MİMARLIKTA FORMA DAYALI ALGI KAVRAMI, METAL MALZEMELER ÜZERİNE BİR İNCELEME Begüm Mozaikci * ÖZET Özellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısında mimari yapılarda çelik başta olmak üzere aluminyum ve titanyum gibi metaller yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yeni metallerin de keşfedilmesiyle mimari yapılarda artan malzeme çeşitliliği beraberinde farklı mimari formların ve yüzeylerin de kullanılmasını getirmiş ve yeni algısal çeşitlilklere ve yorumlara zemin hazırlamıştır. Bu sebepten bu çalışmanın amacı çelik, alüminyum ve titanyum gibi mimari uygulamalarda yeni kullanılan metallerle yapılmış yapıların bitmiş ürün olarak dıştan bina ölçeğinde görsel olarak incelenip nasıl algılandığını sorgulamak ve yorumlamaktır. Binalarda algı konusu incelenirken yapının formu ve kullanılan malzeme yönüyle algı sistemine ve algıya olan katkısı, yapının sembolikliği ve sergilediği imajı tartışılıp, yorumlanacaktır. Ayrıca, mimaride gelinen son nokta olan çağdaşlaşma içerisinde form ve malzemenin gelişimindeki ana etken olan teknolojik değerler de göz ardı edilmeyecektir. Anahtar Kelimeler: Yapı Malzemeleri (Çelik, Alüminyum ve Titanyum), Form, Mimarlıkta Algı Kavramı,Teknoloji. FORM BASED PERCEPTION CONCEPT INVESTIGATION ON THE METAL MATERIALS IN THE ARCHITECTURE, ABSTRACT Especially in the second half of 19.century, to stand first steel, aluminum and titanium has been started to be used extensively in architectural projects. With the discoveries of new materials, increasing material diversities in the architectural buildings has been carrying with itself the usage of the different forms and surfaces, and also laying a ground for a new perceptional diversities and interpretations. Therefore the aim of the study is investigating on the newly used metals such as steel, aluminum and titanium in the architectural practices and questioning and interpreting how they are percept as an end product through the building scale from exterior. While the perception concept in the buildings is investigating, the contribution of used form and material of the building to the perception system, the buildings’ symbolization facts and displayed image of the buildings will be discuss and interpret. Furthermore within the modernization, the technological values which are the main factor of the development of the form and material will not be unconsidered. Keywords: Construction Materials (Steel, Aluminum and Titanium), Form, Concept of Perception in architecture, Technology. * Yüksek Mimar, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Gazi MağusaKIBRIS 1. GİRİŞ Mimarlık insan davranışlarını ve algı sistemini birçok yönde şekillendirir. Winston Churchill’in gözlemlediği gibi, “önce biz yapılarımızı şekillendiriyoruz, daha sonra da onlar bizi şekillendiriyor” (Roth, 2000). Temelde işleve, malzemeye ve yapım sistemi şekillerine bağlı olarak mekanların formları belirlenir. Mimarinin sonuç ürünü olan form, dışarıdan bir mimari esere bakan insanın algılama / değerlendirme ölçütlerinin binanın dış yüzeylerine ve bu yüzeylerin biçimlenişine yönelik olarak ortaya çıkması ile mimariye yönelik tüm tartışmaların form temel alınarak yapılmasına neden olmuştur ve böylece biçim, hem kuramsal anlamda, hem de pratikte mimari için önemli duruma gelmiştir (Jenks, 1997). Mimarlıkta belli bir düşüncenin aktarılması, yapı malzemesine teknik olanaklarla verilen biçim aracılığı ile mümkün olmaktadır. Malzemenin katkısıyla soyut düşünce mimari yapıda somutlaşır. Bu bağlamda malzemenin, formun oluşmasında ve görsel olarak algılanıp, kavranmasında somut bir etken ve belirleyici olduğu söylenebilir. Metal malzemeler günümüz mimarisinde, özellikle stürüktürel sistemlerde ve cephe konstrüksiyonunda, çok çeşitli amaçlar için kullanılabiliyor. Bu metallerden çelik, özellikle kolon – kiriş gibi stürüktürel elemanlar olarak kullanılırken; aluminyum veya titanyum gibi metaller de dış cephe kaplamasında levhalar halinde kullanılabilmektedir. Metallerin dış cephe kaplaması olarak kullanılmasındaki en önemli faktörler, bilgisayar teknolojisi sayesinde istenilen formda üretilebilmesi ve yapıya kolay uygulanabilmesidir. Metal cephe kaplamaları ve sistemleri özellikle makine çağının simgesi olan ‘İleri Teknoloji’ ve ‘Çağdaş Mimari’ kavramlarını simgelemek amacı ile yapıların cephelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Tarihi süreçte yaygın olarak mimari yapılarda kullanılan ilk metaller; demir, bakır, bronz, pirinç, çinko ve kurşundur. Günümüzde ise yapı endüstrisindeki teknolojik gelişmelerle çelik, alüminyum ve titanyum gibi metallerin farklı alaşımları keşfedilmiştir. Özellikle çelik, alüminyum ve titanyum gibi yeni keşfedilip, kullanılmaya başlanan çagdaş yapı malzemelerinin, farklı formlar ve bu formların farklı yüzeylerle düzenlemesi ile farklı mimari algılamalara ve yorumlara neden olunmaktadır. Bu çalışmanın amacı çelik, alüminyum ve titanyum gibi yeni keşfedilmiş metaller kullanılarak yapılmış yapıların bitmiş ürün olarak dıştan bina ölçeğinde incelenip nasıl algılandığını sorgulamak ve yorumlamaktır. 46 2. ALGI KAVRAMI VE MİMARLIKTA FORMA DAYALI ALGI: Algılama, beş duyu ile elde edilen her türlü bilginin beynimizde şekillenmesi ve görünüm kazanmasıdır. Algılama, çevremizdekilerin anlaşılabilmesi, anlamlandırma /değerlendirmeler yapılabilinmesi için gerekli ve önemli bir süreçtir. Bir mimari nesnenin insanoğlu tarafından duyular yoluyla fark edilip, bir imaj olarak kabul edilmesi ve bu olayın bir sonuca ulaşana kadar geçirdiği sürece algılama süreci denir (Aydınlı, 1986). Herhangi bir yapıya yaklaştıkca algıladığımız ilk olarak yapının kütlesi, biçimi ve cephesinin boyutsal oranlarıdır. Bu durumda binanın biçimi yapının insanoğlu tarafından algılanma sürecinde büyük rol oynamaktadır (Ertürk, 1991). Oluşturulan biçimin çözümlenmesi, insanoğlunun algıladığı yapıya belirli anlamlar yüklemesi ile gerçekleşir. Biçimin çözümlenmesi aşamasında biçimle (mimari nesne) iletilen mesajın birey tarafından alınması ve yorumlanması gerekmektedir. İnsanoğlu bir yapıyı bazı belirleyici etkenlere göre farklı özellikleriyle algılamakta; ve bu olay bireyden bireye farklılılar göstermektedir. Appleyard “birey bir yapıyı ya da yeri, “dört nedenin” bileşkesi olarak algılamaktadır” (Rasmussen, 1994) diye ifadelendirir. Bu dört nedeni aşağıdaki gibi özetlenebilir: Birey bir yapıyı ya da yeri, * Fiziksel biçimin belirleyici özellikleri ile (imgelenebilirliği ile), * Kent çevresine bakıldığında yapının görülebilir olma özelliği ile, * Kullanımı, kişisel etkinlikleri ve diğer davranışlar için üstlendiği rol ile, *Genel anlamda algılayıcının kültürel anlamına ilişkin yaptığı çağrışımlar ile, algılayabilmektedir (Rasmussen, 1994). Mimari bütünün algılanmasında en önemli etkenlerden biri, biçimden gelen uyarıcılardır. Algılayıcının biçimden gelen uyarıları kavraması ve değerlendirmesi algılayıcının kültürüne, deyemlerine ve psikolojik durumuna göre değişir (Ertürk, 1991). Farklı formlar ve bu formların farklı yüzeylerle düzenlenmesi bireyin yapıyı farklı algılamasına sebep olmaktadır. “Dikdörtgen formlar dengeli ve dinamik etki, dar açılı formlar dengesiz ve rahatsız etki, dairesel formlar rahatlatıcı ve dinlendirici etki yaratmaktadır. Eğri veya çapraz yönler, görsel etki açısından enerjik ve dinamik olarak algılanırlar” (Ertürk, 1991). Bu doğrultuda yapıyı oluşturan formun geometrik veya serbest form olması, görsel algılamada önemli rol oynamaktadır. Mimarlıktaki en temel algılama yöntemlerinden olan görsel algılama, kişi tarafından algılanan her sahneyi, figür ve zemin olarak ikiye ayırır ve bu figür zemin ilişkisini sorgulayarak yorumlar (Aydınlı, 1986). Algılanan yapının sınırlarının büyük bir bölümünü oluşturan bileşenlere (duvarlar, pencereler, kapılar) ve öğelere (döşeme, tavan, duvar) ait yüzeyleri Francis Ching üst yüzey, alt yüzey ve yan yüzey olmak üzere üç ana başlık altında irdelemektedir (Ching, 1979). Biçimi oluşturan çeşitli bileşenler ve öğeler sınırladıkları aktivitenin 47 niteliklerine bağlı olarak şeffaf/opak, düzenli/düzensiz (organik), sert/yumuşak, belirli/belirsiz özelliklere sahip olabilirler. Bu bileşenler ve öğeler gerek biçimleri gerekse de yüzeyleri ile mekansal örgütlenmede sınırlayıcı, birleştirici, yönlendirici ve odaklayıcı roller üstlenirler. Bu bileşenler ve öğeler bir taraftan mekanın formunu tarif edip, o mekanın deneyimlenilmesinde etkili olurken, diğer taraftan görsel, dokunsal, sessel, ışıksal ve ısısal algılanmasını sağlayarak, mekanın formunun ve yüzeylerinin kavranmasına yardımcı olurlar. Hersberger “mimar ve kullanıcı arasında algılama farklılaşması göz ardı edilemez” der (Rasmussen, 1994); mimarların bir yapının estetik yanı ile ilgilendiğini, mimar olmayanların genelde konfor ve hoşluk nitelikleri ile ilgilendikleri belirtir. Mimarlık eğitimi almış kişiler çevreyi, fiziksel özellikleri ön planda, kullanıcılar ise anlam ve yararsal boyutu ön planda algılamaktadırlar. Aydınlı ise mimar ve kullanıcı arasında olan bu farklılaşmaların, çeşitli yaş grupları, etnik ve meslek grupları, o çevreyi sürekli kullananlar ve geçici kullananlar arasında da gözlenebileceğini belirtiyor (Aydınlı, 1986). Yapılar biçimleri, kullandıkları malzemeleri, strüktürleri ve işlevleri ile deneyimlenebilir. Yapıların bu özellikleri fiziksel deneyimleri teşkil eder, fakat yapılar sadece fiziksel olarak var olmaz metaforik olarak da vardır. Yapılar da tıpkı giyilen kıyafetle veya dekore ettiğimiz evimizle kendimiz hakkında başkalarına mesajlar ilettiğimiz gibi, anlama sahiptir ve bir takım mesajlar verirler. Buna göre çevre tasarlanırken dört önemli öğe örgütlenmektedir. 1) mekan 2) anlam 3) iletişim ve 4) zaman (Giedion, 1971). Mekanın örgütlenmesi ve formun oluşması aynı anda bir anlam da taşır. Bir ortam içerisinde mimari eseri oluşturan ve onu kullanan, onunla iletişim kuran insan, onu biçimlendirirken ve kullanırken sadece biçimi değil, ifade ettiği şeyi, yani anlamını da sorgular. Burada mimarın sorumluluğu saf biçimle ilgilenip, biçimsel boyutu ortaya koyarken anlamı da gözardı etmemektir. Zira genellikle yapılar işlevselliğin ötesinde bu anlamsal değerleriyle öne çıkar ve tartışılır. Bu anlamsal değerler teknolojinin, gereksinimin, mühendisliğin ötesinde, belki de tamamen anlaşılması olanaksız, belirsiz bir karmaşıklığı kendi içlerinde barındırırlar (Aydınlı, 1986). Öyledir ki artık “Mimarlık yalnızca barınma sorununu çözmekle sınırlı görmez kendisini. Her yapı bir heykeldir aynı zamanda” (Aydınlı, 1986); bir iletişim değeri taşır; çevre içerisindeki algısal ve anlamsal değerleri simgeler. 2.1.Çagdaş Mimaride Form – Metal Malzemeler Endüstri Devrimini izleyen dönemde gerçekleşen sosyo-ekonomik gelişmeler, mimari üretim alanını derinden etkileyerek, bir yandan yeni yapı malzemelerinin ve tekniklerinin, diğer yandan yeni bir mekan ve biçim üretme anlayışının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Mimari yapılaşma süreci, insanlığın gelişimine paralel gelişmiş, farklı toplumlarda farklı öneme sahip olan formun şekillenmesinde, tarihsel süreç içinde günün teknik koşulları, malzemesi, mimari üslubunda meydana gelen bu değişimlerle eş zamanlı olarak bir değişim ve gelişim göstermiştir. 48 Çağdaş mimari akım içerisinde, binanın formsal ve sembolik imajı mekansal sistemden bağımsız bir özellik kazanmıştır. 20. yy. ikinci yarısından sonra yeni meydana gelen mimari akımlarla çevrelediği mekanı yansıtmak zorunda olmayan soyut değerler taşıyan ve kendi kendine sembolik bir imaj yaratan yeni yapılar tasarlanıp, inşa edilmiştir. Tabii ki tarihteki pek çok ilkin gerşekleşmesini sağlayan malzemenin ustaca kullanılma yöntemi yine bu imajın yaratılmasında büyük rol oynamıştır. İlk olan eserler malzemenin performansını maksimumda zorlayarak var olmuşturlar. Joseph Paxton tarafından tasarlanan, cam ve çeliğin sınırlarının maximumda zorlandığı Londra’daki Kristal Palas (Crystal Palace) her ne kadar da kaybolmuş bir eser olsa da; malzeme kullanımındaki sınırların zorlanmasına en güzel örnektir ve mimari değerinden her zaman söz ettirecektir (Banham, 1978). Mimarlık ve teknoloji arasındaki dönüşüm endüstri devriminin sonucu olarak açıklanabilir. Artık mimari ürün bir sanat eseri olduğu kadar, bir mühendislik harikasıdır. Nasıl bir kalem mimarın herşeyi ise, artık teknoloji mimarın ve mimarinin vazgeçilmez bileşenidir. Fakat geçmişten farklı bir şekilde, bilgisayar programlarının da yardımıyla, hayal dahi edilemez karmaşıklıkta profil tasarımları söz konusudur. Strüktür, artık yapının mimari tasarımını taşıyan bir zorunlu sistem değil, tasarımın ta kendisidir. Günümüzün çağdaş mimarlık akımı, varolan imkanların sınırlarını zorlayarak malzeme ve formun ayrılmaz bir bütün olarak bir araya gelmesini sağlayan her işleve kendi gereksindiği biçim ve nitelikte bir kılıf yapma ve bunları da yine işlevsel gereklilikler doğrultusunda bir araya getirme iddiasında olmayan bir düşüncenin eseri olarak yorumlanabilir. Bu mimari akımda hiç bir önyargıyla kısıtlanmamış geniş bir biçimlendirme özgürlüğü kullanılmaktadır. Burada biçim malzemenin de verdiği katılımla heykelleşen bir tavır sergilemektedir. İlk bakışta rastgele bir araya gelmiş bir parçalar yığınını andıran, arkasında kolay anlaşılabilir geometrik bir düzen barındırmayan, hatta zaman zaman yerçekimini bile inkar eder tavırla kendini var eden bu mimarlık örneğini herhalde hiç bir sınıra sığdırmak olası görünmemektedir. Bu yeni gelişen mimari akımın öndegelen düşünür ve uygulayıcılarından olan Gehry’ye göre bu sanatsal yorumlanışta “ana kurgunun kısmen algılandığı inşa aşaması, bitmiş yapıdan daha şiirseldir” (Burnus, 1990). Frank Gehry projelerinin tasarım ve üretim aşamasında uçak üretiminde kullanılan bir yazılım programı olan CATIA adlı programı kullanmıştır. Bu programın kullanılmasıyla tasarım aşaması tam anlamıyla iki boyuttan üçüncü boyuta yükseltilmiştir. Her bir yapı bileşeni bu programla modellenmiş, üretim boyutları belirlenmiş ve malzemenin üretimi gerçekleştirilmiştir.Yapının inşa aşaması ise tüm parçaların adeta bir lego gibi birleştirilmesi ile son bulacaktır. Sonuç olarak kullanıcının göz zevkine sunulan ürün adeta teknolojinin sanatla buluşmasıdır. Geometrik düzenin kırıldığı, strüktüre farklı yaklaşıldığı, eğrisel ve birbiri ile eklemlenen yüzeyleriyle Frank O. Gehry’nin Guggenheim Müzesi bu anlayış için iyi bir örnektir. Işığı yansıtarak günün her saatinde farklı etkiler doğuran titanyum kaplı yüzeyi, yapının dikkat çeken özellikleri arasındadır. Gri heykelsi bu tavır, eğilip, bükülüp bozularak aklın soyut 49 dilinden konuşmaktadır. Mimar, klasik porifiller kullanmak yerine, malzemenin, yani çeliğin ve titanyumun da getirdiği kolaylıkla çökertilmiş, çarpıtılmış, kırılmış, çürümüş olanı tercih etmektedir. Belki de bu tavrı Dekonstrüktivizm diye adlandırmak daha doğru olacaktır (Tanyeli, 2000 /b). Şekil 1 Guggenheim Müzesi, Frank Gehry, Bilbao, İspanya (Fotoğraf Kaynak: web, http://www.students.sbc.edu/muglia07/arthsrsem/GBacrossrvr.jpg) Deokonstrüktivizmi kısaca formalizmin kısıtlayıcılığından uzak asimetrik strüktürlerle kurgulanıp sıradışı tasarımlar ile buluşan çağdaş mimarlık akımı olarak tanımlayabiliriz (Jenks, 1997). Bu akımın önderlerinden Daniel Libeskind, Zaha Hadid, Frank O. Gehry, Rem Koolhaas, Bernard Tschumi ve Peter Benmar alışageldiğimiz mimari kalıpları kırarak dinamizm ve Dekonstrüktivizmi sorgulayan aykırı bir mimari sunmaktadırlar. Kullandıkları radikal formlarla mimarlığın sınırlarına dikkat çeken dekonstrüktivist mimarların tasarımlarını tanımlamak gerçekten kolay değildir, çünkü projeleri çoğunlukla karmaşık ve çok parçalıdır. Ancak Tanyeli “bu karmaşıklığın nedeni biçimsel bir kaygı değil, aksine projelerinin arkasında yatan güçlü tasarım fikirleridir” der (Tanyeli/b, 2000). Asimetrik geometrik düzenleri ve strüktürleri ile varolan Dekonstrüktivizm tasarımcılarından Gehry bir söyleşide kendi performanslarının bir kuralsızlık mimarlığı olduğunu söylemiştir (Papadakis, 1991). Fakat Tanyeli Calatrava’nın Dekonstrüktivist tavrının, Gehry’ye kıyasla daha belirgin olduğunu savunmaktadır. Calatrava’nın yapılarında ortaya konan ‘biyomorfik’ tutum (canlı strüktürlerde rastlanan biçimlenme) ve iskelet biçimlenmesi, bir estetik amaç çerçevesinde en karmaşık sorunlarla uğraşarak ve gıpta edilecek kadar zarif ve şaşırtıcı yalınlıkta çözümlere ulaşmanın bir örneğidir (Tanyeli, 2000 /a). 50 Şekil 2 Santiago Calatrava’nın Planatarium Binası, Valencia, İspanya (Fotoğraf Kaynak: web, http://www.fohd.nl/Images/CalatravaCiutadValencia.jpg) Benzer tavırları N. Foster’ın Londra Şehir Merkezi (London City Hall) ve N. Grimshaw & ortaklarının Leicester Ulusal Bilim Merkezi tasarımlarında da görmek mümkündür. İzleyene cephe ve çatı ikilemi yaşatan, sonuç ürün olarak ‘kabuk’ etkisi veren (cephe ve çatının birlikte algılandığı durum) bu Dekonstrüktivist yaklaşımlar malzemenin performans birlikteliği ile teknolojinin sınırlarını maksimumda zorlamaktadırlar. Şekil 3 Norman Foster’ın tasarladığı Londra Şehir Merkezi Binası (Fotoğraf Kaynak: Begüm Mozaikci) Duvarların düşey, köşelerin dik açılı olmadığı, çatının nerede başlayıp, dış duvarın nerede bittiğinin anlaşılamadığı, hangi inşai öğenin taşıyıcı, hangisinin taşınan olduğunun bile ayırt edilemediği bu örneklerin algılanma süreci içerisinde her tür statik ve belirgin yorumu red ettiği bir gerçektir. Bu yaklaşımda ortaya konan ‘kabuk’ tekil bir yapı gibi kendini oluştursa da ‘iç’ çeşitliliği barındırır. Bu tasarımlarda ne, nerede başlıyor, nerede bitiyor tanımsızdır ve neyin, neyi taşıdığı 51 da belli degildir; çeşitliliğin, farlılaşmanın ve belirsizliğin merak uyandıran anlamsal algısı kullanıcının binaya odaklanmasını sağlar ve serüvenimsi bir algılama süreci başlar. Benzer tavırlarla tasarlanmış tüm bu yapıların, oluşan çağdaş malzeme kullanımı ve form anlamsallığı ile bulunduğu çevre içerisinde de farklı algısal niteliklere yol açtığı kanıtlanmış bir gerçektir. Herhangi bir çevre içerisinde oluşturulan formun, başka bir deyişle bir mimari ürünün veya nesnenin o çevre içinde öne çıkmasını belirleyen kurallardan başlıcası yüzey farklılığıdır. Mat yüzeylere karşı parlak olan yüzeylerin daha çok göze çarptığı bilinen bir gerçektir (Ertürk, 1991). Metal malzemenin maddesellik özelliği olan gri rengi ve parlaklığı bulunduğu çevre içerisinde yapının öne çıkmasında büyük rol oynamaktadır. Yüzey farklılıklarıyla sağlanan belirlilik, aynı çevre içerisinde farklı yüzeylerin farklı renk ve dokularıyla ortaya çıkabileceği gibi, bir mimari ürünün cephesi olan aynı yüzey üzerinde farklılaşan ölçü, renk, ton, doku gibi biçimlendirme elemanları yardımı ile de etkili kılınabilir. Işığı yansıtarak günün her saatinde farklı etkiler doğuran metal kaplı yüzeylerin, algılama süreci içerisinde bir yapının dikkat çeken özellikleri arasında olduğunu söyleyebiliriz. Günün farklı saatlerinde metal yüzeyler üzerinde oluşan görsel farklılaşmalar yapının sürekli olarak farklı algılanmasına da sebep olmaktadır. Metal malzemelerin fiziksel özeliklerinden dolayı kaynaklanan bu görsel farklılaşmalar kullanıcıya sunulan cephedeki çeşitliligi artırmaktadır. Ayrıca metal malzemelerin günümüzdeki kullanımı tüm mimari tasarımların amacı olan, malzemeyi malzeme olmaktan çıkarıp görsel bir anlatım aracı haline dönüştürmektedir. Şekil 3 Günün farlı saatlerinde F. Gehry tarafından tasarlanan Walt Disney Konser Salonu Binası (Fotoğraf Kaynak:web, http:// www.wikipedia.com, http://www.greatbuildings.com) Bütün bu belirlilik ve farklılaşmalar, biçimlerin temel tasarım ilkeleri, Gestalt biçim yasaları ve şekil-zemin anlatımları ile de açıklamak olasıdır (Giedion, 1971). Aydınlı, Gestalt biçim kavramını “aralarında dinamik bağlar olan parçaların oluşturduğu anlamlı bir bütün” şeklinde yorumlamaktadır (Aydınlı, 1986). Gestalt biçim yasasına göre aralarında dinamik bağlar olan parçalar kullanıcı tarafından bir bütün olarak algılanabilmektedir. 52 3.SONSÖZ VE DEĞERLENDİRMELER: ‘İleri Teknoloji’’nin ve ‘Çağdaş Mimari’’nin görsel simgesi olarak gösterilen ve binalarda yaygın olarak kullanılmaya başlanan metal malzemeler, özellikleri ile binaların forma dayalı algılanmasında farklılıklar yarattıkları yapılan incelemeler sonucu kanıtlanmıştır. Metal malzemelerin kullanımıyla mimarlıkta gelinen son nokta olan dinamik, farklı ve tanımsız formlar yaratma isteği ile günümüzde yapının görselliği artmış ve tabii ki görsel olarak algılanmasının da aynı oranda arttığını; işlev, kullanım, gibi bazı özeliklerin ise ikinci planda kaldığını söyleyebiliriz. Binalar, metal malzemelerin olanakları ile heykelsi formlarda tasarımlara dönüşmektedir; ve görüldüğü üzere sanki mühendislikle mimarlığın henüz ayrışmadığı endüstri dönemi öncesine geri dönülmüş gibidir. Bir çok araştırmacıya göre mimarlık günümüzde farklı ve çok boyutlu girdileri barındıracak bir karmaşıklık, belirsizlik olarak ele alınmaktadır. Bu karmaşıklıklar ve belirsizlikler insanoğlu tarafından çeşitli algılamalara sebep olmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi Yapılar biçimleri, kullandıkları malzemeleri, strüktürleri ve işlevleri ile deneyimlenip ve algılanabilirler. Örnekler üzerinde yapılan inclemelerde de ortaya konduğu gibi günümüzün çağdaş mimarlık tavrı, elbette ki mimarlığa ve mimarlık tarihine yeterince aşina olmayanlar için alışılagelmişin dışında kalmış olarak nitelendirilebilir. Ancak bu alışılmadık durum sunulan ürünün kuralsız, rastgele bir tarif olduğu anlamına kesinlikle gelmediği, örnekler üzerinde yapılan incelemeler sonucu kanıtlanmıştır. Bitmiş ürün olarak yapı, varolan diller yerine kendi ‘karşı dil’’ini kurmayı amaçladığı gözlemlenen bir gerçektir. Güncel mimarlık eğilimlerinde varılan sonuç ne olursa olsun farklılığını ortaya koyma, özgün olma en temel çaba olmaktadır. Yapılar adlarından, şaşırtıcı ve sıra dışı oldukları oranda söz ettirebilmektedirler. Bu durumda hem kullanıcı hem mal sahibi hem de tasarımcı tarafından hedeflenen noktaya varılabilinmiştir. 4. KAYNAKLAR Aydınlı, S., (1986), “Mekansal Değerlendirmede Algısal Yargılara Dayalı Bir Model”, Doktora tezi, İ.T.Ü. Fen bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Banham, R., (1978) “Theory and Design in the First Machine Age”, Oriel Press, Londra. Burnus, C., (1990), “The Gehry Phenomenon”, Thinking the Present, New York. Ching, F.D.K., (1979), “Architecture, Form-Space & Order”, New York: Van Nostrand Reinhold. Ertürk, S., (1991), “Mimarlık Eğitiminde Algılanma ve Temel Tasarım ilişkileri”, Yem Yayınları, Yapı Dergisi, Sayı: 116, Sayfa: 61-62. Giedion, S., (1971), “Architecture and the Phenomena of Transition: The Three Space Conceptions in Architecture”, Cambridge, Matt.: Harvard Univ. Press. Jenks, C., (1997), “Nonlinear Architecture: New Science=New Architecture?”, Architectural Design, Sayı: 129, Sayfa: 22. 53 Papadakis, A., J., (1991), “A Decade of Architectural Design”, Academy Editions, Londra, . Rasmussen, S., T., (1994) “Yaşanan Mimari”, (Çeviren:Ö. Erduran), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1994. Roth, L., M., (2000), “Mimarlığın Öyküsü”, (Çeviren: E. Akça), Kabalcı Yayınları, İstanbul. Tanyeli, U., (a), (2000),“Calatrava, Boyut Kitapları / Çağdaş Dünya Mimarları 3”, Boyut Matbaacılık A.Ş. Tanyeli, U., (b), (2000) “F. Gehry, Boyut Kitapları / Çağdaş Dünya Mimarları 11”, Boyut Matbaacılık A.Ş. 54