ENFLASYON VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLER (2007) I. Klasik İktisat Klasik iktisat, iktisat politikası aracı olarak sadece para politikasına önem vermiştir. Ekonomik istikrarsızlık ortaya çıktığında mali politikalar yerine para politikaları (banka rezervlerinin azaltılması, açık piyasa işlemleri gibi) tercih edilmelidir. Zira mali araçlar aslında para politikasının bir aracıdır. Mesela devlet harcamalarının artırılması aynı zamanda para arzını artırmak demektir. Onlara göre tam rekabet, ücret esnekliği ve faiz esnekliği varsayımları gerçekleştiği taktirde ekonomi daima ve kendiliğinden tam istihdama ulaşacak, üretilen her mal satılacak stok artışı ve üretim yetersizliği gibi dengesizliklerle karşılaşılmayacak ve dolayısıyla fiyatlar genel seviyesi hem enflasyonist hem de deflasyonist baskılara yol açmadan istikrarını koruyacaktır. Onların deyimiyle “piyasanın görünmeyen eli, ekonomiyi istenen yönde geliştirmeye yeterlidir.” II. Neo-Klasik Teori Klasik iktisadi düşüncede piyasa ekonomisinin tek başına sosyal refahın optimizasyonunu sağlayacağı ve bu nedenle devletin ekonomiye müdahalesine gerek olmadığı görüşü hakimdi. Neo-klasik iktisadi düşüncede ise, piyasa ekonomisinin bazı faktörler dolayısıyla başarısızlığa uğrayabileceği, böylece sosyal refahın optimumdan uzaklaşabileceği görüşü savunulmuştur. Neo Klasikler klasiklerden farklı olarak devletin ekonomiye müdahalesinin gerekli olduğunu, ancak bunun “sınırlı” olması gerektiği görüşünü savunmuşlardır. III. Keynezyen İktisadi Görüş (Talep Yönlü İktisat) Keynezyen İktisadın varsayımlarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz Keynezyen Makro Teori ekonomik yaşamda meydana gelecek dengesizliklerin (enflasyon, işsizlik, deflasyon, durgunluk gibi) toplam talep ayarlamaları ile giderilebileceğini savunurlar. Bu görüşü ileri sürerken Keynezyen makro teori, arz koşullarının kısa dönemde sabit olduğunu ve uzun dönemde de iktisat politikalarına karşı duyarsız olduğunu farz eder. Bir başka deyişle Keynezyen Teori, arz koşullarının önemini red veya ihmal etmez, fakat bu koşulların iktisat politikalarının etki alanının dışında kaldığını kabul eder. Keynezyen ekonomi ilke olarak özel sektörün dengesiz olduğunu kabul eder. Bu dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla ekonomiye devlet müdahalesinin gerekli olduğunu 1 kabul eder. Para ve maliye politikalarıyla toplam talebin bileşimini ve miktarını değiştirmek suretiyle ekonomideki dengelerin arzulanan yönde gerçekleşmesi sağlanacaktır. Keynezyenlere göre maliye politikası araçları olan harcama ve vergi politikası toplam talebi etkileme açısından para politikasına göre daha etkilidir. Genel Teoride sadece talep yetersizliğinden ortaya çıkan işsizlik üzerinde durulmuş, sermaye kapasitesi yetersizliği, döviz dar boğazı gibi ekonominin toplam arz cephesindeki yetersizliklerden doğan işsizlik üzerinde durulmamıştır. Keynes’in istihdam teorisini hareket noktası efektif taleptir. Keynes efektif talebi “toplam talebin toplam arz ile kesiştiğin noktadaki değeri” olarak tanımlamaktadır. Bir başka tanımlama ile efektif talep, kullanılabilecek bir satın alma gücüyle desteklenmiş taleptir ve belirli bir dönemdeki tüm harcamalara eşdeğerdir. Keynes’e göre bir ekonomide üretim faktörlerinin kullanıldığı sınıra kadar toplam arz elastikiyeti sonsuz var sayılabilir. Bir başka deyişle, tam istihdam denge düzeyine kadar toplam talepteki her artış arzı da peşinde sürükler. Bu bakımdan denge gelir düzeyini belirleyen efektif taleptir. Keynes efektif talebi bir toplumda müteşebbislerin mevcut istihdam seviyesinde sahip oldukları üretim faktörlerinden elde etmeyi umdukları gelirlerin toplamı olarak ele almaktadır. Keynes, makro dengenin toplam arz ile toplam dengenin veya toplam tasarruflarla toplam yatırımların eşitlendiği noktada sağlandığını belirtmektedir. Bu denge sağlanamadığında ekonomide “enflasyonist açık”ya da “deflasyonist açık” ortaya çıkar. Keynes’e göre bu istikrarsızlıkların giderilmesi için devletin efektif talebi yönlendirmesi mümkündür. Bir Keynezyen görüş olan Philips Eğrisi de işsizlik sorunu ile ilgilenmiştir. 1958 yılında A W Philips tarafından geliştirilen bu eğri işsizlikle enflasyonu birbirine alternatif olarak görmektedir. Philips işsizlik azaldığı zaman İngiltere’de ücretlerin hızla artmakta olduğunu, bunun aksine işsizlik oranı yükseldiğinde ise, ücret artışlarının yavaşladığını belirterek işsizlik oranı ile ücret değişmeleri arasında bir değiş oranı (trade off), ilişkisinin mevcut olduğunu ortaya koydu. Philips eğrisi analizine göre daha düşük bir işsizliğin, ancak daha yüksek bir enflasyon ile satın alınabileceğini ileri sürmektedir. Philips eğrisi fiyatların nispi bir istikrar gösterdiği yıllarda oldukça başarılı olduğu halde, 1970’li yıllarda enflasyon ile durgunluğun aynı anda yaşanması, bu ilişkiye duyulan şüpheleri artırmıştır. Özellikle doğal işsizlik hipotezini geliştiren Friedman ve Edmund, Phelps, beklenen enflasyon ile öngörülmeyen enflasyon kavramını ortaya atarak Philips eğrisi olgusunu sadece kısa dönemli bir olgu olduğunu geçici bir nitelik özelliği taşıdığını ileri 2 sürerek, uzun dönemde işsizlik ile enflasyon arasında böyle bir ilişkinin olmadığını ileri sürmüşlerdir. ŞEKİL-1: Philips Eğrisi Enflasyon oranı PE B A 0 işsizlik oranı Enflasyon hızı ile işsizlik oranı arasında ters yönlü bir ilişkiden bahseden A.W Philips, bu görüşünü herhangi bir teoriye dayandırmadan ve sadece istatistik verileri gözlemlemek suretiyle bu sonuca varmıştır. Bu ilişki iktisat politikasını ya “yüksek oranda işsizlik ve düşük enflasyon” veya “düşük oranda işsizlik ve yüksek enflasyon” gibi iki zorunlu tercih arasında bırakmıştır. Mesela A noktası işsizlik oranı da enflasyon oranı da hiç değişmemektedir. Eğer B noktasına kaymak istenirse işsizlik oranı azalacak, enflasyon oranı yükselecektir. Philips eğrisi Keynezyenler tarafından sevinçle karşılanmış ve benimsenmiştir. Ancak 1970’li yıllarda bu eğrinin gerçek dünya olaylarına uymadığı ve politika reçetelerine güvenilemeyeceği yolundaki iddialar Philips eğrisine güveni azaltmıştır. Philips eğrisi ile işsizlik ve enflasyon arasında ters bir ilişkinin varlığının kabul edilmesi talep yönlü iktisadı daha da pekişmiştir. Ancak Keynezyen Makro Teori 1970’li yıllarda ortaya çıkan işsizlik ve enflasyon hızındaki devamlı yükselme ile popülaritesini kaybederken Arz iktisadının da basın, politika ve bilim çevrelerinde zemin bulmasına yardımcı olmuş ve atlama taşı vazifesi yapmıştır. Çünkü bu eğrinin öngördüğü varsayım gerçekleşmemiştir. Bir başka deyişle, Japonya hariç, sanayileşmiş ülkelerde görülen yüksek enflasyon işsizlik ve prodüktivite düşüklüğünün aynı anda görülmesi Philips eğrisinin dayanağını ortadan kaldırmıştır. 3 IV. Monetarizm Monetarizm, esasen çağdaş iktisadi sorunlardan biri olan enflasyon konusu üzerinde durmuştur. Bu politika enflasyonun temel nedeni olarak para arzının hükümetlerce gereksiz yere ve aşırı ölçüde artırılmasını görmektedir. Monetaristlere göre, ekonomideki istikrarsızlıkların birçoğu parasal kökenlidir. Bu nedenle para politikası iktisadi sorunlara karşı diğer iktisat politikası araçlarından daha etkilidir. Monetaristler, serbest piyasa ekonomisinin kendi iç dinamiği sayesinde istikrarlı bir model olduğunu savunmakla birlikte, klasik iktisatçılardan farklı olarak ekonominin her zaman tam istihdam düzeyinde olmayacağını kabul etmektedirler. Monetaristler, insanların daha iyi bir iş arama veya işsizlik yardımından yararlanmaları neticesinde belirli bir süre işsiz kalabileceklerini, böylece ekonomide her an bir “doğal işsizlik” olabileceğini öne sürmüşlerdir. Monetarizm, esasen klasik iktisadın temel ilkelerini aynen kabul etmekle birlikte, ondan başlıca iki noktada ayrılmaktadır: - Klasik miktar teorisi açıklaması yetersizdir. - Ekonomi her zaman tam istihdam düzeyinde dengede değildir; doğal işsizlik hipotezi. Klasik iktisat ve monetarizm arasındaki bu iki temel farklılığa rağmen her iki teori de enflasyonun en önemli kaynağının para arzındaki artışlar olduğunu kabul etmektedir. Monetaristlere göre enflasyonu kontrol altına almak için en etkin araç para politikasıdır. Para arzındaki değişmeler, para talebinden bağımsız bir şekilde para otoritesince bağımsız olarak belirlenir. Ancak para otoritesinin bu gücünün sık sık değişen para artış hızları şeklinde uygulanması istikrar değil istikrarsızlık getirir. Monetaristler, bu istikrarsızlıkları önlemek için para arzının belirli bir oranda ve ekonomideki gelişmelerle orantılı olarak kademeli bir şekilde artırılmasını önermektedir. Monetarizm daha çok enflasyon üzerinde durmuştur. Monetarist düşünce enflasyonun nedeni olarak para arzının hükümetlerce gereksiz yere aşırı artırılmasında görmektedir. Monetaristlere göre ekonomideki birçok istikrarsızlık parasal kökenlidir. Bu yüzden iktisadi sorunların çözümlenmesinde para politikası diğer politikalardan daha etkilidir. Enflasyonu tümüyle parasal bir olar olarak gören monetaristler, para arzındaki artışın, milli gelirdeki artışı aşan kısmının doğrudan fiyatlar genel seviyesini yükselttiği 4 görüşündedirler. Mesela toplam para arzı % 12 ve toplam milli gelir % 4 ise o yılki enflasyon % 8 olacaktır. Milton Friedman kendisine Nobel Ekonomi Ödülü verilirken yaptığı konuşmada bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olay olmuştur. Enflasyon ile işsizlik arasında uzun dönemde iddia edildiği gibi bir alış veriş (trade off) söz konusu değildir. Çünkü uzun dönem Philips eğrisi, doğal işsizlik oranından çıkan bir dikey gibidir. Dolayısıyla fiyat artış hızı işsizlik oranına değil, para miktarındaki artışlara ve beklenen enflasyon oranına (expected rate of inflation) bağlı olacaktır. Monetaristler esasen Klasik ekonomiye dayanmakla birlikte onlardan bazı noktalarda ayrılırlar: Klasik miktar teorisi yetersizdir, Ekonomi daima tam istihdam düzeyinde değildir. Ekonomide “doğal işsizlik” olabilir. Monetarizmin temel ilkeleri aşağıdaki gibidir. Ekonomik yaşamı etkileyen temel faktör parasal değişmelerdir. Dolayısıyla toplam talebi ve buna bağlı olarak üretim istihdam ve genel fiyat seviyesini belirleyen temel unsur para arzında meydana gelen değişmelerdir. *Ekonominin istikrarını bozan etkenlerin çoğu, hükümetlerin izlediği maliye politikasından ve para otoritelerinin firmalar ve kişiler arasında farklılık yaratıcı takdiri uygulamalarından kaynaklanır. Ekonomi kendi halinde istikrarlıdır. İstikrarı dışarıdan yapılan para ve maliye politikası müdahaleleri bozar. Friedman’a göre ileri ülkelerde 1970’lerden sonra baş gösteren krizin asıl nedeni Keynes’ten esinlenerek uygulamaya sokulmuş olan konjonktür politikalarıdır. Yüksek düzeyde istihdam oluşturmayı esas almış olan konjonktür politikaları gevşek para politikasından doğan etkilerle ekonomileri rayından çıkararak istikrarsızlığı yaygınlaştırmıştır. Onlara göre 1970’li yılların sorunu olan işsizlik ve enflasyonun sebebi uygulanan para politikalarıdır. Ekonomik istikrarsızlığın kaynağı ise para arzındaki düzensiz dalgalanmalardır. Örneğin enflasyon para arzındaki artışların doğrudan doğruya nominal gelirleri artırmasıyla ortaya çıkmaktadır. İşsizlik ise enflasyonun sebep olduğu bir olgudur. Monetarist görüş, klasik teoride olduğu gibi ekonominin kendiliğinden ve daima tam istihdamda olacağını kabul eder. Bu nedenle devletin keyfi (takdiri) para ve maliye politikası uygulaması önlenmelidir. 5 V. Rasyonel Beklentiler Teorisi Rasyonel Beklentiler Teorisi, 1960’lı yılların sonlarında klasik iktisat teorisinin temel ilkelerini benimseyerek ortaya çıkan yeni bir ekonomik teoridir. Rasyonel Beklentiler Teorisi Monetarizmin bir dalı olarak görülebilir. Ancak Monetarist iktisatçıların hepsi Rasyonel Beklentiler Teorisi’nin tümünü kabul etmemektedirler. Rasyonel Beklentiler Teorisi, Klasik iktisatçıların yaklaşımına benzer şekilde insanların iyi bir şekilde bilgilendirildiklerine ve bunu çok iyi kullandığına inanmaktadırlar. Bunun yanında piyasada fiyatların ve ücretlerin esnek (flexible) olduğunu savunurlar. Bu yüzden işsizliğin daima gönüllü (voluntarily) olduğunu savunurlar. İnsanlar gerçek ücretlerin çok düşük olduğunu düşündükleri için işsizdirler. Rasyonel beklentiler teorisi taraftarlarına göre; devlet, kısa dönemde dahi, vergiler, kamu harcamaları ve para arzı gibi araçları kullanarak, üretim, istihdam, fiyat istikrarı vb. ekonomik değişkenler üzerinde etkili olamaz. Rasyonel beklentiler teorisine göre ekonomide para arzı artırıldığı zaman, bireyler bunun belli bir dönem sonra fiyatlar genel seviyesi ile birlikte nominal faiz oranını da yükseltebileceğini tahmin edebilirler. Bireyler para arzının enflasyonist bir etki yaratacağını bildikleri için buna karşı rasyonel davranışlarda bulunacaklardır. Örneğin, işçiler nominal ücretlerin enflasyon oranında artırılmasını isteyeceklerdir. İşçilerin bu taleplerinin işverenler tarafından kabul edilmesi ihtimali yüksektir. Zira, işverenler de fiyatlar genel seviyesinin artmasının kendi karlarını arttıracağını önceden “rasyonel” bir şekilde tahmin edebileceklerdir. Sonuç olarak, para arzının arttırılması reel milli gelir ve istihdam düzeyinde önemli bir değişiklik yaratmayacak sadece enflasyonist bir etki doğuracaktır. Dahası, ücret artışları ile fiyat artışları birbirini kovalayacaktır. Bu durumu şekil yardımıyla açıklamaya çalışalım. Ekonomide para arzının artırılması toplam talep seviyesini AD0 düzeyinden AD1 düzeyine kaydırarak sonuçta fiyatların P0 düzeyinden P1'e yükselmesine neden olur. Rasyonel beklentiler teorisine göre, uzun dönem toplam arz eğrisinin (LRAS) inelastik olduğu varsayılmaktadır. Bunun nedeni, yukarıda da belirttiğimiz şekilde, para arzının artırılmasının uzun dönemde reel üretim ve istihdam üzerinde etkili olmayacağının kabul edilmesidir. 6 Şekil-3: Para Arzının Büyümesi ve Rasyonel Beklentiler 7 Rasyonel beklentiler teorisi, ancak toplumun beklemediği anlarda ve beklemediği şekillerde uygulanacak bir politikanın çok kısa sürede etkili olacağını, zaman içerisinde bireylerin enformasyonu takip ederek beklentilerin değiştirmeleri halinde ise politikaların tekrar etkisiz kalacağını öne sürmektedir. Yukarıda kısaca özetlediğimiz hipotez, bazı yönlerden eleştirilere uğratılmıştır. Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Kenneth J. Arrow teoriyi başlıca şu açılardan eleştirmiştir: . Rasyonel beklentiler tezinde ekonomik birimler ekonominin gelecek dengesini analiz etme yeteneğine sahip, süper istatistikçiler olarak kabul edilmektedir. . Ekonomide menkul kıymetler piyasası etkin olarak çalışırken, mal ve emek piyasaları bu düzeyde etkin olmayabilir. Aksine bunun tam tersi de olabilir. Arrow’ a göre fiyat beklentilerine ilişkin tahminler çoğunlukla sermaye birikimi konusundaki kararlar için doğrudur. Sermayenin akışına ilişkin kararlarda ise fiyat beklentileri önemli hatalar içerebilir. Hisse senetlerindeki fiyat dalgalanmaları buna bir örnek teşkil etmektedir. Bu özelliklere ve bilgilenmeye sahip olan fertler, politika tedbirlerinin etkilerini önceden kestirecekler ve ona göre davranışlarını şekillendirerek politika uygulamalarını boşa çıkarabileceklerdir. Bu durumda da, para arzı ve maliye politikası değişkenleri ile üretim hacmi üzerinde bir etkide bulunabilmek, para arzı ile faiz oranını değiştirebilmek, faiz oranını belli bir seviyede tutmak için sistematik politikalar tatbik etmek, teoriye göre mümkün bulunmamaktadır. Böyle bir politika enflasyonist veya deflasyonist olabileceği gibi, fiyatlar genel seviyesi dengesinin oluşmasını da engelleyebilecektir. Hükümetin herhangi bir nedenle emisyonu artırıcı bir uygulamaya girmesi durumunda; örneğin, kaynağı belirlenmemiş ücret artışları, transfer ödemeleri, sosyal yatırımlar v.b. eğer herkes daha hızlı parasal büyümenin daha yüksek enflasyona sebep olacağına inanırsa şu gelişmeler birbirini takip edecektir: Merkez bankası parasal büyümeyi hızlandırınca, tasarrufçular hemen daha yüksek faiz oranları talep edecek ve borçlular onu vermek zorunda kalacaktır; çünkü, onlar reel anlamda parasal genişlemeden önceki faiz oranlarına göre ödeme yapmak durumundadırlar. Döviz piyasası, ülkenin parasının değerini düşürücü bir şekilde döviz kurunu değiştirecektir. İşçiler daha fazla ücret talep edecekler ve işverenler onlara bu ödemeyi yapacaktır; çünkü, onlar da aynı anda kendi ürünlerinin fiyatlarını yükseltmektedirler. Böylece bütün gruplar hep birlikte bekledikleri daha hızlı enflasyonu getirmek için hareket edecektir. 8 Rasyonel Beklentiler Teorisi, aktif iktisat politikalarının terk edilmesini ister. Bu politikalarla konjonktür dalgalanmaları yumuşatılamaz. Aktif politikalar rasyonel insana hangi ekonomik sonucun iyi olduğunu belirleme hakkını vermez. Aktif iktisat politikaları ile işsizlik oranını veya kullanılmayan kapasiteyi azaltmaya çalışmak sadece ekonomideki enflasyonun ve konjonktürün boyutlarını artırır. Rasyonel Beklentiler Teorisi’nin enflasyonla mücadele yöntemi teklifleri ise, para miktarındaki azaltmaları vergi indirimleri ve kamu harcamalarının daraltılmasını kapsamaktadır. Vergi indirimleriyle birlikte ücret artışlarının frenlenmesi, karlılığı artırmanın tek yoludur ve ayrıca arzı olumlu yönde etkileyecek bir politikadır. Rasyonel Beklentiler Teorisini savunanların Keynezyen iktisada yaptıkları eleştiri 1960’lı yıllarda ortaya çıkan yüksek enflasyon ve işsizliktir. Onlara göre bu olaylar sıkı para politikası ve dengeli bütçe gibi klasik ilkelerin bir sonucu olarak doğmamıştır. Aksine Keynezyen doktrinin enflasyon riski taşımasına rağmen reel büyümeyi ve artan istihdamı vaad eden geniş bütçe açıklarını ve yüksek oranlı parasal genişlemeyi gerektiren politikaların sonucu ortaya çıkmıştır. Rasyonel Beklentiler Teorisi, para politikasının kısa ve uzun dönemde ekonomide sadece fiyatlar genel seviyesini etkileyeceğini öne sürerken, maliye politikasının uzun dönemde istihdam ve üretim üzerinde olumsuz etkiler yapacağını iddia eder. Rasyonel Beklentiler Teorisi tıpkı Klasik iktisatçılar ve monetaristler gibi, devlet harcamalarındaki artışın özel tüketim ve yatırım harcamalarında veya ithalatta meydana gelecek bir azalma ile karşılanacağını kabul eder. Bu nedenle devlet harcamalarındaki bir artış, toplam talebi etkilemez. Dolayısıyla milli gelir ve istihdam düzeyinde bir gelişme olmayacaktır. Buna karşın Rasyonel Beklentiler Teorisi maliye politikasının toplam arz üzerinde olumsuz etkilerde bulunduğu görüşündedir. Bunun sebebi ise daha çok devlet harcamalarının vergi artışıyla finanse edilmesidir. Sonuç olarak Rasyonel Beklentiler Teorisi, aktif makro iktisadi politikaların (devlet harcamalarının artırılması, verginin azaltılması, para arzını artırmak ya da azaltmak ... gibi) karşıdır. VI. Arz Yönlü İktisat ve Vergi Yaklaşımı Keynezyen iktisadın özellikle 1970’li yılların sorunları karşısında alternatif olarak ortaya çıkan teorilerden birisi de “supply-side economics”tir. Türkçeye arz yönlü iktisat, arz iktisadı veya sunum yönlü iktisat şeklinde çevrilebilecek olan bu teorinin öne çıkardığı 9 politika, vergi indirimleri ve bu indirimler neticesinde ekonominin arz yönünün güçlendirilmesidir. 1978 yılında Amerikan İktisatçılar Birliği tarafından resmen kabul edilen bu terim, ekonomideki sorunların giderilmesini daha çok vergi indirimlerine dayandırması dolayısıyla arz yönlü vergi politikası veya arz yönlü (veya yanlı) maliye politikası olarak da bilinir. Arz Yönlü İktisat, ekonominin yüz yüze olduğu verimlilik, enflasyon, reel büyüme gibi pek çok sorunla ilgili kompleks bir disiplindir. Bunların yanında tasarruf, yatırım, çalışma gayreti, teşvikler, iş verimi, hükümetin büyüklüğü ve etkinlik alanı, regülasyonlar ve piyasaların etkinliği ve hatta uluslararası karşılıklı etkileşim gibi konular da Arz Yönlü İktisadın ilgilendiği alanlar içerisinde yer alır. Arz Yönlü İktisadın temel politik aracı vergi oranlarıdır. Vergi oranlarının önemli bir politik araç olarak kullanılmasının kaynağı Avustralyalı iktisatlı Colin Clark’tır. Clark 1940’ların sonunda yaptığı bir ekonometrik araştırmada vergi yükünün % 25’in üzerine çıkması halinde enflasyonun başlayacağını ileri sürmüştür. Clark’a göre yüksek vergi oranları tasarrufu ve çalışmayı azaltacak üretimi ve arzı daraltacak bu yoldan da toplam talep toplam arz dengesini bozarak enflasyona neden olacaktır. Clark’ın bu görüşü de iktisat politikalarını etkilememiştir. Bunun nedeni sanayi ülkelerinin vergi yükünün % 25’in üzerine çıkarmış oldukları halde hızlı gelişmeyi sürdürebilmiş olmalarıdır. Buna rağmen vergi yükü ile makro büyüklükler arasındaki ilişkiye ait ekonometrik araştırmalar devam etmiş ve 1975’te Laffer, Wanniski ve Roberts unun vardığı sonuçlar Clark’ın görüşünü yeniden güncel hale getirmiştir. En ekstrem şekliyle “Laffer Eğrisi” (Laffer Curve) diye bilinen bu görüş iktisat politikalarının temelini oluşturmaya başlamıştır. VII. Yapısalcı (Structralist) Yaklaşım Bu iktisadi yaklaşım çoğunluğu Latin Amerika kökenli iktisatçıların 1950’li yıllarda Latin Amerika ülkelerinin karşılaştığı darboğazların monetarist iktisadın ön görülerinden farklı bir şekilde giderilebileceği düşüncesinden doğmuştur. Bu iktisatçılar az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerden çok ve farklı yapısal sorunları olduğunu, monetarizmin enflasyon için ortaya koyduğu önerilerin bu ülkeler (az gelişmiş ülkeler) için çözüm olamayacağını iddia ederek ona (monetarizme) bir tepki olarak doğmuştur. Bu görüşe göre enflasyonun kaynağı sözü edilen ülkeler için yapısal bozukluklar ve dar boğazlar olup, bunlar giderilmedikçe enflasyon da çözümlenemeyecektir. Görüldüğü gibi yapısalcı yaklaşım klasik 10 iktisadi düşüncenin aksine devlet müdahalelerinden yanadır. Çünkü Az gelişmiş ülkelerde ekonomide var olan birçok sebep piyasanın istikrarsızlığı giderici etkide bulunamayacağı istikrarın sağlanabilmesi için devletin müdahalelerinin şart olduğu görüşündedirler. VIII. Akılcı Tercihlerin Eleştirisi Arrow rasyonel beklentiler teorisine bir eleştiri getirmektedir. Ona göre, hisse senedi piyasalarının rasyonel beklentiler hipotezine göre etkin olacaktır fakat emek ve mal piyasaları için aynı etkinliği söylemek zordur. Halihazırdaki işgücü arzının değişmesinde ona göre gelecekteki ücret beklenti ve uyarlamalarıyla bir ilgisi yoktur. Arrow’a göre, gönüllü işsizliğin oluşmasında geleceğe yönelik olumsuz beklentilerin bir etkisi yoktur. İktisadi hayat, belirsizlikler ve şoklarla doludur. Rasyonel beklentiler teorisi, iktisadi bireylerin gelecekte alacaları kararların ne yönde olması gerektiği konusunda düşünce mekanizması bağlamında kararlarının en mantıkî çerçevede olduğunu belirtmektedir. Çiftçiler, yarının fiyatlarını tahmin ederek bugünden üretim yapmaktadırlar. Dolayısıyla arada bir üretim gecikme zamanı vardır. İktisadi modellerde belirsizlik genellikle, durağan durum analizleriyle ihmal edilmektedir. Fakat gelecekte olacak herhangi bir negatif şok ya da dalgalanma üretimin seviyesini dolayısıyla fiyatlar genel seviyesini etkileyecektir. Lucas istihdam ve fiyat değişimleri arasındaki ilişkiyi rasyonel beklentiler hipotezi çerçevesinde modelize etmiştir. Frenkel ise hiperenflasyon döneminde Almanya’daki para talebini aynı hipotez ile tahmin etmeye çalışmıştır. Barro da rasyonel beklentiler teorisini test eden iktisatçılardandır. Ona göre beklenmedik parasal genişleme, istihdam, fiyatlar genel seviyesi ve üretim seviyesinin değişimine neden olacaktır. Dolayısıyla etkin olmayan bileşen beklenen parasal genişlemedir. Robert Hall da yaşam döngüsü ve ömür boyu gelir hipotezleriyle rasyonel beklentiler teorisini test etmiş iktisatçılardandır. Merkez Bankası Türkiye’de rasyonel tercihler ve beklentiler hipotezini aktif biçimde kullanan kurumlardan bir tanesidir. Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranlarını kontrollü bir şekilde düşürerek geçmişe yönelik enflasyon bekleyişlerini ortadan kaldırma ve ileriye yönelik bekleyişleri şekillendirme işleyişine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Bu yönde, gerçeği tam yansıtmasa da periyodik anketler düzenleyerek piyasanın nabzını tutmaya çalışmaktadır. Merkez Bankası örtük enflasyon hedeflemesine giderek, gelecekte enflasyonun alabileceği değerleri göz önüne alarak kısa vadede faiz oranlarında değişikliğe gitmektedir. 11 IX. Modern Politik Konjonktür Hareketleri Teorisi: Rasyonel Beklentileri İçeren Politik Konjonktür Hareketleri Politik konjonktür hareketleri teorisinin gelişim sürecinde ikinci dönem olarak adlandırılan modern yaklaşım, rasyonel beklentiler hipotezinin geçerli olması halinde bile, fırsatçı ya da partizan eğilimlerin gözlenebileceğini kanıtlamaya çalışan modelleri kapsamaktadır. Yeni dönemde fırsatçı eğilimlerin varlığını ortaya koymaya çalışan araştırmalar, “rasyonel fırsatçı modeller”, partizan eğilimlerin varlığını ortaya koymaya çalışan modeller ise, “rasyonel partizan modeller” şeklinde adlandırılmaktadır. Modern yaklaşım içerisinde yer alan modeller, seleflerinden iki açıdan farklılık göstermektedir: Bu farklılıklardan birincisi, modern yaklaşımın, rasyonel beklentiler teorisinin politika etkisizliği olarak bilinen varsayımından etkilenmiş olmasıdır. Bilindiği gibi, politika etkisizliği varsayımına göre, genel makro ekonomik politikalar ve özellikle de para politikası reel ekonomik faaliyetlerin gidişatını etkileyemezler. Diğer ikinci farklılık ise, modern yaklaşım üzerinde yeni dönemde rasyonalite ilkesinin geçerli hale gelmesidir. Rasyonalite ilkesinin geçerliliği varsayımına göre de, ekonomik ajanların gelecekle ilgili beklentilerinin olduğu ve seçmenlerin sistematik olarak aldatılamayacağı anlamına gelmesidir. Diğer bir ifade ile makro dengeler üzerinde olumsuz etkiler doğuran iktisat politikaları uygulayan iktidarlara rasyonel seçmenler oy vermezler. Aslında rasyonel beklentiler yaklaşımına göre, rasyonel iktisadi birimler, partizan politikaların olası etkilerini esas alarak ücret ve fiyat kararlarını belirlerler. Dolayısıyla, bu tür politikaların reel konjonktür dalgalarına yol açma gücü nötralize edilmiş olur.(Heckelman, 2002, 569). Buna karşın Alesina, geliştirdiği rasyonel partizan modele dayanarak, seçim sonuçlarına ilişkin belirsizliğin kısa dönemli politik dalgalanmalara yol açacağını ileri sürmüştür. Alesina’ya göre, seçimlerden önce, gelecek dönemdeki siyasal iktidarın ne tür bir politika uygulayacağı belirsiz olduğunda, iktisadi birimler iktidara geleceğini tahmin ettikleri partinin, politikalarına göre, ortalama bir enflasyon beklentisi kurgularlar. İktisadi birimlerin gelecekte enflasyon oranının hangi düzeyde seyredeceğini net olarak kestirememeleri, her seçimin beklenenden farklı yeni bir enflasyon oranına yol açma olasılığını arttırır. Görüldüğü gibi, rasyonel partizan modellere göre, enflasyon ve büyüme oranının doğal düzeyinden sapması, seçim sonuçlarının belirsizliğinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, sağ bir partinin iktidarından sonra seçimi kazanan sol eğilimli bir parti, kendinden önceki 12 iktidarın uyguladığı politikalar nedeniyle daralan ekonomiyi, genişletici politikalar ile uyararak enflasyondaki artış pahasına hasıla büyüme oranının artmasına yol açabilir. Benzer şekilde, iktidara gelen sağ eğilimli bir parti, kendinden önceki iktidarın aksine, durgunluk eğilimlerine yol açma paha-sına daraltıcı politikalar uygulayıp enflasyonu kontrol altına almaya çalışır. Ancak, sol iktidarlar döneminde enflasyon oranı göreli olarak yüksek düzeylerde seyretse de, ekonomik değişkenleri doğal düzeylerinde uzakta tutacak politikaları uzun süre uygulamak güçtür. İktisadi birimlerin ücret ve fiyat sözleşmelerini rasyonel beklentiler temelinde yeniden ayarlamaları partizan politikaların etkinliğini azaltır. Bu durum, partizan politikaların iktidar süresince sürdürülmesinin önündeki en önemli engeldir. Bütün bu açıklamalardan hareketle denilebilir ki, siyasal iktidarların enflasyon ya da hasıla büyüme oranını ne ölçüde doğal düzeyinden uzaklaştıracağını belirsizlik düzeyi belirler. Belirsizlik düzeyi arttıkça, enflasyon ve hasıla büyüme oranının doğal düzeyinden sapma olasılığı artar. Rasyonel partizan modellerin bazı eksik yönleri bulunmaktadır. Bu konuda ileri sürülen eleştiriler aşağıdaki noktalarda toplanabilir: • Ücret ve fiyat sözleşmeleri her zaman seçimlerden önce bağlanmayıp, iktisadi birimler kendilerine çok yüksek maliyet yüklemediği sürece çoğu kez seçimlerden hemen sonraki tarihi tercih eder. • Seçimler, bütün demokratik ülkelerde belirli tarihte gerçekleşmez. Parlamenter demokrasinin olduğu birçok ülkede erken seçim uygulaması yaygındır. • Parasal ve mali araçların ayrı otoritelerin elinde olmaması, sol partiler döneminde hasıla düzeyinin göreli olarak yüksek olmasını güçleştirir. Çünkü sol partilerin iktidarında artan kamu harcamaları vergiler ile finanse edilmeye çalışıldığında firmaların yatırımlara aktaracağı fonlarda azalma ortaya çıkacağından hasıla düzeyi gerileyebilir. • Merkez sağa mensup parti işbaşına geldiğinde, işsizlik düzeyinde ve resesyonist eğilimlerde geçici bir artış gözlenir. Buna karşın, merkez sola mensup parti işbaşına geldiğinde, enflasyon oranlarında yükselme eğilimi ile birlikte, hasıla ve istihdam düzeyinde genişleme gözlenir. • Yukarıdaki maddede ifade edilen reel etkiler geçici bir özelliğe sahiptir. Çünkü, rasyonel partizan modellere göre, enflasyonist beklentiler ayarlandıkça, hasıla artışı ve istihdam düzeyi iktidar döneminin ikinci yarısında doğal düzeyine yönelir. Ancak, önemle 13 belirtmek gerekir ki, merkez sola mensup partinin iktidarında enflasyon oranı, seçim zamanındaki oranına kıyasla yüksekliğini korur. • Seçim rekabetinin ideolojik farklılıkları belirgin olan iki parti arasında geçmesi halinde seçim sonuçlarına ilişkin belirsizlik artar. Böyle bir ortamda hasıla ve istihdam düzeyinin yönelimini kestirmek oldukça güçtür. • Geleneksel modellerin aksine, rasyonel partizan modellere göre, hasıla ve istihdam değişkenlerinin olağan seyrinde politik şoklardan kaynaklanan sapma eğilimi geçicidir. İktidar döneminin ikinci yarısında reel değişkenler doğal düzeylerine yönelirler. Görüldüğü gibi, gerek rasyonel partizan model gerekse rasyonel fırsatçı model taraftarlarına göre, politik konjonktür hareketleri rasyonel davranış eğilimlerini sergileyen seçmen davranışlarına rağmen gözlenebilir. Rasyonel fırsatçı modelin varsayımlarının geçerliliği asimetrik enformasyon, rasyonel ihmalkârlık ve seçmen tercihlerinde zamanlar arası kutuplaşma gibi etkenlerce belirlenmektedir. Rasyonel partizan modelin varsayımlarının geçerliliği ise, seçim sonuçlarının belirsizliği ile ilintilidir. Rasyonel modellerin fırsatçı ayağı ile partizan ayağına ilişkin çalışmalar yapan modellerin ulaştıkları bazı temel varsayımlar aşağıdaki şekilde ayrı ayrı özetlenebilir. Buna göre rasyonel fırsatçı modellerin ulaştıkları sonuçlar şunlardır: • Seçimlerden hemen önceki dönemde politika enstrümanlarında yapılan kısa vadeli manipülasyonlar, bütçe açıkları ve parasal büyüme oranındaki artışa yol açar. Bu eğilim hemen her seçimden önceki altı ya da dokuz aylık dönem içinde gözlenir. • Seçimlerden sonra daraltıcı ve maliye politikalarına başvurulur. • İktisadi büyüme ve işsizlik gibi değişkenlerdeki hareketlilikler, seçimlerden hemen önceki dönemde küçük değişikliklerle sınırlı olup, birkaç yıl boyunca sistematik bir görüntü sergilemez. •Seçim yıllarındaki yüksek büyüme oranı ve düşük işsizlik düzeyi, siyasal iktidarların yeniden seçilmesine olanak sağlar. 14 Rasyonel partizan modeller ise aşağıdaki sonuçlara ulaşmışlardır: • İktisadi büyüme ve işsizlik gibi değişkenlerde kısa vadeli partizan etkiler gözlemlemek olasıdır. Buna göre, sol partilerin iktidara gelmesi ile birlikte, seçimlerden sonraki yaklaşık iki yıllık dönemde normal düzeylerine kıyasla işsizlik oranı düşük, büyüme oranı ise yüksek düzeyde seyreder. Geçici bir süre için geçerli olan bu tür değişiklikler, sağ partilerin iktidarında tamamen aksi yöndedir. • Sol partilerin iktidarında (sağ partilerin iktidar dönemi ile karşılaştırıldığında) enflasyon oranı göreli olarak sürekli yüksektir. Gökhan Gökalp – Bağımsız Denetçi 15 KAYNAKLAR AKTAN, Coşkun Can, Utku Utkulu ve Selahattin Togay., Nasıl Bir Para Sistemi? İstanbul: İMKB Yayını, 1998. AKTAN C. Can b, (1992). Kamu Ekonomisinden Piyasa Ekonomisine: Özelleştirme Ankara.. AKTAN, Coşkun Can. (1994). Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat, Takav Mat., Ankara.. AKTAN, C. Can, (1990). DEÜ İİBF Dergisi Çağdaş İktisadi Düşünceler, cilt:5 sayı: 1-2. ALESİNA, Alberto, (1989), “Politics and Business Cycle in Industrial Democracies”, Economic Policy, 8, 55-98 . ALESİNA, Alberto, (1995b), “Macroeconomic Policy in a Two-Party System as a Repeated Game”, Monetary and Fiscal Policy, 2, Politics in Ed.by: Torsten Persson and Guido Tabellini, The MIT Press, 71-98. CİNKO, L.(2005), Modern Politik Konjonktür Hareketleri Teorisi: Rasyonel Beklentileri İçeren Politik Konjonktür Hareketleri, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , Sayı :19 ELLİS, Christopher ve Thoma Mark A., (1991), “Partisan Effect in Economies with Variable Electoral Terms”, Journal of Money Credit and Banking, 4,728-74l. EKELUND, Robert B. ve Robert D. Tollison, Economics, Boston: Little, Brown c, 1986. EKER, Aytaç ve Diğerleri, (1994). Maliye Politikası (Teori, İlkeler ve Yöntemler), Takav Matbaacılık, Yayıncılık San. Ve Tic. AŞ. Ankara.. EVANS, Michael. (1983). Higher Rates of Return Will Raise Personal Saving, The Truth About Supply-Side Economics, New York. 16 GROSSMAN, Sanford J.(1981) “An Introduction to the Theory of Rational Expectations Under Asymmetric Information”, The Review of Economic Studies, Vol.48, No.4:541559 HECKELMAN, Jac C., (2002), Variable Rational Partisan Business Cycles: Theory and Some Evidence”, Canadian Journal of Economics, 35/3, 2002, 568-585. İYİBOZKURT, Erol:&İktisada Giriş&Bursa,Uludağ Üni.Güç.Vakfı Yayınları No:30,1989. KANTOR, Brian, “Rational Expectations and Economics Thought”, Journal of Economics Literature Vol 17, (Dec. 1979), pp, 1422-1441. ORHAN, Osman Z. (1989). Keynezyen ve Moneterist İstikrar Politikaları, Bilim Teknik Yayınevi İstabbul. ÖZKAN, GüIçin F., (1998), “Partisan Business and Budget Cycles with Separate Fiscaland Monetary Authorities”, The Manchester School, 66/2, 178-195. PARASIZ, İlker. (1997). Modern Makro Ekonominin Temelleri, Ezgi Kitabevi, Bursa. SAVAŞ, Vural, Keynezyen İktisat Yıkılırken, İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası, 1984. SAVAŞ, Vural F. (1986).Keynezyen İktisat Yıkılırken, Beta basım Yayım Dağıtım AŞ, İkinci Baskı, İstanbul. SAVAŞ, Vural F. (1994). Politik İktisat, İkinci Baskı, Beta Basım Yayın, İstanbul: 1994. SAVAŞ, Vural F (1997). İktisadın Tarihi, Liberal Düşünce Topluluğu, Avcıol Matbaacılık, İstanbul. SAVAŞ, Vural. (1998). Politik İktisat, Beta Yayınları, İstanbul. TEKELİOĞLU, (1987). Muammer “Çağdaş İktisadi Düşüncede Yol Ayrımları” Çukurova Üniversitesi İİBF Dergisi cilt:1 sayı:1. THOMAS J. SARGENT:&Rational Expectations.The Rate Of İnterest And The Natural Rate Of Unemployment&Rational Expectations And Econometrıc Practice ,Ed Robert E. LUCAS,Jr. And Thomas J. SARGENT,Minneapolis,The Uni.Of Minnesota Prs 17 TÜSİAD(2004) “ Türkiye Ekonomisi”, Yayın No. Tüsiad-T/2004, Aralık, İstanbul:1-109. UNAY, Cafer. (1996). Makro Ekonomi, Ekin Kitabevi, Bursa. ÜSTÜNEL, Besim. (1990). Makro Ekonomi, Beşinci Baskı, Ankara 1990. YILDIRIM, Refia. (1989). Maliye Politikası Açısından Arz Ekonomisi Çukurova Üniversitesi İİBF Dergisi, cilt:3, sayı:1. http://economy.bloggum.com http://www.ekonomi.name http://www.canaktan.org http://www.hayatinrengi.netl 18