Bünyamin SATANOĞLU Topraktan Öğrenip Kitapsız Bilen 94 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 95 TOPRAKTAN ÖĞRENİP KİTAPSIZ BİLEN İnsanlar, efsaneleri yaratır ve efsaneler ise Thebai (Thebes) Kralı Kadmos’un kızı Semele’nin, kartal kılığına girmiş Zeus’tan hamile kaldığını ve Dionysos ’un doğduğunu anlatır. Ama Semele, Hera’nın oyunlarına yenik düşünce, Tanrı’nın çocuğunu karnında taşıyamaz. Zeus, Dionysos’u onun karnından alıp, kendi baldırına dikerek yaşatmıştır. Böylece Dionysos iki kere doğmuştur, zaten adının anlamı da iki kez doğandır. Dionysos etrafına korku salan, hiddetli bir tanrı olarak bilinirdi; ancak iyi yürekli ve mükemmeldi. Diğer bütün tanrılardan farkı, tanrılardan ve insanlardan eziyet görmüş olmasıydı. Deliliği o getirdi: Verim, şehvet, şarap ve seks tanrısı, devrimci ve anarşistti. Kıyafet değiştirme tanrısıydı, özgürlükçüydü; ona en çok kadınlar tapar ve o kendine tapanlara sahip çıkardı. Dionysos için kış 96 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II ortasında kadınlar dağlara giderek, Dionysos ayinleri yaparlardı. Süslenmiş ve kutsanmış genç bir boğa kurban edilir, eti bir törenle köylülere dağıtılırdı… Yunan toplumunda; tiyatronun öncüsü şarap, bereket ve bitkiler Tanrısı Dionysos’u kutsamak için yapılan Bacchanolia şenliklerinde, bir koronun söylediği Dithyrambos şarkıları ki; tiyatro serüveninin başlangıcıydı. Koro bu şarkılarda, farklı kişilerin konuşmasını canlandırmak için söz ve tavır değişikliğinden yararlanırdı. Bir korobaşı tarafından yönetilen, satir kılığına girmiş koro elamanları, raks eder ve ilahiler söylerlerdi. O zamanki insanlar, tanrıların son derece gerçek, doğa ve insan ilişkisi yönünden sorumlu olduklarına inanırlardı. Yalnızca onlar insanüstü, kutsal ve ölümsüzdüler. 97 Tiyatro dedim… Önce sustu yeni tanıştığım adam... Daha kelimeleri dilinden dökülmeden Gözlerindeki pırıltıyla hissettirdi Anlamının aşk olduğunu... Olympos üzerinde yaşar, insanları oyuncak kabul ederlerdi. Atina’da dramaların doğduğu dönemde, hasat zamanında, tek bir tanrı övülmekteydi ve o Tanrı Dionysos ’tu. Kendine, dışarıdan bakma şansını verebilirdi. En güzel yanlarıyla en çirkin yanlarını izleme imkânı sağlayabilirdi. Derdini anlatabilir, düşündürebilir, güldürebilir, ağlatabilir, coşturabilir, hissettirebilirdi... İnsana, insanı insanla anlatmanın artık Dekor yoktu… Kostüm yoktu... Sahne bir yolu vardı... Öyle bir yol ki; insanları boştu! Roller, önemli kişiler tarafından sardı sarmaladı ve bu yol, bir gün nihayet oynanır; duygular, mimikler yerine yüz- Adana`dan da geçti. lere konulan maskelerle ifade edilirdi. İşte o günlerden geldi, ağlayan ve gülen Yeniydi... Gidilecek çok yol, denenecek masklar… Tiyatronun teması oldu… Türü çok yöntem vardı... İmkânlar sınırlı fakat oldu… Nihayet simgesi oldu… Gülen yürekler bu uğurda, tüm engelleri aşmak mask komediyi, ağlayan mask da trajediyi için çıra gibi yanmaktaydı. Bir gün, genç içine aldı… Zaten hayat da buydu... Ya çok bir adam bu hevese kapıldı... Belki kendigülerdik ya da ölesiye ağlardık... ni buldu belki de kendinden oldu... Hayat mı tiyatro idi yoksa tiyatro mu hayatı idi? Gel zaman git zaman tiyatro denen Bilinmez... Evi oldu... Aşı oldu... Gündüzü tutku, kıtalara yayıldı. Kıtalardan bir bir oldu... Gecesi oldu... İki kalas bir hevesle şehirlere… Şehirlerden insanların yürek- nihayet Bünyamin Satanoğlu tiyatro tarilerine... Artık bazı şeyler değişmişti… Bu hine doğdu… sanat ,insanı kendiyle yüzleştirebilirdi. 98 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 99 BÜNYAMİN SATANOĞLU`NUN AİLE HAYATINA DAİR... 1942 yılının temmuz ayında, Kocavezir’de dünyaya geldi. Babası yarıcı, annesi ev hanımı idi, beş kardeşi vardı. Hayat adil değildi, zor geçiniyorlardı. Çocukluğundan hatırladığı ve başka birine ait bir gramofondan bahsetti gülümseyerek. “O zamanlar gramafon, mahallede bir tek evde vardı; üç şarkı çalardı. Aralarında babamın çok sevdiği ‘Telgrafın Tellerine’ adlı şarkıda vardı. Dinlemekten haz alırdım. İlkokulu Sakarya İlkokulunda okudum. İlkokul öğretmenim Şahin Zühtü Öcal’dı. Ortaokul yıllarım zorlu geçti; beş senede bitirebildim. Tepebağ Ortaokulunda çok sevdiğim bir öğretmenim vardı. Sabahat Hanım... O dönemde birinci karnemde iki zayıf varken, ikinci karnemde on bir zayıfım vardı. Beni kenara çekti; ‘Annen mi öldü, baban mı öldü, nedir bu zayıflar?’ diye sordu... Sabahat öğretmenin benimle ilgilenmesi, bende olumlu bir etki yarattı ve sırf öğretmenimi mahcup etmemek için, onun dersinden borçlu geçmek suretiyle, bütün zayıflarımı kurtardım. O zamanki şartlarda hem okuyordum, hem çalışıyordum, hem de çalıştığım yere süt ve yoğurt götürüp satıyordum... Hayat zorluklar içinde geçiyordu. Üzerimde zar zor aldığımız ceketim vardı. Okul çıkışı fark ettim ki, ceketim koyduğum yerde yoktu! Arkadaşlar saklamış. Şaka işte! Uzunca zaman sonra, öğretmen masasının altından çıktı ama bulunana kadar ikinci ceket 100 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II alacak paramız olmadığımdan, beş sene okula ceketsiz gittim. Ortaokuldan sonra Erkek Lisesinde okudum. İşte o yıllarda tiyatro ile tanıştım...” bakayım!” “Deel” Bunun üzerine Daloğlu kükredi: “Gelmesin artık bu kütük!” KALASI GÖNDERİN, KÜTÜK GELSİN… Bünyamin Satanoğlu “değil” diye yazdığını, “deel” diye Adana şivesiyle okuyunca... Tesadüftü her şey… Tiyatro diye bir şey aklında, fikrinde yoktu. Bir gün, lise yıllarından tanıdığı Sezai Barmanbek adında bir arkadaşı, ondan yardım istedi. O tiyatro ile ilgileniyordu. Rolünü ezberlemek için ders aralarında, Bünyamin Satanoğlu ile bir araya gelip yardımlaşıyorlardı. Bu yardımlaşmalar sonucunda, Bünyamin Satanoğlu, tiyatroya heves etmeye başlamıştı. Sonradan tutkuya dönüşen tiyatro provalarına gitmeye başladı. Provalar, Milli Mensucat İlkokulunda yapılıyordu. Bütün gençler orada toplanıyorlardı. Bir yıl önce başlayanlar, bir yıl sonra başlayanlara göre daha kıdemli idi. Aynı askerlikteki gibi… Gençlik Amatör Tiyatro Topluluğu ismiyle anılan ekibin rejisörü, Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncularından Osman Daloğlu, oyundan bir paragrafı Bünyamin Satanoğlu’na okuttu. Ardından onu yanına çağırarak: “Allah aşkına! Yanıma bir gel, şuraya “değil” yaz dedi. Bünyamin Satanoğlu hemen denileni yaptı ve kâğıda yazdı: “Değil” Daloğlu kızarak: “Yazabiliyorsun, bir de yazdığını oku “Ya bu kalası götürün, kütük gelsin.” Böylelikle Donald Bewin ve Edmond Trazenskin’in Alman esir kampındaki Amerikan askerlerinin güç yaşam koşullarını anlatan ‘’Kamp 17’’ (Stalag 17) adlı oyunda, Alman onbaşısı rolüyle Gençlik Amatör Tiyatro Topluluğu ile serüven başladı… “Gelmesin bu kütük!” der... Rolü alamayınca, boynu bükük çıkar oradan. Eve KARAKOL HİKÂYESİ… de gitmez. Etrafta dolanır durur. Belki tekrardan çağırırlar diye… Yerine, Enver “Kamp 17” oyunu için Atilla Sezici ile Çimeliler`i denerler. En son Osman Da- reklam yapacaklardı... Yapacaklar yapmaloğlu dayanamaz ve der ki: sına da, elde para yok pul yoktu. Ne vardı 101 102 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 103 peki? Okuldan aldıkları tebeşirler. O dönemde elektrik direkleri silindir şeklinde ağaç direklerdi... Önlerine gelen tüm direklere tebeşirlerle “Kamp 17” yazıyorlardı... Bir anda polisler çevirdi etraflarını, o dönemde de ortam çok karışık; ihtilal dönemi idi. Pamuk Pazarı Karakoluna götürüldüler, tahta merdivenlerden yukarı çıktılar. Bünyamin Satanoğlu bir baktı ki baş komiser, patronunun tavla attığı baş komiser! Satanoğlu, o zamanlar hem okuyor hem çalışıyordu. Evdekilerde, iştekilerde tiyatroda oynadığını bilmiyorlardı. Gizli gizli gidiyordu provalara, oyunlara... Endişeye kapıldı o anda. Sorgulama sırasında, liseli gençler “Kamp 17” nin kendileri tarafından hazırlanan bir oyun olduğunu belirttiler. Fakat polis tarafından algılanan ise bunun bir şifre olduğu şüphesiydi. Kimlik kaydına geçilince, “Sezici” soyadına aşina olan baş komiser, Atilla Sezici ’ye: “Ulviye Hanım neyin olur?” diye sordu. O da annesi olduğunu belirtti. Ulviye Hanım, Adana emniyetinde saygın bir memurdu. Dertlerini anlatıp, ifadelerini verip çıktılar. Bu macera da böylelikle tatlıya bağlanmış oldu. kendini tiyatro sahnesinde bulmuştu. Hevesini bastıran bir korku bir tedirginlik içerisindeydi. Sahneye ilk defa çıkmanın heyecanı sarmıştı dört bir yanını... Bu hislerle ilk oyununu oynadı. Perde kapandığında, herkes birbirine “geçmiş olsun” diyerek birbirini kutladı. Oyun başarılı olsun ya da olmasın, oyuncular arasında sorun olsa dahi bu bir gelenekti. Oyun bitimi “geçmiş olsun” cümlesi ile sonlanırdı. Bünyamin Satanoğlu’nun ilk oyunundan aldığı haz, tiyatroya daha bir tutkuyla bağlanmasına ve tüm ruhuyla sarılmasına sebep olmuştu. Bu güzel bir başlangıçtı… İLK RÖPORTAJ... İkinci oyunu olan Andaval Palas`ı oynadıktan sonra, mahalli bir gazetede çalışan gazeteci Ünsal Özdiker`e ilk röportajını verdi. O zamanlar hiç ideolojik kitap okumamış, hiç kimsenin etkisinde kalmamış, fakat solu benimsemiş bir genç olarak dedi ki: ‘’Ben Tiyatroyu meslek olarak kabul etmiyorum!’’ TİYATRO SEYRETMEDEN TİYATROO zamanlar, lisede öğrenci olan SaCU OLMAK tanoğlu, aynı zamanda pamuk tüccarlığı yapan bir firmada çalışıyordu. Yıllar O dönemlerde yoksul halkın, sosyal ve sonra Marx’ın bir sözünün, geçmişte ekonomik nedenlerden dolayı, tiyatroya kurduğu o cümleye denk geldiğini keşgitme şansı yoktu. Beş lira haftalıkla çalı- fettiğinde, çok hoşuna gitti. Marx: “Para şan Bünyamin Satanoğlu, nasıl gidebilir- kazanmayı amaçlayan sanat, mal niteliği di? Daha tiyatro seyircisi bile olamadan, gösterir, piyasa kurallarına uyar. Halbuki 104 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II yerinde bahçıvanlık yapan, bir yandan da tiyatro çalışmalarını sürdüren Bünyamin Satanoğlu, yirmi dört ay sürecek olan askerlik nedeni ile oyunlara ara verdi. Yerine babası bahçıvanlık yapmaya başladı. Aklı, Adana’da tiyatro sahnesindeydi. Döneceği günü iple çekmekteydi; daha oynanacak çok oyun, çakılacak çok dekor, öğrenecek çok şey vardı… ADANA SANAT TİYATROSU VE ‘KARALARIN MEMETLERİ’ Adanalı lise ve üniversite öğrencileri ile çalışan Adana Sanat Tiyatrosu, Gençlik Kültür Derneği ve Halk Eğitim Merkezi`nin desteği ile 1964 Kasımında kurulmuştur. Kuruluş amaçlarını: ‘’Adana`daki kültür faaliyetlerini göstermek, yabancı ülkelerdeki ve İstanbul`daki festivallere katılmak’’ olarak ifade ederler. İlk oyunları sanat, mal değildir.’’ der. Tam da bu nokta- “Duvarların Ötesidir”, ikinci oyunları ise da düşünceleri örtüşmüştü ve hayata göz- Cahit Atay`ın “Karaların Memetleri”dir. lemleri ile yaklaşmış olsa da, doğru yolda Askerden yeni dönen Satanoğlu “Karadaolduğunu anlamıştı. yı” rolünü alacaktır. Satanoğlu için tiyatro farklı bir yerdeydi. Parasını farklı yollardan kazanır, ticari bir beklentisi olmadan da sanatını icra ederdi ve hayatını bu ilke ile devam ettirirdi. Çünkü tiyatro gönül işiydi… Emtia değildi… ASKERLİK… Oyunu sergiledikten sonra yeni bir etiketleri olur: ‘’Komünist!’’… Mahalli gazetelerden birinde Osman Yereşen’in kaleme aldığı yazısında, Nazım Hikmet’in köpeğinin isminin de “Memet” oluşunun iddiasını bahane ederek, oyunun sol eğilimli olduğunu yazması üzerine halk eğitim müdürü Kadri Ağbalı daha hamasi (yiğit) bir oyun oynanmasını önerdi. 1963 yılında; şimdiki Arı Sineması’nın BÜNYAMİN SATANOĞLU 105 Bunun üzerine Zeki Göker ve çalışanlar, Mustafa Kemal Atatürk’ ün ayakta alkışladığı, Aka Gündüz ‘ ün yazmış olduğu ‘’Mavi Yıldırım’’ adlı oyununu sahneye koymaya karar verdiler. Oyuna bir iki gün kalmıştı ki; belediyede, basın ve halkla ilişkilerde görevli olan Osman Yereşen ‘in baskısıyla yetkililer son provayı izlemek istediler. İki rolü olan Satanoğlu, birinde Fransız zabitini oynuyor ama hiç sözü yok; sahneye giriyor ve geri çıkıyor. Diğer rolü ise Mustafa Kemal`in hudut şeflerinden Binbaşı Vural. Gizli görevde olan Binbaşı, hoca kılığındadır. Provaya gelenler tutturuyorlar ki:” Böyle hoca olmaz! Yapmayın, etmeyin!” diyorlar. Zeki Göker bir yandan konuşuyor: ‘’Rol bu! Oyun, bu şekilde yazılmış’’ diye: “Olmaz!” diyorlar. Grup teslim oluyor sonunda. Hoca rolünü değiştirip Muhtar azası yapmaya karar veriyorlar. Zaten hiçbir yerden ekonomik destekleri olmayan Adana Sanat Tiyatrosu çalışanları, aynı zamanda siyasi baskılara rağmen, oyun sahnelemenin zorluklarından geçiyorlardı. Halk Eğitimi ‘nin ise tek desteği, prova yapabilecek bir yer vermesi idi. Halk Eğitim müdürünün değişmesi ile birlikte, Adana Sanat Tiyatrosu, Haldun Taner ‘in yazmış olduğu, Keşanlı Ali Müzikali ‘ni sahneye koyma kararı aldı. Gündüz Aykut ‘ un sanatsal yardımlarıyla ve Kazım Sanrı ‘nın müziklerini yaptığı, epik tarzda yazılan bu oyun, yalnız şehir tiyatrosunda değil, sahnesi olan bazı okul ve 106 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II köylerde sahneye kondu. Kadroda Zeki Göker, Bünyamin Satanoğlu, Perihan Duygulu, Ercan Kont, Ersin Sanver, Ergin Sanver, Ahmet Ündağ, Nurgül Koçkal, Hikmet Özsevenler, Mehmet Özgentürk, Mustafa Yıkar, İsmail Moğol, Orunbay Turumtay, Kerim Kemaloğlu, Maruf Tanboğan, Kazım Sanrı, Hasan Kuş gibi isimlerden oluşur. Halkın yarattığı efsanevi bir kahramanlık destanını konu alan bu oyun ile Adana Sanat Tiyatrosu, Adana’da oldukça ilgi toplamaya başlar. Daha sonra Devlet Tiyatroları ışıkçısı Halim Ünsal’ın yazdığı, iki bölümlük “Dilleri Olsaydı” adlı oyun oynanmıştır. Adana Sanat Tiyatrosunun hazırlayıp da, Belediye yetkililerinin mani olması sebebiyle sahneleyemediği son oyun; Cahit Atay’ın ‘“Ana Hanım Kız Hanım’’ dır. 19 Şubat 1967`de Ziyapaşa Oda Tiyatrosunun yıkılması ile birlikte oyunu sahnelemeyen, odasız kalan topluluk ‘’Ağulu Dünya’’ adlı oyunuyla, ODTÜ Devrimci Amatör Tiyatrolar Şenliği ‘ne katılırlar. ZİYAPAŞA ODA HAZİN ÖYKÜSÜ… ‘nin iş birliğiyle, yetmiş üç kişilik bir oda tiyatrosu şeklinde yaptırılan bir küçük tiyatronun adıdır. Açılışıyla beraber, Ziyapaşa Oda Tiyatrosunun yapımıyla ilgili basın duyurusu yapıldı: “Belediye Şehir Tiyatromuz, kendi binasının hemen yanında, bir oda tiyatrosu inşa ettirmektedir. İnşaat son safhasındadır. Oda Tiyatrosu 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde törenle açılacaktır.” Ziya Paşa`nın 1878’de, Adana’daki tiyatro sever tutumuna karşı, Ziya Paşa adını tiyatro yönünden de ebedileştirmek için, Şehir Tiyatrosu Müdürlüğümüz, açılacak Oda Tiyatrosunun adını ‘’Ziyapaşa Oda Tiyatrosu’’ olarak koymuştur. Ayrıca bu tiyatroda ilk eser olarak, Moliere’in Tartuffe adlı eserinin; Ziya Paşa tarafından ‘’Riyanın Encamı’’ olarak çevirisi yapılmış olan bu oyunun provaları devam etmektedir. Eseri sahneye Devlet Tiyatrosu rejisörlerinden Fikret Tartan koymaktadır. Diğer taraftan Şehir Tiyatrosu Müdürü Oğuz Bora, Oda Tiyatrosunun hazırlıkları ile ilgili olarak gittiği Ankara’dan bugün dönecektir. Açılış yapıldı. Ali Sepici, vesile olduğu Ziyapaşa Oda Tiyatrosu ile ilgili şunları TİYATROSUNUN kaleme aldı: Ziyapaşa Oda Tiyatrosu, Adana’ya ikinci bir tiyatro kazandırmak amacıyla 1965 yılında, Şehir Tiyatrosu müdürü Oğuz Bora ve Belediye Başkanı Ali Sepici “Tiyatromuzun adını düşünürken, aklımıza ilk gelen Ziya Paşa oldu. Ziya Paşa, Adana Valisi bulunduğu sıralarda bir şehrin en önemli ihtiyacı olan tiyatroyu derhal kurmuş ve orada Moliere’ den tercü- BÜNYAMİN SATANOĞLU 107 me ettiği ‘’Riyanın Encamı’’ adlı oyunu oynatmıştır. Bugün tiyatromuza onun adını verdiğimiz gibi ilk eser olarak da, onun o gün oynattığı eseri seçmiş bulunuyoruz. Böylece bu büyük insana olan borcumuzu, bir parça olsun ödediğimizi sanıyoruz. Dünya Tiyatrolar Günü’nün ve Ziyapaşa Oda Tiyatrosu’nun sayın hemşerilerime hayırlı olmasını dilerim.” Maalesef beklenen ilgiyi göremeyen Oda Tiyatrosu, Belediye tarafından ödenek ayrılmadığı için kapandı. Arkasından Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu da son oyunları Recep Bilginer tarafından yazılan ‘’İsyancılar’’ oyunundan sonra belediye yetkililerince oyuncular arasındaki çekişmeler ve ödenek olmadığı bahane edilerek kapatıldı. Adana artık tiyatrosuz kalmıştı. Halk eğitim merkezi ile güç birliği yapan Adana Sanat Tiyatrosu, Belediye Başkanı Ali Sepici’nin sözlü vaadi ile Ziyapaşa Oda Tiyatrosunda çalışmalara 108 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II başlamıştı. İçinin tüm müştemilatı haciz edilen Ziyapaşa Oda Tiyatrosu, boş salon olarak kendilerine teslim edilmişti. Resmi olarak encümen kararını beklemekteydiler. O günleri Bünyamin Satanoğlu şöyle anlatıyor: “Bomboş bir yer, ne sahnesi var ne perdesi... Burayı nasıl tiyatro haline getirirsin? Oturduk kendi kendimize planlar yaptık. Rahmetli Kerim Kemaloğlu vardı; o da Kayserili olduğundan Melek Girmez’den pastırma sandıkları aldı ve onlardan koltuk yaptı. Çivileri bile sokaktan topladık. Bu arada borsada çalışıyorum; dört yüz lira maaş alıyorum ve o parayla idare ediyoruz. İmkânı olan arkadaşlarım, evlerinden yemek getiriyor, imkânı olmayanda bizler gibi emeğini ortaya koyuyor. Biz her şeyimizi birbirimizin ederek, zor şartlara rağmen bir sahne kurmak için harıl harıl çalışıyoruz. Bir yandan da gazete gazete dolaşıp, tiyatronun açılışının halka duyurulması için yardım istiyoruz. Fakat ne yazık ki hiçbir gazetede yazı çıkmadı. Bu arada ‘Ana Hanım Kız Hanım’ın pro- ğil, bir gecekondu yıktırıyoruz.” valarını da yapıyoruz. Geç saatlere kadar süren provalara, bazı günler Ali Sepici de Yıkım kararını duyduktan sonra biz, bizi izlemeye geliyordu. Kapanıncaya ka- tiyatroda kalmaya başladık. “Başımıza yıdar iki üç kez geldi...” kamazlar ya!” diyoruz. Nöbet tutuyoruz… İşe gündüz gitmesi gerekenler olsa bile, Maalesef kendisinin açılışını yaptığı orada kalan arkadaşlarımız oluyordu. Tiyatronun, yıkım emrini de kendisi ver- Kendimizce emeğimize sahip çıkıp, hakdi. Sebep neydi biliyor musunuz? Gece- sızlık karşısında direniyorduk. Gece tiyatkondu imiş… Tabii ki bunun altında yatan rodayım, sabah işe gideceğim. Alev Ateş nedenler var. Tüm sağ yanlısı basının, sol arkadaşa devrettim nöbeti. Ben gittikten yanlısı olmamızdan kaynaklı baskısı da on beş dakika sonra yıkmaya başlamışvardı. Ali Sepici’nin savunması ise şöyle lar. Bana bir haber geldi ki, soluğu orada oldu: aldım. Baktım yıkıyorlar! Bağırıyorum… Küfrediyorum... Ağlıyorum ama nasıl “Yıktıkları yer, hiç kimseye tahsis edil- hüngür hüngür… Canım yanıyor! Açılışımiş değildir. Böyle bir tahsisi de ancak na yer vermeyen mahalli basın, tiyatro yıBelediye Meclisi yapabilir. Yıktırılan yerin kımında nasıl da tam kadro oradalardı. Bu çatısı, çinkodan inşa edilmiş bir gecekon- arada gazetecinin biri Alev Ateş ‘e sordu: du durumunda idi. Biz tiyatro binası de- BÜNYAMİN SATANOĞLU 109 110 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II BÜNYAMİN SATANOĞLU 111 “Siz susuyorsunuz, Bünyamin Bey neden bağırıp ağlıyor?” yerden izmarit toplayayım? Yeni Bafra sigarası içer, keyfime bakardım. Tüm bunların yanı sıra burada bir şey üretiyoruz Alev Ateş: “Parayı o koydu, ondan ağ- ve bugüne kadar hiçbir şeyi, kendi malım lıyor!” gibi görmedim. Oradaki bütün arkadaşların tümünün ürünüdür diye tanıttım ve Oysa ben, o sebepten ağlamıyordum. hala da öyledir. Herkesin katkısı vardır. Aldığım bir iki maaşım gitmiş, ne olacak? Biz tiyatroda aç susuz yatarken, bilmem Ama siz hiçbir şeye emek sarf ettiniz mi? ne mahallesinden getirilen çorbanın, hiç Kaleminizi bile kendiniz açabildiyseniz tanımadığınız insanlardan tatlıların gelieğer, güzelleşir o kalem... Emek vardır şi... onun içinde… İnanabiliyor musunuz? TanımıyorsuKendi emeğine sahip çıkmayan bir nuz, sizi izlemeye gelmiş, durumunuzu toplum olduğumuzdan, geri kalmış bir ül- görmüşler ve size, onlar bile katkı sağlıkeyiz ve emeğimize saygılı değiliz. O za- yor. Emek çok güzel şey… Emeğe sahip manlar benim maaşım iyiydi, ben neden çıkmak da... İster sağcı olun ister solcu... Emeğe saygı duymak da çok güzel bir ZİYA PAŞA: şey… Emek! Emek! Emek! Ve biz olmayı Ziya Paşa; 1825 yılında İstanbul’da dünyabaşarabilmekti tüm olay... ya geldi. Babası, Galata Gümrüğünde kâtiplik yapan Erzurum’un İspir ilçesinden Ferideddin Efendi, annesi Itır Hanım’dır. Asıl adı “Abdülhamid Ziyaeddin’” dir. Ziya Paşa, 1878 yılında Adana’ya vali olarak atandı. Adana’da eğitim ve kültür alanında faaliyet gösterdi. Bursa valisi Ahmet Vefik Paşa’yı örnek alarak bir tiyatro binası inşa ettirdi, temsil vermek üzere İstanbul’dan bir tiyatro heyeti getirtti ve Fransızca’dan piyes tercüme etti. İmarla ilgili faaliyetlerde bulundu; Gülek nahiyesinde bir rüştiye açtı. İki yıla yakın valilik yaptığı Adana’da, 17 Mayıs 1880’de sirozdan hayatını kaybetti. Büyük bir cenaze töreninin ardından, Adana Ulu Camii yanına defnedildi. 1881 yılında Adana Valisi Abidin Paşa tarafından, Ziya Paşa için mezar yaptırıldı. Mezarın etrafı 1960’larda park haline gelmiştir. 112 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II Çok acı ve çok tatlı günlerdi. Kimse yaşayamaz, yaşamaya da tahammül edemez. Yalnız kendim için değil, tüm arkadaşlarım için söylüyorum. ‘Hep kavga ettik; her kavga, daha barışık olmak içindi! Kavgamız sanat adına, tiyatro adınaydı.’’ Tiyatro yıkımını basından duyan Ceyhan belediye başkanı Şahin Özbilen, tiyatro yapmamız için bizi Ceyhan ‘a davet etti ve böylelikle Ceyhan Şehir Tiyatrosu ‘nu kurduk. “Ana Hanım Kız Hanım”, “Tuzak”, “Duvarlarının Ötesi” adlı oyunlarımızı sahneye koyduk. 113 DOST OYUNCULAR... hastanesinden kaçan bir adamın, yolları kardan kapanmış, dünyayla adeta ilişkisi Dost Oyuncular; ‘’Kişileri sokaklarda kesilmiş bir kasabanın başına, kaymakam serseri gibi dolaşmaktan, kahve köşele- olarak geçmesi ve işleri yoluna koymasını rinde pineklemekten ziyade, bir şeyler anlatan bir oyundu bu... üretmek gayesiyle bir araya gelen, Adana`nın gençleridir ve gayeleri sadece AİLESİ ÖĞRENİYOR... ( BÜNYAMİN Adana halkına, Adana gençliğinin sesini, SATANOĞLU `NUN DİLİNDEN) tiyatro kanalıyla aksettirmektir.’’ diyerek belirttikleri amaçla, 1967-1968 sezonun“Babam tahsili olmayan fakat mantıkda Bünyamin Satanoğlu`nun öncülüğün- lı bir adamdı. Bir gün gidip babama ‘Senin de kurulmuştur. oğlun tiyatroda oynuyor, komünist oldu.’ demişler. Davetiye verdim; komşumuz Kadro: Bünyamin Satanoğlu, Tuncay ile birlikte geldiler. “Buzlar Çözülmeden” Aşkar, Ender Yiğitel, Murat Onat, Şahin adlı oyunu sahneliyorduk o sırada. SeyErsoy, Ulvi Dalyan, Nuri Özaydın, Ah- rettikten sonra; “Bizi anlatıyor bu oyun” met Ündağ, Kerim Kemaloğlu, Süleyman demiş. Çünkü “Buzlar Çözülmeden” rızık İpek, Ercan Sekitmez, İsmail Birlikdoğan, meselesini anlatan bir oyundu. Böylelikle Süleyman Esencan, Faruk Yasa, Çetin kafasında oluşturulmak istenenden, çok Boğa, Suat Sartın, Mesut Mertcan... daha farklı bir düşünceyle ayrıldı tiyatrodan... Ben de büyük bir tepki yaşamamış İlk oyunları Turgut Özakman`ın “Du- oldum...” varların Ötesi’’ idi. Bünyamin Satanoğlu `nun yönetmenliğini yaptığı oyunu, ADANA SANAT VE KÜLTÜR Mehmet Özgentürk sahnelemiş, dekor DERNEĞİ ve kostümleri Nuri Özaydın hazırlamıştı. Topluluğun ikinci oyunu, Bünyamin 1968 yılında İsmail Ökke, Nuri ÖzaySatanoğlu `nun sahneye koyduğu ‘’Casus dın, Mustafa Yıkar, Mustafa Kamay, HaKim? (Kamp 17) ’’ adlı oyunuydu. Sezonu bibe ve Kadriye Bayman, Kenan Yanar, bu şekilde kapatmışlardı. Süheyla Yanar tarafından kuruldu. Kurucuları, Dost Oyunculardan oluşan bu 1968-1969 sezonunda, ilk olarak Cevat dernek, Dost Oyuncularla güç birliği Fehmi Başkurt`un “Buzlar Çözülmeden’’ yaptılar. Bu arada kadroya Zeki Göker ve adlı oyunu, Bünyamin Satanoğlu yöneti- Sema Göker dâhil oldu. ‘Göç’, ‘Gel de Bominde oynadılar. Çıkarcılığın ve düzen- runu Öttür’, ‘Komşularımız’ adlı oyunlar sizliğin kol gezdiği bir toplumda, akıl 114 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 115 oynandı. Dost Oyuncular Gülten Akın’ın yazmış olduğu ‘Keloğlan’ oyunu ile ODTÜ Devrimci Tiyatrolar Şenliği’ne katıldı. Bir fetret devri tekrar başladı… Zeki Göker, Perihan Duygulu, Gazanfer Ündüz, Sema Göker, Ender Yiğitel, Dost Oyunculardan ayrıldılar ve Zeki Göker önderliğinde, Çukurova Bölge Tiyatrosunu kurdular. Dost oyunculardan kalanlar Yaşar Nadir Atilla, İsmail Ökke, Mahmut Hazım Kısakürek, Şahin Ersoy, Sinan Bozkurt, Kenan Yanar, Süheyla Yanar, Adana Halk Evi ile işbirliği yaparak, bir açık hava tiyatrosunu kurdular. ‘Alo Orası Tımarhane mi?’, ‘Şeytan Bunun Neresinde?’ adlı oyunları oynadılar. 1973 seçimlerinden CHP’den Belediye Başkanı seçilen Ege Bağatur da yerel tiyatroya ılımlı bakan bir yaklaşım içerisindeydi. Adana’ da yapılacak olan tiyatronun, kentin öz malı olması gerektiğini, Adanalı tiyatro severlerin, tiyatro ihtiyaçlarının giderilmesine çalışacağını ve bir bölge tiyatrosu kurulacağını, bir basın açıklaması ile belirtmişti. Muhsin Ertuğrul, Adana’ da ön araştırma yapmak ve durumu değerlendirmek üzere, tiyatro yönetmeni Tunç Yalman’ı gönderdi. O Zamanlarda on yedi tane amatör tiyatro daha kurulmuştu. İnanılmaz bir oyuncu enflasyonu vardı ve herDOST OYUNCULAR “ZİYAPAŞA kes, kendilerinin en iyi oyunu sahneleTİYATROSU” ADINI ALIYOR... diğini düşünüyordu. Tabii ki bu gruplar arasında çekişmeler, anlaşmazlıklar çıkıDost oyuncular, 1974-1975 sezonunda yordu ve bu grupların tek bir çatı altında Ziyapaşa Tiyatrosu adını alıp, Belediye ile toplanması pek de olası gibi görünmüyorgüç birliği yapacağı tarihe dek; kadro, sa- du. lon ve ekonomik sorunlar nedeniyle kısa sürelerde şu oyunları sahnelediler: ‘TıSatanoğlu, olayı şöyle anlatıyor: “Tunç marhane’, Turgut Özakman’dan ‘Ocak’, Yalman Hoca yaptığı toplantıda sorular ‘Güneşte On Kişi’, Gülten Akın’dan ‘Ke- soruyor ve sorulan soruları da cevaplanloğlan’, Güner Sümer’ den ‘Bozuk Düzen’, dırıyordu. Ben ve İsmail Ökke en arkaCevat Fehmi’ den ‘Hacı Yatmaz’ ve Hida- da oturuyoruz. Oradan bir arkadaş çıktı: yet Sayın’dan ‘Pembe Kadın’. “Efendim! Siz veya başka bir arkadaş gelse, yönetmeliği altı ayda öğretse…” daha Dost Oyuncular adı ile son olarak lafı sonlanmadan… Hoca: ‘Karpuz çekir‘Pembe Kadın’ı sahneleyen topluluk, İs- değini bile ektiğinizde, altı ayda size meytanbul Şehir Tiyatrosu ve Muhsin Ertuğ- ve vermez’ dedi. Başka bir arkadaş çıktı: rul’un da desteği ile Belediyeyle kurduğu ‘Biz halkçı tiyatro yapıyoruz.’ dedi. Hoca iletişim sonucunda tiyatro salonunu, üc- sordu ‘hangi oyun?’ diye... ‘Kim kime Dum retsiz kullanmak üzere almayı başardılar. duma’ dedi arkadaş. Tunç Yalman Hoca anında: ‘Bu halk tiyatrosu mu? Bu dedi- 116 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II BÜNYAMİN SATANOĞLU 117 adam: “Bünyamin Bey! Size diyorum” dedi. İlerleyip oturdum: “Yav arkadaş! Siz nasıl yaptınız bu işi? ‘Ocak’ iki kez oynanmış. İkisinin arasında büyük fark var, hâlbuki kadro hemen hemen aynı, peki bu fark neden kaynaklanıyor?” diye sordu. “Hocam! Birini rahmetli Anadol Korzay’ın yazıhanesinde ve bizim evde çalıştık. Diğerini Erdoğan Özüşen döneminde, Belediye Şehir Tiyatrosu sahnesinde prova yaptık.’’ Tunç Yalman: “Bu dekorda çizgilerin birini dikey atmışsın, diğerini yatay atmışsın. Sen hiç kitap okudun mu bununla ilgili?” dedi. “Yok Hocam! Biraz rahmetli Güner Abi’den bir şeyler aldık. Biraz Gündüz (Aykut) Baba’dan” dedim. ğin oyun, komedi!’ dedi. Baktılar olacak gibi değil, herkes bugüne kadar yapmış olduğu işlerle ilgili, bir iki evrak getirsin, belgeler incelensin dendi. Biz zaten hazırdık. Yanımızda her ihtimale karşı bu belgeleri getirmiştik. Tunç Yalman Hoca, basın yayın bölümünde oturuyordu. Gittik belgeleri teslim ettik. Ertesi gün gittim. Kapıyı çaldım girdim: “Buyurun Hocam!” dedi. Arkama baktım, acaba başka biri de mi girdi? diye. Çünkü Tunç Hoca Broadway’de oyun sergileyen, tiyatroyu çok iyi bilen bir 118 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II “Sonradan bir kitap aldım okudum ki; gerçekten sahneye koyma sanatında, dekorların çizgilerinin dikey ya da yatay olmasının bir anlamı varmış. Kısa boylu sanatçılarda yatay çizgi atmıyormuşsun, daha kısa görünürmüş. Ben bunların hepsini gözlemleyerek yaptım. Nazım Hikmet’in “Türk Köylüsü” şiirini bu yüzden çok severim ve birçok oyunda da kullanmışımdır. Çünkü ben, tiyatroyu ve sosyalizmi kitaptan değil, yaşayarak ve yargılayarak öğrendim.” “TÜRK KÖYLÜSÜ” Topraktan öğrenip Kitapsız bilendir. Hoca Nasreddin gibi ağlayan Bayburtlu Zihni gibi gülendir. Ferhad ’dır. Kerem ’dir. Ve Keloğlan’dır. Yol görünür onun garip serine, Analar, babalar umudu keser, Kahbe felek eder ona oyunu. Çarşambayı sel alır, Bir yar sever El alır, Kanadı kırılır Çöllerde kalır, Ölmeden mezara koyarlar onu. O “Yunusu biçaredir Baştan ayağa yâredir”, Ağu içer su yerine. Fakat bir kere bir dert anlayan düşmeyegörsün önlerine Ve bir kere vakt erişip gayrık yeter! Demesinler. Bunu bir dediler mi,? “İsrafil surunu urur, Mahlûkat yerinden durur” Toprağın nabzı başlar Onun nabızlarında atmağa. Ne kendi nefsini korur, Ne düşmanı kayırır, “Dağları yırtıp ayırır, Kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa” Nazım Hikmet Ran 119 Sonunda Tunç Yalman Hoca, Adana Belediyesine sunduğu raporunda; başka bir tiyatro arayışına gerek olmadığını, Dost Oyuncuların bunu en iyi şekilde zaten yaptıklarını belirtti. Tiyatro binasının onlara verilmesini önerdi. yimiz yok. Allah’ımız şaşıyor korkudan, merdiven bir sallansa yeri boylayacağız. Ardından koltukları fırçaladık, pırıl pırıl oldular. Bu arada Cemil Bayrı diye bir ağabeyimiz var. Aslında bizle yaşıt fakat tiyatroda bizden eski olduğu için öyle ifade ediyoruz. Tekelde çalışırdı, soğan alır, Ama bu, her şey bitmiştir anlamına kasa kasa üzüm alırdı. Hepimiz, Birinci gelmiyordu... Aksine, çok büyük işler on- sigarası içiyoruz; onda bile birlik beraberları beklemekteydi; çünkü tuvaletler hara- lik olacak. Neyimiz varsa paylaşırdık! Yebe, salon boyasız, koltuklar berbat, kos- meğimizi, paramızı, emeğimizi… tümler perişan halde idi. Bir gün Cüneyt Gökçel geldi, biz Ege Her zamanki gibi kolları sıvadılar, gün- Bağatur’la kostümlere bakıyorduk. Diğer lerce temizlik yaptılar. O dönemde tiyat- arkadaşlar dekor çakıyorlar. Bu sırada ro salonunu boyamak için, ihaleye çıkıp Ege Bey, Cüneyt Bey’e: ‘Bu adamlar bu500.000 lira civarında teklif verenler ol- rada yer, burada uyur, burada yaşarlar, muştu. Hâlbuki Belediyenin kasasında bu evleridir tiyatroları.’ diye bizleri anlatıyor. işe ayrılmış bir kuruş bile yoktu. O zaman Tiyatro üstüme zimmetliydi. Pencerenin Satanoğlu, konuşmak için Ege Bağatur’un önünde uyuyamıyorum, kurşun yiyebiyanına gitti: lirim. Bir yangın bir kundak olsa ilk ben gideceğim; çünkü imzayı ben atmışım. O “Sayın Başkanım! Bu boya işi ne zaman korkularla yaşıyoruz. Altı kişi hep orada olacak?” diye sordu. kalıyoruz. Biz tiyatroda tanışıp, sonra aile birliği kurmuş insanlarız. Birbirimize göEge Bagatur ise: “Bünyamin, para yok!” nülden bağlıyız. Oyunlarımızı oynuyoruz. diye karşılık verdi. Günler mücadele içinde geçip gidiyor.” Bunun üzerine Satanoğlu, bir mesleğiZiyapaşa Tiyatrosunun ilk oyunu, Erol nin de boyacılık olduğunu ve bu işi arka- Toy’ un ‘Pir Sultan Abdal’ıydı. 16. yüzyıl daşlarıyla yapabileceğini söyledi. O gün- Osmanlı toplumunda yaşamış, mücadeleleri şöyle anlatıyor: ci ve toplumun önemli bir kesimiyle bütünleşmiş Sivaslı Halk Ozanı Pir Sultan “Düşünebiliyor musunuz? Tavan hariç Abdal’ın zulme ve zalimlere karşı savaher yeri boyadık. Kavak ağacından mer- şıyla birlikte, halkın içinden çıkan bir yödiven yapmışız. Sigortamız yok, bir şe- netici olan Hızır Paşa’nın halka ihanetini 120 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II anlatan oyunuydu. Gündüz Aykut’un yardımı ile Bünyamin Satanoğlu yönetti. İsmail Ökke dekor-kostüm sorumlusu, ışık-efekt sorumlusu Faruk Yasa ve reji asistanı Ceylan Çaplı idi. “Bünyamin beni İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosuna gönderdi. Orada Muhsin Ertuğrul Hoca ya da Tunç Yalman ile görüşüp, ihtiyaçlarımızı bildirmemi istedi. Otobüsten indiğimde saat on iki, yarım civarlarıydı. Tiyatroya bir gittim ki: Dekor yapımını bizzat tiyatro çalı- Allah Allah, herkes Grand tuvalet giyinşanlarının üstlendiği oyunun, kostüm miş, süslenmiş. Herkeste bir heyecan var! ihtiyaçları konusunda da İstanbul Şehir Meğerse ekipten biri evleniyormuş, saat Tiyatrosu ve Muhsin Ertuğrul yardımcı on üç te nikâh var, ona yetişmeye çalışıoldu. Bünyamin Satanoğlu, İsmail Ök- yorlarmış. Beni aldıkları gibi kostüm odake’yi görevlendirerek İstanbul’a gönderdi. sına götürdüler, hep bir elden kostümleri Aslında kostümleri vardı fakat içlerine toparladık. Kısa sürede oradaki işim bitti. sinmemekteydi. Her şeyin mükemmel ol- Onlar nikâha gittiler, ben de içi kostüm masını isteyen amatör ruhları, imkânsız- dolu çuvalımı alıp, beni heyecanla beklıklardan imkân yaratmak için durmadan leyen ekip arkadaşlarımın yanına Adana’ mücadeleye devam ederdi. ya döndüm. Sabaha karşı beşte vardım. Yorgundum, açtım, susuzdum ama arkaİsmail Ökke olayı şöyle anlatıyor: daşlarımı uyandırmamak için tiyatronun BÜNYAMİN SATANOĞLU 121 kapısının önünde uyudum. Sabah kapıyı bir açtılar ki ben orada kostümlerle birlikte önlerinde… Bir sarmaş dolaş olduk. Bir mutluyuz! Hemen işe giriştik... Akşama oyunumuz var.” Yaklaşık iki ay üstünde çalışılan oyun, başarıyla sahnelendi ve Ziyapaşa Tiyatrosu faaliyetlerine titizlikle ve aşkla devam etti… BİR SALON BİN KAVGA... Ziyapaşa Tiyatrosu o zamanda tek amatör tiyatro topluluğu değildi. Bir sezon sonra, diğer topluluklar da, salon paylaşım savaşına girdiler. Hâlbuki sezon açılırken, Ziyapaşa Tiyatrosu “Kapımız herkese açıktır’.’ şeklinde bir dostluk eli uzatmıştı. O dönemde sessiz kalan diğer gruplar, sonradan problem çıkarmaya başlayınca; tiyatro salonu ortak kullanıma açıldı. Buradaki en büyük sorun; bugüne dek birbi- 122 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II riyle hiç anlaşamamış, bugünden sonra da anlaşması mümkün olmayan toplulukları bir araya getirmeye çalışmakla başlamıştı. Kişisel çatışmalardan üretim gücü düşmüştü. Bir süre daha mücadele ettikten sonra, Ziyapaşa Tiyatrosunun son oyunu olan ‘’Fareler ve İnsanlar’’ın hemen ardından, bir basın bildirgesi yayınladılar. Ziyapaşa Tiyatrosu düşüncelerini, bildirgede şu şekilde ifade etmişlerdi: Bu yazı, aynı zamanda bir veda yazı- tu. Yârinden ayrı kalmak ona yaramamışsıydı ve ilkelerine bağlı olarak yaşamış bir tı. Sonrasında işinden de ayrıldı. Ardıntopluluğun, yanlışlara karşı dik duruşuy- dan da boyacılık yapmaya başladı. du… Daha öncesinde hobi olarak akvaryuYENİDEN HAYATA DÖNDÜREN munda beslediği balıklar, ona terapi göBALIKLAR... revi görmüşlerdi. Boyacılığın tek başına yapılamayacağını anlayınca, akvaryumcu Artık tiyatro yapmak çok zorlaşmıştı... dükkânı açmaya karar verdi. Elinde serPolitik sebepler, oyunların sürekli irde- mayesi, dükkân kirası olmayınca, Nuri lenmesi, önünün kesilmesi, diğer amatör Özaydın: “Ya Bünyamin madem dükkân tiyatrolar arasındaki çekişmeler. Hal böy- bulamıyoruz, evdeki balıkları, akvaryumleyken daha fazla dayanamadılar. Yürek- ları yengenin piko işi dükkânına getir, serlerini ortaya koydukları tiyatro, imkânsız maye edinene kadar orada çalışırsın” dedi. bir aşk haline gelmişti. Bu dönem, Bünyamin Satanoğlu’nda büyük bir depresyon Onlar böyleydi! Herkes birbirini düşüyaratmıştı. Çalışıyordu çalışmasına ama nür, birbirine yardım ederdi. ‘Biz’ olmayı hayatında çok büyük bir boşluk oluşmuş- o kadar benimsemişlerdi ki, birlik bera- “İki sezon, elimizdeki olanakları değerlendirmeye çalıştık. Kıt olanaklar, bizim daha iyiye, daha güzele, daha doğruya yaklaşmamızı engelledi. Biz, Adana Belediyesi - Ziyapaşa Tiyatrosu çalışanları, elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince, halkımıza bir şeyler vermeye çalıştık. Emeğimiz, temel kaynağımız oldu. Doğrulardan ne pahasına olursa olsun ödün vermedik, vermeyeceğiz de.” BÜNYAMİN SATANOĞLU 123 berlikleri her anlamda devam etmekteydi. dükkânda rahmetli Diş Hekimi Hasan Basri, Diş Hekimi Mümtaz Eren, Recai Akvaryumları piko dükkânına taşıdı. Abi, Abdurrahman Abi var. Sohbeti kayKirayı paylaşarak uzunca bir süre işleri natıyoruz. Akvaryumu da hazırlamışız, devam ettirdiler, ta ki gerekli sermayeyi adamı bekliyoruz. Adam geldi ücretini ödedi. Adam da bir o kadar şaşırdı! Tabii ki biz arka tarafta gülmekten yıkılıyoruz. Çok güzel günlerdi! Dostluklar da güzeldi. EVLİLİK VE ÇOCUKLAR Satanoğlu kırk yaşına gelmişti. Hemen hemen bütün arkadaşları evlenmişti. Bir gün annesi ona “Korelya” adında, yirmi iki yaşında güzel bir genç kız gösterdi. 1980 yılında nişanlandılar, 1981’de de evlendiler. Düğünleri evlerinde oldu. Düğün davetiyesini ise eve gelenlere verdiler. Evlendikten bir sene sonra ilk çocukları, Toros dünyaya geldi. İki sene sonra da güzeller güzeli kızları Gülvar... İki ayrı dünya birleşip, yeni kocaman bir dünya oluşturmuşlardı. Artık tam bir aile idiler. Tek özlemi vardı; Tiyatro... biriktirene kadar… Bundan sonraki iş hayatı, balıklar üzerine şekillendi. Arı Sineması sokağında ‘Aksan Akvaryum’u açtı ve yeni işine adadı kendini… AKVARYUM İŞİNDEN TATLI BİR ANI “O zamanlar, dükkân dostlarla dolar taşardı… Benim için zaten ticaretten öte, bu bir hobiydi aynı zamanda. Kim işinden fırsat bulursa, soluğu yanımda alırdı. Sohbet eder, güler eğlenirdik. Bir gün akşam üzeri bir adam geldi. Ertesi gün almak üzere akvaryum siparişi verdi. O günde, 124 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II O sırada Mümtaz: ‘’Araba var mı?’’ diye sordu. Adam ‘var’ deyince, kucakladı akvaryumu arabaya doğru yöneldi. O sırada adama, biz dedik ki: ‘Yardım eden arkadaşa da beş lira bahşiş ver.’ O andan itibaren pusuya yattık, Mümtaz’ı izliyoruz. Acaba ne tepki verecek diye merakla bekliyoruz. Mümtaz akvaryumu arabaya yerleştirir yerleştirmez, adam cebine parayı sıkıştırdı. Mümtaz şaşırdı! ‘Ne yapıyorsunuz beyefendi? Ben diş tabibiyim! Burada arkadaşa yardım ediyorum!’ dedi. Adam da bir o kadar şaşırdı! Tabii ki biz arka tarafta gülmekten yıkılıyoruz. BÜNYAMİN SATANOĞLU İÇİN TİYATRONUN ANLAMI “Tiyatro benim her şeyimdi. Yaşam biçimimdi. Komünal çalışırdık. Yemeği beraber yer, aynı sigarayı içerdik. Bütün mesele gönül vermekti. Emeğimiz ve tiyatro bizim için kutsaldı. Nuri Özaydın’ın anası vefat etti, aynı gün oyuna çıktı. İçi kan ağlamıyor muydu? Anasını sevmiyor muydu? Ama akşam bir oyun vardı ve bu bir disiplindi. Kişi ancak kendi öldüğünde rolüne çıkamazdı. Kurallarımız vardı! Tiyatroya içkili gelinmez, siyaset konuşulmazdı. Bizler o günlerde çok az imkânlarla, çok güzel işler çıkarmaya çalıştık. Alın terimizi döktük. Üç kişiye de oyun oynadık, on beş kişiye de, altı yüz kişiye de, bin beş yüz kişiye de. Dedim ya, tiyatro kutsaldı. Biz de sonuna kadar saygı duyuyorduk ve seviyorduk... Ben tek başıma hiçbir şey yapmadım ama biz çok şey yaptık. Gönülden bağlandığınıza emek sarf ederseniz, o dünyanın en güzel şeyi haline gelir. Bizim hayatımızdaki en özel şey de tiyatroydu ve yerine bir şey koymak mümkün değildi.” BÜNYAMİN SATANOĞLU 125 126 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II 127 TİYATRODA UNUTAMADIĞI ANILAR “27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününde, Dost Oyuncularla bir oyun sergilemeye karar verdik; bin beş yüz kişi var salonda. Başrolü oynayacak arkadaş alkollü geldi, dünya başıma yıkıldı sanki. Yasaklarımızın başında gelen kuralımızı ihlal etti. Oraya gelen her bir insana, saygısızlık olarak kabul ettiğimiz bir durumdu bu ve kabul edilemezdi. Tartıştık. O gün benim tiyatro hayatımda, en üzülerek anımsadığım anılar arasındadır. Ölene kadar da unutabileceğimi sanmıyorum! Ama çok güzel anılarımızda oldu. Mesela yetmiş iki senesinde ‘Bozuk Düzen’i oynuyoruz. Sıkıyönetim var o dönemde, oyunun içeriğini bilmeden, isminden dolayı oynamamıza izin vermediler. Sıkı Yönetim Komutanına gittim. Oyunun siyasi içerikli değil, bir aile düzeninin bozukluğunu anlattığını, oyunu oynamamıza izin verilmesini istedim. İzni aldım almasına fakat afişler kaldırılmıştı. Seyircilerin haberi yoktu oyundan. Kadro yirmi kişi civarı idi. Kullanılan ışıklardan seyirciyi göremiyorsunuz. Biz de bakmaya korkuyoruz zaten, kaç kişiye oynadığımızı bilmiyoruz. Birinci perde kapandı. Hala cesaret edip bakamıyoruz, kaç kişi gelmiş diye. Ama orada seyirci varmış gibi oynamaya devam ediyoruz. Oyun bitti. Ön sırada, on beş kişi vardı alkışlayan. O, on beş kişi abartısız bize on beş defa perde açıp kapattırdılar, ayakta alkışladılar. Benim de bir huyum 128 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II var; oyun sonrası seyirciyle hasbihal etmeyi çok severim. Teşekkür edip aralarına girdim. Bana sordular: ‘’Adana’da gerçekten tiyatro yok mu? Seyirciniz bu kadar mı?’’ “Pardon” dedim, “siz Adanalı değil misiniz?” Meğerse Ankara’dan Adana’ya gelmiş, bir gruba oyun sergilemişiz. Bu da gülümseyerek anımsadığım anılarımdan biridir.” DÜNYA TİYATRO GÜNÜ: Dünya Tiyatro Günü 1961’de Uluslararası Tiyatrolar Birliği (International Theatre Institute) tarafından yaratıldı. Her yıl 27 Mart günü ITI merkezleri ve dünya çapında tiyatro grupları tarafından kutlanmaktadır. Pek çok ulusal ve uluslararası etkinlik kutlamalarda yer almaktadır. En önemli etkinliklerden biri, dünya çapında başarı kazanmış bir tiyatro oyuncusu, yönetmeni veya yazarın yazdığı evrensel bildirgedir. İlk bildirge 1962’de Jean Cocteau (Fransa) tarafından yazılmıştır. 129 ADANA’YA GÜÇ VERMEK tiyatroları oynadılar. Sohbet ettiğim onca zaman içinde, hiç “ben yaptım” cümlesini kurmayan birinin yaptıklarını, yine sadece o yapmış gibi ifade etmek mümkün değil! Hep dilinde arkadaşları var. Biz emek verdik, biz yaptık, biz hep beraber yaşadık diyor her cümlesinde. Adana’da o dönemlerde yolu tiyatrodan geçmiş, herkes tanır onu. Çok kişide emeği vardır. Hiç bahsetmese de bilirim. Duyarım... TİYATRODA EN ÇOK SEVDİĞİ OYUNU SORDUM “Bütün oyunları seviyordum fakat ‘Bozuk Düzen’de bir diyalog vardı ve bana daha yakındı.” “Ben hiçbir şeyden zevk almayan, her şeyi kendine dert edinen, boktan herifin biriyim.” Atatürk Parkı içerisinde kurulan Türk BENİM GÖZÜMDEN BÜNYAMİN Kültür Derneği, onların öncülüğünde SATANOĞLU faaliyete geçmişti. Halk Evi bahçesinde betondan sahne kurup, yazlık tiyatrolar İlk tanıştığımda sert mizacı, keskin dili oynadılar. beni ürkütmedi değil. Ama bu projede beraber çalışmamız gerekti ve benim onu en Adana’da ilk tavanı olan sahneyi, onlar güzel şekilde anlatmak için, yine onu anlakurdular. Ocak, Gel de Borunu Öttür, Fa- maya ihtiyacım vardı. Bu yüzden korkuyu reler ve İnsanlar gibi oyunları da oynadı- bir kenara bırakıp, anlattıklarından ziyalar. Yine Adana`da ilk dört duvarlı sahneyi de, anlatırkenki mimiklerini incelemeye onlar yaptılar. (Tatar Ramazan) başladım. İlk görüşme bittikten sonra ikinciyi iple çektiğimi fark ettim. Huysuz Tarsus Belediyesi Şehir Tiyatrosunun ve aksi olduğunu iddia eden adamdan öğve Ceyhan Belediyesi Şehir Tiyatrosunun renecek çok şeyim vardı. Anılarını dinleKurulmasına ön ayak oldular. Köylerde ve dikçe ve onu anlamaya başladıkça, bazı okullarda tiyatro sahnelediler. şeyler yüreğime dokunur oldu. Adana’da ilk tiyatro şenliğini onlar yaptılar. Sinemanın popüler olduğu dönemde, sinema salonunda oyunlar oynadılar. Ulus Parkında, Yakup Ataözü ile birlikte tülüat 130 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - II TÜLÜAT TİYATROSU: Olay örgüsü bilinmekle birlikte, bir metne dayanmayan ve doğaçlama olarak oynanan sahne sanatıdır. Fark ettim ki dediği gibi huysuz ve aksi değil, aslında gerçek bir yürek taşıyan, karşımda duygusal bir adam vardı. Önce onu kızdıran şeyleri keşfettim; yalana, dolana, riyaya tahammülü hiç yoktu… O zaten dürüstlüğü kendine ilke edinmiş bir adamdı. On liralık malı, yirmi liraya satmaz, hasta balık varsa müşteriye vermez. Bir arada yaşayamayan balıkları, aynı akvaryumda para kazanmak uğruna satmaz. Paradan çok insana ve insani değerlere önem verir. Emeğine sahip çıkmasını bilir, çıkamayana da ateş püskürür. Sonra onun insanlara neden huysuz davrandığını anladım. O kadar çok ihanete uğramış ki; duvar örmüş etrafına, bir daha kalbine yaklaşıp da onu yerle bir etmesinler diye. İnsana, düşüncelere, emeğe saygı duymayı öğrenmiş bir adamdan, ben büyük bir hayat dersi aldım. Onun gözüyle bakabildiğimde, ancak içindeki güzelliklerin hepsine vakıf olabildim… Bana kattığın her şey için teşekkür ederim Bünyamin Abi!.. Kâh ağladım kâh güldüm hatıralarında yüzerken Büyük bir aşk vardı Bense onun aşkına hayran bir göz Bir kalemdim artık... BÜNYAMİN SATANOĞLU 131