Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri 241 BELİRSİZİN BİLİMLERİ: İNSAN BİLİMLERİ İÇİN YENİ BİR EPİSTEMOLOJİ Abraham Moles, çev. Nuri Bilgin Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, 283 s. (ISBN 975-363-087-5) İnsan bilimleri, Aydınlanma’dan itibaren hızla gelişen tabiat bilimlerinin hegemonyası karşısında tutunabilmek amacıyla kendi yöntemlerini oluşturmaya çalışmışlardır. Bu bağlamda, insan bilimleri gerek tabiat bilimlerinin indirgemeci olarak niteleyebileceğimiz hegemonyasından kurtulmak, gerekse tabiat bilimlerinin yaptığı gibi kendi konularının niteliğine uygun yöntemlerin neler olabileceğini belirlemek amacıyla yöntem sorunu üzerinde durarak belli bir mesafe katetmiştir. Tanıtmaya çalıştığımız eserin yazarı Abraham Moles, fizik alanında iki, felsefe ve psikolojiiletişim alanında birer tez olmak üzere toplam dört teze sahip bir bilim adamıdır. Yazar, bu yönüyle hem tabiat bilimleri hem de sosyal bilimler nosyonuna sahip bir bilim adamı olması bakımından, yöntembilim sorununa hem tabiat bilimleri hem de sosyal bilimler açısından bakabilme özelliğine sahip biri olarak nitelendirilebilir. Onun bu özelliği eserinde yapmış olduğu değerlendirmelerde sık sık görülmektedir. Moles, toplam sekiz bölümden oluşan bu eserinde “belirsizin bilimleri” olarak nitelediği insan bilimleriyle ilgili özel yöntemlerin olabileceği iddiasıyla yola çıkmıştır. Bununla birlikte, konularının belirsiz olgular olması nedeniyle bu bilimlerin yönteminin doğal olarak tabiat bilimlerinden farklı olacağına dikkat çekmiştir. Yazar, birinci bölümde kesin bilimler ile belirsiz bilimler ayrımı ve bu iki türün farklılıkları üzerinde durur. Bilimin, tecrübe bütünlüğümüzün sadece küçük bir bölümüne hitap ettiğini savunan yazar, belirsiz olgular realitesine ve bu olguların farkında olunması gerektiğine dikkat çeker. Bu bağlamda nasıl ki fizik gibi kesinlik iddiası içeren bilimlerle ilgili belli epistemoloji (hakikate ulaşmak için kurallar), metroloji (ölçme teknik ve bilimleri) ve metodolojiler (yöntem bilgisi) varsa, bu tür olguların da kendilerine özel epistemoloji, metroloji ve metodolojileri olmalıdır. Yazar bu iddiasıyla, kesin olmayan, yani belirsiz olan olguların da bilimi olduğunu kabul etmekte ve bunların yöntemlerinin doğa bilimlerinin yöntemlerinden farklı olduğunu söylemektedir. Eser, doğa bilimlerindeki katı kesinlik anlayışını insan bilimleri için de geçerli kılmaya çalışan Pozitivist anlayışa bir tür eleştiri olarak kabul edilebilir. Bu açıdan bakıldığında eserde bilimsel tekelciliğe karşı çıkılmaktadır: Kesinlik, ölçme ve kavramlaştırma kapasitemiz yetmediğinde bu olguları reddetme, bunlara sırt çevirme yerine bunlarla ilgili umudumuzu yitirmeme yolu seçilmelidir. Yazarın konuyla ilgili şu tespiti önemlidir: Her bilim, oluşma, gelişme ve olgunlaşma dönemine sahiptir. Doğa bilimlerinin olgunlaşma dönemini tamamladıklarını söylememiz mümkün iken, bu dönem insan bilimleri için yeni başlamış sayılır. İnsan bilimleri ilk önce kendi bağımsızlıklarını kazanmalı, daha sonra da kendi epistemolojilerini oluşturmalıdırlar. 242 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri Yazar belirsiz olguların, bilimin konusu olabileceğini belirterek, doğa bilimlerindekinden daha çok değişkene sahip olmaları nedeniyle zor da olsa sonuçta bu olguların bir şekilde incelenmeleri gerektiğini savunur. Yazar kesinlik iddiasında bulunan bilimlerde bile, az da olsa yanılma payının, bir belirsizlik alanının olduğunu, ayrıca kesin olan ve olmayan bilim ayrımının epistemolojik bir ayrım değil, tarihsel bir ayrım olduğunu öne sürmektedir. İkinci bölümde daha çok bilimsel bilginin sınırlılıkları üzerinde durulmaktadır. Söz konusu sınırlılıklardan önemli gördüklerimiz şunlardır: Özellikle pratik uygulamalarda bilimsel bilginin bazı sınırlarının olması, çoğu düşünce alanlarının bilimsel bakış açısı dışında kalması, gözleme konu olan nesnenin gözlem sırasında tepki vermesi, deney yöntemindeki bazı sınırlar, bilimin belli alanlarda toplum tarafından sınırlandırılması… Üçüncü bölümde, yazar belirsizin bilimleriyle ilgili bir epistemoloji olup olmadığını, varsa bunun nasıl bir şey olduğunu tartışmaktadır. Yazar belirsizin bilimlerine ilişkin yöntemlerin özü itibariyle ayrı ve onun mantığının formel mantıktan farklı olduğunu belirtir. Yazar belirsizin bilimlerinin mantığına “alt-mantık” adını vermekte ve bunu “zihnin, kendi dışındaki olguları kavramasında ve işleyiş biçiminde gözlenen ve ifade edilebilir nitelikteki bir takım düzenlilikler, şeklinde tanımlamaktadır. Alt-mantık kuralları, sadece insan zihninin biçimsel olarak düşünmesi için gerekli zamana ve isteğe sahip olduğunda işleyen formel akıl yürütme yasalarından az ya da çok bağımsızdırlar.(s. 99) Moles burada on beş alt-mantık yasasından söz eder. Daha sonra, belirsizin bilimleri için genel bir yöntem var mıdır sorusuna cevap arayan yazar, bu soruya olumlu cevap vererek bu bağlamda şu aşamaları zikreder: İlk olarak olguların keşfedilmesi ve bu keşif sırasında zihnin kendisini olgudan soyutlamaya çalışması; ikinci olarak, kıstasların yükselişi, yani keşfedilen olgulardaki ayırt edici özelliklerin tespit edilerek bir aşama daha ileri gidilmesi; üçüncü olarak ölçme aşaması, yani araştırmacının keşfettiği olguların ayırt edici özelliklerinin ölçümü, dördüncü olarak biçimler alanı oluşturma, beşinci olarak indirgeme süreci, altıncı olarak tipler etrafında toplama, yani olguların tipolojisini oluşturma ve son olarak nicelleştirme süreci. Moles, dördüncü bölümde “Yapısal Yöntem”in belirsizin bilimlerinde bir araç olarak kullanılabileceği tezini öne sürer. Sözgelimi kimyada olduğu gibi, sosyal olaylarda da basit ve indirgenemez atomlar/tipler tespit edip bunlar arasındaki ilişkiden belli bir sonuca varılması mümkündür. Yazar “Yapısal Yöntem”i başarıyla uygulayan sosyal bilimcilere örnek olarak; tüm insan dillerinin az sayıdaki kırk ya da yüz kadar öğeler toplamına indirgenebileceğini ve bu öğelerden, her hangi bir dili yeniden oluşturabileceği tezini savunan dil fonetikçilerini, etnik davranışların ve kültürel olguların çözümlenmesinde büyük katkıları olan Lévi Strauss’u ve dilin, öğeleri arasındaki ilişkiden ibaret belli bir yapı olduğunu savunan dilbilimci Saussure’u göstermektedir. Daha sonra yapısal yöntemi çeşitli örneklerle açıklayan Moles, yapısalcılı- Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri 243 ğın disiplinler arası bir yöntem olduğu üzerinde durur. Disiplinler arası çalışmanın idealde güzel bir şey olmakla birlikte, pratikte bu ideali gerçekleştirmenin önüne bir takım engellerin çıkabileceğini söyleyerek bunlardan bazılarına dikkat çekmektedir. “Belirsizin Bilimlerinin Metodolojik Yanları” başlıklı beşinci bölümde Moles, belirsizin bilimlerinde zihnin, düşünceleri düzene koymaya çalışan bazı işlemlerinden söz etmektedir. Bu bağlamda yazar, üzerinde durulması gereken şu ilkelerden bahseder: Kavramlarla ilgili açık tanımlar önermek veya kavramları somutlaştırmaya çalışmak, onların zihin tarafından daha net bir şekilde algılanmasını sağlamak, bir kavramı ilişkili olduğu diğer kavramlar yardımıyla daha açık seçik hale getirmek, bu işlemlerin algılanan bir gerçeği dönüştürmesini sağlamak ve son olarak bu sayede bir bireyde bulunduğu sonucuna varılan değer ve davranışları elverişli bir şekilde değiştirebilmek. (s. 158-159) Moles, altıncı bölümde belirsiz olgular hakkında araştırma yaparken uygulanabilecek bazı yöntemlerden bahsetmektedir. Yazar burada, araştırılacak olgunun sınıflandırılması (listeleme), çift girişli tabloların kullanılması, ele alınan olgunun başka açılardan yeniden kodlanması ve sembolik denklemler yöntemi gibi yöntemlerin, inceleme konusu olan olguyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacağını savunmaktadır. Yedinci bölümde yazar, “hata” üzerinde durur. Belirsizin bilimlerinde hata yapma olasılığının yüksek olduğunu belirten yazar, en belirsiz olan olaylarda, hatanın belirlenmesi daha uzun süreceğinden, olay ya da olgunun belirsizliğiyle hata yapma riskinin doğru orantılı olduğunu savunur. Bununla birlikte, Moles hata yapmanın diyalektik olarak doğruya gönderme yaptığını vurgular. Çünkü kavramlar zıtlarıyla daha açık bir şekilde anlaşıldığı gibi, hakikat de zıddı olarak kabul edilebilecek hata sayesinde daha net bir şekilde ortaya çıkar. Ayrıca, Moles hatayı maddi ve yaratıcı hata olmak üzere ikiye ayırır. Maddi hata, hata olduğu açıkça anlaşılabilen ve üzerinde tartışılmaması gereken; doktor, mühendis gibilerin yaptığı hatalardır. Maddi hata kafada değil, şeylerdedir. Yaratıcı hata ise sosyal olaylar, bu olayların anlaşılması veya yorumlanmasında gerçekleşen hatalardır. Dolayısıyla yaratıcı hatanın anlaşılması ve düzeltilmesi süreç isteyen bir çalışma sonunda gerçekleşir. Yazar sekizinci bölümde, insan bilimlerinde görüntülerin belirsizliğini dikkate alan bir örnek olarak mikro-psikoloji üzerinde durur. Mikro-psikoloji, sıradan olan şeyin altında özel olanı gözlemleme ve belirleme yöntemidir. Yazar, mikropsikolojinin, olay ya da olguların ayrıntılı ve derinlemesine incelenmesi olmasından hareketle, bireysel veya sosyal olaylarda önemli bir yöntem olduğuna dikkat çekmektedir. Yazar bu yönteme örnek olarak, araba kullanma davranışının düzenlenmesini inceler. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Moles’in bu kitabı; doğa bilimlerinin yanı sıra, insan bilimlerinin de kendisine özgü yöntemleri olduğunu, insan bilimlerinin 244 Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri muğlak kavram ve olgularla ilgilendikleri için yöntemlerinin doğa bilimlerinden farklı olması gerektiğini ortaya koyması ve bazı yöntem önerilerinde bulunması itibariyle önemli bir eserdir. Mustafa Karagöz BİLGİ FELSEFESİ A. Kadir Çüçen, Asa Kitabevi, Bursa, 2001, s. 272. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. A. Kadir Çüçen'in Bilgi Felsefesi başlığıyla ilk kez 2001 yılında Asa Kitabevi Yayınları arasında basılmış olan eseri okurlarıyla buluşmak için kitabevlerindeki raflarda yerini aldı. Varlık felsefesi, insan felsefesi, bilim felsefesi, bilgi felsefesi... Felsefenin alt disiplinlerinden bazıları. Ancak ‘epistemoloji’ olarak da adlandırılan bilgi felsefesi, diğer alt disiplinlere göre, söylenebilirse eğer daha ayrıcalıklı ve daha ‘kıdemli’ bir alt disiplindir yine de. Öyledir, çünkü bilgi felsefesi, varlık felsefesi (ontoloji) ve ahlak felsefesi (etik) ile birlikte, felsefe denilince hemen akla gelen üç temel alt disiplinden birisidir. İstisnasız hemen hemen her (felsefeye) giriş kitabında, saydığımız üçü dışındaki alt disiplinlerden biri ya da diğeri yer alabilir de almayabilir de. Ama bilgi, varlık ve ahlak felsefeleri mutlaka yer alır. Yer alır çünkü, bu üç temel alt disiplin, bir felsefe sisteminin ve giderek felsefe disiplininin adeta olmazsa olmazlarıdır. Çünkü felsefe dışındaki bilgi disiplinlerinin çeşitli boyutlarını çeşitli amaçlarla ve çeşitli yöntemlerle araştırdıkları en genel varlık dünyasını, yine en genel çerçevede felsefe araştırır. Ve yine kendi dışındaki diğer disiplinlerin kendi amaçları doğrultusunda kendi yöntemleriyle üretip ortaya koydukları bilgiye ilişkin araştırmalar da (bilgi sosyolojisi, bilgi psikolojisi ve hatta ‘bilgi arkeolojisi’ gibi) eninde sonunda bilgi felsefesi (ya da epistemoloji) kavramı içinde anlam ve meşruluk kazanırlar. Sonra da, şu ya da bu biçimde bilgisi üretilerek kavranılmış olan varlık dünyasında nasıl yaşanılabileceği ya da yaşanması gerektiği sorusu ve/veya sorularıyla ahlak felsefesi yapılarak felsefe sistemi en azından asgari ölçülerde tamamlanmaya çalışılır. Bunların dışında kalan bilim felsefesi, insan felsefesi ya da din felsefesi gibi disiplinler, sanki temel alt disiplinlerin türevleri hükmündedirler. İşte felsefenin temel alt disiplinlerinden birisi olan bilgi felsefesine dair Türkçe’de yazılmış Vehbi Hacıkadiroğlu’nun Bilgi Felsefesi ile Alparslan Açıkgenç’in Bilgi Felsefesi yanında, şimdi bir de Prof. Dr. Kadir Çüçen’in Bilgi Felsefesi var. (Bunların dışında, yine Arda Denkel’in Bilginin Temelleri, Vehbi Hacıkadiroğlu’nun Algılama, Bilme ve Duyma ve Ömer Naci Soykan’ın Bilgi ve Betimleme gibi çalışmaları da, bilgi felsefesine ilişkin Türkçe’deki diğer çalışmalarıdır.) Alparslan Açıkgenç’in Bilgi