T.C. OKAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME ANA BİLİMDALI İŞLETME DOKTORA PROGRAMI GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DOLARİZASYON VE FİNANSMAN MALİYETİ ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ DoktoraTezi Tez Çalışmasını Hazırlayan: Hasan ZEYBEK Danışman Prof.Dr. Halit Targan ÜNAL T.C. Okan Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Genco FAS T.C. İstanbul Bilgi Üniversitesi İSTANBUL, 2015 T.C. OKAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME ANA BİLİMDALI İŞLETME DOKTORA PROGRAMI GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DOLARİZASYON VE FİNANSMAN MALİYETİ ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ (Doktora Tezi) Tez ÇalışmasınıHazırlayan: Hasan ZEYBEK Öğrenci No:132017002 Danışman Jüri Üyeleri : Prof.Dr. Halit Targan ÜNAL T.C. Okan Üniversitesi : Yrd. Doç. Dr. Genco FAS T.C. İstanbul Bilgi Üniversitesi : Prof. Dr. Erdinç TELATAR T.C. Okan Üniversitesi Prof. Dr. Ünal H. ÖZDEN T.C. İstanbul Ticaret Üniversitesi Doç.Dr. Kadir TUNA T.C. İstanbul Üniversitesi İSTANBUL,2015 ii YEMİN METNİ Doktora tez çalışması olarak sunduğum “GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DOLARİZASYON VE FİNANSMAN MALİYETİ ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ” başlıklı bu çalışmanın, bilimsel ahlak ve geleneklere uygun şekilde tarafımdan yazıldığını, yararlandığım eserin tamamının kaynaklarda gösterildiğini ve çalışmamın içinde kullanıldıkları her yerde bunlara atıf yapıldığını belirtir ve bunu onurumla doğrularım. Hasan ZEYBEK 25/11/2015 iii ÖNSÖZ Çalışmalarım sırasında fikir veren, yol gösteren ve projenin ana hatlarının oluşmasını sağlayan kıymetli danışman hocam Prof. Dr. Targan ÜNAL’a ve Yrd. Doç. Dr. Genco FAS’a minnettarım. Çalışmamın başından beri manevi desteğini esirgemeyen aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Kasım2015 Hasan ZEYBEK iv Adı Soyadı :Hasan ZEYBEK Danışmanı : Prof. Dr. Targan ÜNAL/ Yrd. Doç. Dr. Genco FAS Türü ve Tarihi :Doktora, 2015 JEL Kodları : G23, P44 Anahtar Kelimeler :Dolorizasyon, Finansman Maliyeti, Bankacılık, Minimum Varyans Portföyü ÖZET GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE DOLARİZASYON VE FİNANSMAN MALİYETİ ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ Dolarizasyon en basit tanımıyla günümüzün finansal hayatında kendisini kanıtlamış yabancı para birimleri üzerinden işlem yapma eğilimleri olarak tanımlanabilir. Bu eğilimler, ekonomiler üzerinde olumlu ve olumsuz çeşitli etkiler yaratmakta olup bu sonuçlar öncelikle ekonomik hayatın en önemli kurumları olan bankalar üzerinde etkili olmaktadır. Aynı zamanda dolarizasyon, finansal maliyetlere ve mevcut ekonomik göseregelere olumsuz olabilecek etkileri sebebiyle ekonomik literarde çok fazla araştırılan bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde literatür incelemelerinde genellikle dolarizasyonun mevcut düzeyinin ortaya konması ve seyri ile ortaya çıkabilecek eksiklikler incelenmektedir. Ancak, elde dolarizasyon düzeylerinin aslında bir finansal krizi göstermesi ya da mevcutta gerçekleşen dolarizasyon düzeyinin bir kusur ya da sıkıntı doğurup doğurmayacağı çerçevesinde v bir görüş bulunmamaktadır. Tez çalışmasının çıkış noktası da akademik yazındaki bu eksikliği gidermektir. Bu çalışmada bankaların Türkiye ekonomisi vasıtasıyla yükümlülük dolarizasyondan hangi düzeyde etkilendikleri incelenmiştir. İnceleme kapsamında bankaların finansal işlemlerinde yükümlülük dolarizasyonun belli derecelerde olmasının, finansal performansı etkilemesi beklenti dahilindedir. Elde edilen araştırma sonuçlarına göre, literatüre yönelik önemli bulgular elde edilmiştir. Buna göre çalışmanın amacı, dolarizasyonun mevcut olup olmadığını ortaya koymak değil, mevcut olan dolarizasyona ilişkin düzeyin risk oluşturacak bir düzeyde olup olmadığının hesaplanması ve ulaşılan tespitler neticesinde bir finansal kriz olma ihtimalinin incelenmesidir. Çalışmada, olması gereken dolarizasyon düzeyini ifade etmesi amacıyla minimum varyans portföyü (MVP) değeri hesaplanmıştır. Ulaşılan sonuçlara göre, MVP, mevcutta sahip olunan dolarizasyon rakamları ile karşılaştırılmış ve dolarizasyon düzeyinin, olması gereken optimum dolarizasyon düzeyinden daha yüksek bir seviyede olduğu bulgularına ulaşılmıştır. Diğer bir ifade ile, Türkiye’nin enflasyon optimal portföy bileşimini veren dolar oranının çok ötesinde bir dolarizasyon sürecinde olduğu görülmektedir. Ayrıca çalışma kapsamında gerçekleştirilen Granger Nedensellik Testi sonuçları; MVP'nin, yükümlülük dolarizasyonunun nedeni olduğunu da ortaya koymuştur. Dolayısıyla, ölçülen MVP’nin optimal değerlerin belirlenmesinde güçlü bir araç olduğu sonucuna varılmıştır. Elde edilen bu sonuçlar mevcut literatürü destekler niteliktedir. Analiz bölümünün ikinci kısmında ise elde edilen bulgular neticesinde finansal kriz olasılığı test edilmiş ve yükümlülük dolarizasyonun finansal kriz olasılıklarına katkısı gerçekleştirilen analizler neticesinde incelenmiştir. Elde edilen sonuçlar kapsamında bulgular yükümlülük dolarizasyonunun döviz kuru rejimlerinde vi değişme göstermediğini göstermekte olup, ortaya konan dolarizasyon düzeyinin, finansal kriz olasılığını desteklenmediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durum olası bir finansal kriz beklentisinde yükümlülük dolarizasyonun etkisinin sınırlı olacağı öngörüsününde bulunmamızı desteklemektedir. vii Name and Surname : Hasan ZEYBEK Supervisor : Prof. Targan ÜNAL/ Ass. Prof. Genco FAS Degree and Date :PhD, 2015 JEL Classification: G23, P44 Key Words : Dollarization, Financing Cost, Banking, Minimum Variance Portfolio. ABSTRACT DOLLARIZATION AND ITS EFFECTS ON THE COST OF FINANCING ON DEVELOPING COUNTRIES: A COMPARATIVE ANALYSIS ON THE TURKISH ECONOMY Unsettled economic environment in today has turned out itself to trade foreign currencies trend is increasing. These tendencies known as dollarization which creat variety of positiveand negative effects on the economy. Therefore, banks that one of the foremost economic actors’ must be taken into account. In this study by the help of surveys it is adressed that how banks are affected by dollarization. The dollarization at certain levels in financial transactions of the banks is estimated to affect the financial performance. Indeed, at the end of the research important evidences are obtained related to this subject. The rewithal dollarization is a widely discussed issue in academic literature and politics due to its negative impacts on the financial equilibrium and entire economic performance. Present studies frequently emphasized the problems that could a rise in the economy with the determination of the existence and development of dollarization. However, no consensus has been achieved on current dollarization viii levels pointing to pre-crisis danger or that the existing situation will not create a drawback. This gap in the literature forms the starting point of this study. This situation that would distress the financial system should have an indicator, in otherwords, a mechanism that gives the optimal level so that economic units can take the necessary measures after that point is passed. On the contrary, restricting measuresbefore the optimum point causes the units’ abilities to price the risk, which candamage risk-income relationship. From here, the main purpose of the study is not toestablish the existence of dollarization, but to disclose whether or not the existing dollarization level might create risks and whether or not available findings increasethe possibility of a financial crisis. In this research, Minimum Variance Portfolio (MVP) has been calculated as the dollarization value representing the optimum level. MVP has been compared with realized dollarization values, with the conclusion that the current level of dollarization is high. But, contribution of financial dollarization over the probability of financial crises is not supported with empirical results. In the second part of the analysis tested the possibility of obtained as a result of the financial crisis and contributed to the financial crisis, financial dollarization possibilities were examined in the analysis carried out as a result. The results obtained within the framework of loan dollarization of deposits findings suggest that alterations in is different from the dollarization of the exchange rate regime set out in dollarization level has revealed that the possibility of supporting the financial crisis. This situation limited the impact of the financial dollarization would be a possible financial crisis reinforces our presence in the thematic expectations. ix İÇİNDEKİLER Sayfa No. YEMİN METNİ ........................................................................................................ iii ÖNSÖZ .......................................................................................................................iv ÖZET ........................................................................................................................... v ABSTRACT ............................................................................................................. viii İÇİNDEKİLER ........................................................................................................... x TABLOLAR LİSTESİ ........................................................................................... xiii ŞEKİLLER LİSTESİ ..............................................................................................xiv KISALTMALAR ...................................................................................................... xv BÖLÜM 1 .................................................................................................................... 1 GİRİŞ VE AMAÇ ....................................................................................................... 1 BÖLÜM 2 .................................................................................................................... 7 DOLARİZASYON VE DOLARİZASYONUN EKONOMİYE ETKİLERİ ........ 7 2.1. Dolarizasyonun Tanımı................................................................................. 7 2.1.1. Dolarizasyonun Tanımı..................................................................... 7 2.1.2. Dolarizasyon ve Euroizasyon ......................................................... 10 2.1.3. Kısmi Dolarizasyon ve Tam Dolarizasyon ..................................... 12 2.1.4. Para İkamesi, Varlık İkamesi ve Finansal Dolarizasyon ................ 14 2.1.5. Yükümlülük Dolarizasyonu ve Nedenleri ...................................... 17 2.1.5.1. Piyasa Başarısızlıkları Görüşü ...................................................... 17 2.1.5.2. Kurumsal Görüş............................................................................ 22 2.1.6. Reel Dolarizasyon ........................................................................... 26 2.1.7. Simetrik ve Asimetrik Dolarizasyon............................................... 26 2.2. Dolarizasyonun Nedenleri .......................................................................... 27 2.2.1. Geleneksel Yaklaşımlar .................................................................. 27 2.2.2. Ulusal Para Cinsinden Dış Borçlanamama ..................................... 29 2.2.3. Minimum Varyans Portföyü ........................................................... 30 2.2.4. Yeni Yaklaşımlar ............................................................................ 38 2.3. Dolarizasyonun Ekonomiye Etkileri ........................................................... 42 2.3.1. Dolarizasyonun Ekonomiye Olumlu Etkileri ................................. 43 2.3.2. Dolarizasyonun Ekonomiye Olumsuz Etkileri ............................... 45 2.3.3. Para Politikalarının Kontrolde Tutulamaması ................................ 46 2.3.4. Geri Ödenmeme Riski Oluşturması ................................................ 47 2.3.5. Sektörel Kur Uyumsuzlukları ......................................................... 48 2.3.6. Finansal Kriz Olasılığında Artış ..................................................... 56 BÖLÜM 3 .................................................................................................................. 65 DOLARİZASYONUN FİNANSMAN MALİYETİ VE BANKALAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ ...................................................................................... 65 x 3.1. Bankacılık Sektörü, Finansman Maliyetleri ve Rekabet Unsurları ............ 65 3.1.1. Bankaların Varlık Nedenleri ........................................................... 65 3.1.1.1. Finansal Aracılık .......................................................................... 65 3.1.1.2. Likidite ......................................................................................... 66 3.1.1.3. Kredi Talep Edenleri Değerlendirmek ve İzlemek ....................... 67 3.1.1.4. Asimetrik Bilgi Problemini Çözmek ............................................ 67 3.1.1.5. Para Politikalarının Etkinliğini Arttırmak .................................... 68 3.1.1.6. Ekonomik İstikrarı Etkilemek ...................................................... 69 3.1.1.7. Ölçek ve Kapsam Ekonomileri ..................................................... 70 3.1.1.8. Ödeme Sistemlerinin Etkinliğini Arttırmak ................................. 70 3.1.1.9. Dış Ticareti Fonlamak ve İhracatı Teşvik Etmek ......................... 71 3.1.2. Bankaların Türleri ........................................................................... 71 3.1.2.1. Kapsamlarına Göre Banka Türleri ................................................ 71 3.1.2.2. Faaliyet Alanlarına Göre Banka Türleri ....................................... 74 3.1.3. Bankaların Temel İşlevleri.............................................................. 76 3.1.4. Bankacılık Sektöründe Rekabet Unsurları ...................................... 79 3.1.5. Bankaların Finansman Maliyeleri ................................................... 82 3.2. Dolarizasyonun Bankacılık SektörüneYönelik Etkileri .............................. 83 3.3. Dolarizasyonun Bankacılık Sektörü Finansman Maliyetleri Üzerindeki Etkileri86 3.4. Yüklenilen Finansman Maliyeti ve Kur Risklerinin Bankacılık Sektrörüne Etkileri89 3.4.1. Bankacılık Sektöründe Açık Pozisyonlar ....................................... 89 3.4.2. Dış Borçlanma Kavramı ve Dış Borçlanma Düzeyi ....................... 91 BÖLÜM 4 .................................................................................................................. 95 DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE DOLARİZASYONUN GELİŞİMİ VE ÖLÇÜM YÖNTEMLERİ ........................................................................................ 95 4.1. Dünya’da Dolarizasyon .............................................................................. 95 4.1.1. Raket Etkisi ya da Dolarizasyon Histerisi ...................................... 99 4.2. Türkiye’de Dolarizasyon, Ölçüm Yöntemlerive Gelişimi ........................ 100 4.2.1. Dolarizasyon’unÖlçüm Yöntemleri .............................................. 100 4.2.2. Türkiye’de Dolarizasyon’un Tarihsel Gelişimi ............................ 104 4.2.3. Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi107 BÖLÜM 5 ................................................................................................................ 109 TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ... 109 5.1. Dolarizasyon Düzeyi Tespitinde Minimum Varyans Portföyü (Mvp) ..... 109 5.2. Veri Seti .................................................................................................... 113 5.3. Araştırma Modeli Ve Değişkenler ............................................................ 114 5.4. Nedensellik Analizi İle Mvp Ve Dolarizasyonilişkisinin Tespiti ............. 115 5.4.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti ........................................................... 117 5.4.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması ................................... 119 5.4.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi ............................................ 120 xi 5.4.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları ......................................... 121 5.5. Nedensellik Analizi İle Yükümlülük Dolarizasyonu, Kredi Faizi, Gösterge Faiz Ve Döviz Kuru İlişkisinin Tespiti ................................................................. 123 5.5.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti ........................................................... 123 5.5.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması ................................... 125 5.5.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi ............................................ 126 5.5.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları ......................................... 126 5.6. İkinci Aşama: Finansal Kriz Olasılığının Test Edilmesi .......................... 128 5.6.1. Metodoloji ................................................................................................. 129 5.6.2. Veri Seti .................................................................................................... 130 5.6.3. Logit Analizi ............................................................................................. 133 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .........................................................................138 KAYNAKLAR ........................................................................................................ 149 ÖZGEÇMİŞ (CURRICULUM VITAE) ............................................................... 159 xii TABLOLAR LİSTESİ Tablo No. Sayfa No. Tablo 1.1: Literatürde Dolarizasyon Tanımları ......................................................... 10 Tablo 1.2: Enflasyon ve MVP Arasındaki İlişki........................................................ 37 Tablo 1.3: Kur Uyumsuzlukları Açısından Dolarizasyon Çeşitleri ........................... 51 Tablo 1.4: Seçilmiş Ülkelerin Dolarizasyon İndeksleri ve Çeşitleri ......................... 52 Tablo 1.5: Tarihsel Süreçte Tüm Dünyayı Etkileyen Krizler .................................... 58 Tablo 3.6: Dolarizasyon Endeksleri......................................................................... 102 Tablo 3.7: Dolarizasyon Ölçüm Yöntemleri............................................................ 103 Tablo 4.8: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi Sonuçları .................................................................................................................. 118 Tablo 4.9: MVP ve Yükümlülük Dolarizasyonu İçin Eşbütünleşme Testi ............. 120 Tablo 4.10: MVP ve KVYP / TAİçin Eşbütünleşme Testi...................................... 120 Tablo 4.11: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi .......................................... 121 Tablo 4.12: Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP Arasındaki Nedensellik İlişkisi 122 Tablo 4.13: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi Sonuçları .................................................................................................................. 124 Tablo 4.14: Yükümlülük Dolarizasyonu ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi .. 125 Tablo 4.15: Döviz Kuru ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi ........................... 125 Tablo 4.16: Döviz Kuru ve Gsöterge Faiz İçin Eşbütünleşme Testi ....................... 125 Tablo 4.17: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi .......................................... 126 Tablo 4.18: Yükümlülük Dolarizasyonu,Kredi Faizi, Gösterge Faiz ve Döviz Kuru Arasındaki Nedensellik İlişkisi ................................................................................ 127 Tablo 4.19: Logit Analizi Sonuçları ........................................................................ 133 Tablo 4.20: Standartlaştırılmış Marjinal Etkiler ...................................................... 135 xiii ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil No. Sayfa No. Şekil 1.1: Döviz Kuru Rejimleri ................................................................................ 13 Şekil 1.2: Portföy Varyansının Optimal Düzeyi ........................................................ 33 Şekil 1.3: Fon Piyasasında MVP ............................................................................... 34 Şekil 1.4: Enflasyon Artışının Etkisi ......................................................................... 35 Şekil 1.5: Ekonomik Birimlerin Yabancı Para Bilanço Kalemleri ............................ 49 Şekil 1.6: Bilanço Kırılganlıklarının Analizi ............................................................. 55 Şekil 1.7: Kriz Modelleri ........................................................................................... 64 Şekil 2.8: Finansman Maliyetini Etkileyen Değişkenler ........................................... 83 Şekil 2.9: Bankacılık Sektörü Yabancı Kesim Bazında Net Genel Pozisyonu (milyon $) ................................................................................................................................ 90 Şekil 2.10: Bankacılık Sektörü Net Genel Pozisyonu(Milyon $) .............................. 93 Şekil 3.11: Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi (%) 107 Şekil 5.12: Türkiye’nin Olması Gereken ve Gerçekleşen Yükümlülük Dolarizasyonu Düzeyleri .................................................................................................................. 112 xiv KISALTMALAR AB: Avrupa Birliği BP: Banka Karlılığı CRR: Ülke Bankaların Kredi Riski Oranı CAR: Ülke Bankalarının Sermaye Yeterliliği Rasyosu EVDS: Elektronik Veri Dağıtım Sistemi GDF: Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi GOÜ: Gelişmekte Olan Ülke GSYİH: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla IFS: International Financial Statistic IMF: Uluslararası Para Fonu MVP: Minimum Varyans Portföyü PP: Philips-Perron Birim Kök Testi TCMB: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası TR: Türkiye VECM: Vektör Hata Düzeltme Modeli YP: Yabancı Para xv BÖLÜM 1 GİRİŞ VE AMAÇ Ekonomik ve finansal dünyada para pek çok işlevi üstlenmektedir. Gerek değiş-tokuş aracı olma ve gerekse de değer biriktirme açılarından paranın, ekonomiler üzerinde büyük bir etkisi bulunmaktadır. Farklı ekonomilerin farklı derecede güce sahip olmaları ve ekonomilerde görülebilen kırılganlıklar ise yerli para birimi yerine küresel olarak kabul görmüş yabancı para cinslerinin daha çok tercih edilmelerini sağlayabilmektedir. Söz konusu tercih, dolarizasyon olarak bilinmektedir (Zeybek, 2014). Dolarizasyon, paranın bir veya birkaç işlevinin yerli paradan yabancı paraya geçmesidir. Yerli paranın işlevlerinin yabancı paraya geçme derecesi ve nedenleri, ekonomiler arasında farklılık göstermektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde iktisadi birimler, makro istikrarsızlıkların bir sonucu olarak, finansal varlıklarının değer yitirmesi korkusu ile daha istikrarlı para biriminden varlıklara yönelebilmektedirler. Ekonomik birimler bu şekilde çeşitlendirme yaparak riski azaltma çabası içerisine girmektedirler. Ancak dolarizasyon, döviz kuru dalgalanmalarının ekonomiye intibakını artırdığı için ekonomik dengelerin tümünü etkileyen bir risk unsuru olarak da varlığını korumaktadır. Geçtiğimiz yirmi yıl içinde küreselleşmenin doğurduğu en önemli sonuçlardan biri, gelişmekte olan ekonomilerde yabancı para birimlerinin yerel ölçekte daha fazla kullanılması olmuştur. Bu durum özellikle BRIC ülkeleri ve Türkiye için öne çıkan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkelerde döviz her dönem daha çok tercih edilmeye başlamış olup ülkelerin yerli paralarının giderek önüne geçmiştir. (Ize ve Levy-Yeyati, 2003). 1 Günümüzde ABD doları gelişmekte olan çeşitli pazarlarda temel belirleyici döviz olduğundan, bu algı geçmişten günümüze üretilen akademik çalışmalarda “mali dolarizasyon” şeklinde yer almıştır. Dolarizasyon terimi çok çeşitli olguları ifade etmek üzere kullanılmıştır. Sonuç olarak resmi (kanun gereği) dolarizasyon, dövize (tipik olarak sınırlayıcı) meşru biçimde hassas statü verilen durumu ifade ederken; gayrıresmi (veya kabul edilen) dolarizasyon, yasal olarak hassas olmadığı durumda yerel para biriminin yanında döviz kullanımını ifade etmek üzere yaygın biçimde kullanılmaktadır. Bu nedenle dolarizasyon kavramı; akademik yazında başlıca iki alt başlık altında yer almaktadır. Bunlardan ilki tam dolarizasyondur. Tam dolarizasyon, bir ülkenin ulusal parasını tamamen terk edip, yabancı bir para birimini resmi para birimi olarak kullanmasıdır. Euro bölgesini, bir para birliği olması nedeni ile, farklı bir örnek olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca Panama ve Ekvador gibi birkaç küçük ülkeyi de tam dolarizasyon için örnek olarak verebiliriz. Dolarizasyon kavramına ilişkin ikinci alt başlık ise, Türkiye ekonomisini yakından ilgilendiren kısmi dolarizasyondur. Kısmi dolarizasyon; bir ülkede ekonomik birimlerin, yüksek enflasyon ortamında ulusal paranın değer kaybından korunmak amacıyla, ulusal para cinsinden finansal varlıklar yerine yabancı para cinsinden finansal varlıkları seçmeye başlaması durumu olarak ifade edilmektedir (Serdengeçti, 2005). Bütün bu gelişmelere karşılık günümüzde ekonomilerin bağımsız bir para politikasına sahip olma olanaklarını ve döviz kuru politikalarının etkinliğini sınırlaması nedeniyle, para ikamesi ve beraberinde dolarizasyonun para politikası açısından önemli sonuçlar yarattığı bilinmektedir (Araç, Telatar ve Telatar, 2013). Bankacılık açısından bakıldığında, dolarizasyonun bankaların kur riski üstlenmeleri, açık pozisyon taşımaları ve yabancı para cinsinden kredilerin tahsilatı gibi sorunlar bağlamında, olumsuz bir husus olduğu akla gelmektedir. Bunun bir 2 uzantısı olarak dolarizasyonun bankaların mevcut durumlarında sarsıntı yaratması ve finansal performanslarını olumsuz etkilemesi beklenti dahilindedir. Ancak bu beklentiyi, uygulamalı bir şekilde irdeleyen oldukça az sayıda çalışmanın yapıldığı görülmektedir (Zeybek, 2014). Konuyla ilgili gerçekleştirilen çalışmalarda ekonomide dolarizasyonun varlığının tespiti ve gelişimi ile oluşturabileceği sıkıntılar üzerinde sıklıkla durulmuştur. Dolarizasyon konusu, ekonomiye yüklediği maliyetler nedeniyle nedenleri ve olası sonuçları açısından pek çok araştırmacının dikkatini çeken konular arasında gelmektedir. Ancak, mevcut dolarizasyon düzeylerinin kriz öncesi tehlikeyi işaret etmesi ya da var olan durumunbir sakınca yaratmayacağı üzerinde herhangi bir fikir birliği sağlanabilmiş değildir. Çalışmanın çıkış noktasını da literatürdeki bu eksiklik oluşturmaktadır. Finansal sistemi darboğaza sokacak bu durumun bir göstergesi başka bir deyişle; olması gereken optimal dolarizasyon düzeyini (MVP) gösteren bir mekanizma olduğundan hareketle olması gereken dolarizasyon düzeyi geçildikten sonra ekonomik birimler gerekli tedbirleri alabilsinler şeklinde ifade edebiliriz. Bunun aksine olması gereken dolarizasyon düzeyini gösteren optimum noktadan önceki tedbirler, birimlerin finansman maliyeti yeteneklerini kaybettirebilmekte, bu durumda risk-getiri ilişkisi bozulabilmektedir. Bu duruma örnek olarak; 2001 yılında yaşadığımız finansal krizi verebiliriz. 2001 yılında yaşanan kriz öncesi olması gereken optimal dolarizasyon düzeyini gösteren bir mekanizma olmuş olsaydı; belki ilgili ekonomik birimler gerekli tedbirleri daha erken alabilirlerdi ve yaşanan krizin etkileri daha hafif atlatılabilirdi. Buradan hareketle, çalışmanın temel amacı dolarizasyonun varlığını tespit etmek değil, varolan dolarizasyon düzeyinin finansman maliyeti açısından risk yaratacak derecede olup olmadığının ortaya konması ve elde edilen bulguların finansal kriz olasılığını artırıp artırmadığının araştırılmasıdır. 3 Dolarizasyon konusu literatürde oldukça geniş bir yer tutmaktadır. Bu konuda gerçekleştirilen ilk çalışmalar bu olgunun varlığını ve kalıcılığını test etmeye yönelik iken son çalışmalar daha çok dolarizasyonun ekonomiye getirdiği riskler ve makroekonomik politikalara etkilerini ortaya koymaya yöneliktir. Bunun yanı sıra, dolarizasyonun, ekonomide finansal derinleşmeyi artırmaya katkıda bulunan olumlu bir gelişme olduğunu ortaya koyan çalışmalar da mevcuttur. Bu konuda Krueger’in 23 Mart 2004 tarihinde Uluslararası Para Fonu tarafından yayınlanan “Meant Well, Tried Little, Failed Much: Policy Reforms in Emerging Market Countries” adlı yazısını ve A. Berg ve E. Borensztein’in Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Finance ve Development dergisinin Mart 2000 tarihli sayısında yayınlanan “The Dollarızation Debate” adlı makalesini örnek olarak verebiliriz. Dolarizasyonun hangi düzeyde etkili olacağı aynı zamanda dolarizasyonun ekonomi içindeki ağırlığına bağlıdır. Makroekonomik politikalar dolarizasyonun varlığını azaltmaya yönelik olabileceği gibi teşvik edici de olabilmektedir. Politika yapıcılar açısından hangi yönde uygulama oluşturulacağına karar verilmesi için öncelikle o ekonominin kendi dinamikleri içinde belirlenen bir optimal dolarizasyon oranı olmalıdır. Bu çalışmayı literatüre yaptığı katkı açısından incelersek, varolan dolarizasyon düzeyinin olması gereken dolarizasyon düzeyi arasındaki farktan hareketle finansman maliyeti açısından Türkiye ekonomisi için risk yaratacak derecede olup olmadığının ortaya konması ve elde edilen bulguların ilerleyen dönemlere yönelik bir finansal kriz olasılığını artırıp artırmadığının “Minimum Varyans Portföyü” ve“Granger Nedensellik” analizi çerçevesinde araştırmaktır. Dolayısıyla, çalışmanın öncelikle belirlenmiş iki amacı bulunmaktadır. İlki, iktisat literatüründeki optimalite kavramından hareketle, Türkiye için optimal dolarizasyon düzeyinin bulunması olup bu konuda yayınlanan akademik yazına Türkiye ekonomisi persfektifinden katkıda bulunmaktır. 4 İkinci amaç da, elde edilen sonucagöre ekonominin dolarizasyon düzeyi olması gereken dolarizasyon düzeyinden farklı ise, finansal maliyete dayalı risk unsurunun beklenen finansal kriz olasılığına etki edecek düzeyde olup olmadığını araştırmaktır. Böylelikle literatüre yapılan katkı, Türkiye için olması gereken teorik değerin bulunması, bu değerin bir ölçüt olarak kullanılmasının anlamlılığının ortaya konması ve gerçekleşen dolarizasyon düzeyinin finansman maliyeti açısından risk oluşturacak düzeyde yüksek tespit edilmesi nedeniyle finansal kriz olasılığı ile dolarizasyonun varlığının ilişkilendirilmeye çalışılması şeklinde gerçekleşecektir. Ayrıca çalışmanın finansal maliyet açısından incelenmesi kapsamında bankacılık sektörüne ilişkin finansman maliyeti ve kur riskini belirleyebilmek amacıyla, çalışmanın ikinci bölümünde yüklenilen finansman maliyeti ve kur risklerinin bankacılık sektörüne etkileri, bankacılık sektöründe açık pozisyon ve dış borçlanma durumlarına yönelik değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu amaçla, çalışmanın 1. Bölüm’ünde tez çalışmanısının amaç ve literatür açısından önemi açıklanmıştır. 2. Bölüm’ünde ise dolarizasyonun tanımları ve ortaya çıkış nedenleri, ekonomiye etkileri olumlu ve olumsuz bakış açıları açısından verilmiştir. 3. Bölüm’de Bölüm 2’de sunulan teorik bilgiler ışığında Türkiye ekonomisinin bankacılık sektörüne ilişkin finansman maliyeti ve dolarizasyonun bu ülkelerdeki durumu görgül olarak analiz edilmiştir. Çalışmanın 4. Bölüm’ünde Dünya’da ve Türkiye’de dolarizasyonun gelişimi ve ölçüm yöntemleri üzerinde durulmuş olup 5. Bölümde ise araştırma modeli ve analizi ortaya konmuştur. Çalışmanın 5. Bölüm’ünde, gerçekleştirilen analiz kapsamında, Türkiye ekonomisinin makroekonomik koşulları çerçevesinde portföylerin para birimi bileşimini etkileyecek iki değişken olarak yerli paranın ve reel döviz kurunun varyansı kullanılarak en düşük Varyanslı Optimal Dolarizasyon Bileşimini veren “Minimum Varyans Portföyü” hesaplanmıştır. Minimum varyans portföyü ile 5 portföyde olması gereken yabancı para düzeyi bulunarak mevcut durum ile karşılaştırılması yapılmış ve yaratacağı sıkıntının boyutu ortaya konmaya çalışılmıştır. Minimum varyans portföyünün doğru bir ölçüm aracı olduğundan emin olabilmek için ise nedensellik analizi yapılarak verilerin teoriyi destekleme gücü test edilmiştir. Son aşama olarak Bölüm 5.6’te ise analiz kapsamında gerçekleştirilen değerlendirmeler ışığında gerçekleşebilecek bir finansal kriz olasılığına etki eden faktörler analiz edilmiştir. 6 BÖLÜM 2 DOLARİZASYON VE DOLARİZASYONUN EKONOMİYE ETKİLERİ 2.1.Dolarizasyonun Tanımı Dolarizasyon, en geniş tanımıyla, ulusal para biriminin yerine ve/veya ulusal para biriminin dışında daha güvenilir ve durağan başka bir para biriminin ülke içerisinde kullanılıyor olması şeklide ifade edebiliriz. 2.1.1. Dolarizasyonun Tanımı Dolarizasyon, paranın üç işlevine (ödeme aracı, hesap birimi ve değer saklama aracı) ve bilanço yapısına etkilerine dayandırılarak tanımlanmaktadır (Zeybek, 2014). Paranın üç işlevine dayandırılarak tanımlanan çeşitli dolarizasyon tanımlarını şu şekilde özetleyebiliriz; Döviz kurlarındaki büyük çaplı değişimler, ekonomik ve finansal krizler dolayısıyla ödemeler dengesindeki sorunlar gibi hususlarla birlikte düşünülen dolarizasyon (Neanidis ve Savva, 2013); bir ülkedeki ekonomik aktörlerin giderek büyük bir ağırlık kazanacak şekilde yabancı bir para cinsinden varlık tutmaları ve borçlanmaları (Basso v.d., 2007) şeklinde tanımlanabildiği gibi, ülkedeki ticari ve finansal işlemlerde yabancı bir para cinsinin tercih edilmesi şeklinde de düşünülebilmektedir (Levy-Yeyati ve Sturzenegger, 2005). Küreselleşmenin bir sonucu ve bir gereği olarak dikkate alınan dolarizasyon, başta bankalar olmak üzere (Levine, 1997; Athanasoglou v.d., 2008) bir ülkenin ekonomik ve finansal altyapısında yer alan aktörler üzerinde ciddi etkiler yaratabilmektedir (Chang ve Velasco, 2001). 7 Dolarizasyon en basit anlamıyla herhangi bir yabancı paranın başka bir ülke tarafından kullanılmasıdır (Yılmaz, 2005). Dolarizasyon yüksek enflasyon ve ani devalüasyon dönemleri sonrasında piyasa oyuncularının yabancı para mevduatlara ve kredilere yönelmesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır (Honohan ve Shi, 2001). Kısacası, dolarizasyon bir ülkenin başka bir ülkenin parasını ödeme aracı ve hesap birimi olarak kullanmasıdır (Gale ve Vives, 2001). Guidotti ve Rodriques (1992), dolarizasyonun paranın üç fonksiyonu ile para ve para sistemine girişinin ve yerli para ile nasıl yer değiştirdiğinin farkedilmesinin imkansız olduğunu söyler. Aynı çalışmada dolarizasyon yerli paranın daha “üstün” bir para ile yer değiştirmesi olarak tanımlanmaktadır. Dolarizasyon tanımı yapılırken para ikamesi ve varlık ikamesi kavramlarının açıklanması yerinde olacaktır. Para ikamesi dolarizasyon kavramı yerine de kullanılmakta ve ulusal para yerine yabancı paranın ödeme ve hesap birimi olarak kullanılması anlamına gelmektedir. Varlık ikamesi ise yabancı paranın değer saklama aracı olarak kullanılmasıdır (Serdengeçti, 2005). IMF (2005) de paranın üç farklı işlevini dolarizasyon tanımında kullanmaktadır. Para ikamesi yani ödemelerde dolarizasyon vatandaşların yabancı parayı ödemelerinde nakit, vadesiz mevduat ya da merkez bankası rezervi olarak kullandığı durum olarak tanımlanırken, finansal dolarizasyon (ya da varlık ikamesi) vatandaşların varlıklarını ve yükümlülüklerini yabancı para cinsinden tutmaları durumu (yurt içinde ya da dışında) olarak tanımlanmaktadır. IMF (2005), aynı çalışmasında reel dolarizasyon, resmi dolarizasyon ve kısmi dolarizasyon tanımlamaları da yapmaktadır. Reel dolarizasyon, fiyatların ve maaşların resmi ya da resmi olmayacak şekilde yabancı paraya endekslenmesi durumudur. Resmi dolarizasyon yabancı paranın kanuni para olduğu durum olarak açıklanırken, kısmi dolarizasyon yerli paranın kanuni para olduğu ancak işlemlerin her iki para cinsinden de gerçekleştirilebilmesi olarak tanımlanmaktadır. 8 Dolarizasyon tanımı olmamakla birlikte, resmi dolarizasyondan daha yumuşak bir rejim olarak nitelendirilebilecek para kuruluna değinmekte yarar vardır. Para kurulu, ulusal paranın sadece yabancı para girişi karşılığı basıldığı sistemi ifade etmektedir. Meksika’nın 1994 yılında yaşadığı Peso krizinin ardından 1996-1997 yılları arasında bu yöntemi uyguladığı bilinmektedir. (Edwards ve Savastano, 1999). Bir diğer dolarizasyon tanımı, reel döviz kuru ve enflasyondaki sürekli dalgalanmalara karşı korunma yöntemi olarak, bireylerin birikimlerini rezerv para olarak kabul gören paralara kaydırmaları olarak yapılmaktadır (Ercan, 2005). Özatay (2006), dolarizasyonu Türkiye’de 1970’lerin ortalarından bu yana (bazı dönemler hariç) başarısız iktisat politikaları nedeniyle ulusal paranın daha az tutulması, tasarrufların yabancı para cinsinden yapılması, gelirlerin yabancı paraya endekslenmesi ve fiyatların yabancı para cinsinden verilmesi olarak tanımlamaktadır. Ekonomik birimlerin yabancı para nakit ve varlık tutmaları şeklinde tanımlanmakta olan varlık dolarizasyonu, ekonomik birimlerin finansal varlıkları yerli paranın değer kaybetme riskine karşı koruma ve portföy çesitlendirme güdüşüyle artmaktadır. Yükümlülük dolarizasyonu ise, firmalar, hanehalkı ve hükümetlerin gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından yabancı para cinsinden borçlanmaları nedeniyle ortaya çıkmaktadır (Akıncı ve diğerleri, 2005). Finansal dolarizasyon kavramı hem varlık hem de yükümlülük dolarizasyonlarını tek bir başlık altında toplamaktadır. Doların en yaygın kullanılan yabancı para olması nedeniyle bu olguya finansal dolarizasyon denmiştir (LevyYeyati, 2003). Finansal dolarizasyon, enflasyondaki belirsizliklere bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır (Rennhack ve Nozaki, 2006). Aşağıdaki tabloda dolarizasyon tanımları özet olarak gösterilmektedir. Ancak, literatürde yapılan bir çok tanım farklı isimler almakla birlikte birbirlerinin yerine kullanılabilmekte ve bazı tanımlar diğer tanımları kapsamaktadır. 9 Tablo 1.1: Literatürde Dolarizasyon Tanımları Adı Tanımı Dolarizasyon (Gale ve Vives, Bir ülkenin başka bir ülke parasını ödeme aracı ve 2001) hesap birimi olarak kullanması durumudur. Resmi Dolarizasyon (IMF, Yabancı paranın kanuni para olarak kullanıldığı 2005) durumdur. Kısmi Dolarizasyon (IMF, 2005) Ulusal paranın işlemlerin her kanuni iki para para olduğu cinsinden ancak de gerçekleştirilebilmesi durumudur. Reel Dolarizasyon (IMF, 2005) Fiyatların ve maaşların resmi ya da resmi olmayacak şekilde yabancı paraya endekslenmesi durumudur. Varlık Dolarizasyonu Ekonomik birimlerin yabancı para nakit ve varlık (Akıncı ve diğerleri, 2005) tutmaları durumudur. Yükümlülük Dolarizasyonu (Akıncı ve diğerleri, 2005) Firmaların, hanehalkının ve hükümetlerin gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından yabancı para cinsinden borçlanmaları durumudur. Finansal Dolarizasyon Hem varlık hem de yükümlülük dolarizasyonunun (Levy-Yeyati, 2003) geçerli olduğu durumdur. 2.1.2. Dolarizasyon ve Euroizasyon Genel olarak Amerikan doları para biriminden esinlenerek kullanılan Dolarizasyon kavramı, aslında günümüzde Euro bölgesinin oluşmasıyla ortaya çıkan Euroizasyon kavramı üzerinden de benzer şekilde tartışılmaktadır. Kabul göreceği üzere, dolarizasyon kavramını tanımlarken tüm dünyada kullanılan yabancı para biriminin büyük çoğunlukla Amerika Birleşik Devletiler Dolar (USD) para birimi olması nedeniyle dolarizasyon şeklinde tanımlamaktayız. Fakat kullanılan para biriminin Rus Rublesi yada İngiliz Sterlini veya günümüzde 10 Euro bölgesinin oluşmasıyla ortaya çıkan Euro para birimi olması halinde kastedilen durum yine dolarizasyon durumudur. Amerikan doları (USD) kastedilmektedir. Fakat tedavülde kullanılan yabancı paranın hangisi olduğunun ifade edilmesi gereken durumlar Euroizasyon gibi bir ifade de tabiki kullanılabilmektedir (Özcan ve Us, 2006). Bergsten 1996 yılında gerçekleştirdiği çalışmasında ise, bir ülkenin kullanılan para biriminin, tüm dünya ekonomisinde rezerv şeklinde kullanılan bir para birimi olması durumunda ilgili ülkenin de politik olarak önemli ve hatta lider olabilecek bir konumda olması gerektiğini belirtmiştir. Rezerv para, aslında ortak paradır ve ortak kullanılan para olarak tercih edilmenin en büyük sebebi ise, günümüz finans dünyasında yer alan yabancı fonlar ve sermayeler için ortak bir güven duygusu oluşturmasıdır ve bu durum da aslında politik bir liderliğin getirdiği bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Olayın daha da derinlerine inmek gerekirse, bu durumun sebeplerinden birisi, bu durumun ekonomide para basma geliri olarak tarif ettiğimiz senyoraj gelirine olanak sağlaması ve politik olarak lider konumda olan ülkelerin para birimlerinin başka ülkelerce rezerv para olarak kabul edilerek kullanması durumudur. Başka bir sebep ise, dünyadaki hiçbir ülkenin diğer ülkeler üzerinde bir liderlik durumunda olmayıp ekonomideki bütün riskleri takip etme gibi bir imkanı olmamasıdır. Geçmişi incelediğimizde, Birinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Amerika Birleşik Devletleri’nin kullandıkları para birimlerinin tüm dünyada üstün konumda kullanıdığını gözlemlemekteyiz. Fakat bu iki dönem arasında siyasi anlamda baskın olan bir ülkenin olmayışı ise o yıllarda kullanılan rezerv para biriminin de değişmesine yol açmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonras barış tesis edildikten sonraki dönemde özellikle siyasi anlamda lider konumda olan Almanya ve Fransa’nın rezerv para birimine sahip ülke konumuna yükseldiğini gözlemlemekteyiz. 11 2.1.3. Kısmi Dolarizasyon ve Tam Dolarizasyon Paranın literatürde üç farklı fonksiyonu tanımlanmaktadır. Sırasıyla ifade etmek gerekirse; a) hesaplama aracı olma, b) takas aracı olma c) biriktirme aracı olması olarak tanımlayabiliriz. Bu fonksiyonların mevcut kullanılan ulusal para yerine yabancı bir para birimi tarafından sağlanması ile birlikte ekonomide iki yada daha fazla para birimi eşzamanlı olarak kullanılacaktır. Kullanılan yabancı para biriminin beraberinde ulusal para biriminin de hali hazırda kullanılmaya devam etmesini “kısmi dolarizasyon” şeklinde tanımlayabiliriz. Fakat ulusal para para biriminin kullanımdan kaldırıp yeni ve yabancı bir para biriminin kullanımına başlanırsa bu duruma da tam dolarizasyon (resmi dolarizasyon) adı verilmektedir. Yüksek enflasyon durumlarında öncelikle ulusal paranın satın alma amacıyla kullanımı azalmakta onun yerine takas ve tasarruf amaçlı tercih edilmesi kabul görmektedir. Ancak, yerli para talebi tamamen ortadan kalkmadığından kısmi dolarizasyon olgusu oluşmaktadır. Literatürde “kısmi dolarizasyon”un resmi olmayan dolarizasyon (de facto dolarizasyon) şeklinde tanımlandığı da görülmektedir. Nicola, Honohan ve Ize (2003) çalışmalarında, resmi olmayan dolarizasyonun, ulusal para birimiyle birlikte yabancı para birimi, genellikle doların, paranın ödeme birimi, tasarruf ve hesap birimi olma fonksiyonlarını yerine getirmesi olduğunu tanımlamışlardır. Resmi olarak kurumların paranın geleneksel tüm fonksiyonlarını bir başka yabancı para birimine taşıması ise resmi dolarizasyon şeklinde tanımlanmaktadır. Resmi dolarizasyon, aşağıdaki yer alan şekilde de görülebileceği üzere kur rejimlerinin bir çeşidi olarak tanımlanmaktadır. Tam dolarizasyon, bir ülkenin yerel parasını tamamen kullanımdan kaldırarak yabancı bir para birimini ulusal para birimi şeklinde tercih edilmesidir (Feige ve Dean, 2002). 12 Kısmi dolarizasyon, ekonomik birimlerin yerel paraya olan güven kaybına ya da enflasyon ve devalüasyon süreçlerine göre oluşan bir tepkidir. Fakat kayıt dışı ekonominin büyümesi ile bir miktarda olsa yabancı paranın bu işlemlerde tercih edilmesinin kısmi dolarizasyonda etkisi vardır (Feige, 2002). Örnek vermek gerekirse, Panama ve Ekvator’da resmi dolarizasyon, Türkiye, Arjantin, Meksika, Peru, Bulgaristan gibi ekonomilerde ise kısmi dolarizasyon görülmektedir. Şekil 1.1: Döviz Kuru Rejimleri Kaynak: Yörükoğlu, M., 2006, “Economic Convergence And Exchange Rate Reğimes”, International Conference On Dollarızation: Consequences And Policy Options, İstanbul. Yüksek enflasyon tarihi ve ulusal paraya güven eksikliği nedeniyle kısmi dolarizasyon 1980 ve 1990’larda hızlı bir gelişme göstermiştir. Ancak dolarizasyonun önemi bilinmesine karşın, boyutlarını gerçekçi şekilde ortaya koymak mümkün olamamaktadır (Honig, 2006; Feige vd, 2000). 13 1 Ocak 2002’de Euro para biriminin duyurulması, Avrupa Birliği’nin mevcut sınırları dışında da faklı tepkiler ortaya çıkarmıştı. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin planlı ekonomiden Pazar ekonomilerine geçişinde yeni kur rejimlerine geçiş çok önemli bir yer tutmaktadır. Ülkeler, Avrupa Para Birliği’ne (EMU) girerek resmi euroizasyon sürecini başlatmış olmaktadırlar. Resmi Euroizasyon, Avrupa Para Birliği’ne girildiğinde, iki taraflı ya da Avrupa Para Birliği’ne üyeliği kontrol eden Brüksel ve Frankfurt’taki otoritelerin açık onayı olmadan tek taraflı olabilmektedir. Bu seçimi belirleyen önemli etken, bu ülkelerin kısmi dolarizasyon-euroizasyon dereceleridir. Euroizasyon destekçileri kuvveli bir yabancı para birimi uygulamasının enflasyonist tepkileri, döviz ve ödemeler dengesi krizlerini azaltacağını, faiz oranlarının seviyesini ve dalgalanmasını engelleyeceğini ve nihayetinde ekonomik büyümeyi arttıracağını ifade etmektedir. Resmi Euroizasyoni desteklemeyenler ise senyoraj dolayısıyla elde edilen gelirin ve bağımsız para politikasının ortadan kalkacağını öne sürmektedir (Feige ve Dean, 2002). 2.1.4. Para İkamesi, Varlık İkamesi ve Finansal Dolarizasyon Kısmi dolarizasyon kapsamında vatandaş ve kurumların kendi iradeleriyle kullanılan yabancı para birimini değişim işlemlerinde kullanmasıyla para ikamesi, satın alma aracı olarak kullanmasıyla varlık ikamesi kavramları ortaya çıkmaktadır (Feige ve Dean, 2002). Para ikamesi, takas aracı olarak yerli piyasada yerli para ile birlikte yabancı paranın yoğun olarak tercih edilmesidir (Cuddigton, 1983). Para ikamesi konusu ciddi bir problemle karşı karşıyadır. Bu problem, genelde bir ekonomide dolaşan yabancı para miktarına ilişkin verinin bulunamaması, dolayısıyla da para ikamesinin öneminin gözlemlenememesidir (Calvo ve Vegh, 1992). Karşılaştırmalı makaleler, yaklaşık yüzde 50 civarında ABD dolarının Amerika Birleşik Devletleri dışında bulunduğunu ifade edilmektedir. ABD dışında dolaşımda bulunan dolar miktarının tam bilinmesi olanak dışı olsa da bu yönde 14 tartışmalar devam etmektedir. ABD Dolarının durağan olması güvenilir bir satın alma aracı olmasını sağlamıştır. Pek çok ülkede rahatça bulunabilmekte, değişim aracı olarak genel kabul görmüş ve de yabancı kullanıcıları banka iflaslarına, enflasyona ve devalüasyonlara karşı koruma görevini üstlenmektedir. Feige (1997), yüzde 35-40 kadar Amerikan Doları’nın dolaşımda olduğunu öne sürerken Porter ve Judson’ın (1996) tahminleri yüzde 60-70 dolayında gerçekleşmiştir. Merkez Bankası ve Ekonomik Araştırmalar Ofisi’nin resmi hesaplamalarına göre ise 2000 yılı itibariyle dolaşımda bulunan 520 milyar doların yüzde 52’si yurt dışı dolaşımdadır. Son 20 yıldır, ABD Gümrük Ofisi ABD Dolarının uluslararası dolaşımına ilişkin sistematik bilgi toplamakla görevlendirilmiştir. The Currency and Foreign Transactions Reporting Act ("Bank Secrecy Act"), 10.000$’ı geçen para veya diğer parasal varlıkları ihraç/ithal eden kişi veya kurumların rapor doldurmasını zorunlu tutmuştur (CMIR, Report of International Transportation of Currency or Monetary Instruments). Gizli bilgiler içeren milyonlarca CMIR raporu toplulaştırılmakta, farklı kaynaklardan gelen ABD Dolarına ilişkin toplam akışlar ve çıkışlar olmak üzere zaman serileri oluşturulmaktadır. Bu raporlardan her bir destinasyona akan net dolarlar ile toplam ne kadar doların dolaşımda ve nerede olduğu hakkında bilgimiz olmaktadır. Kişibaşı nakit dolar miktarını ölçmede diğer bir kaynak da, merkez bankası ve hazine görevlilerince yürütülen informel görüşme ve anketlerdir. Bazı ülkelerde çok farklı sonuç verseler de her iki kaynak da kişi başı nakit dolar sahipliğinin en fazla olduğu ülkeleri Rusya, Letonya, Türkiye ve Bulgaristan olarak vermektedir (Feige ve Dean, 2002). Mart 2015 itibariyle Türkiye’de dolaşımda bulunan para miktarı 81,9 milyar TL olup bu miktar yine 2014 yılı itibariyle GSYİH’nın %4.5’idüzeyine denk gelmektedir (TCMB, 2015). Diğer bir ifade ile 2014 yılı yılsonu itibariyle GSYIH’mızın %4’5'i kadar banknot ve madeni para Türkiye ekonomisi içerisinde dolaşımda bulunmaktadır. Bu oran bize aynı zamanda paranın dolaşımdaki hızını vermekte olup ekonominin temel teroilerinden biri olan Fisher denklemi (1911) ile açıklanmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalarda dolaşımdaki para miktarının 15 GSYIH’ya oranının %8 düzeyini aşmaması beklenir ve bu rakam genel olarak para arzının ekonomi kurumları tarafından hangi düzeyde denetim altında tutulduğunu gösteren bir değişkendir. Bu kapsamda Türkiye ekonomisi için dolaşımdaki para miktarının GSYIH içerisindeki payı şeklinde hesaplanan %4,5 rakamı bize dolaşımdaki para miktarı açısından mevcut düzeyin kontrol altında tutulduğunu göstermektedir. Özellikle Latin Amerika ülkeleri için yapılan araştırmalarda para ikamesi yerine dolarizasyon kavramının kullanıldığı görülmektedir. Ancak dolarizasyon, yabancı para biriminin hesap birimi ve satın alma aracı olma işlevlerini içerirken, değişim aracı olma işlevini kapsamamaktadır. Yüksek enflasyonlu ülkelerde yabancı para birimi, öncelikle satın alma ya da saklama işlevlerini yerine getirmekte ardından değişim aracı olarak kullanılmaya başlanmaktadır. Bu farktan dolayı para ikamesi, dolarizasyon sürecinin son aşaması olmaktadır. Ancak dolaşımdaki yabancı para miktarının tam bilinememesi dolayısıyla dolarizasyon oranları para ikamesinin göstergesi olarak kabullenilmektedir (Calvo ve Vegh, 1992). Ize ve Yeyati (2003), para ikamesinin, farklı para birimlerinden faiz getirili varlıklar tutmanın beklenen reel getirilerle ilişkili olmasının aksine beklenen nominal getirilerle ilişkili olduğunu vurgulamışlar, bunun sonucunda da literatürün ağırlıklı olarak para talebi dinamikleri, özellikle de dolarizasyon ve enflasyon ilişkisi ve histeresis 1 kaynağı olarak değişim amaçlı işlemlerde para birimi değiştirmenin maliyeti üzerinde durduğunu belirtmişlerdir. McKinnon (1982), para ikamesini, doğrudan ve dolaylı olarak ikiye ayırmıştır. Doğrudan para ikamesinde iki veya daha fazla para birimi ödeme aracı olarak işlem görmektedir. Dolaylı para ikamesi ise yatırımcılar tarafından, iki veya daha fazla para birimi cinsinden finansal varlık tutulmasıdır. Literatürde dolarizasyon olgusunun varlığını koruma adına direnç göstermesi, yabancı para kullanma alışkanlığının geriye döndürülememesi olarak tanımlanmaktadır. 1 16 2.1.5. Yükümlülük Dolarizasyonu ve Nedenleri Finansal dolarizasyon; mevduat, kredi yada diğer finansal sözleşmelerin yabancı para kullanılarak gerçekleştirilmesidir. Arteta(2002) da çalışmasında finansal dolarizasyonu yerleşiklerin varlık ve yükümlülüklerinin bir kısmını yabancı para cinsinden enstrüman olarak tutması şeklinde tanımlamaktadır. Bu anlamda finansal dolarizasyon ekonomik birimlerin bilançolarının iki tarafını da kapsamaktadır. Dolayısıya finansal dolarizasyon varlık ve yükümlülük dolarizasyonu olarak iki kısımda incelenir. Son yıllarda yapılan çalışmalar özellikle yükümlülük dolarizasyonun finansal kırılganlığı arttırdığını göstermiştir. 1994-95 Tekilla krizi, 1997’de Asya’da başlayan ve yayılan krizlerde bu kırılganlıkların önemli rolü bulunmaktadır (Galindo-Liederman 2005). Diğer bir ifade ile yükümlülük dolarizasyonu, özel sektör ve kamunun yabancı para cinsinden borçlanmasıdır. Gelişmekte olan ülke piyasalarını kırılgan hale getiren ve makroekonomik değişkenlerin yönetimini zorlaştıran bir kavram olarak ortaya çıkmıştır (Reinhart vd., 2003). Yükümlülük dolarizasyonun nedenlerine, piyasa başarısızlıkları ve kurumsal görüş çerçevesinde iki farklı şekilde açıklama getirilebilir. Aşağıda sırasıyla bu iki görüş açıklanmıştır. 2.1.5.1.Piyasa Başarısızlıkları Görüşü Firmaların yatırım kararlarını finansal faktörlerden dışlayan görüş Modigliani ve Miller (1958) yaklaşımına dayanır. Buna göre sermaye piyasasında tam rekabet koşulları geçerli olduğunda firmaların finansal yapısı piyasa değerlerini etkilememektedir. Ancak sermaye piyasasinda aksak rekabet koşulları geçerli olduğunda, firmaların finansal yapısının piyasa değerlerini etkilediği bir süreç ile karşılamaktadır. Bu süreçte firmaların finansal yapısı üzerinde belirleyici olan faktörlerden bir tanesi net servet düzeyidir. 17 Geleneksel yaklaşımda para ve maliye politikaları sermaye maliyetini etkileyerek yatırım kararları üzerinde belirleyici olmaktadır. Uygulanan politikaların net servet üzerindeki etkileri dikkate alınmamaktadır. Ancak uygulamada politikaların net servet üzerindeki etkilerinin dikkate alındığı çalışmalarda, yatırımlar üzerindeki etkinin arttığı ortaya konulmuştur (Hubbart, 1998; Bernanke 1999; Gertler ve Gilchrist, 1994). Geleneksel yaklaşımda para politikaları sermaye kullanım maliyetini değiştirerek yatırımları etkilemektedir. Reel faiz oranları üzerinde uygulanan politikaların sonucu olarak bir etki meydana geldiğinde, sermayenin kullanım maliyeti değişmektedir. Asimetrik enformasyonun olmadığı piyasa koşullarında sermaye kullanım maliyetindeki değişiklikler fon talebi yoluyla yatırımları etkilemektedir. Asimetrik enformasyon problemi olduğunda ise yatırımlar üzerinde oluşacak etki borçluların durumuna göre farklılaşmaktadır. Çünkü finansman koşullarında meydana gelen değişikliklere borçlular farklı reaksiyon göstermektedir. Bu süreçte yatırımlar üzerinde oluşacak etki standart para kanalının yanısıra bilanço kanalı ve banka kredi kanalına bağlı olarak da değişmektedir (Hubbard, 1998). Banka kredi kanalında banka bilançolarınınvarlık cephesinde meydana gelen değişiklikler firmaların yatırım kararlarını etkilemektedir. Bilanço kanalında ise ödünç fon talep eden firmaların bilanço yapıları, finansman maliyetlerini etkileyen temel unsurdur. Firmaların finansman koşullarında meydana gelen değişikliklere gösterdikleri reaksiyon, büyük ölçüde net servet düzeylerine bağlı olarak değişir. Yatırım kararlarında net servet düzeyinin önemi literatürde geniş bir tartışmaalanına sahiptir. Yükselen faiz oranlarınınyatırımlar üzerindeki etkisi bilanço kanalıyaklaşımında, firmaların net servet düzeyi üzerindeki etkileriyle açıklanır. Buna göre reel faiz oranlarındaki yükselme bir yandan ödünç fon talep eden firmaların borç servis maliyetlerini arttırırken diğer yandan gelecekte gerçekleşmesi beklenen gelir akımlarının bugünkü değerini azaltmaktadır. Bu süreçte hem net servet azalmakta hem de dış finansman maliyetleri yükselmektedir (Hubbard, 1998). 18 Söz konusu koşullarda yatırımlar üzerinde etki oluşturan temel mekanizma, dış finansman primi ile borçlunun net serveti arasındaki ilişkiye dayanır. Net servet düzeyi yatırımların finansmanınısağlayacak büyüklükte olmadığında, borçlulara uygulanan dış finansman primi artar. Diğer bir ifadeyle kredi maliyetlerindeki artış borçlanma kısıtıaltında bulunan firmalara daha fazla yansıtılır. Bu süreçte söz konusu firmaların borçlanma olanaklarınınazalmasına bağlı olarak yatırım, harcama ve üretimlerinde değişiklikler meydana gelir (Bernanke, 1999). Yatırımlar üzerine etki oluşturan bu temel mekanizma olarak tanımlanmaktadır (Bernanke ve Gertler, 1989; Gertler, 1992; Bernanke 1999). Finansal hızlandıran mekanizması borçlunun bilanço koşullarını kredi koşullarına bağlayan bir yaklaşımdır. Finansal hızlandıran kavramı etkileri finansal piyasa eksiklikleri tarafından yaygınlaştırılan şokları temsil etmek üzere kullanılır. Yatırımlarda meydana gelen değişiklikler kredi piyasalarındaki asimetrik enformasyon çerçevesinde açıklanır. Buna göre asimetrik enformasyon dış kaynaklardan finansman ile iç kaynaklardan finansman maliyeti arasında farka neden olur. Finansal hızlandıranmekanizmasını harekete geçiren temel faktör, borçlular ile kreditörler arasındaki asimetrik enformasyondur. Piyasaların mükemmel işlediği ve bilginin tam olduğu şartlarda fon temini konusunda borçlular herhangi bir kısıt ile karşılaşmamakta ve fonlar etkin kullanıcılara aktarılmaktadır. Bu koşullar altında firma içi fonlarla firma dışı fonlar arasında maliyet açısından önemli bir fark ortaya çıkmamaktadır. Ancak finansal sistemi etkileyerek ters seçim ve ahlaki risk sorununu arttıran şoklar söz konusu olduğunda, fon arzında daralmalar ve finansman maliyetlerinde yükselmeler meydana gelmektedir. Bu olumsuz süreçten kötü projelere sahip yatırımcıların yanısıra, verimli projelere sahip yatırımcılar da etkilenmektedir. Finansal piyasalardaki asimetrik bilgi problemini artırarak finansal krizlere neden olan dört temel faktör bulunmaktadır. Bunlar; 19 1. Finansal sektör bilançolarında bozulma, 2. Faiz oranlarında yükselme, 3. Belirsizlik artışı, 4. Finans dışı sektör bilançolarında bozulma. (Hahm ve Mishkin, 2000). Finans dışı sektör bilançolarının durumu finansal sistemdeki asimetrik enformasyon probleminin şiddetini etkileyen kritik bir faktördür. Borçluların bilançolarındaki bozulma finansal piyasalardaki ahlaki risk ve ters seçim problemlerini derinleştirmektedir. Asimetrik enformasyona dayalı teorik yaklaşımlarda finansal krizler, kaynakların verimli yatırım alanlarına yönelmesini engelleyen ters seçim ve ahlaki risk faktörlerinin bir sonucudur. Finansal piyasalardaki asimetrik enformasyon probleminin çözümünde teminat büyüklüğü ve kalitesi önemli bir yere sahiptir. Kreditörler açısından borcun geri dönmeme riskini azaltan teminatlar, ödünç fon arzınıarttırmaktadır. Ters seçim veya ahlaki riskin olumsuz etkilerinin azaltılmasinda net servet büyüklüğü de benzer bir etkiye sahiptir. Firmaların net servet büyüklüğüarttıkça borçların geri ödenmeme riski azalmaktadır. Yüksek net servet düzeyi borçluların ahlaki riskin etkisiyle kaynakları verimsiz yatırım alanlarına yönlendirmelerini engellemektedir. Ancak hisse senedi fiyat düşüşleri, nakit akımlarını olumsuz etkileyen faiz oranıartışları ve enflasyon beklentilerindeki artışların yansıtılabildiğikısa vadeli sözleşmeyapıları gibi net servet düzeyini azaltan faktörler, asimetrik enformasyon problemini arttırarak fon arzının daralmasina neden olmaktadır. Bu faktörlerin dışında net serveti etkileyerek finansal kriz oluşumunu hızlandırandiğer bir faktör, ulusal paranin değeri ile ilgili belirsizliklerdir. Ulusal paranin gelecekteki değeri ile ilgili belirsizlikler yeni gelişen ülkelerde firmaları, bankaları ve hükümetleri yabancı para cinsinden borçlanma aracı ihraç etmeye yönlendirmektedir. Ancak bu süreçte ulusal paranin değer kaybina uğramasi, 20 varlıkların ulusal para cinsinden olduğukoşullarda söz konusu iktisadi birimlerin borç yükünü arttırmaktadır (Mishkin 1996: 19-22). Net servet azalması, asimetrik enformasyon problemini arttırarak ekonomik aktiviteyi daraltan bir faktördür. Sermaye piyasasi eksikliklerine dayanan modellerde net servet düzeyine göre belirlenen dış finansman maliyeti, iç finansman maliyetine göre daha yüksektir. Finansal hızlandıran yaklaşımı ile birlikte finansman büyüklüğünün ve yapısının (iç-dış) yatırım kararları üzerindeki etkileri ortaya konulmuştur. Buna göre ödünç alıcıların net servet büyüklüğü, yatırımların finansman maliyetini belirleyen bir unsurdur. Dolayısıyla firmaların net servet büyüklüğünü olumlu etkileyen faktörler dış finansman maliyetini düşürüpyatırımlarıarttırırken, olumsuz etkileyen faktörler ise yatırımları azaltmaktadır. Borçluların (firmaların) net serveti ile yatırımlar arasındaki ters yönlü ilişkinin makroekonomik düzeyde iki önemli etkisi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi borçluların net servetinin çevrime paralel bir gelişme göstermesidir. Borçluların ödeme güçlerinin konjonktürün yükselme döneminde artmasına, daralma döneminde azalmasına bağlı olarak dış finansman maliyetlerinde değişimler meydana gelmektedir. Makroekonomik düzeyde etki yaratan ikinci faktör ise ödünç alıcıların net servetini etkileyen sokların reel dalgalanmaların kaynağınıoluşturmasıdır. Bu duruma “Fisher’in borç-deflasyon” ilişkisi örnek gösterilebilir. Buna göre fiyatlar genel seviyesinde beklenmedik düşüşlerin borçluların net servetinde neden olduğu azalma, borçluların dış finansman maliyetini arttırdığından yatırımlar azalmaktadır. Yatırımlarda meydana gelen azalmanın hem toplam talep hem de toplam arz üzerine olumsuz etkileri vardir (Bernake ve Gertler, 1989). Buna göre net servet değişimleri yatırımlar üzerinde bir hızlandıran etkisi yaratmaktadır. Dolayısıyla bilanço yapılarının güçlü olduğu konjonktürün yükselme 21 dönemlerinde yatırım artışları ekonomide ilave genişletici etkiler yaratırken, bilanço yapılarının zayıf olduğu daralma dönemlerinde yatırımazalışlarına bağlı olarak ekonomide ilave daraltıcı etkiler meydana gelmektedir. 2.1.5.2.Kurumsal Görüş Finansal kullanıldığı dolarizasyonun çalışmalarda açıklanmasında dolarizasyon, portföy enflasyon ve tercih modelininin kur volatilitesine dayandırılmıştır (Ize ve Levy-Yeyati 1998, 2003). Buna göre sınırlandırılmamış faiz paritesinin geçerli olduğu varsayımı altında, risk karşıtı yatırımcılar portföy kazançlarının varyansını minimize etmeye yönelirler. Örneğin, enflasyon volatilitesindeki artış ulusal para cinsinden aktiflerin reel geri dönüşlerini etkilediğinde, finansal sistemin dolarizasyonu artmaktadır. Bu teorik yaklaşımın en önemli etkisi enflasyon oranındaki değişimlerin iktisadi birimlerin portföy kararlarında rol oynamaması, iktisadi birimlerin yabancı para taleplerini etkileyen temel değişkenin enflasyon oranının volatilitesi olmasıdır. Enflasyon volatilitesindeki artış expost reel faiz oranlarının öngörülebilirliğini zorlaştırdığından, yükümlülük dolarizasyonunun önemli belirleyicilerindendir. Dolayısıyla enflasyon volatilitesinin düşürülmesi ulusal para cinsinden borçlanma piyasasının gelişimine katkı sağlayacak önemli bir faktördür (Eichengreen 2003a). Benzer bir şekilde reel döviz kuru volatilitesini azaltan kur düzenlemeleri de dolarizasyonu arttırır. Ize ve Levy-Yeyati (1998, 2003)’nin portföy modeli, finansal dolarizasyonu makro ekonomi politikalarıyla ilişkilendiren bir yaklaşımdır. Bu çerçevede uygulanan para ve kur politikaları dolarizasyonu etkileyen faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Iktisadi birimleri bu süreçte yönlendiren temel unsur, para ve kur politikaları ile ilgili bekleyişlerdir. Özellikle kur istikrarının ekonominin temel amacı olarak kabul edildiği ülkelerde, ulusal para cinsinden borçlanma maliyetleri yükseldiğinden, yabancı para cinsinden borçlanma artmaktadır. 22 Özel sektör yükümlülüklerinin parasal bileşimi belirlenirken para politikaları veri alınmaktadır. Kredibilitesi yüksek para politikaları reel sektörü ulusal para cinsinden borçlanmaya yönlendirirken, bilançoların gelecekteki reel değeri ile ilgili belirsizlik oluşturan kredibilitesi düşük para politikaları ise firmalarıyabancı para cinsinden borçlanmaya yönlendirmektedir. Ize ve Levy-Yeyati (1998) ile Ize ve Parrado (2002)’nun çalışmalarında, para politikalarının portföyün parasal bileşimini etkilediği tespit edilmiştir. Buna göre kredibilitesi düşük ve çevrime paralel politikalar yabancı para cinsinden aktiflere olan talebi arttırmaktadır. Ize veParrado’ya (2002) göre para politikalarının neden olduğu portföy etkisi yükümlülük dolarizasyonunu arttırmaktadır. Benzer bir şekilde Jeanne (2003)’in çalışmasında da, para politikalarındaki kredibilite eksikliğinin özel kesim borcunun parasal bileşiminde belirleyici bir rol oynadığı belirtilmektedir. Buna göre yeni gelişen ülke firmalarının uzun vadeli borçlanma aracı ihraç ederek fon taleplerini karşılama olanakları sınırlıdır. Bunun temel nedeni, para politikalarındaki kredibilite eksikliğidir. Para politikalarının öngörülür olmaması firmaları, ulusal para cinsinden borcun gelecekteki reel değeri ile ilgili belirsizliğe yönelttiğinden yükümlülüklerin dolarize olmasına neden olmaktadır. Kredibilite eksikliğinin temel göstergesi merkez bankasının uyguladığı zaman tutarsız politikalara bağlanmaktadır. Kurumsal görüşte kur çıpası yükümlülük dolarizasyonunu hızlandıran bir değişken olarak kabul edilmektedir (De la Torre, 2003). Benzer bir yaklaşımın vurgulandığı çalışmalarda kur istikrarının sağlandığı ülkelerde para birimi uyumsuzluğunun arttığı vurgulanmaktadır (Burnside, 2001; Ize ve Levy-Yeyati 2003; Broda ve Levy-Yeyati 2003; Schneider ve Tornell 2000). Buna göre kur istikrarının sağlanması başka bir deyişle döviz kuru ile ilgili belirsizliklerin azalması, ahlaki risk etkisine neden olarak özel sektörde korunmamış yabancı para cinsinden borç artışlarına neden olmaktadır. Ayrıca kur istikrarının sağlanması sürecinde faiz oranlarının politika aracı olarak kullanımı, faiz oranlarının volatilitesini arttırdığından yatırımcılar yabancı 23 para cinsinden borçlanmaya yönelmektedir (Eichengreen, 2005). Diğer taraftan 1990’li yıllarda yaşanan yeni gelişen ülke krizlerinin oluşumunda, firmaların borçlanma yapısını etkileyen temel faktör olarak görülen sabit kur sisteminin etkilerinin incelendiği çalışmalarda, kur çıpasının kredibilitesi öne çıkarılmaktadır (Jeanne, 2003). Buna göre kur çıpasının kredibilitesi tam olduğunda firma ulusal para cinsinden getirilerini belirlilik altında elde eder ve herhangi bir kur riski ile karsılaşmaz. Firma bu süreçte ulusal para cinsinden borçlanabilir ve taahhütlerini yerine getirebilir. Ancak devalüasyon olasiliginin artması ile birlikte ulusal paraya uygulanan nominal faizlerin yükselmesi, firmanin taahhütlerini yerine getirmesini zorlaştırir. Bu süreçte firma, devalüasyon durumunda taahhütlerini yerine getirmeyi zorlaştıran yabancı para cinsinden borçlanma ile sabit kur sisteminin sürdürülmesi durumunda taahhütlerini yerine getirmeyi zorlaştıran ulusal para cinsinden borçlanma arasında tercih yapmak durumunda kalır. Söz konusu koşullarda firmayı yabancı para insinden borçlanmaya yönlendiren temel faktör, kur sisteminin kredibilite kaybıdır. Krizlerin ahlaki risk çerçevesinde açıklandığı çalışmalarda krizlerin temel sebebi, sabit kur sisteminin sağladığı kur garantileri nedeniyle oluşan kısa vadeli borç stokunun artmasıdır (Frankel ve Rose, 1997; Rodrik ve Velasco 1999). Ahlaki riskin kaynağı borçların geri ödenmeme riskine karşı garanti oluşturan hükümet müdahaleleridir. Borçlular devalüasyon olduğunda hükümet tarafından korunacaklarını öngördüklerinde yabancı para cinsinden borçlanarak karşı karşıya kalacakları riskin tamamini içselleştirmezler. Benzer bir durum kreditörlere (bankalar) tanınan garantiler anlamında da geçerlidir. Kreditörlerin yabancı para cinsinden açtıkları kredilere sağlanan garantiler arttıkça, kredi verme işleminde uğradıkları zararlar telafi edilir. Söz konusu garantiler krediler geri ödenmedigi durumda dahi kreditörlerin zarar görmesini engeller. Bu çerçevede dolarizasyon eğilimi güçlenir (De Nicolo 2003). Dolarizasyon eğilimini güçlendiren diğer bir faktör, bankaların yabancı para cinsinden borçlanmalarıdır. 24 Sabit kur rejiminin geçerli olduğu şartlarda yabancı para cinsinden borçlanmalara uygulanan faiz oranları, ulusal para cinsinden borçlanmalara uygulanan faiz oranlarına göre daha düşüktür. Bu süreçte bankalar kur riskine karşı yeterli koruma önlemi almaksızın, yabancı para cinsinden borçlanmaya yönelmektedir. Başka bir ifadeyle sağlanan garantiler bankaların kur riski yüklenimleri yoluyla kırılganlıklarını arttırmaktadır. Hükümetlerin bu garantiyi sağlamalarının nedeni, firmalara düşük faiz oranlarından işletme sermayesi temin etmektir. Hükümetin bu kaynaktan sağladığı gelir devalüasyon nedeniyle oluşabilecek bankacılık krizlerinin maliyetini aştığı sürece bu politika uygulamasına devam edilmektedir (Mizen ve Pentecost, 1996). Literatürde vurgulanan tüm bu yaklaşımlardan hareket edildiğinde, sabit kur rejimlerinin ekonomilerde finansal kırılganlığı arttırdığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu, kur riskine karşı korundukları görüşüyle hareket eden iktisadi birimlerin davranışı ile açıklanabilen bir durumdur. Bunun dışında iktisadi birimleri, ekonomilerde yabancı para cinsinden borçlanmaya yönlendiren diğer bir faktör, mali açığın büyüklüğü ile ilgilidir. Otoritelerin enflasyonist politikalar uygulayarak ulusal para cinsinden borçların reel değerini düşürme girişimleri, iktisadi birimler tarafından öngörüldüğünde para otoritelerinin enflasyonu düşürme taahhütleri piyasalar tarafından gerçekçi bulunmayacaktır. Para otoritelerinin enflasyonu düşürme taahhütlerine duyulan güvensizlik bir yandan enflasyonist bekleyişleri arttırırken, diğer yandan ulusal faiz oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Söz konusu koşullar altında para otoriteleri ulusal para cinsinden borçlanma aracı ihraç etme konusunda çekimser davranırlar. Bu durumda gerçekleşen kamu borç dolarizasyonu, iktisadi birimlerin uygulanan politikalara duyulan güven eksikliğinin bir sonucudur (Levy-Yeyati, 2006). 25 Buna göre kurumlar finansal dolarizasyonu enflasyon üzerindeki tesirleri vasıtasıyla etkilemektedir. Benzer bir görüş Rajan (2004) tarafından da ortaya atılmıştır. Zayif kurumsal yapıya sahip ülkelerde otoritelerin enflasyonist politikalar uygulamaları, dolarizasyonu arttırmaktadır. Enflasyon oranı yükseldiğinde ulusal para cinsinden yatırım araçlarına daha yüksek risk primi talep edilmektedir. Bu süreçte borçlanma maliyetlerini minimize etme amacında olan iktisadi birimler ise yüksek risk primi nedeniyle ulusal para cinsinden borçlama aracı ihracından uzaklaşırlar. Diğer bir ifadeyle, enflasyon riski yatırım araçlarının dolarizasyonu ile sonuçlanır. 2.1.6. Reel Dolarizasyon Reel dolarizasyon ise, resmi ya da de facto olarak ücret ve fiyatların yabancı paraya endekslenmesidir (Nicolo vd, 2005). Luca ve Petrova (2003) da reel dolarizasyonu, nihai mal ihraç eden ve/veya nihai mal üretiminde ithal aramalları kullanan firmaların getiri ve üretim maliyetlerinin yabancı para cinsinden gerçekleşmesi olarak tanımlamıştır. Ize ve Parrado (2002) ise, ödemeler, finansal ve reel dolarizasyon şeklinde üçlü bir ayrım yapmıştır. Ödemeler dolarizasyonunun literatürde para ikamesi olarak tanındığını; finansal dolarizasyonun ise, yabancı para cinsinden mevduat, kredi ve diğer finansal sözleşmelerin varlığı durumu yanı varlık ikamesi olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıntılı olarak ele aldıkları ise reel dolarizasyondur. Reel dolarizasyon ücret ve fiyatların yabancı paraya endekslenmesidir. 2.1.7. Simetrik ve Asimetrik Dolarizasyon Ekonomik anlamda büyük olan ülkelerde dolarizasyon olgusu simetrik olarak görülmektedir. Diğer bir ifade ile vatandaşlar hem ulusal hem de yabancı para cinsinden varlıklarını saklamaktadır. Fakat ekonomik anlamda gelişmekte olan ülkelerde ise dolarizasyon süreçleri asimetrik olarak yaşanmaktadır. Yani yerliler, ulusal ve yabancı parayı kullanırken, yabancılar ise ulusal parayı kullanmaktadır. Bu 26 ülkelerde kullanılan para birimi genellikle Amerikan doları olup paranın üç farklı fonksiyonu da gözlemlenmektedir. Öncelikle yabancı para birimi, satın alma aracı olarak kullanılır, zaman geçtikçe fiyatlar üzerinde özellikle dayanıklı mallar ve gayrimenkuller yabancı para birimine göre değerlenir ve yabancı para birimi bir alım satım aracı şeklinde kullanım görür. (Yinusa, 2008) 2.2.Dolarizasyonun Nedenleri Dolarizasyon olgusuna yol açan nedenler içerisinde enflasyon karşısında değer yitirme korkusu, faiz ya da vergi oranları farkına bağlı olarak beklenen getirilerin değişmesi ve portföyde çeşitlendirme yapılarak riskin azaltılması gibi nedenler ilk akla gelenlerdir. Ancak literatürde bu nedenler farklı paradigmalara ayrılarak incelenmiş, yazarlar tarafından farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Bu yaklaşımlar da, dolarizasyonun hangi evrede olduğuyla ilgili olarak geliştirilmiştir. 1980’lerde para ikamesinin nedenleri üzerinde durulurken günümüz literatüründe finansal dolarizasyon kavramı üzerinde durulduğu görülmektedir. 2.2.1. Geleneksel Yaklaşımlar Geleneksel yaklaşımlar açısından incelediğimizde ilk olarak Thomas (1985), para ikamesi modeli kullanarak dolarizasyon düzeyinin portföydeki varlıkların görece getirilerine ve risklerine bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Akçay’a (1997) göre ise, para ikamesi modelleri iki farklı yaklaşımla başlamıştır. Bunlardan ilki, Miles (1978), Joines (1985) ve Thomas (1985) tarafından geliştirilen iki aşamalı portföy seçim sürecidir. İlk aşamada kişiler para ve diğer varlıklar arasında servetlerini bölüştürüp ikinci aşamada servetin parasal kısmını paranın türevleri arasında paylaştırmaktadırlar. İkinci yaklaşım ise Cuddington (1983) tarafından geliştirilmiştir. Bu yaklaşımın farkı, kişilerin servetlerini para ve diğer varlıklara arasında eşanlı paylaştırmalarıdır. Yeyati (2006), konuyla ilgili ilk çalışmalarda dolarizasyonun, para ikamesi olarak yorumlandığını, para ikamesine ilişkin standart modelde, yerli ve yabancı 27 paraya ilişkin nominal dengelerin, her bir para biriminin nominal faiz oranının bir fonksiyonu olduğunu belirtmiştir. Enflasyonun, nominal kurda karşılığını bulduğunu ve beklenen enflasyonun para ikamesini artırdığını Yeyati (2006) çalışmasında şu şekilde ifade edilmiştir: 𝑐𝑐 = 𝑓𝑓(𝑖𝑖, 𝑖𝑖 ∗ ) (1) f′1 < 0 𝑣𝑣𝑣𝑣 f′2 > 0 (2) c: Yerli ve yabancı para büyüklüklerin birbirine oranı i: Yerli para faiz oranı i*: Dolar faiz oranı olmak üzere Faiz oranı paritesi varsayımı altında, E(Δe): beklenen develüasyon oranı iken i∗ + E(Δe) (2) c = f(i∗ , E(Δe)) (3) olmaktadır. Ancak bu görüş, 1990 sonrası dolarize ekonomilerde enflasyonun belirgin şekilde düşmesine karşın dolarizasyonun direnç göstermesiyle eleştiri almaya başlamıştır. Fiyat istikrarı sağlansa bile, geçmiş enflasyon, yüksek enflasyon beklentilerini sürdürecek, bir nevi hafızada tutacaktır (Savastano, 1996). Böylelikle, dolarizasyon günümüz enflasyonundan ziyade geçmiş enflasyonun bir sonucu olmaktadır. Morales (2003) de benzer şekilde, Bolivya için dolarizasyonun nedenini, geçmiş hiperenflasyon yaşanan döneme ait verilerin o zamana ait enflasyon verilerine göre daha iyi açıkladığı sonucuna ulaşmıştır. Yeni çalışmalar daha çok finansal dolarizasyon sonucu döviz kuru dalgalanmalarına olan duyarlılığa bağlı ortaya çıkan finansal kırılganlık, para ve kur 28 politikaları üzerindeki hükümet gücünün azalması konuları üzerinde durmaktadır (Ize ve Yeyati, 2003). 2.2.2. Ulusal Para Cinsinden Dış Borçlanamama Literatürde bir ülkenin kendi ulusal parası cinsinden dış borçlanma yapamaması durumu “İlk Günah” olarak adlandırılmaktadır. Zengin ülkelerden, fakir ülkelere daha fazla sermaye akımı olmamasının ve fakir ülkenin sermaye hesaplarını, tüketimi düzenlemek için kullanmada zorlanmasının nedeni dışarıda kendi para birimlerinden borçlanamaması ile açıklanmaktadır. Geniş kapsamlı “İlkGünah” kavramı yerli para cinsinden dış borçlanmanın yapılamaması yanında, yurt içinde uzun vadeli borçlanmada da zorlanılmasıdır. Ancak son çalışmalarda dar kapsamlı olarak yurtdışı borçlanmanın imkansızlığı üzerinde durulduğu görülmektedir. Bu kavram açıklanırken yerleşiklerin yurt içindeki dolarizasyon eğilimleri yerine yurt dışı borçlanmalarında kullandıkları para birimi üzerinde durulmaktadır. Şili, Macaristan, Hindıştan ve Tayland’da yurt içi borçlanma tahvillerini dövize endekslemeden hükümetin uzun süreli borçlanabilmesine karşılık yurt dışı kendi paraları cinsinden borçlanmada bir aşama kaydedemedikleri görülmektedir (Eichengreen vd. 2003). Yurt içi (yerel) dolarizasyonun nedenleri, dış yükümlülük dolarizasyonunun nedenlerinden farklı olmalıdır. Örneğin, süregelen yüksek enflasyonun varlığı yerel dolarizasyona neden olacakken, dış borçlarla ilişkilendirilmemektedir (Reinhart vd, 2003; Honig, 2009). Yerel dolarizasyonun geri döndürülebilirliği söz konusu iken gelişmekte olan ülkelerin dış yükümlülüklerinde “İlk Günah” varlığı nedeniyle dolarizasyon devam etmek zorunda kalmaktadır (Eichengreen vd., 2002, Honig, 2009). Diğer bir ifade ile, ulusal paraları uluslararası rezerv para olarak kabul edilmeyen ülkeler, uluslararası ticaret ve yatırımlarında yabancı para kullanmak zorunda kalmaktadır (D’Arista, 2004). 29 2.2.3. Minimum Varyans Portföyü Ize ve Yeyati (1998), makroekonomik belirsizliklere bağlı olarak kur seçiminin yapıldığı bir portföy modeli geliştirmişlerdir. Bu modelde belirlenen portföy içindeki dolar miktarı, portföyde “olması gereken” dolar miktarını vermektedir. Dolayısıyla modelin belirlediği minimum varyans portföyü, ekonomideki dinamiklere bağlı olarak şekillenmekte ve dolarizasyon için doğal bir kıstas oluşturmaktadır. Minimum varyans portföyü şu şekilde belirlenmektedir (Ize ve Yeyati, 1998): Yerli mevduat sahiplerinin portföyleri üç unsurdan oluşmaktadır: 1. Yerli para cinsinden yurt içinde tutulan mevduat (domestically held home currency deposits (HCD)) 2. Yabancı para cinsinden yurt içinde tutulan mevduat (domestically held foreign currency deposits (FCD)) 3. Yurtdışında sahip olunan yabancı para cinsinden mevduat (cross-border foreign currency deposits (CBD)). Sayılan mevduatların reel getirileri de sırasıyla; rHD, rFD ve rCD’dir. Kur riski dolayısıyla, dolar mevduat ya da krediler, yerli para mevduat ya da kredilerin tam ikamesi değildirler. Ülke riski nedeniyle yurt içinde tutulan mevduatda yurt dışında tutulanların tam ikamesi değildir. μπ, μs ve μc sırasıyla enflasyon, reel döviz kuru ve ülke riskine bağlı sıfırortalamalı hata terimi, varyans kovaryans matrisi Sij ve E beklenen değer operatörüiken: 𝑟𝑟𝐷𝐷𝐻𝐻 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 ) + 𝜇𝜇𝜋𝜋 + 𝜇𝜇𝑐𝑐 𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 ) + 𝜇𝜇𝑠𝑠 + 𝜇𝜇𝑐𝑐 (4) (5) 30 𝑟𝑟𝐷𝐷𝐶𝐶 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷𝐹𝐹 ) + 𝜇𝜇𝑠𝑠 (6) 𝑆𝑆𝑠𝑠𝑠𝑠 = 𝑆𝑆𝜋𝜋𝜋𝜋𝜋𝜋 = 0 (7) 𝑈𝑈𝐷𝐷 = 𝐸𝐸(𝑟𝑟𝐷𝐷 ) − 𝑐𝑐𝐷𝐷 𝑉𝑉𝑉𝑉𝑉𝑉(𝑟𝑟𝐷𝐷 )/2 (8) Mevduat sahiplerinin tercihleri: Dolayısıyla, dolar mevduat oranı olarak kendini gösteren kur seçimi, sadece iç faiz oranları diferansiyellerinin varyansı olarak ölçülen kur riskine bağlı olarak şekillenmektedir. Nominal faizlerin sözleşme süresince sabit kaldığı varsayıldığında, reel getirilerdeki belirsizlik, fiyat ve kur düzeyinin volatilitesinden kaynaklanmaktadır. 𝑅𝑅𝐷𝐷𝐻𝐻 ve𝑅𝑅𝐷𝐷𝐹𝐹 yerli ve yabancı para cinsinden nominal mevduat oranları, π enflasyon oranı, e ve s nominal ve reel kurdaki değişim oranı olmak üzere minimum varyans portföyünün getirdiği dolar düzeyi enflasyon ve reel kurun volatilitelerinin bir fonksiyonu olarak tanımlanabilmektedir. λ∗ = 𝑉𝑉(𝜋𝜋)+Cov(π,s) (9) 𝑉𝑉(𝜋𝜋)+𝑉𝑉(𝑠𝑠)+2Cov(π,s) 𝜆𝜆∗ ,portföyde bulunması gereken Minumum Varyans Portföyü’nün işaret ettiği dolar düzeyini vermektedir. Eşitlikten görüldüğü gibi, portföyde bulunması gereken dolar miktarı enflasyon ve reel kurun varyans ve kovaryansları ile ilişkilidir. Bir başka deyişle, kişilerin dolar tercihi, enflasyon ve reel kurun düzey değerlerinden değil dalgalanmalarından etkilenmektedir. Ize ve Yeyati (1998), MVP’nin gösterdiği dolarizasyon düzeyinin gerçekleşen dolarizasyonu belirlediğini ortaya koymuştur. Mevduat ve kredilerin dolarizasyonu ödünç verilebilir fonlar piyasasında karşılıklı ilişki içersindedir. Bu ilişki MVP çevresinde dengeye ulaşmaktadır. MVP, olması gereken dolarizasyonunun 31 enflasyonun varyansı ile pozitif fakat kurdaki aşınmanın varyansı ile negatif ilişki içersinde olduğunu göstererek makroekonomik politikalar ile bağlantı kurmaktadır. Temel çıkış noktası, kişilerin portföy oluştururken yerli para ve kur dalgalanmalarına bakmaları, enflasyon ve kur riskini minimize edecek belirli ağırlıkları seçmeleridir. Görece dalgalanmaların önemine bağlı olarak, bu yaklaşım, başarılı istikrar programlarının varlığına rağmen yüksek ve kalıcı finansal dolarizasyonun varlığını açıklama şansı vermektedir. Bu programlar döviz kuru şoklarını yok edici politika önerileri içermedikleri takdirde MVP değişmeyecektir (Ize ve Yeyati, 1998). Dolarize ekonomilerde sıklıkla görülen bir başka durum da döviz kuru riski ile geri ödenmeme riskinin arasındaki yüksek korelasyondur. Bu nedenle, reel döviz kuru dalgalanmaları, geri ödenmeme riskinin varlığına bağlı olarak yerli para cinsinden portföylerin görece dalgalanmalarını da etkilemektedir. Böylelikle, her iki yaklaşıma da dayanan bir argüman geliştirilebilir. Özellikle portföy tercihleri, dolar cinsinden varlıkların hedge amaçlı kullanılmasındaki görece çekiciliği modellemeye çerçeve sağlamaktadır. Diğer yandan, reel kur şoklarına bağlı geri ödenmeme senaryosunun ve kurları dikkate almayan düzenlemelerin varlığı bu “görece çekiciliklerin” etkilerini arttırmakta ve MVP’nin dolar kompozisyonuna yeni anlamlar yüklemektedir (Ize ve Yeyati, 1998). Bu tartışmaların odağında birbiriyle çelişen iki temel nokta bulunmaktadır: Enflasyon hedeflemesi ve kurun dalgalanma korkusu. Birincisinin etkin şekilde uygulanması finansal dolarizasyonu azaltabilir. Dalgalanma korkusu ise, dolar varlıkları daha çekici hale getirerek ters yönde etkide bulunabilir. Pek çok çalışmada dolarizasyonun nedenlerini açıklayıcı farklı teoriler geliştirilmiş olsa da ana faktörün yerli paradaki beklenilen değer kaybının olduğu açıktır. Yüksek düzeyde döviz açık pozisyonu pek çok ülkenin finansal istikrarsızlığına neden olarak gösterilmektedir. Makroekonomik kırılganlıklar, varlık 32 ve yükümlülükler arasındaki vade uyumsuzlukları, sermaye yapısı uyumsuzlukları(borç ve özsermaye) ve kredi riski ortaya çıkartan zayıf varlık kalitesi içinde kendinigösterebilir. Bu etkenlerin yaratacağı sıkıntılara karşı önlem almak kuşkusuz politikayapıcıların temel amaçlarındandır. Alınacak önlemlerin etkinliği için ise, dolarizasyonu ortaya çıkartan temel faktörlerin bilinmesi gerekmektedir. İze ve Yeyati (2003) Arjantin, Bolivya, Peru, Meksika ve Uruguay’ı inceledikleri çalışmalarında MVP ile belirlenen dolar oranının gerçekleşen dolarizasyonu iyi derecede tahmin ettiğini ortaya koymuşlardır. Buna göre, serbest dalgalanan kur rejimi ile birlikte uygulanan enflasyon hedeflemesinin fiyatların volatilitesine oranla reel kur dalgalanmasını arttırarak finansal dolarizasyonun azalmasına yol açacağını belirtmişlerdir. Şekil 1.2: Portföy Varyansının Optimal Düzeyi Kaynak: Inter-American Development Bank, 2004, ‘Unlocking Credit: The Quest For Deep And Stable Bank Lending Şekil 1.2’de görüldüğü gibi, dolarizasyonu kısıtlamanın finansal gelişmeye etkisinin optimal portföyde yalnızca yerli para varlıklara hareket etmenin getirdiği daha fazla varyans ile açıklanmaya çalışılmıştır. Buradaki kayıp, enflasyonun varyansı ile MVP’nin işaret ettiği varyans arasındaki farktır. Finansal gelişme 33 üzerinde dolarizasyon kısıtlamasının etkisi, mevduat sahiplerinin optimum portföyden sadece yerli para cinsi varlıklara ne kadar kayacağına, başka deyişle daha yüksek varyansa sahip olacaklarına bağlıdır. Eğer dolar borç oranı sıfır ise, portföy getirisinin varyansı enflasyon varyansına eşit olur. Dolar borç oranı arttıkça belli bir düzeye kadar portföy varyansı düşer ki o düzey MVP’dir. Eğer dolarizasyon kısıtlanırsa bu durumda portföyden dolar oranının azaldığı derecede portföyün varyansı artacaktır. Dolayısıyla fiyat belirsizliklerinin olduğu durumda dolarizasyon, borç alanlar ve verenler arasında optimal risk dağılımını sağlamaktadır. Dolarizasyonoranının fazla olması durumunda da risk artar, şekilden de görüldüğü üzere varyans kaybı artar. Böylelikle hükümet garantilerinin, kamunun çeşitli riskleri üstlenmesinin riskin optimal dağılımını bozmaktadır. Aynı şekilde, borç verenlerin portföy tercihlerine limit koyarak dolarizasyonu kısıtlamak da kredilerin reel getirilerinin varyansını arttırarak finansal sektörün gelişimine ket vurmaktadır. Eğer ki dolar kredilerin getirisinin yerli para kredi getirilerine göre artacağı bekleniyorsa kredi verenlerin portföyünde daha fazla dolar bulunur. Borç alanlar ise tam aksi yönde, dolar görece pahalanacağından portföylerindeki payını azaltırlar. Şekil 1.3: Fon Piyasasında MVP Kaynak: Inter-American Development Bank, 2004, ‘Unlocking Credit: The Quest For Deep And Stable Bank Lending 34 Eğer faiz oranı farkının (spread) sıfır olması beklentisi var ise, borcun optimal oranı sadece enflasyon ve reel döviz kurunun görece varyanslarına göre belirlenir. Bu da Şekil 1.3’teki MVP düzeyidir. Borç alan ve veren aynı tercihlere, dolayısıyla aynı MVP’ye sahip olur ve denge MVP’sinde fon arz ve talebinde dengesizlik olmaz böylelikle pazar temizlenir. Bundan dolayı MVP, olması gereken dolarizasyon düzeyi için ölçüt oluşturmakta ve makroekonomik denge ile bağlantı kurmaktadır. Olması gereken dolarizasyon, enflasyonun varyansı ile pozitif fakat kurun varyansı ile negatif ilişki içerisindedir. Şekil 1.4: Enflasyon Artışının Etkisi Kaynak: Inter-American Development Bank, 2004, ‘Unlocking Credit: The Quest For Deep And Stable Bank Lending Şekil 1.4’te görüldüğü gibi herşey sabitken enflasyonun varyansındaki artış eğrileri sağa kaydırır, denge MVP düzeyi de değişir. Yerli para krediler riskli hale geleceğinden tercihler güvenli dolar kredilerden yana kullanılır. Fiyatlardaki belirsizliğe karşı bir güvence vermesinden dolayı, parasal istikrarsızlık içindeki ülkelerde dolarizasyonu kısıtlayıcı müdahaleler mevduatların ülke dışına çıkmasına ve finansal aracıların azalmasına neden olabilir. Kur uyumsuzluğundan kaynaklanan potansiyel tehlikeler ile küçük yerel yatırımcıların sistemde yaratacağı maliyet yüklerinin dengesi dedolarizasyon tartışmalarındaki temel noktadır. 35 Riskten kaçınmanın olmadığı durumda yatırımcılar ve borç alanlar için sadece beklenen getiriler önemlidir. Yatırımcı riskten kaçınmıyor ise getirisini en düşük risk ile en yüksek düzeye çıkaran portföyü tercih edecektir. Portföy tercihi MVP’nin belirlediği dolar cinsinden varlıkların oranı kadar olacaktır. Bu düzey de λ∗ ’ dır. Denge durumu λ*’dan farklı bir noktada oluşmuş, diğer bir deyişle gerçekleşen dolarizasyon MVP’den farklılaşmış ise kredi ve mevduat dolarizasyonları faiz değişikliklerine farklı cevaplar vereceklerdir. Şöyle ki, yerli paranın lehine faizlerde bir değişim olursa yerli para mevduatlar yabancı para mevduatlara göre, dolar krediler de yerli para kredilere göre daha cazip hale gelmektedir. Dolayısıyla mevduat dolarizasyonu MVP’nin altına düşerken kredi dolarizasyonu MVP’nin üzerine çıkmaktadır. Faiz farkları haricinde MVP’den sapmalar başka nedenlerden de kaynaklanmaktadır. Hükümetler makroekonomik politika değişiklikleri yaparak, portföy dağılımlarının altında yatan belirsizlik ve dalgalanmaları değiştirebilmektedir (Yeyati ve Ize, 2003). Dışsal bir şok sonucu kurda büyük bir devalüasyon olduğunda bu durum genelde çıktı düzeyinde de büyük bir düşüşle beraber gerçekleşmektedir. Reel gelirlerin düştüğü bir ortamda, yüksek getiri oranına sahipse dolar, mevduat sahipleri için güvenli bir liman olacaktır (Nicolo vd., 2003). Böylelikle MVP’nin çok ötesinde bir dolarizasyon gerçekleşebilmektedir. λ∗ , enflasyon volatilitesi ile yükselip reel döviz kurunun volatilitesi ile düşmesinden dolayı enflasyon hedeflemesi ve dalgalı kur politikası düşük dolarizasyon düzeyini getirmektedir. Ancak enflasyonu düşürürken uygulanan kur politikası daha hızlı bir stabiliteyi getirmekteyse dolarizasyon sürecinin tersine çevrilmesi başarısız olur. Parasal kontrolün kaybedilmesiyle döviz krizinin birlikte oluşması gibi, parasal kontrolün hükümetçe tekrar düzeltilmesiyle birlikte reel döviz kurunda da bir denge durumu söz konusu olmaktadır. Dahası, otoriteler para politikalarının düzenlenebilmesi için kurun denge bozucu etkilerinden arınabilmek 36 amacıyla kur hedeflemesine gidebilmektedirler. Latin Amerika ülkeleri, istikrar dönemleri sonrası enflasyon volatilitesindeki düşüşün yararlarının reel kurdaki düşüş sonucu silinmesinin iyi birer örnekleridir. Tablo 1.2’de enflasyondaki düşüşe rağmen dolarizasyonun düşmediği ülkeler sunulmuştur. Tablo 1.2: Enflasyon ve MVP Arasındaki İlişki Kaynak: Ize,A., Yeyati,E.L., 2003, ‘Financial Dollarızation’, Journal of International Economics. Tablo 1.2’den görüleceği gibi enflasyon düşmesine rağmen finansal dolarizasyon MVP’ ye bağlı olarak yüksek seyretmeye devam etmektedir. Bu da para ikamesi görüşünün sunduğu enflasyon nominal değerinin dolarizasyon üzerindeki etkisi görüşünü çürütmektedir. Morales (2003), Bolivya’daki MVP ölçümlerinde, enflasyon olmayan son 10 yıla göre hiperenflasyona ilişkin eski verilere ait dönemlerin analize dahil edilmesiyle, mevcut dolarizasyon düzeylerinin daha iyi tahmin edildiğini ortaya koymuştur. Rennhack ve Nozaki (2006) dedolarizasyonun , enflasyon belirsizliğine karşı geliştirilen rasyonel bir tepki olduğunu belirtmiştir. Sermaye akımları, vergi politikaları ve kamu borçlanması da gerçekleşen dolarizasyon ile MVP’nin farklı olmasına yol açmaktadır. Sermaye akımları ve kamu borçlanmasının dolarizasyon üzerindeki etkisi dolarizasyonun çeşidine göre farklılaşmaktadır. Para politikasına 37 bağımlı ya da bağımsız olarak sermaye akımları, dolar bolluğu yaratarak kredi dolarizasyonunu artırırken yerli para cinsinden faizlerin artmasıyla mevduat dolarizasyonunu düşürür. Dolayısıyla mevduat dolarizasyonundaki azalış her zaman risk algısındaki farklılaşmadan kaynaklanmayabilir. Kamunun borçlanmasını dolarizasyonu düşürme amaçlı yerli paraya kaydırması, banka bilançolarının simetrik yapısı nedeniyle başarısız olacaktır. Yerli para faiz oranlarının dolara görece artması, mevduat dolarizasyonunu düşürürken, kredi dolarizasyonunu artırır. Yerli para varlıklar üzerindeki verginin düşürülmesi banka bilançosunun her iki yanındaki dolar varlıkları düşürücü etki yapar ancak yurt dışı faiz oranları daha cazip hale gelerek sermaye çıkışları başlar ve finansal aracılık azalır. Aynı etkiler dolar mevduat ve kredilerin yasaklanmasıyla da ortaya çıkabilir. Meksika(1982), Peru (1985) ve Bolivya (1982)‘de dolar varlıkların yerli paraya zorunlu dönüşümü aynı sonuçları vermiştir. Aksine, yerli para üzerindeki verginin veya faiz oranlarındaki tavanın kaldırılması, her iki dolarizasyonu düşürürken finansal aracılığı da artırıcı etki yapmaktadır (Morales, 2003). 2.2.4. Yeni Yaklaşımlar İze ve Yeyati (2005), finansal dolarizasyon literatürünü üç paradigmaya ayırmaktadır: Portföy seçim yaklaşımı, kredi riski ve finansal çevre. Portföy seçim yaklaşımına göre, finansal dolarizasyon, kişilerin portföy getirilerinin varyansını minimize ettikleri portföy tercihlerinin bir sonucudur. Bu yaklaşımda, yerli para cinsinden varlıkların getirileri yerel enflasyona bağlı olarak, dolar varlıkların getirileri ise reel döviz kuru riskine bağlı olarak belirsizdir. Kredi riski yaklaşımında dolarizasyon, risk nötr iktisadi birimlerin ahlaki çöküntü ve asimetrik bilgi ile artan geri ödememe riski karşısında takındıkları tutum sonucu ortaya çıkmaktadır. 38 Üçüncü yaklaşımda ise finansal dolarizasyon, yerli pazar ve yasal eksikliklerin sonucunda oluşmaktadır. Yatırımcı ve hanehalkı sektörleri portföy seçim yaklaşımına göre mevduatlarını değerlendirirken, risk nötr firmalar borçlanmalarını ikinci yaklaşıma göre şekillendirmektedirler. Dolayısıyla bu yaklaşım, mevduat ve kredi dolarizasyonun nedenlerini farklı açıklamaktadır. Yatırımcı ve firmaların farklı tutumları da bankaların sadece iki grup arasında aracı olduğunu, son çıktı üzerinde etkisi olmadığını ve faizlerin iki grup arasındaki etkileşimin sonucu olduğunu ortaya koymaktadır (Ize, 2005). Broda ve Yeyati (2003), finansal dolarizasyonun nedenlerini anlamak için iki yaklaşım geliştirmiştir. İlk yaklaşım düzenleyici otoritenin altını çizmektedir Eğer, mevduat garantisi altında, yüksek mevduat garanti oranı var ve dolar mevduata karşı herhangi bir farklı uygulama yok ise, bankacılık sistemi döviz kuru riskini fiyatlama kararlarını içselleştiremeyecektir ve yanlış fiyatlama yapacaktır. Döviz kuru riski ile bankaların ödeme gücü arasındaki korelasyonun yüksek olduğu bir ekonomik çevrede, ki bu durum yükümlülükleri dolarize olmuş ekonomilerde belirgindir, bankalar yerli para mevduat karşısında yüksek maliyet taşıyan dolar mevduatın maliyetini yüklenmede yerli paranın değer kaybı durumunda zorlukla karşılaşacaklardır. Risk nötr mudiler, yerli para-dolar faiz farkı talep ettikçe fonları dolar cinsinden dağıtmak bankalar açısından daha karlı olacaktır bu da mevduat dolarizasyonunu destekleyecektir. Bu durum, kurlar arası ayrımı imkansızlaştıran mevduat sigortası garantisi arttıkça daha da güçlenecektir. Mevduat sigortası, kapsama alınan dolar mevduatın oranı yükseldikçe yatırımcıların talep ettiği yerli para-dolar faiz farkını genişletecek ancak bankalar hala kötü senaryoda dolar fonlamanın yüksek maliyetini içselleştiremiyor olacaklardır. Aslında, mevduat garanti fonunca sağlanan açık garanti, hükümetin sistematik riskten korunmak için sağladığı örtülü garantidir. Bu argüman açıkça hükümetin, finansal krizlerden korunmak için borç yapılandırma ve sermaye güçlendirme programları aracılığıyla mutlaka ekonomiye müdahale edeceği düşüncesine dayanmaktadır. 39 Ayrıca, bilançonun diğer yanında örtülü veya açık mevduat sigortasının varlığı, finansal aracıların yerli para cinsinden projelerde tüm kur riskini kreditörlere aktarmalarından kaçınmayı teşvik etmektedir. Bu durum, banka ve firmaların bilançolarındaki kur uyumsuzluklarını arttırmakta ve döviz kuru riski ile ödenmeme riski arasındaki korelasyonu yükseltmektedir. Sonuç olarak, bankalar dolar fonlamanın maliyetlerini yüklenmede isteksiz davranacaklarından mudiler açısından dolar varlıklar daha cazip hale gelecektir. Dolarizasyonun nedenlerini inceleyen ikinci yaklaşım portföy yaklaşımıdır.Bu yaklaşıma göre, finansal dolarizasyonun anahtar elementi enflasyon ile paranın reel değer kaybındaki görece dalgalanmadır. Ize ve Yeyati’nin (1998) varlık ikame modeli kullanarak geliştirdikleri minimum varyansı sağlayan portföy, mevduat ve kredi dolarizasyonunun derecesini tahmin etmektedir. Bu portföy, enflasyon ve paranın reel değer kaybındaki dalgalanmalarının bir fonksiyonudur. Böylelikle MVP, finansal dolarizasyonun derecesini ölçmede ve politika kararlarından etkilenen makro ekonomik değişkenlerle ilişkilendirmede doğal kıstas olmaktadır. Barajas ve Morales (2003), dolarizasyonun nedenleri üç grup altında toplamışlardır. Bunlar; finansal gelişmişlik, makro ve bankacılıkla ilişkili açıklamalardır. Finansal gelişmişlik açıklamalarında, finansal piyasaların düşük derecede gelişmişliği ve eksik rekabet yapısı borçlananların daha fazla yabancı para kredi talebine neden olmaktadır. Ekonomik birimlerin dolar borçlanma eğiliminin, yerli finansal piyasaların gelişmemişliği sonucu oluştuğu ileri sürülmüştür. Cabellero ve Krishnamurthy (2000) de yerli finansal piyasaların gelişmemişliği durumunda ekonomik birimlerin dolar kredilere yöneldiklerini göstermiştir. Bir firmanın yerli para cinsinden borçlanması bir ‘put-option’ satın alması ile aynı karakterdedir. Kötü durum senaryosu gerçekleştiğinde yanı büyük bir 40 devalüasyon olduğunda, yerli para cinsinden aynı miktar borç ödenir. Firmanın ödediği opsiyon primi, yerli para ile yabancı para cinsinden borçlanma arasındaki faiz oranı farkıdır. Yerli finansal kısıtlar sonucu primin düşük değerlenmesi, neden dolar cinsinden borçlanıldığını açıklamaktadır. Bu şekilde borçlanmanın boyutu finansal gelişmişliğin derecesi ile ilişkilidir. Makro ilişkili açıklamalar, ahlaki çöküntüden kaynaklanan pazar ya da borçlananların kararlarını etkileyen kredibilite eksikliklerine dayanmaktadır. Burnside vd. (1999), döviz kurunun sabitlenmesinin, dolar borçlananlara açık sigorta sunarak ahlaki çöküntü oluşturduğunu göstermişlerdir. Hükümetlerin yerli şirketlerin finansal sıkıntıdan kurtulmalarını sağlamaya yönelik işlemleri ile örtülü sigorta oluşmaktadır. Hükümet garantisinin varlığı, devalüasyona karşı kur riskini hedge etme gerekliliğini elimine etmekte ve bankaları kur açık pozisyonlarını büyütme konusunda cesaretlendirmektedir. Daha fazla kazanabilmek için açık pozisyonları büyürken, kredilerin kalitesinde bir düşüş yaşanmaktadır. Jeanne (2002), yerli paranın kredibilitesinin olmayışının yerli firmaları yabancı para cinsinden borçlanmaya ittiğini, bunun da borcu geri ödeyememe durumunda büyük kayıplara yol açtığını göstermiştir. Bankacılıkla ilişkili açıklamalar, bankaların optimizasyon çerçevesini kullanarak varlık ve yükümlülüklerin dolar cinsinden tutulduğunu açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu açıklamaların temeli, Ize ve Yeyati’nin (1998) kur seçiminin banka bilançolarının her iki tarafınca belirlendiği finansal varlıklar değerleme modeli (capital assets pricing model, CAPM) üzerine inşa edilmiş varlık ikame modelidir. Bu modele göre, tam rekabetin ve aracılık maliyetlerinin olmadığı durumda kar maksimizasyonu için bankalar, mevduat ve kredi dolarizasyon derecesini belirleyen MVP düzeyini gerçekleştirmelidir. Minimum varyans portföyünce belirlenen dolarizasyon düzeyi, enflasyon ve reel döviz kuru değişimlerinin görece volatilitelerine bağlıdır. Döviz kuru varyansındaki artış, dolar varlıkların hedging yararlarını azalttığı için dolarizasyonu düşürücü etki yapmaktadır. Kredi ve mevduat 41 dolarizasyonundaki farklılıklar, sermaye girişlerinden, vergilendirme ve mevzuattan kaynaklanmaktadır. Barajas ve Morales(2003), Morales (2003), Yeyati (2006), Ize ve Yeyati (2005), Nicolo vd. (2003), Cowan (2006), Bacha vd. (2007), Honig (2009) MVP’yi ölçüm aracı olarak kullanan çalışmalardan bazılarıdır. Catao ve Terrones (2000)’e göre dolar krediler, devalüasyon riski yükseldikçe, yabancı para faiz oranları düştükçe ve karşılıklı ticaret imkanları arttıkça, bankalar için daha çekici hale gelmektedir. Yönünü ve büyüklüğünü tam tahmin etmek güç olsa da dolarizasyonu belirleyen unsurların dolarizasyonun başlangıç düzeyi, kredi pazar yapısı, geri dönen kredilerin oranı ve aracılık maliyetleri olduğu belirtilmiştir. Eğer tüm riskler uygun şekilde faiz oranları içinde fiyatlandırılırsa dolar cinsinden ‘fazla’ borçlanma, hedge edilmiş olsun olmasın, endişeye yer bırakmamaktadır. Catao ve Terrones (2000) için gelişmiş piyasalarda dahi kur dalgalanmasının, zamanlamasının ve büyüklüğünün tahmin edilmesinin zorluğuna rağmen kur belirsizliği tek başına dolarizasyon aleyhinde veya tarafında tavır göstermeye yeterli değildir. 2.3.Dolarizasyonun Ekonomiye Etkileri Dolarizasyon, ortaya çıktığı ülkenin makroekonomik koşullarına göre farklı etkilere yol açmaktadır. Dolarizasyon, gelişmekte olan ekonomilerde enflasyon nedeniyle yerli paranın sürekli değer yitirerek portföy düzenlemelerinin yabancı para birimi lehine değişmesi ile, gelişmiş ülkelerde ise entegrasyona bağlı olarak mevcut araçların şekillenmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerin gelişmiş finans piyasaları düzenlemeleriyle birbirinin alternatifi pekçok finansal varlık oluşturmuştur ki bunlar da paranın ikamesidir, para tanımı flulaşmıştır. Gresham yasasına göre kötü para iyi parayı dolaşımdan kovarken günümüzde tersi geçerli olmaktadır. Yüksek enflasyona maruz kalmış ülke parası yerine daha istikrarlı bir para biriminin kullanılması uluslararası finansal ilişkilerde rasyonel bir 42 davranış olarak görülmeye başlanmıştır. Başlangıçta düşük güvene sahip ülke parası, rezerv para olarak adlandırılan paralara yönelik talebin artmasına yol açmaktadır. Yerli para üzerinden yüksek kazançların elde edilmesine olanak sağlayan bir ortam yaratılması, yurt içi ve dışına çıkışları özendirerek rezerv para birikimlerini artırır. Bu durum ise Gresham Yasası olarak adlandırılan oluşumun tersine dönmesi ve yeni ekonomik sistemin oluşumuna ortam yaratması demektir (Mourmouas ve Russel, 2000). 2.3.1. Dolarizasyonun Ekonomiye Olumlu Etkileri Yaşanan krizler sonrası dolarizasyonun zararları üzerinde durulduğundan yararları genelde göz ardı edilmiştir ancak pek çok dolarizasyon taraftarı da bulunmaktadır. Dolarizasyonun ekonomiye taşıdığı riskler kadar faydaları da literatürde tartışılmakta olduğundan bir karşıtlık veya taraftarlıktan söz edilebilmektedir. Karşı olanlar finansal kırılganlığın getirdiği sonuçlar, kur uyumsuzluğunun ters bilanço etkisi nedeniyle krizlere yol açması ve senyoraj gelirlerinin kaybı üzerinde dururken taraf olanlar finansal derinleşmeyi sağlaması ve dolarizasyon sürecinin globalizasyonun doğal bir sonucu olduğu üzerine vurgu yapmaktadırlar. Özellikle tam dolarizasyona geçiş ya da para kurulu uygulamasını savunanlar konuyla ilgili pek çok neden ortaya koymaktadırlar. Tam dolarizasyon, döviz ve ödemeler bilançosu krizlerinden kaçınmayı mümkün hale getirebilmektedir. Ulusal para olmadığında hızlı bir değer kaybı olasılığı olmadığı gibi, devalüasyon korkusunun motive ettiği ani sermaye kaçışları da bertaraf edilmektedir. Dolarizasyon ayrıca, düşük işlem maliyetleri ile desteklenen, Amerika Birleşik Devletleri ve global ekonomi ile daha yakın entegrasyon ve dolar cinsinden fiyat istikrarının sağlanması gibi faydalar da sağlamaktadır. Üstelik enflasyonist finansman olasılığı kesinlikle göz ardı edilirse dolarizasyon, kurumları güçlendirebilmekte ve yatırımları arttırabilmektedir (Berg ve Borensztein, 2000). 43 Chang’a göre (2000), dolarizasyonun temel iki yararı, ülkenin yabancı para kredi maliyetlerini azaltması ve hükümet politikalarının güvenirliğini artırmasıdır. Ancak bu yararların getirdiği maliyetlerine değip değmeyeceğinin cevabı net değildir. Arteta’ya (2003) göre ise, dolar mevduat ve kredilerin varlığı, geçmişte yüksek istikrarsızlık ortamında bulunmuş finansal aracılara yardımcı olmakta ve demonatize 2 olmalarını engellemektedir. Makroekonomik istikrarsızlık yaşayan ülkelerde dolar hesaplara izin verilmez ise mevduat sahipleri, tasarruflarını yerli bankacılık sisteminde tutmaya yanaşmayacaklardır. Bu durumda bankaların kredi arzı da düşecektir. Bu bağlamda, finansal dolarizasyon ile finansal sıkıntı zamanlarında mevduat ve kredi arzına müdahaleler azaltılabilmektedir. İkinci olarak finansal dolarizasyon, krizlerin toplam çıktı üzerindeki etkisini azaltabilmektedir. Mevduatın çoğunlukla yerli para cinsinden olması durumunda kurların yukarı hareket etmesi, yatırımcıları ciddi etkileyecektir. Tersine, mevduatın dolar cinsinden olması durumunda ve bankacılık krizlerini önleyici etkenlerin varlığında hanehalkı geliri ve dolayısıyla tüketimi üzerinde krizin daha az bir etkisi olacaktır. Benzer şekilde kredi dolarizasyonu, kur riskinin istikrar kazandırıcı şekilde dağıtılmasını sağlamaktadır. Dolar krediler, kur riskinin bankalardan firmalara aktarılmasına, böylelikle firmaların risk yönetim becerilerinin ve hedging faaliyetlerinin gelişmesine neden olmaktadır. Ancak bankalar, çoğunlukla gelirleri dolar cinsinden olan kredi değerliği yüksek firmalara dolar kredi vermeye yoğunlaşırlarsa da geri ödenmeme riski var olmaya devam edecektir. Finansal dolarizasyon, uluslararası sermaye piyasalarına entegrasyon ve daha fazla finansal enstrüman olanağı sunarak aracılık faaliyetlerinde etkinliği arttıracaktır. Uluslararası sermaye piyasalarına daha fazla entegrasyon, aynı zamanda bankaların finansal sıkıntı durumlarında, aksaklıkları hafifletebilmede hayati değeri geliştirmektedir (Arteta, 2003). Paranın dolaşımdan ayrılması, çekilmesi 2 44 olan yönetim becerilerini de Mendoza (2001), Meksika verilerinin analizinden elde edilen sonuçlarda, politika belirsizliğinin giderilmesinin gelir üzerinde olumlu etkisi bulunmuş ve bu sonuçlar üzerinde, yükümlülük dolarizasyonun anahtar rol üstlendiği belirtilmiştir. Analiz sonuçlarına göre dolarizasyonun gelişmekte olan ekonomilere sağladığı iki büyük fayda bulunmaktadır. İlki, dolarizasyonun, ülke içinde uygulanan istikrar politikalarının kredibilite eksikliğinden kaynaklanan fiyat ve gelir bozukluklarını engellemesi, diğeri ise bilgi ve kurumsal fraksiyonlara ayrılmayı azaltarak finansal piyasaların etkinliğine katkı sağlamasıdır. 2.3.2. Dolarizasyonun Ekonomiye Olumsuz Etkileri Dolarizasyon, genelde ülkedeki ekonomik birimlerin yüksek enflasyon ortamında ulusal paranın değer kaybından korunmak amacıyla, ulusal para yerine yabancı para cinsi mali varlıkları tercih etmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Dolarizasyonun makroekonomik belirsizlikten ya da finansal entegrasyondan kaynaklandığı düşünülmekte ancak oluşturduğu sıkıntılar nedeniyle de ekonomideki kırılganlıkların kaynağı olmaktadır. Hükümetin, bankacılık sisteminin, diğer finansal kurumların ve bankacılık dışı özel kesimin bilanço uyumsuzlukları, dolarizasyonun getirdiği ekonomik sıkıntıların temelini oluşturmaktadır. Dolarizasyonun boyutunun tam olarak ölçülememesi de finansal sisteme yönelik öngörüleri zorlaştırmaktadır. Ülkelerin ne derece dolarize olduklarının bulunmasının önündeki en büyük engel dolaşımdaki yabancı para miktarının bilinmemesidir. Varlık ve para ikameleri, geçmiş enflasyon düzeyi ve devalüasyonlardan etkilenmektedir. Kısmi dolarizasyon arttığında, efektif para arzı yerli para arzından daha geniş olmakta ve para otoritelerince daha zor kontrol edilebilir olmaktadır. Dolarizasyon, sadece yerli para politikasını daha az etkin yapmamakta aynı zamanda aktif kur müdahalelerini daha tehlikeli hale getirmekte ve mali sonuçlar da doğurmaktadır. Yabancı para değişimler, vergiden kaçınmanın maliyetlerini azaltıp kayıt dışı ekonomiyi geliştirmektedir (Feige ve Dean, 2002). 45 Dolarizasyon sürecinin ekonomiye olumsuz etkileri, para politikalarının kontrolünün zorlaşması, verilen dolar kredilerin geri ödenmeme riskinin oluşması, sektörel kur uyumsuzluklarının varlığının tüm ekonomiye bulaşabilme ihtimali ve finansal kırılganlığın artarak finansal krizlere uygun bir ortamın oluşması olarak tanımlanabilmektedir. 2.3.3. Para Politikalarının Kontrolde Tutulamaması Bir ülkenin bağımsız para politikasının temel faktörü ulusal parasıdır. Ancak para otoritelerinin açık ekonomilerde kişileri tek bir para birimi kullanmaya zorlamaya güçleri yetmemektedir. Geleneksel olarak dolarizasyonun temel nedeni, ulusal paranın devalüasyonu ve buna bağlı enflasyondur. Ulusal para değer yitirdikçe kişiler bir ikamesini aramaya başlarlar. Bu ikame değerli eşyalar, metaller de olabilir ancak en yaygını diğer ülkelerin durağan para birimleridir. Bir başka deyişle, ulusal paranın satın alma gücü yabancı paraya görece düştükçe finansal işlemlerde yabancı paranın payı artma eğilimi göstermektedir. Makroekonomik açıdan bakıldığında dolarizasyonun varlığı, hedeflerin uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Yabancı bir para birimi, ekonomik sisteme dışsal bir değişken olarak girdiği için politika düzenleyicilerin doğrudan yetki alanı dışında kalmaktadır. Para otoriteleri, ulusal para güçlü bir şekilde varlığını koruduğu müddetçe reel sektöre yönelik uygulamalar yapabilme olanağını elinde bulundurmaktadır. Dolarizasyon yerli parayı yabancı parayla değiştirerek para otoritesinin elinden aldığı bu gücü yabancı bir otoriteye devretmektedir. Yabancı otorite de aldığı kararlarda o ülkenin ve yerleşiklerinin refah açısından faydasını gözetmeme lüksüne sahip olabilmektedir (Mendoza, 2001). 46 2.3.4. Geri Ödenmeme Riski Oluşturması 1989 yılında Türkiye’de döviz işlemleri ve sermaye hareketleri serbest bırakılmıştır. Döviz ve dövize endeksli kredilerin hukuki düzeni ‘Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar’ın 17. maddesince düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, döviz kredisi kullanma yetkisi, kazancı döviz cinsinden olan firmalar ile sınırlandırılmış, kazancı döviz cinsinden olmayanlara ise dövize endeksli kredi kullanma imkanı oluşturulmuştur. 16 Haziran 2009 tarihinde yapılan değişiklik ile döviz geliri olmayan firma ve kişilere de dolar kredisi kullanma hakkı tanınmıştır. Dolar kredilere özel önem verilmesinin nedeni dolar kredilerin örtülü olarak farklı riskler taşımasıdır. Döviz kurundaki bir sıçrama doğrudan kredilerin reel değerini etkilemektedir.Özel kesimin aldığı kredileri geri ödeyememe durumu bankacılık sistemine deyansımakta, bankaların aktif pasiflerinin uyumsuzluğu kendilerini krizesürüklemektedir. Literatürde döviz kurları ve bankacılık krizlerinin bir aradayaşanması, çifte krizler olarak adlandırılmaktadır. Bankalara uygulanan sıkıdüzenleyici kontrollerin, özellikle açık kur pozisyonları ile ilgili olarak, raporedilmeyen türev işlemleri nedeniyle etkin olamadığı gözlemlenmektedir. Yurt içidolar yükümlülükleri yüksek olan bankalar yabancı para pozisyonlarını dolar kredi vererek ya da yurtdışında dolar varlık edinerek dengelemektedirler. Karlılıklarını ve risk düzeylerini koruyabilmek yurt içi kredi vermeyi, kredi riski yaratmamak adına bankalar belli bir noktada son vermelidir. Sistematik risk, mudilerin bankaların bir döviz krizi çıkması durumunda yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini düşünmeleri nedeniyle, yerli bankacılık sistemindeki dolar mevduatların risk primlerini yükseltecektir. Bu durum yerli bankalarda mevduat şeklinde tutulan ‘yerli dolarlar’ için geçerlidir. Döviz kurununaşırı yükselmesi karşısında varlık fiyatlandırma ayarlamaları mümkün değilse ve likit dolar yükümlülükler dışarıdaki likit dolar varlıklarla desteklenmemişse sürdürülebilir konvertibilite imkansızlaşır. Bunun yanı sıra likit 47 dolar rezervleri de tükenmiş olursamerkez bankasının likidite desteği gerekebilir. Dalgalı döviz kuru rejimlerinde merkez bankaları, yerli para cinsinden likit desteği bankalardan dolar mevduatın bozdurulması sırasında sağlayabilir. Ancak sabit bir kurdan çevrim yok ise bu desteğin döviz kuru üzerindeki etkisi durumu şiddetlendirici olabilmektedir. Dolayısıyla, kredilerin geri ödenmeme riskine karşılık Türkiye’deki yasal düzenlemeler gereği bankaların yurt içi teşkilatları 2009 Haziran’a kadar ancak döviz kazandırıcı faaliyetleri bulunan şirketlere döviz kredışı kullandırabilmiştir. 2.3.5. Sektörel Kur Uyumsuzlukları Reinhart vd. (2003), yükümlülük dolarizasyonunun, özel sektör ve kamunun yabancı para cinsinden borçlanarak gelişmekte olan ülke piyasalarını kırılgan hale getirdiğini belirtmiş ve ekonomideki tüm birimlerin bilançolarında mevcut olabilen yabancı para kalemleri aşağıdaki şekilde ortaya koymuşlardır. Dolarizasyonun para politikasına ve döviz kurları üzerine etkilerini araştırmışlar ve beklenilenin aksine yüksek dolarizasyonun parasal kontrol ve dezenflasyon için bir engel oluşturmadığını bulmuşlardır. Yine de belli bir düzeydeki dolarizasyonun döviz kuru intibakını artırarak “dalgalanma korkusu” yaratmasının ise daha büyük bir problem olduğunu belirtmişlerdir. 48 Şekil 1.5: Ekonomik Birimlerin Yabancı Para Bilanço Kalemleri Kaynak: Reinhart, C.M., Rogoff,K.S., Savastano, M.A., 2003, Addicted To Dollars, NBER Working Paper Series. 49 Şekil 1.5’in içinde sol kutuda yer alan firma ve hanehalkının sahip olduğu yabancı para varlıklar, geleneksel kısmi dolarizasyon literatürünün konusunu oluşturmaktadır. Aksine, yeni literatür, sağ kutunun içeriği ile özellikle de hane halkı,firma ve kamunun dış yabancı para yükümlülükleriyle ilgilenmektedir. Farklı ekonomik aktörlerin yabancı para yükümlülüklere ilişkin sektörel verileri ve bunlar arası bilanço bağlantıları pek çok ülke için mevcut değildir. Az sayıda sayısal çalışma ise dış yabancı para yükümlülüklerin sayısal tahminleri yerine döviz kurunun fiyatlara intibakı gibi, indirekt ölçütler ile yapılmıştır. Reinhart vd. (2003) çalışmalarında, dolarize ekonomileri dört gruba ayırmaktadırlar. Öncelikle kriter olarak her bir ülke için bileşik endeks oluşturmuşlardır. Yabancı para banka mevduatının geniş para arzına oranı, dış borçların gayri safi milli hasılaya oranı ve yabancı para cinsinden ya da yabancı paraya endeksli iç kamu borcunun tüm kamu borcuna oranlarının normalleştirilmiş toplamını kullanarak oluşturulmuş bir indekstir. Ayrıca dolarizasyonun türlerine görede bir ayrıma gidilmesi için, yerel dolarizasyon düzeyi ve özel sektörün dış borçlanma miktarı olarak iki kriter kullanılmıştır. Yerel dolarizasyon için yabancı para mevduatın geniş para arzına oranı ve yabancı para cinsinden ya da yabancı paraya endeksli iç kamu borcunun tüm kamu borcuna oranına bakılmış ve ülkeler her iki oranı da %10’un altında olanlar ve en az biri %10’u geçenler olarak ikiye ayrılmışlardır. Aynı şekilde, toplam dış borç içerisinde özel sektörün borç oranı%10’un altında olanlar ve %10’u geçenler olarak ikiye ayrılmışlardır. Bu iki kritere göre oluşturulmuş dolarizasyon çeşitleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. 50 Tablo 1.3: Kur Uyumsuzlukları Açısından Dolarizasyon Çeşitleri Kaynak: Reinhart, C.M., Rogoff,K.S., Savastano, M.A., 2003, Addicted To Dollars, NBER Working Paper Series Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere, yerel ve dış yükümlülük dolarizasyonun birlikte varlığı Çeşit I’i, ağırlıklı olarak yerel dolarizasyonun bulunması Çeşit II’yi,dolarizasyonun ağırlıklı olarak dışsal yapıda olması Çeşit III’ü ve yerel dolarizasyonun düşük olması yanında dış borçların da ağırlıklı olarak kamuya ait olduğu dolarizasyon çeşiti de Çeşit IV’ü oluşturmaktadır. Bu kapsamda Tablo 1.3’te seçilmiş ülkelerin dolarizasyon indeksleri ve çeşitleri görülmektedir. 51 Tablo 1.4: Seçilmiş Ülkelerin Dolarizasyon İndeksleri ve Çeşitleri Kaynak: Reinhart, C.M., Rogoff,K.S., Savastano, M.A., 2003, Addicted To Dollars, NBER Working Paper Series 10015 * Çok küçük miktarlarda dolarizasyon gerçekleştiğinden sunulmasına gerek duyulmamıştır. 52 Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere, oluşturulan dolarizasyon indeksleri her bir oran için 0 ile 10 arasında bir puan verilerek hazırlanmış ve her bir ülkenin 0 ile 30 arasında bir derecede kısmi dolarizasyon büyüklüğünü göstermektedir (Reinhart vd., 2003). Bilanço analizi, yükümlülük ve varlıkların yapısına bağlı uyumsuzlukların sektörel düzeyde ele alınıp olası kırılganlıkların analizini amaçlamaktadır. Uyumsuzluklar çeşitli şekillerde olabilir (Billmeier ve Mathisen, 2006): • Varlık ve yükümlülüklerin para birimlerine bağlı olarak kur riskine açıkolmaları • Varlık ve yükümlülüklerin vade uyumsuzluğu • Sermaye yapısı uyumsuzlukları(borç-sermaye uyumsuzlukları) • Zayıf varlık kalitesi (kredi riski) Yakın tarihin pek çok finansal krizi, ekonominin çeşitli sektörlerindeki bilanço uyumsuzluklarından kaynaklanmaktadır. Bunlar; hükümetin, bankacılık sisteminin, diğer finansal kuruluşların veya bankacılık dışı özel sektörün bilançolarıdır. Kriz zamanlarında bu uyumsuzluklar faiz ve döndürülebilme riskleriile etkilenir ve likidite ya da borçları çevirebilme problemlerine yol açabilirler. Bilanço analizinde önemli bir nokta da, sektörel bilançolarda yükümlülüklerin sektöriçi varlıklarla uyuşmaması ve sektörler arası bilanço bağlantıları aracılığıyla bu kırılganlıkların diğer sektörlere de yayılmasıdır (Billmeier ve Mathisen, 2006). Dolarize finansal sistemler hem borç ödeyebilme hem de likidite krizleriyle karşı karşıyadırlar. Borç ödeyebilme açısından, temel risk büyük devalüasyonlarda kur uyumsuzluğunun varlığıdır. Kur uyumsuzluğu, bankaların bilançolarını doğrudan veya dolar kredi portföylerinin kalitesini bozarak dolaylı olarak etkileyebilmektedir. 53 Dolarizasyon, döviz kurunun intibakını arttırarak “dalgalanma korkusu”na neden olmaktadır (Reinhart vd., 2003). Döviz kurunun intibak hızının, nakit akımlarının çeşidine göre farklılaşmasından hareketle sektörler arası durum da incelenmiştir. Çünkü, döviz kazancı olmayanların yabancı para cinsinden borçlanmalarının kurdaki dalgalanmanın etkisiyle ters bilanço etkisine yol açarak bir kırılganlık kaynağı oluşturdukları da ortaya konmuştur. Benzer şekilde, yerli para ile kısa dönemli borçlanırken yatırımcı, döviz kuru riskini reel faiz oranları kaynaklı geri ödeyememe riski ile değiştirmektedir. Bu bağlamda; doların çifte görev üstlendiği söylenebilmektedir. Şöyle ki; mevcut durumda reel faiz oranları reel döviz kurlarından daha volatil ise riskten kaçınan yatırımcılar portföy tercihlerini dolardan yana kaydıracaklardır. Böyle bir eğilim olduğunda, bir yandan reel faizlerdeki belirsizlikle mücadele gücü olan borç veren ve alanlar diğer yandan, borçlunun kapasitesinin beklenmedik reel faiz artışlarından yalıtıldığı, böylelikle borç verenin reel faiz kaynaklı ödenmeme riskinden korunduğu bir durum var olacaktır. Benzer nedenlerle, mevcut çevre koşulları tersine döndüğünde diğer bir deyişle, reel kurların varyansı, reel faizlerin varyansından yüksek olursa, portföy tercihleri yerli para cinsinden sözleşmelere yönelecektir. Ekonomide kur uyumsuzluklarından kaynaklanan kırılganlıklar ,kırılganlıkların getirdiği riskler ve bu risklerin oluşturduğu problemler ile ortaya çıkan bu problemleri azaltmaya yönelik üç strateji Şekil 1.6’da sunulmuştur (Billmeierve Mathisen, 2006). 54 Şekil 1.6: Bilanço Kırılganlıklarının Analizi Kaynak: Billmeier, A., Mathisen1, J., 2006, ‘Analyzing Balance-Sheet Vulnerabilities in a Dollarızed Economy: The Case of Georgia, Working Paper No:06/173, International Monetary Fund. Varlıkları artırmak herhangi bir şok için tampon oluşturmaktır. Tampon olarak, likit varlıklar ve rezervler, sermaye ve pozitif yabancı para nakit akımı sağlanabilir. Hedging, bir ekonominin ya da sektörün ters şoklara karşı duyarlığını azaltmaya yarayan mekanizmadır. Hedge olanakları, prensip olarak simetrik sonuçlar getirerek kayıplar kadar kazançları da karşılamaktadırlar. Sigortalar: belirli olaylara bağlı olan ve zamana bağlı bir maliyetle gelen varlıklardır. Sigorta mekanizması kompleks maliyet-yarar uygulamalarını barındırıp tampon oluşturma ve hedging olanakların mükemmel olmayan tamamlayıcılarıdır. 55 Üç stratejiden bir ya da birkaçını sağlayabilen ülkeler kendilerini korumaya alıp vade ve kur uyumsuzluklarının getirdiği olumsuz etkilerden kaçınabilmektedirler. Adrian vd. (2006) ise, gelişmekte olan ülkelerde hedging pazarlarının gelişmemiş olmasından dolayı açık pozisyonu olanların kurdaki dalgalanmalar karşısında savunmasız kalacaklarına vurgu yapmıştır. 2.3.6. Finansal Kriz Olasılığında Artış Kriz tanımı, birçok alanda kullanılmakla birlikte, herhangi bir alanda kullanılırsa kullanılsın ele alınan bir değişkenin ortalama değerinin üzerinde ve kabul edilebilir sınırların ötesinde bir değişim göstermesi durumudur. Dünyanın pek çok ekonomisinde farklı finansal krizler meydana gelmiştir. 1929 büyük buhranı, 1994 Meksika krizi, 1997 Asya krizi, 1998 Rusya krizi ve 2008 Amerika Mortgage piyasasında ortaya çıkan krizler tüm dünya ülkelerini etkilemiştir. Literatürde ekonomik veya finansal kriz olarak adlandırılan sürecin bulaşma 3 etkisiyle diğer ülkelere de yayılması son zamanlarda üzerinde en fazla tartışılan konulardan biri haline gelmiştir. Uluslararası Para Fonu’nun 1998 yılında yayınladığı raporunda finans krizini döviz krizi ve bankacılık krizi olarak farklı başlıklar altında toplamıştır. Buna göre, döviz krizi, paraya yapılan bir spekülatif atağın devalüasyona veya merkez bankasının parayı savunmak için büyük rezervler harcadığında ya da faiz oranlarını büyük miktarda yükselttiğinde gerçekleşmekte, bankacılık krizi ise, banka paniğinde ya da paniğin olma ihtimalinde bankaların yükümlülüklerini çevirememesi sonucu devletin müdahaleye mecbur kalmasında oluşmaktadır (IMF, 1998) . Ülkeler arası bağları ve ilişkileri kapsayarak bir ülkedeki döviz krizinin diğer bir ülkenin ekonomisini etkilemesidir. (Eichengreen vd., 1996) 3 56 Aktan’a (2003) göre ekonomik kriz, ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmasıdır. Rosier’e (1994) göre kriz, ulusal ekonomide dışsal nedenlerle patlak veren ve etkileri içsel nedenlerle yayılan bir taşkınlıktır. Rosier bu çalışmasında krizlere kuramsal ve tarihsel bir yaklaşım sunmuştur. Neo-klasik analizin temeli olan genel ekonomik denge ile ilgili Walrasçı kuram, tüm iktisadi birimlerin eksiksiz bilgiye sahip olduklarını, tam rekabet koşullarında ücretler de dahil olmak üzere tüm fiyatların esnekliğini öngörür. Öyle ki, arz ile talep arasındaki uyum her pazarda (malpazarı ve işgücü pazarı) fiyat oynamalarıyla sağlanır. Borsalarda olduğu gibi, arz ile talebin tam olarak kesişmesi el yordamı süreci ile sağlanır. Ama dengenin oluşması için gerekli olan böyle bir arz/talep uyumu süreci, bilgileri toplayabilecek ve elyordamı sürecini yönlendirebilecek bir tellalın varlığını öngörmektedir. Böylece çelişkili şekilde serbest pazar ekonomisinin modeli olan genel denge modeli, merkezi ve eşanlı hareket eden bir pazarı temsil etmektedir. Bu ise kapitalist sistem değildir. Dolayısıyla neoklasiklerin kabul ettiği etkin işleyen sistemde krizler tesadüfi konjonktürel dalgalanmalardır. Avusturyalı iktisatçı Von Hayek ve ekolü, Keynesci politikaların piyasa faiz oranını düşürerek “kredi enflasyonu” yaratmalarını çağımızın krizinin bir nedeni olarak görüp eleştirirler: alışkanlıklarını “Tasarruf değiştirmeksizin kolay krediolanakları sağlayarak, talebi destekleyerek, yatırım maliyetini düşürerek, bu nedenlesermayenin getirisini yapay olarak artırarak enflasyona neden oldular”. Parasalcılar, Keynes okulunun etkisi altındaki para politikalarını eleştirmektedirler. Serbest pazar ekonomisinin doğal eğiliminin denge olduğunu, dolayısıyla krizin olanaksız olduğunu öne sürerek tek tutarlı para politikasının paranın istikrar bozucu ve karışıklık yaratıcı hale gelmesini engelleyici politikalar olduğunu kabul ederler (Rosier, 1994). 57 Tablo 1.5: Tarihsel Süreçte Tüm Dünyayı Etkileyen Krizler Kılavuz Ülke Krizin Nitelikleri 1825 İngiltere Borsa Krizi 1836 İngiltere Mali Kriz 1847 İngiltere Döviz Krizi 1857 ABD Borsa Krizi 1866 İngiltere Bankacılık Krizi 1873 Almanya-Avusturya Borsa Krizi 1882 Fransa Borsa Krizi 1890 İngiltere Mali Kriz 1929 ABD Mali Kriz 1994 Meksika Mali Kriz 1997 Güneydoğu Asya Mali Kriz 1998 Rusya ve Brezilya Mali Kriz 2008 ABD Mali Kriz Krizin Tarihi Kaynak: Rosier, B.,1994, İktisadi Kriz Kuramları, İletişim Yayınları. Krizlerin dünya ekonomik tarihinde önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Feldstein ve Martin’e göre (2002) finans krizi riskini düşürmenintemel yolları şunlardır: • Dolar cinsinden büyük borçlardan özellikle de özel sektör borcundan kaçınmak • Paranın dalgalanmasını sağlayarak aşırı değerlenmesinin önüne geçmek 58 • Döviz rezervlerini önemli ölçülerde tutmak • Kısa vadeli döviz yükümlülüklerini düşük tutmak • Sağlam bir bankacılık sistemi sürdürmek Görüldüğü gibi kur politikalarının önemine değinen, temelinde kurdaki istikrar yatan krizi önleyici maddeler kur politikasının ülke ekonomisi içindeki yerini göstermektedir. Finansal krizler, döviz ya da diğer adıyla para krizleri, bankacılık krizleri ve ikiz krizler olarak ayrılmaktadır. Para krizi olarak tanımlandığı da görülen döviz krizleri, teorik ve görgül çalışmaların pek çoğuna araştırma konusu olmuş tartışılmaya devam edilen konulardan biridir. Krugman’ın (1997) söylediği gibi; hala çözülememiş pek çok nokta vardır ve her bir yeni kriz ile yeni yap bozlar ortaya çıkmaktadır. Döviz krizlerini açıklamaya yönelik modeller geliştirilmiştir. Bu modeller birinci, ikinci ve üçüncü nesil olarak gruplanmaktadır. Krizlerin çıkma ve üretilenmodellerin zamanlarına bakıldığında literatürde oluşan modellerin ihtiyaçlardan çıktığı görülmektedir. Birinci nesil modeller aynı zamanda kanonik modeller olarak da anılmaktadır. Sürdürülmesi mümkün olmayan mali politikaların sabit döviz kuru sisteminin çökmesine neden olduklarına vurgu yapan modellerdir. Birinci nesil modeller, Krugman (1979) ve Flood ve Garber (1984) ile başlamakta ve bu modellerin dayanağını Henderson ve Salant’ın (1978) altın piyasasında spekülatif saldırıları konu aldıkları çalışma oluşturmaktadır. 1970 ve 1980’lerdeki krizleri açıklamak için birinci nesil modeller geliştirilmiştir. 90’lara kadar krizleri açıklamada başarılı olmuşlardır. 1970 ve 59 1980’lerdeki modellerde kriz, uygulanan sabit döviz kuru rejiminin çöküşüyle başlamaktadır. Spekülatif saldırı 4 ve rezervlerin önemi öne çıkmaktadır. Spekülatörler, merkez bankasının sabit kuru sürdüremeyeceğini gördükleri zamankazançlarını artırıcı spekülatif saldırıya geçerler ve rezervleri erimiş olan merkezbankası kuru sabitlemekte zorlanır. Rezervi çok olanlar için bile kuru sabit tutmakzor iken genişleyici politika uygulayan, bütçe açıkları olan ekonomilerde durum iyicezorlaşır ve kurun devalüasyonu ile krize girilmiş olunur. İlk kriz modellerinde kriz, sabit kur uygulayan ülkelerde ülke parasına karşı spekülatif saldırı olmasıyla ortaya çıkan yüksek dereceli devalüasyon ile başlasa da yeni gelişmelere bakıldığında serbest dalgalanan ülke parasının büyük ölçüde devalüasyona uğramasıyla da makroekonomik dengelerin bozulması sonucu başlayan krizlere döviz krizi adı verildiği görülmektedir. Yeni krizlerde, sabit kur rejimini sürdürebilmek için gerekli olan merkez bankasının döviz rezervlerinin erimesisonucu sabit kurun sürdürülemeyip dalgalanmaya bırakılmasının yerini, paranın fazla dalgalanmasını önleyici politikaların uygulanamaması almaktadır ki bu da dolaylı olarak rezervler ile ilişkilidir. Birinci nesil kriz modellerinde finansal krizlerin ekonomi politikalarındaki temel dengesizlikler ve döviz kurunu sabit tutma arasındaki tutarsızlıktan kaynaklandığı savunulmaktadır. Sabit kur rejiminde hükümetin bütçe açıklarının finansmanı üzerindeki kontrolü ortadan kalkmaktadır. Hükümet para arzını özel sektörün elinde tutmak istediği miktarın üzerine çıkarttığında, ülkedeki özel yatırımcılar yabancı paraya yönelerek döviz kuru üzerindeki etki ile merkez bankası rezervlerinin ciddi oranda azalmasına neden olmaktadırlar (Krugman, 1979). Birinci nesil modeller (kanonikal) Krugman (1979) ile başlarlar. Varsayımsal durum sabit döviz kurunun uygulandığı durumdur. Krizler, sabit kuru sürdürmeye Spekülatörlerin fiyata yönelik hareketleri ve yetersiz resmi rezervler sonucu, altın fiyatlarının devlet tarafından kontrol edilmesini olanaksız kılan spekülatif hareketlerdir (Salant Ve Henderson,1978). 4 60 olanak tanımayan politikaların ürünüdür. Uluslararası rezervleri yeteri kadar olmayan ülkede sabit kuru sürdürebilecek imkan kalmaz ve ulusal para dalgalanmaya bırakılır. Paranın dalgalanmasıyla yeni bir denge kuru oluşur ve ileriye dönük beklentilerini sabit kura göre ayarlayanların riskleri artar. Krugman’ın kriz modelinden uluslar arası rezervlerin, döviz kuru ve ödemeler dengesi gibi temel ekonomik parametreler üzerine kurulu olduğu, spekülatif saldırıları önleyecek kadar rezerv yok ise sabit kuru sürdürmenin olanaksızlığı, kurun dalgalanması sonrası yeniden sabitlenmesi planlanıyor ise uluslararası rezervlerin sürdürebileceği bir düzeyde karar kılınmalı ya da uluslararası rezervler mümkün olabildiğince artırılmalıdır. 1990’ların başında Avrupa Para Sistemi kriz ortaya çıkınca ilk nesil kriz modellerinin krizlere ilişkin pek çok noktayı kaçırdığı ve yetersiz oldukları ortaya çıkmış ve Obstfeld (1994) ile ikinci nesil modeller başlamaktadır. Birinci nesil modellerden farklı olarak rezerv düzeyinin spekülatif ataklar üzerindeki etkisinin az olduğu, kendi kendini besleyen spekülatif ataklar üzerine kuruludur. Burnsidevd.’ne göre (2007), ilk nesil modellerde sabit kur uygulamak için hükümet dışsal belirlenmiş bir kurala bağlı kalmakta iken, ikinci nesil modellerde hükümet açık belirlenmiş bir amaç fonksiyonunu maksimize etmekte ve bu maksimizasyon problemi hükümete ne zaman sabit kur uygulaması gerektiğini sunmaktadır. İkinci nesil modellerde, hükümetin sabit kuru sürdürmek ya da vazgeçmek gibi iki seçeneği vardır. Karar alıcılar ise beklentilerinin şekillendirmesiyle hareket ederler. Hükümet söz verdiği kredibiliteyi korumak ve makro politikaları daha rahat uygulayabilmek adına sabit kur sistemini korumayı tercih eder. Ancak kuru korumak zor olduğundan zamanla karar alıcıların bekleyişleri sabit kurun sürdürülemeyeceği yönünde değişir. Yeni kararlarını bu algıya göre ayarlayarak alanlar zaten kurun sürdürülmesini imkansız hale getirmiş olmaktadırlar. Bleaney vd. (2008), döviz krizleriyle ilgili ikinci nesil modele ait çalışmalarında bankacılık sisteminden kaçışların döviz krizine yol açacağını (veyatam tersi) belirtmişlerdir. Bir sabit kur rejiminde, bankanın varlıklarının 61 durumu ,ve/veya kur rejimiyle ilgili bilgiler ikiz krizlere yol açabilmektedir. İkiz krizlerin oluşup oluşmaması, diğer mevduat sahiplerinin kararlarına ilişkin beklentilere göre ortaya çıkmaktadır. Diğer mudilerin de paralarını çekecekleri beklentileri hakım ise banka borçlarını ödeyememe riskine girmeden parasını çekmek isteyenler banka paniklerini başlatacaklardır. Sabit kur rejimi altında, kura dair olumlu beklentiye sahip olanlar yerli para cinsinden varlıklara, görece kötümser beklentiye sahip olanlar da dolar varlıklara yöneleceklerdir. Döviz piyasasında kötü bir sinyal oluşursa, dolar mevduat sahipleri develüasyona karşı etkin bir şekilde sigortalandıklarını düşünerek bankadan paralarını çekmeyi düşünmeyeceklerdir. Ancak yerli para mevduat sahipleri, paralarını bankada tutmaktan daha çok beklenen getiriyi paralarını dolara çevirdiklerinde elde edecekler ise mevduatlarını çekmek için halen bir nedenleri olacaktır. Bu durumda bankalar, yerli para mevduatı dolar mevduata çevirmeyi teklif etseler de kurun ne kabul edileceği bir sorundur. Her durumda mevduat sahipleri ilk başta dolar mevduat alanlardan daha az kazanacaklardır. Yerli para mevduat sahipleri tercihlerini, bankadan paralarını alıp piyasada dolara çevirmek ya da bankanın kendilerine sunduğu o anki kurdan dolar mevduata çevirmek arasından yapacaklardır. Üçüncü Nesil Modeller, devalüasyonlara bağlı bilanço etkilerini dikkate alan, finansal sektöre ilişkin sıkıntıları döviz krizleriyle ilişkilendiren modellerdir. Gelişmekte olan ülkelerdeki bankalar ve firmalar, bilançolarında kur uyumsuzlukları yaşamaktadırlar. Çünkü, yabancı para cinsinden borçlanıp yerli para cinsinden borç vermektedirler. Bankalar ve firmalar, ithal edilmeyen sektörel üreticilerin geliri devalüasyonlar ile düşeceğinden kredi riski ile karşı karşıyadırlar. Ayrıca, bankalar ve firmalar, uzun dönem projelerini kısa dönem borçlanma ile finanse etme eğiliminde olduklarından durumdadırlar(Burnside vd., 2007). 62 likidite şoklarına da açık Krizlerin bulaşma etkisi üçüncü nesil modeller ile önem kazanmıştır. Bulaşma, farklı ülkelerdeki finansal değişkenlerin yüksek korelasyon derecesinde birlikte hareket etmeleri durumudur. Krizlerin pek çok ülkeyi etkilemesinin temel nedeni bulaşma etkisidir. Krizlerin bir arada toplanmasının nedenleri üç başlık altında da incelenebilmektedir. Krizler ortak bir nedenden kaynaklanıyor olabilirler. Muson etkisi de denilen gelişmiş ülke ekonomilerindeki kaymaların gelişmekte olan ülkelerdeki krizleri tetiklemesidir. 1980’lerde ABD faiz oranlarının artması Latin Amerika’da borç krizinde etkendir. Dışarıdaki gelişmeler krizlere katkıda bulunurken, bir ülkeyi krize karşı kırılgan yapan tüketim için aşırı borçlanma, kırılgan bir finans sektörü, esnek olmayan döviz kuru sistemi gibi yurtiçi ekonomik koşullar ve politikalardır. Krizlerin zaman içerisinde neden bir araya toplandığını açıklayan ikinci neden; bir ülkede olan kriz, ticaret veya sermaye piyasası bağlarıyla veya kredi veren kuruluşların portföylerinin birbirlerine bağlı olmasıyla (örneğinlikidite sıkışıklığı sonucu finansal aracıların diğer piyasalardaki likitleri aktif hale getirmesi) bir başka ekonomideki temel göstergeleri etkilemesidir. Karşılıklı bağımlılıktan kaynaklanan bu tür dışsallıkların Asya krizinin yayılmasında büyük etkisi olmuştur. Üçüncü neden; kredi veren kuruluşların, diğer ülkelerin temel göstergeleri değişmemiş olsa da veya bu kuruluşların portföy risklerini düşürmek için temel göstergeleri yeniden yorumlamasıdır. Bu etki, bulaşma diye anılmaktadır.(IMF, 1998). Tarih, döviz krizlerinin bulaşma etkisine sahip olduğunu, sadece komşu ülkeleri değil, coğrafi açıdan çok uzak olsalar dahi krizlerin hızla yayılabildiğini göstermiştir. Bu durumun ilk akla gelen nedeni, ülkelerin temel zayıflıklarının aynı olduğu ya da aynı şok dalgası ile vurulmaları olabilir. Bulaşma üzerine bir başka varsayım ise bir ülkenin kriz yaşayarak parasını devalüe etmesinin ortak ve rakip ülkeleri de aynı şekilde etkileyeceğidir (Yılmazkuday, 2008). Bankacılık krizleri, sistemin zayıf yönleri ile makroekonomik değişkenlerdeki dengesizliklerin birleşmesi sonucu oluşmaktadır. Aktif-pasif vade uyumsuzluğu, kur 63 uyumsuzluğu, aktif kalitesindeki kötüleşme, operasyonel verimsizlik ile faiz oranları, döviz kuru gibi önemli değişkenlerdeki istikrarsızlık bankaları sıkıntıya düşürenetken faktörlerdir. Kişilerin beklentilerini değiştirerek mevduatlarını çekmek istemeleri de bankacılık krizini başlatan unsur olabilmektedir. Kamu bankalarının kaynaklarının kamu yararına kullandırılması da sistemin krize sürüklenmesine yol açabilmektedir. Bankacılık krizleri ile döviz krizlerinin peş peşe gerçekleşmeleri sistemin bir ayağındaki bozukluğun diğer ayaklara da çok hızlı sıçradığının bir göstergesidir. Döviz ve bankacılık krizlerinin birbiriyle bağlantılı olmanın ötesinde beraber ortaya çıktıklarını açıklayan kriz tanımı ikiz krizlerdir. Kaminsky veReinhart’ın (1999), krizler arası bağlantıyı açıkladıkları şekil aşağıda sunulmuştur: Şekil 1.7: Kriz Modelleri Kaynak: Kaminsky, G. L., Reinhart, M. (1999); “The Twin Crises : The Causes of Banking and Balance-of-Payment Problems”, The American Economic Review 89, 3, p.473. 64 BÖLÜM 3 DOLARİZASYONUN FİNANSMAN MALİYETİ VE BANKALAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 3.1.Bankacılık Sektörü, Finansman Maliyetleri ve Rekabet Unsurları 3.1.1. Bankaların Varlık Nedenleri Para politikasına ilişkin temel yaklaşımlarda bankalar pasif bir küme olarak görülürler. Oysa ticari bankaların çevrelerine optimal tepkiler veren bağımsız oluşumlar olarak modellenmeleri gerekir. Endüstriyel iktisatta banka, belirli bir pazarda müşterilerine hizmet sağlayan ve bu hizmetleri üretmek için de belirli bir maliyete katlanan bir firma olarak tanımlanır. Bu süreçte banka, fiyatı ve fiyat dışı araçları kullanarak ve sektördeki varlığını hissettirecek belirli bir getiri elde ederek sektördeki diğer bankalarla rekabet etmek zorundadır (Deb, Murthy, 2008) Bankalar birer ticari işletme olarak kar amacıyla faaliyetlerini sürdürürken, ekonomik sistemin bir parçası olarak üstlendikleri pek çok işlev bulunmaktadır. Bu işlevleri Finansal Aracılık Yapmak, Likidite Yaratmak, Kredi Talep Edenleri Değerlendirmek ve İzlemek, Asimetrik Bilgi Problemlerini Çözmek, Para Politikalarının Etkinliğini Arttırmak, Ekonomik İstikrarı Etkilemek, Ölçek ve Kapsam Ekonomilerinden Faydalanmak, Ödeme Sistemlerinin Etkinliğini Arttırmak ve Dış Ticareti Fonlamak ve İhracatı Teşvik Etmek şeklinde sıralamak mümkündür. 3.1.1.1.Finansal Aracılık Finansal kurumlar finansal sözleşmeleri ve menkul kıymetleri aynı zamanda alma ve satma faaliyetinde uzmanlaşmış ekonomik aracılar olarak tanımlanabilir. Bankalar, finansal varlıkların perakendecileri olarak finansal kurumların bir alt kümesi olabilir: borç alanların ihraç ettiği menkul kıymetleri satın alırlar ve onları 65 borç verenlere satarlar. Bankaların çeşitli ve karmaşık işlemleri açısından bir bankanın işlemsel tanımlaması şu şekilde olabilir: Bankalar, cari işlemleri halktan aldığı mevduatlarla kredi sağlamak olan kurumlardır. Bu bağlamda “Bankacılık” şu şekilde tanımlanabilir: “Bankacılık, borç vermek ya da yatırım yapmak amacıyla halktan, talep üzerine veya başka yolla geri ödenebilir, üzerinde çek, senet, emir ya da başka şeyler düzenlenebilir mevduat kabul etmek anlamındadır” (Deb, Murthy, 2008). Bossone (2000) bankalar için “finansal aracılardır; bundan ne daha fazlası ne de daha azı” ifadesini kullanmakla birlikte, bugün bile bankaların hükümetler, halk ve ekonomistler tarafından özel bir statüde değerlendirmesinin nedenlerini, arz ettiği kredileri izleme konusunda ölçek ekonomilerinden faydalanarak yarattığı sosyal faydaya; kısa vadeli ve nominal değerden paraya çevrilebilir mevduat hesapları sayesinde likidite sağlama kapasitesine; para, kredi ve ödeme sistemlerini birleştirmesine bağlamaktadır (Bossone, 2000). 3.1.1.2.Likidite Bankalar sundukları vadesiz mevduat hizmetiyle kişilere ve firmalara ne zaman isterlerse harcama yapma imkânı sağlarlar. Ayrıca sağladıkları kredi imkânlarıyla, likiditenin ekonominin geneline yayılmasına katkı sağlarlar (Kalaycı, 2010:9). Kamunun bankaların mevduata ilişkin yükümlülüklerini yerine getirebileceğine olan güveni, bankanın varlıklarının kalitesine ve genel finansal durumuna bağlıdır. Diğer kurumların gerçekleştiremediği durumlarda bile bankaların kredi ve likidite arz etme kabiliyeti vardır çünkü bankaların mevduat yaratma fonksiyonu, diğer kurumlar içinhemen ulaşılabilir olmayan, kredi ve likidite esnekliği sağlar (Corrigan, 1982). 66 3.1.1.3.Kredi Talep Edenleri Değerlendirmek ve İzlemek Bankalar ağırlıklı olarak tasarruf sahiplerinden mevduat kabul ederler ve topladıkları fonları şahıs ve firmalara kredi olarak kullandırırlar. Bu bağlamda bankalar, kredi talep eden şahıs veya firmaların kredi verilebilirliğini değerlendirirler. Bankaların, kredi talep edenin risk düzeyini ölçebilecek personel ve enstrümanları vardır. Bu nedenle iyi borçlu ile kötü borçluyu birbirinden düşük bir maliyetle ayırabilirler. Bankaların bilgi derleme ve işleme kapasiteleri sayesinde ekonomide verimli projeler seçilir ve kredilendirilir. Tasarruf sahiplerinin ve yatırımcıların arada bankalar olmaksızın karşılaşabilmeleri ve tasarrufların ekonomide verimli yatırımlara dönüşebilmesi adeta imkânsızdır. Bu anlamda bankalar, tasarruf sahiplerinin tasarruflarını kabul eder ve bunları en verimli kullanabilecek yatırımcılara aktarırlar. Değerli bulunan projeler finanse edilir ve açılan krediler geri ödeninceye kadar bu projeler izlenir (Kalaycı, 2010). Varlıklar tarafında geleneksel bakış açısına göre bankalar girişimciler tarafından ortaya konan projelerin karlılığını ve nispi kapasitesini değerlendirmek konusunda uzmanlaşmışlardır ve bu projeler hakkındaki bilgi üretimlerine dayalı olarak girişimcilere kredi sağlarlar. Yükümlülükler tarafında geleneksel bakışa göre bankalar, toplayıp üretim işletmelerine sağladıkları uzun vadeli kredilere yatırdıkları, küçük tutarlı, kısa vadeli talep edilebilirmevduatları dolayısıyla özeldirler. Varlıklar ile yükümlülükler arasındaki bu vadeuyumsuzluğu, varlıklarının güçlü bilgi içeriği ile birlikte bankalara mevduat sahiplerinelikidite sağlamakta ilave bir rol yükler (Carletti, Hartmann, 2001; Vives, 2001). 3.1.1.4.Asimetrik Bilgi Problemini Çözmek Finanse edilmek üzere bankalara başvurulan projelerin kalitelerine ilişkin bilgiye ulaşmak bazen maliyetli bazen de imkânsızdır. Bilgiyle ilgili bu problem, finansal piyasalarda Asimetrik Bilgi olarak ifade edilir. Başka bir ifadeyle, herhangi 67 bir proje veya mal hakkında taraflardan birinin (proje sahibi, mal sahibi gibi) sahip olduğu bilgiye, diğer tarafın (bankanın) sahip olmaması veya eksik bilgiye sahip olmasının, finansal piyasalarda doğru kararlar alınabilmesini engelleyebilmesi, kredi piyasalarında asimetrik bilgi problemiolarak bilinir (Kalaycı, 2010). Finansal piyasalardaki bu tür bir bilgi noksanlığı iki tür problem yaratır (Vadareri,Dursun, 2010): Ahlaki Zafiyet (Moral Hazard): Kredi alan tarafın, kredi verenin bakış açısına göre ahlaki olmayan bir biçimde davranarak, daha yüksek getirisi olan ve buna karşılık riski, kredi verenin kabul edebileceğinden daha yüksek olan projelere girişerek zarar etme olasılığını ifade eder. Bu tür projeler başarılı olursa, yararı borçluya olmasına karşılık, başarısız olursa riskin büyük kısmı kredi verene aittir. Ters Seçim (Adverse Selection): Kredi almak konusunda en istekli olan müşterilerin potansiyel “kötü” borçlu olduğu asimetrik bilgi sorunudur. Büyük risk almak isteyen müşteriler, kredilerin geri ödenmesi konusunda istekli olmayacaklarından, yüksek faiz oranlarından kredi almakta bir sakınca görmezler. Bankalar finansal piyasalarda (kredi piyasalarında) yer alan ters seçim ve ahlaki zafiyet sorunlarını büyük ölçüde çözebilirler (Kalaycı, 2010). 3.1.1.5.Para Politikalarının Etkinliğini Arttırmak Bankalar ile Merkez Bankası arasında, kısmen Merkez Bankasının son ödünç verme mercii (lender of last resort) olma fonksiyonundan kaynaklanan, doğrudan bir ilişki vardır. Merkez Bankalarının işlem ve politikaları, finans piyasalarının durumunu, para ve kredi yaratımını ve genel ekonomik koşulları yönetir (Corrigan, 1982). Bir ekonomide para politikasının etkinliği o ekonomide gelişmiş bir bankacılık sisteminin olmasına bağlıdır. Merkez Bankalarının para politikası araçları (açık 68 piyasa işlemleri, reeskont politikası,zorunlu karşılıklar) ancak gelişmiş bir bankacılık sisteminin varlığı halınde ekonomi üzerinde etkili olabilir (Kalaycı, 2010). 3.1.1.6.Ekonomik İstikrarı Etkilemek Bankacılığın önemli özelliklerinden biri de, bir bankanın başarısızlığının diğer bankalara da yayılmasıyla doğacak bulaşma etkisidir (Gomes, 2004). Bankaların ve bankacılık sisteminin sahip olduğu özel statüyü Carletti ve Hartmann (2001), bankaların temel olarak istikrarsızlık karşısında diğer sektörlere göre daha savunmasız olarak görülmelerine, ayrıca banka mevduatlarında tutulan fonların önemli bir bölümünün küçük yatırımcılara ait olmasına bağlamaktadırlar. Banka bilançolarının bu özel görünümüne vurgu yapan Vives (2001) de, banka sermayesi içinde borcun ağırlıklı olmasının ve küçük yatırımcılar arasındaki geniş dağılımının banka faaliyetlerinin izlenebilirliğini zorlaştırırken, bankaların da iflas (ya da borç ödeyememe) riskini arttırdığını belirtmektedir. Bu durum,bankaların çok fazla risk alma eğilimini arttıran ahlaki tehlike problemini ifade eder. Dahası, bankaların iflasının yol açacağı sosyal maliyet de daha geniş olur. Bu sosyal maliyet, finansal ve ekonomik sıkıntı maliyetlerini içerir. Finansal sıkıntı maliyeti bankaların alacaklılarına ve pay sahiplerine dayanır ve böylece bankaların kararlarında içselleşir. Bilgi sermayesinin kaybı, borçlularla ilişkilerin iyileştirilmesi gibi kayıplar ise banka tarafından kısmen içselleştirilen maliyetlerdir. Ödeme sistemlerinin bozulması ve bulaşma etkisi gibi maliyetler ise dışsal maliyetlerdir (Vives, 2001). Gerçekten de vadesinde borçlarını ödeyebilecek durumda olan bir banka tamamen spekülatif bir panikle karşılaşabilir ve mevduat sahiplerinin fonlarını çekmeye başlamasıyla banka varlıklarını hızla ve yüksek bir maliyetle paraya çevirmek zorunda kalabilir. Bunun yanında, bir firmanın başarısızlığından kaynaklanan bulaşma etkisi nedeniyle, hem finansal sektör hem de reel sektör için güçlü negatif dışsallık yaratan sistematik risk tehlikesi ortaya çıkar. Bankacılık 69 sektörünün kırılganlığını telafi etmek için uygulanan mevduat sigortası ve son ödünç verme mercii, ahlaki tehlike (moral hazard) problemini doğurabilir(Vives, 2001). 3.1.1.7.Ölçek ve Kapsam Ekonomileri Bankalar, örgütsel sabit maliyetlere bağlı olarak ölçek ekonomilerinden, mevduat ve kredi faaliyetlerinin ortak provizyonu yoluyla da kapsam ekonomilerinden faydalanabildikleri için özeldirler (Gomes, 2004). Benston ve Smith (1976; alıntılayanKalaycı, 2010) uzmanlaşmaya bağlı olarak finansal aracıların ölçek ekonomilerine ulaştıkları ve bu nedenle işlem maliyetlerini düşürebildiklerini vurgulamaktadır. Bankalar müşterileri hakkında da detaylı finansal bilgileri çok daha düşük maliyetle elde edebilirler. Ayrıca,bankalar araştırmayla ilgili işlem maliyetlerini de azaltabilirler. 3.1.1.8.Ödeme Sistemlerinin Etkinliğini Arttırmak Ödeme sistemleri, ekonomik birimler arasında mal ve hizmetlerin değişimini kolaylaştıran araçları, kurumsal ve örgütsel çatıyı, işletim süreçlerini ve haberleşme ağını kapsamaktadır. Ödeme sistemlerinin önemi, özellikle mali sektörde üstlendikleri rollerden kaynaklanmaktadır. Ödeme sistemlerinin amaçları, bankalararası fon aktarımlarında etkinlik sağlanması; ödeme risklerinin en aza indirilmesi; fon yönetiminde kolaylık sağlanması ve bankacılık sistemine yeni hizmetler sunma fırsatı verilmesi olarak sıralanmaktadır (TCMB, 2010). Teknolojik gelişmelere paralel olarak bankacılıkta ortaya çıkan gelişmeler, ödeme sistemlerinde de önemli değişikliklere yol açmıştır. Bankacılık sektörünün konusunu teşkileden ve ekonomik hayatın içinde giderek büyük hacimlere ulaşan “para”, işlevini yeni bir şekle dönüştürerek elektronik ortamda kaydi para aktarımı olarak sürdürmeye başlamıştır. Büyüyen mali sektörde artan rekabet, işlem hacmine paralel olarak daha çok personele gereksinim duyulması, maliyetlerin sürekli yükselmesi, bilgi ve belgenin 70 sürekli kullanıma hazır halde tutulması gerekliliği, müşterilere sunulan bankacılık hizmetlerinin etkinliğinin artırılması ve çeşitlendirilmesine yönelik arayışlar, çağın teknolojik olanaklarının bankacılık sektöründe yaygın ve etkin bir şekilde kullanılması gereğini ortaya çıkarmıştır(TCMB, 2010). 3.1.1.9.Dış Ticareti Fonlamak ve İhracatı Teşvik Etmek Bankacılık sistemi içerisinde geliştirilen belge karşılığı ödeme, peşin ödeme, alıcı firma pre-finansmanı, banka teminatı, akreditif, forfaiting gibi uygulamalar, dış ticareti finanse ederek firmaların ithalat-ihracat işletmlerinin daha hızlı, kolay ve güvenilir şekilde yürütülmesini sağlamakta ve ihracatı teşvik etmektedir (Altan, 2001). 3.1.2. Bankaların Türleri Bankaları kapsamlarına ve faaliyet alanlarına göre iki grupta ele almak mümkündür. 3.1.2.1.Kapsamlarına Göre Banka Türleri Kapsamlarına göre bankaları, özel bankacılık, perakende bankacılık, toptancı bankacılık, evrensel bankacılık, uluslararası bankacılık, holding bankacılığı ve kıyı bankacılığı olarak sınıflandırabiliriz. 3.1.2.1.1. Özel Bankacılık Özel bankacılık (Private Banking) olarak adlandırılan hizmet türü, müşterilerin varlıklarının kişilerin belirlediği risk ve beklentilerine göre özel olarak yönetilmesini ifade eder. Bu uygulamada banka tarafından müşterinin profili belirlenmek suretiyle, onun ihtiyaç ve yatırım tercihlerine göre kişiye özel alternatif ürünler sunulmaktadır. Bankalar özel bankacılık hizmetini bu iş için özel olarak hazırlanmış şubeler aracılığıyla verirler. Özel bankacılık her türlü standart bankacılık, kiralık kasa ve gişe hizmetleri; repo işlemleri, sabit getirili menkul 71 kıymetler ve yurt içi hisse senetleri alım-satımı gibi yatırım hizmetleri; birikimlerin yabancı para ve menkul kıymetlerde değerlendirilmesi; türev ürünlerde yatırım; kişiye özel tasarlanmış kredi kartları, özel fonlar, kişiye özel hazırlanmış mevduat ürünleri ve opsiyon stratejileri gibi ürün ve hizmetleri kapsamaktadır. Türkiye’de özel bankacılıkta genelde 250 bin TL üstü varlığa sahip müşteri kitlesi hedeflenmektedir (Tüketici Finansmanı, 2014). 3.1.2.1.2. Perakende Bankacılık Bireyler ve KOBİ’ler ile gerçekleştirilen, mevduat kabulü ve kredi sağlama faaliyetlerini kapsar. Bu işlemlerin her biri küçük tutarlı olup, toplamda geniş hacimlidir (Mathews, Thompson, 2005). Tüketicilere yönelik perakende bankacılık ürünleri cari Bankaların Varlık Nedenleri, Türleri ve Temel İşlemleri işlemler hesabı (current accounts), yatırım amaçlı mevduat hesabı (deposit accounts), tüketici kredileri (consumer term loans), kredi kartları, mortgage kredileri, yatırım fonları vb.’dir. KOBİ’lere yönelik perakende bankacılık ürünleri ise, cari hesap, vadeli kredi (term loans) ve kredi limitlerinden (credit lines) oluşmaktadır. Bu ürünlere ilave olarak perakendeci bankalar küçük işletmelere yönelik leasing vb ürünler de sunmaktadırlar. Bu hizmetlerin karşılığında banka, faiz ve ücret geliri sağlamaktadır (Ceylan, 2003). 3.1.2.1.3. Toptancı Bankacılık Perakende bankaların aksine, toptancı bankacılık kapsamında az sayıda fakat yüksek hacimli işlemler gerçekleştirilir (Mathews, Thompson, 2005:56). Kurumsal Bankacılık hizmetlerini içerir. Finansal olmayan işletmeler, finansal nitelikli işletmeler (sigorta kuruluşları) ve hükümetin bazı kurumlarının faaliyetlerini kapsamda yer alır. Bu kategoriye göre ayrıca, banka dışı finansal kurum olarak kabul edilen leasing, forfaiting ve factoring kuruluşları da girmektedir (Ceylan, 2003). Toptancı bankacılık, bankalar ya da diğer finansal kurumlar arasındaki çift yönlü aktiviteleri ifade eder. Kıta Avrupasının bankacılık ağırlıklı finansal 72 sisteminde, evrensel banka grupları arasındaki likidite aktarımı toptancı bankacılığın en önemli bileşenidir ve bu gruplar tüm finansal hizmet faaliyetlerinin büyük bir bölümünü kontrol eder (Cabral vd, 2002). 3.1.2.1.4. Evrensel Bankacılık Evrensel bankalar, tarihsel gelişimleri, örgüt yapıları ve stratejik yönelimleri itibariyle finansal sektör içerisinde çok ürün üreten firmalar olarak ortaya çıkmıştır. Kendi ana ülkelerinde evrensel bankalar hemen hemen tüm müşteri kitlelerini hedef almakta ve onlara her alanda uygun finansal hizmetler sunmaya çalışmaktadırlar. Kendi ülke piyasalarının dışında ise çoğu faaliyetlerini uluslararası bankacılık, toptancı bankacılık ve menkul kıymet faaliyetleri alanlarında toplayarak, genellikle daha sınırlı bir rekabet profili çizerler. Yabancı piyasalarda nadiren perakende bankacılık faaliyetlerinde bulundukları da olur (Walter, 2003). Evrensel bankacılık, İşletme finansmanını, sermaye piyasası ve yabancı para araçlarını ve hizmetlerini kapsayan çok geniş faaliyet alanlarını içine alır. Birçok evrensel banka, faaliyetlerini faiz gelirlerinden ziyade hizmetler karşılığında aldıkları komisyonlardan karşılamaktadır (Ceylan, 2003). 3.1.2.1.5. Uluslararası Bankacılık Uluslararası bankalar, yabancı müşterilerine mahsup hesabı (payment accounts) ve kredi fırsatları gibi finansal hizmetler sunan kuruluşlardır. Sözkonusu yabancı müşteriler bireyler ya da şirketler olabilmekte, böylece her uluslararası banka iş yaptığı kişiler ile kendi çalışma prensiplerini oluşturabilmektedir. Uluslararası bankalarla çalışan işletmeler kendileri için oldukça maliyetli olabilecek uluslararası işlemleri kolaylaştırma amacı taşırlar. Ayrıca uluslararası bankalar ile çalışan firmalar, kendi faaliyetlerini uluslararası ölçeğe taşımak konusunda da bu bankalardan destek alabilmektedirler. Bireylerin uluslararası bankalarla çalışmaları ise birkaç nedene bağlı olmaktadır: 73 Bunlardan biri, gelirlerin uluslararası bankalarda gizlenmesi suretiyle vergiden kaçınmaktır. Diğer sebepler ise, uluslararası bankaların ulusal faiz dalgalanmalarından daha az etkileneceği ve daha güvenli olacağı düşüncesi, uluslararası bankalar tarafından mevduata verilen daha yüksek faizler olarak sıralanabilir. 3.1.2.1.6. Holding Bankacılığı Holding bankacılığı, bir bankanın doğrudan veya dolaylı olarak bir ya da daha fazlabankaya sahip olması, kontrol etmesi veya bir bankanın sermayesinin çoğunluğunun birholdingin kontrolünde olması şeklindeki yapıyı ifade eder (Takan, 2001). 3.1.2.1.7. Kıyı Bankacılığı Off-shore bankacılık olarak bilinir. Denetim ve vergilendirmenin en az düzeydeolduğu yerlerde konvertibl paralar üzerinden işlem yaparak, çok uluslu şirketlere veuluslararası girişimlere hizmet veren bankalardır (TBB, 2012). Eurokredi sendikasyonları, yabancı tahvil ihraçları, faiz ve para swapları, fon yönetimi, leasing,factoring, forfaiting, altın ve döviz işlemleri başlıca faaliyet alanlarıdır (Akbulak vd, 2004). 3.1.2.2.Faaliyet Alanlarına Göre Banka Türleri Faaliyet alanlarına göre bankalar, merkez bankaları, ticaret bankaları, yatırımbankaları, kalkınma bankaları ve katılım bankaları olarak sınıflandırılabilir. 74 3.1.2.2.1. Merkez Bankaları Emisyon yetkisine sahip olarak para arzını kontrol eden bankalardır. Bu nedenlemerkez bankaları para piyasasını düzenlemek, fiyat istikrarını sağlamak, bankacılıksistemini kontrol etmek, ülkenin altın ve döviz rezervlerini yönetmek gibi önemlifonksiyonlar üstlenirler (Akbulak vd, 2004). 3.1.2.2.2. Ticaret Bankaları Bankacılık sektöründe en çok karşılaşılan banka türü olup, temelde klasik bankacılıkfaaliyetleri olan mevduat toplama ve kredi verme faaliyetiyle uğraşırlar. Başlıca fonkaynakları mevduat, kullanılan krediler ve özkaynaklardır (Akbulak vd, 2004). 3.1.2.2.3. Yatırım Bankaları Devletlerin ve firmaların uzun vadeli fon ihtiyaçlarını karşılamaları için onların hissesenetleri ve tahviller gibi menkul kıymetler ihraç etmelerine aracılık eden kurumlardır. Mevduat toplama yetkisine sahip olmayan yatırım bankaları, tahvil ihraç etmek vekredi almak suretiyle elde ettikleri kaynakları kendi nam ve hesaplarına menkul kıymetalmak ya da firmalara orta ve uzun vadeli yatırım ve proje kredışı sağlamak şeklindekullanırlar. Yatırım bankaları, yatırım yaptıkları menkul kıymetleri daha sonra halkasatmaları nedeniyle literatürde menkul kıymet taciri olarak da adlandırılırlar (Akbulak vd, 2004). 3.1.2.2.4. Kalkınma Bankaları Gelişmekte olan ülkelerde yatırım sermayesi eksikliğini gidermek ve kalkınmadaöncelikli bölgelere finansman sağlamak amacıyla kurulmaktadırlar. Hükümetler veyauluslararası kurumlar tarafından sağlanan fonlar ve tahvil ihracı 75 yoluyla kaynak teminederler. Mevduat toplama yetkisine sahip değildirler (Akbulak vd, 2004). 3.1.2.2.5. Katılım Bankaları Konvansiyonel bankacılık anlayışının dışına çıkarak, faizden uzak kalmak isteyenkişilerin finansman ihtiyaçlarını karşılamaları, tasarruflarını değerlendirmeleri ve modernbankacılık hizmetlerinden yararlanmaları amacıyla faizle çalışan klasik bankalara alternatifolarak kurulan kuruluşlardır. “Özel Cari Hesap” ve “Katılma Hesapları” adı altında iki yöntemle fon toplayabilen özel finans kurumları, topladıkları bu fonları üretim desteği,bireysel finansman desteği, kar-zarar ortaklığı yatırımı, finansal kiralama ve mal karşılığıvesaikin alım-satımı şeklinde kullandırmaktadırlar (Coşkun, 2005). 3.1.3. Bankaların Temel İşlevleri Genel anlamıyla bankalar, bir dizi karakteristikler (likidite, risk ve geri dönüşün özel bir bileşimi) ile yükümlülüklerini satıp, farklı karakteristiklerdeki varlıkları satın alarak kazanç elde etmeye çalışırlar. Bu süreç sıklıkla varlık transformasyonuna işaret eder. Bir birey komşusuna rehin karşılığı borç vermektense, parasını bankadaki bir tasarruf mevduatı hesabına yatırır ve bankaya da komşusuna vereceği krediyi sağlar. Böylece banka tasarruf edilen mevduatı kaydi paraya dönüştürmüş olur (Mishkin, 1998). Bankacılık işlemlerini aslında üç ana gruba ayırmak mümkündür: Mevduat toplama, kredi dağıtımı ve belirli bankacılık hizmetlerinin görülmesi. Bankalarda varlık transformasyon süreci kısa vadeli borç alıp, uzun vadeli borçlanması şeklinde gerçekleşir. Varlık transformasyon ve bir dizi hizmet (çek ödemeleri, kayıt tutma, kredi değerleme ve benzerleri) süreci, bir şirketin herhangi bir üretim sürecine benzer. Eğer banka istenen hizmetleri düşük maliyetlerle üretir ve varlıklar üzerinden ciddi bir girdi sağlarsa, kar sağlamış olur; tersi durumda ise kayıptadır (Mishkin, 1998). 76 Bir örnekle özetlemek gerekirse; bir bankadaki hesap üzerine yazılan çek, başka bir bankaya verildiğinde, mevduatı alan banka çek tutarına eşit miktarda rezerv kazanmış olur ve üzerinde çek yazılan banka rezervlerinin de aynı tutarda düştüğü görülür. Bu nedenle bir banka ilave mevduatlar aldıkça rezerv kazanmış, mevduat kaybettikçe de rezerv kaybetmiş olur (Mishkin, 1998). Tüm diğer özel işletmeler gibi bankaların da amacı, uzun dönemli karlılıklarını maksimum düzeye çıkarmaktır. Banka karları her şeyden önce kredilerden sağlanan faiz geliri ve yatırımlardan elde edilir. Uzun dönemli karları maksimize etmek mantıklı bir amaçtır, çünkü beklenen yıllık karların büyüklüğü ve zamanlaması kadar, cari yıl karlarını da dikkate alır. Menkul kıymetleri açıkça ihraç edilmiş olan bankalar için bu amaç firmanın menkul kıymet fiyatlarına yansıtılabilir. Bir firmanın menkul kıymetlerinin fiyatı, pazarın o firmanın beklenen kazançları ve muhtemel riskleri hakkında bir yargıya varmasına yol açar. Bu durumun uzantısı olarak, pazar fiyatı, menkul kıymet sahipleri lehine yönetimin ne kadar iyi bir performans gösterdiğinin devamlı bir göstergesi olur. Hissedarların tatmin olmadıkları herhangi bir zamanda menkul kıymetler satılabilir ve bu da hisse başına piyasa fiyatı üzerinde aşağı yönlü bir baskı doğurur (Kidwell, Peterson, 1990). Türkiye’de, araştırmamızın konusunu oluşturan ticaret bankalarının yapabilecekleri işlemler 5411 sayılı bankacılık kanununda aşağıdaki gibi sıralanmıştır 5: i. Mevduat Kabulü, ii. Nakdi, gayri nakdi her cins ve surette kredi verme işlemleri, iii. Nakdi ve kaydi ödeme ve fon transferi işlemleri, muhabir bankacılık veya çek hesaplarının kullanılması dâhil her türlü ödeme ve tahsilât işlemleri, 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu, md. 4. 5 77 iv. Çek ve diğer kambiyo senetlerinin iştirası işlemleri, v. Saklama hizmetleri, vi. Kredi kartları, banka kartları ve seyahat çekleri gibi ödeme vasıtalarının ihracı ve bunlarla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi işlemleri, vii. Efektif dâhil kambiyo işlemleri; para piyasası araçlarının alım ve satımı; kıymetli maden ve taşların alımı, satımı veya bunların emanete alınması işlemleri, viii. Ekonomik ve finansal göstergelere, sermaye piyasası araçlarına, mala, kıymetli madenlere ve dövize dayalı; vadeli işlem sözleşmelerinin, opsiyon sözleşmelerinin, birden fazla türev aracı içeren basit veya karmaşık yapıdaki finansal araçların alımı, satımı ve aracılık işlemleri, ix. Sermaye piyasası araçlarının alım ve satımı ile geri alım veya tekrar satım taahhüdü işlemleri, x. Sermaye piyasası araçlarının ihraç veya halka arz yoluyla satışına aracılık işlemleri, xi. Daha önce ihraç edilmiş olan sermaye piyasası araçlarının aracılık maksadıyla alım satımının yürütülmesi işlemleri, xii. Başkaları lehine teminat, garanti ve sair yükümlülüklerin üstlenilmesi işlemleri gibi garanti işleri, xiii. Yatırım danışmanlığı işlemleri, xiv. Portföy işletmeciliği ve yönetimi, 78 xv. Hazine müsteşarlığı ve/ veya Merkez Bankası ve kuruluş birlikleri nezdindeoluşturulan bir sözleşme kapsamında üstlenilen yükümlülükler çerçevesinde alımsatım işlemlerine ilişkin piyasa yapıcılığı, xvi. Faktoring ve forfaiting işlemleri, xvii. Bankalararası piyasada para alım satımı işlemlerine aracılık, xviii. Finansal kiralama işlemleri, xix. Sigorta acenteliği ve bireysel emeklilik aracılık hizmetleri. 3.1.4. Bankacılık Sektöründe Rekabet Unsurları Tüm dünyada bankacılık sektörü sürekli bir değişim ortamı içerisinde bulunmaktadır. Bu ortamda bankalar risklerini çeşitlendirmek için hem yeni iş türlerine yönelmekte; hem de kendi ülkeleri dışındaki ülkelerde faaliyet göstermekte ve sınır ötesi birleşmeler yoluyla dışa açılmaktadırlar. Aynı zamanda banka dışı finansal kurumlar, bankaların kendi sahası olagelmiş piyasa segmentlerine girmektedirler. Bu gelişmeler, yeni bilgi teknolojileri, aracıların devre dışı bırakılması (dışıntermediation), serbestleşme ve Euro’nun yürürlüğe girmesiyle tetiklenerek, bankacılığın görünümünü değiştirmiş (Canoy ve diğerleri:2001) ve kaçınılmaz bir rekabet ortamı yaratmıştır. Bu ortamda politika yapıcılar rekabet sürecini, fayda ve maliyetleri arasında denge sağlayacak düzenlemelerle yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki bankacılık sektörlerinde etkinliği ve istikrarı aynı anda temin ederken ekonomik büyümeyi ve refahı da destekleyecek rekabet düzeyinin ne olması gerektiği, cevap bulunamamış sorular arasındadır. Genellikle tekelin tersi olarak ifade edilmesine rağmen, McNulty’nin (1968) tanımında rekabet, fiyat ve marjinal maliyeti eşitleyerek kaynakların kullanımında dağılımsal etkinliği temin eden güç olarak ifade bulmuştur. İktisatçılar genellikle tüketim toplumlarına en iyi hizmetin rekabetçi piyasalarda verildiğine hükmetmektedirler (rekabetçi piyasalar teorisi). Rekabetçi piyasalar teorisinin en 79 önemli sonuçlarından biri, piyasa yapısı ile iktisadi kaynakların etkin dağılımı arasındaki ilişki ile ilgilidir. Çünkü rekabetçi piyasalarda firmalar mal ve hizmetleri tüketici talepleri doğrultusunda üretmek isterler. Yani firmaların üretim düzeyleri, üretilen çıktının maliyetinin tüketicilerin ödemeye hazır oldukları fiyat karşısında dengelenmesi ile belirlenir. Mal ve hizmetlerin üretilmesinde firmalar kaynakları, mümkün olan en düşük maliyetle maksimum çıktıyı sağlayacak şekilde birleştirmeye çalışırlar. Kaynakların optimal kullanımı firmaların kendi uzun vadeli karlarını maksimize etmek istemelerinden dolayı ortaya çıkar (Kidwell, Peterson, 1990). Finansal sistemin etkin ve etkili işlemesini temin etmeye yönelik politik yaklaşımlar, rekabete dayalılık ve piyasa güçlerinin çalışması konularına önem vermektedir (Bröker, 1992). Diğer sektörlerde olduğu gibi finansal sektörde de rekabetin derecesi finansal hizmet üretiminin etkinliği, finansal ürünlerin niteliği ve sektörel yeniliğin derecesi açısından önemlidir (Claessens, Leaven, 2004). Halka hizmet sağlanması noktasında sektör yapısının performansı etkilediği şeklinde ifade edilen rekabetçi model, çok sayıda rakibin olduğu piyasaların diğer yapısal özellikler sergileyen piyasalara tercih edildiğini ortaya koymaktadır (Kidwell, Peterson, 1990). Finansal hizmetler için serbest piyasaların oluşturulması ve işletilmesi ile finansal sektörde rekabeti kısıtlayan tüm engellerin ortadan kaldırılması yönündeki politik yaklaşımların arkasında yatan anlayış da budur (Bröker; 1992). Ne var ki, rekabetçi piyasalar teorisinin geçerliliği bir takım oldukça katı varsayımlara dayanmaktadır. Eğer bunlar karşılanmazsa, kaynakların tüketicilere en iyi hizmeti sağlayacak şekilde dağıldığı sonucuna varmak mümkün olmaz. Bu varsayımlardan özellikle üç tanesi bankacılık ile ilgilidir (Kidwell, Peterson, 1990:232): 1- Giriş Kısıtlamalarının Olmaması: Rekabetçi piyasalar teorisi, piyasalara girişin kısıtsız olduğunu öne sürmektedir. Eğer piyasalar kısıtlanmışsa, kötü bir şekilde yönetilen veya piyasada tekel pozisyonuna sahip bankalar yüksek fiyat veya düşük kalitede hizmetler sunabilirler, çünkü halkın başka bir alternatifi yoktur. 80 Girişlerin serbest olduğu durumlarda, diğer bankalar da bu piyasalarda hizmet sunabilir. 2- Çıkış Kolaylığı: Rekabetçi piyasalar teorisi, gerek birleşme gerekse başarısızlık yoluyla etkin olmayan ve istenmeyen firmaların pazardan çıkışının mümkün olması gerektiğini varsayar. Çıkış serbestliği olmadan sektörün yapısı yeni koşulları karşılayacak şekilde değişemez. Fakat bankacılık sektöründe banka başarısızlıkları batan bankanın yanında geniş kapsamlı etkilere sahip olabilir ve bu durum bankalar arasında rekabetin mutlaka denetim altında tutulmak istenmesine neden olur. 3- Doğal Tekellerin Olmaması: Rekabetçi piyasalar teorisi doğal tekellere neden olan ölçek ekonomilerinin var olmadığını varsayar. Doğal tekeller sektörün maliyet eğrisi firma büyüdükçe birim maliyetlerin daima azaldığı bir şekil aldığında meydana gelir. Eğer bu durum bankacılık için geçerli olsa idi, en etkin banka büyüklüğü, olabilecek en yüksek düzey olurdu ve rekabetçi piyasa her bir pazarda yalnızca bir bankanın ayakta kalmasına yol açardı. Diğer sektörlerden farklı olarak bankacılık sektörüne özgü olan durum, rekabet ve istikrar arasındaki ilişkidir (Claessens, Leaven, 2004). Rekabet ve bankaların istikrarı arasındaki ilişkinin anlaşılması bankacılık düzenlemelerinin tasarımı için fevkalade önemlidir ve finansal krizlerin riskini hafifletmede eninde sonunda yardımcı olacaktır (Wagner; 2007). Rekabet ve istikrar arasındaki negatif ilişki, politika yapıcıların bankalara yönelik temel yaklaşımını belirlemektedir. Her ne kadar finansal olmayan sektörlerde olduğu gibi piyasa rekabeti etkin bir bankacılık sektörünün önkoşulu olarak görülse de, bazı teorik ve ampirik çalışmalar, tekel kazançlarının bankalara daha küçük ve şeffaf borçlularla ilişkileri geliştirme eğilimi kazandıracağını öne sürerek, rekabetin kısıtlanması gerektiğini savunmaktadırlar. Aşırı rekabetin kırılganlığı arttıracağı 81 şeklinde genel bir kanı bulunmakla birlikte, rekabet ve istikrar ilişkisi teorik ve ampirik olarak bir sonuca bağlanmış değildir (Beck, 2008). Ampirik olduğu kadar teorik olarak da gösterilen bir başka etki de, finansal sektörde rekabetin derecesinin firmaların ve hane halklarının finansal hizmetlere ve dış finansmana girişini, ardından da tüm ekonomik gelişmeyi etkilemesidir (Claessens ve Leaven, 2004). Piyasa gücünün yol açması beklenen yüksek marjların sosyal refah için iyi olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Bir taraftan dar marjlar, düşük aracılık maliyetleri ve düzenleyici “vergiler” (rezerv ve sermaye gereklilikleri) ile nispeten rekabetçi bankacılık sistemine işaret edebilir. Diğer taraftan nispeten geniş marjlar, karlılığa ve banka sermayesine eklenmek suretiyle bankaları makro ve diğer şoklara karşı koruyarak, bankacılık sistemine bir miktar istikrar getirebilir (Saunders ve Schumacher, 2000). Bankacılık sektöründe rekabet koşullarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi politika yapıcıların ilgisini çekmektedir. Maliyet, gelirler ve bankaların giriş davranışlarını da kapsayan pek çok kamusal düzenleme nedeniyle bankacılıkta rekabetin değerlendirilmesi oldukça zordur (Anderson; 1966). Ne var ki, rekabetin fayda ve maliyetleri arasında denge kurma zorluğu (tradeoff) olduğu da aynı derecede doğrudur. Rekabet finansal aracılığın maliyetini düşürüp ekonomik etkinliğin gelişmesine katkıda bulunurken, olumsuz gelişmelerle baş etme kabiliyetini zayıflatarak bankaların piyasa gücünü ve karlılığını da düşürebilmektedir (Mamatzakis vd: 2005). 3.1.5. Bankaların Finansman Maliyeleri Bankacılık açısından finansman maliyetleri yaşamlarının temel kaynağını oluşturmaktadır.Aşağıdaki grafikte bir banka örneği üzerinden temel finansman 82 maliyeti kalemleri sıralanmış olup kalemler arasındaki ilişki çalışmanın uygulama bölümünde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Finansman Maliyeti Gelir Faiz Geliri Kredi Faizleri Komisyon Geliri Temerrüt Riski Gider Evalüasyon Geliri Faiz Gideri Mevduat Maliyeti Mevduat Vadesi Kredi Ödememe Maliyeti Faiz Dışı Giderler Evalüasyon Gideri Karşılık Giderleri (Provizyonlar) Personel Gideri Artışları Şekil 2.8: Finansman Maliyetini Etkileyen Değişkenler Yukarıdaki şekilden görüldüğü üzere, finansman maliyetini etkileyen kalemler gelir ve gider olmak üzere iki kısımda incelenmektedir. Gelir kalemleri fazia gelirleri ve komisyon gelirleri olarak sıralanırken, gider kalemleri ise faiz giderleri ve faiz dışı giderler olarak iki grupta toplanmıştır. 3.2.Dolarizasyonun Bankacılık SektörüneYönelik Etkileri Bankalar, para ticareti yapan işletmeler olduklarından ötürü dolarizasyondan çift yönlü olarak etkilenmektedir. Buna göre bankaların kur riski üstlenmeleri, yabancı para cinsinden mevduat ile kredi arasındaki dengelerine dayanmaktadır (Kutan v.d., 2012 aktaran Zeybek 2014). 83 Literatürde bu dengedeki bozulmalara“kur uyumsuzluğu” adı verilmekte ve yerleşiklerin yabancı para cinsinden olan mevduatları ile bankaların yerleşik özel sektöre verdikleri yabancı para cinsinden kredilerin dengesizliği olarak bilinmektedir (Arteta, 2005). Kur uyumsuzluğu hakkında varılan genel bir sonuç, dolarizasyonun banka karlılığını olumsuz etkilediği (Kutan v.d., 2012) ve bankacılık sektörü kökenli finansal krizlere yol açabileceği (Goldstein ve Turner, 2004) şeklindedir. Mevduatların yabancı para ağırlıklı olması durumunda devalüasyon ile ekonomik belirsizlikler, döviz kuru rejimine de bağlı olarak,döviz kurlarında aşırı volatiliteye sebebiyet vermekte ve böylece hem bankaların geleceğe yönelik olarak uygun pozisyon almaları ve hem de bilanço hedeflerine varmaları zorlaşmaktadır (Kutan v.d., 2012). Kur uyumsuzluğuna uzun süre boyunca maruz kalan bankaların piyasa değerlerinde ciddi düşüşler beklenmelidir (Mishkin, 1997). Diğer taraftan az sayıdaki çalışma, dolarizasyonun banka faizleri ve buna bağlı olarak banka karlılıkları üzerinde karışık sonuçlara yol açtığını ortaya koymaktadır (Honohan ve Shi, 2002). Bu karışıklığın çeşitli faktörlere bağlı olduğu savunulurken; bankaların farklı segmentlere yönelmeleri, aracılık maliyetleri ve banka hisse senetlerinin performanslarının önde gelen faktörler oldukları ifade edilmektedir (Catao ve Terrones, 2000 aktaran Zeybek 2014). Dolarizasyon, para talebinde belirsizlikler yarattığından (Domaç ve Oskooee, 2002) ötürü para politikasının hazırlanması ve uygulanması daha zorlu bir hale gelmekte (Yıldırım, 2003) ve böylece bankalar, kur uyumsuzluğu ile başa çıkmada resmi otoriteden yeterli destek göremedikleri gibi, belirsizliklerle daha ziyade tek 84 başlarına mücadele etmek zorunluluğu altına girmektedirler (Domaç ve Oskooee, 2002). Kur uyumsuzluğunu ele alan çalışmalardaki ilginç olan bir husus ise bankalardaki yabancı para cinsinden mevduatların, dolayısıyla bankaların yabancı para cinsinden yükümlülüklerin daha sıkça ele alınmasıdır (Savastano, 1996) ve bu çalışmaların bir kısmında, ekonomiye yönelikolan güvenin yabancı paraya rağbette etkili olduğu savunulmaktadır (Calvo, 1999). Nispeten az sayıdaki çalışma ise diğer tarafı, bankaların verdikleri yabancı para cinsinden kredileri ele almaktadır. Ağırlıklı olarak kredileri içeren çalışmalarda, kredilere yönelik talepte belirsizliklerin yaşanması durumunda, bankacılık sektörü açısından dolarizasyonun katlanarak artış eğilimi gösterdiği (Machicado, 2008) ve merkez bankası politikalarının bir uzantısı olarak bankaların yaşayabilecekleri riskleri minimize etmek adına, yabancı para cinsinden kredi vermeyi tercih edebildikleri (Antinolfi ve Keister, 2006) şeklindeki sonuçlara varılmıştır. Bununla birlikte kredilerin geri ödenmemesi durumunda, ekonominin çarklarının aniden durabileceği ancak bu süreçte dolarizasyonun dolaylı olarak etkili olduğu, ortaya çıkan bir başka sonuçtur (Aysun ve Honig, 2010). Daha geniş bir zaman perspektifinden bakıldığında ise yabancı para cinsinden olan kredilerin geri ödenmesindeki sorunların, bankaların iflas risklerini oldukça arttıracağı beklenmektedir (De Nicolo v.d., 2005). Yabancı para cinsinden kredilerin geri ödenmeme sorunuyla baş edebilmek için genel bir yaklaşımın, resmi açıdan tam dolarizasyona geçmek olduğu savunulmaktadır (Hausmann v.d., 1999). Bankalar açısından uygun bir çözüm ise yabancı para cinsinden kredi vermek yerine yabancı para cinsinden türev araçları kullanmak olacaktır, ancak böyle bir 85 durumda bankalar bu araçların doğurabileceği risklere karşı açık hale gelmektedir (Chang ve Velasco, 2001). 3.3.Dolarizasyonun Bankacılık Sektörü Finansman Maliyetleri Üzerindeki Etkileri Bankacılık sektör maliyetleri açısından bakıldığında, dolarizasyonun pek çok etkiye yol açabildiği ortaya çıkmaktadır. Tam dolarizasyonun olması durumunda ülkenin merkez bankasının para basması ve buna bağlı olarak bankalara kredi vermesi mümkün olmamaktadır. Bankaların tüm yükümlülükleri yabancı para cinsinden olmakta (Chang ve Velasco, 2000) ve ülkenin kredibilitesi ile bankaların yükümlülük miktarına bağlı olacak şekilde, bankaların yeni kredi bulma ve taşıma maliyetleri yükselebilmektedir (Calvo, 2001). İlginç bir şekilde, yükselen bu maliyetler bankacılık sistemini zorlaşa dahi, ülkedeki tüketiciler ve işletmelerin bankacılık sistemine yönelik olan güvenleri, bankaların maliyetlerini düşürücü sonuçlar yaratabilmektedir. Buradaki güven aslında bankacılık sisteminden ziyade, sistemin kullandığı yabancı para cinsine yönelik olan güven olmaktadır (Chang ve Velasco, 2000). Tam dolarizasyon, merkez bankasına bir avantaj sağlayabilmektedir. Ülkenin merkez bankasının kendi imajının veya yerli para biriminin imajının zedelenmesi durumunda, imajı güçlendirmek için uygun para politikasının güdülmesi gerekecektir ve bu politika, özellikle volatil bir ekonomide bankaların kredi bulmaları ve müşteri kredilerinin takibi gibi hususlarda maliyetleri yükseltecektir (Gale ve Vives, 2002). Maliyeti düşürücü bir çözüm, tam dolarizasyona geçmektir (Minda, 2005). Ayrıca avantaj, sadece merkez bankasının imajı için değildir; tam dolarizasyona geçen ülkelerde örneğin Ekvator’da, ülke riski çok ciddi oranda düşmekte ve bu durumda da bankaların kredi maliyetleri azalırken, karlılıkları artmaktadır (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006). 86 Diğer bir ifadeyle, bir ekonominin küresel entegrasyonu açısından tam dolarizasyon faydalı olabilmektedir. Bankaların, yabancı bankalar ve müşterilerle olan işlemlerinde yerli-yabancı döviz kuru farklılığı bulunmayacağından ötürü, bankaların işlem yapma maliyetleri düşecektir (Minda, 2005). Diğer taraftan küresel entegrasyon bağlamındaki tam dolarizasyon, birtakım olumsuz etkiler de yaratabilmektedir. Uluslararası alanda ülke veya ekonomiye yönelik olan güvenin sarsılması durumunda, bankalar kaynak bulmada sıkıntı çekeceklerdir. Bu durumda yerli para basmayan merkez bankası da bu güvensizlikten olumsuz etkilenecek ve yabancı para cinsinden borçlanma senetleri ve geri alım gibi yöntemlerle ulusal bankalara destek vermeye çalışacaktır. Şu halde güvensizliğin doğuracağı likidite sıkıntısı, merkez bankası tarafından üstlenilecek ve ulusal bankalara yansıtılarak, bu bankaların kaynak sağlama maliyetlerini yukarı çekecektir (Beckerman ve Solimano, 2002). Yine de tam dolarizasyona geçen bazı ülkelerdeki bankaların, risk yönetimi açısından yabancı para cinsindeki varlıklarını daha likit tutma eğilimi sergiledikleri ve böylece hem olası kaynak sıkıntılarından kendilerini korudukları ve hem de olası fırsatları değerlendirdikleri; bu sayede maliyetkar arasında bir denge yakalamaya çalıştıkları ortaya çıkmıştır (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006). Bankaların likidite risklerine karşılık olarak zorunlu rezerv tutmaları gerekmektedir. Zorunlu rezervler, bankalar için maliyet doğurucu unsurlardır zira kullanılmayan veya piyasa getirisinin altında getiriye sahip olan kaynakları ifade etmektedir (Gulde v.d., 2004). Bu kaynakların yabancı para cinsinden tutulmaları durumunda, ekonomik otoritenin yabancı paraya yönelik güveninden ötürü, rezerv tutma alt limitleri azaltılabilir; böylece bankalar rezerv tutma maliyetlerini azaltacakları gibi, daha fazla kaynağı piyasaya sürebileceklerdir (Moreno-Villalaz, 1999). 87 Daha da önemli olan bir husus ise zorunlu rezervler dâhilindeki kaynakların sigortalarının, bankalar açısından ek bir maliyet doğurabilmesidir ve resmi açıdan tam veya kısmi dolarizasyonun olduğu bir ülkede, yabancı para cinsinden tutulacak rezervlerin riski düşük algılanacağından ötürü, bu rezervlerin sigorta maliyetleri, dolayısıyla bankaların maliyetleri düşecektir (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006). Rezervlerle ve dolarizasyonla bağlantılı bir diğer husus, enflasyon olmaktadır. Literatürdeki bulgulara göre özellikle tam dolarizasyona geçen bazı ülkelerde enflasyonda ani ve kalıcı düşüşler gözlenmiştir. Bu durumda banka aracılık maliyetlerinin düştüğü ve banka karlılıklarının olumlu etkilendiği ortaya çıkarken, zorunlu rezervlerdeki azalışların da karlılığa ayrıca katkı sağladığı ifade edilmektedir (Towers ve Borzutzky, 2004). Diğer taraftan enflasyon ve büyüme gibi makro iktisadi hususlarda stabilite yakalamak için öncelikle kurumsallaşmanın sağlanması, ardından da finansal serbestleştirici adımların atılması önerilmektedir (Guiso v.d., 2004). Bunların bir sonucu; yabancı sermayenin ülkeye hızlıca girmesi iken, tam bu noktada dolarizasyona geçilmesi sayesinde bu sermaye girişinin daha da hızlanması ve sadece yabancı paraya yönelik güvenin değil, aynı zamanda yabancı para bolluğunun, bankaların kaynak sağlama maliyetlerini düşürmede etkili olduğu düşüncesi bulunmaktadır (Jacome, 2004). Finansal serbestleşme sayesinde bankacılık sektörü hızlı bir biçimde büyümekte iken, kısmi dolarizasyonun oluşması durumunda büyüme sağlıklı olmayabilmekte ve kur riskini üstlenmedeki sorunlar, bankaların döviz kurlarına bağlı işlem maliyetlerini arttırabilmektedir (Saprin, 2001). İşlem maliyetlerindeki ve daha genel bir çerçevede aracılık maliyetlerindeki artışlar, bankacılığı daha rekabetçi bir hale getirmektedir. Buna göre daha düşük maliyet artışlarıyla yüzleşen bankalar, rakiplerini geride bırakabilmektedir. Literatürde bunun bir sonucu olarak bankalar arası satın alma ve birleşmelerin 88 hızlandığı ve konsolidasyon sonrasında ayakta kalan daha büyük hale gelmiş bankaların, işlem maliyetlerini düşürebilmek açısından daha rahat adım attıkları savunulmaktadır (Quispe-Agnoli ve Whisler, 2006). Daha genel bir anlayışla bakıldığında, dolarizasyonun olması durumunda sadece finansman maliyeti artışları değil, gelir azalması potansiyeli de ayrıca ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda dolarizasyonun görüldüğü bir ekonomide bankaların kar marjları genel olarak azalma eğilimi gösterirken, bu eğilim tüketiciler ve işletmeler lehine çalışmaktadır (Swiston, 2011). Eğilimin yaşanması durumunda ise daha çok müşteri bağlayan bankaların daha avantajlı hale gelecekleri söylenebilir. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, literatürde dolarizasyonun bankalar üzerindeki etkilerini irdeleyen oldukça az sayıda çalışmanın yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Bunun da ötesinde dolarizasyonun makro-iktisadi etkilerinin konu edildiği; ancak dolarizasyon-banka finansal performansı ilişkisinin çok nadir dikkate alındığı ifade edilmektedir (Kutan v.d., 2012). Bu çalışma vasıtasıyla tam da bu noktada bilimsel bir katkı yapma saiki bulunmaktadır. Çalışmanın amacı 2001-2014 ölçeğinde Türkiye ekonomisinde dolarizasyona etki edebilecek parametrelerin hem kendi içinde birbirlerini etkileme durumlarını hem de tek tek ve topluca dolarizasyon üzerinde etki dereceleri bulup ortaya çıkarmaktır. Bunlarla birlikte dolarizasyonun finansman maliyetine etkisini ölçmektir. 3.4.Yüklenilen Finansman Maliyeti ve Kur Risklerinin Bankacılık Sektrörüne Etkileri 3.4.1. Bankacılık Sektöründe Açık Pozisyonlar Bir iktisadi birimin döviz borçlanıp karşılığında TL varlık biriktirmesine dövizdeaçık pozisyon olarak nitelendirilir. Döviz fiyatlarının artması durumunda TL 89 cinsindenvarlıkların fiyatları değişmediğinde borçlar artacak varlıklar değişmeyecektir. Dolayısı ilebir zarar sözkonusu olacaktır. Bu nedenle dövizde açık pozisyon tutan iktisadi birimler kur riski taşırlar (Kumcu, 2005). Sektörün tümüne ait toplulaştırılmış bilgileri incelemek, sektörün altgruplarına ilişkin fazla veya açık pozisyonların gözden kaçırılmasına dolayısıyla daalt sektörlere ait bir kırılganlık varsa tespit edilememesine neden olacağı için,bankacılık sektörünün net genel pozisyonunu alt gruplar bazında inceleyen aşağıdaki grafiklerde ayrıca sunulmaktadır. Şekil 2.9: Bankacılık Sektörü Yabancı Kesim Bazında Net Genel Pozisyonu (milyon $) 90 Yukarıdaki şekli incelediğimizde, bilanço dışı yabancı para pozisyonu 91 Milyar TL fazla verdiğini, bilanço içi yabancı para pozisyonunun ise 95 Milyar TL açık pozisyonunda olup yabancı para net pozisyonunun 3,4 Milyar TL açık pozisyona sahip bulunmakta olduğunu gözlemlemekteyiz (BDDK, 2014). Bankacılık sektöründe, bilanço içi açık pozisyon, bilanço dışı pozisyon ilekapatıldığından, genel eğilime paralel olarak kambiyo kârı yazılan dönemlerde, türevişlemlerden zarar edildiği, bunun tersinin de genel olarak doğru olduğu gözlenmektedir. Bankacılık sektörünü oluşturan Kamu bankaları, Kalkınma ve YatırımBankaları, özel ve yabancı bankalar arasında net açık pozisyonu bulunduran bankatürü olmadığı bilinmektedir. Tamamı, bilanço içi açıklarını bilanço dışı fazlalarlakapatmaktadır. Net açık pozisyonları kapalı da olsa farklı davranış kalıplarına sahipoldukları görülmektedir. Kalkınma ve yatırım bankalarının diğerlerinden farklıolarak dönem dönem bilanço içi fazla verdiği ancak bu fazlalıkları bilanço dışıaçıklar ile sıfır net değerinde tuttukları görülmektedir (BDDK, 2014). 3.4.2. Dış Borçlanma Kavramı ve Dış Borçlanma Düzeyi Bir devletin ya da devlet kuruluşunun dış kaynaklardan mali ya da reel gelirsağlamasına dış borç denir. Dış borçlanma, ülke içindeki kişi ve kuruluşların, ülkedışındaki kişi ve kuruluşlardan kredi sağlaması olarak da tanımlanabilir (Evgin,2000). Yabancı para olarak alınan dış borçların vade sonunda anapara ve faizödemeleri de yine yabancı paralar ile gerçekleştirilir. Borç veren devlet borç olarakverdiği parayı kendi hazinesinden verebileceği gibi kendi ülkesinde bulunan özelsermaye çevrelerinden de temin ederek borç verebilir (Erginay, 2003). 91 Bankacılık sisteminin dış borçlarının durumu aşağıdaki grafiklerde gösterilmektedir. Kısa ve uzun vadede reel sektör kadar hızlı olmasa da dış borçlarınartma eğilimi dikkati çekmektedir. Dikkati çeken bir husus da 2009 yılındaki kriz sonrası dönemi sonrasında belirgin bir şekilde dışborçlanmaya gitmeleridir. Bir ülkenin kamusal ihtiyaçlarının kendi iç kaynaklarından karşılanması esastır. Ancak ülkelerin iç kaynaklarının kamusal ihtiyaçlarını karşılaması her zaman mümkün olmamaktadır. Bunun çeşitli sebepleri söz konusu olmakla birlikte, ülkelerin ekonomik kalkınmalarının birbirinden farklı olması temel neden olarak söylenebilir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki sermaye, teknoloji ve nitelikli insan gücü yetersizlikleri, bu ülkeleri dış kaynak aramaya zorlamaktadır (Evgin, 2000). Dış borç veya dış yardımların koşulları, krediyi alan ve krediyi veren ülke tarafından kararlaştırılır. Ancak borç veren ülke, nakit sıkıntısı çeken ülkeye göre borçların ve yardımların koşullarını belirlemede daha güçlü konumdadır. Dış borçlar veya dış yardımlar, bazen kredi veren ülkeye para ya da mal olarak borçlanma şeklinde olabileceği gibi bazen de teknik yardımlar şeklinde gerçekleştirilebilmektedir (Erginay, 2003). GOÜ, önemli ölçüde yabancı kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Dış kaynak ihtiyaçlarının temel sebepleri; yurtiçi tasarruflarının yeterli düzeyde olmaması, döviz gelirlerinin yetersizliği ve ekonomik kalkınmalarını sürdürebilmeleri için gerekli yatırımların finansmanını sağlamak şeklinde sıralanabilir. Ancak dışarıdan içeriye bu kaynak transferinin karşılığında kaynağı elde eden ülkenin kaynağı veren ülkeye ödediği bir karşılık veya bir bedel vardır. Bu karşılık henüz transfer işlemi gerçekleşmeden taraflar arasında yapılacak ve alınacak olan kaynağa ödenecek olan faiz oranını, geri ödeme zamanını yanı vadesini ve diğer koşullarını içeren bir anlaşma ile belirlenir. 92 Yukarıda aktarılan hususlar çerçevesinde Bankacılık sektörünün dış borçlanma düzeylerini incelemek gerekirse, bilanço içi ve bilanço dışı yabancı para pozisyonları incelenmelidir. Aşağıdaki şekilde bankacılık sektörünün tümüne ait bilanço içive bilanço dışı yabancı para pozisyonu ile net genel pozisyonu gösterilmiştir. Şekil 2.10: Bankacılık Sektörü Net Genel Pozisyonu(Milyon $) Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği verilerinden derlenerek hazırlanmıştır. Mart 2015 dönemi itibariyle bankalara borçlar kalemi 38 Milyar TL Türk Parası, 281 Milyar TL ise Yabanacı Para olmak üzere 319 milyar TL‘dir. Yukarıdaki grafikte de görüldüğü üzere, bankacılık sektörünün 2009 yılından itibaren daha fazla borçlanmaya gitmiş oldukları görülmektedir. Özel sektör yurtiçi kaynaklarının yetersiz olması durumunda dışarıdan kaynak sağlayarak istediği büyüme düzeyine ulaşabilmek için dış borçlanmayı tercih eder. Genel olarak dış borçlar program ve proje finansmanı amacıyla kullanılır. İç borçlar milli para, dış borçlar ise genellikle yabancı para cinsinden ödenir. Bu durum iç borç ve dış borç arasındaki önemli farklılıklardan bir tanesidir. Bu sebeple dış 93 borçlar milli ekonominin dış ödeme gücünü ve dış ödeme dengesindeki ilişkilerini etkilemekte, iç borçlar için ise böyle bir etki ya az ya da hiç olmamaktadır (İnce, 2001). Özel sektörün sermaye ihtiyacını sağlamada hangi finansman kaynağının ne ölçüde tercih edileceği ülkenin piyasa koşullarına, ülkedeki kurumsal ve yasal düzenlemelere bağlı olarak değişir. Sürekli iç borçlanmanın tercih edilmesi hem ekonominin büyüme performansını düşürür hem de gelir dağılımını bozar bunun yanında dış borçlanma döviz krizini gündeme getirmektedir (Keskin vd. 2007). 94 BÖLÜM 4 DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE DOLARİZASYONUN GELİŞİMİ VE ÖLÇÜM YÖNTEMLERİ 4.1.Dünya’da Dolarizasyon 1980’lerin sonunda Polonya’daki en yaygın sorulardan bir tanesi “Amerika ile Polonya arasındaki benzerlik nedir? sorusuydu. Cevabı ise “Amerika’da her şeyi dolar ile satın alabilirsiniz ancak Zloti ile hiçbir şey alamazsın, Polonya’da ise bunun tamamen aynısıdır. Doların Polonya içerisinde kullanılması tek örnek değildir. Birçok gelişmekte olan ülkede ev, araba ve diğer dayanıklı mallar Amerikan doları ile satın alınmaktadır. Özellikle 1980’lerin başında borç krizi yaşayan Latin Amerika ülkeleri ile 1989’da Doğu Avrupa ülkelerinde Sosyalizm’in çöküşü ile birlikte dolarizasyon yaşanmıştır. Yüksek ve istikrarsız enflasyon oranlarından dolayı yüksek fiyatlı ürünler yerel para birimi yerine dolar kullanılarak ödenmektedir. Dolarizasyon hesap birimi olarak, değer biriktirme aracı ve alış-verişlerde ulusal para yerine dolar kullanılmasıdır. Makroekonomik olarak istikrarsız olan ülkelerde dolarizasyon görülmektedir. Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve Bank) eski Başkanı Alan Greenspan Amerikan Kongresi’ne yaptığı açıklamada Amerikan dolarının % 50’sının Amerikan sınırları dışında bulunduğunu belirtmiştir. Doların ülke dışına çıkmasındaki en önemli nedenlerden bir tanesi Amerika Birleşik Devletleri’nde çalışan yabancı işçilerin kendi ülkelerine gönderdikleri paradır. Amerika’da çalışan göçmenlerin geldikleri gelişmekte olan ülkelerin yüksek oranda dolarize olduğu görülmektedir. Örneğin, Polonya kökenli Amerikalılar uzun 95 yıllar Polonya’daki akrabalarına dolar göndermişlerdir. Bu olgu, Doğu Avrupa ülkelerinden en çok neden Polonya’nın dolarizasyon yaşadığını göstermektedir. Ayrıca, kanundışı yollarla yapılan ticaret doların yurtdışına akmasında önemli nedenlerden biridir. Büyük miktarda Amerikan dolarının Bolivya, Kolombiya ve Peru’da bulunmasının sebebi uyuşturucu ticaretinden kaynaklanmaktadır. Yeterli verinin olmamasından dolayı gelişmekte olan ülkelerdeki dolarizasyon derecesini ölçmek güçleşmektedir. Dolar birçok ülkede dolaşımda bulunmasına rağmen kesin miktarı tam olarak bilinmemektedir. Ayrıca, Amerika’da yerleşik olanlardan ne kadarının ABD dışında dolar tuttuğu bilinmemektedir. Bir ülkede enflasyonun yüksek olması istikrarlı bir yabancı para elde bulundurmayı artırmaktadır. Vergiler ve diğer bazı parasal işlemlerde ulusal para kullanılsa da enflasyon yükseldikçe yabancı döviz paranın üç fonksiyonunu (Değer biriktirme, Hesap birimi, İşlemlerde aracılık etme) yerine getirmekte daha başarılı olmaktadır. Bir ülkede enflasyon arttıkça o ülkenin vatandaşları ulusal paranın hızlı değer kaybetmesinden kaçınmak amacıyla yabancı parayı değer biriktirme aracı olarak kullanmaktadırlar. Dolarizasyon sürecinin ilk gözlenebilir aşaması değer biriktirme aracı olarak kullanılmasıdır. Sürekli artan ve istikrarsız bir enflasyonun olduğu bir ülkede dolarizasyonun bir sonraki aşaması doları hesap birimi olarak kullanmaktır. Mal ve hizmetlerin fiyatı dolar cinsinden belirlenirken sözleşmeler dolar cinsinden yazılmaya başlanır. Doları veya herhangi bir yabancı para birimini kullananlar fiyatların daha az sıklıkla değişeceğinden emin olmaktadır. Örneğin, Bolivya’da yaşayan bir kişi 35.000 Amerikan dolarından evini satışa çıkarsın. Fiyat aylarca aynı kalabilir. 35.000 doların gerçek değeri veya satın alma gücü Amerika Birleşik Devletleri’nin düşük enflasyonuna bağlıdır. Ancak, 96 1980’lerin ortasında Bolivya’da hiperenflasyon yaşanırken bir kişi evi için peso cinsinden bir fiyat belirlerse istediği fiyatı sürdürmek için günlük fiyat değiştirmesi gerekmektedir. 1984 Ekim ayında 35.000 dolar 69.720.000 pesoya eşdeğerdir. Bir ay içerisinde 35.000 doların değeri 311.640.000 pesoya yükselmiştir. Bu nedenle, dolarizasyon uzun süreli olarak fiyatların sabit kalmasını sağlayarak hesap birimi olma işlevini sağlamaktadır. Dolar işlemlere aracılık etmeden hesap birimi olma ve değer biriktirme aracı olarak da kullanılabilir. Ilımlı dolarizasyonda, yerel para bütün işlemlerde kullanılabilir. Eğer bir otomobil dolar cinsinden fiyatlanmış ise bir kişi dolar karşılığı olan yerel parayı ödeyerek bu arabayı satın alabilir. Ancak, tam dolarizasyonda fiyatlamanın yanında dolar ödemelerde kullanılmaktadır. 1991’in ortasında Peru’da en yüksek banknotun değeri 7 Amerikan dolarına eşitti. Bu nedenle dolar düşük fiyatlı ürünlerin satın alınmasında da kullanılmaya başlanmıştır. Dolar elbise ve araçgereç gibi göreceli olarak fiyatı yüksek olmayan ürünlerin satın alınmasına da aracılık etmeye başlamıştır. Yüksek dolarizasyonda Merkez Bankaları genel olarak ülke içerisindeki işlemlerde doların kullanılmasını kısıtlar. Örneğin, 1982 Ağustos ayında Meksika bankalarındaki dolar mevduatlarının dondurulmasını ve bunların pezoya çevrilmesini istedi. 1982 Kasım ayında Bolivya dolara bağlı sözleşme yapılmasını yasadışı ilan etti. Hükümet politikaları dolar üzerinden işlem yapılmasını maliyetli hale getirerek yerel paraya talep oldukça arttı. Ancak, Dolar piyasada dolaşımına yasadışı olarak devam etti. Doların kısıtlanması ve yasaklanmasına ek olarak hükümetler, dolarizasyon tehlikesine karşı yerel para üzerindeki faiz oranlarını yükselttiler. Fakat hükümet esas sorun olan yüksek oranlı enflasyonu hedeflemediğinden dolayı faiz oranları zamanla yukarı doğru artacaktı. Bu durum muhtemelen hiperenflasyonun önünü açacaktır. 97 Hükümetler dolarizasyon sürecini geciktirdikçe senyoraj iyi bir gelir meydana getirmektedir. Pesodan dolara doğru olan talep değişmeleri yerel paranın vergi altyapısını zayıflatmaktadır. Dolarizasyon hükümetlerin senyoraj gelirini azaltmaktadır. Bolivya örneğinde olduğu gibi istikrarlı yerel bir para birimi yaratılarak oluşturulan makroekonomik reform dolarizasyonu azaltma konusunda başarısız olmuştur. 1985 Ağustos ayında, Bolivya mali açıklarını azaltmak için yeni bir para politikası ve yeni para birimi “Boliviano” ile yeni bir istikrar programı açıklamıştır. Enflasyon oranı 1985 yılında % 11,750’den 1986 yılında % 276’ya düşmüştür. İzleyen yıllarda sırasıyla % 21, % 12 ve % 9’a düşmüştür31. Enflasyon oranı düşmesine rağmen dolarizasyonoranı artmıştır. Resmi olmayan borç piyasasında dolar üzerinden yapılan borçlanmaların toplam borçlara oranı 1985 yılında % 47’den 1987 yılında % 84’e yükselmiştir. Banka mevduatlarında, yabancı para cinsinden mevduatların M2’ye oranı 1985 yılında %13 iken 1993 yılında % 69’a yükselmiştir. Neden görünüşte başarılı bir istikrar programı Bolivya ekonomisinin dolarizasyonunu azaltamamıştır? Ülkede, enflasyon oranının artması ile dolarizasyon arasında, dedolarizasyon enflasyonun düşmesi arasında asimetrik bir ilişki vardır. Bir ihtimal, halk istikrar programını yeterince inandırıcı bulmamıştır. Enflasyon oranı düşmesine ve kur oranları sabitlenmesine rağmen halk hükümetin yeni makroekonomik programı sürdürmeyeceğine inanıyorsa yerel para birimini dolara tercih etmeyecektir. Dedolarizasyon sürecindeki diğer bir eksiklik bir para biriminden diğerine geçişteki işlem maliyeti olabilir. Halk yabancı döviz kuruyla işlem yapmaya alıştıktan sonra enflasyon oranları düşse bile tekrar yerel paraya dönüş ile oluşacak maliyetleri ödemek istememektedir. Sonuç olarak, Bolivya örneğinde, yasadışı uyuşturucu trafiğinden kaynaklanan dolar gelirleri ülkenin dedolarizasyon sürecini sekteye uğratmıştır. 98 Yasadışı yapılan bu ticaret dolar ile finanse edildiğinden ülkeye sürekli dolar girişi olmaktadır. Bu durum Bolivya, Kolombiya ve Peru gibi Latin Amerika ülkelerinde neden dedolarizasyonun yapılamadığını açıklamaktadır. 4.1.1. Raket Etkisi ya da Dolarizasyon Histerisi Gelişmekte olan ekonomilerde, geçmişte yaşanmış olan fiyat ve kur belirsizlikleri, ilerleyen dönemlerde mevcut dolarizasyon seviyesine etkilerini sürdürmektedir. Örneğin, geçmiş dönemlerde gerçekleşmiş olan yüksek devalüasyon, beraberinde ilerleyen dönemlerde kredi dolarizasyonunun artış göstermesine neden olabilmektedir (Luca ve Petrova, 2003). Ayrıca, doğru yönetilemeyen bir kur rejimininin ardından ortaya çıkan dolarizasyon beklenen enflasyon bağlı olarak şekillendiği kabul edilmektedir. Buna göre, eğer kur rejimi başarısız bir şekilde yönetildiyse, dolarizasyonoranı yüksek çıkabilmektedir. Ayrıca mevcut ekonomiye ait uygulanan para politikasına güven duyulmuyorsa;kurlara ilişkin “dalgalanma korkusu” söz konusu ise ilgili kur rejimi kapsamında sürdürülen para politikası, enflasyonu kontrol altına alabilmesine rağmen yine de ekonomi içerisindeki bireylere güven verme de başarısız olabilmektedir. Sonuç olarak doğru yönetilemeyen bir rejimin ardından yüksek seviyelerde seyredebilecek “beklenen enflasyon oranı”, “dolarizasyon histerisi”ne diğer bir ifade ile dolarizasyonun yüksek seviyelerde takılı kalmasına neden olabilmektedir (Ize ve Powell, 2005). “Dolarizasyon Histerisi” ya da diğer bir ifade ile “Raket Etkisi” denilen bu olgu ekonomi içerisindeki bireylerin mevcut pozisyonların maliyetlerinden ya da iktisadi faaliyetlere ilişkin diğer kaynaklı olabilmektedir (Honohan ve Shi, 2001). Geçmişte yaşanan tecrübelerden görebildiğimiz, yüksek enflasyon tecrübesine sahip Arjantin, Bolivya, Peru gibi bir takım ülkelerin enflasyon oranlarını düşürüp göreceli olarak daha istikrarlı bir makroekonomik yapıya kavuşmalarına rağmen, bu ülkelerdeki kısmi dolarizasyondurumu hala devam 99 edebilmektedir. Bu durum akademik literatürde yukarıda özetlediğimiz haliyle “Raket Etkisi” şeklinde açıklanabilmektedir. 4.2. Türkiye’de Dolarizasyon, Ölçüm Yöntemlerive Gelişimi 4.2.1. Dolarizasyon’unÖlçüm Yöntemleri Türkiye’de dolarizasyonun tarihsel gelişimini incelemeden önce dolarizasyonun ölçüm yönteminin ortaya konulması faydalı olacaktır. Dolarizasyon ölçümü yapılan çalışmanın içeriğiyle ve ne yapılmak istendiğiyle son derece alakalıdır. Ancak, genel olarak, yabancı para cinsinden hesapların toplam mevduatlar ya da geniş tanımlı para arzı (M2Y) içindeki payı, bir ülkedeki dolarizasyon derecesinin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Tanımı gereği, bir ülkedeki varlık dolarizasyon derecesinin en iyi göstergesinin, hanehalkı ve firmaların (banka dışı kesim), yabancı para portföyünün toplam portföy içindeki payı olduğu belirtilmektedir (Akıncı ve diğerleri, 2005). Kredi dolarizasyonu, özel kesime ait yabancı para cinsinden kredilerin özel kesim toplam kredilerine oranı ile ölçülmektedir. Buna alternatif olarak özel kesim yabancı para cinsinden kredilerin banka toplam varlıklarına oranı da kredi dolarizasyonun ölçümünde kullanılmaktadır (Arteta, 2003). Yeyati (2006) mevduat dolarizasyonunu dolarizasyon göstergesi olarak kullanmaktadır. Bunun nedeni, yasal düzenlemelerin bir gereği olarak, kredilerin genellikle mevduatlarla eşleştirilecek olmasıdır. Mevduat dolarizasyonu, yerleşiklerin yurtiçi bankalarda tuttuğu yabancı para mevduatların toplam mevduatlar içindeki oranını temsil eder ve bir diğer dolarizasyon ölçümüdür. Kullanılabilecek alternatif rasyo ise yabancı para cinsinden mevduatların, toplam varlıklar içindeki oranı ve yabancı para mevduatların toplam krediler içindeki oranıdır (Luca ve Petrova, 2003). 100 Dolarizasyonun ölçülmesinde kullanılan oranlar, offshore hesapları içermemesi nedeniyle eksik olarak görülmekte ve eleştirilmektedir. Ayrıca, döviz bazlı işlemlere getirilen kısıtlamalar nedeniyle bazı ülkelerde (Brezilya, Kolombiya ve Venezüella) yabancı para mevduatların tamamı offshore şubelere aittir (IADB, 2005).Dolarizasyon ayrıca yabancı para cinsinden mevduatların M2Y’ye bölünmesi, yabancı para cinsinden kamu borçlarının toplam kamu borcu içindeki oranı ve toplam dış borç içinde özel kesimin payına bakılarak da değerlendirilebilmektedir (IMF, 2005). Finansal dolarizasyonun, fiyat istikrarına ilişkin etkileri büyük olasılıkla likit pozisyonların kompozisyonu para birimi arasındaki kompozisyonu ilişkiden ve doğmaktadır. yerleşiklerin Diğer tasarruflarının yandan, finansal dolarizasyonun bankacılık krizlerine etkisi ölçülürken, finansal kuruluşların bilançolarındaki dolarizasyon oranlarının incelenmesi yerinde olacaktır. Bankalar, ulusal para cinsinden geliri olan müşterilerine yabancı para cinsinden kredi kullandırarak açık pozisyonlarını kapatmakta, ancak artan kredi riski nedeniyle reel devalüasyonun bilanço etkisini sınırlı ölçüde kısıtlamaktadırlar. Bu nedenle, literatürde “net pozisyon” yerine, mevduat dolarizasyonu rasyosu ve banka yabancı yükümlülükleri ile ölçülen “kısa vadeli brüt para pozisyonu”na odaklanmanın doğru olacağı belirtilmiştir (Yeyati, 2006). Bir ülkedeki dolarizasyonun ölçülmesi için net ve genel geçer bir tanım olmamakla birlikte, Reinhart ve diğerleri (2003) tarafından tanımlanan “bileşik dolarizasyon endeksi”, finansal dolarizasyonun boyutu hakkında bilgi vermesi açısından önemli bir gösterge niteliğindedir. Bu endeks Türkiye üzerine yapılan Akıncı ve diğerleri (2005) çalışmasında kullanılmıştır. Tanımlanan bileşik dolarizasyon endeksının hesaplanmasında, yabancı para mevduatların M2Y’ye oranı, toplam dış borç stokunun Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’ya oranı ve Hazine’nin yabancı para cinsinden ve/veya yabancı paraya endeksli iç borçlarının toplam iç borç stoku içindeki payı gibi çeşitli rasyolar 101 kullanılmaktadır. Endeks, söz konusu oranların 10 değerine normalleştirilmesinden sonra toplanması suretiyle oluşturulmaktadır. Reinhart’a göre dolarizasyon derecesi 0-3 aralığında düşük, 4-8 aralığında normal, 9-13 aralığında yüksek ve 14-30 aralığında çok yüksek olarak değerlendirilmektedir. Yılmaz (2005) tarafından yapılan çalışmada, Türkiye için ortalama birleşik endeks değeri 1989-2004 yılları arası dönem için ortalama 10 (yüksek) olarak hesaplanmıştır. Bileşik dolarizasyon endeksının hesaplanma yöntemi Tablo 3.6’da gösterilmektedir. Tablo 3.6: Dolarizasyon Endeksleri Rasyo Değerleri Endeks Değerleri xi = 0 0 0 < xi≤ 0.1 1 0.1 <xi≤ 0.2 2 0.2 <xi≤ 0.3 3 0.3 < xi≤ 0.4 4 0.4 <xi≤ 0.5 5 0.5 <xi≤ 0.6 6 0.6 <xi≤ 0.7 7 0.7 <xi≤ 0.8 8 0.8 <xi≤ 0.9 9 xi> 0.9 10 Kaynak: Reinhart ve diğerleri (2003) 102 Akıncı ve diğerleri (2005), Reinhart ve diğerlerinin (2003) çalışmasından yola çıkarak, Türkiye’de süregelen dolarizasyon sürecine ilişkin birer gösterge olarak varlık, yükümlülük ve bileşik dolarizasyon endeksleri oluşturmuşlardır. Tüm endeksler 2002 yılından bu yana uygulanmakta olan istikrar programının dolarizasyon eğilimini tersine çevirmedeki başarısını doğrulamaktadır. Dolarizasyon derecelerinin doğru şekilde karşılaştırılması, kredi ve mevduat türleri bazındaki farklılıkların gözönünde bulundurulmasını gerektirir. Örneğin sadece vadeli mevduatlarda dolarizasyon gözlenebileceği gibi, bir ülkedeki yabancı para cinsinden vadesiz mevduatlar başka bir dolarize ekonomiden daha az ya da fazla olabilmektedir. Örneğin Arjantin’de yabancı para cinsinden vadeli mevduat hesapları yüksek orandayken, Peru’da yabancı para cinsinden vadesiz mevduat hesapları yüksek paya sahiptir. Dolayısıyla, yabancı para Arjantin’de değer saklama aracı olarak kullanılırken, Peru’da aynı zamanda ödeme aracı olarak da kullanılmaktadır (IADB, 2005).Aşağıdaki tabloda finansal dolarizasyonun ölçümünde kullanılan yöntemler özetlenmektedir. Tablo 3.7: Dolarizasyon Ölçüm Yöntemleri Yükümlülük Mevduat Dolarizasyonu Dolarizasyonu Öçüm Yöntemi Yabancı Para Krediler / Toplam Krediler Yabancı Para Mevduatlar / Toplam Mevduatlar Kamu YP Cinsi Borç / Toplam İç Borç Yabancı Para Mevduatlar / M2Y Özel Kesim Toplam YP İç Borç Stoku / GSYİH Kaynak Akıncı ve diğerleri (2005) Yeyati (2006) Kredi Dolarizasyonu Varlık Dolarizasyonu Özel Kesim Yabancı Para Krediler / Özel Kesim Toplam Krediler Hane Halkı ve Firmalar Yabancı Para Portföyü / Toplam Portföy Özel Kesim Yabancı Para Krediler / Banka Toplam Varlıklar Arteta (2003) 103 Akıncı ve diğerleri (2005) Birleşik Dolarizasyon Endeksi Bileşik Endeks aşağıdaki rasyolar kullanılarak oluşturulmaktadır. Yabancı Para Mevduatlar / M2Y Toplam Dış Borç Stoku / GSMH Yabancı Para veya Yabancı Paraya Endeksli Hazine Borçları / Toplam İç Borç Stoku Reinhart ve diğerleri (2003) Türkiye’deki dolarizasyonu incelerken daha önceki bölümlerde incelediğimiz dolarizasyon ölçme tekniklerinden döviz tevdiat miktarının toplam mevduata oranı (DTH / Toplam Mevduat) ile döviz tevdiat miktarının M2Y Para tabanına oranını (DTH / M2Y) aldık. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın Elektronik Veri Dağıtım Sistemi (EVDS) verileri kullanılarak 1986 yılı ile 2014 yılına kadar olan dolarizasyon süreci incelenmiştir. Merkez Bankası verileri çerçevesinde veriler düzenlenmiş ve incelenmiştir. Bu çerçevede yıllara göre dolarizasyon oranlarına baktığımızda her iki yöntem sonucu elde edilen oranlar birbirine yakın çıkmıştır. Elde ettiğimiz veriler çerçevesinde yıllara göre Türkiye’de dolarizasyon süreci aşağıda anlatılmıştır. 4.2.2. Türkiye’de Dolarizasyon’un Tarihsel Gelişimi Türkiye’de 1980 öncesi dönemde, ekonomik birimler tarafından yabancı para bulundurmak ve kullanmak yasak olduğu için para ikamesi, ciddi ve önemli bir olgu ya da sorun olarak mevcut değildi (Balaylar ve Duygulu, 2004). Türkiye’de enflasyon oranları 1970’li yıllardan sonra oldukça artmış, 1980’lerden sonraki finansal liberalleşmenin etkisiyle dolarizasyon hız kazanmıştır. Döviz kurunun liberalleşmesi yolundaki ilk adım Aralık 1983’te atılmıştır. Bu tarihte, yerleşiklerin, ticari bankalarda yabancı para cinsinden mevduat açmalarına izin verilmiştir. 1970’lerde karaborsada alınıp satılan ve miktarı hızlı bir şekilde artan yabancı para kullanımı kayıt altına alınarak ekonomiye kazandırılacaktı. Türkiye’de gayri resmi dolarizasyon süreci de bu tarihten itibaren hız kazanmıştır. 1988 yılında Döviz Tevdiat Hesaplarının toplam mevduat içerisindeki payı %23,74’e ulaşmıştır. Bu durum dolarizasyon literatürüne de uygun olarak, bireylerin yerli paranın değer kaybetmesinden kaçınarak, yabancı paraya geçmeleridir. Böylece, gelirlerinde ve varlıklarında oluşabilecek değer kaybından 104 kaçınmış olacaklardır. 1989 yılına kadar, nominal döviz kurundaki hızlı değer kaybı ve yüksek enflasyon nedeniyle döviz tevdiat hesaplarında hızlı bir yükseliş olmuştur. Döviz Tevdiat hesaplarının toplam mevduata oranı 1986 yılında % 11,88 iken 1988 yılında % 23,74’e ulaşmıştır. Ancak oran 1989 yılında % 21,84’e gerilemiştir. 1989 yılında Türk Lirasının konvertibilitesinin sağlanması ve hükümetin dış sermaye çekebilmek için faizleri yüksek seviyede tutması, TL’nin değer kazanmasıyla birlikte Döviz Tevdiat Hesaplarında bir miktar azalma meydana gelmiştir. Döviz cinsi mevduatların reel getirilerinin Türk Lirası cinsinden varlıkların getirilerinden daha az olmasına rağmen ekonomik istikrarsızlığın devam etmesi, döviz kuru riskleri ve siyasi belirsizlikler Türk Lirası’na olan güvensizliğin devam etmesine yol açmış ve Körfez Savaşı’yla birlikte 1991 yılında Döviz hesaplarında tekrar artış meydana gelmiştir. 1990 yılında % 28,31 olan Döviz mevduatlarının toplam mevduata oranı 1993 sonlarında % 46,35 seviyelerine ulaşmıştır. 1994 yılında uluslararası kredi değerlendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu düşürmesiyle yabancı paraya talep tekrar hızlı bir şekilde artmıştır. Bunun sonucunda yaşanan panik krize dönüşerek TL reel olarak değer kaybetmiş, enflasyon üç haneli rakamlara çıkmış ve döviz tevdiat hesapları oldukça artmıştır. Döviz tevdiat hesaplarının toplam mevduata oranı % 50’nin üzerine çıkmıştır. 1994 yılı Nisan ayına kadar çok değer kaybeden TL, bu tarihten itibaren değer kazanmaya başlamıştır ve döviz mevduatlarında bir miktar azalma olmuştur. Ancak, 1995 yılında alınan erken seçim kararı sonucunda oluşan siyasi belirsizlikle birlikte gayri resmi dolarizasyon artmıştır. 1996 yılıyla 2000 yılı sonlarına kadar TL’de reel değerlenme olmuş TL varlıklarının getirileri yabancı varlıkların getirilerinden daha fazla olmuştur. Ancak, önceki yıllarda yaşanılan ekonomik krizler ve TL’nin bu krizlerde değer kaybetmesi nedeniyle TL’ye ve finansal siteme olan güven kaybı ile siyasi belirsizlik nedeniyle döviz mevduatlarında azalma çok fazla olmamıştır. 1998 yılındaki Asya ve Rusya 105 krizleri ile 1999 Marmara depremi olumsuz beklentileri artırarak dolarizasyondaki azalmaları engellemiştir. 1990’lı yıllarda ekonomik istikrarsızlığın artması, döviz kurunun sürdürülemez yöntemlerle öngörülmeye çalışılması TL cinsinden yatırım araçlarının riskini artırmış ve kaçınılmaz olarak finansal sistemde dolarizasyon artış göstermiştir. 1990 yılında % 21,71 olan yabancı mevduat oranı 2000 yılına gelindiğinde % 49,18’e yükselmiştir. 2000 yılında, TL’ye olan güvensizlik devam ederken döviz kuru çıpasına dayalı istikrar programının başlamasıyla birlikte gayri resmi dolarizasyonda kısmi azalma yaşanmış ancak 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleriyle birlikte TL yüksek değer kaybetmiş ve döviz tevdiat hesaplarının toplam mevduatlara oranı % 60’lara yaklaşmıştır. Bankacılık sistemi içerisinde yabancı para cinsinden kredilerin toplam krediler içerisindeki payı ve dövize endeksli borçlanma senetlerinin toplam iç borç stokuna oranı da dolarizasyon göstergeleri arasında yer almaktadır. 1996 yılında yabancı para cinsinden kredilerin toplam kredilere oranı % 40 seviyelerindedir. 2000 yılında uygulanan programla birlikte % 35 seviyelerine inmiş ancak kriz sonrasında % 50’ye ulaşmıştır. Makroekonomik yapıda oluşan bozulmalar ekonomik birimlerin davranışlarının değişmesine neden olmuştur. Ekonomik aktörler yabancı para cinsinden daha fazla işlem yapmaya başlamışlardır. Dolayısıyla bu süreçte sırasıyla para ve varlık ikamesi ile yükümlülük dolarizasyonu artmıştır. 2006 yılı Haziran ayında banka harici kesimin net döviz pozisyon açığı 43 milyar dolara yükselmiştir. Başka bir ifadeyle, döviz kuru riski bankalardan reel sektöre geçmiştir. Bu nedenle, döviz kuru hareketlerinin finansal ve reel sektöre yansımaları ve ekonomik krizlerin yıkıcı etkileri artmaktadır. 106 4.2.3. Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi Türkiye’de finansal liberalleşme ile birlikte yaşanan ekonomik istikrarsızlık ve krizler dolarizasyonun artmasına katkı sağlamış ve sorunun çözümü güçleşmiştir. Göstergelerden anlaşılacağı gibi Türkiye yüksek oranda gayri resmi dolarizasyonunolduğu ülkelerden bir tanesidir. 2003 yılından itibaren düşüş trendine giren dolarizasyon 2009 yılında % 33’egerilemiştir. Döviz Tevdiat Hesaplarının Toplam Mevduat İçerisindeki Payı (%) 42.0% 36.1% 39.2% 40.3% 37.1% 34.8% 29.1% 30.12.2005 05.05.2006 01.09.2006 29.12.2006 27.04.2007 24.08.2007 19.12.2007 18.04.2008 15.08.2008 12.12.2008 10.04.2009 07.08.2009 04.12.2009 02.04.2010 30.07.2010 03.12.2010 01.04.2011 29.07.2011 25.11.2011 23.03.2012 20.07.2012 16.11.2012 15.03.2013 12.07.2013 15.11.2013 14.03.2014 11.07.2014 07.11.2014 06.03.2015 45.0% 43.0% 41.0% 39.0% 37.0% 35.0% 33.0% 31.0% 29.0% 27.0% DTH / Toplam Mevduat Şekil 3.11: Türkiye’de Dolarizasyon Düzeyinin Yıllar İçerisindeki Değişimi (%) Fakat ardından gelen dönemde dolarizasyonhızla artış göstermiş ve 2001yılından beri uygulanmakta olan güçlü ekonomiye geçiş programı, Avrupa Birliği(AB) süreci ve küresel likidite koşullarının gelişmekte olan ülkeler lehine gelişmesisonucunda Türk Lirası’na olan güvenin artması, yüksek uluslararası rezervler, tekhaneli rakamlara gerileyen enflasyon oranları ve oynaklığın azalması 107 durumu son 5 yıl içerisinde terse dönmüştür. 2015 yılı itibariyle dolarizasyon oranı %42 düzeyine yükselmiştir. Tüm bu göstergelerden anlaşılacağı üzere Türkiye yüksek oranlı gayri resmidolarizasyonlu ülkelerdendir ve Türkiye ekonomisi üzerinde olumsuz etkileriolmaktadır. Bu etkiler şöyle özetlenebilir: • Belli bir bütçe açığı altında, enflasyon vergisini azaltır, daha yüksek ve daha yüksek enflasyona yol açar. • Etkileyebileceği ya da müdahale edebileceği para arzı miktarının azalması ve para talebinin istikrarsızlaşmasıyla para politikalarının etkin bir şekilde uygulanamamasına neden olur. • Döviz kuru rejimleri tercihlerini etkiler. • Finansal sistemde para uyumsuzluklarına neden olur ve ekonominin kırılganlığı artar. • İstikrar politikalarının etkin bir şekilde uygulanmasını engeller. • Yatırım kararlarını olumsuz etkiler. Ülkemizde dolarizasyonla mücadele sürecinde 2001 yılından beri önemli mesafe alınmış olsa da, ekonomik birimlerin geçmiş yıllardaki makro ekonomik istikrarsızlığa ilişkin kötü hatıraları nedeniyle dolarizasyon histerisi azalmakla beraber halen devam etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’de finansal serbestleşmeyle birlikte yaşanan ekonomik istikrarsızlık ve krizler dolarizasyonun derinleşmesine katkıda bulunmuş ve sorunun çözümünü de zorlaştırmıştır. 108 BÖLÜM 5 TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ 5.1.Dolarizasyon Düzeyi Tespitinde Minimum Varyans Portföyü (Mvp) Ekonominin temel dinamiklerince belirlenen MVP tarafından gösterilen dolar düzeyi, portföyde tutulması gereken optimum dolar düzeyidir. Teorinin belirttiği gibi MVP, dolarizasyonun temel belirleyicisi ise nedensellik analizi sonuçlarında yükümlülük dolarizasyonu ve “Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranınının” nedeni olarak görülmelidir. Böylece, dolarizasyon düzeyine ilişkin kanaatin sağlam bir temele dayanıp dayanmadığı ortaya konmuş olacaktır. Bu bölümde öncelikle minimum varyans portföyünün belirlediği dolar düzeyi bulunarak gerçekleşen dolarizasyon düzeyleri ile kıyaslanmış, buna bağlı olarak da ülke içindeki dolarizasyonun risk boyutu tartışılmıştır. Ölçüm kıstası olarak belirlenen MVP’nin teoride olduğu gibi verilerle de dolarizasyonun nedeni olduğunun belirlenmesi, ölçüm kıstasının gücünü ortaya koyacağı için Granger Nedensellik Analizi uygulanmıştır. Uygulanmış olan Granger Nedensellik Analizinden beklenen, değişkenler arası ilişkilerin teoride belirtildiği yönde çıkmasıdır. Türkiye’de olması gereken düzey, Yeyati (2006) yöntemi uygulanarak hesaplanmıştır. Logaritmik farkı alınan TCMB dolar alış kurundan logaritmik farkı alınan tüketici fiyat endeksi çıkarılarak reel döviz kuruna ilişkin seri bulunmuş ve formülde bu seriler yerine konarak MVP düzeyi 2000:01 - 2015:03 dönemi için hesaplanmıştır. 109 MVP = (𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣(∆𝑝𝑝) − 𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐(∆𝑝𝑝, ∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟)) (𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣(∆𝑝𝑝) + 𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣𝑣(∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟) − 2𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐𝑐(∆𝑝𝑝, ∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟)) ∆𝑝𝑝 = 𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝐸𝐸 ′ 𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛𝑛 𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓 𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎ş 𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠 ∆𝑒𝑒𝑒𝑒 = 𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇𝑇 𝐴𝐴𝐴𝐴𝐴𝐴 𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷𝐷 𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎ş 𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘𝑘 𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙𝑙 𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓𝑓 𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎𝑎ş 𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠𝑠 ∆𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟𝑟 = ∆𝑒𝑒𝑒𝑒 − ∆𝑝𝑝 “Minimum Varyans Portföyü (MVP)”, devalüasyon halınde belli oranda yerli paradakikaybı giderecek belli oranda yabancı para tutulmasını sağlayacak birkombinasyon olarak tanımlanmaktadır. MVP, mudiyi devalüasyon kaynaklıenflasyon zararlarından korumaktadır (Ize ve Powell, 2005). Gerçekleşen dolarizasyon göstergeleri olarak yükümlülük dolarizasyonu ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranıkullanılmıştır. Mevduat dolarizasyonu, yerleşiklerin yabancı para mevduatının toplam mevduata oranıdır. 1990’li yılların sonlarına kadar dolarizasyon yerlesiklerin portföylerinin bir kismini yabancı para ve yabancı para cinsinden aktiflerden oluşturmaları esasina dayanmaktaydi. Ancak 1990 sonrasi dönemde kamu ve özel sektörün yabancı para cinsinden yükümlülüklerini baz alan “yükümlülük dolarizasyonu” literatürde tartişilmaya başlanmistir. Özellikle gelişmekte olan piyasalarda yakın geçmişte sıkça yaşanan bankacılık krizleri, iktisat yazınına varlık dolarizasyonunun yanı sıra “yükümlülük dolarizasyonu” kavramını da eklemiştir. Yükümlülük dolarizasyonu; ülkedeki bankacılık ve kamu kesimi dahil olmak üzere tüm ekonomik birimlerin, yabancı para cinsinden büyük miktarda yükümlülüklerinin bulunmasıdır (Serdengeçti, 2005). Rennhack ve Nozaki (2006), dolar mevduatların toplam mevduatlar içerisindeki oranını dolarizasyon göstergesi olarak bağımlı değişken şeklinde regresyona dahil etmiş ve analizlerde bulunmuşlardır. Yazarlar, bu oranın mükemmel olmasa da dolarizasyonun en iyi göstergesi olarak yaygın kullanımına dikkat 110 çekmişlerdir. Regresyondaki bağımsız değişkenler ise, MVP, enflasyon, bütçe açığı, kurumsal ve politik yönetime ilişkin indeksler ve dolarizasyonun varlığına ilişkin yasal kısıtlamalardır. Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım bankalarının yurt içi kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi içindeki oranıdır. Dolarizasyon ölçümlerinde kullanılan değişkenlerden hareketle, elde tutulan nakit dolar miktarların bilinememesinden ötürü konuya varlık ikamesi perspektifinden yaklaşılmış olmaktadır. Ancak Yinusa’nın (2008) belirttiği gibi, bankacılık sisteminde tutulan dolar varlıklar üzerinde herhangi bir kısıtlama olmadığı durumda dolar mevduat ile elde tutulan dolar nakit ve yurtdışı dolar varlıklar arasında doğrusal bir ilişki olacak ve dolar mevduattaki değişim tüm dolarizasyon üzerinde bir gösterge olacaktır. Çalışma kapsamında verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın web sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) yararlanılmıştır. Gerçekleşen ve olması gereken dolarizasyona ilişkin sonuçlar ağağıdaki grafikte gösterilmiştir. 111 15.0% 31.03.2000 30.06.2000 30.09.2000 31.12.2000 31.03.2001 30.06.2001 30.09.2001 31.12.2001 31.03.2002 30.06.2002 30.09.2002 31.12.2002 31.03.2003 30.06.2003 30.09.2003 31.12.2003 31.03.2004 30.06.2004 30.09.2004 31.12.2004 31.03.2005 30.06.2005 30.09.2005 31.12.2005 31.03.2006 30.06.2006 30.09.2006 31.12.2006 31.03.2007 30.06.2007 30.09.2007 31.12.2007 31.03.2008 30.06.2008 30.09.2008 31.12.2008 31.03.2009 30.06.2009 30.09.2009 31.12.2009 31.03.2010 30.06.2010 30.09.2010 31.12.2010 31.03.2011 30.06.2011 30.09.2011 31.12.2011 31.03.2012 30.06.2012 30.09.2012 31.12.2012 31.03.2013 30.06.2013 30.09.2013 31.12.2013 31.03.2014 30.06.2014 30.09.2014 31.12.2014 31.03.2015 30.06.2015 Türkiye'nin Olması Gereken ve Gerçekleşen Yükümlülük Dolarizasyonu 65.0% 64.4% 55.0% 50.4% 45.0% 44.9% 38.4% 38.9% 35.0% 30.9% 26.8% 25.0% 21.3% 33.0% Dolarizasyon 112 39.1% 41.3% 35.6% 34.4% 21.0% 34.6% 31.4% 30.8% 24.8% 16.7% MVP Şekil 5.12: Türkiye’nin Olması Gereken ve Gerçekleşen Yükümlülük Dolarizasyonu Düzeyleri 20.1% 29.0% 27.0% 24.4% 21.3% 17.9% Türkiye’nin enflasyon ve reel döviz kurunun dalgalanmalarının işaret ettiği, optimal portföy bileşimini veren dolar oranının çok ötesinde bir dolarizasyon sürecinde olduğu görülmektedir. Bu durumda “dalgalanma korkusu”nun varlığını ortaya koymak ve bunu önleyici çabalar olası krizleri önleme açısından önemlidir. Türkiye için yükümlülük dolarizasyonu düzeyi %64,4 seviyesi ile en yüksek seviyesini 2001 yılında görmüş olup devam eden süreçte dolarizasyon düzeyinin %30 ile %45 arası bantta seyrettiğini görmekteyiz. Grafiklerden de görüleceği üzere, Haziran2015 döneminde %43,1 düzeyinde olan dolarizasyon derecesi, o dönemin değişkenlerinin dalgalanmalarının belirttiği MVP düzeyinin üzerindedir. 5.2. Veri Seti Verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın web sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) ve Uluslararası Para Fonu’nun International Financial Statistic (IFS) serilerinden yararlanılmıştır. Seriler 2000Q1 - 2015Q1 arasını kapsamaktadır. Kullanılan açıklayıcı değişkenler, kısmi dolarizasyona, makroekonomik duruma ve finansal sisteme ilişkin değişkenler olmak üzere üç grup altında incelenebilmektedir. Kısmi dolarizasyona ilişkin; literatürün tamamına yakın kısmında kullanılarak temel gösterge halıne gelmiş olan mevduat dolarizasyonu ve kur riskine bağlı olarak ortaya çıkan geri ödenmeme riskinin bir göstergesi olarak da yükümlülük dolarizasyonu 6 kullanılmıştır. Makroekonomik duruma ilişkin değişkenler; Enflasyon, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) Büyümesi 7 ve Faiz OranıDeğişimi’dir. Finansal sisteme ilişkin değişkenler ise; risk almanın boyutu olarak yurt içi özel sektöre verilen kredilerin GSYİH’ya oranı 8, kredi patlaması var ise bu durumun ölçütü olarak yurt içi Kurdaki dalgalanmaya bağlı olarak ortaya çıkabilecek bir geri ödenmeme riski araştırıldığı için kime verildiğine bakılmaksızın dolar kredilerin tamamı alınmıştır. 7 Mevsimsellik tespit edildiği için öncelikle Tramo/Seats yöntemi kullanılarak mevsimsellikten arındırılan seri kullanılmıştır. 8 Bankaların temel işlevi fon aktarımı olduğu için topladıkları mevduatın ne kadarını ekonomiye, özellikle de reel sektöre aktardıkları önemlidir. Mevduat bankalarının kredi/mevduat oranı TCMB verilerine göre 2008 yılında 68.1 iken 2014 yılında bu rakam 79.8’e ulaşmıştır. 6 113 kredilerin büyüme oranı, ani sermaye çıkışları olup bankadan çıkışlar başlarsa oluşacak riskin boyutu olarak M2 para arzının TCMB yabancı para rezervlerine oranı ve bankacılık sisteminin likiditesinin ölçütü olarak da nakit ve banka rezervleri toplamının banka varlıklarına oranı alınmıştır. Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım bankalarının kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi içindeki oranıdır. TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı ise, yerleşiklerin yabancı para mevduatının bankacılık sektörü kayıtlı toplam aktiflereine oranıdır. Gösterge Tahvil Faizi, IFS’in sunduğu, Türkiye interbank para piyasasında gerçekleşen 24 aylık Gösterge Tahvil Faizi alınmıştır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyümesi, üçer aylık GSYİH artışlarıdır. Araştırma Modeli Ve Değişkenler 5.3. Bağımlı Değişken • Banka Karlılığı (Bank Profitability) Bağımsız Değişken • Makro Ekonomik Değişkenler (Üçer aylık GSYİH artışları, Gösterge Tahvil Faizi (24 Ay)), • Ülke Bankaların Kredi Riski Oranı (%) 9, • Ülke Bankalarının Sermaye Yeterliliği Rasyosu (%), • Ülke Ekonomilerinin Dolarizasyon Göstergesi – ((M2-M1-Yerel Mevduat)/GDP) Dolarizasyon Düzeyi Araştırma Modeli: 𝐵𝐵𝐵𝐵 = f �GDP , i , BSCO , CGA , KVYP , CAR , M2� TA CRR rakamına Bankaların alacaklarını devretlemeleri ve bilanço düzenlemeleri dikkate alınarak %20 düzeyinde bir fark eklenmiştir. 9 114 BP:Banka Karlılığı (Bank Profitability) GDP: Ülke Ekonomisinin bir önceki yıla göre büyüme yüzdesi (%) i: Gösterge Tahvil Faizi BSCO: Ülke Bankaların (TR) Kredi Yükümlüğü – (Yükümlülük Dolarizasyonu) KVYP/TA: TCMB Kısa Vadeli Yabancı Yabancı Para Pozisyonu / Toplam Aktifler (%) CGA: Ülke Bankaların (TR) Kredi Büyüme Hızı (%) CAR:Ülke Bankalarının (TR) Sermaye Yeterliliği Rasyosu (%) M2:Ülke Ekonomilerinin (TR) Dolarizasyon Göstergesi – ((M2-M1-Yerel Mevduat)/GDP) 10 Araştırma Modeli için 2000-2015 arası dönem tercih edilmiş olup bu döneme ait veriler kullanılmıştır. 5.4. Nedensellik Analizi İle Mvp Ve Dolarizasyon İlişkisinin Tespiti Çalışmada yükümlülükler dolarizasyonu ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranına MVP’nin oynadığı belirleyici rolün nedensellik ilişkisiyle ortaya konması amacıyla Granger Nedensellik testi uygulanmıştır. Bu uygulamayla amaçlanan, ölçüm kriteri olarak kullanılan MVP’nin verilerle de gücünün ortaya konmasıdır. Nedensellik, korelasyondan farklı bir olgudur. Korelasyon, iki değişken arasındaki ilişkiyi vermekte ancak ilişkinin yönüne dair bir bilgi sunmamaktadır. X ve Y korelasyona sahip iki değişken ise, Y, X’i açıklayabilmek için kullanılabilirken X de aynı zamanda Y’yi açıklayabilmektedir (Granger vd, 2001). Nedensellik testi, bir değişkenin geçmiş değerlerinin diğer değişkenin denklemine dahil olup olmadığının araştırılmasıdır (Enders, 1995). 10 Dolaşımdaki para miktarınınekonomik büyüklüğü /GSYİH oranı %8 düzeyinde kabul edilmektedir. Dolaşımdaki yerli para miktarı bu düzeyin altına gerilemesi halinde aradaki fark YP ile telafi edilmektedir. 115 Neden ve etki farklıdır. Neden, etkiden önce gelmektedir. Neden, deneyin girdışı; etki de deneyin çıktısıdır. Etkiyi ve dolayısıyla nedenselliği en iyi açıklayan durum geleceğin asla bugüne neden olamamasıdır (Charemza ve Deadman, 1997). Ekonometride en geniş kabul görerek kullanılan operasyonel tanım, WienerGranger ya da Granger tanımıdır ve şu şekilde formüle edilebilir: Diğer herşey sabit iken şu anki Y, X’in tüm geçmiş değer verileri dahil edilerek daha iyi tahmin ediliyor ise X, Y’nin granger nedenidir. Anlık nedensellik ise, diğer herşey sabit iken şu anki Y, X’in şu anki ve tüm geçmiş değer verileri dahil edilerek daha iyi tahmin ediliyor ise X, Y’nin granger anlık nedenidir. Granger nedensellik ve Granger anlık nedensellik kavramları arasındaki ilişki daha formel bir şekilde de tanımlanabilmektedir (Charemza ve Deadman, 1997). Değişkenler arasındaki ilişkinin yönünü, nedenselliğin yönü belirlemekte olup üç farklı durum bulunmaktadır. Bunlar; A. Tek yönlü nedensellik (X → Y): Y=f(x) biçimdeki tek denklemli bir modelde Y bağımlı değişken, X ise bağımsız değişkendir. Burada X’ten Y’ye doğru bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Bağımsız değişken, neden konumunda olup bağımlı değişken üzerinde bir sonuç etkisi yaratmaktadır. B. Çift yönlü nedensellik (X ↔Y): Değişkenler arasında karşılıklı bir etki olabilir Y=f(x) ve X=f(y) C. İlişki bulunmaması: İki değişkenin birbirini etkilememesi, birbirinden bağımsız olmasıdır. Gujaratti’ye (2001) göre, gelecek geçmişi kestiremeyeceğine göre, eğer X değişkeni, Y değişkeninin (Granger) nedeni ise X’teki değişmeler Y’deki değişmelerden önce gelmelidir. Dolayısıyla, Y’nin kendi geçmiş değerleri de dahil başka değişkenlere göre regresyonuna X’in geçmiş ya da gecikmeli değişkenleri de eklendiğinde Y’nin kestirimi anlamlı biçimde iyileşiyorsa, o zaman X, Y’nin granger nedenidir denilebilir. Aynı tanım, Y, X’in granger nedeniyse de yapılabilir. 116 5.4.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti MVP -Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP -TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı için yapılacak nedensellik analizinde ilk adım serilerin durağanlığının araştırılmasıdır. Granger ve Newbold (1986) yaklaşımına göre durağanlık şu şekilde ifade edilebilmektedir. yt = yt -1 + ε t Ardışık bağlanımlı yukarıda yer alan eşitliğe test amaçlı ρ=1 katsayısı eklendiğinde: yt = ρ * yt -1 + ε t ε t eğer Beyaz Gürültü (White Noise) 11 sergileyen bir hata terimi ise, bu eşitlik ρ=1 iken rassal yürüyüş sergileyecektir. Rassal yürüyüşe sahip bir değişken de durağan olmayacaktır. Eğer, ׀ρ< ׀1 olursa yt , durağan ve I(0) olacaktır. En yaygın kullanılan genişletilmiş Dickey-Fuller testinin özünde bu arayış yatmaktadır. Nedensellik testlerinin yapılabilmesi için öncelikle bu değişkenlere ait serilerin durağan olması gerekmektedir. Bu nedenle değişkenlere ait serilerin durağan olup olmadıkları araştırılacaktır. Bir serinin birim kök içermesi o serinin durağan olmadığını göstermektedir. Regresyondaki tüm değişkenler durağan ise sonuçlar anlamlı çıkacaktır. Ancak, durağan olmayan serilerde durağanlık sağlanıncaya kadar farkları alınıp fark serileri analiz edilirse sonuçlar anlamlı yorumlanabilecektir (Enders,1995). Durağanlık zaman serisinin birim kökü olup olmadığına bakılarak anlaşılır. Dickey Fuller ya da Genişletilmiş Dickey Fuller sınamaları bu amaçla kullanılır. Bir Sıfır ortalamalı, sabit varyanslı, seriler arası kovaryansı sıfır olan hata terimidir. 11 117 seriyi durağan yapmak için d kez farkı alınır. Zaman serisi I(d) ise d kez farkı alınınca I(0) olur. I(0) seri, birim kökü olmayan seridir (Gujarati, 2001). Regresyon sonuçlarının sahte sonuçlar vermesi zaman serilerinde olası durumlardan biridir. Bunu engellemek için analize tabi tutulan serilerin birim kök içerip içermediklerinin araştırılması gereklidir. Serinin birim kök içermesi durağan olmadığı anlamına gelmektedir. En yaygın kullanılan Genişletilmiş Dickey-Fuller (GDF) Testinde boş hipotez, serinin birim köke sahip olmasıdır. Serinin birim kökten kurtulması amacıyla farkı alınarak durağan serinin analize katılması sağlanmalıdır. Bu amaçla Tablo 4.8’de her bir değişken serisinin birim köke sahip olmayan düzeyinin bulunması amacıyla yapılan GDF test sonuçları sunulmuştur. Tablo 4.8: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi Sonuçları Değişkenlerin GDF Birim Kök Testine Göre P Değerleri Düzey 1. Fark I (d) Sadece Keşisim Katsayısı ile MVP 0,0822** 0,0000* I (1) YD 0,9249 0,0000* I (1) KVYP / TA 0,7092 0,0000* I (1) Keşisim Katsayısı ve Trend ile MVP 0,2412 0,0000* I (1) YD 0,4295 0,0000* I (1) KVYP / TA 0,6073 0,0000* I (1) *%1 ve **%10 düzeyinde anlamlıdır. Değişkenlerin düzey değerleri için boş hipotezin reddedilmesi mümkün olamamakta, dolayısıyla birim köke sahip serilerin birinci farkları alındıktan sonra birim kök araştırmasına devam edilmektedir. MVP serisi için sadece kesişim katsayısı alınarak yapılan analizlerde, %10 düzeyinde anlamlılık çıksa bile, düzeyin 118 düşük bulunması, kabul gören düzeyin en fazla %5 olması ve sadece bir seçenek için geçerliliği sebebiyle serinin düzey değeri durağan kabul edilmemiştir. Modelde kullanılan serilerin birinci farklarında durağan hale gelmelerinden ötürü I(1) olarak birim kök sayısı belirlenmektedir. Durağan olmayan değişkenlerin oluşturacağı analizlerde sahte regresyon problemi ortaya çıkacağı için zaman serileri çalışmalarında ilk kontrol edilen serilerin birim kök içermesi durumudur. 5.4.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması Nedenselliği ölçmek için uygun yöntem, eşbütünleşmenin varlığına göre belirlenmektedir. Eşbütünleşme, seriler arasında mevcut ise uzun dönemli nedensellik hata düzeltme modeli kullanılarak ortaya konmalıdır (Rodriguez ve Rowe, 2007). Eşbütünleşme ilişkisi Granger nedenselliğin var olup olmadığını göstermesine rağmen, değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin yönünü gösteremez. Granger nedenselliğin yönü, standart Granger Nedensellik Analizi ile tespit edilebilir (Engle ve Granger, 1987). Engle ve Granger’a (1987) göre, iki değişkenin eşbütünleşmesi şu şekilde tanımlanabilmektedir: yt , xt ~ CI (d, b) yt ve xt olarak iki seri d, b dereceden eşbütünleşik serilerdir, ve d > b > 0 , eğer: • Her bir serinin durağanlık düzeyi d ise • İki değişkenin doğrusal bileşimi, örneğin α1 * xt + α2 * yt , d-b dereceden entegre iseler [α1 , α2 ] vektörü eşbütünleşme vektörüdür. Amaç, MVP - Yükümlülük dolarizasyonu ve MVP - TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı arasındaki 119 ilişkileri araştırmak olduğundan iki ayrı eşbütünleşme testi uygulanmıştır. Eşbütünleşme için analizi için Trace Value testi ve Max-Eigen Value testi yapılmıştır. Tablo 4.9: MVP ve Yükümlülük Dolarizasyonu İçin Eşbütünleşme Testi Trace Value Max-Eigen Value N H0 H1 P Değeri 151 r=0 r >=1 0,0349 151 r=0 r >=1 0,0301 Tablo 4.10: MVP ve KVYP / TAİçin Eşbütünleşme Testi Trace Value Max-Eigen Value N H0 H1 P Değeri 151 r=0 r >=1 0,0679 151 r=0 r >=1 0,0711 Değerlendirme Eşbütünleşme Var Eşbütünleşme Var Değerlendirme Eşbütünleşme Var Eşbütünleşme Var Değişkenler arasında Eşbütünleşme ilişkisinin bulunması dolayısıyla, VAR analizi kapsamındaki standart Granger Nedensellik Analizi’nin uygulanmasına karar verilmiştir. 5.4.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Analiz öncesi son bir adım olarak gecikme uzunluğunun belirlenmesi gerekmektedir. Granger Nedensellik Testinde, gecikme uzunluğunun farklı uygulanması test sonuçlarının değişmesine neden olmaktadır. Bu amaçla, uygun gecikme uzunluğunun belirlenmesi için yapılan test sonuçları aşağıdaki tabloda verilmiştir. 120 Tablo 4.11: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi *Kriterin belirlediği en uygun gecikme uzunluğunu vermektedir. LR: LR test istatistiği SC: Schwarz information criterion FPE: Final prediction error AIC: Akaike information criterion HQ: Hannan-Quinn information criterion Yukarıda yer alan analiz sonuçlarına göre ele alınması gereken gecikme uzunluğunun iki (2) olması gerekmektedir. Yukarıdaki tablodan da görüldüğü üzere, LR Test istatistiği hariç diğer tüm kriterlerin gecikme uzunluğunu 2 vermesi, aylık veri kullanıldığı için değişkenlerin birbirini anında değil 2 aylık bir gecikme ile etkilediği sonucu çıkarılmaktadır. 5.4.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları Serilerin uygun hale getirilmelerinin ardından etkinin yönünü bulabilme amacıyla Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır. Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP ile MVP - TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı arasındaki nedensellik ilişkileri aşağıdaki tabloda verilmiştir. 121 Tablo 4.12: Yükümlülük Dolarizasyonu ve MVP Arasındaki Nedensellik İlişkisi P Değeri Model Hipotez 1 2 H0: MVP, yükümlülük dolarizasyonun Granger nedenidir. 0,0194*(+) H1: Yükümlülük dolarizasyonu, MVP’nin Granger nedeni 0,8678 (-) değildir. H0: MVP, TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / 3 Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranınınGranger 0,0175*(+) nedenidir. H1: TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık 4 Sektörü Toplam Aktifler oranı, MVP’ninGranger nedeni 0,5968 (-) değildir. Gözlem 151 *%5 düzeyinde anlamlılığı ifade etmektedir. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere, aylık verilere uygulanan Granger Nedensellik Testi sonuçları, literatürü de doğrulayarak MVP'nin yükümlülükdolarizasyonunun nedeni olduğunu ortaya koymuştur. Tabloda da görüldüğü üzere, boş hipotezlerin reddedildiği durumlar (P değeri: 0.0194<0.05 ve 0.0175<0.05) yükümlülükdolarizasyonunun ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının temel belirleyicisinin MVP olduğunu ortaya koyarak ilişkinin yönünü doğru yansıtmaktadır. Beklendiği gibi, nedensellik ilişkileri tek yönlü bulunmuştur. Yükümlülükdolarizasyonunun ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının, MVP’nin Granger Nedeni olmadığını 122 belirten hipotezler reddedilmeyerek geçerliliğini korumaktadır (0.8678 > 0.05 ve 0.5968 > 0.05). Sonuçlara göre MVP’nin, literatüre paralel şekilde yükümlülükdolarizasyonu ve TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı için iyi bir ölçüt çıkması ve MVP’nin de gerçekleşen düzeylerin oldukça altında hesaplanması, beraberinde mevcut Dolarizasyon düzeyinin bir risk unsuru oluşturduğu çıkarsamasını doğurmaktadır. Böylelikle, MVP’nin dolarizasyon sürecinde güçlü bir gösterge olduğu verilerle de ortaya konmuş olmaktadır. Bu çerçevede, araştırmanın devamında, mevcut dolarizasyon göstergelerinin (yükümlülükdolarizasyonu), finansal kriz olasılığına etkide bulunmakta mıdır sorusuna yanıt aranmıştır. 5.5. Nedensellik Analizi İle Yükümlülük Dolarizasyonu, Kredi Faizi, Gösterge Faiz Ve Döviz Kuru İlişkisinin Tespiti Analiz kapsamında bir diğer ortaya konmak istenen bölüm olan finansman maliyetlerinin Türkiye ekonomisi üzerine etkisi incelenmiştir. Bu kapsamda kredi faizi ve gösterge faizin ortaya konmasında döviz kurunun etkisinin nedensellik ilişkisi yine Granger Nedensellik testi aracılığı ile ortaya konmuştur. Bu uygulamayla amaçlanan, ölçüm kriteri olarak kullanılan döviz kurunun etkisinin verilerle ortaya konmasıdır. 5.5.1. Serilerin Durağanlıklarının Tespiti Yükümlülük Dolarizasyonu (YD) - Kredi Faizi (KF), Döviz Kuru (DK) - Kredi Faizi (KF) ve Döviz Kuru (DK) – Gösterge Faiz (GF) için yapılacak nedensellik analizinde ilk adım serilerin durağanlığının araştırılmasıdır. Aşağıda Genişletilmiş Dickey-Fuller (GDF) testinde ait sonuçlar yer almaktadır. 123 Tablo 4.13: Değişkenlerin Birim Köklerine İlişkin Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi Sonuçları Değişkenlerin GDF Birim Kök Testine Göre P Değerleri Düzey 1. Fark I (d) Sadece Keşisim Katsayısı ile YD 0,0648** 0,0000* I (1) DK 0,0824** 0,0000* I (1) KF 0,4268 0,0000* I (1) GF 0,6284 0,0000* I (1) Keşisim Katsayısı ve Trend ile YD 0,2436 0,0000* I (1) DK 0,2844 0,0000* I (1) KF 0,3588 0,0000* I (1) GF 0,4264 0,0000* I (1) *%1 ve **%10 düzeyinde anlamlıdır. Değişkenlerin düzey değerleri için boş hipotezin reddedilmesi mümkün olmaması sebebiyle, birim köke sahip serilerin birinci farkları alındıktan sonra birim kök araştırmasına devam edilmiştir. Yükümlülük Dolarizasyonu serisi için sadece kesişim katsayısı alınarak yapılan analizlerde, yükümlülük dolarizasyonu ve döviz kuru için %10 düzeyinde anlamlılık çıksa bile, düzeyin düşük bulunması, kabul gören düzeyin en fazla %5 olması ve sadece bir seçenek için geçerliliği sebebiyle serinin düzey değeri durağan kabul edilmemiştir. Bu nedenle modelde kullanılan serilerin birinci farklarında durağan hale gelmelerinden ötürü I(1) olarak birim kök sayısı belirlenmektedir. Durağan olmayan değişkenlerin oluşturacağı analizlerde sahte regresyon problemi ortaya çıkacağı için zaman serileri çalışmalarında ilk kontrol edilen serilerin birim kök içermesi durumudur. Analiz sonucunda görüldüğü gibi; kullanılan veri setinde yükümlülük dolarizasyonu, döviz kuru, kredi faizi ve gösterge faiz verileri birinci farklarında 124 durağan hala gelmektedir. Birim kök analizi yapılarak durağan olup olmadığına karar verdiğimiz değişkenleri nedensellik analizine sokmadan önce değişkenler arasında eşbütünleşme analizini gerçekleştirildikten sonra nedensellik analizine geçilecektir. 5.5.2. Seriler Arasındaki Eşbütünleşmenin Araştırılması Eşbütünleşme ilişkisi Granger nedenselliğin var olup olmadığını göstermesine rağmen, değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin yönünü gösteremez. Granger nedenselliğin yönü, standart Granger Nedensellik Analizi ile tespit edilebilir (Engle ve Granger, 1987). Aşağıdaki tabloda yükümlülük dolarizasyonu ve kredi faizi, döviz kuru ve kredi faizi ile döviz kuru ve gösterge faiz arasındaki ilişkileri araştırmak amacıyla iki ayrı eşbütünleşme testi uygulanmıştır. Eşbütünleşme için analizi için Trace Value testi ve Max-Eigen Value testi yapılmıştır. Tablo 4.14: Yükümlülük Dolarizasyonu ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi Trace Value Max-Eigen Value N 151 151 H0 H1 P Değeri r=0 r >=1 0,0612 r=0 r >=1 0,0729 Tablo 4.15: Döviz Kuru ve Kredi Faizi İçin Eşbütünleşme Testi Trace Value Max-Eigen Value N H0 H1 P Değeri 151 r=0 r >=1 0,0363 151 r=0 r >=1 0,0386 Tablo 4.16: Döviz Kuru ve Gsöterge Faiz İçin Eşbütünleşme Testi Trace Value Max-Eigen Value N H0 H1 P Değeri 151 r=0 r >=1 0,0725 151 r=0 r >=1 0,0714 125 Değerlendirme Eşbütünleşme Var Eşbütünleşme Var Değerlendirme Eşbütünleşme Var Eşbütünleşme Var Değerlendirme Eşbütünleşme Var Eşbütünleşme Var Değişkenler arasında Eşbütünleşme ilişkisinin bulunması dolayısıyla, VAR analizi kapsamındaki standart Granger Nedensellik Analizi’nin uygulanmasına karar verilmiştir. 5.5.3. Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Analiz öncesi son bir adım olarak gecikme uzunluğunun belirlenmesi gerekmektedir. Granger Nedensellik Testinde, gecikme uzunluğunun farklı uygulanması test sonuçlarının değişmesine neden olmaktadır. Bu amaçla, uygun gecikme uzunluğunun belirlenmesi için yapılan test sonuçları aşağıdaki tabloda verilmiştir. Tablo 4.17: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi Testi *Kriterin belirlediği en uygun gecikme uzunluğunu vermektedir. LR: LR test istatistiği SC: Schwarz information criterion FPE: Final prediction error AIC: Akaike information criterion HQ: Hannan-Quinn information criterion Yukarıda yer alan analiz sonuçlarına göre ele alınması gereken gecikme uzunluğunun bir (1) olması gerekmektedir. Yukarıdaki tablodan da görüldüğü üzere, LR Test istatistiği hariç diğer tüm kriterlerin gecikme uzunluğunu 1 vermesi, aylık veri kullanıldığı için değişkenlerin birbirini anında değil 1 aylık bir gecikme ile etkilediği sonucu çıkarılmaktadır. 5.5.4. Serilerin Granger Nedensellik Testi Sonuçları Serilerin uygun hale getirilmelerinin ardından etkinin yönünü bulabilme amacıyla Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır. Döviz kuru ve kredi faizi ile 126 döviz kuru ve gösterge faiz arasındaki nedensellik ilişkisi aşağıdaki tabloda verilmiştir. Tablo 4.18: Yükümlülük Dolarizasyonu,Kredi Faizi, Gösterge Faiz ve Döviz Kuru Arasındaki Nedensellik İlişkisi P Değeri Model Hipotez 1 2 H0: Yükümlülük dolarizasyonu, kredi faizinin Granger 0,0282*(+) nedenidir. H1: Kredi faizi, yükümlülük dolarizasyonunun Granger 0,0438*(+) nedenidir. 3 H0: Döviz kuru, kredi faizinin Granger nedenidir. 0,0254*(-) 4 H1: Kredi faizi, döviz kurunun Granger nedenidir. 0,0466*(-) 5 H0: Döviz kuru, gösterge faizin Granger nedenidir. 0,0314*(-) 6 H1: Gösterge faiz, döviz kurunun Granger nedenidir. 0,0472*(-) Gözlem 151 *%5 düzeyinde anlamlılığı ifade etmektedir. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere, aylık verilere uygulanan Granger Nedensellik Testi sonuçları, literatürü de doğrulayarak hem yükümlülük dolarizasyonunun ve döviz kurunun, finansman maliyetlerini oluşturan kredi ve gösterge faizlerinin nedeni olduğunu hem de kredi ve gösterge faizlerinin, yükümlülük dolarizasyonunun ve döviz kurunun nedeni olduğunu ortaya koymuştur. Tabloda da görüldüğü üzere, boş hipotezlerin reddedildiği durumlar (P değerleri: 0.0282<0.05, 0.0438<0.05, 0.0254<0.05, 0.0466<0.05, 0.0314<0.05 ve 0.0472<0.05) kredi ve gösterge faizin temel belirleyicisinin yükümlülük dolarizasyonu ve döviz kuru olduğunu ve döviz kurunun ve yükümlülük dolarizasyonunun temel belirleyicisinin ise kredi ve gösterge faizler olduğunu ortaya 127 koyarak ilişkilerin yönünü doğru yansıtmaktadır. Beklendiği gibi, nedensellik ilişkileri çift yönlü bulunmuştur. Sonuçlara göre döviz kurunun ve yükümlülük dolarizasyonunun literatüre paralel şekilde finansman maliyetlerini oluşturan kredi ve gösterge faiz için iyi bir ölçüt çıkması durumun mevcut dolarizasyon düzeyi açısından bir risk unsuru oluşturduğu çıkarsamasını karşımıza çıkarmaktadır. Bu durumda, araştırmanın devamında, bir önceki analizde tespit edilen yükümlülük dolarizasyonunu beraberinde finansman maliyetlerini oluşturan mevduat ve gösterge faiz göstergelerinin de, finansal kriz olasılığına etkide bulunmakta mıdır sorusuna yanıt aranmalıdır. Dolayısıyla finansman maliyetlerini etkisiyle kredi alırken ve mevduat saklama tercihlerinde kişilerin yerli para ve yabancı paranın göreli dalgalanmasının farkında oldukları söylenebilir. Böylelikle, gerek MVP’nin gerekse de döviz kurunun dolarizasyon sürecinde güçlü bir gösterge olduğu verilerle de ortaya konmuş olmaktadır. 5.6.İkinci Aşama: Finansal Kriz Olasılığının Test Edilmesi Analizin ikinci bölümündeki temel amaç; ilk bölümde incelediğimiz iki dolarizasyon ölçütünün olası bir finansal kriz olasılığına etkisini araştırmaktır. Bilindiği üzere, akademik literatürde finansal krizler oldukça yer tutan konuların başında gelmektedir. Bankacılık krizi, döviz krizi gibi ayrı başlıklar ile anılsa da sistemin bir ayağında meydana gelen çöküş diğer ayakları da etkilediği için kriz konusu aslında sistemin bütünü ile ilgili bir araştırmadır. Dolayısıyla çalışmanın bu bölümünde literatürde kabul görmüş finansal kriz değişkenlerine dolarizasyon göstergeleri de ilave edilerek beklenildiği gibi dolarizasyonun risk unsuru olup olmadığı araştırılmıştır. 128 5.6.1. Metodoloji Finansal kriz olasılığı ile ilgili araştırmalarda temel alınan yöntem, DemirgüçKunt ve Detragiache (1997) yöntemidir. Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1997), çalışmalarında çok değişkenli logit modelini kullanarak 1980-1994 yılları arasında 29 ülke için analizlerde bulunmuşlardır. Bu ülkeler içinde Türkiye’de bulunmakta ve 1991 ile 1994 yılları içinde bankacılık krizi yaşanan dönemler olarak sayılmaktadır. Çalışmada, zayıf makroekonomik durumun göstergesi olarak düşük gayri safi yurt içi hasıla büyümesi, yüksek enflasyon, ani sermaye çıkışlarına duyarlı ve likit olmayan bankacılık sektörü, krediler içinde özel sektör kredilerinin yüksekliği, kredi büyüme hızı, açık mevduat sigortası ve zayıf kurumsal yapının varlığı kriz dönemlerini açıklayıcı faktörler olarak bulunmuş, mali bütçe açığı ve kurdaki değer kaybı bağımsız birer etki değişkeni olarak ortaya konamamıştır. Bağımlı değişkenin 1 veya 0 şeklinde bir kukla değişken olarak tanımlandığı modellere niteliksel bağımlı değişken modelleri adı verilmektedir. Tahmin sonuçları bir şeyin gerçekleşme ya da olma olasılığını göstermektedir. Gereksinim duyulan nokta, olasılıkların sıfır ya da bir değerini almasına izin vermeyen ve 0-1 aralığına sıkıştırılmasını sağlayan bir fonksiyonun varlığıdır. Bu amaç için birikimli normal dağılım fonksiyonunun kullanımı ile probit, lojistik fonksiyonun kullanılması ile logit modeli oluşmaktadır. Logit daha popüler olmakla birlikte, iki model birbine çok benzer olup hangisinin kullanılacağı araştırmacının tercihindedir (Kennedy, 2006). Probit modelle kıyaslandığında logit modelin bağımlı değişkenin her iki çıktı arasında eşit dağılmadığı durumlarda daha iyi sonuç verdiği görülmektedir (Manesse vd., 2003, Feridun, 2007). Logit fonksiyon, bir durumun gerçekleşme olasılığını ölçmektedir (Y=1). Gerçekleşme olasılıklarının S şeklindeki olasılık dağılım fonksiyonu ile 0 ve 1 arasında kalmasını sağlayan logit model aşağıdaki eşitlikteki gibidir. Pr (y=1/xi)=1-(ex'β /(1-ex'β)) 129 5.6.2. Veri Seti Çalışmada bağımlı değişken kukla değişken olup bağımlı değişkenin 1 veya 0 şeklinde bir kukla değişken olarak tanımlandığı modellere niteliksel bağımlı değişken modelleri adı verilmektedir. Modelin tahmin sonuçları bir şeyin gerçekleşme ya da olma olasılığını göstermektedir. Gereksinim duyulan nokta, olasılıkların sıfır ya da bir değerini almasına izin vermeyen ve 0-1 aralığına sıkıştırılmasını sağlayan bir fonksiyonun varlığıdır. Bu amaç için birikimli normal dağılım fonksiyonunun kullanımı ile probit, lojistik fonksiyonun kullanılması ile logit modeli oluşmaktadır. Logit daha popüler olmakla birlikte, iki model birbine çok benzer olup hangisinin kullanılacağı araştırmacının tercihindedir (Kennedy, 2006). Verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın web sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) ve Uluslararası Para Fonu’nun International Financial Statistic (IFS) serilerinden yararlanılmıştır. Seriler 2000Q1-2015Q1 arasını kapsamaktadır. Kullanılan açıklayıcı değişkenler, kısmi dolarizasyona, makroekonomik duruma ve finansal sisteme ilişkin değişkenler olmak üzere üç grup altında incelenebilmektedir. Kısmi dolarizasyona ilişkin değişkenler; literatürün tamamına yakın kısmında kullanılarak temel gösterge halıne gelmiş olan bankacılık sektörünün kredi yükümlülüğünü temsil etmesi kapsamında “Yükümlülük Dolarizasyonu” ve kur riskine bağlı olarak ortaya çıkan kısa vadeli yabancı paranın toplam aktifler içinde durumunu yansıtan “TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu” / “Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler” oranı kullanılmıştır. Makroekonomik duruma ilişkin değişkenler; enflasyon, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) büyümesi ve faiz oranı değişimidir. 130 Finansal sisteme ilişkin değişkenler ise; risk almanın boyutu olarak yurt içi özel sektöre verilen kredilerin GSYİH’ya oranı 12, kredi patlaması var ise bu durumun ölçütü olarak yurt içi kredilerin büyüme oranı, ani sermaye çıkışları olup bankadan çıkışlar başlarsa oluşacak riskin boyutu olarak M2 para arzının TCMB yabancı para rezervlerine oranı ve bankacılık sisteminin likiditesinin ölçütü olarak da nakit ve banka rezervleri toplamının banka varlıklarına oranı alınmıştır. Kredi dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım bankalarının kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi içindeki oranıdır. Mevduat dolarizasyonu, yerleşiklerin yabancı para mevduatının toplam mevduata oranıdır. Enflasyon, tüketici fiyat endeksi değişimidir. Faiz değişimi, IFS’in sunduğu, Türkiye interbank para piyasası faiz oranındaki değişim alınmıştır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyümesi, üçer aylık GSYİH artışlarıdır. Bağımsız değişkenlerin ardından kriz bağımlı değişkeni için hangi dönemlerin kriz dönemi olarak kabul edileceğine yönelik bir eşik değer kullanılmalıdır. Kullanılan eşik olarak, ABD Dolarının kur değişiminin %20’yi aştığı dönemler seçilmiştir. Kur değişimi, TCMB dolar alış kurundaki değişimdir. Eşik olarak kurların oynaklığının seçilmiş olmasının nedeni uluslararası ödemeler sisteminde kurların düzeyinin ve oynaklığının tartışıla gelen bir konu olmasıdır. 12 Bankaların temel işlevi fon aktarımı olduğu için topladıkları mevduatın ne kadarını ekonomiye, özellikle de reel sektöre aktardıkları önemlidir. Mevduat bankalarının kredi/mevduat oranı TCMB verilerine göre 2002 yılında 25.4 iken 2008 Kasım ayında bu rakam 68.1’e ulaşmıştır. 131 Williamson (1986), sanayileşmiş ülkelerin paralarının denge döviz kurlarını tahmin etmelerini ve bu düzeyin altında ve üstünde %10’luk bir oynamaya izin verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kurlar bu aralığın dışına çıkma eğilimine girdiğinde ise devlet müdahalesi ile yine bu sınırların içine çekilmeliydi 13. Bu kapsamda %10 düzeyinde bir değişim normal kabul edilmektedir. 2000 Kasım Krizi ve 2008 sonunda eşik değerler geçildiği için bu dönemler kriz dönemi alınıp veri setinde 1 olarak kodlanmıştır. Ayrıca Krznar (2004) ve Feridun (2007) döviz krizleri ile makroekonomik ve finansal değişkenleri ilişkilendirdikleri yayınlarında kullandıkları yöntemi takip ederek sadece kriz dönemi değil krizden önceki yıl içerisinde verilerin bozulmaya başladığı varsayımıyla, kriz öncesi bir yıl olacak şekilde dört çeyrek dönemde de Y=1 olarak kodlanmıştır. 13 Bu uygulamaya ‘hedef değişme alanı’ (target zone) denmektedir. 1987’de G7 ülkeleri Louvre’da dolar-yen ve dolar-mark kurları için ‘hedef değişme alanı’ belirlenmesi üzerinde anlaşma sağlamışlardı .ancak bu ülkelerin merkez bankalarının yoğun müdahalelerine karşın, kurlar geniş marjlar içinde dalgalanmasını sürdürmüştür (Seyidolu, 1998) 132 5.6.3. Logit Analizi Belirlenen yöntem olarak uygulanan logit analizi sonuçları Tablo 4.19’da sunulmuştur. Tablo 4.19: Logit Analizi Sonuçları Model 1 Model 2 Model 3 Model 4 Yükümlülük Dolarizasyonu -1.368 -78.464** TCMB KVYP / TA 0.926 42.581** Enflasyon 0.246** 0.848*** Faiz Değişimi 2.051** 1.207 GSYİH Büyüme Hızı -16.806** -2.813 Kredilerin Büyüme Hızı 6.306 25.665 Yurtiçi Krediler / GSYİH 10.230*** -15.379 M2 / TCMB Revervi 6.317*** 5.010* Banka Rezervleri / Banka Varlıkları -148.469*** -644.85*** McFadden R2 3% 19% 55% 76% * %10 ,** %5 ve ***%1 düzeyinde anlamlılığı vermektedir. Logit analizi ile elde edilen katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi bağımlı değişkenin üzerindeki yüzde etki olarak yorumlanmaması gerekmektedir. Katsayılar, kriz olma olasılığına etki olarak yorumlanacağı için beklenen katsayı işareti, başka bir deyişle ilgili değişkenin kriz çıkma olasılığına katkısına etkisinin pozitif veya negatif yönde olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Sadece dolarizasyon verilerinin kriz olasılığına etkisi ölçüldüğünde her iki değişkenin de anlamlı olmadığı görülmektedir. Bu durum, Honig (2006) sonuçlarıyla uyumludur. Tek başına ele alınan makro değişkenlerin ise tamamı kriz olasılığı üzerinde anlamlıdır. 133 Anlamlılık açısından incelediğimizde modeller arasında model 4 tüm değişkenlerin bir bütün olarak kriz olasılığına etki etmeleri durumundan hareketle açıklama gücü yüzde 76 olarak hesaplanmış ve en anlamlı model olarak karşımıza çıkmaktadır. Model 4’ü incelediğimizde, yükümlülük dolarizasyonu değişkeni yüzde 5 düzeyinde anlamlı hale dönüşürken, makro değişkenlerden sadece enflasyon ve finansal değişkenlerden banka rezervlerinin banka varlıklarına oranı ile M2 para arzının merkez bankası rezervlerine oranı değişkenleri model için anlamlı sonuçlar vermektedir. Katsayılar, kriz gerçekleşme ihtimalındeki değişimi ölçmektedir. Logit modelde, katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi yorumlanmaması gerekmektedir. Katsayılar, krizin gerçekleşme olasılığına etki olarak oluşmaktadır. İlgili değişkenin kriz oluşma olasılığına katkısına etkisinin pozitif veya negatif yönde olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Doğrusal bir regresyon modelinde bir açıklayıcı değişkenin eğim katsayısı, o değişkenin değerindeki bir birim değişmeye karşılık bağımlı değişkenin ortalama değerinde yaratılacak etkiyi ölçmektedir. Ancak, doğrusal olasılık modeli, logit ve probit gibi modeller, bir olayın gerçekleşme olasılığı ile ilgilendiklerinden eğim katsayıları aynı şekilde yorumlanamamaktadır. Bu amaçla, katsayılar standartlaştırılarak marjinal etkilere dönüştürülmüştür. Williams (2008) yöntemi kullanılarak marjinal etkiler hesaplanmıştır. Xk İçin Marjinal Etki = P(Y=1|X) * P(Y=0|X) * bk14 14 Modele uygulanan logit analizi sonucu o değişken için bulunan katsayı değerini ifade etmektedir. 134 Tablo 4.20: Standartlaştırılmış Marjinal Etkiler Model 1 Model 2 Model 3 Model 4 Yükümlülük Dolarizasyonu -0.194 -11.362** TCMB KVYP / TA 0.118 6.236** Enflasyon 15.975** 55.021*** Faiz Değişimi -0.005** -0.003 GSYİH Büyüme Hızı -0.155** -0.026 Kredilerin Büyüme Hızı 0.064989 0.264 Yurtiçi Krediler / GSYİH 4.554287*** -6.846 M2 / TCMB Revervi 77.87473*** 20.330* Banka Rezervleri / Banka Varlıkları -056942*** -2.472*** Tüm değişkenlerin bir bütün olarak ele alındığı model için baktığımızda anlamlı değişkenlerden; Yükümlülük Dolarizasyonu’nun olası bir “Finansal Kriz” çıkma olasılığını %11 (-11,362**) düzeyinde düşürücü (ters) etki yapar sonuç vermesi dikkat çekicidir. Aynı zamanda TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının olası bir Finansal Kriz çıkma olasılığına etkisi de %6 (6,236) düzeyinde pozitif etki yapar şeklinde çıkmıştır. Literatür kısmında bankaların kur riskini düşürmek amacıyla gelen döviz mevduatları döviz cinsinden krediye döndürmelerinin kur riskini geri ödenmeme riskiyle yer değiştirteceğine değinmiştik. Çıkan sonuç açısından bu durumu değerlendirdiğimizde, bu etkinin küçük kaldığı, bunun yerine bankacılık sektörünün kredi yükümlülüğün etkisinin bankalar açısından, bilançolarının aktif ve pasiflerinin döviz kurundaki değişimlere uyumunu sağlamalarının daha önemli hale geldiği görüşünü desteklediği söylenebilir. 135 Analizde dikkat çeken en önemli bir değişken de enflasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Tablodan da görülebileceği üzere, Enflasyon’un %55 (55,021***) gibi önemli bir derecede, olası bir “Finansal Kriz”e katkısı olduğu görülmektedir. Bankaların rezervlerini artırarak kendilerini korumaya almaları değişkenini (Banka Revervleri/Banka Varlıkları) incelediğimizde ise olası bir “Finansal Kriz” olasılığını düşürücü etki yapmakta olduğunu fakat bu düşürücü etkinin %2 (2,472***) gibi düşük bir düzeyde kaldığını görmekteyiz. Bir diğer anlamlı değişken olan M2 para arzının TCMB rezervlerine oranı (M2/TCMB Rezervi) değişkenininin olası bir “Finansal Kriz” durumunu %20 (20,330*) gibi artırıcı etkiye sahip olduğunu gözlemlemekteyiz. Merkez bankası rezervlerinin mevcut para arzı içindeki oranının küçülmesi, merkez bankasının müdahale gücünün görece azalmasıyla bir finansal kriz olasılığına pozitif katkıda bulunmaktadır. Mevcut litatürü incelediğimizde de para politikasının üzerindeki etkisi ve kur sistemleriyle ilişkisi için görgül çalışmaların sonuçları değişiklik gösterebilmekle birlikte çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara paralel olarak dolarizasyonun finansal kriz olasığına yönelik olumsuz etkilerinin sınırlı olduğu yönündedir. Reinhart ve diğerlerine (2003) göre, dolarizasyonun, genel beklenen kanının aksine, para politikası üzerinde olumsuz etkisi bulunamamıştır. Ancak, döviz kurunun ekonomiye nüfuzunu arttırarak dalgalanma korkusunu tetiklemesi daha büyük bir problem yaratmaktadır. Arteta (2002) ise çalışmasında, döviz kuru rejiminin kredi dolarizasyonuna etkisini gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ekonomilerinde araştırmıştır. Bulgular kredi dolarizasyonunun mevduat dolarizasyonundan farklı olarak döviz kuru rejimlerinde değişme göstermediğini ortaya koymaktadır. 136 Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, mevcut literatürde yer alan ekonometrik analizler bankacılık sistemindeki yüksek dolarizasyon ile döviz ve bankacılık krizleri arasındaki ilişkiyi destekleyecek pek az kanıt bulabilmekte, aksine dolarizasyonunun olumlu etkisinden bile söz edilmektedir. Böylelikle; teorik olarak düşünülen riskler görgül olarak tam kanıtlanamamış olmaktadır. Yurt içi finansal sistemdeki dolarizasyon ölçümleri ülkeler arasındaki original ölçümlerine göre daha fazla farklılık göstermektedir. Arteta (2003), görgül çalışmasıyla, bankacılık sistemindeki yüksek dolarizasyonunun gelişmekte olan ülkelerdeki bankacılık veya döviz krizlerinin çıkma olasılığını artırıcı etki yaptığına ve bu ülkelerdeki kriz maliyetlerinin daha yüksek olduğuna dair bir kanıt bulamamıştır. Ancak de Nicolo vd. (2003) çalışmasında, dolarize finansal sistemlerin ulaşmışlardır. 137 yüksek risk taşıdığı sonucuna SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Dolarizasyon, paranın üç işlevine (ödeme aracı, hesap birimi ve değer saklama aracı) ve bilanço yapısına etkilerine dayandırılarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede, finansal dolarizasyon, bir ülkenin başka bir ülkenin parasını ödeme aracı, değer saklama aracı ve hesap birimi olarak kullanmasıdır. Buna bağlı olarak, yabancı para cinsinden mevduatların ve kredilerin kullanılması nedeniyle de hem varlık hem de yükümlülük dolarizasyonu tek bir başlık altında toplanmaktadır. ABD Doları’nın en yaygın kullanılan yabancı para olması nedeniyle bu olguya finansal dolarizasyon denmiştir. Literatürde dolarizasyonun ölçümü, genel olarak, yabancı para cinsinden mevduatların, toplam mevduatlar ya da geniş para arzı içindeki payı olarak ölçülmektedir. Ancak, finansal dolarizasyonun varlık ve yükümlülük tarafına geldiğimizde, yükümlülük dolarizasyonu tanımı ve bunların ölçülmesi öne çıkmaktadır. Finansal dolarizasyonun varlık tarafını ifade eden bankacılık sektörü kredi yükümlülüğü (yükümlülük dolarizasyonu), bankacılık sektörünün yabancı para cinsinden kredilerinin, toplam kredilere oranı ile ölçülmektedir. Dolarizasyonun yükümlülük tarafını ifade eden TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının, bankacılık sektörünün yabancı para mevduatlarının, toplam mevduatlara veya toplam yükümlülüklere oranı ile ölçülmektedir. Dolarizasyonun temel nedeni, tanımından da anlaşılacağı üzere ulusal paraya güvensizliktir. Literatürde, finansal dolarizasyonun nedenleri arasında; yüksek enflasyon ve fiyat oynaklığı, etik bozulma ve mevduat sigortası, dolarizasyon histerisi, temel günah, risk yönetimi ve portföy çeşitliliği, kur rejimi, finansal 138 gelişmişlik düzeyi, makroekonomi ve para politikasına olan güvensizlik ve ekonomik açıklık düzeyi sayılmaktadır. Dolarizasyon ile ilişkisini incelemeyi amaçladığımız finansal istikrarın analizi, açık bir finansal istikrar tanımı ve bu konuda bir uzlaşı olmaması nedeniyle oldukça karmaşıktır. Dolayısıyla farklı çalışmalar için farklı finansal istikrar tanımları karşımıza çıkabilmektedir. Finansal istikrar analizi bir çok risk faktörüne dayanmakta, bu nedenle bütün risk faktörlerini başarılı şekilde kapsayan tek bir modelin varlığı mümkün olmamaktadır. Finansal istikrar, ekonomik süreçlerin güçlendirilmesi, risklerin yönetimi ve şoklara karşı dayanıklılık olarak tanımlanabilir. Kısaca, finansal istikrar, finansal sistemin düzgün bir şekilde işlemesidir. IMF, yayımladığı finansal sağlamlık göstergeleri ve makro göstergeler yardımıyla finansal istikrarı analiz etmektedir. Buna göre finansal istikrarın unsurları; mevduat kabul eden finansal kuruluşlar, diğer finansal kuruluşlar, reel sektör, hanehalkı, piyasa likiditesi, emlak piyasası ve makroekonomik göstergelerden oluşmaktadır. Finansal istikrar ile finansal dolarizasyon arasındaki ilişkiyi incelediğimizde, geçmişte yapılan çalışmalarda, finansal olarak istikrarsız bir ekonomik yapıda, dolarizasyonun arttığı belirtilmektedir. Diğer yandan, dolarizasyonun tek başına finansal istikrarsızlığa neden olmadığı da literatür incelemesi sonucu anlaşılmaktadır. Ancak, dolarizasyon ortamında bankaların açık pozisyon taşıması doğrudan kur riskine neden olmaktadır. Ayrıca, yabancı para cinsinden kredi verilen şirketlerin ve hanehalkının açık pozisyona sahip olması durumunda bankalar, dolaylı kur riskine veya kredi riskine maruz kalmaktadır. Söz konusu risklerin gerçekleşmesi durumunda büyük bir firma 139 veya bankanın batması, sistemik risk olarak da finansal sistemi tehdit edebilmektedir. Ayrıca, finansal dolarizasyon, para talebinin tahminini zorlaştırması nedeniyle, para politikasının etkinliğini azaltarak dolaylı yoldan finansal istikrarı da etkileyebilmektedir. Literatür, dolarizasyonun bu tip piyasalara getirdikleri risklerin yanında bazı yararlarının da bulunduğunu tartışmaktadır. Finansal dolarizasyonun, yüksek enflasyon ortamında finansal derinlik sağladığı ve kriz sonrası ekonomik daralmayı sınırlandırdığı belirtilmektedir. Dolarizasyonun nedenleri ve sonuçları göz önünde bulundurulduğunda, literatürde makro ekonomik çözümler üzerinde de durulmaktadır. İlk olarak para politikasına olan güveni artıracak kurumların oluşturulması ve güçlendirilmesi yoluyla fiyat belirsizliğinin azaltılması gerekmektedir. Ayrıca, para otoritesi fiyat belirsizliklerine karşı koruma sağlayacak ulusal para cinsinden farklı ürünlerin gelişmesi için uygun politikalar icra etmelidir. Böylece, piyasa oyuncuları hem açık pozisyondan kaçınmış olacak, hem de fiyat belirsizliklerine karşı korunmasız kalmayacaklardır. Üçüncü olarak, mevduata sınırsız güvence sağlayan politikaların ve kur seviyesini garanti eden kur rejimlerinin terk edilmesi dolarizasyonu azaltacaktır. Ayrıca, siyasi istikrar, borç verenlerin haklarının korunması ve muhasebe sisteminin kalitesinin artırılması gibi etkenler de dolarizasyonun derecesini azaltmaktadır. Bu çalışma, dolarizasyonun mevcut düzeyinin ekonomiye sağladığı fayda veya getirdiği maliyetleri doğrudan tartışmak yerine, öncelikle optimal düzeyin ne olabileceğini sorgulaması ve elde edilen sonuçları finansal kriz çıkma olasılığı ile ilişkilendirmeyi amaçlaması nedeniyle özgün bir çalışmadır. Dolarizasyon ile finansal maliyeti arasındaki ilişkinin varlığı üzerine birçok araştırma yapılmıştır. Saprin’in 2001 yılındaki, Quispe-Agnoli ve Whisler’in 2006 140 yılındaki çalışmalarında ikili arasındaki anlamlı ilişki görülmüştür. Elde edilen sonuçlar bakımınında dolarizasyon ile finansman maliyeti arasında da anlamlı bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Dolarizasyon kavramı farklı alt gruplara ayrılsa da, temelde, ekonomide ulusal para birimi yerine veya ulusal para birimi yanında başka bir yabancı para biriminin de varlığını tanımlamaktadır. Yabancı para biriminin hangi ülkeye ait olduğuna bakılmaksızın, en güvenilir ve yaygın geçerliliği olması nedeniyle ABD Doları’nın baskın durumuna bağlı olarak dolarizasyon tanımlaması yapılmaktadır. Paranın geleneksel işlevleri açısından düşünüldüğünde, ödeme aracı olarak dolaşımda olan nakit dolar miktarlarının bilinmesinin zorluğu veya imkansızlığı sonucu, dolarizasyonu ölçüm aracı olarak kullanılan değişkenler aslında varlık ikamesinin birer göstergesi olmaktadır. Bu çalışmada kullanılan yükümlülük dolarizasyonu, ekonomik birimlerin değer saklama amacı ile dolar varlıkları tercih etmeleriyle ortaya çıkmış birer ekonomik sonuçtur. Ekonominin iç dinamiklerine bağlı olarak olması gereken optimal düzeyde dolarizasyonu açıklayan minimum varyans portföyü yaklaşımına göre; yatırımcıları dolar kullanmaya iten unsur, döviz kuru ve enflasyonun düzey değerleri değil, görece dalgalanmalarıdır. Yatırımcılar, yerli paranın oynaklığını gösteren enflasyon, reel kura göre daha az volatil ise enflasyon yüksek olsa bile güvenli liman olarak yine de yerli parayı tercih edecektir. Tersine, reel kur, enflasyona göre daha az volatiliteye sahip ise dolar cinsinden sözleşmeler tercih edilecektir. Böylelikle ekonominin önemli iki makroekonomik değişkenine göre belirlenmiş doğal bir dolarizasyonoranının varlığından söz edilebilmektedir. Bu çalışmada öncelikle minimum varyans portföyünün belirlediği dolar düzeyi bulunarak gerçekleşen dolarizasyon düzeyleri ile kıyaslanmış, buna bağlı olarak da ülke içindeki yükümlülük dolarizasyonun risk boyutu tartışılmıştır. Ölçüm kıstası olarak belirlenen MVP’nin teoride olduğu gibi verilerle de yükümlülük dolarizasyonun nedeni olduğunun belirlenmesi, ölçüm kıstasının gücünü ortaya 141 koyacağı için Granger Nedensellik Analizi uygulanmıştır. Uygulanmış olan Granger Nedensellik Analizinden beklenen, değişkenler arası ilişkilerin teoride belirtildiği yönde çıkmasıdır. Türkiye için olması gereken MVP düzeyinin hesaplanması çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Türkiye’de olması gereken düzey, Yeyati (2006) yöntemi uygulanarak hesaplanmıştır. Logaritmik farkı alınan TCMB dolar alış kurundan logaritmik farkı alınan tüketici fiyat endeksi çıkarılarak reel döviz kuruna ilişkin seri bulunmuş ve formülde bu seriler yerine konarak MVP düzeyi 2006:01 - 2015:03 dönemi için hesaplanmıştır. Gerçekleşen dolarizasyon göstergeleri olarak yükümlülük dolarizasyonu kullanılmıştır. Mevduat dolarizasyonu, yerleşiklerin yabancı para mevduatının toplam mevduata oranıdır. Rennhack ve Nozaki (2006), dolar mevduatların toplam mevduatlar içerisindeki oranını dolarizasyon göstergesi olarak bağımlı değişken şeklinde regresyona dahil etmiş ve analizlerde bulunmuşlardır. Yazarlar, bu oranın mükemmel olmasa da dolarizasyonun en iyi göstergesi olarak yaygın kullanımına dikkat çekmişlerdir. Regresyondaki bağımsız değişkenler, kısmi dolarizasyona, makroekonomik duruma ve finansal sisteme ilişkin değişkenler olmak üzere üç grup altında incelenebilmektedir. Kısmi dolarizasyona ilişkin; literatürün tamamına yakın kısmında kullanılarak temel gösterge halıne gelmiş olan mevduat dolarizasyonu ve kur riskine bağlı olarak ortaya çıkan geri ödenmeme riskinin bir göstergesi olarak da yükümlülük dolarizasyonu 15 kullanılmıştır. 15 Kurdaki dalgalanmaya bağlı olarak ortaya çıkabilecek bir geri ödenmeme riski araştırıldığı için kime verildiğine bakılmaksızın dolar kredilerin tamamı alınmıştır. 142 Makroekonomik duruma ilişkin değişkenler; enflasyon, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) büyümesi 16 ve faiz oranı değişimidir. Finansal sisteme ilişkin değişkenler ise; risk almanın boyutu olarak yurt içi özel sektöre verilen kredilerin GSYİH’ya oranı 17, kredi patlaması var ise bu durumun ölçütü olarak yurt içi kredilerin büyüme oranı, ani sermaye çıkışları olup bankadan çıkışlar başlarsa oluşacak riskin boyutu olarak M2 para arzının TCMB yabancı para rezervlerine oranı ve bankacılık sisteminin likiditesinin ölçütü olarak da nakit ve banka rezervleri toplamının banka varlıklarına oranı alınmıştır. Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım bankalarının kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi içindeki oranıdır. TCMB Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranı ise, yerleşiklerin yabancı para mevduatının bankacılık sektörü kayıtlı toplam aktiflerine oranıdır. Gösterge Tahvil Faizi, IFS’in sunduğu, Türkiye interbank para piyasasında gerçekleşen 24 aylık Gösterge Tahvil Faizi alınmıştır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyümesi, üçer aylık GSYİH artışlarıdır. Yükümlülük dolarizasyonu, mevduat bankaları ile kalkınma yatırım bankalarının yurt içi kullandırdıkları yabancı para kredilerin bankacılık sistemi kredi hacmi içindeki oranıdır. Ancak Yinusa’nın (2008) belirttiği gibi, bankacılık sisteminde tutulan dolar varlıklar üzerinde herhangi bir kısıtlama olmadığı durumda dolar mevduat ile elde tutulan dolar nakit ve yurtdışı dolar varlıklar arasında doğrusal bir ilişki olacak ve dolar mevduattaki değişim tüm dolarizasyon üzerinde bir gösterge olacaktır. 16 17 Mevsimsellik tespit edildiği için öncelikle Tramo/Seats yöntemi kullanılarak mevsimsellikten arındırılan seri kullanılmıştır. Bankaların temel işlevi fon aktarımı olduğu için topladıkları mevduatın ne kadarını ekonomiye, özellikle de reel sektöre aktardıkları önemlidir. Mevduat bankalarının kredi/mevduat oranı TCMB verilerine göre 2008 yılında 68.1 iken 2014 yılında bu rakam 79.8’e ulaşmıştır. 143 Yapılan incelemede Türkiye’nin enflasyon ve reel döviz kurunun dalgalanmalarının işaret ettiği, optimal portföy bileşimini veren dolar oranının çok ötesinde bir dolarizasyon sürecinde olduğu görülmektedir. Bu durumda ‘dalgalanma korkusu’nun varlığını ortaya koymak ve bunu önleyici çabalar olası krizleri önleme açısından önemlidir. Verilerin derlenmesinde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın web sitesinde yer alan elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) ve Uluslararası Para Fonu’nun International Financial Statistic (IFS) serilerinden yararlanılmıştır. Seriler 2000Q1 - 2015Q1 arasını kapsamaktadır. Bu kapsamda, 2000:01 - 2015:03 dönemi için aylık verilerle elde edilen sonuçlara bakıldığında gerçekleşen dolarizasyon düzeylerinin olması gerekenin oldukça üzerinde olduğu, ancak enflasyondaki artışa bağlı olarak 2015 yılında durumun tam tersine döndüğü görülmektedir. Serilerin uygun hale getirilmelerinin ardından etkinin yönünü bulabilme amacıyla Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır. Ancak bir ölçüm kriteri olarak kullanılan MVP bu amaca ne kadar uygun bir kriterdir, teoride belirtildiği gibi dolarizasyonun temel belirleyicisi ise nedensellik testlerinde de aynı yönde etkileri sunmalıdır sorusundan hareketle Dolarizasyon ve MVP arasındaki nedensellik ilişkisine göre, uygulanan Granger Nedensellik Testi sonuçları, teoriyi destekler nitelikte çıkmıştır. Aylık verilere uygulanan Granger Nedensellik Testi sonuçları, teoriyi doğrulayarak MVP'nin yükümlülük dolarizasyonunun ve Kısa Vadeli Yabancı Para Pozisyonu / Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler oranının nedeni olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla, ölçülen MVP’nin optimal değerlerin belirlenmesinde güçlü bir araç olduğu sonucuna varılmıştır. 144 Sonuçlara göre MVP’nin, teoriyle uyumlu şekilde dolarizasyon için iyi bir ölçüt çıkması ve MVP’nin de gerçekleşen düzeylerin oldukça altında hesaplanması, beraberinde mevcut dolarizasyon düzeylerinin bir risk unsuru oluşturduğu çıkarsamasını getirmektedir. Öyleyse, mevcut dolarizasyon göstergeleri, finansal kriz olasılığına etkide bulunmakta mıdır sorusuna yanıt aranmalıdır. Dolayısıyla kredi alırken ve mevduat saklama tercihlerinde kişilerin yerli para ve yabancı paranın göreli dalgalanmasının farkında oldukları söylenebilir. Böylelikle, MVP’nin dolarizasyon sürecinde güçlü bir gösterge olduğu verilerle de ortaya konmuş olmaktadır. Çalışmanın son bölümünde, dolarizasyon karşıtlarının üzeride en çok durduğu dolarizasyonun finansal kriz olasılığına katkı yaptığı argümanı tartışmaya açılmıştır. Finansal krizler literatürde geniş bir yer tutsa da dolarizasyon verilerinin ölçüme dahil edilmesi nedeniyle bu çalışma Türkiye için literatürdeki bir boşluğu doldurmayı amaçlamıştır. Son bölümdeki temel amaç, iki dolarizasyon ölçütünün kriz olasılığına etkisini araştırmaktır. Literatürde finansal krizler oldukça yer tutan konuların başında gelmektedir. Bankacılık krizi, döviz krizi gibi ayrı başlıklar ile anılsa da sistemin bir ayağında meydana gelen çöküş diğer ayakları da etkilediği için kriz konusu aslında sistemin bütünü ile ilgili bir araştırmadır. Dolayısıyla çalışmanın bu bölümünde literatürde kabul görmüş finansal kriz değişkenlerine dolarizasyon göstergeleri de ilave edilerek beklenildiği gibi dolarizasyonun risk unsuru olup olmadığı araştırılmıştır. Logit analizi ile elde edilen katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi bağımlı değişkenin üzerindeki yüzde etki olarak yorumlanmaması gerekmektedir. Katsayılar, kriz olma olasılığına etki olarak yorumlanacağı için beklenen katsayı işareti, başka bir deyişle ilgili değişkenin kriz çıkma olasılığına katkısına 145 etkisininpozitif veya negatif yönde olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Sadece dolarizasyon verilerinin kriz olasılığına etkisi ölçüldüğünde her iki değişkenin de anlamlı olmadığı görülmektedir. Bu durum, Honig (2006) sonuçlarıyla uyumludur. Tek başına ele alınan makro değişkenlerin ise tamamı kriz olasılığı üzerinde anlamlıdır. Doğrusal regresyon modelinde kullanılan R2 logit modelde bir anlam ifade etmediğinden bu model için geliştirilmiş olan McFadden R2 kullanılarak modelin açıklama gücünün yaklaşık yüzde 20’ye yükseldiği görülmektedir. Sadece finansal değişken verilerinin analize tabi tutulması sonucu elde edilen bulgularda ise kredilerin büyüme hızı haricindeki üç değişkenin de yüzde bir gibi yüksek bir anlamlılık derecesinde dahi anlamlı değişkenler olarak belirdikleri görülmektedir. Modelin açıklama gücü ise yüzde 55’e çıkmaktadır. Tüm değişkenlerin bir bütün olarak kriz olasılığına etki etmeleri durumunda modelin açıklama gücü yüzde 72 olmaktadır. Yükümlülük dolarizasyonu değişkeni yüzde 5 düzeyinde anlamlı hale dönüşürken, makro değişkenlerden sadece enflasyon ve finansal değişkenlerden banka rezervlerinin banka varlıklarına oranı ile M2 para arzının merkez bankası rezervlerine oranı değişkenleri model için anlamlı sonuçlar vermektedir. Katsayılar, kriz gerçekleşme ihtimalındeki değişimi ölçmektedir. Logit modelde, katsayıların doğrusal regresyon modelindeki gibi yorumlanmaması gerekmektedir. Katsayılar, krizin gerçekleşme olasılığına etki olarak oluşmaktadır. İlgili değişkenin kriz oluşma olasılığına katkısına etkisinin pozitif veya negatif yönde olması ve değişkenlerin istatistiksel anlamlılığı dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Doğrusal bir regresyon modelinde bir açıklayıcı değişkenin eğim katsayısı, o değişkenin değerindeki bir birim değişmeye karşılık bağımlı değişkenin ortalama değerinde yaratılacak etkiyi ölçmektedir. 146 Ancak, doğrusal olasılık modeli, logit ve probit gibi modeller, bir olayın gerçekleşme olasılığı ile ilgilendiklerinden eğim katsayıları aynı şekilde yorumlanamamaktadır. Bu amaçla, katsayılar standartlaştırılarak marjinal etkilere dönüştürülmüştür. Williams (2008) yöntemi kullanılarak marjinal etkiler hesaplanmıştır. Tüm değişkenlerin bir bütün olarak ele alındığı model için bakıldığında anlamlı değişkenlerden yükümlülük dolarizasyonunun kriz çıkma olasılığını yüzde 11 düzeyinde düşürücü etki yapar sonuç vermesi dikkat çekicidir. Bankaların kur riskini düşürmek amacıyla gelen dolar mevduatları dolar krediye döndürmelerinin kur riskini geri ödenmeme riskiyle yer değiştirteceğine değinilmişti. Bu etkinin küçük kaldığı, bankaların bilançolarının aktif ve pasiflerinde kur uyumunu sağlamalarının öne geçtiği söylenebilir. Bir diğer dikkat çekici değişken de enflasyondur. Yüzde 55 gibi önemli bir derecede krize katkısı olduğu görülmektedir. Beklenildiği gibi bankaların rezervlerini artırarak kendilerini korumaya almaları kriz olasılığını düşürücü etki yapmaktadır ancak bu etki yüzde 2 gibi düşük bir düzeyde kalmıştır. Bir diğer anlamlı değişken olan M2 para arzının TCMB rezervlerine oranı yüzde 19 gibi kriz olasılığını artırıcı etkiye sahiptir. Merkez bankası rezervlerinin mevcut para arzı içindeki oranının küçülmesi, merkez bankasının müdahale gücünün görece azalmasıyla kriz olasılığına pozitif katkıda bulunmaktadır. Dolarizasyonun para politikasının üzerindeki etkisi ve kur sistemleriyle ilişkisi için görgül çalışmaların sonuçları kesin değildir. Reinhart ve diğerlerine (2003) göre, dolarizasyonun, genel beklenen kanının aksine, para politikası üzerinde olumsuz etkisi bulunamamıştır. Ancak, döviz kurunun ekonomiye nüfuzunu arttırarak dalgalanma korkusunu tetiklemesi daha büyük bir problem yaratmaktadır. Arteta (2002) ise çalışmasında, döviz kuru rejiminin yükümlülük dolarizasyonuna etkisini gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ekonomilerinde araştırmıştır. Bulgular 147 yükümlülük dolarizasyonunun mevduat dolarizasyonundan farklı olarak döviz kuru rejimlerinde değişme göstermediğini ortaya koymaktadır. Elde edilen sonuçlarda, sadece dolarizasyon verilerinin kriz olasılığına etkisi ölçüldüğünde her iki değişkenin de anlamlı olmadığı ve modelin açıklama gücünün de % 1.5 gibi çok düşük düzeyde seyrettiği görülmektedir. Tek başına ele alınan makro değişkenlerin ise tamamının (enflasyon, faiz değişimi ve GSYİH büyüme hızı) kriz olasılığı üzerinde anlamlı olması dikkat çekicidir. Tüm değişkenlerin bir bütün olarak kriz olasılığına etki etmeleri durumunda modelin açıklama gücü yüzde 72 olmaktadır. Yükümlülük dolarizasyonu değişkeni yüzde 5 düzeyinde anlamlı hale dönüşürken, makro değişkenlerden enflasyon ve finansal değişkenlerden banka rezervlerinin banka varlıklarına oranı ile M2 para arzının merkez bankası rezervlerine oranı değişkenleri model için anlamlı sonuçlar vermektedir. Elde edilen sonuçlar, Honig (2006) ve Arteta (2003) bulgularıyla uyumludur, finansal dolarizasyonun finansal kriz olasılıklarına katkısı mevcut sonuçlar ile desteklenmemektedir. 148 KAYNAKLAR Adanur Aklan N. ve Nargeleçekenler M. (2010), “Yükümlülük Dolarizasyonu ve Bilanço Etkisi: Türkiye Üzerine Bir Analiz”, I.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:43. (Ekim 2010). Alesina, A. ve Barro, R. (2001). Dollarızation, American Economic Review, 91(2). Antinolfi, G. ve Keister, T. (2006). Discount Window Policy, Banking Crises and İndeterminacy of Equilibrium, Macroeconomic Dynamics, 10. Araç, A., Telatar, F. ve TelatarE. (2013). Türkiye Ekonomisinde Para İkamesi Enflasyon İlişkisinin Zamana Bağlı Değişen Yapısı Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14. Arellano, C. ve Heathcote, J. (2010). Dollarızation and Financial Integration, Journal of Economic Theory, 145(3). Arteta, C.O. (2005). Exchange Rate Reğimes and Financial Dollarızation: Does Flexibility Reduce Bank Currency Mismatches?, Topics in Macroeconomics, 5(1), Makale No. 10. Athanasoglou, P.P., Brissimis, S.N. ve Delis, M.D. (2008). Bank-Specific, İndustrySpecific and Macroeconomic Determinants of Bank Profitability, Journal of International Financial Markets, Institutions and Money, 18. Aysun, U. ve Honig, A. (2011). Bankruptcy Costs, Liability Dollarızation, and Vulnerability to Sudden Stops”, Journal of Development Economics, 95. Basso, H.S., Calvo-Gonzalez, O. ve Jurgilas, M. (2007). Financial Dollarızation: TheRrole of Banks and Interest Rates”, ECB Working Paper 748. 149 Beckerman, P. ve Solimano, A. (2002). Crisis and Dollarızation in Ecuador: Stability, Growth and Social Equity”, Washington, D.C.: World Bank. Brown, M. ve Haas, R.D. (2010). Foreign Currency Lending in Emerging Europe: Bank-Level Evidence, Working Papers No. 122, European Bank for Reconstruction and Development. Burger, J. ve Warnock, F. (2006). Local Currency Bond Markets, NBER Working Paper No. 12552. Caballero, R. ve Krishnamuthy, A. (2003). “Excessive Dollar Debt: Underinsurance and Domestic Financial Underdevelopment, Journal of Finance, 58(2), 867–893. Cabral, R. (2010). “Why Dollarızation Didn’t Succeed: Comparing Credibility and The İmpact of Real Shocks on Small Open Economies”, North American Journal of Economics and Finance, 21. Calvo, G.A. ve Vegh, C.A. (1992). Currency Substitution in Developing Countries – An Introduction, IMF Working Paper No. 40. Calvo, G. A. (1999). On Dollarızation, http://www.econ.yale.edu/alumni/reunion99/calvo1.htm, Erişim Tarihi: 13.05.2015. Calvo, G.A. (2001). “Capital Markets and Theexchange Rate with Special Reference to The Dollarızation Debate in Latin America”, Journal of Money,Credit, and Banking, 33(2). Calvo, G. A.(2002). On Dollarızation, Economics of Transition, 10(2). Calvo, G.A. ve Reinhart, C.M. (2002). Fear of Floating, The Quarterly Journal of Economics, 117(2). 150 Canto, V. (1985). Monetary Policy, Dollarızation and Parallel Market Exchange Rates: The Case of the Dominican Republic, Journal of International Money and Finance, 4. Castillo, S. (2006). Dollarızation and Macroeconomic Stability in Latin America, Oshkosh Scholar, 1. Catao, L. ve Terrones, M. (2000). Determinants of Dollarızation – The Banking Side, IMF Working Paper 146. Cespedes, L.F., Chang, R. ve Velasco, A. (2000). Balance Sheets and Exchange Rate Policy, NBER Working Paper Series, vol. 7840. Chang, R. ve Velasco, A. (2000). Financialfragility and The Exchange Rate Reğime, Journal of Economic Theory, 92(1). Chang, R. ve Velasco, A. (2001). Monetary Policy in A Dollarızed Economy Where Balance Sheets Matter”, Journal of Development Economics, 66. Çetin, A. (2004). Enflasyon, Döviz Kuru Belirsizliği ve Dolarizasyon Arasındaki Nedensellik İlişkisi: Türkiye Örneği. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, 118. De Nicolo, G., Honohan, P. ve Ize, A. (2005). Dollarızation of The Banking System: Causes and Consequences, Journal of Banking and Finance, 29. Domaç, I. ve Oskooee, B.M. (2002). On The Link Between Dollarızation and Inflation: Evidence from Turkey, TCMB tartışma tebliği. Edwards, S.A. ve Magenzo, I. (2001). Dollarızation, Inflation and Growth, NBER Working Paper No. 8671. Eichengreen, B. ve Hausmann, R. (1999). Exchange Rates and Financial Fragility, NBER Working Paper No. 7418. 151 Eichengreen, B., Hausmann, R. ve Panizza, U. (2002). Original Sin: The Pain, the Mystery and the Road to Redemption, Döviz ve Vade Uyumu Konferansı, tebliğ, Inter-American Development Bank, Washington, D.C. Engineer, M. (2000). Currency Transactions Costs and Competing Fiat Currencies, Journal of International Economics, 52(1). Feige, E. (1997). Revised Estimates of the Size of the U.S. Underground Economy: Implications of U.S. Currency Held Abroad, Lippert O. ve Walker M. (ed.), The Underground Economy, Fraser Institute, Vancouver, Kanada, 255. Feige, E. (2002). The Dynamics of Currency Substitution, Asset Substitution and De facto Dollarızation and Euroization in Transition Countries, 8. Dubrovnik Gelişmekte Olan Ülkelerde Para Politikası ve Döviz İkamesi Konferansı tebliği, 36. Feige, E., Faulend, M., Sonje, V. ve Sosic, V. (2000). Currency Substitution, Unofficial Dollarızation and Estimates of Foreign Currency Held Abroad: The Case of Croatia, 6. Dubrovnik Ekonomik Konferansı tebliğ. Fischer, S. (2001). Distinguished lecture on economics in government: exchange rate reğimes: Is the bipolar view correct?, Journal of Economic Perspective, 15(2). Frankel, J. ve Rose, A. (2002). An Estimate of the Effect of Common Currencies Unions on Trade and Income, Quarterly Journal of Economics, 117. Gale, D.veVives, X. (2002). Dollarızation,Bailouts, and The Stability of The Banking System, Quarterly Journal of Economics, 117(2). Galındo, A. ve Leiderman, L. (2005). Living with Dollarızation and the Route to Dedollarization, Inter-American Development Bank, Research Department Working Paper No. 526. 152 Goldstein, M. (1999). Safeguarding Prosperity in a Global Financial System: The Future International Financial Architecture Report of an Independent Task Force, Washington, DC: Institute for International Economics for the Council on Foreign Relations, 48. Goldstein, M. ve Turner, P. (2004). Controlling Currency Mismatches in Emerging Markets, Peterson Institute, Washington, DC, 146. Granger, C.W.J. (1980). Long Memory Relationships and the Aggregation of Dynamic Models, Journal of Econometrics, 14(2). Guidotti, P.E. ve Rodríguez, C.A. (1992). Dollarızation in Latin America: Gresham’s Law in Reverse?, IMF Staff Papers, 39(3). Guiso, L., Sapienza, P. ve Zingales, L. (2004). The Role of Social Capital in Financial Development, American Economic Review, 94(3). Guiso, L., Sapienza, P. ve Zingales, L. (2008). Trusting the Stock Market, The Journal of Finance, 63(6). Gulde, A.,Hoelscher, D., Ize, A., Marston, D. ve De Nicolo, G. (2004). Financial Stability in Dollarızed Economies, International Monetary FundOccasional Paper No. 230. Hausmann, R., Gavin, M., Pages-Serra, C. ve Estein, E. (1999). Financial Turmoil and the Choice of Exchange Rate Reğime, Inter-American Development Bank, Mimeo. Honig, A. (2009). Dollarızation, Exchange Rate Reğimes and Government Quality, Journal of International Money and Finance, 28(2). Honohan, P. ve Shi, A. (2002). Deposit Dollarızation andtThe Financial Sector in Emerging Economies, World Bank Policy Research Working Paper No. 2748. 153 Ize, A. ve Levy-Yeyati, E. (2003). Financial Dollarızation, Journal of International Economics, 59. Jacome, L. (2004). The Late 1990s Financial Crisis İnecuador: Institutional Weaknesses, Fiscal Rigidities, and Financial Dollarızation at Work, International MonetaryFund Working Paper WP/04/12. Jeanne, O. (2003). Why Do Emerging Economies Borrow in Foreign Currency, CEPR Discussion Papers No. 4030. Klein, M.W. (2005). Dollarızation and Trade, Journal of International Money and Finance, 24, 935-943. Kutan, A.M., Özsöz, E. ve Rengifo, E.W. (2012). Cross-sectional Determinants of Bank Performance Under Deposit Dollarızation in Emerging Markets, Emerging Markets Review, 13(4). Levine, R. (1997). “Financial development and economic growth”, Journal of Economic Literature, 35. Levy-Yeyati, E. ve Sturzenegger, F. (2005). Classifying Exchange Rate Reğimes: Deeds and Words, European Economic Review, 49(6). Levy-Yeyati, E. (2006). Financial Dollarızation: Evaluating the Consequences, Economic Policy, 21(45). Lin, S. ve Ye, H. (2010). Dollarızation Does Promote Trade, Journal of International Money and Finance, 29(6). Machicado, C.G. (2008). “Liquidity Shocks and The Dollarızation of a Banking System”, Journal of Macroeconomics, 30(1). 154 McKinnon, R. ve Pill, H. (1999). Exchange Rate Reğimes for Emerging Markets, International Overborrowing and Moral Hazard, Oxford Review of Economic Policy, 15. Metin-Özcan, K. ve Us, V. (2007). Dedollarization in Turkey after Decades of Dollarızation: A Myth or Reality, Physica A, 385(1). Minda, A. (2005). Official dollarization: A last resort solution to financial stability in Latin America?, Groupment de Recherches Economiques et Sociales Working Paper No. 2. Mishkin, F. (1997). Understanding Financial Crises: A Developing CountryPerspective, NBER Working Paper Series No. 5600. Moreno-Villalaz, J.L. (1999). Lessons From Themonetary Experience of Panama: A Dollar Economy With Financial Integration”, Cato Journal18(30). Mudd, S. ve Valev, N. (2009). Once Bitten, Twice Shy: Expereinces of a Banking Crisis and Expectations of Future Crises, William Davidson Institute Working Paper No. 969. Neanidış, K.C. ve Savva, C.S. (2009). Financial Dollarızation: Short-Run Determinants in Transition Economies, Journal of Banking and Finance, 33, 18601873. Neanidış, K.C. (2010). Financial Dollarızation and European Union Membership, International Finance, 13(2). Neanidış, K.C. ve Savva, C.S. (2013). Institutions and Financial Dollarızation: Indirect Effects Based on a Policy Experiment, CGBCR Discussion Paper Series No. 186. 155 Neumann, M.J.M. ve Von Hagen, J. (2002). Does Inflation Targeting Matter?, Federal Bank of St. Louis Review. Oomes, N. (2003). Network Externalities and Dollarızation Hysteresis: The Case of Russia, IMF Working Paper No. 96. Oomes, N. ve Ohnsorge, F. (2005). Money Demand and Inflation in Dollarızed Economies: The Case of Russia, IMF Working Paper No. 05/144. Osili, U.O. ve Paulson, A.L. (2008). Bank Crises and Investor Confidence, FRB of Chicago Working Paper No. 2008-17. Özen, T. (2012). Finansman Maliyetinin Tümü Gider Yazılamayacak, http://www.muhasebetr.com/yazarlarımiz/turgay/027/, Erişim Tarihi:12.03.2015. Persson, T. (2001). Currency Unions and Trade: How Large is the Treatment Effect? Economic Policy: A European Forum, 33. Poloz, S.S. (1986). Currency Substitution and the Precautionary Demand for Money, Journal of International Money and Finance, 5(1). Quispe-Agnoli, M. ve Whisler, E. (2006). Official Dollarızationand the Banking Systemin Ecuador and El Salvador, Economic Review. Ramirez-Rojas, C.L. (1985). Currency Substitution in Argentina, Mexico and Uruguay, IMF Staff Papers, 32. Reinhart, C. ve Rogoff, K. (2004). The Modern History of Exchange Rate Arrangements: A Reinterpretation?, Quarterly Journal of Economics, 119(1). Rengifo, E.W., Court, E.J. ve Ozsoz, E. (2010). Deposit Dollarızation and Its Impact On Financial Deepening in the Developing World, Fordham University Department of Economics Discussion Paper No. 2010-08. 156 Rennhack, R. ve Nozaki, M. (2006). Financial Dollarızation in Latin America, IMF Working Paper No. 06/7. Sargent, T. (2001). “Comment on Fiscal Consequences for Mexico of Adopting the Dollar”, Journal of Money, Credit, Banking, 33. Savastano, M. (1996). Dollarızation in Latin America: Recent Evidence and Some Policy Issues, IMF Working Paper No. 96/4. Serdengeçti, S. (2005). Dolarizasyon / Ters Dolarizasyon, TCMB Konuşması, 3 Ekim 2005. Shi, K. ve Xu, J. (2010). Twin Dollarızation and Exchange Rate Policy, Journal of International Economics, 81(1). Stix, H. (2013). Why Do People Save in Cash? Distrust, Memories of Banking Crises, Weak Institutions and Dollarızation, Journal of Banking & Finance, 37(11), 4087-4106. Structural Adjustment Participatory Review International Network (SAPRIN). 2001. The Liberalization of the Financial System in El Salvador: Executive Summary, http://www.saprin.org/elsalvador/research/els_sum_financial_sys.pdf, Erişim tarihi: 11.06.2015. Swiston, A. (2011). Official Dollarızation as a Monetary Reğime:Its Effects on El Salvador, International Monetary Fund, Working Paper WP/11/129. Tobin, J. (1980). The Short-Run Macroeconomics of Floating Exchange Rates: An Exposition, Tobin J. ve Braga de Macedo J. (ed.), Flexible Exchange Rates and the Balance of Payments, NorthHolland. Towers, M. ve Borzutzky, S. (2004). The Socio Economic Implications of Dollarızation in El Salvador, Latin American Politics and Society, 46(3). 157 Uribe, M. (1997). Hysteresis in a Simple Model of Currency Substitution, Journal of Monetary Economics, 40. Vieira, F.A.C., Holland, M. ve Resende, M.F. (2012). Financial Dollarızation and Systemic Risks: New Empirical Evidence, Journal of International Money and Finance, 31. Winkelried, D. ve Castillo, P. (2010). Dollarızation Persistence and Individual Heterogeneity, Journal of International Money and Finance, 29(8). Yıldırım, J. (2003). Currency Substitution and the Demand for Money in Five European Countries, Journal of Applied Economics. Zeybek, H. (2014). Dolarizasyon ve Finansman Maliyeti, İşletme ve İktisat Çalışmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 2. 158 ÖZGEÇMİŞ (CURRICULUM VITAE) • • • • Doğum Tarihi 07.07.1966 Adres ŞUBESİ • HALK BANKASI KARTAL Kartal İSTANBUL Uyruk Türk Medeni DurumEvli-2 Çocuklu Halk BankasıMüfettiş/Bölge Müdürü/Şube Müdürü 1992 - Devam Ediyor Pendik, Bayrampaşa, Maslak Ticari, Karaköy, Kadıköy Şube Müdürlüğü, İzmir Bölge Müdür Yardımcısı ve Adana Bölge Müdürü ile Edirne Şube Müdürü görevlerinde bulunulmuştur. • Yüksek Lisans Okan Üniversitesi Bankacılık • LisansAnkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi - Kamu Yönetimi • Yabancı Dil Fransızca - Orta Ankara Fransız Kültür Merkezi İngilizce - İyi Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi TOEFL Score: 96 • • • • Risk Yönetimi Ve Basel IIHalkbank Genel PazarlamaBankers Challenge Aktif Pasif/Risk YönetimiHalkbank Kurum İçi Çok Sayıda EğitimHalkbank TABA-Türk Amerikan İş Adamları Derneği Finans ve Yatırım Komitesi Üyesi İSMMMO Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Belgesi FENERBAHÇE SK Kongre Üyesi DENETDE - Devlet Denetim Elemanları Derneği • • Altın Yatırımı, Bankacılığı ve Kredileri Siyahinci Yayınevi Dolarizasyon ve Finansman Maliyeti Makalesi İşletme ve İktisat Çalışmaları Dergisi 159