iSTANBUL TicARET

advertisement
YAYıN
NO:
2005-7
iSTANBUL
TicARET
ODASı
İSTANBUL
TİCARET
ODASİ
DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ KARARLARI
VE 2005'TE İŞLETMELERE YANSIMALARI
Panel
30-11-2004
YAYIN NO: 2005-7
İstanbui, 2005
© Bu eserin yayın hakları Istanbul Ticaret Odası'na (ıTO) aittir.
Eser üzerinde 5846 sayılı FSEK tarafından saÇlıanan tüm haklar saklıdır. ITO'nun ve yazarın adı belirtilmek
koşuluyla eserden normal ölçüde alıntı yapılabilir.
ıTO ve yazarın yazılı izni olmadan eserin tamamı veya bir bölümü fotokopi, faksimile veya başka bir araçla
çoÇlaltllamaz, dağıtılamaz, elektronik ortamlarda ticari ya da başka bir amaçla kullanılamaz.
Istanbul Ticaret Odası: 08.03.04 DÜN
Dünya Ticaret Örgütü Kararları ve 2005'te
Işletmelere Yansımaları, Istanbul, 2005, 49 sayfa.
1.DÜNYA TICARET ÖRGÜTÜ
I.DTÖ KARARLARı II.URUGUAY MÜZAKERELERi
III.TARIM LV. SANAYI V.TARIFElERIN INDIRilMESI
VI.PANEl VII. ıTO
ISBN NO:975-512-942-1
Türkçe
Reşadiye Cad. Eminönü/istanbul
iTO BiLGi HATTı
(212) 4556161
www.ito.org.tr
iTO yayınları için ayrıntılı bilgi
Bilgi ve Doküman Yönetimi Şubesi'nden alınabilir.
Tel: (212) 4556329
Faks: (212) 512 0641
E. Posta: ito.yayin@ito.org.tr
Web: www.ito.org.tr
TASARıM
ÇAGDAŞSANAT
Tel: (212) 274 66 56
BASKı
PRivE GRAFiK & MATBAACIlIK SAN.vE Tic.lTD.ŞTI'
Tel:(212) 5273324-5263727-52647 12
Faks:(212) 511 1201
ONSOZ
Dünya Ticaret Örgütü'nün ( D T Ö ) 1986-1994 arasında süren Uruguay
Müzakerelerinde tarım dahil birçok sektörde miktar kısıtlamalarının sona
erdirilmesi konusunda taraf ülkelerin uzlaşması ve daha sonraki yıllarda
süregelen müzakerelerin ardından, 2001 yılında Katar'ın başkenti Doha'da
gerçekleştirilen Bakanlar Konferansında tarım ve sanayi ürünlerinde tarifelerin
indirilmesi ve tarife dışı engellerin azaltılması yönünde alınan kararların 1 Ocak
2005 tarihinden itibaren uygulanmasının kararlaştırıldığı malumlarıdır.
Sözkonusu kararlar doğrultusunda özellikle tekstilde kotaların kaldırılacak
olması Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünü huzursuz etmiş olup, kotalarda
korunma önlemleri olmaksızın gerçekleştirecek ticaret sonucunda Çin,
Hindistan ve Pakistan gibi emek fiyatının düşük olduğu ülkelerin ihracatının
artmasının ihracatçılarımızı, imalatçılarımızı ve dolayısıyla ülkemizi hem dış ve
hem de iç pazarlarda sıkıntıya sokacağı ve özellikle üretimde daralma
yaşanmasının kaçınılmaz olacağı, sektörün istihdam kapasitesinde ve döviz
gehrlerinde ciddi gerileme yaşanacağı endişeleri yoğunluk kazanmıştır.
DTÖ'nün son olarak 2004 yılı Ağustos ayında tarım ürünlerinde de gümrük
duvarlarını indirme kararı doğrultusunda bu ürünlerin pazara girişinde de engel­
lerin giderek ortadan kalkacak olmasıyla, yüksek maliyetlerle gerçekleştirebildiği­
miz tarım ve hayvancılık üretiminde zaten varolan sıkıntıların daha da ağırlaş­
masının kaçınılmaz olacağı ortadadır.
Bu bağlamda, 1 Ocak 2005 sonrasında ekonomimizin iki lokomotif sektörünün
ve dolayısıyla ülkemizin DTÖ kararlarından olumsuz etkilenmemesi için
gereken tedbirlerin neler olması gerektiği konularını ele almak amacıyla
Odamızca düzenlenen "Dünya Ticaret Örgütü Kararları ve 2005'te İşletmelere
Yansımaları" konulu bir panel gerçekleştirilmiştir.
Panelde dile getirilen görüş ve önerilerin derlendiği bu yayınımızın ilgililere ve
karar alıcılara yararlı olmasını diler, panele katkıda bulunan konuşmacılara ve
panelin düzenlenmesi ile yayınımızın hazırlanmasında emeği geçen Etüt ve
Araştırma Şubesi Uzman Yardımcısı Öykü Selimoğlu'na teşekkürlerimi
sunarım.
Dr. Cengiz Ersun
Genel Sekreter
AÇILIŞ KONUŞMASI
UĞURÇATBAŞ
7
ÎTO Yönetim Kurulu Başkan Vekili
BİRİNCİ OTURUM
Oturum Başkanı
Doç. Dr. Sadi UZUNOĞLU
11
KONUŞMACILAR
Prof. Dr. Vural SAVAŞ
12
Yeditepe Üniversitesi, iktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Aylin BEBEKOĞLU
17
Dış Ticaret Müsteşarlığı, Anlaşmalar Genel Müdürlüğü, Şube Müdürü
Süleyman ORAKÇIOĞLU
26
İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği
(İHKİB) Başkanı
Dr. Binhan OĞUZ
34
Strateko Ekonomik Araştırma ve Danışmanlık
İKİNCİ OTURUM
Sorular/Cevaplar
40
Yayın Listesi
49
AÇILIŞ KONUŞMASI
UĞUR ÇATBAŞ
İTO Yönetim Kurulu Başkan Vel<ili
Saygıdeğer konuklar, değerli konuşmacılar, sevgili üyelerimiz, basınımızın çok
değerli temsilcileri, İstanbul Ticaret Odası'na hoş geldiniz diyorum. Bugün
Dünya Ticaret Örgütü'nün almış olduğu kararlar doğrultusunda, 1 Ocak 2005
tarihinden sonra uygulamaların nasıl olacağını ve bu kararların ülkemize etkile­
rinin neler olacağını tartışmak üzere toplanmış bulunuyoruz.
Hepimizin de bildiği üzere Dünya Ticaret Örgütü, 2001 yılında Katar'm başken­
ti Doha'da bir Bakanlar Konferansı gerçekleştirmiştir. Bu toplantının sonucun­
da da tarım ve sanayi ürünlerinde tarifelerin indirilmesi, hatta sıfıra düşürülme­
siyle, tarife dışı engellerin azaltılması yada tamamen kaldırılması kabul edildi.
Aynı zamanda 2004 Ağustos ayında da Cenevre'de gerçekleştirilen toplantıda,
çiftçilere ve tarım ürünü ihracatına yönelik desteklerin sınırlandırılması ve ulus­
lararası tarım ürünleri ticaretinde gümrük duvarlarının indirilmesi yoluyla tica­
retin serbestleştirilmesi kararları alınmıştı. Tüm sektörleri etkilemesi beklenen
bu kararlar karşısında ülkemizin nasıl bir tutum izleyeceği, merak edilen sorun­
lar arasındadır. Birazdan konuşmacılarımız konuyu ayrıntılı olarak kendi taraf­
larından ele alacaklardır. Ancak, ben de önemli gördüklerime satır başlarıyla de­
ğinmek istiyorum.
Dünya Ticaret Örgütü kararları çerçevesinde, tekstil kotalarının da kaldırılacak
olması, özellikle Çin, Hindistan ve Pakistan gibi emek fiyatının düşük olduğu
ülkelerden gelişmiş ülkelere yapılacak olan ithalatın artmasına ve Türkiye'nin iç
pazarında daralmalara sebep olabilir. Tabii bizi en çok endişelendiren ülke Çin
olarak görülmektedir. Çünkü Çin'in böyle giderse, 2005 yılından sonra dünya
tekstil ve giyim sektöründe tekel haline gelmesi ve diğer ülkelerin yüksek oran­
larda pazar kaybına uğraması beklenebilir. Konuyla ilgili bildiğiniz üzere, İstan­
bul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İTKİB) öncülüğünde İstanbul
Deklarasyonunu yayınladık ve bu deklarasyona kısa sürede bir çok ülke destek
verdi. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği (İHKİB) Başka­
nı Süleyman bey de birazdan konuya değinecektir. Deklarasyon sonucunda
tekstilciler olarak Dünya Ticaret Örgütü'ne resmen başvurularak kotaların kal­
dırılmasının 2008'e ertelenmesi istenmiştir, ama artık top dünya ticaret örgütü-
ne atılmıştır. Dünya Ticaret Örgütü ya bu harekete kulak verip, tekelleşmeyi ve
haksız rekabeti önleyici tedbirleri alacak, ya da dünya ticaretinde yeni bir kaosa
kapıyı aralayacaktır.
Aynı şekilde Dünya Ticaret Örgütü tarımsal ürün ve hayvancılık ürünlerinin pa­
zara girişlerinin önündeki engellerin kaldırılmasını da istemiştir. Yani bu yaban­
cı ülkelerden tarım ve hayvancılık ürünleri ülkemize girerken, uygulanan güm­
rük engelleri ve kotaların kalkması gerektiği anlamına gelmektedir. Ancak Tür­
kiye'de yüksek maliyetlerle yapılan tarım ve hayvancılık karşısında bu gümrük
duvarlarını indirirsek, hayvancılık, et ve süt ürünleriyle buğday, tahıl ve bakliyat
ürünlerinde sorunlar yaşanacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.
Değerli konuklar, panelimizde 1 Ocak 2005 yılından sonra Türkiye'nin Dünya
Ticaret Örgütü kararlarından olumsuz yönde etkilenmeyerek, alacağı tedbirler­
le ilgili neler yapması gerektiğine ilişkin çözüm önerilerine ulaşılmaya çalışıl­
maktadır. Ben uzmanlara daha çok zaman ayırmak için, konuşmayı uzatmak is­
temiyorum. Değerli konuşmacılarımıza, hepiniz adına teşekkür ediyorum ve
sizler de İstanbul Ticaret Odası'nm paneline teşrif ettiğiniz için hepinize tekrar
hoş geldiniz diyor ve günün başarıh geçmesini diliyorum.
BİRİNCİ OTURUM
Oturum Başkanı: Doç. Dr. Sadi UZUNOĞLU
KONUŞMACILAR
Prof. Dr. Vural SAVAŞ
Yeditepe Üniversitesi, İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi
Aylin BEBEKOĞLU
Dış Ticaret Müsteşarlığı, Anlaşmalar Genel Müdürlüğü, Şube Müdürü
Süleyman ORAKÇIOĞLU
İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği
(İHKlB) Başkanı
Dr. Binhan OĞUZ
Strateko Ekonomik Araştırma ve Danışmanlık
Başkan- Doç.Dr. Sadi Uzunoğlu
Efendim ben de Başkanımıza özellikle bazı konuların altını çizdiği için teşekkür
ediyorum. Herhalde bugün en çok konuşulacak konuların başında hazır giyim,
konfeksiyon ve tarım gelecek. Dolayısıyla başkanımız da bunların altını çok net
bir biçimde çizdi.
Öncelikle böyle bir toplantıyı düzenlediği için İstanbul Ticaret Odası'na çok te­
şekkür ediyorum. Gerçi bir ayımız kaldı ama neyse ki böyle bir toplantı yapılıyor
ve biz bir ay sonra ne yapacağız, işletmeler nasıl etkilenecek diye tartışıyoruz.
Çünkü eskisi gibi olsak biz bu toplantıları 2005 yılında yapardık. Demek ki Tür­
kiye'de aslında bir şeyler değişiyor ve biraz yol alıyoruz. Yani en azından bir ay
öncesinden, 2 ay öncesinden artık ne olabilir diye planlamalara başlayabiliyoruz.
Şimdi öncelikle isterseniz bu kararlara nasıl geldik, nereden geldik diye kararla­
rın tarihsel sürecini bize sevgih hocamız Yeditepe Üniversitesi İktisadi İdari Bi­
limler Fakültesi'nden Vural Savaş açıklarlarsa, biz de konunun bizi nasıl etkileye­
ceğini çok daha güzel tartışmış ve yönlendirmiş olacağız. Lütfen bize nereden gel­
dik, nasıl geldik, konusunu öncelikle bir anlatırsanız hocam. Biz de niye bu ka­
dar geç kaldığımızı böylece öğrenmiş de oluruz sayenizde, buyurun efendim.
Prof. Dr. Vural Savaş
Yeditepe Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Teşekkür ederim sayın başkan. İstanbul Ticaret Odası'nın değerli yöneticileri ve
mensupları, sayın başkanın da belirttiği gibi, geç de kalmış olsak, çok önemli bir
ekonomik problem üzerinde bugün bir araya gelip düşünüyor olmamız, gelecek
için ümitlenmemizi sağlıyor. Yine sayın başkanımın da belirttiği gibi, bu otu­
rumda ilgili sektör temsilcileri ve hükümetimiz adına dış ilişkileri yöneten Ba­
kanlığımızın değerli temsilcisi aramızda bulunuyor. Onların kendi alanlarıyla il­
gili daha ayrıntılı bilgi vereceğini düşünerek, bu seminerde benim görevim, bu
güne nasıl geldiğimiz konusuna kronolojik açıdan bakmak olacak.
Ancak önce şu soruyu sormak istiyorum. Bugün bizlerin önüne konulan konu
bu şartlara nasıl uyacağız konusudur. Oysa ki, sadece Türkiye olarak değil, ben­
zer ekonomik durumda olan yüzlerce başka ülke ile birlikte, bizim sormamız ge­
reken sorunun şu olduğunu düşünüyorum "Neden biz bizim dışımızdaki birta­
kım örgütlerin empoze ettiği kurallara uymak mecburiyetindeyiz?". Bu, küresel­
leşme ortamında ulusal ekonomileri kendi otoritelerinin dışında ve daha büyük
bir güçle başkalarının idare ettiği bir dünyada yaşıyor olmamızın neticesinde bi­
zi düşündürmesi gereken bir soru. Öyle umuyorum ki, tartışmalar esnasında bu
konuyu açma fırsatını bulabilirim.
ikinci Dünya Savaşı bitmeden önce, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin
öncülüğünde iki uluslararası kongre düzenlendi bunlardan bir tanesi olan Bretton Woods'da yapılan toplantı idi ki bu başarıya ulaştı. Altın, döviz standardına
bağlı IMF'nin yöneticiliği altında bir dünya para sistemi kuruldu. İkinci ulusla­
rarası toplantı ise Jamiaka'da yapıldı ve o toplantıda uluslararası ticaret örgütü­
nün kurulmasına karar verildi. Fakat anlaşılmaz bir biçimde o zamanki Ameri­
kan başkanının bu anlaşmayı Amerikan Senatosuna sunmaması nedeniyle, bu
toplantı başarısız oldu. Sonrasında ise bu toplantıya katılan devletlerin 23 tane­
si 1947 yılında Cenevre'de bir araya gelip resmi niteliği olmayan ve bugün
GATT adıyla andığımız Gümrük ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaş­
ması adıyla bir organizasyon oluşturdular. GATT zaman içerisinde uluslararası
ağırlığı olan bir örgüt haline geldi ve dünya ticaretini düzenleyecek kararlar al­
maya başladı.
Ancak başlangıçta GATT'ın amacı sadece gümrük tarifelerini azaltmak ve tica-
reti kısmen serbestleştirmek iken, zaman içindeki toplantılarda GATT, gümrük
tarifeleri dışında, dünya ticaret sistemi önündeki kotalar, sübvansiyonlar ve bü­
rokratik engeller olmak üzere bazı engelleri de düzenlemeye başladı. Bu düzen­
lemeler giderek genişlemeye başlayınca, 1984 yılında Uruguay Round adı veri­
len toplantıda, dünya ticaretinin tüm unsurlarını kapsayan, servis ticaretinden,
tarım ürünleri ticaretine, tekstil ve giyim eşyalarından entelektüel mülkiyet hak­
kı dediğimiz, know how, patent, gibi hakların düzenlenmesine kadar bir dizi an­
laşma yapıldı. Uruguay Antlaşması bugün tartışacağımız ticaret antlaşmasının
da konfeksiyon ve giyim eşyası ve tekstil anlaşması ile tarım anlaşmasının da ilk
kararlaştırıldığı uluslararası kongredir. Yine Uruguay Round anlaşması içinde
GATT korunmakla birlikte örgütün adı Dünya Ticaret Örgütü'ne çevrildi. Dün­
ya Ticaret Örgütü GATT'ın müktesebatını aynen korudu ve yeni koruma alan­
larının ortadan kaldırılması için birtakım yeni sözleşmeler yaptı.
Bu sözleşmelerden bir tanesi, bugün konumuzu oluşturan tekstil ve giyim sana­
yi ürünleriyle ilgili anlaşmadır. Burada hemen şunu söylemek isterim, uluslara­
rası örgütlerin söyledikleri başka, anlaşmalarda yazılanlar başka, büyük devlet­
lerin uygulamaları ise tamamen başkadır. Burada kesinlikle karşımıza çıkan şey
şudur, eğer ekonomik ve siyasal güce sahipseniz uluslararası anlaşmaların dışı­
na da rahatlıkla çıkabilirsiniz. Nitekim bugün Amerika Birleşik Devletleri ve Av­
rupa Birliği bu imzalanan anlaşmaların dışına kolaylıkla çıkabilmektedirler.
Ama Türkiye gibi henüz bu olanaklardan yoksun olan ülkeler üzerinde de "Demokles'in Kılıcı" sallanmakta ve bu kurallara uymazsanız, size müeyyideler uy­
gularız denmektedir. Dolayısıyla adil bir dünya düzeni, batı literatüründe sık sık
kullanılan "fair trade" yani adil ticaret kavramı gelişmiş ülkeler için ne yazık ki
çok bağlayıcı görünmemektedir.
Diğer taraftan dikkatinizi çekmek istediğim bir başka nokta var. Dünya para sis­
temi, IMF'nin kontrolü altında, dünya ticaret sistemi ise Dünya Ticaret Örgütü'nün kontrolü altında. Bu iki kontrolün mantıksal gerekçesi, dünyada ekono­
mik istikrarı sağlamak, dünya ticaretinde liberasyonu ve serbest ticareti gerçek­
leştirmektir. Vaktiyle Sovyet Rusya'da komünist sistemi eleştirdiğimiz bir nokta
vardı. Bu nokta merkezi planlama idi. Merkezi planlamanın mümkün olmadığı­
nı, hiçbir bilgisayar sisteminin bu kadar kapsamlı verileri toplayamayacağım ve
bunları koordine edemeyeceğini söylüyorduk. Şimdi lütfen şu sorun üzerinde
düşünün. Dünya Ticaret Örgütü dediğimiz Cenevre'deki örgüt her ne kadar
200'den fazla hukukçu, bir o kadar iktisatçıyı istihdam ediyorsa da sayısı bugün
200'ü aşmış bulunan dünya devletlerinin hangi sorunuyla ilgili verileri toplaya­
bilir? Ve bunları o ülkelerin refahını artıracak şekilde yönlendirebilir? Kısacası
sorumu şöyle sorayım, bu gerçekten de bir serbest ticaret sistemi midir? Yoksa
Dünya Ticaret Örgütü'nün kurallarının egemen olduğu ve bu arada ulusal dev­
letlerin egemenlik gücünü gün ve gün kaybettikleri bir sistem midir? Ben ticare­
timi kendi ülkemin refahı ve insanlarımın istihdam olanaklarını artırmak için
kullanamayacak isem, serbest ticaretin benim ülkem açısından anlamı nedir?
Bu sorular bizi konumuzun dışına çekse de çok önemli olduğuna inandığım için
vurgulamaktan kendimi alamadım. Tekstil ve giyim anlaşması, sayın başkanımın
açış konuşmasında söylediği gibi, 1995-2005 yılları arasındaki 10 yıllık sürede 4
aşamada gümrük vergilerinin ve kotaların kaldırılmasını öngörmüştür. Bu süre
de 1 Ocak 2005 tarihinde bitecektir. Şimdi yine sayın başkanımın vurguladığı ko­
nu, bir Çin korkusu. Hatta Çin fobisi bütün dünya ülkelerini sarmış durumda­
dır. Gerçekten de Amerika Birleşik Devletleri'nin tekstil kotalarına baktığımız za­
man, % 14 payla Çin'in en büyük payı aldığını, bu tekstil ithalatında Türkiye'nin
dişe dokunur bir yeri olmadığını, giyim ithalatında ise Çin'in 2002 yıhnda % 20
ile en büyük payı aldığını Türkiye'nin ise % 10 ile ikinci sırayı aldığını söyleyebi­
liriz. Avrupa Birliği ülkelerine bu açıdan baktığımızda, Çin yine 2002 yıhnda %
16 pazar payıyla birinci durumda olduğu ve ne yazık ki giyim ithalatında Türki­
ye'nin Avrupa Birliği içerisinde ciddi bir ağırlığı olmadığını görüyoruz.
Peki, bu sözünü ettiğimiz tekstil ve giyim anlaşması uygulandıktan sonra, durum
ne olacaktır? Kısaca şu bilgiyi vereyim. Bu anlaşmadan önce, demin söylediğim gi­
bi, Çin % 16 payla Amerikan piyasasında birinci durumda, bu anlaşmadan sonra,
bazı araştırmalar Çin'in Amerikan giyim pazarında %50 pay ile birinci duruma
geleceği sonucuna varmıştır. Tekstil ithalatında ise bu anlaşmadan önce, Avrupa
Birliği ülkeleri %16 oranıyla başta gelirken, bu anlaşmadan sonra, Çin %18 ile
tekstil pazarında da en büyük payı almış olacaktır. Avrupa Birliğine baktığımız za­
man, anlaşmadan önce Çin giyim sektöründe, %18'lik payla birinci, Türkiye
%9'luk payla ikinci durumdadır. Anlaşmadan sonra, Çin %29'luk payla birinci
oluyor ve Türkiye %6'lık payla üçüncülüğe geriliyor. Tekstil ithalatında, Avrupa
Birliği pazarında Türkiye %13'lük payla birinci, ama bu anlaşmadan sonra, Tür­
kiye %1 gerileyerek %12 ile ikinciliğe düşüyor ve birinciliği Çin'e kaptırıyor.
Bu arada şunu vurgulamak istiyorum. Gerçi sektör mensubu arkadaşım, bu ko­
nuda çok daha aydınlatıcı bilgi verecek. Bu araştırmalar, sektörün üretim özel­
liklerinin aynen devam edeceği varsayımına dayalıdır. Teknolojik değişmeler,
bildiğiniz gibi, gerek tekstil, gerek giyim sanayi, son derece esnek üretim katalo­
guna sahip sektörlerdir. Üretilen mal çeşitlemesi, kullanılan malzeme çeşitlemesiyle Çin'in bu kadar egemen olmaması sağlanabilir.
Sayın başkanım, izin verirseniz kalan birkaç dakikamı da tarım sektörüyle ilgili
bir iki konuya değinerek tamamlamak istiyorum. Tarım ürünleri de ilk defa
Uruguay Anlaşmasıyla uluslararası ticaret düzenine, yani GATT düzenine en­
tegre edilmiştir. İlkönce bütün ülkelerin anlaşmanın imza tarihinde belli oran­
da tarım tarifelerini düşürmeleri, daha sonra gelişmiş ülkelerin daha yüksek dü­
zeyde, gelişmekte olan ülkelerin ise düşük düzeyde tarifelerini düşürmeleri ön­
görülmüştür. Ancak 1986-1988 yılları tarım ürünü ihracatı baz alınarak yapıla­
cak bu indirimlerde, gelişmekte olan ülkelere bir imtiyaz tanınmış, siz indirim­
lere girmeden önce istediğiniz kadar tarım ürünlerine uyguladığınız gümrükle­
ri yükseltin, bize bunları bildirin, indirimi bundan sonra yapacaksınız denmiş­
tir. Bu gelişmekte olan ülkelere tanınan büyük bir kolaylıktır. Ama ne var ki,
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği bu kolaylığı anlaşmanın dışına çı­
kararak gelişmekte olan ülkelerden çok daha fazla kullanmıştır.
Dolayısıyla sayın başkanım, konuşmamı başlarken sorduğum soruyla bitiriyo­
rum. Esas sorun, bizim dışımızda konan kurallara, nasıl uyacağız değil, bu ku­
rallara niye uymaya mecbur kaldığımız sorusudur. Teşekkür ederim.
Başkan-Doç.Dr. Sadi Uzunoğlu
Çok teşekkür ediyoruz efendim. Neden biz bizim dışımızdaki örgütlerin ortaya
koyduğu kurallar çerçevesinde hareket etmek zorundayız dediniz. Gerçekten ni­
ye zorundayız? Bunun yanıtını da aslında hocam kendisi vermişti. Ekonomik ve
siyasi güce sahipseniz, bu koşulların dışına çıkabilirsiniz diyordu. Demek ki bir­
takım sorunlar yaşıyoruz ve biz bu oyunu herhalde yönlendiren değil de, oyna­
yan taraf oluyoruz.
Şimdi şöyle yapalım. Biz bu oyunu gerçekten iyi oynuyor muyuz? İyi oynayamıyor muyuz? Bu soruların cevabını da Dış Ticaret Müsteşarlığı Anlaşmalar Genel
Müdürlüğü, Şube Müdürümüz Aylin Bebekoğlu hanımdan alalım. Bu anlaş­
maların boyutu nerelerde? Ne tip anlaşmalar yaptık? Gerçekten zorunlu muyuz,
esnekliklerimiz var mıdır? Anlaşma hazırlıkları nelerdir ve sizin gözünüzde bun­
lar bizim işletmelerimize nasıl yansıyacaktır? Yani işin diplomatik boyutların­
dan ziyade, daha çok bu oyunculukta biz ne yapacağız, yani bizim işletmeleri­
miz bundan nasıl zarar görecek veya yararlanacak? İlla ki hep zarar olmayabilir,
yarar da olabilir. Buyurun efendim.
Aylin Bebekoğlu
Dış Ticaret Müsteşarlığı, Anlaşmalar Genel Müdürlüğü, Şube Müdürü
Ben de öncelikle Dış Ticaret Müsteşarlığı'nı temsilen bu organizasyonda bulun­
duğumdan dolayı sizlere ve katılımcılara çok teşekkür ederim.
Vural hocamın konuşmasından sonra, Dünya Ticaret Örgütüyle ilgili birkaç şey
söyleme gereğini hissediyorum. Sonuçta uluslararası kuruluşlara karşı gerçekten
negatif bir bakış açısı var. Bu belki bir ölçüde doğru. Ama ben buna tamamen
katılmıyorum. Çünkü Dünya Ticaret Örgütü ticaretin kurallarını koyan bir ör­
güt ve kuralsız bir düzendense ülkelerin böyle bir sisteme dahil olmalarının hem
gelişmekte olan ülkeler hem de geUşmiş ülkeler için pozitif bir durum olduğu­
nu düşünüyorum. Bunu böyle düşünmemde en önemli unsur da Dünya Tica­
ret Örgütü'nü, örneğin bir OECD'den veya diğer uluslararası kuruluşlardan ayı­
ran fark olarak anlaşmazlıkların halli mekanizmasının olması ve bu sistemin
bağlayıcı olmasıdır. Bunu bir mahkeme sürecine de benzetmek mümkün. Bura­
ya şikayet edildikten sonra, ülke nihai analizde de bu mahkemenin kararlarını
uygulamak zorundadır. Bu süreçle de Avrupa Birliği olsun, ABD olsun birçok
kereler muhatap olmuştur.
Tabii bu sürece Türkiye çok iyi katılıyor mu, katılmıyor mu? DTÖ demokratik
bir örgüt müdür, değil midir? Bunların hepsi çok tartışılabilir konular. Ama bu
Roundla ilgili olarak süremiz kısa olduğu için şunu söyleyeyim. Öncelikle, Tür­
kiye Uruguay Round'dan farklı olarak buna daha fazla ilgi gösteriyor. Bunu hem
kamu için hem de özel sektör için söylemek mümkün. Çünkü sonuçta, özel sek­
tör içinde tartışılan, yaşanan sorunların müzakerelere taşınması lazım ki, pozis­
yon iyi belirlensin. Aynı şekilde, doğru ittifaklar içinde yer alınsın ki, maksimum
faydayı sağlayalım.
Ama tabii bir müzakere süreci için, bütün isteklerinizin de elde edilmesi müm­
kün değil. Çünkü Dünya Ticaret Örgütü dediğiniz zaman, bugün 148 üyeden
bahsediyoruz. 148 üyenin de konsensüs esasıyla, herkesin tamam diyerek, belli
noktalar üzerinde uzlaşması lazım. Burada ülkelerin ekonomik yapıları veya ön­
celikleri farklı olduğu zaman uzlaşıya çok kolay ulaşılamayacağını da görmek la­
zım. Ama tabii ki ne kadar çok bu sisteme katkı sağlarsanız, çalışmaları ne kadar
çok izler ve pozisyonunuzu oraya taşırsanız -diğer ülkelerden de tabii ki ortak
zemin bulmak kaydıyla- sizin sonuçları etkileme şansınız o derece artıyor. Ama
şunu da teslim etmek lazım. Ticaret içinde payı fazla olan birincil ticari partner­
lerin örneğin; Avrupa Birliği veya ABD'nin tabii ki karar sürecine farklı etkileri
oluyor. Bunu da kabul etmek lazım. Ama bu şu demek değildir ki, biz sadece or­
taya konan kararları uygulamak durumunda kalıyoruz. Hayır biz mümkün ol­
duğunca bu sürece katılmaya çalışıyoruz. Ve giderek de daha etkin olduğumu­
zu söylemek istiyorum. Ama tabii ki bu çok çabuk ve hızlı olmuyor. Bu bizim
altyapımızla da alakalı bir husus.
Kararlara dönecek olursak, daha önceki konuşmalarda da belirtildiği gibi bir
Doha süreci başladı. Bu çok taraflı bir round ve müzakere süreci olarak karşımı­
za çıkıyor. Bu sebepten dolayı çok da fazla konu var ve bütün konuların belli bir
zaman içinde sonuçlanması gerekiyor. İlk karar ortaya konduğunda bu tarih 1
Ocak 2005 idi. Ama şimdi öyle görülüyor ki, 1 Ocak 2005 itibariyle tüm konu­
larda DTÖ kararlarının gerçekleşmesi mümkün değil. Hatta şunu da söylemek
mümkün, son kararlar çerçevesinde bu süre 2005'in sonlarına kadar uzatıldı.
Doha'da başlayan süreç, bir paket halinde pek çok konuyu içeriyor. Bunun için­
de tarım da var. Tarım esasen bir müzakere süreci olmasa dahi, müzakere edil­
mesi öngörülen bir anlaşmaydı. Çünkü zaten Uruguay Round'da ülkeler 2000
yılına gelindiğinde yine bir müzakere turunu başlatmak üzere uzlaşmıştı. Bunun
ikinci ayağını hizmetler ticareti oluşturuyor ki, hizmetler ticareti Türkiye için
çok önemli bir konu. Bunun dışında Doha'da bunun yanına pek çok konu ek­
lendi ve hepsi bir paket olarak kabul edildi. Doha süreci sonrasında Cancun Ba­
kanlar Konferansı'na gelindi. Bir ara yol değerlendirmesi yapmak gerekiyordu.
Ancak, Cancun'da böyle bir uzlaşı zemini oluşmadı.
Bazı ülkeler çok farklı öncelikler yüzünden, yatırım, ticaretin kolaylaştırılması
ve kamu alımı gibi başka anlaşmaları gündeme getirmek istediler. Ama bir uz­
laşmazlıktan dolayı bir sonuca ulaşılamadı ve Cancun başarısız oldu. Ondan
sonra birtakım danışmalar, arabuluculuk faaliyetleri gerçekleştirilmesi ve gerek
Avrupa Birliği'nin gerekse ABD'nin biraz yumuşaması sonucunda münferit gi­
rişimlerle birlikte, Aralık 2003'e geldiğimizde en kısa sürede çalışmaların tekrar
başlanılması kararı alındı.
Ashnda bu doğru bir karardı, çünkü sistem tıkandığı zaman şöyle şeyler ortaya
çıkabiliyor. Cancun'da ülkelerin "acaba bölgesel hareketlere mi yönelsek, çok
taraflı sistem bizim ihtiyaçlarımıza cevap vermiyor, gelişmekte olan ülkeler bu­
na yeterince katılmıyorlar" gibi birtakım suçlamaları oldu. Gelişmiş ülkeler ta­
rafından, bu Round ilerlemezse -ki bundan gelişmekte olan ülkelerin de çok bü­
yük beklentisi vardı- biz bir şekilde ikili anlaşmalarla işimizi yürütürüz ve so-
nuçta sizler alacağınızı alamazsınız tavrı ortaya konuldu. Bu ortamda herkes bi­
raz yumuşadı diyebiliriz ve 31 Temmuz tarihine geldiğimizde bir çerçeve karar
metni çıktı. Çerçeve karar metni, bundan sonraki müzakere sürecinin ana nok­
talarını vermesine rağmen detay içermemektedir. Bu detaylar, 2005 yılı sonuna
kadar tartışılacak ve oluşturulacak olup halihazırda süreç devam etmektedir.
Bu çerçeve metnin içine baktığımızda Doha'da karar verilen tüm konuların
mevcut olduğunu görüyoruz. Ama bunlardan dördü daha problemli alanlar ol­
duğu için onlara özel bir önem atfedilmiş ve bu metnin içinde birer ek halinde
bunlara yer verilmiştir. Bunlardan bir tanesi tarım, diğeri sanayi ürünlerinde
pazara giriş. Bizim için de, DTÖ ve müzakere açısından da yeni bir konu olan
ticaretin kolaylaştırılmasının ucunda bir anlaşma var ve bunun müzakereleri
başladı. Bunun dışında bir de hizmetler ticareti bulunmaktadır. Çerçeve metne
baktığımızda, bizim açımızdan en hassas konunun dolayı tarım olduğunu söy­
lemek lazım. Türkiye'de tarım geleneksel usuller ağırlıklı olarak yapılıyor. İstih­
damın içinde çok büyük bir payı var. Buna karşılık gayri safı milli hasıladan da
ufak bir pay alıyor yani orantılı değil. Ama neler getiriyor. Neler götürüyor, şöy­
le bakalım. Tarımdan başlayalım isterseniz.
Tarım üç bacakla gerçekleşiyor. Birincisi, pazara giriş; bu çok basit anlamıyla ta­
rifelerin indirilmesidir. İkincisi, ihracat sübvansiyonları, üçüncüsü ise iç destek­
ler. Bu 3 konuda da yeni birtakım disiplinler getirilmesi planlanmıştır. İhracat
sübvansiyonu Uruguay Round'dan beri tartışılan bir konudur. Metne baktığı­
mızda ilk defa tarihi belirlenmemekle birlikte, gelişmiş ülkelerin ihracat sübvan­
siyonlarını belli bir tarihte kaldırmayı kabul ettiklerini görmekteyiz. Aslında bu
önemli bir gelişmedir. Tarih henüz beUi değil ama umarım bu çok geç bir tarih
olmaz. Metinde bu tarihin DTÖ'nün krebilitesine halel getirmeyecek bir tarih
olması gerektiği söylenmektedir. Ucu açık bir söylem ama gerçi bunu da müza­
kerede göreceğiz. Bu özellikle Avrupa Birliği açısından önemli bir gelişmedir.
Çünkü Avrupa Birliği ülkeleri ihracat sübvansiyonlarını en çok uygulayacak ül­
kelerdir. Bunun karşısında yine ihracat sübvansiyonu etkisi yaratabilecek gıda
yardımları, ihracat kredileri gibi birtakım yan unsurların da aynı paralelde bir
takvimle kaldırılması öngörülüyor. Burada da ABD'nin verdiği bir tavizi görü­
yoruz. Sonuçta ihracat sübvansiyonları belli bir süre içinde kalkacak ama nasıl
kalkacağını bu tartışmalarda ülkeler kararlaştırmış olacaklar.
Bir diğer önemli unsur olarak iç desteklere değinmiştik. İç destekleri ticareti çok
bozan veya daha az bozan gibi bölümlere ayrılıyorlar. Maddi imkânlara dayalı
olduğu için bunu daha çok gelişmiş ülkeler uygulamaktadır. Gelişmiş ülkelerde
ticareti bozucu dediğimiz piyasaya müdahale ederek verilen fiyatla bağlantılı,
üretim kararlarını etkileyen kırmızı ya da yasak dediğimiz uygulamalardan ziya­
de üretimden bağımsız olan, altyapıya yönelik, iç desteklere doğru bir kayış göz­
lenmektedir. Bu ikisi arasında geçiş dönemiyle alakalı olarak da teknik tabiriyle
mavi kutu diye geçen üretimin daraltılmasına yönelik birtakım destekler var.
Bunlarda ticareti bozanlara birtakım sınırlamalar geliyor. Bu karar gelişmiş ül­
keler tarafından da kabul edildi ve bunun ilk dilim indirimi de uygulama döne­
mi başlayınca yapılacak. Bu da önemli bir adım.
Türkiye açısından bakarsak, Türkiye'nin ticareti bozacak nitelikte fazla bir ihra­
cat sübvansiyonu uygulamasının olmadığını görüyoruz. İç desteklerde haliha­
zırda zaten anlaşma size imkânınız olduğu takdirde bunları uygulama esnekliği­
ni tanıyor. Bunun dışında özel ve lehte muamele dediğimiz, gelişmekte olan ül­
kelere mahsus çok ayrıcalıklı uygulamalar bulunmaktadır. Türkiye de bunlar­
dan gelişmekte olan bir ülke olarak yararlanacaktır. Bundan sonraki müzakere­
ler bittiği zaman başlayacak yeni uygulama döneminde de bu bizim için geçerli
olacak. Burada ticareti bozucu önlemler içinde ülkelere muafiyet tanınan bir
oran var. Ancak, bunun düşürülmesi söz konusu ve bu noktada Türkiye'nin
dikkat etmesi lazım. Çünkü bizim bu oranın dışında fazla bir uygulamamız yok.
Bunun da böyle kalması için mücadeleye devam edeceğiz. Şimdi bu alanlarda
bizim için çok fazla sorun yok, ama tarımın pazara giriş ayağına geldiğimizde,
tarifelerin düşürülmesi gerekiyor ki Türkiye'nin esas hassasiyeti bu noktada baş­
lıyor. Bu nedenle uygulamanın mümkün olduğunca tedrici olması için biz diğer
ülkelerle birlikte de olabildiğince ittifak halinde çalışmaya gayret ediyoruz. Çün­
kü Türkiye'nin genel olarak hem ürün çeşitliliği var, hem de her ürünle ilgili ola­
rak bir ithalat baskısıyla karşı karşıya. Bu sebeple, tarifeleri indirdiğimiz zaman
çok büyük oranda ithalat gerçekleşmesi beklendiğinden tarımsal üretimin bu­
nunla rekabet etmesi mümkün olamayabilir. Bu aynı zamanda pek çok ürün
için de geçerlidir.
Buna karşılık çerçeve metinde yine birtakım esneklikler var. Bunlardan bir tane­
si, hassas ürünler dediğimiz, hem gelişmiş ülkelere hem de gehşmekte olan ül­
kelere verilen bir ayrıcalık. Biz bunun içeriği mümkün olduğunca geniş olsun
diye pozisyonumuzu belirliyoruz. Bunun dışında bir de stratejik ürünler ya da
özel ürünler dediğimiz sadece gelişmekte olan ülkeler için planlanan bir esnek­
lik var. Bunun da mümkün olduğunca daha esnek olmasını sağlıyoruz ki hay­
vancılık sektörü olsun, et, süt ürünleri olsun, bu tür ürünlerimizi de buraya ak­
tararak yani bu kutuda, yada bu kavram altında değerlendirerek tarife indiri­
minden muaf olalım. Ya da hiç olmazsa çok az bir tarife indirimi yapacağız. Bu-
nu bu şekilde tasarlıyoruz. Bu anlamda da Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızla ba­
şından beri beraber çalışıyoruz. Onlar politikayı belirliyorlar, biz de bunları uy­
gulamacı birim olarak tarifelerle doğrudan alakalı Dış Ticaret Müsteşarlığı ola­
rak müzakerelere taşıyoruz. Bu alanda hangi sektörleri nasıl değerlendireceği­
mize dair çalışmalar gerçekleştiriyoruz.. Bunların tabii ki kapsamı ve içeriği bu
sürecin sonunda belli olacak. Ama üç aşağı, beş yukarı, tarımın durumuna bak­
tığımızda, hangi sektörler hassas olduğu zaten gözükmektedir. Hem bizim Müs­
teşarlığımız hem de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında bu konuda da bir it­
tifak var ve aynı pencereden bakıyoruz.
Sonuçta, tarımla ilişkiH olarak dediğim gibi, pazara giriş bizim için problemli
konulardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye burada genel olarak tedrici
yani yavaş gitmek isteyen ülkelerden biridir. Ama tam tersi pozisyonumuzu da
sanayi ürünlerinde pazara girişte görüyoruz. Bu aslında Türkiye'nin yaşadığı bir
ikilem. Tarımda yavaş bir liberalleşme olmasını, ama sanayi ürünlerinde olduk­
ça hızlı bir liberalleşme sürecini savunuyoruz. Çerçeve metne baktığımızda, ta­
rım 3 bacaktaydı dedik, pazara giriş, ihracat sübvansiyonları ve iç destekler. Sa­
nayi ürünlerinde ise pazara giriş tek başına bir müzakere konusudur. Aynı za­
manda, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile olan gümrük birliği pozisyonunu belirler­
ken önemli bir faktördür. Çünkü Türkiye zaten düşük gümrük vergileri uygula­
maktadır. Bu müzakere sürecine bakış açımız mümkün olduğunca diğer ülkele­
rin de pazarlarını bize açmasıdır. Peki bu nasıl olacak? Bize göre iddialı bir for­
mülle... Tarifeleri çabuk indirsinler ki, bizim seviyemize gelsin. Aynı zamanda
da Avrupa Birliği pazarındaki birtakım ayrıcalıklarımızı özellikle tekstil bağla­
mında sürdürelim. Bizim temel bakış açımız bu yöndedir.
Sanayi ürünlerinde pazara girişin bir diğer kolu da, tarife dışı engellerdir. Artık ti­
caret çok komplike bir şekilde gerçekleşiyor. Bu nedenle tarife dışında pek çok uy­
gulama esas itibariyle pazarın kurulmasında etkili rol oynuyor. Bu uygulamaların
da yine birtakım kurallara uygun olması lazım. Yani önemli bir standart getirdi­
ğimizde, bu gerçekten bir standart olmalı, ticareti engellemeye yönelik olmamalı.
DTÖ'nün bakış açısı da bu şekildedir. Bunların ticareti engelleyici mahiyetlerinin
toplanıp zaman içinde ortadan kaldırılması da yine bu sürecin bir parçasıdır.
Türkiye de çerçeve metinde arzu ettiği şekilde iddialı bir formülü öngörüyor.
Bunun dışında sektörel inisiyatifler de, yani belli bir sektörde, diğer sektörlerden
farklı olarak gümrük tarifelerinin indirilmesi mevcut. Örneğin bunun içinde
tekstil de zikrediliyor. Biz sektörel inisiyatiflerin herkese zorunlu olmasını ister­
ken, metinde bunun gönüllü olabileceği, bunun kapsamının müzakerelerde tar-
tışılabileceği gibi esnek ifadeler var. Aynı zamanda gelişmekte olan ülkelere de
verilen birtakım ayrıcalıklar var. Bunlar çok ağırlıklı olarak metne yansıtılmış.
Tabii Türkiye'nin özel durumundan dolayı, her ne kadar bunlardan tarımda ya­
rarlanıyorsak da, sanayi ürünlerinde biz bunların olmasını istemiyoruz. Çünkü
sanayi ürünlerinde Türkiye gelişmiş bir ülke pozisyonunda ve bu da bizim mü­
zakerelerde yaklaşımlarımızı veya pozisyonumuzu formüle ederken yaşadığımız
belli bir sıkıntıdır. Çünkü tarımda çok farklı bir şeyi savunuyorsunuz sanayide
çok farklı. Tabi bu tamamen sanayi ile tarımın farklı yapılarından kaynaklan­
maktadır. Gelişmekte olan ülkelere ve özellikle yeni katılan ülkelere de biz faz­
laca esneklik verilsin istemiyoruz. Çünkü burada bizim açımızdan önemli olan
sürecin sonunda, gelişmekte olan diğer ülkelerin de pazarlarını açmaları ve Tür­
kiye'nin bunlardan yararlanmasıdır.
Şimdi bunun için de bizim en çok dikkat etmemiz gereken sektörlerden biri de
tekstil sektörü. Şöyle söylemek mümkün; tekstil anlaşması, öngörüldüğü üzere,
1 Ocak 2005'de kotalar ortadan kalkıyor, bu da miktar kısıtlamalarının da orta­
dan kalkması demek ki bu öngörülen bir süreçti. Kotalar kalktığı zaman, tekstil
de dahil olmak üzere, bizim elimizdeki tek koruma aracı tarifeler olacak. Bu ne­
denle tekstihn hassasiyetinden dolayı pazara giriş müzakereleri önem taşımak­
tadır. Bu parantezi şöyle genişletebiliriz. Burada Çin ile alakalı olarak, çok da
haklı birtakım endişeler dile getirildi. Pek çok çalışmada Türkiye'nin de bundan
zarar göreceği yönünde birtakım işaretler var. Tekstil sektörünün istihdam ve
ihracat içindeki payını da dikkate aldığımızda, gerçekten ortada haklı endişeler
mevcut. Bununla ilişkili olarak, kotaların kalkması yönünde Türk özel sektörü­
nün de yer aldığı bir girişim vardı, "İstanbul Deklarasyonu" olarak adlandırıldı
bu girişim. Açış konuşması sırasında da değinildi ama ben de bu ve bunun son­
rasındaki gelişmelere de değinmek istiyorum. Bunlar müzakerelere paralel ola­
rak DTÖ'de son günlerin konularıdır. Şimdi süre daralmakla birlikte, birtakım
ülkeler kotalar uzasın diye girişimde bulundular. Ve bunun birtakım yansıma­
ları oldu. Aslında şunu belirtmek lazım. Uruguay Round bir paketti ve Tekstil
Anlaşması da bunun bir parçasıydı. Ülkeler bu anlaşmayla birlikte bir muhase­
be yaptılar. Gelişmekte olan ülkeler, örneğin Fikri Mülkiyet Anlaşmasını kabul
ederken, tekstilde de birtakım beklentilerle bu anlaşmaya evet dediler. Keza Ta­
rım Anlaşmasına da evet derken, başka bir yerde alacaklarını düşündüler. Dola­
yısıyla anlaşmalar böyle bir dengenin içine oturdu. Şimdi aradan 10 sene geçtik­
ten sonra oradan bir tanesini çıkarıp uzatmak demek, o dönemin sonuçlarıyla
da doğrudan alakalı. Tabii ki bunu ülkelerin kabul etmesi ya da reddetmesi için
tekstille doğrudan alakalı olmalarına gerek yok. Şöyle düşünmek lazım. Zaten
yeni bir müzakere sürecindeyiz, farklı ülkeler, farklı alanların peşindeler. Örne­
ğin Arjantin, Brezilya tarımda bir şeyler almak istiyorlar. Birincisi, yeni bir tar­
tışma konusu gündem için fazla, ikinci olarak o dönemin dengesini şimdi değiş­
tirmek mümkün değil.
Ancak şu bir gerçek ki; bir yerde refah artışı söz konusu ve bir grup ülkenin de
bundan çok büyük bir rahatsızlığı var. Bunun sosyal yansımaları da olacağı or­
tadadır. DTÖ de bunlara hayır diyerek, sırtını çeviremez. Dolayısıyla bu konu­
lar tartışılsın önlem alınabilir.
Mauritius denen küçük ülke bir önderlik yaparak kotalar uzasın diye bir teklifte
bulundu. Aslında bunu DTÖ camiasında yaptıracak küçük bir ülkeye ihtiyaç var­
dı. Bunu herkes üstüne alamazdı. Bu teklifin arkasından diğer ülkelerin ve Tür­
kiye'nin önerisi geldi. Sonuçta bu Dünya Ticaret Örgütü'nün mal ticaretiyle ilgi­
li konseyinin gündemine girdi ve kotalar sonrası dönem tartışılırken, Türkiye de
bir öneri vererek, bunun ciddi boyutlarını ortaya koydu. Daha sonrasında savu­
nulan ise kotaların kalkmasının sadece en az gelişmiş ülkelerin değil, gelişmekte
olan ülkelerin de bir sorunu olduğu görüşüydü. Çünkü kotalar bir anlamda ga­
rantili bir pazara giriş imkanı anlamına geliyor. Bu kota sonrası dönemle alakalı
olarak burada Çin'in çok da adil olmayan uygulamaları da var. Buna da işaret
edilerek, ya bir izleme mekanizması ya da gelişmekte olan ülkelerin ihracat pa­
zarlarındaki paylarını koruyacak bir mekanizma olmalı kararına varıldı.
Şimdi Dünya Ticaret Örgütü açısından bakarsanız, ülkelerin kendi pazarlarını
korumalarına yönelik mekanizma var. Ama ticaret yaptıkları ihraç pazarların­
daki paylarını korumaya yönelik mekanizma yok. Bu bir yenilikti. Böyle bir
öneri gündeme getirildi. Açıkçası şimdilerde bu çok tartışılıyor. Ülkeler arasın­
da fikir alışverişleri daha yoğun olunca ve konu biraz daha ısındı. Hatta sene so­
nuna gelindiğinde, DTÖ'nün de bir karar vermesi gerekiyor. Çünkü her konsey,
sene sonuna geldiğinde bir rapor hazırlar ve müteakip çalışmalarını da buna gö­
re belirler. Pek çok ülke -ki bunun içinde tahmin edersiniz Çin ve Hindistan, ya­
ni kotaların kesinlikle kalkmasını isteyen ülkeler- "bunları artık tartışmayalım,
sene sonu geldi ve görülüyor ki, bu konuda da bir konsensüs yok, bu konuyu
gündeme getirmeyelim, gündemden düşürelim" görüşündeler. Buna karşın
Türkiye ile birlikte Bangladeş, Sri Lanka, Meksika gibi ülkeleri kapsayan bir di­
ğer grup ülke de konunun gündemde kalması gerektiğini söylüyorlar. Bu konu­
da Avrupa Birliği'nin yaklaşımını aslında tartışabiliriz. Bunu tartışmakta hiçbir
engel yok. Öyle görülüyor ki, sonuçta bu konu DTÖ içinde bir sistem tartışma­
sı haline geldi ve gündemde kalacağını düşünüyoruz. Çünkü konu gündeme gir­
diğine göre, gündemden çıkması için de bir mutabakat olması lazım. Ancak öy-
le bir mutabakatın olmaması bu tartışma sürecinin bundan sonraki dönemde de
devam edeceğini göstermektedir. Kotalar doğal olarak kalkacak, ama eğer bu
tartışmalar farklı bir boyut alırsa, diğer ülkelerin desteğiyle, DTÖ'de farklı me­
kanizmalar üzerinde de durulabilir. Çünkü sonuçta bu da ülkelerin desteğiyle ve
konsensüs esasına göre gerçekleşecek bir husus. Gelişmeleri bundan sonra biz de
hep birlikte izleyeceğiz. Çok teşekkür ederim.
Başkan -Doç.Dr. Sadi Uzunoğlu
Evet, biz de teşekkür ediyoruz Aylin hanıma. Buradan şöyle bir sonuç çıktı. Yi­
ne Vural hocamın söylediği gibi, ekonomik ve siyasi güce sahipseniz bu koşul­
ları belirleme hakkına sahip oluyorsunuz ve yönlendirebiliyorsunuz. Biz de bir
girişimde bulunduk ve bu girişimin mimarlarından sayın Süleyman Orakçıoğlu na sözü vereceğiz. Artık korkunun ecele faydası yok biliyorsunuz. Dünya de­
ğişiyor, Çin ve Hindistan geliyor. Bu ülkeler dünya nüfusunun % 40'ını oluştu­
ruyor. Gelişmiş ülkeler, zaten bizi veyahut da dünya halklarını bu kadar çok dü­
şünmüş olsalardı ki şimdiye kadar düşünürlerdi, dünya milli gelirinin % 85'i,
dünya nüfusunun % 15'ne düşmezdi. Bu gelir bozukluğunun yanı sıra nüfus ar­
tışı hızlı bir şekilde yükseliyor. Afrika'yı artık hiç konuşmuyoruz zira onu unut­
tuk zaten. Afrika'da 2050 yılına kadar ciddi nüfus artışları olacak ve nüfusun 900
milyondan 1.8 milyara yükseleceği bekleniyor. Bu ülkeler belki şu anda tam an­
lamıyla ekonomik güç olmadılar ama ilerleyen zamanlarda siyasi güç açısından
önem kazanacağını tahmin ediyoruz.
Şimdi ben şu soruyu sormak istiyorum. Diyelim ki kotaların kaldırılmasını 3 yıl
veya 2 yıl erteledik, o zaman neler kazanacağız. Süleyman bey siz iş adamısınız,
bize bu konuyu bizim anlayacağımız şekilde anlatın lütfen. Biz nasıl ayakta ka­
labiliriz? Çin'le, Hindistan, Bangladeş ile nasıl rekabet edeceğiz? Biz bu maliyet­
lerle gidersek, 10 yıl sonra ne olacağız? Bunları bize lütfen şöyle iş adamı kimli­
ğinizle bir anlatın lütfen.
Süleyman Orakçıoğlu
İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği (İHKİB) Başkanı
Sayın Başkan, değerli panelistler, çok değerli İstanbul Ticaret Odası üyeleri ve ka­
tılımcı arkadaşlar. Aslında tabloya baktığınız zaman, bazı şeyleri anlatmak son
derece kolay. Ama gerçekten bugüne kadar gelinceye kadar bu gelişmelerle ilgili
neler yaptık, neler yapmamız gerekir? Bu karar süreçlerinde ne kadar vanì? Geç­
mişte gerçekten bu karar süreçleri oluşurken, bunları etkileyecek bilgiye mi sahip
değildik, ya da güce mi sahip değildik? Bunların hepsi baktığınız zaman bizim ge­
leceğimizi etkileyen faktörler. Ama ben şuna inanıyorum, artık ülkemizde birta­
kım şeylerin gerçekten değişmesi gerekmektedir. Biz hem kendi sektörlerimizle
ilgili hem de ekonomik gelişmelerle ilgili, her şeyin çözüm merkezi olarak Anka­
ra'yı görüyorduk. Ama artık bu süreç o kadar değişiyor ki, artık siyasi başkent,
Brüksel, ticari başkent, Cenevre. Sayın hocam bizim bu karar süreçlerinde ne ka­
dar etkin olduğumuzu benden daha iyi biliyor. Bu karar süreçlerine gelmeden
önce, kendi avantajlarımızı ve dezavantajlarımızı ortaya koyabilecek analizleri ne
kadar doğru yaparak bunlara hazırlanıyoruz. Ve bu çalışmaların içinde ne kadar
varız? Ben şu anda özellikle tekstil ve hazır giyim sektörünün çok önemli bir ku­
rumunun başkanı olarak burada kendi sorumluluklarımız çerçevesinde yapmış
olduğumuz çalışmaları sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Şimdi her şeyden önce, ülkemizde son 20 yıl ve bu son 20 yılda kalkınmadaki
büyüme ve bununla birlikte bunu sağlayan birtakım faktörlerin başında ihracat
var. İhracata baktığımız zaman, yaklaşık olarak 2000 yılında 27 milyar Dolar
olan ihracatın, 2004 yılında bugün 62 milyar Dolar olarak gerçekleşeceğini ön­
görüyoruz. Tabii ki, bunu sağlayan sektörler ve bu sektörlerin payına baktığımız
zaman, bu 20 yılda yaklaşık olarak tekstil ve hazır giyim sektörünün toplam ih­
racattaki payının %25 ile % 35ler arasında değiştiğini görüyoruz. O zaman biz
ihracatı bir çıkış yolu olarak görüyorsak, aynı zamanda da ihracatın lokomotifi
olan sektörümüzün yani tekstil ve hazır giyim sektörünün dünya konjonktü­
ründen kaynaklanan bu gelişmesini etkileyen faktörler nelerdir ve bu faktörlere
bağlı olarak neler yapmamız gerekiyor diye düşünmemiz lazım.
Biraz önce benden önceki konuşmacılar da bu konudan bahsettiler. 1994 Uru­
guay Round'unda gerçekten çok önemli kararlar alındı. Bizim sektörümüzle il­
gili alınan kararın o güne göre temel düşüncesi belki çok doğru bir düşünce idi.
1994 yılında bu karar alınırken, 10 yıl sonra yani 2004 yılı sonunda kotaların
kalkmasıyla birlikte, az gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelerin dünya tica­
retinden alacağı payının artırılması öngörülmüştü. Yani bu kararın alınmasın­
daki mantık bu idi. 10 yıl önce az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dünya ti­
caretindeki payı artırmak için bu karar alınıyor. Fakat bu karar alındıktan son­
ra, son 2, 3 yıla ve yaşanan tabloya baktığımız zaman çok önemli gelişmelerin
olduğunu görüyoruz. O da şu, bizim sektörümüzde birçok kategoride, kotalar
2004 yılı sonunda kalkacak ama, bunun dışında belli kategorilerde, kotaların ka­
demeli olarak kalktığını görüyoruz.
Şimdi kotaların kademeli olarak kalktığı kategorilerdeki gelişmelere baktığımız
zaman da bunlarla ilgili ben birtakım şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002
yılında çorap kategorisinde kotaların kalkmasıyla birlikte, ABD pazarında orta­
lama ürün fiyatı 8.95 Dolarken, bugün bir düzine ürün fiyatının 2004 yılında 3
Dolar 85 sente düştüğünü görüyoruz. Şimdi bununla birlikte yine bizi ülke ola­
rak en çok etkileyen bir başka kategori var. Havlu, bornoz kategorisi. Bu kate•goride de ortalama ürün fiyatının 16-17 Dolardan, şu anda yaklaşık olarak 8.9
Dolara düştüğünü görüyoruz. Bununla birlikte, bir çarpıcı örneği de ben eşof­
man kategorisinde Avrupa Birliği pazarı için vermek istiyorum. Orada da yine
aynı şekilde yaklaşık olarak 13-14 Dolar olan ortalama ürün fiyatının yaklaşık
olarak 7 Dolara düştüğünü görüyoruz.
Peki, kotaların belli kategorilerde kalkmasıyla birlikte bu tablo yaşanırken ülke­
mizdeki gelişmeler ne durumda? İTKİP'in Ar-Ge şubesinin yapmış olduğu bir
araştırma raporunda çok kapsamlı olarak maliyetlerle ilgili bir inceleme var. Bu
araştırmada 2000 yılı Haziran ayı baz alınmış. Özellikle 2000 yılı Haziran ayının
baz alınmasının nedeni, 2001 krizindeki dalgalanmalardan dolayı, bu raporun
olumsuz birtakım faktörlerle etkilenmemesidir. 2000 yılı Haziranıyla 2004 Ha­
ziranını biz karşılaştırdığımız zaman, burada 100 birim olan maliyetlerin 354 bi­
rime yükseldiğini görüyoruz. Ve yine aynı şekilde Doları 100 birim olarak aldı­
ğımız zaman, 2000 Haziranından 2004 Haziranına kadar. Doların 236 birim ol­
duğunu görüyoruz ve yine aynı şekilde, 2000 Haziranında en çok artan para bi­
rimi olan Euro'yu 100 birim olarak aldığımız zaman, Euro'nun da 2004 Hazi­
ranında 306 birim olduğunu görüyoruz. Yani biz bunu Euro ile yani en çok ar­
tan para birimi ile değerlendirsek bile, Euro'nun maliyetlerin %20 oranında ge­
risinde kaldığını görüyoruz. Aynı şekilde. Doların da maliyetlerin % 55 oranın­
da gerisinde kaldığını görüyoruz.
Peki maliyetler bu şekilde artarken, özellikle dünyadaki ortalama ürün fiyatın­
daki gelişmeler nasıl? Orada da 2002 Haziran ayını baz alıp, 2004 Haziran ayıy-
la karşılaştırdığımız zaman, bizim sektörümüzde, dokuma ürünlerde, ortalama
ürün fiyatının % 10, örme ürünlerde ortalama ürün fiyatının % 20 düştüğünü
görüyoruz. Genel fiyatlarda bu şekilde bir eğilim varken, son 2 yılda bu ürünler
Çin menşeli ürünler olduğu zaman ortalama ürün fiyatının % 41 oranında
düşmektedir.
Şimdi burada şunu söyleyeceğim, tabii ki iktisatta belli teoriler var. Maliyetleri­
niz en çok artan para birimine göre %20 artmış, ortalama ürün fiyatı dünyada
%15 düşmüş. Siz nasıl hala ayaktasınız? Nasıl hala devam ediyorsunuz? Tabii bu
aslında sektörün kendi yapısındaki işlevsel gelişmeler kaynaklanıyor. Ben ger­
çekten burada ihracatçı arkadaşlarımızı ve sektörde emeği geçen tüm ihracatçı­
larımızı kutluyorum. Çünkü her şeye rağmen, bizim bugün artık tamamen de­
ğiştirdiğimiz bir strateji var. Artık en yüksek miktarda en ucuz ürünü satmak gi­
bi bir stratejimiz yok. Bizim en kaliteli, en trend ürünü, en doğru fiyata satmak
gibi bir stratejimiz var. Ama tabii ki bu bizim ev ödevimiz ve bunları yaparken
de dünyadaki gelişmelere karşı ne oranda tavır koymamız gerekli?..Diğer taraf­
tan bunlarla ilgili bizim beklentilerimiz neler olmalı?
Bugün 2004 yılında hazır giyim sektörünün ihracatının 13 milyar Dolar, tekstil
sektörünün ihracatının 5 milyar Dolar ve toplam ihracatımızın her iki sektörde
18 milyar Dolar olacağını öngörüyoruz. Bununla birlikte 5-6 milyar Dolarlık bir
bavul ticaretinin ve 6-6.5 milyar Dolarlık da bir iç piyasamızın olduğunu öngö­
rürsek, toplam 30 milyar Dolarlık bir büyüklükten söz ediyoruz ki bu büyüklük
dünyanın hiçbir ülkesi için gözardı edilmeyecek oranda bir büyüklük. Şimdi ta­
bii ki 2005 ve 2005 sonrasıyla ilgih bizim kendimizi ve kendi ülke pazarımızı ko­
rumak için alabileceğimiz belki birçok önlem var. Ve bu önlemleri çok da rahat­
lıkla alabiliriz. Bu önlemleri aldığımız zaman, sadece bizim 6-6.5 milyar Dolarlık
kendi pazarımızı korumamız söz konusu olur. Ama burada bizim için önemli
olan 24 milyar Dolarlık dış satımımızı nasıl koruyabileceğimizdir. Bizim hareket
planımız zaten bu şekilde başladı. Bunu yapabilmemiz için de gerekli olan kendi
hassasiyetlerimize ve kendi olumsuz beklentilerimize tüm dünyanın da katılımı­
nı sağlamamızdı.
Bu bağlamda, yaklaşık olarak yapmış olduğumuz çalışmaların kronolojik bir
tablosu var ve bu tabloyu ben sizlerle paylaşmak istiyorum. Aslında formal bir
konuşma metnim vardı ama konuşmamı bu metinden yapmayacağım. Sadece
yapmış olduğumuz çalışmaları ve bundan sonra da bu çalışmalar doğrultusun­
daki gelişmeleri sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
2005 ile ilgili bizim önümüzde iki tane seçenek vardı. Aslında 1 Ocak 2005'te bu
yürürlük takvimi bir şekilde devreye girecek ve bizim yapacak hiçbir şeyimiz yok.
Bu durumun sonuçta bir zaman kaybı ve yararı olmayacak bir çalışma şeklinde
değerlendirilmesi mümkündü. Ama biz bunu yapmadık. Özellikle 2003 Eylül
ayında, Meksika Cancun'da çeşitli ülkelerin sektör temsilcileriyle bu konuyu ko­
nuştuk. Bu ayak üstü birtakım görüş alışverişinden sonra, bazı çalışmalar yaptık
ve bu çalışmalar tamamen bir alt yapı oluşturma yönünde geçti. Bunların sonu­
cunda, 4 Mart 2004 tarihinde İstanbul'da bir toplantı düzenledik. Yabancıların
Türkiye'ye Irak savaşıyla ilgili gelme konusunda tedirginlik gösterdiği dönemde,
biz Amerika Birleşik Devletleri'nin bizim sektörümüzde en üst düzey temsilcile­
ri olan ATMI- American Textile Manufacturers Institute (Amerikan Tekstil Üre­
ticileri Enstitüsü) ve AMTAC-American Manufacturing Trade Action Coalition
(Amerikan Üreticileri Ticari Eylem Koalisyonu) başkanlarının Türkiye'ye gelme­
sini sağladık ve onlarla Dünya Ticaret Örgütü'ne İstanbul Deklarasyonu metni
akında bir çağrıda bulunduk. Bu çağrı kotaların 2007 yılı sonuna kadar sürdürülmesiyle ilgili bir talepti. Bu talepten sonra yani bu çağrıyı yaptıktan sonra,
önemli olan konunun dünya kamuoyunda yer almasını sağlamak ve katılımı ar­
tırmaktı. Bununla ilgili gerçekten inanılmaz çalışmalar yaptık ve bizim gibi bu
konuda tedirginlik duyan diğer ülkeler de bu Deklarasyona imza atarak katılımı
sağladılar. Daha sonra 16-17 Haziran tarihinde Brüksel'de birinci Tekstil ve Ha­
zır Giyim Haksız Ticarete Karşı Eylem Zirvesini gerçekleştirdik ve burada İstan­
bul Deklarasyonuna imza atan tüm ülkeler burada yine aynı şekilde Dünya Tica­
ret Örgütü'ne bir çağrıda bulundular. Fakat bizim için özel sektör olarak 52 ül­
kenin katılımı ve yaklaşık olarak 90'a yakın sektör dernek ve kuruluşun buna im­
za atması çok önemliydi. Ama bu girişim konunun Dünya Ticaret Örgütü'nde
yer almasına bir şekilde yetmiyordu. O yüzden bu konuyu DTÖ'ye taşıyacak ve
mutlaka DTÖ'nün gündeminde yer alması için uğraşacak ülkenin gerçekten
önemli bir ülke olması gerekliydi. Şimdi 16 Temmuz 2004 tarihinde, İstanbul
Deklarasyonunu imzalayan ülkelerden Mauritius'u belki küçük bir ülke olarak
değerlendirebiliriz ama Dünya Ticaret Örgütü'nde Mauritius 14 tane Afrika ül­
kesini temsil ediyor. Mauritius dünya tekstil ve hazır giyim ticaretindeki bu
olumsuz etkilerin görüşüleceği bir toplantı yapılması için resmen Dünya Ticaret
Örgütü'ne başvurdu. Biz de Deklarasyona imza atan ülke temsilcileri ve aynı za­
manda kendi sektörümüzün Avrupa'daki Eurotex, Eurocoton ve AIUFFASS gibi
üst düzey kurumlar ve kuruluşlar temsilcileriyle birlikte Mauritius'un başvuru­
suna destek vermek için Cenevre'de lobi çalışmalarında bulunduk. Bu müracaat­
tan sonra, bizim için en önemli şey Mauritius'un yapmış olduğu resmi müraca­
atın Dünya Ticaret Örgütü tarafından reddedilmesi ya da kabul edilmesiydi.
Çünkü bu başvuru DTÖ tarafından reddedilseydi, hiçbir zaman örgütün resmi
gündem maddesinde yer almayacaktı. Ama konu 3 Ağustos 2004 tarihinde
DTÖ'nün Mal Ticaret Konseyi Toplantısı'nda gündem maddesi oldu. Tabii ki bu
gündem maddesi olduktan sonra da önemli olan, bunun desteklenmesi ve bu
desteğin koalisyon ülkeleri tarafından DTÖ nezdinde ve onları temsil eden büyü­
kelçiler tarafından da DTÖ toplantılarında dile getirilmesiydi.
Cenevre'de bizim yapmış olduğumuz ikinci bir toplantıdan sonra Mauritius'un
dışında 7 ülke daha 29 Eylül 2004 tarihinde Dünya Ticaret Örgütü'ne resmen baş­
vurdu. Bunlar; Madagaskar, Bangladeş, Dominik Cumhuriyeti, Uganda, Fiji ve
Srilanka'dır. Bu ülkeler DTÖ Mal Ticaret Konseyine resmen başvuruda bulun­
duktan sonra konu yine aynı şekilde DTÖ'nün 1 Ekimdeki Mal Ticaret Konseyi­
nin toplantısında tekrar gündem maddesine ahnmasma neden oldu. Bu çok
önemliydi, çünkü DTÖ şu ana kadar yürürlük için takvime almış olduğu hiçbir
kararı tekrar dönüp tartışmamış ve gündem maddesi yapmamış. Böylece ilk defa
olarak Dünya Ticaret Örgütü tarihinde, çözülmüş olarak görülmüş bir konunun,
tekrar Dünya Ticaret Örgütü'nde gündem maddesi olması sağlandı. Bu toplantı­
da yaklaşık olarak 37 ülkenin temsilcisi söz aldı ve bunların 28'i İstanbul Dekla­
rasyonu lehinde konuşma yaptı. Bu son derece önemliydi. Çünkü yaklaşık olarak
37 ülkenin söz alıp, 28'inin bu konunun tartışılması istemi, konunun DTÖ'nün
gündeminden düşmesini engelledi ve sadece 7 ülke buna karşı tavır aldı.
Bunun dışında tabii ki takvim ve süreç sürekli olarak devam ediyor. 1 Ekimde
DTÖ gündeminde bu konu yer aldıktan sonra bizim için bir tehlike vardı. Teh­
likenin boyutu; bu konunun sadece az gelişmiş ülkelere sağlanacak birtakım
avantajlar ve imkanlar çerçevesine dönüşmemesini sağlamak ve bununla bağ­
lantılı olarak Türkiye'nin mutlaka bir tavır alması gerektiğiydi. Türkiye'nin de
gelişmekte olan ülkeler adına bir tavır alması gerekliydi ve bizim de Dış Ticaret
Müsteşarlığındaki bürokrat arkadaşlarımız ve dış ticaretten sorumlu Bakanımız,
Müsteşarımız, Dışişleri Bakanımız ve sayın Başbakanımızla yapmış olduğumuz
görüşmeler çerçevesinde 26 Ekimde Türkiye de resmen bu konunun DTÖ'nün
gündeminde kotaların kaldırılması konusu yürürlüğe girmeden önce tartışılma­
sı gerektiğini, bir submittion yani yazılı kağıt vererek bu konuda kendi hareke­
tini ve kendi çalışmasını siyasi tavrını ortaya koydu.
Bunlar tabii ki son derece önemli gelişmelerdi ve bu gelişmeler doğrultusunda,
şu anda 19 Kasımda yine aynı şekilde bu toplantı çerçevesinde birtakım gelişme­
ler tartışıldı. 25 Kasımda DTÖ'nün Mal Ticaret Konseyinin Koreli başkanı, şu
anda DTÖ'nün mevcut prosedürlerine göre bir konunun bir yıl sonrasına tartı-
şılmasına gerek bırakmadan konunun kapanması için bir konsensusla elinden
gelen çabayı göstermeye başlayınca, orada koalisyon ülkeleri olarak bizler gerek­
li tavrı gösterdik. Bu konunun gerçekten DTÖ'de temsil edilen tüm ülke büyü­
kelçileri de bu konunun herhangi bir çözüm bulunmadan kapanacak bir konu
olmadığını belirtti ve biz de özellikle konunun 2005 Ocak ya da Şubat ayına ta­
şınması için gerekli olan her türlü girişimleri yaptık.
Tabii ki burada Çin ve Hindistan'ın istemi, kesinlikle konunun DTÖ gündemin­
den düşmesini sağlamaktı. Bizim istemimiz ise yapmış olduğumuz daha önceki
çalışmalar çerçevesinde bu konunun sürekli DTÖ gündeminde kalmasını sağla­
maktı. Bunun da en büyük nedeni, 2005'de özellikle Ocak ayında, Şubat ayında
yada Mart ayında kotaların kalkmasıyla birlikte oluşacak piyasa hareketlerinin en
azından ortaya koyduğu sonuçların DTÖ gündemindeyken birtakım korunma
mekanizmalarıyla ilgili kararların çok daha rahat alınabileceğini düşünmemizdi.
Şimdi tabii ki konu çok boyutlu bir konu ve gerçekten Türkiye'nin tekstil ve hazır
giyim sektörü olarak bizim yapmış olduğumuz bu çalışma belki de diğer sektörler
için de örnek olacak bir çalışma, çünkü bizim sadece sivil toplum örgütleri olarak
ortaya koyduğumuz bir sivil inisiyatifin daha sonra özellikle bürokratlarımızla, si­
yasetçilerimizle ve ülke menfaatleriyle birlikte gerçek bir tavrımızın ne şekilde
oluşması gerektiği konusunda önem taşımaktadır. Şimdi gönül istiyor ki, tabii ki
aynı çalışmalar tarımda da söz konusu olsun. Çünkü bugün ben şuna inanıyorum
ki, tarım müzakerelerine bizim Dış Ticaret Müsteşarlığı temsilcisi arkadaşlarımız
otururken, tarım sektöründeki sivil toplum örgütlerinden de bu konuda gerekli
bilgiyi alarak oturmaları mutlaka çok daha yönlendirici bir çahşma olacaktır.
Ben bu konuda bizim yapmış olduğumuz çalışmaları özetlerken, önümüzdeki
dönemlerde bu konuda beklentilerimizle ilgili de şunu söylemek istiyorum. Yani
siz böyle bir mücadele verdiniz. Bu mücadelenin sonucunda, işte kotaların kalk­
masıyla ilgili bir hedefiniz vardı, ama bu hedefi gerçekleştirebildiniz mi, ya da
gerçekleştiremediniz mi diye sorular bize sorulduğu zaman bizim şu anda hala
bu konuyla ilgili çalışmalarımızın devam ettiğini, ama bu çalışmalarımız doğrul­
tusunda, konunun tüm dünya kamuoyuna ve tüm dünya basınında yer alacak
bir hale gelmesinden sonra çok önemli gelişmelerin de olduğunu söyleyebilirim.
Mesela bu gelişmelerden birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Amerikanın şu
anda, safekart uygulamalarını başlatması, bu konuda Çin'i müzakere masasına
çağırması ve Avrupa Birliği'nin yeni takip mekanizmalarıyla ilgili Çin'in ithalatı­
nı artık yerinde kontrol edeceği konusunda Çin'e çağrıda bulunması olayı buna
örnek olarak gösterilebilir. Konuyu şöyle açıklayayım, daha önce Çin'den gelen
ürünlerin Avrupa gümrüklerinde kontrolü söz konusuydu, ama şu anda Avrupa
Birliği özellikle mallar yüklenmeden önce Çin gümrüklerinde kontrolünün yapı­
labileceğini ve bunun dışında safekart çalışmalarıyla ve gözetim çalışmalarıyla il­
gili hazırlıkların yapıldığı ve yine aynı şekilde Çin'i 2005 yılı sonunda tercihli ti­
caret sisteminden dışarı çıkaracağını belirtmiştir. Nedir bu tercihli ticaret siste­
minden dışarı çıkarmasın anlamı? Anlamı gümrük tarife oranlarını tek yönlü
olarak alçaltıp, yükseltebileceğidir. Belki de 6 ay önce bu konuyu tartışmam di­
yen Pascal Lamy'ye rağmen, bunları dünya kamuoyunda oluşturduğumuz ve
dünya basınında oluşturduğumuz duyarlılıkla sağlayabiliyorsak, bundan daha
fazlasını da yapabiliriz diye düşünüyorum. Ama tabii ki burada iki tane şey var.
Biz kendi adımıza her türlü çalışmayı yapıp, o çahşmalarm içinde gerekli olan so­
nuçları elde edemezsek bile, en azından yapmış olduğumuz çalışmaların hem ör­
nek olması ve aynı zamanda önümüzdeki günlerdeki gelişmelerin ne kadar has­
sasiyet ve dikkatle takip ettiğimizi somut olarak göstermesi açısından son derece
önem taşımaktadır. Yoksa ben son zamanlarda Türkiye'de bir şeyler yaptığınız
zaman, eleştirenleri çok eleştiriyorum. Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Başkan-Doç.Dr. Sadi Uzunoğlu
Çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten özellikle uluslararası platform yaratma konu­
sundaki çabalarınızı sürekli izliyoruz. Bir kere takdire şayan, öncelikle onu be­
lirtmek gerekiyor. Ama belli noktalara da gelmişiz. Uruguay Round'undaki tar­
tışmalar veyahut da Dünya Ticaret Örgütü'nün dünya ticaretini serbestleştirme­
si, gelişmekte olan ülkelerin ve az gelişmiş ülkeler için mi yapılmıştır, yoksa ken­
dileri için mi yapılmıştır? Açıkçası bu konu benim kafamda bir soru işareti ola­
rak kaldı. Çünkü eğer bir Amerikalı bir düzine çorabı 8 Dolardan şu anda 3 Do­
lara giyiyorsa, bu üretimle siz uğraşın, ucuz ucuz da bana getirin, ben de bu işin
teknolojisini üreteyim, hizmet sektöründe de size akıl vereyim gibi yaklaşımları
da olabilir mi diye açıkçası düşünmeye başladım.
O zaman şöyle başka bir noktaya gidelim, değerli araştırmacı arkadaşımız Bin­
han Oğuz hanıma hemen sözü verelim. Yazdığınız metinde de gerçekten çok en­
teresan konular var. Ben şöyle bir göz gezdirdim, örneğin Çin'den yapılan itha­
latta, örme eldivende, % 409'luk bir artış olmuş. Oyuncak sektörü gitti. Dolayı­
sıyla 2005 yılında başlayacak olan bu serbestleşme, kotaların kalkması veyahut
da engellerin kalkması diyelim bizlere ne getirecek? İç piyasa ve ihracat konu­
sunda Süleyman bey bize biraz daha umut verdi ama iç piyasa konusunda ger­
çekten ciddi soru işaretlerimiz var. Evet. Buyurun.
Dr. Binhan Oğuz
Strateko Ekonomik Araştırma ve Danışmanlık
Sayın başkan, sayın konuklar, teşekkür ederim. Son konuşmacı olarak bana bi­
raz güç bir görev verdiniz. Ben de biraz toparlamaya çalışacağım. Belki araştır­
macı olduğumuz için biz hep arkadaki niyetleri okumaya çalışıyoruz. Dünya Ti­
caret Örgütü'nün Cancun'daki müzakerelerine de katılmış bir kimse olarak ora­
da da hep ben gerek Amerika'nın, gerek Avrupa Birliğinin art niyetlerini gör­
düm. Dolayısıyla samimiler mi? Değil mi? Türkiye bunların arasında gerçekten
hangi konularda iyi müzakere ediyor? Hangilerinde edemiyor? Bunları hep me­
rakla izliyorum.
Tabii hep kotalar kalktı, 2005 Çin Sendromu geliyor diye söylüyoruz. Süleyman
Beyin de aktardığı üzere sektör ashnda tekstil açısından oldukça yol aldı. Hazır­
lıklarını da yaptı. Ama bizim için en mühim olanı, sayın hocamın da demin be­
lirttiği gibi. Dünya Ticaret Örgütü'nü ve diğer örgütleri en fazla etkileyen ülke
olan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'nin tutumu nedir ve burada
nasıl bir mekanizma var? Amerika Birleşik Devletleri'ne sanayiciler yönünde
baktığınız zaman ben uzun yıllardır izliyorum özellikle tekstilde bir 5 senedir
Çin'in geldiğini, geleceğini biliyorlar ve siyasilerine oldukça yoğun baskılar uy­
guluyorlar. Kendi seçimlerinden çok az önce de safekart yönünde bir adım atıl­
masını sağladılar. 4 Kasım'da yeni safekart müracaatları 5 ürün bazında kabul
edildi. Ancak şöyle bir durum var, 30 günlük bu kararı aldıktan sonra, 30 gün­
lük de bir süre var. Bunun üstüne de hakiki uygulama açısından 60 günün geç­
mesi gerekiyor. Yani önümüzde daha 90 günden az bir süre var. Hakikaten uy­
gulayacaklar mı? Hangilerinde uygulayabilecekler? Onu hep birlikte göreceğiz.
En son bir 10 gün önce Amerika'da yayınlanan bir dergide okuduğum kadarıy­
la, tekstilcilerin en çok yoğun olduğu North Carolina ve South Carolina gibi yer­
lerde tekstilcilerin hakkını savunan demokratlar bir önceki dönemde mevcut ol­
masına rağmen maalesef bunlar seçimleri kaybetmişler ve şimdi cumhuriyetçi­
ler çoğunluktaymış. Dolayısıyla oradaki sanayicinin de kafasında acaba bu safekartları aldırmakta etkin olabileceğiz mi diye yeni bir soru işareti oluşmuş du­
rumda.
Avrupa Birliği'ne gelince, Çin'le mücadele etmeleri konusunda ben onları açık­
çası pek samimi görmedim. Tekstil İşveren Sendikası adına Eurotex'in de dış
ilişkiler komitesi üyesiyim. TİSK adına, UNISE, Avrupa İş Adamları Konfederasyonu'nun üyesiyim. Ben bugüne kadar hiçbirinde gerçek samimi bir önlem
alma mücadelesini Avrupa Birliği'nin hiçbir ülkesi açısmdan tespit edemedim.
Yani Çin'in ashnda çocuk çalıştırdığmı, demin hocamızm değindiği gibi, hakiki
fair trade yapmadığmı, sosyal şartlarm birçoğuna hiçbir şekilde uymadığmı Av­
rupa Birliği'nde sanayicisi olsun, işçi sendikaları olsun hepsi biliyorlar. Ama bu
konuda da fazla bir baskı uygulamadılar. Aranızda tekstil, konfeksiyonla ilgile­
nen sanayiciler varsa, hepiniz biliyorsunuz ki, Avrupa Birliği her gün gelip atöl­
yelerinizi, fabrikalarınızı, sosyal şartlara uyuyor musunuz, çevre kurallarını tat­
bik ediyor musunuz, çocuk çalıştırıyor musunuz diye devamlı bir baskı ile takip
ediyor. Ama bunu Avrupa Birliği'nde komisyondaki insanlara anlattığımızda ve
bize bu kadar baskı yapıyorsunuz siz Çin, Hindistan, Bangladeş'e gidiyor musu­
nuz dediğimizde boyunlarını büküyorlar. Buna bir ayrımcılık diyebiliriz.
Tablo 10 yıl önce böyle miydi? Çin'in bu derece yükseleceği belli miydi? Yani bu
kuralları koyarken yani kotalar 2005 yılında kalksın derken olup bitecekleri gö­
rüyor muyduk? Sanırım aslında Avrupa Birliği ve Amerika görüyorlardı, çünkü
Çin'e yatırım yapanların büyük bir kısmı da yine kendileri. Zannediyorum ki
Avrupa Birliği'nin Çin'e karşı önlem almamasını veya önlem alınmasına sıcak
bakmamasının en büyük nedeni de budur. Çin'de kimya sektöründe olsun,
tekstil sektörlerinde olsun o kadar büyük yatırımlar yapmışlar ki, yani kendile­
rini de baltalayacak halleri yok diye düşünebiliriz.
Çin tabii bu durumda, gerek Amerika'nın gerek Avrupa'nın pazarına girdi ve
girmeye de devam ediyor. Demin sayın hocam da sayıları verdi. Yani şöyle diye­
biliriz, açılan her kapıdan kotalar yavaş yavaş gevşetildikçe Çin hücum etti ve
bugün Avrupa Birliği'nin konfeksiyonda Birliğin ithalatının %12'sini elde etmiş
durumda. Amerika'da %15'ini elde etmiş durumda. Bunlara niçin bakıyoruz?
Çünkü bizim için de en kıymetli, bizim mallarımızı alabilecek alım gücü en yük­
sek pazarlar bu ülkeler. Sanıyorum tekstil, konfeksiyon ihracatımızın %60'ını
Avrupa Birliği pazarına yapıyoruz.
Burada konuyla ilgili iki somut geUşme var. Birincisi, Çin demin dediğim gibi,
her açılımdan faydalanmış durumdadır. Ocak 2002 itibariyle 11 kota serbestleştirildi ve bunun ardından bu kotalarda, bu ürün bazında Çin payını Avrupa Bir­
liği pazarında %46'ya yakın bir oranda artırdı. Tabii payını artırırken de hep de­
min Süleyman beyin de örneklediği gibi, bir de fiyatları düşürme politikası var.
İkinci olay da, Avrupa Birliği pazarına baktığımız zaman, Çin'e karşı Avrupa
Birliği hakikaten bugün bir safekart alacak mı? Bir koruma önlemi alacak mı?
Demin bahsettim, burada çok soru işaretimiz var. Aslında mevzuat olarak uy­
gun. Yani Çin'in Dünya Ticaret Örgütü'ne girmesiyle birlikte aslında 2008'e ka-
dar en azından safekart uygulayabilirler. Biz de aynı mevzuatı aldık, biz de uy­
gulayabiliriz. Ama benim gördüğüm, izleme grupları oluşturuluyor ve gözetim
ile korunmaya pek de sıcak bakılmıyor. Yani bir şekilde Avrupa Birliği Çin'i faz­
la ürkütmek istemiyor. Burada en büyük korkum da Avrupa Birliği'nin tarıma
karşı tekstili bir yerde feda etmesidir. Yani Avrupa Birliği Dünya Ticaret Örgü­
tü nezdindeki müzakerelerde tarımda kendine bazı pazarları açtırabilirse, bu
yönde kapalı kapılar ardında birtakım anlaşmalar olursa Avrupa Birliği tekstil
sektörünü feda edebilir. Neden? Çünkü çok az bir sanayicisi ve hakiki gerçek ya­
tırımcısı kaldı. Ben Avrupa Birliği fonlarıyla oluşan bir Avrupa Birliği projesi
için geçtiğimiz Temmuz ayında Atina'daydım. 25 ülke kendini tanıtıyordu, sıra
bize gelip söz aldığımda ülkemizde kayıtlı, kayıtsız, toplam 2.5 milyon insan
sektörümüzde istihdam ediliyor deyince, salonda büyük bir uğultu oldu. Biri
kalktı dedi ki, benim ülkemde bu kadar insan yok. Dolayısıyla hakikaten Türki­
ye için tekstil sektörü Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyasladığınız zaman, şu son ye­
ni katılanlar üyeler de dahil, çok büyük bir güç ifade ediyor. Dolayısıyla bu bel­
ki de onların taviz vereceği bir sektör oluyor.
Bizim açımızdan olumsuzlukları demin de değindiğim gibi, Cancun'daki müza­
kereler sırasında da gördük. Pascal Lamy, komisyonda ticaretin başında olan ki­
şi olarak daha çok gelişmekte olan ülkelere taviz veren bir tutum izliyordu. Ve
orada da en son olarak "Derbez Metni" adıyla bir metin çıktı. Bu metin, tavizler
verebilecek veyahut kapıların açık tutulduğu bir metin hahndeydi. Biz oradan ay­
rılırken, neyse ki Cancun müzakereleri sonuç vermemesi sonucunda ülkemiz
açısından fazla zarar verecek bir ödünler verilmedi dedik. Şimdi 31 Temmuz
2004 tarihinde Dünya Ticaret Örgütü'nün Genel Konseyi'nin Cenevre'deki top­
lantılarına ben katılmadım ama çıkan metinleri oldukça iyi araştırdığımda, daha
da fazla ödün vermeye meyil gösteren birtakım zeminler hazırlayan kararlara
doğru gidildiğini endişe ile görüyorum. İstisnalardan bahsediliyor mesela. Tem­
muz 2004'te çıkan metinde, Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelere oldukça fazla
istisnalar tanınıyor. Şimdi tabii Türkiye'nin burada bir açmazı var. Biz gümrük
birliği içerisinde olduğumuz için gelişmekte olan ülkelere tanınan her avantaj
Türkiye'nin dezavantajına oluyor. Belki aslında yapı olarak halen gelişmekte olan
ülke yapısını taşıdığımız için orada verilen tavizler bizi fazlasıyla rahatsız ediyor.
Türkiye bu ortamda acaba huzurlu olabilir mi? Sayın başkanımız da demin sor­
du, yani iç pazarlarımızda biz neyle karşılaşacağız? Devlet İstatistik Enstitüsü­
nün dış ticaret rakamlarına miktar bazında bakmak çok önemli.Örneğin; örme
eldivende %409 oranında bir artış gerçekleşmiş ve Çin'in payı, %89'a çıkmış.
Yani bu sektörün neredeyse öldürmek anlamına geliyor. Çorap ithalatına bakı­
yorum. Çin'den gelen çorap ithalatında% öOl'lik bir artış var. Etek ithalatına
bakıyoruz mesela, 37 bin adetten, 303 bin adede fırlamış durumda. Aynı şekil­
de, iç çamaşırı, geceliklerde, Çin'in payı %70'e varmış. Bunlar bizim göz bebeği
sektörlerimiz. Anoraklarda da şimdiden Çin'in payı % 80'e ulaşmış. Çin şimdi­
den bu miktarlara, bu paylara ulaşılabilmiş. Böyle olunca tabii herkesin aklına
bugüne geldik de kimse önlem almadı mı sorusu geliyor. Ben yalnız Dış Ticaret
Müsteşarlığında ithalat Genel Müdürlüğümüzün hakikaten bu konuda büyük
hassasiyetle çalıştığını bir kere daha vurgulamak istiyorum. Yani cesaretle bazı
önlemleri aldıklarını gördük. Daha da alacaklar diye izliyoruz. Ama tabii sadece
ithalatı kesmek de yetmiyor. Yani bu ürünler, iç pazarda da dolaşıyor. O zaman
iç pazarda da birtakım denetleme mekanizmaları getirmek zorundasınız. Avru­
pa Birliği ve ABD'nin yaptığı gibi, sağlık şartlarına uygun mu, çevre şartlarına
uygun mu diye iç pazarda da bu mallar denetlenilebilir. Kısacası diyorum ki, İt­
halat Genel Müdürlüğümüzün de üstüne her şeyi yıkmadan bakalım.
Eğer izin verirseniz, vaktim varsa sayın başkan ben pamuğa da değinmek istiyo­
rum. Pamuk da biliyorsunuz Cancun'daki müzakerelerin bir şekilde bitmesine,
sonuçsuz ayrılmamıza neden olan bir üründü. Yani çok stratejik bir ürün. Bura­
da Cancun'daki müzakerelere gelirken, Afrika ülkeleri, demin değindiğimiz Burkina Faso, Mali, Çad gibi ülkeler çok büyük hazırlık yaptılar. Çünkü "Amerika ve
Avrupa Birliği ülkeleri çiftçisine, pamuk üreticisine sübvansiyon veriyor, pazarı
bozuyor ve verdikleri sübvansiyonlarla pazarı o kadar bozuyor, fiyatları o kadar
aşağıya çekiyor ki, biz dayanamıyoruz ve bizim de yaşamamız için bir tek pamuk
var" görüşüne sahiptiler. Bu görüşlerle toplantı ilk gününden kilitlendi. Şimdi
ben merakla 31 Temmuzda bu ülkelerin nasıl bir çıkış yapacağını bekledim. Tık
yok diyebiliriz tabiri kabul ederseniz yani hiçbir şekilde kimseden ses çıkmadı.
Çok merak ettim, ne oldu da bu ülkeler hiç ses çıkarmıyorlar diye. Öğrendim ki;
Amerika Birleşik Devletleri, Burkina Faso, Mali ve Çad gibi ülkelerin üst düzey
hatta devlet başkanların 31 Temmuz haftası içerisinde davet ediyor ve onlara biyo-teknoloji ve teknik yardımlar konusunda birtakım vaatlerde bulunuyor. Yani
bu bir şekilde rüşvet ve bunu aynı şekilde şekerde de uygulamışlar. Yine başkan
Bush döneminde Milenyuma(MCA-Millenium Challenge Account) karşı bir
meydan okuma hesabı var. Bir çok ülkeye o hafta içerisinde faks çekiliyor ve de­
niyor ki size şeker kotası ile ilgili verdiğimiz sözler devam edecek bu konuda bek­
lentinizi sürdürün. Dolayısıyla bu ülkeler hiçbir şekilde 31 Temmuzdaki Dünya
Ticaret Örgütü Genel Konseyinde seslerini çıkarmadan ayrıldılar.
Pamuk Türkiye için hakikaten çok stratejik bir ürün. Hektar olarak sayılara gir­
miyorum ama pamuk tarım alanlarımız eksiliyor. Bizim buradaki maalesef di­
yorum tutumumuz belli değil. Burada hakikaten soru işaretleri var. Türkiye
dünyanın beşinci en büyük pamuk üreticisi bir ülke ve ulusal bir pamuk politi-
kamızın olmaması, hem çiftçimiz açısından hem de tekstil sektörümüz açısın­
dan zararlı. Son 10 yılda 50 küsur milyar Dolar teşvikle özellikle pamuk ülkesi
olduğumuz için, tekstil ve konfeksiyon sektörümüzü hayata geçiriyoruz. Sektör­
de dünyanın birincileri arasına giriyoruz, ama bunun esas hammaddesi olan pa­
muk gibi bir stratejik üründe, biz hiçbir şey yapmıyoruz. Umarım ABD bize
ucuz kredili pamuğu vermeye devam eder gibi bir tutum içine giremeyiz. Üre­
ticimizi destekleme yönünde mutlaka bir ulusal pamuk stratejimiz de olmalıdır
diyorum. Teşekkür ediyorum.
Başkan-Doç.Dr. Sadi Uzunoğlu
Evet, çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten çarpıcı bilgiler verdiniz. Benim anladı­
ğım şey tüketici olarak ben tabii ki ucuz olanı tercih ederim. Hazır giyim, kon­
feksiyoncular da pamuğu, kumaşı nereden ucuz buluyorlarsa oradan alıyorlar.
Bizim oturup herhalde acaba bizim maliyetlerimiz niye yüksek, biz bu maliyet­
lere niye dokunmuyoruz diye tartışmalıyız. Ben asıl işin temelinin Türkiye'de
çok fazla tartışılmadığını, işimize de pek fazla gelmediğini düşünüyorum. Niye
maliyetler yüksek, niye benim SSK primim aşağıya doğru çekilmiyor. Diğer ta­
raftan vergilerimi niye aşağıya doğru çekemiyorum. Vergiler %11.2 artacak, enf­
lasyonun ise %8 olduğu bir ülkede, benim döviz kurum niye buralarda tutulu­
yor? Hangi kesimlerin işine yarıyor ve hangi ürünler bu ülkeye gerçekten girip
istila ediyor, bunları tartışmamız lazım. Biz artık dünyada sadece oyuncuyuz,
gözlemci veyahut da yönlendirici değiliz.
Ancak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ve ben bu çabaları takdirle karşılıyorum.
Gerçekten özellikle bu konuda da Süleyman beyi her zaman takdir ediyorum.
Gerçekten çok ciddi çaba harcıyorlar. Ama, bence Türkiye'nin şu maliyet konu­
sunu biran önce masaya yatırması gerekmektedir. Bugünlerde IMF ile bu konu­
da yapılan tartışmalar gündemde yeralıyor zaten. Süleyman beyin verdiği mali­
yetler inanılmaz yüksek maliyetler. Yani 8 Dolara satılan çorap 3 Dolara inmiş­
ken, burada bizim maliyetlerimiz ise neredeyse 2, 3 katına yükseliyor. Biz bu du­
rumda nasıl rekabet edeceğiz?
Efendim 10 dakikalık bir ara veriyoruz.
İKİNCİ OTURUM
SORU/CEVAP
Başkan: Soru sormak isteyen arkadaş var ise lütfen ismini ve kime yönelttiğini
söylerse yararlı olur.
Cengiz Akyıldız: Tekstilde özellikle belli kalemlerde rota saptırılması yapılarak
ülkemize ciddi anlamda bazı belli kalemlerde mal girmektedir. Bu konuyla ilgi­
li olarak günümüzdeki süreçlerde ne gibi önlemler düşünülüyor?
Dr. Binhan Oğuz: Evet dediğiniz doğru. Rakamlar yanımda yok, ancak bizim
trafik sapması diye nitelendirdiğimiz büyük bir sorun var. Biraz detaylandırırsak; biliyorsunuz ki bir anti damping vergisi konulmasının sonrasında, bundan
zarar gören firmaların müracaatlarının yapılması ve İthalat Genel Müdürlüğü­
müzün firmanın herhangi bir zararı var mı diye titizlikle incelemesi neticesinde,
bir üründe anti damping olup olmadığının belirlenmesi için başvuru itibariyle
neredeyse 1.5 yılı geçmektedir. Dünya Ticaret Örgütü nezdinde de hiçbir şekil­
de ülkemizin haksız yere bir vergi koyduğunun görülmemesi gerekiyor. Bu titiz­
likle ve büyük çabalarla alman kararlar sonra bir bakıyorsunuz ki mal Çin'den
gelmiyor ama aynı mal İtalya'dan, Belçika'dan geliyor. Yani İtalya'da mesela o
ürün artık yıllardır üretilmiyor dolayısıyla öyle bir fiyat olmasına zaten imkan
yok ama bakıyorsunuz mal İtalya'dan geliyor.
Biz bu gibi durumları Eurotex Yönetim Kuruluna götürdük ve paylaştık, hatta
içlerinde bu durum karşısında kahkaha atanlar oldu, bu fiyatlar acaba nereden
bulundu diye. Ama şöyle bir olay var. Bu ülkelere bazı mallar legal olarak giri­
yor yani vergisi ödeniyor ve serbest dolaşıma girdiği için de aynı şekilde tabii ül­
kemize geliyor. Bu bir trafik sapması oluşturuyor. Bir de çifte faturalı yani çok
da legal olmayan bir şekilde gelenler var. Bunlar trafik sapmasıyla sadece Avru­
pa Birliğinden de gelmiyor, Türk-i Cumhuriyetlerinden de özellikle tekstil
ürünlerinde mal girdiğini tespit ettik. Şimdi Avrupa Birliğinden gelenlerle ilgili
büyük bir hassasiyet var. Yani bir serbest dolaşım söz konusu olduğu için Avru­
pa Birliğine karşı bir önlem almanız Gümrük Birliği açısından olanaksız. Sanı­
yorum şu anda Avrupa Birliği komisyonundan bizlere önerilen, Eurotex tarafindan önerilen bu ATR belgelerine ek olarak, menşe üretici belgesi isteme hakkı­
mız. Bu Dünya Ticaret Örgütü kurallarına da aykırı değil. Amerika'ya ihracat
yapanlarınız varsa bilir. Sizden böyle bir üretici beyannamesi istiyor, yani itha-
latçı değil. Dolayısıyla ortaya bu ürün hakikaten hangi firmada, nerede üretildi
diye bir izlenebilirlik çıkıyor. Sonuçta öyle bir firma var mı, yok mu? Her an ba­
kabilme, izleyebilme olanağı var. Sanıyorum bu yönde Müsteşarlığımızın bir ça­
lışması var. Aynı şekilde benzer izlenebilirlik talepleri İtalya'da da var. Dolayı­
sıyla bunun kısa bir zamanda yürürlüğe girebileceğini düşünüyorum.
Cengiz Akyıldız: Teşekkür ederim. Bir sorum daha var aslında. Şimdi tabii Av­
rupa Birliği ülkelerinin bu konuya belki de biraz gözardı ederek bakmasmdaki
sebep şu olabilir mi? Gümrük vergilerinin orada ödenmesi, dolayısıyla bu top­
lam cirodan alman yaklaşık % 8'ler civarında bir rakamın oralarda vergi olarak
bırakılması, artı oradaki lojistik sektörüne kazandırmış olduğu faydaları diye
tahmin ediyorum ve bu yüzden Türkiye'nin belki bu konudaki diretmeleri so­
nuçsuz kalabilir diye düşünüyorum.
Dr. Binhan Oğuz :Belki böyle bir art niyet var, fakat bu önlemi alacak olan Tür­
kiye. Yani bu önlemi biz alacağız. Ancak burada biraz daha beyin fırtınası yapar­
sak ve ne olabilir dersek? Belki bir kontratak olabilir. Ama yine dediğim gibi, siz
oradaki istihdamı ve üreticiyi rahatsız etmiyorsanız Avrupa Birliği ülkelerinin
de böyle bir kontratağa geçmesi söz konusu olmayabilir. Ama eğer hakikaten al­
dığınız önlem bir onları rahatsız edici nitelik taşırsa, bu sefer, bambaşka bir
üründe, gıdada örneğin ihracatımıza zarar verebilecek bir şey çıkabilir. Yani
bunların örneklerini çok yaşadık, ama burada her şeyin kuralına uygun olduğu­
nu sanıyorum.
Ersin ....(katılımcı): Aşağı yukarı 20 yıldan beri son 10 yıh daha yoğun olmak
üzere. Cinle çalışan bir firmanın sahibi ve yöneticisiyim. Şimdi son 5, 6 yıl içe­
risinde, Çin'de gözlemlediğim şu; hem kemiyet hem keyfiyet itibariyle çok bü­
yük fabrikalar kuruluyor. Yani tüm dünyanın dış yatırımı oraya yoğunlaşmca,
çok sayıda büyük sınai kuruluş kuruldu. Tabii bu sınai kuruluşların, gerek ku­
rulması, gerekse işletilmesi için bugün Çin'in yeterince elinde yetişmiş deneyim­
li insan yok. Bunu daha önceden öngörmüş olduğu için Çin hükümeti, bir prog­
ram dahilinde kurmuş olduğu bir vakıf vasıtasıyla, dünyanın diğer ülkelerine
eğitim için insan gönderiyor. Bunun bir yıllık sayısı 40 bin civarında. Bunun dı­
şında ayrıca gelişmiş ülkelerden veya gelişmiş şirketlerden uzmanlar da Çin'e gi­
derek burada bu personelin yetişmesine katkıda bulunuyor. Bu gerçi sadece sı­
nai alanda değil, gerek sosyal, gerek kültürel, gerekse ticari alanlarda geçerli.
Şimdi dolayısıyla bugün bu potansiyeline rağmen, Çin esas gücünü henüz belir­
li bir yere getirmiş değil. Yani orada özellikle bir personel ihtiyacı var. Mesela
ben şunu söyleyeyim, gittiğim yerlerde, mesela çorap fabrikalarını gezdim, teks-
til fabrikalarını gezdim. Buralarda yüksek idarecilerin bile bilgi ve tecrübelerinin
çok noksan olduğunu şahsen gördüm. Şimdi şöyle bir husus var, biz hep Çin'i
rakip olarak görüyoruz. Acaba kavga etmektense, mücadele etmektense, işbirli­
ği yapılabilir mi yapılamaz mı? Biz özellikle tekstil konusunda belirli bir yere
gelmiş durumdayız, dolayısıyla bu bilgimizi Çin'le ortak kullanabiliriz. Yani me­
sela çorap konusunda, biz çorap için Çin'deki bir fabrikaya gittiğimiz vakit, bi­
ze fiyat veremeyeceklerini söylediler. Biz de niye vermezsiniz diye sorduğumuz
da, Avrupa'daki en büyük rakibimiz sizsiniz cevabını aldık. Dolayısıyla bizim
vereceğimiz fiyatın size uygun geleceğini düşünmüyoruz demeye getirdiler. Bir
stratejist olarak sizin fikrinizi öğrenmek istiyorum. Acaba mevcut şartlar içeri­
sinde biz Türkiye'yi bir üs gibi kullanarak veya başka bir biçimde Çin'le eksikle­
rimizi tamamlayarak bunu dünyaya pazarlayamaz mıyız?
Mesela bir örnek daha vereyim. İpek üretimi yapan bir fabrikaya gittik. Kravat­
lar gayet güzel, fevkalade, fakat desenleri hiç de uygun değil. Bu fikrimi orada
genel müdüre söylediğim vakit getirin dedi istediğiniz deseni yapalım. Yani
bunu bir örnek olarak söylüyorum. Acaba biz onların eksiğiyle bizim tec­
rübemizi ve imkanlarımızı birleştirerek bir potansiyel haline getirip dünyaya
pazarlayamaz mıyız? Ben özellikle onların bu eğitimi nasıl yaptıklarına dair
gerekli kitapları da aldım. Hatta Sayın Hisarcıklıoğlu'na da bunu gönderdim,
ama daha bir cevap gelmedi. Mesela onları burada eğitelim. Bu belki bir
paradoks olarak görülebilir, bizim rakibimiz olan kimseyi niye biz eğitelim diye.
Ama bugün biz eğitmezsek bir başkası eğitecek. Dolayısıyla bu işbirliğini ve
özellikle de ticaret odaları kanalıyla çeşitli konularda bu fondan yararlanmak
suretiyle bu gerçekleştirilebilir. Tekstil konusunda bunları yetiştirelim, belirli bir
yere getirelim. Kendimizi tanıtalım, onları tanıyalım ve ondan sonra da ortak iş
imkanlarının olup olmadığını araştıralım yani ortak girişimde bulunalım .
Dolayısıyla bu şartlardan Türk Milleti, Türk işvereni olarak biz de yararlanalım.
Yani ben kişisel deneyimlerime dayanarak düşünüyorum. Ama siz bu işin
stratejisini takip ettiğiniz için bu düşüncemi size ve diğer üyelere de aktarmak
istedim. Teşekkür ederim.
Başkan: Teşekkür ederiz.
Dr. Binhan Oğuz: Ben öncelikle bizimle paylaştığınız bilgiler için çok teşekkür
ediyorum. Ben buradan iki soru çıkarttım. Bir, Çin'e ne pazarlayabilir miyiz? Yani
Çin'den korkmak yerine Çin'e ne satarız. İkinci olarak da Çin'de üretim yapabilir
miyiz? Üretim yaptırtabilir miyiz? Onları baz olarak kullanabilir miyiz? İşte Toyota
nasıl bizim ülkemizde üretim yapıyorsa, bizde Çin'de üretim yapabilir miyiz?
Çin'i tanıyalım evet. Çin'i daha yakından tanımak üzere ben hiçbir geziye katıl­
madım, ancak artan sayıda iş gezileri düzenleniyor ve heyetler gidiyor. Bana ak­
tarılan Çin iki türlü; biri hakikaten modern tesislerle çalışan çok donanımlı tek­
nolojili fabrikalar sahip diğeri ise neredeyse milattan önceki şartlarda toprak al­
tında falan üretim yapmaya çalışan insanların mevcut olduğu bir ülke. Şimdi bu
kesime kime ne pazarlayabiliriz?
Avrupa Birliği neden önlem almıyor diyoruz. Birincisi demin dediğim gibi
yatırım yapmış, ikincisi Çin'in gümrük tarifelerini gümrük vergilerini indirtip
mal satacak. Çünkü Çin'de alım gücü çok yüksek 100 milyon insan var. Hindis­
tan için de aynı bu nitelemeyi yapıyorlar. 100 milyon insan bizim ülkemizden
daha fazla, alım gücü de çok yüksek, tabii bu pazar onlar için çok değerli. Biz
Avrupa ile bu 100 milyon için rekabet yapabilir miyiz? Buna bakmamız
gerekiyor. Ben orada bir eksik görüyorum. Bu konuya hiç değinmedik. Çin'e
mal satacaksak, bir kere farklı ürünlerimiz olması lazım. Tabii Avrupa Birliği
veya Amerika oraya markalı katma değeri yüksek ürünlerini pazarlıyor, öyle
giriyor. Bizim o konuda daha yapmamız gerekenler var. Şu anda Avrupa'ya sat­
tığımız ürünler için katma değeri çok yüksek veya marka satıp kaymağını
yiyoruz diyemeyiz. Dolayısıyla o tarz ürünümüz çok az. Daha harcıalem diye
niteleyeceğimiz mallarda da orada üretim çok fazla, dolayısıyla tıkanıyorsunuz.
Yani üretim fazlalığının dışında, bir de neyle rekabet edeceksiniz. Yani Tür­
kiye'nin üretim şartlarına baktığınız zaman, bir kere Avrupa Birliği'nden ve
OECD'den daha yüksek SSK istihdam vergileriniz var. Dünyanın neredeyse en
yüksek enerji fiyatlarıyla üretim yapmaya çalışıyorsunuz. Kayıt dışı sektörünüz
çok fazla, buraya kaymak zorunda kalıyorsunuz. Dolayısıyla Avrupa Birliği mal­
larıyla biz o piyasalarda nasıl rekabet edeceğiz? Veyahut Çin mallarıyla nasıl
rekabet edeceğiz? Oralarda açmazımız var. Bize bir toplantıda aynı şeyi dile
getirdiler. Hatta birkaç sanayicimiz dedi ki, biz de isteriz malımızı satmayı da o
zaman bize de o rekabet şartlarını sağlayın. Şimdi burada böyle bir tıkanma
görüyorum. Ama umuyorum ki, biz bu rekabet şartlarımızı yani hakiki Tür­
kiye'de üretim yapılması için rekabet şartlarını iyileştireceğiz.
Bir diğer konu da Çin'de birçok sektörden çeşitli yatırımlar yapıldığını, üretim
ve fason üretim yaptırıldığını da duyuyoruz. Bu sayı belki artacaktır. Ama
benim gönlüm bundan yana olamıyor. Çünkü ülkemizde büyük bir istihdam
sorunu var ve %14 büyüyen bir ülkede artan bir istihdam olduğu için çelişen bir
durumla karşı karşıyayız. Geçen haftalarda açıklandı, kamu sektöründe özelleş­
tirmeler sonunda maalesef işsizler ordusuna katılacak insanlarımız var. Avrupa
Birliği ile müzakereler başladığında, tarım sektörü gündeme geldiğinde maalesef
tarımı da verimli hale getirirken, tarımdan da boşalacak iş gücü var. Bunları biz
neyle doyuracağız? Bu insanlarımıza neyle iş, aş bulacağız. O yönden ben sıcak
bakamıyorum.
Mehmet Adil Erbaş: Sayın başkan, sayın hocalarım, sayın katılımcılar, şimdi
ben soru sormayacağım ama konuyu şuradan ele almak istiyorum. 2002'de ithal
edilecek bakliyata yasak getirildi. Tabii üretici koruması mevcut, bir fiyat veril­
di ve ofis mal aldı. Almakla beraber tekrar vermeye de başladı. Bunlar alırken
denildi ki bire bir size ithal müsaadesi verelim ama bu zamanla tabii ki yine
gecikti. Sonuç olarak, pirinç fiyatları anormal bir şekilde yükseldi. 809 lira fiyatı
olan pirinçler 1400, 1500 liraya çıktı. Ekim ayından itibaren fasulyenin toplu
fiyatı 900 bin lirayken, 1800 liraya fırladı. Gerçi 1 Ocak 2005'den itibaren
müsaade verilecektir ama, bu arada tüketiciler çok büyük zarar gördü. Aynı
şekilde satıcılar da. Çünkü, ihracat yaparken, ihracatçımız söz vermiş, bağlantı
yapmış belirli bir fiyattan ama bu şekilde fiyat yükseltmiş oluyor.
İkinci olarak semt pazarlarını sorunu. Buralarda tüketici olarak daha temiz ve
kaliteli gıda ürünlerini bulamıyoruz. Ürünlerin marka olması lazımdır ki Av­
rupa'ya bu mallar daha ucuza satılsın. Bunun yanı sıra kayıt dışı satışlara yet­
kililerin bir önlem alması gerekmektedir. Teşekkür ediyorum
Başkan: Teşekkür ederiz efendim. Evet başka sorumuz?
Rauf ...(katılımcı): Öncelikle sayın paneHstlere ve İstanbul Ticaret Odası'na
böyle bir organizasyon için teşekkür ederiz. Ses ve ışıklandırma sistemleri sek­
törlerinde faaliyet gösteren bir şirkette çalışıyorum. Bu yaşanan değişikliklerden
acaba hoparlör, kabin hoparlör, mikser ve amplifikatör gibi ürünler nasıl et­
kilenecek? Teşekkürler.
Aylin Bebekoğlu: Anladığım kadarıyla, sizin ürünleriniz teknoloji ürünleri ama
ileri teknoloji ürünü değil. Sonuçta bunlarda da gümrük vergisinin aşağıya inmesi
söz konusu olacak. Çünkü bu ürünler sanayi ürünlerinde pazara giriş
müzakerelerinin konusu. Şimdi böyle olduğu zaman şunu ayırt etmek lazım. Bizim
halihazırda Dünya Ticaret Örgütü'ne taahhüdümüz var, bir de uyguladığımız had­
ler var. Bir sanayi ürünü olduğu için burada bizim gümrüklerimizin sıfir olduğunu
tahmin ediyorum. Şimdi bu müzakere sürecinde de diğer ülkelerin bu sizin
üretimini yaptığınız üründe, gümrük duvarlarını aşağıya çekmesi gerekecek ve şu
anda şartlar onu gösteriyor ki, burada da önemli bir formül yaklaşımı kullanılacak;
yani yüksek tarifesi olan çok fazla indirim yapacak, düşük tarifesi olan daha az in­
dirim yapacak. Şu an için çerçeve bunu gösteriyor. Belki gelişmekte olan ülkeler,
bunların içerisinde farklı sürelerde bu indirimi farklı oranlarda yaparlar ama genel­
de bir pazar açıhmı olacağını bu müzakere sürecinden beklemek lazım.
Bir önceki pirinçle alakalı olarak soruda, tam olarak doğru anladıysam beyefen­
dinin işaret ettiği sorun, pirinç ithalatında halihazırda bir kısıtlamanın olması ve
ithal edilebilmesi için aynı zamanda belirli miktarda Toprak Mahsulleri Ofisin­
den bir alım şartının olması konusu idi. Aslında bu Dünya Ticaret Örgütü'nde
de şikayet bağlamında gündeme gelen bir konu. En son bunu Amerika Birleşik
Devletleri tarım komitesinin gündemine getirdi ve bunun bir kısıtlama ol­
duğunu söyledi. Aslına bakarsanız burada kendi aramızda konuşuyoruz, çok da
haksız sayılmazlar. Şöyle söyleyeyim, böyle bir alım şartı getirdiğiniz zaman siz
dolaylı olarak bir miktar kısıtlaması da uyguluyorsunuz, piyasaya müdahale
ediyorsunuz. Ama öte yandan Toprak Mahsullerinin elinde de anladığım
kadarıyla birikmiş bir pirinç var ve bu pirince de sanıyorum ki kalitesinden
dolayı talep yok. Bunun da bir stok maliyeti oluyor, bu anlamda da Toprak
Mahsulleri Ofisi bir anlamda üreticiyi korumak için de alım yapıyor.
Bunun birtakım yansımaları var. Üretici ve tüketici arasında zaman zaman bir
denge kurulması gerekiyor. Tarım Bakanlığımız tarafından, ben onların yerine
konuşmak istemiyorum ama, uygulama bu şekilde oluyor. Ve bir noktada da
tüketici, üreticiyi sübvanse etmiş oluyor. Ama bu uygulamanın geçici olduğunu
düşünüyoruz bu yönde beyanatlar var. Belli dönemlerde, özellikle pirinçte
rekoltenin alındığı dönemlerde bunu yapmak zorunda kalıyorlar. Aslında Tür­
kiye'de bu yöndeki tek uygulama pirinçte değil, genel olarak da Tarım Bakan­
lığının bir kontrol belgesi mekanizması var. Zaman zaman bu mekanizma nor­
malde bu otomatik verilen bir belge. Bu belge bazı durumlarda bir ürün
politikası çerçevesinde geç verilebiliyor veya verilmiyor. Bütün bunların
temelinde Türk tarımında korumaya yönelik fazla mekanizma olmaması yat­
maktadır. Elinizde bir tek tarifeniz var, mevcut tarifelerde korumak için ithalat
baskısını azaltmak için yeterli olmuyor ve bunu aşağıya indirdiğiniz zaman,
Türkiye'de tarımın kalmaması, pek çok insanın aç kalması gibi bir sorunla kar­
şı karşıyasınız. Ve bu nedenle de zaman zaman uluslararası platformda da
savunmakta zorlandığımız uygulamaları yapmak zorunda kalıyoruz.
Başkan: Evet. Aylin hanıma teşekkür ediyoruz.
Mehmet Özdoğan: Akın Tekstil'den katılıyorum. Ben Aylin hanıma bir soru
sormak istiyorum. Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından yürütülen ve Resmi
Gazetede yayınlanan Çin'e karşı uygulanan danışma talebi başvurusu vardı. Bu
İthalat Genel Müdürlüğünün yürüttüğü bir başvuruydu. Bu başvuru hale gün­
cel mi? Hala yürürlükte mi? Eğer yürürlükte ise akıbeti nedir ve ne zaman
sonuçlanacak?
Aylin Bebekoğlu: Çok özür dileyerek bundan haberdar olmadığımı söy-
lüyorum. Tamamen çok farklı bir bölümde çalışıyorum ama sorununuz ne ise
telefonunuzu ya da e-mailinizi alayım, ben bir şekilde size cevabını iletirim.
Kusura bakmayın.
Mehmet Özdoğan: Peki teşekkür ederim.
Cengiz Akyıldız: Kısa bir sorum var. Normalde ithalatı yapılan mallarda,
buraya varış tarihi mi yoksa malın çıktığı zamanki tarih mi önemli. Mesela 2004
yılında çıkışı yapılmış bir malın varışı 2005 olabiliyor. Dolayısıyla kotaya tabi
2004'de kotaya tabi bir emtianın 2005 yılında buraya varışı durumu ne olacak­
tır? Ya da tamamen 2005'i bekleyip, 2005 ten sonra mı yükleme yapılacaktır?
Aylin Bebekoğlu: Doğru anlıyorsam, çıkış tarihinin olması lazım, yani 2005'e
ilave bir kota olmayacak.
Cengiz Akyıldız: Evet, yani 2005'de olmayacağı için bu durumda ne yapılması
gerekiyor.
Aylin Bebekoğlu: 2004 yıh kotasından kullanacaksınız.
Cengiz Akyıldız: O da yok. O zaman hiçbir şey yapılamayacak yani o anlamda.
Başkan: Evet, buyurun lütfen.
Cavit Göktürk: Kahve gümrük müşavirliği. Aylin hanım herhalde tam bran­
şınıza girmiyor. Sürekli olarak yıllık rejimlerde başlamış işlemler daima rejimin
altına yazılır. Yeni hükümlerden de yararlanır. Herhangi bir malın ithalatı için
olay başlamış ise kendi hükümlerine de tabidir denir. Yalnız Dış Ticaret Müsteşarlığı'mn şimdiye kadar 41 tane durdurma, engelleme anlamında birtakım
hazırlıkları oldu. Bir veya iki kaleminde başlamış işlemi kabullendi. Diğerlerin­
de ise tarife dışı engel olsun diye başlamış işlemleri kabul etmedi. Hatta bir
genelgesinde de başlamış işlemleri Uzakdoğudan gelen malları devlet olarak say­
mıyoruz, hukuka aykırı gibi bir şey vaaz etti. Bunu da Türkiye'nin çıkarlarını
düşünerek alındığını varsayıyoruz. Öyle kabul ediyoruz. Arkadaşın sorduğu
olay o. Gümrük ve rejimle ilgili olarak başlamış işlemler her zaman caridir. Ama
Uzakdoğudan mal getiriyorsa o malla ilgili olan alınmış önlemleri incelesin, ona
göre baksın ki üzülmesin. Ben bunu eklemek istiyorum.
Benim de size bir sorum var. Şimdi beyefendinin dediği gibi Hollanda'nın Tür­
kiye'den domatesi alıp salçayı Yunanistan'a yaptırıp, Libya'ya satması gibi uy­
gulamalar mevcut. Hollanda sattığı her şeyi üretmiyor. Türkiye'nin de gelenek­
sel ürünlerden vazgeçip katmadeğer peşine düşmesi lazım. Süleyman beyin ve
tekstilin başarılı olduğu veya ayakta kalacağı nokta da o. Demirdökümün Çin'e
gittiğini veya Silk and Cashmere gibi birçok firmanın da bireysel başvurular
bulunduğunu biliyoruz. Sizin cevaplayamayacağınızı zannettiğim bir soru
soracağım. Hükümetlerin, Çin ile ilgili politikaları var mı?
Aylin Bebekoğlu: Şimdi şöyle söyleyeyim. Dış Ticaret Müsteşarlığı sonuçta uy­
gulamacı bir birim ve bu uygulamalarında da sektörün talepleri yönlendirici
oluyor. İthalat ve ihracatla ilgili bir birimle çalışmamakla birlikte zaman zaman
kesişen konulardan biliyorum ki, bu konuda da özel sektörle mümkün ol­
duğunca, iç içe çalışıyorlar ve onların endikasyonlarını da dikkate alıyorlar. Az
önce Binhan hanımın değindiği, İthalat Genel Müdürlüğü'nün aktiviteleri de bu
merkezde ve bu dönemde onların bu konuda çokça çalıştığını düşünüyoruz.
Çin'e karşı ithalat baskısı ve tekstille ilgili olarak üçüncü ülke pazarının korun­
ması başka bizim kendi ülke pazarımızın korunması bir başka konu. İşin bir
başka boyutu ve burada sadece tekstil ürününden bahsetmiyoruz. Her tür ürün
pazarımızda, bunu tüketici olarak da günlük hayatımızda fark ediyoruz. Bunun
karşılığında ne önlemler almabilmeli? Zaman zaman ticaret tarife dışı engel de
konulsa tabii bunları kurallara uygun yapmak durumundayız. Çünkü artık kar­
şımızda 2001 yılından itibaren Dünya Ticaret Örgütü'ne üye bir ülke var. Bizim
ondan ne kadar şikayet etme hakkımız varsa, onun da aynı şekilde bizden
şikayet etme hakkı var ve DTÖ sonuçta bağlayıcı bir örgüt ve bu kurallara uy­
mak zorundasınız.
Dolayısıyla elimizdeki araçları en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. Nedir
bu araçlar? Bir tanesi, genel korunma önlemleri, DTÖ'nün korunma önlemleri
anlaşması, bu herkese açık bir anlaşmadır. İkincisi, tekstil bağlamında, Çin'in
katma protokolünde yer alan ve bence Çin'in DTÖ'ye katılım sırasında vermiş
olduğu büyük tavizlerden biri, 8 yıl geçerli olan ayrı bir koruma mekanizması.
Bunun dışında yine Çin'in katılım protokolünde bir 16ncı madde var ve hep
tartışılır. Bu da genel mahiyette bir safekarttan "korunma önlemi"nden farklı
olarak sadece Çin menşeli bir ürünü ürüne yönelik olarak korunma önlemi
mekanizması uygulamanızı sağlayan bir mekanizmadır. Bu da 12 sene geçer­
lidir. Şimdi bunun şöyle bir önemi var. Bunlar Dünya Ticaret Örgütü müktesebatı içerisinde çok büyük bir ayrıcalık ve bunu Çin'in yine bir tavizi diye
düşünmek lazım. Çünkü normal olarak korunma önlemini siz ülke ayırımı yap­
maksızın uygulamak durumundasınız, ama burada sadece münferit Çin'e karşı
uygulayabiliyorsunuz. Bu anlamda da bu DTÖ kurallarının dışında bir olay.
Üretici korunmak durumunda, hangi mekanizmayı ne şekilde uygulayabiliriz.
Bir kısmı gözetim şeklinde oluyor, ithalat hareketlerini izlemek üzere. Bunun
dışında korunma önlemleri de gündeme gelecek ve tabii damping soruştur-
maları da. Açıkçası bunların yeni dönemde çok daha fazla olacağını
düşünüyoruz. Belki belli bir dönem izleme dönemi olacaktır. Bu şekilde uy­
gulamalar olacak.
Başkan: Zannedersem sizin de bir sorunuz var.
Gülay ...(katılımcı): Tekstil kimyasalları ithalatı yapan bir firmada
çalışıyorum. Aslında Aylin hanım biraz önce sorumun cevabını da cevapladı,
çünkü biz Çin'den çok fazla mal ithal edip dağıtım yapıyoruz. Genellikle
dağıtım yapmış olduğumuz sektör de boya sektörü. Tekstil de işin içinde, boya
sanayi de işin içinde. Bu konuda İthalat Genel Müdürlüğü'nün bize ne gibi şey­
leri getirebilir diye bir sorum olacaktı ama buna da gerekli birtakım bilgileri ver­
di zaten. Teşekkür ederim.
Başkan: Ben teşekkür ederim. Evet, başka sorumuz yok ise katılımcı arkadaş­
larımıza, hocalarımıza, İstanbul Ticaret Odasına ve basındaki arkadaşlarımıza
Dünya Ticaret Örgütü Kararları ve 2005'te İşletmelere Yansımaları Paneline
katıldığınız için çok teşekkür ederiz. İyi günler.
İTO YAYINLARI (2005)
2005-1
Doğu Anadolu Turizm Odaklı Bölgesel Kalkınma Projesi ve Kış
Olimpiyatları Araştırması
2005-2
Fiyat İndeksleri
2005-3
Büyük Mağazalar ile Üretici ve Toptancı İlişkileri (2. Baskı)
2005-4
Yurtdışı Fuarlar Rehberi
2005-5
KOBİ'lerin Rekabet Gücünün Geliştirilmesinde E-Tedarik Sistemleri
2005-6
Avrupa Birhği Yatırım Teşvikleri Sistemi ve Türkiye'deki Durum
2005-7
Dünya Ticaret Örgütü Kararları ve 2005'te İşletmelere Yansımaları
Download