Aortoiliak tıkayıcı hastalık

advertisement
Murat Özkan
AORTOİLİAK TIKAYICI HASTALIK
İnfrarenal abdominal aortayı ilgilendiren arteriosklerotik hastalık, alt ekstremitenin
semptomatik arteriel yetmezliğinin sık bir nedenidir. Arteriosklerozun jeneralize olmasından
dolayı aortoiliak bölgedeki tıkayıcı hastalık genellikle infrainguinal damarlardaki hastalık ile
birliktedir. Ancak inflow sistemdeki düzelme genellikle bacaklardaki iskemik semptomlarda
iyileşme sağlar. Jeneralize doğasına rağmen, kronik arteriosklerotik hastalık genellikle
segmenter tutulum gösterir; bu da cerrahi tedaviye imkan sağlar.
Arteriografi ve diğer görüntüleme teknolojilerindeki ilerleme tıkayıcı lezyonların
derecesinin ve dağılımının net bir şekilde ortaya konmasını ve en uygun girişimin
planlanmasını sağlar. Hastaların koroner arter hastalığı ve diğer komorbid durumlar açısından
daha iyi değerlendirilmesi, hasta seçiminde ve revaskülarizasyon işleminde emniyet sağlar.
Prostetik materyallerdeki ilerlemeler, cerrahi tekniklerin basitleştirilmesi ve
perioperatif bakımın iyileştirilmesi operatif morbidite ve mortalitede düşme ve mükemmel
uzun dönem sonuçlar ile neticelenmiştir.
Klodikasyon, empotans, iskemik istirahat ağrısı, iskemik doku kaybı aortoiliak tıkayıcı
hastalık düşündür.
GENEL DEĞERLENDİRME
A. Anatomik İlişkiler: Abdominal aorta 12. torasik vertebranın alt sınırının önünde,
diyaframın aortik hiatusunda başlar, vertebral kolonun hafif solunda ve önünde aşağı
seyreder. Distale ulaştıkça çapı azalır, birçok viseral ve parietal dallar verir. Bu dalların en
önemlileri çöliyak trunkus, superior mezenterik arter, sağ ve sol renal arterler, inferior
mezenterik arter ve yaklaşık 4 çift lomber arterlerdir. Abdominal aorta genellikle 4. lomber
vertebra hizzasında common iliak arterler olarak ikiye ayrılır. Topografik olarak bu yaklaşık
olarak umbilikus hizzasına denk gelir.
Retroperitoneal yerleşiminden dolayı abdominal aortanın cerrahi ekspozürü zordur. Bu
özellikle renal arterler üzerindeki kısmı için geçerlidir. Bu kısımda diyaframın müsküler
krusları tarfından sarılır. Önünde küçük omentum, mide, pankreas, ve sol renal ven yer alır.
Suprarenal aortanın mobilizasyonu çöliyak trunkus ve superior mezenterik arter nedeniyle de
zordur. İnfrarenal aortanın ekspozürü için diyaframın açılıp duodenum ve ince barsak
mezosunun ekarte edilmesi yeterlidir. İnfrarenal aortanın sağında inferior vena kava yer alır.
1
Murat Özkan
Suprarenal aortanın tıkayıcı hastalık tarafından tutulması çok mutat değildir. Benzer
şekilde renal arterlerin hemen altındaki aorta da hastalıktan uzak durur.
Common iliak arterler yaklaşık 5 cm uzunluğundadır ve internal ve eksternal iliak
arterler olarak ikiye ayrılır. İlki visera ve parietal pelvisdeki yapıları, ikincisi alt ekstremiteyi
besler. Femoral arter, eksternal iliak arterin direkt devamıdır, inguinal ligaman seviyesinde
başlar. İnguinal ligamanın yaklaşık 4-5 cm altında common femoral arter, süperfisiyal ve
profunda femoral arter dallarını verir. Aortoiliak tıkayıcı hastalıkla birlikte süperfisiyal
femoral arterlerde hastalık görülme sıklığı yüksektir (50-65%), bu nedenle arteriyel
rekonstrüktif cerrahi sırasında derin femoral arterin revaskülarizasyonu önemlidir.
B. Kollateral Dolaşım: Kolateral yollar hem viseral hem de parietal damarlarla olur. İnternal
mamarian arter - inferior epigastrik arter; interkostal ve lomber arterler - sirkumfleks iliak
arter ve hipogastrik ağ; hipogastrik ve gluteal dallar - common femoral ve profunda femoral
arterler; superior mezenterik arter - inferior mezenterik arter ve superior hemoroidal yollar.
Bu yaygın kollateral dolaşım nedeniyle alt ekstemitenin distal kan akımı nadiren kritik
düzeyin altına düşer. Klodikasyon ve empotans sıktır, istirahat esnasında kan akımı genellikle
yeterlidir. Ekstremitenin hayatiyeti nadiren tehlike altına girer. İleri iskemik bulgular
genellikle ilave distal hastalığa işaret eder.
C. Patofizyoloji: Arterioskleroz aorta iliak arterlerin parsiyel ya da total oklüzyonuna neden
olur. Damardaki progresif daralma yukarıda tarif edilen semptomların gelişmesine yol açar.
Hastalık genellikle aortik bifurkasyonda yoğunlaşır. Distal infrarenal aorta, bifurkasyon,
common iliak arterler en sık tutulan yerlerdir. Aterosklerotik plak genellikle posterior arter
duvarında yoğunlaşır, distal lomber arterlerin ve median sakral arterin, hastalığın erken
evrelerinde tıkanmasına yol açar.
Egzersiz ile ortaya çıkan klodikasyon, hemen her zaman en erken bulgudur. Kollateral
dolaşım istirahat esnasında bacağın beslenmesi için yeterlidir ancak kan akımında 5-10 kat
artışa neden olan ağır egzersiz sırasında yetersiz kalır. İskemik istirahat ağrısı ve iskemik
doku kaybı (ülser, dijital gangren) gibi daha ağır iskemik semptomlar, egzersiz yapmayan
dokuların bazal metabolik ihtiyaçlarının karşılanamadığı durumlarda ortaya çıkar.
Hasta damarın progresif daralması ile kan akımı tromboz meydana gelecek düzeye
düşer. Bu durumda hafif iskemik bulguları olan hastada ani bir kötüleşme görülür. Benzer
şekilde aterom plaklarının dejenerasyonu ya da ülserasyonu sonucu, ateromatoz embolizasyon
2
Murat Özkan
olarak adlandırılan, distale trombin / platelet agregatlarının embolizasyonu meydana gelebilir.
KLİNİK PREZENTASYON
A. Hastalık Paternleri: Hastalığın semptomları, doğal seyri ve cerrahi rekonstrüksiyon tercihi,
tıkanıklığın derecesi ve dağılımı ile ilişkilidir. Distal aorta ve proksimal iliak arterleri tutan
Tip I nadirdir, cerrahi adaylarının sadece 10%’unu oluşturur. Aslında bu tip, semptomların
çok şiddetli olmadığı hastalığın başlangıç evrelerinde görüldüğü için bu gruptaki hastalara
invaziv tanısal işlemler genellikle uygulanmaz.
B. Lokalize Hastalık: Lokalize aortoiliak hastalıkta, hastalar tipik olarak sadece klodikasyon
ile başvurur, genellikle uyluk ve kalça bölgesindeki adaleleri ilgilendirir. Daha ileri iskemik
şikayetler distal aterosklerotik hastalık ya da tromboembolik komplikasyonlar gelişmeden
ortaya çıkmaz. Erkeklerde değişik derecelerde empotans en az 30-50% oranında görülür.
Tip I paternindeki hastalar genellikle genç, hipertansiyonu ve diyabeti daha az olan
ancak sıklıkla anormal kan lipidleri olan hastalardır. Erkek ağırlığının aksine lokalize
aortoiliak hastaların 50%’sini kadınlar oluşturur. Tipik olarak aorta, iliak ve femoral damarları
incedir. Bu durum hipoplastik aorta olarak adlandırılır.
C. Hastalığın Progresyonu: Genellikle aortik bifurkasyonda başlayan hastalık iliak ve femoral
damarlara ilerler. Aortailiak operasyon adayı olan hastaların çoğunda yaygın hastalık bulunur.
Hastaların yaklaşık 20-25%’i Tip II paternindedir ve hastalık abdominal damarlarla sınırlıdır.
D. Çokseviyeli Hastalık: En sık hem inflow hem de infrainguinal outflow arteriel kısmı tutan
Tip III ile karşılaşılır. Bu tip hastalık, hastaların 50-70%’inde görülür. Bu tip hastalar tipik
olarak yaşlı erkeklerdir (6:1). Diyabet, hipertansiyon ve diğer arteriosklerotik hastalıklara
(koroner, serebral, viseral) daha yatkındırlar. Bu gruptaki çoğu hasta daha ağır iskemik
semptomlar sergiler. Klodikasyonun giderilmesinden ziyade ekstremitenin kurtarılmasına
yönelik yapılan ameliyatlar bu gruptaki hastalarda dah sıktır.
Tahmin edilebileceği gibi bu hastalarda mortalite ve morbidite riski lokalize hastalığa
göre daha yüksek olup yaşam beklentisi daha sınırlıdır.
3
Murat Özkan
KLİNİK BULGULAR
A. Belirti ve Bulgular: Çoğu zaman dikkatli bir hikaye ve fizik muayene aortoiliak hastalığın
tanısının konmasında yeterli olur. Bir ya da her iki bacakta klodikasyon, erkekte empotans ve
zayıflamış ya da kaybolmuş femoral nabızlar Leriche sendromunun klasik triadını oluşturur.
Klodikasyon semptomlarının yerleşimi aortoiliak hastalığın klinik derecesini
belirlemede gövenilir bir bulgu değildir. Zayıflamış ya da kaybolmuş femoral nabız aortoiliak
hastalığın karakteristik bulgusudur. Obez, inguinal bölgede geçirilmiş ameliyat skarı olan
hastalarda nabız iyi değerlendirilemeyebilir. Ayrıca iliak stenozu olan hastalarda istirahatte
normal femoral nabız bulunabilir. Ancak bu durumda egzersiz ile distal kan akımı artırılamaz.
Nabız muayenesine ilave olarak alt abdomen ve femoral bölge steteskop ile dinlenmelidir.
Özellikle egzersiz sonrası duyulan üfürümler tıkayıcı hastalık lehinedir. Bacakların
elevasyonu ile ortaya çıkan solukluk, parlak atrofik cilt, ülser, iskemik nekroz ya da gangren
aterosklerotik hastalığın derecesine işaret edebilir.
B Görüntüleme Yöntemleri: Tıkayıcı hastalığın tesbitinde ve derecesinin
değerlendirilmesinde birçok noninvaziv fizyolojik çalışma kullanılır. Segmenter ekstremite
Doppler basıncı, nabız-hacim kayıtları (pletismografi) en sık kullanılanlardır. Egzersizden
önce ve sonra ayrı ayrı değerlendirilir. Son yıllarda duplex inceleme sıklıkla kullanılmaktadır.
C. Arteriografi: Klinik değerlendirme sonrası hasta arteriel revaskülarizasyon için aday olarak
kabul edildiyse, operatif girişimin planlanması için arteriografi gerçekleştirilir. Tüm
intraabdominal aortoiliak kısım ile birlikte infrainguinal run-off damarlarının görüntülenmesi
önerilir. Son yılarda kullanımı giderek yaygınlaşan MRA ve spiral CT, konvansiyonel
arteriografinin yerine öngörülmektedir.
D. Basınç Ölçümleri: Klinik değerlendirme ve arteriografi birçok hastada yolgöstericidir
ancak özellikle çokseviyeli tıkayıcı hastalıkta lezyonların hemodinamik önemini belirlemek
gerekir. Bu amaçla femoral arter basıncı (FAP) ölçümü yapılır. Brakial sistolik basınç ile
karşılaştırılır. İstirahatte 5 mmHg’dan fazla basınç farkı ya da farmakolojik olarak
indüklenmiş reaktif hiperemi ile elde edilen 5%’den fazla bir düşüş anlamlıdır. Bu amaçla
intraarteriel papaverin ya da tolazolin enjeksiyonu kullanılmaktadır. Bu tip hastalarda
revaskülarizasyon endike olduğunda öncelikle inflow lezyona müdahale etmek gerekir.
4
Murat Özkan
AYIRICI TANI
Bazı hastalarda nabız muayenesi ve ayakların görünümü tamamen normal olarak
değerlendirilebilir (istirahat esnasında), egzersiz esnasında fizyolojik olarak önemli hale
gelebilen proksimal stenozlar bulunabilir. Bu genellikle ateroembolilere sekonder gelişen
distal mikroemboliler ile gelen hastalar için geçerlidir. Bazı durumlarda bacak, kalça ve
beldeki egzersiz ağrıları dejeneratif omur hastalıları, lomber disk herniasyonuna bağlı sinir
kökü basıları, diyabetik nöropati ya da diğer nöromüsküler problemlere bağlı gelişebilir. Bu
hastaların özelliği, ağrılarının yürümeye ara vermekten ziyade yalnızca oturduklarında ya da
yattıklarında geçmesidir.
Buna ilave olarak ağrının siyatik dağılımı ve ağrının yürümekle değil de basitçe ayakta
durmakla ortaya çıkması nonvasküler nedenleri düşündürür. Yürüme mesafesinin günden
güne değişmesi, ağrının yürüyüşün başlangıcında şiddetli olup yürüdükçe şiddetinin azalması
da nöroortopedik kökenli ağrı düşündürür.
TEDAVİ
A. Medikal Tedavi: Aortoiliak tıkayıcı hastalık için gerçekten etkili medikal tedavi
bulunmamaktadır. Cerrahi olmayan yaklaşımlar hastalığın ilerlemesini sınırlamak, kollateral
dolaşımın gelişimini desteklemek, lokal doku travmasını ya da ayaktaki enfeksiyonu önlemek
amacını taşır.
Sigaranın bırakılması çok büyük önem taşır; kilo verilmesi, hipertansiyonun, anormal
serum lipidleri ve diyabetin kontrolü de tıkayıcı semptomların önlenmesi ve iyileştirilmesi
için gereklidir. Muntazam yapılan ve çok ağır olmayan yürüyüşler kollateral dolaşım
gelişmesini uyarır. Özellikle diyabetik hastalarda ayak bakımı önemlidir.
Pek çok vazodilatör ilaç geliştirilse de hiçbirisi kronik tıkayıcı hastalıkta çok faydalı
değildir. Bu ilaçların hiçbirinin egzersizde kas kan akımını arttırdığı gösterilememiştir.
Pentoxifylline (Trental), plasebo kontrollu çalışmalarda klodikasyosu olan hastaların yürüme
mesafelerini uzatmıştır. Bu faydanın ilaca mı yoksa hayat tarzının düzenlenmesine mi bağlı
olduğu tartışmalıdır. Orta derecede klodikasyosu olan hastalarda pentoxifylline kullanılsa da,
ciddi klodikasyosu ve istirahat iskemisi olan hastalarda cerrahi revaskülarizasyon ihtiyacını
ortadan kaldıramamaktadır.
Perkütan transluminal anjioplasti seçilmiş hastalarda değerli bir tedavi seçeneği olarak
5
Murat Özkan
karşımıza çıkar. PTA’ya uygun olması için lezyonun lokalize olması ve total oklüzyondan
ziyade stenoz olması gerekir. Common iliak arterde 5 cm’den daha kısa bir lokalize lezyon
PTA için en uygun lezyondur, erken ve uzun dönem açık kalım oranları mükemmeldir. Böyle
bir durum aortoiliak hastalıklı hastaların 10-15%’inde bulunur.Difüz iliak hastalıkta PTA
önerilmez, ancak cerrahi tedavi için yüksek risk taşıyan hastalarda tedavi seçeneği olabilir.
Bununla birlikte intraluminal stentlerin kullanılması sonuçları olumlu yönde etkilemiştir.
B. Cerrahi Tedavi:
1. Endikasyonlar_İstirahatte iskemik ağrı ya da iskemik ülser veya bariz dijital gangren gibi
doku nekrozu, ileri derecede iskemiye ve ekstremitenin hayatiyetinin tehtit altında olduğuna
işaret eder. İstisnai bir durum olarak stenotik bir lezyon üzerinde gelişmiş olan trombüs
sonucu ortaya çıkan iskemi, kollateral dolaşım gelişimiyle gerileyebilir.
Ekstremitenin hayatiyetini tehtit eden iskemik bulguları olan hastaların, sonunda bir
amputasyona maruz kalacağı kabul edilir. Bu nedenle bu bulguları gösteren hastalar, eğer
anatomik olarak uygunsa, arteriel revaskülarizasyon endikasyonu taşır. Bu durumdaki bir
hasta için yaş nadiren önem taşır. Tek başına klodikasyon belirtisi gösteren hastalarda cerrahi
tartışmalıdır. Her hasta yaşına, eşlik eden problemlere, işine ve yaşam tarzına göre tek tek
değerlendirilmelidir.
Cerrahi girişimin daha nadir bir endikasyonu da distal aterom embolizasyonudur.
Arteriyografide ülsere aterosklerotik plak görüldüğünde endarterektomi ya da greft ile cerrahi
girişim endikedir.
2. Girişimin seçimi_Aortoiliak hastalığı olan hastaların tedavisinde pek çok cerrahi yaklaşım
uygulanabilmektedir. Her hastada seçilecek en iyi girişim hastanın özelliklerine, tıkayıcı
hastalığın derecesine ve dağılımına ve cerrahın tecrübesine göre belirlenmelidir. Şu anda
prostetik greft ile yapılan direkt bilateral aortoiliak rekonstrüksiyon en başarılı sonuçları
ortaya koymaktadır. Ekstra-anatomik bypasslar genellikle eşlik eden ciddi medikal
problemleri olan özellikle ilerlemiş koroner arter hastalığı olan, enfeksiyon ya da diğer teknik
problemler nedeniyle karın yoluyla yaklaşılamayan çok küçük bir grup hasta için saklanır.
Sınırlı girişimler ise sadece gerçekten ünilateral iliak hastalığı olan hastalarda kullanılabilir.
Akciğer ve renal fonksiyonların preoperatif rutin değerlendirilmesi ile, direkt aortik
cerrahinin normalden fazla risk taşıdığını ortaya konabilir. Koroner arter hastalığı yönünden
kardiyak durumun değerlendirilmesi önemlidir. Aortik revaskülarizasyon sonrası meydana
gelen erken ve geç ölümlerin en sık nedeni koroner arter hastalığıdır. Aortoiliak hastalığı olan
6
Murat Özkan
hastalarda koroner arter hastalığı görülme insidansı 50%’nin üzerindedir, hastaların 10-20%
ise asemptomatiktir.
Girişimler
A. Aortoiliak Endarterektomi: Önceleri yaygın olarak kullanılan bu metod artık günümüzde
nadiren kullanılmaktadır. Endarterektominin öngörülen avantajları prostetik greft kullanımına
bağlı olarak gelişebilecek dilatasyon, enfeksiyon, anastomoz anevrizmaları ve diğer
dejeneratif komplikasyonların önlenmesidir. Ancak gelişen vasküler greft teknolojisi ile
bunlar çok nadir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Endarterektominin, hipogastrik arter
kan akımını artırması ile erkeklerde cinsel işlevi iyileştirdiği de düşünülmektedir. Bu
faydasının herhangi bir çalışma ile gösterilmemesi ile birlikte aortik bifurkasyonun
diseksiyonu, daha sık nörojenik problemlere ve retrograt ejekülasyona neden olmaktadır.
Distal aorta, bifurkasyon ve common iliak arterlerle sınırlanmış aterosklerotik
hastalıkta uygulanan endarterektominin uzun dönem açık kalım oranı mükemmeldir, greft ile
yapılan girişimlerin sonuçlarına eşittir. Bu paterndeki hastalar, operasyon planlanan hastaların
ancak 5-10%’unu oluşturur. Ancak eksternal iliak arterlere uzatılan endarterektominin
sonuçlarının bypass greft operasyonlarının sonuçlarından daha kötü olduğu gösterilmiştir.
Endarterektomi diğer bazı durumlarda da kontrendikedir. Anevrizmal değişiklikler
görülen aortada, ileride endarterektomize segmentte anevrizma gelişebileceğinden dolayı
endarterektomi önerilmez. İkinci olarak tıkayıcı hastalık yukarıda renal arterler seviyesine
yaklaşıyorsa, renal arterlerin yakınındaki aortanın transeksiyonu ve greft yerleştirilmesi daha
kolay ve hızlıdır.
Bunlarla birlikte son yıllarda gelişen PTA, aterektomi, stent yerleştirilmesi gibi daha
az invaziv endovasküler girişimler bu tipteki lokalize hastalıkta cerrahi girişimlerin yerini
almıştır. Son olarak endarterektomi teknik beceri isteyen bir girişimdir ve son 15-20 sene
içinde yetişmiş olan cerrahların bu konudaki tecrübeleri sınırlıdır.
Bütün bu nedenlerden dolayı bypass greft operasyonları çoğu hastada tıkayıcı hastalık
için altın standart olmuştur. Endarterektomi ise lokalize hastalığı olan ve yaşam beklentisi
uzun olan genç hastalarda, prostetik greftlerin uzun dönemde ortaya çıkabilecek
komplikasyonlarından kaçınmak için tercih edilebilmektedir. Son olarak endarterektomi,
ülsere plaklardan ateromatöz embolileri olan hastalarda düşünülebilir.
7
Murat Özkan
B. Aortobifemoral Bypass Greft: İnfrarenal aortadan femoral arterlere yapılan prostetik
bypass greft, aortoiliak tıkayıcı hastalık için en sık kullanılan cerrahi yöntemdir. Şu anda
kullanılan en etkili ve en dayanıklı metoddur.
Proksimal aortik anastomoz uç-uç ya da uç-yan olabilir. Uç-uç anastomoz anevrizmal
hastalığın eşlik ettiği durumlarda ya da aortanın renal arterler seviyesine kadar total tıkalı
olduğu durumlarda endikedir. Randomize çalışmalar olmadığı halde, uzun dönem
sonuçlarının daha iyi olmasından dolayı bazı cerrahlar tarafından rutin uygulamada
kullanılmaktadır.
Yüksek akımlı direkt inflow ve uç-yan anastomoz tekniğinin aksine kompetitif akım
şansının az olması nedeniyle greft akımının daha yüksek olması ve protez içinde lamilar
trombüs birikiminin az olması uç-uç anastomoz tekniğinin daha iyi olduğunu düşündürür.
Açık olan inferior mezenterik arterin ya da iyi gelişmiş bir aksesuar renal arterin korunması
gerektiğinde ve uç-uç anastomoz ile her iki hipogastrik arterin ve dolayısıyla pelvik bölgenin
devaskülarize olabileceği durumlarda uç-yan tekniğin avantajından faydalanılır.
Kullanılan tekniğe bakılmaksızın önemli olan proksimal anastomozun infrarenal
aortada mümkün olduğu kadar yukarı yapılmasıdır. Greftin distal anastomozu bazen iliak
arterlere yapılabilir. Ancak aortoiliak tıkayıcı hastalığı olan hastalarda her zaman grefti
femoral seviyeye taşımak önemlidir. İnguinal ligamanın altında yapılan anastomozlarda
gelişebilecek greft enfeksiyonu riski geniş tecrübelerle desteklenememektedir. Femoral
seviyede ekspozür daha iyidir ve teknik olarak anastomoz daha kolaydır. Profunda orijininin
iyi değerlendirilip düzeltilmesi çok önemlidir. Profunda dalı yoluyla iyi outflow akımın temin
edilmesi uzun dönem açıkkalım için en önemli faktördür.
C. İliofemoral Greft: Aortoiliak hastalık yaygın bir durum olsa da bazı hastalarda şiddetli tek
taraflı semptomlar görülmesi nadir değildir. Arteriografide ciddi unilateral hastalık tespit
edildiğinde iliofemoral bypass ile sınırlı bir arteriel rekonstrüksiyon düşünülebilir.
Oblik alt abdominal insizyon ile retroperitoneal yaklaşım düşük morbidite ile iyi bir
ekspozür sağlar. İliofemoral greftlerin avantajı, femoro-femoral gibi indirekt ekstra-anatomik
bypassların aksine daha iyi uzun dönem açık kalım oranları ile lineer rekonstrüksiyon
sağlamasıdır. Kontralateral asemptomatik iliofemoral sistem salim kalır, aortobifemoral
greftlerden dah düşük mortaite ve morbidite ile gerçekleştirilebilir.
Tedavi edilmemiş kontralateral iliak sistemde görülecek muhtemel aterosklerotik
progresyon nedeniyle birçok otör, özellikle düşük riskli genç hastalarda nihayi aortobifemoral
8
Murat Özkan
rekonstrükyon lehine düşünmektedir. Cerrahi gerektirecek böyle bir progresyon değişik
çalışmalarda 10% ile 30-40% arasında bildirilmektedir.
D. İndirekt Revaskülarizasyon Metodları: Nativ damarların normal anatomik seyirlerinden
farklı yolarla gerçekleştirilen bypasslar ekstra-anatomik bypasslardır. Enfeksiyon, geçirilmiş
cerrahi girişimler, irradiyasyon, abdominal stomalar gibi abdomene girilmesinin sakıncalı
olabileceği, konvansiyonal revaskülarizasyona engel teşgil eden bir durumun varlığında ve
eşlik eden diğer medikal problemlerin konvansiyonel girişimlerin riskini artırdığı durumlarda
aksilo-femoral, femoro-femoral ya da bunların kombinasyonu ile aksilo-bifemoral bypasslar
gerçekleştirilebilir.
PROGNOZ
Anatomik aortoiliofemoral bypasslar ile düşük morbidite ve mortalite ile mükemmel erken ve
geç sonuçlar elde edilebilir. Kapsamlı çalışmalar sonucuna göre 5 yıllık greft açık kalım oranı
85-90%, 10 yıllık açık kalım oranı 70-75% olarak beklenebilmektedir. Perioperatif mortalite
genel olarak 5%, bazı deneyimli merkezlerde operatif mortalite 1-2% olarak bildirilmektedir.
Sınırlı hastalığı olan hastalarda başarılı rekonstrüktif cerrahi sonrasında semptomlarda
tam iyileşme beklenir. Ancak, cerrahi adaylarında yaygın çokseviyeli hastalık sık
görüldüğünden, hastaların 25-30%’unda semptomatik iyileşme inkomplet olabilir.
Majör erken komplikasyonlar 5-10% hastada görülür ve genellikle teknikle ilişkilidir.
Bu nedenle deneyimli merkezlerde nadirdir. Reoperasyon gerektiren kanama, greft
trombozuna bağlı gelişen akut bacak iskemisi ya da distal embolizasyon 1-2% oranlarında
görülür. Akut böbrek yetmezliği cerrahi sırasında yeterli sıvı replasmanı, kardiyak
fonksiyonların desteklenmesi ve deklemp hipotansiyonunun engellenmesi ile azaltılabilir.
Spinal kord ve barsak iskemisi gelişme riski daha zor tahmin edilebilmekle birlikte daha nadir
görülür. Ölümcül olmayan myokard enfarktüsü 3-5% hastada gelişir. Preoperatif ciddi kronik
pulmoner hastalık olmadığı durumlarda cerrahiye bağlı pulmoner yetmezlik nadiren gelişir.
Aortoiliak rekonstrüksiyon yapılan hastaların uzun dönem sağkalım oranları
tartışmalıdır. Genel olarak hastaların 20-30%’u 5 sene içinde, 50-60%’i 10 sene içinde
kaybedilir. Geç ölümlerin çoğu koroner arter hastalığına bağlanmaktadır.
9
Murat Özkan
KOMPLİKASYONLAR
Her komplikasyonda en iyi tedavinin önlemek olduğu unutulmamalıdır.
A. Kanama: Nadir bir komplikasyondur (1-2%). Hatalı operatif teknik ya da koagülasyon
sistemindeki bozukluk nedeniyle ortaya çıkar. Koagülopati daha önceden bulunan bir
hastalığa bağlı olabilir ya da cerrahi sırasında fazla miktarda banka kanı transfüzyonu sonucu
oluşan dilüsyon nedeniyle olabilir. Hastalar cerrahiden önce kanama eğilimi açısından
taranmalıdır.
Aorta, proksimalde mümkün olduğunca normal olan kısmına kadar diseke edilmelidir.
Bu sayede hem kanamalar hem de ateroemboli riski azaltılır. Aortik bifurkasyon hizzasında
diseksiyondan kaçınılmalıdır. İliak venler bu kısımda çok yakın ilişkidedir ve diseksiyonu
zordur. Dikiş hattı kanamaları özellikle posteriordaki kanamalar, distal anastomozlar
yapılmadan kontrol edilmelidir. Fazla miktarda kanama nedeniyle masif kan transfüzyonu
yapılan hastalarda trombosit sayısı düşer. 50bin/mm3 üzerinde spontan kanama pek olmaz,
ancak cerrahi sırasında kanamanın kontrolü için daha yüksek trombosit sayısına ihtiyaç
duyulur. Trombosit suspansiyonları trombosit sayısını geçici olarak ünite başına 10bin/mm3
artırır. Kronik böbrek yetmezliğine bağlı trombosit fonksiyon bozukluğu vasopressin ile
tedavi edilebilir. Diğer pıhtılaşma faktörleri ise taze donmuş plazma ya da kriyopresipitat ile
replase edilir. Defibrinasyon meydana geldiğinde (fibrinojen<100mg/dl) ε-aminokaproik asit
gibi fibrinoliz inhibitörleri, heparin ile birlikte kullanılabilir.
B. Greft Oklüzyonu: Nabızların alınaması, cerrahi sonrası ayak bileği-brakial basınç
indeksinde artma görülmemesi, iskemik semptomların tekrar ortaya çıkması greft tıkanıklığını
düşündürür. 1-2% oranında görülür. Erken greft tıkanıklığı greftin kink yapmasına, anastomoz
hatalarına, yetersiz outflow akıma, greft içinde trombüs kalmasına ya da koagülopatiye bağlı
gelişebilir. Tedavi farklı olacağından nedenin belirlenmesi önemlidir. Erken greft
tıkanıklığının tanısı zordur. Cerrahi sonrası hasta hipotermik olduğundan ya da eşlik eden
süperfisiyal femoral arter tıkanıklığı bulunduğundan nabızlar alınamayabilir. Yatak başında
yapılabilen en basit objektif test Doppler ile ölçülen ayak bileği-brakial basınç indeksidir.
Basınçta elde edilen 0.15 üzerindeki artış cerrahinin faydalı olduğunu gösterir. Bu durum
karşılanamadığında greft oklüzyonu gelişmiş olabileceği düşünülmelidir.
Erken greft oklüzyonu trombektomi ve distal anastomozların teknik hatalar açısından
değerlendirilmesi ile tedavi edilebilir. Trombektomi gerçekleştirilemediğinde greftte kink
10
Murat Özkan
düşünülür. Abdominal insizyonun tekrar açılıp greftin eksplorasyonu gerekir. Greft kinkleri
en çok bifurkasyon hizasında olur ve aortik güdüğün grefti öne doğru itmesi ile olur. Greftin
boyu kısa tutularak bu komplikasyon önlenebilir. Greft bacağında akım bulunursa distal
anastomoz eksplore edilir ve arteriogram yapılır. Sonucuna göre kateter embolektomi gibi
düzeltici girişimler planlanır.
Geç oklüzyon neointimal hiperplaziye, aterosklerozun ilerlemesine ya da yalancı
anevrizmalara bağlıdır. Oklüzyon genellikle ilk ameliyattan daha ciddi iskemik semptomlar
ortaya çıkarır ve erken cerrahi müdahale gerektirir. Yakın zamanda gelişmiş tıkanıklıklarda
greft içinde organize trombüs bulunur. Bunların standart balon kateterler ile tamamen
temizlenmesi mümkün değildir. Greft duvarına sıkıca tutunmuş olan fibrin tabakası, bu
amaçla tasarlanmış olan tel stripperi olan greft trombektomi kateterleri ile temizlenebilir.
Greftin bacağında akım sağlandıktan sonra distal anastomozun rekonstrüksiyonu gerekli
olabilir. Çoğu tıkanıklık patch anjioplasti ile giderilebilir. Outflow darlıkları femoropopliteal
bypasslar gerektirebilir. Tatmin edici düzeyde bir inflow sağlanamadığında en iyi seçenek
femoro-femoral bypassdır. Tek taraflı greft bacağı tıkanıklığı için retroperitoneal ya da
intraabdominal yolla greftin değiştirilmesi gereksizdir. Ancak proksimal ya da aortik
problemler tesbit edildiğinde greftin değiştirilmesi gerekir.
C. Embolizasyon: Postoperatif böbrek yetmezliği, bacakların hayatiyetini kaybetmesi,
nabızların kaybolması embolizasyonu düşündürür. Hasta arteriel kısmın manuplasyonu, bu
kısmın klemplenmesi, ya da greftteki trombüsün yetersiz temizlenmesi aterosklerotik
kalıntıların embolizasyonuna neden olabilir. Renal arter seviyesinde aortada ateroskleroz
olduğu düşünülüyorsa aortadan önce renal arterlerin klemplenmesi önerilir. Emboli inferior
mezenterik artere gidip intestinal iskemiye yol açabilir. Hipogastrik arterlerin embolizasyonu
nedeniyle distal spinal kord hasar görebilir. Emboliler en sık alt ekstremiteleri etkiler. Distal
embolizasyon sonrasında ayak nabızları dönse de dijital damarlar etkilendiğinde yapılacak
fazla birşey yoktur.
D. Greft Enfeksiyonu: Sistemik sepsis, hafif de olsa gastrointestinal kanama, ateş, lökositoz,
yara enfeksiyonu ve abse formasyonu, protez üzerinde kalıcı sinüs traktı, yalancı anevrizma,
retroperitona kanama, karın ve sırt ağrısı greft enfeksiyonunu düşündürür. Greft enfeksiyonu
en ciddi komplikasyonlardan biridir. İnsidansı 0.5% ile 3% arasında değişir. İnguinal insizyon
yapıldığında enfeksiyon riski 2 ile 3 kat artar. Mortalite 20% ile 75% arasındadır. Aortik
11
Murat Özkan
anastomoz iştirak ettiğinde mortalite yükselir. Greft enfeksiyonun 3 mekanizması greftin
intraoperatif kontaminasyonu, komşu barsaklara erozyon ve septisemidir.
Cilt florası, barsaktaki bakteriler, anevrizma trombüsündeki bakteriler enfeksiyon
etkeni olabilirler. İntraoperatif kontaminasyon greft enfeksiyonunun en sık nedendir. Kasık
bölgesinde cilt bakteri sayısı fazladır. Cilt florası ile kontaminasyon bunlarda daha sıktır.
Operasyon sahasının traşının bir gece önceden değil de operasyon öncesinde yapılması
enfeksiyon insidansını önemli ölçüde azaltır. Son olarak aortik cerrahi sırasında nonvasküler
girişimlerin gerçekleştirmesi kontrendikedir. Greftin komşu barsağa mekanik erozyonu ve
aortoenterik fistül gelişimi diğer bir enfeksiyon yoludur. Bu, direkt erozyon yoluyla ya da
yalancı anevrizmaya sekonder gelişebilir. Çok sayıda aortoenterik fistülde normalde barsak
florasında bulunmayan gram-pozitif kok üretilir. Bu da gram-pozitif koklara bağlı gelişen
yalancı anevrizmaların aortoenterik fistüle yol açtığını düşündürür. İlk operasyonda greft ve
barsağı canlı bir dokuyla ayırmak gerekir. Yeterli miktarda periton ya da anevrizma kesesi
yoksa araya omentum yerleştirilebilir. Son olarak greftler bakteriyemi yoluyla enfekte
olabilir. Bunun gerçek insidansı bilinmemektedir. Ancak greftin bakteriyemi yoluyla enfekte
olması neointima formasyonuna bağlıdır. Tamamen neointima ile kaplanmış greftler
enfeksiyona dirençlidir. Bu nedenle erken postoperatif dönemde Staphylococcus aureus ve sık
gram-negatif patojenlere yönelik profilaktik antibiyotik uygulanmaktadır.
Çoğu greft enfeksiyonun esas yeri inguinal insizyondur (57-77%). Yara absesinden
akıntıyı fistül traktı takip eder. Protez görünür hale gelebilir. Anastomoz iştirak ettiğinde
yalancı anevrizma oluşumu ve kanama görülebilir. Abdominal greft enfeksiyonunu tesbit
etmek daha zordur. Hasta ilk olarak ateş ve lökositozla başvurabilir. Abdominal ya da sırt
ağrısı gelişebilir. Kanama genellikle geç bulgudur. Retroperitona ya da aortoenterik fistül
yoluyla gastrointestinal sisteme olabilir. Sepsis bulguları ve gastrointestinal kanama ile gelen
her hastada enfeksiyon düşünülmelidir.
CT ya da MRG’de perigreft gaz ya da sıvı tesbit edilebilir. Bu kolleksiyon aspire
edilip örneklenebilir. MRI, CT’den daha hassastır (89%’e karşı 42%) çünkü T2 ağırlıklı
kesitlerde kan bazlı ve kan olmayan sıvı bazlı kolleksiyonlar ayrılabilir. Az dahi olsa
gastrointestinal kanama endoskopi ile incelenmelidir. Arteriografi ile eğer varsa yalancı
anevrizma gösterilebilir ancak enfeksiyon gösterilemez.
Prostetik greft enfeksiyonunda görülen en sık etken S aureus’dur. Hastaların yaklaşık
50’si düşük virulanslı mikroorganizmalarla enfekte olur ve greft çevresinde uzun süreler kalır.
Kalan organizmaların yarısı da gram-negatif koklardır. S epidermidis enfekte greft
12
Murat Özkan
materyalinde glikokaliksden oluşan bir biofilm içinde yerleşir, bu da mikroorganizmayı
konakçının bağışıklık sisteminden uzak tutar, verilen antibiyotiklerin penetrasyonunu
zayıflatır. Çalışmalarda PTFE greftlerin Dacron greftlere göre enfeksiyonlara daha dirençli
olduğu gösterilmiştir, çünkü bakteriler PTFE yüzeyine 100 kat daha az tutunabilir.
Greft enfeksiyonunun klasik tedavisi, enfekte prostetik materyalin çıkartılması,
enfekte arter dokusunun debridmanı, ekstra-anatomik yol ile enfeksiyondan uzak alandan
revaskülarizasyon gerçekleştirilmesi ve uzun süreli organizmaya spesifik parenteral
antibiyotik uygulanmasıdır. Prostetik materyallerin parsiyel çıkarılması ya da in-situ greft
replasmanı ile elde edilen daha iyi sonuçlar neticesinde bu klasik prensiplerin dışına
çıkılmaya başlanmıştır. Mümkün olan durumlarda revaskülarizasyon lokal enfeksiyon
kontrolü sağlanana kadar geciktirilmelidir. Ancak, bu nadiren mümkün olmaktadır.
Başlangıçta antibiyotik tedavisi mikroorganizma belirlenene kadar ampirik uygulanır.
Aortoenterik fistül olan hastalarda gram-pozitif koklara ve aerobik ve anaerobik barsak
florasına yönelik geniş spektrumlu antibiyotikler verilir. Fistül olmadığında anaerobik kapsam
gerekli olmayabilir. S epidermidis’e yönelik vankomisin gereklidir.
Gastrointestinal kanaması olan hastalarda kanama hafif de olsa tedavi acildir. Küçük
kanama epizodları majör kanamanın habercisidir. Masif gastrointestinal kanaması ve aortik
grefti olan hastalar tetkikler normal olsa da acilen eksplore edilmelidir. Revaskülarizasyon
gerektiğinde, ideal olarak bunun enfekte greft çıkarılmadan önce yapılması uygundur. Ancak
aktif kanama varsa önce kanamanın kontrolü yapılır, revaskülarizasyon sonraya bırakılır.
Kanama, en rahat diyaframın krusları ayrılıp supraçöliyak aortanın klemplenmesiyle kontrol
edilir. Proksimal kontrol sağlandıktan sonra enfekte greft ve dokular temizlenir, duodenum
onarılır ve aortik güdük kapatılır. Proksimal anastomoz uç-yan ise defekt ven yaması ile
kapatılabilir. Uç-uç teknikle anastomoz yapılmış ise güdük monoflaman dikiş ile kapatılır
üzerine prevertebral fasya kapatılır ve omentum ile sarılır. Retroperiton kalın kateterler
vasıtasıyla povidon-iyodür (01%) solusyonu ile irrige edilebilir. Karın kapatılır ve yeni
yıkanmış cerrahi ekip ve yeni set ve malzemelerle ekstra-anatomik bypass tamamlanır. Böyle
bir işlemin operatif mortalitesi 25%’dir, açık kalım oranları ise 2 sene için 82%, 5 sene için
65%’dir. Ring destekli greftlerin tıkanma oranı ringli olmayanlara göre daha düşüktür (9% /
22%). Kanaması olmayan bir hasta greft enfeksiyonu ile başvurduğunda, önce enfekte
olmayan yol ile ekstra-anatomik bypass gerçekleştirilir, yara kapatılır daha sonra karın açılır.
Enfeksiyon kasığa da ilerlemişse revaskülarizasyon daha komplikedir. Bu durumda distal
damara lateralden yaklaşılır.
13
Murat Özkan
E. Üreter Yaralanması: İdrar kaçağı ya da hidronefroza neden olan üreter obstrüksiyonu
cerrahi yaralanmayı düşündürür. Transperitoneal yaklaşım ile iliak bifurkasyonun diseksiyonu
sırasında, retroperitoneal yaklaşımla aortanın mobilizasyonu sırasında, aortofemoral bypasslar
için tünel oluşturulurken ya da enfekte greftler çıkartılırken üreter yaralanmaları meydana
gelebilir. Yaralanmalar direkt travma ya da diseksiyon sırasında meydana gelen iskemi
sonucu oluşur. Üreter yaralanma riski reoperasyonlarda dah yüksektir. Değişik serilerde 2%
ile 20% arasında aortik cerrahiyi takiben gelişen hidronefroz bildirilmiştir. Bunların çoğu
geçicidir ve herhangi bir girişime gerek kalmadan kendiliğinden düzelir. Gecikmiş
hidronefroz daha önemlidir çünkü bu hastalarda greft komplikasyonları da sıkça görülür.
CT tanıda önemlidir. Perigreft kolleksiyon görüntüleme kılavuzluğunda aspire
edilmelidir. Ekstravaze olmuş idrar prostetik materyalin enfekte olması için ideal bir ortam
oluşturur. Üreter yaralanmalarının tedavisi greftin durumuna bağlıdır. Operasyon sırasında
üreter yaralanması farkedildiğinde intravenöz indigo karmin boyası verilir va bunun
retroperitondaki izi takip edilir. İdrarın ekstravaze olduğu tesbit edilirse greft enfeksiyonu
riski vardır. Böyle bir durumda primer üreter onarımı ile nefrektomi arasında bir tercih
yapmak gerekir. Bu kontralateral böbreğin durumuna da bağlıdır. Yeterli mesafe olduğunda
üreteroneosistostomi uygun seçenektir. Greftin retroperitonda olduğu ve idrar kaçağının tesbit
edildiği durumlarda greft enfeksiyonu riskini göze almamak için nefrektomi uygun seçenektir.
Üreter yaralanması enfekte bir greftin çıkartılması sırasında meydana geldiyse, prostetik
materyal kalmayacağından dolayı onarım yolu denenmelidir. Reoperasyonlar, enfekte
anevrizmalar gibi üreter yaralanma riski yüksek olan girişimlerden önce üreterler kateterize
edilip stent yerleştirilebilir. Böylece üreter yaralanmaları önlenebilir.
F. İskemik Kolit: Şiddetli iskemidekanlı ishal, sol alt kadran ağrısı görülür. Hafif şeklinde ise
karın hassasiyeti, lökositoz, uzamış ileus, ishal ve mukozal değişiklikler görülür. İskemik
kolititin nedeni superior mezenterik arter ve hipogastrik arterlerden kollateral dolaşımın iyi
olmadığı durumlarda inferior mezenterik arterin dolaşımının bozulmasıdır. Rutin
sigmoidoskopi yapılan serilerde insidans 6% ile 10% arasındadır. Klinik olarak önemli kolit
ise hastaların 1-2%’sinde görülür. Daha az sıklıkla aterom embolizasyonu ve sigmoid
mezosunun uygunsuz diseksiyonu iskemik kolite neden olur. Preoperatif arteriogramda
kollateral dolaşımın değerlendirilmesi, Doppler ile inflowun superior mezenterik arterile
sağlanması inferior mezenterik arterin güvenli bir şekilde bağlanmasına imkan sağlar.
14
Murat Özkan
Operasyon esnasında inferior mezenterik arter basıncının 40 mmHg üzerinde olması da bu
arterin emniyetli bir şekilde bağlanabileceğini düşündürür. Hipogastrik arterlerden en az
birinin perfüze edilmesi, bunun mümkün olmadığı durumlarda inferior mezenterik arterin
reimplantasyonu kolon iskemisinin önlenmesi için önemlidir. Kolon iskemisinin ağır
formunda uygun acil cerrahi girişim ile etkilenen kolon segmentinin rezeksiyonu greftin
peritonit yoluyla enfekte olmasını önler. Ağır formunda mortalite 50%’dir. Daha sık olan
hafif formunda ise sadece mukoza etkilenir. Semptom bulunmayabilir. Tanı rutin
sigmoidoskopi ile konur. Tedaviye gerek yoktur.
G. Spinal Kord İskemisi: İnfrarenal abdominal aorta operasyonlarında spinal kord iskemisi ve
parapleji çok nadirdir. Olduğunda genellikle kauda ekina ya da spinal kökler etkilenir.
Hastada nörolojik fonksiyonlarda asimetrik azalma gözlenir. Normalde T9-T10 seviyesinde
yeralan medüller arter (Adamkiewicz) infrarenal aortada yeralıyorsa komplikasyon
kaçınılmazdır. Spinal iskeminin önlenmesi için mümkünse en az bir hipogastrik arter perfüze
edilmelidir, bu amaçla aortada uç-yan anastomoz tekniğinin kullanılması faydalı olur.
Postoperatif dönemde parapleji farkedildikten sonra fazla yapılacak birşey yoktur.
H. Yalancı Anevrizmalar: Yalancı anevrizmalar pulsatil femoral kitle ya da retroperitoneal
geliştiklerinde sırt ağrısı ile ortaya çıkar. Yalancı anevrizmaların gerçek duvarları yoktur.
Rüptür, mural trombüsün embolizasyonu sonucu semptomatik olabilirler. Bu nedenle
farkedildiklerinde uygun şekilde tedavi edilmelidirler. Aortofemoral bypass sonrası 3%
oranında yalancı anevrizma gelişebilir ve bunların büyük çoğunluğu femoral bölgede gelişir.
Emilmeyen monofilaman dikiş materyalleinin kullanımından önce yalancı
anevrizmalar anastomozda kullanılan ipek dikişlerin emilip parçalanması sonucu
gelişmekteydi. Şu anki en sık neden ise arter duvarının dejenerasyonu ve bütünlüğü
bozulmamış anastomoz hattında meydana gelen parsiyel dehisensdir. Enfefksiyon da her
zaman akılda tutulması gereken bir etkendir. Greftin kısa kalamsına bağlı gelişen anastomoz
hattında gerginlik ve endarterektomi yalancı anevrizma gelişimine neden olabilir.
Yalancı anevrizma tanısı ultrason ile kesinleştirilir ve bir yalancı anevrizma
bulunduğunda diğerleri de araştırılır. Çoğu femoral yalancı anevrizmalar bilateraldir ve 1520% hastada da aortik yalancı anevrizmalar da bulunur. Arteriografi her zaman gerekli
değildir.
15
Murat Özkan
I. Materyal Bozukluğu: Polyester protezlerin yapısal bozuklukları son derece nadirdir. Bu tip
bir bozukluk fabrikasyon hatasından ileri gelebilir. Zamanla prostetik greftlerde bir miktar
genişleme normal sayılır ve bu üreticilerin beyan ettikleri bir teknik özelliktir. Yapılan bir
çalışmada greft yerleştirildikten 33 ay sonra yapılan ölçümlerde normotensif hastalarda 15%,
hipertansif hastalarda 21% oranında dilatasyon normal olarak bulunmuştur.
J: Seksüel Disfonksiyon: Erektil disfonksiyon ya da retrograd ejekülasyon olarak ortaya
çıkabilir. Aortoiliak tıkayıcı hastalıkta seksüel disfonksiyon ilk olarak Leriche tarafından
1923’de tanımlanmış ve cerrahi düzeltmeden sonra bunların bir kısmının iyileştiğini bir
kısmının da daha kötü olduğunu kaydetmiştir. Genital otonomik sinirlerin divizyonu sonucu
retrograd ejekülasyon görülürken pelvik kan akımında bozulma erektil disfonksiyon ile
sonuçlanır. Sinir koruyucu teknik ile otonomik sinirlere zarar verme riski azaltılabilir.
Otonomik sinirler aortanın ön yüzünde sol tarafta seyreder ve inferior mezenterik arteri
dönerek orta hatta aortik bifurkasyona ilerler. Orta hattın biraz sağından yapılacak aortotomi
ve inferior mezenterik arterin içeriden dikişle kontrol edilmesi ile otonomik sinir
yaralanmalarından kaçınılabilir.
16
Download