Türkiye'de İletişim Araştırmaları İrfan Erdoğan GİRİŞ Her alanda olduğu gibi iletişim alanında da bilme, bilme gereksiniminin olması ve bu gereksinime bağlı olarak araştırma tasarımı yapılması, uygulanması, toplanan bulguların/bilgilerin değerlendirilmesi, sonuçların çıkarılması ve böylece gereksinimin ya da gereksinimlerin karşılanması ile ilgili insan faaliyetlerini içerir. İletişim araştırmaları, iletişim ile ilgili gereksinimleri belirsizlikleri mümkün olduğu kadar ortadan kaldırarak karşılama, bilme ve karar verme ile ilgilidir. İletişimde araştırma gereksinimini hissetme, faaliyette bulunma ve bu gereksinimi giderme; yaşanan toplumun bilgi, teknoloji, örgütlenme, araştırmaya ilgi ve bilmeye karşı tutumu, uluslararası koşuldaki yeri gibi koşullara bağlıdır. Bu nedenlerle bazı insan topluluklarında iletişimle ilgili araştırmalara hiç gereksinim duyulmazken bazılarında çok az, bazılarında ise çok fazla gereksinim duyulur. Bazılarında en küçük bir gereksinim karşılanırken, bazılarında gereksinim ne denli ciddi ve hayati olursa olsun var olan güç yapısı ve ilişkilerinin doğası nedeniyle bastırılır, engellenir ve hatta mahkûm edilir. Bu bölümde Türkiye’deki iletişim araştırmaları konusu ilişkili olduğu temel belirleyici koşullar ve öğelerle bağlar kurularak irdelenmiştir. Ünitede, kronolojik bir öyküleme yerine iletişimin temel unsurları değerlendirilerek belirleyici ulusal ve uluslararası unsurlarla ilişkiler ortaya konulmuştur. TÜRKİYE’DE İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI: OLUŞUMUN TEMEL DOĞASI Araştırmaya Gereksinim ve Belirleyici Etkenler Bir ülkede her alanda olduğu gibi iletişim alanında da araştırmaların başlaması ve gelişmesi için önce “araştırmaya gereksinim duyulması” gerekir. Bu gereksinim örgüt yapıları içindeki ya da dışındaki bireyler tarafından hissedilebilir. Fakat gereksinimin hissedilmesi yeterli değildir. Bu gereksinimden başlayarak gereksinim ile ilgili faaliyetlerin oluşması, yapılması ve gereksinimin giderilmesine ve bu giderilmeyle başlayan gelişme olasılığına uygun ve onu destekleyen bir toplumsal yapının var olması gerekir. Araştırmaya gereksinim: Gereksinimler günlük yaşam pratikleri içinde hissedilir ya da dış etkenler ya da güçler tarafından hissettirilir. Türkiye örneğinde kimlerin, ne zaman, nerede ve neden bir araştırma gereksinimi hissettiğini ve gereksinimin neden bastırıldığını ya da teşvik edildiği bilinemez; ancak iletişimle ilgili var olan ilk araştırmaya bakarak çıkarımlar yapılabilir. Bu bağlamda ilk araştırma 1914 yılında Amerika’da eğitim yapan bir Türk öğrencinin (Ahmet Emin Yalman) akademik derece alma gereksiniminden kaynaklanmıştır. Bu gereksinimi gidermek için gerekli destek ve teşvik yazarın çalıştığı üniversite tarafından sağlanmış ve yazar da Türkiye’de iletişim konusu ile ilgili ilk eseri hazırlamıştır. 1 Araştırmaya Gereksinim . Hissetme . Hissettirilme Yapısal olanaklara göre karar verme: · Bilgi ve teknoloji varlığı ve kullanabilme · Örgütlü yapıların varlığı ve tutumları · Siyasal kültürün doğası · Fayda ve risk anlayışı Araştırma Gereksinimi üzerinde düşünme Olumlu Yeni araştırma gereksinimleri Bilme gereksinimini giderme: · Tümüyle giderme · Kısmen giderme · Giderememe Araştırma gereksinimini giderme için araştırma faaliyetleri başlar: · Araştırma tasarımı yapma · Uygulama · Analiz ve bulgular · Değerlendirme Olumsuz Mücadele olasılığı çıkar; oluşum ve gelişme zorluklarla karşılaşır Araştırma olmaz; Oluşum ve gelişme ya hiç olmaz veya gecikir Şekil 1. Gereksinimden araştırmaya giden akış Gereksinim üzerinde düşünme: İnsan hangi konuda olursa olsun ortaya çıkan gereksinimler üzerinde düşünür. Bu düşünme ile gereksinimle ilişkili araştırma yapıp yapmayacağı, yapılıp yapılamayacağı, herhangi bir engel olup olmadığı olanaklar, engeller ve riskler üzerinde düşünerek karar verir. Tercihler ve faaliyetler: Eğer yapısal koşullar araştırma gereksinimini engellemiyorsa ve teşvik ediyorsa, o zaman araştırma yapma olasılığı ortaya çıkar ve ilgili faaliyetler başlar. Bu faaliyetler araştırma tasarımına götürürse, o zaman tasarım hazırlanır, uygulanır, analizler ve sentezler yapılır, bulgular sunulur, sonuçlar çıkarılır ve gerekiyorsa çözüm önerileri sunulur. Türkiye’deki iletişim araştırmalarının oluşumunun geç olmasının nedeni hem gereksinimi hisseden insan faktörü hem de insanların örgütlü yapılar içinde oluşturdukları bilmeye ve bilimsel araştırmaya karşı olan kültürel, siyasal ve ekonomik koşullardır. Tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de araştırma yapma, koşullar, tercihler ve faaliyetler yapısıyla ilişkilidir. Gereksinim giderme ve yeni gereksinimlerin çıkması: Araştırmayla ilgili her safhada insan düşüncesini gereksinimler, alternatifler/seçenekler, düşünceler ya da faaliyetler üzerine yansıtarak, açıklamalar getirir, nedensellik bağları kurar ve sonuçlar çıkartır. Bu sonuçlara dayanarak “kendini içinde bulduğu koşulları” sürdürme ve daha iyiye dönüştürme üzerinde düşünür ve hatta çaba harcar. Dolayısıyla, her araştırma ile gereksinim giderme, yetersiz giderme veya giderememe sonucunda, yeni araştırma gereksinimleri olasılığı ortaya çıkar. İletişim Araştırmasına Götüren İlgi ve Bilgi Üretimi Türkiye’de diğer alanlarda olduğu gibi iletişim alanında da araştırmaya ilgi ve bilgi üretimi ülkenin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir gereksinim ve destekleme olarak başlamamıştır. İlk kapsamlı araştırmayı yapanlar, tek bir örnek dışında, Amerikalı akademisyenler olmuştur. Dolayısıyla Türkiye’deki akademisyenlerin araştırma girişimleri bağlamında ilgi ve bilgi üretiminde gecikme olmuştur. Osmanlıda ve ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde (a) iletişim alanında teknolojik bilgi birikimiyle üretilen iletişim araçlarının ve örgütlenmesinin olmaması, (b) dış güçlerin ürettiklerine ve bu ürettikleriyle elde ettikleri kontrolü sürdürme politikalarına bağlı kalması, (c) araçların ve örgütlenmelerin Batı’dan ithal 2 edilmesi ve (d) bilgiden geçerek kontrol gereksiniminin araştırmaya dayanma yerine baskılara ve yasaklara dayanması gibi bir yapıya sahip olması bu gecikmenin başlıca nedenleridir. İlgiyle ilgili olarak günümüzde de yaygın olan çok önemli bir yan ise, Atatürk’ün 1923’de Konya Gençleriyle Konuşmasında belirttiğidir: “Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız vardır ki, araştırma ve çalışmamıza zemin olarak çok vakit kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz”. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de -geç de olsa- oluşuma giden yola bakıldığında temel olarak aşağıdaki belirleyici koşulların belirleyici rol oynadığı görülür (Şekil 2): · Şirketlerin kontrol için bilgiye gereksinim duyuyor mu? · Kurumlar kontrol için bilgiye gereksinim duyuyor mu? · Ekonomik, siyasal ve kültürel örgütler gelişmiş mi? · Bilgi ve teknoloji üretimi örgütlenmeleri gelişmiş mi? · Kitleleri çalışan, seçmen, tüketici, seyirci ve izleyici olarak kontrol gereksinimi duyuluyor mu? Hayır Evet Araştırma yapılır; desteklenir Araştırma yapılmaz; engellenir Şekil 2. İletişim araştırmasının oluşum ve gelişmesi için en temel koşullar (a) Şirketlerin ve kurumların ekonomik ve siyasal üstünlük, kontrol ve gelişme için bilgiye gereksinim duymaları: Ekonomik, kültürel ve siyasal yönetim için faydalı bilgi daima en değerli ve çoğu kez gizlenmesi gereken bilgidir. Bu tür bilgi üretimi örgütlü düzenin sürdürülebilirliğinin zorunlu koşuludur. Türkiye’de iletişim alanında bu tür bilgiye gereksinim devlet kurumlarında çok eskilerden beri hissedilmiş olabilir; fakat kurumların bu alanda bilimsel araştırma yapmaları çok yakın zamanda başlamıştır. Ülkenin genel siyasal kültür ve ilişkilerinin, düşüneni ve soruşturanı destekleme yerine çoğunlukla engelleme ve cezalandırma geleneği, üniversitelerden üretken ve soruşturan insanların uzaklaştırılması, atılması, küstürülmesi, akademik üretimden çok başka işlerle meşgul olan ve üretme kaygısı olmayan kadroların üniversitelerde giderek artması, bilimin dilini bilmeyenlerin üniversiteleri doldurması da bu geç başlamayı tetiklemiştir. Ne yazık ki “zorunlu kalmadıkça üretmeyen bir akademik ortam” hala devam etmektedir: Üretim yapma için en olgun zaman olan profesörlükte üretme (zorunluluk olmadığı için ve egemen üretmeme kültürü nedeniyle) büyük çoğunlukla durmaktadır. Örneğin, 17 iletişim fakültesinin 55 profesörü arasında yaptığım bir pilot inceleme sonucuna göre profesörlerin % 67.3’ü doçentlikten sonra hiçbir hakemli ulusal veya uluslar arası dergide makale yazmamıştır; Son beş yılda 4 profesör dört makale yazmıştır; 2 profesör üç, 3 profesör iki ve 11 profesör 1 makale yazmıştır ve 36 profesör yazmamıştır. Pilot incelemedeki profesörlerin % 18.2’sinin 20 yılı aşan zamandan beri hiçbir hakemli dergide makalesi bulunmamaktadır. Umut verici olan ise şudur: Makale yazanların çoğu (genellikle dışarıda eğitim görmüş veya herhangi bir nedenle araştırma yapmaya devam eden) yeniprofesörler olmaktadır ki bu da bize olumlu bir değişimi işaret etmektedir. Bu duruma ek olarak, Türkiye’deki şirketlerin de örgüt iletişimi gibi iletişimle ilgili kendileri için araştırma yapmaları ya da yaptırmaları çok daha yavaş oluşmuştur; fakat özellikle pazarlama, müşteri ilişkiler ve reklamcılık gibi alanlardaki araştırmaların önemini büyük şirketlerin son yıllarda anlamasıyla bir gelişme seyrine girilmiştir. (b) Bilgi üretiminin örgütlenmesi ve örgütlü yapılar içine taşınması koşullarının ve gereksiniminin çıkması: Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde acil kaygı, özellikle ekonomi alanında 3 en temel bilgi birikimini ve kullanımını sağlamak olmuştur. İletişim alanında bilgi üretiminin örgütlenmesi de Kurtuluş Savaşı sırasında ve hemen sonrasında ciddi bir gereksinim olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle telgraf ağı yanında, ülkenin davasını acil olarak anlatma amacıyla Anadolu Ajansı ve Radyo kurulmuştur. Ancak “etkili kullanım” gibi gereksinimlere bağlı olarak gelen bilimsel araştırma yapılmamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında; Amerikalıların Birinci Dünya Savaşı’nda ve ardından 1930’larda yaptıkları gibi sosyal bilimcileri toplum yönetiminde örgütleme ve kullanma gibi bir yol izlenmemiştir. Çünkü ülkede böyle bir akademik işgücü ve örgütlü çıkar yapısı yoktur. Elbette gereksinim hissedilmiştir ama akademik kadro, örgütlenme ve diğer gerekli olanaklar mevcut değildir. Bu koşullar hem bilginin kontrolünü hem de yönetimsel bilgi (= insanları yönetmek için üretilen bilgi) için gerekli araştırma faaliyetlerin yapılmasına olanak vermemiştir. Buna karşın hazır yol seçilmiş ve bilgi gereksinimini karşılamak için sosyal bilimler alanlarında Batı’dan “paketlenmiş bilgi” transferi geliştirilmiştir. İletişim alanında bilgi üretiminin örgütlenmesi ve örgütlü yapılar içine taşınarak sistemli ve kapsamlı üretim haline getirilmesi ancak son zamanlarda oluşmaya başlamıştır. (c) Endüstrinin ve endüstriyel yapının çıkarlarına uygun bilişlerin, duyguların, duyarlılıkların ve davranışların kitleler halinde biçimlendirilmesi gereksiniminin zorunlu hale gelmesi: İletişim alanında da önemli araştırma gereksinimi çıkaran bu gelişme, Batı’da 20. Yüzyılın başından itibaren hızla artan bir şekilde kitle üretimi yapılmasıyla ivme kazanmıştır. Kitleler için üretim yapan endüstriyel yapı, tüketimi, kullanımı, rızayla katılmayı ve oy vermeyi de üretmek zorunda kalınmıştır. Bu zorunluluk da bilgi üretiminin özellikle endüstriyel yapılar çıkarına uygun bir şekilde örgütlenerek üretim yapmasını, özellikle iletişim odaklı araştırma yapmasını gerekli kılmıştır. Türkiye açısından yukarıda sıralanan gereksinimlerin eksikliği, oluşmaması ve olanın da gelişmeye yönelik olmaması ya da destek bulamaması, iletişimde araştırmaya giden bilgi üretiminin oluşumunun geç ve yavaş olmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye ve benzeri ülkelerde oluşumun hızlanması ve gelişmelerin ivme kazanması, ancak kapitalizmin küresel pazar serüveninin 1980’lerde ivme kazanması ve bunu destekleyen yeni-liberal siyasi ve ekonomik politikaların uygulatılması ile gerçekleşmiştir. Bu oluşum ve gelişme de kaçınılmaz olarak küresel pazarın “damgasını” taşımaktadır (Tezcek, 2007; Malott, 2009; Reppy, 1998; Drahos ve Braithwaite, 2003; McNeely ve Wolverton, 2008, Cunningham, 1998). Türkiye’de İletişim Araştırmaları: Temel Amaç ve Sonuçlar İnsanın fiziksel ve toplumsal varoluşunun zorunlu koşulu olan iletişimin doğası ve iletişim araştırmalarının karakteri, insanın kendini maddi ve düşünsel olarak nasıl ürettiğine ve ilişkilerini nasıl kurup yürüttüğüne bağlıdır. 20. Yüzyılın başında “Fordist seri üretimle” başlayan ve gelişen kitle üretimi, kitlelerin ekonomik pazar için “üretilmesi” gereksinimi ortaya çıkarmıştır. Bu da kaçınılmaz olarak reklamların etkisi, tüketici ve izleyici tercihleri ile ilgili araştırmaların çıkışını ve desteklenmesini getirmiştir. Türkiye’deki ekonomik koşullar ve üretim yapısı bu tür karaktere ve gereksinime o zamanlar sahip olmamıştır. Bu nedenle böyle bir gereksinim ve amaç, ancak 20. Yüzyılın sonlarında çıkıp hızla gelişmiştir. Amerika’da ve Avrupa’da 20. Yüzyılın başlarında, yarım asırdan beri artan kitlelerden korkuyla oluşan “yönlendirerek yönetme” gereksinimine, Birinci Dünya Savaşı’nda, kitleleri savaşa hazırlama ve bu hazırlığın sürekli olarak yapılması gereği eklenmiştir. Kitlelerin kendilerini ve ilişkilerini düşünsel olarak yeniden-üretmeyi egemen siyasal amaçlar doğrultusunda biçimlendirme gereksiniminden propaganda, ikna, retorik, kamuoyu ve halkla ilişkiler oluşmuş ve örgütlü etkileme/ikna faaliyetleri ve araştırmaları gelişmiştir. Osmanlı’nın son anlarını yaşadığı ve ardından da Kurtuluş Savaşı’yla bir Cumhuriyet kuran Türkiye’deki koşullarda yukarıda anlatıldığı gibi bir araştırma gereksinimi ortaya çıkmamıştır. Bunun yerine tarih boyu insanlara işlenmiş duyguları, düşmanlığı ve dini inançları sömüren siyasal anlayışlar dikkati çekmiş ve Batı tipi demokrasinin sağlıklı gelişmesi önü çeşitli şekillerde kesilmiştir. Bu koşullar içinde iletişim araştırmalarında da bu tür konu ya da amaçlar yok denecek kadar az ele alınmıştır. Günümüzde ise daha çok “kadro almak” ve “para kazanmak” temeline dayanan, dolayısıyla araştırmayı 4 bir amaç değil de araç olarak gören bir yapının yaygınlaşmaya başladığını görürüz. Bu yapıda iletişim araştırmaları özellikle iki amaç etrafında yoğunlaşır: (1) Şirket merkezli ekonomik kontrole ve kurum merkezli enformasyon toplamaya katkıda bulunarak para kazanmak; (2) Klasik etki arayan araştırmalar yanında, üresel pazar politikalarının popülerleştirdiği günlük yaşamdaki mikro-seviyedeki ifadeler, temsiller/metinler, mekanlar, çoğul kimlikler ve mikro-kimlik politikaları gibi konular ve yaklaşımlarla çalışmalar yaparak kadroda yükselmek, egemen çevrelerden birine dahil olmak, öznel çıkarları gerçekleştirebilmek için çevre yapmak ve statü elde etmek. Normal olarak iletişim alanında araştırma, sistemli ve tutarlı tasarım ve uygulama yoluyla belirsizlikleri azaltma ya da ortadan kaldırma ve böylece anlama, açıklama ve kontrol mekanizmaları kurma ve sürdürme arayışına ve amacına dayanır. Ancak iletişim araştırmalarının her zaman ve her koşulda belirsizlikleri ortadan kaldırdığı ve tutarlı sonuç ve öneriler getirdiği söylenemez (Erdoğan, 2012). Araştırmayla bilimin genel amacı olan “fenomendeki (şeydeki, olaydaki, görüngüdeki) düzeni, tekrarlanan kalıpları, oluşum ve değişim nedenlerini” bulmaya katkı amaçlanır. Ancak Türkiye’de işletme, reklam, halkla ilişkiler, televizyon ve sinema gibi alanlarda anket çalışmalarıyla yapılan araştırmalarda genellikle bu amaç güdülmez. Çünkü bu tür iletişim araştırmalarının amacı; endüstriyel yapının verimlilik, pazarlama, iletişim, etki ve meşrulaştırma sorunlarını çözme temeli üzerine inşa edilmiştir. Bu doğrultuda, örneğin “aktif izleyici” tezi vardır; izleyicinin tercihleri ve izleyicinin özelliklerini bilmeye yönelik araştırma ve ölçme yöntemleri geliştirilmiştir. Pozitivizmin bu tür biçimlendirilmesine dayanan bu araştırma yönelimi yanında, “dışarıda bilinebilir bir gerçek yoktur, gerçek görecedir, çoğuldur, sürekli değişim vardır ve tekrarlanan kalıplar yoktur, post-modernlik modernizmin bir devamı değildir” gibi açıklamalar (örneğin post-pozitivist, post-yapısalcı ve postmodern açıklamalar) popülerleştirilmiştir. Türkiye’deki iletişim araştırmalarının amacı ve araştırmalarda aranan sonuçlar, dünyada yaygın olandan farklı değildir: · Güvenilir, geçerli ve faydalı verilere dayanarak tanımlamak, betimlemek, nedensellik bağlarıyla tahminlerde bulunmak, dolayısıyla tutarlı bir biçimde bilmek ve anlamak ve kontrol mekanizmaları kurmak ve geliştirmek, çareler bulmak ve önlemler almak. · Sürdürme ve gelişme planları tasarlayıp uygulamak. · İletişim araştırması, aynı zamanda, iletişim alanının kendi var oluş nedenleriyle gelen koşulları yeniden-üreterek kendini ve kendini var eden koşulları sürdürme ve geliştirme faaliyetidir: Bu faaliyet iletişim araştırmacısına para kazandırır ve statü sağlar. · Özel şirkette çalışan araştırmacı için iletişim araştırması yapmak, pazarda şirketin ve kendisinin ilerlemesini sağlamaktır; işsiz kalmamak için kendini işinde garantiye almaktır. · İletişim araştırmaları, firma için, ürün geliştirme, arz ve talebi kontrol ederek pazarda üstünlük yolunu açar. Araştırma yapma, öğretme ve öğrenme, aynı zamanda, bilimsel politikanın doğasını büyük ölçüde biçimlendiren sosyal politika konusudur. En yanlış veya an anlamsızından en anlamlısına kadar tüm aştırmalar bu politikanın kasçınılmaz parçalarıdır. Araştırmayla ilgili sosyal (ekonomik, siyasal ve bilimsel) politikalarını sistemli bir şekilde hazırlayan ve yürüten güçler ve ülkeler diğerleri üzerinde egemen olur. Bu tür planlı ve kontrollü yapılarda, iletişim araştırmaları öncelikle siyasal ve ekonomik pazarın içte ve uluslararasında kontrol gereksinimlerini karşılamak için geliştirilmiştir, desteklenir ve kullanılır. Bu amaca “eleştirel, radikal veya alternatif ” olarak nitelenen yaklaşımlarla gelen araştırmaların büyük çoğunluğu da dahildir, çünkü onlar itici güç ve kontrollü alternatif olarak işlev görürler. 5 Elbette her yapıda, “sosyal faydaya dayanan” ya da sosyal fayda ile endüstriyel çıkar bağını birlikte taşıyan araştırmalar da vardır. Bu tür iletişim araştırmaları çoğunlukla sağlık ve yaşam koşullarını iyileştirme gibi alanlarda yapılır. Örneğin işitme ve konuşma terapisi ile ilgili araştırmalar böyledir. Ancak Türkiye’de işitme ve konuşma terapisini geliştirme araştırmaları henüz yoktur ve Batı’da tıp fakültelerinde yapılan türde, hastanın kendi kendisiyle iletişimiyle gelen terapiyle ve hastanın yaşamını düzenlemesiyle ilgili araştırmalar da henüz mevcut değildir. İletişim Araştırmalarında Üretilen Bilginin Doğası Araştırmalarda üretilen bilginin bilimsel bir karaktere sahip olması gerekir. Bunun olabilmesi; bilmek isteyenin amacına, araştırma tasarımının birikmiş bilgiye dayanarak belirsizlikleri azaltan ve mümkünse ortadan kaldıran bir karaktere sahip olmasına, üretilen bilginin kullanılıp kullanılmadığına ve kullanılıyorsa, kullanımın karakterine bağlıdır. Yukarıda belirtilen gereksinimler ve değişimler sonucunda, üniversitelerden kitle iletişim araçlarına kadar tüm örgütlü yapılarda milyonlarca profesyonel insanın katılımıyla birkaç tür bilgi üretimi yapılmaya başlanmıştır. Bu üretilen bilginin doğası, özellikle iletişim alanında, aşağıdaki temel özelliklere sahiptir (Şekil 3): Araştırılan Bilginin Temel Doğası Teknolojik kontrol: Teknolojik bilgi Yönetsel kontrol: Yönetme ile ilgili bilgi Teknoloji Araç üretim kullanım bilgisi bilgisi Siyasal, ekonomik, kültürel ve bilişsel yönetim bilgisi Bilişsel kontrol: Kitleler için üretilen bilgi Araştırmacılar uygulayanlar uygulananlar okuyucular Genel halk için Şekil 3. Araştırılan bilginin genel doğası Birinci Tür Bilgi: Teknolojik Bilgi Bu tür bilgi, bilim ve teknolojinin üretimi için zorunlu olan bilginin üretimini ve bu üretim için yapılan araştırmaları içerir. Bu tür bilgi ve araştırmalar günümüzde dünyadaki teknolojik seviyeyi ve teknolojik biçimi ve yapıyı belirleyen bilgi ve araştırmalardır. Bu tür işlevsel bilgi üretimi, toplumlar içi ve toplumlar arası yarışın bütünleşik bir parçasıdır. Bu bilgi üretimi, kapitalizmde özel şirketlerin ve devletin özellikle ordu, polis ve istihbarat teşkilatları gibi meşrulaştırılmış baskı ve ikna kurumlarının kendi bünyelerinde açtıkları bölümlerde kiraladıkları bilim insanlarıyla planlanır ve yürütülür; bu amaçla araştırma merkezleri kurulur. Bu tür bilgi değerlidir; dolayısıyla gizlidir, pazara sürülen emtia değildir, “herkes aydınlansın” diye internete de konmaz, televizyonlarda tartışılmaz, üniversite kitaplarında yer almaz. Bu gizli bilgi, ancak kullanabilme olanaklarına sahip olanların elinde güçtür; sahip olmayanlar bilse bile, olanaklara sahip ol(a)madıkları için kullanamazlar. Bu tür üretimle ve bilgiyle ilgili bir diğer önemli yan da şudur: Eğer birileri iletişimle ilgili olarak egemen üretim güçlerinin çıkarına aykırı olan bilgi üretirse; (a) bu kişi ve “aykırı bilgisi” herhangi bir nedenle “işe yarar, değerli” bulunursa desteklenir, ücretle/maaşla işe alınır; (b) bu kişi ve ürettiği “işe yaramaz” olarak nitelenirse, desteklenmez ve marjinal duruma itilir; (c) bu kişi ve ürettiği “tehlikeli” olarak nitelenirse, tehlikenin kapsamına göre engelleme yöntemleri kullanılır. (d) Eğer gücün çıkarına aykırı bilgi üreten ve kullanmaya çalışan herhangi bir ülkeyse, o ülke çeşitli yollarla yönlendirilir ya da “dünya barışını tehlikeye soktuğu” için özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi kimi gerekçelerle o ülkeye ambargolar uygulanır, işgalle tehdit edilir ve kimi zaman işgal edilir. Çünkü güç yapılarını yönetenler, sadece kendilerine işlevsel olan bilgiyi 6 üretmekle kalmazlar, rakiplerinin üretimini durdurma mekanizmalarını kurar, geliştirir ve uygularlar. Endüstriyel bilgi “ürün üreten teknolojiyi” üreten bilgidir. Bu bilgiyle teknoloji üretimi yönetilir. İletişim alanında, iletişim teknolojileriyle ilgili araştırmalardan geçerek üretilen bu birinci tür bilgi iletişim fakültelerinde üretilmez. İletişimle ilgili bu tür bilgi fizik, matematik, iletişim mühendisliği, elektrik ve elektronik mühendislik gibi dallarda yapılan ve hemen hepsi “deneysel tasarım” karakterinde olan araştırmalarla üretilir. Teknolojik/endüstriyel bilgiyle üretilen teknolojik ürünler/araçlar (örneğin cep telefonları, tabletler) pazara satış için sunulur, fakat ürünleri üreten bilgi, gerekli görülmedikçe, asla pazara sunulmaz. İkinci Tür Bilgi: Yönetme/Yönetim Bilgisi Bu tür bilgi özellikle pazarlama, işletme ve kamu yönetimi, propaganda ve siyasal kampanyalar için gerekli olan ve insanları yönetmenin nasıl yapılacağıyla ve yapıldığıyla ilgili bilmeyi içerir. Bu tür bilgi üretimi toplumsal yönetim politikaları ve uygulamalarıyla ilgili araştırmalarla üretilir: Bu türdeki bilgi de gerekli görülmedikçe paylaşılmaz, çünkü yönetmek için kullanılır. İletişim alanındaki bu tür araştırmalar psikologların ve sosyal-psikologların kullandığı deneysel laboratuar araştırmalarından, sosyal bilimcilerin kullandığı “deneyselimsi tasarım” türlerine kadar değişir. ABD’de 20. Yüzyılda başlayan ve 1950’lerde uluslararası alana taşınan bu tür araştırmalar, kamu kurumlarından üniversitelere kadar birçok yapılar yoluyla açıktan ve gizli olarak yapılır. Bu araştırmalar ve bu araştırmalarla desteklenen ulus içi ve uluslararası politika ve uygulama bilgileri de gizlidir. Bu bilgileri açığa vuranların hayatları tehlikeye girer. Örneğin Wikileak ile yapılan açıklamaları nedeniyle Julian Assange ve Bradley Manning uzun yıllar hapis tehlikesiyle karşı karşıyadır. Üçüncü tür bilgi: Kitlelerin Kullanımı İçin Üretilen Bilgi Bu tür bilgi üretimi kitlelere belli bilmeleri, bilişleri ve davranış kalıplarını işlemek için yapılır. Bu bağlamda en az iki tür kitle görürüz: Birincisi, araştırma yapanların, uygulayanların, üzerinde uygulananların, öğrencilerin ve diğer eğitimli kitlelerin bilişlerini biçimlendirmeyle ilgilidir; ikincisi de genel halka yönelik olanlardır. Birinci türdeki araştırmalarla üretilen ve yayılan “bilme üretiminin (bilinç işlemenin) çoğu kez araştırmayı yapanlar bile farkında değildir. Bu türde, araştırmacılar belli işlevsel kalıplar içinde araştırma tasarımı ve uygulaması yaparlar; araştırmayı uygulayanlara, araştırmanın üzerinde uygulandığı insanlara ve araştırmayı veya araştırmayla ilgili yapıtları okuyanlara da araştırmacıya işlenen bilişler ekilir. Dikkat edilirse bu bağlamda yapılan iletişim araştırmasında birincil amaç “belli tarzda bilmeyi ekmedir”. Bu nedenle milyonlarca iletişim araştırmalarının bu türde olanlarını endüstriyel ve siyasal yapılar kendi karar verme ve uygulama süreçlerinde kullanmazlar; çünkü bu araştırmalar böyle bir faydaya ve değere sahip değildirler. Bu tür bir faydaya sahip iletişim araştırmaları farklı araştırmalardır. İkinci türdeki üretim, iletişim araştırmalarının da çeşitli şekillerde parçası olduğu ve desteklediği halkın cahilleştirilmesi ve cehalete-bilgiçlik taslatma üzerine inşa edilen bilmedir (bilinç işlemedir). Bu tür “bilgi/bilme üretimi” tarih boyu birbirine bağlı birkaç temel üzerine kurulmuştur: (a) İnsanların inancının ve inanç sistemini kötüye kullanan Örgütlenmiş din (bunun anlamı sorun dinde ve inançta değil; sorun birilerinin çıkar için dini kötüye kullandığıdır; bu örgütlenme resmi olabileceği gibi, din adına hurafeyle çıkar sağlayan bir yapı da olabilir; aslında her ikisi de birlikte var olmuştur); (b) Cinsel ilişkiye ve alkollü içki gibi madde kullanımına indirgenen örgütlenmiş ahlak; (c) Bizi her an yutmak, yok etmek isteyen; en az bir öcü/düşman; (d) Kendini toplumdan geçerek değil de, toplumu kullanarak gerçekleştirmeye dayanan bireysel çıkar bilişi/bilinci: Kendini toplumdan geçerek tanımlayan bireysel çıkar bilincinde bireycilik sosyal içinde sosyalle birlikte algılanır ve benimsenir. Toplumu kullanarak kendini gerçekleştiren bireysel çıkar bilincinde, birey topumla değil, toplumdan faydalanarak bireydir. Birincisinde genel faydayla oluşan bir 7 bireycilik vardır; diğerinde genel faydayı sömüren ve kendi çıkarı için kullanan veya ortadan kaldıran bireycilik vardır. Bu tür üretim, toplumlarda tarihsel olarak çeşitli biçimlerde ve yoğunlukta süregelmektedir. Günümüzde çeşitli örgütlü yapılar yanında özellikle kitle iletişim araçları ve belli ölçüde resmi eğitim yoluyla yapılır. Bu biliş yönetiminde ahlak, inanç ve bireyin kendini düşünsel ve duygusal olarak üretmesi dahil her şeyi, örgütlü yapılarda biçimlendirilir ve ona “satılır ya da hediye” edilir. Örneğin, kitle iletişiminde, eğitim, kültür, haber, enformasyon, eğlence, spor, reklam, bilgi ve ilgi gibi çeşitli isimlerde gelen bu türde, (a) tüketicinin, izleyicinin ya da oy verenin, satılan ürünle, verilen hizmetle, tüketimle, izlemeyle ve oy vermeyle ilgili olarak bilmesi gereken bilgiler böyledir. Bu üçüncü tür bilme işlemeler faydasız veya geçersiz gibi görünür. Fakat aslında, bunlar teknolojik bilgi kadar değerlidir, çünkü tarih boyu toplumlar bu tür bilişlerle, duyarlılıklarla, düşüncelerle, inançlarla ve beklentilerle yönetilmektedir. Yani, bu tür işlevsel bilgilerin (örneğin dizilerde ve filmlerde sunulan bilmelerin, duyarlılıkların ve ilgilerin), “egemen güçlerin kendilerini ve teknolojiyi üretmek için kullanması” bağlamında faydası yoktur ama kitlelerin hayatı ve yaşamlarını doğru anlama ve düzenleme bağlamında, yönetenler için hayati değere sahiptir. Çünkü yönetenler için işlevsel olan madde/ürün promosyonu ve satışı yanında yanlış yönlendirme işini görürler. Bu tür bilme, duyarlılık, duygu ve ilgi yaratma işinin doğasını irdeleyen araştırmalar oldukça azdır. Onun yerine araştırmalar tüketiciyi, izleyiciyi, dinleyiciyi, çalışanı ve seçmeni “anlama” ve bu anlamadan geçerek onlar üzerinde yaygın kontrol mekanizmaları kurma ve onları yönlendirme çabalarına katkıda bulunmak amacını taşır. Hangi tür bilgi üretimi üzerinde durursa dursun veya hangi tür bilgiyi üretirse üretsin, araştırma yoluyla sosyal bilimlerde “bilmekten” geçerek ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, psikolojik ve fiziksel kontrol mekanizmaları kurulur, uygulanır, test edilir; gerekirse bu mekanizmalarda değişiklikler yapılır; yeni kontrol mekanizmaları kurulur. Aksi taktirde, ne bugünkü teknolojik seviyeye ne de toplumsal yönetim seviyesine gelebilirdik. Dolayısıyla, kontrol yaşam için kaçınılmaz ve olması gerekenler arasındadır. Kontrol olumsuz ise, nedeni amacı ve sonucuyla ilişkilidir. TÜRKİYEDE İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI: GELİŞİM VE KOŞULLARI Türkiye’de iletişim üzerinde düşünme ve araştırma yapma ülkenin kendi içinden çıkan gereksinimlerinden doğup gelmemiştir. Bunun en önde gelen iki nedeni vardır. Birincisi kendi tarihsel koşullarının karakteri ve ikincisi ise birinci nedenle ve uluslararası bilgi üretimindeki pozisyonu nedeniyle dışa bağımlılığın gelişmesidir. Her durumda Türkiye’de ya da herhangi bir ülkede iletişim araştırmalarının gelişmesi ve gelişmenin doğası dünyadaki ve o ülkedeki üretim tarzı ve ilişkilerinin karakterine bağlıdır. İletişim araştırmalarının durumunun göstergeleri Teknolojik bilgi üretimi Teknolojik araç üretimi Bilmeye ve bilime karşı Toplumsal İlgi ve tutum Örgütsel yapılar Araştırma tasarım ve yöntem bilgisi Şekil 4. İletişim araştırmalarının gelişme durum göstergeleri 8 Yönetim kültürü Uluslar arası egemenlik ve mücadele koşulları Akademik ilgi Alternatifler ve kontrolü Teknolojik Bilgi ve Teknolojik Üretim Teknolojik bilgi teknolojinin üretimi ve gelişmesi için zorunludur; çünkü ancak bu bilgi varsa teknolojik araç üretimi yapılabilir. Türkiye’de iletişim teknolojilerinin üretimiyle ilgili “mühendislik alanındaki” bilgi ve araştırmaların varlığı 1900’lerin başlarında yoktur ve sonradan gelişmesi de güçlü uluslararası yapılar tarafından kontrol edilmiş ve engellenmiştir. Bu yeni bir şe değilidr, tarih boyu gelişerek günümüzdeki biçime gelmiştir. Günümüzdeki biçimde, her alanda olduğu gibi iletişim alanında da hem teknolojik araç üretimi hem de bilgi üretimi üzerinde küreselleşen pazar güçlerinin kontrol mekanizmaları ve süreçleri egemendir. Yerel üretimin doğası, marjinalleştirilmiş gelenekselliğin ve montaj bilgisinin ve pratiğinin ötesine geçemez ve geçme olanakları da kısıtlanır. Türkiye bağlamında da, ülke çağdaş iletişim teknolojilerinin üretim sürecinin dışında kalmış/bırakılmış, şimdiye kadar kullanıcısı olmuştur. Bu sırada, parça toplama ve birleştirme ve montaj yapma bilgisi geliştirilmiştir ki bu tür bilgi “üretme bilgisi” değildir. Osmanlı İmparatorluğu Batı'daki teknolojik gelişmelerin dışında kalmıştır. Bu yapıda seçkin bir yönetici elitin iktidarını sürdürmesi için gerekli olanların dışında hiç bir iletişim olanağından yararlanılmamıştır. Matbaa 1727'da kurulmuş ama hiç bir zaman bilginin yayılma aracı olamamıştır. İlk gazeteler 1795’den itibaren Fransızlar tarafından Fransızca olarak yayınlanmış ve gelişmeye başlaması 19. Yüzyılın ortalarında olmuştur. Osmanlı aydınlarının halka ulaşmada büyük umut bağladıkları gazetecilik, devlet kurumlarının denetim politikası ve profesyonelliğin Türkiye’ye özgü “melezleşmiş” doğası nedeniyle gelişememiştir. Cumhuriyet yönetimi başlangıçtan itibaren iletişim alanına önem vermiş; Anadolu Ajansı ve radyo ilk kitle iletişimi araçları olarak 1920’lerde örgütlenmiştir. Fakat matbaa, gazete, telefon, telgraf, ajans ve radyo ile ilgili bir araştırma gereksinimi, siyasal kültürün getirdiği engellemeler ve bilimsel araştırmaya ve soruşturmaya ilgi azlığı gibi nedenlerle olmamıştır. İlgisi olanlar ya engellenmiş ve yerlerinden edilmiş ya da çok sınırlı çerçeveler içinde kalmıştır. Son zamanlardaki gelişmeler daha çok teknolojik ürün/araç kullanımı çerçevesinde olmaktadır. Elbette, iletişim teknolojileriyle ilgili araştırmalar Türkiye’de de günümüzde olmaktadır, fakat gelişme olanakları ve olasılıkları ilgi ve motivasyon çok olsa bile, iletişim fakültelerinde teknolojiyle ilgili araştırmalar, örneğin internet konusunda olduğu gibi, teknolojik bilgi üretimi üzerine inşa edilememektedir, çünkü iletişim fakültelerinin eğitim ve öğretim yapısı bu şekilde biçimlendirilmemiştir. Örgütsel Yapılar, Yönetimsel Kültür ve Akademik İlgi Araştırma yapılması örgütlü yapıların varlığını ve desteğini gerektirir. Bu varlık ve destek araştırmaya gereksinim duymayan ve araştırmaya ilgisi olmayan yapılarda oluşmadığı için her alanda olduğu gibi iletişim alanında da araştırma girişimlerinin çıkıp gelişmesi olasılığı azalır. Araştırmaların yapılması için radyo ve televizyon gibi inceleme araçlarının ve faaliyetlerinin olması yeterli değildir; iletişim alanında eğitim ve araştırma kurumlarının kurulması gerekir. Bu bağlamda da Türkiye’de sadece iletişim alanında değil, aynı zamanda iletişim alanının gelişmesini belirleyen sosyal bilimlerde araştırmayı teşviki beraberinde getiren örgütsel yapıların oluşması ve gelişmesi de geç ve yavaş olmuştur (Payaslıoğlu, 1970). Siyasal ve kurumsal iş kültürünün yapısı da araştırma yapacak kalitede, bilgide ve ilgide olan insanların artmasını destekleyecek bir karakterde olmamıştır. Bu gecikme ve yavaşlık iletişim incelemelerinin çıkışını da çok sonralara ertelemiştir. Örneğin araştırma enstitülerine, araştırma kurumlarına ve araştırmayı destekleyen derneklere 1970’lere kadar rastlanmaz. Dört yıllık eğitim veren okul 1965 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) bünyesinde Basın Yayın Yüksek Okulu (BYYO) adıyla kurulmuştur. Nicel olarak öğretim üyesi yeterlidir; fakat daha ilk başında Tahir Çağatay, Nermin Abadan-Unat, İlhan Öztrak, Ünsal Oskay ve Feyyaz Gölcüklü gibi belli sayıdaki kişilerin önemli katkıları dışında, okul iletişimdeki birikimin gelişimine katkıda bulunacak ilgiden ve destekten yoksun başlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğundan da hiçbir araştırma geleneği mirası almayan Cumhuriyet Türkiyesinde tarih, sosyoloji, siyaset bilimi, hukuk, felsefe, dilbilim, antropoloji, sosyal psikoloji, sanat ve arkeoloji çalışmalarının da iletişim alanındaki bilgi birikimine katkısı, 1960’ların ortasına kadar çok az olmuştur. 9 İletişim alanı tüm bu alanların içinde ve kesişme noktasında yer aldığı için, bu katkı azlığı iletişim alanının zayıf kalmasına ve yeterince gelişmemesine neden olmuştur. Bu nicel azlığa rağmen elbette bazı olumlu ve olumsuz karakterdeki “ilk ilgiler” ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetle birlikte özellikle gazeteciliğin, radyo ve sinemanın topluma yapabileceği olumlu ve olumsuz etkiler üzerinde tartışmalar da başlamıştır. Atatürk’ün medya ile ilgili düşünceleri yanında; örneğin Öztürk’ün belirttiği (2008) Adnan Hilmi Malik, Burhan Cahit ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi bazı aydınlar dışarıdan gelen filmlerin ekonomik ve toplumsal sonuçları ve yerli film üretiminin engellenmesi (kitle iletişiminin etkisi ve kültürel boyutu) gibi konularda 1920’lerde ve 1930’larda görüşler sunmuşlardır. 1929’da Yeni Resimli Ay dergisinin ilk sayısındaki bir yazıda sinema filmlerinin yabancı propaganda aracı olduğu üzerinde durulmaktaydı. İkinci sayıda ise Bible House’un bastığı kitap ve mecmualar, misyonerler ve yabancı okulların gençler üzerine etkilerini ele alan yazı vardı. Baltacıoğlu (1937) Türkiye’de gösterilen filmleri “emperyalist filmler” olarak nitelemekte; topluma kötü etkileri olduğunu belirtmekte ve çözüm olarak da (1) dışarıdan gelen filmlerin denetlenmesi, (2) kilise, büyü, militarizm propagandası gibi içerikte olanların yasaklanması ve (3) rejimin ideallerine ve çağdaş kültür değerlerine uygun yerli filmlerin desteklenmesi gerektiğini öne sürmektedir. Gerçi, temel amaç iletişim alanında bir inceleme yapma olmasa da, Adnan Adıvar ve Niyazi Berkes gibi aydınların yaptığı çalışmalarda da iletişime yer verildiği görülür. Bu aydınlar Osmanlı toplumunda matbaanın yerini ve gecikme nedenlerini açıklamışlar ve iletişimi yakından ilgilendiren toplumsal süreçler konusunda da açıklama getirmişlerdir. Benzer biçimde Nermin Abadan-Unat ve Şerif Mardin siyaset bilimi, kamuoyu ve siyasal düşünce çalışmaları; Mübeccel Kıray, Behice Boran ve Emre Kongar sosyolojik ve siyasalsosyolojik çalışmaları ve Pertev Naili Boratav halkbilimi ve edebiyat alanındaki çalışmaları içinde iletişim alanındaki bilgi birikimine katkıda bulunmuştur. Toplumsal-yapısal incelemelerden medyanın örgütlü pratiğine ve profesyonel pratiklere kadar çeşitlenen sosyolojik araştırmalar da yavaş bir gelişme göstermiştir. Aynı yönelim kitle iletişiminin düşünsel/ideolojik ve kültürel üretim bağlamında incelenmesinde de dikkati çeker. Elbette niteliksel liberal-demokrat ve eleştirel incelemeler bağlamında, son zamanlarda, N. Erdoğan, Ç. Dursun, İ. Erdoğan, S. Çelenk, R. Kaya, A. Girgin, A. İnal, S. R. Öztürk, R. Uzun, S. Adalı, E. Yüksel, N. T. Cheviron, E. Dağdaş, Ö. Özer, F. Başaran, S. Öztürk ve diğer birçoklarının eserleriyle bu alandaki çalışmalar artmaktadır. İletişim araştırmalarının önemli bir ilgi alanı da iletişimin türleri içindeki gelişmeleri ele alan tarihsel temalardır. Uygur Kocabaşoğlu ve diğer araştırmacıların da belirttiği gibi Türkiye'de basın, radyo, Anadolu Ajansı, televizyon, dergi ve sinema tarihine ilişkin olarak yapılan çalışmalar yetersizdir; ilgi de yavaş gelişmiş, bir ara hızlanmış, fakat günümüzde azalmıştır. Bu bağlamda S. İskit, S. N. Gerçek, M. N. Özön, O. Koloğlu, U. Kocabaşoğlu, H. Topuz, N. Yazıcı, C. Koçak, K. Alemdar, O. Tokgöz aydınlatıcı eserler ortaya koymuşlardır; genç akademisyenler günümüzde bu bağlamda araştırmalara devam etmektedir. Elbette siyasal iktidarın ve güç yapılarının yönetsel kültürü ve ilgisinin karakteri, bilimsel gelişmeyi olumlu veya olumsuz yönlerde etkiler. Ne yazık ki, Türkiye’de toplumsal gelişme sürecini anlamaya yardım eden araştırmalar siyasal iktidarların endişe kaynağı olmuş, alternatif düşüncelerden yararlanma yerine, bastırma ve engelleme politikaları güdülmüş, hatta zaman zaman bilim çevresini sindirmeye yönelik sert müdahaleler tercih edilmiştir. Bunun sonuçlarından biri de, günümüzde çoğu kez akademik hayatta özgür üretimi engelleyen “aynı/benzer düşüncede olanların çıkar işbirliğiyle desteklenen bir otokontrol yapısının oluşmasıdır. Bu tür koşullar doğal olarak bilimsel merakı ve bu merakın giderilmesi yollarını arama çabalarının gelişimini belli ölçüde engellemiş; soru sormayı ve yaratıcılığı önemli ölçüde kısıtlamış, bilimde de çeşitli türdeki olumsuz bağımlılıkları arttırmıştır. Bu durum elbette değişmektedir, fakat bu değişimin kısa zamanda olacağını bekleyemeyiz, çünkü köklü bir geçmişe ve yapılaşmış bir ilişkisel kültüre sahiptir. Bu tür koşulda, sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede düşünme ve yaratma yerine üretilmiş, paketlenmiş malların ve düşüncelerin satın alınarak tüketimi yaygınlaştırılmıştır. Bu tür yaygınlaştırmanın egemenliğini, bizden farklı nedenlerle, Amerika ve Avrupa’da bile görmeye başladık. Amerika”daki ve Avrupa’daki çalışmaların bilinmesine, izlenmesine hatta benzerlerinin yapılmasına karşı olmak anlamsızdır ve yanlıştır. Ama yukarıda belirtilen türdeki Batı kalıplarının izlenmesi, bir 10 ülkenin her sorunu gibi iletişim sorunlarının ve konularının da doğru anlaşılması, açıklanması ve çözülmesi bağlamında olumsuzluklarla dolu olacaktır. Bilmeye ve Bilime Karşı Toplumsal İlgi ve Tutum Araştırmanın oluşması ve gelişmesi için toplumda genel olarak bilmeye ilgiyi destekleyen bir kültürün olması gerekir. Toplumsal ilgi yoksa veya azsa, araştırma için diğer olanakların varlığının anlamı olmaz. Kütüphanelerin boş olduğu, öğrencilerin kütüphaneyi kitapçı sandığı, ancak ödev yapmak için zorunlu olarak kütüphaneye gittiği, internetin facebook ve chat için kullanıldığı, kopya ve yapıştırın egemen olduğu, bilmenin para kazanmaya endekslendiği, becerikli ve yeteneklinin iş adamı olduğu ve yeteneksizin okula gönderildiği gibi görüşlerin dolaşımda olduğu, “ben yirmi yıldır bir şey yazmadım, ama sen yazdın da ne oldu” gibi sözlerle tembellik kültürünü yeniden üretenlerin yaygın olduğu ortamlarda bilgi ve bilime karşı ilgi zor yeşerir ve büyür. Hele bilme resmi ve işlevsel bilme yolları çerçevesi içine hapsedilirse ve onun dışındaki “anlamak için soruşturma” dışlanır ve bastırılırsa, bu durum daha da kötüleşir. Günümüzdeki değişim bu durumu giderek ortadan kaldırmaktadır, ama bu kez de tembellik kültürünün ve resmi olanın yerini “bireysel çıkarların öznel şirket ve kurum çıkarlarıyla birleştirildiği bir egemenlik” almaktadır. 1900’lerde ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş dönemlerinde iletişimle ilgili bilmeye ve bilime ilgi; ancak toplum yönetimi seviyesinde gazetelerin, dergilerin, Anadolu Ajansı’nın ve radyonun kurulması gibi temel iletişim yapılarının oluşturulması biçiminde gelişmiştir. Halkın büyük çoğunluğunun okuma yazma bilmediği bir ortamda ve diğer önemli koşullardan yoksun ve yoksul bir koşulda, temel çaba ancak bu tür başlangıçlar olabilirdi. Dolayısıyla, iletişim alanında bilmeye ve bilime ilgi konularında araştırma yapma gereğinin hissedilmemesi olağandır. İlginin ve gelişmenin ancak bu başlangıçlardan sonra olma olasılığı vardır. Ne yazık ki, Türkiye önemli yapısal sorunları, özellikle sanayi devrimini gerçekleştirememesi ve Aydınlanma Çağı'nı yaşamaması gibi nedenlerle bilimin Batı'da sahip olduğu işlevleri yerine getirecek koşullardan yoksun kalmış ve insan ve toplumuyla ilgili olarak sorgulama ve sorulara bilimsel yanıt arama geleneğini geliştirip yaygın hale getirememiştir. Bu genel toplumsal karakterin, araştırma alışkanlığının ve geleneğinin sosyal bilimlerde gereği gibi gelişmesini sağlayacak teşviki ve desteği vereceği de beklenemez. Uluslararası Egemenlik ve Mücadele Koşulları Dünyada iletişim araştırmalarının en yoğun ilgi alanlarından biri de uluslararası yapılar ve ilişkilerdir. Uluslararası ilişkilerde örgütsel yapılar transfer edilirken; aynı zamanda, düşünsel ve profesyonel iş yapış biçimleri, profesyonel ideolojiler, profesyonel anlayışlar ve duyarlılıklar da transfer edilir. Bu transferin bir kısmı aynen korunurken bir kısmı da egemenliği destekleyen melez bir yapıya dönüştürülür. Bunun iletişim araştırmalarındaki yansıması, araştırma yöntemlerinden araştırma amaçları ve konularına kadar araştırma ile ilgili her şey üzerinde görülür. Her durumda, bu bağlamdaki araştırmalar, uluslararası iletişim örgütleri, örgüt yapıları, iletişim sistemleri, iletişim teknolojileri, tekelleşme, araç transferi, medya ürün ticareti, profesyonel pratikler ve ideolojiler gibi konular üzerinde dururlar. Bu tür araştırmalar günümüzde Türkiye’de de bulunmaktadır. Uluslararası egemenlik ilişkileri Türkiye gibi ülkelerde hem iletişimin örgütlenme biçimlerini ve iletişim eğitiminin kitle iletişimi türü içine sıkıştırılmasını getirmiştir hem de kuram, yöntem ve araştırma alanlarındaki yönelimleri de belirlemiştir: Amerikan sosyal-psikolojisi, psikolojisi, sosyolojisi, siyaset bilimi, dil/gösterge bilimi önde olmak üzere, Batı’nın ana akım kuramlarının ve araştırmalarının en egemen olanları Türkiye’de öne çıkarılmıştır. Batıdaki iletişim araştırmalarında Plato, Aristo ve Cicero gibi filozoflara dayanan tartışma ve retorik yan, (çok az da olsa) Marks’ın Alman İdeolojisi ve Grundrisse’de ele aldığı düşünsel ve materyal yan, Pavlov ve Freud ile zenginleşen psikolojik yan, dil bilimcilerle işlenen dilsel yan, Chicago Okuluyla oluşturulan ve özellikle Cooley ile işlenen sosyolojik yan ile iletişimin tutucu anlatılarından liberal ve eleştirel anlatılarına kadar çeşitlenen biçimleri dikkati 11 çeker. Türkiye tüm bu yanları dışarıdan öğrenmiş ve transfer etmiştir; transfere de yoğun bir şekilde devam etmektedir. Uluslararası egemenlik ve mücadele koşulları aynı zamanda uluslararası kontrol mekanizmalarını kurmak ve geliştirmek isteyen güçlerin Türkiye gibi ülkelerde araştırma yapmaları ve araştırma yaptırmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu araştırmaların önemli bir kısmı da iletişim alanındadır. İletişimle ilgili bu tür araştırmalar özellikle 1950’lerde modernleşme ve kalkınma adı altında kapitalist sistemin dünya görüşünün ve ürünlerinin dünyaya yayılmasını amaçlayan Amerikalılar tarafından yapılmasıyla başlanmış ve çeşitli fonlar ve desteklerle yerel kurumları ve araştırmacıları da katarak halen devam etmektedir. Araştırma Tasarım ve Yöntem Bilgisi Araştırma yöntemleriyle ilgili gelişmelerin dünyadaki çıkış yeri Batı ve özellikle ABD’dir. Yöntem ile ilgili gelişmeler araştırma tasarımında ve uygulamasında oluşturulacak gelişmelerle siyasal ve ekonomik çıkarları en etkili bir şekilde gerçekleştirme amaçlıdır. Bu doğrultuda yöntem konusunda ölçme ve değerlendirme ile ilgili gelişmeler iletişim alanında Lazarsfeld ve arkadaşlarının, siyaset bilimcilerinin ve sosyal psikologların çalışmalarıyla olmuştur. Batı’da geliştirilen tasarım ve yöntem bilgisini sosyal bilim araştırmalarında kullanmanın ilk örnekleri Türkiye’de 1940’larda ortaya çıkmış, fakat kullanımın nicel artışı ve doğru kullanım ile ilgili gelişim çok yavaş olmuştur (Kıray, 1970). Son zamanlarda Batı’dan transfer türü çalışmaların sayısı artsa da araştırma tasarım ve yöntem bilgisi henüz belirli bir seviyeye gelememiştir. Araştırmalardaki tasarım ve yöntem sorunları bu çalışmaların güvenilirlik ve geçerliliğini sorunlu kılmaktadır. Türkiye’deki nicel araştırmalarda sorunlar çoğunlukla (a) araştırmanın içeriğini yansıtmayan başlığında başlamakta, (b) giriş olmayan bir girişle ve yöntem olmayan bir yöntemle devam etmekte, (c) araştırma bulgu ve istatistiksel analizin yanlış ve geçersiz sunumuyla tümüyle geçersiz hale gelmektedir. Benzer sorunlar niteliksel tasarımlarda da yaygın bir şekilde görülmektedir: İçeriği yansıtmayan araştırma başlıkları, başlıklarda çekici ama yanlış kavramların kullanılması, araştırmanın ana metninin keyfi ve gereksiz bilgilerle doldurulması, keyfi ve alakasız alt-başlıkların kullanılması, kuramsal çelişkilerle dolu tutarsız nedensellik bağlarına dayanan açıklamaların sunulması, sistemli bir analiz yerine “önemli birilerinin” söylediklerinin ardı ardına sıralanması bu sorunların önde gelenleri arasındadır (Kıray, 1970; Erdoğan, 2001, 2008 ve 2012b). Yöntem bilgisi yöntembilimle ve bilgi kuramıyla ilişkilidir: Seçilen yöntem ve yöntemin kullanım biçimi; (a) belirsizlikleri ortadan kaldırma yerine artırabilir, (b) konuyu belli çıkarlar çerçevesine uygun bir şekilde analiz edebilir ve irdeleyebilir, (c) açıklamak istediğini gereği gibi açıklayabilir. Ne yazık ki iletişim araştırmalarındaki yaygın yönelim, kullanmayı yeterince ve doğru bilmeme yanında, araştırma tasarımlarının ve yöntemin daha çok öznel çıkarlar çerçevesinde kullanılması yönündedir. Bunun en belirgin göstergeleri iletişimde televizyon, halkla ilişkiler, pazarlama ve reklamcılık endüstrilerine hizmet merkezli araştırma tasarımı bolluğudur. Alternatifler ve Kontrolü Alternatif, işlevsel olduğu zaman kullanılır ve işlevsel olmadığı zaman ya ortadan kalkar ya direnir ya da işlevsel olmadığı, fakat varlığını sürdürdüğü için dışlama, dışarıda bırakma, kötüleme, yanlışlama, önünü tıkama gibi çeşitli mekanizmalar yoluyla “kontrol” edilmeye çalışılır. İletişim alanında alternatif araştırmalar egemen olan ve yaygın olarak dolaşıma sokulan araştırmalardan farklı kuramsal yaklaşım, konu, sorun, ilgi ve açıklamalarla gelen araştırmalardır. Bu araştırmalar egemen olanların konularını ele alabilir; fakat aynı konuyu inceleyerek farklı sonuçlar çıkarır ve farklı çözüm önerileriyle gelir. Egemen araştırmalarla aynı, benzer ya da çok farklı yöntemler kullanabilir. Kullandığı kuramsal çerçeveler farklı olabilir. 12 Alternatif araştırma anlayışları insan, toplum, ilişkiler, değişim, sürdürme ve gelişme gibi birçok önemli konular üzerinde sistemli ve tutarlı düşünmeyle başlar. Dolayısıyla tarihi çok eskidir. Bu anlayışlar dünyayı düşünceden/akıldan geçerek anlamaya çalışan idealist ve akıl taşıyan insanın kendini ve toplumunu nasıl ürettiğinden geçerek anlamaya çalışan tarihsel materyalist felsefelere dayanır. Günümüzde alternatif araştırma ve açıklama olarak sunulan yaklaşımların başında post-yapısalcı, postmodern ve post-Marksist denenler gelir. Bu anlayışlarla birlikte araştırmalarda ve açıklamalarda dilin, düşüncenin, ideolojinin ve kültürün belirleyiciliği vurgulanmaya başlanmıştır; dilin, düşüncenin ve kültürün üretim tarzı ve ilişkileriyle olan bağı önce ihmal edilmiş ve ardından da reddedilmiştir. Araştırmaların bazıları eleştirmeden geçerek veya eleştiriyor duygusunu vererek egemen güç yapılarını ve ilişkilerini destekleyen karakter taşır ya da egemen yapının içindeki güç ve çıkar çekişmelerinin ifadeleridir. Bu tür “alternatif” araştırmalar “kontrollü alternatif” olarak nitelenirler. Çünkü egemen yapıya meşrulaştırılmış ve yaygın dolaşıma sokulmuş “işlevsel alternatif” olarak dururlar. Bu kontrollü alternatifler sadece ele aldıkları konular ve yönelimleriyle egemen yapıları eleştirerek desteklemezler, aynı zamanda gerçek/anlamlı alternatiflerin yerini alırlar, gerçek alternatif çalışmaların marjinalleştirilmesine yardım ederler. Eleştirel yaklaşım demek bir şeyi kötüleyen, eksiklerini bulan, aşağılayan, değersizleştiren” demek değildir; anlamlı bir şekilde soruşturan ve irdeleyen demektir. Bir şeyi eleştirmek (criticism) bireyi eleştirel okula ait yapmaz, çünkü eleştirel yaklaşım çok hassas, ciddi ve önemli konuları ele alan, sistemli bir analiz yapan veya bilginin geçerliliğini inceleyen demektir. İletişim alanında, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de alternatif çalışmalarda en yaygın olan ideolojik analizdir. Onun yerini, ideolojik analizi de içeren “kültürel incelemeler” denen ve oldukça çeşitli kültür bağlamındaki konular üzerinde duran araştırma yaklaşımı almıştır. Dil bilimi ve göstergebilim alanında kültürel incelemeler, göstergebilimsel ve söylem analizleri yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’de de çağdaş psikolojik savaşın kontrollü alternatifler olarak dolaşıma soktuğu ve yaydığı medya ve (toplumsal) cinsiyet, etnik kimlikler, kültürel kimlikler, çoklu kültürellik, küresel kültür, mikroseviyeye indirgenen yorumsamacılık, post-yapısalcılık ve diğer “post” ekiyle gelen yaklaşımların işlediği konular üniversitelerden medyadaki günlük üretime kadar yaygınlaşmıştır. “Gündelik hayatta bireyin kendisini ifadesini” incelemeler artmıştır. Öte yandan neredeyse günlük hayatın diğer yönleri; örneğin diplomalı olup iş bulamama, işsizlik, asgari ücret politikası, sigortasız çalışma, iş güvenliği eksikliği, çalışma saatlerinin fazlalığı, fazla mesai ücreti alamama, kredi kartı mağduriyeti, açlık ve sefalet gibi şeyler “gündelik hayatın ifadeleri” dışında bırakılmıştır. Medya endüstrileri ve bu endüstrilerin metinleri nasıl ürettiği ve dolaşıma soktuğu da ilgi dışına itilmiştir. Kalıcılığı, düşünmeyi ve nedensellik bağları kurmayı gerektiren tarih, ekonomi, siyasal ekonomi, kuram gibi “eskinin kalıntıları” değersizleştirilmeye ve akademik bilişten silinmeye başlanmıştır. Bu yönelimde küresel pazar kendi ekonomik ve siyasal pazarına uygun bilişi ve kültürü yaratmayı sadece egemen yaklaşımlarla değil aynı zamanda yaygınlaştırılan “kontrollü alternatif” yaklaşımlarla yapmaktadır. Kontrollü alternatifler yoluyla yaratmada, yukarıda belirtilen türdeki konulara ilgiyle birlikte, “yerel ve anlık zevkler”, “hızlı ve kaliteli tüketim” ve “melez kimlikler” ile “bireyin kendini ve dünyasını inşası” gibi anlatılar popülerleştirilmekte ve yaygın dolaşıma sokulmaktadır. Öğrenciler, tez yazanlar ve araştırma yapanlar da bu popülerleştirilen yaklaşım, anlayış, konular ve açıklamalar üzerinde durmaktadır. ARAŞTIRMA TÜRLERİ, ALANLARI, KONULAR VE YÖNELİMLER Batıda olduğu gibi Türkiye’de de temel olarak iki araştırma türü ve bu türler içinde farklı alt-türler kullanılmaktadır: (1) Niteliksel araştırmalar ve (2) niceliksel araştırmalar. Araştırmaların iletişim içinde eğildiği alanlar kendi-kendine ve bireylerarası iletişimden başlayarak uluslararası iletişime kadar çeşitlenir. Araştırmaların ele aldığı konular ve yönelimler ise her alan içinde farklılıklar ve benzerlikler gösterir ve oldukça zengin çeşitliliğe sahiptir. 13 Temel Araştırma Türleri İçindeki Çalışmalar Niteliksel Çalışmaların gelişmesi Niteliksel çalışma, seçilen bir konuda veya sorunda gerekli olan verileri, enformasyonu ve bilgileri toplayan, bu toplananı mantıksal nedensellik süreçlerinden geçirerek analiz eden ve sonuçlar çıkaran araştırma biçimidir. Sosyal bilimler tarihinin en başından beri var olan en köklü araştırma türüdür. Batıdaki ve Türkiye’deki niteliksel iletişim araştırmalarında Amerikan yapısal işlevselci sosyolojisinin ve sosyal-psikolojisinin türleri egemen olmuştur. İletişim araştırmalarının siyasal alanda propaganda ve kamuyu biçimlendirme işi yönünde başlaması ve gelişmesi Türkiye dışında, özellikle kapitalist sistemin kitlelerin demokrasi taleplerini boğmak gereksinimiyle gelişmiştir. Faşizm, Nazizm ve Komünizm gibi kitleleri harekete geçiren akımlarla gelen durumla yaygınlaşmıştır. Niteliksel olan bu ilk yapıtların iletişimi de ele alan ilk kapsamlı örneklerini 20. yüzyılın başlarında Chicago Üniversitesi'nin önemli üç entelektüeli; John Dewey, George H. Mead, R. E. Park ve Michigan Üniversitesi’nden Charles Cooley iletişimde liberal-demokratik çalışmanın kurucuları olarak ortaya koymuşlardır. Bu aydınlar iletişimin demokrasinin reformuna hizmet edeceğini umut etmişlerdir; ancak bu aydınların makro-seviyedeki niteliksel iletişim araştırmaları ve bu araştırmaların kuramsal yaklaşımları 1930’larda bir kenara itilmiştir. İkinci örnekleri ise 1910’larda ve 1920’lerde kamuoyu ve propagandayla ilgili çalışmalarda görülür. Kamuoyunu biçimlendirerek yönetme işinin önderlerinden olan Walter Lippmann 1914’de “Drift and Mastery” başlıklı yazdığı kitapta, İtalyan faşist entelektüeli Pareto ve benzerlerinden farklı olmayan bir görüş ortaya sürmüştür: Lippmann’a göre gerçeği halka açıklama ve reformlar kimsenin otoriteye saygı göstermediği bir toplumun yükselmesine neden olmuştur. Lippmann, bu duruma çözüm olarak ilericilerin işinin bu kaos içindeki dünya üzerinde kontrol kurmak ve “daha az bilgilendirilmiş halka” ve “daha çok sosyal kontrolü kurmaya” odaklanma olduğunu belirtmiştir. 1922’de yazdığı “Kamuoyu” (Public Opinion) kitabında şöyle demektedir: “Alelade halk yaşadıkları toplumu ve toplumun nereye gittiğini kavrayacak mental kapasiteye sahip değildir. Halkın dünya kavramı gerçekler temeline dayanmaz, onun yerine ‘kafalarındaki resimler’ tarafından yönlendirilerek oluşmuştur”. Lippmann’a göre eğer halka gerçeği/doğruyu sunarsan, işleri karıştırırsın. Çünkü onu tartışmak isteyeceklerdir. Halk tartışmaya başladığında ise problemle karşılaşırsın. Lippmann halkın mantıktan tümüyle yoksunluğunu belirtmemiş; fakat halkın mantığının liderliğin yolunun önüne köstek olarak çıkacağını ifade etmiştir. Lippmann demokrasiyi uygulamak arzusunda da değildir; demokrasi hayalini yaratmak istemiştir. İşte bu demokrasi hayalini yaratma isteği ve gerekçesi, kapitalizmin gerçekler hakkında imajlar (illüzyon) yaratma yoluyla dünyada başarılı bir şekilde yürüttüğü biliş ve davranış yönetimini çabalarının özünü oluşturur ve meşrulaştırır. Bu tür “kitleler üzerinde kontrolü gerçekleştirmeye ilgi” sosyal bilimlerin öncelikle sosyoloji, psikoloji, siyasal bilimler ve gazetecilik başta olmak üzere hemen hepsinden gelmiştir. Yeni iletişim teknolojileri (film, radyo ve gazeteler) insanları etkileme aracı olarak kullanılmaya ve bu kullanımın etkilemedeki başarısı ele alınıp incelenmeye başlanmıştır. Buna ABD’nin dünya egemenliği serüveniyle giriştiği yoğun soğuk savaş propagandası eklenmiştir. Aynı zamanda, siyasal kampanya iletişimi de hızla önem kazanmıştır. Tüm bunlar, iletişimle ilgili araştırmaların sayıca artmasını ve konu olarak çeşitlenmesini beraberinde getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde ise bu gelişmeler yaşanmamıştır. Türkiye bu gelişmelerden uzak kalmıştır; çünkü ABD’de bunu ortaya çıkaran kontrol etme gereksinimi ve koşulları Türkiye’de oluşmamıştır. Türkiye’deki iletişim araştırmalarının başlangıcı olarak sunulan araştırmalar da Türkiye’nin kendi yapısal dinamikleri içinde gelişmemiştir. Türkiye'deki modernleşmeyi basındaki gelişmeyle ilişkilendirerek imceleyen Ahmet Emin Yalman’ın araştırması, ABD'nin Colombia Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde yaptığı “The Development of Modern Turkey as Measured by Its Press, (1914)” başlıklı tez bir Türk’ün iletişim alanında Türkiye ile ilgili yaptığı ilk çalışma olarak bilinir. 14 İkinci Dünya Savaşından sonra, Soğuk Savaş ile dünya egemenliği serüvenine başlayan ABD dışişleri politika yapıcıları, üçüncü dünya ülkelerini iknada psikolojinin anahtar olduğunu savunmuşlardır. Bu inanç, Amerikan istihbarat örgütü CIA’da da kitle iknasının “beyin kontrolü araştırmasının” önemli parçası olarak görülmesini sağlamıştır. Kitle iletişimi alanında Savunma Bakanlığı ve CIA destekli milyarlarca dolar harcanan psikolojik savaş araştırmaları geliştirilmiştir (Simpson, 1994; Summers, 2008). Federal devletin parası (ordu, CIA, Devlet Bakanlığı ve bunların Rockefeller, Rand, Carnegie ve Ford Foundation gibi kuruluşlarla yakın işbirliğiyle), üniversitelerde açılmış araştırma merkezlerine yağdırılmıştır. Örneğin Lazarsfeld’in Columbia Üniversitesi’ndeki araştırma bürosu, Cantril’in Princeton’daki Institute for International Social Research ve Ithiel de Sola Pool’un MİT Üniversitesi’ndeki Center for International Studies gelirlerinin büyük kısmı bu şekilde elde edilmiştir. Bu tür merkezler ABD yönetiminin psikolojik savaş programlarına eklemlenmiş fiili (de facto) kuruluşlar olarak kurulmuş, kapanmış ve yenileri kurulmuştur ve bu tür faaliyetler sadece Amerika içinde değil tüm dünyada yapılmaktadır. Bu iletişim ve araştırma merkezleri ve komiteleri belirledikleri propaganda ve psikolojik savaş ve istihbarat alanlarında öğrenciler ve özellikle sosyal bilimciler yetiştirmişlerdir (Glander, 2000; Hardt, 1992). 1950’lerden beri ülkelere yapılan müdahaleler, ülkelerde insanların (özellikle gençlerin) katledilmesi, bu araştırmalarda sunulan açıklamalara bağlı olarak gelen politika uygulamaları nedeniyle orkestra edilmiştir. Bu akademisyenler sorunu çözmek için propaganda kampanyaları, kontrgerilla operasyonları (gerillalara karşı operasyonlar) ve askeri cuntaları önermişlerdir. Bunların yanında elbette 1960 ve 1970’lerde, “düşük yoğunluktaki dış savaş” (low-intensity warfare abroad) olarak isimlendirilen faaliyetler de “medyanın kalkınmadaki rolü,” “yeniliklerin yayılması” ve “modernleşme” gibi çerçevele içinde sunan Rogers, Frey, Pye, Apter, Almond, Lipset ve Lerner gibiler hem ülke içinde hem de diğer ülkelerde yaptıkları çalışmalar ve konuşmalarla yürütmüşlerdir (Erdoğan, 2000). Project Camelot ve Iron Mountain Debate gibi ABD kontrgerilla projeleri ve operasyonları, psikolojik savaş projeleriyle ve bu projeleri şekillendiren kalkınma teorisi ile büyümüş ve gelişmiş, akademik konferanslar, kitaplar ve makalelerle yayılmıştır. Örneğin Siebert ve diğerlerinin “Basının Dört Kuramı” (1954) ve Lerner'in “Geleneksel Toplumun Geçişi” (1958) yapıtı tüm dünyada yaygın dolaşıma sokulmuştur. Bu çalışmaları Pye ve grubunun İletişim ve Siyasal Gelişme (1963) kitabı izlemiştir. Buna Schramm, “Kitle İletişimi ve Ulusal Kalkınma” yaklaşımıyla katılmıştır (1964). O yıllarda, UNESCO yayınları ABD'nin propaganda etkinliklerinin aracı olarak çalışmaya başlanmıştır. Rostow'un kalkınma modeli adapte edilmeye çalışılmıştır. 1965'lerde kırsal alanlardaki modernleşmede Rogers'ın Yeniliklerin Yayılması (1962) araştırmalarıyla teknolojilerin ve ideolojilerinin yayılması meşrulaştırılmıştır. Bu kitaplar ve görüşler iletişim fakültelerinde de yoğun bir şekilde okutulmuştur. Bu yayılma, Cumhuriyetin kuruluşundan beri yavaş yavaş ivme kazanan sosyal bilimleri Batı’dan transfer etme ağırlıklı süregelen yönelim ile Türkiye’de yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Sadece akademik yönelim değil, eğitim de bu yayılmanın parçası olmuştur. Türkiye’de ilk kurulan iletişim okulunda 1965’de derslere başladığında ilk öğretilenler Schramm, Lerner, Rogers, Osgood ve Huntington gibi Amerika’nın soğuk savaşçıları ve Amerikan sosyal-psikologlarına aittir. ABD egemenliğindeki bu dünya koşulunda, Türkiye’de 1960 sonları ve 1970 başlarında iletişim temeline dayanan nitel çalışmalar çıkmaya başlamıştır. Bu başlangıçlar, Oya Tokgöz‘ün haber ajansları ve radyo ve televizyon sistemleri ile ilgili çalışmaları, Nermin Abadan Unat’ın “Batı Avrupa ve Türkiye'de basın yayın öğretimi” (1972) çalışması ve Ünsal Oskay’ın Frankfurt Okulu çevirileri ve iletişimle ilgili nitel çalışmaları ile olmuştur. Tarih çalışmaları anlamında, Türkiye’de radyo yayıncılığını ele alan Uygur Kocabaşoğlu’nun (1978) çalışması ve Korkmaz Alemdar’ın (1981) Türkiye’deki iletişimin sosyolojik ve tarihsel kökenlerini inceleyen çalışması önemli bir kilometre taşıdır. Sinemada çok geç başlayan akademik araştırmalar Türkiye’nin Hollywood’u Yeşilçam’ın yeşermesi, gelişmesi, kaybolması ve 1990’ın ortalarından itibaren Yeşilçamsız sinemanın yeniden canlanmaya başlamasına paralel zikzaklı bir seyir izlemiştir (Abisel, 1982 ve 2006; Kayalı, 2005; Erdoğan ve Solmaz, 2005; Öztürk, 2012). İlk çalışmaların bazıları, özgün olanlar yanında, çevirilerden, derleme bilgilerden oluşan kitaplardan oluşmuştur. Günümüzde Türkiye’de farklı kuramsal yapılara bağlı olarak gelen birçok çeviri, derleme, 15 özgün çalışma, tez ve makaleler bulunmaktadır. Niteliksel çalışmaların çokluğu, aynı zamanda, postyapısalcı, post-modernist, post-pozitivist ve post-Marksist gibi niteliksel yöntemi kullanarak çalışma yapmayı gerektiren yaklaşımların günümüzde popüler olması nedeniyledir. Niceliksel Çalışmalar Niceliksel araştırma, verileri istatistik süreçlerden geçiren tasarıma dayanan araştırma türüdür. Bu tür tasarım Avrupa’da 1900 başlarında “Vienna Circle” denen grubun mantıksal pozitivizm (mantıksal ampirizm) anlayışıyla oluşmuş ve gelişmiştir. Ampirik araştırma yönelimi birbiriyle rekabet halinde olan iki grubun yoğun araştırmalar yapmasıyla yaygınlaşmıştır: Birinci grubu psikolojik ve sosyal psikolojik seviyede deneysel araştırmalar yapanlar oluşturmuştur. Bu tür araştırmayı teşvik için Rockefeller Foundation 1929’da Yale Üniversitesinde bir iletişim programı kurmuştur. Programın amacı kamu kampanyalarındaki, reklamlardaki ve propagandadaki ikna iletişimi üzerinde çalışmak ve bunun düşünce ve davranışlar üzerindeki etkilerini incelemektir. Tutum değişimi, iletişim ve eğitim (ve propaganda) araçlarıyla sunulanları öğrenme ile ilgili sosyal davranış araştırmaları böylece destek bulmaya başlamış ve İkinci Dünya Savaşı sırasındaki propaganda çalışmalarıyla hızlanmıştır. Bu tür araştırmalar ne o zamanlar Türkiye’de vardı ne de şimdi yapılmaktadır. İkinci grubu ise 1930’larda Paul Lazarsfeld’in New York’ta Columbia University’de kurduğu “Bureau of Applied Social Research” isimli araştırma merkeziyle ivme kazanmıştır. Bu gelenek kısa zamanda endüstrilerin çıkarlarına uygun yönetimsel karar verme ve pazarlama bilgileri sağlayan ve pazar için dağılım ve yönelim (trend) istatistikleri sunan bir yapıya dönüşmüştür. Ekonomik ve siyasal güçlerin desteklemesiyle kısa zamanda araştırmalarda egemenlik kurmuştur. Lazarsfeld ve arkadaşlarının çalışmaları iletişimde iletişimin klasikleri olarak bilinir. Gerçi Türkiye’de o zamanlar akademik denebilecek sistemli bir çalışma gelişmemişti; fakat “Son Posta” gazetesinde 1936 sonbaharında “Büyük sineme anketimiz” diye sunulan bir “dizi yazı” “doktor ve sinema” başlığı altında doktorlara açık uçlu sorulardan oluşan anket uygulamıştır. Fakat uygulama bir analiz sunmamaktadır; onun yerine soruları ve sorulara doktorların yanıtlarını vermektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası, bu iki yönelim Türkiye dahil dünyaya yayılmıştır. Uluslararası yayılmada, Schramm, Amerikan federal devlet kurumlarıyla verimli ilişkisine devam etmiştir; Pool Amerikan Savunma Bakanlığı'nın ateşli sözcülüğünü yapmıştır. Lerner ve benzerleri entelektüel akademik araştırmaları ve girişimleriyle bunlara katkıda bulunmuştur. İletişim, ABD dış politikasının gerçekleştirilmesi ve güçlendirilmesinde rol oynayan güdümlü akademik bir alan olmuştur. Kısa dalga radyo yayınlarıyla 1950'lerde “Uluslararası Radyo Savaşı” başlamıştır. Radyo ile Soğuk Savaş propagandası uluslararası iletişim kavramını ortaya çıkarmıştır. Okullarda uluslararası iletişim dersleri verilmeye başlanmıştır. Aynı zamanda hem nitel hem de nicel çalışmalardan oluşan kültürlerarası iletişim araştırmaları, kültürel ilişki ve kültürel temas yaklaşımlarıyla devreye sokulmuştur. Schramm, Lazarsfeld ve Klapper önderliğinde radyo propagandası, uluslararası izleyici ve etki araştırmaları yürütülmüştür (Mattelart, 1994). Bunlardan en sürekli olanlarından biri de Radio Free Europe ve Voice of America tarafından desteklen izleyici araştırmaları olmuştur ve bu araştırmalar hala yapılmaktadır. Bu araştırmaların önde gelen amacı araştırma bulgularına dayanarak etkili propaganda politikaları çizmektir. Araştırmalar kitle iletişimiyle ikna, biliş ve yönlendirmenin egemenliğine girdiği için alan araştırmaları (survey research) en egemen araştırma türü olmuştur. Alan araştırmaları nüfus kontrolü, modernleşme ve kalkınma çerçeveleri içinde ABD dışına Asya ve Afrika’ya taşınmıştır: Soğuk Savaş ve ideolojik egemenlik amaçlarıyla bilgi toplama ve değerlendirmede kullanılmaya başlanmıştır. Elbette bu tür amaç ve girişim ne o zaman ne de günümüzde, Türkiye’nin siyasal ve ekonomik güçlerinin önem verdiği bir şey oluştur. Genel anlamda Türkiye, Batı’da inşa edilen geleneklerin taşıyıcısı olmuştur. Gerçi BYYO 1965’de kurulduğunda, kitle iletişim alanında Lazarsfeld geleneği çerçevesinde iletişim araştırması, Nermin Abadan’ın 1961’deki “Cumhuriyet ve Ulus Gazeteleri Hakkında Muhteva Tahlili” başlıklı içerik analizi ve 1964’deki “Türkiye’nin Üç Büyük Şehrinde Radyo ile İlgili Halkoyu Yoklaması” yapıtı dışında görülmemiştir. Gelişme, 1990’lara kadar yavaş olmuştur: 16 Nermin Abadan-Unat’ı 1960 sonları ve 1970’lerde Aysel Aziz (2006) ve Oya Tokgöz (2000 ve 2003) radyo ve televizyon izleme, reklamlar, kadın ve siyasal katılım gibi konuları içeren deneyselimsi ampirik temel dağılım araştırmalarıyla izlemiştir. Bu tür araştırma yönelimi 1990’lardan itibaren Türkiye’de hızla hem tezlerde (Tokgöz, 2003) hem de diğer çalışmalarda (Aziz, 2006; Türkoğlu, 2009) egemen olmaya başlamıştır. İletişim eğitiminin endüstriye endeksli olma yönelimindeki yaygınlaşan ilgisiyle, bu tür araştırmalar çok daha yaygınlaşacaktır. Niceliksel araştırmalar dünyaya 1970’lerde “Kullanımlar ve Doyumlar” araştırmalarıyla yayılmıştır. McLuhan’ın niteliksel teknolojik determinist (belirleyicilik) çalışmaları ve 1980’lerde de “Gündem Belirleme” araştırmaları dikkati çekmiştir. 1990’lara gelindiğinde, artık endüstri ve endüstrinin akademisyenleri ne gündem belirleme ne de minimum etki sunan incelemelere tahammül edecek bir durumda değildir. Çözüm, küresel pazarın meşrulaştırıcısı post-modern, post-pozitivist ve post-yapısalcı yaklaşımlarla getirilmiştir. Gündem belirleme araştırmaları, 1990’ların post-yapısalcı ve post-modern anlatıların etkisi ve yeni-biliş yönetimi stratejileriyle birlikte “gündem birleştirme/kaynaştırma” araştırmalarıyla yenilenmiştir. İçerik, içeriği biçimlendirme ve bu biçimlendirmeden geçerek yapılan biliş ve davranış yönetimi bir kenara itilerek, kitle iletişiminde, post-modern “alımlama” yaklaşımlarıyla izleyici bireyin “bağımsızlığı” ve “inşa-yıkan ve kendine göre yeniden-inşa yapan egemenliği” ilan edilmiştir. Post-modern durumu yaşadığı söylenen insan, artık her şeyin farkında olan ve kendi değişkenliği, tutarsızlığı ve çoğulculuğunda “işine gelen her türlü etkiyi kendisi kendi için çıkartan özne” olarak sunulup incelenmeye başlanmıştır. Böylece, aktif izleyici tezine dayanan etki araştırmalarıyla medya endüstrilerini sorumluluktan kurtarma ve hizmet işine post-modern araştırmalar da katıldılar. Baudrillard, Deleuze, Derrida, Foucault, Guattari, Lacan, Lyotard ve Virilio gibi önderleri izleyenlerin bir kısmı (örneğin Poster, 1990 ve 1995; Bogart, 1996; Kellner, 1995; Turkle, 1995) post-modern iletişim teorisi üzerinde durmuşlar ve bu bağlamda iletişim araştırmalarının yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmuşlardır. Lasswell’in Formülüne ve İletişim Türüne Göre Araştırmalar Araştırmaların ilgisel yönelimi Lasswel’in formülüne veya iletişimin türüne göre değişiklikler gösterir (Şekil 5). Lasswell’in formülüne göre araştırmalar · Gönderen araştırmaları · Araç araştırmaları · Mesaj araştırmaları · İzleyici araştırmaları İletişim türüne göre araştırmalar · Kişinin kendisiyle iletişimi · Kişilerarası iletişim araştırmaları · Grup iletişim araştırmaları · Örgütsel iletişim araştırmaları · Kitle iletişimi araştırmaları · Uluslar arası iletişim araştırmaları Şekil 5. Lasswell’in formülüne ve iletişimin türüne göre araştırmalar Genel Alanlar, Konular ve Yönelimler Nitel tasarımlar dahil iletişimde laboratuar, klinik ve alan araştırmaları çoğunlukla Lasswell’in formülündeki dört temel öğe (unsur) üzerinde dururlar ve her öğedeki araştırmalar konuyu/sorunu etki bağlamında ele alırlar: İleten (kim), iletilen (ileti, mesaj), kanal/araç ve izleyici. Lasswell’in formülüne göre araştırmalar 17 İleti gönderenle ilgili araştırmalar: Bu tür araştırmaların ampirik olanları (deneysel ve deneyselimsi olanları) en etkin etkiyi sağlama ile ilgili olarak kaynağın (gönderenin, şirketin, kurumun, konuşmacının) inanılırlığı, imajı, saygınlığı ve güvenirliği üzerine odaklanırlar. Ampirik olmayan araştırmalar ise göndericinin (radyonun, basının, televizyonun, reklamın, halkla ilişkilerin ve konuşmacının) örgütsel oluşumu ve gelişmesi, toplumsal rolü, şiddet ve etik gibi konular üzerinde dururlar. İletiyle ilgili araştırmalar: Bu araştırmaların önemli bir kısmı iletinin taşıdığı içeriğin "etkisi" (olumlu ya da olumsuz yöndeki teşvikleri) üzerinde durur. Başarılı mesaj hazırlama için içerikte korku dozu, güvenilir bilgi ve güvenilir kaynak gibi öğelerin etkilerini incelerler. Etkili mesaj hazırlama ve sunum biçiminin, yanlı veya yansız sunumun, savunan ve karşıt görüşün nasıl yapılırsa etkili olacağı, anti-propagandaya karşı direncin nasıl kurulacağı, olumlu ve olumsuz imajların nasıl inşa edileceği ve enformasyonun ve etkinin akış biçiminin karakteri gibi konular üzerinde dururlar. Kanal/araç ile ilgili araştırmalar: Bu tür araştırmalarda çoğunlukla araçların işlevleri üzerinde durulur; araçların birbiriyle karşılaştırılması yapılır; araçların topluma, demokrasiye, özgürlüğe, iletişime ve insan hayatına demokrasi, seçim özgürlüğü, enformasyon zenginliği, enformasyon toplumu ve bilgi toplumu gibi getirdiği şahane değişimler sunulur. İzleyiciyle ilgili araştırmalar: Bu araştırmalar izleyiciyi bilerek izleyici üzerinde bilişsel ve davranışsal kontrol mekanizmaları kurma amacını taşır. Bu amaçla izleyicinin akla gelebilecek tüm karakteri ve özellikleri incelenir. İzleyicinin aktifliği ve pasifliği, katılması, üçüncü şahısların ve toplumsal baskıların izleyicideki etkileri, grup üyeliği, aitlik duygusu, kimlik algısı, medya, program ve içerik tercihleri, izleme biçimleri ve mesajlara (örneğin kampanyalara, reklamlara) karşı tutumları, görüşleri ve algıları gibi konular üzerine eğilinir. İletişim türüne göre araştırmalar Bireyin kendisiyle (içsel) iletişimi doğumundan başlayarak egemenlik ve mücadele yapıları içinde biçimlenir ve bu biçimlenmeyle bu yapılara sosyalleşir. Bu bağlamdaki incelemeler, psikoloji ve sosyalpsikoloji temeline dayanan ve öncelikle kişinin kendini nasıl algıladığı (self perception) ve BEN’in (kişiliğin) nasıl oluştuğu ve geliştiği üzerinde dururlar. Bunu yaparken iletişimde, bireyin “anlam vermesi” gibi iletişim sürecinin kişinin algısına, düşüncesine, karar vermesine, tutumlarına ve inançlarına ait yanları üzerinde odaklanırlar. Psikolojik ve sosyal-psikolojik araştırmaların da geç başladığı Türkiye’de (Kağıtçıbaşı, 1970), iletişim fakültelerinde gerekli seviyede ilginin, bilginin ve araştırmanın olduğu asla söylenemez. Ayrıca bu tür araştırmayı yapmak hem ciddi psikoloji ve sosyal psikoloji bilgisi hem de araştırma tasarımı ve yöntem bilgisi gerektirir. Bireyler arası iletişimle insanlar çeşitli ilişkiler kurar, yürütür, geliştirir ve bitirir; sorun çözer, görevler yerine getirir, kendi gereksinimlerini ve diğer insanların gereksinimleri karşılar. Böylece insanlar kendi ve diğerlerinin fiziksel, psikolojik ve sosyal varlıklarının ve kurduğu yapıların yeniden-üretimini gerçekleştirirler. Her ilişki koşulunda “iletişimde bulunan insan” vardır ve insanın iletişiminde bireyler arasılık en egemen olandır. Bireyler arası iletişim araştırmaları ilişki kurma, kendini açma, bağlanma ve muhafaza etme, ilişki geliştirme, yakınlaşma ve belirsizlik azaltma, güven, hayal kırıklığı, kötüye gidiş, çatışma, kaçınma ve çözüm gibi konular üzerine eğilen geniş bir yelpazeye sahiptir. Türkiye’de ise bu alan da bireyin kendisiyle iletişiminde olduğu gibi reçete biçiminde çözümler sunan bazı popüler kitaplar ve kişisel gelişim kitapları hariç, çok kısır kalmıştır. Bireyin kendi kendisiyle iletişimi ve bireyler arası iletişim bağlamlarında var olan araştırmaların büyük çoğunluğu, iletişim fakülteleri dışında psikoloji, sosyal-psikoloji ve tıp alanlarında sürdürülmektedir. İnsanlar gününü bir veya birden fazla çeşitli yoğunlukta örgütlenmiş gruplar içinde geçirir: Grup iletişimi alanındaki araştırmalar grup performansı, beyin fırtınası, grup içi ve gruplar arası çatışma ve çatışma çözümü, liderlik ve grup bağlılığına eğilirler. Grup rollerini, rol türlerini ve rollerle ilgili sorunları araştırırlar. Grubun oluşması ve gelişmesi, karar süreçleri, etkili iletişimi etkileyen içsel ve dışsal faktörler üzerinde dururlar. Grupta teknolojiyle aracılanmış iletişim ve bunun etkilerine bakarlar. Türkiye’de grup iletişimi bağlamında da iletişim araştırmalarına rastlamak çok zordur. 18 Örgütler, en geniş anlamıyla insanların belli örgütlü zaman ve örgütlü yerde birlikte olduğu, belli üretim tarzı ve ilişkileriyle üretim yapmak için oluşturulmuş amaçlı yapılardır. İletişim Yıllıkları’na bakıldığında, örgüt iletişimiyle ilgili bölümdeki makalelerde yönetici ve çalışan iletişimi (dikey iletişim), iletişim şebekeleri, çatışma, motivasyon, etki, iletişime engeller, örgütteki birimler arası iletişim sorunları ve çözümleri, örgütün dış çevresiyle iletişimi ve dış çevrede engel olan ve teşvik eden yapılar, iletişim atmosferi, iletişim çökmesi, vücut dili ve empati gibi konuların işlendiği görülür. Yeni araştırmalar aynı zamanda işyerinde koordinasyonu, iş akışı yönetimi, insan mühendisliği ve bilgisayarla aracılanmış iletişim sistemleri üzerine eğilmektedir. Bu tür ticari ve siyasi örgütlü yapıların çıkarını gerçekleştirme ve sorunlarını belirleme ve çözme ile ilgili çalışmalar Türkiye’de de oldukça çoktur. Fakat, örneğin en temel örgütsel yapılardan biri olan aile ile ilgili iletişim konularını ele alan araştırmalara ender rastlanır. Yönetimsel karakteri ve siyasal ve endüstriyel yapılar için önemi nedeniyle, kitle iletişimi dünyada araştırmaya en çok konu olan alandır. Siyasal iletişim araştırması alanının parlamento ve seçim süreçlerine indirgendiği gibi kitle iletişimi alanı da “etki” konusuna (reklamın, halkla ilişkilerin, propagandanın, biliş ve davranış yönetiminin başarısı konusuna) indirgenmiştir. Dolayısıyla “etki” dışında kalan; örneğin medya sahiplerinin tercihleri ve tutumları veya editörlerin ve dizi yapımcıların “yaptıklarını neden öyle yaptıkları” gibi konular/sorunlar, araştırmacıların ilgi ve gündemi dışındadır. Uluslararası iletişim de kitle iletişimi içine sıkıştırılmıştır. Diplomatik iletişim, turizmle olan iletişim ve uluslararasında şirketler arası iletişim gibi konularda, özellikle Türkiye’de anlamlı araştırma bulmak zordur. Bu tür araştırmalar, en iyi şekliyle kültür ve kültürlerarası iletişim içine sıkıştırılmıştır ve en kötü şekliyle de ekonomik veya siyasal aktörlerin vücut diline indirgenerek iletişim alanı entelektüel bağlamda en düşük seviyeye çekilmiştir. Çalışma Alanları, Konuları ve Yönelimlere göre Araştırmalar Anlamlı bir bilimsel girişimde araştırma konusunu belirleyen temel faktörlerin başında toplumsal anlamlılık, toplumsal önem, toplumsal fayda, o alanda veya konuda yanıt verilmesi gereken bir belirsizliğin olması gelir (Kongar, 1970; Erdoğan, 2012). Ne yazık ki günümüze gelindiğinde, bu önceliklerin yerini bireysel ekonomik, siyasal, kültürel ve psikolojik çıkar ve güç elde etme temeline dayanan “özel çıkarlara hizmet” almıştır. Bu değişim de kaçınılmaz olarak araştırmalarda ele alınan konuların ve yönelimlerin neler olacağını beraberinde getirmiştir. Her durumda konusal ve yönelimsel bağlamlarda araştırmalar oldukça çok çeşitlilik gösterir (Şekil 6). Çalışma Alanları, Konuları ve Yönelimler Retorikle ikna Çalışmaları Alımlama araştırmaları Kültürle ilgili çalışmalar Teknolojik belirleyicilik çalışmaları Siyasal ekonomik sosyal araştırmalar Ana akım Nicel ve nitel araştırmalar Kültürel ve kültürelci çalışmalar Liberal çoğulcu araştırmalar Yapısalcı, Post-yapısalcı çalışmalar Liberal-demokrat araştırmalar Post-modernist Post-pozitivist Post-endüstrial Post-Marxist Post-oryantalist çalışmalar Marksçı araştırmalar Şekil 6. Önde gelen çalışma alanları, konuları ve yönelimi 19 Retorikle İkna Çalışmaları İletişimle doğrudan ilgilenen ilk niteliksel yapıtlar “retorik”; özellikle siyasal ikna alanında olmuştur. Ekonomik, siyasal ve onların ortağı olan teolojik güçler tarafından kitlelerin yönetiminde eski imparatorluklardan beri kullanılan retorik ile ilgili çalışmalar, feodaliteden ve aydınlanma çağından geçerek 21. yüzyıla kadar gelmiştir. Belagat (iyi konuşma, sözle ikna etme, retorik) ve siyasal söylev, Birinci Dünya Savaşı sonrası yükselen Nazizmin ve Faşizmin başarısından, kitlelerin kontrolü gereksiniminden ve sistemi ve ürünlerini satış çabasından kaynaklanan propaganda, kamuoyu, reklamcılık ve halkla ilişkiler önem kazanmış ve gelişmiştir. Retorik ve etkili iletişimle uğraşanlar, 1960’ların sistem karşıtı gösterilerle dolu atmosferinde iyi hazırlanmış konuşmaların ve mantıklı mesaj kurgularının başkaldıran insanların üzerinde hiçbir etkisi olmadığını görmüşlerdir. İletişimde, retorikle ilgili olarak “Zenci Gücü Retoriği”, “Çatışma Retoriği” ve benzeri çalışmalar başlamıştır. Günümüzde bu tür çalışmalar retorik dergileri ve araştırmalarıyla devam etmektedir. Türkiye’de iletişim fakültelerinde “retorik” konusunda araştırma geleneği yok denecek kadar azdır. Olanlar da ya ikna konusunu işleyen ve bir iletişimsel eylemi münazara ilmi (ilm-i münazara) sanan teolojik açıklama ya da günümüzde moda olan “söylem” temeline dayanır. İletişimde retorik alanından yetişmemiş bazıları “konuşma ve ikna” ile ilgili “etkili iletişim ve ikna için öneriler” gibi bilimsel değeri olmayan “bir şeyler” yazmaktadır. Bunların çoğu derleme, toplama ve kopyalayıp yapıştırma biçimindedir. Eleştirel retorik Türkiye’deki iletişim alanında yoktur. Orta çağın teolojik düşüncesinin yine o çağın teolojik yorumsamacılığı (hermeneutics) ile birleştirilerek günümüze uzatılmıştır ve bunun Türkiye’deki örneklerine rastlayabiliriz. Kültürü Ele Alan Araştırmalar Kültür ve kültürün yayılması ile ilgili araştırmaların tarihi, iletişim araştırmalarından çok önceye gider; oldukça eskidir. Bu bağlamdaki yaklaşımlar ve araştırmalar kültürel alışveriş ve kültürel karşılıklıbağımlılık anlayışından kültürel egemenlik ve kültür emperyalizmi anlayışına kadar çeşitlilik gösterir (Erdoğan ve Alemdar, 2012b). Bazı araştırmacılar basit ampirizmi hümanist gelenek ile birleştirerek, özellikle 1950’lerin sonlarından itibaren, İngiltere’de E. T. Hall ile başlatılan “kültürlerarası iletişim” araştırmasının gelişmesine öncülük ettiler. Bu öncülük günümüzde “kültürlerin birbirini anlamasını, barış içinde ve karşılıklı anlayış ve empati kurarak yaşamasını işleyen ‘süpermarket kültürünün’ de iletişimdeki ilk başlangıçları olmuştur. Bu başlangıç akademik alanda günümüzde kültürde kırılan kalıplarla, kültürlerarası diyalogla, çok kültürlülükle ve kültürel kimliklerle ilgili araştırmalara doğru gelişmiştir (Selçuk, 2005; Bilgili ve Uslu, 2011; Soydaş, 2010). Bu başlangıcın bir kanadı da Amerikan siyasetçilerine ve iş adamlarına dünyayı nasıl yönetmesi gerektiğini ve yapılanı yanlışları sunarak anlatan, en popüler kitaplardan biri olan “Çirkin Amerikalı” (Lederer ve Burdick, 1958) ile yaygınlaştırılan “kültürleri anlayarak yönetme” merkezli incelemeler olmuştur. Bu incelemeler “yöneticilere faydalı öneriler sunan” ve özellikle “kurum ve şirket kültürünü” ele alan biçimde gelişip yaygınlaşmıştır. İletişimde kültür ile ilgi çoğunlukla alt kültür/kimlik ve üst-kültür/kimlik, kültürler/kimlikler arası ilişki, kültürler arası alışveriş, örgüt kültürü, kültürel uçurum, kuşaklar arası kültür uyuşmazlığı, kültür bozulması ve kültürü koruma gibi temalar üzerinde durur. Günümüzde kültürler arası iletişim özellikle uluslararası firmaların diğer ülkelerde kurdukları iş yerlerinde kontrolü ve verimliliği artırmak için önemle üzerinde durduğu bir konudur. Dolayısıyla bu alanda araştırmalar giderek artmaktadır. Kültürün açıklaması ve hatta kültür eleştirisi çoğu kez bireyin (tercihleri) eleştirisine dönüşmektedir. Son zamanlarda, kültür “bireysel zevk, damak tadı, haz, gündelik deneyim” olarak ele alınmaktadır. Bu tür ele alışlar iletişim (ve pazarlama) araştırmacıları için zorunludur, çünkü amaçlanan “insan varlığının siyasal ve ekonomik ticarileştirilmesidir” ve bu ticarileştirmeyle, siyasal güçler “oy alır” ve ekonomik güçler de “tüketici” kazanır. Türkiye’de iletişim bağlamında kültürel yapıyı, ilişkiyi ve ürünü üzerine düşünme elbette daima vardı; fakat bilimsel araştırma olarak iletişim alanında başlaması ve gelişmesi 1970’lerde 20 olmuştur. Ama, örneğin 1930larda, örneğin İsmail Hakkı Baltacıoğlu sinemayı kültürel bir ürün olarak ele almakta, “emperyalist filmler” olarak nitelediği filmlerin halkımıza “büyü, sır ve militarism” aşıladığını açıklıyordu ve radyo ve sinemanın gücü ve tehlikesini bilmemiz gerektiğini belirtiyordu. Teknolojik belirleyicilik çalışmaları Teknolojik araçları “insanlara ve toplumlara bir şeyler yapan özne” olarak ele alan ve araçların doğası hakkında şahane mitler yaratan yaklaşımlara “teknolojik belirleyicilik / determinizm” denir. İletişim teknolojisinin belirleyiciliği görüşü 19. yüzyılda yeni iletişim teknolojilerinin, özellikle trenin kullanımının yaygınlaşmasıyla ön plana çıkmıştır. Sömürgelerdeki talanı ve denetimi perçinlemek için döşenen raylar gelişmenin, uygarlığın yayılmasının sembolü olarak sunulmuştur (Mattelart, 1994). 1950 ve 60'larda bu belirleyicilik modernleşme kuramlarına eklemlenmiştir. Bu bağlamda siyasal ve ekonomik alanda kapitalist sistemi, materyal ve kültürel ürünlerini ve ideolojisini pazarlamak/satmak için “modernleşme, kalkınma, gelişme” teorileri kurgulanmış ve bu teoriler çerçevesinde “az gelişmiş, gelişmemiş, gelişmekte olan” ülkelerin durumları analiz edilmiş, gelişme potansiyelleri saptanmış ve gelişmeleri için “yeniliklerin yayılmasını” benimseyen modern insanın yaratılması, modern yapıların Batı’dan transfer edilmesi, Batı’nın teknolojik ürünlerinin yaygın kullanılması önerilmiştir. Bunları ölçmek ve değişimi sağlamak için incelemeler yapılmış ve programlar uygulanmıştır. Modernleşme ve kalkınma teorileriyle gelen araştırmalar, modernleşmeyi “modern teknolojik ürünlere” sahiplikle ve modern insanı da “bu ürünleri tüketmeyle/kullanmayla” tanımladılar. Bu tür etkiyle gelen ve iletişim araçlarının önemi üzerinde duran ilk çalışma Nermin Abadan Unat tarafından 1960’da “Kitle Haberleşme Vasıtaları” başlığı altında yapılmıştır. Teknolojinin insanı ve toplumu değiştirdiği anlayışı, 1970’lerde Mc Luhan ile “araç mesajdır” düşüncesiyle zenginleştirilmiştir. Asıl özne ve yüklenen içerik bir kenara itilmeye başlanmış ve aracın belirleyiciliği üzerine odaklanılmıştır. Televizyonun önce küresel köy yarattığı, ardından küresel kent oluşturduğu ve 1990 sonlarında ise “enformasyon toplumu” getirdiği müjdelenmiştir. Çoğunluğun demokrasisi propagandası yerine “katılımcı demokrasi” propagandasının getirilmesiyle ve İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte, internetin “bilgi toplumunu” getirdiği yaygın dolaşıma sokulmuş ve bunu destekleyen çoğu geçersiz şahane kavramlar ve mitler bilişlere işlenmeye başlanmıştır. Modernleşmenin göstergeleri olarak sunulan radyo ve televizyon sahipliğinin nicel yoğunluğu ve bir ülkedeki sinema koltuk sayısı ile insanın ve ülkenin modern olacağına inanmak oldukça güçtür. Günümüzde bu tür göstergelerin yerini internete sahiplik ve kullanımı ile “bilgi toplumunun” yaratıldığı düşüncesi almıştır. Bu yeni yönelimle birlikte internetin bilgi toplumu getireceği varsayımını test etme yerine, internete erişim ve internet kullanımıyla ilgili nitel ve nicel çalışmalar yaygınlaşmıştır. Aslında bu çalışmaların önce kullanımın ve internetteki popüler içeriklerin doğasını inceleyerek, bilgi toplumu varsayımının geçerliliğini test etmesi gerekir ki yaptıklarının bilimsel geçerliliği olsun. Teknolojik araç ve yapı transferi aynı zamanda örgütsel iş yapış biçimlerini, iş ve dünya görüşünü ve ideolojik/kültürel varsayımları da beraberinde getirir. Profesyonellik teknolojik araç ve ürün transferine paralel olarak ithal edilmiş bir ideolojidir. Kültürel bağımlılığın en önemli parçalarından biridir. Bu ideoloji yerel iş anlayışı üzerine oturtulur ve bu karışımdan melez bir yapı doğar. Bu melez yapı hem transfer edilenin hem de yerel olanın en bayağılaşmış ve etikten en yoksun biçimlerini ifade eder. Örgütlerdeki profesyonellik özellikle işletme ve iletişim alanlarındaki egemen kuramlar ve araştırmaları yapan benzer profesyoneller tarafından beslenir. Aktif izleyici ve alımlama araştırmaları 1960’larda ilan edilen “izleyicinin aktif olduğu”; dolayısıyla “kendi zehrini ve balını kendinin seçtiği” ve “medyanın insanlara bir şey yapamadığı” görüşü üzerine kurulan “aktif izleyici” anlayışı ve araştırmaları gelişmiş ve 1970’de egemenlik kazanmıştır. Ardından bu egemen anlayış tüm dünyaya yayılmıştır. 1990’lara gelindiğinde bu anlayış, “alımlama araştırması” denen anlayışla desteklenmeye başlanmıştır. 21 Alımlama incelemeleri, metinsel yorumlama teorilerinin kitle iletişimi izleyicilerinin gündelik faaliyetlerine uygulanmasıdır. Temel ilgi, izleyicilerin kitle iletişiminden çıkardıkları “anlam” üzerindedir. Metinlerin alımlanması ile ilgili incelemelerin anlamlı olabilmesi için “alımlama” ile “ideolojik pozisyonun” ya da “sınıfsal aitliğin” ilişkilendirilmesi gerekir. Bunun yerine, bu ilişkilendirme reddedilir ve cinsiyet, ırk, cinsel tercihler, etnik ve diğer kimlikler üzerinde durulur. Alımlama ile ilgili önemli araştırmacılar arasında Radway (1988), Ang (1996), Allor (1988), Fiske (1989), Grossberg (1993) ve Jenkins (1992) vardır. Alımlamacı açıklamalarda, izleyici bireyin bağımsızlığı/özgürlüğü, post-modern ve post-yapısalcı “inşa yıkma” (alınan mesajı parçalarına ayırıp yeniden kendine göre inşa etme) anlayışıyla ilan edilmiş; gerçeğin sürekli değiştiğini, çoğul karaktere sahip olduğu ve bireyin “anlam yıkma ve anlam inşasına” göre sayısız çeşitliliğe sahip olduğu öne sürülmüştür. Aynı zamanda öz ile ilgilenmenin yerini “bireyin nasıl hissettiği”, “haz” ve “gündelik hayatta kendini nasıl ifade ettiği” almıştır. Liberal-çoğulcu araştırmalar İletişim sorununu ve konusunu bireysel seviyeye indirgeyen liberal-çoğulcu anlayış ve bu anlayışa bağlı olan iletişim araştırmaları 1980’lerde görünür olmuş ve hızla destek bulup gelişmiştir. Bu görüşle birlikte 1980’lerde hızla artan bir şekilde anayol (ana akım) kitle iletişim kuramları toplumu serbest rekabetteki gruplar ve karşılıklı çıkarlar karışımı olarak görmeye devam etmişlerdir. Medya örgütlerinin devletten, siyasal partilerden ve örgütlü baskı gruplarından özerklik kazanmış örgütsel sistemler olarak sunulması artmıştır. Medyanın kontrolü, medya profesyonellerine önemli ölçüde özgürlük veren özerk yönetici elitin elinde olduğu düşüncesi güçlenmiştir. “Aktif izleyici” kavramı yerini “televizyon önünde çoğulcu çözümleme yapan özgür ve bağımsız izleyici” teziyle gelen ve aktif izleyicili tezini yineleyen liberalçoğulcu görüş almıştır: Öz aynı kalırken öz hakkındaki imaj, yeni söylemlerle post-modern duruma uyarlanmıştır. Medya kuruluşlarıyla izleyiciler arasında simetrik bir ilişki olduğu varsayılmıştır: “İzleyiciler medyayı kendi arzu ve tutumlarına göre manipüle edebilirler; çünkü izleyiciler “toplumun çoğulcu değerlerine” sahiptirler; bu değerler onların “uyma, katılma veya reddetmesini” mümkün kılarlar”. Bu tür açıklamalar, özellikle 1990’dan beri Fiske ve Grossberg gibi liberal-çoğulcu kültürel incelemecilerin ve onları Türkiye gibi ülkelerde izleyenlerin egemenliği altına girmiştir. Günümüzde bu aydınların ilgilendiği (ve post-yapısalcıların da üzerinde durduğu) aynı konular işlenmeye devam etmektedir. Örneğin medyada temsil ve bu temsile karşı, örneğin televizyon önünde yapılan çözümlemeler yoluyla “direniş”, evde ve medyada kadına karşı şiddet, kadının medyada dengesiz temsili, alt-kimlikler ve bu kimliklerin temsili, medya ve özellikle internete erişim ve böylece katılımcı demokrasinin gerçekleşmesi, enformasyon toplumu ve bilgi toplumu, dijital uçurum ve bu uçurumun kapatılması araştırma ve tartışmaları bu araştırma konularından önde gelenleridir. Liberal-demokrat çalışmalar Liberal demokrat anlatı ve çalışmalar Amerika’da 1930’larda marjinalleştirilmiş ve 1960’lara kadar gözden uzak kalmıştır. Bu sırada sembolsel etkileşim bireysel seviyede açıklanmaya başlanmış ve ampirik araştırmanın etkisi gelmiştir. Bu tür değişimdeki liberal-demokrat gelenek 1960’ların sonunda Gerbner’in Yetiştirme (Ekme) Kuramına dayanan araştırmalarda temsilini bulmuştur. Günümüzde, Gerbner’in kültürün ekilmesiyle, medyanın etkisinin “eklenerek biriken ve yoğunlaşan bir karakter” taşıdığıyla ve medyada temsilin ideolojik olduğuyla ilgili “eleştirel yanlar” atılmış; medyada şiddet, sansür, nesnellik, medyanın yanlılığı ve etik anlayışına dayalı yanlar vurgulanmaya başlanmıştır. Gerbner geleneğini bu şekilde sürdürme Türkiye’de de son zamanlarda oluşmuş ve gelişmiştir. Gerbner’in ampirik araştırmayla desteklenen bu yaklaşımı yanında, Chicago Okulunun niteliksel ve liberal-demokrat eleştirel geleneği 20. Yüzyılın ikinci yarısında devam ettirilmiştir. İletişim konusunu ve sorununu daha çok yapısal seviyede ele alan liberal-demokrat geleneğin niteliksel araştırma yapan bu tür yöneliminde, özellikle medya sahiplik/mülkiyet, tekelleşme, kontrol ve ideoloji üzerinde durulur. Bu 22 bağlamda Erik Barnouw’un “The Sponsor” (1978/ 2003) ve “Conglomerates and the Media” (1998) eserleri, Gaye Tuchman’ın “The Tv Establishment” (1974), Ben Bagdikian’ın “Medya Monopoly” (1983) ve yenilenmiş baskısı “The New media Monopoly” (2004) eserleri, Compaine’in (1979/2000) “Who Owns the Media?” eseri, E. J. Epstein’in “The Big Picture: Money and Power in Hollywood” (2006) eseri örnek gösterilebilir. Chicago Okulu’nun Cooley ve Dewey ve liberal demokratik geleneği 1970’lerde James Carey ile yeniden canlanmıştır. Carey’e göre Walter Lippman, Chicago Okulunu yerinden eden niceliksel ve bireyci “etkiler geleneğinin” büyükbabasıdır. Carey hem davranışçı okulun iletişimdeki egemenliğine karşı mücadele vermiş hem de iletişim alanındaki kültürel incelemeci ve siyasal-ekonomistler arasındaki derinleşen çatışmada arabulucu rol oynamaya çalışmıştır. Çalışmalarında davranışçı okulun ve egemen Amerikan medya sosyolojisinin eleştirisini sunmuş, kültürel incelemelerin Amerika’daki biçimini eleştirmiş, medyanın siyasal ekonomi bağlamında açıklanmasının değerini ve önemini vurgulamıştır. Carey’e göre sosyal bilimin görevi bazı-akılların (bireylerin) bağımsız gerçeği anlaması olmamalı, onun yerine, insanların kolektif olarak yaptığı anlamları sembollerden geçerek yeniden-inşa (anlama) olmalıdır. Carey, post-yapısalcılığın ve benzeri yorumsamacı yaklaşımların bireyi ve bireysel anlamlandırmayı merkeze koymasını doğru bulmamaktadır. Carey, Chicago Okulunun sembolsel etkileşimcileri gibi toplumun kalıcılığını süregiden sembolsel etkileşime bağlar. Günümüzde bu araştırma geleneği de iletişim alanında, Türkiye’de pek görünmese de, dünyada önemli yer kaplamaya devam etmektedir. Karl Marks ve iletişimde insanı merkeze alan çalışmalar İletişim alanında en anlamlı alternatiflerden önde geleni Marks’ın yaklaşımına dayanan araştırmalardır. Marksist araştırma bir şeyi kötüleyen veya yeren temele değil, maddi ve düşünsel üretim tarzı ve ilişkileri temeline dayanır. Marks’ın ilk iletişimle ilgili yazıları ve analizi 1840’lardaki gazete makalelerinde “sansür, basın özgürlüğü, ifade ve iletişim özgürlüğü” gibi liberal-demokrat açıklamalarla başlar ve 1848 ulaşıldığında Marksist olarak nitelenen biçime dönüşür. Marks sonraki araştırmalarında özellikle Kapital ve Grundrisse’de insan ve toplumla ilgili açıklamalarında iletişim önemli bir faktör olarak işlemiştir (Erdoğan, 2007b ve 2012). Bu analizlerinde Marks iletişim konusunu; malların üretimi ve dağıtımını ve bunlar için gerekli teknolojiyi ve iletişim araçlarını üretim, dağıtım, tüketim, devlet, sınıfların oluşması ve toplumların değişmesi ile ilişkileri ve bağları içinde ele almıştır. Diğer bir deyimle Marks, iletişimi insanın kendini ve toplumunu üretmesindeki sosyal faaliyetler (sosyal üretim faaliyetleri) içinde ele almış ve insanın nasıl olduğunu insanın kendini nasıl ürettiğinde ve insandaki değişimi üretim biçimindeki değişimle açıklamıştır. Marks’a göre kendi varlıklarının sosyal üretiminde, insanlar kaçınılmaz olarak kendi iradeleri dışında ilişkilere girerler. Bu ilişkiler insanların yaşamlarını üretim ilişkileridir. Bu üretim ilişkileri, üretimin materyal güçlerinin belli bir tarihsel gelişme safhasına uygundur. Kendini ve sosyali üreten insan, bu üretim biçimlerini ve ilişkilerini ancak iletişimle başlatabilir ve yürütebilir. Üretimi de sadece materyal hayatın üretimi (ekonomik üretim) değil, aynı zamanda emeğin, fikirlerin, duyguların, bireyin kendisinin, geleneklerin, adetlerin vb. üretimi olarak ele alır. Bu üretimin de insanlar arası ilişkiden/iletişimden geçerek geliştiğini belirtir: “Her bireyin üretimi bütün diğer bireylerin üretimine bağlıdır; ve bireyin ürününün kendi hayatının gereksinimlerine dönüştürmesi, benzer şekilde, tüm diğerlerinin tüketimine bağlıdır (Haye, 1980)”. Bireylerin karşılıklı ve her yönlü bağımlılığı bireylerin sosyal bağını şekillendirir. Bu sosyal bağ değişim değerinde ifade edilir. Değişim değeriyle her bireyin kendi faaliyeti (ilişkisi, iletişimi) ya da ürünü kendisi için bir faaliyet ve ürün olur. Birey genel bir ürün üretmelidir. Bu genel ürün parayla ifade edilen değişim değeridir. Her bireyin diğer bireylerin faaliyetleri üzerinde veya sosyal zenginlik üzerinde uyguladığı güç, kendinde değişim değerinin (paranın) sahibi olarak var olur. Birey sosyal gücünü ve topluma bağını cebinde taşır. Her birey bir “şey” şeklinde sosyal güce sahip olur. Bireysel ürünleri veya faaliyetleri değişim değerine, paraya, dönüştürme zorunluluğu ve böylece bu nesnel şekilde kendi sosyal güçlerine sahip olmaları ve sosyal güçlerini göstermeleri iki şeyi kanıtlar: Artık bireyler sadece toplum 23 içinde toplum için üretirler. Üretim doğrudan bir şekilde sosyal değildir; birlikten doğan bir şey değildir. Bireyler sosyal üretim altında toplanmıştır. Sosyal üretim onların dışında onların kaderi olarak var olmaktadır. İnsanlar arasında üretim ve tüketimdeki genel bağ ve karşılıklı bağımlılık tüketiciler ve üreticilerin birbirine ilgisizliği ve bağımsızlığı ile birlikte artar. Bu çelişki krizlere götürür. Bu yabancılaşmanın gelişmesiyle birlikte, bunun üstesinden gelmek için çabalar da gelir: Bireylerin diğer bireylerin faaliyetleri hakkında enformasyon elde ettiği ve kendi faaliyetlerini ona göre ayarlamaya çalıştığı kurumlar çıkar. Aynı zamanda iletişim araçları/yolları da gelişir (Haye, 1980). Marks iletişimi, gelişmesini ve anlamını üretim, üretim araçları, üretim güçleri, iletişim araçlarına sahiplik, araçların gelişmesi ve bu gelişmenin toplum değişimindeki sonuçları, iletişim araçları ve dünya pazarının kontrolü, dolaşımda zaman ve maliyet konusunda iletişim araçlarının işlevleri, değer ve yabancılaşmada iletişim araçlarının yeri, dağıtım, bölüşüm, alışveriş ve tüketim ilişkilerinin karakteri içinde ve bu karaktere getirdiği sonuçlar bağlamında ele alıp irdelemektedir. Marks’ın yaklaşımını kullanarak araştırma yapanlar da bu çerçevede araştırmalarını tasarlarlar. Bunları yaparken; örneğin kitle iletişiminin örgütlenme biçimleri, bu biçimlenmelerin ulus içi ve uluslararası ekonomik ve siyasal yapılarla olan bağlarını, tarihsel gelişimini, belli bir zaman ve yerdeki durumunu, kitle iletişimi teknolojileriyle aracılanmış iletişimin üretimi ve üretim ilişkilerini, ilişkilerdeki karşılıklı bağları açıklamaya çalışırlar; sahiplik, pazar ilişkileri, tekelleşme, pazar kontrolü, kitle iletişimi örgütlerinde iş koşulları, çalışma politikaları ve pratikleri, toplu sözleşme gibi konulara eğilirler. İletişim ürünlerinin üretimi ve dağıtımındaki yapısal durum ve ilişkiler, üretim biçiminin ve teknolojisinin yapısı, iletişim profesyonelleri ve emekçilerinin iletişim örgütleri içindeki yeri, iletişimde mülkiyet ilişkileri, mülkiyet ilişkilerinin ürünün yapısını belirlemesini ele alırlar. Bu yaklaşım ve incelemeler, aynı zamanda, uluslararası iletişimde kurumsal ve teknolojik yapıların transferi, ürün transferi ve bu yapılarla birlikte gelen profesyonel pratiklerin transferi üzerine eğilirler. Böylece sistemin nasıl oluştuğu, çalıştığı, geliştiği ve sonuçlarını incelerler. Bu yaklaşımın iletişimde düşünsel üretimi incelemelerinde en önde gelen konular arasında ideolojinin açıklanması, maddi üretim ile düşünsel (ideolojik) üretim ilişkisi, profesyonel ideolojiler ve bunların transferi, kültür emperyalizmi, ürünlerin ideolojik içerikleri ve bilinç yönetimi, profesyonel ideolojiler ve medya pratikleri, yabancılaşma ve fetişleştirme (=bir mala kendinde olmayan değerler yükleme) vardır. Bu tür araştırmalar üç ana grup içine yerleştirilebilir: 1. İletişimin siyasal ekonomisini ulusal seviyede ele alan ve kapitalist iletişim sistemini ve faaliyetlerini inceleyenler; 2. Uluslararası ekonomik düzene ve iletişimde emperyalizm konusuna eğilen yaklaşımlar (yenisömürgeciliğin veya emperyalizmin genel iletişim yapısını inceleyenler) 3. Üretim tarzı ve ilişkileriyle bağlar kurarak yapılan ideoloji ve kültürel incelemeler. Türkiye’de bu bağlamlarda oldukça çok “çeviriler” bulunmaktadır; fakat Marksist yaklaşım çerçevesinde kitle iletişimini veya herhangi bir iletişim türünü gereğince ve doğru araştırıp açıklayan ürünler azdır. Marksist kültürel incelemelerden anti-Marks kültürelci incelemelere 1900’lerin başlarında Almanya’da Frankfurt’ta yaşayan liberal-sol sermayenin kendileri için faydalı bir araştırma yönelimi arayışı, Frankfurt Okulu ve Marks’ın yaklaşımından önemli ölçüde etkilenmiş olan kuram ve araştırma geleneğinin oluşturmasını getirmiştir. Adorno, Horkheimer, Mills, Benjamin, Marcuse ve Fromm gibi Frankfurt Okulu aydınları birbirinden önemli farklılıklar gösteren yaklaşımlarla toplum ve toplum değişimi, medya, kültür endüstrisi, ve biliş ve davranış yönetimi analizleri yaptılar. Türkiye’de Frankfurt Okulu geleneğine tercümeleriyle ve yapıtlarıyla, iletişim alanında öncülük eden Ünsal Oskay olmuştur. Frankfurt Okulu geleneğiyle gelişen eleştirel okula (Critical School), 1960’larda “kültürel incelemeler” yönelimi eklenmiştir. 1950 sonlarında Hoggart ve Williams’ın Arnold-Elliot-Leavis 24 üçlüsünün düşüncelerine dayanan kültür anlayışına alternatif arayışlarında giderek Marks’ı keşfetmesiyle gelişen ve “kültürel incelemeler” adı verilen gelenek gelişmiştir. Bu yönelim Marksist etkiyle başlamış ve ardından Marksizmden uzaklaşan birkaç kola ayrılmıştır: 1970’lerde yapısalcı ve göstergebilimci Fransızlar ve bunları İngiltere’ye taşıyan Stuart Hall’ın da katkılarıyla dönüşüme uğratılmış; kültürel incelemelerde post-yapısalcılığın egemenliği getirilmiş; sonunda Marksist üretim tarzı ve ilişkilerine eğilmeyi reddeden ve Marksizm’den uzaklaşıp küresel pazarın kontrollü alternatif olarak “eleştirel sözcülüğünü” yapan kültürelci çalışmalara dönüştürülmüştür. Bu farklılaşmada Richard Johnson (1983) gibi kişilerin tarihsel, siyasal ve kurumsal analizle ele aldığı ve üretim ve dağıtımın önemini vurgulayan Marksist kültürel incelemelerin yaklaşım tarzı, diğer yapısalcı anlatılar ve Barthescilerin (1977) meşhur “yazarın ölümü” ve “okuyucunun doğumu” sözüyle özetlenen (aktif alımlama teziyle) iddiasıyla konu dışına itilmiştir. Onun yerine metinsel analiz ve alımlama üzerine odaklanılmış ve Screen dergisindeki örnekleriyle, mücadele ve sınıf konusu terk edilerek yerine dil, ırk, cinsiyet ve alt-kültürler getirilmiştir. Siyasal olan ve siyasal olanı savunan (ideolojik/kültür analizini örgütlü güç yapısına bağlayan) hızla “kapı dışarı” edilmiştir. Foucaultçular İngiltere ve Avrupa’da Amerikan liberal çoğulcu biçime benzeyen, fakat “metin” veya “semiyotik anlam” üzerindeki çoğulculuğu vurgulayan açıklamalar getirmişlerdir. Böylece, kapitalist pazar sisteminin egemen maddi üretim ve ilişki gerçeğini masallaştıran ideolojik yeni eleştirel çerçeveler kurulmuştur. Bu çerçevelerle kapitalist sistem “post-modern durumu” yaşatan, tarihin son bulduğu ve tüketimin metindeki diskorslarıyla (söylemleriyle) her gün yeniden tarihsiz bir tarihin üretildiği küresel süper sistem olarak sunulmaktadır. Bu sunuş, eskisinden farklı olarak, kapitalist sistemin övgüsüyle değil; “sonsuz türde anlam vermeler” içinde yüzdüğünü iddia edilen bireyin anlamlandırmadaki tercihsel özgürlüğü ve çoğulcu alımlama iddialarıyla ve izleyiciyi/tüketiciyi “belirleyici aktör/özne” konuma yerleştirmeyle yapılmıştır. Bunu yaparken çalışmalarda kapitalizmin getirdiği koşullar eleştirilse bile kapitalizm izleyiciye sunduğu çeşitlilik ve çoklukla sağladığı zengin metinsel olanaklardan (tüketim olanaklarından) dolayı kutlanmış ve yeniden-meşrulaştırılmıştır. Bu durum kültürel incelemeciler ile siyasal ekonomistler arasında ciddi tartışmaların çıkmasını beraberinde getirmiştir (Erdoğan, 2007c ve Erdoğan ve Alemdar, 2010). İletişim alanında kültürel incelemeler temel olarak üç sorunsaldan biri ya da birden fazlası üzerinde durur: 1. Medya kültürünün siyasal ekonomisi (Bu yönelimi çoğunluk terk etmiştir) 2. Kültürel metin olarak medya metinleri (Metinsel analiz) 3. Metinlerin izleyicilerce alınması ve kullanılması (Alımlama). Türkiye’de günümüzde kültürel çalışmalarla ilgili bölümler kurulması, yüksek lisans programları açılması, kültürle ilgili Türkiye koşullarından zengin denecek sayıda dergilerin olması, iletişim dergilerinde kültürel çalışmalara önemli yer verilmesi, kültürel çalışmaları yoğun bir şekilde teşvik edici niteliktedir. Fakat Tutal Chevron’un incelemesinde de belirttiği gibi (2005), Türkiye’de sosyal bilimlerde yaşanan “Avrupa ve Amerika menşeli kuramlara sadakat sorunuyla popüler kültür incelemelerinde de karşılaşırız”. Yapısalcı, Post-yapısalcı ve Baudrillardçı analizler Althusser 1990’larda kaba Marksist fonksiyonalizmin (işlevselciliğin) savunucusu olarak nitelenmeye başlanmıştır. Post-Althussercilerin çoğu ekonomik belirleyiciliği, hatta zayıf ve indirgemeci olmayan biçimlerini bile reddettiler. Baudrillard’ı izleyenler “tahtından indirilen ekonominin yerini öznelliğin aldığını” belirterek buna katıldılar. 1970’de Marks ile başlayıp 1980’lerde simülasyonlar ve hipergerçeklerden oluşan post-modern toplum anlayışı ile noktalanan Baudrillardçı çalışmalarda, “farklı dilde okunan dua gibi büyüleyici” kavramlarla dolu sefil bir medya açıklaması sunulur (Kellner, 1993; Sokal ve Bricmont, 1999). Araştırmalarını “kitlelerin ne geçmiş ne de gelecek için yazacak bir tarihi vardır”, “simülasyon, başlangıçsız ve gerçeksiz bir gerçeğin modellerle üretimidir” ve “hiper gerçek” gibi çarpıcı 25 sözler, güzel edebiyat üzerine inşa eden, ama açıklamak istediğini genellikle belirsizliği artıran anlatılarla sunan Buadrillardçı araştırmacılar, daha en baştan geçerliliği şüpheli bir araştırma inşasına başlarlar. Bazılarına göre Baudrillard postmodern bir şakadır ve karmaşıklığı ise gösterişli anlamsız sözdür (http://theoryandacademy.blogspot.com/2007/10/guest-lecture-ken-rufo-on-baudrillard.html). 1980'lerde yaygın olarak dolaşıma sokulan çalışmalarda kalkınma ve modern ulus devlet kurma fikri kötülenmeye ve değersizleştirilmeye başlanmıştır. Post-modernist çalışmalarda modernizm geçersizleştirilmiş; post-pozitivizmle pozitivizm geçersiz ilan edilmiş; post-endüstriyalizm ile endüstri toplumunun bittiği müjdelenmiştir. Kalkınma ve modernizm yerine küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık anlayışına dayanan çalışmalar popüler yapılmıştır (örneğin, Shaw ve diğerleri, 2000). TÜRKİYE’DE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM Türkiye’de 1990lardan beri iletişim araştırmalarının sayısı giderek artmıştır. Bu artış, daha önce gruplandırarak açıkladığımız oluşturucu, destekleyici ve teşvik edici koşullardaki değişimlerle gelmiştir: Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin artması, yeni iletişim fakülteleri kurulması ve kurulmaya devam etmesi, iletişim dergilerinin sayısının artması, akademik kadro almak için araştırma ve bildiri yayınlama gibi araştırmaya yönlendiren kuralların sıkılaştırılması, Avrupa birliği, UNESCO ve UNICEF gibi bölgesel ve uluslar arası yapıların araştırma ve geliştirme projeleri için fon ayırması ve buna Türkiye’nin de katılması, ülke içinde Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırma Vakfı (TÜSES), Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV), Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV), Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), İletişimliler Vakfı (İLEV) gibi birçok vakıfların ve Gazeteciler Cemiyeti gibi cemiyetlerin iletişim araştırmalarına destek vermesi, TRT ve RTÜK gibi kuruluşların araştırmalar yaptırması, iletişim araştırması derneklerinin ve üniversitelerde araştırma merkezlerinin kurulması, ve TELEKOM, TURKCELL ve diğer büyük kuruluş ve şirketlerinin araştırma gereği duyması gibi önde gelen nedenler araştırmaların çeşitlenmesini ve sayıca artmasını sağlamıştır. Fakat, iletişim dergilerinin “iletişim çalışmaları alanında bilgi ve düşünce üretilen bilimsel etkileşim forumları” olmamaları (Sarı, 2005) yanında, genel olarak nicellik değil nitellik ölçü olarak alındığında, iletişim araştırmalarının durumu, A. İnal’ın (2005) da “bu durum gittikçe kötüye gidecek” diyen saptamasıyla ve en azından M. C. Öztürk’ün sosyal sorunluluğa ilgi azlığıyla özetlenebilecek olumsuzluklara sahiptir. Kısaca, bilimsel bilgi üretimi ve bu üretimin gelişmesi bağlamında umut verici bir gelişme olmaktadır, fakat bu gelişmenin toplum ve insanlık için çok daha anlamlı olabilmesi için araştırmalarla ilgili çözülmesi gereken önemli sorunlar bulunmaktadır. 2000 yılından beri Türkiye’de iletişim alanında 800’ün üzerinde kitap basılmıştır ve 2000’e yakın makale yayınlanmıştır. Kitapların çoğunluğu “süpermarket kitapları” seviyesindedir; bir kısmı değerli ve değersiz derlemelerden oluşmaktadır. Geri kalan azınlık ise özgün çalışmalardır. Özgün çalışmalar, makaleler, tezler ve bildiriler arasında ele aldığı konuyla ve sistemli ve tutarlı analizle iletişim alanındaki bilgi birikimine katkıda bulunanların sayısı azdır. Eserlerin çoğunluğu ciddi ele aldıkları konular veya sorunlar, tasarım hataları ve yöntemi doğru kullanamama gibi nedenlerle akademik değerlerini yitirmektedir. Bu durumun farkına varılması ve kabullenilmesi ya da yapılanların konusal, amaçsal, sonuçsal ve yöntembilimsel bağlamlarda soruşturulması (özellikle araştırma yapanların kendilerini soruşturması) gerekir ki anlamlı bir gelişme olabilsin. Yöntembilimsel durum: Günümüzde Türkiye’de iletişim yapıtları kullanılan yöntem bağlamında özellikle iki yönde ilerlemektedir: Birincisi kitle iletişiminde pozitivist-deneyci yaklaşımla gelen deneyselimsi araştırmalar (=gerçek deneysel olmayan gözleme dayanan alan araştırmaları) çerçevesinde yapılanlardır. Bu araştırmaların büyük çoğunluğu iletişimde etki konusunun bir yanını ele almakta ve “üretilmiş iletişimi kullanan” (izleyici, alıcı, okuyucu, dinleyici, interneti kullanıcı, kampanyanın hedef kitlesi, oy veren, tüketici) üzerinde durmaktadır. Bu araştırmalarda genellikle ciddi yöntem sorunları bulunmaktadır. Bu bulgu 26 benzer sonuçlarla gelen önceki araştırmaların bulgularını desteklemektedir (örneğin, Shoemaker ve Reese, 1990; Potter, Cooper ve Dupagne, 1993; Kamhawi ve Weaver (2003). Tasarımda kuram ve yöntemle ilgili benzer sorunları Fakat yöntem sorunları Türkiye’de tezlerde ve dergilerde görülenler kadar ciddi değildir: Türkiye’de ampirik araştırma süreçlerini tümüyle doğru kullanan bir tez veya makale muhakkak vardır, fakat ben rastlamadım (Erdoğan, 2001). Dolayısıyla, ampirik tasarımla yapılan araştırmaların geçerli ve sosyal bağlamda faydalı olabilmesinin birinci koşulunun sağlanması (doğru tasarımın yapılması ve istatistiksel analizlerin doğru yapılması) gerekmektedir. İkincisi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de en eski ve köklü araştırma geleneğiyle yapılan niteliksel araştırmalardır. İletişim alanında bu bağlamda da sayısı giderek artan kitaplar, tezler ve makaleler bulunmaktadır. Bu eserleri kabaca ikiye ayırabiliriz: (a) Avrupa kökenli klasik nitel değerlendirmeyi geçerli nedensellik bağları kurarak yapan eserler ve (b) geçerli nedensellik bağlarından çeşitli ölçüde yoksun, sistemli ve tutarlı analizden çeşitli ölçüde uzak, var olan bilgileri ardı ardına sıralayan ve derleyip toplayan yapıtlar. Her iki türdeki yapıtlara rastlamak giderek artmaktadır; fakat ikinci türün artışı çok daha fazla olmaktadır. Bu durumu post-yapısalcı, post-modernist, yorumsamacı, post-marksist, post-oryantalist, göstergebilimsel analiz, söylem analizi gibi isimlerle gelen kötü-taklitçilik ve eleştirdiği için eleştirel sanılan kültürel incelemeler ve geçersiz öznel değerlendirmeler durumu daha da kötüleştirmektedir. Dolayısıyla, nitel araştırma tasarımları yapanların da eksikliklerini ve yanlışlıklarını belirtenleri dışlama ve yaptıkları yanlışları yeniden-üretmeye devam etme yerine kendilerini ve kendilerini soruşturanları soruşturmaları ve böylece gelişme olasılıkları yaratmaları gerekir. Nicel kapsam ve artışın anlamları: Türkiye’de iletişimle ilgili araştırmalar, özellikle artan üniversiteler, dergiler, akademisyen olmak isteyenler, akademisyenler ve araştırmayı finansal olarak teşvik eden yapılanmalar ile birlikte, nicel bağlamlarda giderek artmaktadır. Bu artış yeni iletişim fakültelerine toplumsal gereksinim olması ve artan gereksinimlerden (örneğin medya endüstrisinde iletişim mezunlarına talebin patlamasından) dolayı bu fakültelerin kurulması ve sayısının 50’leri geçen bir enflasyon seviyesine ulaşması, akademik alanda bilgi üretimine susamış bir yapının olması ve akademisyenlerin ilgilerinin akademik araştırma üzerine yoğunlaşması gibi nitel dönüşümlerden çok az kaynaklanmaktadır. Sayısal artışın ve ilgi farklılaşmasının nedenlerinden önde gelenleri şöyle sıralayabiliriz: (a) Türkiye’de var olan egemen kültürel yapı (süregelen iş yapış biçimi ve anlayışı) üzerine çökertilen ve küresel pazara entegre olma zorlamaları ve çabalarıyla oluşturulan zorlama koşulları: Küresel pazarın planlı olarak getirdiği ve kaçınılmaz olarak oluşturduğu koşullar altında sadece üniversiteler değil, aynı zamanda devlet kurumları ve özel sektör, kendileri için işlevsel olan ve amaçlarına ulaşmayı kolaylaştıran yönetimsel bilgi elde etme amacıyla kullanılan araştırmalar yapma/yaptırma zorunda kaldılar. Bu zorunluluk yönetim kadrolarına “araştırma yapma gereği ve faydası” düşüncesini de kaçınılmaz olarak giderek işlemektedir. (b) Devlet kurumlarının araştırma yoluyla ulusal bütçeden ayrılan ve/veya uluslararası kuruluşlardan alınan fonları harcama gereği: Bu nedenle araştırma gereği ortaya çıkmaktadır; (c) çeşitli kuruluşların araştırma projelerine destek vermesi ve böylece akademisyenlere maaşları ötesinde para kazanma olasılığının çıkması; (d) yardımcı doçent, doçent ve profesör olmak için gerekli koşullar arasında makale, kitap ve bildiri gibi eserlerin olması. Okul, dergi ve akademisyen sayısının artması gibi nicel artış nedenleriyle birlikte, yukarıda belirtilen ve benzeri nedenlerle araştırmalarda ciddi nicel artış olmaktadır. Dikkat edilirse, bu nedenler arasında en önde olması gereken neden eksik: İnsan ve toplumuyla ilgili belirsizlikleri veya sorunları azaltarak veya ortadan kaldırarak insanlığın ve toplumların daha iyiye doğru gelişmesini sağlamak. Bu neden tüm yukarıda sunulan araştırmaların artışı nedenlerinin içinde söylenmeden veya belirtilmeden yer alabilir. Elbette soru, “ne kadar yer almaktadır?” sorusudur ve bu soruya da yanıtların çok azı olumlu olmaktadır. Araştırma yapmada temel amaç: Araştırmaların hemen hepsinde “amaç” olarak “araştırmada ne yapıldığı” sunulmaktadır, dolayısıyla asıl amaç ya gizlenmekte ya da bilinmemektedir. Araştırmalarda amaçlar giderek bilimsel bilgiye katkı ve sosyal fayda temelinden uzaklaşmaktadır. Amaç kadro alma, kadroda yükselme, öznel çıkar ve baskı çevresi kurma, şirketler, kurumlar ve çeşitli kuruluşlardan araştırma projesi alarak para kazanma gibi bilimi ve araştırmayı amaç değil de araç olarak kullanma yönüne doğru kaymaktadır. İletişim alanında yazılan tezler ve akademik kadroda yükselme amacıyla 27 yapılan araştırmaların doğası da yukarıdaki egemen gidişe bağlı olarak, çoğunlukla yönetimsel inceleme karakterini taşımaktadır; ama bu tür araştırmalar endüstriyel yönetimsel karar vermeye doğrudan yardımcı bir karaktere sahip değildir. Yönetimsel karar vermeye doğrudan yardımcı olacağı amacını belirten araştırmaların ne kadarının bu amacı gerçekleştirdiği de şüphelidir. Erdoğan’ın örnek araştırmasına (2008) göre, bu tür araştırmalardan faydalanması gerekenler faydalanmamaktadır; faydalanmak istese bile faydalanabileceği geçerli ve anlamlı analiz, sonuç ve öneriden yoksunlukla karşılaşacaktır; dolayısıyla, şirketlerin ve devlet kurumlarının bazılarının gizli olarak yaptırdığı veya açık olarak yaptırdığı ama bilgileri paylaşmadığı araştırmalar dışındaki yönetimsel araştırmaların muhtemelen büyük çoğunluğu kaynak israfı ve kaynakların birilerine aktarılmasından öteye en küçük bir yönetimsel karar vermeye yardımcı karaktere sahip değildir. Ele alınan konular ve sorunlar: İletişim araştırmalarının Türkiye’nin gündeminde olması gereken önemli sorunlarla ilgilenmesi, başlarda sayılı akademisyenler dışında, nicel azlık nedeniyle de azdı. Şimdi nicel bağlamda hızlanan artış olmaktadır, fakat bu nicel çokluk içinde önemli konular çok az yer almaktadır. Çünkü değişen akademik atmosfer, güç ilişkilerinin yapısı ve yukarıda belirtilen çeşitli nedenler araştırmalarda çoğu ilginin belli yönlere kaymasını sağlamaktadır. Bilimsel girişimin geleceği için kuşku duyulması gereken bu durumu, özellikle ele alan konuların ve sorunların yüzeyselliği, sudanlığı, ilgileri ve bilişleri yanlış yönlendiriciliği daha da kötüleştirmektedir. Bu tür ilgilere, ürünlere ve konulara örnekler oldukça çoktur: Konuşmak ve anlaşılmak, bedenin dili, vücudun konuşması, etkili ikna stratejileri, kültürde dirilme, kültürel farklılıklarla birlikte yaşama, iletişim odaklı reklam ve pazarlama, empati kurma becerisi ve sanatı, iletişim becerileri ve beceri geliştirme, doğru iletişim el kitabı, iletişim yönetiminde mükemmelliğin yolları, holistik iletişim ve faydaları, sağlıklı iletişim kurmanın yolları, iletişim becerisini kazanma, kolay iletişim kurma yolları, kaliteli iletişimin sihirli anahtarları, kişilerarası iletişimde dinleme ve etkileme becerisi, NLP teknikleriyle aile içi iletişimi sorunlarını çözme, iletişimin sırlarıyla etkileme ve başarma, iletişimin taosuyla Nirvanaya ulaşma, insan ilişkilerinde 4x4’lük iletişim kurma, etkili reklam yapma, başarılı kampanya hazırlama, iletişimsizliği çözme, mekanın dilini anlama, mekanın cinsiyeti, iş yerinde verimliliği artırma yolları, şirket yönetiminde simetrik iletişim, haqlkla ilişkilerin simetrik ilişki olması, demokratikleşme getiren internet mucizesi, yaşamın anlamının artık haz olduğu, “nasıl hissediyorsun’un neden’in yerini alması, faydasız düşünceyle değil tüketerek var olma, iletişimde göndericinin ölümü (gönderen, örneğin medya şirketidir) ve alıcının (alıcı, örneğin medya izleyicisidir) hükümranlığı (egemenliği). Günümüzde, iletişim araştırmalarında konusal ilgi bağlamında da olumlu gelişmeler olmaktadır, fakat ele alınan konuların ve sorunların önemli bir kısmı ciddi veya eleştirel makro sosyolojik, ekonomik, kültürel, ideolojik veya anlamlı siyasal karakterden büyük ölçüde yoksundur ve bu yoksunluk artarak devam etmektedir. Tezler, blidiriler ve makalelerdeki yaygın yönelim paketlenmiş iletişimin (programın, haberin, kampanyanın, mesajın) rolü ve etkisi üzerine odaklanmakta ve bu bağlamda izleyicinin konumu, özellikleri ve tercihleri, mecra pazar payı, tüketim davranışları, talep belirleme, segmentasyon, program değerlendirme, bireylerin/izleyicilerin memnuniyeti, imaj ve markalaşma, konsept testleri ve çeşitli iletişim ölçümleri ile ilgili konular işlenmektedir. Araştırmayı destekleyen örgütsel yapılar: Günümüzde yerel, bölgesel ve uluslararası kurumlar, şirketler, çeşitli kuruluşlar ve üniversiteler artan bir şekilde araştırma için fonlar ayırmakta ve araştırma girişimlerini desteklemektedir. Türkiye’de yabancı ve özel şirketlerin ve çeşitli kuruluşların ortak araştırma faaliyetleri artmaktadır, çünkü firmalar ve kuruluşlar siyasal, ekonomik ve kültürel kontrolü gerçekleştirmek için demografik karakterleri, tutumları, sevileri, tercihleri ve yönelimleri bilmek zorundadırlar. Bu gelişme doğal olarak araştırmacılara ve öğrencilere gereksinimi de artırmaktadır. Bu olumlu bir gelişmedir. Fakat araştırma gereksinimlerinin önemli bir kısmı, bilimsel amaç taşımamaktadır ya da toplumsal gelişmeye faydalı olacak doğaya sahip değildir; onun yerine bilimi araç olarak kullanarak öznel maddi çıkar gerçekleştirme amacını taşımaktadır. Araştırmada ilgi ve yönelimler: Günümüzde post-pozitivist ve post-modern yaklaşımların çoğulculuk iddialarına uygun olarak, çeşitli kimlikler üzerine eğilen niteliksel kültürel incelemeler, kadın incelemeleri, feminist incelemeler ve söylem üzerine kurulu araştırmalar yaygınlaşmıştır. Mesaj ve yorumlarını sunan kültürel ve kültürler arası etnografik incelemeler artmıştır. İletişim davranışlarını 28 inceleyen ve bilişsel (cognitive) psikolojiye dayanan yaklaşımlar yenilenerek devam etmektedir. İletişim alanına işletme okullarının el atmasıyla, iletişim incelemeleri karar verme, reklam, halkla ilişkiler süreçlerinden geçerek pazarlamanın, pazarda pay kazanmanın, örgüt içi ve örgütler arasında etkili olmanın yollarını araştıran ve bu bağlamlarda sorunlara çözüm arayan bir işlevsellik kazanmaktadır. 2010’ların Türkiye’sinde iletişim ve kuram konusuna ilgi, iletişimde post-modern, post-yapısalcı, post-sömürgeci (post-colonialist) ve popüler/moda kitap çevirileriyle “Batıyı transfer ve kopyalama” biçiminde devam etmektedir. Eleştirel gelenekle ilgili çeviriler yapılmakta, fakat özgün yapıtlar, görece olarak giderek artmasına rağmen, hala marjinal kalmaktadır. İletişimde araştırma, aynı zamanda, derleme kitaplar biçiminde olan yapıtlarda da sunulmaktadır. Son zamanlarda “derleme kitap basma salgını” dikkati çekmektedir. Değerli derleme çalışma “tanıdık birilerinden yazılar alıp bastırmakla” oluşturulmaz. Akademik “editörlük” sürecinden geçirmeksizin; yani yazıları o alanda otorite/uzman olan kimselere göndermeksizin yapılan “derleme” kitabın akademik değeri (içinde bir veya iki değerli parça olsa bile), şüphelidir: Sosyal bilim araştırması kimin ne dediğini toplayıp, birkaç başlık ve alt başlıklarla arka arkaya sıralayarak yapılan “dedikodu derlemesi” değildir. Araştırma, birikmiş bilgi ve deneyimleri temel alarak yapılan sistemli ve tutarlı bir tasarımla başlar. Benzer şekilde bir eserin basılmasında kullanılan ölçütün “satış potansiyeli” olduğu bir kitap yayınlama ortamında, basılan özgün yapıtların da bilimsel/akademik değeri şüphelidir; dolayısıyla, tanımış veya herhangi bir yayınevinde basılmış olması, akademik/bilimsel değer ölçüsü olamaz. Günümüzde iletişim araştırmaları Batı'nın entelektüel egemenliği altında devam etmektedir. Dayanak noktası Batı olunca, Batı'da en son çıkan ve gelişen yaklaşımlar ve yönelimler önemli hale gelmekte ve getirilmektedir. Bunların neden, hangi amaçla, nasıl geliştirildiği irdelemeden sadece yapıları, süreçleri ve görünür sonuçları aktarma ve taklitle kullanma Türkiye'deki akademik geleneğin kurtulması gereken önemli özelliklerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sorun, sadece Türkiye’nin sorunu değildir, Gunaratne’nin araştırmasında belirttiği gibi (2010) diğer ülkelerin de sorunudur. İletişim araştırmaları konusunda tüm bu olumsuzluklara rağmen farklı birikimlere sahip araştırıcılar alana gösterdikleri ilgi ümit vericidir. Bu ilgiyle bazılarının küreselleşen dünya ve Türkiye koşullarında özgün ve bağımsız çalışma yapma gereğini hissetmeleri, iletişim araştırmalarının gelişmesine katkıda bulunacak önemli bir etken gibi görünmektedir. Kitabın kaynakçasında bu tür çalışanları bulabilirsiniz. Kaynakça Abadan, N. (1960). Kütle Haberleşme Vasıtaları. SBF Dergisi, 15(1): 132-156. Abadan, N. (1964). Türkiye’nin Üç Büyük Şehrinde Radyo ile İlgili Halkoyu Yoklaması. SBF Dergisi, 19(3-4):71-102. Abisel, N. (1982). 1928-1983 Dönemi Türkiye’sinde Sinema Üzerine Düşünceler, Yıllık 1981, Ankara: A.Ü. BYYO Yayınları. Abisel, N. (2006). Türk Sineması Üzerine Yazılar (Genişletilmiş 2. Basım), Ankara:Phonix. Adaklı, G. (2006). Türkiye’de Medya Endüstrisi, Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri. Ankara: Ütopya. Alemdar, K. (2001) İletişim ve Tarih. Ankara: Ümit. Alemdar, K. (1981). Türkiye’de Çağdaş Haberleşmenin Tarihsel Kökenleri. Ankara: AİTİA. Alemdar, K. ve Erdoğan, İ. (1998). İletişim. İçinde: Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Bilim: Sosyal Bilimler II. Ankara: TÜBA, (1-10). Aziz, A. (2006). Dünyada ve Türkiye’de İletişim Araştırmaları, Kültür ve İletişim, 9(1):9-31. Baltacıoğlu. İ. H. (1937). Kiliseci, Büyücü ve Emperyalist Filmler. Yeni Adam, 1937, S. 198, G. 2. Başaran, F. (2000). İletişim ve Emperyalizm: Türkiye'de Telekomünikasyonun EkonomiPolitikaları, Ankara: Utopya. 29 Bilgili, C. ve Uslu, Z. K. (2011). Kültürlerarası İletişim, Çokkültürlülük. İstanbul: Beta yayıncılık. Bogard, W. (1996) The Simulation of Surveillance. Hypercontrol in Telematic Societies. Cambridge, England: Cambridge University Press. Childe, V. G. (1967/1974). What Happened in History. NY: Pelican Books. Cunningham, C. (1998). Cultural Studies http://lectures.eserver.org/1003 and the Politics of Knowledge Production. Dağdaş, E. ve Özer, Ö. (2011). Popüler Kültürün Hakimiyeti. İstanbul: Litera Türk. Drahos, P. ve Braithwaite, J. (2003). Information Feudalism: Who Owns the Knowledge Economy? London: Eartscan Ltd. Dursun, Ç. (2004). “Türkiye’de Haber ve Habercilik Çalışmalarının Genel Bir Değerlendirilmesi (19802003)”, Haber Hakikat ve İktidar İlişkisi içinde. Der. Çiler Dursun. Ankara: Elips, s. 89-147. Erdoğan, İ. (1995). Uluslararası İletişim. İstanbul: Kaynak. Erdoğan, İ. (1997). İletişim, Egemenlik ve Mücadeleye Giriş. Ankara: İmge. Erdoğan, İ. (2000) Kapitalizm, Kalkınma, Postmodernizm ve İletişim. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. (2001). Sosyal Bilimlerde Pozitivist-Ampirik Akademik Araştırmaların Tasarım ve Yöntem Sorunları. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, 12, 17-34. Erdoğan, İ. (2001a). “Popüler Kültürde Gasp ve Popülerin Gayrimeşruluğu”. Doğu Batı, 15(2): 65-106. Erdoğan, İ. (2005/2011). İletişimi Anlamak. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. (2007). Temel Bilgiler: Eleştirel Yaklaşımlarda İletişim Anlayışı. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, .24: 153-198. Erdoğan, I. (2007a). “Temel Bilgiler: Eleştirel Yaklaşımlarda İletişim Anlayışı”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 25: 153-198. Erdoğan, İ. (2007b). Karl Marx, İnsan, toplum ve iletişim. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 25: 199-228. Erdoğan, İ. (2007c). Siyasal Ekonomi ve Kültürel İncelemeler Çatışması. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi. 25: 267-280. Erdoğan, İ. (2008). Ampirik Araştırmada Sorunlar: TRT ve RTÜK Kamuoyu Araştırmaları üzerine bir inceleme. Ankara: G.Ü.İ.F. Erdoğan, İ. (2012). Poztivist Metodoloji ve Ötesi: Bilimsel Araştırma Tasarımı, İstatistiksel Yöntemler, Analiz ve Yorum. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. (2012b). Missing Marx: The Place of Marx in Current Communication Research and the Place of Communication in Marx’s Work. TripleC, 10(2): 349-391, 2012. Erdoğan, İ. ve P. B. Solmaz (2005) Sinema ve Müzik. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2010). Öteki Kuram. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2012b). Kültür ve İletişim. Ankara: Erk. Frey, F. (1963). Political Development, power, and communication in Turkey. İçinde: Pye, L. (ed). Communication and Political Development. NJ: Princeton University Press. Geray, H. (2003). İletişim ve Teknoloji: Uluslar arası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları, Ankara: Utopya. Girgin, A. (2007) Uluslararası İletişim. İstanbul: Der. Gunaratne, S. A. (2010) De-Westernizing communication/social science research: opportunities and limitations. Media Culture Society, 32: 473-500. Hardt, H. (1997). Beyond Cultural Studies - Recovering the 'Political' in Critical Communications Studies”. Journal of Communication Inquiry, 21(2): 70-79. 30 Haye, Yves de la (1980). Marx and Engels on The Means of Communication. Paris: International general. İnal, A. (2005). arayisinda/ http://ilef.ankara.edu.tr/ gorunum/2005/12/iletisim-arastirmalari-etkin-platform- Kağıtçıbaşı, Ç. (1970). Türkiye’de Sosyal-Psikolojik Araştırmaların Genel Görünümü, Gruplanması ve Bazı Problem Sahaları. İçinde: Türkiye’de Sosyal Araştırmaların Gelişmesi. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü ve Türk Sosyal bilimler Derneği Seminerinde sunulan bildiriler, 23-25Şubat 1970. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları D-11. Kamhawi, R. and D. Weaver (2003), Mass Communication Research Trends From 1980 to 1999, Journalism & Mass Communication Quarterly 80 (1): 7-27, 7. Kayalı, K. (2005) Türk Sineması Çalışmalarının Ulaştığı Düzey Konusunda Genel Bir Değerlendirme Denemesi. Türkiye'de İletişim Araştırmaları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, 20-21 Ekim 2005. Kellner, D. (1995) Media Culture. Cultural studies, identity and politics between the modern and the postmodern. London; New York: Routledge. Kıray, M. (1970). Sosyal Değişme ve Sosyal Bilimler. İçinde: Türkiye’de Sosyal Araştırmaların Gelişmesi. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü ve Türk Sosyal bilimler Derneği Seminerinde sunulan bildiriler, 23-25Şubat 1970. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları D-11. Kongar, E. (1970). Araştırılacak Konu ve Sorunlarda Öncelikler. İçinde: Türkiye’de Sosyal Araştırmaların Gelişmesi. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü ve Türk Sosyal bilimler Derneği Seminerinde sunulan bildiriler, 23-25Şubat 1970. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları D-11. Malott, C. (2009). The Evolution of Knowledge http://radicalnotes.com/content/view/89/39/ Production in Capitalist Society. McNeely, I. ve Wolverton, L. (2008). Reinventing Knowledge: from Alexandrea to İnternet. New York: W.W.Norton &Company Mosco, V. (1996). The Political Economy of Communication: Rethinking & Renewal. Thousand Oaks, CA: Sage. Oskay, Ü. (1982) Müzik ve Yabancılaşma. Ankara: Dost. Oskay, Ü. (1968). Azgelişmiş Ülkelerde Değişim ve Haberleşme. Ankara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 238 (2): 239-284. Özbek, M. (2010). Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, 9. Basım, İstanbul: İletişim Yayınları. Özer, Ö. (2011). Haber Söylem İdeoloji. İstanbul: Litera Türk. Özer, Ö. (2012). Haberi Eleştirmek. İstanbul: Litera Türk. Öztürk, S. (2008). Türkiye’de İletişim Düşüncesinin Kökenleri. Ankara: G. Ü. İletişim Fakültesi 40. Yıl Kitaplığı No:15. Öztürk, S. R (2012). Türkiye'de Sinema. İçinde: 1920'den Günümüze Türkiye'de Toplumsal Yapı ve Değişim, der: Faruk Alpkaya, Bülent Duru. Ankara: Phoenix. Payaslıoğlu, A. T. (1970). Türkiye’de Sosyal Araştırma Sorunları ve Çözüm yolları üzerinde bazı Düşünceler. İçinde: Türkiye’de Sosyal Araştırmaların Gelişmesi. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü ve Türk Sosyal bilimler Derneği Seminerinde sunulan bildiriler, 23-25Şubat 1970. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları D-11. Poster, M. (1990) The Mode of Information. Poststructuralism and Social Context. Chicago: The University of Chicago Press. Sarı, E. (2005). İletişim Çalışmaları Alanında Dergicilik: İletişim Fakültelerinde Çıkan Dergiler Üzerine Bir Değerlendirme. Türkiye'de İletişim Araştırmaları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, 20-21 Ekim 2005. Selçuk, A. (2005). Dil-Kültür Bağlamında Kültürlerarasi İletişim. Konya: Çizgi Kitapevi. 31 Shaw, D. L., Hamm, B. J. and Knott, D. L. (2000)Technological Change, Agenda Challenge and Social Melding: Mass Media Studies and the Four Ages of Place, Class, Mass and Space. Journalism Studies, 1 (1): 57–79. Siebert, F. et al. (1956) Four theories of the Press. Urbana, ILL: University of Illinois Press. Simpson, C. (1994). Science of Coercion: Communication Research and Psychological Warfare 1945-1960. New York: Oxford. Soydaş, A. U.(2010). Kültürlerarası İletişim. İstanbul: Parşömen Yayınları. Sungur, S. (2007). Marksist Düşünce Sisteminde Kitle Kültürü ve Televizyonda Yayınlanan Çizgi Filmlerin İdeolojik İşlevlerine Bir Bakış. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2007,(30):125-140. Tezcek, Ö. (2007). 1980 sonrasında Türkiye’de bilgi üretiminin kurumsal değişimi: tepav örneği. http://www.kongrekaraburun.org/gecmis_kongreler/2007/ozetler/C1_2.pdf Tokgöz, O. (2006). Türkiye’de İletişim Araştırmalarında İletişim Eğitiminin Rolü ve Önemi. Küresel İletişim Dergisi, 1: 1-12. Tokgöz, Oya (2000). Türkiye’de İletişim Araştırmaları Nereden Nereye? Kültür ve İletişim, 3(2):12-30. Tokgöz, O. (1972). Haber Toplayan ve Satan Kuruluşlar: Haber Ajansları, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, (17)2: 143-157. Tutal, N. (2006) Küreselleşme İletişim Kültürlerarasılık. İstanbul: Kırmızı. Tutal Chevron, N. (2005). Popüler Kültür Araştırmaları : Batı’nın Kavramları Yerelin Olguları. Türkiye'de İletişim Araştırmaları Sempozyumu, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, 20-21 Ekim 2005. Türkoğlu, N. (2009). Medya ve İletişim Çalışmalarının İçerisi-Dışarısı. Méthodos: Kuram ve Yöntem Kenarından. D. Hattatoğlu ve G. Ertuğrul (der.) içinde. İstanbul: Anahtar. Turkle, S. (1995) Life on the Screen. Identity in the Age of the Internet, New York: Touchstone. Uluç, G. (2003). Küreselleşen Medya: İktidar ve Mücadele Alanı. Ankara: Anahtar. Uslu, Z. K. (2009). Bilinç Endüstrisinin İktidar ve Siyaset Pratikleri. İstanbul: Beta. Üşür, İ. (1997). Ma'lumat Toplumu Ya Da Buharlaşan Herşey Katılaşıyor. Türk-İş Yıllığı, 293-320. Uzun, R. (2007). İstihdam sorunu bağlamında Türkiye’de iletişim eğitimi ve öğrenci yerleştirme. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi,. 25:.117-134. Williams, R. (1977). Marxism and Literature. Oxford: Oxford University Press. 32 33 34