kronik ostrüktif akciğer hastalığı`nda pulse wave doku doppler

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
KARTAL KOŞUYOLU YÜKSEK İHTİSAS
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ
TEZ DANIŞMANI
Doç. Dr. CEVAT KIRMA
KRONİK OSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI’NDA
PULSE WAVE DOKU DOPPLER GÖRÜNTÜLEME
İLE ATRİYAL ELEKTROMEKANİK GECİKMENİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
UZMANLIK TEZİ
Dr. TOLGA DAŞLI
İSTANBUL - 2009
İÇİNDEKİLER
ÖZET............................................................................................................3
GENEL BİLGİLER.................................................................................4
1-KALBİN NORMAL İLETİ FİZYOLOJİSİ……………………………...…..10
1.1 DOKU DOPPLER GÖRÜNTÜLÜME..........................................................18
1.2 KOAH ………………………………………………………….…..........25
1.3 KOAH ‘DA TANI.......................................................................................31
1.4 KOAH VE KARDİAK HASTALIKLAR......................................................32
1.4.1 KOAH ve kardiak birliktelik..........................................................32
1.4.1.1 KOAH ve sağ ventrikul disfonksiyonu………………...………...32
1.4.1.2 KOAH ve pulmoner hipertansiyon…………………………...…35
1.4.1.3 KOAH ve aritmi………………………………………………..39
1.4.1.4 KOAH da genel ekokardiyografi ..................................................42
GİRİŞ VE AMAÇ……………………………………..………...43
METODOLOJİ…………………………………………………….......44
BULGULAR………………………………………………………..…..45
TARTIŞMA…………………………………………………..………...50
SONUÇ……………………………………………………………..…....51
REFERANSLAR……………………………………………………...53
2 STABİL KOAH’LI HASTALARDA ATRİYAL ELEKTROMEKANİK
GECiKMENİN TESPİTİ
ÖZET
Amaç
KOAH tüm dünyada önemli bir mortalite ve morbitide nedenidir. Günümüzde KOAH
mortalite nedenleri arasında tüm dünyada 4. sırada yer almaktadır. KOAH’lı
hastalarda gerek hastalığın patofizyolojisi gerek kullanılan ilaçlara bağlı olarak
kardiak aritmiler ortaya çıkmaktadır. Kardiak aritmilerin başında multifokal atrial
taşikardi ve atrial fibrilasyon olup tespit ve tedavi edilmesi problemler oluşturmaktadır.
Biz bu çalışmamızda stabil KOAH’lı hastaların doku doppler görüntüleme ile atriyal
elektromekanik gecikmeyi değerlendirdik.
Metodoloji
Halen KOAH nedeniyle takip ve tedavi edilen; bilinen koroner arter hastalığı, kapak
hastalığı, aritmisi olmayan solunum fonksiyon testi ile stabil olduğu gösterilen 41
hasta(26 erkek 15 kadın ortalama yaş: 62+12 yıl) ,fizik muayene ve solunum
fonksiyon testi ile KOAH olmadığı gösterilen (35 erkek 25 bayan ortalama yas 63+15
)sağlıklı grup çalışmaya dahil edildi. KOAH’lı hasta grubunda EKG de dal bloğu olan,
troid fonksiyon bozukluğu, olan ekokardiyografik görüntüsü çok kötü, olanlar serum
kreatinin seviyesi 1,5 üzerinde olanlar, anemisi olanlar çalışmaya dahil edilmedi.
Kontrol grubu ve KOAH grubu sinüs ritmindeydi.
Bulgular
KOAH’lı hasta grubunda kaydedilen atriyal gecikme zamanlarında septum(IVSEMG)
ve sol ventrikül lateral duvardan alınan kayıtlar(LAEMG) ile kontrol hasta grubu
arasında anlamlı fark bulamadık. KOAH’lı hasta grubunda sağ atriyal elektromekanik
gecikme zamanının kontrol grubuna göre uzamış olduğunu tespit ettik. SAEMG deki
bu uzamayıda sağ atriyal alan, pulmoner arter sistolik basıncı, FEV1 değerleri ile
ilişkili bulduk.
3 KALP
Anatomik olarak bir organ olmasına karşın kalp; her biri bir atrium ve ventrikül içeren
sağ ve sol kalp olmak üzere ikiye ayrılabilir. Atriumlar hem conduit hem de priming
pompalar olarak görev yaparken ventriküller de asıl pompa rolünü oynarlar. Sağ
ventrikül (RV), sistemik venöz (deoksijenize) kanı alıp pulmoner sirkülasyona
pompalarken, sol ventrikül (LV) pulmoner venöz (oksijenize) kanı alır ve sistemik
sirkülasyona pompalar. Dört valv normalde kanın çemberler içinde tek yönde
akmasına izin verir. Kalbin pompa işlevi, bir seri kompleks elektriksel ve mekanik
olaylar zinciridir. (1) Kalp, bir konnektif doku içerisinde özel çizgili kaslardan oluşur.
Kalp kası; atriyal, ventriküler kaslar ve özel pacemaker ve ileti hücrelerinden ibarettir.
Kalp kası hücrelerinin kendini uyarabilir yapıları ve eşsiz organizasyonları nedeniyle
kalp oldukça etkin bir pompadır. Myokard hücreleri arasındaki seri, düşük rezistanslı
bağlantılar, elektriksel aktivitenin her bir kalp odacığı arasında hızla ve düzenli bir
biçimde yayılmasını sağlar. Elektriksel aktivite, bir atriumdan diğerine ve bir
ventrikülden diğerine, özel ileti yolları aracılığıyla hızla yayılır. AV nod dışında
atriumlar ve ventriküller arasında doğrudan bir bağlantı olmaması, iletiyi geciktirir ve
atrial kontraksiyonun ventriküler doluşa katkıda bulunmasını sağlar.
KARDİYAK AKSİYON POTANSİYELİ
Miyokard
hücresi
membranı
normalde
K+'a
geçirgen
iken
Na+'a
kısmen
impermeabl'dir. Membrana bağlı bir Na+-K+ ATPaz, Na'u hücre dışına atarken
intrasellüler K+ miktarını da arttırır. İntrasellüler sodyum konsantrasyonu düşük
tutulurken, intrasellüler potasyum konsantrasyonu ise ekstrasellüler mesafeye kıyasla
oldukça yüksek tutulur. Membranın Ca++'a da nispeten impermeabl olması
dolayısıyla yüksek bir ekstrasellüler-sitoplazmik Ca++ gradiyenti yaratılır. K+'un hücre
dışına çıkışı ise konsantrasyon gradyentinin düşmesi, hücre içindeki pozitif yükün de
azalmasına neden olur. K+'a anyonlar eşlik etmediğinden hücre içi, hücre dışındaki
ortama göre daha negatif olur ve hücre membranı boyunca bir elektriksel potansiyel
oluşur. Böylece istirahat membran potansiyeli iki zıt kuvvetin arasındaki bir dengeyi
ifade eder; K+'un hareketi ile konsantrasyon gradyentini düşürmesi ve negatif
yüklenen intrasellüler ortamın pozitif yüklü potasyum iyonlarını çekmeye çalışması.
4 Normal ventrikül hücresi istirahat membran potansiyeli (-80)-(-90) mV'tur. Diğer
uyarılabilir dokularda (sinir ve iskelet kası) olduğu gibi membran potansiyeli daha az
negatif hale geldiğinde ve bir eşik değere ulaştığında, bir karakteristik aksiyon
potansiyeli (depolarizasyon) oluşur (Tablo-1). Aksiyon potansiyeli, hücre içi
potansiyeli +20mV'a geçici olarak yükseltir. Nöronlardaki aksiyon potansiyellerinin
aksine kardiyak aksiyon potansiyelindeki spike'ı bir 0,2-0,3sn süren plato fazı izler.
İskelet kası ve sinirlerdeki aksiyon potansiyeli, hücre membranındaki hızlı sodyum
kanallarının hızlı ve kısa süreli açılmasına bağlı iken, kardiyak aksiyon potansiyeli
hem hızlı sodyum kanallarının (spike) hem de yavaş Ca++ kanallarının (plato)
açılmasına bağlıdır. Depolarizasyon aynı zamanda potasyum permeabilitesinde
geçici bir azalma da eşlik eder. Ardından normal K+ permeabilitesinin restorasyonu
ve Na+ ile Ca++ kanallarının kapanması ile membran potansiyeli normale döner.
Depolarizasyonu takiben hücreler tipik olarak faz 4'e kadar normal bir
depolarizan stimulusa karşı refrakterdir. Minimum refraktor period, iki depolarizan
impulsun iletilmesi arasındaki minimum intervaldir. Hızlı iletili miyokardiyal hücrelerde
bu periyot, genelde aksiyon potansiyelinin süresi ile yakından ilişkilidir. Aksine, yavaş
iletili miyokard hücrelerinde efektif refraktör periot, aksiyon potansiyeli'nin süresini de
aşabilir. (2)
KARDİYAK İMPULSUN BAŞLAMASI VE İLETİMİ
Tablo 1.Kardiyak aksiyon potansiyeli İSİM
Faz
0
1
2
3
4
OLAY
Selüler
iyon
hareketi
Upstroke
Hızlı Na kanallarının açılması ve K Na içeri
permeabilitisinde azalma
Erken
hızlı Na kanallarının inaktivasyonu ve K K dışarı
repolarizasyon
permeabilitisinde geçici artış
Plato
Yavaş Ca kanallarının aktivasyonu
Ca içeri
Son repolarizasyon
Ca kanallarının inaktivasyonu ve K K dışarı
permeabilitisinde artiş
İstirahat
potansiyeli Normal
permeabilitinin K dışarı
veya
diastolik restorasyonu,spontan olarak depolarize Na
içeri
repolarizasyon
olan hücreler içine yavaş Na ve olasılıkla Ca içeri
Ca sızışı
5 Kardiyak impuls normalde, sağ atryium ile süperyör vena kavanın bileşkesinde yer
alan özel pacemaker hücrelerinden ibaret olan sinoatrial (SA) nodda oluşur. Bu
hücrelerin muhtemelen sodyum (ve olasılıkla Ca++) sızdıran bir dış membranları
bulunmaktadır. Sodyumun yavaşça hücre içine sızması daha az negatif istirahat
potansiyeline (-50-60mV) ve üç sonuca neden olur: hızlı Na+ kanallarının sabit
inaktivasyonu, yavaş Ca++ kanallarından iyon geçişine bağlı -40mV eşik değerli bir
aksiyon potansiyeli ve düzenli spontan depolarizasyonlar. Her siklüsta, hücre içine
Na+ kaçağı giderek daha az negatif bir hücre membranı oluşmasına, eşik potansiyele
varıldığında Ca++ kanallarının açılmasına, potasyum permeabilitesinin azalmasına
ve bir aksiyon potansiyeli gelişmesine neden olur. Normal Na+ permeabilitesinin
restorasyonu, SA nodtaki hücrelerin normal istirahat membran potansiyellerine
dönüşüne izin verir. SA nodda üretilen uyarı hızla atryiumlara ve AV noda iletilir. Özel
atrial fibriller bu uyarıyı hem LA'a hem de AV noda hızla iletebilecek kapasitededir.
AV nod, RA'un septal duvarında koroner sinüsün açıldığı yerin hemen önünde ve
triküspit valvin septal kapağının üzerinde yer alır ve üç bölüme ayrılır: Üst kavşak
(AN), orta nodal (N) ve alt kavşak (NH) bölgeleri. Orta nodal bölge intrensek
spontanöz aktiviteden yoksun iken diğer iki bölgenin bu özelliği vardır. Normalde bu
kavşaktaki spontan depolarizasyon hızının yavaş olması, hızı daha fazla olan SA
nodun, kalp hızını kontrol edebilmesini sağlar. SA nodun depolarizasyon hızını
azaltan veya AV kavşağın otomatisini artıran her hangibir neden bu kavşağın kalbin
pacemaker görevini özetlenmesine neden olur. SA nodda çıkan impulslar normalde
AV noda yaklaşık 0.04 sn.de varır ve 0,11sn sonra da AV nodu terkeder. Bu
gecikme, AV noddaki ufak miyokardiyal fibrillerin yavaş iletimin sonucudur. Bu yavaş
iletim
yavaş
Ca++
kanallarının
varlığından
kaynaklanırken
atriumlar
veya
ventriküllerdeki komşu iki hücrenin impulsları iletimi, başlıca hızlı sodyum kanallarının
aktivasyonu ve inaktivasyonuna bağlıdır. AV nodun aşağı fibrilleri, his demetini
oluşturmak üzere birleşirler. Bu özelleşmiş fibriller grubu, intraventriküler septumun
içinden geçtikten sonra iki dala (sol ve sağ) ayrılarak ventrikülleri depolarize eden
Purkinge fibrillerini oluşturur. AV nodal dokunun tersine, His Purkinge lifleri hızlı bir
ileti kapasitesine sahip olup iki ventrikülün myokardında nerdeyse aynı zamanda
(normalde 0,03 sn içinde) depolarizasyon oluştururlar. İnpulsun, endokardtan
epikardiyuma kadar ventriküler kas boyunca yayılımı da bir 0.03 sn. daha gerektirir.
6 Böylece SA nodtan çıkan bir uyarı, normalde 0,2 sn'den daha kısa bir sürede tüm
kalbi depolarize eder. Halotan, enfluran ve izofluran SA nod otomatisitesini deprese
eder. AV nod üzerindeki etkileri ise daha azdır, ileti zamanını ve refraktör periyodu
uzatırlar. Bu iki etkinin sonucunda inhalasyon anestezisinde sinüs bradikardisini
sonlandırmak amacıyla uygulanan bir antikolinerjiğin SA noddan ziyade AV noddaki
pacemakerleri hızlandırması nedeniyle junctional taşikardiye neden olması sıkça
görülür. Volatil ajanların Purkinje fibrilleri ve ventriküler kas üzerindeki elektrofizyolojik
etkileri, otonomik etkileşimler nedeniyle komplekstir. Hem antiaritmik hem de
aritmojenik özellik gösterebilirler. İlki, Ca++ akışının doğrudan depresyonuna,
sonuncusu ise katekolaminlerin potansiyalize edilmesine bağlı olabilir. Aritmojenik
etki hem alfa, hem de beta-adrenerjik reseptör aktivasyonu gerektirir .Lokal
anestezikler genelde sistemik toksisiteye neden olan kan konsantrasyonlarına
ulaştıklarında önemli kardiyak elektrofizyolojik etkilere neden olabilirler. Lidokain ile
bu tür etkiler, terapötik dozlarda bile görülebilir. Yüksek kan konsantrasyonlarında
lokal anestezikler sodyum kanallarına bağlanarak iletiyi hızlı deprese ederler. En
potent lokal anestezikler (bupivakain ve daha az olmak üzere etidokain ile ropivakain)
kalp ve özellikle Purkinje fibrilleri ve ventrikül kası üzerinde daha büyük etkiye
sahiptirler. Bupivakain, inaktive hızlı sodyum kanallarına bağlanır ve oradan yavaşça
disosiye olur. Ciddi sinüs bradikardisine, sinus nod arestine ve malign ventriküler
aritmilere neden olabilir. Kalsiyum kanal blokerleri, Ca++'un yavaş kanallardan
akışını bloke eden organik bileşiklerdir. Nifedipin gibi dihidropiridin blokerler, basitçe
kanalı tıkarken diğer ajanlar (verapamil ve biraz daha az olmak üzere diltiazem)
tercihen kanal depolarize inaktive durumda iken kanala bağlanır.
KONTRAKSİYONUN MEKANİZMASI
Miyokard hücreleri, aktin ve miyozin isimli, iki rijit, birbirinin üzerine kayabilen
kontraktil proteinin etkileşimi sonucunda kasılır. Bu proteinler hücrelerin kontraksiyon
ve relaksasyonunda sabit pozisyondadırlar. İki protein tamamen bir diğerinin üzerine
kaydığında hücre kısalır. Bu etkileşim normalde iki regülatör protein tarafından
engellenir: troponin ve tropomyozin. Troponin, düzenli aralıklar ile aktine bağlanırken,
tropomyozin,
aktin
yapısının
merkezinde
uzanır.
İntrasellüler
Ca++
konsantrasyonundaki bir artış (10-7'den 10-5 mol/L'ye), kalsiyum iyonlarını troponine
bağlayarak kontraksiyon oluşturur. Bu regülatör proteinlerdeki konformasyonal
7 değişiklikler, aktin'in aktif bölgelerinin miyozin köprüleri ile etkileşmesini sağlar.
Miyozinin aktif bölgesi, intrasellüler Ca++ konsantrasyonunun artışı ile etkisi artan,
Mg bağımlı bir ATPaz olarak görev görür. Her bir miyozin köprüsü aktin üzerindeki
aktif bölge üzerinde ilerledikçe bir seri birleşime ve ayrılmalar oluşur. Her birleşmede
ATP harcanır.
Eksitasyon-Kontraksiyon ikilisi
Kontraksiyonu başlatmak için gereken kalsiyum miktarı, faz-2 sırasında yavaş
kanallardan hücreye girenden daha fazladır. Hücre içine giren ufak miktarda Ca++,
intrasellüler Ca++ depolarından önemli miktarda Ca++ salınımını sağlar: (Ca++bağımlı Ca salınımı). Başlıca sarkoplazmik retikulumdaki sisternaların içinde ve daha
az miktarda olmak üzere T tübüllerde yer alan bu depolar, bağlı Ca++ içerir.
Kontraksiyon kuvveti doğrudan, başlangıçtaki kalsiyum akışının miktarına bağlıdır.
Relaksasyon sırasında, yavaş kanallar kapandığında, intrasellüler Ca++ yeniden
sarkoplazmik retikuluma geri alınır. Membrana bağlı bir ATPaz (fosfolamban) Ca++'u,
sarkoplazmik retikulum içine aktif olarak transport eder. Ca++ ayrıca ekstrasellüler
Na+ ile değiştirilerek ve bir ATPaz tarafından hücre membranından atılarak da
hücreden uzaklaştırılır. Bu nedenlerle kalbin relaksasyonu da ATP tüketimine neden
olur. Mevcut intrasellüler Ca++ miktarı, sunum hızı ve atılım hızı sırasıyla maksimum
gerilimi, kontraksiyon hızını ve relaksasyon hızını belirler. Sempatetik stimülasyon,
kontraksiyon kuvvetini arttırır. Bu; beta1-adrenerjik reseptör uyarımının stimülatör Gproteini üzerinden intrasellüler cAMP düzeyini ve intrasellüler Ca++ miktarını
arttırması ile olur. cAMP artışı, açık Ca++ kanallarının daha uzun süre açık kalmasını
sağlar. Ayrıca, adrenerjik agonistler, fosfolamban'ın etkisini potansiyalize ederek
relaksasyon hızını da arttırırlar. Teofilin ve amrinon gibi fosfodiesteraz inhibitörleri,
intrasellüler cAMP yıkımını önleyerek benzer türde etki gösterirler. Dijital, membrana
bağlı Na+-K+ ATPazı inhibe ederek intrasellüler Ca++ miktarını arttırır ve sonuçta
intrasellüler Na miktarının biraz artması, Na+-Ca++ değişim mekanizması yolu ile
daha büyük bir Ca++ akışına neden olur. Glukagon da, spesifik nonadrenerjik bir
reseptörü aktive edip intrasellüler cAMP düzeyini ve sonuçta kontraktiliteyi arttırır.
Aksine, vagal stimülasyonun ardından ACh serbestleşmesi, cGMP düzeyini arttırıp
adenilsiklazı inhibe ederek kontraktiliteyi deprese eder (ki bu ikisi bir inhibitör Gproteinince regüle edilir). Asidoz yavaş Ca++ kanallarını bloke eder ve intrasellüler
8 Ca++ kinetiğini olumsuz yönde etkileyerek kardiyak kontraktiliteyi deprese eder.
Çalışmalar, volatil anesteziklerin depolarizasyon sırasında hücreye Ca++ girişini
azaltarak, sarkoplazmik retikuluma girişini ve çıkışını değiştirerek ve kontraktil
proteinlerin Ca++'a duyarlılığını azaltarak kontraktiliteyi azalttığını göstermiştir.
Kalsiyum kinetiğini değiştirme potensleri bakımından sıralama; halotan > enfluran >
izofluran > azot protoksit şeklindedir. İntravenöz anesteziklerin direkt kardiyak
depresif etkilerinin mekanizması ise gösterilememiş olmakla beraber muhtemelen bu
şekildedir. (3)
KALBİN İNNERVASYONU
Parasempatik lifler başlıca atryiumları ve iletim dokularını inneve eder. ACh, spesifik
kardiyak muskarinik reseptörleri (µ2) etkileyen negatif kronotropik, dromotropik, ve
inotropik etki gösterir. Aksine, sempatik fibriller, kalpte daha geniş bir yayılım
gösterirler. Kardiyak sempatik fibriller, torasik spinal kordtan (T1-4) çıkar, servikal
gangliondan (stellate) geçerek kardiyak sinirler şeklinde kalbe gider. Norepinefrin
salınımı başlıca beta1 adrenerjik reseptör aktivasyonu yoluyla pozitif kronotropik,
dromotropik ve inotropik etki oluşturur. Beta-2 adrenerjik reseptörler sayıca daha
azdır ve başlıca atriumlarda bulunur, aktivasyonları ile kalp hızı artar. Alfa-1
adrenerjik reseptörler de pozitif inotropik etkiye sahiptir. Kardiyak otonomik
inervasyon yanlıdır; sağ sempatik ve sağ vagus sinirleri başlıca sinoatrial nodu, sol
sempatik ve vagus sinirleri başlıca AV nodu etkiler. Vagal etkiler genellikle hızlı
başlayıp hızlı sonlanırken sempatik etkiler daha yavaş başlar ve sonlanır. Sinüs
aritmisi, kalp hızında solunum ile korele siklik bir değişiklik olup vagal tonustaki siklik
değişikliklere bağlıdır.
KARDİYAK SİKLÜS
Kardiyak siklüs, hem elektriksel hem de mekanik olaylarla tanımlanabilir. Sistol
kontraksiyona, diyastol de relaksasyona karşı gelir. Diyastolik ventriküler doluşun
çoğunluğu atrial kontraksiyondan önce pasif olarak oluşur. Atriyal basınç trajesinde
genelde üç dalga ayırt edilebilir. Atrial sistole bağlı olarak a dalgası oluşur. c dalgası,
ventriküler kontraksiyona denk gelir ve atrioventriküler (AV) valvin atrium içine
şişkinlik yapmasında kaynaklanır. v dalgası, AV kapak yeniden açılmadan önce
venöz dönüşün oluşturduğu basınca bağlıdır. x inişi; c ve v dalgaları arasında
9 basıncın azalmasına bağlı olup atriumun ventriküler kontraksiyon ile aşağı doğru
çekilmesi ile oluşur. AV kapağın yetersizliği durumunda x dalgası kaybolur ve bariz
bir bir cv dalgası ortaya çıkar. y iniş, v dalgasını izler ve AV kapaklar açıldığında atrial
basınçtaki azalmayı yansıtır.
Aortik basınç trajesindeki çentik ise incisura olarak adlandırılır ve aortik valv
kapanmadan önce kanın LV'e doğru geçici olarak geri akmasından kaynaklanır.
KALP KASININ FİZYOLOJİK ANATOMİSİ
•
Kalp kası bölünen biraraya gelen ve tekrar ayrılan kalp kası liflerinden
oluşmaktadır
•
Kalp kası tipik bir iskelet kası gibi çizgilidir
•
Dahası kalp kasının tipik myofibrilleri iskelet kası ile hemen hemen aynı olan
aktin ve myozin flamentleri içerir
•
Bu flamentler içiçe geçmiştir ve kasılma sırasında iskelet kasında oldugu gibi
birbirlerinin üzerinde kayarlar
Ancak kalp kası iskelet kasından oldukça farklıdır:
Kalp kası çizgili (iskelet kası) kas yapısındadır ve aynı mekanizmalar ile çalışır.
Çizgili kastan farkları sunlardır;
– Tüm kalp kası hücreleri intercaleted diskler ile bir birine bağlıdır ve bu sayede
fonksiyonel bir bütünlük oluşturur.
– Kalp kası tek tip lif (yavaş kasılan lif tipi) içerir.
– Kalp kendi kendisine uyarı doğurabilen ve bunu tüm kalp hücrelerine yayabilen özel
bir ileti sistemine (pace maker) sahiptir.
– Kalp herhangi bir sinirsel baglantısı olmaksızın uyarı doğurabilir.
BIR SİNSİTYUM OLARAK KALP KASI
Kalp kası lifleri interkale disk adı verilen hücre zarları ile birbirine bağlıdır.
• Kalp kası lifleri, birbirine seri bağlanmış çok sayıda ayrı hücreden meydana gelir.
• Ancak interkale disklerin elektriksel direnci kalp kası lifinin dış zarının direncinin
yalnızca 1/400'üdür.
10 • Çünkü hücre zarlarının kaynaşarak oluşturduğu, "haberleşen bağlantılar" (oluklu
bağlantı, gap junction) geçirgendir, iyonların nisbeten serbest difüzyonuna izin verir.
• Dolayısıyla işlevsel açıdan, iyonların. kalp kası liflerinin uzun ekseni boyunca
kolaylıkla hareket etmeleri sağlanır.
• Böylece aksiyon potansiyelleri çok küçük bir engelle karşılaşarak interkale diskleri
geçer ve bir kalp kası hücresinden diğerine iletilirler.
• Kalp kası, bir sinsisyum oluşturacak şekilde biraraya gelmiş pek çok kalp kası
hücresinden meydana gelir.
• Bu sinsisyumdaki kalp hücreleri birbirlerine öylesine bağlanmıştır ki,hücrelerden biri
uyarılınca, aksiyon potansiyeli hem hücreden hücreye hem de kafes işinin tüm
bağlantılarına yayılarak bütün hücrelere ulaşır.
• Kalp gerçekte iki sinsisyumdan meydana gelir.
• Bunlar, iki atriyumun duvarlarını olusturan atriyum sinsisyumu ve iki ventrikülün
duvarlarını oluşturan ventrikül sinsisyumudur.
• Atriyumlarla ventriküller arasındaki kapak açıklıklarını çevreleyen fibröz doku,
atriyumları ventriküllerden ayırır.
• Normalde aksiyon potansiyelleri, atriyum sinsisyumundan ventrikül sinsisyumuna
yalnızca özeIleşmiş bir ileti sistemi aracılığıyla (çapları birkaç milimetre olan ileti
liflerinin oluşturduğu atriyoventriküler (AV) demet ile) iletilebilir.
• Kalbin kas kitlesinin bu sekilde iki işlevsel sinsisyuma bölünmesi, atriyumların
ventriküllerden kısa bir süre önce kasılmasına olanak verir. Bu da kalp pompasının
etkinligi açısından önemlidir.
Kalp Kasında Aksiyon Potansiyelleri
• Dinlenme zar potansiyeli, normal kalpkasında yaklasık -85 ila -95 milivolt,
özeIleşmiş ileti liflerinde ise yaklaşık -90 ila-100 milivolttur.
Kalpte uyarı oluşumu ve uyarı iletiminin denetlenmesi
• Kalp kası uyarılması için sinirsel impulsa gereksinimi olmayan, kendi uyarılarını
kendisi oluşturabilme özelliği olan bir kasdır.
11 • Kalp kası otonom sinir sisteminin etkisi altındadır, ancak bu etki kalpteki uyarıları
başlatma değil, kalbin kendiliğinden oluşturduğu kasılmayı düzenleyici niteliktedir.
Kalbin ileti sitemi
• Kalp kasında uyarıların başlatıldığı ve iletildiği özel bir sistem vardır. Bu sisteme
kalbin uyarı ve ileti sistemi denir.
• Kalp kası hücrelerinin özelleşmesi ile olusan bu yapılar şunlardır.
• 1) Sinoatryial düğüm
• 2) Atrioventriküler düğüm
• 3) His demeti, His demetinin sağ ve sol dalı
• 4) Purkinje sistemi
Sinoatrial düğüm dakikada 70-80, atrioventriküler dügüm 40-60 His demeti ve
Purkinje lifleri ise daha düşük hızlarda (15-40 kez) kendiliğinden impuls oluşturma
özelliğindedir. Kalbin normal çalışmasında uyarıların çıktıgı yer sinoatrial dügümdür,
bu nedenle bu dügüme hız belirleyici anlamına gelen pacemaker denilir.
Atrioventriküler dügüm ve diğer uyarı doğurucu yapılar ancak sinoatrial düğüm
çalısmadığı veya burdan çıkan uyarılar iletilemedigi zaman uyarı doğurmaya
başlarlar.Sinoatrial düğümden çıkan bir aksiyon potansiyeli önce atryiumların kasını
uyarır sonra atrioventriküler düğüme gelir. Uyarı atrioventriküler dügümü geçerken
hızı biraz yavaşlar, burada 0,1 saniyelik bir gecikmeye uğrar. Daha sonra uyarı His
demetine, His demetinin sağ ve sol dallarına geçerek sağ ve sol ventrikül kasındaki
Purkinje sistemine ulasır. Uyarının atrium kasında yayılması sonucunda atrium
sistolü, ventrikül kasında yayılması sonucu ventrikül sistolü meydana gelir.
Atriumların sistolü ile atriumlar içlerindeki kanı ventriküllere, ventrikül sistolü ile de
ventriküllerin içindeki kan aort ve pulmoner arter içine pompalanır.
Ektopik Pacemaker:
Kalbin farklı bölümlerinde sıklıkla AV dügümü ve purkinje liflerinde sinüs
düğümünden daha yüksek hızda uyarı doğurabilir. SA nodu dışındaki bu uyarı
odaklarına
ektopik pacemaker denir. Ektopik uyarılar kalbin çesitli bölümlerinin
kasılma sıralamasını bozar, kalbin pompalayıcı etkisinin zayıflamasına yol açar.
12 Kalbin Sinirsel Kontrolü
• Kalp çalısması serebrum, hipotalamus, medülla oblongata, ve otonom sinir sistemi
tarafından farklı seviyelerde düzenlenir. Otonom sinir sisteminin kalp üzerindeki
etkileri düzenleyici tarzdadır, kalp çalısmasını hızlandırıcı yada yavaşlatır ve kalp
atımlarının oluşması için gerekli değildir. Örnegin vücuttan çıkartılan bir kalbin dış
ortamda çalışmasına devam etmesi.
Kalbin Sinirsel Kontrolü;
Ana merkez
Ana kontrol merkezi medülla oblongatada bulunmaktadır. Bu merkez serebrum ve
hipotalamustan vücut ısısı, emosyonlar, düsünceler ve stres hakkında duyusal
inputlar aldıgı gibi aortik ark duvarından ve karotid arter sinüslerinde bulunan
baroreseptör ve kemoreseptörlerden de duyusal inputlar alır
Kalbin Sinirsel Kontrolü;
kardiyoregülatuvar merkez
Medülla oblongatanın üst bölümükardiyo akseleratör veya kardiyak hızlandırıcı
merkez(KHM) alt bölümü ise kardio inhibitör ve kardiyak yavaşlatıcı merkez(KYM)
olarak isimlendirilir.İkisi birlikte kardiyoregülatuvar merkez olarak isimlendirilir
KALP RİTMİNİN VE UYARI İLETİ MİNİN OTONOM SİNİR SİSTEMİ
TARAFINDAN DÜZENLENMESİ
Sempatik kontrol-etki
• Sempatik sinir lifleri KHM den köken alırlar özel yolları aracılığıyla spinal kordda yol
alır ve kalbin bütün bölümlerini daha yoğun da ventrikül kasını innerve ederler.
• Sempatik sistemin nöral uçlarından norepinefrin salınır.
• Norepinefrin parasempatik sistemin tersi etkiler sergiler.
Kısaca :
1-Sinüs düğümünün ileti hızını artırır,
2-Kalbin bütün bölümlerinde ileti hızını ve uyarılabilirlik durumunu artırır,
3-Hem atriyum hem de ventrikül kasının kasılma kuvvetini artırır.
• Sonuçta sempatik uyarılma ile kalbin pompalama hızı ve gücü artar.
13 Parasempatik kontrol-etki
• Parasempatik kontrol vagus siniri ile gerçekleştirlir
• Vagal sinir uçları kardiyo inhibitör merkezden köken alır vagus siniri aracılığıyla
direkt olarak kalbin SA ve AV nodlarına gider, asetilkolin hormonunun salınmasına
yol açar.
• Asetilkolin SA nodunun ritmini ve uyarıların ventriküllere geçişini yavaşlatır.
• Sonuçta parasempatik uyarılma ile kalp hızını yavaslatır.
KALPTE UYARILMA ve İLETİ SİSTEMİ
-Sinoatrial nod
-İntra- interatrial ileti yolu:iki atriyumu önden birleştiren bachmann dalı
14 -İnternodal ileti yolları:sinüs ve AV nod arasında 3 ayrı yol
-ön dal :bachmann dalının inen kolu
-orta dal:wenkwbach dalı
-arka dal:thore dalı
-Atrioventriküler nod
-His Demeti
-Purkinje Lifleri
SİNOATRİAL NOD
-Sağ atrium arka duvarında vena cava
superyör ‘ün ağızlaştığı yerin arka iç
kısmında
3x10mm ince lifler
-hücreler iğ şeklinde 5mm
-bol glikojen içeriği
-ara diskler yok az sayıda dezmozom
-zengin damar ağı
-sağ vagusun pregangliyoner lifleri
ATRİYOVENTRİKÜLER NOD
-Sağ atriumda interatrial septumun sağ arkasında sinus coronariusa doğru
yerleşmiştir
Doku
Yaklasık
Iletı
hucre capı hızı(m/sn)
(um)
5
0,05
Sinoatrıal
nod
Atriyum
10
kası
AV dügüm 5
Purkınje
30
lıflerı
Ventrikül
9-16
kası
Yaklasık dınlenım Tek
basına
potansıyelı (mv)
olusturdugu
frekans (atım/dk)
-60-(-50)degısken 70-80
0,3-0,5
0,05
2-5
-60-(-75)
-80-(-90)
0,3-0,5
-90
15 40-60
15-40
DOKU DOPPLER GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMİ
Giriş
Ekokardiyografi, kalbin çoğu yapısal ve fonksiyonel özelliğini değerlendirmeye
yarayan noninvazif ,kolay uygulanabilen ve nispeten ucuz bir yöntemdir.Son
zamanlarda diğer tüm tıp alanlarında olduğu gibi ekokardiyografide de önemli
ilerlemeler kaydedilmiş, yeni teknikler geliştirilmiştir. Doku Doppler ekokardiyografi de
son zamanlarda kullanıma giren, oldukça yeni ve popüler bir ekokardiyografik
tekniktir .Rutin klinik uygulamada henüz fazlaca kullanılmasa da ventriküllerin global
veya bölgesel, sistolik ve diyastolik fonksiyonlarının değerlendirilmesinde kulanılabilecek bir tekniktir. Doku Doppler görüntüleme tekniği, konvansiyonel pulsed
Doppler’in modifiye şeklidir ve miyokardiyal hızları analiz ederek kardiyak
fonksiyonların araştı rılmasını sağlar. ilk olarak 1989’da tarif edilmiştir (4).
Konvansiyonel Doppler tekniğinde, kalp içerisinde yüksek hız ve düşük amplitüd ile
hareket eden kanın akım hızı elde edilirken, düşük hız ve yüksek amplitüdü olan
duvar hareketleri filtre edilmektedir. Doku Doppler görüntüleme tekniğinde bu
filtrasyon en alt düzeye indirilerek ve kazanç ayarı kan akım sinyalleri kaybolana
kadar düşürülerek, miyokarda ait olanyüksek amplitüd ve düşük hızlı hareketler
görüntülenmektedir (5).Temelde aynı prensip olmasına rağmen doku doppler
görüntüleme tekniği iki ayrı kategoride incelenir: 1. Renkli doku Doppler (RDD): iki
boyutlu RDD ve renkli M-mod doku Doppler olmak üzere iki farklı şekilde
kullanılmaktadır. Bu tekniklerde duvar hareketleri hız ve yönlerine göre farklı renklerle
kodlanırlar. Transdusere doğru hareket eden kardiyak dokular kırmızı, transduserden
uzaklaşan dokular ise mavi renkle kodlanır. Elde edilen görüntünün kaydı yapılarak
daha sonra post-processing tekniği ile doku hızları kantitatif olarak değerlendirilir (6).
Renkli M-mod doku Doppler özellikle endokardiyal ve epikardiyal hızların farklılıklarını
ortaya koymada kullanım alanı bulmuştur (7).2. Pulsed wave doku Doppler (PWDD):
Sample volüm miyokardda incelenecek segment üzerine yerleştirilerek kayıt yapılır.
Sistolde ve diyastolde miyokardın hareket yönüne göre pozitif veya negatif Doppler
dalgaları elde edilir. Yüksek temporal rezolüsyon elde etmek için sample volüm
genişliği 2 ile 5 mm aralığına ayarlanmalıdır. Miyokardiyal hızlar düşük olduğundan
dolayı Nyquist limitleri –20 cm/sn ile +20 cm/sn aralığına ayarlanmalıdır .Monitör
16 hızının 50-100 mm/sn olması, hızların spektral ayrışımının optimal olmasını
sağlayacaktır. Elde edilen veriler sadece sample volümün yerleştirildiği bölgeye ait
olduğu için miyokardın sistolik ve diyastolik fonksiyonları her segment için ayrı ayrı
değerlendirilebilir. Doppler dalgalarının ölçümü yapılarak miyokardın hareketi
kantitatif olarak değerlendirilebilir
Normal Pulsed Wave Doku Doppler Paterni
Pulsed wave doku Doppler tekniği ile miyokarda ait sistolik ve diyastolik dalgalar elde
edilir. Pulsed wave doku Doppler tekniği de konvansiyonel Doppler tekniğinde olduğu
gibi açı bağımlıdır. Bu sebeple kalbin tüm planlardaki hareketlerinin aynı anda değerlendirilmesi mümkün olmamaktadır. İncelemenin yapıldığı pencereye göre PWDD
ile kalbin uzun eksen veya kısa eksen boyunca olan hareketi değerlendirilir.
Parasternal pencereden yapılan incelemede sadece anteriyor septum ve posteriyor
duvarın kısa eksen boyunca olan hareketleri Doppler dalgalarına paraleldir. O
sebeple parasternal pencereden PWDD ile sadece bu iki duvarın kısa eksen
üzerindeki hareketleri değerlendirilebilir. Uzun eksen boyunca olan hareketlerin
değerlendirilmesi için uygun olan ise apikal penceredir. Çünkü apikal incelemede
kalbin uzun eksen boyunca olan hareketleri Doppler dalgalarına paraleldir .Apikal 4
boşluk, 2 boşluk ve uzun eksen görüntülemelerde, tüm sol ventrikül duvarlarının ve
mitral annulusun uzun eksen boyunca olan hareketleri değerlendirilebilir. Bu
değerlendirmeler bazal ve mid segmentlerde yapılabilir. Ancak kardiyak siklus
boyunca sol ventrikül apeksinin pozisyonu rölatif olarak sabit olduğu için, apikal
segmentlere ait hareket hızlarının elde edilmesi çoğu kez mümkün olmamaktadır (8)..
Pulsed wave doku Doppler ile sistolde ardışık iki dalga elde edilir.
Bunlar izovolümik kontraksiyon fazında ve ejeksiyon fazında oluşan dalgalardır;
1- İzovolümik kontraksiyon (İVK) fazında düşük hızlı, çok kısa süreli, unifazik veya
bifazik bir dalga görüntülenir. Bu dalga kalbin rotasyonel hareketi ile izah
edilmektedir. Çünkü izovolümik kontraksiyon sırasında ventrikül volümü sabit olup,
17 miyokard uzun eksen veya kısa eksen boyunca hareket etmemektedir. Bu fazda
ventrikül içi basınç artarken kalp rotasyonel hareket eder (9). izovolümik kontraksiyon
PWDD ile bölgesel olarak değerlendirildiği için “Bölgesel İVK” olarak ifade edilir.
2- Ejeksiyon fazında apikal incelemede pozitif bir dalga kaydedilir. Bu sistolik dalga
(S’) semilüner kapakların açılmasıyla başlar ve ikinci kalp sesinden önce, yani
semilüner kapakların kapanmasından önce sonlanır.
Diyastolde ise PWDD ile üç dalga kaydedilir;
1- izovolümik relaksasyon (İVR) sırasında düşük hızlı, kısa süreli, unifazik veya
bifazik bir dalga elde edilir. Bu dalga da kalbin rotasyonel hareketine bağlıdır. PWDD
ile her segment için ayrı ölçüldüğünden dolayı “Bölgesel İVR” olarak isimlendirilir.
Bölgesel İVR zamanı (İVRZ), mitral akımdan ölçülen global İVRZ’den daha kısadır
(10). Çünkü erken diyastolde sol ventrikül doluşu pasif olmayip aktif miyokardiyal
relaksasyon sayesinde başlatılır. İzovolümik relaksasyonu takiben, sol ventrikül
doluşunu başlatan erken diyastolik miyokardiyal relaksasyon hareketi, transmitral
erken akımdan daha önce başladığı ndan dolayı bölgesel İVRZ global İVRZ’den
daha kısadır. Sağlıklı kişilerde bölgesel İVRZ farkli miyokard segmentlerinde farklı
bulunmuştur.
Bu
da
sol
ventrikülde
erken
diyastolik
asenkroni
varlığını
göstermektedir (11).
2- Erken diyastolik doluşla birlikte izlenen dalga (E’) apikal incelemede negatiftir.
İzovolümik relaksasyonu takiben başlar. Başlama zamanı elektrokardiyografideT
dalgasından kısa bir süre sonraya isabet eder. E’’ dalgası,erken diyastolik doluş
fazında kalbin hızla genişlemesiyle meydana gelen hareketin oluşturduğu dalgadır.
Burada oluşan E’ dalgası direkt olarak miyokardiyal relaksasyona bağlı olup
önyükten kısmen bağımsızdır (11-14).Sağlıklı kalpte, erken diyastolde aktif sol
ventrikül miyokardiyal relaksasyonundan dolayı sol ventrikül basıncı, sol atriyum
basıncının altına iner. Bunun sonucu olarak mitral kapağın açılması ile transmitral
erken akım oluşur. Yani miyokardiyal relaksasyon ile oluşan hareket, transmitral
akımdan daha önce başlar. Bu sebeple sağlıklı kalplerde PWDD ile kaydedilen
E’dalgası, transmitral erken diyastolik E dalgasından daha önce başlar. Erken
diyastolik doluş sonrasında ventriküler doluşun durduğu veya oldukça yavaşladığı
18 diyastaz fazında ise miyokardda herhangi bir hareket oluşmadığı için PWDD ile
herhangi bir dalga elde edilemez.
3- Geç diyastolde, elektrokardiyografideki P dalgasından sonra başlayıp birinci kalp
sesinden önce sonlanan ve apikal incelemede negatif olan bir dalga (A’) oluşur. Bu,
atriyal kontraksiyonla atılan kanın ventrikülde yaptığı genişleme hareketinin
oluşturduğu dalgadır (8). A’dalgası, pasif olarak meydana gelir ve miyokardın
relaksasyonu ile direkt ilişkili değildir .Çünkü atriyal sistolde ventrikül genişlemesi
pasiftir. Bu sebeple PWDD ile elde edilen A’ dalgası, transmitral akımdan kaydedilen
A dalgasından daha sonra başlar .Miyokardiyal hızlar sağlıklı insanlarda segmentler
arası farklılık gösterirler. Birçok çalışmanın verilerinin değerlendirilmesi ile elde edilen
S hızının bazal seviyede normal değerleri; lateral duvarda 10.6±2.3 cm/sn ile en
yüksek, anteriyor duvarda 9.2±1.8 cm/sn ile en düşük bulunmuştur. Genel olarak
S’değerlerinin 9 cm/sn’den büyük olması normal olduğunu gösterir. E’hızı ise bazal
segmentlerde 14.3±3.6 cm/sn ile posteriyorda en yüksek ve 11.5±2.6 cm/sn ile
septumda en düşük bulunmuştur. A’hızı bazal segmentlerde 11.6±2.6 cm/sn ile yine
posteriyorda en yüksek ve 9.5±2.4 cm/sn ile septumda en düşüktür. Mid seviyeden
elde edilen değerler bazal seviyeye göre daha düşük, apeksden elde edilenler ise en
düşüktür (7)
Klinik Kullanım Alanları
Yaşlanmayla birlikte diyastolik fonksiyon bozukluğu geliştiği bilinmektedir. Pulsed
wave doku Doppler ile elde edilen sol ventrikül miyokardiyal hareket hızları da
transmitral akım hızları gibi artan yaşla birlikte değişir. Yaşlanmaya bağlı sol ventrikül
diyastolik fonksiyon azalması, aktif miyokardiyal relaksasyon bozukluğuna bağlı
olduğu gibi, sol ventrikül miyokardiyal katılığındaki artışa da bağlıdır. Yaşlanmayla
birlikte PWDD ile elde edilen E’ve E’/A’’nın küçüldüğü, bölgesel İVRZ’nin uzadığı
gösterilmiştir
(13).
Diyastolik
fonksiyonların
incelenmesi,
sol
ventrikül
relaksasyonunu, katılığını ve doluş basıncını değerlendirmek amacıyla yapılır. Bu
parametreler sadece tanı amaçlı değil, prognozu tahmin etmek ve tedavinin etkilerini
değerlendirmek için de kullanılır. Ancak transmitral
19 akımla yapılan diyastolik
fonksiyon
değerlendirmelerinde
kullanılan
E
hızının
ve
E/A
oranının
belirleyicileri,sadece sol ventrikül relaksasyonunun hızı değil, aynı zamanda önyük,
sistol sonu volüm ve sol ventrikül diyastol sonu minimal basıncıdır. Bu sebeple E ve
E/A değerlerindeki değişiklikler sadece sol ventrikül diyastolik fonksiyonlarındaki
değişikliklere bağl değildir. Relaksasyon bozukluğu bulunan ventriküllerde E ve E/A
değerleri relaksasyon bozukluğunun artan şiddeti ile birlikte giderek küçülmesi
gerekirken, relaksasyon bozukluğunun ileri aşamalarında sol atriyum basıncının
yükselmesi, doluş paterninin yalancı normalizasyonu ile sonuçlanır. E hızı ve E/A
oranı, sol atriyum basıncının artmış olduğu yalancı normal ve restriktif doluş
paternlerinde tekrar yükselir. Bu da teşhis, tedavi ve prognostik tahminde kıymetli
rolü olan diyastolik fonksiyonların, transmitral akım incelemesi ile belirlenmesinde
önemli kısıtlamalar getirir (16,17). Pulsed wave doku Doppler ekokardiyografinin bu
kı-sıtlamaları yoktur ve başlıca kullanım alanlarından biri yalancı normal ve restriktif
doluş paternlerinin, normal doluş paterninden ayrılmasıdır. Diyastolik fonksiyon
bozukluğu olan hastalarda E’normalden önemli ölçüde daha düşüktür. E’hızı,
transmitral akımdan farklı olarak, yalancı normal ve restriktif paternlerde tekrar
yükselmeyip, diyastolik disfonksiyonun artan derecesi ile giderek daha da küçülür
(18). E’/A’oranı da sol
progressif
olarak
ventrikül diyastolik fonksiyonlarındaki bozulma ile birlikte
küçülür.Pulsed
wave
doku
Doppler
yöntemi
ile
hipertansiyon,iskemik kalp hastalığı, aort darlığı, hipertrofik kardiyomiyopati ve
miyokardiyal tutulum gösteren çeşitli hastalıklarda meydana gelen diyastolik
fonksiyon bozukluğu tespit edilebilir. iskemik kalp hastalığında sol ventrikül diyastolik
fonksiyonları sistolik fonksiyonlardan önce bozulur ve bu fonksiyon bozukluğu
globalden ziyade bölgeseldir. Garcia ve ark. (19) yaptıkları çalışmada, koroner arter
hastalarında sistolik fonksiyonlar ve transmitral akım paterni bozulmadan önce
PWDD
ile
iskemik
segmentlerde
diyastolik
fonksiyonların
bozulduğunu
göstermişlerdir. iskemik segmentlerde E’hızı ve E’/A’ oran› küçülmüş, bölgesel İVRZ
uzamış olarak bulunmuştur. Miyokardiyal iskemi veya canlılığın belirlenmesi amacı ile
yapılan stres ekokardiyografinin değerlendirilmesinde de PWDD tekniğinden
yararlanılmıştır. Dobutamin infüzyonu ile S , E’ve A’ hızlarında elde edilen artışın,
iskemik segmentlerde iskemisi olmayan segmentlere göre daha az olduğu
görülmüştür. Canlılılığını kaybetmiş segmentlerde ise miyokardiyal hızlardaki artış
20 çok daha düşük olmuştur. Sonuç olarak, stres ekokardiyografi sonuçlarının sağlıklı
bir şekilde yorumlanmasına PWDD’nin katkısı olduğu gösterilmiştir (20). Koroner
arter hastalarında balon anjiyoplasti öncesi ve sonrasında PWDD ile miyokardiyal
hızlar değerlendirilmiştir. Balonun şişirilmesi sırasında önemli ölçüde azalan sistolik
ve diyastolik miyokardiyal hızlar ve ters dönen E’/A’oranı, revaskülarizasyon sonrası
tekrar normal değerlere dönmüştür. Buradan revaskülarizasyonun sonuçlarının
değerlendirilmesinde de PWDD’den yararlanılabileceği sonucu çıkarılmıştır (21).E’
hızının, erken diyastolde sol ventrikül basıncı azalma hızı ile doğrusal ilişkili olduğu
gösterilmiştir. Bu da E’hızının direkt olarak sol ventrikül relaksasyonu ile ilişkili olduğu
anlamına gelmektedir (22). E’hızı, atriyal fibrilasyon varlığında dahi sol ventrikülün
diyastolik
fonksiyon
bozukluğunun
tespit
edilmesinde
değerli
bulunmuştur
(23).Miyokardiyal segmentlerden elde edilen S’değerleri, segmenter sistolik fonksiyon
değerlendirilmesinde kullanılan bir parametredir. iskemik kalp hastalıklarında
bölgesel sistolik fonksiyon bozukluğu PWDD ile belirlenebilir. S’hızı infarkt
alanlarında daha düşük bulunmuştur (24). infarkt oluşmayan iskemik segmentlerde
de S değerleri kontrollere göre daha düşük bulunmuştur. Dilate kardiyomiyopati,
hipertrofik kardiyomiyopati, valvüler kalp hastalığı veya hipertansif kalp hastalığı
bulunan hastalarda da S’değerleri düşük bulunmuştur. Sol ventrikül hipertrofisinde
diyastolik
disfonksiyon
geliştiği,
klasik
yöntemlerle
çalışmalarda gösterilmiştir. Ancak, PWDD ile elde
daha
önceden
yapılan
edilen diyastolik fonksiyon
parametreleri, sol ventrikül kitle indeksi ile daha kuvvetli korelasyon göstermiştir (25).
Bu sonuç, sol ventrikül hipertrofisine bağlı diyastolik fonksiyon bozukluğunun
tespitinde PWDD’nin klasik yöntemlere karşı daha üstün olduğunu ortaya koymuştur
.Hipertrofik kardiyomiyopatide diyastolik fonksiyonların ve daha az derecede olmak
üzere sistolik fonksiyonların bozulduğu bilinmektedir. Hipertrofik kardiyomiyopatisi
olan hastalarda PWDD ile yapılan değerlendirmelerde diyastolik disfonksiyonla
birlikte sistolik disfonksiyon varlığı da gösterilmiştir. Bu sistolik disfonksiyon hem
hipertrofik, hem de hipertrofik olmayan segmentlerde tespit edilmiştir. Global sol
ventrikül disfonksiyonunun sadece hipertrofik segmentlerden değil aynı zamanda
hipertrofik olmayan segmentlerden de kaynaklandığı PWDD ile gösterilmiştir
(26).Pulsed wave doku Doppler’inin klinik kullanım alanlarından birini de valvüler kalp
hastalıkları oluşturmaktadır. Mitral kapak prolapsusu olan hastaların çoğunda,
21 posteriyor ve lateral duvarlardan PWDD ile elde edilen sistolik dalga üzerinde spike
varlığı tespit edilmiş, bunun da hastalığın teşhisine katkıda bulunabileceği
belirtilmiştir (27). Aort yetersizliğinde, kalbin uzun eksen boyunca olan diyastolik
hareketinde bir azalma gösterilmiş, ve diyastolik fonksiyonun esas olarak kısa eksen
boyunca olan genişleme ile yerine getirildiği tespit edilmiştir (28). Aort darlığında da
diyastolik fonksiyon bozukluğu olduğu ve sol ventrikülün global sistolik fonksiyonları
normal olmasına rağmen mitral annulusun sistolik hızında bir azalma olduğu PWDD
ile gösterilmiştir. Sistolik hızdaki bu azalma, miyokardiyal kısalmada sol ventrikül
hipertrofisine bağlı olarak meydana gelen azalmaya bağlanmıştır (29). Lateral mitral
annulusun longitudinal hareketinin PWDD ile değerlendirilmesi, sol ventrikül global
sistolik ve diyastolik fonksiyonları hakkında bilgi verir. Sistolik mitral annuler hız, sol
ventrikül global sistolik fonksiyonu ile iyi korelasyon gösteren bir parametredir.
Radyonüklid ejeksiyon fraksiyonu ile diğer ekokardiyografik parametrelere göre daha
iyi korelasyon
göstermektedir (13,30). Ejeksiyon fraksiyonu normal olsa dahi sol
ventrikül sistolik fonksiyonundaki çok erken anormallikler, sol ventrikül longitudinal
kısalmasının değerlendirilmesi ile tespit edilebilir (31). Mitral annulustan PWDD ile
elde edilen diyastolik hızlar da global sol ventrikül diyastolik fonksiyonlarının
değerlendirilmesinde kullanılmaktadır (11). Restriktif kardiyomiyopati ile konstriktif
perikarditin ayırıcı tanısında PWDD oldukça faydalı bulunmuştur. Transmitral akım
örneği, her iki hastalıkta da var olan diyastolik fonksiyon bozukluğuna bağlı olarak
benzer değişiklikler gösterir. Ancak restriktif kardiyomiyopatide diyastolik fonksiyon
bozukluu miyokardiyal relaksasyon bozukluğuna bağlı olduğu için PWDD ile elde
edilen miyokardiyal E’hızı küçülmüş ve E’/A’oranı 1’in altına inmiştir. Konstriktif
perikarditte ise diyastolik fonksiyon bozukluğu, sıkı perikarda bağlı olup miyokardiyal
relaksasyon bozulmamıştır. Bu nedenle miyokardiyal E’ hızı konstriktif perikarditte
normal, hatta artmış olarak bulunur (31).Pulsed wave doku Doppler tekniği,
transmitral akım incelemesi ile birlikte değerlendirilerek sol ventrikül diyastol sonu
basıncı hesaplanabilmektedir. Mitral akım erken diyastolik hızının, mitral annulustan
PWDD ile elde edilen erken diyastolik hıza oranı (E/E’), invazif olarak ölçülen sol
ventrikül diyastol sonu basıncı ile korele bulunmuşur. E/E’oranı 10’dan fazla ise sol
ventrikül diyastol sonu basıncı %85 duyarlılık ve %77 özgüllükle 15 mmHg’dan büyük
bulunmuştur (33). Kalp transplant alıcılarının rejeksiyon açısından takibinde de
22 PWDD yönteminden yararlanılmıştır. Orta dereceli rejeksiyonda mitral annuler hız,
özellikle diyastolde olmak üzere sistolde de etkilenmiştir. Akut rejeksiyonda diyastolik
relaksasyon zamanlarında önemli oranda uzama olmuştur. E hızı önemli oranda
azalmış olarak bulunmuştur (34). Pulsed wave doku Doppler ekokardiyografi, sağ
ventrikül fonksiyonlarının değerlendirilmesinde de oldukça popüler bir yöntem olarak
yerini almıştır. Pulsed wave doku Doppler ile triküspit annulusundan elde edilen
sistolik ve diyastolik hızlar, sağ ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarını
değerlendirmede kullanılan yeni parametrelerdir (35,36). Kronik obstrüktif akciğer
hastalığı ve pulmoner hipertansiyonu olan hastalarda, sağ ventrikül diyastolik
fonksiyonları ndaki azalma, bu yöntemle tespit edilmiştir (37). Sağ ventrikül
infarktüsüne bağlı olarak gelişen sağ ventrikülün sistolik ve diyastolik fonksiyon
bozuklu- ğunun belirlenmesinde de PWDD kullanılabilir bir yöntemdir (38). Pulsed
wave doku Doppler’nin geniş kullanım alanları yanında bazı kısıtlamaları da
bulunmaktadır. Başlıca kısıtlaması, hedef miyokardiyal segmentin hızının, komşu
miyokardiyal segmentin hareketinden ve kalbin rotasyonel hareketinden de
etkilenmesidir. Bu kısıtlama, strain ve strain rate gibi yeni yöntemlerle giderilmeye
çalışılmaktadır (39). Bir diğer kısıtlaması, kalbin apeksinin kısmen sabit olmasından
dolayı
PWDD
ile
yeterli
kalitede
incelenememesidir.
Ayrıca,
tüm
Doppler
yöntemlerinde olduğu gibi PWDD yöntemi de açı bağımlıdır.Ultrason dalgalarının
miyokardiyal harekete paralel ayarlanması gereği, bazen yöntemi zorlaştırmaktadır.
Yine yöntemin açı bağımlı olması nedeni ile, kalbin uzun eksen ve kısa eksen
boyunca olan hareketlerinin birlikte değerlendirilmesi de mümkün olmamaktadır.
Sonuç olarak; PWDD tekniği, bazı kısıtlamaları olmasına rağmen geniş kullanım
alanları olan yeni bir ekokardiyografik tekniktir. Özellikle miyokardın bölgesel olarak
kantitatif incelenebilmesi bu tekniğin en önemli üstünlüğü olmuştur. Bu özelliği, başta
iskemik kalp hastalıkları olmak üzere, birçok hastalık grubunda PWDD tekniğini
oldukça popüler kılmıştırr. Pulsed wave doku Doppler tekniği, daha farklı hasta
gruplarında veya daha farklı amaçlara yönelik olarak kullanılabilecek, ufku açık olan
bir ekokardiyografik tekniktir.
23 KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI
TANIM
GOLD’un tanımına göre KOAH tam olarak geri dönüşü olmayan hava akımı
sınırlaması ile karakterize bir hastalıktır. Hava akımı kısıtlanması genellikle
ilerleyicidir ve zararlı partikül ve gazlara karşı akciğerlerde gelişen anormal
inflamatuar yanıtla ilişkilidir (41). Amerikan Toraks Derneği (ATD) KOAH’ı kronik
bronşit ve amfizeme bağlı progresif hava akımı kısıtlanması olarak tarif etmektedir.
KOAH’lı olgularda kronik bronşit ve amfizemden biri veya çoğunlukla ikisi bir arada
yer alır. Kronik bronşit klinik bir tanımlama olarak karşımızda yer alırken, amfizem
tanımı ise patolojik-anatomik bir tanımlamadır (42). Kronik bronşit birbirini izleyen iki
yıl ve her yıl en az üç ay süre ile öksürük, balgam çıkarma yakınmalarının varlığı
olarak tanımlanır. Bu yakınmalara sebep olacak başka bir hastalık bulunmaması
gerekir.Buradaki hava akımı kısıtlılığının temel nedeni çapları 3 mm’den küçük olan
hava yollarının hastalığıdır. ATD küçük hava yolu hastalığını; terminal ve respiratuar
bronşiollerde inflamasyon, hava yolu çapında daralma ile birlikte fibrozis ve bronşial
epitelde goblet hücre metaplazisinin mevcudiyeti olarak tanımlamıştır. Amfizem ise
terminal bronşiollerin distalindeki hava yollarının, belirgin fibrozis olmaksızın, duvar
harabiyeti ile birlikte anormal ve kalıcı genişlemesidir (43).
EPİDEMİYOLOJİ
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tüm dünyada yaklaşık 600 milyon KOAH hastası
bulunmaktadır ve her yıl 2,3 milyon kişi KOAH nedeniyle ölmektedir (44). WHO ve
Dünya bankasının desteği ile yapılan “Küresel Hastalık Yükü çalışması”nda 1990
yılında tüm dünyada KOAH prevalansı 9,34/1000, kadınlarda 7,22/1000, erkeklerde
9,34/1000 olarak tahmin edilmektedir. Ancak bu tahminler tüm yaş gruplarını
içermekte ve ileri yaşlardaki gerçek KOAH prevalansını olduğundan daha düşük
olarak öngörmektedir (42,45). Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde yaklaşık 3
milyon KOAH hastası vardır. Hastanelerdeki ölüm nedenleri sıralamasında 11. sırada
yer almaktadır (46). Sağlık Bakanlığı ve WHO’nun2000 yılında yürüttüğü bir
çalışmada KOAH Türkiyedeki ölüm nedenleri içinde 3. sırada yer almaktadır. Bu tüm
ölümlerin % 5,8’ini oluşturmaktadır. Hastalık erkeklerde 3. ölüm nedeni(tüm ölümlerin
% 7,8’i) kadınlarda ise 5. ölüm nedenidir (tüm ölümlerin % 3,5’i). Bu veriler ülkemizde
her yıl yaklaşık 26 bin kişinin KOAH nedeniyle hayatını kaybettiğini göstermektedir
24 (3). KOAH’ın dünyadaki mortalitesi erkeklerde %0,455, kadınlarda % 0,419dur.
Avrupa ülkelerinde KOAH, astım ve pnömoniden oluşan hastalık grubu ölüm
nedenleri içinde 3. sırayı alırken, ABD’de KOAH tek başına 4.ölüm nedeni olarak
izlenmektedir (47).
RİSK FAKTÖRLERİ
A)Konakçı ile ilgili faktörler
a) Genetik faktörler
b) Atopi, havayolu aşırı duyarlılığı
c) Akciğer gelişimi
B)Çevresel faktörler
a) Sigara içimi
Aktif sigara içimi
Pasif sigara içimi
Annenin sigara içimi
b) Mesleki karşılaşmalar
c) Hava kirliliği
Dış ortam
İç ortam
d) Sosyoekonomik faktörler
e) Enfeksiyonlar
A)Konakçı ile ilgili faktörler
a) Genler En iyi kanıtlanmış genetik risk faktörü, nadir görülen kalıtsal alfa-1 antitripsin (AAT)
eksikliğidir. Şiddetli AAT eksikliği bulunan kişilerde erken ve hızlı panlobüler amfizem
gelişimi ve akciğer fonksiyonlarında azalma görülür. Sigara içimi bu hastalarda KOAH
gelişme riskini belirgin derecede arttırır (48,49).
Alfa -1 antitripsin eksikliğinin araştırılması gereken durumlar
Sigara içmeyen bir kişide hava yolu obstrüksiyonu ile birlikte kronik bronşit
Risk faktörü olmaksızın bronşiektazi
Elli yaşın altında başlayan KOAH
Bazal amfizem görünümü
25 Özellikle 50 yaşın altında düzelmeyen astım
Ailede AAT eksikliği ve 50 yaş altında başlayan KOAH öyküsü
Risk faktörü olmaksızın siroz
b) Atopi, Havayolu aşırı duyarlılığı ( Bronşiyal hiperreaktivite, BHR) Atopi ve BHR’nin KOAH gelişimindeki rolü halen tartışmalıdır. Atopi ve yüksek IgE
varlığının KOAH gelişiminin ana nedeni olduğunu ileri sürenler olmakla birlikte bu
görüşü destekleyen yeterli kanıt bulunmamaktadır.Sigara içimi, IgE, deri testleri ve
BHR ile semptomlar arasındaki ilişkiler oldukça karmaşıktır.Sigara içimi ve atopi
arasında ilişki gözlenmezken, sigara içicilerde IgE’nin ve periferik kan eozinofil
sayısının hafif arttığı bildirilmiştir. Yüksek düzeydeki IgE ile FEV1 düzeyi arasında
ilişki bulunurken, atopi ile FEV1 düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
BHR’nin,KOAH gelişiminde gerçek bir risk faktörümü olduğu, yoksa sigara içimi ile
ilgili hava yolu hastalığı ve akciğer fonksiyonlarındaki azalmanın bir sonucu olarak
BHR’nin geliştiğini belirlemek güçtür.Yapılan birçok çalışmada BHR varlığı ile
FEV1’deki yıllık azalma hızı arasında güçlü birilişkinin bulunduğu gösterilmiştir
(51).‘‘Akciğer Sağlığı’’çalışmasında; erken dönemde hava akımı obstrüksiyonuna
sahip sigaraiçiciler arasında BHR insidansı oldukça yüksek bulunmuştur (erkek
sigara içicilerde % 59,kadın sigara içicilerde % 85). Mevcut kanıtlar, BHR ile KOAH
gelişimi arasında temeli henüz bilinmeyen bir ilişkinin bulunduğunu düşündürmektedir
(51).
c)Akciğer gelişimi Akciğer gelişimi, gebelik sırasındaki süreçlerle, doğum ağırlığı ile ve çocukluk
dönemindeki maruziyetle ilişkilidir (52, 53). İntrauterin hayatta karşı karşıya kalınan
sigara, malnütrisyon gibi olumsuz etkenler ve düşük doğum ağırlığı, ileri yaşta kişinin
ulaşacağı maksimum akciğer fonksiyonlarının normalden az olmasına yol açar (50).
B)Çevresel maruziyet
a) Sigara dumanı
Yapılan çalışmalarda KOAH gelişimi ve sigara içiciliği arasında ilişki kuşkuya yer
26 bırakmayacak şekilde kanıtlanmıştır. Sigaranın etkileri içiciliğin yoğunluğu ile
yakından ilişkilidir. Hastalarda genellikle 20 paket / yıldan fazla sigara içimi öyküsü
saptanır. Sigara içicilerin %50’sinde kronik bronşit gelişirken, % 15-20’sinde klinik
olarak anlamlı KOAH gelişir. Bu durum kişisel duyarlılıkların farklı oluşu ile
açıklanmaktadır (44).
b) Mesleki tozlar ve kimyasallar
İşyeri ortamında organik-inorganik toz, duman ve gazlarla karşılaşan kişilerde KOAH
daha sık görülmektedir. Madenlerde, metal işleri, fırınlarda, ulaşımda, odun kağıt
işlerinde, inşaat beton işlerinde, tahıl ve pamuk işlerinde, hayvan yemi ile ilgili işlerde
çalışan işçilerde veçiftçilerde KOAH gelişme riski yüksektir. Populasyon çalışmaları,
dumanlı ve özellikle detozlu işyerlerinde çalışanlarda bu riskin daha yüksek olduğunu
göstermektedir.Sigara içimi ve çevresel, mesleki karşılaşmalar karşılıklı olarak
birbirlerinin etkilerini artırmaktadırlar. Sosyoekonomik durum da bu etkileşime katkıda
bulunan bir diğer faktör olarak görülmektedir (43).
c) Hava kirliliği
Ev içi ve dış ortamdaki kirli hava KOAH morbiditesini artıran risk faktörleridir. Hava
kirliliğinin hangi spesifik elementlerinin zararlı olduğu açıkça bilinmese de 10 μm’den
küçük 10 partiküllere yoğun maruz kalma KOAH gelişiminden sorumlu olabilir.
Havada SO2, NO2,CO düzeyleri arttıkça atakla acil servislere başvurular artmaktadır.
Evlerin içindeki solunabilir partiküller dış ortama göre iki-dört kat daha konsantredir.
Havalanması iyi olmayan evlerde, “biomass” yakıtlar olarak adlandırılan ısınma ve
yemekpişirme amacı ile kullanılan bitkisel ve hayvansal yakıtlar akciğerler için irritan
özelliktedir.Nitrik oksit, karbonmonoksit, kükürt dioksit, azot dioksit, polisiklik organik
maddeler,benzpiren, karbon vs. üreterek KOAH gelişimine katkıda bulunurlar (50).
d)Diyet
Yapılan çalışmalarda, diyetle antioksidan (A,C,E) vitaminlerin ve doymamış yağ
asitlerinin yetersiz alımı ve tuzun fazla alımının, KOAH gelişimi ile ilişkili olduğu
bildirilmiştir. Balık yağından zengin diyetin ise KOAH gelişimini önlediğine dair
kanıtlar bulunmaktadır. Fakat diyetin KOAH gelişiminde bir risk faktörü olarak rolünü
belirlemek için henüz erkendir (55).
27 e) Solunum sistemi infeksiyonları
Çocukluk
çağında
özelliklede
yaşamın
ilk
yılında
geçirilen
solunum
yolu
infeksiyonları,akciğer gelişimini ve savunma mekanizmalarını olumsuz etkileyerek
ileri yaşlarda KOAH gelişimi için risk oluştururlar. Özellikle viral infeksiyonlar
(respiratuar sinsityal virus) inflamasyona zemin oluşturarak yaşamın sonraki
dönemlerinde solunum semptomlarında artışve akciğer fonksiyonlarında azalmaya
neden olabilmektedir .Adenovirüs gibi latent viral infeksiyonların da KOAH’a
predispozisyon oluşturabileceğine dair bazı bulgular vardır. KOAH’lı hastalarda,
normal bireylere göre viral DNA ekspresyonunun arttığı gösterilmiştir. Hayvan
deneylerinde de kronik adenovirali nfeksiyonların, sigara dumanı ile indüklenen
inflamasyonu ilerlettiği görülmüştür. İleri yaşlarda ataklara neden olan solunum
infeksiyonları da fonksiyonel bozulmayı hızlandırabilir .Bakteriyel etkenlerle oluşan
solunum yolu infeksiyonları nötrofillerin birikimine, dolayısı ile proteaz ve oksidan
etkinin artmasına yol açabilmektedir. Sigara içen kişilerde bu etkilenmeler daha
belirgin olmaktadır (50).
PATOGENEZ
Kronik obstrüktif akciğer hastalığında akciğer sınırları içindeki temel değişikliler,
küçük büyük solunum yolları ile akciğer parankimindedir. Bu dönem sınırlı hastalık
dönemidir .Hastalık pulmoner dolaşım, kalp, solunum kasları ve solunum merkezini
etkilediğinde sistemik bir hastalık haline gelmiştir. Bunun temel nedeni ise
hipokseminin ortaya çıkmasıdır.
Solunum Yolu Enflamasyonu ve Obstrüksiyon
KOAH’ın en önemli etiyolojik ajanı sigaradır. Sigara içerdiği çok sayıda ajanla birlikte
bronşiyol, bronş duvarını ve parankimi etkiler. Bronşiyol ve bronş duvarında gözlenen
enflamasyonun karakteristiği skuamöz metaplazi, silialı ve siliasız hücrelerde
anormallikler ve atrofi ile seyreden nötrofilden zengin hücre birikimidir.
KOAH olgularında etiyolojik faktörlere ve özellikle sigaraya ait bozukluklar, periferik
solunum yolları ile birlikte büyük hava yollarında da izlenir. Büyük hava yollarında
mukus bezlerinin hacmi artmıştır. Ayrıca goblet hücrelerde hiperplazi mevcuttur.
28 Epitel hücrelerinde metaplazi vardır. Kıkırdak atrofisi ile birlikte bronş düz kaslarında
hipertrofi söz konusudur.Bronş mukozasında makrofajlarla birlikte T lenfositlerin
sayısı artmıştır. Son çalışmalarda mukoza yüzeyinde ICAM-1, E-selektin gibi
adezyon moleküllerinin sayısında artışgösterilmiştir. Ayrıca TNF alfa ve IL-1 gibi
sitokinler epitel yüzeyinde aktive olmuşlardır(56,58). Etiyolojik ajanın uyarısıyla
geçirgenliği artan mukozadan submukozal alana geçen hücreler,parankimal hücresel
ve hücresel olmayan materyali etkiler, bronşiyollerin ve alveollerin desteğini zayıflatır.
Özellikle proteaz - antiproteaz, oksidan - antioksidan dengesi bozulur.Parankimde
artan proeazlar ve oksidanlar elastin, kollagen, proteoglikan, laminin vefibronektinin
parçalanmasına sebep olur. Solunum yollarında enflamasyonun ve mukus salgısının
oluşturduğu lümeni içten etkileyenfaktörler yanında bronşiyol-bronş duvarı desteği ile
alveol duvarı desteğinin zayıflaması,ventilasyonu özellikle ekspiryumda belirgin
olmak üzere bozmaktadır. Bronş duvarınalümene ve destek dokuya ait problemler
solunum yollarında direnci artırarak ventilasyonubozar (56,59). Solunum yollarında
bu değişikliklere ek olarak perfüzyon alanıda etkilenir.Proteazlar ve oksidanların
zarar verdiği parankimde alveol duvarı ile birlikte pulmoner arter kapillerleri de harap
olur ve anatomik olarak ortadan kalkar.Bronş obstrüksiyonu ventilasyonu, pulmoner
arter alanındaki değişiklikler perfüzyonu kısıtlar ventilasyon / perfüzyon (V/Q)
dengesizliği ortay çıkar. Ventilasyon perfüzyon bozukluğunun akciğer alanlarındaki
dağımı da düzensizdir. Sonuçta KOAH’taki olaylar V/Q heterojenitesiile birliktedir.
Düşük V/Q alanları şanta benzer etki alanlarını oluşturur, yüksek V/Q alanlarıise ölü
boşluk
benzeri
alanlar
olarak
adlandırılır.
Sonuçta
KOAH
olgularında
hastalığınşiddeti ile paralel olarak V/Q oranı bozukluğu ortaya çıkar ve hastalığın
şiddeti arttıkçaalveoler arteriyel gradiyent (PA-aO2) büyürken PaO2 azalır.
Bu patolojik olaylar sonucunda gelişen fizyolojik değişiklikler
- Mukus hipersekresyonu ve siliyer disfonksiyon
- Hava akımı kısıtlanması ve pulmoner hiperinflasyon
- Gaz değişim anormallikleri
- Pulmoner hipertansiyon ve kor-pulmonale
- Sistemik etkileri
29 Tanı Yöntemleri
Solunum Fonksiyon Testleri
KOAH’da solunum fonksiyon testleri (SFT) a) hastalığın tanısında, b) hastalığın
şiddetinin belirlenmesinde, c) hastalık seyri ve prognozunun değerlendirilmesinde, d)
tedaviye cevabı izlemede kullanılır. KOAH tanısında yer alan SFT şunlardır:
Spirometrik Ölçümler: KOAH hava yolu obstrüksiyonu nedeni ile ekspirasyon
akımının sınırlandığı bir hastalıktır. Bu nedenle zorlu ekspirasyon spirogramında
FVC, FEV1, FEV1 / FVC, FEF%25-75’de azalmalar ve maksimum ekspirasyon akımvolüm eğrisi değerlerinde azalmalar saptanır. Bu ölçümler içinde en sık kullanılan ve
en güvenilir parametre FEV1 olup hava yolu obstrüksiyonunun derecesi de FEV1 ile
belirlenir. KOAH, FEV1 göz önüne alınarak FEV beklenenin > %70 hafif, %50-70 orta,
%35-50 ağır, <%35 çok ağır hastalık olarak evrelendirilir.
Reversibilite Testi: KOAH’da reversibilite ölçümü
a) reversibilitenin derecesini saptamak,
b) KOAH’I astımdan ayırdetmek,
c) uzun süreli kortikosteroid tedaviden yarar gören hastaları saptamak,
d) prognozu saptamakta kullanılır.
KOAH hastalarının %10-30’unda reversibilite testi pozitif bulunmaktadır. Çoğu
KOAH hastasında test negatiftir.
Hava yolu hiperreaktivitesi: KOAH hastalarında inhalasyon yoluyla verilen
metakolin ve histamine karşı bronş hiperreaktivitesi bulunabilir.
Statik akciğer volümleri: Koah hastalarında FRC, RV ve RV/TLC karakteristik
olarak artmıştır. Amfizemde TLC’de de artış vardır.
Difüzyon kapasitesi: Amfizemde alveolar – kapiller yatak kaybına bağlı olarak
difüzyon kapasitesi azalmıştır. Bu ölçüm amfizem ve şiddetinin en iyi fonksiyonel
parametresidir. Aynı zamanda amfizemi astımda ayırmada önemlidir.
Solunum kasları fonksiyonu: KOAH’da maksimum inspirasyon (PImax) ve
ekspirasyon (PEmax) kas basınçları azalmıştır. Bunun nedeni toraks içi gaz
volümünün artması, hipoksemi, kas güçsüzlüğü ve solunum işinin artmasıdır.
KOAH’da bu ölçüm beslenme bozukluğu ve steroid myopatisinden kuşkulanıldığında
veya FEV1 ile uyumsuz nefes darlığı söz konusu olduğunda önemlidir.
30 Arteriyel kan gazları: KOAH’da başlangıçta hafif veya orta şiddette hipoksemi
vardır. Hastalık ilerledikçe hipoksemi şiddetlenir ve hiperkapni de gelişir.
Egzersiz testleri: KOAH’da bu ölçüm egzersiz performansını saptamak ve
FEV1 ile uyumsuz nefes darlığı nedenini araştırmak üzere yapılır. Akciğer
rehabilitasyonuna
alınacak
hastaların
seçimi
ve
izlenmesinde,
preoperatif
değerlendirmede ve iş görmezlik değerlendirmesinde de bu testlere başvurulabilir.
Radyoloji
KOAH’da PA akciğer grafisi hastanın ilk değerlendirmesinde ve akut ataklarda
yararlıdır. Kronik bronşitte akciğer grafisi genelde normaldir. Amfizemde PA grafide
hiperinflamasyona bağlı diyafragmalar aşağı konumda ve düzleşmiş, uzun ve ince
mediasten, her iki akciğerde saydamlık artışı ile birlikte linear dallanmada azalma ve
özellikle apekslerde büller, yan filmde retrosternal bölgede havalanma artışı bulguları
vardır. Hilus damar gölgelerinin belirginleşmesi ve sağ desendan pulmoner arterin
maksimum çapının 18 mm’den fazla olması pulmoner hipertansiyonun işaretidir. Kor
pulmonale geliştiğinde sağ ventrikül hipertrofisine bağlı kalp gölgesi genişler ve
retrosternal aralığı doldurur.
KOAH’da bilgisayarlı tomografi rutin önerilmez. Büllektomi, volüm azaltıcı
cerrahi söz konusu olduğunda veya komorbidite mevcudiyetinde başvurulan bir
tetkiktir.
Diğer İncelemeler
KOAH’da ataklarda balgam muayenesine başvurulabilir. Ancak genellikle
antibiyotik tedavisine ampirik olarak başlanılır. KOAH’a özgü EKG değişiklikleri
yoktur. Sağ ventrikül hipertrofisi ve dilatasyonuna ait EKG değişiklikleri bulunabilir.
KOAH’ın
ileri
evresinde
pulmoner
hipertansiyon
vardır.
Pratikte
pulmoner
hipertansiyon ölçümünde invaziv bir işlem olan sağ kalp kateterizasyonu yerine
invaziv olmayan Doppler ekokardiyografi kullanılır. KOAH’da pulmoner hipertansiyon
ölçümü hastalığın prognozunu saptamakta önemlidir. Ancak FEV1 ve arteriyel kan
gazları bu konuda yeterli bilgi verdiği için pulmoner hipertansiyon ölçümüne genelde
başvurulmamaktadır. Noktürnal oksijen desatürasyonu gelişen KOAH hastalarını
31 saptamak ve tedavi etmek için veya obstrüktif uyku apnesinden kuşkulanıldığında
hastalara polisomnograf ile uyku çalışması yapılabilir.
Son olarak, KOAH’daki yaşam kalitesi kaybı ve çeşitli tedavilere cevabı
değerlendirmekte
hastalığa
özgü
hazırlanmış
yaşam
kalitesi
anketlerinden
yararlanılmaktadır.
Koah ve kardiak birliktelik
KOAH hastalarında kardiak hastalık spektrumu sağ ventrikuler disfonksiyon,
pulmoner hipertansiyon, koroner arter hastalığı ve aritmilerdir.
Sağ ventrikül disfonksiyonu
Pulmoner hipertansiyon ve sağ ventrikül disfonksiyonu birlikteliği KOAH için
neredeyse vazgeçilmezdir .Ortalama pulmoner arter basınç artışına göre KOAH
basamaklara ayrılabilir.Nett çalışmasına göre ciddi koah’lı hastaların %90 nında
ortalama PAB normalinden 20mmhg daha fazla idi, %5 lik küçük bir grupta ise
normal ortalama PAB dan 35 mmhg, %2,7 lik bir grupta ise ciddi pht vardor
>40mmhg.(73)Bazı çalışmalar KOAH da pulmoner hipertansiyon gelişimini incelemiş
olup ortalama PAB yıllık ortalama 0,4 ile 0,6 mmhg yıl başına artığını tespit
etmişlerdir.93 kişilik sağ ventrikül kateterizasyonu yapılacak hasta grubunda 2 yıl
içinde ortalama PAB 20 mm hg artış olmuştur.Bu çalışmalarda dinlenme sırasında
hipoksi ve egsersizle hipoksisi olması pulmoner hipertansiyon gelişiminde major
faktörlerdir. (78)Bir çok çalışma PHT gelişiminin koah’lı hastaların sağ kalımında
negatif faktör olduğu gösterilmiştıir.Noninvaziv olarak ölçülen PAB EKG, TTE , BNP
düzeyleriyle ilişkili olmuştur
Hipoksi:Kronik hipoksi pulmoner hipertansiyon gelişiminde major rolü oynuyor
gözükmektedir.Dinlenme hipoksisi ,egsersizle indüklenen hipoksi , hiperkarbi asidoz
sonuçta vazokonstrüksiyona ve hiperventilasyona yol açaçaktır.(78)
Vasculerremodelling: KOAH’lı hastalardaki akcigerlerdeki
yapısal değişiklikler
küçük pulmoner arterlerdeki intimal ve media da daha belirgin olarak izlenir ve bu
değişiklikler hücresel hipertrofi ve hiperplazidir (bu değişiklikler sigara içen KOAH
32 hastalığı bulunmayanlarda da izlenir) sonuçta bu değişikliklerden başka faktörlerde
pulmoner hipertansiyon gelişiminde
vaskuler
yatakta
bulunmaktadır
prostasiklin
;entotelin-1
sorumlu gözükmektedir. KOAH da pulmoner
sentetaz
bu
ve
nitrikoksit
hastalarda
salınımıda
yüksek
eksiklikte
seviyelerde
bulunmaktadır.Serotonin transport genindeki bozukluklarda bu patogenezde sorumlu
gözükmektedir.(79)
Elastık recoıl: Akciğer elastik hareketinde azalma da sağ ventrikül disfonksiyonun da
rol oynayabilir
Dınamık hiperiinflamasyon: Dinamik inflamasyon
varlığı ciddi amfizematöz
hastalarda iyi bilinmektedir
Nett arastırmasında sağ ventrikül kateterizasyonuna gidecek 63 hastada TTE olarak
ortalama PAB kateterizasyon yöntemi karşılaştırmış olup mean pab saptamada
ekokardiyografi %60 sensitive %74 spesifik görülmüştür (74-76)
Pulmoner arter kateterizasyonu: Rutinde kullanılmayan bu uygulama pulmoner arter
basıncının degerlendirilmesinde altın standarttır.
Bnp:Sol ventrikül disfonksiyonunda diagnostik ve klinik değerlendirmede yaygın
kabul görmüştür fakat sağ ventrikül disfonksiyonunda o kadarda faydalı değildir.Son
çalışmalarda
ciddi
pulmoner
hipertansiyonu
olanlarda
ölümün
prediktörü
olabileceğine dair yazılar bulunmaktadır.(76)
KOAH’TA PULMONER HİPERTANSİYON GELİŞİMİ VE KOR
PULMONALE
KOAH olgularında doğal sürecin seyrinde PaO2’nin 60 mmHg ve altına düşmesi ile
birlikte pulmoner hipertansiyon gelişir. Pulmoner hipertansiyon sağ ventrikül
hipertrofisi süreci ile başlayan kötü prognoza işaret eder.Pulmoner hipertansiyon
(PH), KOAH’da sık görülen, önemli bir kardiyovasküler komplikasyondur. Ağır
KOAH’lı hastalarda ortalama pulmoner arter basıncı (PAB) sıklıkla, sağlıklı
bireylerdeki istirahatteki ortalama PAB’ın iki katıdır (30 mmHg). Bu olgularda sistolik
pulmoner arter basıncı sistemik arter basıncının diyastolik düzeyine kadar
yükselebilir. KOAH’lı hastalarda gelişen PH’ın derecesi kor pulmonale oluşumunda
33 ve
mortalitede
majör
rol
oynar.
Oluşan
hipertansiyon
prekapiller
tiptedir
(59,60).Kronik bronşit ve amfizemde, PH’ın gelişimi ve derecesi değişkenlik gösterir.
Kronik bronşitte PH ve kor pulmonale sık oluşurken, amfizemde başlangıçta çoğu
kez PAB normaldir, gelişen PH’ın derecesi kronik bronşitten daha azdır ve kor
pulmonale daha seyrek görülür. Sık tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları kor
pulmonale gelişimine ve PAB yükselmesine sebep olur. Hiperkarbinin eşlik ettiği
kronik hipoksemili olgularda sağ ventrikül hipertrofisi daha sık görülür. Arter kan
gazlarındaki normalden sapmaların yanında KOAH’ta izlenen akciğer mekaniğine ait
değişiklikler, pulmoner arter yatağının anatomik kaybı, kalp atım hacmindeki artış,
endotel fonksiyonlarındaki değişiklikler sağ ventrikül hipertrofisinin oluşmasında
birlikte etkilidir. Kronik hipoksinin olduğu KOAH olgularında hiperkarbi ile birlikte
periferik ödem ve artan dispnenin varlığı, stabil döneme göre yükselen pulmoner
arter basıncına ve kor pulmonaleye işaret eder. Sağ ventrikül diyastol sonu
basıncının artması ile birlikte sağ ventrikül kontraktibilitesinin azalması periferik
ödeme sebep olur.
KOAH’ta Pulmoner Hipertansiyon Oluşumunda Rol Oynayan Faktörler
1- Anatomik sebepler
2- Fonksiyonel sebepler (arteryal kan gazı değişiklikleri)
- Asidoz
- Hiperkapni
- Hipoksi
3- Mekanik faktörler
4- Pulmoner kan volümü
5- Egzersiz
1-Anatomik sebepler
Amfizemde akciğer parankimindeki destrüksiyon sonucu pulmoner kapiller yatağın
kesit alanının azalmasıyla pulmoner vasküler rezistans (PVR) artar ve PH ortaya
çıkar. Oluşan hipertansiyon çoğu kez irreversibldır. Ayrıca akciğer alt loblarındaki
hava hapsi de intratorasik basıncı yükselterek, sağ venrikül yükünü artırıp PH
oluşumuna yol açar ( 60, 61, 62, ).
34 Yaygın büllöz amfizemde ise çevredeki kapiller yatağa baskı oluşarak kapiller kan
akımı engellenir ve PH oluşur. Büyük büllerin rezeksiyonundan sonra PH’ın
derecesinin azaldığı yapılan çalışmalarda bildirilmiştir. KOAH’ ta küçük pulmoner
arter ve arteriyollerin trombotik ve nontrombotik nedenlerle obstrüksiyonlarında da
PVR artar, oluşan hipertansiyon kronik tromboembolik veya kronik embolik pulmoner
hipertansiyondur (62, 64).
2-Fonksiyonel sebepler (Arteryal kan gazı değişiklikleri)
KOAH’ta PH oluşumunda en önemli neden hipoksi olup, hipoksik pulmoner
vazokonstrüksiyonun (HPV) sonucudur. Alveol hipoksisinin HPV’u oluşturabilmesi
için, alveol oksijen parsiyel basıncının 60 mmHg sınırı altında olması gerekir.
Asidozun pulmoner vazokonstrüktör etkisi bulunmaktadır, hipoksi ile sinerjik etki
gösterir hipoksinin vazokonstrüksiyon yapıcı etkisini potansiyelize eder. Hiperkapni
daha çok asidozla ilişkili olarak PAB’ı indirekt etkiler. Alveol hipoksisi pulmoner
arteriyollerde damar düz kasına direkt ekiyle vazokonstrüksiyona sebep olur. Ayrıca
endotel hücresinde mitokondri fonksiyonunu etkileyip adenozin trifosfat kullanım
hızını artırarak, kalsiyumun hücre içine geçişini artırarak, endotele bağımlı kasılma
faktörlerini (EDCF-endotelin-1) etkileyerek vazokonstrüksiyona yol açar. Kronik
hipoksik koşullarda, endotel hücresinden endotelin-1 sekresyonunda da artış söz
konusudur, ancak bu konudaki çalışmalar henüz yeterli değildir. Alveol hipoksisi aynı
zamanda perivasküler yerleşimli mast hücrelerine indirekt etkiyle vazokonstrüktör
maddeler (histamin, serotonin, tromboksan, lökotrien) salgılatarak PVR’ i artırır.
Solunum yollarında daralmanın ve V/Q oranı bozukluğunun ortaya çıkarttığı hipoksi,
küçük periferik pulmoner arter kapillerlerinin intimasında kalınlaşmaya neden olur.
Müsküler nitelikteki bu arterlerde oluşan medial hipertrofi pulmoner hipertansiyon
oluşmasında önemlidir. Kronik hipoksi ile birlikte hiperkarbi ve asidoz intima
kalınlaşmasını hızlandırır. Hipokseminin varlığı ve artışı ile birlikte endotel
hücesinden NO sentezi ve salınımı azalır. Endotel hücresinin NO yardımı ile kontrol
ettiği bronş düz kaslarında NO eksikliğinde bronkokonstrüksiyon gelişir. NO bronş
düz kaslarında kasılmayı etkilediği gibi hiperplazi ve hipertrofiyi de kontrol eder.
Kronik hipokside pulmoner kapillerde izlenen proliferasyondan NO azlığı sorumlu
olabilir (64).KOAH’ta oluşan HPV arter kanında oksijenlenmeyi düzeltmeye yöneliktir,
yani pulmoner kapiller perfüzyonu alveol ventilasyonuna adapte etmeye dayanır.
35 HPV ile kötü ventile alanlarda perfüzyon azaltılarak kan akımı iyi ventile alanlara
kaydırılır ve V/Q oranı optimumda tutularak arter kanının oksijenlenmesi düzeltilir.
Difüz alveol hipoksisinin bulunduğu ağır KOAH’lı olgularda, HPV’nin V/Q oranını
korumaya yönelik bu etkisi yetersiz kalır, sonuçta PVR ve PAB artar. PVR arttıkça
sağ ventrikül serbest duvarı miyositlerinin mitokondri sayısı ve yoğunluğu artar duvar
gerilimi ve kontraktilitesi artarak sağ ventrikül hipertrofisi gelişir. KOAH olgularında
proteazlar ve oksidanlar elastik dokuda yıkım meydana getirmektedirler. Bu yıkım
alveol duvarı ile birlikte pulmoner arter kapillerlerini de içermektedir. Anatomik
kayıplar özellikle ilerlemiş vakalarda belirgindir. Ayrıca aşırı derecede gergin alveoller
duvarlarındaki pulmoner kapillerlere mekanik baskı uygulayabilir. Ağır KOAH
olgularında gelişen PH sonucu başlangıçta sağ ventrikül hipertrofisi ve sonradan
yetersizliği ortaya çıkmaktadır. PVR ve PAB’taki artma sağ ventrikül artyükünü
artırarak sağ ventrikül diyastol sonu basıncının artmasına, bu da sağ ventrikül
ejeksiyon fraksiyonunun azalmasına yol açarak sağ ventrikül atım hacmini düşürür.
Sağ ventrikül yetmezliği yanında, kronik hipoksi ve hiperkarbinin provoke ettiği tuz ve
su retansiyonu ödemin önemli nedenidir. Hipoksi böbrek kan akımını kısıtlar.
Hipoksik ve hiperkarbik KOAH’lılarda argininvazopressin seviyesi de uygunsuz
şekilde yüksektir (64,65).KOAH’a bağlı solunum yetmezliğinde renin anjiyotensinaldosteron sistemi aktive olmuştur. Dolaşımda katekolaminler yükselmiştir. Kronik
hipoksemik ve hiperkarbik hastalarda plazma atriyal natriüretik peptit (ANP)
seviyesinin yükselmesi sodyum atılımına sebep olarak olayı kompanse etmeye
çalışır. KOAH’a bağlı kronik kor pulmonalede hipoksi ve hiperkarbi ile birlikte sol
ventrikül basıncındaki değişiklikler, tuz ve su retansiyonu sol kalp yapı ve
fonksiyonunu da etkileyerek konjestif kalp yetmezliğine neden olur.
3-Mekanik Faktörler
KOAH’ta, ekspirasyonda, alveol basıncında önemli artış olur. Bu artış, arteriyoler
seviyede pulmoner damar direncini artırır. Pulmoner vasküler yatakta fonksiyonel
azalmayla, pulmoner arter (PA) eğrilerinde inip çıkmalar oluşur. PA sistolik
basınçlarında, inspirasyon-ekspirasyon farkı, solunum varyasyon amplitüdü (SVA)’
dür. Örneğin FEV1 azaldıkça PAB artar. Akciğer parankim destrüksiyonu olan
amfizemli vakalarda, artmış alveol basıncı, PA eğrilerinde sistol-diyastol basınç
36 farkını azaltarak düzleşmeye sebep olur. Bu durum, ekspirasyonda daha da
belirgindir. Özetle, kronik bronşitte SVA belirginken amfizemde yassılaşma ön
plandadır.
4-Pulmoner Kan Volümü
KOAH’ta kronik hipoksemi ile oluşan polisitemi, kan volümü ve viskoziteyi artırarak,
PVR’ nin artmasına sebep olur. Kan viskozitesindeki artma, sağ ventrikül önyükünü
artırarak kronik pulmoner tromboemboliye eğilimi artırır. Artmış hematokrit ile birlikte
kronik hipoksinin, endotel hücre yüzeyine lökosit ve trombositlerin adezyonunu
kolaylaştırması, pulmoner arterlerde lokal trombüs oluşumunu kolaylaştırır. Ayrıca
hareketleri dispne nedeniyle kısıtlanmış ve ortopneik olgularda, yaş faktörününde
katkısı ile alt ekstremitelerde oluşan tromboflebitik ve flebotrombotik alt ekstremite
venlerinden mikroembolilerin oluşumu da seyrek değildir (57, 64, 65). Bu hastalarda,
tekralanan flebotomilerin kan volüm ve viskozitesini azaltarak PAB’ı azalttığı,
pulmoner kapilller basıncı ve kardiyak atım volümünü değiştirmediği bildirilmiştir (66,
69,70).
5-Egzersiz
Normal sağlıklı kişilerde, egzersizle, PAB birkaç mmHg artarken; pulmoner kan
akımında belirgin artış olmakta, PVR azalmaktadır. Orta şiddetteki bir efor da,
ortalama PAB 5 mmHg artar. İstirahatte PAB’ı normal bulunan KOAH’lılarda, efor’la
PH saptanır. Bu vakalarda egzersizle, gizli pulmoner hipertansiyon ortaya konur.
PAB progresif artarsa, sağ ventrikül duruma adapte olacağından sağ ventrikül
hipertrofisi yavaş yavaş gelişir. Oluşan sağ ventrikül hipertrofisi egzersiz toleransını
azaltır, nefes darlığını artırır, mortaliteyi yükseltir. KOAH’ta PAB’ın yükselmesinde,
endotelin-1 ve atriyal natriüretik faktörün özellikle plazma düzeyindeki artışlar da
önemli rol oynar.(71).
Ağır KOAH’lı hastalarda, akut alevlenmelerde uykuda ve egzersizde PAB’ta
kötüleşmeler oluşur. Bu vakalarda hipoksemi derinleştikçe sağ ventrikül yetersizliği
ortaya çıkar. Uyku apne sendromu ve KOAH birlikteliğinde (overlap sendromu), gecegündüz hipoksemiyle birlikte PH bulunmaktadır.
37 Koroner kalp hastalığı
KOAH’ lı hastalar diğer sigara nedenli hastalıklar gibi artmış koroner arter hastalığı
riskiyle beraberdir.Sigara içen KOAH’lı grup %33,6 ıle sigara içmeyen KOAH’lı grup
arasında %27,1 gibi KAH bulunmaktaydı.
Aritmi
KOAH hastalarında kardiak aritmi riski artmıştır özellikle akut alevlenme ,torasik
cerrahi sırasında bu artış daha belirgindir.Multifokal atrial taşikardi sıklıkla bululunan
aritmi olup artmış mortalite oranlarıyla ilişkilidir(73,75)
Koah ve aritmi
Supraventrikuler ve ventrikuler aritmiler KOAH’lı hastalarda başlıca ritim problemlerini
oluşturmaktadır .Geniş çaplı çalışmaları hastaların akut alevlenme, stabil seyir,KKY
eşlik edip etmemesi kullandığı medikasyona göre sınıflandırılarak KOAH’lı hastalarda
gerek 24 saatlik ambulatuar gerek tek EKG çekimiyle aritmi varlığı rapor edilmiştir.
(72,75)
Epidemiyoloji
Çalışmaların sonucunda stabil KOAH’lı ve sık alevlenen KOAH’lı hastalarda aritmi
varlığı moratlite ile ilişkilendirilmıştir(73)
1.Bir çalışma 24 kişilik şiddetlı KOAH’ı olan hasta grubunda yapılmış sürekli EKG
kaydı ile takip edilmiştir. Grubun %84 ünde aritmi tespit edilmiş olup bunların %72
supraventriküler kaynaklı %52’si ventrikuler kaynaklıydı. Atrial fibrilasyon gelişen
hasta grubu FEV1 de ki azalmanın şiddetiyle AF gelişme riski orantılıydı.(78)
2.Benzer bir çalışmada şiddetli KOAH‘ı olan 69 hastada supraventriküler aritmi oranı
%69 (ki bunların %8 de af temel ritimdi) ,ventriküler aritmi oranıda %52 idi ki bunlar
erken ventriküler vuru nunsustained ventrikuler taşikardi. Her iki bacakta ödem varlığı
ve hiperkapni corpulmonale varlığı nedeniyle ventriküler aritm sıklığında artış ile
ilişkili olduğu gösterilmiştir bu iki çalışmada aritmi varlığı artmış mortalite ile ilişkili
bulunmamamıştır.(67,79)
38 3.Çalışmada 590 KOAH hasta akut alevlenme döneminde çalışmaya dahil edilmiş
olup
atrial
fibrilasyon
ve
ventriküler
aritmi
mortalitenin
prediktörü
olarak
sonuçlanmıştır.(78,81)
4.Çalışmada
ciddi KOAH’ ı olan ve akut solunum yetmezliği gelişen 70 hasta
incelenmiş olup bunların % 47 sinde hem supraventriküler hemde ventriküler aritmiler
tespit edilmiştir. Aritmi varlığı
artmış
mortalite ile ilişkili olabileceği ( ventriküler
aritmiye sahip olanların hiçbiri yaşamadığı için ) düşünülmüştür.(78,80)
Patogenez: Çesitli faktörler KOAH’lı hastalarda aritmi gelişimiyle ilişkili olabilir
•
Kullanılan medikasyon:teofilin,beta adrenerjik agonistler digoksin
•
Kardiak otonomik disfonksiyon
•
Koroner arter hastalığı
•
Sistemik arterial hipertansiyon
•
Sağ ve sol kalp yetmezliği
•
Hipokalemi ve hipomagnezemi
•
Respiratuar asidoz
1. Teofilin:Teofilin ve aminofilin serum seviyesi sinüs taşikardi,erken atrıal vuru svt,
AF, ünifokal ,multifokal atrial taşikardi ve ventriküler aritmiler ile ilişkilidir.
•
Serum seviyesi kalp hızı ile direkt ilişkilidir.
•
Serum seviyesi aritmi ile ilişkili en güçlü parametredir.
•
Teröpötik düzeyi 10-20mg/l olan teofilinin bu değerdeyken aritmi sıklığı %3,7
iken doz aşıldığında aritmi sıklığı %16 olarak görülmüştür.(82)
2-Beta agonistler:Albuterol ile yapılan çalışmalarda gösterilmiştirki albuterol sinüs
nodunda sinüs siklüs uzunluğu ,recovery zamanını kısaltır AV nodda ise kondüsyon
artar refraktör zaman ve myokardiyal refraktör zaman
azalır. B agonist
inhalasyonuyla kalp hızı artar ve serum potasyum seviyesi düşer.(82)
39 1. Kardiak otonomik disfonksiyon: P wave dispersiyon ve kısalmış QT intervali
ventriküler aritmi gelişiminde rol oynayabilir.
2. Ventrıküler
disfonksiyon:
Sol
ventriküler
diyastolik
disfonksiyon
varlığı
ventrikuler erken vuru ile direkt ilişkilidir. Bu fİzyolojİk değişiklik belki sessiz
iskemi yaşlanma yüklenmiş ventrikül nedeniyle aritmiyle ilişkili olabilir.(82,83)
Multifokal atrial tasikardi
MAT
varlığı
KOAH’lı
hastalar
da
özellikle
teofilin
toksitesi,
hipokalemi,
hipomagnezemi, hipoksi varlığını işaret edebilir.MAT varlığında verapamil veya
metaprolol kullanılabilecek major farmakolojık ajanlardır.(83)
Atrial fibrialasyon
Hipoksi elektrolit dengesizliği değişen pulmoner hemodinami KOAH’lı hastalarda AF
sıklığında artış ile ilişkilidir.Yapılan bir çalışmada AF sıklığı kontrol grubunda görülme
sıklığı %10,4 iken KOAH’lı hasta grubunda görülme sıklığı %14,3 bulunmuştur.
Böylece KOAH’ lı hastalarda atrial fibrilasyon sıklığı 4,41 kat fazla olduğu
anlaşılmıştır.
AF
gelişimine
bağlı
olarak
hospitalizasyon,
stroke
daha
sık
olmaktadır,yapılan 33 çalışmanın meta analizinde B2 agonist kulanımının potasyum
seviyesinde olan azalmaya bağlı olarak AF gelisimiyle ilişkili bulunmuştur.İnhale
steroid kullanımıyla AF gelişimi arasında ilişki bulunmamıstır, fakat oral steroid
kullanımı AF gelişimiyle ilişkili bulunmuştur.P dalga
dispersiyon
AF gelişiminde
bağımsız risk faktörü olarak bulunmuştur.(82,84)
KOAH’ da Genel Ekokardiyografik Bulgular
Pulmoner hipertansiyonu saptamada en doğru noninvaziv yöntem, ekokardiyogafidir.
Devamlı dalga ya da pulse doppler ekokardiyografide elde edilen bazı değişkenler
sağ ventrikül sistolik tepe basıncını belirlemeye yarar ki bu da pulmoner arter
basıncını tahminde kullanılır (105).Ekokardiyografi; yüksek frekanslı ses dalgaları
kullanılarak,
kardiyovasküler
sistemin
anatomik
ve
fizyolojik
özelliklerinin
incelenmesini sağlayan bir tanı yöntemidir. Ultrason dalgaları, bir transduser
aracılığıyla dokulara gönderilir ve daha sonra transdusere geri yansır. Yansıyan
ultrason sinyalleri, amplitüd modunda (A mode) veya parlaklık modunda (B mode)
görüntülenebilir. B-mode görüntülerinin zamana karşı yazdırılması halinde, hareket
40 görüntülenmiş olur. M-mode terimi, zamana karşı görüntülenen hareketi ifade
etmektedir. M mode ekokardiyografi sadece tek bir hatta data sorgulaması
yaptığından iki boyutlu ekokardiyografiden daha yüksek temporal rezolüsyon, bazı
durumlarda
da
yüksek
aksiyal
rezolüsyon
sağlar.
Bu
nedenle
M-mode
ekokardiyografi, kardiyak olayların zamansal incelenmesi ve yüksek hızlı hareketlerin
kaydedilmesi bakımından üstün bir tanı yöntemidir (106).Sağ kalp boşluklarının
sternum arkasında olması nedeniyle KOAH’ta havalanma ve solunum varyasyonları,
EKO görüntüsü almayı güçleştirmektedir. Ses dalgalarının zayıf iletilmesi nedeniyle,
iki boyutlu EKO(2-D ECO) teknik olarak zordur .İki boyutlu ekokardiyografi, sağ
ventrikül ve sağ atriyum çaplarının ve duvar kalınlıklarının tesbitinde M-Mode
ekokardiyografiye
göre
daha
üstündür.
Ancak
sağ
ventrikül
volümünün
hesaplanmasında, sağ ventrikül kavitesinin düzensizliğinden dolayı problemlidir.
Pulsed-Doppler EKO ise, sağ ventrikül sistolik ejeksiyon akımını göstermede daha
yararlı bir yöntemdir. Doppler ekokardiyografi, kan akımının ve hızının tesbitinde
kesin ve direkt ekokardiyografi yöntemidir. Pulce wave doppler ekokardiyografi tek
transduser’e sahiptir ve küçük çaplı damarlarda dahi hızı (velocity) ölçebilir ama
maksimum hızı ölçmede başarısı sınırlıdır. Devamlı dalga Doppler ekokardiyografi
ise, iki transduser’e sahip olup maksimum hızı ölçmede oldukça güvenilirdir. Pulseddoppler ekokardiyografi ile pulmoner arter ejeksiyon akım hızı kullanılarak PAB
hesaplanabilir. Sistolik PAB hesaplanmasında 2 ölçüm değerine ihtiyaç vardır:
1-Ortalama sağ atriyum basıncı
2-Sağ ventrikül ile sağ atriyum arasındaki pik sistolik gradyent
Sağ atriyum ile sağ ventrikül gradyenti devamlı Doppler EKO ile triküspit kapağındaki
regürjitan jetden hesaplanabilir. Triküspit regürjitasyonu normal kişilerde %17-100
oranında tesbit edilmekte olup, PH’nın hemen hepsinde görülür (106, 109). Triküspit
yetmezliği (TY) tesbit edilince buradan devamlı Doppler ekokardiyografi ile Doppler
spektral görüntü elde edilir ve akım hızından (V) alet otomatik olarak modifiye
Bernoulli eşitliği (P=4V2) yardımıyla sağ ventrikül pik sistolik basıncı ile sağ atriyum
basıncı arasındaki gradyenti verir. Elde edilen bu gradyente tahmini sağ atriyum
ortalama basıncı eklenirse pulmoner arter sistolik basıncı hesaplanmış olur (107).Bu
yöntemin başarısı ;
-Triküspit regürjitasyonu varlığına
41 -Transduserle yeterli görüntü sağlanmasına
-Sağ atriyum basıncının doğru tahmin edilmesine bağlıdır (109).
Ortalama sağ atriyum basıncının tahmini
Ortalama sağ atriyum basıncının tahmininde birkaç yöntem vardır. Santral venöz
kateterle sağ atriyum basıncı direkt olarak ölçülebilir ama bu invaziv bir yöntemdir.
Diğer bir yöntem sabit bir değerin sağ atriyum basıncı yerine eklenmesidir ki,
çalışmalarda bu sabit değer 5-14 mmHg arası alınmıştır (108).
Burghuber ve ark. bu sabit değerin yine doppler ekokardiyografi yoluyla triküspit
regürjitasyonu (TR) ve sağ atriyum çapının bulunmasıyla korele olarak bir sınıflama
yapmışlardır (108). Bu sınıflamaya göre:
a) Sağ atriyum çapı normal, TR hafif ise tahmini sağ atriyum basıncı: 5mmHg
b) Sağ atriyum çapı artmış, TR orta derecede ise tahmini sağ atriyum basıncı:
10mmHg
c) Sağ atriyum çapı oldukça artmış ve/veya ciddi TR varsa: 15mmHg.
Transküspit gradyent kullanılarak yapılan bu metodla, PH olan ve olmayan KOAH
hastalarıda noninvaziv olarak sistolik PAB ölçülebilmektedir
42 ÇALIŞMA
Amaç:Kronik obstrüktif akciğer hastalığı bronş duvarını tutan fibrozis ve ostrüksiyon
ile karakterize
bir hastalıktır. Akciger hastalıkları kalbin anatomik ve fizyolojik
özelliklerini en hızlı ve ciddi etkileyen hastalıklardır. Akciger hastalarında, pulmoner
hipertansiyona sekonder olarak sağ ventrikül ve atriyum boyutlarında artış ve
hipertrofi klinikte en sık
rastlanan patolojilerdir.
KOAH’lı hastalarda bu morfojik
bozuklulara ikincil olarak atriyal erken vuru, multifokal atriyal taşikardi, atriyal flatter
ve fibrilasyona sık rastlanmaktadır. Bu aritmilerin oluşmasında artiyal otomatisite
artışına ek olarak elektiksel iletinin, fibrozise sekonder olarak yavaşlaması önemli bir
faktördür. Atriyal ileti bozuklukları en iyi olarak
elektrofizyolojik yöntemlerle
incelemekle birlikte, bu yöntemin invaziv olması kullanılabiliriliğini azaltmaktadır. Kalp
fizyolojisinde elektromekanik gecikme (EMG), elektiksel aktivitenin başlamasından
kasılmanın başlamasına kadar geçen süre olarak tanımlanmaktadır. Doku Doppler
görüntüleme atriyal ve vetriküler miyokardiyumun EMG’sini değerlendirmede
kullanılabilen noninvaziv ve basit bir yöntemdir. Mitral darlığı, paroksismal atriyal
fibrilasyon, koroner yavaş akım, diabetes mellitüs ve ankilozan spondilitli hastalarda
DDG ile AEMG uzadığı gösterilmiştir. Biz bu çalışmamızda atrial iletinin özelliklerini
değerlendirmede non invaziv bir yöntem olan doku Doppler görüntüleme tekniğini
kullanarak KOAH’lı hastalarda AEMG’nin uzayıp uzamadığını araştırdık.
Çalışma grupları: Çalışmaya, halen gögüs hastalıkları kliniğinde takip ve tedavi
edilen 41 (15 i kadın 26 sı erkek ,ortalama yaş 62+12 yıl) KOAH’lı hasta çalışmaya
dahil edildi ,kontrol grubu olarak yaş ve cinsiyet olarak KOAH grubu ile uyumlu 41
sağlıklı birey dahil edildi. KOAH tanısı almış olma süreleri
4 ila 12 yıl arasında
değişmekteydi Çalışmaya daha önceden bilinen sağ veya sol ventrikül yetmezliği
olan hastalar, atriyal fibrilasyonu olanlar, sağ ve sol dal bloğu olanlar, orta-ciddi
kapak patolojisi olan hastalar, bilinen koroner arter hastalığı olan hastalar ,
hipertansiyon nedeniyle b- bloker ve kalsiyum kanal blokeri (dihidropiridin grubu)
kullanan hastalar , diabetes mellitus, kronik böbrek yetmezliği, anemi, bilinen tiroid
fonksiyon bozukluğu ve romatizmal hastalığı olanlar
çalışmaya dahil edilmedi.
Ekokardiyografik inceleme öncesi tüm hastalara solunum fonksiyon testi yapıldı ve
43 ciddi ostürktif hastalığı olanlar, ekokardiyografik değerlendirmenin zor olabileceği ön
görülerek, çalışmaya alınmadı.
Sipirometrik inceleme:Solunum fonksiyon testi ölçümü için, ZAN 300 spirometri
cihazı ile, burun kapalı ve 90 derece dik oturur durumda iken, en az üç zorlu
ekspirasyon manevrası yaptırılarak en iyi değerlere sahip manevra kaydedildi. KOAH
tanısı için GOLD 2006 kriterleri kullanıldı.
Ekokardiyografik inceleme:Hastalara sol lateral dekubitus pozisyonu verilerek,
apikal 4 bosluk, 2 bosluk ve uzun eksenden, ekspiratuar apne sağlandıktan sonra
Vivid 7 (GE Vingmed Ultrasound, Horten, Norway) kullanılarak her kalp hızı icin 3’er
kardiyak siklus içeren TTE kayıtları yapıldı. Kayıtlar 2 hekim tarafından analiz edildi.
Ekokardiografik çalışma sırasında EKG devamlı olarak kayıt edildi. İki boyutlu ve M
mode TTE görüntüleme kayıtlar American Society of Echocardiografi klavuzuna göre
yapıldı. M mode ölçümler sol ventrikül diyastol sonu (SVEDÇ), sistol sonu çapları
(SVESÇ), interventriküler septum (IVS) ve posteriör duvar (PD), sol atrial çapın
ölçülmesi parasternal uzun eksenden elde edildi. Mitral erken diastolik (E) ve geç
diastolik (A ) maksimal akım hızıları apikal 4 boşluk görüntüden pulse wave Doppler
kullanılarak ölçüldü. Sol atrial maksimal hacimin (SA vol) hesaplanması ventrikül
sistolü sonunda biplane area length yöntemiyle apikal dört ve iki boşluk görüntü
kulanılarak hesaplandı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (EF) teicholz metodu
kullanılarak hesaplandı. Pulmoner arter sistolik basıncı, tricuspid yetersizliği jetinden
bernoulli eşitliği (p=4v2) kullanılarak hesaplandı. Bu değerlere vena cava inferiyor
genişliğine göre 5 -10 mmHg
eklenerek tahmini pulmoner arter sistolik basncı
hesaplandı. Renkli DDG görüntüleri mümkün olan en yüksek frame sayısında,
düzeltme açısı 30 derecenin altında tutularak, 2,5 mm sample volüm kullanılarak
apikal 4 boşluk penceresinden kaydedildi .
Atrial elektromekanik gecikme:Renkli DDG kayıtları kullanılarak AEMG hesaplandı.
Elektrokardiyografik P dalgasının başlangıcından DDG kayıtlarında Am dalgasının
başlamasına kadar geçen süre AEMG olarak tanımlandı. Apikal
penceresinden
mitral lateral, mitral septal, tricüspid lateral anuluslardan
ölçüldü ve sırasıyla LAEMG, IVSAEMG ve SAEMG olarak isimlendirildi.
44 dört boşluk
AEMG
Figür 1. Triküspit atriyal elektromekanik gecikme kontrol grubunda bir kişide
( panel A) 32 ms , KOAH’lı bir hastada (panel B) 42 msn olarak ölçülmüştür
45 İstatistiksel değerlendirme:
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler icin
SPSS(Statistical Package for Social Sciences) for Windows 15.0 programı kullanıldı.
Çalısma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotların (Ortalama,
Standart sapma) yanı sıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım
gösteren parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında Paired Sample t testi, normal
dağılım göstermeyen parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında ise Wilcoxon işaret
testi
kullanıldı.
Normal
dağılım
göstermeyen
parametrelerin
gruplar
arası
karşılaştırmalarında Mann Whitney U test kullanıldı. Parametreler arası ilişkilerde
normal dağılım gösteren parametreler Pearson korelasyon analizi ile normal dağılım
göstermeyenler ise Spearman’s korelasyon analizi ile değerlendirildi. Sonuclar %
95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
SONUÇ
Tablo 1 de KOAH ve kontrol grubunun demografik özellikleri gösterilmiştir. Yaş,
cinsiyet, hipertansiyon, sigara içiciliği, aldıkları ilaçlar, vücut kitle indeksi, vücut yüzey
alanı her iki grupta benzerdi.
Tablo 1. Çalışma gruplarının temel özellikleri Yas Cinsiyet (Erkek%) BMİ(kg\m2) BSAm2 Sigara Kreatinin Hipertansiyon İlaç ‐ARB ‐ACEİ ‐CA Bloker (Nondihidropridin) Beta agonist Steroid Teofilin KOAH (41) 62±12 26 (%63.4) 28.7±4.4 1.8.±0.17 10 1,1+0,16 18(%43) 5(%12) 7(%17) 10(%24) KONTROL (41) 63±15 27 (%65.8) 28.2±4.5 1.8±0.25 10 1,2+0,21 19(%46) 5(%12) 8(%19) 9(%21) 36 (%87,8) 27 (%65,9) 6 (%14,6) ‐ ‐ ‐ 46 AD AD AD AD AD AD AD AD AD AD Konvansiyonel Ekokardiyografik ve spirometrik inceleme
Tablo 2’de KOAH’lı ve kontrol grubunun TTE değerleri bildirilmiştir. İki grup
arasında SVEDÇ, SVESÇ, IVS, PD, mitral A ve E akım hızları arasında fark
saptanmadı. Sağ atriyum alanı( KOAH: 11,9±3,4 Kontrol: 8,2±2,2 p<0,0001) ve
PASB (KOAH: 38,4±12,2 Kontrol: 19±3,2 p<0,0001)
KOAH grubunda, kontrol
grubuna göre belirgin olarak yüksekti. SA hacim KOAH grubunda kontrol grubuna
göre daha azdı (KOAH: 39,5±8,6 Kontrol: 47,3±11,6 p = 0,001)
KOAH grubunun solunum fonksiyon test parametreleri olan FVC, FEV1,PEF,
FEV1% değerleri beklendiği gibi kontrol grubundan belirgin şekilde düşük olarak
saptandı.(Tablo2)
Tablo2. KOAH ve kontrol grubunun ekokardiyografik ve spirometrik özellikleri.
KOAH KONTROL (41) (41) SVESÇ (cm) 5.0±0.2 4.9±0.3 AD SVEDÇ (cm) 3.1±0.2 2.9±03 AD EF (%) 65±4.9 67±5.5 AD IVS (cm) 1.0±0.20 1.0±0.19 AD PD (cm) 0.9±0.17 0.9±0.15 AD A (m/sn) 0.69±0.9 0.74±0.15 AD E (m/s) 0.74±0.11 0.63±0.13 AD A/E 1.0±0.2 1.2±0.3 AD SolA (cm) 3.4±0.33 3.4±0.44 AD Sol A hacim (cm3) 39.5±8.6 47.3±11.6 0.001 Sag A alan (cm2) 11.9±3.4 8.2±2.2 <0.0001 PASB (mmHg) 38.4±12.2 19±3.2 <0.0001 TAEMG (sn) 41.3±9.8 36.3±4.5 0.005 LAEMG (sn) 52.8±8.6 51.9±5.1 AD IVSAEMG (sn) 43.3±6.7 42.8±5.2 AD FVC (lt) 3.02±0.8 3.7±0.8 <0.0001 FEV1 (lt) 2.2±0.7 3.3±0.6 <0.0001 PEF(lt/s) 5.1±1.7 6.8±0.5 <0.0001 FEV1 (%) 73±7.1 96.5±13 <0.0001 47 p Atriyal Elektromekanik gecikme
Doku Doppler ile ölçülen atrial ileti zamanları da Tablo 2 de belirtilmiştir. SAEMG
KOAH grubunda kontrol grubuna göre belirgin olarak daha fazlaydı (figür 2). ( KOAH:
41,3+9,8 Kontol: 36+4,5 P=0,005). Lateral atrial elektromekanik gecikme ve septal
atrial
elektromekanik
gecikme
arasında
istatistiksel
olarak
anlamlı
fark
saptanmamıştır (tablo 2) . KOAH lı hasta grubunda SAEMG ile sağ atrial alan( r=
0.63, p< 0,0001 figür 3. ) ve, PASB (r= 0,43 p= 0,005 figür 4) arasında pozitif
korelasyon saptandı. SAEMG ile FEV1 ( r= - 0,44 p = 0,04 figür 5) arasında anlamlı
negatif ilişki saptanmıştır. SAEMG ile yaş, kan basıncı, kalp hızı, sol ventrikül EF,
SVEDÇ, SVESÇ, SA vol gibi değişkenler arasında anlamlı ilişki saptanmadı.
Figür 2. Kronik obstriktif akciger hastalarında (KOAH )
gecikme kontrol grubuna göre daha uzundur. 48 sağ atrial elektromekanik
Figür 3. Kronik obstriktif akciğer hastalarında sağ atriyal elektomekanik gecikme
(SAEMG) ile sağ atriyal alan arasında orta derecede pozitif korelasyon İzlenmektedir. Figür 4. Kronik obstriktif akciğer hastalarında sağ atriyal elektomekanik gecikme
(SAEMG) ile PAB arasında anlamlı korelasyon saptanmıştır
49 Figür 5. Kronik obstriktif akciğer hastalarında atriyal elektomekanik gecikme
(SAEMG) ile FEV1 (%) arasındaki orta derecede negatif korelasyon saptanmıştır
Tartışma
Çalışmamızda KOAH’lı hastalarda kontrol grubuna göre LAEMG ve IVSAEMG
benzerken,
SAEMG uzun olarak saptanmıştır. SAEMG deki bu uzama PASB, sağ
atrial alan ile pozitif yönde, FEV 1 ile negatif yönde koreledir. Ayrıca KOAH’ lı grupta
PAB deki artışa ikincil sağ atriyumların boyutlarında artış ve sol atriyum boyutlarında
azalma tespit edilmiştir.
DDG ile atrial veya ventriküler miyokardiyumun bölgesel hareketlerinin simültane
olarak kaydedilen elektrokardiyografik P dalgası ile zamansal ilişkisi incelenerek atrial
elektromekanik gecikme
(AEMG) incelenebilmektedir. Bu yöntemle mitral darlığı,
Paroksismal atriyal fibrilasyon (PAF). konjestif kalp yetersizliği (KKY) gibi kardiyak
bozuklıklarda AEMG değerlendirilmiştir. PAF’lı hastalarda yapılan çalışmada hasta
grubunda SAEMG kontrol grubuna göre daha uzun olarak saptanırken KKY’li
hastalarda
yapılan
çalışmada
SAEMG
50 kontrol
grubundan
farksız
olarak
saptanmıştır(117). PAF’lı hastalarda yapılan çalışmada hasta grubunda sağ atriyum
boyutları artmışken(111), KKY’li hastalarda sağ atriyum boyutları kontrol grubu ile
benzer olarak bildirilmiştir. Bu durum SAEMG belirleyen önemli bir faktörün sağ
atriyumun boyutları olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde bizim çalışmamızda da
sağ atriyum boyutları KOAH grubunda daha fazladır ve sağ atriyum alanı ile SAEMG
arasında
orta
düzeyde
pozitif
korelasyon
saptanmıştır.
Ayrıca
AEMG’nin
değerlendirildiği KKY ve mitral darlığı(110) hastalarında, sol atriyum boyutlarındaki
artış ile LAEMG arasında anlamlı pozitif ilişki saptanmıştır. KOAH’lı hastlarda ise sağ
kalp boşluklarındaki basınç artışına sekonder olarak sol atriyal boyutlarında azalma
olduğu gösterilmiştir(104). Bizim çalışmamızda da KOAH’lılarda sol atriyal boyutların
kontrol grubuna göre daha küçük olduğu saptanmıştır.
Çalışmamızda LAEMG
KOAH grubunda kontrol grubu ile benzer bulunmuştur. Bilindiği gibi atriyal veya
ventrikülerin etkin bir kasılma yapması için ilgili miyokardiyumun tamamıyla
depolarize olması gereklidir. Depolarizasyonun hızını belirleyen faktörlerin başında
depolarize olacak dokunun büyüklüğü gelmektedir. Yapılan çalışmalar ve bizim
çalışmamız, atriyal boyutların AEMG düzeyini belirleyen önemli bir faktör olduğunu
desteklemektedir.
KOAH’lı hastalardaki PAB artışı,
pulmoner arterlerdeki intimal ve medial
hücresel hipertrofi ve hiperplazinin sonucudur. Ayrıca PAB’daki bu artıştan
akciğerlerde prostasiklin sentetaz seviyesindeki ve nitrikoksit salınımındaki düşüklük,
endotelin-1’in
yüksek
bozukluklarda
rol
seviyelerde
bulunması,
oynamaktadır.(79).
Pulmoner
serotonin
metabolizmasındaki
hipertansiyon
sağ
ventrikül
hipertrofisinin başlangıcını oluşturur.(59,60) Sağ ventriküler hipertrofi ve sağ ventrikül
genişlemesi,
trikuspid
anulus
genişlemesine,
fonksiyonel
triküspid
kapak
yetersizliğine ve sağ atriyal dilatasyona sebeb olmaktadır. Bütün bunların sonucunda
meydana gelen sağ atriyal yeniden şekillenme kalbin elektriksel ileti yollarında
depolarizasyonun yavaşlamasına yol açarak SAEMG deki artışı açıklayabilir. Ayrıca
PAB’daki yükselmeye sekonder olarak atriyal duvarladaki gerginlik artışıda atriyal
depolarizasyonu geciktirerek AEMG uzatmış olabilir.
KOAH’lı hastalara atriyal ekstasistol, multifokal atriyal taşikardi, atriyal
fibrilasyon ve flatter normal populasyondan daha sık olarak rastlanmaktadır. Bu
51 aritmilerden özellikle atriyal fibrilasyon önemli morbititite ve mortalite sebebidir(7275). Olası atriyal fibrilasyonun önceden öngörülmesi ve tetikleyici faktörlerin ortadan
kaldırılması tedavide önemlidir. PAF’lı hastalarda DDG ile saptanan AEMG’nin AF
ataklarını öngördüğü bildirilmiştir. Ayrıca sinüs ritmindeki 249 kişinin bazal AEMG
düzeyleri ölçüldükten sonra yaklaşık 2 yıllık takip edilmiştir. Bunlardan 15’inde (%6)
AF gelişmiştir. AF gelişen bu hastalarda AEMG süresinin AF gelişmeyenlerden daha
uzun olduğu gösterilmiştir.
Ayrıca AF gelişen bu hastalarda KOAH sıklığı daha
fazladır.
Çalışma kısıtlılıkları
Çalışmamızın kesitsel olması nedeniyle, KOAH grubunda artmış olan SAEMD’ nin
aritmiyi öngörüp öngörmediği değerlendirilememiştir. Bu nedenle bu hasta grubunda
uzun dönem takip ve geniş prospektif çalışmalar gereklidir.
Sonuç
Sağ atriyal elektromekanik gecikme KOAH grubunda belirgin olarak artmıştır.Bu
uzama sağ atriyal alan, PAB ve FEV1 ile ilişkilidir
52 REFERANSLAR
1. James TN. Anatomy of the human sinus node: Anat Rec 1961;121: 109-139
2. Blair DM, Davies F. Observationts on the conducting system of the heart. J Anat 1935;
69:303-325
3. LEV, M. 1960. The Conduction System. In Pathology of the Heart. : 132-165. S. E.
Could, Ed. Charles C Thomas. Springfield, Ill.)
4. Isaaz K, Thompson A, Ethevenot G, Cloez JL, Brembilla B, Pernot C. Doppler
echocardiographic measurement of low velocity motion of the left ventricular posterior wall.
Am J Cardiol 1989; 64: 66-75.
5. Sutherland GR, Stewart MJ, Groundstroem KW, et al. Color Doppler myocardial imaging:
a new technique for the assessment of myocardial function. J Am Soc Echocardiogr 1994; 7:
441-58.
6. McDicken WN, Sutherland GR, Moran CM, Gordon LN. Color Doppler velocity imaging
of the myocardium. Ultrasound Med Biol 1992; 18: 651-4.
9. Waggoner AD, Bierig SM. Tissue Doppler imaging: a useful echocardiographic metod for
the cardiac sonographer to assess systolic and diastolic ventricular function. J Am Soc
Echocardiogr 2001; 14: 1143-52.
8. Galiuto L, Ignone G, DeMaria AN. Contraction and relaxation velocities of the normal left
ventricle using pulsed-wave tissue Doppler echocardiography. Am J Cardiol 1998; 81: 609-14
9. Trambaiolo P, Tonti G, Salustri A, Fedele F, Sutherland G. New insights into regional
systolic and diastolic left ventricular function with tissue Doppler echocardiography: from
qualitative analysis to a quantitative approach. J Am Soc Echocardiogr 2001; 14: 85-96.
10. Fedele F, Trambaiolo P, Magni G, De Castro S, Cacciotti L. New modalities of regional
and global left ventricular funtional analysis: state of the art. Am J Cardiol 1998; 81 (Suppl):
49G-57G.
11. Sohn DW, Chai IH, Lee DJ, et al.Assesment of mitral annulus velocity by Doppler tissue
imaging in the evaluatin of left ventricular diastolic function. J Am Coll Cardiol 1997; 30:
474-80.
12. Nagueh SF, Middleton KJ, Kopelen HA, Zoghbi WA, Quinones MA. Doppler tissue
imaging: a noninvasive technique for evaluation of left ventricular relaxation and estimation
of filling pressures. J Am Coll Cardiol 1997; 30: 1527-33.
13. Alam M, Wardell J, Andersson E, Samad BA, Nordlander R. Characteristics of mitral and
tricuspid annular velocities determined by pulsed wave Doppler tissue imaging in healthy
subjects. J Am Soc Echocardiogr 1999; 12: 618-28. 14. Yalcin F, Kaftan A, Muderrisoglu H,
et al. Is Doppler tissue velocity during early left ventricular filling preload independent? Heart
2002; 87: 336-9. 15. Palka P, Lange A, Fleming AD, et al. Age-related transmural peak mean
velocities and peak velocity gradients by Doppler myocardial imaging in normal subjects. Eur
Heart J 1996; 17: 940-50.
53 16. Choong CY, Abascal VM, Thomas JD, Guerrero JL,McGlew S, Weyman AE. Combined
influence of ventricular loading and relaxation on the transmitral flow velocity profile in dogs
measured by Doppler echocardiography. Circulation 1998; 78: 672-83.
17. Thomas JD, Weyman AE. Echocardiographic Doppler evaluation of left ventricular
diastolic function. Physics and physiology. Circulation 1991; 84: 977-99.
18. Farias C, Rodriguez L, Garcia M, Sun JP, Klein AL, Thomas JD. Assesment of diastolic
function by tissue Doppler echocardiography: Comparison with Standard transmitral and
pulmonary venous flow. J Am Soc Echocardiogr 1999; 12: 609-17.
19. Garcia-Fernandez MA, Azevedo J, Moreno M, et al. Regional diastolic function in
ischaemic heart disease using pulsed wave Doppler tissue imaging. Eur Heart J 1999; 20:
496-505.
20. Yamada E, Garcia M, Thomas JD, Marwick TH. Myocardial Doppler velocity imaging: a
quantitative technique for interpretation of Dobutamine echocardiography. Am J Cardiol
1998; 82: 806-9.
21. Bach DS, Armstrong WF, Donovan CL, Muller DW. Quantitative Doppler tissue imaging
for assessment of regional myocardial velocities during transient ischemia and reperfusion.
Am Heart J 1996; 132: 721-5.
22. Oki T, Tabata T, Yamada H, et al. Clinical application of pulsed Doppler tissue imaging
for assessing abnormal left ventricular relaxation. Am J Cardiol 1997; 79: 921-8.
23. Sohn DW, Song JM, Zo JH, et al. Mitral annulus velocity in the evaluation of left
ventricular diastolic function in atrial fibrillation. J Am Soc Echocardiogr 1999; 12: 927-31.
24. Fukuda K, Oki T, Tabata T, Iuchi A, Ito S. Regional left ventricular wall motion
abnormalities in myocardial infarction and mitral annular descent velocities studied with
pulsed tissue Doppler imaging. J Am Soc Echocardiogr 1998; 11: 841-8.
25. Dağdelen S, Eren N, Karabulut H, ve ark. Sol ventrikül hipertrofisi ile diyastolik
fonksiyonları arasındaki iliflkinin yeni ekokardiyografik yaklaşımlarla değerlendirilmesi.
Türk Kardiyol Dern Arş 2001; 29: 173-80.
26. Mishiro Y, Oki T, Yamada H, et al. Use of angiotensin II stress pulsed tissue Doppler
imaging to evaluate regional left ventricular contractility in patients with hypertrophic
cardiomyopathy. J Am Soc Echocardiogr 2000; 13: 1065-73.
27. Dagdeviren B, Bolca O, Eren M, et al. An unusual pulsed- wave tissue Doppler pattern in
mitral valve prolapse: spikes on systolic velocities. Echocardiography
2002; 19: 367-72.
28. Abe M, Oki T, Tabata T, Iuchi A, Ito S. Difference in the diastolic left ventricular wall
motion velocities between aortic and mitral regurgitation by pulsed tissue Doppler imaging. J
Am Soc Echocardiogr 1999; 12: 15-21.
54 29. Özdemir K, Düzenli A, Sökmen A, ve ark. Aort darlığında sistolik ve diyastolik
miyokardiyal hızlar. XVIII.Ulusal Kardiyoloji Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Kardiyol Dern
Arfl 2002; 30: SB 66.
30. Gulati VK, Katz WE, Follansbee WP, Gorcsan J 3rd. Mitral annular descent velocity by
tissue Doppler echocardiography as an index of global left ventricular function. Am J Cardiol
1996; 77: 979-84.
31. Bolognesi R, Tsialtas D, Barilli AL, et al. Detection of early abnormalities of left
ventricular function by hemodynamic, echo-tissue Doppler imaging, and mitral Doppler flow
techniques in patients with coronary artery disease and normal ejection fraction. J Am Soc
Echocardiogr 2001; 14: 764-72.
32. Rajagopalan N, Garcia MJ, Rodriguez L, et al. Comparison of new Doppler
echocardiographic methods to differentiate constrictive pericardial heart disease and
restrictive cardiomyopathy. Am J Cardiol 2001; 87: 86-94.
33. Oğuzhan A, Abac› A, Eryol NK, ve ark. Doku Doppler görüntülemesi: sol ventrikül
diyastol sonu basıncının tahmininde noninvazif bir teknik. Türk Kardiyol Dern Arş 2000; 28:
82-7.
34. Stengel SM, Allemann Y, Zimmerli M, et al. Doppler tissue imaging for assessing left
ventricular diastolic dysfunction in heart transplant rejection. Heart 2001; 86: 432 7.
35. Dağdeviren B, Eren M, Görgülü fi, ve ark. Sağ ventrikül sistolik fonksiyonunun
belirlenmesinde doku Doppler yönteminin değeri. Anadolu Kardiyol Derg 2001; 1: 85-9.
36. Moustapha A, Lim M, Saikia S, Kaushik V, Kang SH, Barasch E. Interrogation of the
tricuspid annulus by Doppler tissue imaging in patients with chronic pulmonary hypertension:
implications for the assessment of right-ventricular systolic and diastolic function. Cardiology
2001; 95: 101-4.
37. Caso P, Galderisi M, Cicala S, et al. Association between myocardial right ventricular
relaxation time and pulmonary arterial pressure in chronic obstructive lung disease: Analysis
by pulsed Doppler tissue imaging. J Am Soc Echocardiogr 2001; 14: 970-7.
38. Alam M, Wardell J, Andersson E, Samad BA, Nordlander R. Right ventricular function in
patients with first inferior myocardial infarction: assessment by tricuspid annular motion and
tricuspid annular velocity. Am Heart J 2000; 139: 710-5.
39. Urheim S, Edvardsen T, Torp H, Angelsen B, Smiseth OA. Myocardial strain by Doppler
echocardiography validation of a new method to quantify regional myocardial
40-World health report. Geneva: World Health Organization, 2007
41- Rabe F.K, Hurd S, Anzueto A. et al. Global strategy for the diagnosis, management, and
prevention of chronic obstructive pulmonary disease: Global Iniative for chronic obstructive
lung disease (GOLD) Workshop summary 2006; 7-15
42- Türk Toraks Derneği VI. Kış Okulu Kitabı. İzmir 2007: 74-85.
55 43- Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı. Torax Kitapları. Sayı:2 Ed;Umut S, Erdinç E.
Turgut Yayıncılık İstanbul 20;s:11-18.
44- Murray CJL, Lopez AD. Alternative projections of mortality and disability by cause
1990- 2020: Global burden of disease study. Lancet 1997;349:1498-1504.
45- Highlights from COPD; Clearing the air. Paris 26-29 May 1999
46- Sağlık istatistikleri 1964-1994. SB APK Dairesi Yayınları, Ankara;1995.
47- American Thoracic Society. Standards for the Diagnosis and Care of Patients with COPD.
Am J Respir Crit Cere Med 1995;152:77-120.
48- Laurell CB, Eriksson S. The electrophoretic alpha-1 globulin pattern of serum in alpha-1
antitrypsin deficiency. Scand J Clin Lab Invest 1963;15:132-140.
49- Mc Elvaney NG, Crystal RG. Inherited susceptibility of the lung to proteolytic injury. The
lung: scientific foundations. Philadelphia: Lippincott-Raven, 1997:2537-2553.
50- Bartu Saryal S, Acıcan T. Epidemiyoloji ve risk faktörleri. Güncel Bilgiler Işığında
KOAH, Bilimsel Tıp Kitabevi, Ankara 2003; s: 20-32.
51- Tashkin DP, Altose MD, Bleecker ER, et al. The Lung Health Study: airway
responsiveness to inhaled methacholine in smokers with mild to moderate airflow limitation.
Am Rev Respir Dis 1992; 145:301-310.
52- Hagstrom B, Nyberg P, Nilsson PM. Asthma in adult life is there an association with birth
weight? Scand J Prim Health Care 1998;16:117-20.
53- Stein CE, Kumaran K, Fall CH, Shaheen SO, Osmond C, Barker DJ. Relation of fetal
growth to adult lung function in South India.Thorax 1997;52:895-9.
54- Busset AS. Risk factors for COPD. Eur respir Rev 1996;6:253-8.
55- Massaro GDC, Massaro D. Retinoik asit treatment abrogates elastase-induced pulmonary
emphysema in rates. Nature Medicine 1997; 3: 675-677.
56- Rodriguez Roisin R, MacNee W. Pathophysiology of chronic obstructive pulmonary
disease. Postma DS, Siafakas NM (eds). Management of chronic obsructive pulmonary
disease. Eur Respir Monograph 1998;3:107-126
57- Postma DS, O’Byrne PM. The many faces of airway inflamation: Asthma and chronic
obstructive pulmonary diseases. Am J Respir Crit Care Med 1999;159:s 41-s
58- Senior RM, Shapiro SD. Chronic obstructive pulmonary disease: Epidemiology
pathophysiology and pathogenesis. Fishman AP (ed), Pulmonary diseases and disorders. New
York, McGraw-Hill, Third ed, 1998; 659-682
59- Biernaki W, Flenley DC, Muir Al, et al: Pulmonary hypertension and right ventricular
function in patients with COPD. Chest 1988; 94: 1169-1174.
56 60- Salvaterra CG, Rubin LJ: İnvestigation and management of pulmonary hypertension in
COPD. Am Rev Respir Dis 1993; 148: 1414-1417.
61- Klinger JR, Hill NS: Right ventricular dysfunction in COPD. Chest 1991; 99: 715-723.
62- Karabıyıkoğlu G: Pulmoner hipertansiyonda patogenez. Solunum 1998; 21: 31-43.
63- Karabıyıkoğlu G: KOAH’da pulmoner hemodinami. Tüberküloz Toraks 1993; 41: 17-32
64- MacNee W. Pathophysiolog of COPD. Am J Crit Care Med 1994; 150: 833-852.
65- Michael JR, Summer WR: Pulmonary hypertension. Lung 1995; 163: 65-82.
66- MacNee W. State of the art: pathophysilogy of cor pulmonale in chronic obstructive
pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med 1994, 150: Part I 883-852, Part II 1158-1168
67- Fishman AP. Pulmonary Hypertension and cor pulmonale. Fishman AP (ed) Pulmonary
diseases and disorders. New York McGraw-Hill, Third ed,1998:1297-1330
68- Marangoni S, Scalvini S, Scehena M, et al: Right ventricular dysfunction in COLD. Eur
Respir J 1992; 5: 438-443
69- Siafakas NM, Vermeir P, Pride NB, et al: Optional assesment and management of COPD.
Eur Respir J 1995; 8: 1398-1420.
70- Piperno D, Pacheco Y, Hosni R, et al: Increased plasma levels of Atrial natriuretic factor,
Renin activity and Leukotriene C4 in COPD. Chest 1993; 104: 454-459
71.Buch, P, Friberg, J, Scharling, H, et al. Reduced lung function and risk of atrial fibrillation
in The Copenhagen City Heart Study. Eur Respir J 2003; 21:1012.
72.Shih, HT, Webb, CR, Conway, WA, et al. Frequency and significance of cardiac
arrhythmias in chronic obstructive lung disease. Chest 1988; 94:44.
73.Fuso, L, Incalz, RA, Pistelli, R, et al. Predicting mortality of patients hospitalized for
acutely exacerbated chronic obstructive pulmonary disease. Am J Med 1995; 98:272.
74.Hudson, LD, Kurt, TL, Petty, TL, Genton, E. Arrhythmias associated with acute
respiratory failure in patients with chronic airway obstruction. Chest 1973; 63:
75.Anand, IS, Phil, D, Chandrashekhar, Y, et al. Pathogenesis of congestive state in chronic
obstructive pulmonary disease. Circulation 1992; 86:12.
76.Sessler, CN, Cohen, MO. Cardiac arrhythmias during theophylline toxicity. Aprospective
continuous electrocardiographic study. Chest 1990; 98:672.
77.Bittar, G, Friedman, HS. The arrhythmogenicity of theophylline. A multivariate analysis of
clinical determinants. Chest 1991; 99:1415.
78.Kallergis, EM, Manios, EG, Kanoupakis, Em, et al. Acute electrophysiologic effects of
inhaled salbutamol in humans. Chest 2005; 127:2057.
57 79.Salpeter, SR, Ormiston, TM, Salpeter, EE. Cardiovascular effects of beta-agonists in
patients with asthma and COPD: a meta-analysis. Chest 2004; 125:2309.
80.Hanrahan, JP, Grogan, DR, Baumgartner, RA, et al. Arrhythmias in patients with chronic
obstructive pulmonary disease (COPD): occurrence frequency and the effect of treatment with
the inhaled long-acting beta2-agonists arformoterol and salmeterol. Medicine (Baltimore)
2008; 87:319.
81. Tukek, T, Yildiz, P, Atilgan, D, et al. Effect of diurnal variability of heart rate on
development of arrhythmia in patients with chronic obstructive pulmonary
disease. Int J Cardiol 2003; 88:199.
82.Yildiz, P, Tukek, T, Akkaya, V, et al. Ventricular arrhythmias in patients with
COPD are associated with QT dispersion. Chest 2002; 122:2055.
83. Stewart, AG, Waterhouse, JC, Howard, P. The QTc interval, autonomic neuropathy and
mortality in hypoxaemic COPD. Respir Med 1995; 89:79.
84.Tukek, T, Yildiz, P, Akkaya, V, et al. Factors associated with the development of atrial
fibrillation in COPD patients: the role of P-wave dispersion. Ann
85. Burrows B, Kettel LJ, Niden AH, Rabinowitz M, Diener CF. Patterns of cardiovascular
dysfunction in chronic obstructive lung disease. N Engl J Med 1972;286:912–918.
86. Hunninghake D. Cardiovascular disease in chronic obstructive pulmonary disease. Proc
Am Thorac Soc 2005;2:44–49.
87. Weitzenblum E, Hirth C, Ducolone A, Mirhom R, Rasaholinjanahary J, Ehrhart M.
Prognostic value of pulmonary artery pressure in chronic obstructive pulmonary disease.
Thorax 1981;36:752–758.
88. Traver GA, Cline MG, Burrows B. Predictors of mortality in chronic obstructive
pulmonary disease: a 15-year follow-up study. Am Rev Respir Dis 1979;119:895–902.
89. Oswald-Mammosser M, Weitzenblum E, Quoix E, Chaouat A, Charpentier C, Kessler R.
Prognostic factors in COPD patients receiving long-term oxygen therapy: importance of
pulmonary artery pressure. Chest 1995;107:1193–1198.
90. Burgess MI, Mogulkoc N, Bright-Thomas RJ, Bishop P, Egan JJ, Ray SG. Comparison of
echocardiographic markers of right ventricular function in determining prognosis in chronic
pulmonary disease. J Am Soc Echocardiogr 2002;15:633–639.
91. Incalzi RA, Fuso L,DeRosa M, Di Napoli A, Basso S, Pagliari G, Pistelli
R.Electrocardiographic signsof chronic corpulmonale:anegative prognostic finding in chronic
obstructive pulmonary disease. Circulation 1999;99:1600–1605.
92. Leuchte HH, Baumgartner RA, Nounou ME, Vogeser M, Neurohr C,Trautnitz M, Behr J.
Brain natriuretic peptide is a prognostic parameter in chronic lung disease. Am J Respir Crit
Care Med 2006;173:744–750.
58 93. CooperR, Ghali J, Simmons BE, Castaner A. Elevated pulmonary artery pressure: an
independent predictor of mortality. Chest 1991;99:112–120.
94. Lung Health Study Research Group. Effect of inhaled triamcinolone on the decline in
pulmonary function in chronic obstructive pulmonary disease. N Engl J Med 2000;343:1902–
1909.
95. Sidney S, Sorel M, Quesenberry CP, DeLuise C, Lanes S, Eisner MD. COPD and incident
cardiovascular disease hospitalizations and mortality: Kaiser Permanente Medical Care
Program. Chest 2005;128: 2068–2075.
96. Scharf S, Iqbal M, Kellar C, Criner G, Lee S, Fessler H. Hemodynamic characterization of
patients with severe emphysema. Am J Respir Crit Care Med 2002;166:314–322.
97. Chaouat A, Bugnet A, Kadaoui N, Schott R, Enache I, Ducolone A, Ehrhart M, Kessler R,
Weitzenblum E. Severe pulmonary hypertension and chronic obstructive pulmonary disease.
Am J Respir Crit Care Med 2005;172:189–194.
98. Weitzenblum E, Sautegeau A, Ehrhart M, Mammosser M, Hirth C, Roegel E. Long-term
course of pulmonary arterial pressure in chronic obstructive pulmonary disease. Am Rev
Respir Dis 1984;130:993–998.
99. Weitzenblum E, Sautegeau A, Ehrhart M, Mammosser M, Pelletier A. Long-term oxygen
therapy can reverse the progression of pulmonary hypertension in patients with chronic
obstructive pulmonary disease. Am Rev Respir Dis 1985;131:493–498.
100. Kessler R, Faller M, Weitzenblum E, Chaouat A, Aykut A, Ducolone´ A, Ehrhart M,
Oswald-Mammosser M. ‘‘Natural history’’ of pulmonary hypertension in a series of 131
patients with chronic obstructive pulmonary disease. Am J Respir Crit Care Med
2001;164:219–224.
101. Enson Y, Guintini C, Lewis ML, Morris TQ, Ferrer MI, Harvey RM. The influence of
hydrogen ion concentration and hypoxia on the pulmonary circulation. J Clin Invest
1964;43:1146–1162.
102. Durand J, Leroy-Ladurie M, Ransom-Bitker B. Effects of hypoxia and hypercapnia on
the repartition of pulmonary blood flow in supine subjects. Respir Res 1970;5:156–165.
103. Wright JL, Petty T, Thurlbeck WM. Analysis of the structure of the muscular pulmonary
arteries in patients with pulmonary hypertension and COPD: National Institutes of Health
Nocturnal Oxygen Therapy Trial. Lung 1992;170:109–124.
104. Hale KA, Niewoehner DE, Cosio MG. Morphologic changes in the muscular pulmonary
arteries: relationship to cigarette smoking, airway disease, and emphysema. Am Rev Respir
Dis 1980;122:273–278.
105. Burghuber OC, Brunner CH, Schenk P et al.: Pulsed doppler echocardiograpy to ases
pulmonary artery hypertension in chronic obstructive pulmonary disease. Chest 1993; 48:
121125
106. Umman Berrin. M-Mod Ekokardiyografi. Dahili tıp Bilimleri Kardiyoloji. 2005;142.
59 107. Erol Ç. Pulmoner hipertansiyonda ekokardiyografi. Tüberküloz ve Toraks.Vol:41, Özel
sayı, 1993;53-56
108. Yannick J, Micher S, Christophe T et al.: Doppler ecocardiographyc evaluation of valve
regürgitation in healty volenteers. Br Heart J, 1993; 6: 109-113
109. Burghuber OC: Doppler assesment of pulmonary hemodynamics in chronic hypoxic lung
disease. Thorax 1996;51: 9-12
110. Ozer N, Yavuz B, Can I, Atalar E, Aksöyek S, Ovünç K, Ozmen F, et al. Doppler tissue
evaluation of intra-atrial and interatrial electromechanical delay and comparison with P-wave
dispersion in patients with mitral stenosis. J Am Soc Echocardiogr 2005; 18:945-948
111. Omi W, Nagai H, Takamura M, et al: Doppler tissue analysis of atrial electromechanical
coupling in paroxysmal atrial fibrillation. J Am Soc Echocardiogr 2005;18:39–44.
112.Assessment of atrial electromechanical coupling characteristics in patients with
ankylosing spondylitis.Acar G, Sayarlioglu M, Akcay A, Sokmen A, Sokmen G, Altun B,
Nacar AB, Gunduz M, Tuncer C.Echocardiography. 2009 May;26(5):549-57.
113.Assessment of atrial electromechanical delay, diastolic functions, and left atrial
mechanical functions in patients with type 1 diabetes mellitus. Acar G, Akcay A, Sokmen A,
Ozkaya M, Guler E, Sokmen G, Kaya H, Nacar AB, Tuncer C.J Am Soc Echocardiogr. 2009
Jun;22(6):732-8. Epub 2009 May 7.
114.Intra- and interatrial asynchrony in patients with heart failure.Van Beeumen K,
Duytschaever M, Tavernier R, Van de Veire N, De Sutter J.Am J Cardiol. 2007 Jan
1;99(1):79-83. Epub 2006 Nov 9.
115. Atrial tissue Doppler imaging for prediction of new-onset atrial fibrillation. De Vos CB,
Weijs B, Crijns HJ, Cheriex EC, Palmans A, Habets J, Prins MH, Pisters R, Nieuwlaat R,
Tieleman RG. Heart. 2009 May;95(10):835-40. Epub 2008 Dec 15. 116. Akcay A, Acar G, Suner A, Sokmen A, Sokmen G, Nacar AB, Tuncer C. Effects of slow
coronary artery flow on P-wave dispersion and atrial electromechanical coupling. J
Electrocardiol. 2009;42:328-333. 117. Selcuk Pala , Kursat Tigen , Tansu Karaahmet , Cihan Dundar , Alev Kilicgedik , Ahmet
Güler, Cihan Cevik ,Cevat Kirma ,Yelda Basaran
60 
Download