HAFTAYA BAKIŞ 15 MAYIS 2014 ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ HAFTAYA BAKIŞ – 15 MAYIS 2014 TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ ANA BAŞLIKLAR UKRAYNA’NIN BÖLÜNMESİ YÖNÜNDE EN SOMUT ADIM 11 MAYIS’TA AB’NİN VE RUSYA’NIN KARŞI ÇIKMASINA RAĞMEN DOĞU İLLERİNDE YAPILAN HALKOYLAMASI İLE ATILDI. OYLAMA SONUCUNDA AYRILIKÇILAR RUSYA’YA İLHAK ÇAĞRISINDA BULUNDU. UKRAYNA’DAKİ İÇ SAVAŞTA, DIŞ GÜÇLERİN DE VARLIĞI ARTIK DAHA CİDDİ BİÇİMDE DİLE GETİRİLİYOR. ABD’NİN IRAK’TA YAPTIĞINA BENZER ŞEKİLDE, UKRAYNA’DA DA PARALI ÖZEL BİRLİKLERİ ÇATIŞMAYA SOKTUĞU, ŞU ANA KADAR ABD’Lİ BAZI AJAN VE ASKERLERİN ÇATIŞMALARDA ÖLÜ ELE GEÇİRİLDİĞİ BELİRTİLİYOR. UKRAYNA İLE EŞ ZAMANLI OLARAK, MOLDOVA’NIN DA KARIŞMASI, TRANSDİNYESTER BÖLGESİNİN RUSYA’YA BAĞLANMA GİRİŞİMİ, UKRAYNA HATTININ KAPANMASI DURUMUNDA, RUSYA’NIN BATIYA PETROL VE DOĞAL GAZ İHRACINI BU BÖLGE ÜZERİNDEN YAPMASINA OLANAK SAĞLAYACAK VE YENİ BİR YOL AÇACAK. ABD’NİN BASKISIYLA AB, RUSYA’YA YÖNELİK YAPTIRIMLARI GENİŞLETME YOLUNA GİDERKEN, ALMANYA EKONOMİK VE SİYASİ OLARAK KENDİSİNİ OLUMSUZ ETKİLEYECEK SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE ÖNCÜ OLMAK İSTİYOR. ALMANYA DIŞİŞLERİ BAKANI BU AMAÇLA KİŞİSEL İNİSİYATİF ALARAK DEVREYE GİRMİŞ BULUNUYOR. TÜRKİYE YANI BAŞINDAKİ BU SORUNLARI UZAKTAN SEYREDERKEN, ATILAN ADIMLAR VE YAPILAN AÇIKLAMALAR AKSİNE ABD VE AB İLE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ DE ZEDELİYOR. FREEDOM HOUSE RAPORU VE MİT YASASIYLA ORTAYA ÇIKAN ATMOSFER ABD YÖNETİMİNİN SERT TEPKİ VE ELEŞTİRİLERİNE NEDEN OLDU. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 1 AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN (AİHM), KIBRIS BARIŞ HAREKATIYLA İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ 90 MİLYON EUROLUK TAZMİNAT KARARI, KIBRIS’TA YENİ BAŞLAYAN BARIŞ MÜZAKERELERİ SÜRECİNİ SEKTEYE UĞRATACAK NİTELİKTEDİR. BENZER TALEPLERLE AÇILMIŞ ÜÇ DAVANIN DAHA AYNI ŞEKİLDE SONUÇLANMASI ÇÖZÜMÜ İYİCE ZORLAŞTIRACAKTIR. AKP YÖNETİMİ YARGIDA VE YARGI KURUMLARINDA ATTIĞI ADIMLARI YETERLİ BULMAMIŞ OLACAK Kİ, YARGIYI TÜMÜYLE DENETİMİNE ALMAK İÇİN YENİ ADIMLAR ATMAYA HAZIRLANIYOR. YARGI REFORMU ADIYLA GÜNDEME GETİRİLECEĞİ AÇIKLANAN YARGITAY YASASI DEĞİŞİKLİĞİNİ DE BU KAPSAMDA GÖRMEK GEREKİR. ARTIK ÜLKEMİZDE OLANLAR KARŞISINDA TOPLUMSAL, ULUSAL VE SİYASAL DUYARSIZLIK, ÜLKENİN GÖTÜRÜLMEK İSTENDİĞİ SÜREÇLE İLGİLİ KAYGISIZLIK ÖYLE BİR NOKTAYA GELDİ Kİ, SORGULAMAYAN, İLGİLENMEYEN BİR ÜLKE DURUMUNA DOĞRU GİDİYORUZ. BAŞBAKAN’IN YENİ TÜRKİYE’SİNDE BİR BAŞKA ADIMIN “CADI AVI” OLACAĞI BAŞBAKANIN, AFYONKARAHİSAR KONUŞMASIYLA TESCİL EDİLMİŞTİR. YARGI KURUMLARININ ETKİSİZLEŞTİRİLMESİ YÖNÜNDE ATILAN ADIMLARIN GERÇEK AMACININ BAŞLATILACAK BU CADI AVI’NDAN ÖNCE ENGELLERİN BERTARAF EDİLMESİ İÇİN OLDUĞU ANLAŞILMAKTADIR. BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANINI “EDEPSİZLİKLE” İTHAM EDEN, DAHA SONRA DA BUNLAR “DEVLET PROTOKOLÜ NEDİR BİLMİYOR” DİYEN BAŞBAKAN, KENDİSİ ÇOK EDEPLİ Mİ DAVRANDI? KENDİSİ PROTOKOLE UYDU MU? ASIL SORULMASI GEREKEN SORU BUDUR. ÖNCEKİ GÜN SOMA’DA ÖZELLEŞTİRİLEN BİR MADEN OCAĞINDA YER ALTINDA MEYDANA GELEN TRAFO PATLAMASINDA, 245 İŞÇİMİZ YAŞAMINI YİTİRDİ. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 2 HÜKÜMET “ŞEHİT MADENCİ” SAVUNMASI YAPIYOR. İŞ SAĞLIĞI, İŞ GÜVENLİĞİ SİSTEMİNİ DE ÖZELLEŞTİRENLER, PARAYLA RAPOR SATTIRANLAR BU VEBALİN ALTINDAN KALKAMAZ. GEÇEN YIL GÜNDE ORTALAMA 4 İŞÇİ OLMAK ÜZERE 1235 İŞÇİ YAŞAMINI YİTİRDİ. BUNUN ADI “İŞ KAZASI” DEĞİLDİR! SÜREKLİ OLARAK NEREDEN GELDİĞİNİ SORDUĞUMUZ ANCAK NE HÜKÜMETİN NE DE İLGİLİ KURUMLARIN YANIT VERMEDİKLERİ KAYNAĞI BELİRSİZ DÖVİZ GİRİŞLERİ ARTARAK DEVAM EDİYOR! TÜRKİYE CARİ AÇIĞININ YÜZDE 15’İNİ TEK BAŞINA KAPATMAKLA ÖVÜNEN RIZA SARRAF’IN AÇIKLAMALARINDAN SONRA BU DÖVİZ GİRİŞLERİ EKONOMİ AÇISINDAN DAHA ANLAMLI VE SORGULANMASI GEREKEN BİR DURUMU YANSITIYOR. ABD İLE AB ARASINDA YÜRÜTÜLEN TRANSATLANTİK SERBEST TİCARET BÖLGESİ ANLAŞMASININ (STA) ARDINDAN AB-JAPONYA STA’SININ DA 2015’TE TAMAMLANACAĞI AÇIKLANDI. TÜRKİYE EKONOMİSİ AÇISINDAN CİDDİ BİR KAYIP VE DARBENİN HAYATA GEÇİRİLMESİ SÖZ KONUSUDUR. UKRAYNA’DAKİ GELİŞMELER VE RUSYA’NIN KRİZ NEDENİYLE G-8’DEN DIŞLANMASI BRICS ÜLKELERİNİN KONUMUNU DAHA ÖNEMLİ BİR NOKTAYA GETİRDİ. BRICS YENİDEN YAPILANMA VE ABD-AB’YE KARŞI ALTERNATİF EKONOMİK GÜÇ OLMA ARAYIŞINDA. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 3 HAFTAYA BAKIŞ – 15 MAYIS 2014 TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ DETAYLAR UKRAYNA’NIN BÖLÜNMESİ YÖNÜNDE EN SOMUT ADIM 11 MAYIS’TA AB’NİN VE RUSYA’NIN KARŞI ÇIKMASINA RAĞMEN DOĞU İLLERİNDE YAPILAN HALKOYLAMASI İLE ATILDI. OYLAMA SONUCUNDA AYRILIKÇILAR RUSYA’YA İLHAK ÇAĞRISINDA BULUNDU. Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçılar, Donetsk ve Lugansk bölgelerinde 11 Mayıs pazar günü düzenlenen ve uluslararası alanda tartışmalı referandumun ardından, Rusya Federasyonu’na katılmak istediklerini açıkladı. Aylardır Ukrayna’daki batı yanlısı gösterilerin giderek ülkenin bölünmesiyle sonuçlanacağı yönünde değerlendirmeleri sıkça dile getirdim. Pazar günü yapılan referandum her ne kadar AB, ABD, BM tarafından tanınmasa ve Rusya Devlet Başkanı Putin halkın kararına saygılı olduklarını ancak oylamanın ertelenmesini istese de ayrılıkçılar hiç kimseyi dinlemedi ve Ukrayna ordusuna rağmen halkoylaması yapıldı. Donetsk ve Lugansk bölgelerinde, Rusya yanlısı ayrılıkçıların düzenlediği bu referandumun ardından gerginlik daha da artarak devam ediyor. Referandumlardan sonra ayrılıkçılar Demokratik Halk Cumhuriyeti ilan ettiklerini ve Rusya’nın ilhak çağrılarını kabul etmesini beklediklerini açıkladılar. Ayrılıkçıların liderleri, Denis Puşilin ve Roman Liagin, bölgenin Rusya Federasyonu'na katılmasını düşünmesi için Moskova'ya çağrıda bulunurken bunun ‘muhtemelen uygun bir adım olacağını' söylüyorlar. Referandum'a katılımın yüzde 75 oranında olduğu ve oyların yüzde 89'unun bağımsızlık yönünde çıktığı açıklandı. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 4 Rusya Devlet Başkanlığı tartışmalı referandumun sonuçlarının halkın iradesinin tezahürü olduğu ve saygıyla karşılandığını duyurdu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Donetsk ve Lugansk bölgelerinde yapılan referandumun sonuçlarının Kiev yönetimi ile diyalog halinde, güç ve şiddete başvurulmadan uygulanması gerektiğini söylüyor ve “Ümit ediyorum ki referandumun sonuçlarının uygulanması sivil şekilde gerçekleşir ve Donetsk ve Lugansk yetkilileri Kiev yönetimi ile diyaloğa girer. AGİT bu konuda destek olursa alkışlarız" diyor. Pazartesi günü iki bölgede de "Ukrayna'dan bağımsızlık" kararı tüm dünyaya ilan edildi. İki bölge için de "halk cumhuriyeti" sıfatı kullanıldı ve iki bölgenin de Kiev'den koptukları deklare edildi. İki ayrılıkçı yönetim de, bu kararı ilan ettikten hemen sonra Rusya'dan bağımsızlıklarını tanıma talebinde bulundular. Ukrayna’yı yeni ve daha "içinden çıkılmaz" bir hale getirmesinden korkulan referandumların gerçekleşmesiyle sorun giderek daha geri dönülmez bir noktaya doğru hızla ilerliyor. Ayrılıkçılar Ukrayna’daki ayrılma yönünde yapılan bu referandumun ardından ikinci aşamanın ise “Rusya’ya katılma referandumu” olacağını belirtiyorlar ve şimdiden bunun hazırlıklarına başlamış durumdalar. Ukrayna'da 25 Mayıs'ta yapılacağı açıklanan devlet başkanlığı seçiminin öncesinde bu yaşananlar seçimlerin yapılıp yapılamayacağını nispeten belirsiz hale getirirken, Doğu Ukrayna’da seçimlerin boykot edilmesi ve sandığa gidilmemesi eğilimi de ön plana çıkıyor. Mevcut Kiev yönetimi, seçimi biran evvel yapmak için çabalarken, hem Rusya, hem de Rusya yanlısı Doğu Ukrayna'daki kesim, seçimlerin sonbahara ertelenmesi, öncesinde anayasada değişiklik yapılarak Ukrayna’nın federal bir yapıya geçmesinde ısrar ediyor. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 5 Ukrayna'nın doğusundaki iki bölgede Rusya yanlılarının yaptığı "özerklik" referandumu, Kiev Hükümeti ve Batılı ülkelerce yasa dışı olarak nitelendiriliyor. Bir diğer ayrılıkçı bölge olan ve isyancıların elinde bulunan Sloviyansk kentinde de çatışmalar giderek şiddetleniyor. Sürekli ölüm haberleri geliyor. Şehir Ukrayna ordusu tarafından kuşatılmış durumda. Ukrayna Hükümeti ise şehirde "terörle mücadele" operasyonu yürütüldüğünü savunuyor. Referandumda, oy verenlere, oy pusulasında sadece "Donetsk Halk Cumhuriyeti'nin/Lugansk Halk Cumhuriyeti'nin özerkliğini destekliyor musunuz?" diye soruldu. Yukarıda da belirttiğim gibi oylamaya katılanların yüzde 90’a yakını Ukrayna’dan ayrılık yönünde “EVET” oyu verdiler. Şimdi Kiev yönetimi ve batılı ülkeler, ne kadar tanımadıklarını söyleseler de bu bölgelerde yaşayan halkın ortaya çıkan bir iradesi ve tercihi var; O da Ukrayna’dan ayrılmak, Rusya ile birleşmek. Bu sürecin hayata geçmesi, demek, ülkede iç savaşın daha da büyümesi, demek. Rusya ve diğer uluslararası güçlerin devreye girmesi, demek! Hatta giderek savaşın bölgesel hale gelmesi, Doğu Avrupa, Karadeniz, Kafkaslara kadar yayılması, demek! ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 6 UKRAYNA’DAKİ İÇ SAVAŞTA, DIŞ GÜÇLERİN DE VARLIĞI ARTIK DAHA CİDDİ BİÇİMDE DİLE GETİRİLİYOR. ABD’NİN IRAK’TA YAPTIĞINA BENZER ŞEKİLDE, UKRAYNA’DA DA PARALI ÖZEL BİRLİKLERİ ÇATIŞMAYA SOKTUĞU, ŞU ANA KADAR ABD’Lİ BAZI AJAN VE ASKERLERİN ÇATIŞMALARDA ÖLÜ ELE GEÇİRİLDİĞİ BELİRTİLİYOR. Özellikle Avrupa ve Almanya medyasında yer alan haberler, Alman İstihbarat servisine dayandırılan bazı bilgiler, ABD’nin Ukrayna’da özel paralı askerler eliyle doğrudan çatışmaların içinde olduğunu gösteriyor. ABD'de dünyanın en büyük özel güvenlik şirketi olarak bilinen Academi'nin paralı profesyonel askerlerini Ukrayna'nın doğusundaki operasyonlara gönderdiği haberleri Alman medyasında yer aldı. Bild am Sonntag Gazetesi’ndeki iddialara göre, kim tarafından görevlendirildiği bilinmeyen Academi'nin gönderdiği ağır silahlı askerler, ülkenin doğusundaki çatışmalarda, Ukrayna yanlısı milis güçlerine destek veriyor ve bu güçlere liderlik yapıyor, eğitim veriyor. Dünyanın en büyük özel güvenlik şirketi Academi'nin elemanları, para karşılığında, dünyada meydana gelen çatışmalara katılan eski askerler. Irak ve Afganistan’daki askeri operasyonlara da katıldılar. Şirketin adı o dönemde Blackwater’di. Irak yetkilileri, paralı askerlerin 17 sivili kurşuna dizmesinin ardından, Amerikan mahkemesinde şirkete dava açmıştı. O dönemde açılan davalar, Blackwater şirketinin suçlu bulunmasıyla sonuçlandı. Şirkette bu dava ardından ismini değiştirdi ve Academi oldu. Academi şirketinin paralı askerleri, şu anda Ukrayna’nın güneydoğu bölgesinde Rusya yanlısı ayrılıkçılara karşı operasyon yürütüyorlar. Ukrayna’daki Academi operasyonunun arkasında kimin bulunduğu soruları tartışılıyor ancak, CIA Başkanının 15 gün önce Kiev’i ziyaret ettiği ve bu konudaki iddialar karşısında ziyaretini açıklamak zorunda kalmasının sonrasında, bu operasyonun arkasında ABD Dışişleri Bakanlığı veya CIA’nın olduğu kanaati güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 7 Rusya Dışişleri Bakanlığı, Nisan ayında Ukrayna’nın Güneydoğusunda yürütülen operasyona, yaklaşık 150 Amerikan Asker’inin katıldığını açıklamıştı. O zaman söz konusu olan şirkette Blackwater temelinde kurulmuş olan ve sonra ayrı bir kurum statüsüne kavuşturulan Greystone’du. Ayrılıkçıların ele geçirdiği, Academi, Greystone mensubu ABD’li paralı askerler bir anlamda ABD’yi de Ukrayna’daki çatışmaların tarafı haline getiriyor. Şayet bu kişiler, ABD yönetiminin bilgisi dışında bu çatışmalara katılıyorsa, bu da ayrıca bir uluslararası diplomatik ve hukuki sorunlar yaratacak gelişmedir. Paralı ABD askerleri, ABD hükümetini bilgisi dahilinde bu çatışmalarda yer alıyorsa o zaman durumun boyutları çok daha farklı yerlere uzanacaktır. Şimdi ayrılıkçılar Ukrayna’nın doğusunda ABD’li paralı askerlerin peşine düştüler. Bunların yakalanması ya da esir alması halinde, Rusya’nın eline çok önemli bir uluslararası koz geçmiş olacak. O zaman Amerika’nın çatışmanın tarafı olduğu resmen kanıtlanacak. AB’nin Ukrayna’nın güneydoğusunda Amerikan paralı askerlerinin bulunmasından haberdar olduğu bilgileri de yukarıda değindiğim gibi Alman medyasında yer aldı. Almanya Federal İstihbarat Servisi’nin 29 Nisan’da Almanya hükümetini ve Başbakan Angela Merkel’i bu konuda bilgilendirdiği, belirtiliyor. Ayrılıkçılar, halen çatışmaların devam ettiği Slavyansk kentinde bir askeri helikopteri düşürdüler ve helikopterden 13 Amerikalının cesedi çıktı. Bu kişilerin CIA ajanı ve bahsettiğim ABD paralı askerleri olduğu açıklandı. Ancak ABD hükümeti Ukrayna’dan bu 13 CIA ajanı ve paralı askerin cesedini almayı reddetti. Böylece diplomatik anlamda, savaşla irtibatlandırılmayı engellemeye çalıştı. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 8 Bu arada, Academi’nin paralı askerleri istihdam eden bir Amerikan şirketi olmasına karşın, sadece Amerikalıları değil, yüksek ücretlerle dünyanın çeşitli ülkelerinden ordudan ayrılmış eski askerleri, gönüllüleri de istihdam ediyor. Dolayısıyla Ukrayna’da çatışmalara katılan Academi mensupları arasında, Ukraynalılar da dahil, dünyanın çeşitli ülkelerinden, eğitimli Academi mensupları ve ağır silahlı elemanlarının da bulunduğu kaydediliyor. Bu durum ise Ukrayna’daki savaşı daha da “kirli” hale getiriyor. Geçen değerlendirmelerimde, Suriye ve Ukrayna’da peş peşe çıkan iç savaş koşullarının gerçekte bu ülkelerdeki enerji projeleri, boru hatlarıyla ilintili olduğunu aktardım. Rusya’nın batıya giden enerji hatlarının büyük ölçüde Ukrayna üzerinden geçiyor olması bu çatışmaların perde arkasındaki en büyük etken. UKRAYNA İLE EŞ ZAMANLI OLARAK, MOLDOVA’NIN DA KARIŞMASI, TRANSDİNYESTER BÖLGESİNİN RUSYA’YA BAĞLANMA GİRİŞİMİ, UKRAYNA HATTININ KAPANMASI DURUMUNDA, RUSYA’NIN BATIYA PETROL VE DOĞAL GAZ İHRACINI BU BÖLGE ÜZERİNDEN YAPMASINA OLANAK SAĞLAYACAK VE YENİ BİR YOL AÇACAK. Rusya Başbakan Yardımcısının uçağına Moldova’nın geçiş izni vermemesi ve krizin tırmanması da bu yüzden. Moldova’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden ve Rusya'yla birleşmek isteyen Transdinyester’e destek için 9 Mayıs Zafer Bayramı kutlamalarında Rusya’yı temsilen yer almak üzere bu ülkeye giden Rusya Başbakan Yardımcısı ve Transdinyester Özel Temsilcisi Dimitri Rogozin’in uçağına Moskova’ya dönüşte, önce Romanya, ardından da Moldova ve Ukrayna hava sahalarını kapattı. Rogozin’in uçağının geçişine izin vermedi. Bu gelişme gerilimin tırmanmasına Rusya-Moldova gerginliğinin büyümesine neden oldu. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 9 Rusya Başbakan Yardımcısı Rogozin, Transdinyester’in başkent Tiraspol’dan, Moskova’ya özel uçakla gitmek isterken, Romanya hava sahasını kapatınca iki ülke arasında gerginlik yaşandı. Başbakan Yardımcısı Rogozin de resmi hesabından çok sert bir twitter mesajı attı ve “ABD’nin isteği üzerine Romanya, uçağımın hava sahasına girmesine izin vermedi. Ukrayna da vermedi. Bir dahaki sefere, Tupolev Tu-160 jeti ile uçacağım” diye yazdı. Tupolev Tu-160, Rusya'nın sesten hızlı uçan, dünyanın en büyük ve en gelişmiş savaş uçağı. Dmitri Rogozin, 8 Mayıs’ta Transdinyester’e uçarken de, Ukrayna’nın hava sahasını kapatması üzerine, Ukrayna’nın etrafından dolaşmak zorunda kalmış ve “İyi ki Ukrayna Rusya değil. Yoksa etrafında 20 saat uçmamız gerekirdi” diye mesaj yollamıştı. Romanya Dışişleri Bakanlığı ise Rogozin’in bu mesajını protesto ederek, “Romanya, Avrupa Birliği’nin uyguladığı yaptırımlara saygı duymaktadır. Rogozin’in geçişine izin verilmedi. Tweetlerinin kabul edilebilir olduğunu düşünmüyoruz ve resmi açıklama bekliyoruz” açıklamasını yaptı. Moldova hükümeti, havaalanında eşyalarını aradıkları Rusya Başbakan Yardımcısı Dmitri Rogozin’in üzerinden, Transdinyester bölgesinden Moskova’ya hitaben yazılmış ve bağımsızlıklarının tanınması talebini içeren dilekçeler çıktığını açıkladı. Moldova Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, gelen bir ihbar sebebiyle özel uçağı havaalanına indirilerek aranan Rogozin’in üzerinde bulunan kutularca dilekçeye el konulduğu ve belgelerin inceleneceği duyuruldu. Rogozin ise yayınladığı mesajda Moldovalı yetkililerin belgelerin sadece küçük bir kısmına el koyduklarını ve dilekçelerin çoğunluğunu Moskova’ya teslim ettiğini belirtti. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 10 Transdinyester’in Rusya ile birleşme talebini içeren ve Transdinyester halkı tarafından kaleme alınmış onbinlerce dilekçenin Rusya hükümetine salimen ulaştırıldığını ifade etti. Rusya Başbakan Yardımcısı uçağının durdurulmasını, ABD ve AB destekli Moldova’nın Rusya’ya yönelik bir provokasyonu” olarak nitelendirdi ve bu olayın Rusya-Moldova ilişkileri açısından “ciddi sonuçları” olacağını öne sürdü. Bilindiği gibi, 1992’deki iç savaş sonrasında Moldova’dan ayrılan ve bağımsızlığını ilan eden 555 bin nüfuslu Transdinyester bölgesi, halkı Rusça konuşan bir bölge. Transinyester’in bağımsızlığı Rusya tarafından desteklenirken uluslararası toplum tarafından resmen tanınmıyor. Birleşmiş Milletler ise Moldova ile Transdinyester arasında Federal bir devlet oluşturulması önerisinde buluyor. Bu öneriye de Moldova hükümeti yanaşmıyor. Transdinyester ve Ukrayna’ya bağlı Odessa’nın Rusya’ya bağlanması durumunda, Rus enerji kaynaklarının Ukrayna’dan geçmeksizin Avrupa’ya aktarılması olanaklı hale gelecek. Bu nedenle Ukrayna’nın ardından Moldova ile Rusya arasındaki gerginliğin “eş zamanlı olarak tırmandırılmasına” özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Burada da yine, enerji yollarının kontrol ve denetimi, kanımca, sorununun tırmandırılmasının, perde arkasındaki gerçek neden… ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 11 ABD’NİN BASKISIYLA AB, RUSYA’YA YÖNELİK YAPTIRIMLARI GENİŞLETME YOLUNA GİDERKEN, ALMANYA EKONOMİK VE SİYASİ OLARAK KENDİSİNİ OLUMSUZ ETKİLEYECEK SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE ÖNCÜ OLMAK İSTİYOR. ALMANYA DIŞİŞLERİ BAKANI BU AMAÇLA KİŞİSEL İNİSİYATİF ALARAK DEVREYE GİRMİŞ BULUNUYOR. Avrupa Birliği ülkeleri Ukrayna'da süren krizdeki rolü gerekçesiyle, Rusya üzerinde uygulanan yaptırımları dün yeniden genişletti. Yaptırım listesine iki Kırım şirketi ve 13 kişi daha eklendi. Yaptırım listesine yeni eklenen isimler arasında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yardımcılarından Rusya Devlet Başkanlığı 1. Başkan Yardımcısı Vyacheslav Volodin de var. AB’nin aldığı yeni yaptırım kararları, seyahat yasağını ve banka hesaplarının dondurulmasını içeriyor. AB bakanları ayrıca Rusya ekonomisi üzerinde etkili olabilecek daha geniş bir yaptırım paketini de tartışıyor, ancak Ukrayna'da 25 Mayıs'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminden önce yaptırımların daha da sertleştirilmesi yönünde şu aşamada bir adım daha atılmaması kararı alındı. AB 25 Mayıs’taki devlet başkanlığı seçimlerinin sonucuna kadar bahsettiğim yaptırımların uygulanmasını kararlaştırdı. AB'nin yeni yaptırım kararını protesto eden Rusya ise AB’nin bu kararla "bir ortak olarak güvenilirliğini sarstığını ve Ukrayna'daki kriz konusunda objektif olduğu iddialarına şüphe düşürdüğünü" açıkladı. Yaptırım kapsamına alınan 13 yeni isim arasında bulunan Rus milletvekili Vladimir Pligin de, AB'yi "Rusya'nın ulusal çıkarlarını koruyan kişileri cezalandırmakla" suçladı. Ukrayna'nın doğusundaki Sloviansk'ta kendisini belediye başkanı ilan eden Vyacheslav Ponomaryov ve Donetsk bölgesindeki ayrılıkçı liderlerden Roman Lyagin de listeye eklenen 13 kişi arasında. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 12 Avrupa Birliği bakanları, toplantıda, pazar günü Ukrayna'nın doğusundaki Donetsk ve Lugansk bölgelerinde yapılan "özerklik" referandumunun sonuçlarını tanımayacaklarını ilan ettiler. Ukrayna krizinden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen Almanya’da Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, taraflar arasında arabuluculuk girişiminde bulunmak üzere dün Kiev'i ve Doğu Ukrayna'yı ziyaret etmek üzere Ukrayna’ya gitti. Enerji açısından Rusya’ya en bağımlı AB ülkelerinin başında gelen Almanya ekonomik açıdan da Rusya ve Ukrayna ile en büyük çaplı ticaret hacmine sahip ülke konumunda. Ukrayna krizinde Merkel hükümetinin uyguladığı politika ve diplomatik yaklaşım, ülke içinde de gerek halk arasında, gerekse parlamentoda sert eleştirilere neden oluyor. Almanya'da ana muhalefetteki Sol Parti'nin Federal Meclis Grup Başkanı Gregor Gysi, Ukrayna krizinde Alman hükümetinin tutumunu parlamentoda çok sert biçimde eleştirdi ve Merkel’i ABD güdümünde politika izlemekle, Almanya’nın ulusal çıkarlarını gözetmemekle ve bölge barışını tehlikeye atmakla itham etti. Gysi, Sol Parti dışındaki Alman siyasi partilerini konuya tek taraflı yaklaşmakla suçladı. Gysi, Rusya'nın krizdeki sorumluluğunun farkında olduklarını, ancak AB ve NATO'nun sorumluluğunun da görmezden gelinemeyeceğini söylüyor. Almanya'da 1969 – 1974 yılları arasında başbakanlık yapan Sosyal Demokrat Willy Brandt tarafından gündeme getirilen "Doğu politikası-Ost Politik"i hatırlatan Gysi, AB ve Almanya'yı, Rusya'ya karşı izledikleri tavrı gözden geçirmeye çağırırken, "Batı, hâlâ Rusya'nın Avrupa'nın bir parçası olduğunu kavrayamadı" diye eleştirilerde bulunuyor. Ana Muhalefet lideri Gysi, hükümetinin izlediği politikaya tepki olarak da Moskova'ya gitti. Gysi, krizin çözümüne katkı sağlamak istediğini söyledi. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 13 Rusya'da parlamentonun alt kanadı Duma'nın Başkanı Sergey Narışkin ile görüşeceğini açıklayan Gysi, bir anlamda ülkesinin de onayladığı yaptırım listesini de “tanımadığını” ilan etmiş oldu. Duma Başkanı Narışkin, ABD ve AB'nin yaptırım listesindeki isimler arasında bulunuyor. Tabloya baktığımız zaman AB’nin özellikle de Almanya’nın Ukrayna konusunda, iç politika açısından pek rahat konumda olmadığını görüyoruz. Alman hükümetinin Ukrayna politikası ve Rusya ile ilişkilerin mesafeli konuma gelmesi, iş dünyası tarafından da tepkiyle karşılanıyor. Ukrayna ve Rusya’da milyarlarca euroluk yatırımı bulunan Alman sanayicileri ve işadamları, hükümeti bu konuda daha temkinli ve dikkatli adımlar atmaya çağırıyor. Almanya'nın ihracatının mart ayında gerilemesi bu konudaki tepkileri daha da büyüttü endişeleri de arttırdı. İhracattaki bu düşüş, Ukrayna krizi nedeniyle Alman ekonomi dünyasında tartışmaları derinleştirdi. Alman Federal İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, ihracat bir önceki aya oranla yüzde 1,8 oranında geriledi. Bu Alman ekonomisi açısından oldukça ciddi bir oran! Alman Toptancılar ve Dış Ticaret Birliği Başkanı Anton Börner, kriz nedeniyle, Rusya ve Ukrayna ile ticari ilişkilerin sendelediğini ifade ediyor. Kısaca AB ve Almanya uygulamak durumunda kaldıkları Ukrayna politikasından pek de mutlu değil. Giderek ekonomik ve siyasi faturanın büyüyeceği kaygısı yaygınlaşıyor. Diğer yandan NATO içindeki tartışmalarda da Ukrayna krizinin büyümesi durumunda NATO’nun ne yapacağı tartışılıyor. NATO’nun böyle bir gelişmeye hazır olmadığı ifade ediliyor. Transdinyester ve Odessa, Lugansk gibi kentlerin Rusya ile birleşmesi durumunda, NATO ve AB sınırlarının Rusya tarafından çevrelenmiş olacağı, Baltık bölgesindeki NATO üyesi ülkelere yönelik bir Rus müdahalesi durumunda NATO’nun bu üyelerin yardımına gitmekte yetersi kalacağı vurgulanıyor. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 14 Estonya ya da diğer Baltık ülkelerinin Kırım modeli uygulanarak Rusya’ya ilhakıyla benzer durumda kalınması halinde NATO’nun hazırlıksız yakalanacağı ifade ediliyor. Diğer yandan Moldova ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine alınması durumunda gerilimin ve NATO’nün yükümlülüklerinin artacağı belirtilirken çözüm olarak gündeme getirilen “NATO’nun bu yeni üye ülkelerde hazır birlikler konuşlandırılması” seçeneği ise “soğuk savaşı daha da tırmandıracağı” gerekçesiyle fazla taraftar bulamıyor. TÜRKİYE YANI BAŞINDAKİ BU SORUNLARI UZAKTAN SEYREDERKEN, ATILAN ADIMLAR VE YAPILAN AÇIKLAMALAR AKSİNE ABD VE AB İLE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİ DE ZEDELİYOR. FREEDOM HOUSE RAPORU VE MİT YASASIYLA ORTAYA ÇIKAN ATMOSFER ABD YÖNETİMİNİN SERT TEPKİ VE ELEŞTİRİLERİNE NEDEN OLDU. Geçen hafta açıklanan Freedom House (Özgürlük Evi) Basın Özgürlüğü raporu hükümeti pek mutlu etmedi. Aksine rapordaki 142 ülkeden tek tepki gösteren Türkiye oldu. ABD yönetimine bile Edward Sowden ve NSA dinleme belgelerinin sızdırılması olayı, telefon dinlemelerinin medyada yeralması karşısında sert eleştiriler yönetilirken, bizim hükümetimiz Dışişleri Bakanı ve Başbakan aracılığıyla raporu “uluslararası algı operasyonu” olarak niteleme kolaycılığıyla, kendini aklamaya çalışıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, 'Freedom House raporuyla, Türkiye'ye dönük bir algı operasyonu yapılıyor. Buna hepimizin ortak tepki göstermesi gerekir' sözlerine, ABD hükümetinden gelen yanıtlar bunun göstergesi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, "İnsanların Türkiye'ye yönelik algısı, bakışı Youtube'a yapılan engellemenin durdurulması, Twitter'ın bloke edilmemesi ile değişir. Asıl bu engellemeler, başka yerlerdeki insanların, Türkiye'de basın özgürlüğü sandığımız kadar da iyi değilmiş' diye düşünmelerine yol açıyor" açıklamasını yaptı. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 15 Marie Harf, "Washington'da Türkiye'ye yönelik bir algı operasyonu var mı" sorusunu da "Kesinlikle hayır. Kesinlikle hayır, nokta! Türkiye'de basın özgürlüğü konusundaki kaygılarımızı, Türk yetkililere de ilettik. Sosyal medya sitelerinin açılması konusunda bunu yapmayı da sürdüreceğiz" diye konuşuyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki de, MİT yasasının basına getireceği kısıtlamalarla ilgili olarak ABD yönetiminin tepkisini dile getirirken, "Türk hükümetini basın özgürlüğünün koşullarını sağlamasını ve kamuoyunun kısıtlama olmaksızın bilgiye ulaşımına izin vermesini ısrarla teşvik etmeye devam ediyoruz. Bağımsız ve kısıtlamaya maruz kalmayan medya, açık ve demokratik toplumlar için temel unsurdur. Dolayısıyla, bu saydıklarıma engel teşkil edecek her türlü gayret bizim için endişedir.” mesajı veriyor. Şimdi hükümetin yaptıkları ortada, getirdiği yasaklar, kısıtlamalar ortada. Gelen eleştiriler ve uyarılar ortada. Diğer yandan da hükümetin savunması ve bunlar “algı operasyonu” diyerek suçluluk telaşıyla geçiştirmeye çalışma tavrı ortada. Başbakan hâlâ, dünyanın en özgür medyasının Türkiye’de olduğunu savunarak, gerçek dışı beyanlarda bulunuyor, kendisini ve toplumu kandırdığını sanıyor. Gazetecilere açtığı davaları savunuyor. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 16 AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN (AİHM), KIBRIS BARIŞ HAREKATIYLA İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ 90 MİLYON EUROLUK TAZMİNAT KARARI, KIBRIS’TA YENİ BAŞLAYAN BARIŞ MÜZAKERELERİ SÜRECİNİ SEKTEYE UĞRATACAK NİTELİKTEDİR. BENZER TALEPLERLE AÇILMIŞ ÜÇ DAVANIN DAHA AYNI ŞEKİLDE SONUÇLANMASI ÇÖZÜMÜ İYİCE ZORLAŞTIRACAKTIR. AİHM’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1994 yılında açtığı davaya yönelik olarak 20 yıl sonra verdiği 90 milyon euro tutarında tazminat ödenmesini içeren kararı, BM gözetiminde barış ve çözüm müzakerelerinin başladığı sürece darbe vuracaktır. Bence AİHM, Kıbrıs'ta taraflar arasında müzakerelerin gidişatını etkileyebilecek bir karara imza atmıştır. Karara göre, 30 milyon Euro'luk tazminat 1974 Kıbrıs Harekatı'nda kaybolanların ailelerine ödenecek. Rum Yönetimi, Türkiye'nin 1974'te Kuzey Kıbrıs'a gerçekleştirdiği askeri harekat sonrası kaybolan Kıbrıslı Rumlar, yerlerinden edilmiş kişilerin ikametgah, mülkiyet ve seçim yapabilme hakları, Kuzey Kıbrıs'taki Rumların yaşam koşulları ve Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan Kıbrıslı Türkler ve Çingenelerin durumlarını gerekçe göstererek, 22 Kasım 1994 tarihinde Strasbourg Mahkemesi'ne başvurmuştu. Rum Yönetimi dava başvurusunda, 1974 harekatıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin birçok maddesinin sürekli olarak ihlal edildiği savunuyordu. Rum Yönetimi tarafından AİHM'ye sunulan belgelerde 1974 sonrası 1491 Rumun hala kayıp olduğu, 211 bin Rumun da yerlerinden edildiği belirtiliyordu. Dava sürecine bakacak olursak, Rum Yönetimi’nin 1994’teki bu başvurusu, 1996 yılında Mahkeme tarafından kabul edilebilir bulunarak yargılama süreci başlatıldı ve 2001 yılında da karara bağlandı. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 17 Verdiği kararda, Rumların tezlerinin çoğunun haklı bulan AİHM, 10 Mayıs 2001 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11 değişik maddesinin 14 noktada ihlal edildiğine hükmetmişti. Karara gerekçe olarak, adanın kuzeyinin Türkiye'nin denetiminde olması gösterilmişti. AİHM, 2001’de verdiği bu ara kararda, yargılamanın maddi ve manevi tazminata ilişkin bölümünü ise ileri bir tarihe ertelediğini duyurmuştu. Rum Yönetimi, kararın tazminata ilişkin bölümü hakkında 2011 yılında AİHM'ye yeni bir başvuruda daha bulundu. Rumlar, daha önce de, 1974, 1975 ve 1977 yıllarında, Ankara'ya karşı 3 devletlerarası dava daha açmış, ancak bu davalar rapor ve ara karar alınarak, tazminata hükmedilmeden sonuçlandı. Türkiye, AİHM’nin Kıbrıslı Rumlar tarafından bireysel olarak yapılan mülkiyet hakkı başvurularıyla ilgili olarak 1996 yılında açıkladığı “Loizidu” pilot kararını da yıllar boyu uygulamadı. Avrupa’yla siyasi ilişkilerinin bozulması riski ve tam üyelik adaylığı sürecinin kabulüyle birlikte, 2003 yılında Kıbrıslı Rum Titina Loizidu’ya, 1 milyon 100 bin dolarlık ödeme yapmak zorunda kaldı! Bu karar sonrası, Türkiye’ye karşı AİHM gündemindeki Rum mülkiyet başvuruları için, KKTC bölgesinde bir Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK) oluşturuldu. Komisyon AİHM tarafından, 2010 yılında “etkin iç hukuk yolu” olarak tescil edildi. TMK’ya, bugüne kadar 5 bin 868 Kıbrıslı Rum başvuruda bulundu. Bu başvurulardan 510’u dostane çözüm, 12’si ise duruşma yoluyla sonuçlandı. Komisyon şu ana kadar başvuranlara, mallarının bedeli olarak 155 milyon 294 bin 881 İngiliz sterlini ödeme yaptı. 1974 harekâtı için 1994 yılında verilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11 maddesinin, 14 noktada ihlâl edildiği kararının uygulanma sürecinin denetimine, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından başlandı. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 18 Konseyin denetimleri sonucunda, adanın kuzeyindeki Karpaz bölgesinde kalan Rumların, eğitim ve din özgürlükleriyle ilgili bölüm, KKTC yönetimince atılan adımlar sayesinde, “yerine getirilmiş” sayıldı. Rumlar, AİHM’nin, Rumların mülkiyet talepleri için adanın kuzeyinde kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu “etkin iç hukuk yolu” olarak tanımasına karşı, 2001 yılında açıklanan devletlerarası dava kararının tazminata ilişkin bölümü hakkında yeni taleplerde bulunarak yanıt verdiler. Rum tarafı, 1456 kişi olduklarını belirttiği, kayıp şahısların her biri için asgari 12 bin euro, Karpaz bölgesinde kalan her Rum için de kişi başına en az 50 bin İngiliz sterlini talebinde bulundu. Türkiye ise tazminata ilişkin savunmasında, AİHM’nin devletlerarası davada “adil giderim” hükmünde bulunamayacağı, yani AİHM’nin “devletten devlete tazminata hükmedemeyeceği” tezini gündeme getirdi. Ancak Mahkeme, 55 yıllık tarihinde bir ilki, Türkiye’ye karşı Rum Yönetimi’nin açtığı bu davada gerçekleştirdi ve devletlerarası davalarda da, bir devleti bir başka devlete tazminat ödemekle cezalandırabileceğine hükmetti. Türkiye için verilen bu mahkûmiyet ve tazminat kararıyla, Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne, kayıp şahıslar için 30 milyon euro, Karpaz bölgesinde kalan Rumlar için ise 60 milyon euro olmak üzere, toplam 90 milyon euro ödemekle cezalandırıldı. Karara gerekçe olarak, kayıp şahısların ailelerinin, kaybolan yakınlarından yıllarca haber alamamış olması, Karpaz bölgesindeki Rumların ise “yıllarca sıkıntı ve endişe içinde yaşamış olmaları” gösterildi. AİHM, buna karşılık, Rum Yönetiminin, adanın kuzeyinde Rumlara ait taşınmazların satış ve işletilmesinin yasaklanması amacıyla Strasbourg Mahkemesi tarafından özel bir deklarasyon yayımlanması talebini geri çevirdi. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 19 Mahkeme, bu konuda yetkinin, AİHM kararlarının uygulanışının denetleyicisi konumundaki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne ait olduğunu belirtti. AİHM, bununla birlikte, 2010 yılında açıkladığı ve adanın kuzeyindeki Taşınmaz Mal Komisyonu’nu etkin iç hukuk yolu olarak tanıyan “Demopulos ve diğerleri” kararının, Türkiye’nin 2001 yılında açıklanan devletlerarası dava kararındaki hükümlere uyma yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığının da altını çizdi. Buradan da ortaya çıkan sonuç, devletten devlete tazminat kararının yanı sıra, Kıbrıslı Rumlar tarafından Türkiye aleyhine açılan binlerce bireysel tazminat davası için de kapının açık olduğudur. Karar mahkemenin 17 yargıçlı büyük dairesi tarafından 2’ye karşı 15 oyla alındığı için BÜYÜK DAİRE KARARLARINA KARŞI itiraz ve temyiz olanağı bulunmuyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, kararın Uluslararası hukuk bağlamında ne bağlayıcı olduğunu ne de Türkiye için bir anlam ifade etmediğini söylüyor. Davanın 10 yıl sonra tekrar gündeme getirildiğini, hukuki sakıncalarının yanında, zamanlamasının da yanlış olduğunu savunuyor. Tam da Kıbrıs’ta kapsamlı barış müzakereleri ivme kazanmışken, müzakerelerin psikolojik algısı açısından doğru olmadığını ifade ediyor. Dışişleri Bakanı ayrıca, kayıplarla ilgili bir karar alınırsa, buna Kuzey Kıbrıs'taki Türk kayıpların da dahil edilmesi gerektiğini, bu nedenle de AİHM'nin verdiği kararın iyi niyetli bir karar olduğuna inanmadıklarını belirtiyor. Sonuçta ne olursa olsun AİHM’yi tanıyan, kendi yurttaşlarına da AİHM yolunu açan Türkiye açısından kanımca eninde sonunda bu tazminatın ödenmesi gündeme gelecektir. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 20 Her ne kadar Dışişleri Bakanı Davutoğlu kararı tanımadıklarını, tazminatı ödemeyeceklerini açıklasa da AİHM kararlarının uygulanmasını denetlemekle görevli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin alacağı karar bu aşamada daha da önem kazanmaktadır ve Türkiye açısından mahkum edicidir. AİHM kararları, tüm Avrupa Konseyi üyesi ülkeler için olduğu gibi Türkiye açısından da doğrudan bağlayıcıdır. AİHM’nin ilk kez kendini yetkili görerek verdiği devletlerarası dava kararı mahkeme önünde bekleyen benzer devletlerarası davalar için de örnek olacaktır. Bilindiği kadarıyla, halen Mahkeme gündeminde, Gürcistan tarafından Rusya’ya karşı 2007, 2008 ve 2009 yıllarında açılmış üç devletlerarası dava bulunuyor. Ukrayna da geçtiğimiz aylarda Rusya’ya karşı devletlerarası dava başvurusunda bulundu. Bu durumda AİHM’nin ilk kez Kıbrıs Rum Kesimi’nin Türkiye’ye karşı açtığı devletlerarası davayı kabul etmesi ve tazminat kararı vermesiyle bu yönde de bir içtihat oluşmuş bulunmaktadır. AKP YÖNETİMİ YARGIDA VE YARGI KURUMLARINDA ATTIĞI ADIMLARI YETERLİ BULMAMIŞ OLACAK Kİ, YARGIYI TÜMÜYLE DENETİMİNE ALMAK İÇİN YENİ ADIMLAR ATMAYA HAZIRLANIYOR. YARGI REFORMU ADIYLA GÜNDEME GETİRİLECEĞİ AÇIKLANAN YARGITAY YASASI DEĞİŞİKLİĞİNİ DE BU KAPSAMDA GÖRMEK GEREKİR. Başbakan dünkü grup toplantısında yeni bir yargı reformunu TBMM gündemine getireceklerini açıkladı. Hemen ardından Adalet Bakanlığı da Yargıtay Kanunu'nda değişiklik yapılacağını duyurdu. Bu HSYK’dan sonra Yargıtay’ı da ele geçirme planının önemli ve yeni bir aşamasıdır. Hazırlanan değişikliklere göre; Yargıtay'da 38 daire bulunacak ve dairelerin hukuk ve ceza dairesi olma niteliği ve bunların sayısı Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından belirlenecek. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 21 Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun üye sayısı 8 den 12 ye çıkarılıyor. Genel Sekreter seçilebilmek için ise Yargıtay’da 5 yıllık kıdem şartı getiriliyor. Yargıtay’da genel sekreter yardımcısı seçilebilmek için birinci sınıf yargıç olmak şartı aranacak. Düzenlemelerle, Yargıtay Birinci Başkanı seçilebilmek için gereken 4 yıllık süre 10 yıla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı seçilebilmek için gereken 4 yıllık süre 5 yıla, Yargıtay Başkanvekili ve Cumhuriyet Başsavcıvekili seçilebilmek için gereken 3 yıllık süre 5 yıla, çıkarılıyor. Mevcut uygulamada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nun belirlediği 5 aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyordu. Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nda aday belirlemesi yapılırken, her üye 5 aday için ayrı ayrı oy kullanabiliyordu. Getirilmesi planlanan düzenlemeyle, bu belirleme sırasında tüm Yargıtay üyelerinin ancak bir adaya oy vermeleri sağlanacak ve çoğulcu bir aday listesi Cumhurbaşkanı önüne gidecek. Yapılacak bir başka değişiklikle, kanunda sayılan nitelikli bazı davalar ile değeri 250 bin TL’nin üzerinde bulunan davalarda, ticaret mahkemelerinin heyet halinde karar vermesi öngörülüyor. 250 bin TL’nin altında kalan veya nitelik olarak daha basit olan davalarda ise heyet üyesi olan tek hâkim tarafından karar verilebilecek. Kanun tasarısında ayrıca, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri personeli haricinde bulunan bakanlık merkez ve taşra teşkilatı personelinin adaylık, meslek öncesi ve meslek içi eğitimlerini yaptırmak üzere Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı’na bağlı personel eğitim merkezleri kurulması ve bunların sayısının ihtiyaca göre belirlenmesi öngörülüyor. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 22 Getirilen değişikliklere baktığımızda bunun tümüyle Yargıtay’ı ele geçirme ve Yüksek mahkemeye “hükmetme” amaçlı olduğunu görüyoruz. Hükümetin sürekli yinelediği “Paralel Yapıyı” tasfiye bahanesinin ardına sığınılarak hazırlanan bu değişiklik tasarısı, “Yargıtay’ı AKP’lileştirme” operasyonudur. 2010’daki Anayasa değişiklikleriyle, Yargıtayın daire sayısını, yargıç atamalarını, birinci başkan ve genel sekreter seçimini düzenleyen, kıdem sürelerini aşağı çeken kendileridir. O zaman da HSYK tarafından Yargıtay’a yapılan atamalar sonrasında, başkanlık seçimlerinde blok olarak hareket eden bir grubun varlığı ortaya çıkmış, hükümet aksine “Alevi yargıçların Yargıtay’daki hakimiyeti” iddiasını gündeme getirerek bu oylamalardan memnun kalmıştı. Şimdi ikinci büyük tasfiyeye hazırlanılmaktadır. Başta Rüşvet ve Yolsuzluk operasyonu davaları olmak üzere, alt kademe mahkemeleri, savcıları, yargıçları ayarlayan Başbakan ve AKP iktidarı, her türlü olasılığa karşı, fire vermemek için nihai karar mahkemesi olan, temyiz aşaması olan Yargıtay’ı da “ne olur ne olmaz” düşüncesiyle dizayn etmektedir! MİT yasasında, Başbakana bağlı MİT Müsteşarı’na soruşturma açılması yetkisini Cumhurbaşkanına veren AKP, şimdi de zaten Cumhurbaşkanının uhdesinde olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı’nı seçme yetkisini 5 adayla sınırlamaktan vazgeçerek, “çoklu aday” yöntemine geçmek istemekte, bu yolla da siyasi partilere kapatma davası açmak da dahil pek çok yetkisi bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı bizzat kendi istediği doğrultuda belirleme adımını atmaktadır. 17 Aralık operasyonu ve 25 Aralık soruşturmasından sonra HSYK Yasası, Danıştay Yasası, İnternet Yasası, MİT Yasası, TİB Yasası ile peş peşe gelen ve şimdi de İnternet Medyası Yasası, Yargıtay Yasası ile devam eden bu adımların tek anlamı, tek hedefi vardır: Başbakanı ve AKP’li Bakanları, gelecekte Yüce Divan’da yargılanmaktan kurtarmak, yargıyı, medyayı ve diğer kurumları tahakküm altına alıp, dikensiz gül bahçesine çevirmektir! ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 23 ARTIK ÜLKEMİZDE OLANLAR KARŞISINDA TOPLUMSAL, ULUSAL VE SİYASAL DUYARSIZLIK, ÜLKENİN GÖTÜRÜLMEK İSTENDİĞİ SÜREÇLE İLGİLİ KAYGISIZLIK ÖYLE BİR NOKTAYA GELDİ Kİ, SORGULAMAYAN, İLGİLENMEYEN BİR ÜLKE DURUMUNA DOĞRU GİDİYORUZ. Öcalan’ın çağrısıyla Diyarbakır’da toplanan “Demokratik İslam Kongresi” ve açıklanan 15 maddelik sonuç bildirisinin içeriği, talepler ve hedefler, bu açıdan dikkatle değerlendirilmelidir. Geçtiğimiz hafta sonu ülkemizde ilk kez bir toplantı gerçekleştirildi. İmralı’daki Abdullah Öcalan’ın, Çözüm Süreci ile ilgili yol haritasında dile getirdiği aşamalardan birisi olan “Demokratik İslam Kongresi” düzenlenmesi çağrısı, böylece filen hayata geçirilmiş oldu. Öncelikle adına baktığımızda Demokratiklik ve İslamiyetin uyumlulaştırılmak istendiği anlaşılan Kongre’nin sonuç bildirinde yer alan 15 maddelik talepler ve hedeflerin içeriği ise bize farklı mesajlar veriyor. Cumhuriyeti kuranların dinle devleti ayırma, Laik Cumhuriyet, Müslüman bir ülkede de demokrasinin yaşayabileceği yönündeki amaç ve hedeflerini bugüne kadar eleştiren, yıkmaya çalışan, küçümseyenlerin şimdi “Yeni Türkiye” kavramı ardından “Demokratik İslam” kavramını siyaset gündemine taşımaları bir hedefe yöneliktir. Öcalan’ın Demokratik İslam Kongresi çağrısı İmralı mektuplarını MİT’in denetim ve gözetiminde taşıyanlar tarafından açıklanmıştır. Bu çerçevede bu kongre aynı zamanda MİT’in ve AKP hükümetinin de desteklediği, olur ve onay verdiği bir kongredir. Yeni Türkiye kavramıyla, siyaseti Sünni-Hanefi İslam temelinde şekillendirme yönünde atılan adımları, yasallaştırma aşamasına geçildiğini daha önceki haftalarda yaptığım değerlendirmelerimde paylaşmıştım. Şimdi ise Kürt kökenli yurttaşlarımız arasında, bir İslamlaştırma, etnik kimlikler yerine, Mezhepsel benzeşmelerin ön plana çıkartılarak, ümmetleştirme sürecinin başlatılmak istendiği kanısındayım. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 24 Cumartesi-Pazar günleri Diyarbakır’da gerçekleştirilen ve iki gün boyunca yurtiçi ve yurtdışından 300’ü aşkın, İslam alimi, akademisyen ve uzmanın bir araya geldiği Kongre sonunda, 15 maddelik sonuç bildirisi yayınlandı. Bildiri de barış sürecinden, Abdullah Öcalan'ın hapsine, dini eğitimden kadına yönelik şiddete dair bir dizi çağrıda bulunuldu. Kürtlerin, yaşadığı topraklarda tarih boyunca din ve ümmet adına üzerine düşen her türlü sorumluluğu ve fedakarlığı yerine getiren halklardan biri olduğu belirtilen sonuç bildiri sinde, İslam toplumundan daha fazla sorumluluk alması isteniyor. Bildiri de "Kürtlerin karşı karşıya kaldığı otoriter laikçi, ulus devletçi, mezhepçi ve ırkçı saldırılar karşısında Ümmet’in de sorumluluk ve fedakarlık göstermesi gerekmektedir” deniliyor. Kongre katılımcılarının, İslami çevreleri de “sorumluluklarının farkına vararak, barış ve çözüm sürecine daha aktif katılmaya davet” ettiği bildiride, “Başta Türkiye ve Suriye olmak üzere İran ve Irak’ta da Kürt sorununun haklar ve adalet temelinde çözümü Müslümanların sorumluğundadır. Tüm toplumsal kesimlerin, cemaatlerin yanı sıra İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği gibi kurumların da sürece daha aktif katılması gerekmektedir” ifadeleri yer alıyor. Kadınlarla ilgili maddelerin de yer aldığı 15 maddelik bildiri de "Demokratik İslam Kongresi, eril zihniyetler ve iktidarlar tarafından, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, cinayet, çocuk evlilikleri ve her türlü egemen yaklaşımı reddetmektedir” deniliyor. Abdullah Öcalan’ın kongre açılışı için gönderdiği üç sayfalık mesajın “önemli bulunduğu” belirtilen bildiri de, “Barış sürecine daha etkin katılımı için Öcalan’ın özgürlüğünü dualarımızla destekliyor ve istiyoruz” denildi. Kongre'de Medine Sözleşmesi’ne de vurgu yapıldı. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 25 Medine Sözleşmesi'nin Medine’de yaşayan tüm grupların hak ve hürriyetini garanti altına aldığı belirtilirken “sorunların çözümünde diyalog, müzakere, istişare ve anayasal düzenlemeler çerçevesinde Medine Sözleşmesi model olmalı” önerisinde bulunuldu. Bildiri de ayrıca barışın kalıcı hale gelmesi için “ivedilikle yasal düzenlemelerin, Medine Sözleşmesi’nin müzakere yöntemleri de dikkate alınarak hayata geçirilmesi” gerektiğinin altı çizildi. Sonuç bildirisinde, Diyanet’in din ve inançlar üzerindeki tekelinin kabul edilmediği de vurgulanarak, Dini eğitim ve öğretimin, başta medreseler olmak üzere, sivil topluma bırakılması ve bunun önündeki tüm engellerin kaldırılması isteniyor. Çalışmalarını yoğunlaştırarak devam ettirme kararı alan kongre, çalışmaların daha sistematik ve sürekli hale getirilmesi için bir heyet de görevlendirerek Demokratik İslam Kongresi’nin kalıcı bir şekilde “kurumsallaştırılması” kararını aldı. Hatırlarsanız, 2013 Newroz’unda, Diyarbakır’da Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği belirtilen bir mesaj okunmuştu. Öcalan mesajında diyordu ki; “Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır” Yani bu topraklarda birlikte yaşamı demokratik toplum, anayasal eşitlik, bölgesel farklılıkların ortadan kaldırılması çabaları, etnik farklılıkların eşitsizlik nedeni olmaması gibi amaçlardan ziyade, “İslam Bayrağı altındaki ortak yaşam” temelinde ön plana çıkarttı. Yine hatırlarsanız bu mektubun okunmasından sonra yapılan yorum ve analizlerde, mektuptaki uslubun Öcalan’ın bugüne kadarki üslup ve tarzıyla, söylemiyle bağdaşmadığı, “birileri tarafından kaleme alındığı” tezleri gündeme gelmişti. Gerçekten de Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü için birdenbire İslam’a yönelmesi, İslam Bayrağı altında kardeşlikten söz etmeye başlaması, Demokratik İslam Kongresi’nin toplanmasını istemesinin anlamı ve birden ortaya çıkan bu çizgi değişikliğinin nedeni ne olabilir. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 26 Kanımca bu metin Öcalan adına yazıldı. AKP’nin dinsel içerikli siyaseti, Kürt sorununun çözümü için de bir model olarak ortaya konuluyor. Öcalan’ın daha önce demokratik çözüm, anayasal özgürlüklerin güvencesinden söz ederken, şimdi “Medine Sözleşmesini” öne çıkartması, anayasanın da önünde ve üzerinde bir yere koyması dikkat çekici. PKK’nın Kongre’ye destek vermemesi, BDP’nin İslamcı milletvekili Altan Tan’ın kongreye çağrılmaması, sorulması gereken sorular! Bu çerçevede Diyarbakır’daki Demokratik İslam Kongresi bir İmralı-AKP organizasyon ve Başbakan Erdoğan-Öcalan ittifakı olarak görünmektedir. BDP-HDP yerel seçimlerde bekledikleri oyu alamadıkları düşüncesiyle sanırım, şimdi cemaatlere, dinsel politikalara, İslamcı yaklaşımlara da açılarak oy artırmaya yönelmektedir. Sonuç bildirisinde dini eğitimin serbestleştirilmesi, medreselere izin verilmesi talebi dikkat çekicidir. Kadın haklarının İslamiyette değil, Cumhuriyet ve demokrasiyle gelişip çağdaşlaştığı ortada iken, kadınlara yönelik bildiride yer alan ifadelerde ve çağrılarda din eksenli olarak kadın sorunlarına çözümün önerilmesi yaklaşımın ne olduğunun da göstergesidir. Bu açıdan Diyarbakır’daki bu kongrenin yapılanışı, davetlileri, konuşmaları, sunulan bildiriler ve sonuç bildirisindeki 15 maddelik talepler yakından incelenmeli, analiz edilmeli, yakın dönemde Çözüm Süreci’ne yönelik olarak gündeme geleceğini düşündüğüm siyasi ve dini eksenli süreçlerin varacağı aşamalar bugünden öngörülmelidir. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 27 Sonuç bildirisindeki şu üç maddeye ise özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Buradaki taleplerle, ifade edilmek istenen çerçeve ile ÖcalanErdoğan ittifakının gerçekliği ne derecede örtüşmektedir? 1. İslam’ın temel öğretisi ve siyaset tecrübesi farklı etnik gruplara, inançlara, dinlere ve kültürlere eşit yaklaşma üzerine kuruludur. Bu kapsamda, Türkiye’de başta Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler olmak üzere, tüm grupların hassasiyetleri gözetilerek; temel hak ve hürriyetleri Anayasal düzeyde de garanti altına alınmalıdır. 2. Kur’an’da idareci vasıfları övülürken, hem de bir kadın yönetici üzerinden adil olma ve istişare önerilmektedir. Dolayısı ile kadının, topluma eşit katılımı tüm toplumsal sorunların çözümü için vaz geçilmezdir. Kongremiz, bu bilinç ve anlayışla, kadınların tüm alan ve konumlarda özgün, özerk ve eşit temsiliyetini kabul etmekte ve tanımaktadır.” 3. Kongremiz, iktidar ve devleti önceleyen Diyanet anlayışı yerine, toplumu önceleyen sivil ve çoğulcu İslam anlayışını önemsemektedir. Diyanet’in din ve inançlar üzerindeki tekelini kabul etmemektedir. Oldukça anlamlı olarak değerlendirdiğim 15 maddelik bildiri içinde kanımca en önemli görülmesi gereken yukarıdaki üç madde, Başbakanın ve AKP zihniyetinin kesinlikle kabul edebileceği yaklaşımlar değildir. Ancak anlaşıldığı kadarıyla, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve ardından yapılacak Genel Seçimler öncesinde, AKP Kürt oyları için yeni bir “dinsel stratejik oyun” planlamaktadır. BDP-HDP’nin yukarıda kısaca özetlediğim yeni siyaseti ve yerel seçimlerdeki Öcalan tavsiyeli, AKP-BDP-HDP gizli ittifakı, kongrede görüldüğü gibi şimdi İslam temelinde genişletilmektedir. BDP-HDP’nin sol söylemi de bu kongre sonrasında iflas etmiş, kandırmacadan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. Kandil-KCK-PKK’nın Kongre sürecinde ve sonrasında sessiz kalması da dikkat çekicidir. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 28 BAŞBAKAN’IN YENİ TÜRKİYE’SİNDE BİR BAŞKA ADIMIN “CADI AVI” OLACAĞI BAŞBAKANIN, AFYONKARAHİSAR KONUŞMASIYLA TESCİL EDİLMİŞTİR. YARGI KURUMLARININ ETKİSİZLEŞTİRİLMESİ YÖNÜNDE ATILAN ADIMLARIN GERÇEK AMACININ BAŞLATILACAK BU CADI AVI’NDAN ÖNCE ENGELLERİN BERTARAF EDİLMESİ İÇİN OLDUĞU ANLAŞILMAKTADIR. Başbakan 17 Aralık’tan bu yana keskin bir üslup değişikliğine yöneldi. Açıklamaları, sözleri, ifadeleri, ithamları değişti. Paralel Yapı, Haşhaşiler, Ajanlar, Darbeciler vb. terimleri sıkça kullanır oldu. Kavramlarla siyaseti öne çıkartarak devlet içinde gerçekleştirilen bir AKP yapılanması, gözlerden kaçırılmaya, üzeri örtülmeye çalışılıyor. İnlerine girmekten söz eden Başbakan, Afyonkarahisar’daki açıklamalarında ise bu kez bir “Cadı Avı” başlatılacağını ilan etti. Geçmişte Hitler döneminde sosyalistlere, komünistlere ve Yahudilere yönelik başlatılan Cadı Avı’nın Almanya’yı ve dünyayı nereye getirdiği malumdur. ABD’de soğuk savaş döneminde Senatör McCharty’nin solculara yönelik başlattığı Cadı Avı ile özgürlükler ülkesi Amerika bir karanlık döneme girmiştir. Ülkenin önce gelen bilim adamları, sanatçıları, yazar-çizerleri, sendikacıları, işadamları, siyasetçileri, gazetecileri bu dönemin kurbanları konumuna gelmiştir. İsimsiz ihbarlarla, asılsız isnatlarla milyonlarca inansın yaşamı karartılmış, “vatan haini solcularla, komünistlerle, Sovyet ajanlarıyla” mücadele adı altında, baskı ve devlet terörü estirilmiştir. Şimdi anlaşılan Başbakan McCharty olmaya soyunmuştur. AKP medyasında her gün atılan manşetlerle insanlar suçlanmakta, yargıdaki operasyonlarla adalet güvencesi ortadan kaldırılmakta, polis devleti yapılanmasıyla topluma korku salınmaktadır. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 29 Yeni Türkiye’de yavaş yavaş varılmak istenen amaç ve hedefler ortaya çıkmaktadır. Başbakan “Düşman yaratıp, o düşmanla savaşmak” bahanesiyle, antidemokratik emellerine ulaşmaya çalışmaktadır. McCharty döneminin en belirgin karakteristik özelliği, “belge, bilgi, somut bulgular” olmaksızın “Tehlike” gibi geniş bir kavram üzerine inşa edilen korku siyaseti ile insanların gözaltına alınıp tutuklanması, yargılanmasıdır. Erdoğan ile McCarthy arasında bu yönden müthiş benzerlikler bulunmaktadır. Başbakanın Gezi olayları sırasında ortaya attığı “Camide içki içtiler, başörtülü kadını taciz ettiler” benzeri iddiaları bugüne kadar kanıtlanamadı. Benzer şekilde, 17 Aralık operasyonundan bu yana ortaya attığı paralel yapılanma ile ilgili somut belge bulgu sunamadı. Montaj-dublaj dediği kasetlerle ilgili bu iddiasını kanıtlayacak adımları atmadığı gibi sürekli bunları yinelemekle yetindi. AKP ve kendisine yönelik “darbe” olarak nitelendirdiği yolsuzluk-rüşvet soruşturmasıyla ilgili bu iddiasını kanıtlayacak somut bulguları ortaya koyamadı. Dolayısıyla Başbakan ile McCharty arasındaki bu benzerlikler gittikçe çoğaldı. McCarthy de sürekli olarak "vatan hainliğinden" ve "casusluktan" “devletin içine sızmış tehlikelerden” söz ederdi. Düşman McCarthy’ye göre, alkolikler arasına, eşcinseller arasına, işçiler ve sinemacılar arasına, dışişleri bakanlığı ve yüksek yargıya, mahkemelere sızmıştır. Ta ki tehlikenin ve düşmanın “ABD ordusu içine de sızdığını” iddia edip soruşturma başlatmaya kalkınca komisyon başkanlığı görevinden alındı. Bir daha da seçilemedi. Sonrasında hayatlarını kararttığı insanlar tarafından açılan davalarda, yapılan soruşturmalarda ise önce sürdüklerinin tümünün “asılsız, gerçek dışı, uydurma ve düzmece” olduğu ortaya çıktı. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 30 Medyayı, gazetecileri suçlama tehditleriyle, medyayı sindirerek, asılsız açıklamalarını manşetlere taşıttı. O dönemde yapılan kamuoyu yoklamalarında, asılsız suçlamalarına hiçbir kanıt gösterememesine karşın, halkın yüzde 50'sinin ona inandığı ortaya çıktı. McCarthy'nin yarattığı korku atmosferiyle iktidara gelen ve uzun süre iktidarda kalan Cumhuriyetçiler, iktidarları boyunca, devletin tüm olanakları ellerinin altında olmasına karşın, tek bir casus, ajan bile bulup mahkûm ettiremedi. Tıpkı 17 Aralık’tan bu yana Başbakanın yaptığı, yapmak istediği gibi. Planlanan Cadı Avı da bu şekilde olacaktır. Bugün McCharty karanlık bir adam ve onun dönemi ABD’nin “karanlık ve korku dolu dönemi” olarak anılıyorsa, McCharty’yi kimse hatırlamıyorsa, Başbakanın da akıbeti aynısı olacaktır! BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANINI “EDEPSİZLİKLE” İTHAM EDEN, DAHA SONRA DA BUNLAR “DEVLET PROTOKOLÜ NEDİR BİLMİYOR” DİYEN BAŞBAKAN KENDİSİ ÇOK EDEPLİ Mİ DAVRANDI? KENDİSİ PROTOKOLE UYDU MU? ASIL SORULMASI GEREKEN SORU BUDUR. Danıştay’ın 146. Kuruluş Yıldönümünde ülkemizde utanç duyulacak bir olaya tanık olduk. Başbakan tüm devlet erkânının bulunduğu salonda Türkiye’nin en büyük yargı ve sivil toplum örgütlerinden birisi olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı (TBB) Prof. Metin Feyzioğlu’nu “edepsizlikle, terbiyesizlikle, yalan söylemekle” itham etti. Canlı yayınlanan törende kameraların önünde, milyonlarca yurttaşın gözünde kendisini yönetmekten, hislerine hakim olmaktan ne kadar uzak olduğunu, demokratik tahammülün, eleştirel tahammülün ne kadar uzağında bulunduğunu gösterdi. Feyzioğlu’nu edepsizlikle suçlamakla kalmadı, sonrasında yaptığı açıklamalarda da Feyzioğlu’nu “devlet protokolünü bilmemekle” suçladı. Bu olay neresinden tutsanız elinizde kalacak, hiçbir savunması, mazereti olmayacak bir olaydır. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 31 Başbakanın sarfettiği sözler devlet adamlığıyla, Başbakanlık unvanı ve makamıyla, edeple bağdaşacak sözler değildir. Protokole gelince Cumhurbaşkanı devlet protokolünün en üst kişisidir. Cumhurbaşkanının olduğu bir yerde Cumhurbaşkanı o mekanı terk etmeden, orası terk edilmez. Başbakan, önce Cumhurbaşkanını kolundan çekerek gitmeye iknaya çalışarak, sonra da Cumhurbaşkanı diğer protokol ile vedalaşırken onu beklemeyip salondan çıkarak, yani salonu Cumhurbaşkanından önce terk ederek kendisi protokolü bilmediğini göstermiştir. Cumhurbaşkanı daha önce verdiği bir mülakatta Erdoğan ile ilişkileri konusunda, Başbakanın sıkça sinirlendiğini, bu gibi durumlarda, onu sakinleştirmeye çalıştığını, uyardığını, hatta masa altından ayağına bastığını ifade etmişti (Bkz. 3 Temmuz 2006 Hürriyet Gazetesi) Yani huylu huyundan vazgeçmiyor. Cumhurbaşkanı Danıştay töreninde de Başbakanı kolundan çekerek sakinleştirmeye çalıştı ancak başarılı olamadı. 40 yıllık arkadaş bile olsalar, bir Başbakan-Cumhurbaşkanı ilişkisine sığmayacak, yakışmayacak tavırlar sergiledi. Cumhurbaşkanı da bu tavra uyarak kendi konumu ve itibarının sorgulanmasına neden oldu. Ülkenin en üst iki yöneticisinin bir Yüksek Yargı Kurumu töreninde sergiledikleri bu tavır, tüm dünyanın gözünde ülkemizi bir kez daha sıkıntıya soktu. Anayasa Mahkemesi’nde yaşananlardan sonra, Danıştay’da daha da ileri noktaya varan bu tutum, Başbakanın demokrasi, eleştiri, farklı fikirlerin ifadesi, yargıya saygı, savunma hakkına saygı konusundaki gerçek zihniyetini ve anlayışını açığa çıkartması açısından ibret vericidir. Başbakanın dile getirdiği, iddia ettiği sanal veya somut tehditlerin ötesinde bizzat Başbakanın kendi varlığı ve başında bulunduğu iktidar ülkemiz, insanlarımız, geleceğimiz açısından tehdittir. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 32 ÖNCEKİ GÜN SOMA’DA ÖZELLEŞTİRİLEN BİR MADEN OCAĞINDA YER ALTINDA MEYDANA GELEN TRAFO PATLAMASINDA, 245 İŞÇİMİZ YAŞAMINI YİTİRDİ. HÜKÜMET “ŞEHİT MADENCİ” SAVUNMASI YAPIYOR. İŞ SAĞLIĞI, İŞ GÜVENLİĞİ SİSTEMİNİ DE ÖZELLEŞTİRENLER, PARAYLA RAPOR SATTIRANLAR BU VEBALİN ALTINDAN KALKAMAZ. Geçen yıl günde ortalama 4 işçi olmak üzere 1235 işçi yaşamını yitirdi. Bunun adı iş kazası değildir. AKP iktidarı döneminde Türkiye iş kazalarında ölümlerde ve sakatlanmalarda da Avrupa ve dünya rekortmeni oldu. İş kazalarında, Avrupa’da birinci, Dünyada ise üçüncü sıradayız. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporuna göre iş güvenliğinde dünyada 80. sıradayız. Pek çok Afrika ülkesinin de gerisindeyiz. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporuna göre, dünyada her yıl 250 milyon iş kazası oluyor; her gün 5000 kişi iş kazalarında yaşamını yitiriyor. Rapora göre, ölümlü iş kazaları açısından Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sıradayız! Bu raporlardaki istatistiklere göre; Türkiye’de her iş saatinde 32 iş kazası gerçekleşiyor. Her 80 dakikada bir işçi sürekli iş göremez duruma geliyor. Her 2 saat 40 dakikada bir de bir işçi iş kazası sonucu ölüyor. Çalışma Bakanlığı İş Müfettişleri İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın Raporu’na göre en fazla ölümlü iş kazalarının yaşandığı sektör inşaat, ikinci sektör ise kömür madenleri. Hükümet hemen şehit edebiyatına sarılıyor. Şehit madencilerin ailelerine baş sağlığı diliyor. İş kazalarını, iş cinayetleri “şehitlik” kisvesi ardında yüceltilmeye, sorgulanması, soruşturulması, hesap sorulması engellenmeye çalışılıyor. Şirketin namı lekelenmesin diye “özel bir şirkete ait maden ocağı” ifadesi kullanılıyor. Oysa bu şirket 7-8 yıl önce bu kömür ocağını özelleştirmeden ucuza kapatan Soma Holding. Maden faciasının meydana geldiği ocak ise bu holdinge bağlı pek çok kömür madeni ocağından birisi olan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 33 TKİ’nin kömür sahalarının rödovans (sahanın iletilmesi) yöntemiyle ve “kömür paylaşımı” esasına göre özelleştirilmesi sonrasında saha Soma Holding’e devredildi. TKİ’ye ait sahaların özelleştirilmesi, kömür paylaşımı yöntemiyle işletmelerin, madenlerin devri sayesinde AKP yıllardır “bedava kömür dağıtımı” yaparak oy topluyor. TKİ’den devralınan sahaları işletenler, taahhüt ettikleri kömür paylaşımını tutturabilmek ve aynı zamanda da kâr elde etmek için, TKİ döneminde 20 işçinin yaptığı işi 4-5 işçiye yaptırarak, emek yoğun bu iş kolunda kazançlarını katlıyorlar. Başbakan, “bu işin fıtratında var” diyerek Soma Faciası’nı önemsizleştirmeye, “bunlar olağan şeyler” diyerek katliamı küçümsemeye çalışıyor. Yine soru soran gazetecileri azarlayarak, gerçeklerin sorgulanmasını önlemeye çabalıyor. En yakını 1963 tarihli olan, 1863’te İngiltere’den, yüz yıl önce 1914’te Japonya’daki maden kazalarından akıl tutulması yaratacak örnekler vererek yüzlerce madencinin ölümünü “doğallaştırmaya” çalışıyor. Daha 20 gün önce Manisa ve bölge milletvekili arkadaşlarımızın Soma Madenleri, kömür ocaklarında iş kazalarının çokluğu, ölümlü kazaların sıklığının araştırılması amacıyla verdikleri Meclis Araştırma Önergesi TBMM Genel Kurulu’nda AKP’lilerin oylarıyla reddedildi. İnsan hayatını bu kadar önemsiz ve değersiz gören bir siyasal iktidar görülmedi. Daha önce Zonguldak Karadon’da 30 işçi yaşamını yitirdiğinde dönemin Çalışma Bakanı “Çok güzel bir şekilde öldüler” demişti. Başbakan da “Otopsileri çok güzel yapılıyor, teşhis edilenler yakınlarına verilip, cenazesi köyüne gönderiliyor” diyor. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 34 Bu konuda sendikalara da büyük görev düşüyor. İşverenlerle sadece ücret pazarlığı yapan sendikacılık anlayışıyla iş cinayetleri önlenemez. Madende örgütlü Türk-İş’e bağlı sendika, işçilere sahip çıkacağına işvereni savunuyor. Sendika Başkanı “İşveren bu madene çok yatırım yaptı, diğer madenlere göre en iyi durumdaki ocaklardan birisiydi” diyor. En iyisi buysa Soma Holding’in diğer maden ocaklarındaki durumu düşünün. Yasalara göre iş kazalarında ölen işçiler “taşeron işçisiyse” asıl işveren bu ölümlerden de sorumlu değil. AKP iktidarının sendikasızlaştırma, örgütsüzleştirme, taşeronlaştırma politikalarıyla ölümlü iş kazalarında geldiğimiz nokta belirttiğim gibi Avrupa birinciliği ve dünya üçüncülüğü. Bakın bundan 35 sene evvel 12 Eylül ihtilalinin ilk iş olarak sendikaları kapattığı, toplu sözleşmeleri askıya aldığı, sendikacıları hapse attığı dönemde ülkenin nüfusu 50 milyon iken sendikalı işçi sayısı 2,5 milyondu. Bugün gelinen noktada ise TÜİK’e göre nüfusumuz 76 milyon, sendikalı işçi sayısı sadece 600 bin. Özelleştirmelerle satılan kamu kuruluşlarını alanların ilk yaptıkları iş çalışanları işten atma tehdidiyle sendikadan istifa ettirmek olduğu için bugün bu tablo ortaya çıkıyor. Almanya’da sendikalılaşma oranı yüzde 63, Finlandiya’da yüzde 70, İtalya ve Yunanistan’da yüzde 40. Ülkemizde ise yüzde 8! Bu tablonun bir diğer gerçek boyutu taşeronlaştırmadır. AKP iktidara geldiğinde, 2002’de taşeron işçisi sayısı 387 bindi. Şimdi 2 milyon 123 bin! SGK ve Çalışma Bakanlığı istatistiklerine göre 2013’te, 106’sı kadın olmak üzere, 1235 işçi iş kazalarında öldü. Yani günde 4 işçi hayatını kaybediyor. Bunların çoğu, sendikasız ve taşeron işçiler. Yine bu ölen 1235 işçiden 56’sı 18 yaşın altında çocuk işçiler. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 35 2014’ün dört aylık döneminde ise iş kazalarında yaşamını yitirenlerin sayısı 276’dır. Hükümet için bu yüz karası bir tablodur. Hesap verilmesi gereken bir tablodur. Çalışma Bakanının, “Ölü sayısı önemli değil” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın hemen istifasını gerektiren bir tablodur. Kömür paylaşımı esaslı TKİ özelleştirmeleriyle, özel sektöre devredilen bu ocaklarda, çok düşük ücretlerle çalıştırılan işçilerin sırtından elde edilen ilave üretim, “bedava kömür” dağıtımı yoluyla AKP iktidarının oy toplama aracı haline getirildi. Asıl vahimi, çıkartılan İşçi Sağlığı İş Güvenliği yasası değişikliğiyle, bu bakımdan yapılan işyeri denetimleri de özelleştirildi. Yasa ile işyeri hekimi, mühendis, teknik eleman ve diğer sağlık personeline verilecek eğitim hizmetleri, dışarıdan satın alma yoluyla, ticari danışmanlık hizmetlerine dönüştürüldü. Bu denetimleri yapmak üzere, binlerce kişiye merkezi bir sınavla lisans verildi. İşçilerin sağlığı, iş emniyeti, işyerlerinin denetimi bu kişilere emanet edildi. Para karşılığı işyerine bile gitmeden verilen raporlardan söz ediliyor. Gelinen noktada ortaya böylesine korkunç ve en geri Afrika ülkelerini bile geride bırakan bir iş cinayetleri tablosu çıkıyor. Bunlar tabi SGK’lı olan işçilerle ilgili veriler. Kayıt dışı istihdam edilen, kaçak çalıştırılan, sigortasız işçilerin ölümlü iş kazaları ve can kayıpları bu rakamlara dahil değil. Kaydı olmadığı için bilinmiyor. Asıl iş kazalarında sakatlanan, uzvunu kaybeden, çalışamaz-iş göremez duruma düşenlerin sayısının ne olduğu ise belirsiz. Böyle bir çalışma yaşamı tablosunu kabul etmek mümkün olmadığı gibi, sorumluların hesap vermesini talep etmek de ana muhalefet olarak sorumluluğumuzdur. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 36 SÜREKLİ OLARAK NEREDEN GELDİĞİNİ SORDUĞUMUZ ANCAK NE HÜKÜMETİN NE DE İLGİLİ KURUMLARIN YANIT VERMEDİKLERİ KAYNAĞI BELİRSİZ DÖVİZ GİRİŞLERİ ARTARAK DEVAM EDİYOR. TÜRKİYE CARİ AÇIĞININ YÜZDE 15’İNİ TEK BAŞINA KAPATMAKLA ÖVÜNEN RIZA SARRAF’IN AÇIKLAMALARINDAN SONRA BU DÖVİZ GİRİŞLERİ EKONOMİ AÇISINDAN DAHA ANLAMLI VE SORGULANMASI GEREKEN BİR DURUMU YANSITIYOR. Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre, Cari İşlemler Açığı Mart ayında 3 milyar 194 milyon dolar açıklandı. Buna karşılık kaynağı belirsiz döviz girişleri ise yeniden yükselişe geçti. 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması başladıktan sonra Aralık ayında kaynağı belirsiz döviz girişleri hız kesmiş, neredeyse sıfırlanma noktasına gelmişti. Son aylarda ve özellikle de Rıza Sarraf tahliye olduktan sonra ödemeler dengesi bilançosunun bu kaleminde yine hızlı yükselişler gözlenmeye başlandı. Merkez Bankası verilerine göre, yılın ilk üç aylık dönemde cari işlemler açığı 11 milyar 460 milyon dolara yükseldi. Aynı dönem itibarıyla "net hata noksan kalemi" olarak açıklanan kaynağı belirlenemeyen döviz girişlerinin toplamı da 6 milyar 625 milyon dolar düzeyine çıktı. Yani bu döviz girişi olmasaydı, cari işlemler açığı 18 milyar dolar olacaktı. Bu durumda Rıza Sarraf’ın yeniden cari açığı finanse etmeye başladığı anlaşılıyor! İran yetkililerinin açıkladığı, Katar’ın Suriye için Türkiye’ye 5 milyar dolar nakit ödeme yaptığına ilişkin bilgiler medyada yer almasına karşılık ne dışişlerinden ne ekonomi yönetiminden bu konuda bir yalanlama ya da açıklama gelmedi. Katar 5 milyar dolar hükümete “Suriye diyeti” ödüyorsa ve bunun için Türkiye, radikal teröristlere destek verip göz yumuyorsa, halkın bu gerçekleri bilmesi gerekir. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 37 Nijerya’da 200’den fazla lise öğrencisi genç kızı kaçıran El Kaide bağlantılı Boko Haram örgütünün silahlanmasında hangi ülkelerin payının olduğu uluslararası medyada tartışılırken yine Türkiye’nin ismi gündeme getirilmektedir. Bu acımasız, insanlık dışı, din adına, İslam adına savaştıklarını söyleyen bu canilerle Türkiye’nin, AKP hükümetinin nasıl bir bağı olabilir, kabul edilemez. Güya İslam Devleti kurmak adına eğitim kurumlarını yakıp yıkan, genç kızları kaçırıp, köleleştiren, zorla dini nikah kıyıp örgüt militanlarıyla evlendiren bu örgüte paranın TÜRKİYE ÜZERİNDEN KATAR TARAFINDAN GÖNDERİLDİĞİ yazılıp söylenmektedir. Ayrıca 17 Aralık soruşturması sonrasında gündeme gelen ses kayıtlarından birisi THY Genel Müdürünün Özel Kalem Müdürü ile Başbakanın Başdanışmanı arasında geçen ve yalanlanmayan bir konuşmaya aittir. Bu konuşma kaydında, Başbakan Başdanışmanı Mustafa Varank, THY Özel Kalem Müdürü Mehmet Karakaş telefonda konuşmaktadır. THY’den Müdür Karakaş, Başbakan Başdanışmanı Varank’a “THY uçaklarında onlarca malzeme taşıyorum, Nijerya’ya gidiyor şu anda. Müslümanları mı öldürecek Hıristiyanları mı öldürecek vebal altındayım” demektedir. THY Genel Müdürlüğü her ne kadar Nijerya’ya silah taşınmadığını açıklasa da doğaldır ki “Evet taşıyoruz, Boko Haram’a silahları biz götürüyoruz” diyecek hali yoktur. Ancak başa dönecek olursak, ödemeler dengesi bilançosundaki kaynağı belirsiz dövizdeki artış, bu şaibeli paraların nereden geldiğinin belirsizliği ve hükümetin suskunluğu dikkat çekicidir. İran’ın Katar’dan Türkiye’ye gönderilen 5 milyar dolarla ilgili olarak da hükümetin sessiz kalması düşündürücüdür. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 38 THY Özel Kalem Müdürü’nün “Nijeryaya malzeme götürüyoruz, Müslümanları mı öldürecek, Hristiyanları mı, vebal altındayım” demesine de bir yalanlama yapılmamıştır. Hükümetin ekonomiyi ayakta tutmak, döviz açığını kapatmak için bu ve benzeri kara paralara, şaibeli ve kaynağı belirsiz paralara kapıları açması karşılığında kendisinden istenilenler nedir? Neyin karşılığında ne yapılmaktadır. Bu konuda hükümetin üzerine daha fazla gidilmeli, olanlar açığa çıkartılmalıdır. Avrupa’nın en büyük havayolu olmakla filosunu büyütmekle övünülen THY’nin 200 milyon TL’yi aşan rekor zarar açıklaması, “gizli görev” olarak kendisine verilen dünyanın öbür ucuna, Afrika’ya, Nijerya’ya bu bedava malzeme taşımalarının faturası mıdır? ABD İLE AB ARASINDA YÜRÜTÜLEN TRANSATLANTİK SERBEST TİCARET BÖLGESİ ANLAŞMASININ (STA) ARDINDAN AB-JAPONYA STA’SININ DA 2015’TE TAMAMLANACAĞI AÇIKLANDI. TÜRKİYE EKONOMİSİ AÇISINDAN CİDDİ BİR KAYIP VE DARBENİN HAYATA GEÇİRİLMESİ SÖZ KONUSUDUR. Avrupa Birliği ile Japonya arasındaki müzakerelerde 2015'e kadar bir serbest ticaret anlaşması (STA) imzalama hedefinde mutabakata varıldığı açıklandı. Geçen hafta Japonya Başbakanı Şinzo Abe, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ile Brüksel'de bir araya geldi. Japonya Başbakanı Abe, Güneydoğu Asya-Trans Pasifik serbest ticaret bölgesi oluşturulması konusunda, AB ile olabildiğince hızlı bir biçimde uzlaşmaya varmak istediklerini söyledi. Abe, 2013 yılında başlayan müzakerelerin 2015'te tamamlanmasının Japonya tarafından istekle desteklenen bir hedef olduğunu ifade etti. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 39 AB Komisyonu Başkanı Barroso da “müzakerelerin hızlandırılmasını” isterken, Japonya ile “çok iddialı” bir STA imzalayacaklarını açıkladı. Barroso, imzalanacak anlaşmanın ticaretin önündeki gümrüklerin yanı sıra diğer engelleri de kaldırması gerektiğini dile getirdi. Avrupa Birliği, anlaşma sonucunda Japonya'ya yapılacak ihracatın üçte bir oranında artmasını hedefliyor. Bunun Avrupa Birliği'ne yüzde 0,6 ila 0,8'lik bir ek ekonomik büyüme getirmesi bekleniyor. Japonya ise AB ile ticarette Güney Kore ve Çin’in önüne geçmek istiyor. Daha önce ABD ile yürütülen Transatlantik STA’sı ile ilgili olarak ayrıntılı bir şekilde dile getirdiğim gibi, Gümrük Birliği anlaşması nedeniyle AB’nin imzaladığı her STA Türkiye ekonomisi için yeni bir darbe işlevi görmektedir. Dünyanın en gelişmiş 7 ekonomisinden birisi olan Japonya ile AB arasında önümüzdeki yıl imzalanacak bir STA’nın da bu darbeleri daha da ağırlaştıracağından kuşkunuz olmasın. Hükümet ise bu konuda hâlâ AB ile yeni pazarlık ve koşulları müzakere etmek yerine olanlara seyirci kalmayı sürdürmektedir. Ne Ekonomi Bakanlığı’nın ne Dışişleri’nin ne de AB Bakanı’nın bu konuda bir fikirlerinin ve stratejilerinin olmadığı anlaşılmaktadır. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 40 UKRAYNA’DAKİ GELİŞMELER VE RUSYA’NIN KRİZ NEDENİYLE G-8’DEN DIŞLANMASI BRICS ÜLKELERİNİN KONUMUNU DAHA ÖNEMLİ BİR NOKTAYA GETİRDİ. BRICS YENİDEN YAPILANMA VE ABD-AB’YE KARŞI ALTERNATİF EKONOMİK GÜÇ OLMA ARAYIŞINDA. Ukrayna krizi ve buna bağlı olarak ortaya konulan yaptırımlar çerçevesinde Rusya’nın G-8 ülkeleri arasından dışlanması, toplantılardan çıkartılması BRICS ülkelerinin konumunu daha önemli kılıyor. Bu konuda uluslararası alandaki ekonomik gelişmeler yakından mercek altına alınırsa BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti) yeni bir yapılanma ve ekonomik güç seçeneği olmaya hazırlandıklarını görüyoruz. Dolayısıyla kalkınmakta olan bu beş ülkenin oluşturduğu BRICS'te de dengeler Ukrayna krizi yüzünden değişeceğe benziyor. Rusya, Ukrayna politikası nedeniyle uluslararası arenada izole olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, BRICS'te liderlik koltuğuna bu yazdan itibaren Brezilya oturmaya hazırlanıyor. Kalkınmakta olan ve ekonomileri hızla büyüyen BRICS ülkelerinin ortak hedefi, Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel düzendeki ekonomik egemenliğini yıkmak. Mevcut küresel ekonomik sistemin gelişmektekalkınmakta olan ülkelerin zararına işlediği görüşü BRICS ülkelerinde egemen. Çin’in hedeflenenden çok önce ABD’nin elinden en büyük ekonomi unvanını alacağına dönük veriler somutlaşıyor. Ayrıca Ukrayna krizi nedeniyle ABD ve AB tarafından bazı siyasi ve ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalan Rusya’nın durumu da BRICS ülkelerinin “küresel ekonomik düzenin değişmesi gerektiği” yaklaşımlarını güçlendiriyor. İbero Amerikan Enstitüsü'nün araştırmalarına göre, Rusya ile ilgili yaşanan son gelişmeler, BRICS ülkelerinin yapılanmasında değişime yol açabileceğini gösteriyor. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 41 Rusya G8'den kalıcı olarak uzaklaştırılırsa, doğal olarak geçmişe oranla gücünü daha fazla ortaya koyacak başka öncü ülkelerle işbirliğine ihtiyaç duyulacak. BRICS ülkeleri Ukrayna'da olup bitenlere Avrupa Birliği'nden daha az müdahil oldular. Bu da Rusya açısından olumlu ve değerlendirilmeye açık bir gelişme. BRICS ülkeleri, 1945'ten sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin lehine oluşan küresel ekonomi güç dengesini, kalıcı olarak değiştirmek ve ABD'nin uluslararası arenadaki pozisyonunu etkisizleştirmede kararlı olduklarını dile getiriyorlar. Ukrayna gelişmelerinden sonra BRICS dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak için mücadele etme kararını daha da güçlü bir şekilde gündemine aldı. Özellikle Çin ve Rusya, ABD'nin pozisyonunu kalıcı olarak zayıflatmayı amaçlıyorlar. Buna karşın Avrupa, gelecekte daha az önemsenen, değeri düşen ve dünyada etkisi olmayan bir bölge olarak değerlendiriliyor. Rusya’nın karşı karşıya kaldığı yaptırımlardan sonra şu anki tabloda, BRICS ülkeleri içinde Brezilya'nın yıldızı parlıyor. Diğer dört ülke ile sürekli gelişen bir işbirliği içinde. 15 - 16 Temmuz tarihlerinde Brezilya’nın Fortaleza kentinde BRICS zirvesi düzenlenecek. Bu zirvenin en önemli gündem maddesi ise 100 milyar dolar sermayeyle bir kalkınma bankasının kurulması. Bu gelişmeler ABD'de hiç de hoş karşılanmıyor, ekonomik ve siyasi açıdan rahatsızlık yaratıyor. Brezilya’ya büyük ekonomik katkı sağlayacak olan, Dünya Bankası ve Dünya Yatırım Fonu'nun yeniden düzenlenmesiyle ilgili 2010 yılında alınan kararlar, Amerikan Kongresi'nden geçmedi. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 42 Son olarak eski CIA çalışanı Edward Snowden'ın telefon dinlemeleriyle ilgili ifşa ettiği bilgiler de eklenince Brezilya ile ABD arasında ipler kopma noktasına geldi. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rusef’in de ABD tarafından dinlendiği, ayrıca Brezilyalı Bakanların, ekonomik-siyasi-askeri kurumların üst düzey yöneticilerinin de dinlendiği ortaya çıktı. Brezilya’nın Çin'le yapılan ticaret sürekli artıyor. BRICS ülkelerinin arasındaki anlaşma uyarınca ikili ticaretler ulusal paralarla yapılıyor. Brezilya'nın Rusya ve Çin ile birlikte Afrika'ya yönelmesi Ukrayna krizi nedeniyle daha da hızlandı. Bu durum, ABD’nin YENİ AFRİKA STRATEJİSİ açısından rahatsızlık yaratıyor. Rusya'nın Ukrayna kriziyle giderek izole olması da diğer BRICS ülkelerinin Asya ve Afrika’ya yönelik adımlarının hızlanmasına neden oldu. SONUÇ OLARAK; Temmuz ayındaki zirve hem BRICS’in hem de Küresel ekonominin yeniden şekillenmesine, dengelerin, güçlerin, safların yeniden düzenlenmesine neden olacak. Türkiye açısından bu yeni süreçlere hazırlığın çok önemli olduğunu, ABD-AB ve AB-Japonya STA’ları gündemdeyken dev bir ekonomik seçenek olarak BRICS’İN TÜRKİYE AÇISINDAN YENİ FIRSATLAR SUNACAĞINI düşünüyorum. ERDOĞAN TOPRAK CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER VE BİLGİ NOTU 15 MAYIS 2014 43