollardan geri döner. Bu refleks, enjeksiyon yerinde “P Maddesi” salınımıyla kızarıklığa neden olurken, beyne ulaşan uyarı ise kaşıntı hissini doğurur. Bu olaylarda üç farklı hücre rol alsa da tüm olaylar yalnız H1 reseptörleri üzerinden gerçekleşir ve H1 blokörlerce ortadan kalkar. H2 blokörlerin etkisi yoktur. 64 Solunum Düz Kası H1 ler bronkokonstrüktör (BK), H2 ler ise bronkodilatör (BD) etki yönünde çalışır. İnsanda bronşlarda da H1 egemen olduğundan net etki bronkokonstrüksiyon yönünde. Histamin ayrıca insanda indirekt yoldan PG-F2α salımını artırarak da BK katkıda bulunur. Normal kişide bu etki pek sorun yaratmazken, KOAH’ta ataklara neden olur. H2 reseptörleri solunum yolu mukus salgısını artırıcı etkinlik gösterirler. Hatta bronşial astma patogenezinde bu H2 reseptörlerin azaldığı görüşü de vardır ve BK/BD denge (H1 / H2) BK lehine daha da artmıştır. Bronşlarda bunlara ek olarak H3 reseptörleri, bronşlara gelen kolinerjik sinir uçlarında tespit edilmiştir ve bunların asetilkolin salımını inhibe edici etkisi vardır. (Asetilkolin BK etki yapar). Ancak bu durum da histaminin net BK etkisini engellemez. Dış Salgı Bezleri İnsanda mide mukozasında asit salgılayan hücreler histamin etkisine en duyarlı hücrelerdir. Bunlar; histaminin en düşük dozlarından dahi etkilenir. Bu nedenlerle: • • Midedeki H2 reseptörleri aktive ederek midenin asit ve pepsin salgısını artırır. Bunun dışında tükrük, gözyaşı, bronş mukoza salgısını da uyarıyor. C. HİSTAMİNİN KULLANILIŞI Histamin ilaç olarak kullanılmaz…Oral yoldan verildiğinde derhal barsak florası bakterileri tarafından parçalanarak inaktive edilir. Ancak Histamin bazı hastalıkların teşhisinde kullanılabilir. Aklorhidri: Midenin asit salgılama yeteneğinin olmaması durumudur. Bu hastalığın teşhisi için 0,5-1 mg histamin cilt altına enjekte edilerek birkaç saat boyunca mide suyu numuneleri alınır. Bunlarda asit miktarları ölçülerek teşhise gidilir. Aklorhidri durumu; mide karsinomasında veya atrofik gastrit olgularında ortaya çıkar. Bu teşhis yönteminin esası mide mukozasındaki asit salgılayan hücrelerin histamin’in etkisine en duyarlı doku olmaları ve buralarda H2 ler aracılığıyla asit salgısının artırılmasıdır. Klinikte bu test yöntemi için histamin pek kullanılmıyor, selektif H2 reseptör agonisti olan BETAZOL tercih edilebiliyor. 65 D. HİSTAMİN’İN YAN TESİRLERİ Histaminin kendisi ya da histamin salımını uyaran maddeler ve durumlar başlıda aşağıdaki yan etkilere neden olurlar: • • • • • • Hipotansiyon Refleks taşikardi Bronkospazm ve dispne Başağrısı Bulantı-Kusma-Diyare Barsak peristaltizmi artışı Aşırı şekilde histamin salımına neden olan bir etkene maruz kalındığında bunun neden olduğu sonuçların tedavisi için şu ilaçlar kullanılır. 1- Klasik antihistaminikler “H1 blokörleri”: histaminin reseptöre bağlanmasını önler. 2- Anrenalin: Histaminin fizyolojik antagonistidir. Vazokonstrüktör, bronkodilatör özellikleriyle histaminin etkilerini geri çevirir. E. ANTİHİSTAMİNİK İLAÇLAR I. H1 Antagonistleri • Mide asit salgısını engelleyici etkileri yoktur. • Kimyasal yapı olarak antikolinerjiklerle benzerlik gösterirler. • Yüksek dozlarda antikolinerjik etkileri vardır • Düşük dozlarda ise selektif olarak H1 blokajı yaparlar. Bu ilaçlar, histaminin H1 reseptörleri aracılığıyla oluşturduğu tüm farmakolojik etkileri ortadan kaldırırlar. • Hipotansiyonu ortadan kaldırırlar • Kapiller permeabilite artışını geri çevirirler • Bronkospazmı önlerler • Barsak tonusunu azaltıp motilite artışını önlerler • Yüksek doz histaminin H2 reseptörleri üzerinden oluşturduğu vazodilatasyonla ortaya çıkan hipotansiyonda yetersizdirler, bu durumda H1 ve H2 antagonistler beraber kullanılmalı. Ortak Yan Tesirleri Bu ilaçların neredeyse tamamında sedatif etki potansiyeli vardır. Bunun mekanizması beyinde uyanık kalma halinin sürdürülebilmesinde önemli olan H1 reseptörlerinin blokajı ile ilgilidir. Lipofilisitesi azaltılmış yeni nesil antihistaminiklerde bu etki minimuma indirilmiştir. Bu sedatif etki haricinde H1 reseptör blokajı ile ilgisi olmayan tesirleri de vardır. • Taşıt tutmasında: İç kulaktaki denge organlarının uyarılmasına bağlı ortaya çıkan taşıt tutmasında etkili üyeler vardır. • Bahar alerjilerinde: Daha yüksek dozlarda antikolinerjik etkileriyle saman nezlesi gibi alerjilere karşı kullanılır. Bu antikolinerjik etki burun ve boğaz salgılarını baskılıyor. Antikolinerjik etkileri az olduğundan tercih edilirler. 66 • • • Antiemetik: Bazı türevleri beyinde kusma merkezini baskılayarak antiemetik etki gösterir. Antiparkinson: Bazıları hafif antikolinerjik etkileri nedeniyle parkinsonda kullanılır. Antiaritmik: Birkaç ilaç antiaritmik etkisi nedeniyle kullanılır. Birinci kuşak H1 antihistaminikler: • • • • • • Difenhidramin Dimenhidrinat Doksilamin Antazolin Mepiramin Klorfeniramin Lokal Anestezik Hareket hastalığında Belirgin sedasyon Lokal anestezik etkisi kuvvetli Sedatif + Lokal Anestezik Sedasyon İkinci kuşak (yeni nesil) H1 antihistaminikler: Lipofilik özellikleri azaltıldığından KBB’yi geçemezler ya da çok az geçerler. Sedatif etkileri oldukça azdır ya da yoktur. • • • • Feksofenadin Loratadin Akrivastatin Azolastin Antihistaminiklerin en belirgin kullanılış yerleri alerjik reaksiyonlardır. Özellikle Tip I Lokal alerjik reaksiyonlarda çok etkilidirler. Sistemik alerjik reaksiyonlarda, özellikle anjioödem gibi hayati reaksiyonlar ortaya çıkmış ise antihistaminikler çok yetersizdirler ve beraberinde glukokortikoialder de gerekir. II. H2 reseptör blokörleri: Klinik bakımdan en önemli özellikleri mide asit sekresyonunu inhibe etmeleridir. Midede oluşan asit sekresyonu yemek yemek gibi bir lokal stimülasyonla gastrin salgılanması üzerinden olabileceği gibi, Koku ve tad algılanması ile oluşan Vagal stimülasyon sonucu tetiklenen mide asit salgısını da güçlü bir şekilde bloke eder. H2 blokörleri; antiasitler ve antikolinerjiklere göre daha güçlü ilaçlardır. Bu amaçla kullanılan bir diğer ilaç grubu da H+ pompası inhibitörleridir. H2 antihistamniklerin bir diğer özelliği sadece artmış asit salgısını değil, bazal asit salgılanmasını da baskılamalarıdır. Bu amaçla bulunan ilk bileşik BRUNAMİT, daha sonra METİYOMİD’dir. Bu ilaçlar şiddetli kemik iliği depresyonu yapmaları nedeniyle tedavideki değerlerini kaybetmişlerdir. Daha sonra bu tip yan etkilerden arındırılmış ilk H2 antagonisti olan SİMETİDİN tedaviye girmiştir. İlk yeterli, başarılı ve etkin ilaç olarak SİMETİDİN sayılmaktadır. Ancak simetidinde de çok fazla sayıda ilaçla etkileşebilme riski ve erkeklerde antiandrojenik etkisi 67 nedeniyle değişikliklere gidilerek yeni ilaçlar aranmıştır ve bu etki ve sorunlarda arındırılmış daha yeni moleküller geliştirilmiştir. RANİTİDİN • Asit salgısını inhibe edici etki simetidin’in 5-10 katı kadar. • Antiandrojenik etki YOK • Mikrozomal enzim indüksiyonu YAPMAZ • Santral yan tesir YOK • Ülser tedavisinde değeri yüksek. • Duedonum ve mide üslerinde 2 x 150 mg dozda 4-6 hafta kullanılır. Daha sonra yarı dozda idame ettirilir. FAMOTİDİN • Ranitidinin simetidine göre olan üstünlüklerinin hepsi var • Ek olarak uzun yarı ömrü nedeniyle ve gravimetrik gücüyle 1 x 40 mg kullanılır. Gece yatarken alınmasıyla en iyi sonucu verir. • Bunda da duedonum ülserinde 4-6 hafta normal doz, ardından yarım dozla idame tedavisi uygulanır. NİZATİDİN • Famotidine belirgin bir üstünlüğü yoktur. • Dozu 300 mg’dır ve famotidin gib kullanılır. (günde 1ve 4-6 hafta süreyle) • Bu da gece yatarken alınmalıdır. Bu İlaçların Kullanıldığı yerler Duedonum Ülseri: H+ pompası inhibitörleriyle birlikte en etkili ilaçlardır. Genellikle 4-6 haftalık tedavi süresi gerektirir. Bu tedavi süreci sonunda plasebo % 37 lik hasta kısmında iyileşme sağlarken H2 blokörlerle % 70 lik iyileşme görülür. Ülser tedavisinde asıl risk hastalığın nüks etmesidir. Bu nükste mide dışı etkenlerin payı da önemlidir (stres vb.) - Nüks oranı bakımından plasebo ile farkı yoktur. Yarım doz idame tedavisi nüksleri önlemek için yapılır. Ayrıca 4-6 haftalık tedavi sonrasında hemen 2 haftalık helikobakter eradikasyonu yapılmasıyla (makrolit+Ampisilin ya da metronidazol + H+ inhibitörü) nüks olayı bir hayli azalır. Mide Ülseri: H2 blokörler, mide ülserinde antasitlere karşı duedonumda olduğu kadar üstün etkili değildirler. 68 Asit Aspirasyon Sendromu: Bu durum genel anestezi sırasında ortaya çıkabilen, mide suyunun akciğere kaçmasıdır. Ölümcül olabilecek bir durumu önlemek için H2 blokörleri operasyon öncesinde anesteziyle parenteral yoldan hastaya verilir. Gastroözefajial Reflü: Mide içeriğinin özefagus üst kısmına ve ağza kadar gelmesi olayıdır. Şiddeti değişebilir. Bu durum: - Kişinin yeme alışkanlıklarına ve kilosuna bağlıdır. - Şişmanlarda, uyku öncesi aşırı yemiş kişilerde yatışla beraber. - Aşırı yağlı ve baharatlı öğün sonrasında görülebilir. - Tedavi edilmez ise özofajite neden olur. - Tedavide 6-8 hafta süre ile duedonum ülseri tedavisi dozları uygulanır. Daha sonra nüksü azaltmak için yarı dozda idame dozuna geçilir. H2 bloköre yeterli yanıt alınamazsa H+ inhibitörü tedaviye eklenebilir ya da METOKLOPRAMİD tedavisine geçilir. Metoklopramid, özefagusun alt sfinkter kasını kasarak reflüyü engellemeye yardımcı olur. 69 SERATONİN VE ANTAGONİSTLERİ Seratonin = 5-HidroksiTriptamin (5-HT) *Yerleşimi: GIS Mukozasında: Büyük kısmı burada Enterokromafin hücrelerde. Enterik Mast Hücrelerinde Az miktarda da ve Seratonerjik Nöronlarda (bu nöronlar çoğunlukla beyinde Raphe Çekirdeğinde bulunur) Etkilediği sistemler: SSS GIS Rol aldığı hastalıklar: Depresyon, Anksiyete, Sosyal fobi, Şizofreni, Obsesif-kompulsif bozukluk, Migren, Hipertansiyon, Yeme bozuklukları, Bulantı ve kusma Raphe nukleusu beyin sapında seratonerjik çekirdekler grubu, beynin ilkel kısmı denebilecek uyku uyanıklık iştah seksüel aktivite gibi yüksek organizmaların basit fonksiyonlarını düzenlemeye önemli katkısı var. Retüküler formasyonun bir parçasıdır. Yan etkilerin büyük çoğunluğu bu retiküler formasyonun etkilenmesinden kaynaklanır. Oluşumu Triptofan’dan Triptofan hidroksilaz ile 5 HidroksiTriptofana dönüşüyor. Burası Hız Kısıtlayıcı basamak. Çünkü daha sonraki 5 hidroksi triptofan’ı 5-HT’e çeviren aminoasit dekarboksilaz enzimi noradrerjik ve dopaminerjik sentez yolaklarında da etkili, Oysa triptofan hidroksilaz, yalnız burada görevli. Seratonin prekürsörleri dışardan verildiğinde (triptofan ve 5-OH triptofan, SSSde seratonin artıyor. L-Aminoasit dekarboksilaz inhibitörleri dışardan verildiğinde de SSS’deki seratonin miktarları daha da artar. (DİKKAT: Bu inhibitörler SSS’ye geçemiyor ve periferde seratonin prekürsörü miktarının azalmasını engelliyor). Seratonin seratonerjik sinir uçlarında depolanır, buradan stoplazmaya sızan seratonin; “mitokondriyal enzim” MAO tarafından yıkılır. **Seratonin Kan Beyin Engelini geçemez IV verilirse % 90 dan fazlası akciğerde tutulur. (eliminasyonunda önemli) Seratonin sinaps aralığına egzositozla salınır, oradan Sodyum ve klor varlığında bir potasyum çıkartarak (seratonin transporer ile) hücreye geri alınır. Metabolizması: MAO tarafından yıkılıyor ve aldehit dehidrogenaz ile son ürün olan 5-Hidroksi İndol Asetik Asit’e (5HIAA) yıkılıyor. 70 *5HIAA miktarı seratonin turn-owerinin bir indikatörü. Klinikte idrardan bu maddenin miktarı saptanır ve kromatin karsinoid tümör şüphesinde de bu miktar tanısal olarak değerlendirilebilir. Seratonin etkinliğine son vermenin diğer yolları konjugasyonlar ve RE-UPTAKE olaydır. Farmakolojikl etkileri: KVS: 5-HT1 veya 5-HT2 reseptörleri üzerinden; İskelet kası damarları haricinde (bu damarlar farklı reseptörlere sahip) kalan damarları KASAR. İskelet kası damar yataklarını GEVŞETİR. Ergo alkaloitleri de 5-HT1reseptörlerini etkileyerek vazokonstrüktör yanıt oluşturur. Böbrek damar yatakları Büzücü etkiye en duyarlı damarlar venüller ve venler. Kalbin kan akış hızını yavaşlatır. Solunum: Solunumu stimüle ediyor. Bronşlar, GIS kanalı ve diğer düz kaslarda kasıcı, Asım’lılarda bronkospazm yapar. İnce Barsak düz kasları seratonine çok duyarlı. Barsaklar Ufak dozda bile spazma ve peristaltik hareketlerde armaya neden olur. Buna bağlı olarak ishal ve karın ağrısı yapar. Prokinetik etki: Barsaklarda 5HT4 agonisti ilaçlar (SİSAPRİT, METOKLOPRAMİD, RENZAPRİT) mide boşalmasını hızlandırır. Uterusu, mesaneyi ve üretrayı da kasar. 5HT3 reseptörleri aracılığıyla primer afferent sinir uçlarını uyarır. Seratonin agonist ve antagonistleri Seratoninin KBBi geçemediğinden ve non-selektif etkili olduğundan kendisi ilaç olarak kullanılmaz. Bu yüzden agonist ve antagonistler tercih edilir. *5HT2 antagonistleri Metizerjit, siproheptadin, pizotifen. *5HT1 parsiyel agonistler Ergo alkaloidleri (ergotamin, dihidroergotamin) *Tam antagonist SUMATRİPTAN *5HT3 Antagonistleri Ondansetron, granisetron, tropisetron (antiemetik) özellikle kanser tdv ilaçlarına bağlı bulantı-kusmada. *ALOSETRON ise kabızlıkla seyreden iritabl kolon sendromunda kullanılır *5HT4 agonistleri Metoklopramid, Sisaprid. Gastrokinetik olarak kullanılır. Tegaserod da kabızlığın egemen olduğu iritabl kolon sendromunda kullanılır. Seratonin reseptörleri 71 SSS ve periferde 7 tip seratonin reseptörü vardır. 5HT3 reseptörü haricindekiler ikincil ulak aracılı yanıtlar doğurur. G-proteini Adenilat Siklaz vb. METOKOTROPİK RESEPTÖR deniyor. 5HT3 reseptörleri ise membrana kenetli iyon kanalı niteliğinde ve aktive olması hücre içine iyon giriş çıkışını düzenler. (pompa) İYONOTROPİK RESEPTÖR 5-HT1 alt tipleri. 5-HT1A, 5-HT1B, 5-HT1Da, 5-HT1Db, 5-HT1E, 5-HT1F, 5-HT1P 5-HT1A: SSS’de çok yaygın. SSS’de Raphe Çekirdeğinde bu reseptör bulunur. Miyenterik Pleksus (ince barsakta bulunur)ta da bulunur. Tüm 5-HT1 reseptörleri ve bu da AMP inhibisyonu gösteriyor. Raphe çekirdeği kaynaklı postsinaptik inhibisyona aracılık ederler. Hipoaktivitesi anksiyeteye yol açar. Atipik bir anksiyolitik olan BUSPİRON tarafından bu reseptörler aktive edilerek anksiyete önlenir. Medulla Oblangatadaki 5-HT1Ares’leri aktivasyonu Kan Basıncını düşürücü etki yapar.(geçin) Majör depresyonda bu 5-HT1A tipi somatodentrik otoreseptör etkinliğinin arttığı bulunmuş. Somatik sinirin dentrit kısmındaki otoreseptör, kendi kendisini inhibe ediyor demektir. Postsinaptik tarafta değil, salındığı sinir üzerinde. Beyin dışında Enterik Kolinerjik Nöronlarda var. Agonistleri 5-OH-DPAT, BOSPİRON VE LSD Buspiron dışındakileri deneysel farmakolojide önemli. Klinikte önemi yok. 5-HT1B rec alt tipi: SSSde bazal ganglionlarda, striatumda, frontal kortekste bulunur. Presinaptik’tirler. Terminal otoreseptördür ve diğer nörotransmitterlerin salınımını kontrol eden heteroreseptördürler. Bazal ganglionda olması, hareketlerimiz ve lökomotor aktividede rol oynadığını düşündürür. Beyin arterinde ve diğer damarlarda da vardır ve damarlarda kasılmaya neden olur. Önemli Olan Antagonisti: METERGOLİN. 5-HT1Dalt tipi Bazal ganglionlarda, Substantia Nigra’da, trigeminal ganglionlarda, hipokampus’ta, Damar düz kasında bulunur. Tüm 5-HT1 rec alt tipleri gibi cAMP inhibisyonuyla etki eder. Damar düz kasını kasar, otonomik sinirleri inhibe eder. Selektif agonisti olan SUMATRİPTAN akut migren krizi tedavisinde kullanılıyor. Serebral arteri kasarak bu etkiyi yapar. 5-HT1Eve 5-HT1F korteks ve putamende bulunurlar. 5-HT1P enterik sinir sisteminde var. Agonisti İNDALPİN, Antagonisti RENZAPRİDdir. 5-HT2 rec’leri: Spiperon, LSD ve Ketanserine yüksek afinite var. Dihidroergotamin, pizotifen, metiserjit, siproheptadin, ketansein bu reseptörün antagonistleridir. 72 5-HT2A Beyin korteksi, Medulla spinalis, GIS damarları, bronş düz kasında damar endotelinde, trombositte var. Piramidal nörları GABA üzerinden inhibe eder. Lökomotor aktiviteye katkıda bulunur. Bellek-Öğrenmeyi bu recler üzerinden etkiler.. Selektif antagonistler Ketanserin ve Siproheptadin’dir. 5-HT2B Nitrik Oksit (NO) yoluyla endoteli gevşetir, damar düz kasını ise kasar. İleum, mide fundusu, uterus ve damarlarda var. 5-HT2C SSSde bulunur, periferde yoktur. 5-HT3 Antineoplastiklerin neden olduğu bulantı ve kusmada rol oynar. Bu bulantı ve kusma bu ilaçların entrokromafin hücrelerde seratonin salınımına yol açmasıyla olur. Bu da vagal eferentleri uyararak bulantı kusma yapar. Ondansetron, tropisetron ve granisetron bu reseptörleri antagonize ederek BKi önler. 5-HT4 GISte var, burada gevşemeye sebep olur İleumdakiler ise ucundakiler ise kasılma yapar. Adenilat siklazı aktive ederek cAMP düzeyini artırırlar. Agonistleri 5-MetoksiTriptamin, metoklopramin (antiemetik) ve Sisaprit. 5-HT5. Geç. 5-HT6 rec. SSSde asetilkolin salıverilmesinde rol oynar. Antagonisti klozapin. (nöroleptik) dopaminerjik reseptörlere asıl etkisi, 5HT6 rece de etkisi var. 5-HT7 Düz kas gevşemesi ve sirkadian ritmin devamından sorumlu. Agonist sumatriptan, LSD Antagonist methiotepin, Klozapin, Spiperon İLAÇLAR *Sumatriptan Süksinat ve diğer triptanlar. 5HT1 agonisti, özellikle 1D ve 1B ye yüksek afinite Migren ve cluster tipi baş ağrısında kriz döneminde kullanılır, profilakside değeri yok. 1D rec üzerinden arter ve ven şantlarını büzerek migren başağrısını engeller YE: flushing, bulantı, terleme. MAO inh kullananlarda, KKH, hipotansiyon, CVH kontrnd. *Pizotifen Hidrojen Maleat: Metizerjit gibi etki eder. Nonselektif parsiyel Agonist ancak 5-HT2’ye antagonist. Migren profilaksisinde kullanılır. Akut krizde etkisiz. İştah Arttırıcı olduğundan anoreksia nevrosa’ya karşı kullanılır. 73 *Metizerjit Yarısentetik ergo alkaloidi. 5-HT2 recleri parsiyel bloke eder. Migren profilaksisinde kullanılır *siproheptadin Antihistamin etki var 5HT2 blokör Migren profilaksisinde kull İştah artırır Anoreksia nevrosada yararı var *Ketanserin 5 HT2 atnagonist, α1 blokör. Reynaod sendromunda vazospazmı çözer. *Buspiron: 1a rec aktivatörü Anksiyolitik etkili seratonerjik. *Metoklopramid Sisaprid Metoklopramid belirgin antidopaminerjik, antiemetik etki var 4 recleri aktive eer, 3 reclerde antagonist. Epilepside kontrendike. Tegaserot. 5-HT4 parsiyel agonist. Antidepresan etki yok Ondansetron: 5HT 3 agonist. Bulantı kusmada kullanılır. SSRI, fluoksetin sertalin ve oksetinler: antidepresan, obsesif kompülsif bozukluklarda kullanılır. Fizyolojik Önem: Enterokromofin hücreler: GISde p maddesiyle etki ediyo, enterik bazal seratonin bazal uyarılarla bu bezlerden seratonin salınımı artar. Karsinoid tümör bu hücrelerden köken alır Trombositlerde seratonin depolanır. Buralarda sentezlenmez. Endotel hasarında pıhtılaşmayı artırmaya katkısı var. KVSde önemi kalpte + inotrop, + kronotrop (5HT4 recler üzerinden) Damar düz kasında kasılmaya neden olur. IV vrilen verilen seratonin Bezol Jariş refleksine neden olur. 3 basamaklı bir kan basıncı değişikliği gösterir. 1- KB düşüşü ve bradikardi, (5HT3 rec aracılı) 2- düz kastaki kasılmaya bağlı olarak KB artışı Sonra da çizgili kas damar yatağında gevşemeye neden olarak uzun süreli KB düşüşüne neden olur. GISte peristaltik hareketlere armaya neden olur. Diyare yapar. Mide boşalmasını hızlandırmak için 5HT4 rec kullanılır. Gastrik asit sekresyonunda da azalmaya neden olur. SSSde çok yönlü etkiler, her telden çalmış. Patolojik durumlardan da: depresyon şizofreni anfetamin gibi meezolimbik yoğla etki eden ilaçlar benzeri etki. Ani bebek ölümlerinde rol oynar. Bu ölümlerde 5HİAA yüksektir. 74 PEPTİT YAPILI OTOKOİDLER Aminoasit zincirinden meydana gelmiş yapılardır. • Anjiotensin • Bradikinin • Endotelin • Atriyal Natridiüretik Peptit ve • Endotel kaynaklı gevşetici faktör ANJİOTENSİN: Bilinen en güçlü vazokonstrüktör maddedir. Vücutta iki ayrı anjiotensin sistemi bulunur: • • Hormonal sistem: Tüm plazmada sentezlenir Doku Renin-Anjiotensin sistemi: Damar endoteli ve düz kas hücrelerinde, kalp gibi organlarda bulunan ve lokal hormon etkisi gösteren sistemdir. Her ikisinin de güttüğü gaye 14 aa’li α-2 globülin yapısında bulunan Anjiotensinojen prekürsörünün oktapeptid (10 aa’li) yapısındaki Anjiotensin II (AT-II)’ye dönüşümünü sağlamaktır. Normalde KC’de yoğun olarak sentezlenen Anjiotensinojen prekürsörü böbrekte farklılaşmış düz kas hücreleri olan Juktaglomerüler aparatta sentezlenen “RENİN” adlı asit proteaz vasıtasıyla; 10 aa’li AT-I’e dönüştürülür. Oluşan AT-I süratle, özellikle AC’de yoğun olarak sentezlenen Anjiotensin Dönüştürücü Enzim ( ADE ya da ACE) ya da diğer adıyla Kininaz II enzimi vasıtasıyla aktif AT-II’ye (ki anjiotensin denildiğinde akla gelmesi gereken şey, aktif olan bu maddedir) dönüştürülür. Esas etkiyi oluşturan peptit fragmantı bu AT-II’dir. Oluşan bu AT-II’de daha sonra bir aminopeptid olan anjiotensinaz vasıtasıyla AT-III’e dönüştürülür. Bilmemiz gereken AT-I ve AT-II. AT-III ise bunun yıkım ürünüdür. Sentezlenmiş olan anjiotensin hormonu, kendi reseptörleri üzerinden ve bazı dolaylı yollardan bir takım etkiler gösterirler. AT reseptörlerinin iki alt tipi vardır. AT1 ve AT2. AT1 reseptörleri üzerinden gelişen farmakolojik etkiler: AT’nin asıl farmakolojik etkileri, bu AT1 reseptörleri üzerinden gerçekleşir. Bu etkiler: • • Sıvı elektrolit dengesi (osmotik homeostaz) sağlanması Arteriyel kan basıncının regülasyonu Şeklindedir. 75 AT; bu etkilerini: - Vasküler düz kas - Adrenal korteks - Böbrek - Santral Sinir Sistemi (SSS) üzerinden sağlar. • Kardiovasküler etkiler: Damarlar: AT’nin en önemli etkisi vazokonstrüksiyondur. Bununla beraber arteriol ve srekapiller sfinkterleri büzerek, vücutta Total Periferik Damar Direnci (TPDR)’nin artmasına ve Kan basıncının (KB) yükselmesine neden olur. Kalp: Kan basıncının artışına bağlı olarak baroreseptör stimülasyonuna, dolayısıyla kardiyak debinin azalmasına neden olur. KB’da çok ufak dozlarda bile damar düz kasındaki AT1 reseptör aktivasyonuyla KB’yi artırır. Daha yüksek dozlarda santral ve periferik sempatik aktiviteyi artırarak KB’nin daha da yükselmesine neden olur. • Adrenal korteks: AT, KB’yi etkilemeyen ufak dozlarda bile böbrekte “zona miraloma” tabakasını etkileyerek ALDOSTERON sekresyonunu artırır. Bunun sonucunda vücutta daha fazla Sodyum ve su tutulumuna neden olur. • Sempatik sinir sitemi: Özellikle intravenoz (IV) verildiklerinde beyin sapındaki “Area Postrema” bölgesini etkileyerek santral sempatik stimülasyona neden olurlar ve kan basıncını artırırlar. Periferde ise Adrenerjik sinir uçlarından ve adrenal medulladan Adrenalin ve Nor-Adrenalin sentezi ve salınımını artırırlar. • Santral Sinir Sistemine etkileri: Özellikle hipofizin arka lobundan “Antidiüretik hormon” salımını artırarak dipsojenik (aşırı su içilmesi) etkiye neden olur. • Böbrek: İndirekt olarak aldosteron ve antidiüretik hormon salıverici etkisiyle doğrudan böbrek kan akımını azaltıcı etkisinden dolayı antidiüretik, antinatriüretik etki oluşturur. • Diğer Düz Kaslarda: Özellikle uterus, GIS, Trachea, Bronş düz kaslarında güçlü bir biçimde kasıcı etki oluşturur. Böbrekte jugdaglomerüler hücrelerden salınan RENİN, başta sempatik sinirlerin stimülasyonu ve böbreğe sunulan sodyum konsantrasyonundaki azalma gibi nedenlere bağlı olarak sentezi ve salıverilmesinde artış görülür. Bu artışa bağlı olarak da AT peptidinin oluşumu artar ve bu da çeşitli patolojik durumlara neden olabilir. Normalde vücutta Renin-Anjiotensin sistemi ile Kinin-Kinuklidin sistemi denge halinde bulunmaktadır. Bu dengenin çeşitli durumlarda; örneğin renovasküler tümörlerde, kronik böbrek yetmezliğinde, esansiyet HT’da Renin-Anjiotensin yönüne doğru kayması, hastalarda KB’nin yükselmesiyle karakterize HT’ya neden olmaktadır. Yapılan çalışmalarda Esansiyel HT’li hastaların % 30’unda renin etkinliğinin de artmış olduğu gözlenmiştir. 76 Anjiotensin Preparatları: Bu ilaçlar klinikte iki amaçla kullanılırlar. 1. AT reseptörlerinin aktive edilmesi 2. AT etkisinin antagonize edilmesi Klinikte kullanılan ilk AT preparatı, AT oktapeptidinin Asparjin ve Valin amino asitlerinin değişikliğiğle üretilen ilaçtır. Bu ilaç özellikle spinal anestezi veya hipotansif ilaç zehirlenmesine bağlı ortaya çıkan KB düşüşünün tedavisinde kullanılmıştır. Anjiotensin preparatlarının büyük çoğunluğu esansiyel HT tedavisinde kullanılır. Anjiotensin Antagonistleri: Bu ilaçlar 4 başlıkta toplanırlar. a- Renin salımını inhibe eden ilaçlar: PROPRANOLOL, KLONİDİN, METİLDOPA. Böbrekten reninin salınmasını inhibe ederek AT dönüşümünü bloke eder. b- Renin inhibitörleri: Aktinomisesten elde edilen PEPSTATİN adlı madde renin enzimini inhibe ederek KB’nin düşmesine neden olur. c- Anjiotensin Dönüştürücü Enzim İnhibitörleri: AT-I’in AT-II’ye dönüşümünü katalizleyen ADE’yi inhibe ederler. Büyük çoğunluğu peptit yapılı değildirler. (TEPROTİD hariç). Bu ilaçlardan ilk tedaviye gireni KAPTOPRİL’dir, bundan sonra da molekül üzerinde bir takım iyileştirici modifikasyonlarla yan tesirleri azaltılmış ENALAPRİL, LİZİNOPRİL, RAMİPRİL, FOSFİNOPRİL, KİNAPRİL, PERİNDOPRİL adlı ilaçlar bulunmuştur. Bu ilaçlar Anjiotensin dönüştürücü enzimi inhibe ederek AT-II oluşumunu azaltmakta ve KB’i düşürmektedirler. Bu ilaçlar aynı zamanda aldosteron sentezinin azalmasına neden olur ve böbrekten geçen kan akımını da artırarak diüretik ve natriüretik etki oluşturur. Başta esansiyel ve renovasküler HT olmak üzere, konjestif kalp yetmezliği (KKY) tedavisinde, Diabete bağlı gelişen nefropatiyi önleme ve tedavi etmekte, Miokard İnfarktüs (MI)’ye bağlı sol ventrikül yetmezliği tedavisinde endikedir. Peptid yapılı olan ilaç TEPROTİD de ADE’i inhibe ederek biraz önceki hastalıkların tedavisinde kullanılabilir ancak pahalı olması dezavantaj teşkil eder. d- Anjiotensin Reseptör Blokörleri: Son yıllarda tedaviye girmişlerdir. AT-II peptidinin C ucundaki fenilalanin aa’in izolösin ya da alanin aa ile yer değiştirmesi yapıya antagonistik özellik kazandırmaktadır. Bu değişiklikle üretilen ilaçlar AT1 reseptörlerini bloke ederek tedavide sıklıkla kullanılmaktadır. Özellikle başta sentezlenen SARALAZİN adlı ilaç ve “7-izolösin AT-II” sonrasında geliştirilen bifenilimidazol yapısındaki LOSARTAN, VALSARTAN, İRBESARTAN, KANDESARTAN adlı ilaçlar, AT1 reseptörleri üzerinde kompetetif antagonist etkinlik göstererek esansiyel ve renovasküler HT tedavisinde yaygın şekilde kullanılmaktadır. 77 EİKOZANOİDLER (Lipit Türevi Otokoidler) Bunlar 20 Karbonlu (20C) doymamış yağ asitleri (YA) Araşidonik Asitten (AA) türeyen biyolojik etkinlik gösteren otokoidlerdir. AA’nin SikloOksijenaz (COX) ile reaksiyona girmesi sonucunda COX ürünleri, LipoOksijenaz (LOX) ile reaksiyona girmesi sonucunda LOX ürünleri ve Sitokrom p-450 MonoOksijenaz (MOX) enzimi ile reaksiyona girmesi sonucunda da cyp-450 MOX ürünleri sentezlenir ve salıverilir. COX ürünleri denildiği zaman bu enzimler öncelikle COX enzimleri, Prostoglandin (PG) G ve H sentaz enzimleriyle oluşur. AA’nin bu enzimlerle reaksiyonu sonucunda PG’ler, özellikle PGE2, PGF2α PGD2, PGI2 (prostasiklin) ve TxA2 (tromboksan) sentezlenir. Bunlara genel olarak PROSTANOİDLER denilir. AA’nin LOX enzimleriyle, yani 5-LOX, 12-LOX, 15-LOX enzimleriyle reaksiyonu sonucunda ise, lökotrienler (LT) oluşur. Yani LTA4, LTB4, LTC4, LTD4, LTE4 ve aynı zamanda da Hidroperoksi türevleri (HPETE) sentezlenir. TEMEL ÖZELLİKLERİ 1. PG’ler, vücuttaki tüm hücrelerde sentezlenen eikonazoidlerdir. 2. PGI2 ler (prostosiklin) genel olarak damar endotel hücrelerinde sentezlenip salıverilen eikozanoidler, 3. TxA2’ler trombositlerde sentezlenip salıverilen eikozanoidler, 4. Lökotrienler ise özellikle lökosit ve mast hücreleri gibi yani alerjik reaksiyonlarda rol oynayan hücrelerde sentezlenip salıverilen otokoidlerdir ORTAK TEMEL ÖZELLİKLERİ COX ürünleri, LO ürünleri cyp-450-MO ürünleri olsun. Bu eikonazoidlerin ortak genel özellikleri: 1. AA veya benzeri doymamış YA’lerden sentezlenirler. 2. Otokoid olduklarına göre Salınır ve etki gösterirler 3. Güçlü ve kısa etki sürelidirler. 4. Hücrelerde depo edilmezler 5. Hücrenin bazal fonksiyonuna genel bir katkısı yoktur. Özetle: Sürekli olarak YA alımı yapıyoruz vücudumuza, Bunlar önemli olarak tüm hücre membranlarımızın da ana yapı taşını oluşturuyor… Bunlar Fosfolipidlerin yapısına giriyor vs… İnflamatuvar etken, ateş gibi durumlarda vücudumuzdaki FosfoLipaz-A2 ve diğer açil hidrolaz enzimleri aktive oluyor. Membran fosfolipidleri, bu PL-A2 enzimi ile birlikte hidroliz oluyor. Bunun sonucunda 20C bir doymamış YA, yani AA oluşuyor. Serbest kalan AA’de 3 tip enzim tarafından, “COX, LO, cyp450-MO” değişikliğe uğratılıyorlar. 78 COX üzerinden PG’ler (prostosiklin de dahil) ve TxA2 oluşuyor. LO üzerinden Lökotrienler (LT) oluşuyor Cyp450-MO üzerinden de epoksitler, yani izoprostonlar oluşuyor. Travma ya da başka bir nedenle serbestleşen AA’den; COX1 veya COX2 enzimleriyle önce PGG2 ve sonra da süratle PGH2 oluşuyor. Bu oluşan PGH2 de özellikle damar endotel hücrelerinde bulunan Prostasiklin Sentaz vasıtasıyla PGI2 ye dönüşüp salıverilerek fizyolojik etkilerini oluşturuyor. Ve trombositlerde de PGH2 den TxA2 oluşup etki gösteriyor. Aynı zamanda PGH2 den “izomerazlar” dediğimiz PGE2 sentezleniyor. , PGF2α ve PGD2 de Bilinen tüm romatizma ilaçları; COX enzimini non selektif olarak, PGH2 oluşumu aşamasında inhibe ederek etkisini gösteriyor. LT yolağına baktığımızda, 5-LOX, 12-LOX ve 15-LOX vardır. Bunların sonucunda da 5-LOX yolağından LTA4, LTB4, LTC4, LTD4, LTE4 oluşuyor. 12-LOX yolağından ise 12-HPETE ve 12-LT’ler ve LX’ler oluşucak ancak bu kısım çok önemli değil. Yani buradan anlamamız gereken şey, AA maddesinin dönüşüm yolağında yalnız PG ürünleri yok, LT ürünleri de vardır. Bu dönüşüm Lökositlerde ve mast hücrelerinde çok yoğun bir şekilde sentezi gerçekleşiyordu. EOKİNAZOİDLERİN FARMAKOLOJİK VE FİZYOLOJİK ETKİLERİ: I- Kardiovasküler Sistem: Damarlar: 1- PGE’ler: Özellikle PGE’ler ve diğer PG’ler son derece güçlü vazodilatör etki oluştururlar. Ve kan basıncında düşmeye neden oluyorlar, esas olarak ta arteriyol ve prekapiller sfinkterleri gevşeterek etki gösteriyorşar. 2- PGD2: Mezenterik ve renal damar yatağında vazodilatasyona, pulmoner damar yatağında ise vazokonstrüksiyona neden olduğu gösterilmiştir. Sıra dışı madde. 3- PGF2α: güçlü bir vazokonstrüktördür. KB’i artırır. 4- PGI2: Vazodilatör, KB’i düşürür. 5- TxA2: Damar yataklarında güçlü vazokonstrüksiyon, 6- LTC4, LTD4: Alerjik durumlarda mast hücrelerden salınan LTC4, LTD4 ise KB’da düşmeye, dolaşımdaki kan hacminin azalmasına ve kardiyak kontraktilitede azalmaya neden olur. Özetle: PGE grubu ve damar endotelinden salınan PGI’ler her zaman iyi adam, vazodilatör. PGF2α TxA2 ise kötü adam, kan basıncını yükseltirler. 79 Kan: Bir başka önemli etki, kan hücreleri üzerinde. Damar endotelinden salınan PGI’ler, kan hücrelerinin agregasyonunu azaltıyor, tromboksanlar ise trombositlerin agresyonunu artırıyor. (trombusa neden oluyor ve ordan geçen kan akımı azalıyor, o damarın beslediği doku kalp oldığunda MI, beyin olduğunda CVO oluşuyor). Dolayısıyla da normal fizyolojik durumda TxA2/PGI2 oranının TxA2 yönüne artması trombus oluşumunu artırıyor ve PGI2 yönün artması ise trombus oluşumunu azaltıyor. Aspirin, 80-100 mg gibi küçük dozlarda bu trombus oluşumunu azaltmaya yardımcı olur. Bu dozda aspirin, TxA2 oluşumunu azaltarak MI, CVO riskini azaltıyor. LTB4’ler, potent kemotaktik ajanlar. PoliMorfoNükleer Lökositlerin (PMNL), Eozinofillerin (E) ve Monositlerin (M) alerjinin olduğu bölgeye, bir enflamatuvar reaksyonun olduğu bölgeye çekilmesine yardımcı oluyor. Kemataktik ajanlar. Bu bölgede PMNL’nin agregasyonunu ve süperoksit oluşumunu artırıyorlar. Damar endotel hücrelerine nötrofil’in adheze olmasına neden oluyorlar. Dolayısıyla tipik alerjik reaksiyonların ilerlemesine, çoğalmasına, kötüleşmesine neden oluyorlar. II- Diğer Düz Kaslar Bronş ve Trachea: Damar haricindeki düz kaslara bakılırsa Bronş ve Trachea düz kasında PGF’ler PGD2 ler ve TxA2 ler kontraksiyona neden oluyorlar. PGE serisi ve PGI ler de gevşemeye, dilatasyona sebep oluyorlar. LTC4, LTD4 ; bronşlarda ve trachea’da kasılmaya neden oluyorlar. Özellikle bu neden önemli? Astım durumlarında, PGE/ PGF2α oranı; PGF2α yönüne doğru kayıyor. Nefeste darlık gibi durumlar oluşuyor. Bu yüzden astım hastalarında verilen aspirin PGE’yi azaltarak astım krizine neden olabilir. Bu tip hastalarda COX inhibitörleri dikkatli kullanılmalı. Uterus Uterus üzerindeki etkileri önemli. PGF2α ve PGE2 oksitosik özelliğe sahip, uterusun kasılmasına aracılık ediyorlar. Uterusun ritmik kasılmalarına aracılık ediyorlar. Özellikle doğum eylemi sırasında bunların sentez ve salıverilmelerinin arttığı görülmüştür. Doğum eyleminde bunlar son derece önemli eikozanoidlerdir, doğumun gerçekleşmesi için düzeylerinin artması gerekiyor. Özellikle de gebeliğin son trimestrında aspirin alınması, doğum eyleminin başlamasının gecikmesi ve süresinin uzamasına neden oluyor. Aspirinin trombositlere etkisi irreversible bir etki iken, PGF2α ve PGE2 etkisi geri dönüşümlü bir etkidir ve, son trimestrda düzenli alınması sorun yaratır. 80 III- GIS Üzerine Etkileri • PGE serisi. GIS’ın longituniler kaslarında kasılmalara, Sirküler kaslarda ise • • • gevşemeye neden olur. PGF2α ‘lar her iki kas tipinde de kasılmayla sonuçlanan olaylara neden olur. TxA2, PGI ve LT’ler ise kontraksiyonu artırıyor. PG’ler, IB ve kolondaki geçiş zamanını kısaltıyor, buna bağlı olarak kullanan kişide abdominal kramplar, daire, bulantı ve kusma görülebiliyor. Aşırı derecede besin zehirlenmelerinde GIS’te bu eikozanoidlerin aşırı artışı semptomların asıl nedenlerinden olarak düşünülüyor. IV- GI Sekresyonlar Üzerine Etkileri Önemli bir etkisi de GI sekresyonlar üzerindeki etkisi. • PGE, PGI2, ve PGF’ler gastrik asit sekresyonunu düşürüyor. Yani mide asit salgısını inhibe ediyorlar. Hem bazal, hem de stimüle edilmiş mide asit sekresyonunu azaltıyorlar. Bundan dolayı da bunların türevleri, özellikle NSAII alanlarda görülen ülserlerin tedavisinde kullanılıyor. • PGE’ler’in bu durumlardaki bir başka rolü, mukus sekresyonunu da artırmasıdır. Bu artış ta GI mukozadaki koruyucu etkiyi artırıyor. V- Böbrekler Üzerine Etki • PGE2, PGI2 ve PGD2 reninin sekresyonunu artırıyor. • PGE1, PGE2 ve PGI2 böbreklerdeki kan akımında artışa ve GFR’i artırıyor. • TxA2 ise renal kan akımı ve GFR’i azaltıyor. VI- Santral Sinir Sistemine Etki • PGE2 SSS’de vücuda giren bir enfeksiyon ajanına karşı verilen reaksiyon sırasında SSSde PGEler, özellikle de PGE2 nin arttığı ve buna bağlı olarak ta ateşin oluştuğu gösterilmiştir. Enfeksiyon ajanı vücuda girdiğinde sitokinler devreye giriyor ve SSS’de PGE2 miktarı artıyor. Bu da termoregülatör merkez duyarlılığını düşürerek hipertermiye neden oluyordu. Antipiretikler PGE2 sentezini azaltarak yükselmiş ateşi normale döndürücü etki gösteriyor. • PGD2 de uykuya dalış durumunu stimüle etmektedir. VII- Afferent Sinirlerve Ağrı Üzerindeki Etki • PGE’ler Özellikle PGE’ler ağrının oluşmasına neden olurlar. PGE ve PGI2 ise afferent sinir uçlarını duyarlı hale getirerek ağrılı uyaranla eşiği düşürürler. 81 Özetle: PGE’ler aljezi oluştururken PGB4 ise hiperaljezi (ağrıya duyumsamanın artması) oluşturur. VIII- Endokrin Sistem Üzerine Etki • PGlerin hepsi, başta ACTH olmak üzere, GH, PRL, FSH, LH, insülin ve tiroid • • IX- hormonlarının salıverilmesini artırırlar. LTC4 ve LTC4 ise LHRH ve LH salıverilmesini 12-HETE: Lökotrien yolağından oluşan 12-HETE ise aldosteronun salıverilmesini artırır. Metabolik Etkiler • PGlerin bazal ve uyarılmış lipolizi azalttıkları gözlenmiştir X- Göze Etki • PGE ve PGF2α göz içi basıncını düşürücü etki gösterirler, bundan dolayı klinikte kullanılırlar. EİKOZANOİDLERİN TEDAVİDE KULLANIMI • Terapotik abortus’ta kullanılır: Özellikle PGE2 ve PGF2α , DİNOPROSTON, KARBOPROST TROMETHAMİN Terapotik abortus amacıyla ve doğum indüksiyonunu sağlamak amacıyla kullanılıyor. • Gastrik sitoprotektan etki nedeniyle kullanılış: PGE1 türevi rioprostil, misoprostol; PGE2 türevi ENPROSTİL, ARBAPROSTİL ve TRİMOPROSTİL Gastrik sitoprotektan amacıyla (mide koruyucu) amaçla kullanılıyor. Bu etkiyi asit sekresyonu azaltarak gösterir. • KardioVasküler Sistem o Pulmoner HT tedavisinde: PGI2 türevi EPOPROSTENOL. o Periferal vasküler hastalıkların tedavisinde: Periferdeki kan akımını artırmak için PGI2 analogları CARBACYCLİN ve İLOPROST kullanılır. • İmpotens: PGE1 türevi ALPROSTADİL impotens tedavisinde kullanılır. • Glakom: İntraoküler basıncı azaltmasından dolayı PGF2α türevi LATANAPROST kullanılır. 82 KİNİNLER Kininler aklımızda kalması gereken şet önceklikle AT de olduğu gibi aalerin birleşmesiyle oluşan bir peptit 12 aa rezidülü peptitler olarak aklımızda kalması gerekiyor. Yapılan çalışmalarda kininler kobayın ileumundaki kasıcı etkilerinin yavaş ve hızlı olmasına göre ikiye ayrılırlar. Bradikininler: Yavaş kasıcı etki oluşturan Taşikininler: Hızlı “ “ “ Bradikininlerde alt gruplar: - Bradikinin - Kalidin - Metionil - Lizil-Bradikinin Taşikininler alt gruplar - P maddesi - Nörokinin A - Nörokinin B. Vücuttaki kallikrein kinin sistemine baktığımızda aynen ATde olduğu gibi özellikle plazmada lenfte ve interstiyel sıvılarda protein yapısında kininojenler bulunmaktadır. Kininojenler ya dokuda ya da plazmada bulunan kallikrein (kininojenaz) vasıtasıyla dokularda kalidin’e Plazmada ise bradikinin’e dönüştürülür. Özellikle de ağır doku hasarlarında, inflamatuvar durumlarda plazmadaki kininojenlerin konsantrasyonlarında artış görülür ve başta pankreas, ter, tükrük bezlerinde, mast hücrelerinde yoğun olarak bulunan glikoprotein yapısındaki kininojenaz enzimi ile bu kinidenler oluşur ve farmakolojik etkilerini gösterirler. Prekürsör yapıdan (yani kininojenlerden oluşan) kininler daha sonra plazmada ve dokularda bulunan proteolitik enzimler ile süratle yıkılırlar, metabolize edilirler. Bu metaloproteaz yapıdaki enzimler; kininaz-I ve kininaz-II enzimleridir. Kininaz-II enzimi kininlerin esas yıkımından sorumludur ve aynı zamanda anjiotensin-I’in AT-II ye dönüşümünü sağlayan bir enzimdir. Bundan dolayı bu enzimin adı Anjiotensin Dönüştürücü Enzim’dir. (ADE) Özetle: Çeşitli inflamatuvar reaksiyonlar (mast hücrelerinin uyarılması, veya inflamatuvar bir olaya bağlı olarak) bir takım maddeler sentezlenmekte ve salıverilmekte. Bunların başında da kininler geliyor. Kininler aynen AT ler gibi bir peptit prekürsöründen sentezleniyor. Bu peptit prekürsörü de plazmada α-2 globülin yapısında bulunan kininojenler. Çok yoğun olarak bulunuyorar ancak inaktif prekürsörler olarak bulunuyorlar. Dokularda ve ( pankreas, ter tükrük bezlerinde, mast hücrelerinde) plazmada kallikrein (yani kininojenaz) enzimiyle birlikte kininojenler kalidin’e ya da laktokallikrein vasıtasıyla da bradikinine dönüşüyor. Ve ondan sonra da kininler fizyolojik ve farmakolojik özelliklerini gösteriyor. Ancak oluşan kininlerin süratle ortamdan uzaklaştırılması gerekiyor. Bu da metaloproteaz yapısındaki kininaz-I ve kininaz-II (ADE) aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla ADE inhibitörleri (kaptopril, enalapril vb.) alındığı zaman da bradikinin yıkımının azalarak konsantrasyonunun arması beklenir. Buna bağlı olarak ta bu ilaçları kullananlarda öksürük görülür. Bradikinin birikmesi ile oluşan öksürükrefleksinin stimüle edilmesi, ADE inhibitörlerinin tipik yan tesiridir. 83 ETKİ MEKANİZMASI: Bunlar da AT gibi kendi recleri üzerinden etki gösterirler. Ya kinin recleri olarak bilinen B1 (BK1) ve B2 (BK2) recleri üzerinden etki gösterirler, ya da indirekt olarak prostoglandin sentezini aktive ederek fizyolojik ve farmakolojik etkilerini gösterirler. FİZYOLOJİK VE FARMAKOLOJİK ETKİLERİ: 1-KVS etkileri: Plazma kinileri esas olarak arteriolleri gevşetirler, güçlü vazodilatör etki oluştururlar. Tüm damar yataklarında, özellikle de deri altı, iskelet kası, koroner ve pulmoner damar yataklarındaki kan akımını artırırlar. Güçlü vazodilatör etkiye bağlı olarak KB’i kısa süreli düşürürler. Bu düşme kalbi reflex olarak stimüle ederek kardiyak atım hızı ve debisinin artışıyla sonuçlanır. (Refleks taşikardi) Plazma kininlerinin bu etkinliğinde esas olarak damar endotel hücrelerinde bulunan BK2 reseptörleri aracılık eder. Yani plazma kininlerinin vazodilatör etkisi, endotel bağımlıdır. Aynı zamanda cilt içine uygulandıklarında Lewis’in 3lü cevabını oluştururlar. Yine plazma kininleri damarların permeabilitesini özellikle venüller düzeyinde artırırlar. Bu permeabilite artışı da o bölgede ödemin oluşmasına neden olur. 2-Diğer Düz Kaslı Dokular: Büyük çoğunluğunda plazma kininleri kasılma yanıtına aracılık ederler. Özellikle astım hastalarında son derece belirgin bronkokonstrüksiyon oluştururlar. 3-Diğer Etkiler: Afferent sinir uçlarını çok düşük konsantrasyonlarda bile uyararak aljezik etki oluştururlar. (ağrı duyumsamasına neden olurlar). EK: Bir inflamatuvar olay oluştuğu zaman bu bölgede aşırı şekilde plazma kininleri açığa çıkması ordaki bulunan ağrı reseptörlerini stimüle ederek SSSde ağrının ulaşmasına neden olur, aljezik uyarılara neden olur ve buna bağlı olarak ta Ağrıya karşı verilen reflekse aracılık ederler. BunuB1 reseptörleri üzerinden yapar. Diğer etkilerden bir diğeri; Adrenerjik sinir ucundan noradrenalin salıverilmesini azaltıcı etki oluştururlar. 4-Bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi: Sondönemlerde önem kazanan bir etkisidir. Özellikle bradikininin immüno stimülan etkisi olduğu gösterildi. Lökositlerin migrasyon ve fagositoz yeteneğini artırdığı deneysel çalışmalarda gösterilmiştir. PATOLOJİK OLAYLARDAKİ ROLÜ Kinin veya plazma kininleri esas olarak fiziksel ve kimyasal kökenli doku zedelenmelerinde, şokta, ağrı ve inflamatuvar olaylarda, pankreatit durumlarında ve karsinoid tümörlerde sentezinin arttığı ve buna bağlı olarak ta az önce söylenen farmakolojik etkilere neden olduğu gösterilmiştir. Kininin tedavide doğrudan kullanımı yoktur. Bunun yerine kinin antagonistleri kullanılmaktadır. Bu ilaçlar kinin reseptörlerini değil, sadece kinin dönüşümünü katalize eden regüle edel kallikrein (kininojenaz) enzimini inhibe ederek kinin sentezini inhibe etmek için kullanılır. Bu ilaçlardan APROTİNİN akut pankreatit ve karsinoid tümör (enterokromofin hücre tümörlerinde olan tümör) sendromunda artmış olan kinin sentezini inhibe etmek amacıyla klinikte kullanılır. 84 Endotelinler Peptid yapılı otokoidlerdeki bir üçüncü peptid endotelinler’dir. Bu maddeler 1988 yılında Yanakikawa adlı bir Japon araştırıcı tarafından ilk kez keşfedilmiş, çok güçlü vazokonstrüktör etki gösteren peptitlerdir. Üç tane endotelin (ET) peptidinin olduğu gösterilmiştir. ET1, ET2, ET3. Bunlar da diğer peptit yapılı otokoidlerde olduğu gibi bir prekürsör yapıdan sentezlenirler. Bu prekürsör yapı “preproendotelin” adlı 212 aa li bir yapıdır. Bu yapı endopeptidazlar tarafından kesilerek 38 aa’li proendotelin yapısına dönüştürülür. Bu proendotelin de daha sonra endotelin dönüştürücü enzim-I (EtDE-I) tarafından 21 aa’den oluşan Endotelin-I (ET-I) peptidine dönüştürülür ve bu ET-I fizyolojik ve farmakolojik etkiler oluşturur. Vücutta endotelinlerin salıverilmesinde en önemli fizyolojik faktör vasküler damar duvarının gerilimidir. Damar duvarı geriliminde kısa süreli ve hafif şiddetli bir gerilimartışı, damar endotel hücrelerinden ET peptidinin salıverilmesini artırır, bu da KB’nin yükselmesine neden olur. FARMAKOLOJİK ETKİLERİ: 1-KardioVaskülerSistem: KVS’de endotelinler bu güne kadar bilinen en güçlü ve en uzun süreli vazokonstrüktör etki oluşturan peptitlerdir. (AT’lerden farkı uzun süreli de olması). Hem arterlerde hem de venlerde konstrüksiyona neden olurlar. Aynı zamanda endotelin peptitleri mitojenik etkileriyle damar düz kaslarında proliferasyona ve adhezyon proteinlerinin sentezinde artışa neden olurlar. Yine kalpte direkt (+) inotrop, (+) kronotrop etki oluştururlar. 2- Diğer düz kaslı yapılar: Trachea, Bronşlar ve GIS düz kaslarında kasılma yanıtı oluştururlar. 3- Boşaltım Sistemi: Özellikle böbrek hücrelerinde endotelin etkisi çok belirgindir. Renal kan akımını ve buna bağlı olarak ta GFR’i azaltırlar. FİZYOPATOLOJİK OLAYLARDAKİ ROLÜ: Endotelinler esas olarak vasküler ve hemodinamik homeostazın düzenlenmesinde önemli rol oynadıkları ifade edilen bileşiklerdir. Özellikle damar sistemindeki EDRF (endotel kaynaklı gevşetici faktör) ve NO (nitrik oksit) ile ET-I arasında bir dengenin olduğu, bu dengenin ET-I düzeyinde artışla bozulmasının pulmoner HT başta olmak üzere Malign HT, ve aterosikleroz (AS)a neden olabileceği bildirilmektedir. Endotelinler de farmakolojik etkilerini ya ETA, ya da ETB üzerinden gösterirler. ETA reseptörleri düz kas hücrelerinde, ETB reseptörleri ise endotel hücrelerinde yoğun olarak bulunur. Bu gün klinik için endikasyon (ruhsat) almış ilaç, ETA, ve ETB reseptörlerini nonselektif olarak bloke eden BOSENTAN’dır. Bosentan, pulmoner HT tedavisinde endike olan ve klinikte kullanılan ilk ET reseptör antagonistidir. Özetle: ET’ler 20 yıllık geçmişi olan bir peptid, bu gün raflarda ilacı olan bir peptid. ETA ve ETB recleriniantagonize eden Bosentan, pulmener HT hastalığı endikasyonuyla ruhsatlandırılmış bir ilaç. Biraz daha ilerde peptik şok gibi durumlarda da endikasyon için başvuruları olan bir ilaç 85 Olay şu: Damar endotel hücrelerinde endotelin prekürsörü (preproendotelin) var. Bunun proendoteline dönüşmesi, daha sonra da bunun (EtDE-1) tarafından ET-Ie dönüştüğü 1988 yılında gösterildi. Ondan sonra araştırmalarda görüldü ki bu endotel hücrelerden aşırı olarak salınan, yani damardan geçen kan akımındaki pulsatif uyarılara bağlı olarak salınanendotelin peptitleri çok güçlü ve çok uzun süreli kasılmaya neden oluyor. Buna bağlı olarak ta kan basıncını artırıyor, kalpte (+) inotrop, (+) kronotrop etkileri var. Buna bağlı olarak mitojenik etkileriyle birlikte damar düz kas hücrelerinde proliferasyona ve daralmaya neden oluyor ve aterosiklerotik olayların başlamasına neden olduğu gösterildi. Damar endotel hücrelerinden salınan bir diğer madde olan Nitrik Oksit, (NO) ile ET nin oranı son derece önemli. Çeşitli olaylarda aterosikleroza eğilim olduğunda (diabet, endotel hücre tahribi, aşırı yağlı diyet) NO azalması, ETde artışa, KB’da uzun süreli artışa neden oluyor. Bunun ilk defa gösterildiği yer de Pulmoner HT olgularıdır. Dolayısıyla ETnin reseptörlerini bloke edilmesi, bu konstrüksiyonu engelleyerek pulmoner HT’yi de tedavi etmektedir. Bosentan, bu amaçla tedaviye girmiş ve başarı sağlamış bir ilaçtır. Atrial Natriüretik Peptid (ANP) ANP olarak ifade edilir. Bunun üç tipinin olduğu gösterildi. 1. ANP (AtrialNatiureticPeptide): Atriumlardan salınır. 2. BNP (BrainalNatriureticPeptide): Beyinde salıverildiği gösterildi. 3. C tipi NP. Damar endotel hücrelerinde sentezlenip salıverildiği gösterildi. Özellikle ANP bizim için önemli. Şöyle ki; kalp dokusundaki kan hacminin artmasına bağlı olarak kalp dokusunun atriumların geriliminin artması bu ANP peptidinin salıverilmesinde artmaya neden olmaktadır. Yine bu peptidin salınımı vücuda aşırı derecede tuz yüklenmesi, sempatik aktivitenin aşırı derecede artması gibi durumlarda stimüle edilmektedir. FİZYOLOJİK VE FARMAKOLOJİK ETKİLERİ: ANP, genel olarak Diüretik ve Natriüretik etki gösterir. Yani böbreklerdeki kan akımın artırarak GFR’yi artırır. Bir diğer etkisi de doğrudan Damar düz kasını etkileyerek vazodilatasyona neden olmasıdır. FİZYOPATOLOJİK OLAYLARDAKİ ROLÜ: ANP, sistemik dolaşımdaki su ve elektrolit dengesini; ve kan basıncının uzun süreli regülasyonunda önemli olan bir peptiddir. Bundan dolayı da HT ve KKY durumlarında önemli olabileceği ifade edilmektedir. Etkilerini bu da kendi recleri üzerinden göstermektedir. Periferde yoğun olarak bulunan ANPA reseptörleri ve SSS’deki organlarda bulunan ANPB reseptörleri üzerinden fizyolojik ve farmakolojik etkilerini oluştururlar. ANP i parçalayan, metabolize eden Nötral Endopeptidazları inhibe eden SİNORFAN ANP düzeyini plazmada artırarak HT Tedavisinde endikasyon almış bir ilaçtır. 86 Özetle: Vücudun savunma mekanizması olarak kapalı bir kutuda sürekli kan geliyor, ve vücuda geri yollanıyor. Eğer kan miktarı, sıvı miktarı kalbe geri dönerse atriyumlarda bu sıvının yaptığı basınç artıyor ve bir gerilime neden oluyor. Bu gerilim sonucunda kalpte atriuumdan ANP salınarak dolaşıma veriliyor, çünkü bu gelen kanı daha azaltmak için salınıyor. Bu sıvı yükünü azaltıcı yönde etkileri var. Bu Natriüretik Peptidlerin sadece kalpte değil, damar ve beyinde de salıverildiği gösterildi. Salıverilen ANP esasen böbrekler üzerinde etki oluşturuyor. Çünkü vücutta GFR artırılırsa vücutta sıvı hacmi azalıyor, bunun sonucunda kalpteki bu gerilmeye neden olan etken ortadan kalkıyor ve kan basıncında düşme görülüyor. Vücudun homeostazı sağlanır Bununla beraber ANP sıvı ve elektrolit dengesiyle kan basıncının uzun süreli regülasyonunu sağlar. Daha sonra bu ANP, Endopeptidaz tarafından parçalanıyor. Endopeptidaz enzimi bir ilaçla bloke edilirse ANP’nin plazma konsantrasyonu artırılabilir ve dolayısıyla HTde kullanılabilir. Sinorfan bu amaçla geliştirilmiş bir ilaçtır. Nitrik Oksit (NO) Peptit yapılı değildir. Diğer otokoidler olarak ifade edilir. (NO). Bu da 25-30 yıllık geçmişi olan bir endojen madde. Çok eskilere dayanıyor ancak genel deney 1980 yılında Furchgott ve Zawadzki adlı farmakologlar tarafından yapıldı ve gösterildiler. Bu araştırmacılar bu çalışmayla Nobel ödülü aldılar. Üç tabaka var esasında damar yapısında. Bizim için önemli olan 2 tanesidir. Biri damar endotel hücreleri ve ikincisi alttaki damar düz kas hücreleri. Furchgott ve Zawadzki baktılar ki damar endotel hücrelerini bir şekilde tahrip ettikleri zaman damar endotel hücrelerinde herhangi bir gevşeme maddesi salınmıyor, yani düz kaslar gevşemiyor. Yani bu durum şöyle, “tavşan torasik aorta”’sını bir Noradrenalin gibi bir kasıcı ajanla kastıkları zaman, endotel hücrelerinden bir madde salıverildiğini ve bunun da gevşemeye neden olduğunu göstermişler. Ancak bu tavşan aorta’sını bir etkenle tahrip ettiklerinde o gevşemelerin olmadığını gözlemişler. Ve ondan sonra da bu maddeye “Endotel Kaynaklı Gevşetici Faktör” (EDRF) demişler. Bu 1980 yılında bu iki araştırmacının yaptığı çalışmalarda varlığı gösterilen EDRF’nin, 1987 yılında bir kimyasal madde olduğu, bunun da Nitrik Oksit (syn: Nitrojen monoksit, NO) olduğu tespit edilmiş. NO denen bu molekül, çok kısa yarılama ömrüne sahip, ortalama 1 ila 5 saniye. Ve temel olarak ta eşleşmemiş bir elektrona sahip serbest radikal olarak ifade edilen bir otokoid. ( Kısa yarı ömürlü olması önemli, eşleşmemiş elektrona sahip olması ek bilgi) Şimdi bu damar endotel hücresi ve bu da düz kas hücresi olarak ifade edecek olursak, Nitrik Oksitin oluşumunda başlangıç maddesi L-Arjinin aa’si. L-Arjinin aa den başlayarak NO sentezlenir. Bu sentez sırasında görev yapan enzim, NitrikOksitSentaz (NOS) enzimi. LArjinin aa’siin endotel hücrelere alınması, NOS enzimi ile reaksiyona girmesi sonucunda NO oluşuyor ve damar endotel hücrelerinden süratle salıverilerek düz kas dokusunda veya hedef hücrelerde bir fizyolojik etki meydana getiriyor. Yapılan çalışmalarda NO-Sentaz enziminin 3 tipinin olduğu gösterilmiştir: 1. E-NOS: Endoteliyal NO-Sentaz: Endotel hücrelerinde bulunmaktadır. 2. I-NOS (indüklenebilir NO sentaz): Vücuttaki tüm çekirdekli yapılarda yani hücrelerde ve imunolojik uyarıyla indüklenen hücrelerde bulunan. 87 3. N-NOS: Sinir hücrelerinde yoğun olarak bulunduğu gösterilen Nöronal NO-Sentaz aracılığıyla bu sentez gerçekleşir. Damar Endotel hücrelerinde L-Arjininden sentezlenen NO salıverildikten sonra hedef hücrelerde birinci olarak Guanilat Siklaz Enziminin HEM (demir) grubuna bağlanarak Guanozin TriPhosphate’den (GTP’den) Cyclic GuanozinMonoPhosphate (c-GMP) oluşumuna neden olarak intrasellüer kalsiyum miktarını azaltarak gevşemeye neden olur. Bir ikinci mekanizma da, NO c-GMP’den bağımsız olarak, doğrudan fizyolojik yanıtlar oluşturabilir. Oluşan c-GMP’de daha sonra dokularda Fosfodiesteraz enzimleriyle birlikte parçalanarak etki sonlandırılır. Özetle: Damarda bir endotel hücresi düşün, bir de onun alt tabakasında damar düz kas hücresi düşün. Herhangi bir hemodinamik strese (damardan geçen kan akımındaki artışa) bağlı olarak NO salıverilmesi de artıyor. NO prekürsörü L-Arjinin asiydi, bu aa’nin endotel hücreleri içinde NOS aracılığıyla reaksiyonu sonucunda NO oluşuyor. Oluşan bu NO da özellikle hedef dokularda, düz kas hücrelerinde çözünür Guanilat Siklaz’ın HEM grubuna bağlanarak o enzimi aktive ediyor. Bu aktivasyonla GTP c-GMP oluşumu artıyor. C-GMP oluşumu artması da çok değişik mekanizmalarla, düz kas hücrsindeki kalsiyum miktarının azalmasına neden oluyor. Ca azalması da aktin-miyozin etkileşimini azaltarak kasılmanın inhibe edilmesine ve gevşeme yanıtı oluşmasına neden oluyor… NO’NUN VASKÜLER ETKİLERİ: Önemli olarak damar düz kas hücrelerinde gevşeme yanıtı oluşturur. Endotel yüzeyindeki adhezyon (yapışma) moleküllerinin expresyonunu inhibe ederek endoteli koruyor. Adhezyon ve agregasyonu inhibe ediyor. Damar düz kas hücrelerinin çoğalmasını engelleyici, yani antimitojenik etkiler gösteriyor. Aynı zamanda NO, antiproliferatif etkiyle aterosikleroz (AS) gelişimini de önleyebiliyor. NO c-GMP aracılığıyla, trombositlerin hem agregasyonunu, hem de adhezyonunu inhibe ederek trombus oluşumunu engelliyor. Özellikle yapılan çalışmalarda Pulmoner HT ya da akut respiratuvar distres sendromlu (ARDS) yeni doğanlarda inhalasyonla verilen NO’nin pulmoner Arteriyel Kan basıncını düşürdüğü ve kanın oksijenlenmesini de arttırdığı gösterilmiş. NO’nun eksikliğinin yani endotel yanıtlarının bozulmasının başta esansiyel HT olmak üzere, AS, pulmoner HT’de Tip-II diabete bağlı olarak gelişen komplikasyonlarda, ve hamilelik HT’sinde rolü olabileceğini gösteren önemli çalışmalar bulunmaktadır. Yine NO, periferde adrenerjik ve kolinerjik sinir sınıflandırılması dışında tutulan NonAdrenerjik Non-Kolinerjik sinirlerin ucundan salıverilmektedir ve Penil Ereksiyonunun Non-Adrenerjik Non-Kolinerjik sinirlerin ucundan salıverilen NO aracılığıyla olduğu düşünülmektedir. Salıverilen NO; Corpus cavernosum’un düz kas larını gevşetir ve bu bölgeye kanın dolmasıyla penil erekte duruma geçer. 88 SİLDENAFİL adlı ilaç, c-GMP’yi parçalayan Fosfodiesteraz 5 enzimini (tip 5 fosfodiesteraz enzimini) inhibe ederek NO’num c-GMP ye bağlı gevşeme yanıtlarını uzatır ve bu amaçla Erektil Disfonksiyon tedavisinde endikedir ve aerosol şeklinde de Pulmoner HT tedavisinde kullanım için klinik çalışma aşamasındadır. Özetle: NO ilaç olarak kullanılamıyor, bunun nedeni birkaç saniye gibi kısa olan yarılanma ömrü. Dolayısıyla da dışardan NO verilemiyorsa, bunun etkisini uzatmak için başka yollar düşünülmüştür. Bu yollardan birisi de, NO’nun fizyolojik etkisine aracılık eden c-GMP’nin yıkımından sorumlu enzimin (fosfodiesteraz-) blokajıyla, bu c-GMP miktarının azalışını engelleme ve bunun üzerinden gerçekleşen fizyolojik etkileri güçlendirmedir. Bu etki, damar düz kasındaki gevşeme, o bölgedeki kan akımının aşırı derecede artması ve ereksiyon sağlanması. 89 ADRENOKORTİKOSTEROİDLER Kortizol, Aldosteron, Androjenler adrenal korteksten salınan hormonlardır. Hipotalamustan salınan kortikoliberin (corticotropin releasing hormon=CRH) hipofizi uyararak kortikotropin (Adrenokortikotropik hormon=ACTH) salımını artırır. Salınan kortikotropin de adrenal korteksten bu hormonların sentez ve salınmalarını sağlar. Hipofizin beyin tabanında optik sinirlerin çaprazladığı yerin arkasında “sella turcica” denen yerdedir. Hipotalamus ise mezansefalonun ortasında. Adrenokortikosteroidler, negatif feedback mekanizmasıyla çalışırlar. Plazma kortizol düzeyi arttığında esas olarak hipotalamustan kortikoliberin salgılanması ve daha az olarak ta hipofizden kortikotropin salgılanmasını inhibe edilir. Kortizol (glukokortikoid): Zona fasifulatadan ve Zona reticularisten salınır. İlk tanımlandığında glukoz metabolizmasına etkisi keşfedildiğinden bu adı almıştır. Aldosteron (Mineralokortikoid): Zona reticularisten salınır. Su ve tuz tutulumuna neden olduğu için bu adı almıştır. Bu iki hormon esas adrenal korteks hormonlarıdor ve etkin fizyolojik olaylarda rol oynar. Androjenler: Her üç tip hücrede de sentezlenir ve az miktarda dolaşıma verilir, esasen diğer adrenokortikoidlerin sentezinde kullanılır. Adrenal korteksten salınan androjenlerin fazla bir fizyolojik aktiviteleri yoktur. Kortizol ve türevleri, adrenal medulla hormonları olan adrenalin ve noradrenalin gibi stres hormonlarıdır. Egzersiz, travma, yanık, stres gibi durumlar hipotalamustan CRH salınımı artışına neden olur. Biyosentezi: Tüm steroid yapılı hormonlar gibi kolesterolden başlar. Çoğunlukla hazır alınan kolesterolden sentezlenir, vücutta sentezlenen kolesterol kullanılır. Kolesterolün mitokondri iç membranında 20 ve 22 desmolaz enzimleriyle konfigürasyonu değişerek pregnolona dönüşümü, adrenokortikoid sentezinde hız kısıtlayıcı basamaktır. Bu aşamadan sonra progesteron ve bundan da kortizol oluşur. Steroid hormonların etki mekanizmaları: İkincil ulak sistemi olmaksızın, doğrudan hücre içine girer ve nükleus üzerindeki reseptörlerine bağlanarak oluşan hormon reseptör kompleksi DNA üzerinde doğrudan transktipsiyonu artırıcı etki oluşturur. m-RNA sentezini artırarak özgül enzim ve proteinlerin sentezini sağlarlar. Steroid yapıda olmayan ve ikincil ulak kullanan hormonların etkileri amplifiye olur ancak steroid hormonlarda bu durum yoktur. Buna karşın steroid hormon ve ilaçların potensi peptid hormonlardan çok daha fazladır. Steroid reseptöründe 3 bölge var; biri hormon bağlayan bölge. İkincisi DNA’ya bağlanan bölge. Üçüncü bölge ise RNA polimerazı aktive eden bölgedir. m-RNA sentezi için RNA-polimeraz II enzimini aktive eder. Adrenokortikosteroidlerin Salgı Şekilleri: Biyoritim ile salgılanırlar. Salımı, gün içinde değişiklik gösterir (Sirkadiyen). CRH de gün içi ritim gösterir. Kortizol, normal yaşam düzeni süren kişide sabaha karşı saat 4 ile 8 arasında pik yapar. Vücudu günün stresine hazırlar. Gün içinde saat 15’e kadar dalgalanmalar gösterir. Gece 12’de minimum düzeye ulaşır. Aldosteronda böyle bir ritm yoktur. 90 Steroid hormonlar yağda çözünürler. Plazmada proteinlere bağlanarak taşınırlar. Kortizol, “transkortin” adlı Kortikosteroid bağlayan globulin ile taşınır. Aldosteron, % 50 oranında plazma albuminine bağlanır. Östrojen hormonu, bu taşıyıcı proteinlerin miktarlarını artırırlar ama hormon miktarını etkilemezler. Plazma proteinlerine bağlanma bu hormonlar için depolanma sağlar. Yoksa sentezlendiği dokulardan hiç bekletilmeden dolaşıma verilirler. Reseptöre ya da plazma proteinine bağlı olmayan serbest fraksiyonları hızla inaktive edilirler. Metabolizması: Glukronat ve sülfala konjugasyon ile olur. Bu konjugatlar idrarla atılır. Farmakolojik etkileri: • Karbonhidrat metaolizması üzerine etki: · İnsüline zıt etkili. Glukoneogenez enzimlerini indükler. · Hücre içine glukoz girişini azaltırlar. · Glukojen sentezini ve depolanmasını artırırlar. • Diğer etkileri: · Esas etkilsi protein metabolizmasını KC harici dokularda inhibe etmesidir. · KC’de protein sentezini artırırlar. · Kas hücresi içine amino asit girişini azaltır Antianabolik etki. · Protein yıkımını artırırlar katabolik etki · Katabolik etki nedeniyle kaslarda erime, halsizlik, myopati. İdrarda üre ve ürik asit miktarları artar ve vücutta azot bilançosu negatife düşer. · Lipoliz oluştururlar. Kortizolün bu etkisine karşı insülin yanıt olarak lipogenez oluşturur. Dolayısıyla hem yağ yıkımı hem yağ yapımı sonucu yağ mobilizasyonu Coushing Sendromu yaparlar. · Fosfolipaz enzimini inhibisyonuyla membran fosfolipitlerinin araşidonik asit oluşumunu engelleyerek PG’lerin sentezini durdurur. Antienflamatuvar etki gösterir. · Lizozomal membranları stabilize ederler. · İmmünusüpresif etkileri var. Makrofaj ve T lenfositlerinin aktivasyonunu ve killer hücrelere dönüşmesini önlerler. Kompleman sistemini inhibe eder. · Çok yüksek dozlarda antijen sataşmasına bağlı antikor yanıtını inhibe eder. • Hematopoetik sisteme etki: · Kemik iliğinde hemoglobin, eritrosit, trombosit, PMN lökosit yapımını artırırlar. Kanın koagülasyon yeteneğini artırarak tromboemboli eğilimi oluştururlar. · Bağ dokusunda kolajen kaybını artırırlar. • Kardiyovasküler sisteme etki: · Noradrenalin reubtake’ini azaltarak sempatik duyarlılığı artırırlar. Stres anındaki sempatik aktiviteyi bu şekilde sağlarlar. · Bu etkisiyle beraber zayıf mineralokortikoid özelliği nedeniyle HT’e neden olabilir. • SSS üzerine etki: · Hipofizi etkileyerek Gonadotropin salınımını azaltır, kadınlarda amenoreye neden olabilir. FSH salımını, T4 T3 dönüşümünü azaltırlar. · Uzun süreli kullanımda SSS’de eksitasyon ve öfori yapabilir. · Yüksek dozda depresyon yapar. · Epilepside konvülsiyon eşiğini düşürür. • GIS Etkileri · Mide asit salgısını artırırlar, PG sentezini azaltarak koruyucu mukus etkinliğini azaltırlar. 91 Kortizol Kullanılışı: Çok sayıda farmakolojik etkisinin yanında bir çok yan etkisi var ve bazıları geri dönülmez etkilerdir. Çoğu patolojik durumda son tercih ilaçlardandır ancak kimi hekim ve eczacılar tarafından suistimal edilirler. Ürtiker gibi alerjik durumları antihistaminiklerden çok daha hızlı giderir ama orda bir de fungal enfeksiyon varsa, kortizon pomadıyla durum çok daha ciddi hale gelebilir. Nazal spreylerde de grip gibi viral bir enfeksiyonda benzer durum görülür ve iyileşme gecikir. Adrenal korteks yetmezliğinde kortizol yerine koyma tedavisi için ve kortizol eksikliği dışındaki birçok farklı hastalığın tedavisinde kullanılır. 1- Adrenal korteks yetmezliği 2- Fiziksel stres durumları 3- Addison hastalığı (primer adrenal korteks yetmezliği) 4- Konjenital adrenal hiperplazi sendromları: Bebeklerde hipofiz korzitole duyarlı değildir ve sürekli ACTH salınır ve adrenal hiperplazi oluşur. 5- Artrit ve kolajen doku hastalıklarında antienflamatuvar olarak. 6- Alerjik ve otoimün nedenli dermatolojik ve kolajen doku hastalıklarında kullanılır. 7- Göz hastalıklarında: Fibrinojen sentezini inhibe etmesi nedeniyle 8- Şok - kafa içi basıncın yükselmesinde: Kapiller permeabiliteyi azalttığı düşünülür. 9- Alerjik hastalık ve organ transplantasyonunda İmünosüpresif, rejectionu önler. 10- Astım ve aspirasyon pnemonisi: Antienflamatuvar, kapiller permeabiliteyi ↓. 11- Glomerülonefritle ilişkili nefrotik sendromlar: Otoimün hastalık. 12- Hiperkalsemi tedavisi. 13- İdiopatik trombositopenik purpura/otimün hemolitik anemi 14- Enflamatuvar barsak hastalıkları 15- Bakteriyel ve tüberküloz menenjit 16- Myastenia gravis 17- Antineoplastik ilaç emezisi. Kontrendikasyonları • Aktif tüberkülozda kesin kontrendike (imünosüpresyon) • Gözdeki herpes simpleks enfeksiyonunda Göz kaybına neden olabilir. Nispi kontrendikasyonları: Dikkatli kullanılmalılar • Viral ve fungal enfeksiyon, Diyabet, Tromboflebit, Osteoporoz, Hipertansiyon, peptik ülser, Psikoz, Konjestif kalp yetmezliği. Glukokortikoid ilaçlar: 1. HİDROKORTİZON ve KORTİZON: Hidrokortizon (=kortizol): Doğal glukokortikoidlerin en önemlisi. Kolesterolden sentezlenir. İlaç olarak alındığında GIK’dan absorbsiyonu iyidir, etkisi 12 saat kadar sürer. IM yolla etkisi daha uzun sürer. Ayrıca ciltten de absorbe edilir. Krem, losyon, merhem, kulak-burun-göz damlası şeklinde lokal kullanıma uygundur. Asetik asitle esterleştirilmesiyle suda çözünürlüğü azaltılmış “hidrokortizon asetat” intraartiküler enjeksiyonla, IV infüzyonla ve lokal olarak kullanılabilir. Lokal uygulandığında kortizole göre daha az absorbe olur ve etkisi daha uzun sürer. Hidrojen süksinat esteri suda iyi çözünür, IV enjeksiyon şeklinde kullanılır. 92 Kortizon: Asetat tuzu haline kullanılır. Krtizon asetat bir pre-drog’dur. Karaciğerde hızla hidrokortizon’a dönüşerek etkinlik kazanır. Sistemik uygulama haricinde lokal yoldan etkisizdir. GI absorbsiyonu hidrokortizona göre daha iyi ve hızlıdır. Etki 6-8 saat sürer. IM yolla etkisi 24 saat kadar sürer. 2. SENTETİK GLUKOKORTİKOİDLER: Hidrokortizon ve kortizon belirgin mineralokortikoid etkisi nedeniyle yerine koyma tedavisi dışında kullanım sakıncası oluşturduklarından, bu etkisi düşük ya da olmayan sentetik türevler kullanılır. Doğal bileşikten farkları 6 ve 9’da halojen, 16’da metil 1-2 arasında doymamışlık gibi mineralokortikoid etkiyi azaltıcı farklardır. 17 ya da 21’den Fosfat ve süksinat esterleri IV ve IM yola uygun, suda çözünürlüğü fazla olan moleküllerdir. Vücutta hidroliz olarak etkinlik kazanırlar. Pivalat ve asetonid türevleri ise ciltten daha yavaş absorbe edilir, uzun lokal etki ve daha az sistemik etki sağlar. Kortikosteroidler Enfeksiyona zemin hazırladığından, lokal preparatları antibakteriyel ilaçlarla kombine hazırlanabilir. Bu preparatlar mutlak kontrendikasyonlar haricindeki cilt lezyonlarında gönül rahatlığıyla kullanılabilir. Prednizon (∆1 kortizon) Kortizonun 1 ile 2nci karbonları arasında bir doymamışlık olan türevidir. Ön ilaçtır, KC’de prednizolona dönüşerek etkinlik kazanır. Lokal olarak etkisi yoktur. Sistemik yolla verilmeli (Oral, IV…) Asetat türevi yalnız oral kullanılır. Prednizolon (∆1 hidrokortizon) Kortizol’ün 1 ile 2nci karbonları arasında bir doymamışlık olan türevidir. Oral ve lokal (pomad, losyon, krem) olarak kullanılabilir. Asetat esteri IM veya intraartiküler olarak ta kullanılabilir. Butilasetat ve pivalat esteri intraartiküler (IA) enjeksiyon veya yumuşak doku içi infüzyon şeklinde uygulanabilir. Sodyum fosfat esterinin suda çözünürlüğü yüksek IV, IM, IA olarak kullanılır. Sodyum hemisüksinat esteri de IV ya da IM olarak uygulanır. Metilprednizolon: Asetat esteri suda çözünmez, uzun etkili. IM ya da IA kullanılır. Sodyum süksinat esteri suda daha iyi çözünür, IM, IV inj. ya da IV infüzyonla " . Triamsinolon: Florohidroksiprednizolon. Oral absorbsiyonu iyi, t1/2 5 saat. Oral " . Asetonid türevi oral kullanılmaz, lokal ya da enjeksiyon şeklinde kullanılır. Aerosol şeklinde bronşiyal astımda kullanılır. Diasetat esteri ise daha uzun etkilidir. Oral, Lokal veya Parenteral yolla kullanılabilir. Deksametazon: Sentetik glukokortikoikler içinde antienflamatuvar etkisi en yüksek olanıdır. Florometilprednizolon’dur. Oral kullanılır, kısa etkilidir. PPB ↓ (en az bağlanan). Sodyum fosfat esteri suda daha iyi çözünür. IV, IM injeksion, Oftalmik gutt ve pomad şeklinde kullanılabilir. Betametazon: Deksametazon’un stereoizomeridir. Oral veya lokal kullanılabilir. Asetat esteri daha uzun etkilidir, sodyum fosfat esteriyle 1:1 oranında karıştırılarak IA ya da yumuşak doku içine enjekte edilebilir. Sodyumfosfat esteri, Suda daha iyi çözünür, etkisi çabuk başlar. IM, IV inj, kulak, burun ve göz damlası şeklinde kullanılabilir. Valerat esteri; losyon, krem, pomad, suppozituvar, veya oral formda kullanılabilir. Hemaroid tedavisinde antienflamatuvar olarak akut devrede kullanılır. 93 Nometazon: Kortizol’ün iki klor içeren çok lipofilik türevidir. Suda pratik olarak çözünmez. Krem, merhem, losyon şeklinde psöriyazis vb cilt lezyonlarında kullanılır. Fludrokortizon: FloroHidrokortizon. Mineralokortikoid ve antienflamatuvar etkileri belirgindir. Oral kullanılır, adrenal korteks yetmezliğinde replasman için oral kullanılır. Flumetazon pivalat, flusinolon asetonid, diflukortolon valerat, prednikarbat, halometazonprohidrik: Sadece lokal kullanılabilirler. Beklometazon: Beklametazon’un flor yerine klor bulunan hali. Dipropionat esteri lokal yolla ve bronşiyal astımda inhalasyonla kullanılır. Flunisolid: Astımda inhalasyon şeklinde kullanılır. Burun spreyi alerjik rinitte kull. Budesonit: Sadece lokal kullanılır. Astım, cilt lezyonu, rinit vb durumlarda kullanılır. KC’de çok yüksek oranda ilk geçiş etkisine uğradığından sistemik etki göstermez (avantaj). Flutiazon: Lokal kullanıma uygun ilaç, astım ve alerjik rinitte kullanılır. Budenosit gibi sistemik etki göstermeyen bir ilaç. Biyoyararlanımı en düşük sentetik glukokortikoid ilaç. Absorbe olmaz. Ülseratif kolit durumunda ağızdan lokal kullanılır. İLAÇ KESİLMESİ: Uzun süreli GK tedavisinde ACTH salgısı azaldığından, adrenal kortekste atrofi olur. Tedavi birden kesilirse adrenal korteks yetmezliği tabosu ortaya çıkar (hipoglisemi, halsizlik, bulantı, kusma, kas ve eklem ağrıları, şok). Hastanın strese yanıt verebilirliği düşer. Doz azaltılarak kesilmeli ve her azaltma basamağı 3 gün ila 1 hafta arayla yapılmalı. Uzun etkili ilaçlar prednizolon ya da hidrokortizon gibi kısa etki sürelilerle değiştirilerek doz azaltımına gidilmesi yararlıdır. 1 aydan daha fazla kullanımında ACTH süpresyonu yapmış olması muhtemeldir. İlaca Bağlı Addison Hastalığı: Yüksek dozda ve uzun süreli GK tedavisi sonrasında ilaç birden kesilirse adrenal korteks yeterli kortizon sentezi yapamaz, adrenal korteks atrofisi nedeniyle yetmezlik görüntüsü olur. İlaca bağlı bu duruma iyatrojenik addison hastalığı denir. Addison hastalığı adrenal korteks yetmezliğidir. Başka nedenlerlede bu hastalık ortaya çıkabilir. Tedavisinde doğal GK verilmelidir, sentetik türevler mineralokortikoid etkileri olmadığından tam tedavi sağlamaz. Bu hastalıkta kortizon salgısı ACTH üzerinden süprese lduğu için kortizolle beraber aldosteron salgısı da azalmıştır. Coushing Sendromu: Dışardan çok fazla hormon verilmesiyle iyatrojenik Coushing sendromu ortaya çıkar. Bunun haricinde adrenal kortekste bir hipertrofi olması nedeniyle de kortizon düzeyi yükselebilir (primer coushing) sendromudur. Addison hastalığının tersi gibi düşünülebilir. Adrenokortikosteroidlerin Etkileşimleri: Barbitüratlar, fenitoin, karbamazepin gibi hepatik enzim indükleyicileri GK’nin hepatik eliminasyonlarını artırarak etkilerini azaltır. Rifampin, karbimazol, metimazol, ketokonazol, aspirin de metbolizmalarını hızlandırır. Oral kontraseptifler ve estrojenler, plazmada Kortikosteroid bağlayan globulin miktarını artırarak serbest farksiyonun azalmasına neden olur. Bu ilaçlarda metabolizmalarını artırır. Siklosporin, prednizolonun metabolizmasını yavaşlatır. Antasit ilaçlar, oral absorbsiyonunu azaltırlar. İnsülin kullanan diyabetlilerde GK’ler insülin gereksinimini artırırlar. 94 Mineralokortikoidler: Aldosteron: İnsanda majör ve en etkin mineralokortikoiddir. Böbreklerde toplayıcı kanallar üzerine etki ederek Na+ absorbsiyonunu artırır, K+ ve H+ geri emilimini azaltır. Aldosteronun aşırı salgılanması hipervolemi, hipkalemi ve alkaloz yapar. Aldosteron preparatları: Sentetik aldosteron türevi ilaçlar kullanılır. Kendisi ilaç olarak kullanılmaz. Dezoksikortikosteron asetat IM Fludrokortizon asetat Oral olarak kullanılan aldosteron türevleridir. Addison hastalığı gibi durumlarda kortizol ile birlikte kullanılırlar. İdiyopatik Ortostatik Hipotansiyon durumunda yararlıdırlar. Aldosteron reseptör antagonistleri: Spirinolakton, Kanrenon: Aldosteron reclerine aldosteronun bağlanmasını engellerler. Diüretik, antihipertansif olarak ve Hiperaldesteronizm’in teşhis ve tedavisinde kullanılır. Adrenal kortekste Steroid sentezini veya Steroidlerine etkinliğini azaltan ilaçlar: Adrenal kortekste bir hiperplazi hipertrofi durumunda aşırı adrenokortikoid sentez ve salımında, Cerrahi Adrenalektomi ile adrenal korteks çıkarılabileceği gibi, bu hormonların sentez ve salınmasını inhibe eden ilaçlarla da tedavi yapılabilmektedir. Sentez inhibitörü bu ilaçların asıl endikasyonlar, aşırı GK salımının neden olduğu Coushing Sendromudur. Bu amaçla kullanımında doz iyi ayarlanamazsa iyatrojenik adrenal korteks yetmezliğine yol açabilirler. Bu yüzden kortizol ile birlikte verilmesi gerekebilir. STEROİD SENTEZ İNHİBİTÖRLERİ: Metirapon 11-β-hidroksilazı inhibe eder. Krotizol ve aldosteron sentezini ↓. Aminoglutetimit 20-22 desmolaz inhibitörü (hız kısıtlayıcı basamak). Tüm adrenal korteks hormonlarının sentezi ↓. (tıbbi adrenalektomi) Amfenon B 11/17/21 hidroksilaz inhibitörü. Mitotan Adrenal bezi (özellikle zona reticularisi) tahrip eder. Ketokonazol Non selektif olarak tüm steroid hormonların sentezini inhibe eder. C17-C20 ligaz enzimini inhibe ederek etkir. Siproheptadin 5-HT2 rec blokörü, hipofizden ACTH salınımını ↓. Trilostan 3-β-OH-dehidrogenaz enzim inh. Pregnolon-Progesteron dönüşümünü ↓. STEROİD RESEPTÖR BLOKÖRLERİ: Mifepriston: Progesteron ve GK reclerini bloke eder. ACTH (Kortikotropin) Hipofiz ön lobunda, CRH kontrolü altında sentezlenip salınır. Genellikle ilaç olarak kullanılmaz, En öneli YT Alerjik rxn. ve nadiren Pigmentasyon. Hipoadrenalizmde daha çok GK’ler kullanılır ancak çocuklarda büyümeyi daha az baskıladığı için ACTH kullanılabilir. İnfantil Spazm, Guillan Barre sendromu gibi nörolojik hastalıklarda da kullanılabilir. TETRAKOZAKTİD (kosintropin): Sentetik ACTH preparatı. IV, IM kullanılır. 95 İNSÜLİN 1869’da Paul Langerhans adlı tıp öğrencisi pankreas’taki bir takım anatomik yapıların (Langerhans adacıkları) var olduğunu fark ediyor. Bundan bir takım salgılar yapıldığı belirleniyor ancak ne işe yaradıklarına dair bir şey bilinmiyor. Daha sonra da ilk kez pankreası çıkarılmış köpekler üzerinde iki araştırmacı tarafından bir çalışma 1889’da yapılıyor. Bu araştırmacılar çok ilginç bir takım olaylar gözlüyorlar. Bu olaylar köpeklerin hızlı bir şekilde kilo kaybetmeleri, çok fazla idrar yapmaları ve idrarlarının değişik renkte ve kokuda olmaları gibi bu gün Tip I diyabet hastalığında gözlenen durumlarla örtüşüyor. Bu keşif ve araştırmadan 30 sene kadar sonra 1921 de Bunbing ve West adında iki araştırmacı 20inci yüzyılın tıp alanındaki en önemli buluşlarından birine imzalarını atıyorlar. Pankreas adacıklarıyla ve pankreası çıkarılmış olan belirtiler arasındaki ilişkiyi açıklıyorlar ve aralarında mutlaka bir bağlantı olduğunu, pankreasın koruyucu ve düzenleyici bir öneminin olduğunu saptıyorlar. Bu araştırıcılar çalışmalarında pankreastan ekstraksiyon ile bir çözelti elde ediyorlar, Kan şekeri 500 mg/dL düzeyinin üzerinde olan, günde 5-6 L idrar yapan aşırı zayıflamış bir çocuğa verdiklerinde çocuğun sağlık durumunun dramatik bir şekilde iyileştiğini izliyorlar. Bunbing ve West, bu çalışmalarıyla Nobel Tıp ödülüne hak kazanıyorlar. Bu keşiften sonra insülin, farmasotik olarak çok önemli bir ürün haline geliyor. Günümüzde insülin SC olarak kullanılan ve birinci tipte diyabetli hastaların tedavisi için alternatifi olmayan bir üründür. Enjeksiyon yoluyla kullanılması şu an için şarttır ancak farklı yollardan kullanılmasına olanak sağlayacak farmasotik şekiller üzerinde de halen yoğun şekilde araştırmalar devam ediyor. Önemli olan bu konunun biyokimyasal, farmakolojik açıdan ve endkrinoloji bakımından hala bilinmeyenlerinin çok olduğu ve araştırmaların halen sürdürüldüğüdür. Biz sadece insülinin kan şekerini düzenlediğini biliyoruz. İnsülin hiperglisemik, monofazik kan glukoz miktarını düzenliyor, hatta hipoglisemi bile yapabiliyor. İnsülinden başka yine pankreasta langerhans adacıklarında insüline karşı yönde çalışan ve kan glukoz düzeyinin yükselmesine katkıda bulunan faktörler de vardır. Besinlerle beraber bunların içinde KH, Protein, Yağları alıyoruz ve bu besin öğelerinin sindiriminden sonra absorbe edilen glukoz, yağ asitleri, aminoasitler oksijen eşliğinde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde su ve CO2’ye yıkılıyor. ATP ve enerji oluşumunda kullanılıyor. Bu olaya yakıt metabolizması adı verilir. İnsülin ve ona zıt düzenleyici olarak çalışan glukagonun en önemli işlevleri tokluk ve açlık durumlarında yakıt metabolizmasını ve homeostazı hücre içinde ve dışında sağlamaktır. Glukoz Düzeyinin Önemi: SSS’de ana enerji kaynağı glukozdur. Fakat bu sistemde glukoz sentezlenemiyor. Ancak birkaç dakikalık ihtiyaca yetecek miktarda glukoz depolanıyor. Bu bakımdan da kan glukoz düzeyinin belirli bir aralıkta sürdürülmesi zorunluluğu vardır. Bu aralık çok önemlidir ve kısa süreli de olsa hipoglisemi, beyinde işlevsel bozukluklara veya kalıcı hasarlara yol açabilmektedir. Bunun tersi de geçerli: Hiperglisemi! Tespit edilmezse ve uzun süreli hiperglisemiye maruz kalınması durumunda onun da geri dönüşümsüz ikincil bir takım bozukluklar ortaya 96 çıktığını biliyoruz. Bu belirtilerin önlenmesi amacıyla hipergliseminin hangi duruma bağlı olduğu (yani ne tip bir diyabet olduğu) belirlendikten sonra eğer tip I diyabet ise İnsülin tedavisi, tip II DM’de ise oral kullanılan antihiperglisemik bileşiklerle tedavi yapılıyor. Sözü edilen yakıt metabolizması denilen olay aslında bir diğer terminolojide Anabolik faz - Katabolik faz olarak ta adlandırılır. Anabolik faz yalnızca insülin tarafından düzenlenmektedir ve bu dönem yemek yenilmesiyle başlayarak 4-6 saate kadar uzayan bir süreçtir. Bu aşamada KC’de ve Kaslarda glukojen sentezlenir. Yine KC ve adipositlerde yağ asidi ve trigiliserit sentezi uyarılır. Protein sentezi yönünden de bir artış söz konusudur. Bu durum doğal olarak katabolik fazın bir inhibisyonunu gösteriyor. Burada keton cisim , yağ asiti ve gliserol düzeyi düşmektedir. Katabolik faz ise yemekten 4-6 saat sonra (anabolik fazın bitimi sonrasında) başlar KC ve kaslardaki glikojenezi ve yağ dokusunda lipolizi artırır. KCden kana bırakılan glukozun yerine konması için de glukoneojenez uyarılır. Böylece aminoasitler, laktat, pirüvat ve gliserol; glukoza dönüştürülür. Glikoliz inhibe edilir. Artan lipoliz sonucu kanda düzeyi artan Yağ Asitleri’de enerji elde etme amacıyla oksidasyona uğrarlar. Ancak oluşan bu yağ asitlerinin 1/4 ila 1/3’ü KC’de keton cisimlere dönüşürler. (Ketojenez). DM’de insülin durumu değiştiğinde normal düzeni bozulan tüm bu biyokimyasal değişiklikler, tipin belirlenmesinde tanıda klinisyenlere yol gösterir. İnsülin; Pankreasta Langerhans adacıklarının β hücrelerinde sentezlenen, iki zincirden oluşan (A zinciri 21 aa, B zinciri 30 aa) MA’sı 6000 dolaylarında olan bir peptittir. Günümüzde insan insülini biyoteknolojik yöntemle rahatça üretiliyor olsa da halen çok yoğun kullanılan sığır ve domuz insülünleri de bulunmaktadır. Domuz insülininin insan insülininden farkı B zincirindeki 30’uncu aminoasitin treonin yerine alanin olmasıdır. Sığır insülininde ise B30’da yine domuz’da olduğu gibi alanin olmasının yanında A8 ve A10da da tirozin ve izolösin yerine alanin ve valin bulunmaktadır. Günümüzde tamamen normal insan insüliniyle aynı aa sırasına sahip insan insülini kullanılabilmektedir. Bu sayede Tip I diyabette görülen hayvan insülinine bağlı alerjik reaksiyonlar gibi yan etkiler aşılabilmesi amaçlandı ancak şaşırtıcı olan şudur ki, insan insülini kullanan diyabet hastalarında da domuz ya da sığır insülini kullananlardaki yan tesirlerin görülebildiği kaydedilmiştir. Ayrıca insan insülini pahalıdır. β hücrelerinde sentez edilen insülinin plazmadaki yarılanma ömrü yaklaşık 5-10 dakika civarındadır. İnsülinin KC’de ve diğer hedef doku ve hücrelerde, ayrıca plazmada yıkımı gerçekleşir. Yıkılmasındaki ilk basamak A ve B zincirleri arasındaki disülfit bağlarının “glutatyon-insülin transhidrojenaz” enzimi ile parçalanmasıdır. Pankreasta depo edilmiş insülin miktarı 10 mg civarındadır. Buradan bazal olarak salgılanma hızı saatte 1 ünitedir. Ünite insülin preparatlarının dozunu gösteren ve insülin için standardize edilmiş bir birimdir. 2 kg’lik aç bir tavşanda kan glukoz düzeyini 120 mg/dL’den 45 mg/dL’e düşüren insülin miktarı “1 International Insulin Unit” olarak adlandırılmıştır. Bazal salgılanma denilen 97 1 U/saat’in yaklaşık yarısı insülinin en önemli hedef dokularından biri olan KC’de tutulur. Yani post hepatik insülin salgılanma hızı 0,5 U/saat’tir. Günde yaklaşık toplam salgılanma 2 mg (yaklaşık 50 U) civarındadır. İnsülin nasıl ve ne zaman salgılanır’a değinmek gerekirse; Glukozun kan düzeyinin yükselmeye başlamasıyla pankreas β hücrelerinde hipergliseminin devamında buna bağlı olarak ATP oluşumu ortaya çıkıyor. Yani β hücresindeki ATP düzeyinin glikolize artmasıyla ATP’ye duyarlı K kanalları kapanıyor. Dolayısıyla normal konumunda polarize bir halde (negatif polarize halde) olan hücreler, glukozun yükselmesiyle tıpkı diğer hücrelerde olduğu gibi voltaja bağımlı Ca kanallarının açılması ile (ikinci aşama) de-polarize hale geçiyorlar. Dolayısıyla da hücre içi Ca düzeyi yükseliyor ve buna bağlı olarak ta Kalsiyum Aracılı İnsülin Salgılanması gerçekleşiyor. Aynı etkiyi sülfonüre ilaçları da bu şekilde yani K kanallarını kapatarak göstermektedirler. Salgılanan insülin nasıl etki gösterir, nereye gider? İnsülin, hücre membranlarındaki özel reseptörlerine bağlanarak etkilerini oluşturur. İnsülin reseptörü 2 tane α ve bunlarla bağlantılı 2 tane β alt ünitesinden oluşuyor. Hücre membranındaki insülin reseptörleri üzerindeki α (insülin bağlanma bölgesi) alt birimleri, pankreastan salınan insülinle aktive olduklarında ikincil reaksiyonar başlar. Bu reaksiyonlar insüline bağlı fosforilasyon reaksiyonlarıdır. “β” alt birimlerinde de tirozin kinaz aktivitesi denilen bir yapılanma vardır. Bağlanma sonucu ardışık fosforilasyon kastı gerçekleşmektedir. Sonuçta bu ikincil ulak denilen cAMP, diaçilgliserol ve inositol trifosfat gibi ikincil ulakların da aracılığıyla insülin reseptörü konformasyon değiştiriyor ve insülin bağlanma noktası, insülinle beraber hücre içine doğru dönüyor. Arından İnsülin orada bırakılıp, reseptör tekrar eski haline dönüyor. Bu olaylar çok karmaşık ve birçok farklı molekülün aracılık ettiği bir olaylar zinciridir. Bu basamaklar sonucunda insülin hücre içerisine girdiğinde monofazik olarak yükselmiş kan glukoz düzeyinde, bifazik şekilde bir düşüş görülüyor. Bifazik olmasının nedeni; Glukozun yükselmesine bağlı gerçekleşen insülin salgısı iki fazlı olmasının birinci nedeni pankreastaki β hücrelerde monofazik hiperglisemiye bağlı olarak bir miktar insülin depo halinde bulunuyor. İlk fazda bu birikmiş olan insülin salınarak kan glukoz düzeyinde hızlı bir azalmaya neden olur, daha sonra ise ikinci aşamada glukoz da β-hücreleri devreye girdiğinden onun başlattığı reaksiyonlarla yeni insülin sentezlenir ve bu sentezlenen insülin de salınmaya başlar, sonuçta ikinci fazda daha yavaş bir glukoz düzeyi düşüşü gözlenir. Normal durumda ve endokrin bozukluğu olmayan kimselerde durum böyle olmaktadır. Tip I diyabette β hücrelerinden zaten insülin olmadığı için salgılanamıyor. Bu duruma bağlı olarak da: 1. Hiperglisemi dolayısıyla glukozüri 2. Enerji ihtiyacı ve açığı nedeniyle polifaji (çok yemek yeme), çok su içme (plihidri) ve çok idrara çıkma (poliüri). Bu bir kısır döngüdür. 3. Dolayısıyla hiçbir şekilde normal enerji metabolizması sağlanamadığından aşırı kilo kaybı görülüyor. Bu görünen bozuklukların yanında da biyokimyasal parametrelerde bozulma, yani glukozemi, ketonemi, ketonüri, asidoz, koma ve kontrol altına alınmazsa ölüm ortaya çıkar. 98 Katabolik faz, protein ve KH metabolizması bozulduğunda ve hiperglisemiye bağlı olarak hücre düzeyinde başlayan bozukluklar doku ve ardından organ düzeyine geçer. Bir an önce teşhis konulup tedaviye başlanmadığı taktirde çeşitli komplikasyonlar ortaya çıkar. - Göz damarları gibi mikrovasküler damarlarda ve bunların beslediği dokularda çok belirgin dejenerasyonlar ortaya çıkıyor ve gözde katarakt, retinopati Nöronlarda nörodejenerasyon, Böbrek hücrelerinde nefropati, Ve diyabete bağlı olarak çıkan Kardiyomiyopati denen kalp damarlarının ve kalpteki reseptör ve kasılma fonksiyonları bozulmasına bağlı olarak ortaya çıkan ölümcül durum. Normal şartlarda insülin salgılanması sonrasında bu glukoz düzenlenmesi ve hücre içi protein sentezinin ve diğer biyokimyasal olayların düzenlenmesi bekleniyordu. Ancak insülin sentezi olamayınca yukarda bahsedilen olaylar ortaya çıkıyor. İnsülin eksikliğinde bu belirtiler özellikle göz, böbrek gibi mikrovasküler dokularda ortaya çıkmasının nedeni; çünkü glukozun hücre içine alınması, yararlanılması, ve yakılması insüline bağlı hücreler tarafından gerçekleşir. Glukoz girişi insüline bağlı olan hücreler: Çizgili kas hücreleri, miyokard, yağ dokusu hücreleri, meme bezi hücreleri… Ancak KC, SSS hücreleri (beyin), retina hücreleri ve alyuvarlar ayrıca böbrek tübülüs hücreleri ve barsak mukoza hücrelerine glukoz girişi insüline bağımlı değildir. Bu da insülin eksikliğinde oluşan hiperglisemi nedeniyle bu hücrelere aşırı bir glukoz girişi olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla diabetik hastalarda bu dokulara glukoz girişinde azalma değil, artma ve glukoz toksikasyonu olarak sıralanan kardiyomiyopati, retinopati, nefropati, nöropati ortaya çıkıyor. Hücre içine glukoz girişi ve etkinliği: İnsülin; glukoz kullanımını sağlarken glukoz taşıyıcıları “ki bunlar glut transporter diye adlandırılır” aracılık eder. · · · · · Glukoz taşıyıcıları 1, 2, 3 ve 4 gibi alt tipleri olan protein molekülleridir. 1 numaralı olan; bütün dokularda, özellikle alyuvarlarda ve beyinde vardır. 2 numaralı olan; β hücreleri, KC, böbrek ve barsak dokusunda 3 numaralı olan; beyin, böbrek ve plasenta gibi dokularda 4 numaralı olan; en yaygın ve glukoza en duyarlı olanıdır. Kas dokusuyla yağ dokusunda bulunur 5 numaralı taşıyıcı da barsak ve böbreklerde bulunur. İnsülinin fonksiyonu, bu taşıyıcı proteinlerin işlevlerini kolaylaştırmaktır. Özellikle Glut-4’ün etkinliği ve kan glukozu düşürülmesindeki rolü daha belirgindir. Glut-2nin de β hücrelerinde yer alması; bu taşıyıcı moleküldeki bir bozukluğun Tip II diyabet oluşmasındaki rolü ve etkinliğinin olabileceği düşünülmektedir. 99 İnsülinin kullanımı: Açlık Kan Şekerinin (AKŞ: 8 saat bir açlık sonrasında ölçülen kan glukoz düzeyi) ölçülmesi sonrasında 70 ile 110 mg/dL arasında bir değerde olması gerekliliği vardır. Eğer AKŞ 140’un üzerinde ölçüldü ise bunun diyabet belirtisi olarak düşünülmesi gerekiyor. AKŞ belirlendikten sonra bir de tokluk kan şekeri ölçüldüğünde, yemekten 2 saat sonraya kadar olan süreçte insülin metabolizması bozuk olmayan kişilerde bu 2 saat sonunda normal sınırlara geldiğini biliyoruz. Ancak diyabetli kişilerde bu değer 140’ın üzerindedir. Ancak AKŞ’i 300’lerde olan kişiler dahi olabilir. AKŞ ölçümü dışında bir de Hemoglobin A-1c (HbA1c) değerleri ölçüldüğünde (bu değer geriye dönük birkaç aylık kan glukoz düzeyi hakkında fikir verir) normal sınırların üzerinde çıktıysa geçen birkaç ay içinde kişinin hiperglisemi olduğuna işaret eder. Tip I diyabetin tedavisinde İnsülin kullanımı, insüline bağlı olmayan diyabette ise oral antidiyabetiklerin kullanımı gerekmektedir. 100 DİYABET VE ORAL ANTİDİYABETİK İLAÇLAR Pankreastan insülin salgısının azalması ya da ortadan kalkması neticesinde dokuların insüline olan duyarlılığının azalması ya da insüline bir direnç gelişmesi sonucunda kan glukoz düzeyinin yüksek seyretmesi durumudur. Bu nasıl ortaya çıkıyor: çok fazla nedeni olabilir Bu durumun ortaya çıkışının en önemli nedenleri arasında kalıtım, obezite, yaş, geçirilmiş bir viral enfeksiyon (kabakulak vb.), Otoimmün bir rahatsızlık, ayrıca insülin rec. bozuklukları sayılabilir. Hamilelikte diyabet gelişebilir. Bu yüzden gebelikte de kan şekeri kontrolü gerekmektedir. Bu etkenlerden herhangi biri ya da birkaçı diyabet gelişmesine neden olur Diyabet tipleri: İki tipi var. Tip I ve tip II diyabet. Tip I Diyabet: Tüm diabetik popülasyonda tip I diyabet % 5-10 arasında bir orandadır. Tip II diyabetten ayırıcı temel özellik mutlak bir insülin yetersizliğidir. Genellikle küçük yaşlarda (genç yaşlarda) ortaya çıkar. 25 yaş ve altında gözlenir, pankreasın işlevi yoktur. Kalıtımla ilişkisi daha zayıftır ancak yoktur denilemiyor. Kilo ve obezite burada da etken olabilir. Bebeklerde obezite olmadan da ortaya çıkabiliyor. İnsülin konusunda sıralanan belirtilerle kendini gösterir. Sonuçta da dramatik bir kilo kaybı, çok belirgin gelişme bozukluğu görülüyor. Bu hastalar yoğun bir insülin tedavisi, diyet ve egzersizle hayatını devam ettirirmek zorundadırlar. Tip II diyabet: Diyabetlilerin yaklaşık % 90 kadarı bu tiptedir. Genellikle 40 yaşın üstünde ortaya çıkar. Obeziteyle ilişkisi belirlenmiş durumda. İnsülin miktarı az, normal ya da çok olabilir. Burada bir salgılama kusuru ve insüline karşı bir direnç söz konusudur. Aile öyküsü yüksek oranda pozitiftir yani kalıtımsal geçiş çok belirgindir (% 60-90). Ailesinde diyabet öyküsü olan kişilerin orta yaştan itibaren diyabet yönünden takipleri gerekmektedir. Bu hastaların teşhisi sonrasında ise doğrudan hemen ilaç tedavisi olabilir ancak, obezitenin giderilmesi için diyette yeterli olabilmektedir. İlaç olarak oral sülfonilüreler, ya da diğer antidiyabetik ilaçlar tercihe göre kullanılır. Diyabet hastaları; hiperglisemi belirtilerini; tip I diyabetliler de SC enjeksiyon yöntemi ile kan şekeri ölçümünü muhakkak bilmelidirler. Ayrıca insülin ve hipoglisemik ilaç kullanan kişilerde ciddi hipoglisemi riski vardır. Dolayısıyla ortaya çıkacak hipogliseminin diyabete bağlı ketoasidoz ile karıştırılmaması ve bunun farkında olunması gerekir. 101 Hipoglisemi · Nefeste aseton kokusu yoktur. · Cilt solgun ve ıslak bir görünümde. · Solunum normal ve düzenli. · Tansiyon normal ya da artmış durumda. · Nabız hızlanmış ve dolgundur. · Pupillada midriyazis. · Tremor söz konusu. Ketoasidoz · Nefeste belirgin aseton kokusu vardır · Cilt kuru ve kızarık · Solunum derinleşmiş · Hipotansiyon söz konusudur. · Nabız hızlı ama dolgun değil. · Pupilla normal ya da miyozis. · Tremor gibi bir durum yok. Bu farkındalığın önem ve değeri ani bir kan şekeri düşüşünde neler yapılacağının bilinmesidir. Her iki durumda da sergilenecek yaklaşım farklıdır. Hipoglisemide şekerli içeceklerle kan şekerinin normale yükseltilmesi ilk akla gelen şeydir. Ketoasidoz, genellikle insülin dozu atlanması neticesinde ortaya çıkar ve bu durumda hastaneye yatış gereklidir, ketoasidozun derecesi belirlenmelidir. Derecesine göre alkali sağaltımı ile fosfat ve magnezyum tedavisi uygulanır. İnsülin preparatları: Çabuk etkili ürün Lispro (< 1 saat) Daha yavaş etkili ürün İnsülin R, standart insülin. Kan şekerini düşürdükten sonra bir süre etkinliği devam ediyor. Geç etkili ürün NPH Normogliseminin sağlanması için kısa ve uzun etkili preparatlar 70:30 gibi bir oranda kombine edilerek hazırlanan preparatlar da var. Genellikle yemekten 30 ila 60 dakika öncesinde bu preparatın uygulanmasıyla kısa ve orta sürede regülasyon sağlanabiliyor. Bu durumda da kan şekeri takibinin sürdürülmesi şart. Lispro insülin, izohidrik ve berrak olan preparattır ve intravenöz olarak verilebilir. Çinko ya da modifiye edilmiş insülin praparatlarıyla etki süresi uzatılması amaçlanıyor ancak hastanın sürekli injeksiyon yapma gerekliliği nedeniyle ortaya çıkan zorluklar var. Bu zorluğu aşmak için çalışmalar yapılmış ve en umut veren sonuçlara nazal yolla uygulanan ürün üzerinde ulaşıldı. Fakat bunun da bir takım mahzurları ortaya çıktı. Solunum yollarındaki tahrişler ve yıkımın hızlı olması ve etkinliğin azalması… İnsülinin yan tesirleri: İnsüline bağlı olarak ta bu uygulama sonrasında kimi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bunlar hipoglisemi, alerji gibi durumlardır. Hastalar, hipoglisemiyi bilmeli ve bu anormal dalgalanmalar için yanlarında daima şekerli bir yiyecek bulundurmalıdır. Daha seyrek olan alerjik reaksiyonlar; genellikle uygulama yerinde kaşınma, kızarıklık şeklinde ortaya çıkar ve çok nadiren de anjiyomörotik ödem gibi ciddi özel durumlar da olabilmektedir. Diğer bir insüline bağlı yan tesir sürekli aynı bölgeye enjeksiyon yapılması sonucu oradaki yağ dokusunun bozulması ve uygulama yerinde doku harabiyetidir. Bunun olmaması için enjeksiyon’un sürekli aynı bölgeye yapılmaması, vücut üzerinde SC enjeksiyona uygun bölgelerin bir siklus içinde kullanılması hastalara söylenir. Bu bölgeler karın, kol, kalça ya da bacak gibi bölgelerdir. Bu bölgeler arasında insülin emiliminin oran ve hızının farklı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. 102 Ayrıca yan tesir olarak, uzun süre hipoglisemik olarak yaşamış ve bu duruma adapte olmuş hastalarda, teşhis sonrasında insülin tedavisine geçildiğinde çabuk ve ani kan şekeri düşüşü nedeniyle gözdeki ozmotik dengenin değişmesi sonucunda geçici görme bozukluğu ortaya çıkabilir. Zamanla düzelir. Aynı nedenden ötürü yüzde ve ayakta da geçici ödem ortaya çıkabilir. Organ düzeyinde, sinirlerde, gözde, kalpte, böbrekte biyokimyasal olumsuz değişimlerden ötürü de hastaların yaşam boyu sürecek defektleri olmuş olabilir. Bu yüzden bu hastalar, hatları boyu dikkat etmeleri gereken özel durumları vardır. Diyabet tedavisi gören hastalar da bu hususlara dikkat etmelidirler. Sıralamak gerekirse KV risk yüksek olduğu için tansiyon ve koroner bozukluklar bakımından takip edilmeli, Obez iseler muhakkak kilo vermeli, kesinlikle sigaradan uzak durmaları, ayrıca kolesterol ve kan lipid düzeyinin de regüle edilmesi gerekmektedir. Bir de yara iyileşmesi diyabetlilerde daha geç olabileceği gibi, açık yaralardaki enfeksiyon riskinin çok daha fazla olması nedeniyle hasta cilt bütünlüğüne daha da dikkat etmelidir. Özellikle ayaklarda oluşabilecek yaralanmalar ve hasarlar çok daha önemlidir ve hasta sürekli kendi kendine bakım ve kontrollerle cilt bütünlüğünü izlemelidir. Güneşten korunma, soğuk ve sıcaktan kaçınmak gibi çok basit ama önemli tedbirlerin alınması şarttır. Riskler azaltılmalıdır. Mantar ve enfeksiyon riskini azaltmak için sıkı ayakkabı ve çoraplar kullanmaması gereklidir. Yıllık göz kontrolü katarakt oluşumu ya da ileri retina hasarı takip edilmeli. Ayrıca diyabetliler diş ve ağız sağlığı bakımından da riskli guruplar olduklarından ağız-diş sağlıklarına da dikkat etmelidirler. Apse gibi her zaman karşılaşılabilecek bir olayla bile baş etmek zorlaşabilir. Bunun nedeni makro ve mikrovasküler sistemlerdeki dejenerasyondur. Tedavi yaklaşımı: Tip I diyabette kan şekeri regülasyonu için başlangıçta 0,5 ila 1 ünite insülin dozuyla tedaviye başlanabilir. Ancak önemli nokta insülin tedavisine başladıktan sıka süre sonra hasta kendisini çok rahatlamış, sağlıklı ve iyi hissedeceği için yaşamına, yediklerine dikkat etmeyi ihmal edebilir. Bu büyük bir risktir. Bu tür durumlara karşı hastanın uyarılması, tedavi ve yaşam disiplinini bırakmaması konusunda uyarılması gerekiyor. Bir de uzun yıllar insülin kullanan hastalarda insülin toleransı gelişebilir ve kan şekeri regülasyonu için kullanması gereken insülin dozu çok artabilir. Bu durum pankreasın artık tamamen iflas ettiğinin göstergesi olabilir, organ transplantasyonu gerekebilir. Tip II diyabette ise tedavide sülfonilüreler denen oral kullanılabilen preparatlar yer almaktadır. Bu rahatsızlıkta insülin etkisine karşı bir direnç, dolayısıyla da insülin salgısını uyaran glukoz, aminoasit gibi uyaranlara yanıt olarak insülin salıverilmesindeki bir bozukluk olabilir. Bu hastalar kilolu, 40 yaş üzerinde, büyük kısmı aile diyabet öyküsü olan kişilerdir. Sülfonilürelerle beraber, hastanın özel durumuna göre kan şekeri düzeyine de bakılarak obez olanlarda biguanidin türevi ilaçlar tercih ediliyor. (ör: METFORMİN) 103 SÜLFONİLÜRELER: Birinci Kuşak Sülfonilüreler: Tolbutamid, klorpramid, asetoheksamid, tolazamid. İkinci kuşak sülfonilüreler: Glipurid, glipizid, gliklazid, glibenzopiramid, glikidan, glimeprid gibi ilaçlardır. İkinci kuşak ilaçların gravimetrik etki güçleri çok daha yüksektir ve 1 mg dozda dahi 24 saat etkinlik sağlayabilmektedirler. Kan şekeri regülasyonu sülfonilürelerle tek başına sağlanamadığı zamanlarda kombine olarak biguanidinlerle de kullanılabiliyor. Sülfonilürelerin etki mekanizmaları: Pankreasta ATP’ye duyarlı potasyuma kanallarını kapatarak depolarizasyonu artırırlar ve insülin sentez ve salımını artırırlar. Burada da ilacın kendisine has SUR-1 reseptörleri vardır. Bu rec’ler aktive olmasıyla etki gösterirler. Bu reseptörlerin diğer tipleri de kendine özgü başka dokularda yerleşmiştirler. Sülfonilüreler tedavinin başlangıcında söylenilen mekanizmayla pankreastan insülin salgılanmasını artırıyorlar. Tabi tedavi bununla sınırlı değil, ömür boyu sürüyor. Kronik kullanılıyorlar. Ancak kronik kullanımda etkinliği tekrar incelendiğinde bu ilaçların insülin sentez ve salıverilmesini azalttığı gözlenmektedir. O zaman nasıl oluyor da normoglisemi sağlanıyor denecek olursa periferik insülin duyarlılığını artırmalarına yönelik insülin yararlanımı ve rec duyarlılığını artırıcı bir mekanizma devreye giriyor. Yani hücre membranının insüline yanıt verebilirliğini artırıyorlar. Sülfonilüreler’in insülinle beraber glukagon üzerine de etkileri vardır. Glukagon’un etkisi düşünülecek olursa bu bileşiklerin glukagon düzeylerini de düşürdükleri ve bu anlamda da bu ilaçların “hipoglisemik” etkilerinin de olduğunu söyleyebiliyoruz. Sülfonilüreler plazma albüminine yüksek oranda bağlanırlar, metabolizasyonları karaciğerdedir, MAO inhibitörleri sülfonilürelerin eliminasyonunu inhibe ederek etkinliklerini artırırlar. Aspirin, alkol, anabolik steroidler, kloramfenikol, dikumarol propranolol gibi ilaçlarla da etkileşme söz konusudur ve hipoglisemik etkileri artabilir. BİGUANİDİNLER: Sülfonilürelerden farkı; normal glisemiyi düşürücü, yani hipoglisemi yapıcı etkileri hemen hemen yoktur. Β hücrelerini etkilemezler ve insülin salgısını artırmazlar. Etkileri 1. Anayrobik glikolizi doğrudan uyararak glukoz kullanımını (yıkımını) artırıp, glukozun kan dolaşımından uzaklaştırılmasını sağlarlar. 2. Hepatik glukoneogenezi azaltırlar. 3. İnce barsaktan glukoz emilimini azaltır ve yavaşlatırlar 4. Plazma glukagon düzeylerini düşürürler. Bu şekillerde insülin reseptörlerine insülinin bağlanmasındaki artış yönüyle de etkinlik gösteriyorlar. Bu etkileri direkt değil indirekt yoldandır. En önemli yan tesirleri çok az ancak çok ciddi olabilen Laktik asidoz ve ketonüridir. Özellikle fenforminde bu riskler fazladır. Fenformin bu nedenle fazla kullanılmaz. Ancak METFORMİN, genellikle obezlerde ilk seçenek ilaç olarak tercih edilebiliyor. Tip II diyabette bu grup temel ilaçlar sonrasında da, diyabetin etkileri ve glukozun vücuttaki yazgısı izlendiğinde başka mekanizmalara da müdahele edilerek tedavinin gerçekleştirilebileceği düşünülmüş ve yeni ilaç grupları sentez edilmiştir. 104 α-GLUKOZİDAZ ENZİM İNHİBİTÖRLERİ Bunlardan tedavide yararlanılan bir ilaç grubu da α-Glukozidaz Enzim İnhibitörleridir. Etki mekanizmaları barsakta α-glukozidaz enzimini doğrudan ve lokal etkisiyle inhibe ederek glukozun absorbsiyonunu engellemek şeklindedir. Diğer karbonhidratlar için bu mekanizma yine geçerlidir. Ör: AKARDOZ Bir diğer ilaç ise MİGLİTOL’dür. Miglitol, akarbozdan farklı olarak absorbe olup sistemik etkiler de gösterebilmektedir. Eritrositlerde depo edilebilir ve Akardoz’dan 6 kat daha fazla etkilidir. Bu ilaçlar post-prandiyal (yemek sonrası) ortaya çıkan hiperglisemiyi insülin düzeyini değiştirmeksizin azaltırlar. Bu ilaçları kullanan hastaların geç tetkiklerinde HbA1c düzeylerinde de % 1’e varan azalmamalar belirlenmiş. Postprandiyal hiperglisemi üzerinde de % 50’ye yaklaşan bir azalma gerçekleşirebilmektedirler. α-glukozidaz enzim inhibitörleri, tek başlarına kullanıldıklarında hipoglisemiye neden olmazlar, ancak özellikle kilolu hastalarda insülin ya da sülfonilüre ile birlikte kullanılabiliyorlar. O aşamada hipoglisemi riski vardır. Metformin gibi biguanidinlerle kombinasynları önerilmez, çünkü bu ilaçlar glukoz gibi metforminin emilimi de azaltır. GI problemler, hazımsızlık, gaz gibi yan tesirleri nedeniyle de hastalar tarafından pek kabul edilen ilaç grubu değildirler. TİAZOLİDİNDİON GRUBU ANTİDİYABETİKLER TROGLİDAZON, ROSİGLİTAZON… adlı ilaçlardır. Bunlar özellikle hedef hücrelerdeki insülin etkinliğini artırıcı ve β hücrelerinde insülin salgısını etkileyerek kan şekerinin regülasyonunu sağlar. Özellikle insülin rezistansını azaltmadaki etkinlikleri nedeniyle çok önemli bir avantajları vardır. Çünkü insülin rezistansı ve hiperinsülinemi birlikte özellikle Hipertansiyon, hiperglisemive aterosiklerozun gelişmesi için önemli risk faktörleri olması nedeniyle bu ilaçlardan tedavide yararlanılmaktadır. GLİNİDLER Sülfonilüre benzeri insülin salıverilmesini artırıcı ilaçlardır. Ör: REPAGLİNİD ve NATEGLİNİD. Bu ilaçlar 2000li yılların başında tedaviye girmiş ilaçlardır. Kısa etki sürelidirler çabuk emilirler. Sülfonilüreler gibi potasyum kanalları üzerine etkilidirler ama mekanizmaları daha farklıdır. Kinetikleri farklıdır. Aynı SUR-1 reclerini etkilerler. Yarılanma ömürleri çok kısa. Bu ilacın bir özelliği de yemekten önce enjekte edilen kısa etki süreli insülinin etkisini taklit etmesidir. Diyet ve egzersizle yeterince kontrol altına alınamayan tip II diyabetlilerde kullanılmaktadır. Metformin ile birlikte kullanılabilir. İnsülinle ve diğer tedavilerle ortaya çıkabilen hipoglisemi: İnsülin kullanımıyla, kan şekeri hiç dalgalanmıyor ve sürekli normal sınırlar arasında seyrediyor gibi bir yanılgıya düşülmemesi gerekiyor. Bu yüzden hastalar zaten günde birkaç defa kan şekerlerini ölçüyorlar. Özellikle sabah ve yemeklerden sonra ölçümleri önemlidir. Şafak Fenomeni: İnsülin tedavisi görenlerde sabah erken saatlerde uyanmaya yakın olunan saatlerde ortaya çıkan hiperglisemi durumudur. Bunun nedeni insüline karşı dokuların duyarlılığının bu saatlerde azalması’dır. Bunun en önemli nedeni büyüme hormonu ve diğer 105 bazı hormonların düzeyleri ve etkinliklerinin değişmesidir. Bu ortaya çıkan hiperglisemi, insüline bağlı bir yan tesir değildir. Ancak yine de kendi haline bırakılmaması gerekir. Böyle bir durumu önlemek için alınan insülin dozunun ayarlanması gerekmektedir. Sabah ortaya çıkan diğer bir durum “post-hipoglisemik hiperglisemi”dir. Bununla şafak fenomeninin karıştırılmaması gerekiyor. Bunda insülin dozunu azaltmak gerekirken Şafak fenomeninde artırmak gerekebiliyor. Bu iki olgu yine belirgin ve değişken hiperglisemi ve hipoglisemi nöbetlerinin eşlik ettiği oynak diyabet denilen olayının da takibi ve önlenmesi açısından önemlidir. Bir de sülfonilüreler plazma albüminine yüksek oranda bağlanırlar, metabolizasyonları karaciğerdedir, MAO inhibitörleri sülfonilürelerin eliminasyonunu inhibe ederek etkinliklerini artırırlar. Aspirin, alkol, anabolik steroidler, kloramfenikol, dikumarol propranolol gibi ilaçlarla da etkileşme söz konusudur ve hipoglisemik etkileri artabilir. 106 TİROİD HORMONLARI, ANTİTİROİD İLAÇLAR, TİROTROPİN, TİROLİBERİN Tiroid Hormonları: Tiroid bezi boyunda bulunur, iki boblu bir salgı bezidir. Ağırlığı 15-20 g kadardır. Tiroid hormonları olan Liyotironin (T3 = Triiyodotironin) ve Tiroksin (T4 = Tetraiyodotironin) içi kolloidle dolu olan acinar hücrelerde yapılır. T3 ve T4 hormonlarının ana yapısı tironindir. T3 aktivitesi yüksek olan hormon, yarı ömrü kısadır. T4 ise aktivitesi daha düşük olmasına rağmen yarı ömrü 7 gündür ve T3’e dönüşebilir. Bunlar yanında T1 , T2 ve r- T3 ‘te iyodo tironin yapısında ancak hormon etkisi olmayan bileşiklerdir. Biyosentezi, plazmada bulunan iyodür’ün tirotropin enzimiyle tiroid dokusuna girip, peroksidaz enzimiyle moleküler iyoda dönüşümü ardından; tirozin aminoasitlerinin iyotlanması ve tironin yapısının oluşumu şeklindedir. İyot dengesi: Tiroid bezinin fonksiyonu, vücuttaki iyot dengesiyle ilişkilidir. Diyetle iyot alımı, bu hormonların sentezi için şarttır. Tiroid hormonlarının sentezi için plazmadaki iyodür’ün (I–), tiroid bezi içine alınması ve orada konsantre edilmesi gereklidir. Bu uptake için iki mekanizma vardır: İntrinsik mekanizma: Tirotropin (TSH, Tiroid stimüle edici hormon) ile iyodür girişi ↑. Hipofizektomi durumunda TSH salgısı olmayacağından uptake inhibe edilir. Ekstrinsik mekanizma: Tiroid dokısında iyot ve iyodür miktarı azaldığında iyodür uptake’i hızlanır, arttığında yavaşlar. Bu şekilde tiroid, kendi etkinliğini regüle eder. Fazla iyodür alındığında, aşırı T3 ve T4 sentezini önlemek için iki mekanizma vardır. 1. Wolff-Chaikoff bloğu: Kısa süre içinde fazlaca iyot verildiğinde plazma iyodür’ü giderek yükselir. Ancak beklenenin aksine tiroid içine girip T3 ve T4 sentezine katılan iyodür miktarı sürekli yükselmez. Bifazik bir değişim gösterir. Başlangıçta bir artış görülür ancak plazma iyodür düzeyi tavan’a ulaştığında tiroide giren iyodür miktarında bir azalma görülür. 2. Hormon salgılanmasının inhibisyonu: İlaç olarak iyodür tuzu alındığında başlayan bu inhibisyon, ilaç kesildiğinde biter. Hipertiroidizmde bu inhibisyon belirgindir. Wolff-Chaikoff bloğu, hormon salgılanmasını haftalar içinde baskılarken, iyodür tuzlarının etkisi hemen başlar. Biyosentez: İyodür iyonları tiroid içine alındığında “(iyodinasyon basamağı)” H2O2 ve peroksidaz enzimi ile atomik iyoda (I2) indirgenir. (iyodizasyon) Tiyoüre ve İmidazol türevi antitiroidal ilaçlar peroksidaz inhibisyonuyla iyodizasyon basamağını engellerler Moleküler iyot, tiroglobulin ile kompleks halindeki Tirozin aminoasidinin fenil halkası üzerinde 3 ve/veya 5 numaralı konumlara bağlanarak iyodotirozin oluşturur. Ardından oluşan bu iyodotirozinlerin bir kısmı fenil halkasından homolitik bağ açılmasıyla 4-hidroksi iyodo fenil radikallerini oluşturur. (3 iyodo olanı MIT, 4 iyodo olanı DIT) 107 İyodotirozin radikallerinin kenetlenmesi: Homolitik parçalanmaya uğramamış olan 3-5 diiyodotirozin tiroglobulin, aromatik hidroksil üzerinden MIT ile birleşerek T3, DIT ile birleşerek ise T4 tiroglobulin oluşturur. Hormon Salgılanması: Tiroglobulinle kompleks halindeki tiroid hormonları, folikülleri dolduran koloide geçerek burada depolanır. Hormonun salınacağı zamansa bu kompleks tekrar foliküle dönerek proteolitik parçalanmaya uğrar ve serbestleşen tiroid hormonları dolaşıma verilir. Tiroid hormonlarının dolaşıma verilmesi de yodinasyonu kontrol eden TSH hormonu tarafından kontrol edilir. TSH, ön hipofizden spontan olarak salgılanır ancak plazma T3 , T4 düzeyleri yükseldiğinde, T3 hipofiz üzerindeki nagatif feed-back mekanizmasıyla TSH sentez ve salıverilmesini durdurur. T4 ün bu mekanizmayı aktive edici etkisi T3 ten 10 kat daha azdır ve T4 hipofizde “tip II deiyodinaz” enzimiyle T3 e dönüşerek etki gösterir. Etkilerini hem doğrudan hem de dolaylı olarak hipofizin aşağıda bahsedilecek olan tiroliberine (TRH) duyarlılığını azaltarak gösterirler. TSH salgılanması, esas olarak hipotalamustan salınan Tiroliberin (TRH = Tirotropin Releasing Hormon) tarafından kontrol edilir. Tiroliberin, hipotalamusta sentezlendikten sonra portal vaasküler sistem ile ön hipofize gelerek tirotropin salgılanmasını artırır. Kanda Bulunuşları: Serbest fraksiyonları % 1 kadardır. % 99 oranında plazma proteinlerine bağlı halde bulunurlar. En fazla bağlandığı protein TBG Tiroksin bağlayan globulindir (% 70). T3 % 20 oranında Tiroksin bağlayan prealbümine ve % 30 oranında da albumine bağlanır. T4 ün ise % 10’u albumine bağlanır. Eliminasyonları: Deiyodinasyon, Oksidatif deaminasyon ve konjugasyon ile büyük oranda karaciğerde biyotransformasyona uğrarlar. Deiyodinaz enzimleri 3 tiptedir. Tip II deiyodinaz SSS’de ve hipofizde bulunurken Tip III Deiyodinaz Plasenta, KC, SSS ve deride bulunur. Tip I deiyodinaz enzimi periferik dokularda bulunur ve hipertiroidizmde indüklenir. Bu enzimin inhibitörü propiltiyourasil’dir. Farmakolojik ve fizyolojik etkileri: Bu hormonlar hücre metabolizmasını düzenleyen hormonlardır. Eksikliğinde hücre metabolizması yavaşlar, fazlalığında ise çok artar. Bir çok sistemi etkilerler. Etkilerini steroid hormonlarda olduğu gibi stoplazmik recler üzerinden (nukleus üzerinde, mitokondri iç membranında) ya da peptit hormonlarda olduğu gibi hücre membranı üzerindeki reseptörlerinden gösterir. Hücredeki tiroid reseptörleri (TR) çeşitli alt tipleri vardır. α1, β1, β2… • Hücrede Na+/K+-ATPaz pompasını indükleyerek ATP kullanımını artırırlar. • Fetusta ve bebekte eksikliği kretinizm (zeka geriliği+cücelik) yapar. Tiroid hormonları plasentayı geçemediğinden fetus kendi hormonunu kendisi yapar. • Çocuklukta eksikliğinde büyüme bozukluğu görülürken, zeka geriliğine rastlanmaz • Dokuların oksijene olan gereksinimini artırırlar Metabolizma hızı artar. • Fizyolojik düzeyde protein sentezini artırırken yüksek dozda veya hipertiroidizmde ise protein sentezini azaltırlar. • Fizyolojik düzeyde KH metabolizması üzerinde, insülin etkisini potansiyalize eder ancak yüksek dozda/hipertiroidizmde katekolaminlerin ve glukagonun etkisini de artırarak hiperglisemiye neden olurlar. 108 Fizyolojik Düzey Yüksek doz/hipertiroidizm Protein sentezinde artma Protein sentezinde inhibisyon İnsülinin etkisinde potansiyalizasyon Glukagonun etkisinde artma Osteoblastik aktivitede artma • • • • • • • • • • • • • Kemik yıkımında artma Yüksek düzeylerinde lipidlerin depo edilmelerini ve plazma süzeylerini azaltır. KC’de kolesterol sentezini artırır. Hücrelerin vitaminlere ve koenzimlere ihtiyacını artırırlar. Bazı dokuların sempatik uyarılara duyarlılığı ↑. taşikardi, terleme, hiperglisemi. Hipertiroidizmde β1 adrenerjik rec sayısı artar. Kalbte metabolizma hızı, oksijen tüketimi, nabız, debi, atış hacmi ve kontraktilite artar. Eritropoezi Dokulara oksijen sunumunu artırır. Steroid hormonların sentezlerini ve yıkımlarını artırır. İnsülin, PTH, Prolaktin, LH, FSH etkinliğinin sürdürülmesini sağlar. Negatif feed-back mekanizması ile TRH ve TSH salımını azaltır. Hipertiroidizmde GI motilite artar. Hipokside solunum merkezinin uyarılmasında rol oynar. Kemik oluşumunda etkilirir Çizgili kaslarda relaksasyon hızını artırırlar. 109 Tiroid Fonksiyon Bozuklukları • HİPOTİROİDİZM: 1. Kretinizm: Fötal dönemden itibaren tiroid hormonlarının yokluğuyla oluşan hastalık. Fiziksel ve zihinsel gerilik görülür. Plazma T3 , T4 seviyeleri düşük, TSH ise yüksektir. 2. Miksödem: Erişkinlerde görülen hipotiroidizmdir. Çoğunlukla tiroiddeki primer bir bozukluk ya da hasar, nadiren de hipotalamustan TRH salgılanma bozukluğu sonucunda oluşur. Tedavi edilmezse miksödem koması görülür. 3. Basit guvatr: Diyele yetersiz iyot alımına bağlı olarak gelişir. Tiroid hormonları düştüğünden TSH düzeyi artar ve tiroid bezi atrofiye uğrar. 4. İyatrojenik guvatr: İlaçlar nedeniyle tiroid hormonlarının sentezlenmelerinin azalmasıyla ortaya çıkar. “karbamazepin, barbitürat, lityum vb.” 5. Kronik (Hashimato) tiroidi: Otoimün bir hastalıktır, Vücut kendi tiroid reclerine karşı antikor üretir. Tiroid hormon sentez ve salımı, kan düzeyi normaldir ancak yararlanımı düşüktür. Kadınlarda daha sık görülür. • TİROTOKSİKOZ: Tiroid hormonlarının aşırı salgılanmasıyla gelişir. Tiroid bezinin hiperaktivitesi söz konusudur. Hipertiroidizm ortaya çıkmıştır. 1. Difüz toksik guvatr (=Graves Hastalığı): Hipertiroidizm, infiltratif oftalmopati, dermatopati ile birlikte seyreder. 2. Toksik nodüler guvatr: 3. Jod Basedow hastalığı: 4. Akut Tiroid Krizi (=Tiroid fırtınası): HİPOTİROİDİZM HİPERTİROİDİZM Fiziksel ve mental etkinliklerde yavaşlama Fiziksel ve mental etkinliklerde artma Cilt soğuk ve kuru Cilt kızarık ve nemli Göz kapağı ödemi ve pitozis Terlemede azalma Gözde dışarı doğru çıkma (ekzoftalmus) Aşırı terleme Bazal metabolizmada düşme Bazal metabolizmada artma Bradikardi Taşikardi, palpitasyon Kas ağrısı, güçsüzlük Tremor, güçsüzlük Dismenore Amenore Konstipasyon Diyare Soğuğa duyarlılık Sıcağa dayanıksızlık Uyuşukluk Anksiyete, sinirlilik 110 Tiroid Hormonu Preparatları: Levotiroksin Sodyum: T4 ün soydum tuzudur. Etki süresi uzundur. Vücutta doğrudan ve T3 e dönüşerek etkir. Oral absorbsiyonu % 50-80 arasındadır. Tedavinin 10 uncu gününden önce etki belirgin değildir. Liyotironin Sodyum: T3 ün soydum tuzudur. Potensi T4 ün 5 katı kadardır. Oral abs’ı daha iyi ve etkinin başlama süresi 2 gündür. t1/2 daha kısadır. Acil durumlarda kull. Rutin durumlarda etki süresi daha uzun olduğu için T4 preparatı kullanılır. Acil durumlarda ise daha etkili olan T3 preparatı tercih edilir. Yan tesirleri: Hipertiroidizme benzer, doz azaltılınca geçer. Diyabetlilerde insüline olan gereksinimi artırır. Kontrendikasyonları: KKH, KKY, HT ve Adrenal korteks yetmezliğinde dikkatli kullanılmalıdır. Nispi kontrendikedir. Kullanılışları: Hipotiroidizm’de replasman için kullanıldığı gibi endemik (basit, toksik olmayan) guvatrda TSH salgılanmasını süprese etmek için kullanılabilir. Antitiroid İlaçlar: Hipertiroidizm tedavisinde kullanılırlar. Tiyoüre Türevleri (tiyourasiller, metimazol, karbimazol): Peroksidaz enzimini inhibe ederek T3 ve T4 sentezini azaltır. Plazma düzeylerini düşürür TSH salgılanmasını ↑. TSH salgısının artması tiroidi stimüle eder ancak hormon salgısı artamaz. Toksik guvatırlıların yarısında tiroid atrofisini önler ancak diğer kişilerde guvatrojen etki yaparlar. Tedavinin 2inci haftasında hipertiroidizm belirtilerini azaltır, 6 ila 8 haftada hastalığı tedavi ederler. Peroksidaz inhibisyonu ile iyodizasyonu engellemenin yanında iyotun tirozine bağlanmasını ve iyodofenil radikallerinin iyodotirozinlerle kenetlenmesini inhibe ederler. Ayrıca periferde T4 ün T3e dönüşmesini sağlayan Tip I deiyodinaz enzimini inhibe ederek T3 düzeyini düşürür (sadece Propiltiyourasil). Farmakokinetikleri: Oral kıllanılır, GI abs tam. Metimazol IV de kullanılabilen gravimetrik etkisi en yüksek ilaçtır. Karbimazol vücutta metimazole dönüşerek etkir. Dağılım hacimleri geniştir, tiroid bezinde birikirler. Hamilelerde plasentayı geçerek fötal guvatr yapabilirler. Laktasyonda süt içine geçer. Yan Tesirleri: Ciltte döküntü, ilaç ateşi, granülositopeni, agranülositoz (anjina ve ateş yükselmesiyle başlar, ilaç kesilmesini gerektirir. Tedavisinde GK ve antibakteriyel ilaç) İyodür: İyodür, endemik hipotiroidizmde düşük dozda yarar sağlarken hipertiroidizmde yüksek doz iyodür alınması tiroid hormonlarının sentezlerini azaltır. Bu etkiyi WolffChaikoff bloğuyla yapar. Bu etkisi nedeniyle hipertiroidizmde ve tirotoksikoz krizinde kullanılırlar. 111 Toksik nodüller guvatrda ise yüksek dozlarda dahi T3 ve T4 sentezinin armasını sağlar. İlaç olarak Oral yolla doymuş potasyum iyodür solüsyonu veya Lugol solüsyonu kullanılır. Acil durumlarda i.v. uygulanır. Hipertiroidizmli hastayı tiroidektomiye hazırlamak için de kullanılabilirler. Uzun süre kullanımda iyodizm yapar (kronik zehirlenme, ciltte döküntüler, konjonktivit, rinit, tükrük bezlerinde şişme vb.) Gebelikte kontrendikedir. Radyoaktif İyot: Hipertiroidizmde verilen radyoaktif iyot, yoğun olarak tiroid bezinde birikir ve yaydığı radyasyon ile tiroid bezini tahrip eder. Bu amaçla I131 izotopu kullanılır. Oral yolla potasyum iyodür şeklinde verilir. Toksik guvatr ve tiroid kanserinde de kullanılabilir. Gonadlara etkisi nedeniyle irreversible kısırlık yapabilir. İyodür girişini inhibe eden anyonik ilaçlar: Tiyosiyanat ve perklorat anyonları, plazmadan iyodun tiroide geçişinde görev alan tiroid pompası (Na+/I- simportu)nda iyotla yarışarak iyodinasyonu önlerler. Hormon sentezini bu aşamada önler ve tiroid hipofonksiyonu yapar. Yan Etkisi: Aplastik anemi. Hipertiroidizmde ilaçlarla olan tedavinin dışında cerrahi olarak tiroid bezinin çıkarılması da başvurulabilecek yöntemlerdendir. Tiroidektomi ve radyoiyot tedavisi radikal yaklaşımlar olarak kalıcı ötroidiye neden olur. Hipertiroidizm semptomlarına yönelik ilaçlar: Hipertiroidizmin kalpte yol açtığı etkileri önlemek için β adrenerjik reseptör blokörleri (ör: propranolol) kullanılabilir. Bu ilaçlar, ayrıca eksoftalmide de etkilidirler. Tiroid fonksiyonları üzerine etkili hormonlar: Tirotropin (TSH): Asıl etkisi tiroide iyot girişini ve hormon sentezini artırmaktır. Tiroidi stimüle ederek guvatrojen etki gösterir. Hipotiroidizmde etkilidir ancak etkisine tolerans gelişmesi ve pahalı olması nedeniyle tercih edilmez. Hipertiroidizmdeki kullanılışı, radyoiyot tedavisinde verilen radyoaktif iyotun tiroidte toplanmasını artırarak etkinliğini yükseltmesi ve yan etkilerini azaltması şeklindedir. Ayrıca hipotiroidizmin nedenini saptamada diagnostik olarak ta kullanılır. Tiroliberin (TRH): Hipotiroidizmde diagnostik olarak hipofiz fonksiyonlarını izlemede kullanılır. Hipofizden tirotropin ve prolaktotropin salgılanmasını artırır. İlaç olarak kullanılan türevinin adı “protirelin”. Farmakolojik dozlarda SSS stimülasyonu, motor aktivite ve kas tonusunda artma, sempatik hiperaktivite yapar. 112 ANDROJENLER ve ANABOLİK STEROİDLER Androjenler: “Testesteron (T), Dehidrotestesteron (DHT), Androstenedion, dehidroepiandrosteron (DEHA) TESTESTERON: Erkeklerde Testiste günde 8 mg sentezlenir, en önemli androjendir. % 95’i İnterstiyel Leyding hücrelerinden, % 5’i adrenal hücrelerden sentezlenir. Plazma testesteron konsantrasyonu 0,6 µg/dL’dir. Kadınlarda Overlerden ve Adrenal hücrelerden sentezlendiği gibi, diğer hormonlardan da periferde testesteron ürünü oluşumu vardır. Plazma konsantrasyonu 0,03 µg/dL’dir. Dolaşımdaki testesteron yüksek oranda “Sex Hormonu Taşıyan Globülin” (SHTG)’e bağlı olarak bulunur. Geri kalanı plazma albüminine bağlanarak taşınır. Bu proteinin miktarı ↑ estrojen, Tiroid hormonu varlığında ve KC sirozunda artarken ↓ androjen, gonadotropin varlığında ve obezitede azalır. Steroid yapısındaki bu hormon hücre içindeki reseptörlerine bağlanarak etkisini gösterir. Hedef hücrede 5-α Redüktaz enzimi ile dehidrotestesterona (majör androjen) dönüşür. Adipoz doku, KC ve hipotalamusta aromataz enzimi ile Estradiol’e dönüşür. Bu ürünler aktif. Ayrıca inaktif Androsteron ve Etiyolaktona dönüşerek aktivitesi sonlanır. İtrahı böbreklerdendir. Androstenedion, DHEA, DHEA Sülfat: Adrenal medulladan sentezlenirler. Androstenedion, p-450 aromataz anzimiyle Estron’a dönüşür. Androjenlerin Etkileri: • Testesteron, pubertal gelişimde önemlidir. • Dokularda genel büyümeyi sağlar • Penis ve scrotum büyümesini sağlar • Erkek fiziksel karakteristiklerini (ciltte kalınlaşma, yağlanma, koyulaşma) sağlar. • Genital organ çevresi ve yüzde kıllanmayı sağlar. • Larinks’in gelişimi ve ses tellerinin kalınlaşmasını sağlar. • İskelet gelişimi, epifiz plakların kapanması ve vücut kitlesinin artmasını sağlar. • Prostat, seminifer veziküllerin büyüme ve gelişmesini sağlar. • Seksüel davranışların uyarılması ve davamını sağlar. • Metabolik etkileri vardır (SHBP azalması) • Pıhtılaşma faktörleri, Trigliserit lipaz, α-1 antitripsin, heptoglobülin, sialik asitin KC’de sentezini artırır. • HDL seviyesinin azalmasını sağlar. Testesteron Preparatları: Testesteron’un oral absorbsiyonu iyidir ancak ilanktif metabolitlerine dönüşür. Testesteron preparatları, T eksikliğinde yerine koyma tedavisinde kullanılır. Oral yolla alınabilen T türevleri: MetilTestesteron, Fluoksimesteron. Parenteral T türevleri: T-Propiyonat, T-Enatat, T-Atekanoat, T-Sipiyonat. 113 Farmakolojik Etkileri: EM: Testesteron ve 5-α-DeHidroTestesteron (DHT), Hedef hücrelerde (cilt, prostat, seminal veziküller) hücre içindeki reseptörlerine bağlanarak çeşitli enzimler ve proteinlerin büyüme, farklılaşma ve sentezlerini sağlarlar. • Pubertede sekonder seks karakteristiklerinin oluşmasını sağlar. Yetişkin erkekte yüksek doz testesteron Hipofizde negatif feedback mekanizmasını aktive ederek gonadotropin salgılanmasını baskılar, interstiyel doku ve tübüllerde atrofiuye neden olur. • Prepubertal∗ erkek karakteristiklerinin oluşmasına neden olur. Yüzde ve vücutta kıllanmalar, ses kalınlaşması, alında kelleşme, kas gelişmesi… • Protein sentezinin artması ve yıkımının azalmasıyla idrarda azot atımını azaltır. Klinik Kullanımları: 1. Erkekte androjen yerine koyma tedavisinde: Hipogonadal erkeklerde Uzun etkili Testesteron Enantat, T Sipiyonat; Kısa etkili T Propiyonat, Oral T adekanoat. 2. Jinekolojik hastalıklarda: Büyük memelerin küçültülmesinde estrojenlerle birlikte. Endometriyazis tedavisinde DANAZOL (zayıf androjen) Premenopozal Meme Kanserinde Postmenopozal endometriyum kanamalarında. 3. Protein anabolik bileşiği olarak: Travma, cerrahi girişim, uzun süreli hareketsizlik durumunda kas kitlesinin kaybında uygun diyet ve egzersiz ile beraber kasları yeniden oluşturmada yararlıdır. 4. Anemide: Aplastik anemi, Fancomi anemisi, Orak hücreli anemi, Myelofibrozis ve hemolitik anemide kullanılmıştır. 5. Osteoporozda: Androjen ve anabolik steroidler estrojenlerle birlikte ya da tek başlarına kullanılır. 6. Büyüme geriliğinde stimüle edici olarak: Gecikmiş pubertede erkek çocukların büyümesini stimüle eder. Tedavi dikkatle yapılmalıdır, aksi taktirde epifiz plakların erken kapanmasına neden olabilir. 7. Sporda anabolik steroid ve androjen suistimali: Kas kitlesini artırmak amacıyla sporcular tarafından kullanılır. 8. Yaşlanmada: Yaş ilerledikçe androjen üretimi azaldığından kaslarda güçsüzlük, libidoda azalma görülebilir. Böyle durumlarda destekleyici olarak androjenler kullanılabilir. Yan Tesirleri: • Kadınlarda kıllanma, akne, dismenore, klitoral büyüme, ses kalınlaşması yapar. • HDL seviyesini azaltarak ateroskleroz riskini artırır. • Hamilelerde kullanımı fetusta anomalilere neden olur. Yenidoğanda da kullanılmamalı • Na ve H2O tutulumu yapar. KV ve böbrek hastalıklarında dikkat edilmeli. • KC fonksiyon bozukluğu yapma riskleri vardır. Dikkat edilmeli. • Yaşlı erkeklerde prostat hiperplazisi ve idrar retansiyonu yapabilir • Erkekte yerine koyma tedavisinde Akne, uyku apnesi, jinekomasti, eritrozis ve azospermiye neden olabilir. • Agresiflik ve psikotik semptomlara neden olabilir. ∗ Puberta: Ergenlik devresi, büluğ çağı. 114 Kontrendikasyonları: Hamilelikte, Prostat ve meme kanserinde, Yenidoğanda ve küçük çocuklarda, Ödemle beraber seyreden kalp ve böbrek hastalıklarında kontrendikedir. Aplastik anemili hastalarda androjenler yerine CSF (koloni stimüle edici faktör) tercih edilir. Androjenlerin baskılanması: İlerlemiş prostat karsinomasında orşioktemi* veya yüksek doz estrojen tedavisiyle androjenler baskılanır. Bu tedavilerde psikolojik yan etkiler ve jinekomasti görülebilir. Goserelin, buserelin, löprolid gibi Gonadotropin analogları verilerek hipofizden gonadotropin salınımı baskılanabilir. Löprolid asetan vegoserelin prostat karsinomasında kullanılır. Aşırı testestoron üretimine neden olan hastalıkların tedavisinde Sentez inhibitörleri ya da reseptör antagonistleri kullanılır. Sentez inhibitörü: KETOKONAZOL: plasental aromataz enzimini inhibe eder. Coushing sendromu ve prostat karsinomasında kullanılır.Reversible jinekomastiye neden olur. Bir diğer etkisi de SHBP’den estrojen ve androjenleri uzaklaştırarak plazmada serbest halde olan miktarlarını artırır. FİNASTERİD: 5-α redüktaz’ı inhibe eder. Oral yolsan aktiftir. Kötü huylu prostat hiperplazisinde ve ilerlemiş krostat karsinomasında kullanılır. Hirsutizm* tedavisinde etkinliği kanıtlanmış değildir. Kadın ve çocuklarda kontrendikedir. Reseptör Antagonistleri: SİPROTERON: LH ve FSHı baskılayarak antiandrojenik etki yapar. Kadınlarda hirsutizm, Erkeklerde aşırı seksüel dürtünün tedavisinde kullanılır. FLUTAMİD: Prostat karsinomasında etkilidir. Androjen reseptörlerinde kompetetif antagonistik etkisi vardır. Hafif jinekomasti ve reversibl hepatotoksisite gösterebilir. Kadınlarda aşırı androjen üretimi durumunda kullanılır. BİKALUTAMİD: Prostat CA’de etkili. Flutamidden daha az GI yan etkisi var. SPİRİNOLAKTON: Aldosteronun kompetetif inhibitörü. Hedef dokudaki androjen reseptörlerine dihidrotaşisteron bağlanmasını engeller. Plazma testesteron ve androsteron düzeylerini azaltır. Erkekte kimyasal kontrasepsiyon: Testesteron, levonorgestrel, gossipol. Erkeklerde azoospermi ile kontrasepsiyon yapar. Testiste endokrin fonksiyonlar olur ancak semen (meni) içinde sperm sayısı azdır (gossipol). Kadınlarda intravajinal spermisit olarak kullanımı da denenmektedir. * * Orşiektomi: Testisin çıkartılması. Hirsutizm: Aşırı kıllanma. 115 ESTROJENLER Overler, gametovenik ve hormonal görevleri üstlenmiş oluşumlardır. Kadın üreme hücresi olan ovum’un oluşumu ve kadın cinsiyet hormonlarının sentezlenmesi burada olur. Pubertede menstüral siklus (MS) adı verilen 30 40 senelik dönemi başlatırlar. Bu dönemin sonrasında menopoz döneminde overlerin, gonadotropin hormonlarına (follitropin ve lütropin) duyarlılığı azalır ve menstüral sikluslar olmaz. Overlerin uyarılması hipofiz ön lobundan salınan follitropin (FSH) ve lütropin (LH) adlı gonadotropin hormonlarca olur. Bu hormonların sayesinde salınan az miktarda estrojen kız çocuklarında meme gelişimini, yağ dağılımını ve uzun kemiklerdeki epifiz plakların kapanmasına neden olurken, puberte ve erişkinlik döneminde endometriyal değişiklikleri ve periyodik adet kanamalarını yapmaya yetecek kadar östrojen salınır. Menstüral Siklus: Her siklusun başında içlerinde ovum (yumurta taslağı, yumurta) olan belirli bir miktarda folikül; follitropin (folikül stimüle edici hormon, FSH) etkisiyle olgunlaşır. Siklusun 5 ila 6ıncı ginlerinde bu foliküllerden bir tanesinin gelişimi hızlanıp artarken diğerleri dejenere olmaya başlar. Gelişen bu folikülün yapısı bir sıvıyı çevreleyen teka ve granülosa hücrelerinden ibarettir. İçinde de over vardır. Söz konusu granülosa hiücreleri yine hipofizden salınan Lütropin (lüteinleştirici hormon, LH) etkisiyle östrojen sentezini artırırlar, hipofiz üzerinde ise negatif feed-back mekanizmasıyla FSH sentezinin azalmasına neden olurlar. Siklusun 14üncü ginünde de yine granülosa hicrelerinden daha önceden olmayan progesteron üretimi başlar ve hız kazanır. Bunun sonucu ani bir şekilde LH ve FSH uyarılır ve folikül yırtılarak içindeki ovum, abdominal kaviteye salınır (Ovülasyon). Yırtılan folikülün içi kanla dolar. LH etkisiyle lüteinlenen teka ve granülosa hicreleri gelişerek corpus luteum’u oluşturur. Döllenme olduğu taktirde CL yaklaşık 10uncu haftaya kadar östrojen ve progesteron salgılar. 10uncu hafta sonrasında bu görevi plasenta devralır. Döllenme olmadığında ise CL dejenere olur; foliküler ve lüteal faz boyunca gelişip kalınlaşan endometrium geriler, zayıflar ve sonuçta dışarı atılır. Estrojenler: Doğal olarak vücutta sentezlenen östrojenler; Estrodiol, estriol ve estron’dur. Bu doğal östrojenler MS’nin 1-14üncü günlerinde folikülün teka hücrelerinden salınırlar. 14üncü günden sonra ise folikül yırtılıp içi kanla dolmasından sonra oluşan CL’nin granülosa hücrelerinden hem östrojen, hem de progesteron salınır. Hamileliğin 10nuncu haftasından sonra ise plasenta’da çok miktarda östrojen üretilir. Sentetik östrojenler: Dienestrol, Dietilstilbestrol, benzestrol, heksestrol, metestrol, metallenestril, klorotrianisen’dir. Estrojenlerin Farmakokinetikleri: Estradiol, α-2 globülin yapısındaki Seks hormonu bağlayan globülin (SHBG) ve albüminle birlikte taşınır. Aktif fraksiyonu serbest kısımdır. Estradiol; KC ve dokularda estriol ve estrona dönüşeker safra içine itrah edilir. Oral verilen östrojen KC’de yüksek oranda ilk geçiş etkisine uğrar. 116 Etki Mekanizması: Serbest östrojen fraksiyonu hücre içine girerek nükleus üzerindeki özel reseptörlerine bağlanır. Oluşan hormon-reseptör kompleksi nukleus içine girerek DNA kromatin iği üzerindeki cevap elementi (ERE) bölgesine bağlanır ve m-RNA sentezlenerek özgül proteinlerin üretimini sağlar. Östrojenlerin fizyolojik etkileri: • Dişilerde normal gelişim • Vajine, uterus, uterin tüpler ve sekonder sex karakteristiklerinin kazanılması • Meme bezi kanalları ve stomaların gelişimi • Uzun kemiklerde epifiz plaklarının kapanması • Aksillar ve pubik bölgede kıllanmalar • Vücut yağ dağılımı ve tipik vücut yapısının kazanılması • Belirli bölgelerde pigmentasyon • Endometriyumun ve uterus kaslarının gelişimi Metabolik etkiler: • Cilt kan damarlarının normal gelişimi • Kemiklerde parathormonu antagonize ederek kemik rezorbsiyonunu inhibe eder. • GI motiliteyi azaltır, intestinal absorbsiyonu etkiler. • Uterus büyüme ve farklılaşmasına yol açan enzimleri stimüle eder • Tiroksin, demir, bakır’ın dolaşımdaki miktarlarını artırır • HDL seviyesini ↑, LDL’yi ↓. Plazma kolesterol seviyesini düşürür. Diğer etkiler: • Progesteron rec sentezini artırır. • İntravasküler sıvının dışarı sızmasına ve ödeme neden olur • Böbreklerde antinatriüetik etkiye neden olur • SSS düz kaslardaki etkisini düzenler. Östrojenlerin klinik kullanılışları: 1. Primer Hipogonadizm: Estrojen eksikliğinde yerine koyma tedavisi için kullanılır. Estrojen eksikliği overlerde gelişim bozukluğu ve menopoz gibi durumlarda gelişir. Puberte döneminde eksikliğinde sekonder sex karakterlerinin gelişimini stimüle etmek için kullanılır. Büyüme tamamlanınca progesteron da tedaviye katılır. 2. Menopozda: Östrojenin dramatik azalışına bağlı KV sorunlar, Osteoporoz, genital atrofi gibi durumlar ortaya çıkabilir. Bu durumda da östrojen desteği gerekebilir. Östrojen’in KV hastalıklarla ilişkisi HDL/LDL oranı üzerindeki etkisine bağlıdır. Böyle bir kullanılış öncesinde meme ve endometriyum kanseri bakımından hasta kontrol edilmelidir. Sıcak basmalarında düşük doz östrojen yeterli olabilir. Histerektomili hastalarda östrojenle, sıcak basması, terleme, vajinit, uykusuzluk, atrojik vajinit şikayetlerinde önemli azalma görülür. Osteoporozda konjuge östrojen ve etinil estradiol faydalıdır. Bu hastalıkta hormon tedavisinden önce kalsiyum takviyesi ve egzersizde yeterli olabilmektedir. Endometriyum karsinoması, östrojenlerle kötüleşir. Bunu önlemek için tedavi östrojen-progesteron kombnasyonuyla yapılabilir. Bu amaçla medroksiprogesteron kullanılabilir. 3. Diğer Kullanılışları: Ovulasyonun süpresyonu, aşırı androjen salınmasına bağlı amenore ve hirsutizm, endometrium hiperplazisine bağlı aşırı kanamalarda. 117 Östrojenlerin yan tesirleri: Postmenopozal kanamalar, bulantı, meme hassasiyeti, hiperpigmentasyon, migren tipi başağrıları, kolestazi, hipertansiyon, safra kesesi rahatsızlıkları, meme-endometriyum kanseri riskini artırır. Östrojenlerin kontrendikasyonları: Endometriyum ve meme kanserleri, sebebi bilinmeyen genital kanamalar, KC hastalığı ve tromboembolik hastalık geçirmiş kişilerde. Progestinler: Doğal progestin progesteron. Estrojenlerin, androjenlerin ve adrenokortikosteroid hormonların prekürsörüdür. Ovaryum, testis, adrenal korteks, plasentada kolesterolden yola çıkılarak sentez edilir. Ovaryumdaki progesteron MS’nin 14üncü gününden sonra CL’de sentezlenir. Sentetik türevleri: Hidroksiprogesteron, medroksiprogesteron, megestrol, dimetisteron, gestoden, norgestimat, dezogestrel’dir. Farmakokinetiği: Estrojen gibi oral absorbsiyonu iyidir ancak bu da KC’de ilk geçiş etkisine yüksek oranda uğrar. Yıkım ürünü pregnanediol ve progesteron glukronattır. İdrarla itrah edilir. Etki Mekanizması: Östrojen gibi bunun da reseptörleri hücre içindedir ve hormon-rec kompleksi DNA transkripsiyonunu uyararak özgül enzim ve proteinlerin sentezini yaptırır. Fizyolojik etkileri: • Protein, lipid ve karbonhidrat metbolizmasında etkili. Bazal insülin seviyesini ↑, KC’de glukojen depolanmasını hızlandırır. • Adrenal korteksten aldosteron salgısını artırır. • Hipotalamustaki termoregülatör merkezi etkileyerek vücut sıcaklığını artırır. • Endometriumun olgunlaşmasına ve sekretuvar değişikliklere neden olur. Kullanılışı: Hormon yerine koyma tedavisinde, Hormonal kontrasepsiyonda, Uzun süreli ovaryum süpresyonu için kullanılır. Bu amaçla kullanılan ilaç Medroksiprogesterondur. Estrojenin kullanılamadığı dismenore ve endometriozis durumlarında ve hirsutizmde kullanılır. Estrojen salgılanma bozukluklarında, Amenore durumunda tanı için kullanılır. Kontrendikasyonları: Hipertansiyonda ve HDL’si düşük kişilerde kontrendikedir. Diğer Ovaryum Hormonları: Androjenler (testesteron, androstendion, DHEA), İnhibin, Aktivin, Relaksin, Folistatin ve prostaglandinler de ovaryumlarda sentezi yapılan ve salınan hormonlardır. Östrojen ve Progesteron İnhibitör ve Antagonistleri: Tamoksifen: Kompetetif parsiyel agonist. Postmenopozal dönemde meme kanseri tedavisinde. YT: sıcak basması, bulantı, kusma Klomifen: Parsiyel agonist, ovulasyonu indükler. Mifepriston: Progesteron rec antagonisti. Pre ve postkoital kontrasepsiyonda, glukokortikoid ve progesterona bağlı neoplazmların tedavisinde kullanılır. Danazol: Ovaryum fonksiyonlarını baskılamak için kullanılır. Endometriyozis tdv kullanılır. Fibrokistik meme hastalığında, idiyopatik trombositopenik purpurada etkilidir. 118 Oral Kontraseptifler Oral kontrasepsiyon için iki tip preparat kullanılır • Estrojen progesteron kombinasyonları • Estrojen olmadan sürekli progesteron içeren preparatlar. Bu preparatlardaki sentetik hormonların absorbsiyonları ve biyoyararlanımları iyidir. Norgestrel implant şeklinde preparatı olan etkin bir kontraseptif ilaçtır. Medroksiprogesteron IM kullanılır, uzun süreli kontrasepsiyon sağlar. Etki Mekanizmaları: Kombine preparatlar hipofiz fonksiyonlarını inhibe ederek gonadotropinlerin sentez ve salınımlarını baskılarlar. Servikal mukusta, uterus endometriyumunda, motilitede ve uterin tüplerin sekresyonlarında değişiklik yapara ovumun yerleşmesini döllenme ihtimalini azaltır. • • • • • • • • • • • Fizyolojik Etkileri: Kronik kullanımlarında ovaryum fonksiyonları ve folikül gelişimi, CL baskılanır. Serviks mukusunu koyulaştırarak spermin hareketini güçleştirir. Uzun süre kullanımında servikste hipertrofi ve polip görülebilir. Meme büyümesi ve laktasyonda azalma yapar. SSS üzerinde estrojenler ekstabiliteyi artırır, progesteronlar azaltır. Progesteron, termoregülatör merkezi etkileyerek hipertermi yapar. Hipofiz üzerinde negatif feed-back mekanizmasını devreye sokarak FSH ile LH salgılanmasını baskılar. Dolaşım sisteminde tromboemboli riskini artırıcı etkisi vardır. KC üzerinde kolitasis riskini artırır. Östrojenler, serum trigliserid, kolesterol düzeyini artırır. HDL ↑, LDL ↓. Progestinler tersi yönde etkilidirler. GIS’ten KH abs ↓, progesteron bazal ve yeme sonrası insülin miktarını ↑. KVS’de sistolik ve diastolik KB’da artış. Ciltte pigmentasyon (Klosma), Akne oluşumunda ↑, sebum üretiminde ↓. Oral kontraseptiflerin kullanımı: Kontrasepsiyon haricinde endometriyozis ve dismenorede kullanılırlar. Yan Tesirleri: · Hafif: Bulantı, ara kanama, ödem (östrojene bağlı). Tiroid, adrenal korteks, hipofiz fonksiyonlarında ↓, sedimentasyonda ↑. Başağrısı, migren, CVH riskinde artış. Menstras-yonun kesilmesi. · Orta: Ara kanamalar, kilo artışı, akne, pigmentasyon, hirsutizm, vajinit, amenore, galaktore. (OK kullanımının kesilmesi gerekebilir.) · Ciddi: Venöz tromboembolik hastalık pulmoner ve kardiyak emboli MI. Albümini yüksek, diabetli kişilerde ve sigara içenlerde risk daha fazla. Tromboemboliye bağlı CVH (Serebrovasküler hastalık) İnme, subaraknoid kanama. GI hastalıklar Kolestatik sarılık, safra kesesi hastalıkları, kolestazis, kolanjitis, hepatik adenoma. Psikolojik Depresyon Knser Endmetriyum ve ovaryum kanseri riskini azaltır, meme kanseri riskini artırdığı düşünülüyor. 119 Kontrendikasyonları: Tromboflebit, tromboemboli öyküsü, SVH, Meme CA şüphesinde, KC hastalıkları, Astım, Migren, Diabet, HT, Optik ve retrobulbar nörit, Konvulzif hastalıklar. Epifiz plakları kapanmamış adolesanlarda da kontrendikedir. Antibakteriyel ilaçlarla birlikte kullanımı sakıncalıdır. KC hastalığı, HT, Psikoz, Mental gerilik ve Tromboemboli öyküsü olan kadınlarda yalnız progesteron içeren preparatlar tercih edilir. (Medroksiprogesteron asetat). IM olarak uygulanır ve depo özellik gösterir. 3-18 ay boyunca ovulasyonu baskılar. Cilt implant olarak Norgestrel kullanılabilir. Postkoital Kontrasepsiyon: Birleşme ardından ilk 72 saatte tek başına östrojen ya da Östrojen - progesteron kombinasyonuyla yapılır. Bulantı ve kusma nedeniyle antiemetiklerle birlikte kullanılabilir. Mifepriston (Progesteron antagonisti) PG’lerle kombine kullanılır. Ovulasyonu indükleyici ajanlar: Klomifen: Parsiyel estrojen agonistidir. Estrojenin hipofizdeki etkisini engelleyerek gonadotropinlerin sekresyonunu artırır. Amenorede ovulasyonu uyarır. Hipogonadizme bağlı kısırlık tedavisinde kullanılır. 120 ANTİANEMİK İLAÇLAR Anemi: Alyuvarların sayılarının, oranlarının ya da hemoglobin içeriklerinin azalması ile karakterize hastalık. Alyuvarın gelişimi, sağlıklı kemik iliği, eritroprotein, demir, Vit-B12, ve tolik asit varlığında olur. Anemi Belirtileri: • Oksijen taşımasındaki azalmaya hipoksi, çabuk yorulma, senkop, dispne. • Kan hacmindeki azalma postüral hipotansiyon, TPDD’nde azalma. • Kardiyak output artışı palpitasyon, kalpte üfürüm • Mitokondriyal enzim aktivitesinde azalma. • Çocuklarda davranış ve öğrenme bozukluğu. Anemide, oksijen taşınmasındaki bozukluğu kompanse etmek için vücut kalp hızı ve solunumu artırır ve kalp output’unda artış görülür. Anemi tipleri: • Alyuvar üretiminin artırdığı anemi: Hemorajik anemiler Hemolitik anemiler • Alyuvar üretiminin artırmadığı anemiler: (kemik iliği yetmezliğine bağlı anemiler) Nutrisyonel faktörlerin eksikliğine bağlı · Demir eksikliği anemisi · Pernisyöz anemi ve B12 vitamini eksikliğine bağlı anemi · Folik asit eksikliğine bağlı anemi Aplastik/hipoplastik anemiler, böbrek hastalığı anemisi Kronik hastalık anemileri Demir: Eritrositlerde hemoglobin içide (% 70), Hemosiderin ve ferritin halinde depo olarak (%10-20), Kasta miyoglobin halinde (%10) ve dolaşımda (%0,3) bulunur. Demirin farmakokinetiği: Abs Mide ve ince barsak, en fazla duedonumda. (Fe++ en iyi absorbe olan şekil). Aktif transport absorbe olur. Dağılım Plazmada β glukoprotein yapısındaki “transferrin” ile kompleks halinde. Depolanma Dalak ve bazı retiküloendoteliyal sistem makrofajlarında, KC hücrelerinde, Kemik iliğinde (ferritin ve hemosiderin halinde), Barsak mukoza hücrelerinde (ferritin halinde), Depolanmış ferritin erkeklerde kadınlardan daha fazladır. “Hemosiderin, ferritin’in agrege olmuş halidir.” İtrahı Büyük kısmı GIS’den, bir kısmı da böbrek ve ölü deri ile atılır. Ayrıca Kanamalarda ve kan verme durumlarında demir kaybı olur. DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ: Hemoglobin yapımı için gerekli olan demirin diyetle alınımının azalması ile başlar. Eritrositlerin boyutları normal kişilere göre küçüktür ve içindeki hemoglobin miktarı da azdır. Mikroskobik görüntüleri zayıf ve soluktur. Kan hemoglobini, serum demir doygunluğu ve ferritin düzeyi, serumun demir bağlama kapasitesi, vücut total demir miktarı, barsaktan demir absorbsiyonu azalmıştır. 121 Kronik kanamalarda demir depolarının boşalmasıyla görülür. Demir ihtiyacı gebelikte, bebeklerde ve kronik ateşli hastalıklarda artar. Barsak enfeksiyonları, ishal gibi durumlarda ve uzun süreli antiasit kullanımında barsaklardan demir absorbsiyonu azalır. Yüksek KH, düşük proteinli diyette demir alımı azalır. Demir preparatları: Demir, tuzları halinde ve tercihen yemeklerden sonra günde 3 kez alınır. Aç karna alınmalarında absorbsiyonları daha yüksek ancak GI tahriş potansiyeli var. Çay’daki “tein” maddesi ile kompleks yaparak absorbsiyonu azalırken C vitamini ise demir absorbsiyonunu artırır. Absorbsiyonu en hızlı olan demir preparatı “demir sülfat”tır. Ayrıca fumarat, glukonat ve askorbat tuzları da oral kullanılan demir preparatlarıdır. İndirgenmiş demir bileşiklerinin toksisitesi düşük ve GI abs’ı tam değildir. Parenteral demir preparatları ise rutin durumda kullanılmaz, ancak kronik kanaması olan, uyunç sorunu gösteren, Antiasit kullanan hastalarda veya gebelerde tercih edilebilir. Demir preparatlarının YT: Oral kullanımda bulantı, karın ağrısı, diare, dişlerde renk değişikliği ve feçesin rengini siyaha boyama yapar. Parenteral preparatlar ise nadiren akut anafilaksiye neden olabilir. Akut demir zehirlenmesi: Metabolik asidoz, kusma, şiddetli karın ağrısı, kanlı diare ve KV kollaps ile kendini gösterir. Komaya ve ölüme yol açabilir. Tedavisinde mide yıkanması ve “deferoksamin” (bulunamazsa disodyum EDTA) ile antidotal tedavi yapılır. Bu antidotlar, iyonik demirle şelat yaparak demirin böbrekten atılımını kolaylaştırır. Kronik demir zehirlenmesi: Hemosideroz ve hemokromatozis görülür. KC, pankreas, tiroid ve adrenal bezler ile midede hasarlar oluşur. Tedavide diferoksamin ile antidotal tedavi, aralıkla kan alma uygulanır. MEGALOBLASTİK ANEMİ: Vit-B12 ve Folik asit, hücre bölünmesi ve çoğalmasında, DNA sentezi için gereklidir. Yetersiz alımlarında üretilen hücrelerin DNA yapılarında ve fonksiyonlarında anormallikler görülür. Kan hücreleri de sürekli yapılıp yıkımı süren dinamik hücrelerdir, Vit-B12 ve Folik asit’in yetersiz alımında doğrudan etkilenirler ve sonuçta: Megalblastik anemi, nörolojik hasar ve nöral tüp defektleri görülür. Tedavisinde Vit-B12 (kobalamin) ve Folik asit kullanılır. Vit-B12: Hayvansal gıdalarda bol miktarda bulunur, Barsakta mikroflora tarafondan üretilir. Gereksinim günlük 2 µg kadardır, bunu sağlamak için 5 ila 30 µg alınır. Abs İnce barsak, özellikle ileumdan aktif taşımayla (yüksek miktarda pasif dfüzyon) Değılım Plazmada β-Globülin yapısındaki Transkobalamin II (TC-II)’yle birlikte taşınır. TC-I ve TC-III’e de bağlanır ve bu halde KC’e geçebilir. KC’de hepatositlerde depolanır. İtrah KC ve böbreklerden olur. Safrayla İB’a itrah edilerek EH siklusa girer. Vit-B12 eksikliği: Besinle yeteriz alımda, İleum hastalıklarında, Plazma TC-II eksikliği, Plazma TC-I ve TC-III artması, barsak flora bozukluklarında görülür. 122 Pernisyöz anemi: 50 yaş üzerinde otoimün nedenlerle ortaya çıkan durum. Mide mukozasından Vit-B12 absorbe edilmesi için gerekli olan “intrinsik faktör”ün salgılanması durmuştur. Diyetle yeterli miktarda alınsa bile emilimi az olduğundan eksiklik görülür. Bazı nörolojik belirtileri olabilir. Vit-B12 preparatları: Siyanokobalamin ve hidroksikobalamin ilaç olarak kullanılabilir. IM ya da SC olarak “30-50 µg x 1” injeksiyon yapılır. IV uygulanmaz (anaflaksi). Pernisyöz anemide 10-30 gün, megaloblastik anemide hayat boyu kullanılır. Folik Asit: Maya, karaciğer, böbrek, yeşil sebze, et, süt, süt ürünlerinde bulunur. Günlük ihtiyaç 50 µg dır ve bu miktarı almak için 500-700 µg alınmalıdır. Absorbsiyon Duedonum ve jujenumdan aktif transportla, yüksek dozlarda pasif difüzyonla absorbe edilir. Dihidrofolat redüktaz ile tetrahidrofolata indirgenip metillenerek metiltetrahidrofolat şeklinde dolaşıma katılır. KC tarafından safraya itrah edilerek EH siklusa girer. Dağılım % 80 oranında metiltetrahidrofolat bulunur ve kısmen proteinlere bağlı olarak taşınır. Depolanan folat’ın yarısı KCde depolanır. Kanda ise çoğu eritrositler içindedir. İtrah KC ve böbrekten itrah edilir. Bir kısmı EH siklusa girer. Folik asit eksikliği: Besinlerle yetersiz alımda. Alkolizm gibi biyotransformasyon bozukluklarında. Barsaktan absorbsiyonunun bozukluğunda. Gebelikte. Kronik KC hastalıklarında. Folik asit antagonisti ilaçlarla tedavide (metotreksat, trimetoprim, primetamin) Folik asit eksikliğine bağlı anemi: Makrolistik nitelikli, nörolojik bozukluk görülmez. Pernisyöz anemiden farklı olarak myeloid seri hücreleri de bozuktur. Lökopeni görülür. Folik asit preparatları: Oral Folik asit, folinik asit. Parenteral (IM) Folinik asit. Folik asit abs azaltan ilaçlar: Etanol, antiepileptikler. Dihidrofolat redüktaz inhibitörleri: Primetamin, trimetoprim, ko-trimoksazol, triamteren. Folik asit eksikliği yapabilen diğer ilaçlar: Oral kontraseptifler, glukokortikoidler. • • folik asit eksikliğine bağlı anemilerde B12 vitamini etkisizdir ancak B12 eksikliğine bağlı olan durumlarda folik asit etkilidir. Folik asit; persinyöz anemide tek başına kontrendikedir. ERİTROPROTEİN (EPOTEİN) % 90 böbrek, % 10 KC’de üretilir. Böbrek yetmezliğinde bunun üretimi azalarak böbrek yetmezliği anemisi ortaya çıkar. Biyoteknolojik yolla üretilen ürün IV ya da SC olarak kullanılabilir. Bu ürün hipertansiyon yapabilir. 123 OKSİTOSİK İLAÇLAR Uterus düz kasını (myometriyum) kasarak uterus motilitesini artıran ilaçlardır. Kullanılışları: 1. Doğum eyleminin başlatılması (indüksiyon) için. 2. Doğumdan sonra uterusun büzülmesini, plasentanın atılmasını hızlandırmak ve postpartum kanamayı önlemek için, 3. Bazı durumlarda tıbbi aborsiyon yapmak için, 4. Uterus kontraksiyonları zayıflamışsa onları güçlendirmek için bazen doğum sırasında da kullanılır. Mymetriyum tek bir motor üniteden inerve edilen bir kastır. Eksitasyon dalgası bir hücreden diğerine yayılır. Bu yayılmadaki kavşaklar düşük rezistanslı kavşaklardır. • • • • Kas, spontan olarak impuls ile uyarılabilme yeteneğine sahiptir. Düz kasın duyarlılığı, Hormonlar tarafından düzenlenir. Puberte öncesi ve postmenopozal dönemde myometriyum inaktiftir. Uterusun normal motilitesinden östrojenler sorumludur. İlaçlar: 1. OKSİTOSİN: Uterus arka lobundaki akson uçlarından salgılanır. Salgılanmasını artıran fizyolojik faktörler: (kolinerjik ve dopaminerjik yolaklar aracılığıyla) • Uterus ve vajinanın genişlemesi ve mekanik olarak uyarılması, • Memedeki dokunma reseptörlerinin uyarılması, • Koitus sırasında vajinanın uyarılması, • Hemoraji ve psikojenik stres (korku ve endişe gibi). Oksitosin, etkisini kendi reseptörleri (OT) ve diğer bir arka hipofiz hormonu olan vazopresin (antidiüretik hormon) recleri (VP) üzerinden gösterir. OT reclerine afinitesi VP’ye göre 30 ila 80 kat daha fazladır. FİZYOLOJİK VE FARMAKOLOJİK ETKİLERİ: Uterus: • Myometriyum kasılma gücü ve sıklığını artırır. Ufak dozlarda gevşemeyi önlemez. • ↑ dozlarda gevşemesini engelleyerek kontraktür oluşturabilir. • Etkisini gösterebilmesi için ortamda muhakkak yeterli östrojen olması gereklidir. Östrojen, uterusun oksitosine duyarlılığını artırır. Meme: • Emzirmede sütün, süt bezlerinden salgılanmasını artırır. 124 KV sistem: • Vazodilatör, Kan basıncını düşürücü • Damar düz kası haricinde gevşetici etkisi yoktur. • VP recleri üzerinden antidiüretik etki gösterir. • Prolaktin ve ACTH salgılanmasını artırır. OKSİTOSİN PREPARATLARI: Oksitosin Ampul:Kasaplık hayvanlardan ya da sentez ile elde edilir. TR’de oksitosinin yalnız enjeksiyon için olan preparatı vardır. (Syntipan Ampul ® 5 Unit ve 10 Uni t/1 mL). Doğum eylemi sırasında uterus stimülasyonu için veya postpartum kanamayı önlemek için kullanılır. IV ya da IM enjeksiyonla ya da IV infüzyonla verilir. Oksitosin Nazal Sprey: Emzikli annelerde emzirmeden 2-5 dakika önce püskürtülerek süt akışını artırırlar. Bir doz, 4 Unit oksitosin içerir. Burun mukozasından hızla emilir. Oksitosin sitrat ve dezaminooksitosin: Dilaltu uygulamaya uygun 100 Ünitlik tabletler. Toz edilmiş hayvan arka hipofizi: Antidiüretik hormon (vazopresin) ile birlikte OT içerir. Yan tesirleri fazladır. Kullanılışları: • Doğum indüksiyonu amacıyla. Hızla inaktive edildiklerinden IV infüzyon şeklinde verilir. • Doğum sonrasında plasentanın atılmasını kolaylaştırmak ve postpartum kanamayı azaltmak için. (Ergo alkaloidleri “ergonovin ve metilergonovin” uzun etkilerinden dolayı bu amaçla daha çok kullanılır). • Emziren annelerde süt akışını artırmak için. Yan tesirleri: • Yüksek dozda uterusun ve serviksin yırtılması, hematoma ve fetusta asfeksi. • Antidiüretik etkisi nedeniyle; yüksek dozlarda ve 3L’den fazla sıvıyla verilmesi “su zehirlenmesi”ne neden olur. IV infüzyonunda Dextroz Solüsyonu yerine laktat ringer gibi izotonik vehiküller kullanılmalı. • Bulantı ve kusma yapabilir • Anestezi altındaki hastalarda özellikle halotan normal dozda hipotansiyon, yüksek dozda ise HT’ye neden olur. • Arka hipofiz ekstresinde alerjik yanıtlar oluşabilir. • Sezeryan’da kullanılmamalıdır. • Oksitosin kullanılan doğumlarda, bebekte ikterus neonatorum (yenidoğan sarılığı) görülme oranı yüksektir. Ayrıca sinüs bradikardisi, aritmiler görülebilir. 125 2. ERGOT ALKALOİDLERİ: Ergonovin ve Metilergonovin oksitosik amaçla kullanılan ergot alkaloidleridir. Bunlar dışındaki ergot alkaloidlerinin de belirgin uterus düz kasını kasıcı etkileri vardır. Etkilerini: 1. 5-HT1 recleri üzerindeki parsiyel agonist etkiyle 2. α Adrenerjik recler üzerindeki zayıf agonist etkiyle gösterir. UTERUS ÜZERİNE ETKİLERİ: • Ufak dozlarda uterusun spontan kasılma gücü ve sıklığını artırır, kasılmanın ardından gevşemesine zaman tanır (kontraktür yapmaz). • Yüksek dozda gevşeme tam olmaz ve bu nedenle uterusun tonusu artar. Aşırı dozda verildiklerinde uterus düz kasında kontraktür oluştururlar ve ritmik kasılma olanağı kalmaz. • Gebelikte myometrium’un ergo alkaloidlerine duyarlılığı artar • Ergonovin ve metilergonovin doğum eyleminin üçüncü döneminde plasentanın atılmasını çabuklaştırmak ve kanamayı azaltmak için kullanılır. • Plasenta çıktıktan sonra ise postpartum büzülmesini hızlandırmak ve böylece kanamayı azaltmak için kullanılır. • Doğum sonrası uterusun involüsyonunu hızlandırmak için kullanılır. • Doğum eyleminin üçüncü döneminde ve postpartum dönemde oksitosik olarak ergot alkaloidleri, oksitosine tercih edilir. “Doğumun birinci ve ikinci evresinde kullanılmazlar, terapotik aborsiyon için kullanılmazlar” YAN TESİRLERİ: Diğer ergot alkaloidlerine oranla ergonovin ve metilergonovin toksisitesi düşüktür. • Özellikle damarlarla ilgili toksisitesi ve bu arada gangren yapması, • Ergonovin ve metilergonovin karaciğer yetmezliğinde kullanılmamalıdırlar veya düşük dozlarda kullanılmalıdır, • Periferik damar hastalığı ve koroner kalp yetmezliğide kontraendikedir. • Sepsisli hastalarda ergot alkaloidlerinin damar endotelini zedeleyici etkisi potansiyalize edilmiştir; bu nedenle puerperal sepsis (lohusallıkla ilgili, doğumu takiben gelişen sepsis, eklempsi) oluşturduğundan bu ilaç kullanılmamalıdır, • Hastaya aynı zamanda sempatomimetik vazopressor ilaçlar veriliyorsa ergonovin ve metilergonovin kan basıncını tehlikeli derecede yükseltir. Böyle karışımlardan kaçınmak gerekir. 3. PROSTOGLANDİNLER: PG-E2 ve PG-F2α ile bunların türevleri, güçlü oksitosik etki oluştururlar. Oksitosinle kıyaslandığında: “Doz-Oksitosik etki eğrisi” oksitosine göre daha diktir. (güvenlik aralığı dardır). Oksitosinin, gebelik süresince uterus üzerine etkisi çok zayıftır. Bu süreç içinde abortus için oksitosin yüksek dozda kullanılmalıdır, bu durumda da toksisitesi ortaya çıkabilir. Bu yüzden abortus için PG’ler oksitosine tercih edilir. Gebeliğin sonlarına doğru prematüre doğum gerekliliğinde PG’ler değil Oksitosin kullanılır. Oksitosine üstünlük olarak serviksi yumuşatır ve gevşetirler. Yenidoğan sarılığı insidansını artırmaz Antidiüretik etkisi yoktur. HT, böbrek hastalığı gibi durumlarda daha güvenli. Oksitosin ve PG’ler güçlü oksitosik etkili ilaçlardır. Kombine kullanıma gerek yoktur. 126 OKSİTOSİN PREPARATLARI: • Dinoprost (PGE2) (Cerviprost jel) • Dinoprost trometamin (PGF2α) • Karboprost trometamin (PGF2α türevi) • Gemoprost (PGE1 türevi) • Sulproston trometamin (PGF2α türevi) OKSİTOSİNİN KULLANIMI: • Terapötik aborsiyon • Doğum eyleminin indüklenmesi ve kontraksiyonun güçlendirilmesi • Doğum eyleminin indüklenmesinden veya ilk trimesterde yapılan aspirasyonla boşaltma işleminden önce serviksin olgunlaştırılmasında. • Geç fötal ölüm durumunda uterusun boşaltılması ve uterus atonisine bağlı primer postpartum kanamanın kontrol altına alınması. YAN TESİRLERİ: • Sistemik uygulandığında mide barsak kanalının motilitesinin artmasına bağlı olarak bulantı, kusma, diyare. Antiemetik ve antidiyareik ilaç kullanımı gerekir, • Ciltte kızarma, baş ağrısı ve baş dönmesi yapabilir, • Ateş ve lökosit sayısında artma olabilir, • Ekstraamniyonik, intraservikal veya intravajinal uygulandıklarında PG lerin yan tesir insidansı düşük ve özellikle intraamniyonik ve İ.V. infüzyonla verildiklerinde yan tesir yüksektir. Özel durumlar dışında kullanılmamalıdırlar. KONTRENDİKASYONLAR: • Normal (vajinal) doğum veya uzun süren uterus kontraksiyonları tehlikeli ise (daha önce sezeryan yapılmış ise). • Göz içi basıncını yükseltirler Glokomlu hastalarda kontrendikedir. • Dinoprost ve Karboprost Bronşiyal astımlılarda kontrendikedir. • Aktif kalp hastalığı ve böbrek ve KC yetmezliği olanlarda kullanılmamalıdır. • Deney hayvanlarına teratojenik oldukları gösterilmiştir. 4. HİPERTONİK SOLÜSYONLAR: Transabdominal amniyosentez yöntemiyle amniyon kesesi içine hipertonik solüsyon injeksiyonu, ozmotik etkisiyle fötüsü öldürür ve plasentayı bozar. Düşüğe neden olur. Bu amaçla hipertonik (%20’lik) NaCl solüsyonu intraamniyotik olarak uygulanır. 127