MAI / MAYIS 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sa yı: 197 İslam Toplumu Millî

advertisement
Perspektif
MAI / MAYIS 2011 • Jg./Yıl: 17, Nr./Sayı: 197
İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Yayın Organı
editör
Selamların en güzeli ile
4. OLAĞAN KONGREMİZ
4. Olağan Kongremizi 14 Mayıs’ta yapıyoruz. Yeni genel başkanımız ve idaremizin seçileceği bu kongremize,
yoğun bir kongre çalışması yapılacağı için sadece delegelerimiz katılabilecek.
Genel Başkanımız Yavuz Çelik Karahan yeniden
aday olmayacağını açıklamıştı. Bununla birlikte, teşkilatımızın çalışma ve hizmetlerine desteklerini sürdürecek
olan Genel Başkanımıza, bu zamana kadar teşkilatımıza
yapmış olduğu hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyoruz.
Kongre Hazırlık Heyetimiz bütün hazırlıklarını tamamladı. Kongre için tüm delegelere davetiyeler gönderildi.
Ayrıca Kongre’de değişiklik yapmayı planladığımız yeni tüzük taslağı da delegelerin incelemesi için kendilerine ulaştırıldı. Yeni tüzüğümüz kongrede delegelerin
onayından geçtikten sonra yürürlüğe girecek.
Bu sayımıza kapak konusu olarak Libya’daki gelişmeleri
seçtik. Kaddafi yönetimi tarafından, halkın yaptığı protesto gösterilerinin şiddetle bastırılması üzerine muhaliflerin, Libya bayrağını değiştirerek önce Bingazi kentini ele geçirmeleri üzerine genişleyen silahlı çatışmalar şimdi neredeyse tam bir iç savaşa dönüşmüş durumda. BM,
Libya’da sivilleri korumak için ülke üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edince de Fransa, ABD ve İngiltere öncülüğündeki NATO ülkeleri, bu yasağın çeşitli bombardımanlarla korunması yoluna gitti. Her ne kadar şimdi komuta NATO’ya devredildi ise de BM kararına göre her
isteyen ülke tek başına da olsa bu yasağın uygulanmasını gerçekleştirebilecek. BM tarihinde önemli bir dönüm
noktası olan bu karar, daha sonra BM üyesi ülkelerin, sivil halkın korunması adına bir başka ülkeye saldırmasını meşru gösterebilecek emsal bir karar. Ama her halde
işin en ilginç yanı, BM’nin, aynı zamanda Suriye, Bahreyn
ve Yemen gibi ülkelerde, hükümet güçlerinin sivil halka
saldırmasına sessiz kalması.
Gelecek sayımızda buluşmak üzere, Allah’a emanet
olun.
• Oğuz ÜÇÜNCÜ
Perspektif
IGMG AYLIK YAYIN ORGANI
MAI / MAYIS 2011 Yıl/Jg.: 17, Sayı/Nr.: 197
Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen
Tel.: 02237/ 656-0
Fax: 02237/ 656 555
www.igmg.de
E-Mail: dergi@igmg.de
YAYINCI • HERAUSGEBER
Islamische Gemeinschaft Millî Görüş • IGMG e.V.
Amtsgericht Bonn, VR 6621
Vertreten durch den Vorstand:
Osman Döring, Vorsitzender; Oguz Ücüncü,
Generalsekretär; Ali Bozkurt, stellv. Vorsitzender
Genel Yayın Yönetmeni / Chefredakteur:
Oğuz Üçüncü (V.i.S.d.P)
Dizgi-Layout: İlhan BİLGÜ
Baskı · Druck: Yavuzsöhne-Duisburg
Yayınlanan makale ve fikir yazılarının
sorumlulukları yazarlarına aittir.
Die in der Zeitschrift veröffentlichten Meinungen
binden die Autoren, nicht die IGMG
İLAN SERVİSİ · ANZEIGENSERVICE:
Tel.: 02237/ 656-201 • Fax: 02237/ 656 555
E-Mail: tanitma@igmg.de
ABONE SERVİSİ · ABONNEMENT:
Islamische Gemeinschaft Millî Görüş
Lastschriftabteilung:
Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen
Tel.: 02237/ 656-0 • Fax: 02237/ 656 555
E-Mail: mitglied@igmg.de
Yıllık abone ücreti: 59,-EURO
Jahresabonnement: 59,-EURO
IGMG Genel Merkez Üyelerine Ücretsizdir
Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos
Der Bezugspreis ist im Mitgliedsbeitrag enthalten
HESAP NO · BANKVERBINDUNG:
BANK AUSTRIA:
IBAN: AT 23 12 000 515 74 66 56 01
SWIFT: BKAUATWW
içindek i le r
gündem
Birleşmiş Milletler’in Libya İle İmtihanı ......................................
Değişen Dünyanın Turnusol Kağıdı Olarak Libya ............
“İslam Tartışmaları”nın Kültüralist Yönü ...................................
teşkilat
IGMG, 4. Olağan Kongre İçin Hazır ......................................................
KT Bilgi, Hitabet ve Kur’an-ı Kerim Tilavet Yarışması .
23. Avrupa Kur’an-ı Kerim Tilavet Yarışması Sonuçlandı.
Bremerhaven Fatih Camii’nin Temelleri Atıldı ....................
islam ve hayat
Bir Yenilenme Olarak Umre.........................................................................
Ahlâkın Kaynağı ........................................................................................................
Günlük Hayatımızda Sünnet .....................................................................
“Kütüb-ü Sitte” ............................................................................................................
toplum
Kıyafette Geleneksel ve Modern Moda ..........................................
dünya
Kırım ........................................................................................................................................
kültür
Coğrafya ve Haritacılık
...................................................................................
Sinema Sanatı Üzerine......................................................................................
islam und leben
Die „Kutub as-Sitta“ ..............................................................................................
Umra als Erneuerung ..........................................................................................
5
6
8
10
11
12
14
6
D EĞİŞEN D ÜNYANIN
T URNUSOL K AĞIDI
O LARAK L İBYA
14
BREMERHAVEN FATİH
CAMİİ’NİN TEMELLERİ
ATILDI
24
KIYAFETTE GELENEKSEL
VE MODERN MODA
16
18
20
22
24
26
28
30
32
34
verband
Gewinner des diesjährigen IGMG-Koranrezitationswettbewerbs stehen fest .................................................................................
aktuell
Die Libyen-Probe der UN .................................................................................
36
38
gündem
Birleşmiş Milletler’in Libya İle İmtihanı
İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de
Libya “devrim lideri” Muammer Kaddafi, 23 Eylül 2010
tarihinde BM Genel Kurulu’nda, elindeki BM sözleşmesini “Kuruluşunda beri meydana gelen 65 savaştan hiçbirini durduramayan ve sadece 5 ülkeye söz hakkı veren bu sözleşme meşruiyetini” yitirdi derken haklı görünüyordu. Fakat Kaddafi, kendisinin “devrim lideri” olması sebebiyle
iktidarının meşruiyetini sorgulamayı bile aklına getirmemişti. Şimdi, bu “meşruiyetini yitirmiş” sözleşmeye dayanarak BM, Libya’ya karşı uluslararası hava bombardımanını meşru hale getiren bir kararın hem alıcısı hem de uygulattırıcısı konumunda.
Bu açıdan değerlendirildiğinde, BM’nin 19731 sayılı kararı ile ilgili bir meşruiyet tartışması yoksa da, kararın uygulanma
şeklinin meşruiyeti ile ilgili tartışma söz konusu hale geldi.
Kararın, Libya üzerinde yalnızca “izinsiz” uçuşları yasakladığını ve bu uçuşları engelleyecek yetkiyi ise tüm üye ülkelere, ister tek başlarına, isterse ortaklaşa olarak kullanmak
üzere dağıtılmış olduğunu görüyoruz. Yani BM, isteyen her
ülkeye, uçuş yasağını denetlemek üzere operasyon yapma
izni vermiş durumda. Bu yüzdendir ki, kararın uygulanması için başta Fransa, İngiltere ve ABD olmak üzere çeşitli ülkeler ayrı ayrı operasyonlar düzenlediler.
Yasağın amacı, Libya’lı sivilleri “hükümet güçlerinin”
saldırılarına karşı korumaktı. Ne var ki şimdi, BM’nin doğrudan görevlendirmesi olmadan NATO tarafından yürütülen hava operasyonlarının hedefinde de siviller var.
Hatta, isyancıların ya da “Geçici Ulusal Konsey” üyelerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş durumda. BM’nin bu saldırılara karşı sivillerin korunmasına yönelik bir programı ise yok.
BM’nin Libya kararı, dünya sivil toplumunun vicdanlarında ilk anda meşruiyet kazanırken, aynı uluslararası organın Suriye, Yemen ve Bahreyn gibi ülkelerde, muhaliflerin ve sivillerin hükümet güçleri tarafından “öldürülmeleri”ne
karşılık her hangi bir girişimde bulunmaması, bu meşruiyetin arka planının da sorgulanmasını gündeme getiriyor.
Nitekim, son NATO toplantısında nihaî hedefin Kaddafi rejiminin yıkılması, yani, ülkede bir rejim değişikliği anlamına gelen kararların alınması, BM’nin, çeşitli ülkeler tarafından (3 NATO üyesi veto hakkına sahip) bir enstrüman olarak kullanıldığı izlenimini veriyor. Halbuki BM, her
üye ülkenin siyasal rejimi ne olursa olsun, rejim dayatma
gibi bir yükümlüğe sahip değil. Bu arada, Kaddafi rejiminin meşru bir rejim olduğu meselesi ayrı bir konudur. Tam
da bu noktada, hassaten, operasyonlardan daha bir hafta
öncesine kadar Kaddafi rejiminin güvenlik güçlerinin İngiliz özel kuvvetlerince eğitilmesine devam edildiğini hatırlarda tutmak, gelişmelerin anlaşılmasına kısmen yardımcı
olacaktır.
Gelinen bugünkü noktada Libya, fiîlen ikiye bölünmüş
durumdadır: Bingazi Merkezli “Libya Cumhuriyeti” 2, Trablus merkezli Libya Cemahiriyesi olarak. Zira, “Libya Cumhuriyeti Muvakkat Geçici Millî Meclisi” kimi ülkeler tarafından
tanınma aşamasındadır. Bu meclisin üyelerinin önde gelenlerinin, daha Şubat ayında bile Kaddafi iktidarının bakanları olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. Kaddafi’nin Genel Kurmay Başkanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Ticaret Bakanı şimdi bu meclisin baş üyeleri arasında. Gerçi bu bakanlar, ülkede gösterilerin başlaması sonrasında göstericilere karşı kuvvet kullanılması hususunda
Kaddafi ile ihtilafa düştükleri için ayrılmak zorunda kalmış olsalar da, görevli oldukları dönemlerdeki Libya rejiminin politikalarında sorumlulukları var.
BM’nin uçuş yasağı kararının arkasından, adına savaş
denilmese de Libya’ya karşı fiilen bir savaş söz konusu. Muhalifler zaten savaş içindeler. Bu noktada Libya siyaseti ile
eleştirileri üzerinde toplayan Türkiye’nin, kendi görüşlerini, hem NATO’daki müttefiklerine kabul ettirememiş olmasının yanı sıra, Libya’lı muhalifleri küstürmesi, dış siyasetteki ağırlığını koruyamamasına yol açacaktır. Libya
muhalefetine göre, Kaddafi rejimini muhatap almaya devam etmesi, saldırıların durdurulması yönünde Kaddafi nezdinde ciddî bir girişimde bulunmaması, Türkiye’nin, yaralıların tahliyesindeki başarılı operasyonlarına gölge düşürdü. Türk yardım gemilerinin Bingazi’den geri çevrilmesi
muhaliflerin öfkesini yansıtan en önemli göstergeydi.
Kaddafi yanlısı bir izlenim vermek istemeyen Türkiye’nin
önce NATO operasyonlarına karşı çıkması, arkasından da
NATO operasyonlarını desteklemesi, bu konudaki siyasetinin üzerinde fazlaca kafa yormadığı şeklinde de değerlendirilebilir. Fakat Libya’daki gelişmelerle ilgili en önemli nokta, BM’nin kendi standartlarına, gücü olana imtiyaz
verecek şekilde istisnalar getirmesi, aynı şartlardaki ülkeleri görmezlikten gelmesidir. Bu da, BM’nin Libya’da imtihanı olarak karşımıza çıkıyor. 1
2
http://www.un.org/Docs/journal/asp/ws.asp?m=S/RES/1973%20(2011)
http://ntclibya.org/arabic/
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 5
gündem
Değişen Dünyanın Turnusol Kağıdı
Olarak Libya
çekinmemektedir. Yani burada vurgulanması gereken temel nokta Avrupa’nın dünya siyasetinde artan bir ağırlığı
değil, Fransa’nın yeni liderlik arayışında Avrupa trenini kullanması ve durumunu meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Bu durumun ne kadar kalıcı olacağını önümüzdeki yıllar net bir
şekilde gösterecektir. İkinci temel sebep ise, Amerika’nın,
özellikle Irak ve Afganistan savaşlarından sonra dünya siLibya’da yaşanan son gelişmeler ve sonrasında BM Güyasetinde bir nevi yoğurdu üfleyerek yemek istemesidir.
venlik Konseyi tarafından getirilen uçuşa yasak bölge uyAmerika’yı Libya konusunda geride kalmaya iten ve özelgulaması ve ardından çeşitli askerî müdahalenin muhtelikle Obama’nın operasyon liderliğini acil bir şekilde NAmel sonuçları önümüdeki dönemde büyük tartışmalara geTO’ya devretmesini isteyen tavrı ve politikası, Amerika’nın
bedir. Bunun, Libya’ya yapılan bu müdahalenin, Suriye ve
Libya’da hayatî çıkarlarının olmamasıyla açıklanamaz.
Yemen dahil diğer ülkelerde yaşanan gelişmeler için de yaAmerika, artık küresel siyasette özellikle son 10 yılda atpılması gerektiği tartışmasını doğuracak olması yanında,
tığı her adımın ekonomik ve siyasî faturasının çok ağır olküresel siyasi düzen kurma anlayışının geleceğiyle alakaduğunu çok yakından bildiği için soğuk savaşın bittiği ilk
lı da ciddi tartışmalar ortaya koyacağı açıktır. Libya soruyıllarda olduğu gibi dünyanın tek süpergücüymüş gibi hanu çerçevesinde Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin bölgesel
reket etmemektedir. Bu açıdan bakıldığında, Amerika’nın,
ve küresel siyaset açısından anlamı ne olabilir?
bu acı gerçeği ağır tecrübeler sonrasında öğrenmiş olduKüresel siyaset açısından ilk olarak vurgulanması geğu, daha uzun vadede ise Amerika’nın dünya siyasetinden
reken nokta Fransa ve İngiltere önderliğinde Avrupa’nın
yavaş yavaş etkin olmaktan geri duracağı ve hep ikinci planbelki de ilk defa ikinci dünya savaşından beri bir siyasî soda kalmayı tercih edeceğini söylenebilir. Libya olayının ayruna önderlik yapması ve buna istekli olmasıdır. Kapısınrıca gösterdiği bir diğer nokta ise, Amerika’nın düşüşünün
daki Bosna ve Kosova’da yaşanan gelişmelere yıllarca seilk tescili olarak tarihe geçecektir.
yirci kalan Avrupa’ya ne oldu da şimdi öncü rolü oynamaya
Avrupa açısından bakılınca ise, İngiltere ve Fransa’nın
çalışıyor? Acaba bu durum küresel
Libya operasyonuna öncülük yapsiyasî dengelerin değiştiğinin bir
malarını, İngiltere’nin Mısır sonrası,
göstergesi mi, yoksa, arkasında başFransa’nın ise Tunus sonrasından heka sebepleri olan spontane bir gemen devre dışı kalmış olmalarına
lişme midir?
verdikleri bir cevap olarak görmek geAvrupa’nın müdahalesinin temel
rekir. Fransa ve İngiltere’nin asıl
olarak iki sebebi olduğu söylenebiamacı, Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da
lir. Birincisi, Fransa, Nicolas Sarazalan etkinliklerini Libya üzerinkozy’nin devlet başkanı seçilmeden yeniden kurmaya çalışmaktır.
sinden beri De Gaullevâri bir şekilKüresel açıdan ortaya çıkan bir dide Fransa’nın dünya siyasetinde
ğer önemli nokta da, BM Güvenlik
her geçen gün daha azalan etkisini
Konseyi’nin Libya ile ilgili kararında
artırmaya çalışmakta ve gerektinet olarak ortaya iki farklı dünya düğinde maceracı yollara girmekten de
zeni ve sorun çözme yaklaşımının çıkKaddafi iktidardan vazgeçmiyor
Mehmet Özkan • metkan82@hotmail.com
sayfa 6 • Perspektif
masıdır. Küresel aktörler, bir nevi askeri müdaheleyi savunan ve hemen operasyonu başlatan güçlerle BM oylamasında çekimser kalıp askeri operasyona soğuk bakan güçler olarak ikiye bölünmüş durumdadır. Bu açıdan dünyaya yaklaşımda özellikle ekonomik düzen olarak farklı bir alternatif oluşturmaya çalışan güçlerin, BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada
çekimser kalan ülkeler olması bir tesadüf değil, dünya siyasetinde her geçen gün kendisinin gösteren bu ikiliğin yansımasıdır. Çekimser
kalan devletlerin BRİÇ üyeleri (Rusya, Brezilya, Çin ve Hindistan), Güney Afrika ve Almanya olması bu açıdan anlamlıdır. Bu devletler, dünya siyasetinde daha fazla temsil
hakkı istemekte ve özellikle BM Güvenlik Konseyi’ne daimî üyelik talep etmektedirler.
Bölgesel açıdan bakınca ise, Türkiye yine
bir kilit ülke olarak kendisini göstermiştir. Türkiye birçok sorunda olduğu gibi sorun çözücü bir yol açmaya çalışmıştır. Dış müdahalenin olmaması için elinden geleni yapmış ve özellikle iç dinamiklerin işlemesine fırsat verilmesini
istemiştir. Ama maalesef Türkiye operasyonları engelleyemeyince de NATO üzerinden yeni bir pozisyon alarak operasyonun geleceğine bu şekilde etkide bulunmak için
Libya’da hem iç savaş var, hem de ülke fiîlen ikiye bölünmüş durumda.
farklı bir strateji izlemiştir. İlk başlarda Ankara’nın
yaklaşımı kabul görmemesine rağmen, en nitemel bir iç savaş, ya da, iç istikrarsızlığın sürmesidir.
hayetinde şu an gelinen noktada NATO’nun üstlendiği koÖzellikle Mısır ve Tunus’ta yaşanan gelişmelerden sonmuta merkezinin İzmir olması anlamlıdır.
ra Kuzey Afrika’da yeni bir bölgesel düzen ortaya çıkacaktır.
Libya sorununun ortaya çıkardığı bir diğer nokta ise TürHer ne kadar nasıl bir düzen olacağını şimdiden kestirmek
kiye-Fransa ilişkilerinin artık son derece kırılgan bir hale gelçok zor olsa da, bunu birincil olarak Mısır ve Tunus’un yömiş olmasıdır. Özellikle Sarkozy’nin son Türkiye ziyaretinde
nelimi ve iktidar yapısı belirleyecektir. Herkesin genel bekbu durum net olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen, Liblentisi olan demokrasi, insan hakları ve ekonomik kalkınya üzerinden Fransa’nın Türkiye’ye mesaj vermeye çalışması,
mayı önceleyen bir düzenin ortaya çıkması olmakla beraacil saldırı sonucu Türkiye’nin barış planının suya düşmeber, gelişmelerin bu yönde olup olmayacağını zaman gössi, Türkiye’nin Paris toplantısına davet edilmemesi gibi etterecektir. Ayrıca bu yeni ortaya çıkacak düzen çerçevekenler bundan sonra Türk-Fransız ilişkilerinin daha da fazsinde büyük ihtimalle Cezayir ve Fas da kendilerine bu gela yara alacağının işaretidir. Bu durum, Türkiye’nin Avrulişmelerden ders çıkarıp kendi iç düzenlerine biraz çeki düpa Birliği ile ilişkilerinde yansımalar yapacağı gibi Türkiye
zen verecektir. Bu bölgesel değişim ve yeni düzenin Batı
ve Fransa arasında Afrika, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da zaSahra sorununun geleceğini de doğrudan etkilemesi bekten var olan gizli rekabeti daha da derinleştirecektir.
lenilmelidir.
Daha yerel anlamda Libya’nın geleceğinin ne olacağı
Tüm bu açılardan bakılınca Libya olayı yerel, bölgeile ilgili olarak ise, ilk olarak vurgulanması gereken şey, Libsel ve küresel boyutlarıyla önümüzdeki dönemde ciddî tarya’nın Mısır ve Tunus’tan çok farklı olduğunu ve olacağıtışmaları beraberinde getirecek nitelikte bir gelişmedir. Ornı teslim etmektir. Bir diğer nokta ise, kısa sürede bir detaya çıkacak sorunlar sadece uluslararası müdahale ve NAğişimin Libya’da çok zor olduğu gerçeğidir. Bunda, KadTO’nın rolü gibi bir çok konuyu yeniden tartışmaya açdafi’nin gitmeye niyetinin olmamasının yanında, gitse bimakla kalmayacak; yavaş yavaş kendisini göstermeye başle, ülkeyi tek çatı altında toplayacak ne bir ordunun, ne de
layan yeni bir bölgesel ve küresel düzen anlayışının da aytüm ülkeyi kapsayan bir siyasî alternatifin olmayışının önemli rolü vardır. Libya’yı bekleyen en büyük tehlike ise, muhnası olacaktır. M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 7
gündem
“İslam Tartışmaları”nın
Kültüralist Yönü
İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de
şanılan “Leitkultur-Öncü Kültür” tartışmaları ışığında ele
aldığımızda, ırkın olmadığı ırkçılık (Rassismus ohne Rassen) sınıflaması içinde değerlendirilen ve adına “Kültüralizm”
denilen farklı bir ırkçılık ile karşılaştığımızı görürüz.
Her ne kadar Mart ayı sonunda toplanan “Alman İslam
Konferansı”nda İçişleri Bakanı Dr. Hans-Peter Friedrich’in, terörle mücadele kapsamında işbirliği önerisi tüm
siyasal ve toplumsal katmanlardan tepki toplasa da, bakan
ile birlikte başta Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel ve diğer Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) mensuplarının gururlanarak ortaya attıkları, “Öncü Kültür” ve
Almanya’nın Hristiyanî-Batılı, ya da Hristiyanî-Yahudî kültür kökeni tartışması da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Göreve gelir gelmez, ülkede yaşayan 4 milyona yakın
Müslümanla ilgili olarak “Tarihî olarak İslam’ın Almanya’ya
ait olduğu hiçbir şekilde belgelenemeyecek bir gerçektir,” ifadesini kullanan Bakan Friedrich’in başarılı bir entegrasyon
tanımı da, Müslümanların devlet tarafından bir şekilde dışlanmak, ya da, yürürlükteki hukukta istisnalar oluşturularak farklı bir muameleye tâbi tutulmak istendiği izlenimini veriyor. “Başarılı bir entegrasyonun iki şartı var: Almanya’nın -yaklaşık 4 Milyon Müslüman’ın da dahil olduğu- toplumsal gerçeklerini bilmek ve kültürümüzün Hristiyanî-Ba-
Son 20 yıl değerlendirildiğinde Fransa’da başlayan “İslam ve Laiklik” tartışmalarının yeni bir tartışma olmadığı
kolayca ortaya çıkar. Yani tartışma, aslında, zaten medya
ve siyasetçiler arasında epey bir mesafe almış durumda. Fransa’daki tartışmayı önemli kılan ise, Nisan ayı başında Sarkozy’nin partisinin bu tartışmayı resmî gündeme almış olması. Nitekim içeriğine baktığımızda bu tartışmanın çoğu maddeleri, “Müslümanların uyması gereken yasaklar”
şeklinde yasalaşmış durumda. Tartışma maddelerini, malum konular oluşturuyor: Başörtüsü, helâl et kesimi, camiler haricinde namaz kılınması, hastane ve okullarla diğer kamu alanlarında Müslümanlara getirilmesi planlanan
yasaklar.
Tüm bu tartışmaların gerekçesi ise geçen yüzyılın başında Fransa’da yürürlüğe giren “Laiklik” uygulamasının
Müslümanların, o dönemlerde Fransa’da sayılarının az olması sebebiyle, yasaklara isim belirtilerek dahil edilememiş olması. Yani, sözde “judéo-chéritien” kültürden farklı olan İslam kültürünün,
dolayısıyla Müslümanların, bu kültür içinde eritilmesi öngörülüyor.
Aynı tartışmaları Almanya, Belçika,
İsviçre ve Avusturya gibi önde gelen “Batı” Avrupa ülkelerinde özellikle seçimlere denk gelen dönemlerde yoğun bir
şekilde yaşıyoruz. Müslümanları “öteki”
leştiren ve Avrupa’nın kültürüne “daha
baştan” uymadıkları gerekçesi ile hukukî
ayrımcılığa maruz kalmalarını, dolayısıyla,
toplumal dışlanmayı meşrulaştıran bu söylem, geçen aylarda Almanya’da yeni
göreve gelen İçişleri Bakanı Dr. HansPeter Friedrich tarafından gündeme getirildi. “İslam’ın Almanya’ya ait olmadıFederal İçişleri Bakanı Friedrich Başkanlığında toplanan Alman İslam Konferansı
ğı” yolundaki bu söylemi, daha önce ya(Foto: © Dirk Enters)
sayfa 8 • Perspektif
tılı kökeninin açık bir bilincine varmak,”
lardır. Seçmen mesajı şöyle alacakifadelerini kullanan İçişleri Bakanı Dr.
tır: “Müslümanlar kültürümüzü tehFriedrich’in burada özellikle “küllikeye sokuyorlar. Zaten onlarla tarihsel
türümüzün Hristiyanî-Batılı kökenive kültürel bir birliğimiz ve bağımız da
nin açık bir bilincine varmak” vurguyok. Bunun için Müslümanların özelsunu yapması nasıl yorumlanabilir ki?
likle hukukî eşitlik istemeleri haksızHristiyan Birlik partileri
lıktır. Okullarda, devlet dairelerinde,
CDU/CSU Federal Meclis Grubu
mahallelerdeki görüntü ve istekleri de
İçişleri sözcüsü ve bakan ile aynı parbu yüzden kabullenilemez. Yasak yoktiden olan Hans-Peter Uhl’un şu sasa da, yasak getirmeye niyetli siyasetvunması, bu kültüralist, ırkı olmayan
çilere ihtiyaç var.”
ırkçılık tanımlamasına tam da uygun
Aynı zamanda bir hukukçu olan
düşmüyor mu?
İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich’in,
Hans-Peter Uhl’un “İslam, Alman
Almanya’nın “toplumsal gerçek”
kültürünün kurucu bir parçası değilliklerini ve hukukî temellerini bildir. Viyana önlerinde Türklerle yapımemesi mümkün değil. Yani, seçlan savaş, aslında, Hristiyanlığın Avmenine verdiği mesajlardan seçrupa’nın kurucu bir parçası olarak kalmenin çok da “iyi niyetli” bir yorum
ması için yapılmıştı,” ifadelerinden sonçıkarmayacağını, ya da, çıkaramara, bu öncü kültür tartışmalarının üsyacağını bilmesi gerekir. Bilemitü örtülü bir ırkçılık olarak değeryorsa, seçmenini iyi okuyamamış delendirilmesi mümkün değil mi? Böymektir ki, bu bir siyasetçi için zaafiFederal İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich
le bir değerlendirme yapılabileceği
yet arzeder.
(Foto: © Henning Schacht)
endişesini bizzat Uhl da sezmiş olaSayın Bakan’ın bunun gibi, Alman
cak ki, Müslümanları otomatik olaİslam Konferansı’nda İslamî kuruluşları
Hans-Peter Uhl’un “İslam,
rak dışlamaya yol açabilecek sözleve Müslümanları, terörizmin, radiAlman kültürünün kurucu
rini daha sonra “Ama artık bugün bu,
kalizmin, aşırılığın önlenmesi hubir
parçası
değildir.
Viyana
İslam’a karşı savaşılması anlamına desusunda “önleyici tedbir” olarak işğil, aksine bizim öncü kültürümüzün
birliğine çağırması da seçmende
önlerinde Türklerle yapılan
tanımlanması anlamına geliyor,”diyerek
farklı bir algılamaya sebep olmayasavaş, aslında, Hristiyanlığın
de işi “sosyal” ya da “kültürel gerçek”
caktır. Aksine seçmen, mesajı, “MüsAvrupa’nın
kurucu
bir
parçaliğe getirerek açıklamaya çalışıyor.
lümanlar, terör üretiyor. Bunun için de,
sı olarak kalması için yapılBu dışlama, ya da dışlanma enpolise ihbarda bulunup, polisle işbirdişesi ile ilgili soruyu ise Südduliği yapmaları gerekir,” şeklinde almıştı,” ifadelerinden sonra,
1
etsche Zeitung gazetesi soruyor. Yagılayacaktır. Ne de olsa, İçişleri Babu öncü kültür tartışmalarıni, sadece Müslümanlar buradan
kanı’na göre “İslam da dahil her din
nın üstü örtülü bir ırkçılık
özel bir anlam çıkarmıyor; medya menne yazık ki, siyasal olarak istismar ediolarak
değerlendirilmesi
supları da aynı anlamı çıkarıyorlar.
lebiliyor ve fakat İslam kuvvetli bir şemümkün değil mi?
Meselâ, İçişleri Bakanı Hans-Peter
kilde siyasal olarak istismar edilip
Friedrich özellikle kültüre vurgu yakötüye kullanılan bir din.”
parak farklılıkları ayrıştırıyor ve bu
Sonuç olarak, siyasîlerin İslam ve
ülkede İslam’a yer vermeye yanaşmıyor. “İslam bizim külMüslümanlar ile ilgili tartışmaları, Almanya’daki tartışmalarla
türümüzün bir parçası mıdır? şeklindeki bir soruya ben: BiFransa’daki tartışmaların, nüans farkı da olsa birbiriyle nezim kültürümüz, Hristiyanî-Batılı kültürdür, derim.”
redeyse örtüşdüğünü gösteriyor, diyebiliriz. Ne de olsa AvBakan’ın bu cevabına “Sizin bu cümleniz pek çok Müsrupa’nın kültürü “Hristiyanî-Batılı” kültür. Tartışmaların
lüman tarafından, siz buraya ait değilsiniz. Burada olsanız
birbiriyle örtüşmesi bu yüzden gayet doğal. bile, şeklinde bir mesaj olarak algılanıyor,” diyen gazeteci sonunda şöyle bir cevap alıyor: “Bu kötü niyetli bir yorum.”
Öyle görünüyor ki sayın bakanın, kendi sözlerinin na1 http://www.sueddeutsche.de/politik/islamkonferenz-insıl anlaşılacağı ile ilgili bir endişesi yok. Bizim ise var. Çünnenminister-friedrich-im-gespraech-ich-bin-ein-mannkü bütün bunlar seçmene verilmek istenen, ama iyi sonuçlar
fuer-law-and-order-1.1079550
da getirmeyecek olan dışlayıcı, ayrımcı kültüralist mesajM A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 9
teşkilat
2006 yılında Belçika’da yapılan Genel Kurul, Kardeşlik ve Dayanışma Günü
IGMG, 4. Olağan Kongre
İçin Hazır
İslam Toplumu Millî Görüş’ün yeni Genel Başkan’ın
da seçileceği 4. Olağan Kongre hazırlıkları tamamlandı.
Hazırlıkları, IGMG Teşkilatlanma Başkanlığı’nın da yer
aldığı “Kongre Hazırlık Heyeti” yürütüyor.
14 Mayıs’ta Duisburg’da yapılacak olan olağan kongrede, şimdiki Genel Başkan Yavuz Çelik Karahan, genel başkanlık için yeniden aday olmayacak. Yavuz Çelik
Karahan, aday olmayacağını, Mart ayında yapılan ve olağan kongre tarihinin de belirlendiği IGMG Bölge Başkanları toplantısında açıklamıştı.
Yeni bir Genel Başkan’ın seçileceği IGMG 4. Olağan
Kongresi’ne katılacak olan delegelere de, kongrenin yapılacağını, tarih ve yerini bildiren bilgilendirmeler de yapıldı. Bu arada, yapılması planlanan tüzük değişikliğinin
taslağı da delegelere ulaştırıldı. Delegelerin oylaması ve
onaylaması halinde değiştirilen yeni tüzük yürürlüğe girecek.
IGMG Kongre Hazırlık Heyeti, 4. Olağan Kongre’ye, yoğun kongre çalışmaları sebebiyle, sadece delege olanların alınacağını, bunun haricinde üye veya misafir
olarak kimsenin alınmayacağını da bildirdi.
sayfa 10 • Perspektif
IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan, Türkiye’den Avrupa’ya işgöçünün 50. yılının idrak edildiği şu
günlerde, IGMG 4.Olağan Kongresi’nin, Avrupa’da
Müslüman toplumun geleceği bakımından önemli bir kongre olacağını söyledi.
“Genel Başkan olmasam da, bir mensub olarak, her
üye gibi üzerime düşen sorumluluk ve görevlere devam
edeceğim” diyen Karahan şunları söyledi:
“Çok uzun yıllardır hizmet verdiğim ve son 8 yılında
da genel başkanlık yaptığım IGMG, Avrupa Müslümanlarının geleceği açısından en önemli kuruluşlardan
birisidir. Bunun için, Müslümanların İslamî kimliklerinin muhafazası, gelecek nesillere bu kimliğin aktarılması, Müslümanların toplumda İslamî kimlikleri ile yer almaları, dinlerini burada öğrenip, yaşayabilme imkânı bulabilmesi, her iş alanında eğitimini görmüş kişi olarak yetiştirilmeleri gibi pek çok konuda müesseseleşmeleri için
atılan adımlar fiiliyata geçirilecektir. Ben, bundan sonra
da bu konularda üzerime düşenleri yerine getirecek, yeni idarî kadronun her zaman yanında olacağım. Allah şimdiden yardımcıları olsun.”
Yarışma birincileri Ruhr A, Köln ve Güney Hessen bölgelerinden
Yarışma ikincileri Köln, Kuzey Hessen ve Freiburg’dan
Yarışmaüçüncüleri Berlin, Ruhr A, Doğu Fransa’dan
Kadınlar Teşkilatı Bilgi, Hitabet ve Tilavet
Yarışması Sonuçlandı
İslam Toplumu Millî Görüş Kadınlar Teşkilatı Bölge İslamî İlimler Kursları’nda öğrenimlerini sürdüren hanımlar arasında yapılan Bilgi, Hitabet ve Kur’an-ı Kerim
Tilavet Yarışması sonuçlandı.
Heyecanlı geçen yarışmalara Köln, Berlin, Güney Hessen, Kuzey Hessen, Freiburg, Ruhr A ve Doğu Fransa bölgeleri katıldılar. Yarışma ilk olarak Kur’an-ı Kerim dalında yapıldı. Değerlendirmeler kıraat, tecvid ve mahrec
gibi alanlarda yapıldı. Bu bölümde, Ruhr A birinci, Köln
ikinci ve Berlin bölgesi ise üçüncü oldu.
Daha sonra ise Fıkıh, Siyer, İslam Tarihi, Akaid ve
Genel Kültür sorularının yer aldığı bilgi yarışması yapıldı. Bu bölümde sonuçlar şöyle oldu: Köln birinci, Kuzey
Hessen ikinci ve Ruhr A bölgesi ise üçüncü oldu.
Yarışmanın üçüncü bölümü ise Hitabet alanında
gerçekleşti. Değerlendirme, diksiyon, Türkçenin kullanımı, mimik, tavır, cemaate hakimiyet, konu içeriği, giriş, takdim ve bitiş alanında yapıldı. Bu bölümde ise sonuçlar şöyle oldu: Güney Hessen birinci, Freiburg ikinci ve Doğu Fransa bölgesi ise üçüncü oldu.
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 1 1
teşkilat
IGMG 23. Avrupa Kur’an-ı Kerim Tilavet
Yarışması Castrop-Rauxel’de yapıldı
IGMG 23. Kur’an-ı Yerim Yarışması´ında birinciliği
10-13 yaş grubunda Schwaben Bölgesinden Ali Mahmood
kazanırken, 14-18 yaş grubunda da Ruhr-A Bölgesinden
Enes Çiçek kazandı. Programa Almanya İslam Konseyi
Başkanı Ali Kızılkaya ve DİTİB Eğitim Başkanı Nuri Bilici
de katıldı.
İslam Toplumu Millî Görüş’ün her sene düzenlediği
Avrupa Kur’an’ı Kerim Tilavet Yarışması Almanya’nın CastropRauxel kentinde 3 Nisan’da yapıldı. Ezan, sela ve Kuranı Kerim tilavetiyle başlayan programda IGMG Genel Başkanı
Yavuz Çelik Karahan bir açılış konuşması yaptı.
Karahan konuşmasında, “Peygamber Efendimiz buyurdular
ki: Kim size bıraktığım iki emanetten uzaklaşırsa Allah o
kimseyi rezil kılar. Birincisi Allah’ın kitabı Kur’an, ikincisi de benim sünnetimdir. Bunun içindir ki, örneğimiz Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) bizlere bıraktığı emaneti yüklenmek
ve bize bırakılan bu emaneti yüklenmenin sorumluluk bi-
linci ile hayatımızı sürdürmek durumundayız.
Peygamberimiz nasıl yaşadı ise biz de öyle bir İslam’a inanıyor ve öyle bir İslam’ı hayatımızda yaşıyoruz. İslamî ve
dinî anlayışımız budur.”dedi.
Peygamber Efendimiz’in (sav) diğer hadislerine de değinen Karahan, konuşmasına şu şekilde devam etti: “O’nun
“Müslüman odur ki, diğer insanlar, o kimsenin elinden ve dilinden emin olan insandır,” düsturuna göre davranmak da
bizim görevimizdir. Yani, içinde bulunduğumuz toplum bizden emin olacak şekilde davranmak durumundayız. Bir başka ilkemiz de, “Müslüman, ne aldatandır, ne de aldanandır”, düsturudur. Bunun için de biz, ne aldanan ve ne de aldatan olmayacağız. Öte yandan, Peygamberimizin “Beni ihtiyarlattı” dediği, “Emrolunduğunuz gibi dosdoğru ol!,” ayetini de hatırlatarak, her yer ve zamanda dosdoğru insan, dosdoğru Mü’min olmak durumunda olduğumuza yeniden vurgu yapmak istiyorum. Çünkü bizim Peygamberimiz “Ben gü-
Yarışmanın birincileri Schwaben Bölgesi’nden Ali Mehmood ile Ruhr A Bölgesi’nden Enes Çiçek
sayfa 12 • Perspektif
zel ahlakı tamamlamak için gönderildim” derken, Müminlerin
validesi Hz. Aişe de “onun ahlakı, Kur’an’dır” diyerek bizlere en doğru kaynağı göstermişlerdir. Biz de Kur’an’ın muhatapları ve ona inananlar olarak, bu güzel İslam ve Kur’an
ahlâkın uygulayıcısı olmak durumundayız. Muhammed Sûresi’nin
7. Ayetinde, “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine hizmet ederseniz, Allah da size yardım eder” buyurulmaktadır.
Eğer bugün bu topluluk meydana geldiyse, ihlaslı ve bir samimî gayret neticesinde Allah’ın yardımı ile meydana gelmiştir. Allah’tan bu samimî gayretin devamını niyaz ederken, yavrularımıza başarılar diliyorum.”
IGMG İrşad Başkanı Ahmed Özden de, yaptığı konuşmada, “Kur’an’ı öğretmekten, öğrenmekten ve dinlemekten
maksat O’nu anlamak, O’nu anlamaktan maksad da, O’nu
benimseyerek yaşamaktır.” dedi. Özden özetle şunları söyledi: “Kur’an’ı yaşadığımızda hayatı anlar ve Allah’ın rızasına
erebiliriz. Ki, ancak o zaman dünyamız aydınlanır ve huzur
buluruz. Zihinleri Kur’an’la aydınlanmış, kalpleri Kur’an’ın
nuruyla bezenmiş, Kur’anî ahlâkı hayatlarının düsturu edinmiş bir nesil yetiştirmek en büyük gaye ve idealimizdir.”
Yarışmayı izleyen Almanya İslam Konseyi Başkanı Ali
Kızılkaya, “kaybedeni değil, hep kazananı olan bu yarışmaya
katılan gençleri” tebrik etti. DİTİB Eğitim Başkanı Nuri
Bilici de yarışmacıları tebrik eden bir selamlama konuşması yaptı.
Samet Bozkurt
Abdulkerim İleri
Muhammed Aydın
IGMG Gençlik Teşkilatı Eğitim Başkanı Ünal
Ünalan’ın takdim ettiği yarışma, 10-13 yaş grubu ile 1418 yaş grubu olmak üzere iki ayrı yaş grubunda düzenlendi.
Her iki grupta da dörder yarışmacı yer aldı.
Yarışımacılar, kura ile kendilerinin çektiği yerlerden yüzünden ve ezber okudular.
Yarışmanın sonunda, 10-13 yaş grubunda, 426 puanla Schwaben Bölgesi’nden Ali Mahmood birinci olurken
ikinci sırayı ise 424 puanla Güney Hollanda Bölgesi’nden
Samet Bozkurt, üçüncülük ve dördüncülüğü ise 415 ve
405 puanla Kuzey Ruhr Bölgesi’nden Abdulkerim İleri ile
Freiburg Bölgesi’nden Muhammed Aydın elde etti.
14-18 yaş grubunda, 460 puanla Ruhr-A Bölgesi’nden
Enes Çiçek birinci olurken ikinci sırayı ise 439 puanla RheinNeckar-Saar Bölgesi’nden İsmail Melih Tuzlacı, üçüncülük ve dördüncülüğü ise 422 ve 400 puanla Avusturya
Viyana Bölgesi’nden Mehmet Papak ile Berlin Bölgesi’nden
Muhammed Fahim Akbar elde etti.
Başkanlığını Çanakkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
öğretim üyesi Adem Kemaneci’nin yaptığı jüri heyetinde
Doç. Dr. Mustafa Öztürk, IGMG İrşad Başkan Yardımcısı
Hulusi Ünye, Hafız ve Kurra’dan İstanbul Piyale Paşa Camii
İmam-Hatibi İshak Danış ve İran’lı Kurra Hasan Sadegi
yer aldı.
İsmail Melih Tuzlacı
Mehmet Papak
Muhammed F. Akbar
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 1 3
teşkilat
Bremerhaven Fatih Camii'nin temelleri dualarla atıldı.
Bremerhaven Fatih Camii’nin
Temelleri Atıldı
Bremen’e bağlı Bremerhaven’da minare ve kubbeli
şekilde 3000 m2’ lik arazi üzerine inşa edilecek olan Bremerhaven Fatih Camii’nin temelleri atıldı. Temel atma
törenine katılan Bremerhaven Belediye Başkanı Melf Grantz
İslam’ın Almanya’nın parçası olduğunu vurguladı.
Uzun yıllar süren hukuk mücadelesinin ardından temelleri atılan caminin temel atma törenine Bremerhaven
Belediye Başkanı Melf Grantz, Bremen İslam Federasyonu ve IGMG Bremen Bölge Başkanı Zeki Başaran, Shura
Bremen Başkanı Mustafa Yavuz, Protestan Kilisesi’nin temsilen Susanne Wendorf-von Blumröder, İbrahim el Zeyad
ve kalabalık bir vatandaş topluluğu katıldı.
Açılış Kur’an-ı Kerim’i ile başlayan programda Serhat
Gündoğmuş cemiyet adına yaptığı açılış konuşmasında “Artık vakit geldi, inşallah hızlı bir şekilde camimizi tamamlayıp ibadetlerimizi camimizde yapabileceğiz”dedi.
Bremerhaven Belediye Başkanı Melf Grantz “İslam
Almanya’nın parçasıdır” çıkışıyla gündemi değiştiren Cumhurbaşkanı Cristian Wulff’un sözlerini tekrarlayarak
“Hangi dinden olursa olsun ben bütün Bremerha-
sayfa 14 • Perspektif
ven’lıların belediye başkanıyım” dedi. Aşırı sağcıların bu
süreçte birlik ve bütünlüklerini bozmaya çalışacağını belirten Melf Grantz, halkı dikkatli ve sağ duyulu olmaya
çağırarak ‚“Burada bina yapan burada kalıcı demektir”
şeklinde konuştu. Müslüman ailelerden sunulan eğitim
fırsatlarını değerlendirmelerini de isteyen Grantz, eğitimin geleceğin anahtarı olduğunu belirtti.
Daha sonra söz alan Bremerhaven doğumlu Shura Bremen Başkanı Mustafa Yavuz ise camilerin kapılarının herkese açık olduğunu, camilerin İslam dinindeki yerinin
sadece ibadet etmek olmadığını, aynı zamanda sosyal
ve kültürel birer buluşma noktası olduğunun altını çizdi. Protestan Kilisesi’nin temsilen açılışa katılan Susanne
Wendorf- von Blumröder de konuşmasında, dinlerin farklılıkları olduğu kadar birçok ortak yanının olduğunu, bunları değerlendirmeyi amaçladığını aktardı. İbrahim el Zeyad da “Toplumda Müslüman olmayanların İslamiyet
karşısında korkuları var, ancak bunlar yersiz korkular,
Avrupalı Müslümanlarda hâl ve hareketleriyle bunun öyle olmadığını ispatlamak zorunda” dedi.
Temeli atılan Bremerhaven Fatih Camii'nin projesi
Programın sonunda İslam Federasyonu Bremen adına söz alan Bölge Başkanı Zeki Başaran’ın inşaa edilen
mabedin tüm Bremerhaven halkına hayırlı olması dileğinin ardından yaptığı duayla temel atma törenine geçildi.
Cami yararına yapılan açık artırmada, Ressam Selda Çelik’in yapmış olduğu tablo 1300 Euroya Nordenham’a gitti. Törenin ardından sunulan ikramla
program son buldu.
Programın akabinde görüşlerini aldığımız Bremerhaven Fatih Camii Başkanı Mustafa Çelik ise bu projenin Bremerhaven’daki 6000 Müslüman’ın projesi olduğunu,
Müslümanların projeye sahip çıkmasıyla camiyi bugünlere getirdiklerini belirterek “Allah’a şükürler olsun
ki bugün temelini atmak için bir araya geldiğimiz camimizi
bir an önce tamamlar ve açılışı içinde bir araya geliriz.
İlk önce camimizin yapılmasında maddi ve manevi
emeği geçen bütün Bremerhaven halkına, hasseten çalışma arkadaşlarıma, bilhassa da gece gündüz demeden
çalışan kadın kollarımıza ve gençlerimize teşekkür ederim, münferit bir iki olay oldu ama bu bizi yıldırıp yolumuzdan alıkoyamaz” dedi. Bugüne kadar yapılan yardımların kesilmeden devam etmesini bekleyen başkan,
asıl işlerinin bundan sonra başladığını ve yardımlara asıl
bundan sonra daha fazla ihtiyaç olduğunu belirtti.
Yaklaşık 1 milyon Euro’ya mâlolacağı belirtilen, 3 sene içinde de tamamlanması planlanan minareli ve kubbeli camide 1000 m2 kapalı alan, 320 m2 bay-bayan mescidi, seminer ve ders odaları, hoca evi, çay ocağı ve gençlik lokali, bayanlara sohbet salonu, kütüphane, idare odası, geniş otopark ve çocuklar içinde bir adet oyun parkı
yapılması planlanıyor.
Temel atma törenine ilgi yoğundu
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 1 5
islam ve hayat
Müslümanların Kıble’si ve Haccın rükunlarından olan tavafın yapıldığı yer olan Kâbe, aynı zamanda Beytullah (Allah’ın Evi) olarak da anılır.
Bir Yenilenme Olarak Umre
Ali Mete • amete@igmg.de
İslam’ın en önemli ibadetlerinden birisi olan Hac ibadetini, her mükellef Müslümanın ömründe en az bir kere
eda etmesi gerekiyor. Müslümanların çoğunluğu için bu
Hac yolculuğu, o Müslümanın hayatının hem bir dönüm
noktasını hem de zirvesini oluşturuyor. Söz konusu bu “Büyük Hac” ile birlikte “Küçük Hac” denilen bir de Umre var.
Kur’an–ı Kerim’de, “Hac ve umreyi Allah için tamamlayın” buyurulmaktadır. (Bakara Sûresi, [2:196])
Umre’nin yapılışı aynen Hac gibidir. Umre, Hac ayları dışında da yerine getirilebilir. Hac’da olduğu gibi Umre esnasında da ihram giyilir, Kabe tavaf edilir, Safa ile Merve arasında sa’y edilip saçlar kısaltılır. Hac ve Umre esnasında hacılar kendi dış görüntülerinden, zenginliklerinden
veya sosyal konumlarından kurtularak hepsi aynı seviyeye gelir ve hepsinin de görünümü aynı hali alır. Hacının
ihram kıyafeti, insanın acziyetini, Allah’ın da kudret ve azametini hatırlatır. İhram ayrıca, insanın ömrünün nihayetinde ölünce sarılıp bürüneceği kefeni sembolize eder.
Her Müslümanın ömrü boyunca en az bir kez Hac tec-
sayfa 16 • Perspektif
rübesini yaşaması lazımdır. Son yıllarda erkek olsun kadın olsun gençler artan bir şekilde Umre yapıyorlar. IGMG
Hadsch & Reisen GmbH’nin paskalya tatili esnasında düzenlediği son Umre seferlerine de binlerce Umreci katıldı. Kafilelerin büyük bir bölümünü daha geçliklerinin
ilkbaharını yaşayan gençler oluşturuyordu. Böyle bir büyük ilginin sebebi nedir acaba?
Her şeyden önce, Müslümanlar arasında ibadetlerin
eda edilmesi ile ilgili bir dönüşüm oldu. Daha önceleri,
ibadetlerin yaşlı kimselerin görevi olduğu anlayışı hakimdi.
Hac veya Umre, neredeyse 20 sene önce ilerlemiş yaşlarda eda edilen bir ibadet olarak algılanıyordu. Bu anlayış ise, hakikî din anlayışıyla uyuşmuyordu. Çünkü İslam dini, hangi yaşta olursa olsun herkese hitap eder. İnsan tabiatına uygun olarak her yaş ve yerde insanı şekillendirir ve yönlendirir. İslam, insana hem kendi özel hayatında hem de toplumsal olarak sonuçları olan derin bir
sorumluluk bilinci yükler.
IGMG Gençlik Teşkilatı bu sene paskalya tatilinde
düzenlediği Umre seferlerinde bu gerçeklerin üzerinde
durdu. IGMG Gençlik Teşkilatı, Umre boyunca her gün
sabah namazından sonra Peygamber Efendimizin doğduğu evin önünde sohbetler düzenlendiği gibi, yatsı namazlarından sonra da gençleri aynı yerde toplayarak Ka-
be’yi tavafa götürdü.
Gençlik Teşkilatı’nın hizmetleri arasında özellikle Daru’l Erkam sohbetleri büyük ilgi çekti. Burada, “Erkam’ın Evi” anlamına gelen Daru’l Erkam ile genç sahabeden Erkam bin Ebi’l
Erkam’ın evi kasdedilmektedir. Hatırlanacağı gibi Erkam’ın evinde ilk Müslümanlar, Allah Resûlü ile birlikte İslam’ı öğrenmek için gizlice toplanırlardı. Ve bu ev İslam’ın ilk okuluydu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.),
Hz. Osman (r.a.), Hz. Ali (r.a.), Hz.
Hamza (r.a.) ve Mus’ab bin Umeyr
(r.a.) gibi sahabîler bu Daru’l Erkam
Okulu’nin ilk “öğrecileri” idiler. Bu
IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Mesut Gülbahar, Umreye giden gençlere hitap ediyor.
anlamda, Umre esnasında yapılan
Daru’l Erkam sohbetleri bir anlamda
yenilenmiş ve yeniden canlanmıştı.
linin Umre veya Hac’dan sonra da devam ettirilmesi geBu sohbet ve diğer programlarda gençlere “Allah’ın
rekir. Bunun içindir ki, tarihe dair yeni şeylerin öğrenilEvi”nde (Beytullah) bir misafir oldukları hatırlatıldı. Bir
mesi gerekir ve ayrıca Umre esnasında oluşan halet-i ruHacının, Umrecinin herhangi bir yere gelişi güzel bir gehiyye Müslümanın hayatında bir dönüm noktası olmak
zi düzenleyen bir kişi olmadığı, Allah’ın davetine icabet
durumundadır.
ederek İslam’ın geldiği yerleri de ziyaret eden bir kişi olZira, Hacı veya Umreci evine dönerken, Allah ve induğu hatırlatıldı. Çünkü Hacı veya Umreci Beytullah’ı,
sanlara karşı sorumluluk bilincini tazelemiş olarak döner.
Peygamber Efendimizin mescidini ve İslam tarihinde beArtık, bu yenilenmiş sorumluluk bilinciyle bir Müslüman
lirli bir anlamı olan ve pek çok şeyler ifade eden diğer yerolarak görev ve sorumluluklarını, hem kendi cemaatine,
leri de ziyaret eden kişidir.
hem de, topluma karşı görev ve sorumluklarını en iyi bir
Ama bundan daha önemlisi, Hac ve Umre yapan kişekilde yerine getirir. Meselâ, hac veya umreye gitmiş bir
şi aslında ruhî bir ziyaret ve seyahat yapmış olan kişidir.
gencimiz bu sorumluluk ve görevini IGMG Gençlik TeşUmre esnasında kişi, ihram haricinde bir şey giyemez. Bir
kilatında daha bir bilinçle yerine getirir. şey giyinmemiştir ki, böylece sanki
doğduğunda olduğu gibi çıplak ve öldüğünde olduğu gibi iki parça beze bürünmüştür. Bu esnada insanları incitmesi ve diğer bütün yaratılmışlara zarar vermesi yasaklanmıştır. Bu ortamda o, ezelde ruhunun Allah’a verdiği sözü yenilemiştir. Tavaf esnasında Tevhid’i, yani Allah’ın tek oluşunu ama bunu karşılığında da ümmetin çokluğunu
hatırlar. Safa ve Merve tepeleri arasındaki sa’yinde ise Hz. Hacer’in tabi tutulduğu imtihanları düşünür ve Mekke’nin kurulduğu o ilk günleri anar. İşte kalabalık bir şekilde yapılan bu ibadetler olsun, Kabe etrafında Mescid-i
Haram’da veya Mescid-i Nebevî’de sadece oturup tefekkür etmesi olsun bütün bunlar bir Hacı veya Umreciye
gönül huzuru verir.
Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu IGMG Kafilesi Kabe’de
İşte kazanılmış olan bu yeni ruh haM A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 1 7
islam ve hayat
Ahlâkın Kaynağı
Ahmet Arslan • ahmetasl@yahoo.com
“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır”
Mehmet Akif Ersoy
İnsanı insan yapan değerler arasında sayılan ahlâk olgusu, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsurlardan birisidir. Yani ahlâktan bahsedilirken, kesin olarak insanî bir durumdan söz ediliyor demektir. Hem bir duygu
olarak, hem de bilinçli bir davranış olarak ahlâkî eylem, insana ait bir tutumdur. Bu tartışmasız hakikate rağmen, ahlâkın dayandığı temel ilke ve referanslar konusunda tek bir
noktada anlaşıldığı da söylenemez. Hatta sadece ahlâkın
kaynağı konusunda değil, bu kavramın anlamı konusunda bile farklı tarifler yapılmaktadır.
Ahlâk kavramı, sözlüklerde “hulk” kelimesinin çoğulu olarak geçmektedir. Hulk, seciye, huy, tabiat, yaratılış,
davranış, tutumlar ve tavırlar anlamındadır. Terim olarak
ise insanın doğuştan veya sonradan kazanılan zihnî ve ruhî halleri ile bu hallerinden doğan iyi-kötü tavır ve hareketlerini ifade eder. Yukarıdaki beyitte millî şâirimiz M. Akif,
ahlâkı iyi ve yüce kılan, yükselten şeyin, aşkınlığı olmayan
beşer bilgisi veya vicdanı olmadığını, dîne imanın insanda hâsıl ettiği Allah bilincinin ve buna bağlı Allah korkusunun, Allah’a olan saygının, O’nun rızâsına aykırı davranmaktan çekinme duygusunun ahlâkı yücelttiğini, iyileştirdiğini haklı olarak ifade ediyor.
Dîne inanmayan ve iyi ahlâk sahibi olmak için dindar
olmayı şart koşmayanlar, hattâ dînin ahlâka zarar vereceğini düşünenler insan vicdanının ve doğru bilginin güzel
ahlâk için yeterli olduğunu ileri sürüyorlar.
Bir tarafta “din ve iman yoksa ahlâk da yoktur” diyenler, öte tarafta “din varsa ahlâk yoktur” diyenler var. Bu iki
ucun ortasında yer alanlar ise “dîni ve ahlâkı oldukları gibi kabûl ediyor, bu ikisi arasında bir diyalogun bulunduğunu, dînin ahlâkı terkip ve teşvik edici bir işleve sahip bulunduğunu” söylüyorlar. Bunlara göre Allah’a inanmak, ah-
sayfa 18 • Perspektif
lâk ödevlerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmak bakımından yeni bir “çevre” oluşturur. Dîne inanmadığı halde ahlâk ilkelerine uyan bir insanın, dînin ahlâk için geçersiz
olduğunu iddia etmesi doğru değildir. Kendi ahlâk problemini kolaylıkla çözebilen insanlar olabilir, ama böyle kimselerin varlığı, bizim ahlâk hayatımızda birtakım yardım
ve teşviklere, meselâ dîne ihtiyaç duymamızı gereksiz kılmaz. 1
Din ve felsefe cephelerinde yürütülen tartışma, dînin
ahlâkla ilişkisi üzerinde cereyân etmektedir, inançlılar ve
dindarların yanında felsefecilerin de önemli bir kısmı, dînin ahlâk için -şart olmasa bile- faydalı ve yardımcı olduğunu kabûl etmektedirler. Genel kabûl gören bir başka konu da ahlâkın eğitimle, olmazsa olmaz ilişkisidir. Din gibi
ahlâk da yalnızca bir bilgi ve inanç meselesi değildir, ahlâkın hayata geçmesinin, fert ve toplum hayatında etkili olmasının şartı eğitimdir; zamanında ve uygun yöntemlerle din ve ahlâk eğitimi verilmesidir. Ahlâk’ın kaynağının
ne olduğu konusunda insanlık tarihi boyunca farklı tezler
ortaya konulduğu görülmektedir. Bu tezlerden ilki, ahlâkı insanın hem yaratılışı, tabiatı veya fıtrat kanunları anlamında hem de peygamberler aracılığıyla gönderilen vahiy kaynaklı ilkeler, kurallar anlamında kabul eden dinlerin tezleridir. İkinci tez ise; ahlâkı akıl referanslı olarak ele
alan, onu hem bir metafizik hem de pratik bir insanî olgu
olarak gören farklı felsefe doktrinlerinin tezleridir. Üçüncü tez ise, ahlâkın toplumsal yönü üzerine geliştirilen antropolojik ve sosyolojik teorilerdir.
Ahlâkın Kaynağı Dindir
Din, insanî değerleri ortaya koyar ve insana o değerlere bağlı kalarak yürüyebilme iradesi kazandırır. İnsan o
değerleri kendi özünde ve vicdanında bulur. Dinin kazandırdığı
irade ile o değerleri hayata geçirme bilincini ve gücünü kazanır. Dinin ahlâkla olan ilişkisinin başladığı yer de esasen
burasıdır.
Dinlere göre, öncelikle inanılması gereken temel imanî esaslar ortaya konulur. Daha sonra, insanların gerek fertler olarak, gerekse topluluk halinde nasıl yaşaması gerektiğine dair temel ilke ve prensipler belirlenir. Yani ahlâk
prensipleri dinin inanç ilkelerinden çıkarılır. İlahi kudret
yarattığı insanlara ahlâk duygusunu verdiği gibi, gönderdiği kitaplarla da bunları yeniden düzenlemiş, unutulan-
ları hatırlatmıştır. Yani ahlâk kuralları, insanların hem fert,
hem toplum olarak hayatlarını düzenlemeleri için Allah’ın insan tabiatına yerleştirdiği istidatlar ve kitaplarıyla ortaya koyduğu buyruklardır.
Yaratıcı, vahiy aracılığıyla insanların kuvve halindeki
duygularını tekamül ettirmek için onların iradelerini uyarır. Bu emirler kâmil bir insan olabilmek için, gereken eylemler ve duygularla bezenmeyi sağlayacak olan ilkelerdir.
Bu hedeften sapma sonucunda ortaya çıkan ahlâkilikten
uzaklaşma durumu ise, hem ferdî hem de toplumsal huzursuzluğu ve mutsuzluğu doğurmaktadır. Peygamberler
sadece inanç bakımından değil, ahlâken de ölçüyü kaçırmış topluluklara gönderilmiştir. Hz. Peygamber’in, “Benim Allah tarafından gönderilmemin ehemmiyetli bir
hikmeti, güzel ahlâkı tamamlamak ve insanlığı ahlâksızlıktan
kurtarmaktır” şeklindeki sözleri İslam dininin ahlâka verdiği önemi göstermektedir.
Kur’an’da ahlâkın önemine vurgu yapmak için, imandan hemen sonra iyi davranışta bulunmak da hatırlatılır. Mesela, “İman
edin ve iyi amelde bulunun” emri
Kur’an’da en az elli defa tekrar edilir. Bazı ayetlerde belirtildiği gibi, güzel bir ahlâkî davranış aynı zamanda, dini bağlılığı ve imanı da gösterir: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iman etmiş olmazsınız.”
Bu bağlamda Bediüzzaman,
“edep” kavramını hayatın tamamına hakim olan davranışlar bütünü olarak görmektedir. “Sünnet-i seniyye
edeptir, hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın”
sözüyle, Kur’an’ın hayata tatbiki
olan sünnetin özünü edep ve ahlâkın oluşturduğunu vurgulamaktadır.
Bediüzzaman, “Sünnet-i seniyyede edeple ilgili pek çok
değer vardır” dememiş, doğrudan Sünnet’in tastamam ve
bütünüyle edepten ibaret olduğunu ifade etmiştir. Bu ifade, Hz. Peygamber’in ahlâkı sorulduğunda Hz. Aişe’nin
“Onun ahlâkı Kur’an’dır” mealindeki ifadesine benzemektedir.
Hz. Aişe de “Onun ahlâkı Kur’an’a benzer” dememiş, doğrudan Kur’an’ın kendisi olduğunu bildirmiştir. Şüphesiz
bu durum, her yönüyle ahlâk-ı hamide sahibi olmayı, bütün azalarıyla ahlâkı kuşanmayı gerektirir.
Öte yandan Bediüzzaman, Sünnet’teki edebe, “Sünneti Seniyye’deki edep, o Sâni-i Zülcelâl’in hudutları içinde
bir mahz-ı edep vaziyeti takınmaktır” diyerek açıklık getirmiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki, onun edepten kastı, her an Allah’ı görüyormuşçasına hareket etmek, dolayısıyla her an Allah’ın murakabesi altında olduğunun bilincinde “ihsan” kıvamında bir kullukta bulunmaktır. Bu-
nun ise Kur’an ve Sünnet’i azami ölçüde tatbik ile mümkün olacağı, Hz. Peygamber’i örnek alarak O’nun ahlâkıyla
ahlâklanmakla gerçekleşeceği izahtan varestedir. Zira bütün Kur’an ayetleri ve hadisler, zevk, estetik değerler ile yaratılış arasındaki ahenk ve dengeyi koruma, itidalli hareket etme, sağlam bir fikrî temele, merhametli bir kalbe sahip olma ve nihayet bütün bunların yönlendirmesiyle hayatı anlamlandıracak işlere (hayır işleri) yönelmede insanoğluna rehberlik etmektedir. Bu açıdan bakılırsa, “Kur’an
ve Sünnet’in özü, ifrat ve tefritten uzak itidal ve vasattır”
demek abartı olmayacaktır.
Bu ideal vasat seviyeyi ise, insanların çoğu kolayca yakalayamamaktadır. Bu nedenle insanlığa bu yolu gösteren
ve tarif eden peygamberlere ihtiyaç vardır. İşte insanların
aklı evrensel düzen ve ahengi kavramada sınırlı kaldığından veya kavrasa bile buna uygun bir biçimde davranmayı başaramadığından, evrensel bir kanuna ihtiyaç duyarlar. Böyle bir kanun da ancak, yaratılmış olan evreni ve içindeki insanı en iyi tanıyan birinin “Kanun”u olabilir. İşte bu kanun da ancak peygamberler aracılığıyla insanlara getirilen semavi kitaplardır.
Ahlâk ilkeleri sadece insanların
uymaları beklenen ve uymadıkları takdirde cezalandırılmakla tehdit edildikleri soyut emirler ve kurallar olmaktan çok daha fazla bir anlama sahiptir. Bu anlamda sadece insanların davranış ve duyuşlarını sınırlandıran dışarıdan, zorla tatbik edilen
emirler değil, onların kâmil, erdemli
bir insan olmalarının yolunu gösteren derunî, vicdanî ve canlı hayat ilkeleridir. Ayrıca bunlara uymak da
bir tür ibadettir. İbadet de insanın ruhunu yücelten, istidatlarını inkişaf ettiren, meyillerini temizleyen, emellerini gerçekleştiren, fikirlerini genişleten ve sistemleştiren, şehevî ve gadabî duygularını sınırlayan bir hâl üzerinde olmaktır.
Büyük İslam bilgini Bediüzzaman, güzel ahlâkın salt insan aklından ortaya çıkmış olabileceğini kabul etmemektedir. Ona göre, insanın ruhuna manen yükselmeyi ve ahlâken kemalâtın zirvesine çıkmayı aşılayan ve teşvik eden
dinlerdir. Eğer peygamberler gönderilmeseydi, vahye dayalı dinler de olmayacaktı; dolayısıyla insan, hayvanlar seviyesinde basit bir mahlûk olarak kalacağı için insanda güzel ahlâktan ve vicdanî kemalâttan söz edilemezdi.2 1
2
Bu konu için bak. M. Aydın, Din Felsefesi, s.238-257
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=776
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 1 9
islam ve hayat
Günlük Hayatımızda Sünnet
Hulusi Ünye • mhulusiunye@hotmail.com
Sünnet, Arapça bir kelime olup çoğulu sünendir. Sözlükte, iyi ahlâk, iyi tabîat anlamlarına gelir. Dini ıstılah (terim) olarak ise, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sas)’in
sözleri, işleri ve takrir ve tasvibleri (doğru bulmaları) demektir. Sünnete, sözlü kısmı esas alınmak suretiyle hadis
tabiri de kullanılır.1
Sünnet, Kur’an’ın insanlığa önerdiği; inancı ile, ibadetleriyle,
insanlar arasındaki ilişkilerle oluşturulması istenen yeni insan modelinin Hz. Muhammed Mustafa (sas) de cisimleşmiş şeklidir. Bir peygamber ve fakat bir insan olarak doğumdan ölüme insanlığa yepyeni bir model sunan Peygamberimizin yaşadığı bu hayat, biz ona inanan insanlar
için yaşam modelidir. Bizim bir mümin ve müslüman olarak, bu iddiamızda samimi olup olmadığımız, bu kutlu hayata ne kadar uyup uymadığımızda ortaya çıkar. Biz bu kısa yazımızda bize örnek olarak seçilen ve yaşadığı hayat,
Allah Teala tarafından övülen Peygamber Efendimiz’in günlük hayatımızda yer alan sünnetlerinden örnekler vereceğiz. Bu sünnetlerin hayatımızda ne kadar yer aldığını anlamaya çalışacağız. Çünkü Rabbimiz ki, bütün kainatın yegâne sahibi, yaratıcısı, nazarında bir zerre dahî olmayan bütün mahlukatın içinde, bir tek O‘nun yaşadığı hayatı bize
örnek olarak; hem de yemin ederek takdim ediyor ve şöyle buyuruyor: “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve
ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab, 33:21) 1400 küsur sene önce yaşamış olan Peygamber Efendimiz (sas), çağdaş
ve uygar kabul edilen dünyamızda, insanlığın yeni uygulamaya başladığı bir çok şeyi uygulayarak bize örnek olmuştur.
Peygamber Efendimiz (as)’ın getirdiği, tebliğ ettiği ve
yaşadığı İslam’ı en güzel manada çağdaşı olan ashab-ı kiram efendilerimiz yaşamışlar ve gelecek kuşaklara İslam’ı
ulaştırma şerefi de onlara nasip olmuştur. Sahabe-i kiram’dan
sonra İslam’ın en güzel uygulandığı coğrafya ise, ecdadımızın yaşadığı Orta Asya ve Anadolu toprakları olmuştur.
Bu gün sünnetle bu topraklarda yaşayan insanımızın arası bilinçli olarak uzaklaştırılsa da adeta bir kültür ve örf ha-
sayfa 20 • Perspektif
linde yaşatılan bir çok güzel uygulamanın temeli Efendimiz (as)’ın yaşadığı İslam’a dayanan güzelliklerdir.
Biz bu yazımızda, hayatımızda günlük olarak yaşattığımız sünnetleri ve peygamberî uygulamalardan bir demet
sunmaya çalışacağız.
Müslüman aileler, bir sünnet olarak genellikle yataktan kalkarken sağ taraftan kalkarlar. Kalkınca, ölümün kardeşi olan uykudan uyandırdığı için Allah’a dua ederler. Hatta gün içinde abuk sabuk şeyler söyleyene Anadolu’da “Yataktan bu gün ters mi, solundan mı kalktın?” derler.
Yataktan kalktığımız zaman, insanî ihtiyaçlar için tuvalete girerken sol ayağımızla, çıkarken sağ ayağımızla çıkmaya
gayret eder, ev ahalisini de zaman zaman tenbih ederiz. Hem
tuvalete girerken hem de tuvaletten çıkarken, maddî ve manevî her türlü pislikten bizi koruması ve insana sıkıntı veren
şeyi gidermiş olmasından dolayı Allah’a dua ederiz.
Misvak veya diş fırçası da kullanarak ara vermeden abdest alır ve sabah namazının sünnet ve farzını kılarız. Şartları da zorlayarak, sabah namazından başlamak üzere hemen bütün namazlarımızı camide ve cemaatle kılarız. Cemaatle vakit namazlarının kılınması Efendimiz (as)’ın en
mühim sünnetlerindendir. Hatta diğer bazı mezheplere göre, mazereti olmayan bir insanın tek başına kıldığı namaz
geçerli olmaz.
Sabah namazının edasından sonra, Peygamber Efendimiz (sav)’den bize kadar ulaşmış olan tesbihat yapılır.
Arkasından dualar edilir.
Yatsı namazından sonra erkenden yatmak, gece Teheccüd
namazına kalkmak, sabahleyin de erkenden kalkmak Peygamber Efendimiz (as)’ın sünnetlerindendir. Hatta O’na
Teheccüd namazı kılması vacip, bize sünnet-i müekkededir.
İbadetlerden sonra insanın yeme içme gibi zatî ihtiyaçlarını
gidermesi de söz konusudur. Yeme içme gibi hususlarda
da uyguladığımız sünnetler vardır ve genelde de bizim insanımız, çocuklarına bu sünnet uygulamalarını öğretir.
Müslümanlar olarak, yemeğe başlamadan önce ellerimizi yıkar, ellerimizin yaşını yıkamadan sofraya oturur, besmele çeker ve önümüze gelen yerden yeriz. Yemekler arasında farklılık gözetmeyiz. Yerken sağ elimizi kullanırız. Başlarken “besmele” çeker, bitirince “el- hamdulillah” deriz. Acıkmadan yemek yemeyiz, doymadan yemekten
kalkarız. Bu sünnettir. Çünkü Peygamber Efendimiz
(sav), bunu tavsiye ederdi. O, “Bismillah de, önünden
ye” buyurmuştu. Yemek beğenmemezlik etmezdi. Sofraliyor. Böyle bir hanım veya erkek –biraz da etkili konumda bulunan yemeklerden hoşuna gideni yer, herhangi bir
da ise- ömrü boyunca İslam ve müslüman düşmanı kesiyemekten şikayet etmezdi. Acıkmayınca yemez, tamamen
lebiliyor. Bunun yansımalarına zaman zaman şahit oluyoruz.
doymadan da yemeğe son verirdi. Taharette sol elin kulHediyeleşmek ve gelen hediyeye aynıyla veya daha gülanılmasını tavsiye ederken, yemekte sağ elin kullanılmazeliyle karşılık vermek te uyguladığımız kadim sünnetlesına ehemmiyet verirdi. Bizim kültürümüzde de eskiden
rimizdendir. “Eli boş gidilmez gidilen yere” denilmişbüyük baba ve büyük anneler torunlarının sünnet terbitir. Lüzumunda konuşmak, daha çok susmayı ve tefekkür
yesine dikkat ederler, yenilerde de analar ve babalar bunetmeyi tercih etmek te sünnette tavsiye edilen güzel davlara çok dikkat ederler. Sağ el bir mazerete mebni kullaranışlardandır.
nılamıyorsa ancak o zaman yemekte sol elin kullanılmaKonuşmaya veya her hangi bir iş yapmaya besmele ile
sına müsamaha gösterilir. Yemekten sonra da ellerin yıkanması
başlamak mühim bir Peygamber sünnetidir. Genelde
sünnettir. Tabağa yiyeceği kadar koydurup, yemeği artırmüslümanlar bu güzel uygulamayı da evlerinde, iş yerlemamak ta bir başka sünnettir.
rinde, okullarında, hülasa her fırsatta hayatlarında tatbik
Helalinden kazanç temini için meşru bir iş edinmeye
ederler ve dillerini besmeleden mahrum bırakmazlar.
de gayret ederiz. Bu da Peygamberimiz (sav)’in tavsiyeHem erkekler hem de hanımlar, iş, ev veya resmi ortamlarda
lerindendir. “Her Peygamber elinin emeği ile geçinirdi” bukılık ve kıyafetlerine dikkat ederler, temiz ve muntazam olyurarak, bu konuda peygamberlerin öncülük ettiğini bize
masına özen gösterirler. Kadınlar her türlü süs eşyasını gianlatıyordu.
yinebilir ve takınabilir. Erkekler ise altın ve ipek takı ve giyMüslümanlar olarak, tatbik ettiğimiz ve yaymaya da gaysi takınamaz ve giyemezler. Bunlar da birer Peygamber uyret ettiğimiz, bir önemli sünnet te selam vermektir. Tanıgulamalarından ve Peygamber Efendimiz (as)’ın farklılıksın tanımasın herkese selam verlarındandı. Sahabeden birisi onu tamek ve selamı verirken orijinal İslam
rif ederken “Şu elbisesi beyaz ve pı“Selam” bir duadır ve ev ahalisi
selamı ile vermek te sünnetir. Yani
rıl pırıl olan zat odur”derdi. Bölgenin
dua edilmeye daha layıktır. Do“Es-Selamu Aleyküm ve Rahmeve zamanın örfüne göre üzerine yalayısı ile eve girerken, evden çıtullahi ve Berakatuh” şekliyle sekışan ve tesettür kurallarına uyan
karken, hatta ev boş iken bile
lam verilmesi. Sadece “Es-Selamü
her çeşit elbiseyi giyerdi.
selam vererek eve girilmesi PeyAleyküm” demek te yeterli olur. Bir
Nişan, düğün ve bayramlaşma megamberimizin
uygulamalarınmüslüman olarak içinde yaşadığımız
rasimlerinde, hastalık, ölüm ve norülkelerin lisanlarında selamlaşma
mal ev ziyaretlerimizde uyguladığıdandır. Biz de böyle yaparız ve
kelimesi olarak kullanılan kelimelerle
mız güzel edep örneklerimiz vardır.
yapmalıyız. Selamla birlikte tede selam vermek veya mukabelede
Bunların çoğu Peygamber Efendimiz
bessüm etmek ve imkân varsa
bulunmak mümkündür.
(as)’dan bize ulaşan güzel uygulamusafaha etmek te bir İslamî
Biz bazen selamı sanki ev dışına
malardır. Kız isterken, nişan yaparuygulamadır.
mahsus bir uygulama gibi algılarız.
ken, düğünde helal ölçülere dikkat
Bu doğru değildir. Çünkü “Selam”
ederken, her aşamada Allah ve Rabir duadır ve ev ahalisi dua edilmesulünün uygulamalarına vurgu yaparak,
ye daha layıktır. Dolayısı ile eve girerken, evden çıkarken,
ziyaretleşmede herhangi bir ayırım yapmayarak bunları bir
hatta ev boş iken bile selam vererek eve girilmesi Peyibadet şuuruyla yaparız. Biliriz ki Peygamber Efendimiz (as),
gamberimizin uygulamalarındandır. Biz de böyle yaparız
müslim gayrimüslim herkesi ziyaret eder, ayırım yapmaz;
ve yapmalıyız. Selamla birlikte tebessüm etmek ve imkân
sınıf ayırımı yapmadan herkesin davetine icabet eder; içinvarsa musafaha etmek te bir İslamî uygulamadır. Peygamber
de haram olmayan her meşru davete katılır; davetlerde teEfendimiz (as), musafaha yaptığı kişi kendisi elini çekmeden,
kellüfsüz boş bulduğu yere hemen oturur; uzun boylu prokendileri elini çekmez, yönünü de ondan dönmez ve göz
tokol ve resmiyetten hoşlanmaz, farklı bir muameleyi argöze gelmeye dikkat ederdi. Musafaha konusunda kadın
zu etmezdi.
erkek ilişkilerine de dikkat etmek gerekir. Zaman zaman
Günün 24 saatinde ve bir ömür boyu hayatımızın her
resmi toplantılarda karşılaşılan kişilerle tokalaşmalar,
safhasında adeta ilmik ilmik gergef gibi işlenen Peygamproblemlere sebep olabiliyor. İmkân varsa durumun neber sünnetini bir kısa yazıda sayıp dökmek mümkün dezaketi doğru bir şekilde anlatılabilir, yoksa tokalaşma yağildir. Biz şimdilik bu kadarla yetinmek istiyoruz. pılır. Belki Allah katında tokalaşmanın manevî zararı, tokalaşmamanın zararından daha az olur. Çünkü tokalaşıl1
Abdulkerim Zeydan, El-Veciz, Sünnet Bölümü, Devellioğlu,
mayan kadın veya erkek, bazen kendisinin küçük düşürüldüğü
Ferid, Sözlük, Hadis ve Sünnet maddeleri
zannına kapılıyor ve düşman kesilmesine sebep olunabiM A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 2 1
islam ve hayat
“Kütüb-ü Sitte”
Sünnetin, Müslüman hayatı ve düşüncesi açısından taşıdığı ehemmiyet, Efendimiz’den (s.a.v) sonraki asırlarda birçok alimin kendilerini, çok fazla sayıdaki hadislerin toplanması, tasnifi ve biraraya getirilmesi faaliyetlerine vakfetmelerine neden olmuştur. Yapılan bu çetin çalışmaların bir meyvesine ise Kütüb-ü Sitte (Altı Kitap) ismi verilmiştir.
te’dir. Bu ifadenin ilk olarak –ilim talebelerine sahih kaynakları tavsiye etmek maksadıyla- 10. asrın ortalarında kullanılmaya başlandığı tahmin edilmektedir. Böylece bu kullanım, sahih rivayet manasında, eş anlamlı olarak kullanılmaya
başlanmıştır.
Kütüb-ü Sitte’nin ihtiva ettiği bu altı kitabın ve yazarlarının isimleri şöyledir:
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bizlere hadisler vası1. ve 2. kitaplar: İmam Buharî (öl. 870) ve İmam Müstası ile nakledilen sünneti, İslâm’ın Kur’an’dan sonra ikinlim (öl. 875) tarafından kaleme alınan ve aynı ismi taşıci kaynağı olarak kabul edilir ve dinin nasıl anlaşılması geyan Camiu’s Sahih isimli eserler. 3. Kitap Tirmizî (öl. 892)
rektiği hususunda bizlere yol gösterir. Kur’an zaten tahrif
tarafından kaleme alınan Camiu’s Sahih fis-Sünen.
edilme tehlikesine karşı muhafaza edilmiş idi. Buna kar4., 5. ve 6. kitaplar: Ebu Davud (öl. 889), Nasâî (öl. 915)
şın, hadislerin sahihliği ile alâkalı problemler, sonraki
ve İbni Mâce (öl. 887) tarafından kaleme alınan ve yine
asırlarda müstakil bir ilmin teşkil edilmesine vesile olmuştur.
aynı ismi taşıyan Kitab’us Sünen isimli eserler.
Hadis ilminin gayesi, hadislerin sahihlik durumlarını tesAltıncı kitap olarak başka eserler de zikredilmektedir.
pit ederek onları bir tasnife tabi tutmaktır.
Kimileri İmam Mâlik (öl. 795) tarafından yazılan Muvatta
Sünnetin, Müslüman hayatı ve düşüncesi açısından taisimli eseri, kimileri de Dârimî (öl. 869) tarafından yazışıdığı ehemmiyet, Efendimiz’den (s.a.v) sonraki asırlarda
lan Sünen’i altıncı kitap olarak zikrederler. Bazı başka alimbirçok alimin kendilerini, çok fazla sayıdaki hadislerin topler ise hem İmam Mâlik’in hem de İbni Mâce’nin eserini
lanması, tasnifi ve biraraya getirilmesi faaliyetlerine vakkülliyata dahil gördükleri için „Yedi Kitap“ ifadesini kulfetmelerine neden olmuştur. Yapılan bu çetin çalışmalalanırlar.
rın bir meyvesine ise Kütüb-ü SitKütüb-ü Sitte’nin ihtiva ettiği
te (Altı Kitap) ismi verilmiştir.
her kitabın yazarı, eserlerine hadisMezkur Altı Kitap, her biri yüz
leri alırken farklı kriterler ortaya koKütüb-ü Sitte’nin ihtiva ettibinlerce hadis arasından çeşitli kriyar. Her alim pek çok hadisi bilği her kitabın yazarı, eserleriterlere tâbi tutularak seçilip tasnif edimekle beraber, hadisi rivayet eden rane hadisleri alırken farklı
len binlerce hadisi ihtiva eden altı
viler için değişik kriterler öngörmecmuadan müteşekkildir. Kütübmüşlerdir. Bu nedenle bir hadisin Müskriterler ortaya koyar. Her
ü Sitte ise bu mecmuaların üzerinlim’de sahih olarak zikredilirken,
alim pek çok hadisi bilmekle
de çalışılması ile meydana gelmiş olan
Buharî’de sahih olmadığı bildirileberaber, hadisi rivayet eden
külliyata verilen isimdir. Sünnî gebilmiştir. İmam Buharî ve Müslim’in
raviler için değişik kriterler
leneğe göre bu altı kitapta yer alan
eserleri sadece sahih hadisleri eserkitaplar genel itibariyle sahih olarak
lerine aldıkları için en güvenilir iki kayöngörmüşlerdir.
kabul edilir. Kütüb-ü Sitte’nin diğer
nak olarak geçmektedir ve bu nedenle
bir adı da bu nedenle Sihah es-Sites-Sahiheyn (iki sahih) olarak anılırlar.
Mehmet Genç • mehmet-genc@gmx.de
sayfa 22 • Perspektif
Dört Sünen, ağırlık noktalarının „ahkâm“ olması ile ilk
iki eserden ayrılırlar. Bu meyanda Ebu Davud bilhassa
anılmaya değerdir. Ebu Davud, bir husustaki değişik
hadisleri yahut aynı hadisin
değişik versiyonlarını kitabına almıştır.
Zamanla, İmam Buharî’nin eseri
daha fazla ön plana çıkmış ve en güvenilir kaynak olarak genel bir kabul
görmüştür.
Alimlerin hadisleri tasnif ederken
uyguladıkları kriterler hakkında doğrudan bilgi sahibi değiliz. Daha sonraları bu eserlerle yoğun bir biçimde iştigal etmiş olan alimler bu çabalarının sonucunda bazı kriterleri
tespit etme imkânına sahip olmuşlardır.
İmam Buharî’ye göre ravi zincirindeki herkesin hadis rivayet ettiği
kişi ile hayatta en az bir kere yüzyüze görüşmüş olması gerekmektedir. Buna karşın İmam Müslim için
ravilerin aynı asırda yaşamış olmaları ve birbirlerini görme imkânlarının bulunmuş olması yeterli olmaktadır. Bazı alimlere göre ise Nasâî’nin eseri, raviler için konulan kriterlerin sıkılığından dolayı es-Sahiheyn’den hemen sonra gelmektedir.
Dört Sünen, ağırlık noktalarının „ahkâm“ olması ile ilk
iki eserden ayrılırlar. Bu meyanda Ebu Davud bilhassa anılmaya değerdir. Ebu Davud, bir husustaki değişik hadisleri yahut aynı hadisin değişik versiyonlarını kitabına almıştır.
Bundan başka rivayetler arasındaki çelişkileri de göstermektedir
ve hakkında sahih hadis bulamadığı konularda zayıf hadisleri de kitabına almayı tercih etmiştir. Zira rivayetin gerçekten Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) gelmiş olması ihtimali vardır. Ebu Davud, bu hadisleri alimlerin ictihadına tercih etmiştir.
Tirmizî de aynı şekilde zayıf hadisleri kitabına dahil etmiştir. Ebu Davud’dan farklı olarak ise isnada, yani, hadi-
sin ravi zincirinin sağlamlığına daha
fazla ihtimam göstermiş ve ravinin
güvenilirlik durumunu da belirtmiştir. Tirmizî, kitabına alacağı bir
hadisin daha önce bir fakih tarafından delil olarak kullanılmış olmasına da bilhassa dikkat etmiştir. Bununla
birlikte Tirmizî, en az iki ravisi bulunup Müslümanların hayatlarına yansımış hadisleri de eserine almıştır. Bu
nedenle bazı alimler onun eserini sahihlik sıralamasında Buharî ve Müslim’den sonra hemen üçüncü sıraya
yerleştirirler.
Bazı alimler, hadis rivayet ettiği
ravilerden bazılarının yalanla itham
edilmiş olmasından dolayı, İbni Mâce’nin eserinin Kütüb-ü Sitte’ye aidiyeti hususunda şüpheli bir tutum
takınmışlardır.
Kütüb-ü Sitte’de rivayet olunmayıp başka eserlerde yer
alan çok sayıda hadis bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak ise Nureddin el-Haytamî’nin (öl. 1405) Mecma’uz Zevaid ve İbni Hacer el-Askalanî’nin (öl. 1449) kitabı verilebilir.
Şiî gelenekte de buna benzer bir gelişme yaşanmıştır ve
çok meşhur olan „dört kitap“ zikredilmektedir. Bu kitaplar
sadece Efendimiz’den (s.a.v) değil, aynı zamanda Şia imamlarından gelen rivayetleri de ihtiva etmektedirler.
Bu hadis mecmuaları, hem Efendimiz’in (s.a.v) yaşadığı çağa hem de onun hayatına ve vahyi nasıl anladığına
dair bir bakış imkânı sunmaktadırlar. Rivayetlerin arasına
uydurma ve manipülasyon amaçlı birçok hadisin karışmış
olması, fıkıh mezheplerine ve onların hadislerle olan ilişkilerine doğrudan etki etmiştir. M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 2 3
toplum
Kıyafette Geleneksel ve Modern Moda
Taner Doğan • taner.dogan@web.de
“Moda” kelimesini Türk Dil Kurumu “değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik“ ve “belirli bir süre etkin olan toplumsal
beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük” olarak tanımlar. Moda, temel olarak bir toplumda belirli bir zaman
dilimi içerisinde öne çıkan giyim tarzlarını ifade etmekle
birlikte, sırf giyim değil, sanat, mimari, müzik, teknoloji ve
yemek gibi bir çok alanı içinde barındırır ve modanın hakim olduğu dönemdeki toplumsal beğeni ve rağbeti yansıtmaktadır. Bugün dünya genelinde moda kelimesi altında
ilk akla gelen hiç şüphesiz tekstil dünyasıdır. Bu nedenle
bu yazıda kıyafetin geleneksel ile modern evrelerde yaşadığı değişimleri ve insanlarda yaşanan etkileri irdeleyeceğiz.
Günlük dilde yaşanılan zamana uygun anlamına gelen
“modern” kelimesi “düne ait olmayan ve gelenekselin dışında yaşam” demektir. Erich Fromm moda ile modernizm
arasındaki bağı güzel özetlemiştir. Fromm, modern insandaki
şöhret tutkusunun öbür aleme olan inancın kaybedilmesiyle alâkalı olarak izah ederken aynı zamanda modanın bir
zihniyet problematiği içerisinde ele alınması gerektiği
konusunda yol gösterici olmaktadır. Fromm’dan yola çıkarak insandaki ahiret inancının var olmamasının bu dünyanın yaşanabileceği ölçüde rahat ve lüks yaşanılması ve
bu bağlamda maddenin üstün tutulmasına yol açtığı tespitinde bulunabiliriz. Bundan hareketle “bu dünyaya bir
defa geldim, bir daha gelmeyeceğim” fikri, “her şeyin modern, güzel ve kalitelisine sahip olmalıyım” anlayışını doğurmaktadır.
Sosyolog Daniel Lerner, modernizasyon tezinde, moderniteyi gelişme ve ilerleme olarak tanımlamaktadır. Bunun mümkün olabilmesi için şehirleşmenin şart olduğunu ve ancak şehirleşme ile birlikte modern üretimin yapılabileceğini vurgulamaktadır. Lerner’e göre modern
üretim bireyin giyim anlayışını dışarı yansıtmaktadır. Kişinin giyim anlayışı estetik zevk ve beğenilerini, ekonomik
sayfa 24 • Perspektif
durumunu, mensubu olduğu veya olmak istediği sınıfın ipuçlarını verir. Daha kısa bir tanımla sahip olunan zihniyetin
simgeleşmesi denebilir.
Moda tanımıyla giriş yaptıktan sonra, elbise kelimesinin dillerdeki farklı anlamlarına bakmakta fayda var. Elbise,
Arapçada ‘libas’ demektir. Kelimenin kökeni bedenin
şeklini bakışlardan uzak tutmak, saklamak anlamına gelmektedir. Yine arapça elbise anlamına kullanılan ”şiar“ kişinin kendisini tanıtmak için kullandığı nesnedir. Bu anlamıyla şiar İtalyanca’daki ”costume” kelimesiyle benzerlik gösterir. Costume kelimesi alışkanlık, görenek, töre, tutum, biçim, giyiniş şekli anlamlarına gelmektedir. Farsça’da
giysi anlamında kullanılan ”puşuş” kelimesi gizlemek, bakışlardan uzaklaştırmak anlamlarında kullanılmaktadır. İngilizce’de kullanılan ”dress” kelimesi düzeltmek, süslemek,
süs yapmak anlamlarına gelirken, giysinin Fransızca karşılığı olan ”habit” ise yer tutmak, yer yapmak anlamlarını
içerir. Dolayısıyla İngiliz, elbisesiyle kendini düzeltip süslerken, Fransız kıyafetine gösterdiği itina ile karşısındakinin gözünde kendine bir yer edinmektedir. Doğu dünyası kıyafetiyle göze çarpmamayı, mevcut güzelliğini yabancı
bakışlardan gizlemeyi gaye edinirken, batı dünyası giyinmek ile güzelliğin daha belirgin bir hale gelmesini sağlamaktadır.
Geleneksel ile modern kıyafet arasındaki farkları belirginleştirmek için aşağıdaki kıyas önemlidir. Sanayi
devrimi ve küreselleşme öncesi alt ve orta sınıf halkta geleneksel kıyafetler yaygındı. Kıyafetler statüyü belirleyici
bir fonksiyon üstlenmişti. Bu nedenle hem alt tabakadaki, hem de üst tabakadaki insan kıyafetinden ayırt edilebiliniyor, taklit söz konusu olmuyordu. Sıcak bölgeler ile
soğuk iklime sahip bölgelerdeki kıyafetler farklı giyim tarzının oluşmasını sağlıyor, sanayinin gelişmemesinden dolayı giyisiler elde dikiliyor, dikilen kıyafetlerde toplumdaki ahlâk kuralları baz alınıyordu. Buna karşın modern dünyada üst tabakanın sahip olduğu kaliteli, güzel ve modern
giyim taklit edildiğinden alt-üst ilişkisi ortadan kalkmıştır. İklim şartları ve ahlâk kaideleri pek dikkate alınmaksızın üretilen kıyafetler moda sayesinde kısa periyotlarla değişikliğe uğramakta ve sanayinin gelişmesi sayesinde seri
olarak üretilmektedir.
“Modanın Avrupa’da ne zaman başladığı?” sorusuyla ilgili farklı fikirler ortaya atılmaktadır. Her ne kadar ba-
Eski Fransız kıyafetleri ile eski Osmanlı kıyafetleri
zı araştırmacılara göre yüzyıllar öncesinde moda anlayışı başlamış olsa da, sanayi devrimi ve Fransız ihtilali ile ciddi anlamda ortaya çıktığı fikri akla daha yatkındır. Sanayi
devrimi modern cemiyetin özelliklerini belirlerken, Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkan burjuva sınıfı da hem
aristokrasiden hem de halk tabakasından ayrılmak isteyerek
modanın gelişip yaygınlaşmasına büyük katkı sağlamıştır.
İhtilaller ve demokratikleşme süreçleri geleneksel kiyafetleri
ortadan kaldırmış, herkesin istediği gibi giyinmesini, moda olanın demode olmasını tahkim etmiştir. Alt tabakadaki
insanların üst tabakayı taklit etmesi, burjuvanın yeni bir
tarz geliştirmesini sağlamış, bir taraftan saraydan, diğer taraftan halktan ayrı giyinme istekleri elbise tasarımcılığının
rağbet görmesini ve meslek haline gelmesini sağlamıştır.
Sanayi devrimi modanın yenilik ve ilerlemeye dayanmak zorunda olan yapısı için imkânlar sunmuştur. Bu süreç ile birlikte nüfus hızla artmış, batı dünyasında hayat seviyesi yükselmiş, istikrar ve süreklilik sağlanmış, kırdan şehre olan göç ciddi anlamda çoğalmış, gelir dağılımında değişiklikler olmuş, kumaşın kısa zamanda daha ucuza maledilmesinden dolayı sadece ihtiyaca karşılık olarak tüketilmesini ortadan kaldırarak alt sınıfların da zevk ve beğeniye dayalı bir tüketim yolu izlemelerine imkân sağlanmıştır.
Batı’da Fransız ihtilali giyim kuşamı oldukça etkilemiştir.
İhtilalden sonra kadınların sepetli etekleri yerlerini radikal bir değişiklikle vücuda sıkı sıkı yapışan elbiselere bırakmıştır.
Elbiselerin vücuda yapışmışlığı cep imkânı bırakmadığından
kadın giyiminde “retikül” denen küçük çantaları ortaya çıkarmıştır. Yine Fransa’yı baz alacak olursak, Napoleon’un
1798’den itibaren gerçekleştirdiği Mısır seferi, başta Fransa olmak üzere Avrupa’nın doğuya olan ilgisini arttırdığını ve şal gibi aksesuarların doğudan batıya taşınmasına sebep olduğunu zikredebiliriz. Bunun haricinde düğmenin
Avrupa’ya gelişi de yine Şark vesilesiyle Napolyon seferinden
yüz yıllar önce haçlı seferleriyle beraber gerçekleşmiştir.
Batı’daki moda gelişimini inceledikten sonra 600 yıllık bir tarihi olan Osmanlı’ya bakmakta yarar var. İmparatorluk döneminde giyimiyle hep ön plana çıkan Osmanlı
kadını çarşıda, törende, düğünde, şehirde, evde, sarayda
ve davette kendi ürettiği modayla özdeşleşmiştir. Çoğunlukla
mor ve bordo kadifeden yapılan ve “bindallı” adı verilen
elbiseler, gelinlik ve tören kiyafetleri olarak tercih ediliyordu.
Bu ihtişamlı giysiler Osmanlı kadınının güçlü karakterine,
asaletine ve otoriter kişiliğine ayna tutuyordu. Osmanlı modası geçici bir yenilik olmamış, Osmanlılar tam aksine asırlarca kendilerine has kiyafetlere sadık kalmışlar, nesilden
nesile aktarılmasına sebep olmuşlardır. Bu süreç 19.yüzyıl’dan sonra değişmiştir. II.Mahmut ile birlikte Osmanlı’da kılık kıyafet reformu yaşanmıştır. Kadınların geleneksel
giyisilerinin yerini örneğin tayyör diye tanımlanan uzun
etek ve ceket alırken, erkeklerin taktığı sarık ve kavuk yerini fese bırakmıştır. Bir çok değişikliğin yapıldığı bu dönem Osmanlı’da batılılaşma sürecinin başlangıcı olmuştur.
Her ne kadarda asırlarca her örf ve geleneğin kendi modasını oluşturduğu ve kendi ürettiği çizgiyi takip ettiğini
bilsek te, bugün bunun söz konusu olmadığına şahit olmaktayız.
Örneğin Hindistan‘ın Lehanga’sı, İskoçya‘nın Kilt’i ve Japonya’nın Kimono’su köylerde ve küçük kasabalarda eski nesil insanlar tarafından giyilmeye devam edilirken, kültürel küreselleşme süreci ile birlikte bilhassa genç kitleler
üzerinde egemen olamamaktadır. Yöresel kıyafetlerin popülerliği azaldığından dolayı artık insanların giyindiklerinden
yola çıkarak hangi ülke veya bölgeden olduklarını söylemek imkânsızlaşmıştır. Dolayısıyla bu süreç bir çok alanda olduğu gibi kıyafet dünyasında da tektipleşmeyi doğururken,
küresel modayı popüler hale getirmektedir. KAYNAKLAR
• Daniel Lerner - Modernisierungstheorie
• Erich Fromm - Menschenbild und das postmoderne Verständnis
von Authentisch leben
• Fatma Barbarosoğlu - Moda ve Zihniyet
• Gulam Ali Haddadadil - Çıplaklık Kültürü ve Kültürel Çıplaklık
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 2 5
dünya
Kırım
Yusuf Ziya Altıntaş • yza301@hotmail.com
Karadeniz’in kuzeyinde tarihi bir yarımada olan Kırım,
bugün Ukrayna’ya bağlı özerk bir cumhuriyet konumunda. Kırım bir yarımada, ancak anakara ile irtibatını sağlayan berzah ile bir bakıma ada özelliğine de sahip. Başkenti
ve en büyük şehri Akmescit, diğer önemli şehirleri Sivastopol diye de bilinen Akyar, Kerç, Kefe, Gözleve, Yalta,
Canköy ve Bahçesaray olarak sıralanabilir. Kırım’da, Kırım Tatar Türkçesi, Ukraynaca, Rusça konuşuluyor ve nüfusu iki milyon civarında. Topraklarının genişliği ise ancak orta ölçekli bir şehir ile karşılaştırılabilecek büyüklükte.
15-18. yüzyıllar arasında Osmanlı`ya bağlı olup Rus tehlikesine karşı kalkan görevini üstlenen Kırım Hanlığı’nın
1783 yılında Rusya’nın eline geçmesiyle Kırım Müslümanları
için acı dolu günler başladı. Kırım’ın asli unsuru olan Kırımlı Müslümanlar bugün Kırım’da azınlık iken, çoğunluğu
Rus ve Ukraynalılar oluşturuyor.
Kırım Türkleri – Kırım Tatarları
Günümüzde Tatar adı özellikle iki Türk boyu olan Kazan Tatarları ve çoğunlukla Özbekistan’da yaşayan Kırım
Tatarları için resmî ad olarak kullanılmaktadır. Kırım Tatarlarının etnik kökeni, tarih boyunca Kırım ve civarında
yerleşen çeşitli Türk kavimlerine dayanır. Kırım, Kazan ve
İdil boylarındaki ahali, tamamıyla Türk olduğu halde, kökleriyle bağının kopartılması amacıyla bilhassa Ruslar tarafından
kendilerine “Tatar” adı verilmiştir. Ruslar, yüzyıllar boyunca,
Rusya Avrupa’sında yaşayan Türk soylu Müslümanlar için,
batılı yazar ve araştırmacılar, Türkistan’da ve Karadeniz’in
kuzeyinde yaşayan Türkler için, Osmanlılar ise on altıncı
yüzyıldan başlayarak kuzey Türkleri için Tatar ifadesini kullanmışlardır. Tatar grupları içerisinde en çok bilinenleri Kazan ve Kırım Tatarlarıdır. Bugün Kazanlılar ve Kırımlılar
kendilerine Tatar olarak nitelemekte ve Tatar milletinin
mensubu olarak saymaktadır. Ayrıca Kırım Türkleri bugün kendilerini Kazan Tatarlarından ayırmak için “Kırım
Tatarı” olarak tanımlarken, Kazan Tatarları kendilerini doğrudan Tatar diye adlandırmaktadır. Kırım Tatarlarının ta-
sayfa 26 • Perspektif
mamı Sünnî Müslüman olup, ananevi olarak Hanefi mezhebine bağlıdır.
Moskova kuşatmasından Rus işgaline
13. ve 14. yüzyıllarda göçebe topluluklar halinde Rusya’nın içlerine ve Kıpçak Bozkırına ilerleyen Tatar kabileleri, göçebe yaşamlarını bırakarak Kırım bölgesine yerleşmiş, Hacı Giray önderliğinde bağımsızlığına kavuşmuşlardı.
1475 yılında Osmanlının bölgeye gelmesiyle Kırım Osmanlıya
bağlı bir hanlık haline gelmiş, 1521 yılında Kırım Hanı Mehmed Giray, Moskova’yı kuşatıp Rusya’yı vergiye bağlamıştı.
Kırım Hanlığı, günümüzde Kırım Tatarları olarak adlandırılan halkın özgün devleti ve yarımada üzerindeki siyasî taleplerinin de tarihî referansıdır aynı zamanda. Başşehri
Bahçesaray olan Kırım Hanlığı 15-18 yüzyıllar arasında bir
göçebe devleti olmaktan çıkarak, yerleşik ve parlak bir Türk
İslâm medeniyetinin temsilcisi olmuş, sayısız büyük âlim,
devlet adamı, edip, sanatçı ve asker yetiştirmişti. Osmanlı devlet protokolünde de Sadrazam ile birlikte Padişahtan hemen sonra gelen Kırım Hanlarından birçoğu da bu
vasıfları şahıslarında toplayabilen kimselerdi.
Bugün Kırım’da Osmanlı dönemi izlerini görmek
mümkündür. Kırım hanları, arkalarında pek çok mimari
eserler bırakmışlardır. Gözleve’deki Han Câmii, 1552’de
Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Karagöz kasabasındaki Koleç Mescidi, Karasu’daki Şor Câmii, kervansaray
ve büyük hamam, Yenikale surları, Kerç’te Bayezid Câmii,
Mustafa Çelebi Câmii, medrese ve hamam, Bahçesaray’daki Han Sarayı ve civarında bulunan türbe Osmanlı
döneminin izleri yansıtan eserlerden sadece bazılarıdır.
Bizim “Deli” Rusların ise “Büyük” Petro’su sayesinde
Rusya’nın güçlü bir devlet haline gelmeye başlamasıyla, güçler dengelenmiş ve daha sonra tarih Osmanlı aleyhine gelişmeye başlamıştı. Bu çerçevede Kırım, 1774 Küçük
Kaynarca Anlaşmasına kadar Osmanlının özellikle Rusya’dan
gelebilecek tehlikelere karşı önemli bir uç karakolu oldu.
Bundan sonra Osmanlının, o güne kadar bariz bir şekilde
üstünlüğünü kabul ettirdiği Avrupa’nın askeri teknolojisini takip etmekte gecikmesi ve Rus Çarlığının I. Petro ile
başlayarak büyük yükselişi Kırım’ı oldukça etkiledi. 17681774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Kırım Yarımadası
Ruslar tarafından işgal edildi. Savaşı sona erdiren 21
Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile aha-
lisi Müslüman olan Kırım, Osmanlı himayesinden çıkartılıp, siyasi ve mülki idare bakımından bağımsız hâle getirilecek, dini bakımdan ise yine Osmanlı Devleti’ne bağlı
kalacaktı.
Rusların Kırım’ı tekrar ele geçirmesinin hemen ardından
Kırım’ın asli unsuru olan Müslüman Kırım halkı memleketlerinden önce Sibirya’ya, sonra Orta Asya steplerine sürgün edilmiş, buraya Rus ve Ukraynalı nüfus yerleştirilerek
yarımadanın tarihi ve demografik yapısı, Rusların ezici bir
çoğunlukla yaşadığı bir yer haline getirilmesi suretiyle değiştirilmeye çalışılmıştır. Bu sürgün olayı, Kırım Müslümanlarının hafızasında derin yaralar açmıştır.
Osmanlı ilk kez halkı Müslüman bir toprağını kaybediyor
Kırım’ın kaybı Osmanlı’nın kaybettiği halkı Müslüman
olan ilk bölge olması açısından büyük önem taşımaktaydı. Bu nedenle Osmanlı Devleti daha sonra Kırım`ı kurKırım’da bugünkü Müslüman nüfus
tarmak amacıyla Rus ordusuna karşı yeni bir savaşa giriş1991 yılında Sovyetlerin dağılması sonrasında Ukraytiyse de başarılı olamadı ve 1783’te Rusya Kırım’ı tamana’ya bağlı özerk bir cumhuriyet haline gelen Kırım’a, damen işgal ederken, Osmanlı 1792`de Yaş Antlaşması ile
ha önce memleketlerinden sürülen Müslüman Kırım halKırım’ın Rusya`ya ilhakını kabul etmek zorunda kaldı. Rus
kının bir kısmı geri dönmüş ve halen de dönmeye devam
işgaliyle Kırım Müslümanları için zulüm ve sürgün yıllaetmektedir. Kırımlı Müslüman Türklerin tarihi vatanları
rı başlamış oldu. Rus egemenliğinden kaçmak arzusuyla,
Kırım’a dönme ve milli haklarını yeniden elde etme müKırım’dan ve çevre bölgelerden Osmanlı imparatorluğu
cadeleleri neticesinde, bu yıllarda Kırım’da ikamet eden
ülkesine doğru Tatar göçü, daha henüz 1772’de başlamıştı
Kırım Tatar nüfusu ikiye hatta üçe katlanmıştı. Günümüzde
ve sayıları belki yüz bini buluyordu.
bu nüfusun yaklaşık 300.000 olduAyrıca bölgede Müslüman varlığını
ğu tahmin ediliyor. Ancak yine de Kıistemeyen Rus idaresi Kırımlı Müsrım’ın asli unsuru olan Müslüman Kılümanları göçe zorlamak maksarım halkının bugün kendi öz vatandıyla, psikolojik baskı ve Ruslaştırlarında bir azınlık gibi var olma müma politikaları uygulamasının yanı
cadelesi verdiği görülüyor. Ukrayna’da
sıra, tatar topraklarına yeni vergiler
yapılan 2001 nüfus sayımına göre Kıyüklenmesi, arazilerin sahiplerinin elinrım Tatarları, Kırım nüfusunun yakden alınması gibi somut eylemlerle
laşık sadece yüzde 12 civarında bir
de daha çok Müslüman Tatarı ülkeden
oranına tekabül ediyor.
ayrılmak zorunda bırakmıştı. Rusların
Öte yandan yapılan araştırmalar
Kırım’daki Türkler’e uyguladıkları basbaşta Özbekistan, Tacikistan ve Ukkı ve imha politikaları Kırım Türkrayna olmak üzere Orta Asya cumlerini Osmanlı İmparatorluğu sınırhuriyetlerinde 500 binin üzerinde Kıları içerisindeki başka bölgelere görım kökenli Müslüman Türkün yaçe zorlamıştır. Göçlerin büyük çoşadığını gösteriyor. Ancak bunların
ğunluğu dalgalar halinde 1792,
birçoğu istemelerine rağmen başta
Akmescid’deki (Simferopol) Kebir Camii
1860-63, 1874-75, 1891-1902 seneleri
Ukrayna Hükümeti’nin bürokratik
arasında bugünkü Türkiye, Romanya ve Bulgaristan topengelleri ve Kırım topraklarındaki ekonomik yetersizlikraklarına yapılmıştır. Yaşanan bu göçler sırasında yollarler gibi nedenlerle Kırım’a geri dönemiyor. Bunun yanında
da kötü şartlardan ve salgın hastalıklardan dolayı çok büRus işgalinden itibaren Osmanlı topraklarına yönelik yoyük kayıplar verilmiştir. 1783’te Kırım’daki Kırımlı Müsğun göç nedeniyle bugün Türkiye’de çok sayıda Kırım Talüman nüfus yüzde 98 iken 1897’e gelindiğinde yapılan bir
tarı kökenli vatandaşın yaşadığı bilinmekle birlikte, nüfus
nüfus sayımına göre bu oran yüzde 35’lere düşmüştür.
sayımlarında köken sorulması gibi bir uygulama olmadığından bunların kesin sayısının tespit edilebilmesi mümKırımdan sürgün
kün olamıyor. I. Dünya Savaşı sürerken yaşanan Rus ihtilalinin ardından
1917’de Kırım Türkleri bağımsızlıklarını ilân edip devlet
KAYNAKLAR:
kurdularsa da, daha sonra Kırım Rusya tarafından tekrar
işgal edilerek 1921 yılında Sovyetler Birliği’nin bir parça• “Kırım”, TDV İslam Ansiklopedisi, 25. Cilt, s.447-465
sı olmuştur. II. Dünya Savaşı’nda 1941 yılındaki Alman• Justin McCharty, Ölüm ve Sürgün, Çev. Bilge UMAR, İsya’nın işgali sırasında bazı Kırımlıların Alman kuvvetleritanbul: İnkılap, 1998, s.14-20
ne katıldığı ve onlara destek oldukları ileri sürülmüştü. Sa• Hakan Kırımlı, Kırım Tatarları Kimdir, kirimderneği.org
vaşta Almanların kayıplar vererek geri çekilmesi neticesinde
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 2 7
kültür
Coğrafya ve Haritacılık
Müslümanların Günlük Yaşamımıza Katkıları
dukça önemli idi, zira Bağdat kanalları hakkında verdiği
bilgiler esas alınarak Orta Çağ Bağdat’ının planı yeniden
yapılmıştır.
10.yy Müslüman coğrafyacısı Mukaddesi, tüm İslam
dünyasını gezerek gözlemler yapmış, kanıtları desteklemiş,
tartmış, elemiş, notlar almış, yazılar yazmıştır. Yıllar süren
seyahatlerinin sonunda “Bölgelerin bilgisinin en iyi sınıfMüslümanlar çevrelerinde bulunan herşeyi gözlemlelandırılması” adını verdiği eserini 985 yılında tamamlamıştır.
yerek kaydetmişlerdir. Seyahat, keşif ve ticaret alanlarınOnun bu büyük eseri coğrafî terimleri ilk kez kullanması,
da başarılı olan Müslümanların dünyanın fakında olmadünyanın bölümlere ayrılmasıyla ilgili yöntemler geliştirları, farklı ülkeleri ve farklı halkları incelemeleri için onlamesi ve deneye dayalı gözlem yapmanın önemini ortaya
ra ilham vermiştir.
koymasıyla Müslüman coğrafyasının sistematik temelleOnların coğrafyaya ilgi duymaları kısmen yaşadıkları
rini oluşturmuştur.
çevreden de kaynaklanıyordu. Hayvanları için daha iyi otİlk Türk coğrafyacılardan olan ve sözlükbilimciliğiyle
laklar bulmaları gerektiğinden bitkiler ve yabani hayvantanınan Kaşgarlı Mahmud, dairesel görünümlü bir dünlar da dahil olmak üzere çevreleri hakkındaki bilgi onlar
ya haritası çizdi. 1073 yılında tamamladığı ustalık eseri Diiçin çok önemliydi. Bundan dolayı coğrafya ilmi pratik bir
van-ı Lügati’t Türk’te bu haritaya yer verdi. Sözkonusu hazorunluluk olarak gelişmiştir.
ritada Orta Asya, Çin ve Kuzey Afrika’nın önemli bir kısKutsal yolculuk ya da hac değerli bir kaynaktı. Uzakmı yer alırken batıda Volga Nehri’nin ötesinde az bir kıtan gelen hacı adayları kulaktan duyma tariflerle yolunu
sım yer alır. Bunun sebebi haritanın Türklerin batıya habuluyor, daha sonra bu tariflerin yazıya aktarılmasıyla da
reket etmelerinden önce çizilmiş olması olabilir.
gezi rehberleri oluşturuluyordu.
11. ve 12. yy’da Bekri ve İbn Cubeyr adlı iki Müslüman
Namaz kılarken kıblenin Kabe’ye doğru olması zorunluluğu
yazar kendilerinden önceki kuşakların oluşturdukları bilda coğrafya ile ilgilenmek için başka bir nedendi. Savaşgileri toplayıp biraraya getirerek kolayca anlaşılabilir bir
lar, istilalar ve genişleyen İslam dünyasının politik ve yöformata sokmuşlardır. Sevilla sarayınetimsel isteklerinin karşılanması
nın bakanlarından olan Bekri, tüm yoda coğrafyaya yönelme ihtiyacınğunluğuna rağmen iyi bir alim ve deda bir başka boyutu oluşturdu.
neme yazarıydı. Arap yarımadasındaki
Astronomi ve matematikteki geçeşitli yerlerin adlarını içeren önemlişmelerle coğrafî araştırmalarda dev
li bir coğrafya eseri kaleme aldı. Alfaadımlar atıldı, haritacılık saygı göbetik sıraya göre düzenlenen “Hadis
ren bir dal haline geldi. 9.yy’da yave Tarihler” adlı eserde köy, kasaba, vaşamış İranlı alim Harizmi bilimsel
di ve anıtların isimleri yer alıyordu. Düntanımlamalar yapan ilk coğrafyaya’yı ele alan ansiklopedik çalışması da
cılardandı ve yetenekli bir mateonun bir diğer önemli eseridir.
matikçiydi. “Dünya’nın Şekli” adlı
İbn Cübeyr Mekke’de yaptığı yoleseri Bağdat ve Endülüslü yazarlara
culukları yazmayı alışkanlık haline
coğrafî verileri analiz edip ortaya çıgetirmişti. 700 yaşındaki bu gezi kitapları
karmaları için ilham kaynağı olDoğu Akdeniz dünyası hakkında aymuştur.
rıntılı bilgi veren seyir defterleriydi. O
Bir başka coğrafyacı olan Suhbu seyahat kitaplarında coğrafyanın da
rab, 10.yy başında çeşitli deniz,
Coğrafyacı
Mukaddesînin
gözlemlere
dadışına çıkarak bitkiler, mutfak bilgileri
ada, göl, dağ ve nehirleri anlattığı
yanarak
kaleme
aldığı
coğrafya
kitabının
ve seyahat tavsiyeleri gibi konuları da
bir kitap yazmıştır. O’nun Fırat, Dicİngilizce tercümesi
ele almıştır.
le ve Nil nehri ile ilgili notları olİlknur Melekoğlu • imelekoglu@yahoo.de
sayfa 28 • Perspektif
Müslüman İspanya’da seyahat
Bugün kullandığımız haritalar
günlüğü tutmak tutkuya dönüşmüştü,
Avrupa tarzı olmakla birlikte yalnızca
bundan ilham alan alim İdrîsî dönemin
bir kaç yüzyıldan beri kullanılmaken kapsamlı dünya atlasını hazırlatadır. Önceleri Avrupa haritalarında
mıştır. 1139’da Kurtuba’dan Sicilya’ya
üst kısım doğuyu gösteriyordu. Orgelen ve harita hazırlaması için Norta Çağ Avrupa’sında haritanın üst kısman Kralı II. Roger tarafından gömında ya da tam ortasında kutsal toprevlendirilen İdrîsî, 15 yıl boyunca
raklarolduğu için Kudüs bulunuyordu.
haritalar üzerinde çalışarak binlerMüslümanların çizdiği haritalace yolcuyla görüşmüş daha önce kayrın önemli bir farkı da güneyi yukadedilmemiş bazı bölgeleri de kaydettiği
rıya kuzeyi de aşağıya bakacak şekilde
yetmiş tane doğru harita hazırlamıştır.
çizmeleriydi.
Gazeteci Rageh Omar İdrîsî’nin
1929 yılında Topkapı Sarayı Mü“Ufukları geçmek isteyen için bir eğzesi’nde görevli bilim adamları 16.yy
lence” adlı bu eserinin Orta Çağ’da
başlarına ait bir dünya haritasının bir
yazılmış en iyi coğrafya eseri olarak
kısmını buldular. Piri bin Hacı Mukabul gördüğünü söyler. Roger’in Kihammed Reis adlı Türk kaptanı dertabı olarak bilinen bu eser bir atlasyasına ait bu harita Hicri 919 Mutı ve dünyanın yuvarlak olduğunu gösharrem ayı (Miladi Mart 1513) taPiri Reis’in hazırladığı harita
teriyordu. İdrîsî bu düşüncesini vurrihlidir. Ünlü “Amerika Haritası”
gulamak için gümüşten bir küre biolarak bilinen bu harita Kolomb’un
le yapmıştır. O, Avrupa ve Asya kıtalarının tamamıyla AfYeni Dünya’ya ulaşmasından sadece 20 sene sonra çizilmiştir.
rika’nın ekvatorun kuzeyinde kalan bölümlerini Marco PoBu haritanın bulunması, Kolomb tarafından Yeni
lo’dan iki yüzyıl önce tasvir etmiştir.
Dünya’ya yaptığı 3. yolculuk sırasında çizdiği ve 1498’de
Yakut Hamevi, 13.yy’da Irak Musul’dan yola çıkıp Haİspanya’ya gönderdiği kayıp harita ile olan bağlantısı nelep, Mısır, Filistin ve İran’ı dolaştı. Eserlerinden sadece
deniyle dünya genelinde büyük bir heyecan yaratmıştır.
dört tanesi günümüze ulaşan Hamevi’nin en ünlü eseri
Piri Reis haritasında Brezilya yakınlarında aldığı notlarda
“Ülkeler Sözlüğü”dür. Bir coğrafya ansiklopedisi olan bu
Kolombus’un çizimlerinden bahseder ki, Kolomb’un haeser arkeoloji, etnografya, tarih, antropoloji, doğa bilimleri
ritalarına dair başka hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
ve coğrafyayı da içeren Orta Çağ’da dünya hakkında mevBundan kısa bir süre önce 1418’de Çinli Müslüman amicut olan tüm bilgileri içeriyordu ve her yerin koordinatral Zheng He de bir dünya haritası çizmiştir.
larını veriyordu. Şehirleri ele alırken o şehrin anıtlarının,
Piri Reis 1528 yılında ikinci bir dünya haritası hazırekonomi, tarih, nüfus ve önemli kişiliklerinin de bilgilelamıştır, sadece yaklaşık altıda birinin günümüze ulaştığı
rini veriyordu.
bu harita, Atlantik Okyanusu’nun kuzeybatı bölümü ile Venezüella’dan Newfoundland’a kadar yeni dünyayı ve
Haritacılık
Grönland’ı da kapsıyordu.
3500 yıldır insanların yönünü bulmasına yarayan haOsmanlı’da yapılan haritalar ya dikkatlerden kaçmış ya
ritaların ilkleri kil tabletler üzerine çizilmiştir. Haritalar gezda yanlış bir şekilde İtalyanlara atfedilmiştir. Ancak Türk
ginlerin ve hacıların anlattıklarına göre çiziliyordu. 7.yy’da
denizcilik bilgisinin zamanının çok ötesinde olduğu bir gerMüslümanlar ticari ve dini sebeplerle evlerinden çıkarak
çekti. Piri Reis’in 1517’de Osmanlı sultanına sunduğu hayaşadıkları dünyayı keşfetmeye başladılar. Gittikleri yerrita Türklerin Amerika kıtalarının sınırlarını ve Afrikayı dolerle gördükleri insanları ve olayları anlatan bu Müslümanların
laşan deniz rotasını bir çok Avrupalı’dan çok daha önce bilanlattıkları önceleri kulaktan kulağa yayılırken, 8.yy’da Bağdiklerini ortaya koyar.
dat’ta kağıt kullanılmasıyla birlikte yazıya dökülerek ilk haAli Macar Reis’in 1567’de çizdiği dünya haritası moritalar ve seyahat rehberleri hazırlandı.
dern zamanlardaki haritalar gibi öylesine ayrıntılı çizilmiştir
Abbasi halifeleri postacıların işlerini kolaylaştırmak için,
ki, onun dünyaya aydan baktığını düşünürüz.
imparatorluk içindeki adreslere mesaj iletmesini kolaylaştırmak
İdrîsî’nin, biraraya getirildiğinde dünya haritasını oluşamacıyla raporlar hazırlatıyordu. Bu raporların biraraya geturduğu yetmiş bölge haritası ise üç yüz yıl boyunca bir detirilmesiyle “Güzergah Kitabı” oluşturulmuş, bu eser de inğişiklik yapılmadan kopyalanmıştır. sanları uzak yerler ve yabancı ülkeler hakkında oraların fiziksel arazileri, üretim kapasiteleri ve ticarî aktivitelerini
Kaynak: 1001 Inventions-Muslim Heritage in Our World, Prof.Salim T S
de içeren bilgileri toplamaya teşvik etmiştir.
Al-Hassani, 2006, Foundation for Science, Technology and Civilisation
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 2 9
kültür
Sinema Sanatı Üzerine...
Ömer Gencer • madanli@hotmail.de
Artık bir film hakkında sabit kriterlere dayanan bir eleştiri okumak neredeyse imkânsız. Bu sorun film eleştirmenlerinin
yanısıra genel seyirci kitlesinde de kendini ziyadesiyle göstermekte. Birinin hoşuna giden bir filmden diğeri hiç hoşlanmaya biliyor. Hatta sinemada birini hüngür hüngür ağlatan bir sahnenin, bir başkasında kahkahaya sebebiyet verdiğini müşahede eden dahi az değildir. Bu farklı eğilimlere bir nitelik kazandırabilmek için yapılması gereken, genel bir değerlendirme çerçevesi belirleyip farklı temayülleri doğru veya yanlış tanzimine tabi tutmaktan evvel sinemanın muhtevası hakkında bilgi edinmek, farklı tepkileri anlama noktasında daha faydalı olacaktır.
Öncelikle muhatabına tek taraflı etkin bir telkin gücüyle
sinemanın müthiş bir propaganda aracı ya da ideolojik bir
anlam katmadan ifade edecek olursak, tek yönlü bir iletişim aracı olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir.
Sinemayı dergi veya gazete gibi sırf görsel duyumuza hitab eden ve hatta “hemcinsi” olan televizyondansa mekân
farklılığı sebebiyle ayıran bir diğer özellik ise, seyircinin sinemadaki bilgi aktarımında alıcı olarak görme ve işitme faaliyetlerinin neredeyse pürüzsüz çalıştığı ve bu nedenden
dolayı iletişim bozukluğunun mekânın elverişliliği sebebiyle en asgari düzeyde gerçekleştiğidir. Kendi bünyesinde meydana getirdiği bu algılamayı kolaylaştıran unsurların
bağlamında sinema, çağımızda en geniş kitlelere hitab eden
bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Sinemanın bu kapsamlı çekim gücü ise, neredeyse her bireyde oluşturmayı
en iyi şekilde başardığı etkiden dolayı meydana gelmektedir ki, seyircileri yediden yetmişe sinemaya çeken bu cazib unsur çoğumuzun takdir edeceği üzere pasiflikten başka bir şey değildir. Pasiflikten kastım, bedensel ve zihinsel faaliyetlerin –patlamış mısır yemenin dışında- en asgari
düzeyde işlemesi anlamına gelir.
sayfa 30 • Perspektif
Sinema, bir yandan seyirciyi geniş ve rahat bir kırmızı koltuğa yerleştirip, dört bir yanına ses sistemi kurarak
duyusunu ve dev bir ekranla tüm ufkunu kapsayarak görme yetisini kontrol altına almakta ve diğer yandan seyircinin gözünün önunden saniyede ortalama on beş tane resimi hızla seyrettiren film şeridiyle, bilinç faaliyetini en asgari düzeye indirgemektedir. Sözüyle edebiyatı, sesiyle müziği, görselliğiyle resim ve fotoğrafı ve senaryosuyla da tiyatroyu içinde barındıran ve kitleleri peşinden sürüklemekle
yetinmeyip onlara kısmen de yön tayin eden sinema, bu
şekilde popüler kültürün en önde gelen sanat dalı haline
gelmiştir.Bu nedenden ötürü sinema, etkin gücüyle diğer
sanat dallarına kendi bünyesinde yeni bir muhteva katarak aynı zamanda tebanın sanat anlayışını da değiştirmiş
ve diğer sanat dallarının yeniden yorumlanmalarını zorunlu
kılmıştır. Resim, fotoğraf, müzik, edebiyat ve tiyatro gibi
diğer sanat dallarının amaç olmaktan çıkıp, bir araç olarak
sinemanın bünyesinde bir araya getirilmesiyle sinemanın
sinkretik yapısı oluşmaktadır. Sinemanın tüm alamet-i farikası ise, sinkretik yapısının yani farklı temayülleri birleştirme
eğiliminde meydana getirdiği bir ters etkiye dayanır. Bu
şekilde beyaz perdede oluşan dinamizm karşısındaki seyirciyi pasifize eder. Buna mukabil seyirci, beyaz perdede
oluşturulan kurguyla mekân algısından, sinemanın oluşturduğu ortamlarda zaman algısından soyutlanmış olur. Bu
soyutlanmayı her sinema seyircisi kendisinde müşahede
edebilir. Bir film sonrası sinemanın etkisiyle hasıl olan halet-i ruhiyemizi hatırlamaya çalışalım. Reel dünyada adım
atmaya başladığımızda bir kopukluk hissederiz önce.
Uzun bir araba yolculuğundan sonra attığımız adımları andırır bize yürüyüşümüz. Bu bağlamda arabanın yaptığı hız,
yani oluşturduğu dinamizm, beyaz perdenin fiksyonuyla
oluşturduğu dinamizme tekabül eder ki, mekân algılayışımızı etkiler. Film sonrası seyircilerde adet haline gelen
diğer alışkanlık ise “sinemazedelerin” yerli yersiz saate bakmalarıdır. Filimin ne kadar sürdüğünü bilsek de ve vakitten bihaber olmasak da saate bakma ihtiyacı hissederiz. Bu
refleksif hareketin sebebi sinema ortamında kısmen yitirdiğimiz zaman algısını tekrar yerine getirme çabasıdır aslında. Bu şekilde seyircisini pasifize ederek sinema, muhatabının
bilinç altına hitap etmek için en uygun ortamı oluşturmuştur.
Binaenaleyh diğer sanat dallarına nazaran en çok ağlatan ve en çok güldüren, her türlü duyguyu en yoğun şekilde yaşatan sinemadır. Her ne kadar günümüzde sinemanın bir sanat dalı olarak benimsenmesi tartışma götürmez
bir ön kabul olarak algılansa da, yapısı gereği bir sanat telkininden ziyade aslında siyasi veya ideolojik görüşler empoze eden bir propaganda aracı niteliği taşıdığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, tarihte Hitler örneğinde olduğu
gibi, günümüzde de Hollywood- Pentagon ilişkisinde kendini göstermektedir.
Bu nedenden dolayı bir sinema sefasına hiç birimiz hayır demeyiz.
Genci-yaşlısı, köylüsü veya şehirlisi, okumuşu veya cahili bir
çok farklı zihin yapısına ve
seviyeye sahip insanlar sinemada ister istemez aynı çatı altında toplanır.
Bu durum sanatsal kaliteyi belirlemek için bazı teknik ve estetik
kalıplar üreterek aşılması gerekirken, asıl
problem sanatın iradesi dışında boy
gösterir. Tam olarak
çözümlenemeyecek
sorun ise sinemanın
bu çok renklilikten
meydana gelen bulanıklığı berraklaştıracak
özerkliğe sahip olmayışından kaynaklanır. Sinemanın sanat üreten bir
medyum olarak aynı zamanda –bireyin olmasa bile- seslendiği
kitlenin seviye düzeyini ve hatta etik
kapasitesini dahî göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu şekilde tek yönlü iletişim aracı olarak nitelediğimiz sinemanın,
seyirciyle olan zorunlu alış verişi işte tam bu noktada devreye girer.
Mekâna dair dikkate alınması gereken dış etkenler çerçevesinde aynı hassasiyeti gözeten tiyatronun ve de diğer
sanat dallarının büyük oranda sinemadan ayrıldığı nokta
ise bu özerklik meselesidir. Ya da daha yerinde bir ifadeyle
sanatın ticari anlamda kaybettiği noktada sinema hayat kazanır.
Sinemanın bu muallak yapısı, sanatsal kaliteyi belirleyici sabit kriterler tesbit etme aşamasında bir kararsızlık
meydana getirir. Dolayısıyla bir insan bir filmden çok etkilenmiş olabilir. Bu film, üzerinde etkisini belli ettiği ki-
şi için iyi bir filimdir demekte yalnış olmaz. Fakat bu aynı zamanda söz konusu filmin oskar adaylığına layık olması
gerektiği anlamına da gelmez. Yani insanı duygusal boyutuyla
ağlatan her film direkmen iyi ve de sanatsal değeri yüksek
bir filim degildir. Lakin sinemanın seyirci kitlesine kısmende
bağımlı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bir
filmin sırf içeriğiyle sanatsal bir kaliteye sahip olup seyirciyi etkileyecek bir kurgu veya teknik oluşturmamasının
yeterli olmadığını da müşahede etmekteyiz.
Bir yandan sinema beyaz perdeden aktardığı kurguyla kitlelerin gönlünde taht
kurarak ticari çıkar sağlamışsa da,
diğer yandan genel seyirci kitlesini velinimeti konumuna getirmek zorunda kalmıştır.
Bu durumda sinemanın
götürüsü ise izleyiciyle
yaptığı alışverişte kitlelerin
gözetilmediği özerk bir
sanat telkininde bulunamamasıdır. Yani
beyaz perdede gösterilmesi düşünülen bir
film sırf sanatsal bir
muhteva içermesinden önce velinimeti
olan izleyiciyi hoşnut
etmeyi öncelemek zorundadır. Bu şekilde
sinemanın kaydettiği ticari zafere karşılık sanatın baltalanması ise 18.
yüzyılda yükselen burjuva
sınıfının, mesela sonradan
görmeciliklerini tasvir ettirmek için ressamları satın alarak
sanata müdahil olmaları, hatta sanat
tarihinde ciddi anlamda bir eksen kaymasına yol açmaları gibi örnekler ezelden beri süre gelen bir doğa kanunu olsa gerek. İşin içine para girdiği zaman tabii olarak sanatın otoritesi yerini değişmez bir ticari kaideye birakıyor; Parayı veren düdüğü çalar. Söz konusu alış verişte ise parayı verenin izleyici olduğunu hesaba katacak olursak, teferruatlı bir eleştiri kapasitesine sahip olmasa bile cebindeki paraya dayanarak efelik
taslaması mübahtır desek mübalağa etmiş olmayız.
Sonuç itibariyle kişinin sinemada izlediği bir filmi kabaca değerlendirebilmesi, yani başta ifade ettigimiz üzere iyi veya kötü tanzimine tabi tutabilmesi için beyaz perdeden aktarılan kurgunun halet-i ruhiyesindeki yansımasını müşahede etmesi, bir başka deyimle kendine yani kendisinde oluşturduğu etkiye bakması yeterli olacaktır. M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 3 1
islam und leben
Die „Kutub as-Sitta“
1. und 2. Buch: „al-Dschâmi as-Sahîh“, jeweils von Buchârî (gest. 870) und Muslim (gest. 875)
3. Buch: „al-Dschâmi as-Sahîh fis-sunan“ von Tirmizî (gest. 892)
4., 5. und 6. Buch: „Kitâb as-Sunan“, jeweils von Abû
Die Lebensweise des Propheten (Sunna), die sich in
Dâwûd (gest. 889), Nasâî (gest. 915)und Ibni Mâdscha
der Gesamtheit der überlieferten Hadithe widerspiegelt,
(gest. 887)
ist die zweite Quelle der islamischen Religion. Aus ihr
Als sechstes Buch werden verschiedene Hadîthschöpft sie ihr Selbstverständnis. Im Unterschied zum
sammlungen genannt. Manche nehmen die „Muwatta“
Koran, dessen Authentizität gesichert ist, führte die Fravon Imâm Mâlik (gest. 795) und andere die „Sunan“ von
ge der Authentizität einzelner Hadithe im Laufe der folDârimî (gest. 869) als das sechste Buch. Manche Gelehrte
genden Jahrhunderte dazu, dass sich eine eigene Wisbenutzen auch den Bezeichnung „Sieben Bücher“, da sie
senschaft diesbezüglich entwickelte. Die Hadithwissensowohl das Werk von Ibni Mâdscha als auch von Imâm Mâschaft hat sich zum Ziel erklärt, die einzelnen Hadithe
lik in die Sammlung mit einschließen.
nach ihrer Authentizität hin zu überprüfen und diese demAlle Kompilatoren haben andere Kriterien festgelegt,
entsprechend zu klassifizieren.
an denen sie sich bei ihrer Zusammenstellung orientierDie Bedeutung der Sunna für das Leben und Denken der
ten. Jeder Gelehrte kannte eine unterschiedlich große
Muslime veranlasste verschiedene Gelehrte der ersten JahrMenge an Hadithen und hatte unterschiedliche Bedinhunderte, sich der Sammlung, Klassifizierung und der Zugungen für den einzelnen Überlieferer der jeweiligen Übersammenstellung der relativ unübersichtlichen Menge an Halieferung. So kommt es, dass z. B. ein Hadith, der bei Musdithen zu widmen. Die Frucht dieser aufwendigen Arbeiten
lim als authentisch (sahîh) eingestuft ist, bei Buchârî
sollte etwa die „Kutub as-sitta“ („Sechs Bücher“) werden.
durchaus als nicht authentisch gilt. Die Werke von BuDie sogenannten „Sechs Bücher“ bezeichnen sechs
chârî und Muslim gelten als die zuverlässigsten SammSammlungen, von denen jede Tausende Überlieferungen
lungen, da sich die Kompilatoren zur Aufgabe gemacht
umfasst, welche wiederum aus Hunderttausenden heraushaben, nur solche Hadithe aufzunehmen, die nach ihrer
sortiert und anhand verschiedener Kriterien klassifiziert
Ansicht „sahîh“ sind. Deshalb werden sie auch „as-Sahiwurden. Die „Kutub as-sitta“ ist die Weiterentwicklung der
hayn“, d. h. „Die zwei authentischen Hadithsammlungen“
bereits vorhandenen kleineren Sammlungen. In der sungenannt. Im Laufe der Zeit hat sich die Sammlung von
nitischen Tradition des Islams gelten die Hadithe dieser
Buchârî als das zuverlässigste Buch unter den verschiesechs Bücher im Allgemeinen als zuden Sammlungen durchgesetzt.
verlässig. Deswegen werden sie auch
Die Kriterien, die von den je„as-sihah as-sitta“ („Die zuverlässigen
weiligen Kompilatoren bei der BeAlle Kompilatoren haben anSechs“) genannt. Diese Bezeicharbeitung beachtet wurden, sind uns
dere Kriterien festgelegt, an
nung wurde wahrscheinlich Mitte
heute nicht unmittelbar bekannt.
denen sie sich bei ihrer Zudes 10. Jahrhunderts zum ersten Mal
Später gab es eine Reihe von Gesammenstellung
orientierten.
verwendet, um Laien authentische
lehrten, die sich intensiv mit den
Jeder Gelehrte kannte eine unQuellen empfehlen zu können. SoWerken auseinandergesetzt haben
terschiedlich große Menge an
mit wurde diese Bezeichnung zu eiund somit auf gewisse Kriterien zuHadithen und hatte unternem Synonym für authentische
rückschließen konnten. So hatte z.
schiedliche Bedingungen für
Überlieferungen.
B. Buchârî die Bedingung, dass die
Diese sechs HadithsammlunÜberlieferer (innerhalb einer Überden einzelnen Überlieferer der
gen und ihre Kompilatoren heißen
liefererkette, Isnâd) eines Hadithes
jeweiligen Überlieferung.
im Einzelnen wie folgt:
sich mindestens einmal getroffen haMehmet Genç • mehmet-genc@gmx.de
sayfa 32 • Perspektif
ben müssen. Dagegen hat es für
in seine Sammlung aufnahm, von
Die vier „Sunan“ unterscheiMuslim ausgereicht, wenn die
einem Rechtsgelehrten (Fâkih) als
den sich insofern von den ersÜberlieferer im gleichen Jahrhun„Beweis“ (Dalîl) verwendet wurde.
ten zwei Werken, als dass dedert gelebt haben und die MögWeiterhin beschreibt Tirmizî das
ren
Schwerpunkt
im
Bereich
lichkeit bestand, dass sie sich gebis auf zwei Überlieferungen, alle
troffen haben könnten. Das Werk
tradierten Hadithe in der Praxis der
der „Ahkâm“, also den Bestimvon Nasâî kommt – nach einigen
Muslime präsent sind. Aus diesen
mungen, liegt. Hier ist vor alGelehrten – aufgrund seiner hohen
Gründen bezeichnen einige Gelem Abû Dâwûd zu nennen,
Anforderungen an die Überlieferer
lehrte das Werk von Tirmizî als das
bei dem diese Eigenschaft bedirekt nach den „as-Sahihayn“.
authentischste nach Buchârî und
sonders ausgeprägt ist.
Die vier „Sunan“ unterscheiMuslim.
den sich insofern von den ersten
Einige Gelehrte hatten Zweifel,
zwei Werken, als dass deren
was die Zugehörigkeit von Ibni
Schwerpunkt im Bereich der „AhMâdschas Werk zur „Kutub as-sitta“
kâm“, also den Bestimmungen,
angeht, da er Überlieferungen mitliegt. Hier ist vor allem Abû Dâaufnahm, dessen einzelne Überliewûd zu nennen, bei dem diese Eiferer der Lüge beschuldigt wurden.
genschaft besonders ausgeprägt
Naturgemäß gibt es auch viele
ist. Er gibt verschiedene VersioÜberlieferungen, die nicht in der „Kunen einer Überlieferung oder aber
tub as-sitta“, sondern in weiteren Werverschiedene Überlieferungen zu
ken tradiert werden. Hierzu zählen
dem gleichen Thema wieder. Weietwa das Werk „Madschma’u zawâ’id“
terhin zeigt er auch die Widervon Nûraddîn al-Haythamî (gest.
sprüche unter den verschiedenen Überlieferungen auf.
1405) oder das Hadithwerk von dem bekannten HadithgeAbû Dâwûd zog es auch vor, zu den Themen, zu denen
lehrten Ibni Hadschar al-Askalâni (gest. 1449).
er keine „sahîh“ Hadithe finden konnte „schwache“
Eine ähnliche Entwicklung fand auch in der schiitiÜberlieferungen mit aufzunehmen. Denn schließlich
schen Hadithtradition statt, allerdings ist dort meist die Rebestand immerhin noch eine Wahrscheinlichkeit, dass
de von den „Vier Büchern“. Diese beinhalten aber nicht
diese Überlieferungen tatsächlich auf den Prophet Munur Überlieferungen des Propheten Muhammad (saw),
hammad (saw) zurückgehen. Somit zog er solche Übersondern auch von den Imamen der Schia.
lieferungen der „Meinungsfindung“ (Idschtihâd) der
Diese Sammlungen ermöglichen den Muslimen einen
Rechtsgelehrten vor.
Einblick in das Zeitalter, aber auch in das Leben des ProÄhnlich ging auch Tirmizî vor, da er ebenfalls „schwapheten sowie sein Verständnis der Offenbarung (Wache“ Überlieferungen in seine Sammlung mit aufnahm.
hy) Gottes. Die Tatsache, das unter den vielen ÜberlieIm Gegensatz zu Abû Dâwûd war es ihm wichtig, den „Isferungen auch erfundene oder manipulierte Hadithe
nâd“, also die Überliefererkette des einzelnen Hadith, eiexistieren bzw. in einem bestimmten Kontext stehen,
ner genauen Überprüfung zu unterziehen und die Verbeeinflusste die Entwicklung von Rechtsschulen (Matrauenswürdigkeit der einzelnen Überlieferer wiederzugeben.
zâhib) und deren Methodik mit dem Umgang der HaTirmizî achtete besonders darauf, dass ein Hadith, den er
dithliteratur. M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 3 3
islam und leben
Die Hadsch ist eine der wichtigsten Gottesdienste des Islams
Umra als Erneuerung
Ali Mete • amete@igmg.de
Die Hadsch ist eine der wichtigsten Gottesdienste
(Ibâdât) des Islams und soll von jedem religiös mündigen Muslim mindestens einmal im Leben durchgeführt
werden. Für die meisten Muslime ist diese Reise ein
Wende- und Höhepunkt. Neben dieser sogenannten
„großen Pilgerfahrt“ gibt es noch die „kleine Pilgerfahrt“,
Umra genannt. Im Koran heißt es „Und vollzieht die Pilgerfahrt und die Umra um Allahs willen.“ (Sure Bakara,
[2:196])
Die Umra ähnelt der Hadsch und kann auch außerhalb der Hadschsaison angetreten werden. Genauso
wie bei der Hadsch wird während der Umra das IhrâmGewand getragen, die Kaaba umrundet (Tawâf), der
Lauf zwischen den Hügeln Safâ und Marwa vollzogen
und die Kopfhaare gekürzt. Während der Hadsch und
Umra stehen die Pilger unabhängig ihres Ansehens, ihres Reichtums oder ihrer sozialen Stellung auf derselben
Stufe. Das Ihrâm-Gewand der Pilger lässt ihre Unvollkommenheit und zugleich Allahs Allmacht spüren und
sayfa 34 • Perspektif
versinnbildlicht das Leichentuch, in das der Tote am
Ende seines Lebens eingewickelt wird.
Die Erfahrung der Hadsch soll jeder Muslim mindestens einmal in seinem Leben gemacht haben. In den letzten Jahren nehmen aber auch immer mehr junge Männer und Frauen an der Umra teil. So auch an der UmraReise der IGMG Hadsch & Reisen GmbH, zu der sich in
den letzten Osterferien Tausende Pilger auf den Weg
machten. Einen Großteil machen hierbei junge bis jugendliche Umra-Pilger aus. Aber warum? Was ist der
Grund für ein solches Interesse?
Zuerst einmal hat ein Wandel des Verständnisses der
Religionspraxis stattgefunden. So herrschte früher noch stärker die Vorstellung, die Religionspraxis sei eine Sache für
alte Menschen. Die Pilgerfahrt war noch vor 20 Jahren
ein Gottesdienst, der im Alter verrichtet wurde. Doch dies
lässt sich nur schwer mit einem umfassenden Religionsverständnis vereinbaren. Der Islam ist eine Religion für
jeden, egal in welchem Alter. Sie formt und leitet Menschen in jedem Alter und an jedem Ort entsprechend der
menschlichen Natur. Der Islam verleiht den Menschen
ein tiefes Verantwortungsbewusstsein, dem der Einzelne
im Privaten sowie im Öffentlichen zu folgen hat.
Dies hat die IGMG-Jugend, die bei der Umra 2011 in
den Osterferien die Federführung hatte, immer wieder deutlich gemacht.
Zum täglichen Veranstaltungsangebot
der IGMG-Jugend gehörten etwa die
kurzen Gesprächszirkel vor dem Geburtshaus Muhammads (saw) nach
dem Morgengebet. Nach dem Nachtgebet trafen sich die jungen Pilger wieder am selben Platz, um gemeinsam die
Kaaba zu umkreisen (Tawâf).
Besonderes Interesse galt aber den
Darul-Erkam-Gesprächskreisen. Darul Erkam bedeutet „Haus des Erkam“
und meint das Haus des Erkam bin ebil
Erkam. In seinem Haus trafen sich die
allerersten Muslime insgeheim mit
Der Gesprächszirkel der IGMG-Jugend vor dem Geburtshaus Muhammads (saw)
dem Gesandten Allahs, um den Islam
zu erlernen. Dies war die erste „Schule“ des Islams. Muslime wie Abu Bakr
enthalt in der Moschee um die Kaaba (Masdschid al-Ha(ra), Umar (ra), Uthmân (ra), Ali (ra), Hamza (ra) und
râm) oder in der Prophetenmoschee gibt dem Pilger inMus’ab bin Umayr (ra) waren die ersten „Schüler“ der
neren Frieden.
„Darul Erkam-Schule“. In diesem Sinne dienen die DaDiesen Zustand gilt es nach der Umra beizubehalten.
rul-Erkam-Gesprächskreise der Erneuerung und WieDie historischen Kenntnisse und spirituelle Erfahrung
derbelebung.
während der Umra sollen zu einem Wendepunkt im LeBei diesen Veranstaltungen wurden die Jugendliben des Muslims werden. Im Bewusstsein seiner Verantchen daran erinnert, dass sie Gäste im „Haus Allahs“
wortung vor Allah und den Menschen kehrt er in seine
(Baytullâh) sind. Ein muslimischer Pilger ist nicht jemand,
Heimat zurück.. Mit diesem aufgefrischten Bewusstsein gilt
der sich auf die Reise an einen beliebigen Ort macht.
es nun, seinen Pflichten als Muslim, seiner VerantworVielmehr folgt er dem Ruf Allahs und begibt sich an
tung in bester Weise nachzukommen und sich, etwa in
den Ort, an dem der Islam begann. Er besucht das Haus
der IGMG-Jugend, für die Gemeinschaft und die GesellAllahs, die Prophetenmosche (Masdschid an-Nabawî)
schaft zu engagieren. und andere bedeutende Orte der Geschichte des Islams.
Wichtiger aber ist, dass er sich zu einer spirituellen Reise aufmacht. Während der Umra trägt der Pilger nichts
anderes als das Ihrâm-Gewand. Er ist
unbekleidet, so wie bei seiner Geburt
und nur mit zwei Tüchern bedeckt, wie
bei seiner Beerdigung. Es ist ihm streng
verboten, seine Mitmenschen zu kränken und alle anderen Geschöpfe Schaden zuzufügen. In diesem Zustand erneuert er sein Versprechen, dass seine
Seele (Rûh) vor dem Beginn der Zeit
Allah gegeben hat. Während des Tawâf
erlebt er die Einheit Allahs (Tawhîd)
und die Vielfalt innerhalb Gemeinschaft
(Umma). Der Lauf zwischen den Hügeln
Safâ und Marwa erinnert ihn an die
Hingabe und Qualen Hadschars und
die Ursprünge Mekkas. Die gemeinDie jungen Pilger umkreisen gemeinsam die Kaaba (Tawâf).
schaftlichen Gebete oder der bloße AufM A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 3 5
verband
Gewinner des diesjährigen
IGMG-Koranrezitationswettbewerbs stehen fest
Beim 23. IGMG-Koranrezitationswettbewerb, der in
diesem Jahr in Castrop-Rauxel stattfand, entschied in der
Altersgruppe der 10- bis 13-Jährigen Ali Mahmood aus
der Region Schwaben den ersten Platz für sich, während
bei den 14- bis 18-Jährigen Enes Çiçek aus der Region
Ruhr-A den ersten Platz belegte. An der Veranstaltung
nahmen auch der Islamratsvorsitzende Ali Kızılkaya und
der DITIB-Bildungsvorsitzende Nuri Bilici teil.
Der jährlich von der IGMG ausgerichtete
Koranrezitationswettbewerb fand in diesem Jahr am 3.
April in Castrop-Rauxel statt. Zu Beginn der Veranstaltung
begrüßte der IGMG-Vorsitzende Yavuz Çelik Karahan
die Anwesenden. “Der Prophet (saw) sagte: „Wer sich
von den zwei euch Anvertrauten, die ich euch hinterlassen
haben, entfernt, wird die Ungnade Allahs erfahren. Das Erste
ist der Koran, das Zweite meine Sunna.“ Aus diesem Grund
müssen wir am Koran und der Sunna festhalten. Wir
glauben an den Islam, den der Prophet praktizierte, und
gestalten unser Leben danach. Das ist unser Verständnis
vom Islam und von der Religion“, sagte Karahan.
Er griff weitere Hadithe des Propheten auf und sagte:
„Unsere Pflicht ist es, gemäß seines Ausspruches „Ein
Muslim ist derjenige, vor dessen Hand und Zunge Andere
sicher sind“ zu handeln. Wir müssen bei unseren
Handlungen darauf achten, dass sich die Gesellschaft, in
der wir leben, sich vor uns in Sicherheit fühlt. Unser
Prinzip ist: „Ein Muslime ist Jener, der weder täuscht, noch
sich täuschen lässt.“ Außerdem möchte ich an den Hadith
erinnern, von dem der Prophet sagte, dass er ihn habe
altern lassen: „Seid ehrlich, so wie es euch geboten
wurde!“ und betonen, dass wir Muslime uns jederzeit und
überall an die Wahrheit halten müssen. Sein
Ausspruch „Ich wurde gesandt, um den besten „Ahlaq“ zu
vervollkommnen“, und die Aussage Aischas (ra) „Seine
Ali Mahmood (Schwaben) und Enes Çiçek (Ruhr A) sind die Gewinner des diesjährigen Koranrezitationswettbewerbs
sayfa 36 • Perspektif
Ethik war der Koran“ weisen auf die richtige Quelle hin. Wir
als Adressaten und Gläubige des Korans, müssen die
Gebote des Korans umsetzen.
Im siebten Vers der Sure Muhammad heißt es: „O ihr,
die ihr glaubt! Wenn ihr Allah helft, wird Er euch helfen
und euere Schritte festigen.“ Diese Zusammenkunft ist
mit Allahs Hilfe infolge einer reinen Absicht und
Bestrebung zustande gekommen. Ich bete für die
Fortsetzung dieser aufrichtigen Bemühungen und
wünsche den jungen Teilnehmern viel Erfolg“, sagte
Karahan.
Der IGMG-Irschadvorsitzende Ahmed Özden wies in
seiner Rede auf die Besonderheit des Korans hin. „Den
Koran zu lehren bedeutet ihn zu lernen, ihn zu hören
bedeutet ihn zu verstehen und ihn zu verstehen bedeutet ihn
zu praktizieren“, sagte Özden. „Wenn wir den Koran
praktizieren, können wir das Leben begreifen und das
Wohlgefallen Allahs erlangen. Nur dann wird unser Leben
erhellt und nur so werden wir wahren Frieden finden. Eine
Generation aufzuziehen, dessen Geist vom Koran erleuchtet
ist, dessen Herz von Licht des Korans erhellt wird und
dessen Wertvorstellung auf der Ethik des Korans basiert,
ist unser größtes Ziel und Ideal“, sagte Özden weiter.
Der Islamratsvorsitzende Ali Kizilkaya und der DITIBBildungsvorsitzende Nuri Bilici gratulierten den
Samet Bozkurt
Abdulkerim İleri
Muhammed Aydın
Gewinnern und sagten, dass es bei diesem besonderen
Wettbewerb keine Verlierer gebe.
Der Rezitationswettbewerb, der von dem IGMGBildungsvorsitzenden der Jugendabteilung Ünal Ünalan
moderiert wurde, wurde in den Altersgruppen 10-13 und
18-18 ausgetragen. In jeder Gruppe traten vier Teilnehmer
gegeneinander an. Die zu rezitierenden Koranstellen
wurden per Los bestimmt.
In der Gruppe 10-13 wurde Ali Mahmood aus der
Region Schwaben mit 426 Punkten Erster, während Samet
Bozkurt aus der Region Nordholland mit 424 den zweiten
Platz belegte. Abdulkerim Ileri aus der Region Nord-Ruhr
und Muhammed Aydin aus Freiburg belegten mit 415
und 405 Punkten den dritten und vierten Platz.
Bei den 14- bis 18- Jährigen konnte Enes Çiçek aus
Ruhr-A mit 460 Punkten den ersten Platz für sich
entscheiden, İsmail Melih Tuzlacı aus Rhein-Neckar-Saar
den zweiten Platz, während Mehmet Papak aus Wien und
Muhammed Fahim Akbar aus Berlin den dritten und
vierten Platz belegten.
Die Jury bestand aus dem Lehrbeauftragten der
Theologischen Fakultät in Çanakkale Adem Kemaneci,
aus Dr. Mustafa Öztürk, dem IGMG-Irschadvorsitzenden
Hulusi Ünye, dem Korangelehrten Ishak Danış und dem
Iraner Hasan Sadegi.
İsmail Melih Tuzlacı
Mehmet Papak
Muhammed F. Akbar
M A I • M AY I S 2 0 1 1 • s ay f a 3 7
aktuell
Die Libyen-Probe der UN
İlhan Bilgü • ibilgu@igmg.de
Der „Revolutionsführer“ Muammar Gaddafi sah sich
im Recht, als er am 23. September 2010 in der UNOVollversammlung die UN-Charta für ungültig erklärte
und darauf hinwies, dass es seit Bestehen der Weltorganisation 65 Kriege weltweit gegeben habe und keins davon von der UNO, in der nur fünf Länder stimmberechtigt seien, unterbunden werden konnte. Doch Gaddafi dachte nicht daran, die Rechtmäßigkeit seines eigenen Regimes infrage zu stellen. Nun ist die UNO Entscheidungsträger und Verantwortlicher der Resolution
über die Luftangriffe, die auf die von Gaddafi für „ungültig erklärte“ Charta zurückgeht.
Vor diesem Hintergrund gibt es zwar bezüglich der
1973 Resolution des UN-Weltsicherheitsrats an sich keine Bedenken, doch mit der Form der Einsätze und Intervention um so mehr. Die auferlegte Sperrung des libyschen Luftraumes gilt nur für unerlaubte Flüge. Die Resolution weist alle Mitgliedsstaaten an, diese Flüge im
lybischen Luftraum zu unterbinden. Kurzum ermöglichte die UNO die Überwachung des Luftraumes und
damit eine ausländische militärische Einmischung in
den gewaltsamen Konflikt im Land. So starteten auch
einige Länder- Frankreich, Großbritannien und USA
voran- prompt eine militärische Operation.
Ursprünglich war das Flugverbot als Maßnahme zum
Schutz von Zivilpersonen gedacht. Doch bei den NatoLuftangriffen stehen auch Zivilisten unter Beschuss. Unter den bisherigen Opfern gibt es zahlreiche Zivilisten
und Rebellen. Die UN konnte bisher keine Konzepte
zum besseren Schutz der Zivilisten vorweisen.
Die UN-Resolution wurde zunächst von der Weltöffentlichkeit als gerecht empfunden. Doch nehmen die
Bedenken über die militärische Intervention angesichts
der Passivität der UN bezüglich der Geschehnisse in Syrien, Jemen und Bahrain, wo oppositionelle Regimegegner getötet werden, zu.
Bei der letzten NATO-Versammlung, bei der in einer
gemeinsamen Erklärung, Gaddafis Rücktritt und somit
ein Regimewechsel gefordert wurde, wurde deutlich,
dass die UN für einige Länder (3 NATO-Mitglieds-
sayfa 38 • Perspektif
staaten haben ein Vetorecht) als Instrument/Mittel zum
Zweck verwendet wird. Im Grunde hat die UN nicht die
Bevollmächtigung, einen Regimewechsel in einem Land
zu forcieren. Die Frage nach der Rechtmäßigkeit des
Gaddafi-Regimes, ist unabhängig hiervon zu betrachten. Hier ist ferner darauf hinzuweisen, dass die Sicherheitskräfte des Gaddafi-Regimes bis vor einer Woche
vor Beginn der Militäroperationen von britischen Sonderkräften ausgebildet wurden.
Heute ist Libyen faktisch in zwei Teile geteilt: Die
Libysche Republik mit der Hauptstadt Bengasi und die
„Libysche Dschamahirija“ um Tripolis. Der provisorische Übergangsrat der libyschen Republik ist kurz davor, von einigen Ländern anerkannt zu werden. Die wichtigsten Mitglieder dieses Parlaments waren noch im Februar Minister des Gaddafi-Regimes. Gaddafis Innenminister, Justizminister, Wirtschaftsminister gehören nun
dem neuen Parlament an. Zu Beginn der Proteste im
Land waren sie mit Gaddafi über die Gewaltanwendung
gegenüber Oppositionellen in Unstimmigkeit geraten
und dazu bewegt worden, zurückzutreten. Dennoch tragen sie eine Mitverantwortung an den früheren Entscheidungen des Regimes.
Auch wenn die Militärintervention in Libyen nach
der UN-Resolution nicht als Krieg bezeichnet wird, befindet sich das Land im Krieg. Die Türkei, die mit ihrer
Libyen-Politik für Kritik sorgte, konnte innerhalb der
NATO mit Argumenten nicht überzeugen. Zudem sorgte die Türkei auch bei den Regimegegnern für Unmut und
gefährdete damit ihre Stellung in der Außenpolitik.
Die Vermittlungsversuche der Türkei mit Gaddafi, die
Gaddafi zufolge nicht ausreichenden Bemühungen für ein
Ende der Luftangriffe, stellten die erfolgreiche Evakuierung der Verletzten aus Libyen in den Schatten. Die
Zurückweisung der Hilfsschiffe in Bengasi von Seiten
der Oppositionellen ist der beste Beweis hierfür. Die
Ablehnung der NATO-Angriffe, die anschließende Unterstützung dieser, könnte den Anschein erwecken, dass
die Türkei sich nicht besonders für die Lösung des Libyen
Konflikt einsetze/bemühe. Doch der wichtigste Punkt in
Bezug auf Libyen ist die Tatsache, dass die UNO den
Mächtigen Sonderregelungen erlaubt, die Lösungsvorschläge anderer Staaten jedoch ignoriert. Dieser Missstand
stellt die Libyen-Probe der UNO dar. Übersetzung: Fatma Yılmazer
IGMG EĞİTİM MÜFREDATI
Avrupa’da yaşayan okul öncesi
çocuklarımızın, dinini, dilini ve
kültürünü tanımaları ve
kimliklerinin oluşması için
hazırlanan kitabın içeriğini Ayetler,
Hadisler, Dualar, Öğretici Oyunlar,
Boyamalar, Türk Dili Etkinlikleri,
Deneyli Etkinikler ve El Becerileri
oluşturmaktadır.
IGMG EĞİTİM MÜFREDATI
Ana Sınıfı: 03-06 Yaş Grubu
Hazırlık Sınıfı: 07-08 Yaş Grubu
Temel Eğitim İlk Seviye: 09-12 Yaş Grubu
Temel Eğitım Orta Seviye: 13-15 Yaş Grubu
İhtisas Sınıfı: 16-18 Yaş Grubu ders konularını
içermektedir. Cami ve Eğitim merkezlerimizde
sınıf sisteminde uygulmaya konualcaktır
Kitap Kulübü
Merheimer Str. 229, D- 50733 Köln
Telefon: + 49 (0) 221 / 73 90 441
Fax: + 49 (0) 221 / 72 30 61
Email: info@kitap-kulubu.de
IGMG TEMEL EĞİTİM MÜFREDATI
Download