Geçici Değil Tam Koruma - Adalet ve Medeniyet Derneği

advertisement
ADALET VE MEDENİYET DERGİSİ • MART-NİSAN-MAYIS 2016 YIL: 1 SAYI: 3 adaletvemedeniyet.com
Dr. M. Murtaza Yetiş:
Suriye Meselesinde Türkiye İnsanlığını,
Batı ise Sadece Sınırlarını Korudu!..
Karnını Doyurmak için Ölmek
İsteyen Kardeşime Mektup
48
Aziz Öğretmen
Nureddin Yıldız
20
Av. Muaz Yanılmaz:
Batı Yeraltı ve Yer Üstü
Kaynaklarını Sömürmek
İstediği Milletlere
Yerüstünü Dar Eder!..
Suriyeli
Kardeşlerimle
Bir Gün
40
Mehmet Erturan
Osmanlının İlk
Hukukçusu: Dursun Fakih
Abdülhamit Turan
44
kardeşlik
Geçici Değil Tam Koruma:
adaletmedeniyet
Kamu Başdenetçisi
M. Nihat Ömeroğlu:
Kökü Bu Topraklarda
Olan Kamu Denetçiliği
Medeniyetimizin İnsanlık
Mirasına Katkısıdır
16
Av. Hacı Orhan
Göç İdaresi Uygulamaları
ve Hukuk
Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz •
Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik
Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer
bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma
Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da
Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi
Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin
Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi •
Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet
Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve
Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk
Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş
Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen
Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa,
Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum
Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu
Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil
ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? •
“Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim
Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta
Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen
Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi
Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum
• Hukuk Sosyolojisi
• Ömeröğrenci
bin Abdülaziz
• Beklenen
Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini •
AdaletDoktrini
ve Medeniyet
Derneğimizin
evlerinde,
üniversite
Hatırla • Ortaöğrencilerine
Doğu Neden Ateş
Çemberi
• Ümmet
Şuuru •gerçekleştiriliyor.
Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli
yönelik
“Kum
Saati”Olma
sohbetleri
Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru •
Demokrasi Nedir?
• “Masa,
Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da GençSohbet
Başlıklarımız
lik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi
Haim Nahum Doktrini • Hukuk
Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin
• Ömer
Abdülaziz
Kodları • FaizliSosyolojisi
Sömürü Sistemi
• Dil ile bin
Gelen
Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi •
• Beklenen
Gençlik
Dünyayı
Ömer bin Abdülaziz
• Beklenen
Gençlik ••Dünyayı
Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet
Olma ŞuuruYönlendiren
• Demokrasi Nedir?
• “Masa, Kasa,
Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve
Tarikatlar
• Neyi
Dünya’da Gençlik
Hareketleri
•
Haim
Nahum
Doktrini
• Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren TariKaybettiğini Hatırla • Orta Doğu
katlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı OlNeden Ateş Çemberi • Ümmet
mayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk
Şuuru
• Demokrasi
Nedir?
Sosyolojisi • Olma
Ömer bin
Abdülaziz
• Beklenen Gençlik
• Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş
Çemberi • Ümmet
OlmaKasa,
Şuuru •Nisa”
Demokrasi
Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen
• “Masa,
• Batılı
Belalar • Türkiye
ve
Dünya’da
Gençlik
Hareketleri
• Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • DünOlmayan Zihin Kodları • Faizli
yayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa,
Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen
Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum
Belalar
• Türkiye
Dünyada
Doktrini • Hukuk
Sosyolojisi
• Ömer ve
bin Abdülaziz
• Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu
Neden Ateş Gençlik
Çemberi • Ümmet
Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil
Hareketleri
ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? •
“Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim
Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta
Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen
Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi
Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareket-
KumSaati
Sohbetlerimiz Başladı
Sizi de bekleriz…
2011 yılında Suriye’de başlayan muhalif ve barışçıl gösteriler Suriyeli gazeteci Dr. Velid Rıdvan’ın ifadesiyle
sponsorları hâlâ tartışmalı olan bir silahlı mücadeleye dönüştürüldü ve tam beş yıldır bir halk; havadan,
karadan, füzelerle, tanklarla, misket bombalarıyla ve kimyasal silahlarla yok edilmeye çalışılıyor. İç savaşın başından itibaren ölen ve yaralanan insanların istatistiki bilgilerini her gün televizyonlardan gazetelerden duya duya bir hâl olduk. En kısa sürede Suriye’de siyasi otoritenin tesis edilerek akan Müslüman
kanının son bulması en temel duamız.
2011 yılında iç savaşın başlamasıyla Suriye halkı kendi topraklarında yaşayamaz hâle gelmiş ve dış ülkelere iltica etmiştir. 2012 yılında 14 bin civarında Suriyeli kardeşimiz ülkemize iltica etmiş iken bugün
itibariyle bu sayı 2 milyon yedi yüz bin seviyesindedir resmî rakamlara göre. Kayıt dışıları da kabaca dâhil
edersek yaklaşık 3 milyon Suriyeli kardeşimiz ülkemizde ikamet etmektedir. İsrail’deki Yahudi nüfusunun
yarısı kadar insan ülkemizde misafir edilmektedir. Bir ülkenin bir ülkeye misafirliğe gitmesi gibi bir durum
aslında yaşadığımız.
Kardeşlerimiz ülkemize geldiler; barınmaydı, ısınmaydı, gıda yardımıydı, sağlıktı derken 5 yıllık bir süreci
artıları ve eksileriyle geride bıraktık. Hemen hemen herkesin dile getirdiği gibi Türkiye, Suriyeli kardeşleri
için Suriye’den gelenler için elinden geleni yaptı, onların insani bir şekilde ülkemizde hayatlarını sürdürebilmeleri için devletiyle sivil toplumuyla adeta seferber oldu. Bu sayımızda bu süreci inceledik; artılarımızı eksilerimizi elimizden geldiğince tespit ettik.
Türkiye’nin insani yardımda, sınırlarını ve gönlünü açmada tartışılmaz birinci olduğu hakkını vererek bazı
eleştirilerin de yapılması kanaatindeyiz. Eğitim konusunda, insan kıymetlerinin değerlendirilmesi konusunda çok gerilerde olduğumuzu kabullenmemiz gerekiyor. Bu gözler bir Doçentin tezgâhtarlık yaptığını
gördü, demişti bir kardeşimiz, meseleyle ilgilenenler daha vahim durumlarla defalarca karşılaşmışlardır.
Eğitim çağındaki Suriyeli kardeşlerimizi eğitmede hem nitelik olarak hem de nicelik olarak sınıfta kaldığımızı söyleyebiliriz. Burada sözümüz devlete, devlet büyüklerine değil hepimize aslında. İki toplumun birbirine kaynaşabilmesi adına ilkokul, ortaokul çağındaki öğrencilerimize dönük güzel hikâyeler, romanlar
yazan yazarlarımız hatta şiirler yazan şairlerimiz çıkmadı. Suriyeli kardeşlerimize sağlık, gıda giyim vs.
konularda gösterdiğimiz ilgiyi Arapça yayın anlamında gösterdiğimizi iddia edemeyiz. Ne kendi çocuklarımıza ne de kardeşlerimizin çocuklarına toplumsal uyum ve kaynaşmanın gerçekleşmesi adına ciddi çalışmalar yaptığımız söylenemez. Şairlerimiz Cahit Zarifoğlu’nun Çocuklara Afganistan Şiirleri yazdığı gibi
Çocuklara Suriye Şiirleri yazamadılar. Bir an önce kalem erbabının sivil toplum örgütlerimizin harekete
geçerek bu boşlukları doldurması çok önemli bir adım olacaktır.
İslam coğrafyası olarak zor günlerden geçtiğimiz şu süreçte bu süreci her iki milletin; Osmanlı toplumu olduğu, bir olduğu, beraber olduğu kardeş olduğu bir evreye çevirebilirsek İslam düşmanlarının planlarını
boşa çıkarmanın ilk adımını atmış olacağız.
Dosyamızda ülkemizdeki Suriyeli kardeşlerimiz gerçeğini ele aldık ve Geçici Değil Tam Koruma: Kardeşlik, dedik. Hıdır Apak Suriyeli kardeşlerimizin durumunu insan hakları bağlamında ele aldı ve ülkelerin
Suriyeli kardeşlerimize yönelik tutumlarını insan hakları bağlamında bir turnusol kağıdı olarak değerlendirdi. Dergimizin çalışkan ve bir o kadar da başarılı yayın kurulu üyesi Hüseyin Üşenmez, Başbakanımızın Mülteci Politikaları Başdanışmanı Dr. Murtaza Yetiş ile röportaj yaptı. Yetiş, Suriye meselesinde
Türkiye insanlığını, Batı ise sadece sınırlarını korudu, diyor. Hüseyin’in ayrıca kitap tanıtım yazısı da var,
elli dördüncü sayfayı açın ve dikkatle okuyun, derim. Çiçeği burnunda yazarımız Abdülhamit Turan Suriyeli kardeşleriyle geçirdiği bir günü yazdı. Sıra dışı ve garip bir muhabbetiyle Serdar Temiz dergimizdeki
ilk yazısını yazdı.
Feyzanur ve Büşranur Hanımefendiler güzel bir iş çıkardılar. Sosyolog Müberra Nur Emin Hanımefendi
ile Türkiye’deki Suriyeli çocuklarımızın eğitimi üzerine keyifli bir röportaj yaptılar. Müberra Hanım “Türkiye’deki sivil toplum Suriyeli kardeşlerimize destek olma anlamında, birçok ülkeden çok daha fazla destek
sunuyor.” diyor.
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı Av. Muaz Yanılmaz ile Furkan Karadayı
görüştü. Muaz Bey, “Mültecilik Batı’nın yeni sömürge çalışmalarının bir neticesidir.” diyor. Tarihçimiz
Mehmet Erturan Osmanlının ilk hukukçusu Dursun Fakih’i yazdı. Dolu dolu bir sayıyla karşınızdayız. İyi
okumalar…
>>>içindekiler
»12
»24
Suriyeli Kardeşlerimle
Bir Gün
Başbakan Başmüşaviri Dr. M. Murtaza Yetiş:
Suriye Meselesinde Türkiye İnsanlığını, Batı
ise Sadece Sınırlarını Korudu!..
»08
»20
İnsan Hakları Bağlamında
Suriyeli Mültecilerin Durumu
Av. Muaz Yanılmaz: Batı Yeraltı ve Yer
Üstü Kaynaklarını Sömürmek İstediği
Milletlere Yerüstünü Dar Eder!..
>> Öğr. Gör. Hıdır Apak
Haber Bülteni
Günüllü Bülteni
Adalet ve Medeniyet Dergisi
Yaygın Süreli Bilimsel Dergi
Üç Ayda bir yayınlanır.
Yıl: 1
Sayı: 3
Mart-Nisan-Mayıs 2016
ISSN 2149-4460
>>Abdülhamit Turan
04
06
»16
»30
Göç İdaresi
Uygulamaları ve Hukuk
Bir Garip
Muhabbet
>>Av. Hacı Orhan
>>Serdar Temiz
»32
»35
Cavit Etleç
Saadettin Karagöz
>>Muhammed Ahmet Baysal
Ankara’nın Ensarları
Harun Rençber
Türkiye’de
Ensar Olabilmek
Adem Tuncer
»52
»57
>> Mehmet Erturan
>>Ali Şükrü Yenilmez
Tarihten Sayfalar
AD
Sosyolog Müberra Nur Emin: Türkiye’deki Sivil Toplum
Suriyeli Kardeşlerimize Destek Olma Anlamında, Birçok
Ülkeden Daha Fazla Destek Sunuyor
»36
»40
>>Samet Öztürk
>>Mehmet Erturan
Aklın İnşa Ettiği Bir Hukuk
ama Hangi Aklın?
Grafik Tasarım:
Ali Bıyıklı
0539 763 89 49
Osmanlı’nın İlk Hukukçusu:
Dursun Fakih
»44
»54
İslam’da Devlet Mefhumu
E MEDENİYET
T V
DE
İSİ
»26
LE
RG
A
Arayış
Sinema
>>Hüseyin Üşenmez
»48
»50
Hackerlar ve Ülkemize Yönelik
Siber Saldırılar 58
Kökü Bu Topraklarda Olan Kamu Aziz Öğretmen Denizlerin Stratejiği: Karnını Doyurmak için Ölmek
Denetçiliği (Ombudsmanlık) >> Nureddin Yıldız Boğazlar ve Kanallar İsteyen Kardeşime Mektup 60
Medeniyetimizin İnsanlık
>> Haldun Barış
İnsan Hakları Perspektifinde
Mirasına Katkısıdır
Mültecilik Sempozyumu 62
>>M. Nihat Ömeroğlu
MEDENİYET
D
GİS
ADA
ER
LE
VE
T
VE
İ •
ER
ET
GİS
İ • ADAL
HABER
BÜLTENİ
MEDENİYET
D
Irak’ta Güzellik Yarışması
Irak Tam Demokrasiye(!) Geçti
Irak’a demokrasi ve özgürlük (!) getirmek için 2002
yılında Irak’ta kimyasal silahlar bulunduğu iddiasıyla dünyanın jandarmalığına soyunan ABD
geçtiğimiz 14 yıl içerisinde Irak’ta kimyasal silah
bulamadı. Ancak Irak’a demokrasi ve özgürlük (!)
getirebilmek için var gücüyle çalışıyor.
Bağdat’ta 43 yıl aradan sonra güzellik yarışması
adı altında günah sergisi düzenlenerek sözde insan
hakları, özgürlük ve demokrasi zırvalarıyla 14 yıl
önce işgal ettiği Irak topraklarında maddi, manevi
ve şimdi de ahlaki anlamda tahribat yapan ABD zulümlere kaldığı yerden devam ediyor.
Yarışmayı düzenleyenler bu etkinliklerde Bağdat’ı
dünyanın gündemine terör ve savaş ile değil, güzellik yarışması ile sokmak istemişler ve her şeyin
tıkırında olduğu imajını vermek istemişler. Çünkü
her şey bitmiş artık iş, bu şekilde sanatsal (!) faaliyetlerin gerçekleştirilmesine kalmıştır.
Yüz binlerce masum insanın öldürüldüğü sürgün
edildiği ve sakat bırakıldığı Irak’ta fiziki şiddet ve
maddi baskılardan sonra ahlaki yozlaşma ile sömürüye yeni boyutlar kazandırılmış oluyor. ABD
Irak halkının petrolünü, madenini ve tüm zenginliklerini sömürdüğü yetmezmiş gibi şimdi de ahlaki
sömürü modeli uygulayarak pis emperyalist emellerine ulaşmak için çalışıyor.
Haçlı kuvvetlerinin İslam topraklarında oynadıkları
senaryolar değişmiyor. Sadece senaryodaki figüranlar değişiyor. Aynı şekilde haçlı orduları Türkiye’yi
1. Dünya savaşında bitirmek istemişler ancak milletimiz Kurtuluş Savası ile haçlılara bu coğrafyada
en sert cevabı vermiştir. Silahlı güçle ülkemizi dize
getiremeyeceğini anlayan Batılılar ülkemizde ahlaki
dejenerasyon oluşturmak için çalışmalar yapmışlar
ve yaptıkları ilk güzellik yarışmasıyla kadın üzerinden toplumsal bir yara açmak istemişlerdir.
Aslında düzenlenen güzellik yarışmalarıyla Hıristiyan haçlı işgalcilerinin karşısında sadece Müslüman hanımların bedenleri değil ümmetin yerlere
düşen onuru ve vicdanı da sergilenir olmuştur.
Türkiye’de İzlediğimiz Filmi Tacikistan’da Yeniden Vizyona Sokuyorlar
adalet ve medeniyet
.............................
6
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Nüfusunun %95’i Müslüman olan Tacikistan’da,
Müslümanca yaşamak artık zulüm olmaya doğru
gidiyor. Tacikistan’da bir yılda adı konulmamış bir
sakal düşmanlığı başlatıldı. Müslüman halkın sakalından korkan Tacikistan yönetimi sadece bir bölge-
de 13 bin kişinin zorla sakalını tıraş etmiş ve devlet
Başkanı İmamali Rahmanov da halka ‘’yabancı değerlere boyun eğmeme ve yabancı kültürlere uymama’’ çağrısı yapmıştır.
Tacik yönetimi toplumun radikalleşmesini önleme
ve laik düzeni koruma gerekçesiyle Müslümanlara
baskı yapmış ve geçtiğimiz yıl geleneksel Müslüman
kıyafetleri satan 160 giyim mağazasını kapatmıştır.
Aljazeera’da yer alan habere göre, ülkenin güneybatısındaki Hatlon ilinin Polis Şefi Bahrom Sharifzoda
düzenlediği basın toplantısında bin yedi yüzden fazla kadını başörtüsü takmamaya ikna ettiklerini söyledi. Anayasa Mahkemesinin İslamcı olduğu iddiasıyla bir partiyi kapattığını da belirtirsek aynı filmi
izlemiştik dediğinizi duyar gibiyiz…
Medeniyet Denilen Maskara Mahlûku Görün:
Tükürün Maskeli Vicdanına Asrın, Tükürün!
.............................
7
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
naval kostümleri" bölümünde "çocuklar için mülteci kostümü" başlığıyla kıyafetler satışa sunuldu.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri
Antonio Guterrs, "Dünya genelinde yerinden edilenlerin sayısı 60 milyonu aştı. Küresel yerinden
edilme oranlarında bu yıl geçtiğimiz yıllara göre
düşüş olmadı ve 2016'nın 2015'ten çok daha kötü
olma olasılığı yüksek." dedi.
Dünya genelinde olumsuz sayılabilecek gelişmeler sadece yukarıda belirttiklerimizden ibaret
değil elbette. Söylemek istediğimiz, görüldüğü
üzere, bütün barbarların aynı safta olduğudur.
Bütün bu haberlere inat yeniden toplum olarak
Allah Rasulü’ne itaate yönelirsek, Batı’da kardeşlerimize insanlığa aykırı uygulamalar yapılmaya
devam etse bile, Türkmen Dağından, Halep’ten,
Bağdat’tan, Kudüs’ten yürek burkan haberler gelse bile, kaybedilen şehirleri bir gün yeni Halid’ler,
Fatih’ler, Selahaddin’ler çıkıp yeniden İslam’a
bağlayacaktır. Unutmamak gerekir ki: Müslümanlar yenilebilirler ama İslam asla yenilmez.
İnsanlığın yarınlarını karartmak için dünyaya hâkim olanlara inat, insanlığı kurtarmak için dünyaya hâkim olmak iradesinde olan bir medeniyet…
adalet ve medeniyet
Avusturya Başbakanı Werner Faymann, 'Bütün
sığınmacılar, mültecilik şartlarına sahipmiş gibi
davranamayız. Bu yüzden sınırdışı etmeye yoğunlaşmak zorundayız' çağrısı yaptı.
AB sığınmacı dağıtım planı dâhilinde iki yıl içerisinde 30 bin mülteci kabul etme sözü veren Fransa, planın devreye sokulduğu kasım ayından bu
yana yalnızca 19 mülteci kabul etti.
Almanya’da mültecilerin kaldıkları yurtlara yönelik saldırılarda rekor artış yaşandı. Federal Asayiş
Dairesi BKA’nın verilerine göre, Almanya’da Ocak
ayından bu yana mülteci yurtlarına yönelik 789
saldırı gerçekleştirildi.
Danimarka Meclisi, sığınmacıların ziynet eşyaları
ve paralarına el konulmasını öngören tartışmalı
yasa tasarını kabul etti. Tepki çeken yasa tasarısı
Nazi Almanya’sı uygulamalarına benzediği için
eleştiriliyordu. Mültecilere karşı göz yaşartıcı gaz
ve tazyikli su kullanılması, eşyalarının imha edilmesi, dikenli tellerle engel konulması da ülkelerin
insanlık dışı muamelelerinin arasında yer alıyor.
İngiltere'nin Cardiff kentinde mültecilere ücretsiz
yemek dağıtımı yapan bir firma, mültecilerin bedava yemek yiyebilmeleri için bileklik takmalarını
zorunlu kıldı. Sığınmacı, “Bileklikleri takmazsak
İçişleri Bakanlığı’na bildirileceğimiz söyleniyordu. Kaldığımız binadan yemek yediğimiz binaya
her gün 10 dakikalık bir yürüyüşle geçiyorduk,
cadde boyunca bilekliklerimiz görünecek şekilde
yürüyorduk. Yoğun trafiği olan yolda sürücüler
kornaya basıyor ve bazen arabalarının pencerelerinden uzanıp bize, ‘Ülkenize geri gidin.’ diye
bağırıyorlardı.” diye konuştu. İngiltere'nin kuzey
doğusundaki Middlesbrough kasabasında sığınmacıların yerleştirildiği evlerin kapılarının Nazi
Almanyası'ndaki uygulamaları hatırlatacak şekilde kırmızıya boyandığı ortaya çıkmıştı.
İtalya’da karnaval kutlamaları için “mülteci çocuk
kostümü” ilanı sert tepkilere yol açtı. İnternetteki
alışveriş sitesi Amazon'un İtalya şubesinde, "kar-
MEDENİYET
D
ER
VE
ER
ET
GİS
İ •
İ • ADAL
ADA
GİS
LE
VE
T
MEDENİYET
D
Kurum Gezilerimiz
Devam Ediyor
adalet ve medeniyet
.............................
8
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Adalet ve Medeniyet Derneği, öğrencileri
geleceğe hazırlamak adına kurum gezileri
düzenliyor. Adalet Bakanlığı, Türkiye Adalet
Akademisi (TAA), Yargıtay, TBMM, Anayasa
Mahkemesi, Danıştay, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu (HSYK) gibi kurumlar öğrencilere tanıtılıyor, öğrencilere kurumların yapısı, işleyişi hakkında bilgi veriliyor. Ankara,
İzmir, İstanbul, Trabzon, Erzurum, Konya,
Diyarbakır, Kırıkkale gibi farklı illerden gelen
öğrenciler kurum ziyaretleri ile devletin yapısını, işleyişini yüzeysel de olsa görme imkânı
buluyorlar.
Gerçekleştirilen ziyaretlerde Yargıtay, Danıştay, HSYK üyeleri, Bakanlık Bürokratları,
Hâkim-Savcı adayları, TAA Koordinatör Hâkimleri ve milletvekilleri ile sohbet etme fırsatı yakalayan öğrenciler; akıllarına takılan
soruları, mesleğe giden yolları, mesleğin zorluklarını da sormakta geri kalmıyor.
Adalet Bakanlığında öğrencileri karşılayan
görevliler, samimi sohbetleri ile öğrencilerin
ilgisini çekiyor. Öğrenciler, Adalet Bakanlığının hukuk alanına yönelik mesleklerini, çalışma şartlarını öğreniyor. Adalet Bakanlığının yasama-yürütme-yargı erklerindeki yeri
ve kanunlaştırmaların nasıl yapıldığı ile ilgili
bilgi sahibi oluyor.
Müslümanların Tarihi Kitabının
Yazarı Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
Misafirimiz Oldu
Dernek çalışmalarımız kapsamında yaptığımız
kitap tahlillerinde kitaplarını okuduğumuz Prof.
Dr. İhsan Süreyya Sırma Hocamız Adalet ve Medeniyet Derneğimizin daveti üzerine Dernek merkezimizde misafirimiz oldu. Hukuk öğrencileri ve
hukukçuların yoğun katılım gösterdiği programda
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hocamız yurtdışı
öğrencilik tecrübeleri üzerinden samimi ve hoş
bir sohbet gerçekleştirdi. Müslümanların şimdiki
konum ve durumlarından kurtulmalarının ilk adımının Müslümanlığı doğru yaşamaktan geçtiğini
belirten Hocamız atılacak ilk ve en önemli adım
budur, dedi.
Türkiye’de yanlış bir Batılılaşma hastalığı olduğunu ifade eden Hocamız, şekilcilikten öteye gidemeyen bir taklit süreci olduğunu ifade etti. Yüksek
Lisans çalışmaları için yurtdışına, Fransa’ya, gittiğini, birlikte yurtdışına gittiği arkadaşlarından
bazılarının, orada ilim tahsil etmekten ziyade Batılılaşmaya çalıştığını, giyimini, kuşamını hayata
bakışını değiştirmeye çalıştığını kendisinin ise
elinden geldiğince dil öğrenme, ilim tahsil etme
ve ilmi makaleler yazma anlamında ceht gösterdiğini ifade etti. Biz dil öğrenip ilmi anlamda epey
çalışmalar yapıp Türkiye’ye döneceğimiz sırada
Batılılaşmaya çalışan kardeşimiz derslerinden
geri kalmıştı ama elinde köpek gezdirerek Batılılaşmaya çalışıyordu, dedi. Gençlere ilim yolunda
çalışmalar yapmalarını ve İslam’ı doğru anlayıp
doğru yaşamalarını nasihat eden Hocamızın sohbeti oldukça verimli geçti.
Doç. Dr. Mehmet Şahin
Adalet ve Medeniyet Derneğimizin üniversite gençliğine
yönelik düzenlediği seminerler kapsamında misafirimiz
olan Doç. Dr. Mehmet Şahin Türkiye-Rus ilişkilerini anlattı. Mehmet Şahin Hocamızın seminerinden notlar:
“Türkiye’nin Esed ile arasının bozulması Suriye’de başlayan katliamlarla olmuştur. Esed’in belli toplumsal tabanı
var. Özellikle azınlık grubun desteklediği grup var ama
bu Esed için yeterli olmadı ve bölgedeki büyük destekçilerden (İran, Hizbullah ve Şii milisler) güç almaya başladı. Tahran’da Ayetullah Hamaney, Cuma namazında Rusya’nın Suriye’de başarılı olması için tüm Müslümanları
duaya davet ediyordu. İran da Suriye’deki savaşta birçok
üst düzey askerini kaybetti. Esed, Ruslardan yardım almaya başladı ve Rusya doğrudan müdahil oldu. O zaman
muhalefeti destekleyen Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan idi.
Medyada Suriye’de ne işimiz var diyenler var. İran ile Suriye 500 km, Moskova ile Bayırbucak 5000 km. Onlar ta
oralardan gelecek bölgede operasyon yapacak biz de 5
metrelik mesafeden geri mi duralım bu olaylar karşısında. Bu kabul edilebilir mi?
Türkiye - Rusya ilişkileri iki farklı ilişki olarak ilerliyor.
İkili ilişkilerde sıkıntı yok, ticaret artıyor her geçen gün
ama bölgesel konularda ve son zamanlarda Suriye merkezli ilişkilerde gerginlik olmaya başladı. Bölgesel konularda anlaşamasa bile Türkiye bu ilişkileri dört beş sene
götürdü. Peki, ikili ilişkiler son zamanlarda ne oldu da
kopma noktasına geldi? Rusya niye Suriye’de hızlı bir şekilde operasyon yapmaya başladı. Çünkü Esed’in ayakta
kalması ve güçlenmesi gerekiyordu.
Uluslararası Hukuk Zayıfların
Üzerinde İşliyor
Rusya’nın saldırgan politikası ve Batının kararsızlığı
Rusya’nın yayılmacı politikasını hızlandırdı. Aslında
Rusya’nın yaptığı ‘’yatıştırma’’ politikasıdır. Kimse Ukrayna’ya saldıran Rusya’yı, Kırım’ı ilhak eden Rusya’yı
konuşmuyor. Herkes Suriye’yi konuşuyor. Rusya İŞİD ile
savaşmak için sınıra geliyor ama İŞİD ile savaşan yok.
Rusya’nın Bayırbucak Türkmenlerine attığı bombalarda
gayet kim için çalıştığı görülüyor. Rusya bölgede koridor
kurup Doğu Akdeniz’e ulaşmak istiyor ama o koridoru
Türkmen dağını alıp geçmek zorunda ve Türkmenler beş
yıldır Türkiye’nin desteği ile bölgeyi savunuyor. Türkiye,
Bayırbucak Türkmenlerini koruyamazsa yarın Antep’i de
koruyamaz. Diyarbakır’ı da koruyamaz.
Rusya’nın yayılması hep Türklerin aleyhine olmuştur. Ve
düşürülen Rus uçağı Ruslar için dünyada imaj kaybı olmuş. Putin mağdur politikası yapmaya çalışıp uluslararası politikadan güç almak istemiştir. Rusya ile olan kriz
bize şunu öğretti: Enerjide bağımlı olmayacaksın kimseye. Nitekim Rusya enerjiyi Ukrayna için bir silah olarak
kullanmıştı. Uluslararası hukuk zayıfın üzerinde işliyor.
Güçlü dünya devletlerinin uluslararası hukuka güvenmediği için silahlanması kaçınılmaz bir gerçek oluyor.”
Şehzadeler Şehri Amasya’daydık
.............................
9
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
amcanın Bayezid Camii ile ilgili verdiği bilgiler arasında, caminin günümüzden yüzyıllar önce yapılmasına rağmen günümüz
teknolojisi ile geliştirilen Japonya’daki deprem koruma sistemine benzer bir sistem uygulanarak inşa edildiğine dair vurgu yapması gençlerin dikkatini çekti.
Padişahlar şehri İstanbul gezisinden sonra Şehzadeler şehri
Amasya gezisi medeniyet değerlerimizin yapı taşlarını öğrenme
anlamında faydalı bir gezi oldu.
adalet ve medeniyet
Ankara’nın çeşitli hukuk fakültelerinden öğrenciler birçok medeniyetin izlerini taşıyan ve ‘Şehzadeler Şehri’ unvanıyla dillere
destan olan Amasya’yı iki ayrı kafile ile gezdiler. Amasya gezisine yoğun katılım talebi olması dolayısıyla birer hafta arayla iki
grup halinde Amasya gezisi gerçekleştirildi. Gezi rehberi Hüseyin amcamız 72 yaşında olmasına rağmen grubun en hızlısı ve
dinci olmasıyla dikkat çekti.
Öğrenciler ilk olarak Amasya Kalesine çıktı. Kalenin tüm Amasya’ya hâkim olması sebebiyle Hüseyin amca, kale ziyaretinde,
Amasya ile alakalı genel ve tarihi bilgiler verdi. Daha sonra halen faaliyette olan bir medreseyi ziyaret eden öğrenciler medresede eğitimin nasıl verildiğini de görmüş oldular. Sabuncuoğlu müzesi ile beraber Bayezid Külliyesi’ni de gezen öğrenciler
Amasya’nın o tarihi dokusuna kendilerini kaptırdılar. Hüseyin
İNSAN HAKLARI
BAĞLAMINDA
SURİYELİ
MÜLTECİLERİN DURUMU
>> Öğr. Gör. Hıdır APAK
Mardin Artuklu Üniversitesi
adalet ve medeniyet
.............................
10
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Suriyeli Mültecilerin Ülkelere Göre Dağılımı
Kaynak: UNHCR(2014) verilerine göre düzenlenmiştir
AVRUPA, SURİYELİ MÜLTECİLER KRİZİ
KONUSUNDA ARTIK DAHA STRATEJİK VE
AHLAKİ BİR POLİTİKA BENİMSEMELİDİR.
ZİRA MEVCUT TUTUMUN YANLIŞLIĞI,
AKDENİZ'DE HAYATINI KAYBEDENLERİN
SAYISINI ARTIRMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY
YAPMAMIŞTIR.
.............................
11
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Avrupa'ya meşru yollardan ulaşabilmeleri için gereken
imkânları sağlamayı ciddi şekilde düşünmesi gerekmektedir. Öte yandan, çoğunluğu komşu ülkelere sığınan bu
mültecilerin, oralarda içinde bulundukları koşulların
kötüye gitmesi halinde hayatlarını riske atarak başka
yerlere gitmeye çalışmaları da sürpriz olmayacaktır. Ki
sürpriz de olmamıştır. Gün geçmiyor ki Akdeniz'de yeni
bir mülteci faciası ile karşılaşmayalım. Sadece 2014 yılında yaklaşık 230 bin kişi Akdeniz üzerinden kaçak olarak
Avrupa Birliği (AB) topraklarına giriş yaparken 3.500'ü
ise yolda hayatını kaybetmiş ve umuda açılan yelkenler
kıyılara ölümlerle vurmuştur.
Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ne Suriyeli mülteciler açısından bakıldığında da, bu kurum tarafından
herhangi bir yeniden yerleştirme katkısının yapılmamış
adalet ve medeniyet
İnsanlık tarihi kadar eski ve kıyamete kadar da önemini
yitirmeyeceğini bildiğimiz “mülteci sorunu”, günümüzde dünyanın en karmaşık sorunlardan birisidir. Herkes,
sorunun hem çok boyutlu hem de küresel olduğunu kabul etmektedir. Mülteci olmak, iltica edilen yerde yaşam,
gıda, giyim ve barınma gibi en temel ihtiyaçlar da dahil
başka bireylere bağımlı olmak anlamına gelmektedir.
Bu açıdan mültecilik sorunu ve insan hakları konusu
arasında sıkı bir ilişki vardır. Özellikle savunmasız bu
insanları koruyup, onlara yardım etmenin daha etkili
yolları araştırılmaya çalışılırken, "insan hakları" kavramı daha da önem arz etmeye başlamıştır.
Mültecilik ve insan hakları ilişkisinin bir göstergesi ise
her bir mültecinin vatandaşı olduğu ülkenin insan hakları ihlallerinin somut göstergesi olmasıdır. 2011 yılından
itibaren Suriye'de yaşanan iç savaş ve çatışmalardan kaçan Suriyeliler şu anda dünya üzerinde en önemli mülteci sorununu oluşturmaktadır. 22.4 milyonlu Suriye'de
bugünlerde; 200 bin kişi ölmüş, yüz binlerce kişi yaralanmış, 6-9 milyon kişi yerinden edilmiştir. Birleşmiş
Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) 27
Temmuz 2014 tarihli verilerine göre; 5 milyondan fazla
Suriyeli ülke içerisinde göç etmek zorunda kalırken, Suriye iç savaşında kendi ülkesini terk eden 4 milyona yakın Suriye vatandaşı mevcuttur. Rakamlar gösteriyor ki
günde 9.500 kişi yani her 60 saniyede bir aile Suriye'de
göç etmektedir.
Suriye krizi başta Suriyeliler olmak üzere Suriye’ye sınır
olan ülkeleri ve bir bütün olarak bütün dünya ülkelerini
etkilemektedir. Ancak, Tablo 1 'de Suriye mülteci krizinin
yarattığı paylaşımındaki ağır eşitsizlik açıkça görülebilir. Suriyeli mültecilerin yalnızca % 4’ü Avrupa’da sığınma talebinde bulunabilmiştir. Bu durum Avrupa'nın, Suriyeli mülteciler probleminin yalnızca küçük bir kısmını
üstlendiğini göstermektedir. AB üye ülkeleri arasında
bile, Almanya ve İsveç bir yanda ve diğer AB üye ülkeleri
öte yanda olmak üzere ciddi bir eşitsizlik mevcuttur.
Avrupa, yanı başında 200 bin kişinin ölümüne sebep
olan bu savaşa şimdiye dek hep mümkün mertebe uzak
durmuştur ve durmaya da devam etmektedir. Suriye'nin
komşuları, sayıları 4 milyona yakın Suriyeli mültecilerin
büyük bölümünü kabul ederken, Avrupa'nın bu konudaki karnesi pek iyi sayılmamaktadır. Avrupa, Suriyeli mülteciler krizi konusunda artık daha stratejik ve ahlaki bir
politika benimsemelidir. Zira mevcut tutumun yanlışlığı, Akdeniz'de hayatını kaybedenlerin sayısını artırmaktan başka bir şey yapmamıştır. Avrupa'nın, mülteci kotasını arttırmayı ve savunmasız durumdaki bu insanların
olması şoke etmektedir. Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği
Konseyi’ne üye altı ülkenin Suriyeli mültecilere verdikleri yeniden yerleştirme yeri sayısı sıfırdır. Bu ülkelerin
Suriyeli mültecilerle hem ırkdaş (Arap olmaları) hem de
dindaş (Müslüman olmaları) oldukları düşünülünce şokun derecesi artmaktadır.
Suriyeli göçü sonrası alkışlanacak ülkeler varsa bunların
başında Türkiye, Lübnan ve Ürdün gelmelidir. Bu ülkelerinin önemli bir fedakârlık örneği sergileyerek Suriyeli
mültecilere kucak açması, insani felaketin boyutlarını
nispeten hafifletmiştir. Her bir ülkede, ülke ekonomisi ve
altyapısı üzerinde ciddi etkiler meydana gelse de hiçbir
yer Suriyeli mülteci sayısının krizin başlamasından önceki ülke nüfusunun dörtte birine ulaştığı Lübnan ka-
SURİYELİ GÖÇÜ SONRASI ALKIŞLANACAK
ÜLKELER VARSA BUNLARIN BAŞINDA
TÜRKİYE, LÜBNAN VE ÜRDÜN GELMELİDİR. BU ÜLKELERİNİN ÖNEMLİ BİR
FEDAKÂRLIK ÖRNEĞİ SERGİLEYEREK
SURİYELİ MÜLTECİLERE KUCAK AÇMASI,
İNSANİ FELAKETİN BOYUTLARINI NİSPETEN HAFİFLETMİŞTİR.
adalet ve medeniyet
.............................
12
.............................
SURİYELİ MÜLTECİ SORUNU, TÜM DEVLETLERE VE İNSANLARA, İNSAN HAKLARINA
OLAN BAĞLILIKLARINI SINAYACAKLARI BİR
SINAV OLARAK SUNULMAKTADIR.
dar endişe verici değildir ve ciddi problemlerle karşılaşılmaktadır. Ürdün de çok uzun yıllardır mültecilere ev
sahipliği yapan bir ülkedir. Ülke Ortadoğu’da yaşanan
istikrarsızlık ve savaşlardan kaçan insanlar için bir bölge olmuştur. Ürdün toplam nüfusunun 4 milyondan fazlasını mülteci konumdaki Filistinli, Suriyeli ve Iraklılar
oluşturmaktadır.
Türkiye de Ortadoğu ülkelerinde meydana gelen siyasi
olaylar, darbeler ve savaşlar her yıl on binlerce insanın
ülkelerini terk etmesi sonucu oluşan göç olayında ev
sahibi ülke ve transit ülke olma açısından büyük önem
taşımaktadır. Suriye'de yaşanan iç savaş ve çatışmalardan kaçan Suriyelilerin önemli bir kısmı Türkiye'ye göç
etmiştir. Türkiye’deki 220.000’den fazla mülteciyi barındıran 22 kampta barınmakta olan mültecilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla ülke genelinde resmi
ve sivil nitelikte yardım kampanyaları düzenlenmektedir.
Ayrıca Türkiye, 2011 yılından bu yana 10 milyar civarında
harcama yaparak diğer dünya ülkelerine insanlık dersi
vermiştir. Bu kadar büyük mülteci akını karşısında gösterilen “sosyal ve siyasi sessizlik ve bir moral paniğin”
olmaması ne kadar diğergam bir millet olduğumuzun
göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Suriyeli göçmenlerin sığındıkları ülkelerde çok da rahat
yaşadıkları noktasında bir izlenime kapılmamamız gerekmektedir. En iyi yaşanılan ülkelerden biri Türkiye'dir
ancak, Türkiye de dâhil Ürdün ve Lübnan'da problemler
Mart-Nisan-Mayıs
yaşanmaktadır. Bu ülkelerde yaşayan göçmenlerin yaşadıkları sorunların başında; barınma, eğitim, yoksulluk,
sağlık, işsizlik ve ekonomik istismar, çocuk işçiler, kamp
yaşamı, belirsizlik ve gelecek kaygısı gibi temel insani ihtiyaç ve insan haklarıyla ilişkili sorunlar gelmektedir.
Sonuç olarak; Suriyeli mülteci sorunu, tüm devletlere
ve insanlara, insan haklarına olan bağlılıklarını sınayacakları bir sınav olarak sunulmaktadır. Suriyeli mülteci
olmak, dünya ülkelerine bağımlı olmak anlamına gelmekle beraber bu durumda insan hakları olgusunun da
en önemli tartışılması gereken konu olması bir gereklilik-
İNSAN HAKLARINA DUYULAN SAYGI,
GÜNÜMÜZDEKİ MÜLTECİ SORUNUNU
ÇÖZMEK İÇİN GEREKLİ BİR KOŞULDUR.
ULUSLARARASI TOPLUM İSE NE YAZIK
Kİ SURİYELİ MÜLTECİLER KONUSUNDA
BAŞARILI BİR SINAV VEREMEMİŞ, BAŞTA
BM OLMAK ÜZERE İNSAN HAKLARINI
KORUMAKTAN SORUMLU KURUMLAR
GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMEYEREK
TARİH ÖNÜNDE SUÇ İŞLEMİŞLERDİR.
tir. Mülteciler insan hakları bağlamında saygı duyulması
gereken haklara sahiptirler. İnsan haklarına duyulan saygı, günümüzdeki mülteci sorununu çözmek için gerekli
bir koşuldur. Uluslararası toplum ise ne yazık ki Suriyeli
mülteciler konusunda başarılı bir sınav verememiş, başta BM olmak üzere insan haklarını korumaktan sorumlu
kurumlar görevlerini yerine getirmeyerek tarih önünde
suç işlemişlerdir. Bunun yanında Dünya devletleri mülteci sorununu insan hakları bağlamında değil, reel politik
bağlamda görmektedirler. Bu da sorunun sadece politik
olarak algılanmasına ve insani bakışın olmadığına bir
delildir.
DİPNOTLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
BMMYK. (?). İnsan Hakları Bilgi Kitapçığı No. 20, İnsan Hakları ve
Mülteciler, Çev: Muratcan Işıldak, http://www.ohchr.org/Documents/Publications/FactSheet20en.pdf.
UNCHR (2014). Syria Regional Refugee Response 2014. http://data.
unhcr.org/syrianrefugees/regional.php. 29.07.2014
UNHCR (2014b). UN High CommissionerforRefugees (UNHCR), Syrian Refugees in Europe: What Europe Can Do to Ensure Protection
and Solidarity. http://www.refworld.org/docid/53b69f574.html.
22.04.2015
Amnesty (2014). Dışarıda Bırakılanlar Uluslararası Toplum Tarafından Terkedilen Suriyeli Mülteciler. Baskı: Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Sekretarya, Birleşik Krallık.
ORSAM (2014). Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler. Rapor No: 189. Nisan 2014.
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2014424_
orsam%20rapor%20189tur.pdf. 10.04.2015
Sun24 Haber ( 2015). Mülteci Çocuklarının Gözünden Suriye’de
Yaşananlar. http://sun24haber.wordpress.com/2012/03/17/multeci-cocuklarin-gozunden-suriyede-yasananlar/.
adalet ve medeniyet
.............................
13
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
BAŞBAKAN
BAŞMÜŞAVİRİ
adalet ve medeniyet
.............................
14
.............................
DR. M. MURTAZA YETİŞ
SURİYE MESELESİNDE
TÜRKİYE İNSANLIĞINI,
BATI İSE SADECE
SINIRLARINI
KORUDU!..
Mart-Nisan-Mayıs
>> Röportaj: Hüseyin Üşenmez
bin misafir Suriyeli var. Bu sayının yaklaşık iki
Dünyanın hiç umursamadığı, vicdanların
yüz yetmiş bini kamplarda kalıyor. Yani
sustuğu bir zamanda Türkiye 3 milyüzde onluk bir kesim kamplarımızyona yakın insana kapılarını açtı.
da. Geri kalan büyük bir çoğunluk
“Ne işi var bu kadar insanın buÖncelikle
ise şehirlerimizde yaşıyor. Surirada?” diyenlere karşı cevabıbelirtmek gerekir ki
yeliler komşularımız, iş yerinde
nız nedir?
kötü
misal
emsal
olmaz.
arkadaşımız. Bir kısmı bizim
Suriye meselesi bütün dünya
Farklı düşünenler olabiçocuklarımızla aynı sınıfı payaçısından turnusol görevi gölaşıyorlar. Kamplarımız ise Türrüyor. Adaletten, kardeşliklir. Fakat genel ekseriyete
kiye’nin çok müşahhas ve müten, mazluma sahip çıkmakbaktığımızda Anadolu incessem olarak Suriye’den gelen
tan, değerden, insanlıktan
sanı Suriyeli mültecileri
kardeşlerine nasıl davrandığını
bahseden birçok ülke var ama
kucaklamıştır.
gösteren önemli örneklerimizden
önemli olan somut hadiseler
biridir.
karşısında takındığınız tavırdır.
Diğergamlıkta birinciyiz…
Bu açıdan baktığımızda Türkiye haÖzellikle Kilis’teki en son yapılan iki katlı
kikaten bütün dünyanın aksine değer
konteynırlara bakarsak gerek sosyal imkânları
eksenli dış politika güderek süreci takip etti.
Dünya’nın başka bir bölgesinde yaşanan bir hadiseye gerek barınma imkânları gerek eğitim ve sağlık gibi birörneğin; Somali’deki fakire, mağdura, muhtaca niçin takım imkânlar olarak BM standartlarının çok üzerinde.
ve hangi sebeple yaklaştıysak Suriye’deki meseleye de Eğitim ve sağlıkla ilgili ciddi hizmetler sunuyoruz. Yalnız
aynı sebeple yaklaştık. İlk günden itibaren meseleye ba- bunların hepsinin ötesinde Türkiye’nin birinci olduğu
kışımız nereden gelirse gelsin mağdur, mazlum insanlar nokta milletimizin gösterdiği diğergamlıktır. Bu kadar
buraya sığınıyorsa elbette ki kapımızı, soframızı, yüreği- yoğun bir şekilde şehirlere yerleşim olmasına rağmen bu
mizi sonuna kadar açmamız gerekiyordu ve biz de bunu kadar az toplumsal sorunun olmasına inanamazsınız.
Milletimiz de asıl farkını işte burada gösteriyor.
gerçekleştirdik.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın da yaz etkinlikleri ve
diğer eğitim çalışmaları oluyor. Önceki soruya bağlantı olarak Diyanet İşleri Başkanlığının da bu yönde
planlanan çalışmaları var mı?
Diyanet İşleri Başkanlığımız 20 bin Suriyeli gencin eğitim
masraflarını karşılıyor, ailelerine yardımlarda bunuyor.
Biliyorsunuz ki Suriye nüfusu eğitimsiz bir nüfus değil.
Suriye fasih Arapçanın konuşulduğu bir yer olduğu için
.............................
15
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Mülteci kamplarımızı diğer ülkelerin kamplarına
göre kıyasladığımızda kamp kalitesi bakımından iyi
olduğunu görüyoruz. Bu kamplarımızın sağlık, eğitim ve sosyal imkânlar açısından durumlarını değerlendirir misiniz?
Bugünkü rakamlarla Türkiye’de 2 milyon altı yüz seksen
Eğitim müfredatımıza özellikle mülteci, mülteci hakları ve mültecilere hoşgörülü, yardımsever olma gibi
kazanımları katma ihtiyacımız var. Çocuklarımıza
bu eğitimleri vermemiz gerekiyor diye düşünüyoruz.
Bununla ilgili bir çalışmamız var mı?
Gelecek nesillerimizin de bu kozmopolit, çok kültürlü yapıya uyum sağlaması gerekiyor. Bu kapsamda bu yıl Talim Terbiye Kurulu tarafından hazırlanan ve Milli Eğitim
Bakanlığınca da müfredatımıza eklenecek konular var.
Örneğin bu konulardan bir tanesi göçle, göçmenlikle,
farklılıkla, farklılığın zenginlik oluşuna ilişkindir. Hazırlanan bu konular da önümüzdeki yıldan itibaren müfredatımıza eklenecek inşallah.
adalet ve medeniyet
Avrupa ülkelerinin çoğu kapılarını kapatmış durumda. Bu bağlamda Batının yıllardır kullandığı insan
hakları, batı uygarlığı gibi kavramları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batıya tek bir pencereden bakmamak lazım. Toplumsal
anlamda aynı ülkenin içerisinde meseleye farklı yaklaşan bir kesim de var. Fakat genel anlamda baktığınızda
Batı dünyası mülteci krizinde takındığı tavır itibariyle insani anlamda son derece kötü bir imtihan vermiştir. Bu
bağlamda Suriye meselesi aynı zamanda bütün değerlerin yeniden tartışıldığı, siyasi olaylarda insanlıktan yana
mı durdunuz yoksa insanlığa karşı duyarsız mı kaldınız
sorularının da cevaplandığı bir süreç olmuştur. Bu süreçte Türkiye insanlığını korudu, AB ise sınırlarını korumaya çalıştı.
adalet ve medeniyet
.............................
16
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
üniversite eğitimi alabilmelerini sağlamaya
savaştan önce birçok farklı ülkeden Suriye’ye
çalışıyoruz. Burs yardımı yapılan 30 bin
Arapça öğrenmeye gidilirdi. Ayrıca ülcivarında uluslararası öğrenci var.
kemizde Suriyeli İslam âlimleri var.
Bunun 8 bini Suriyeli. Geleceğin
Biz de bunu değerlendirmek istiSuriye’den
Suriye’sini bu gençler kuracayoruz. Bu noktada Diyanet İşleri
gelenlerin sadece %
ğı için bu sayıyı daha da fazla
Başkanlığımız Suriyeli hocalar10’u
kamplarda,
%
90’ı
arttırmak istiyoruz. Diğer tala temas kurdu ve onları kendi
şehirlerde yaşıyor. Suriyeraftan Suriyeli öğretmenlerin
çalışmalarına kattı. Gaziantep
liler komşularımız, iş yerinistihdamını konusunda ise bir
merkezli bir bölge koordinatörkısmını uluslararası fonlarlüğü oluşturdu. Şimdi teşkilade arkadaşımız. Bir kısmı
dan sağlayarak bir kısmını da
tın merkezinde yani Ankara’da
ise bizim çocuklarımızla
bir takım STK’ları devreye koyasadece Suriyelilerle ilgili ayrı bir
aynı sınıfı paylaşırak sağlamaya çalışıyoruz.
daire başkanlığı kuruluyor. Son
yorlar.
aşamaya gelindi. Bu daire Suriyeli
Ülkemizin bir göç politikası var mı?
âlimlere hem Suriyelilere hem de biVarsa hangi temel ilkeler üzerine bu
zim yerli halkımıza hizmet vermek konupolitikamızı oluşturuyoruz?
sunda yardımcı olacak.
Mülteci hukuku çerçevesinde baktığımızda şu anda TürGelen kardeşlerimizin eğitimi üzerinde neler yapılı- kiye’nin birçok konuda son derece ileri olduğunu görüyor? Bazı il merkezlerinde sadece mültecilere yöne- yoruz. Göç politikamız noktasında baktığımızda göçün
lik okulların olduğunu biliyoruz. Bazen de şöyle ha- bir takım evreleri var. Ülkeye giriş ve yerleşim süreci, arberlerle karşılaşıyoruz; Mesela öğrenci kardeşimiz kasından iki toplumun uyum süreci ve vatandaşlığa kagelmiş buraya ama bulunduğu mevkide mülteci oku- dar giden süreçleri vardır. Biz burada üç aşamayı kendi
lu bulunmadığı için normal bir devlet okuluna kayıt süreci içerisinde değerlendirerek takip ediyoruz. Şu anda
yaptırıyor ve Türkçe bilmediği için eğitimde zorlana- barınma koşullarını olabildiğince iyileştirmeye çalışıyoruz. Bir taraftan da Suriyelilerin ülkemize uyum sürecini
biliyor. Bu noktada herhangi bir çalışmamız var mı?
Milli Eğitim Bakanlığımız çok ciddi çalışmalar yürütü- hızlandırmaya çalışıyoruz.
yor. Milli Eğitim bakanlığının eğitimle ilgili bazı temel
ilkeleri vardır. Bunlardan bir tanesi de en kısa zamanda Biz hem kardeşlik hukuku gereği ama hem de ulusçocukların tamamını eğitimle buluşturmaktır. İlkokula lararası mülteci hukuku gereği hak temelli gerçekler
yeni başlayacak çocuklarımızı doğrudan kendi okulları- ortaya koyuyoruz…
mıza alıyoruz. Çocuk Türkçeyi çok iyi bilmese bile küçük Göçle ilgili birkaç temel bakış açısı vardır. Bunların birinçocuklarda bu çok ciddi sıkıntı oluşturmuyor çünkü o cisi güvenlikçi bakış, ikincisi hak temelli, üçüncüsü fıryaşlarda dil öğrenme kabiliyeti daha fazla. Ama ara sınıf- sat temelli bakıştır. Mesela bir ülkeye gidersiniz 40 sene
larda bu noktada sıkıntı yaşıyoruz. Herhangi bir okulda de çalışsanız vatandaşlık vermezler size. Bir ülke vardır
devresindekilerle bir sınıfa koyduğumuzda oldukça zor- hak temelli baktığı için hizmetlerden, olanaklardan yalanıyorlar. Bu nedenle ana çerçevede söyleyecek olursak rarlanma fırsatı sunar ancak o ülke güvenlik açısından
ara sınıflardaki çocuklarımızı geçici eğitim merkezi adını sıkıntı yaşar. Türkiye bu üçünü de dengeli götürmeye çaverdiğimiz, sadece Suriyeli çocukların Arapça eğitim gör- lışıyor.
düğü merkezlere alıyoruz. Geçici eğitim merkezlerinden Biz hem kardeşlik hukuku gereği ama hem de uluslaramezun olduktan sonra onlara bir sınav yapılıyor ve bu rası mülteci hukuku gereği hak temelli gerçekler ortaya
sınavda aldıkları puanlara göre onları üniversitelere yer- koyuyoruz. Bir taraftan yaşadığımız coğrafyada güvenlik
son derece mühim bir konu olduğu için güvenlikle ilgili
leştiriyoruz.
Yükseköğrenim noktasında ise 100 bin civarında Tür- denge sağlamaya çalışıyoruz. Ancak bir taraftan bunu
kiye’de başka ülkelerden gelmiş üniversitede okuyan fırsata çevirmeye çalışmalıyız. Fırsat dediğimiz şey meöğrencilerimiz var. Bu konuda Yurtdışı Türkler ve Ak- sela gelen kardeşlerimiz arasında kabiliyetli, çalışkan
raba Toplulukları Başkanlığı üzerinden bu çalışmalar insanlar vardır onlara da fırsat sunmalıyız. Çok sayıda
yürütülüyor. Daha fazla sayıda Suriyeli öğrencilerin de Suriyeli, Mısırlı değişik ülkelerden gelen kapasiteli en-
telektüel, sanatçı, siyasetçi
isimler var. Bunların da ülkede kalması istenir ve onlara olanaklar sunulur. Türkiye
olarak bu üç konuyu da dengeli götürmeye dikkat ediyoruz.
Diyanet İşleri
Başkanlığımız Suriyeli
hocalarla temas kurdu ve
onları kendi çalışmalarına kattı.
Gaziantep merkezli bir bölge
koordinatörlüğü oluşturdu. Şimdi
teşkilatın merkezinde yani Ankara’da sadece Suriyelilerle ilgili
ayrı bir daire başkanlığı
kuruluyor.
.............................
17
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Vatandaşlık verilip verilmemesi de
göç mefhumunun aşamalarının değişip
değişmemesi durumuna bağlı olarak mı belirlenecek o zaman?
Tabii buna bağlı, yerleşim, uyum süreci ve vatandaşlığa
giden süreç birçok parametreye bağlı olduğu için bugünün meselesi olarak hükümetimizin gündeminde değil.
Sonuç olarak Suriyelilerin tamamına vatandaşlık verilecek mi diye sorduğunuz için hayır diyorum, gündemde
böyle bir şey yok. Ama bu Suriyeli olur Mısırlı olur ülkemize bir şey katma noktasında faydalı olacağı düşünülür
vatandaşlık verilir.
adalet ve medeniyet
Son olarak, bu kardeşlerimize vatandaşlık hakkı verilecek mi? Ayrıca
akıllarda olan bir soru da bu kardeşlerimize yönelik uzun vadede politikanız nedir?
Tabii buna tek başımıza Türkiye olarak karar vermemiz
mümkün değil. Savaşın ne kadar süreceği, savaş sonunda nasıl bir Suriye’nin ortaya çıkacağı, savaş sonunda
insanların dönebileceği bir ülkeleri kalıp kalmayacağı,
bunlar önemli noktalar. Bakınız Türkiye’den Almanya’ya
döneceklerini düşünmelerine rağmen 60’lı yıllarda binlerce vatandaşımız gitti. Şimdi bakıyoruz Almanya’da
4. Nesil yaşıyor. Bu şekilde bir yere göç ettikten sonra o
insanların tekrar ülkelerine dönmelerinin belli paramet-
releri vardır. Ağırlıklı olarak
gittikleri ülkeye bir şekilde
adapte olup, geleceklerini
kurmaya başlıyorlar. Biz de
genel anlamda kalacaklarına
yönelik çalışma yapıyoruz.
>>>
>> Av. Hacı Orhan
adalet ve medeniyet
.............................
18
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Dünya var olduğundan beri zalimler ile mazlumların gözlerini diktiği topraklar üzerinde yaşıyoruz. Zalimler, elde
etmek ve zulmetmek arzusuyla gözlerini bu aziz toprağa
dikmişken mazlumlar ise zalimin karşısında duracak ümmetin umut ışığı olarak gözlerini Türkiye’ye çevirmişlerdir.
Suriye’de savaş başlamadan önce bir AVM’de Arap gördüğümüzde birbirimize gösterirken, bugün komşumuz,
iş arkadaşımız, ortağımız, gelinlerimiz, damatlarımızın
olduğu kardeş bir topluluk hâline gelmişlerdir. Orta Doğu’dan ülkemize gelen insanları Macar kameramanın
merceğinden değil Peygamber Efendimizin hoşgörü metodu ile Hucurat suresindeki “müminler kardeştir” ayeti
ışığında kendimize Ensar, gelen kardeşlerimize ise muhacir dedik.
Haber kanalları her gün bu kardeşlerimizin karıştığı suçları ana haberlere taşıyarak kardeşlik bağlarımızın tekrar
güçlenmesinin önüne geçmek istediler. Sanki ülkemizde
tek suç işleyenler onlardı. Sanki muhacirlerin hicretinden önce bu ülkede hiç suç işlenmiyordu.
Onları tanıdıkça Osmanlı azamet ve kudretini biraz daha
idrak ediyoruz. Sudan ile Suriyeli ya da Iraklı, âdeta Malatya ile Adıyamanlı ya da Maraşlı gibi diyalog içindedirler. Çünkü ortak bir dili konuşmaktadırlar. Her seferinde
Osmanlı Bayrağı altında tekrar bir araya gelmeye hazırız
cümlelerinin kardeşliğimizi pekiştirdiğinin bilinci ile her
daim bizleri mutlu etmeye devam ediyorlar.
Tüm bu güzelliklerin yanında, bu duyguların hayata
geçmesi aşamasında Muhacir-Ensar Hukukunun bazen
Orta Doğu’dan ülkemize gelen insanları Macar kameramanın merceğinden değil
Peygamber Efendimizin hoşgörü metodu ile Hucurat suresindeki “müminler kardeştir” ayeti ışığında kendimize Ensar, gelen kardeşlerimize ise muhacir dedik.
.............................
19
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
dıklarının bilinmesi gerekmektedir.
Avukatlığını yaptığım, bir oğlu Avukat, bir oğlu Diş Hekimi ve kızı ise Üniversitede akademisyen olan ve kendisi
de savaş öncesi bölgesinin önemli bir iş adamı olan ve
şu an bir tekstil firmasından kasiyerlik yapan bir muhacir
abimizin hikayesini paylaşarak, ülkemize sığınan bu insanların yaşadıkları problemlerin bir kısmına ışık tutmak
tutmak istiyorum.
Emniyet tarafından göz altına alınmasının sebebi, içinde
hırsızlık yapılan bir aracın dış yüzeyinin sadece bir yerinde parmak izinin olmasıdır. Bu olaydan sonra arabamı
park ederken yandaki araca dokunmamaya çalışıyorum.
Yolda yürürken kaldırımdan indiğimde asla önümdeki
araçlara dokunmamaya çalışıyorum.
Savcılık makamı ifade bile almadan tutuklanması için
nöbetçi mahkemeye sevk ettikten sonra Nöbetçi Sulh
Ceza Mahkemesine çıktığımızda, Ensar merhametinin
gönlünde tecelli ettiği bir hâkim muhacir kardeşini hiç
sözünü kesmeyerek dinledi. Muhacir kardeşinin soyut
bir iddia sebebi ile gözaltına alındığını gören adil kişi
adalet ve medeniyet
karşılıklı çiğnendiğine üzülerek şahit oluyoruz. Ensar
olmak mazlum muhacire hoşgörüyü gerektirdiği gibi muhacir olmak da ensarın hukukuna riayeti gerektirmektedir. Ancak, güç ensarda olduğundan her şeye rağmen
şefkat ve merhamet etmesi gereken bizleriz.
Kanaatim Müslüman tebaya “göçmen, mülteci” sıfatını
vermenin defalarca düşünülmesi gerektiğidir. Komşusu
aç iken tok yatamayan Müslüman’ın “kardeş” ifadesi yerine “göçmen, mülteci” ifadesini kullanmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Bir Macar veya İtalyan için onlar
“göçmen, mülteci” ise de bizim için kardeştirler.
Çok akademik bir çalışma yerine yaşadığım olayları aktarmanın yabancıların yaşadığı problemlerin izahında,
gerçek hayatta karşılaştıkları problemlerin çözümü için
daha yararlı olacağını düşünerek bir sorunu paylaşmak
arzusundayım.
Yabancı kardeşlerimiz ile ilgili işlemlere Göç İdaresi Müdürlüğü bakmaktadır. Yeni kurulan bir teşkilat olması
hasebiyle mutlaka daha iyi konumlara gelecektir. Ancak,
iyiye gidişin hızlanması adına orada bir muhacirin yaşa-
Göç İdaresi Müdürlüğü mahkeme sıfatında değildir. Bir kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmasına karar verememelidir. Bireyler, İdari işlemler ile kişi hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
adalet ve medeniyet
.............................
20
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
derhal salıverilme kararı verdi. Biz de karakolda işlemleri yapılır evine gelir düşüncesi ile diş hekimi oğlu, avukat
oğlu ve Yıldız Teknik Üniversitesi Mezunu 30 yıllık Türkiyeli eniştesi ile huzur içinde adliyeden ayrıldık. Ancak, o
gece evine gelmeyen müvekkilimizi sorduğumuzda “Kan
tahlili için bıraktık.” açıklamasından sonra hastanede
bir kan tahlili alınacak düşüncesi ile tekrar bekledik. Diğer gün saat 16.00’da kan tahlili çıkmış ancak mesai bittiği için serbest bırakılmamıştır. Diğer gün göç idaresine
teslim edileceği oradan serbest kalacağını öğrendik. Derhal salıverilme kararının üzerinden 3 gün geçtikten sonra
göç idaresine götürülen Suriyeli muhacirin bırakılmasını
beklerken müvekkilimiz hakkında idari gözetim ve sınır
dışı kararının alındığını öğrendik. İdari Gözetim Kararı
bildiğimiz gözaltı kararından hiçbir farkı yoktur. Yaklaşık 20 günlük mücadele sürecimiz bu aşamada yeniden
alevlenmiştir. Ücret bile konuşmadan başlayan avukat
müvekkil ilişkimizin sebebi yukarıda arz ettiğim Muhacir-Ensar hukukunun ötesinde bir şey olamaz.
Göç İdaresi Müdürlüğü, İstanbul’da eski İdare Mahkemelerinin olduğu yaşlı binada hizmet vermektedir. Mekanın
eskiliği bir yana mekanın yetersizliği ise ayrı bir olaydır.
Müvekkilleri ile görüşmeye gelen avukatların en az 2 saat
beklemesi gerekir. Sadece iki avukat görüşme odası vardır. Bazen saatlerce bekler yine de görüşemezsiniz. Savaşın olduğu bir ülkeye sınır dışı kararının alınamayacağı
feryadını kopardık. Ancak, daha sonra olayın mantığını
öğrenince bir daha yıkıldık. Sebep olarak; “Emniyet birimlerine herhangi bir sebep ile şüpheli olarak ifadesi
alınan herkes hakkında idari gözetim kararı ve sınır dışı
kararı alınır.” denilmiştir. Burada suç yok, iddia var,
Yabancılar Ve Uluslararası Koruma Kanununda suçlar
sayılmış dememiz karşısında kamu düzeni ihlal edilmiş
sayılarak bu kararın alındığını belirtmeleri karşısında
hayretler içine düşüyoruz.
“Kamu düzeni” kavram olarak, darbe Anayasasının mihenk taşıdır. İçinde hırsızlık yapılan bir aracın dış yüzeyinde ve bir yerinde parmak izinin olması kamu düzenini
nasıl bozmuştur? Orada çokça bekleme zamanınız oluyor. Oraya getirilenleri dinledikten sonra hakikaten müvekkilimin suçlu olduğunu düşünmeye başladım. Komik
sebeplerden alınan sınırdışı kararları tam Kemal SUNAL
filmlerine konu olacak gibiydi. Örneğin, 1995 yılından
beri Romanya vatandaşı ile evli olan bir Türk, Romanya vatandaşı eşi ile tartışınca çok hassas ve düşünceli
komşuları polis çağırırlar. Polis o anda Türk olan kocaya
şikâyetçi misin diye sorunca vatandaşımız bana hakaret
etti diyerek şikâyetçi olduğunu belirtir. Daha sonra siniri
yatışan vatandaşımız şikayetten vazgeçmek ister ve eşi
ile evine dönmek ister. Polis memurları aile içerisinde
işlenen suçların şikâyete bağlı olmadığını bildirir. Adli
merciler her ne kadar serbest bırakılma kararı vermişse
de 20 yıllık eş kendini Göç İdaresi Müdürlüğünde bulur.
Eşine ş…siz diyerek kamu düzenini ihlal (!) etmiştir. Kendisi hakkında ivedilikle idari gözetim kararı ve sınır dışı
kararı alınır. Yetkili vali muavini ise kararları geldiği gibi
incelemeden imzaladığı için Türk koca kapının önünde
Romanyalı gelin ise deport olmak için içerde kalmıştır.
Durum ne yazık ki bu kadar vahimdir.
Yine başka bir olayda ise Türkiye de birçok yatırımlar ya-
Göç idaresinin yeni Türkiye’ye yakışır mekânlara kavuşması ve hukukun genel
ilkelerinin göz önüne alarak savunmasız, dilimizi bilmeyen ama değerlerimizi
paylaşan kardeşlerimize insan onuruna yakışır bir şekilde hizmet etmesi için yeni
kanuni düzenlemeler ve yeni mekanlar zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir.
.............................
21
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
altı aydan beri tutulduğunu duyduk. Göç İdaresi Müdürlüğü mahkeme sıfatında değildir. Bir kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmasına karar verememelidir. Bireyler,
idari işlemler ile kişi hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Bu hukukun genel ilkeleri olup ayrıca anayasa ile de
teminat altına alınan bir haktır. AİHM, geri gönderme
merkezlerinde tutmayı özgürlüğünden mahrum bırakma
olarak kabul etmektedir. Göç İdaresi Müdürlüğünün bu
kararı vermesi ancak bir mahkeme kararına dayanmalıdır. Ya da suç sebebi ile yargılama yapan öncelikle Sulh
Ceza Hâkimlikleri bu kararları vermelidir. İdarenin yetkisi ile mahkemenin yetkisi arasında üstlük astlık sorgusu konuşulmayacak kadar nettir.
Sulh Ceza Hâkimliği derhal salıverilme kararı alıp her
Pazar mesai saatlerinde en yakın karakolda imza atma
tedbirine karar vermiş iken göç idaresinin idari gözetim
kararı vermesi, Mahkemenin verdiği tedbirin uygulanmasını engelleyecektir. İdari gözetim altında olan kişinin Pazar günleri karakola giderek imza atması mümkün
olmayacaktır. Dolayısıyla idari karar bunu engellemektedir. Göç İdaresi Müdürlüğü tesislerindeki muhacirler
de komşu binamızda oturan muhacirler kadar bize emanettir.
Göç idaresinin yeni Türkiye’ye yakışır mekânlara kavuşması ve hukukun genel ilkelerinin göz önüne alarak savunmasız, dilimizi bilmeyen ama değerlerimizi paylaşan
kardeşlerimize insan onuruna yakışır bir şekilde hizmet
etmesi için yeni kanuni düzenlemeler ve yeni mekanlar
zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir.
adalet ve medeniyet
pan bir iş adamı o kadar Türkiyeli olmuştur ki artık “yol
ver” muhabbeti kapsamında bir vatandaşımız ile arabalarından inerek tartışmıştır. Duyarlı milletimiz araya girse de taraflar birbirlerine sözlü tartışmaların ötesine gitmemiş olsa da işadamı ama muhacir olan kişi kendisini
Göç İdaresi Müdürlüğünde sınır dışı işlemleri yapılırken
bulmuştur. Milyon dolarlarca yatırım yapan bu iş adamı
bağırarak kamu düzenini ihlal (!) etmiştir.
Bizim olayımıza döndüğümüzde, her gün takip edip
adeta kendim ile özdeşleştirmeme rağmen, Sulh Ceza
Hâkimliğine idari gözetim kararına karşı itiraz, Sınır
Dışı kararına karşı ise İdare Mahkemesinde dava, ilgililer hakkında şikâyet işleminde bulunmama ve tüm siyasi yolları da aşındırmama rağmen yaklaşık 20 günden
fazla bir müddetle, derhal salıverilme kararından sonra
müvekkilim gözetim altında kalmıştır. Daha sonrasında,
Sulh Ceza Hâkimliği idarenin vermiş olduğu idari gözetim kararının soyut iddialara dayanması sebebi ile kararı
kaldırmıştır.
Anayasa Mahkemesi 2014/13044 Başvuru numarası ile
yapılan başvuru neticesinde 11.11.2015 tarihinde savaş
olan bir ülkeye gönderilmek üzere kişiler hakkında sınır dışı kararı verilemeyeceğine karar vermiştir. Bu durumun Anayasanın 13. maddesini ihlal ettiğine karar
vermiştir.Anayasa Mahkemesi kararında, İstanbul’daki
merkezin 300 kişi kapasiteli olmasına rağmen 384 kişinin kaldığı, sivil toplum kuruluşlarının da 400 kişi dedikleri belirtmiştir.
Göç İdaresinin İstanbul’daki merkezinde hiç kimsesi olmayan, avukat ile savunmasını yapamayan insanların
ULUSLARARASI MÜLTECİ
HAKLARI DERNEĞİ GENEL
BAŞKAN YARDIMCISI
AV. MUAZ YANILMAZ
adalet ve medeniyet
.............................
22
.............................
BATI YERALTI VE YER
ÜSTÜ KAYNAKLARINI
SÖMÜRMEK İSTEDİĞİ
Batı
MİLLETLERE
için insan
YERÜSTÜNÜ DAR
hakları dediğimiz
temel ilkeler
EDER!..
Mart-Nisan-Mayıs
helvadan yapılmış
putlar gibidir. Bu
putlara diledikleri
zaman taparlar ve bu
putları diledikleri
zaman yerler.
>> Röportaj: Furkan Karadayı
adalet ve medeniyet
.............................
23
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
ğınmacı, göçmen gibi. Bunlar uluslaraBize Uluslararası Mülteci Hakları derrası metinlerin ürettiği kavramlardır.
neğinden bahseder misiniz?
Biz
Mülteci temel olarak iltica başvuUluslararası Mülteci Hakları Dermültecilik
konurusu kabul edilmiş kişiye denir.
neği 2013 yılında kuruldu, şöyBu tanım doğrultusunda ırkı,
le söylemek lazım bu dernesunda Türkiye ile diğer
dini, belli bir toplumsal
ği kuran ekip dernekleşme
ülkeleri, Avrupa ülkelerini
gruba mensubiyeti ya da
sürecinden öncesinde de
kıyaslayamayız. Avrupa bu mesiyasal düşüncesi sebemülteci meseleleriyle bire
selede bırakın Türkiye gibi olmabiyle işkenceye maruz kabir ilgilenen bir ekipti.
yı
Türkiye’nin
tırnağı
bile
etmez.
lan ya da ölüm tehlikesi
Suriye savaşından sonra
Avrupa’nın ve Batının mülteci
yaşayıp başka ülkeye iltiTürkiye’deki Suriyeli mülkonusundaki
tek
derdi
bu
yoğun
ca etmek isteyen kişilerin
teci nüfusun yoğun bir
başvurusu kabul edildiğinşekilde artmasıyla kurumkitleyi kendi topraklarından
de mülteci statüsünü alırlar.
sal bir çatı altında ve daha
ve kendi sınırlarından
Bu
statüyü henüz almadıkları
organize olmuş bir şekilde
uzak tutmak.
aşamada yani başvuru süreci
yapılması gerektiğine kani oldevam ettiği zaman o kişilere sıduk ve Uluslararası Mülteci Hakğınmacı ismi verilir.
ları Derneğini kurduk. Temel olarak
Türkiye açısından artık bunun da ötesinbiz, diğer tipik insani yardım dernekleri ya
de bir kavramsallaştırma var. Türkiye artık sığınmada sivil toplum örgütleri gibi insani yardım yapmıyoruz. Biz daha çok Türkiye’de bulunan mültecilere avukat cı kavramını hiç kullanmıyor. Mülteci, ikincil koruma,
desteği ve hukuki yardım sağlayan, hukuki çalışmalar şartlı mülteci ve geçici koruma diye 4 kavram tanımladı.
yapan bir derneğiz. Temel amacımız mültecilere hukuki Türkiye, 1951 Cenevre sözleşmesine ek 67 New York protokolüyle birlikte ortaya çıkan mülteci statüsünü sadece
yardım ve avukat desteği sağlamak.
Avrupa konseyine üye ülkelerden gelen kişilere vereceğini söylüyor. Bu bugüne kadar çok sıkıntılı bir kavramdı.
Peki nasıl çalışıyorsunuz?
Mantık olarak hâlâ sıkıntılı. Ancak 2014’te yürürlüğe giAcil müdahale ekiplerimiz var: Mülteci Savunucuları…
Mülteci Savunucularımız başta Kumkapı geri gönderme ren yabancılar ve uluslararası koruma kanunu ile beramerkezi olmak üzere havalimanlarında, Türkiye’nin di- ber biraz önce saydığımız o tanımlamaların getirilmesiyğer geri gönderme merkezlerinde iltica başvurusu yap- le fiilen uygulamada bu ortadan kaldırılmış oldu.
mak isteyen ya da Türkiye’ye sığınma talebiyle gelmiş
fakat prosedüre takılan mültecilere destek oluyorlar ve Nitelikleri ve sahip olduğu haklar açısından ne söyonlar adına hukuki prosedürü başlatıyorlar. Ayrıca ulus- leyebiliriz?
lararası birtakım örgütlerle akreditasyonlar aracılığıyla Mülteci ile şartlı mülteci hemen hemen aynı kavramlar.
Teknik farkı; biri Avrupa konseyine üye bir ülkenin vaortak çalışmalar yapıyoruz.
Mültecilerin temel ihtiyaçları ve sahip oldukları haklara tandaşı, diğeri Avrupa konseyi üyesi olmayan ülkenin
yönelik bilinçlenmeleri hususunda mülteci okulu başta vatandaşı. Şartlı mülteci şartlarını da taşımıyor ise kişi, o
olmak üzere programlar, sempozyumlar düzenliyoruz. zaman ikincil koruma statüsü altındadır. Kişi gerçekten
Mülteci bülteni dediğimiz bir yayınımız var ve bu da ka- bir tehlikeyle karşı karşıyaysa, bir işkenceye maruz kalabileceği veya ölüm tehlikesi yaşayabileceği ihtimali varmuoyunu bilinçlendirmeye yönelik bir çalışmamız.
Mevzuat gelişimine katkı sunmak için teorik çalışmalar sa o, ikincil koruma statüsünde değerlendirilir. Ayrıca bu
bahsedilen üç kavram da tekil kavramlardır. Bir kişinin
yapıyoruz ve uluslararası hakemli bir dergi çıkarıyoruz.
alabileceği statülerdir, bir kitle olarak mülteci statüsü
Türk hukukunda mülteci, Avrupa’dan ülkemize göç alamazsınız.
eden mağdurları ifade eden bir kavram. Ortadoğu ya Türkiye, geçici koruma statüsü dediğimiz bir statü getirda Afrika’dan gelenlere mülteci statüsü verilmiyor. di. Bu kitlesel bir statü. Yani belli bir yerden kitlesel olarak göç eden kişiler Türkiye’de Bakanlar Kurulu kararıyla
Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durumla ilgili birden fazla kavram var: Mülteci, sı- geçici koruma statüsü altına alınabiliyorlar. Nitekim Su-
Bugün yaşanan mülteci krizi olarak Avrupalı ülkelerin
Avrupalı devletlerin sebep
olduğu yeni sömürge politikalarının bir neticesidir.
Biz bugün sadece Suriye
krizi bağlamında mültecileri konuşuyoruz ama Suriye
krizi yaşanmadan önce de
dünyada milyonlarca mülteci vardı.
riyeliler bugün itibariyle Türkiye’de, geçici koruma statüsünü taşıyan kişiler olarak değerlendirilmektedir.
Resmi rakamlarla söylenebilir ki bugün Türkiye’de iki
buçuk milyona yakın Suriyeli bulunmaktadır. Bu yoğun
kitlesel göç, Türkiye’den sonra Lübnan’da görülüyor.
adalet ve medeniyet
.............................
24
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Bu yoğun göçlerin toplumsal düzene olan etkileri
nelerdir? Bu iki ülke arasında yoğun göçün yarattığı
etkiler arasında, benzer bir ilişki kurulabilir mi?
Türkiye ile mültecilerin yoğun olarak yaşadığı Ürdün ve
Lübnan gibi ülkeleri karşılaştırmak çok doğru olmaz.
Çünkü Türkiye ekonomik olarak da toplumsal olarak da
güçlü bir yapıya sahip. Dolayısıyla Türkiye’de iki buçuk
milyon mülteci, Suriyelilerin dışında var olan mültecileri
de hesaplarsak 3 milyona yakın mülteci var. Bu kişilere 10 milyar dolar civarında bir harcama yapıldı. Ben bu
harcamaların Türkiye’nin kendi vatandaşlarını fakirleştirdiğini ya da onların "ekonomik bağımsızlığını" zedelediğine ilişkin bir örnek görmedim.
Yaşanan bazı sosyal ve ekonomik problemlerde Suriyeli
mültecilerin günah keçisi ilan edildiğini görüyoruz. Belli
kesimlerin kendi açgözlülüğünün, kendi vicdansızlığının
yaşattığı problemler Suriyeli kardeşlerimize mal ediliyor.
Suriyelilerin bulunduğu bölgelerdeki kiraların artış göstermesi Suriyelilerden değil ev sahiplerinden kaynaklanan bir problemdir.
Türk vatandaşları işsiz kalıyor, deniyor. Bunun da müsebbibi Suriyeliler değil işverenlerdir. Bir Türk vatandaşını
çalıştırsa; sigortasıyla, maaşıyla 2000 TL’ye çalıştıracak
işveren, Suriyeli nasıl olsa mecbur anlayışıyla 500 TL’ye
çalıştırarak sosyal çatışmayı ve sosyal dengesizliği körüklemiş oluyor. Bunlara bir önlem alınamazsa, toplumsal çatışmalara da eğrilebilecek bir problem. Bu problemin çözümü nitelikli bir uyum politikasıyla gerçekleşir.
Ülkemize gelen üç milyon civarında mültecinin her biri
pırlanta gibi dört dörtlük insandır da demiyorum. Nasıl
ki Türkiye’de yaşayan herkes dört dörtlük pırlanta gibi
insanlar değilse Suriyelilerin de hepsi dört dörtlük değil.
Dilencisi de hırsızı da gaspçısı da var. Ancak bu durum
tüm mültecilere mal edilmemeli.
İnsan mülteci olarak doğmaz, mültecilik insanın doğuştan kazandığı bir statü değildir, herkesin başına gelebilir.
Kendi sınırlarımızı kutsallaştırıp güvenlik politikalarının
arkasına sığınarak bu toprakları “Aman diyerek ülkemize
sığınanlara” zindan edemeyiz.
Ülkemize sığınan insanlar bizi hami olarak görüyorlar.
Bunun bir bedeli varsa biz bu bedeli ödemek durumundayız. İnsani, vicdani ve İslami sorumluluğumuzun bir
neticesidir bu. Avrupa’nın bugün yaptığı gibi sadece
kendi konforumuzu önceleyemeyiz.
Ülkemizin mülteciler konusunda harcadığı paraları
nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa’nın mültecilere
karşı bakışı hakkında neler söylemek istersiniz?
Yapılan harcamalar yeme-içme, giyinme, barınma, sağlık, eğitim vb. temel ihtiyaçlar için kullanıldı. Türkiye
mülteci meselesinde tüm dünyaya çok net bir şekilde insanlık dersi verecek düzeyde bir ilgi göstermiştir.
Biz mültecilik konusunda Türkiye ile diğer ülkeleri, Avrupa ülkelerini kıyaslayamayız. Avrupa bu meselede bırakın Türkiye gibi olmayı Türkiye’nin tırnağı bile etmez.
Avrupa’nın ve Batının mülteci konusundaki tek derdi
bu yoğun kitleyi kendi topraklarından ve kendi sınırlarından uzak tutmak. Avrupa bundan hareketle bir takım
politikalar üretiyor fakat bu ürettiği politikaları kamuoyunda öyle bir lanse ediyor ki sanki mülteci meselesini
çözmeye çalışıyorlarmış. Hâlbuki yaptıkları tek şey piar
çalışması.
adalet ve medeniyet
.............................
25
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
kilde almamak gerektiğini onları keBatının bugüne kadar attığı en somut
sinlikle dışarıda tutmak gerektiğiadım Avrupa güvenlik konseyinin
Mülteci
kavni söylemiştir. Bu Avrupa İnsan
12 maddeli eylem planıydı. Eylem
ram ve tanım itibaHakları sözleşmesine göre en
planına baktığınızda meselenin
temel mülteci hakkının ihlal
ne kadar vicdansızca ele alınriyle yabancıyı imler.
edilmesi demek.
dığını net bir şekilde görüyoMuhacir dediğimizde, muAvrupa’ya kadar ulaşmış mülruz. Eylem planının birinci
hacir daha çok o toplumla
tecilerin geri gönderilmesini
maddesi insan kaçakçılarının
kaynaşmış, o toplum içerikonuştular, tartıştılar ve bunu
botlarının batırılmasıydı. 1.
sinde, o toplumun bir ferbir yasal çerçeveye oturttular,
madde bu.
di gibi yer alabilmiş
bu da geri göndermeme ilkesiBugün yaşanan mülteci krizi
kişiyi semboller.
nin ihlali.
olarak Avrupalı ülkelerin AvruAvrupa’nın bugün geliştirdiği büpalı devletlerin sebep olduğu yeni
tün politikalar "çözüm" diye sunarak
sömürge politikalarının bir neticesidir.
ürettiği pratikler Avrupa İnsan Hakları
Yani biz bugün sadece Suriye krizi bağlasözleşmesi başta olmak üzere, insan hakları evmında mültecileri konuşuyoruz ama Suriye krizi
yaşanmadan önce de dünyada milyonlarca mülteci vardı. rensel bildirgesine temel uluslararası belgelere aykırılık
Türkistan, Özbekistan, Kazakistan, Irak, Afganistan, teşkil eden uygulamalar.
Bosna, Filistin mülteci doğuran coğrafyalardır. Avrupalı
devletler kölelik ve sömürge politikalarına başladıkları Mülteciler ve onların haklarına yönelik, pozitif hudönemden itibaren Orta Afrika’yı ve Orta Doğu’yu sömü- kuk kurallarından farklı olarak, İslam hukuku penrüp yer altı ve yer üstü zenginliklerini kullanmak için o ceresinden insani boyutta nasıl bakmalıyız? Bu hususta insanlara tavsiyeleriniz neler olur?
insanları yerin üstünde yaşayamaz hale getiriyorlar.
Mültecilik meselesi üzerinden hareketle Avrupa’nın artık Biz hiç kimsenin yardım istemek zorunda kalmadığı bir
dünya adına insanlık adına bir söz söyleme hakkının ol- düzen için çalışmak zorundayız. Yardımlarla hayatını geçindirmek zorunda kalan insanların var olduğu düzenmadığını gösterecek şekilde yeni bir politika üretilmeli.
den hiç kimsenin yardım almak zorunda kalmadığı bir
Peki, tüm bunların neticesinde Avrupa bu eylemle- düzene geçmek için var gücümüzle çalışmak zorundayız.
rinin kaynağını hukukundan mı alıyor, almıyorsa Muhacir - Ensar pratiği çok önemli bir pratik aslında.
hukuken nasıl bir mücadele veriliyor, bu konuda ça- Mülteci kavram ve tanım itibariyle yabancıyı imler. Ne
olursa olsun senin özümsemediğin senin "kendi" dinalışmalarınız var mı?
Batı, mülteci hukuku bağlamında insan haklarını temel miğinin, kendi yapının unsuru haline getirmediğin, hep
ilkeler hâlinde görmezler. Konjonktürel bakarlar, geçici yabancı olan dışarda kalan kişiyi imler. Muhacir dediğiilkeler olarak görürler. Batı için insan hakları dediğimiz mizde, muhacir daha çok o toplumla kaynaşmış, o toptemel ilkeler helvadan yapılmış putlar gibidir. Bu putlara lum içerisinde, o toplumun bir ferdi gibi yer alabilmiş
diledikleri zaman taparlar ve bu putları diledikleri za- kişiyi semboller.
man yerler. Avrupa, insan hakları alanında uluslararası Ensar-muhacir ilişkisine baktığımızda, muhacirler ensametinleri üretmekle gururlanan ve dünyaya da bunu pa- rın evine geldiğinde, ensar onu kendinden ayırt etmeksizarlayan bir yapıya sahip. Avrupa kendi konforuna yöne- zin yemeğini, evini, işini paylamıştır. Bunun vesilesiyle
lik en ufak bir tehditte, ürettiği uluslararası metinleri göz muhacir dediğimiz insanlar hayatlarını ensar dediğimiz
insanların yardımına muhtaç bir şekilde sürdürmemiştir.
ardı edebilen bir yapı.
Mültecilerin yoğun olarak Avrupa’ya hareket ettiği dö- Toplumda kendi ayakları üzerinde durabilen, kendisi işinemde Avrupalı liderlerin dillendirdiği çözüm önerileri ni üretebilen dolayısıyla o toplumun devamı, dirliği için
var. İngiltere Dışişleri Bakanı Akdeniz’deki kurtarma kendi değerini üretebilen durumda olmuştur. Bugün de
operasyonlarına son verilmesi gerektiğini çünkü bu ope- bizim mülteci meselesinde, mülteci bağlamında yapmarasyonların diğer mülteciler açısından özendirici oldu- mız gereken de budur. Sosyal olarak, ekonomik olarak
çok ciddi bir geri dönüşü olur bize. Toplumsal çatışmayı,
ğunu söylemişti.
Hollanda, Avrupa dışından gelen mültecileri hiçbir şe- sosyal dengesizliği giderecek bir katkı sağlar.
>>>
AbdülhamitTuran
Turan
>> >>Abdülhamit
Hukuk
Öğrencisi
Hukuk
Öğrencisi
Bir tebessüm insanın gönlünü paramparça
edebilir mi? Ederse ne kadar parçalar? Olur
mu hiç öyle şey demeyin. Öyle de bir olur ki
Ankara’nın ayazında kor çöker sinenize. Aldığınız
her bir soluk dar gelir göğüs denen kafese.
adalet ve medeniyet
.............................
26
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Bir tebessüm insanın gönlünü paramparça edebilir mi? Ederse ne
kadar parçalar? Olur mu hiç öyle şey demeyin. Öyle de bir olur ki
Ankara’nın ayazında kor çöker sinenize. Aldığınız her bir soluk dar
gelir göğüs denen kafese. Hele ki o tebessüm yaşadığı her şeye rağmen umut dolu gözlere aitse... O gözlerin sahibi; anasının, babasının ve hayatta değer verdiği birçok kişinin ölümüne şahit olmuşsa
ya... Yaşadığı şehir içindeki her şeyle birlikte haritadan silindiyse...
Düşünsenize her gün gittiğiniz geldiğiniz o sokaklar, rızkınızı kazanmaya çalıştığınız iş yeriniz, çocuk parkları, mahalle bakkalınız,
namaza gittiğiniz caminiz, eviniz ve daha birçok şeyinizi kaybetmişsiniz. Binalarla birlikte binaların içindekileri de tabi...
Gördüğüm o gözler ve daha onun gibi niceleri Suriye’den gelen yetimlere aitti dostlarım. Şimdi söyleyin bana dostlar, o çocukların
tebessümleri gönlümü nasıl yıkmasın. Yüzleri belki gülümsüyor
ama ah o gözler yok mu o kadar çok acı dolu ki.
Her şeyden öte bize dair umutlu
olduklarını anladım. İslam'ın
son kalesi olan bu topraklarda
Anadolu insanının onlara her
zaman kucak açacağından eminler.
Günü geldiğinde adaletin bu
topraklardan yeniden çağıl çağıl
çağlayacağından yana umutlular.
Hatta bizden daha çok umutlular.
.............................
27
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
bütün bu dertler onların omuzlarındaymış gibilerdi. Her
gece gizli gizli ağlıyorlar belki. Göz pınarları çoktan kurudu belki de bazılarının. Çok da anlatamıyorum o anaları.
Nasıl anlatayım ki...
Her şeyden öte bize dair umutlu olduklarını anladım.
İslam’ın son kalesi olan bu topraklarda Anadolu insanının onlara her zaman kucak açacağından eminler. Günü
geldiğinde adaletin bu topraklardan yeniden çağıl çağıl
çağlayacağından yana umutlular. Hatta bizden daha çok
umutlular. Lakin bazı kötü niyetli fırsatçılar da yok değil.
Onları ağır şartlarda çalıştıranlar, dilendirenler, onları
itip kakanlar maalesef mevcut. Lütfen böyle bir şeye şahit olursanız onlara sahip çıkalım. Onlar misafir. Onlar
muhacir. Biz Ensar olalım. Ümmet olmanın hakkını verelim ey dostlar. Belki onların kaderi bu lakin hiç şöyle
düşündünüz mü ki: Onların kaderi, bizim imtihanımız…
adalet ve medeniyet
Suriye’den gelen kardeşlerimizin yaşadığı “Solfasol” bölgesine birkaç arkadaşla ziyaret gerçekleştirdik. Bize rehberlik yapan Sadettin abinin söylediğine göre 650 mülteci
aile yaşıyormuş bu bölgede. Çoğu kadın ve çocuklardan
oluşuyor. Sadettin abi 21. Yüzyıl Ensarlarından. Gece
gündüz demeden bu aileler için çabalıyor, yardım topluyor eşinden dostundan. Temel ihtiyaçları alıp dağıtıyor
bu ailelere. Hiçbir derneğe vakıfa kurum veya kuruluşa
bağlı değil Sadettin abi. Tek başına bir vakıf olmuş, Allah
rızası için çabalıyor.
Devletimiz, sivil toplum örgütleri yardım ediyorlar. Ancak bazıları kaçak göçek gelmiş, her birine yetmiyor
bu yardımlar. Hem, devlet yardım ediyor deyip veya bir
yardım kuruluşuna bağış yapıp vicdanımızı bastırmak
ne kadar doğru bilmiyorum. Beni o yetimlerden birinin
başını okşadığınızda çok iyi anlayacaksınız.
Solfasol ziyaretinde Suriyeli kardeşlerimizle görüştük,
hane hane dolaştık, hasbihal ettik, dertlerini dinledik
yardımları ulaştırdık. Şahsım adına çok utandığımı söyleyebilirim. Gaflette yaşamış, kardeşlerimin hallerinde
bihaber kalmışım. Efendimizin "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." sözüyle ortaya koyduğu ölçü sadece
bir özlü söz olarak kalmış zihnimde.
İnsanlar anlatırdı, bahsederdi Suriye’den gelen kardeşlerimizin durumunu ama sadece duymak veya okumak
hatta sıcak evimizde otururken ekranlardan görmek meseleye uzak kılıyormuş bizi. Solfasol ziyaretimizde Efendimizin 1400 sene evvel söylediği o sözü daha iyi anlamış oldum. Ensar nedir, muhacir nedir, mülteci nedir çok
daha iyi anlıyorum. Ah o gözler yok mu her şeyi anlatıyor.
Onlara yardıma gelen birini gördükleri için umut dolu.
Bütün dünya onlara sırtını dönerken onlara kucak açmış
Osmanlı'nın torunlarına minnetle bakıyorlar.
İçim yanarken ben de tebessüm ettim ve dimdik durmaya
çalıştım.
Çünkü Bilsinler ki; Osmanlı'nın torunları zulmün her zaman karşısında!
Bilsinler ki; Osmanlı'nın torunları mazlumun yanında!
Bilsinler ki; Osmanlı'nın torunları varken asla yalnız değiller.
Solfasol’a gittiğimiz heyetle hane hane dolandık. Haneler
dökük, haneler yıkık. Hanelerin çatısı su alıyor ve soğuk.
Haneler bir ya da iki oda, dahası yokluk. Bir göz oda, odada altı kişi kalıyor, çoluk çocuk… Hastaları da vardı aralarında. Ameliyat olmayı bekleyen, tedavi arayan biçareler.
Ablanın biri kömür istedi bizden. Belki de herkesten çok
onun ihtiyacı vardı. Bir depoda kalıyorlardı. İçerisi buz
gibiydi. Abla demişken, Suriyeli anneler var bir de. Sanki
ım, Büşra Nur Ünükür
>> Röportaj: Feyzanur Yıldır
UM
L
P
O
T
İL
İV
S
İ
K
E
TÜRKİYE’D
TEK
S
E
D
E
İZ
İM
R
E
L
Ş
SURİYELİ KARDE
OK
Ç
İR
B
,
A
D
IN
M
A
L
OLMA AN
TEK
S
E
D
A
L
Z
A
F
A
H
A
ÜLKEDEN ÇOK D OR!..
SUNUY
adalet ve medeniyet
.............................
28
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Şuan
650.000 çocuğa
eğitim hakkının verilemediğini, bu çocuklara
ulaşılamadığını, bu çocukların yerlerinin tespit edilemediğini görüyoruz. Çünkü
bu geçici eğitim merkezi
dediğimiz okullar her ilde
yok, sadece 19 ilde
var.
.............................
29
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Hukuki açıdan incelemek gerekirse Suriyeli çocukların eğitimi esnasında yararlandıkları “geçici koruma
statüsü” onlara hangi kapsamda imkân ve haklar sağ-
lıyor? Bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı gibi eğitim
hakkından faydalanabiliyorlar mı?
Geçici koruma statüsüyle eğitim-öğretim hakkı bir lütuf
olarak değil bir hak olarak bu çocuklara verilmeye başlandı. Takdir edersiniz ki Türkiye’deki devlet okullarının kapasitesini düşündüğümüzde tüm bu Suriyeli öğrencilerin
eğitim sistemine dâhil edilebilmesi mümkün değil.
Geçici eğitim merkezleri gibi alternatif çözümler yani sabahları Türkiye vatandaşlarının okuduğu öğleden sonra
aynı binaların Suriyeli öğretmenler ve Suriyeli öğrenciler
tarafından kullanıldığı merkezler gibi bu çocukların eğitim haklarını en azından eğitimsiz kalmalarını önleyecek nitelikte bir model geliştiriliyor. Bu model bence çok
önemli çünkü dünyada böylesine başka bir örnek yok.
Uzun süren araştırmalarımızda da incelediğimiz üzere
baktığımızda en yakın zamanda Bosna göçü örneği var.
Ancak hiçbir ülke Boşnaklara kendi dillerinde ve kendi
müfredatlarında eğitim hakkı tanımadı.
Şuan 650.000 çocuğa eğitim hakkının verilemediğini,
bu çocuklara ulaşılamadığını, bu çocukların yerlerinin
tespit edilemediğini görüyoruz. Çünkü bu geçici eğitim
merkezi dediğimiz okullar her ilde yok, sadece 19 ilde var.
Dolayısıyla 81 ilde de Suriyelilerin olduğunu göz önünde
bulundurursak eğitim hakkının bütün bu çocuklara verilebilmesi için bu eğitim merkezlerinin muhakkak bütün
illerimizde kurulması gerektiğini söyleyebiliriz.
adalet ve medeniyet
Analiz raporlarında Suriye’den ülkemize gelenler “sığınmacı veya mülteci” olarak nitelendirilse de siz “misafir”
kavramının diğer iki kavramdan daha uygun ve yerinde
olacağını yaptığınız panellerde belirtiyorsunuz. Bu kavramı kullanmayı tercih etme nedeniniz nedir?
Hukuki olarak mülteci ya da sığınmacı kelimelerini kullanamıyoruz çünkü gelen Suriyeler ne mülteci statüsünde
ne de sığınmacı statüsündedir. Suriyeliler şuanda “geçici
koruma” statüsündelerdir. Zaman zaman raporlarımızda
hareket olarak sığınma eyleminde bulundukları için sığınmacı kavramını onlar için kullanıyor olsak da; yaptıklarımızdan, yediklerimizden, giydiklerimizden paylaşıyoruz.
Barınma ve iş imkânı bulmaları için elimizden geleni yapıyoruz. Bir misafire gösterilen hürmet gösterilmeye çalışıldığı için “misafir” terimini kullanıyoruz. Fakat “misafir”
kavramı da tartışmalı hâle geldi. İlk bir sene yani 2011 yılı
içerisinde misafir kavramını kullanabilirdik ancak şuanda
bu terimi kullanmak zorlaştı. Her geçen gün artan nüfusları dolayısıyla ve savaşın da uzamasıyla geçici misafirlik hususu düşünülmeye başlandı. Bu nedenlerle de bu
kavram karmaşası hukuki ve gündelik alandaki kullanım
farklılıkları bakımından halen devam etmektedir.
Tarih derslerimizi okuturken Arap
halkına yönelik geçmişten
gelen birtakım önyargıları
içeren ifadeler kullanıldığında,
bunu duyan bir Suriyeli çocuğun
rencide olabileceği ve yaşayacağı
psikolojik içerlenmeyi önlemeliyiz. Müfredatın ortak bir
hoşgörü dilinde buluşturulması gerekiyor.
Suriyeli çocukların Türkiye’deki eğitimleri esnasında “dil” mevzusu
gündemimize
geliyor.
Mevcut eğitim merkezlerinde hem Arapça hem
Türkçe eğitim görüyorlar.
Siz bu şekilde bir eğitimi nasıl buluyorsunuz?
Sosyoloji açısından bakarsak, geçici eğitim merkezlerinde bu çocukların Türkçe eğitim almaları çok mühimdir.
Çünkü bu onların yaşadıkları toplumda hayatlarını
kolaylaştıracak. Örneğin hastanelerde birtakım sağlık
problemlerini ifade etmeleri, hukuki bir problemle karşılaştıkları zaman kendilerini mahkemelerde savunabilmeleri bakımından bu husus çok önemli. Birlikte yaşayabilmemiz için bu çocukların Türkçe öğrenmeleri gereklidir.
Arapça konusunda meseleye bakarsak; siz doğrudan
8.sınıf yaş grubundaki bir çocuğa “Hadi sen Türkiye’deki
8.sınıflarla eğitimine devam ediyorsun.” diyemezsiniz, bu
teknik açıdan da mümkün değil çocuğun alacağı eğitimin
niteliği açısından da doğru değildir. Dolayısıyla şuan biz ne
yapıyoruz; bir yandan geçici eğitim merkezlerinde Türkçe
öğretiyoruz, bir yandan da Arapça müfredatta eğitimlerine
devam ettirerek eğitimsiz kalmamaları için çalışıyoruz.
adalet ve medeniyet
.............................
30
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Suriyeli öğretmenlerin tespiti ve yeterlilikleri noktasında neler yapılıyor?
Diyanet Vakfının öğretmenlerin tespiti için kurmuş olduğu bir komisyon var. Bu komisyon içerisinde MEB de bulunuyor. Öğretmenler öğretmenlik yapmak istedikleri il
veya ilçe müftülüklerine başvuruyorlar. Örneğin öğretmen
diyor ki; ”Ben sınıf öğretmeniyim ya da matematik öğretmeniyim.” Komisyonda o alana ilişkin bir öğretmen tarafından da bu kontrol ediliyor. Bu kapsamda yazılı mülakatın yapıldığı yerler de var, sadece sözlü mülakatın olduğu
yerler de var.
Suriyeli çocuklara eğitim veren bütün öğretmenlerin; yani
Suriyeli öğretmenlerin ana mesleği Suriye’deyken öğretmenlik değil. Mesela; Ankara’daki geçici eğitim merkezlerinde biz mülakatlar yaptığımızda hukukçu da vardı,
mühendis de vardı, doktor da vardı. Çünkü kendi mesleklerini icra edemeyince burada en azından hasbelkader çocuklara da katkı olsun, kendilerine de cüzi miktarda katkı
olsun diye öğretmenlik yapıyorlar. Alanında uzman
bir öğretmenin vereceği
eğitimle alan dışı birinin
idareten verdiği bir eğitim
tabi ki mukayese edilemez. Biz sadece eğitim verelim diye de eğitim veremeyiz, bunu nitelikli bir şekilde
yapmamız gerekiyor.
Suriyeli çocuklara verdiğimiz müfredatın yanında aynı zamanda Türk
çocuklarına okutulan müfredatın da hem hoşgörü hem de birlikte yaşayabilme hukukuna yönelik
geliştirilmesi ve iyileştirilmesini düzenleyen çözüm
önerinizi biraz açabilir misiniz?
Biz uzun vadede devlet okullarında Suriyeli çocukları barındıracaksak, eğiteceksek ve Türk eğitim sisteminden mezun edeceksek; bizim de kendi müfredatımızda onları da
içine alacak şekilde hitap ve ifadelerin yer alması lazım.
Örnek olarak kendi tarih derslerimizi okuturken Arap halkına yönelik geçmişten gelen birtakım önyargıları içeren
ifadeler kullanıldığında, bunu duyan bir Suriyeli çocuğun
rencide olabileceği ve yaşayacağı psikolojik içerlenmeyi
önlemeliyiz. Müfredatın ortak bir hoşgörü dilinde buluşturulması gerekiyor.
BEKAM’ın yapmış olduğu çok güzel bir çalışma var. Rejimin belirlediği mevcut Suriye müfredatının içeriğini taramışlar. Bu rapora baktığımızda görüyoruz ki hala mevcut
müfredatları Osmanlı ve Türk toplumu hakkında önyargılı
pek çok içerik barındırıyor. İşte Suriye topraklarının Osmanlı’nın işgaline uğradığı(!), yine Türk saldırıları(!) gibi
pek çok içerik varmış.
Her ulus-devlet kendi zihniyetini, ideolojisini eğitim sistemiyle çocuklara aşılamaya çalışıyor. Bizde de bu tarz içerikler var onlarda da bu tarz içerikler var. Ama artık eğer iç
içe yaşanacaksa her iki tarafın da müfredatının bu anlamda yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Geçici eğitim merkezleri kısa vadelidir. Yalnız şuanda
devlet okullarında kapasite sorunu yaşandığı için iyi bir
çözümdür. Eğitimsiz kalmalarındansa Arapça kendi müfredatlarında eğitim görsünler bu çok önemlidir. Okulda
olmayan bir çocuğu dışarıda çok büyük tehlikeler bekliyor. Bu çocuklar üzerinden hem maddi kazanç hem de
başka kazançlar sağlamaya çalışan istismara yol açan
gruplar var. Dolayısıyla
da bu çocukların okulda
olmaları çok önemlidir.
Yani sokakta mendil satmasındansa okulda eğitimine devam etmesi bu
çocuğun kendi geleceği,
yarının Suriye’sinin geleceğini inşa etmesi ayrıca Türkiye’nin kalkınması açısından
çok önemlidir.
Sivil toplumun
hem Suriyeli kadınlara
Türk Medeni Hukuku, Türk
eğitimi de çok önemlidir.
Toplumunun evlilik anlayışı, evDüşünün eşini kaybetmiş
liliğe bakışı gibi konularda şuurbir kadının geçimini sağlandırma çalışması yapması hem de
layabilmesi için başkalarına muhtaç olmadan
Türkiye’deki kadınları da Suriyeli
ayakta kalabilmesi için
kadınlar hakkında bilgilendirmesi
çalışması
lazım. Örneğin
gerekmektedir ki uyum, karbiz kamplarda çok güzel
şılıklı anlaşma ve birlikte
örneklerle karşılaştık. Dikiş
yaşama mümkün olabilatölyeleri kurmuşlar haftanın
sin.
3 günü dışarıya hizmet yapıyor-
Suriyeli kardeşlerimizle ilgili olarak sivil toplum örgütleri neler yapmalı?
Şuanda geçici eğitim merkezlerinin çoğunun bir paydaş
kuruluşu var. Bu paydaş kuruluşlar sivil toplum merkezlidir. Mesela Antep’te Bülbülzade ya da Anadolu Platformu
gibi kurumların destek sunduğu okullar var.
Sivil toplum örgütleri eğitim çalışmalarına yoğun bir şekilde müdahale olmamışken bile şuanda Suriyeli kardeşlerimizin eğitim aldığı okullardaki masrafları karşılama
noktasında bayağı yardımcı oluyorlar. Ayrıca bu çocuklara
psikolojik destek sunuyorlar.
Bunun dışında iki toplumun birbirine yaklaşması karşılıklı önyargıların kırılması için, birlikte yaşamın daha sağlam
temelli oluşabilmesi için Sivil Toplumun daha faal çalışması gerekiyor. Bu kapsamda kadın sivil toplum örgütlerine de çok fazla iş düşüyor.
Kadınlarla ilgili pek çok spekülasyon ortaya atılıyor. Çok
eşlilik gibi konular Türkiye’deki kadınları çok fazla ürküten bir şey haline gelmiş durumda. İşte Sivil toplumun hem
Suriyeli kadınlara Türk Medeni Hukuku, Türk Toplumunun
evlilik anlayışı, evliliğe bakışı gibi konularda şuurlandırma
çalışması yapması hem de Türkiye’deki kadınları da Suriyeli
kadınlar hakkında bilgilendirmesi gerekmektedir ki uyum,
karşılıklı anlaşma ve birlikte yaşama mümkün olabilsin.
.............................
31
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Suriye’den gelen ailelerin psikolojik travmalarını aşmada eğitimden yararlanabilir miyiz?
Bir örgün eğitim var, bir yaygın eğitim var, bir yetişkin
eğitimi var, bir çocukların eğitimi var. Biz şuanda çocukların eğitimini öncelikli olarak görüyoruz. Tabi ki ailelerin
lar, o parayı oradan kendileri alıyorlar diğer günler de kamp içindeki
çocuklara, kadınlara, erkeklere güzel kıyafet
dikiyorlar. Bu tarz etkinlikler travmaların etkilerini kıracak hamlelerdir.
Yaşadıkları psikolojik travmayı düşünün çok ciddi düzeyde. Siz onları sadece eve hapsederseniz bu çocukları, kadınları ya da erkekleri kazanamazsınız. Bu insanları kendi
travmalarıyla baş başa bırakmış olursunuz ki bu da olumsuz sonuçları beraberinde getirir.
adalet ve medeniyet
Suriyeli çocuklara ilişkin BBC Türkçenin hazırladığı ‘Suriyeli mülteciler Dosyası’nda şöyle bir ifade var: ”Eğitim bakımından kayıp
nesil”. Türkiye yaptığı bu çalışmalarla bu “kayıp nesli,
kazanılmış nesil haline getirmek çabasında. Türkiye’nin duruşunu uluslararası kamuoyuna kıyasla siz
nasıl buluyorsunuz?
Baktığınızda bırakın Suriyeli çocukların eğitimini bir çocuğun eğitimi; müfredat demek, ders programı demek,
kitap demek, araç gereç demek, kıyafet demek, öğretmen
demek, müdür demek, sıra demektir. Yani sizin pek çok
altyapıyı hazırlamanız gerekiyor. Bırakın bu tarz önemli
çalışmaları insanlara bir su bir ekmek dahi verip yaşam
hakkı tanımıyorlar.
Sizler de takip ediyorsunuzdur; sınırlardaki o görüntüler,
Aylan Kürdi bebeğin ölümü. Bu manzaraları gördükten
sonra Türkiye’nin acil ihtiyaçlara sivil toplumla beraber
kısa sürede cevap verebiliyor olması çok önemlidir. Her
türlü eksiğine rağmen eğitimde kat ettiğimiz mesafe de
takdire şayandır.
Dünyaya baktığımızda ise sürekli “Sizi alkışlıyoruz, sizi
takdir ediyoruz.” gibi söylemler görüyoruz. Ve şuan 3 milyon Suriyeliyi 3 milyar Euro gibi bir rakamla avutmaya çalışıyorlar ki bu hiçbir şey. Türkiye bugüne kadar 8 milyar
dolar harcamış ve Türkiye’deki sivil toplum 655 milyon
harcamış, dışarıdan gelen destek ise sadece 455 milyon.
Yani baktığımızda Türkiye’deki sivil toplum dahi yurtdışından çok daha fazla destek sunmuş durumdadır.
>>>
>> Serdar Temiz
Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
adalet ve medeniyet
.............................
32
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
VE ZALİMDEN
DAHA BÜYÜK BİR
ZALİMDİR KUCAĞINDA ÇOCUĞU
İLE ÇARE ARAYAN
MAZLUMA ÇELME
TAKAN. ZALİMDEN DAHA BÜYÜK
ZALİMDİR BOMBALARIN DÜŞÜŞÜNÜ UZAKTAN
İZLEYİP, YALNIZCA KINAYAN.
>> Serdar Temiz
Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
Zulmün tenhalaştırdığı sokaklar. Çocukların gülüştükleri parklarda şimdi tanklar,
tüfekler, askerler, bombalar… Savaş, kan,
yoksulluk, cefa ama en önemlisi çaresizlik!
İnsanları öldüren ölümler değil, bombalar
değil, silahlar değil. İnsanları öldüren ilk
şey: Çaresizlik!
İnsanın insanlığını öldüren, kine nefrete bürüyen, içinden varlığını koparan çaresizlik.
Gözü önünde, annesi kanlar içinde kalan
çocuğun çaresizliğidir ölüm. Çocuğunun
kanlı bedenini, kucağında taşıyan babanın
çaresizliğidir. Evinin üstüne kilolarca bomba düştüğünde evsiz kalmak değil, o bombanın altında karını, çocuğunu, babanı,
anneni, sevdiğini kaybetmektir çaresizlik.
Ve zalimden daha büyük bir zalimdir kucağında çocuğu ile çare arayan mazluma çelme takan. Zalimden daha büyük zalimdir
bombaların düşüşünü uzaktan izleyip, yalnızca kınayan. Ve tüm insanlığın iftiharı, en
şereflisi, şahsiyetlisi ve ahsen-i takvim olanı da ensarın
yaptığı gibi çaresize kucak açandır.
Biz ensar kadar samimi, gönülden, karşılıksız kucak açamıyoruz belki ama şükürler olsun ki umut arayana çelme
de takmıyoruz. Hatta çaresizlere çare arıyor, dertlerini bir
nevi hafifletmek adına derman da olabiliyoruz. Dün olduğu gibi bugün de Allah bize bu şerefi verdi. Dini, dili,
ırkı ne olursa olsun zulme uğrayanların yanında onlara
sığınacak liman olduk.
1450’li yıllar… Edirne’de bulunan baş haham İshak Sarfeti’nin Avrupa’daki Yahudi cemaatlerine gönderdiği mektuplar bize gurur, mazluma sevinç, zalime de ders niteliğindedir: “Osmanlı’ya gelin ve huzur bulun.” Ve bu yılı
takip eden yıllarda birçok Yahudi Osmanlı topraklarına
sığındı.
1830’lu yıllar. Rusya’dan kaçan Polonyalılar Osmanlı’ya
sığındı. Sonraları binlerce Macar da Osmanlı topraklarına sığınmak zorunda kaldı. Rusya ve Avusturya kralları
zulme devam etmek adına Osmanlı’ya sığınan garipleri
istiyor ve Abdülmecid Han’ın o müthiş cevabı ile karşı
karşıya kalıyorlar: “Ben ki tek bir mülteciyi vermemek
için Timur’un hapishanesinde ölen Bayezid’in torunuyum! Bir alay Macar ve Leh mültecisini sizlere nasıl veri-
rim?” Bu cevap yetmiyor onlara ve mülteciler konusunda baskılarına devam ediyorlar.
Osmanlı devleti mültecilerin iade taleplerini
kabul etmeyince Avusturya ve Rusya ültimatom tarzında notalar verdiler. Mültecilerin geri verilmemesi durumunda diplomatik
ilişkileri kesme tehdidinde bulundular. Sultan Abdülmecit’in tavrı ise bu konuda netti:
“Tacımı veririm, tahtımı veririm ama devletime sığınanları asla vermem.”
Polenezköy Polonyalı mültecilerin hatırası…
1831’de, Rusya’ya karşı yapılan “Kasım
Ayaklanması” başarısız olunca, Polonya
Krallığı’ndan kaçanların bir kısmı, Osmanlı’ya sığındı. Osmanlı Devleti, sürgünde
kurulan Polonya Millî Komitesini tanıdı ve
komitenin İstanbul’daki temsilcisine âdeta
bir elçi gibi muamelede bulundu. Polonyalı mülteciler, Osmanlı topraklarına dağıldı.
İstanbul’un şirin tatil yerlerinden biri olan
Polonezköy, o günlerin hâtırasıdır. Polonya
Temsilciliğinin yöneticisi olan ve daha sonra Müslüman
olup Mehmed Sadık Paşa adını alan Micheal Czajkowski, Padişah’ın izniyle, günümüzdeki Polonezköy’de 5000
dönümlük arazi satın aldı ve Polonyalı göçmenlerin bir
kısmını buraya yerleştirdi. Prens adına İstanbul’daki Lazaristler cemaatinin başı Peder Leleu ile bir anlaşma imzalamasının ardından 3 Mart 1842 tarihinde, köy resmen
kurulmuş oldu. İşte Polonezköy bize Polonyalı mültecilerin hatırası iken bizim de oturup düşünmemiz gereken
ne çok şey olduğunu gözler önüne seren bir anekdottur.
Şu zamanlarda düşünmemiz gereken çok şey var ancak
öncelikle üstünde durulması gereken soru: Bizden ne istiyorlar? Neden bütün güçlü devletler bizimle uğraşıyor?
Biz ne teknik olarak onlardan ilerideyiz ne de onlardan
zenginiz ancak bizimle alıp veremedikleri ne? Aslında
alıp veremedikleri bir şey yok bizimle ancak korkuyorlar!
Müslümanların birleşmesinden korkuyorlar. İmanımızla
yekvücut olmamızdan korkuyorlar. Osmanlının yaptığı
gibi yeniden “Cihan Devleti” olup oyunlarını bozmamızdan korkuyorlar. Muhabbetimizden korkuyorlar! Allah’a,
peygambere, İslam’a olan muhabbetimizden... Korkularının ecellerine faydası olmaması duasıyla…
MÜSLÜMANLARIN
BİRLEŞMESİNDEN
KORKUYORLAR.
İMANIMIZLA
YEKVÜCUT
OLMAMIZDAN
KORKUYORLAR.
OSMANLININ
YAPTIĞI GİBİ
YENİDEN “CİHAN
DEVLETİ” OLUP
OYUNLARINI
BOZMAMIZDAN
KORKUYORLAR.
adalet ve medeniyet
.............................
33
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
N
I
N
'
A
R
A
ANKRLARI
>>>
ENSA
İZ, NEREDE
LARI… NEREDE BİR SESS
AN
CD
Vİ
I,
AR
NL
YA
K
LDİĞİNİ
İMİZİN ORTA
RMENİN NE ANLAMA GE
N AĞABEY… ÜÇ AĞABEY
SÜ
RU
T
HA
YA
,
HA
CA
A
AM
RD
T
LA
Vİ
AK
CA
İ İSİMSİZ
KİYESİ TOPR
SAADETTİN ABİ,
Ü AÇAN ANKARA’DAK
ÜN
RİYORLAR… OSMANLI BA
VE
NL
Tİ
GÖ
Bİ
A
A
AR
ND
ÇL
NI
TA
YA
UH
UN
BİR KİMSESİZ ON
ÜLKEMİZE GELEN M
N. DURUMDAN VAZİFE
A
DA
NR
AR
SO
”L
N
AN
DE
M
İN
LÜ
ES
ÜS
EL
M
ES
RİYE M
İNE
Ğİ “BİR AVUÇ
BİLEN VE ÖZELLİKLE SU
ET ÖZEL’İN BAHSETTİ
KIF ADAMLARDAN. KİM
M
VA
İS
:
Ğİ
Tİ
AR
RL
ET
YO
HS
PI
BA
YA
İ
IN
M
’N
Ü. NE
YILDIZ HOCA
KAHRAMANLARDAN ÜÇ
GEZDİRİRLER. KİMİSİNİ
Mİ DEMELİ: NURETTİN
E
TA
YL
RK
ŞÖ
PA
İ
DA
İN
M
YA
Tİ
N…
YE
DA
İN
NLAR
RUR, KİMİN
.
ÇIKARIP İMDADA KOŞA
LERİYLE DERTLENİRLER
, KİMİNİN KARNINI DOYU
RT
ER
RL
DE
N
ŞE
RI
DÖ
LA
P
YI
AN
YA
M
LÜ
DA
ÜS
E EV
EZLER. M
KİMLİK ÇIKARIR, KİMİN
AR. İHTİYAÇ AYIRT ETM
RL
RI
TI
YA
NI
RI
LA
RA
TU
FA
EVLENDİRİR, KİMİSİNİN
adalet ve medeniyet
.............................
34
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Suriyeli ailelere yardım serüveniniz ne zaman ve
nasıl başladı?
Suriyelilere yönelik yardım faaliyetlerimiz 3 sene önce
başladı. Bir binaya Suriyeliler gelmiş diye bir duyum aldım. Bizim hatun eczaneden çıkarken yanına bir çocuk
yaklaşmış ve karnını tutarak ‘anne eki’ demiş, ağzını
göstermiş. Eşim tabi Arapça bilmediği için ilk önce anlayamamış. Sonra çocuğu alıp eve götürmüş, önüne
yemek koymuş, çocuk yemeği yemiş ama eşim diyor ki
“Sanki 10-12 yaşlarında değil de 35 yaşlarında yetişkin
bir insan gibi yemeği yedi.” İşten döndüğüm zaman
eşim bana Suriyelilerin bulunduğu bir binaya gitmemi
söyledi, ben de gittim. 25 kişi bir salonda birbirlerine
sokulmuş, ısınmaya çalışıyor. Hava soğuk, kış şartları,
binanın camları kırık, yerler mozaik beton, altlarında
bir kâğıt bile yok.
İçeri girdim, beden diliyle selam verdim, bekleyin yemek getiriyorum diye işaret ettim. Evde yemek yaptırdım. Yemeği aldım bakkala gittim, elindeki son 20
ekmeğin hepsini aldım. Yemeği ve ekmeği binaya götürerek beden diliyle beklemelerini tabak, kaşık getireceğimi söyledim. Elimde tabak ve kaşıklarla döndüğümde ne yemek ne de ekmek kalmıştı.
Akşam evde otururken çocuklar aklıma geldi, buz gibi
betonun üzerinde duruyorlardı. Hemen aklıma yatak
odasındaki yatak yorgan geldi, onları derhal oraya götürdüm. Ordakilere bu gece bu yatağa çocukları yatırın
siz de bir gecelik idare edin dedim. Suriyeliler ile ilk tanışmam bu şekilde olmuştu.
Niçin bu yardım faaliyetlerini yürütüyorsunuz?
Biz mümin olma iddiasındayız. Müslümanlık ayrı bir
kavramdır. Kelimeyitevhidi söyleyen herkes müslüman
olur. Fakat mümin olmak farklıdır. Peki mümin kimdir?
Cenabı Allah’ın emir ve yasaklarını gözeten ve bunlara uyan kişi mümindir. Allah’a Kuran’a peygamberine
iman ettik. Cenabı Allah Kur’an’ı Kerim’de Resulüme
itaat edin ve ona uyun, diyor. Bunun için efendimizin
hayatını okuyup tefekkür etmek gerekiyor. Bunları idrak ettiğimizde hemen dikkatimizi ensar-muhacir kardeşliği çeker. Biz bugün yaptıklarımızın on katını da
yapsak sahabe efendilerimizin tırnağı bile olamayız ancak elimizden geleni yapmamız gerekiyor. İşte bu işleri
yapmamın temel nedeni budur. Bize ait olan hiçbir şey yok,
şu fani dünyada tek arzumuz Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Yardım faaliyetlerinizi yürütürken en çok duygulandığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
Benim evime 29 Ekim de cumhurbaşkanımızın kızı danışmanlarıya birlikte geldiler. Yaklaşık 200-300 ailenin ihtiyaçlarıyla igili bir çalışma yapmışlar onları getirmişler. Bunlar
elbette çok güzel ve anlamlıdır. Fakat beni duygulandıran
olay şuydu: Bilecikli bir genç kız kardeşimiz Ankara’da Diş
hekimliği okuyor. Ekonomik nedenlerden dolayı kurban
bayramına ailesinin yanına gidememiş yurtta kalmış. Bana
telefon etti “Cavit amca ben sizin çalışmalarınızdan haberdarım, sizin yanınıza gelmek istiyorum.” dedi. Ben de “Tabii
ki buyur gel kızım.” dedim. Bir iki saat sonra geldi, elinde bir
Bu bölgede yerli halk ile Suriyeliler arasındaki ilişki nasıl?
Geçen senelerde muhaberatın adamları burdaki bazı işbirlikçiler ile el ele verip provakasyon çıkarmaya çalıştılar ama
elhamdülillah tutmadı.
Suriyelilerin Türkiyeye karşı bakış açısı nasıl?
Diyorlar ki bize Suriye’de verilen eğitimde Türkiye’nin yaşanmaz ve çok kötü bir yer olduğu anlatılıyordu ama iki üç yıldır
buradayız ve şu kanaate vardık: Dünyada İslam’ın sancaktarı ancak Türkiye olabilir.
kara kara düşünürken, ümitsizken Allah'ım bana yardım
edişine ağlıyorum şükrediyorum.” dedim.
Müslümanlar kardeştir. Ben Müslüman kardeşliğinin kan
bağı kardeşliğinden daha güçlü olduğunu düşünüyorum.
Bu yüzden düşen bir Müslüman’a her Müslüman’ın yardım
etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu çalışmaları yapma motivasyonunuzun kaynağı nedir?
Allah rızası ve Bediüzzaman'ın On Birinci sözünün beni etkilemesidir.Ben motivasyonumu Allah rızasından alıyorum.
Ben Rabbime dost olmak için yetime yardım ediyor, fakirin
karnını doyurmaya çalışıyorum. Her Müslüman’ın yapması
gereken de budur.
adalet ve medeniyet
.............................
Çalışmalar sırasında en duygulandığınız anı paylaşabilir misiniz?
Biz bu işe başladığımızdan beri sağımızda solumuzda keramet görüyoruz. Hani derler ya ‘İşin rast gitmesi’ işte bizim
de sürekli işimiz rast gidiyor. Soba istiyorsun soba geliyor,
35
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Suriyeli ailelere yardım faaliyetiniz nasıl başladı?
İlk zamanlar şöyle düşünüyorduk: “Daha erken sonra yardım ederiz.” Sonra fark ettik ki geç bile kalmışız. Keşke daha
ilk zamanlar sınıra gidip insanlara yardım edebilseydik. Elimizden ne gelirse yapabilseydik. Mesela arabamızla alıp
onları buralara getirseydik ve kalabilecekleri yerler bulabilseydik.
Birkaç Suriyeli arkadaş ile tanıştık, onlarla arkadaş olduk.
Onları dükkânıma falan çağırdım. Daha sonra onların evlerini ziyaret ettik. Onlara eski koltuk, eski halı bulmaya çalıştık. Gelinlerin evlerini dizmeye çalıştık. Zaten kış gelmek
üzereydi, onuncu aydı. Evlerde soba yoktu. Soba alacak paramız olmayınca kalbimiz kanamaya başlıyordu. Bir arkadaşımıza rica ettik. Ona bir soba aldırdık. Aradan birkaç gün
geçti. Havalar soğuk, bir eve gittim çocuklar ortada kalmış
“Abi bize soba” dediler. Ben de “bukra” yani yarın dedim.
“İnşallah yarın size soba alacağım” dedim. Cebimde vallahi
100 lira vardı. Ben de o parayla gidip soba alayım, dedim.
Baktım her yer kapanmış tabii, onlar o gün sobasız uyumak zorunda kaldılar. Ben eve gittim bizim hanıma “Hanım
bugün bizim sobamızı yakma.” dedim. Çünkü onlar orada
soğukta uyurken ben burada sıcakta uyuyamazdım. Gece
uyandığımda o kadar çok üşümüştüm ki sanki dışarıda
uyuyor gibiydim. Onların halinden o gece daha iyi anladım.
Sabah uyandığımda hemen evimde bulunan ısıtıcıyı aldım,
onlara götürdüm. “Alın bununla ısının.” dedim.
İhtiyaç sahiplerine nereden soba temin edeceğim diye düşünürken bir arkadaşım beni aradı “Yarın sekiz tane soba
getireceğim.” dedi. Ben arabayı kenara çekip ağlamaya başladım. Bana dedi ki: “Neden ağlıyorsun?” Ben de “Az önce
poşet vardı. Elindeki pakette ne var, dedim. Ailesinin gönderdiği kavurmayla –yarım kilo ya gelir ya gelmez- bir tişört
getirmiş. Bunları Suriyeli bir aileye verbilir miyiz, dedi. Götürdüm, onlarla buluştu, paketini verdi.
>>>
gıda istiyorsun gıda geliyor. O anlarda ben çok duygulanıyorum. Ayrıca bir gün birine buzdolabı götürdük. Daha sonra
yan komşusu 60 yaşında bir adam “Bana da bir buzdolabı
getirebilir misiniz?” dedi. Biz de bir yerlerden bulup evine çıkarttık. Evine çıkarttığımızda elimizi yıkamak için musluğu
açtık, baktık su yok ve evde yatalak hasta var. Yatalak hasta
olup su olmamasını siz düşünün ve cebimde kalan son parayı suyu için verdim. Ben o hastayı öyle susuz kötü bir halde
görünce içim parçalandı.
Çalışmalar sırasında en mutlu olduğunuz anı paylaşır
mısınız?
Bir gün akşam vakti adamın biri geldi. Derdini anlatmaya çalışıyor. Biz de az çok dillerinden anlıyoruz. Adam çocuğuna
süt arıyormuş. Ben de “Ona burada süt bulamazsın” dedim.
Onu aldım ve süt bulabileceği bir yere götürdüm. Ona süt
aldım. Daha sonra bütün parasını vermeye çalıştı. Ben de
“Bu benden olsun para kalsın.” dedim. Elimi öpmeye çalıştı
izin vermedim daha sonra evine döndü. 50 metre gitti döndü
koşarak gelip zorla elimi öptü. Ben o an çok duygulandım.
Hem de onun gözündeki o mutluluk beni anlatılamaz derecede mutlu kıldı.
Derneğimiz aracılığı ile iletmek istediğiniz mesajınız
var mı ?
Allah bizlere bir sürü nimet vermiştir. Bu nimetlerin karşılığında bizim şükretmemiz ve insanlara yardım etmemiz gerekiyor. Malımızın kırkta birini vermemiz gerekiyor. Herkes
semtindeki yoksula, fakire; ırk, din, dil, gözetmeksizin yardım etmelidir.
Çalışmalar sırasında en duygulandığınız anı paylaşır
mısınız?
Bir tane iki tane an diyemem. Bir sürü duygulandığım an
oldu. Mesela şu an iki tane çocuğumuz var: Kolları yok,
ayakları yok, vücutlarının her tarafı yara bere içinde.
Aynı şekilde bir başka çocuğumuz kolu ve bacağı kopmak üzereyken geldi. Biz bu yavrumuzun ameliyatını
yaptırdık, kolunu kurtardık ancak bacağını kurtaramadık. Bu benim duygulandığım anlardan biriydi.
adalet ve medeniyet
.............................
36
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Suriyeli ailelere yardım serüveniniz ne zaman başladı ve başladı?
Üç sene önce eşini kaybetmiş beş çocuklu bir hanımefendi bizden yardım istedi. Kendi çabamızla karşılamaya
çalıştık. Evini, eşyasını, temin ettik, onu rahata erdirdik.
İkinci aile geldi, üçüncü aile geldi derken şu anda 800
aile bizde kayıtlı, onların ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyoruz. O gün bugündür bu işin içerisindeyiz.
Rabbimizin rızasını kazanmak için bu kardeşlerimizle
ilgilenmeye çalışıyoruz. Bu insanlar dil bilmiyor, hastaneye gidemiyorlar, kimlik çıkartmaya gidemiyorlar, biz
de yardımcı olmak için el attık. Mesela bir çocuk vardı
hastaneye yatırdık, ilgilendik ama ne yazık ki vefat etti.
Anlayacağınız böyle böyle bu iş aldı başını gitti.
Allah rızası, eş dost desteği ve çevreden gelen yardıma
muhtaç insanların yüzündeki gülümseme bizleri bu işleri yaparken motive ediyor.
Çalışmalar sırasında en mutlu olduğunuz anı paylaşır mısınız?
Benim en mutlu olduğum an, onlara yardım ettiğimizde
yüzlerinde o gülümsemenin belirdiği andır.
Çalışmalar sırasında ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Bu işin bir sürü zorluğu var tabii ki. biz yaklaşık olarak
800 aile ile ilgilenmekteyiz bunların her gün ayrı ayrı bir
sürü ihtiyacı bulunmaktadır. Bunları temin etmek çok
ama çok zor biz temin edemediğimiz zaman üzülüyoruz
ve temin etmekte zorlanıyoruz bu ailelerin en çok ihtiyaç
duyduğu şeylerden biri de çocuk bezidir temin etmekte
çok zorlanıyoruz yetiştiremiyoruz. Yani ilk geldiklerinde
hiçbir şeyleri olmuyor hepsine sıfırdan bir düzen kurmaya çalışıyoruz kimin yorganı yok, kiminin battaniyesi yok, kiminin ısınacak sobası yok bizde bunları temin
etmeye çalışıyoruz 800 aileye bakıyoruz yaklaşık bir ilçe
gibi, bunların ihtiyaçlarını karşılamak çok zor.
TÜRKiYE'DE
ENSAR
OLABiLMEK
>> Muhammed Ahmet Baysal
Selçuk Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
.............................
37
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
mizin bizlere, daha doğrusu ensar ve muhacirlere vermiş
olduğu ''... işte gerçek anlamda inananlar onlardır. Onlara, Rab'leri tarafından bağışlanma ve cennette bahşedilen nimetler vardır!'' müjdesine nail olabilmek için çaba
sarf edip kazanabilmektedir.
Suriyeli kardeşlerimiz yaşadıkları ülkeyi, şehri keyiflerinden bırakıp, terk etmediler ki… Kimsenin öz vatanını,
doğup büyüdüğü yerleri bırakıp, dili, kültürü, yaşayış
biçimi tamamen farklı olan diyarlara göç edebileceğini
düşünmüyorum. Onlar zulmün egemen olduğu ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları için vatanlarından göç
edip İslam diyarı Türkiye'ye sığındılar ve bu noktadan
itibaren Suriyeli kardeşlerimizle beraber bizlerin de imtihanları, bizlerin de sorumlulukları başlamış oldu.
Bilgisayarlarımızın başında, sosyal medyada, rahatımızı
bozmadan cihad haykırışlarında bulunurken, kaçımız
Cenab-ı Hakk'ın yukarıdaki ayet-i kerimede belirttiği '...
mallarıyla cihad edenler...' zümresine girebildik? Bilmem, ülkemizde bunca Suriyeli muhtaç kardeşimiz varken kaçımız Ensar olabilme şerefine kadar yükselebildik?
Müslümanlar!..
Ey müminler! Ensar olabilme şerefine ulaşabilmek için,
memleketimize, mahallemize ve hatta apartmanımıza
kadar gelen muhacir komşularımıza bir yardım eli uzatmayı çok görmeyelim. Madem canlarımızla cihad edemiyoruz, en azından mallarımızla cihad edebilmek ve Cenab-ı Hakk'ın müjdesine nail olabilmek ümidiyle...
adalet ve medeniyet
Mekkeli Müslümanlar her şeylerini geride bırakarak hicret etmişlerdi Medine topraklarına. Medineli Müslümanlar ise daha hicretin ilk günlerinde Mekkeli Müslümanları
kendilerinden bilip, evlerini onlara açıp, aşlarını onlarla
paylaşabilmek için adeta kendi aralarında yarışıyorlardı.
Medine’ye hicretle beraber başlamıştı ‘Ensar ve Muhacir’
kardeşliği. Ve hicretin ilk yıllarında, o kardeşliği inşa
edenler nezdinde bir ayet indirilmişti:
''Allah'a ve Resulüne yürekten inanan, sonra zulmün egemen olduğu ülkelerini terk ederek İslam diyarına hicret
eden, ardından da üstün bir gayret göstererek mallarıyla,
canlarıyla Allah yolunda cihat edenler ve onlara kucak
açarak yardımcı olan Medineli fedakar Müslümanlar
var ya; işte gerçek anlamda inananlar onlardır. Onlara,
Rableri tarafından bağışlanma ve cennette bahşedilen
nimetler vardır!''
Enfal suresinden bir ayet-i kerime... Ne güzel de müjde
veriyor 'gerçek anlamda inanan' mü'minlere.
Peki bu ilahi müjde sadece ilk Müslümanları mı kapsıyordu? Sadece Mekke’den Medine’ye hicret eden Medineli ve
Mekkeli Müslümanlara mıydı bu müjde? Tabii ki de hayır!
Günümüze gelindiğinde ise aynı vakıaları yaşamaktayız.
Kimileri vatanlarını terk etmek zorunda kalıp muhacir,
kimileri ise onları kardeş bilip ensar oldu. Her iki taraf
da bir sınava bir imtihana tabi tutulmaktalar. Rabbim Suriyeli kardeşlerimizi muhacirlikle sınadığı gibi bizleri de
ensarlık vasfıyla sınamaktadır. Kimimiz bu zorlu imtihanı layıkıyla veremeyip kaybetmekte, kimimiz ise Rabbi-
>>>
adalet ve medeniyet
.............................
38
.............................
D
OL
N
R
İ A SUL- A
Ç
Y
İH
AR FATİH ORTA İ
T
İLİZ EE, “ D’İN İSTEM EKİ
G
İN YNB HME T S
İZD A
M
E
İ
TO N ME İLL EVR ĞIND
TA TIĞI M E, D T ÇA L-İ .
AT İDAR LİYE KABİ MDİR L
İLE K MİL ERLİ İSTE AKBE
ÇO GEÇ BİR S ÜST ETİ’ EN BİK EM, M EVL MÜZ
T
D
Ü
TA SİST NYA GÜN NEK
BU ‘DÜ İDİR. D ÖR DE”
BİR TEM A AB İLİR.
SİS BUN İLEB
DE STER İR.
k
k
r
ür ü
GÖ KTED
Özett Özt
t
e
am m
ME
>> S >>sySolaog log
So
yo
Sos
Mart-Nisan-Mayıs
İNANCI HAKKINDA BİLGİ
SAHİBİ OLMASI GEREKEN HUKUKÇULARIMIZ,
MESLEKİ YOĞUNLUKLARI DIŞINDA BU ALANLARDA DA ALTERNATİF
OKUMALAR VE ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTİRMELİ, ULAŞTIKLARI
İDEAL MODELİ TOPLUMA SUNARAK YENİDEN
DÜNYAYA HUZUR VAAT
EDEN BİR ÜLKENİN
İNŞASINA KATKI SAĞLAMALIDIRLAR.
adalet ve medeniyet
.............................
39
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Büyük bir mozaiğin parçalarını bir arada yansıtan, Osmanlı
bakiyesi bu güzelim topraklarda hep birlikte yaşama azmindeyiz. Bu birliktelik, hak ve hukuk mirasımıza dair sohbetlerimizde, seküler eğitim sistemimizin dişlilerine takılan bazı
arkadaşlarımızın ummadık sorularıyla muhatap edebiliyor
bizleri. “Sen-ben Müslümanız da bu ülkede herkes Müslüman mı?”, “Ne yani adam hırsızlık etmişse elini mi keselim;
zina edeni taşa mı tutalım?”, “Şimdi bu İran’ın ve Işid’in
yaptıkları doğru mu yani; öyle mi olalım?”
Öğretilen bilgisizliğin, sağlam temeller üzerine oturtulmamış farklı boyutları var. Bunlar arasında seküler eğitim sistemimizin ön kabulleri, haber kaynaklarımızdaki yoğun bilgi
kirliliği, kendi inanç ve değerlerimize yönelik bilgilendirici
kaynakların doyurucu olmaması gibi hususlar sayılabilir.
Din eksenli olmaktan çıkıp akla dayandırılan, hangi dinin
ekseninden çıktığı açıkça belli olsa da hangi akla dayandırıldığı bize hiçbir zaman beyan edilmeyen, onlarca sene evvelinde redd-i miras kurgusu üzerinde inşa edilen garip Türkiye’mizde, bizler de onlarca sene boyunca medeniyetimizin
değerlerine yüreklerimizde duyduğumuz özlemin sancılarını çektik. Bize inanç ve değerlerimize yönelik olarak sorulan sürpriz sorulara yeterince doyurucu cevaplar verememiş
olsak da neticede bizim de doyurucu cevaplar alamadığımız
onlarca sorularımız var.
Hukuk sistemimizi inşa eden kurucu akıl, nasıl bir akıldır ve
toplumsal akıl ile ne kadar münasebettardır?
Herkes Müslüman değil diye %1-2’lik gayrimüslim kesimin
sözde hakkı savunulurken, %1-2 adına %99-98’e ne düzeyde
haksızlık edilmiş olur?
İslam’ın toplumsal hayata ve ceza hukukuna taalluk eden
hukuki yaptırımları, silme tüm toplumlara mı yaptırımda
bulunuyor? İslam’ı kabul etmeyenlere kendi hukuklarını tatbik etme hakkı vermiyor mu?
İslam hukukunda İslam’ı kabul etmeyenler, kendi hukuklarına göre yargılanabiliyorlarken laik sistemde bireyin laik olmadığını ifade etmesi, kendisini laik hukuktan neden muaf
tutmuyor?
Kirli haber kaynaklarının itici ülkeler ve itinayla üretilmiş
yanlış modeller ışığında oluşturduğu kirli algı, hakikate nasıl ve ne kadar ışık tutabilir?
İlk dakikada insanın aklına bunlar gelebiliyorken bu soruların farklı türevlerini ve yaşanmış/yaşanabilir olaylar
ekseninde detaylandırılmış onlarca çeşidini üretebilmemiz
mümkün. Yeter ki çocukken Sosyal Bilgiler ve Vatandaşlık
derslerinde bizlere ezberletilmiş ön kabullerimizden sıyrılıp, kendi manevi motivasyon kaynaklarımız üzerinde biraz
tefekkür edelim…
Bir yüzyıla yakın darbe hukukları kronolojimize bakıldığın-
>>>
ÜLKEMİZİN İLK KÜLTÜR BAKANI TALAT
HALMAN, KATILDIĞI
BİR FORUMDA “AKLIN
YOLU BİR OLMAMALI.
BİR OLAN AKIL FAŞİZAN
BİR AKILDIR.” DİYORDU.
TEK VE TOPLUMUNA
YABANCI BİR AKLIN
İNŞA ETTİĞİ BU GARİP TOPRAKLARDA,
MEVCUT TEK AKIL
FAŞİZMİNDEN BİZLERİ
YİNE ANCAK BİZLER
KURTARABİLECEĞİZ.
adalet ve medeniyet
.............................
40
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
da, yalnızca “Türk” denilenin hukukunun inşa edildiği,
%1-2’nin hatırına toplumun en büyük birlikteliğinin hukuk düzeninin yok sayıldığını, üstelik “Türk” denilen
içerisinde belki Türk’ten daha kalabalık olan başka etnik
unsurların da zorla “Türk” olarak ifade edildiğini, sistemin tamamının böylesine bir ezber üzerinden kurgulandığını görebiliyoruz. Bunu sorgulamak, yanlış anlaşılmalara kolay kapı açtığından çoğunlukla da es geçiliyor…
Tarihe kısa bir seyirde bulunduğumuzda, böylesi bir “silen ve bütünleştiren” sistemden ziyade, bireyleri oldukları gibi kabul eden çok daha ideal sistemlerle de karşılaşabiliyoruz. Örneğin son 50 yılın tarih yazımına büyük
katkı sağlayan, eleştiri ve eserleri ile adından çokça söz
ettiren İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, “Fatih Sultan Mehmed’in ortaya attığı millet sistemi ile idare, devrimizdeki
çok milliyet çağında en geçerli kabil-i tatbik bir sistemdir. Bu sistem, müstakbel bir ‘Dünya Devleti’ sistemidir.
Günümüzde buna ABD örnek gösterilebilir.” demektedir.
Zira böylesi bir sistemde toplumu oluşturan farklı unsurlar yok sayılmamakta, her bir inancın etrafında kümelenen kitle kendi hukuk sistemi dahilinde sosyal haklara
sahip olarak cemaat içerisindeki problemleri noktasında
gerekli yargılanma sürecinde yine kendi inanç sistemi-
nin yargısına tabi tutulmaktaydı. Böylelikle büyük bir
coğrafyaya yayılan ve farklı birimler, çok daha güçlü ve
çok daha bütünleşmiş bir yapı oluşturabilmekteydi.
Çok milletli, çok inançlı ve çok hukuklu Osmanlı mirasına dair olarak günümüz popüler tarih otoritelerinden
İlber Ortaylı Hoca da şu şekilde bahsetmektedir:
“Devlet-i Aliyye yani Osmanlı İmparatorluğu, tarihteki
üçüncü ve son Roma İmparatorluğudur. Roma İmparatorluklarının bir özelliği vardır; bunlar kozmopolit imparatorluklardır. Diller ve dinler halitası halinde yaşarlar ve
buralarda esas olan, bir dinin, bir hanedanın hakimiyetidir.”
Böylesi bir beyan içerisinde Osmanlı’nın temel eksenini
oluşturan din mefhumu, günümüzdeki endişeler açısından bakıldığında bir bölünmüşlüğün ve ayrıştırmanın
temsili değil, tüm farklı unsurları birlikte yaşatabilen en
temel ve etken bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
İslam tarihinde, İslam hâkimiyeti ile yönetilen topraklardaki birlikte yaşam tecrübeleri, bu tecrübeler ışığında inşa edilen Kudüs, Mardin, Hatay, Bursa, İstanbul,
Edirne, Saraybosna gibi barış ve esenlik timsali şehirlerin farklı kültürleri bünyesinde sorunsuz bir şekilde
taşımasına zemin hazırlamıştır. Böylesi bir medeniyetin
SOSYAL BİLGİLER VE VATANDAŞLIK DERSLERİNDE BİZLERE EZBERLETİLMİŞ ÖN KABULLERİMİZDEN SIYRILIP, KENDİ MANEVİ
MOTİVASYON KAYNAKLARIMIZ ÜZERİNDE
BİRAZ TEFEKKÜR EDELİM…
ettik. Her düşüncenin özgürce ifade edilebildiği, hatta
çoğu kez hakaretlerin dahi özgürce havalarda uçuşabildiği böylesi ilginç bir ülkede, inancımıza ait bir hukuk
sistemi olup olmadığı, varsa bunların en ideal şekilde
nasıl yaşanabileceği, bir model olarak ülkemize ve ülkelere nasıl sunulabileceği, tarihin ibretli sayfalarında okuduğumuz çok kültürlü mazimizin çok hukuklu düzeninin
yeniden nasıl inşa edilebileceği, hiçbir şekilde ütopya
olarak görülmeden masaya yatırılabilmelidir. İnancı
hakkında bilgi sahibi olması gereken hukukçularımız,
mesleki yoğunlukları dışında bu alanlarda da alternatif
okumalar ve çalışmalar gerçekleştirmeli, ulaştıkları ideal modeli topluma sunarak yeniden dünyaya huzur vaat
eden bir ülkenin inşasına katkı sağlamalıdırlar.
Ülkemizin ilk kültür bakanı Talat Halman, katıldığı bir
forumda “Aklın yolu bir olmamalı. Bir olan akıl faşizan
bir akıldır.” diyordu. Tek ve toplumuna yabancı bir aklın
inşa ettiği bu garip topraklarda, mevcut tek akıl faşizminden bizleri yine ancak bizler kurtarabileceğiz. Sorgulamalı bir eksende gerçekleştirilmesi gereken yeni hukuk
çalışmaları; batı ülkelerine önce öykünerek, sonra onlardan toplama bir hukuk ithal ederek, sonrasında ise her
bir askeri darbe ile katmerlenerek defalarca kez dejenere edilmiş bir şekilde geliştirilen (!), toplumsal özümüze
mugayir bir hukukun yerine, bizim manevi motivasyon
kaynağımızdan neşet eden ve tüm bir insanlık için huzur
kaynağı olan yeni ama köklü bir hukukun inşa sürecine
sağlam temeller hazırlamalıdır.
Dipnotlar
1.
8.
Talat Halman, 21.Yüzyılda Üniversite ve Kültür, s.9, TÜBA, Ankara 2002
2.
3.
4.
5.
6.
.............................
41
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
7.
Hüseyin Özdemir, Kılıç, Kalem ve İlim, 219 numaralı dipnot, İstanbul 2006
1840 ve 1870 yılında gerçekleştirilen hukuki revizyonların öncesinde, yükseliş döneminde yaşanan ideal hukuk sistemi kast edilmektedir.
İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.135, Timaş Yayınları, İstanbul 2007
Irkçı bir ülkenin faşizan mücadeleleri dışında daima barış ve esenlik
kentidir.
Arthur Coestler, Onüçüncü Kabile, s.59, Say Yayınları, İstanbul 1999
Zakir Avşar, “Toplum, Sosyoloji ve Hukuk”, Hukuk Sosyolojisi s.3, Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir 2012
Talat Halman, 21.Yüzyılda Üniversite ve Kültür, s.9, TÜBA, Ankara 2002
adalet ve medeniyet
hukuku, inançları tanımayan ve onların yaşanmasına
yönelik problemler üreten bir hukuk sistemi değil, hiç
şüphesiz tüm inanç unsurlarına ve toplumun tüm farklı
manevi motivasyon kaynaklarına kendi temel eksenleri
doğrultusunda yaşam zemini sağlayan ideal bir hukuk
sistemidir.
Tarihte İslam inancının dışındaki Türk milletlerinden
Hazar Devleti, İslami bir gelenek üzerine inşa edilmemesine rağmen bu konudaki çok hukuklu yapısı ile ibretlik
bir tablo sergilemektedir. Hazar (Karay) Türklerinin tarihine dair müstesna bir kitap olan “Onüçüncü Kabile”
adlı eserinde Arthur Coestler, Arapların Heredot’u olarak
bilinen el-Mesudî’den naklederek Hazar yargı hukukunu
şu cümleleri ile açıklamaktadır:
“Hazar başkentinin geleneğinde yedi yargıç bulunur.
Bunların ikisi Müslümanların davaları için (şeriata göre),
ikisi Hazarların davaları için (Tevrat’a göre), ikisi Hristiyanların davaları için (İncil’e göre), biri de Saqualibah,
Rus ve öteki putperestlerin davalarını, putperest kurallara göre çözmek için bulunurlar… Bu kentte (Hazar Kağanlığının kentinde) birçok Müslüman tüccar ve sanatçı bulunmaktadır. Bunlar kente adaletinden ve güvenliğinden
ötürü gelip yerleşmişlerdir. Burada büyük bir camileri,
kral sarayından daha yüksek bir minareleri, çocuklarının
Kur’an ilkelerini öğrenebildiği okulları bulunmaktadır.”
Görüldüğü üzere, İslam’ın temsilcilerinin elinde gerçekleştirilmese dahi, farklı inanç gruplarının kendi hukukları ile yaşayabildikleri bir sistemde azınlıklar dahi böylesi
bir sisteme sorunsuz entegre olabiliyor, kendi inançlarına kota konulmamasının verdiği manevi motivasyonla,
rengarenk bir bütünün müstakil bir rengi olmaktan onur
duyabiliyorlardı.
Çoğaltılması çokça mümkün olan bu örnekler, adeta tarihin eski sayfalarında geçmişin bir parçası olarak günümüze tatbik edilemeyecek örnekler gibi de görülebilir.
Ancak unutulmamalıdır ki “hukukun kökeni ve tarihi
gelişimiyle ilgili bilgiye sahip olmaksızın, günümüzdeki
hukuksal sorunlar ve gelişmeler hakkında sağlıklı bir
tartışma ve değerlendirme mümkün olmaz.”
Neticede aklın rehberliğinde inşa edildiği ilkokul çocuklarına ezberletilen, ancak bu sürecin hangi aklın rehberliğinde gerçekleştirildiği beyan edilmeyen bir ülkede,
yaşantımızın her detayını kuşatan inancımızın bazı parça ve kırıntılarını sürdürme hakkına sahibiz. Türkiye’de
2002 yılından itibaren gerçekleştirilen sorgulama ve restorasyon sürecinde çoğunlukla günlük rutin ibadetlerimizi sorunsuz bir şekilde gerçekleştirme hakkımızı elde
>>>
>> Mehmet Erturan
Tarihçi
>> Mehmet
Erturan
Tarihçi
adalet ve medeniyet
.............................
42
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Dursun Fakih’in şairliği mesnevi tarzında hazırladığı cenknamelerden gelir.
Cenknamelerin yazılış amacı halktaki dinî hisleri ve mücadele ruhunu sürekli
taze tutmak, kahramanlığa özendirmek, güzel ahlakı yaymak, hayatı iman ve
cihat noktasında yaşayan bir topluma moral vermek ve tarih şuuru kazandırmak
olarak özetlenebilir.
.............................
43
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
fethettiğinde derhal yerine getirdikleri üç şeyden biridir
kadı atamak.
Osmanlı kroniklerinde Dursun Fakih’in Şeyh Edebali’den tefsir, hadis ve fıkıh okuduğu kaydı vardır. Aynı
bilgiler arasında seyr-i sülûkünü Edebali’nin yanında
tamamladığı da yazılıdır. Böylece Osmanlı’nın ilk kadısı
olduğu iddia edilen Dursun Fakih’in mutasavvıf kişiliği
ortaya çıkmış olur. Kayınpederi gibi o da Vefaiyye tarikatına bağlıdır. Bir kadı, bir âlim, bir fakih, bir mürit
olmasının yanında aynı zamanda o, Osman Gazi ile birlikte gazalara katılan bir mücahittir. Cihad meydanında
gazilere imamlık yapma görevi de ona verilmiştir.
Kadılık görevini bugün Eskişehir’e bağlı olan Karacahisar’da yapmıştır. Yine aynı yerde kiliseden çevrilen bir
caminin imamlığına getirilmiştir ki adını tarihteki ilkler arasına yazdırmaya vesile olan istiklal hutbesini de
burada okumuştur. Tevarih-i Âl-i Osman olarak anılan
ve kuruluş dönemi hakkında bilgilerin bulunduğu Osmanlı tarih kayıtlarına göre Bilecik’in fethinin ardından
Edebali ile birlikte buraya yerleşir. Yine aynı kayıtlardan
öğrendiğimiz malumata göre Edebali’nin vefatı sonrası
şeyhinin makamına geçer ve fetva işlerini yürütür. Bu
yönüyle ona Osmanlı’nın ikinci şeyhülislamı diyenler
olmuştur.
Tarihi verileri okumaya devam ettiğimizde Şeyh Edebali’nin ardından Dursun Fakih’in Osman Gazi’nin devlet
işlerini istişare ettiği yani kendine müşavir, danışman
olarak seçtiği kişi olduğunu görürüz. Mezkûr Karacahisar fethedildiğinde Germiyan topraklarından gelip
yerleşen halkla birlikte bölge insanı Dursun Fakih’in
etrafında toplanır ve Cuma namazı kılmak ister. Mesele
Osman Gazi’ye ulaştığında halkın muradı yerine getirilsin der.
Dursun Fakih yeni fethedilen bu bölgede Cuma namazı
kılınıp hutbe okunması için dönemin Selçuklu hükümdarından izin alınması gerektiğini söyler. Osman Gazi
bu sözler karşısında bölgenin fethi için gösterdiği gayretleri sıralar, Selçuklu soyu karşısında nesebini ortaya
koyar ve izin almaya gerek yoktur şeklinde bir tavır alır.
adalet ve medeniyet
Hasan Aksoy’un Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için
hazırladığı Dursun Fakih maddesine baktığınızda onun
hakkında ilk olarak şu bilgilerin verildiğini görürsünüz:
“Osman Gazi adına ilk hutbeyi okuyan kadı, âlim ve
şair.” Yunus Emre, Hacı Bektaş, Âşık Paşa ve Gülşehrî
ile aynı dönemde yaşamış olan Dursun Fakih hakkında
kaynaklarda oldukça az bilgi vardır. Doğum yılı hakkında söylenenler yaşadığı dönemde bazı siyasi gelişmelerin
tarihi dikkate alınarak yapılan mukayeseli tahminlerden
ibarettir. Nereli olduğu konusunda verilen cevapların başında tartışmalı da olsa Karamanlı olduğu gelir.
Doğum tarihinin niye kaydedilmediği ya da bilinmediği konusuna, Dursun Fakih konulu programında Adem
Topal; Müslümanlar arasında doğum günü diye bir adet
olmadığı için insanların ne zaman doğduğundan ziyade
nasıl yaşadığı ve nasıl öldüğü önemlidir ve o nedenle
âlimlerin ölüm tarihleri bilinir ama doğum yılları genellikle bilinmez şeklinde güzelim bir açıklama getirir.
Dursun Fakih ismiyle kulağı tanışık olanlar yine onun
için söylenen ‘Tursun Fakı’ ifadesini de duymuşlardır.
Adem Topal’a göre Tursun Fakı şeklindeki söylem Osmanlı’nın kuruluş dönemindeki yaygın kullanım tarzından dolayıdır. Dursun Fakih tabiri ise günümüzde daha
çok tercih edildiği için yaygınlaşmıştır. Mehmet Gel de
“Kuruluş Devri Osmanlı ‘Fakı’ Zümresinin Tipik Bir Öncüsü: Tursun Fakı” başlığıyla hazırladığı makalesinde
kavramın aslının ‘fakih’ olduğunu ama ‘fakı’ ifadesinin
kimliği ve mensup olunan zümreyi daha iyi yansıttığını
söyler.
Genellikle “Osman Gazi adına ilk hutbeyi okuyan ve
Osmanlı’nın bağımsızlığını ilan eden kişi” olarak bilinen Dursun Fakih’i tarihi bir şahsiyet haline getiren tek
özellik bu değildir. O aynı zamanda mürşidi Şeyh Edebali’nin damadıdır. Dolayısıyla yine Edebali’nin damatlarından biri olan Osman Gazi’nin de bacanağıdır. Süheyl
Ünver’in ifadesiyle Osmanlı’nın ilk istiklal hutbesini
okuyan Dursun Fakih, Osmanlı’nın ilk kadısıdır. Akademik camia tarafından Tarihçilerin Kutbu olarak kabul
edilen Halil İnalcık’ın belirttiği üzere Osmanlılar bir yeri
>>>
adalet ve medeniyet
.............................
44
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Bu hadise üzerine Osman Gazi’nin uygun görmesi yeter
kabul edilerek ilk Cuma namazı kılınmış ve ilk Osmanlı
hutbesi Osman Gazi adına okunmuş olur. Tam aksine,
ilk hutbe konusunda Osman Gazi’yi Dursun Fakih’in
teşvik ve ikna ettiği yorumunu yapanlar da vardır.
İlk Cuma hutbesinin okunduğu tarih için verilen iki
farklı yıl vardır. Oruç Bey tarihinde yıl 1290 iken Âşıkpaşazade’nin eserinde verilen yıl 1299’dur. İlk bayram
hutbesi de yine Karacahisar’da Dursun Fakih tarafından okunmuştur. İsmet Çetin’den öğrendiğimize göre
Dursun Fakih, Osman Gazi’nin kâtipliğini de yapmıştır.
Halil İnalcık’a göre fakılar, İslam hukukunu bilen insanlar olarak kuruluş dönemi devlet idaresinde ve örgütlenmesinde mühim vazifelere getirilmişler ve ciddi görevler
üstlenmişlerdir. Bu da kuruluş dönemi vezirlerinin ilmiye/ulema sınıfından seçilmiş olması olayını açıklar. On
beşinci yüzyıl Osmanlı müellifi Âşıkpaşazade’nin aktardığı ve Anadolu’nun İslamlaşmasında en büyük pay
sahipleri olan meşhur Baciyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum,
Ahiyân-ı Rum ve Gaziyân-ı Rum tasnifine aynı amaca
hizmet eden beşinci bir zümreyi eklemek gerekirse bu
Ahmet Yaşar Ocak’ın tabiriyle ‘Fakıyân-ı Rum’ olmalıdır.
İsmet Çetin “Osmanlı’nın Kuruluş Dönemi Aydını ve
Düşünce Dünyası: Tursun Fakih” başlıklı makalesinde
başta meşhur seyyah İbn Batuta’nın eseri olmak üzere
birçok kaynakta dönemin fakihlerinin isimlerinin olduğunu söyler ve kuruluş dönemi on beş fakihinin adını
paylaşır. Osmanlı hakkında yazdığı eserler kaynak kabul edilip ders kitabı olarak üniversitelerde okutulan
İsmail Hakkı Uzunçarşılı da ahilerle birlikte fakihlerin
de devletin kurucu kadroları arasında önemli hizmetler
gördükleri kanaatindedir.
Dursun Fakih’in şairliği mesnevi tarzında hazırladığı cenknamelerden gelir. İslami bir içeriğe sahip olan
cenknamelerin yazılış amacı halktaki dinî hisleri ve mücadele ruhunu sürekli taze tutmak, kahramanlığı özen-
Dursun Fakih
“Osman Gazi adına
ilk hutbeyi okuyan
ve Osmanlı’nın
bağımsızlığını ilan eden
kişi” olarak bilinir.
.............................
45
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Dursun Fakih hakkında çalışma yapan yerli ve yabancı
araştırmacılarla akademisyenlerin isimleri yer alır.
Mehmet Gel, doksan altı dipnotlu ve altmış altı kaynakçalı yirmi dört sayfalık mezkûr makalesinde Dursun
Fakih adına Osmanlı ve günümüz kaynaklarında söylenen, yazılan, paylaşılan ve iddia edilen bütün bilgileri ezber bozarcasına eleştirmekte ve tarihi delilleri ön
plana çıkararak yaptığı mukayeseli tahlillerle ciddi bir
‘Tursun Fakı’ kritiğinde bulunmaktadır. “Bütün bu tahlillerden sonra bize göre Tursun Fakı…” diyerek onun
hakkındaki kanaatlerini paylaşır.
1326 yılında vefat ettiği kaydedilen Dursun Fakih’e bir
kabir, iki de makam isnat edilmiştir. Kabri Söğüt’te Şeyh
Edebali Zaviyesi’ndeki türbedeyken makamlarından
biri Karacahisar’da diğeri ise Söğüt’ün Küre Köyü civarındaki bir tepededir. Küre’deki makamında yanı başında şöyle yazılıdır; “Hizmet etti İslam’a/ Bağlı kaldı fıkıha/ Bir Fatiha bizden/ Ecdadımız Dursun Fakıh’a.
adalet ve medeniyet
dirmek, insanın kendine ve çevresine karşı sorumluluklarını hatırlatmak, güzel ahlakı yaymak, hayatı iman ve
cihat noktasında yaşayan bir topluma moral vermek ve
tarih şuuru kazandırmak olarak özetlenebilir. Cenknamelerdeki kahramanlar başta Peygamberimiz aleyhisselam olmak üzere Hz. Ali ve Halid bin Velid gibi sahabelerdir. Bu isimler üzerinden topluma ideal insan/
üsve-i hasene örnekleri verilmiş olur.
Cenknameler sade bir dille yazılmış ve yirminci yüzyılda köy odalarında okunmaya devam edecek kadar
toplumdan ilgi görmüştür. Mehmet Atalan’a göre edebiyatımızda cenkname geleneğini başlatan kişi Dursun
Fakih’tir. Ona ait olduğu bilinen üç gazavatnamenin
aslında kendisi tarafından yapılan tercümeler olduğu
görüşünde olanlar da vardır. Üç cenkname de Prof. Dr.
İsmet Çetin tarafından hazırlanıp yayınlanmıştır. Dursun Fakih’in tarihi kimliği üzerinde çalışan ilk isimse
Süheyl Ünver’dir. Mehmet Gel’in mezkûr makalesinde
KAMU
BAŞDENETÇİSİ
M. NİHAT ÖMEROĞLU
KÖKÜ BU TOPRAKLARDA
OLAN KAMU DENETÇİLİĞİ
(OMBUDSMANLIK)
MEDENİYETİMİZİN
İNSANLIK MİRASINA
KATKISIDIR!..
>> Röportaj: Arş. Gör. Akif Tögel
adalet ve medeniyet
.............................
46
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Ülkemizde kurulduğu dönemden itibaren Kamu Denetçiliği Kurumu hangi alanlarda faaliyet gösteriyor?
Kuruma neden ihtiyaç var?
Kamu Denetçiliği Kurumu, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halkoylamasıyla kabul edilen anayasa değişikliği
sonrasında 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu
ile kurulmuştur. Kurumun görevi, şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka
ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmaktır.
Kurum kararlarının etkin olarak uygulanması nasıl
sağlanıyor?
Ombudsmanlık kurumlarının ortak özelliklerinden biri,
kararlarının tavsiye niteliğinde olmasıdır. Dostane çözüm, arabuluculuk gibi yöntemleri kullanarak uyuşmazlıkların mahkeme önüne gidilmeden çözülmesini amaçlayan ombudsmanlık denetiminin zaafı gibi görülen bu
.............................
47
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Dünya genelinde 100’ü aşkın ülkede var olan Ombudsmanlık müessesesi, bizim toplumumuz ile ne
kadar uyum halinde? Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Kadı-ul Kudatlık kurumu ile birlikte yorumlayabilir misiniz?
Ombudsmanlığın tarihte bilinen ilk örneği İsveç’te karşımıza çıkmaktadır. Rusya ile İsveç arasında gerçekleşen
savaşta yenik düşen Kral XII. Charles Osmanlı İmparatorluğuna sığınması üzerine misafir edildiği süre boyunca Kral, Osmanlı idari sistemini ve “kadı-ul kudat”
(kazasker) Kurumunu incelemiştir. Yargısal görev icra
ederek kadılık yapan kadı-ul kudatın, idare ile bireyler
arasındaki sorunları çözme konusundaki işlevinin Kral’a
ilham verdiği değerlendirilmektedir.
Kral, Osmanlı ülkesinde iken, 1713 yılında hazırladığı bir
ferman ile “ombudsman” namını taşıyan genel yetkili
bir “vekili” idare ile bireyler arasında yaşanabilecek sıkıntıların önüne geçmek için görevlendirmiş ve zamanla
ombudsmanlık, İsveç’in sınırlarını aşarak dünyanın dört
bir tarafına yayılmıştır. Buradan hareketle özellikle şunu
belirtmek istiyorum: Bu kurum toplumumuza, kültürümüze, tarihimize ve devlet geleneğimize yabancı değildir. Aksine kökü bu topraklarda olan ombudsmanlık,
medeniyetimizin insanlık mirasına bir katkısıdır. Adaletin tesisine olan ihtiyacı fark eden ecdadımız, sadece
Osmanlı’da değil, aynı zamanda Selçuklu ve diğer devletlerde de benzer mahiyette kurumlar (Divan-ı Mezalim,
Dar-ül Adl, vb.) ihdas etmiştir.
Özellikle adalet, hakkaniyet, hoşgörü, kadirşinaslık, yardımseverlik vb. hasletleri yüzyıllardır kendinde taşıyan
milletimiz, devlet katına yansımayan uyuşmazlıklarda
arabuluculuğu ve dostane çözümü en iyi şekilde uygulamaktadır. Kurumumuz, bir yandan tarihten gelen sağlam
mirastan, diğer yandan ise milletimizin bu engin bilgi birikiminden beslenmektedir.
adalet ve medeniyet
Kararlarımızla idarenin röntgenini çekiyoruz…
29 Mart 2013 tarihinden bu yana Kurumumuz, kamu personel rejimi, sosyal güvenlik, bilgi edinme başvuruları,
imar uygulamaları, eğitim-öğretim, engellilerin sıkıntıları, mahkeme kararlarının uygulanmaması, trafik cezaları
gibi birçok alandan gelen şikâyetleri sonuçlandırmaktadır. Seri başvuruların yanı sıra ülke gündemini etkileyen
Gezi Parkı Protestoları, Taksim’de 1 Mayıs kutlamaları,
kamuda başörtüsü serbestisi, seçimlerde farklı dillerde
kamu spotu hazırlanması, polislerin çalışma koşulları gibi konular Kuruma başvuru yoluyla taşınmaktadır.
Uzman personelimizin özverili çalışmasıyla neredeyse
kamu yönetiminin kılcal damarlarına varıncaya kadar
her alanına ilişkin kararlar veriyoruz. Bir anlamda kararlarımızla idarenin röntgenini çekiyoruz.
Tam da bu noktada Kuruma neden ihtiyaç duyulduğu sorusuna gelmek istiyorum. 2000’li yılların başından beri
ülkemizde giderek güçlenen demokratik yaklaşım, içine
kapalı, hesap verebilirlikten uzak ve meslek taassubunu
aşamamış idari yapının değişimi ihtiyacını doğurmuştur.
Ayrıca bireylerin idare karşısında haklarını savunma bilincinin artması, iyi yönetim esaslarına uyan bir yönetim
anlayışının talep edilmesine sebep olmuştur.
Bir taraftan yükselen demokrasi anlayışına uyum sağlama
gerekliliği, diğer taraftan bireylerin daha iyi yönetilme arzusu idari mekanizmanın klasik yöntemlerle denetlenmesi
yaklaşımını zayıflatmıştır. Bu doğrultuda, Kurumumuz vatandaşların sorunlarını hızlı, ücretsiz ve gerektiğinde uzlaşıyla çözmek, adaletin tesisine yardımcı olmak ve idareleri
bireylerin taleplerine duyarlı hale getirmek için kurulmuştur.
Kurumumuz, kamu personel rejimi, sosyal güvenlik, bilgi edinme
başvuruları, imar uygulamaları,
eğitim-öğretim, engellilerin sıkıntıları, mahkeme kararlarının uygulanmaması, trafik cezaları gibi
birçok alandan gelen şikâyetleri
sonuçlandırmaktadır.
Kökü bu topraklarda olan ombudsmanlık, medeniyetimizin insanlık mirasına bir katkısıdır. Adaletin tesisine olan ihtiyacı fark eden ecdadımız, sadece Osmanlı’da değil, aynı zamanda Selçuklu ve diğer devletlerde de benzer
mahiyette kurumlar (Divan-ı Mezalim, Dar-ül Adl, vb.) ihdas etmiştir.
husus, ona esas gücünü sağlayan niteliklerden biridir.
6328 sayılı Kanunun 20’nci maddesi; Kurumun tavsiye
kararına muhatap idari merciin, karar doğrultusunda
tesis ettiği işlemi veya önerilen çözümü uygulanabilir
görmemesi halinde gerekçesini 30 gün içinde Kuruma
bildirmesini hükme bağlamıştır. Bu düzenleme sayesinde, Kurumun kararlarının uygulanıp uygulanmadığı hakkında bilgi sahibi olarak şikâyet başvurularının takibini
sürdürüp vatandaşlarımızın hukukunu korumaya gayret
ediyoruz.
adalet ve medeniyet
.............................
48
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Kararlarımıza uymayan bazı idarelerin üst düzey yöneticileri Meclis’e çağrılarak tavsiye kararlarımıza
uymama gerekçeleri milletvekillerimizce soruşturuldu…
TBMM Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kurumumuzun
etkinliğini sağlayan bir diğer mekanizma ise, TBMM’ye
sunulan yıllık raporlarla gerçekleştirilmektedir. En geç
ocak ayının sonunda TBMM Dilekçe ve İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonundan oluşturulan Karma Komisyona sunulan yıllık rapor sayesinde; kamu yönetimi-
nin millet iradesinin denetimine açılması sağlanmakta,
kamu yönetiminin artıları-eksileri tartışılmakta, iyi yönetim ilkelerini ve kararlarımızı görmezden gelen idareler
kamuoyuna -bir anlamda- deşifre edilmektedir.
2015’in Şubat ayında TBMM’nin başlattığı uygulamayla,
Meclisimiz bünyesinde yer alan Karma Komisyon Alt Komisyonu, kararlarımıza uymayan bazı idarelerin üst düzey yöneticilerini huzuruna çağırıp tavsiye kararlarının
uygulanmama gerekçelerini tartıştı. İlgili idari mercilerin
üst düzey yöneticileri, milletvekillerinin sorularına muhatap oldu ve idareciler Kamu Denetçiliği Kurumunun
verdiği kararları uygulamama halinde nasıl bir durumla
karşılaşabileceklerini gördüler. Bu husus, hem kararlarımızın etkinliğine güç kattı, hem de ben ve mesai arkadaşlarıma daha fazla çalışma yönünde motivasyon sağladı.
Kamu Denetçiliği Kurumunun yerindelik denetimini
kısaca açıklayabilir misiniz?
6328 sayılı Kanunumuzun 1'inci ve 5'inci maddeleri gereğince; şikayetleri sadece hukuka uygunluk yönünden değil, aynı zamanda hakkaniyet açısından da inceliyoruz.
adalet ve medeniyet
.............................
49
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
yeceğimizden kuşkum yok. 2016
yılında, 64. Hükümetin altı aylık
eylem planı içerisinde zikredildiği şekilde, Kurumun teşkilat
kanununda tespit ettiğimiz bazı
eksikliklerin değiştirilmesi, kanun değişiklik taslağının tasarı
haline gelmesi için çabalarımızı
artıracağız. Dünyadaki ombudsmanlık kurumlarının birçoğunda bulunan, “re’sen harekete
geçebilme” ve tavsiye kararlarına idarenin uymaması halinde
gerektiğinde dava açma yetkisinin Kurumumuza verilmesini
talep ediyoruz.
2016 ve önümüzdeki yıllarda
ülke genelinde 12 ayrı bölge
toplantısı düzenleme planımızı
hayata geçireceğiz. Ülkemizin
sadece Ankara’dan ibaret olmadığını ve yerelde vatandaşımıza, STK’lara, mahalli idarecilerimize, merkezi idarelerin taşra
unsurlarına ulaşılması gerekliliğinin farkındayız. Toplantılar bizlere, ülkemizin dört bir
yanındaki insanlar ve yöneticilerle kaynaşma imkânı tanıTBMM Dilekyacak ve Kuruma, kamuoyu
çe ve İnsan Haklarını
nezdindeki bilinilirliğinin
İnceleme Komisyonundan
yükseltilmesi açısından
oluşturulan Karma Komisyona
güç katacaktır. Aralık
sunulan yıllık rapor sayesinde;
2014’te Soma’da yaşakamu yönetiminin millet iradesinin
nan elim maden kazadenetimine açılması sağlanmakta,
sından sonra kömür
madenciliğinde iş sağkamu yönetiminin artıları-eksileri
lığı
ve güvenliğine iliştartışılmakta, iyi yönetim ilkelerini
kin hazırladığımız özel
ve kararlarımızı görmezden gelen
raporumuza 2016 yılında
idareler kamuoyuna -bir anyenilerini ekleyerek, idaKurumun işleyişi ile ve
lamda- deşifre edilmekterelere insan hakları ve iyi
yaptığı denetimle ilgili ne
dir.
yönetişim başta olmak üzere
gibi yenilikler öngörüyorsuhukukun üstünlüğü ve hukuk
nuz?
devleti kimliğinin gelişmesine katkı2015 yılı Kamu Denetçiliği Kurumuda bulunmaya çalışacağız. Diğer bir hedenun kurumsal kapasitesinin arttırılması
fimiz de; birey odaklı, adalete hızlı erişim ve haklar
adına çok verimli bir yıl oldu. Edindiğimiz deneyimler sayesinde, geleceğe umutla ve emin adımlarla ilerle- kültürünü geliştirmektir.
Ülkemizde hakkaniyet denetimi
yapan tek kurum, Kamu Denetçiliği Kurumu’dur. Hukuka uygun olup kamu vicdanını yaralayan veya herhangi bir hukuki
dayanak bulunamasa dahi bir
hatanın yapıldığı yönünde şüpheye düşülen hallerde, Kurumumuz devreye girerek “somut
adalet”in gerektirdiği çözümü
bulmaktadır. Adalet mekanizmasının kimi zaman bireylerin
vicdanlarını tatmin etmekten
uzak kararlar verebildiğini hepimiz biliyoruz. Biz, ombudsmanlık olarak, yargı mercilerinin bu eksikliğini gidermek için
“hakkaniyet” incelemesi de yaparak şikâyetleri çözmeye çaba
gösteriyoruz.
Ayrıca Kurumumuz, birey ve
devlet arasında taraf tutmadan,
hem bireyin hak ve hürriyetlerini savunmakta hem de idari yapının gereklerini göz ardı etmeden, idarenin yakın bir çalışma
ortağı olarak yöneticilere yol
göstermeye çalışmaktadır. Kurumumuz, şikâyet konusunun
idari anlamda yerindeliğini
değil, birey açısından hakkaniyete ne kadar uygun
olduğunu araştırmakta,
bu sayede “yerindelik denetimi” yerine
“hakkaniyet denetimi”
yaparak vatandaşın talebine daha uygun çözümler geliştirmektedir.
>>>
adalet ve medeniyet
.............................
50
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Dünyayı, doğup büyüdüğümüz köyün dışına taşıdığın dersin heyecanla sürüyor. Dünya ve İslam kelimelerini birleştirdiğin, bize
‘İslam’ın dünyası, Hakk’ın gücü’ dediğin,
kim kimdir diyerek başladığın, büyütülmüş
küçükleri, küçük tutulmuş büyükleri teşhir ettiğin, cebimize, cüzdanımıza sızmış
yılanları, beyinlerimizi kemiren mikropları
bize gösterdiğin dersin sürüyor.
dolaşamaz hâle getirdin. Seni anlayan var mı yok mu ona
bile aldırmadan yürüdün, yürümenin yetmediği yerde koştun. Yürüyerek, koşarak ders yapan öğretmen oldun…
Cihadı sen koymadın; senden önce de cihat vardı elbette.
İlk mücahit değilsin. Ama yaşadığı çağın cihadını ilan eden
sen oldun. Cihadı bildin, öğrettin, yaşattın, cihat ettin. Mala
cihat ettirdin, fabrikaya cihat ettirdin. Oteller cihatla tanıştı
senin zamanında. Sahillerde cihat, salonlarda cihat konuşuldu. Seyit Çavuş’un güllesini kaldırırken sen, cihadı Seyit Çavuş’la bitirip gömmüş olanlar seni anlamadı ama sen
yine de cihat bilen bir kuşağın önündeki öğretmen oldun…
Sen umut dersi verdin. Olmazları olduran, kölelik elbisesi
giydirilmişlere efendilik cübbesi giydiren, işçilere patronluk yolu açan, hocaları imamlaştıran, köyleri şehirleştiren,
dağıtılmışları birleştiren, ülkeciklerden ülke kurduran, düşünmeyi, yürümeyi, koşmayı öğreten bir öğretmen oldun…
Sen mücahit bir öğretmensin; her mücahit gibi sen de kıskanıldın ama haset seni eritmedi.
Aziz öğretmen!
Sen, ilk öğretmenlerin diyarında ol. Yesrib’i Medineleştirenlerin yanında ol. Sen, mazlumlarla, miskinlerle haşrol.
Sen tek başına bir ümmet olanlarla ol. Ayıplayanın ayıplamasından yılmayanlarla, Allah’ı yanında bildiği için dik
duranlarla ol. Sen orada onlarla ol…
Dersin sürecek, ekolün ölmeyecektir.
NUREDDİN YILDIZ.
Not: Bu yazı Nureddin Yıldız’ın 2 Mart 2011 tarihli yazısıdır.
.............................
51
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Dünyayı henüz köyleşmeden köy gibi gördün. Köyün suni ağalarını köylerinin
meydanında dolaşamaz hâle getirdin. Seni anlayan var mı yok mu ona bile aldırmadan yürüdün, yürümenin yetmediği yerde koştun. Yürüyerek, koşarak ders
yapan öğretmen oldun…
adalet ve medeniyet
Başlattığın ders sürüyor; sen önceki öğretmenlerin diyarında olsan da dersin sürüyor.
Dünyayı, doğup büyüdüğümüz köyün dışına taşıdığın dersin heyecanla sürüyor. Dünya ve İslam kelimelerini birleştirdiğin, bize ‘İslam’ın dünyası, Hakk’ın gücü’ dediğin, kim
kimdir diyerek başladığın, büyütülmüş küçükleri, küçük
tutulmuş büyükleri teşhir ettiğin, cebimize, cüzdanımıza
sızmış yılanları, beyinlerimizi kemiren mikropları bize gösterdiğin dersin sürüyor. Sen, önceki öğretmenlerin diyarında olsan da dersin sürüyor…
Hocalığın ebedileşti senin…
Asırlar boyunca asırda bir gelenler gibi, ümmilere kitap
okutma hırsıyla gecesini gündüz yapanlar gibi, büyük yaşayıp büyük ölmek için zahmette rahmet görenler gibi, kayaları oyup yazıyı nakışlaştıranlar gibi, kendisine iş olarak
‘yapılamaz/yapılmasın’ denen işleri seçenler gibi; bir Hızırlık görülüp anlamsız/desteksiz bakışlar arasında iş gören,
gördüğü işi sadece Rabbine göstermekle yetinenler gibi sen
de derin dersler verdin… Sen önceki öğretmenler diyarında
olsan da dersin sürüyor…
Sen tektin, tek yaşadın, tek anılacaksın inşallah.
Elinde tebeşirle yolları aşındıran öğretmen… Kalabalığı da
heyecanı da kendinden öğretmen… İşi kadar sabır üreten,
zamana zaman katan öğretmen… Sen aziz yaşadın, aziz kalacaksın.
Kürsülerden söylenemeyeni söyleyerek, faize, zulme, Siyonizm’e, sömürüye, BM’ye, AB’ye, asıl anlamlarını yükleyerek gafleti gidermeyi vazife edindin; mazluma güç, sömürülene basiret kazandırdın. Dünyayı henüz köyleşmeden köy
gibi gördün. Köyün suni ağalarını köylerinin meydanında
>>>
>> Haldun Barış
Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
adalet ve medeniyet
.............................
52
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Dünya siyasetini anlamak istiyorsanız öncelikle temel
aktörlerden biri olan ‘parayı’ anlamalısınız. Parayı anlamak için de ‘üretim’ ve ‘tüketim’ faktörlerini anlamalı
yani bir manada ‘enerji’ ve ‘ticareti’ anlamalısınız.
Bugün Suriye ve Irak -eskiden bu coğrafyalara Irakeyn
denirdi- meseleleri tartışıldığında ben genellikle denklemleri enerji üzerine ve ‘ülkü sahibi’ devletlerin hamleleri üzerine kurarım. Zaten Akdeniz’de bulunan 34
-bilinen sayı- savaş gemisini başka sebeplerle açıklamaya çalışmak pek de mümkün değil. Bu denklemleri ve
oyuncuları belki başka bir sayımızda değerlendirebiliriz
ancak ben bu makalede ticaret ve savaş gemileri için oldukça önemli olan denizlerin stratejiklerini; boğazları ve
kanalları incelemek istiyorum.
Baktığımız zaman dünya üzerinde çok sayıda boğaz ve
kanal bulunmakta ancak bunları önemi bakımından sıraladığımızda karşımıza İstanbul ve Çanakkale Boğazı,
Hürmüz Boğazı, Malakka Boğazı, Bering Boğazı, Panama
Kanalı, Süveyş Kanalı çıkmaktadır. Bu boğaz ve kanallar
genellikle ticari ve askeri açıdan son derece kritiktir. Bu
boğaz ve kanalların her birisini tek tek ayrıntılı olarak ele
alma imkânımız olmasa da temel olarak incelemek faydalı olacaktır.
Öncelikle Hürmüz Boğazı’nı ele aldığımızda karşımıza
enerji taşımacılığı çıkacaktır. Öyle ki Ortadoğu petrollerinin %40’ı ve dünyada sıvılaştırılmış gazın %66’sı bu
boğazdan taşınmaktadır. İran’ın ve Umman’ın kontrolünde olan boğaz özellikle İran tarafından çok sık olarak
stratejik anlamda kullanılmakta ve Batı’ya karşı önemli
bir hamle olarak görülmektedir. Boğazın güvenliği -ABD
desteğiyle- Körfez İşbirliği Ülkeleri ve İran tarafından
sağlanmaktadır. (Bu konuyla alakalı Umman’ın tarihini
okumak bölgedeki diğer ‘egemenleri’ anlamaya yardımcı
olacaktır.) Boğazda sık sık ABD ve İran gerginlik yaşamakta ya da askeri tatbikatlar yapmaktadır.
İkinci olarak inceleyeceğimiz boğaz ise Malakka Boğazı’dır. Malakka Boğazı, Malezya yarımadası ve Sumatra
Adası arasında dar bir boğazdır. Ancak ekonomik olarak oldukça önemli bir konuma sahiptir. Malakka Boğazı; Endonezya, Çin, Hindistan, Japonya, Tayvan, Güney
.............................
53
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
tün dünya için ancak özellikle Karadeniz ülkeleri için oldukça stratejiktir. Hatta bu ülkelerin bir noktada dünyaya
açılan kapılarıdır. İstanbul Boğazı, Karadeniz ile Marmara’yı birbirine bağlar. Burada Çanakkale Boğazı ise Marmara ile Ege’yi birleştirir. Bu iki boğaza ise kısaca Türk
Boğazları adı verilir. Türk Boğazları’nın stratejik önemine
baktığımızda Yunan ve Pers savaşlarından, İstanbul’un
fethine, Çar 1. Petro’nun Güney’e inme hayallerinden, 1.
Dünya Savaşı’na ve hatta Çarlık’ın yıkılıp Kızıl Ordu’nun
Rusya’da hâkimiyetine kadar “en temel örnekler” kısaca
gösterilebilir. Hatta 1. Dünya Savaşı sonrasında Lozan’da
alınan kararların yaklaşan yeni bir dünya savaşı nedeniyle yeniden görüşülmesi ve Montrö Antlaşması’yla yeniden sonuçlandırılması bile Türk Boğazları’nın önemini
göstermektedir. Dünya siyaseti ve ekonomisi için bu kadar önemli olan bu boğazlar, haliyle hep egemenlik kavgası içinde olmuştur. Özellikle Osmanlı Devleti’nin gücünü iyice kaybettiği “son yüzyılda” Boğazlar Meselesi icat
edilmiş ve devamlı tartışılmıştır. Ancak boğazlarımızla
alakalı en çarpıcı ve adeta sömürge düzeni kuran kararlar Sevr Barış “Projesiyle” gündeme gelmiştir. Bu projenin “antlaşma” haline getirilmiş şekli olan Lozan’da ise
boğazlarımızın kontrolü için kurulan komisyona başkanlık etmemiz kararlaştırılmış ve kabul edilmiştir. Ancak az
önce de değindiğim gibi yaklaşan savaşın etkisiyle o günün konjonktüründe ‘ehven’ diye nitelendirebileceğimiz
Montrö Antlaşması imzalanmış, ticari olmasa da askeri
egemenliğimiz ‘kısmen’ tanınmıştır.
Tabi burada boğazlarla alakalı yapılan sözleşmelerin,
bütün diplomatik süreçlerde olduğu gibi, dönemin askeri, ekonomik ve diğer çeşitli sebeplerinden bağımsız
olarak ele alınamayacağını ve devletlerin talepleriyle
yeniden şekillenebileceğini belirtmek gerekir. Yapılan bu
sözleşme ve antlaşmaları anlayabilmek, yorumlayabilmek ve geleceği şekillendirme noktasında stratejiler kurmak için derin bir tarih bilgisine ve çok boyutlu politika
okuma yetisine sahip olmak gerekir.
Ve yine burada şunu da göz ardı etmemek gerekir, özellikle önümüzdeki 7 yıl içerisinde dünya düzeni oldukça
değişecek ve yeni kurulan oyun içerisinde pozisyonumuz
belli olacak. Ya yeniden bize verilen vazifeyi yerine getireceğiz ya da artık oyun kurucu olarak ‘kurtlar sofrasında’ yer alacağız.
Bunun ise tek çaresi ‘milletçe’ çalışmak, okumak ve anlamaktır. Devletimizin yeniden hak ettiği mertebeye ulaşabilmesi, ancak yeniden ‘millet’ ruhunun canlanmasıyla
ve geniş ufuklara yelken açmış kitlelerin çabasıyla olur
ve inşallah da olacaktır.
adalet ve medeniyet
Kore gibi oldukça kalabalık ve etkin devletler arasında
ticareti kolaylaştırmaktadır. Ancak bu boğazda ve çevresinde bulunan korsanlar boğazdaki ticareti etkilemekte,
özellikle Çin çeşitli alternatif yollara ‘destek’ olacağını
açıklamaktadır.
Dünya üzerinde özellikle ekonomik anlamda önemli olan
diğer iki geçiş noktası ise Süveyş ve Panama kanallarıdır.
Bu iki kanal insan eliyle açılmış birer mühendislik harikalarıdır. Yine iki kanalda devletlerin egemenlik rekabetinde söz konusu olmuş ve gerek askeri gerek politik
birçok mücadeleye ev sahipliği yapmıştır.
Bu kanallardan Panama Kanalı, Atlas Okyanusu ile
Büyük Okyanus’u birbirine bağlar. Bölgeden geçen gemilere büyük bir tasarruf sağlar. Yapılışında öncelikle
Fransızların girişimi söz konusu olmuş ancak bu girişim
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra devreye giren
ABD inşaatı tamamlamıştır. Burada Fransızlardan çeşitli nedenlerle alınan kanalın yapımı üzerine de çoklu
istihbarat teorileri söz konusudur. Yine yayımlanan wikileaks belgelerinde kanalın genişletilme ihalesinde de
benzer yöntemlerin İspanyollara karşı kullanıldığı iddia
edilmiştir.
Diğer önemli ve oldukça stratejik ve aynı zamanda bizleri
ilgilendiren kanal ise Süveyş Kanalı’dır. Süveyş Kanalı,
Akdeniz ve Kızıldeniz’i birbirine bağlar. Özellikle petrol taşımacılığında önemli bir yeri vardır. Süveyş Kanalı
1869’da Birleşik Krallık tarafından açılmış olmasına rağmen projesi ya da daha doğru bir ifadeyle yapılma fikri
çok daha öncesine dayanır. Firavunlar döneminden başlayan süreç özellikle Sokullu Mehmed Paşa döneminde
bugünkü şekline yakın şekilde projelendirilmiş ancak
uygulanamamıştır. Napolyon da Mısır’ı işgal ettiğinde
böyle bir kanal için rapor istemiş ancak kanalın yapılmasının mümkün olmadığı yönünde beyan alınca vazgeçmiştir. Daha sonra ise yine Fransız diplomatlarının girişimiyle kanalın yapımına başlanmıştır. Kanalın işletimi
ise Fransız ve İngiliz özel sektörüne bırakılmıştır. Kanal
işletimine Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile başlayan süreçte Mısır üzerindeki tam egemenliğini kaybeden Osmanlı
maalesef müdahil olamamış ve Mısır devlet başkanı Cemal Abdülnasır’ın millileştirme girişimine kadar kanalın
işletimi aynı kalmıştır. Bu girişim ise İngiliz, Fransız ve
İsraillilerin Mısır’a savaş açmasıyla sonuçlanmıştır. Bu
savaşta soğuk savaş dengelerini gözeten Sovyetler ve
ABD diplomatik müdahalede bulunmuş sonuçta Mısır,
şirkete tazminat ödemiş ve mesele kapanmıştır.
Son olarak inceleyeceğimiz boğaz ise İstanbul Boğazı’dır.
Hem askeri olarak hem de siyasi ve ekonomik olarak, bü-
>>> Tarihten Sayfalar
>> Mehmet Erturan /Tarihçi
26 Mart 1975:
Kral Faysal Suikastı
Kral Faysal, Suud hanedanının çakallara puslu havayı bile
dar eden Abdülhamidi’dir. Krallığı döneminde yaşanan
1973 Arap-İsrail savaşında reel politiği elinin tersiyle itip
Mısır ve Suriye’yi ekonomik olarak destekleyebilecek şuura
sahiptir. Aynı yıllarda petrolü bir silah bilip bütün Batı’ya
petrol ambargosu uygulayan ve küffarı bisiklete binmek
zorunda bırakandır. Ambargo döneminde durumun normalleşmesi için ziyaretine gelen ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’e verdiği izzetli cevaplar tarihe geçmiştir. Dış
siyasette Mısırlı mevkidaşı Cemal Abdunnasır’ın Arap Birliği politikası yerine İslam Birliği’ni benimseyen ve 1969’da
İslam Konferansı Örgütü’nü kurandır. Dönemin bütün İslami hareketleri ile irtibatı olan ve Malcolm X’in bile Amerika’dan kalkıp ziyaretine geldiği adamdır. Kendisinin bir
emir değil İslam davetçisi olduğunu söyleyendir. Ve hayatı
bir suikastla son bulandır.
Kral’ın, muazzez Kudüs konuşmasının ilerleyen günlerinde
yeğeni tarafından hem de sarayın içinde vurularak öldürül-
Körfez Siyasetinde ‘Faysal Öncesi’ ve
‘Faysal Sonrası’ Dönem
mesi sadece Suudi
Arabistan için değil bütün Körfez ülkeleri için siyasi bir
kırılmaya neden
oldu. Bu gözdağı,
ABD-İsrail çizgisinden şaşmayan
günümüz Amerikancı Körfez yönetimlerini doğurdu.
Taha Kılınç’ın ifadesiyle Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin dış politikasında ‘Faysal öncesi’ ve ‘Faysal sonrası’ şeklinde bir tasnif bile
yapılabilir. Örnek vermek gerekirse biri dışişleri bakanı, biri
istihbarat şefi, diğeri de Mekke valisi olan üç oğlu da ‘Faysal sonrası’ dönemin kodlarına göre hareket etmektedir.
Milyon Birinci General’i Anmak ve
Anlamaya Çalışmak
21 Mart 1996:
Cevher Dudayev’in Şehadeti
.............................
54
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Mücahid Çeçenler bilirler ki tarihin aynasında
yüzünü seyretmenin tek
yolu vardır. O da aynanın
üzerindeki tozun mü’mince bir özgürlük için dalgalanan tevhid bayrağı
tarafından silinmesinden
geçer. İmam Şamil’den
de önce başlayan Çeçen
cihadında
Basayev’in
boynuna kolye yaptığı zikir tespihindeki mücadele tanelerinden biri de Cevher
Dudayev’dir. 1944 doğumludur. Kendisine “Çeçenlerin kaç generali var?” diye sorulduğunda “Her Çeçen
generaldir. Ben sadece milyon birinciyim.” diye cevap
verir. Mehmet Şeker’in tabiriyle küçük bir halkın nasıl
da büyüyebileceğini, büyük bir devletinse ne oranda
küçültülebileceğini ispatlayan kişinin ta kendisidir O.
Sovyet Hava Kuvvetleri’nde Tugay Komutanlığı’na kadar
yükselebilmiştir. Müslüman bir Çeçen’e daha fazlası için
izin yoktur. Birinci sınıf bir pilot ve mühendistir. Sovyet
hükümeti, iman dolu göğsüne 12 madalya takar. İlk Müslüman Tümen komutanı olarak Sovyet Hava Kuvvetleri
tarihine geçer. 1989’da Sovyetlerin emirlerine uymamaya başlayınca adı isyancı generale çıkar ve birliğiyle
Grozni’ye sürgün edilir. Bir yıl sonra istifa eder.
Sovyetler parçalanadursun 1991’de yapılan Çeçenistan
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olur ve %85 oy
oranıyla kazanır. Sovyet artığı Ruslar 1994’te Çeçenistan’a askeri hareket başlattığında Çeçen halkına ‘cihad’
emrini veren Cevher Dudayev’dir. Yeltsin, Dudayev’i yok
etmek için en son uzay teknolojisini kullanır. Süleyman
Çobanoğlu’nun yakıştırmasıyla ‘Cevher Paşa’ güdümlü
bir füze ile vurulur. Taner Yüncüoğlu ‘Bir Şehid Düşünce
Toprağa’ ezgisini sadece Şamil Basayev’e değil, bütün
Çeçenistan mücahitlerine yazmıştır. Cevher Dudayev, eşi
Alla’nın ifadesiyle özgürlüğü dünyanın en güzel bebeği
olarak karnında taşıyan Çeçen halkının dünyanın büyük
güçlerinden birine karşı başlattığı mücadelede bebeğini
bir tekmeyle kaybetmemek için kurban verdiği sayısız
oğullardan biridir.
Tarih Bu Olayı Yazmak İçin
Kelime Bulmakta Güçlük Çekecektir
29 Nisan 1916:
Kutü’l Amare Zaferi
Kutü’l Amare, 1. Dünya Savaşı’nın en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir. İngiltere, aktif sömürgesi Hindistan’ın güvenliğini sağlamak için Bağdat’ı ele geçirmeyi planlar. Küçük
şeytana karşı Irak cephesi açılır. İlk düello adını Selman-ı Farisi’den alan Selmanıpak’ta yaşanır ve kaybedenler kulübüne
kaydolan İngilizler, Kutü’l Amare’ye çekilir. Mikroplar derhal
karantinaya alınır ve beş ay bir yere gidemezler. Yarma girişimleri sonuç vermez. Kalenin üç tarafını Dicle, bir tarafını
Devlet-i Âli çevirmiştir. Hastalıklar artar, açlık ölümlere sebep
olur. Havadan atılan yardım malzemeleri Olimpos’un çocuklarına değil Allah’ın izniyle nehre düşer. Sona yaklaşan İngilizlerle müzakereler başlar. Kraliçe’nin askerleri silahlarını ve
1 milyon sterlin tazminat vermeyi teklif ederler. Olmaz. Ya ne
olur? Tam yüzyıl önce yani 29 Nisan 1916’da Halil Paşamız ile
Townshend görüşür ve ücret 2 milyona çıkar. Daha bitmedi!
Halkın coşkulu gösterileriyle İslam askerleri kaleye girer ve
13 bin 309 zelil askeri esir alır. Dünya kamuoyu ve manşetler şaşkındır. Soyadı kanunu çıktığında ‘Kut’ soy ismini alan
Halil Paşa’nın ordusuna yayınladığı bildiride beyan ettiği gibi
“Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.” Kutü’l Amare
zafer gibi bir zaferdir ve Halil Paşa 29 Nisan’ı Kut Bayramı ilan
ederek “Her yıl bugün kutlanırken şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okunsun.” der. İddialara göre İngilizlerin
itibarına gölge düştüğü için Türkiye’nin Nato üyeliğinin ardından Kut Bayramı yasaklanmıştır. Detaylara bayılanlar Halil Kut
Paşa’nın ya da esir İngiliz General Townshend’in hatıralarını
okuyabilir. Bir de İsmail Bilgin’in yazdığı roman var.
22 Mart 2004: Şeyh Ahmed Yasin’in Şehadeti
17 Nisan 2004: Abdulaziz Rantisi’nin Şehadeti
Apache Helikopteri mi, Kalp Krizi mi?
.............................
55
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Şeyh Ahmed Yasin ki felçli haliyle tekerlekli sandalyede
geçirdiği ömründe mücadeleden bıkmayan bir mücahittir. Mektubunu mutlaka okumuşsunuzdur; Kudüs davası
hakkında ümmetin sessizliğini Allah’a şikâyet eden de
odur. Ümmetin yetiştirdiği her iki yiğidin şehadet tarihleri
arasında bir ay bile yoktur. Sağlığında alnından öptüğü
Şeyh Ahmed Yasin’in yerine geçtikten 25 gün sonra Rantisi
de hayatını imanına şahit kılarak bu dünyadan ayrılmıştır. Kendisiyle birlikte iki koruması ve 25 yaşındaki oğlu
Muhammed de şehid düşer. Hayatı iman ve cihat şuuruyla yaşayanların kurmakta zorlanmayacağı mealen şöyle
bir cümlesi vardır: “Bir gün öleceğiz. Apache helikopteri
mi, kalp krizi mi derseniz; ben apache’yi tercih ederim.”
Ahmed Yasin özelinde şehadet hissini dilinden düşürmek
istemeyenler Grup Furkan’dan Ahmed Yasin ezgisini dinleyebilirler.
adalet ve medeniyet
Öncelikle şu noktayı iyice anlamak ve konuya bu bakış açısıyla yaklaşmak lazım: “Ümmetin Filistin diye bir sorunu
yoktur; İsrail diye bir sorunu vardır.” Kısaca Hamas olarak
ifade edilen Filistin İslami Direniş Hareketi bugün İsrail’i
doğrudan hedef alarak faaliyetler yürütmekte ve stratejiler geliştirip eylemler yapmaktadır. Hamas’ın kurucusu
Şeyh Ahmed Yasin; kurucu kadrosunda yer alan mübarek
isimlerden biri de -adını ilk defa duymadığınızı ümit ederek söylüyorum- Abdulaziz Rantisi’dir. 17 Nisan 2004’te Siyonist İsrail tarafından arabasına fırlatılan füzelerle şehid
edilmiştir. 2004 aynı zamanda ümmetin yuvarlak kafalı
mensuplarının “Haziran bi gelse…” diyerek Portekiz’deki
Avrupa Kupası’na dikkat kesildiği yıldır. Abdulaziz Rantisi
2004 ajandamızın, Nisan aylarımızın, Bahar mevsiminin
öncelikli gündemlerindendir. Kendisinden kısa süre önce
yine aynı şekilde Siyonist füzelerle şehid edilen Şeyh Ahmed Yasin’in ardından Hamas’ın Genel Sorumlusu seçilmiştir.
İslam’da
Devlet
Mefhumu
Yusuf El Karadavi
>> Hüseyin Üşenmez
Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
Kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde İslam devletinden
konu açıldığı zaman öncelikle mevcut devlet yapımızla ilgili
konuşuyor ve ardından bildiğimiz kadarıyla İslam devlet düzeninden bahsedip aklımızdaki soru işaretleri ile birlikte sohbetimizi bitiriyorduk. Yine böyle bir sohbet sonrasında elime
Prof. Dr. Yusuf El Karadavi’nin bir kitabını aldım: İslam’da
Devlet Mefhumu. İncelemiş olduğum kitapta içindekiler bölümüne baktıktan sonra aklımda cevaplanmasını bekleyen
sorularımın olduğunu görünce merakla okumaya başladım.
İslam devleti üzerinde konuşurken sorulup da cevabını bekleyen cümleleri kitabı okurken görünce sürükleyici bir okumaya dalıyor ve aldığım cevaplar ile bir yandan şaşırıyor bir
yandan da ne kadar ezbere konuştuğumun farkına varıyordum. Olmaz diye düşündüğüm fikirlerin yazarın cevapları ile
aslında olabileceğini gördükçe bu gibi hassas konularda yeterince araştırma yapmadan konuşmama kararı alıyordum.
Kitapta “İslam’da devletin yeri nedir? Devlet kurmanın hükmü nedir? Onun unsurları nelerdir? Mahiyeti ve niteliği nedir? O, İslam’a uygun sivil bir devlet midir? Yoksa ruhban sınıfının yönettiği teokratik bir din devleti midir?
Onun Allah adına hükmeden dini bir devlet olduğunu iddia edenlere nasıl bir cevap vermemiz lazım? İslam devletinin çoğulculuğa, demokrasiye, kadına ve gayrimüslimlere karşı tutumu nedir? Herhangi bir İslami cemaatin
laik bir devlette hükümete katılması caiz midir?” gibi hassas ve önemli konular yer almaktadır.
adalet ve medeniyet
.............................
56
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Yazar kitabı beş bölüme ayırmış. Birinci bölümde İslam’da Devletin Yeri; ikinci bölümde İslam’ın Kurduğu
Devletin Özellikleri; üçüncü bölümde İslam’da Devletin
Niteliği; dördüncü bölümde Sahih Bir Anlayışa Doğru adlı başlık altında bazı kavramların ve düşüncelerin
açıklaması yapılmış; beşinci bölümde ise İslam Devletinin Demokrasiye Karşı Tutumu adı altında değerlendir-
melerde bulunulmuş.
Yazar birinci bölümde İslam’ın nasslarından deliller,
İslam tarihinden deliller, İslam tabiatından deliller getirerek İslam’da Devletin Yeri’ni açıklıyor. Bu izahlarda
İslam’ın hayatın her yönünü kapsayan bir nizam olduğunu, onun hayata ve topluma hâkim olarak onu yönetmesi, yönlendirmesi ile insanların seyir ve hareketlerini
adalet ve medeniyet
.............................
57
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Allah’ın emirlerine göre düzenlemek istediği bir devlete kanını bugün zalim Rusların, çağın Firavunu Amerikalıihtiyacı olduğunu belirtiyor. İslam devletinin amacının ların, Siyonist İsraillilerin, sömürücü Fransızların kısaca
özünü, vermiş olduğu şu örnek ile hissettirmek istiyor: ilkeden yoksun küfür cephesinin saydığı gibi helal sayRebi b. Amir’in İranlı komutan Rüstem’e şöyle diyordu; maz. O, fiilî olarak kendisine karşı savaşanlardan başka“Allah bizi, insanları kula kulluktan kurtarıp yalnız Al- sını öldürmez.
lah’a kul olmalarını sağlamak, onları dünyanın darlığın- Üçüncü bölümde yazar İslam Devletinin Niteliği’nden
dan onun genişliğine ve muharref dinlerin zulmünden bahseder. Onun, din adamlarının yönettiği, hiç kimsenin
İslam’ın adaletine kavuşturmak için gönderdi.” Yazar bu- onlara kötü veya yanlış yaptın deme hakkının olmadığı
rada İslam’ın mahalli bir sıfata sahip olmadığını, evren- Ortaçağlarda Hıristiyan Batı toplumlarının tanıdığı bir
sel bir mesajı insanlığa iletmekle sorumlu
din devlet olmadığı; seçim, biat, şura ve
olduğunu ve bunun için insanlığı ondaki
devlet başkanının millet önünde hesap
İslam devleti
hidayete ve nura davet etmek amacıyla bir
vermesi esası üzerine kurulan sivil bir
savaşta çaresiz
devlete ihtiyacı olduğunu vurguluyor.
kalmış, herhangi devlet olduğunu belirtmektedir. İslam’da
İkinci bölümde İslam Devletinin Özellikdevlet başkanının Allah’ın vekili olmadıbir çıkış yolu
bulamayan
leri’nden bahsederken öncelikle onun İsğını; onu seçen, denetleyen, hesap soran,
kadınların,
lam hukuku ile yönetilen sivil bir devlet
azleden millet olacağı için onun milletin
çocukların
olduğunu, onun anayasasının Kur’an-ı
vekili olduğunu ifade eder. Yazar, hâkive yaşlıların
Kerim’in getirdiği ilkeler ve hükümler ile
miyet konusundaki bu düşüncesini çeşitkanını, bugün
temsil edildiğini açıklıyor. Onu yönetecek
li örnekler vererek açıklamaya çalışıyor.
zalim Rusların,
kişinin millet tarafından seçilmesi gerekBurada verdiği örneklerin birinde yasama
çağın Firavunu
Amerikalıların,
tiğini, millete rağmen onun istemediği
ve kanun koyma hâkimiyetinin Allah’ın
Siyonist
kimsenin zorla yönetici olamayacağını beolduğunu, Allah’ın izin verdiği konularda
İsraillilerin,
lirterek Batı demokrasisinin aynısı olmadıinsanların yasal düzenleme yapabileceğisömürücü
ğını, onun bazı yönlerine uyulabileceğini
ni belirtiyor ve siyasi otoritenin dayanağıFransızların
belirtiyor.
nın millet olduğunu belirtiyor.
kısaca ilkeden
yoksun küfür
İslam devletinin zayıfları koruyan bir devDördüncü bölümde yazar bazı düşünce ve
cephesinin
let olduğu, onun birkaç kuruş para veya
anlayışların açıklamasını yaparak onları
saydığı gibi helal
birkaç lokma ekmek ile yapılmaya çalıaçıklığa kavuşturmak istemiş. Örneğin;
saymaz.
şılan kolay bir anlayışının olmadığını,
Siyasetsiz İslam Olmaz başlığı altında İszekat kurumu ile ihtiyacı olanların israfa
lam’ın siyasetten ayrılamayacağını, onu
kaçmaksızın ihtiyacını karşılaması anlayışı üzerine ku- siyasetten ayırdığımız zaman başka bir din haline gelecerulan, işçinin hakkını işverenden alıncaya kadar işçinin ğini belirterek “Siyasi İslam” diye bir kavramımız olmayanında yer alan, kadının erkekten hakkını alıncaya ka- dığını açıklamıştır.
dar İslam kadınının yanında yer alan bir devlet olduğunu Yüce Allah’ın, Kitabı’nda ve Peygamberin dilinde buluanlatarak İslam devletinin zayıf ve güçsüzlerin bakım ve nan hükümleri, ölülere okumak veya levhalara yazarak
gözetiminden sorumlu Sosyal Adalet prensibini ilke edi- duvarlara asmak ve onlarla duvarları süslemek için innen bir devlet olduğunu vurguluyor.
dirmediğini, onları kendisine uyulsun, uygulansın, inGünümüzde ilkesiz bir yöntem izleyerek gayeye ulaşmak sanların ilişkilerinde hükmetsin ve hayatın akışı Allah’ın
için her yola başvurmaktan çekinmeyen emperyalist dü- emir ve yasaklarına göre düzenlensin diye vahyedildiğini
zen yöneticilerinin öğrenmesi gereken ilkeli ve ahlaki belirterek Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmetmenin
duruşu İslam Devleti kendi özünde bulundurmaktadır. gerekliliğinden bahsetmiştir. Bu bölümde Maide suresiÇünkü İslam Devleti, işlemlerinde ikiyüzlü ve iki dilli nin 44-47 arası ayetlerin açıklamasını yaparak bu ayetleolmayıp Hz. Peygamber aleyhisselamın bütün insanlığa rin ne anlatmak istediğini, bazı durum ve koşullarda bu
öğretmek ve uygulamak için gönderdiği “iyi ahlak”ı ha- ayetler çerçevesinde olaylara nasıl yaklaşılması gerektiyata geçirir ve yeryüzünde adaleti tesis etmek için müca- ğini açıklamıştır. Yazar “Münkeri” değiştirme yollarındele eder. Bu devlet savaşta çaresiz kalmış, herhangi bir dan bahsederek, hangi yol ve yöntem izlenerek bunun
çıkış yolu bulamayan kadınların, çocukların ve yaşlıların yapılması gerektiğini açıklayıp, münkerin değiştirilmesi
>>>
adalet ve medeniyet
.............................
58
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
için hangi şartlara sahip
İslam devletinin
olması gerektiği konusunamacının özünü,
da uzunca bir anlatımda
vermiş olduğu
bulunmuştur.
şu örnek ile
hissettirmek
Kitabın son bölümünde
istiyor: Rebi b.
yazar İslam Devletinin
Amir’in İranlı
Demokrasiye Karşı Tutukomutan Rüstem’e
mu’nu açıklamıştır. Yazaşöyle diyordu;
ra göre bize yabancı olan
“Allah bizi,
insanları kula
kavramları iktibas ederken
onun bize ait yöntemle- kulluktan kurtarıp
yalnız Allah’a
rini, mekanizmalarını ve
kul olmalarını
güvencelerini
alabiliriz.
sağlamak,
Onun üzerinde bazı deonları dünyanın
ğişiklikler yaparak, bazı
darlığından onun
genişliğine ve
ilavelerle ona ilk aidiyetini
muharref
dinlerin
kaybettirip kendi kültürüzulmünden
müzün bir parçası haline
İslam’ın adaletine
getirebiliriz. Haramı helal, kavuşturmak için
helali haram kılan, dinigönderdi.”
mize uymayan yanlarını
ve felsefesini almayız. Burada demokrasiden bahsederken, yazar aklını kullanabilen, inanan ve şükreden bir
toplumdaki demokrasiden bahsettiğini, inkârcı veya
Allah’ın yolundan sapmış insanların bulunduğu toplumdaki demokrasiden bahsetmediğini ifade ediyor. Bu
açıklamalardan sonra bu bölüm ile ilgili açıklamalarımızı yapalım.
Seçim sistemini şahitlik olarak gören yazar, seçmende
şahitte bulunması gereken şartların bulunması kaydını belirtiyor. Yani seçmenin adil ve iyi hal sahibi olması
lazımdır. Okuyunca bir duraksama yaşadığım kısım ise
demokrasinin İslam’ın özüne uygun olduğunu belirten
kısım oldu.
Yazara göre demokrasinin anlamı; milletin kendisini yönetecek kişileri hür iradesi ile kendisinin seçmesi, onları
denetlemesi, haktan saptıkları zaman yapılan nasihatleri ve uyarıları dinlemedikleri takdirde onları milletin görevden azletme hakkının olmasıdır. Allah tarafından emredilen işlere aykırı işler yapmayı “açık bir küfür” olarak
benimseyip, “Allah tarafından delili bulunan konularda
reddetme gibi bir İslami siyasi ilkelerin fiilen gerçekleşebildiği bir sistem olarak insanlar demokrasiye davet edilmelidir.” açıklamasında bulunuyor.
Demokrasiyi Allah’ın hâkimiyetine alternatif olarak halk
hâkimiyeti olarak anlamamak gerektiğini, Anayasa’ya
“Şeriatın kesin hükümlerine aykırı olan her kanun batıl-
dır.” şeklinde bir madde eklenebileceğini belirtiyor. Ayrıca yazar bu bölümde çoğunluğun hâkimiyetinin İslam’a
aykırı olup olmadığıyla ilgili ve Şura Meclisinin kararlarının bağlayıcı olduğuyla ilgili açıklamalar yapıyor.
İslam devletinde çok partili hayatın nasıl olacağı ile ilgili
değerlendirilmelerin de bulunduğu bu bölümde, kadınların milletvekili adayı olup olamayacağı gibi hususlarda
çeşitli görüşlerin ve delillerin ışığında değerlendirmeler
yapılıyor. Son olarak Gayri İslami Bir Hükümete Ortak
Olmak başlığı altında bazı genel ve temel kaideler ışığında hangi şartlarda bunun mümkün olabileceği ile ilgili
görüşlerini açıklıyor. Ayrıca bu başlık kapsamında çeşitli
âlimlerin fetvalarına da kitapta yer veriyor. Gayrimüslim
kimselerin milletvekilliğine aday olup olmaması ile ilgili
açıklamalar ile kitap son buluyor.
A
E MEDENİYET
T V
DE
RG
İSİ
AD
LE
Sinema
>> Ali Şükrü Yenilmez
FİLMDEKİ KARAKTERLER BİR "ARAYIŞIN" İÇİNDEYKEN EKRAN BAŞINDAKİ İZLEYİCİNİN FARKINDALIK KAZANACAĞI; YANİ ASIL ARAYIŞA İZLEYİCİNİN DÜŞÜP SONUNDA GERÇEKLERİ BULACAĞI BİR FİLM. SAVAŞLARIN KAZANANLARI YOKTUR. HER İKİ TARAF DA BİR ŞEYLER KAYBEDER
MESAJI DA YER EDİNMİŞ FİLMİN İÇİNDE.
.............................
59
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
kaybettiği ablası onu aramaktadır. Başka bir karakter ise
20 yaşındaki bir Rus gencidir ve onun nasıl zorla askere
alındığı ve orada tabiri caizse nasıl "psikopatlaştığı" anlatılmaktadır. Ayrıca, Avrupa Birliği görevlisi bir bayan
savaştaki sivillerin durumunu inceleyip rapor sunmak
için bölgede araştırma yapmaktadır. Bir gün oturup mazlumların dertlerini daha iyi anlamak ve hatta bu dertlere
ağlamak istiyorsanız gerçekten izleyebileceğiniz nadide
filmlerden. Vicdanınızı en derin yerlerine kadar titreteceğinden emin olabilirsiniz. Filmdeki karakterler bir
"arayışın" içindeyken ekran başındaki izleyicinin farkındalık kazanacağı; yani asıl arayışa izleyicinin düşüp sonunda
gerçekleri bulacağı bir film. Savaşların kazananları yoktur.
Her iki taraf da bir şeyler kaybeder mesajı ince ince işlenmiş.
O dönemde o coğrafyada yaşanan vahşet, savaşan her iki
tarafın ve hatta tarafsız olanların da gözünden sosyolojik
ve psikolojik olarak yansıtılmıştır.
adalet ve medeniyet
Arayış filmi günümüz dünyasında emperyalist güçlerin
insanları nasıl vatanlarından çıkardıklarını, bunu hangi
asılsız gerekçeler uydurarak yaptıklarını, zulümlerini, aç
gözlülüklerini ve her şeyden de öte zulmettikleri insanların -hele ki çocukların- hallerini başarılı bir şekilde
ekrana taşımaktadır. Filmle ilgili bazı bilgilere değinecek
olursak şöyle anlatabiliriz:
Film, ikinci Çeçen savaşının yaşandığı 1999 yılında ucu
birbirine dokunan farklı hayatları anlatmaktadır. Bunları zulmeden taraf, zulme uğrayan taraf ve buna sessiz
kalan batı olarak özetleyebiliriz sanırım. Fransız yapımı
film 2015 yılında vizyona girmiştir. Oskar ödüllü yönetmen Michel Hazanavicius'un dram-savaş filmi türündeki
başarılı bir filmidir.
Filmde savaş sırasında bir Çeçen köyünde ailesi gözlerinin önünde katledilen bir çocuğun, tek başına neler
yaşadığı kimlerle karşılaştığını anlatılır. Bir yandan da
>> Necmettin Mesut Sever/Bilgisayar Programcısı
Neden Türkiye Siber Saldırıların Hedefi haline geldi?
Ülkemiz internet saldırı haritasından bakıldığında (Attack
Map) en çok saldırı alan 10 ülke arasında yer almaktadır. Bununla beraber son dönemdeki saldırıların gerekçesi olarak
Rusya ile yaşanan Uçak krizi ve Suriye politikaları gösterilmektedir.
Siber Saldırılar Hangi Merkezden Yapıldı?
Siber saldırılar, saldırganların konum, erişim bilgilerinin kolay tespit edilememesi için genelde yurt dışından gerçekleştirilir. Ayrıca saldırganlar bu şekilde uluslararası hukukun zor
işlemesi hatta işleyememesinden de faydalanmaktadırlar.
Ülkemize yapılan siber saldırılar da yurt dışından farklı merkezlerden gerçekleştirilmiştir. Zaten hacker grupları genelde
farklı coğrafi bölgelerde yaşayan ama aynı hedefe kilitlenmiş insanlardan oluştuğu için saldırıların yurt dışından ve
birden fazla merkezden gerçekleşmesi gayet normaldir.
adalet ve medeniyet
Saldırıların Amacı Neydi?
Saldırıların temel amacı, halk tarafından çokça kullanılan
devlet kurumları, bankalar gibi organlara zarar vererek bunları işlemez hale getirmek, halkı korku, kaygı ve paniğe sevk
ederek halkın ülkesine, devletine olan güveni zedelemek.
Aynı zamanda saldırılan ülkenin ve yönetiminin yurt içinde
ve yurt dışındaki itibarını zedelemek, itibarsızlaştırmaktır.
.............................
60
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Devlet Kurumları Bu Saldırılardan Zarar Gördü mü?
Ülkemizde resmi kurumlarda kullanılan herkesin bilgilerinin tutulduğu veritabanları birden fazla yedek sunucu ile
sürekli asıl makineden kendini günceller (replace) şekilde
hackerlar ve
ülkemize
yönelik siber
saldırılar
çalışmakta, yani asıl sunucuya erişilemediğinde gerekli bilgiler diğer sunuculardan da temin edilebilmektedir. Ayrıca
devlet kurumlarında kullanılan programlar ve bu programların çalıştırıldığı bilgisayarlar noktadan noktaya bağlantı
ile yani kapalı devre çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bir hacker’ın bu sisteme erişebilmesi için ya içeriden kendisine bir
ortak bulması lazım ya da otuza yakın güvenlik duvarını tek
tek aşması lazım ki bu oldukça zor bir ihtimal. Şayet bir gün
hacker’lar devletin elektronik alt yapısının arka planına erişmeyi başarırsa işte o zaman gerçekten bir felaketin eşiğindeyiz demektir.
Özel Kurumlar ve Bankalar bundan ne kadar zarar gördü? Bu Saldırıların Halka yansıması nasıl oldu?
Bankaların internet sitelerine erişimde zaman zaman ufak
tefek problemler yaşandı ama halk tarafında çok fazla bilinmese de biz ülke olarak siber saldırılara alışkın olduğumuz
için çok ciddi problemler yaşamadık. Örnek vermek gerekirse sadece AVM’de, Market’te, Petrol’de alışveriş yapan bir vatandaşın kredi kartı pos cihazında tek seferde çekmedi hata
verdi ama ikinci, üçüncü denemede işlem yaptı.
Siber Saldırılarda Sıkça Kullanılan Yöntemler ve DDOS
Saldırıları (Hizmet Dışı Bırakma)
Dünya genelinde siber saldırılarda kullanılan çok farklı yöntemler olsa da bunların en çok tercih edileni DDOS saldırılarıdır. DDOS saldırıları ile hedeflenen internet sitesine giden
tüm yollar tıkanarak ya da çok yavaş işler hale getirilerek diğer kullanıcıların bu siteye erişimi engellenir. Örnek olarak
altı şeritli ve çok hızlı işleyen bir otobanın saatte 20-30 km
hızla giden tırlar ile işlemez hale getirilmesini söyleyebiliriz.
Aynı şekilde 4 kişilik bir asansöre 8 kişi binildiğinde asansörün bozulması gibi de düşünebiliriz. Hacker grupları tarafından oluşturulan on binlerce sanal makine aynı anda tek
bir internet sitesine erişmeye kalktığında o internet sitesinin
bant genişliği ve trafik değerlerini alt üst ederek erişilemez
hale getirmekteler. Bu durumun bir benzeri eski yıllarda üniversite sınav sonuçları açıklandığında da yaşanmaktaydı,
on binlerce kişi aynı anda sınav sonucuna bakmak için ÖSYM’nin internet sitesine yüklendiğinde site erişilemez hale
geliyordu. Burada şunu da belirtmek lazım, DDOS saldırıları
sadece saldırılan internet sitesini geçici olarak hizmet dışı
bırakmaya yarar, yani o internet sitesinin bilgilerini ele geçirme v.b. bir durum söz konusu değildir.
Ayyıldız Tim: 2002 yılında Cedkan Bir Yafes nickli kullanıcı tarafından Yeni Zelenda’da kurulan vatansever bir hacker
grubudur. Grubun kurulduğu günden bugüne birçok hack
faaliyeti olmuş ise de adını genel olarak ABD Savunma Bakanlığının internet sitesini hackleyerek duyurmuştur. Aynı
zamanda ülkemize karşı yapılan Siber Saldırılara misliyle
yanıt vermesiyle de bilinir. En son ülkemize yapılan saldırıları üstlenen Anonymous adlı Hacker grubunun internet
sitesini hacklemiştir.
Anonymous: 2003 yılında kurulan bu hacker grubu adından da anlaşılacağı üzere “Anonymous” yani Anonim bir yapıya sahiptir ve birçok ülkeden üyesi bulunmaktadır. İlk saldırılarında halk yanlısı ve devlet karşıtı tutumlar sergileyen
bu hacker grubu, ilerleyen zamanlarda bu tutumunu değiştirerek siyasi olaylara müdahil olmaya başlamıştır. Ayrıca çok
uluslu bir hacker grubu olmasının yanı sıra grubun içerisine
MOSSAD, CIA ve KGB gibi istihbarat örgütlerinin ajanlarının
sızdığı ve bu ajanların yönlendirmeleri doğrultusunda bazı
saldırıların gerçekleştiği hususu da sıkça konuşulmaktadır.
Yurt Dışından Erişim Engeli
Saldırıların birçoğu DDOS saldırısı olması ve Yurt dışından
gerçekleşmesi nedeniyle internet sitelerinin veya bilgilerinin
bulunduğu sunucu yurt dışından erişime kapatıldığında
Hacker saldırıları bir ölçüde engellenebilmekte ancak hackerların yurt içerisinde kendilerine köprü vazifesi görecek
cihazlar ya da paydaşlar bulmaları halinde bu güvenlik önlemi faydasız kalabilmektedir.
Birden Fazla Sunucudan Yayın
DDOS Saldırıları ve diğer ataklardan korunmanın bir yolu da
birden fazla sunucu kullanmaktır. Yedek sunucular kendisini periyodik olarak Veritabanı’nın bulunduğu ana sunucu
ile eşitlerse (replace) sunuculardan birisine zarar gelmesi
sistemin işlemesine zarar vermez. Aynı zamanda internet
sitesinin bulunduğu sunucuya DDOS saldırısı yapılırsa, internet sitesi birden fazla sunucudan yayın yapacak şekilde
dağıtılır ve böylelikle saldırının etkisi azaltılır, internet sitesine erişim kolaylaşır.
Dinamik Yerine Statik İnternet Siteleri
Hali hazırda birçok devlet kurumumuz tarafından dinamik,
yönetim paneli olan siteler yerine statik HTML tabanlı siteler
tercih edilmekte, bu tercih sitenin dinamik sitelere kıyasla
hacklenmesini zorlaştırır.
.............................
61
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
Beyaz Şapkalı Hacker Eğitimleri
Bilindiği üzere yurt dışında Beyaz Şapkalı Hacker kuruluşları var, bu kuruluşlar internet sitelerinin, sunucuların, siber
uzmanlık isteyen sistemlerin arka planlarına, veritabanlarına sızıp ve diğer açıklarını bularak rapor etmeler. Bu sayede
bu hizmeti alan firmalar veya devlet kurumları bu eksikleri
giderip siber saldırılara karşı daha güçlü hale gelmekteler.
Ülkemizde de geçtiğimiz yıl içerisinde TSE tarafından Beyaz
Şapkalı Hacker eğitimi verilmeye başlandı. Ayrıca MEB tarafından ilkokul öğrencilerine yönelik kodlama dersi verilmesi
gündemde, inşallah bu eğitimler neticesinde gelecekte Siber
Saldırılara karşı daha uzman bir ekiple mücadele edileceğine inanıyorum.
adalet ve medeniyet
Anonymous ile Ayyıldız Tim arasındaki ilişki nedir?
Anonymous geçmiş yıllarda yine ülkemize karşı bir siber
saldırı başlatmıştı, bu saldırı esnasında Ayyıldız Tim Anonymous’un sitesine saldırıp hackleme safhasına geldiğinde
Anonymous bir daha Türkiye’ye saldırmayacağına dair söz
verdi ve kendi sitelerine karşı olan saldırının sonlandırılmasını istedi. Ayyıldız Tim bunu kabul etti ve bu şekilde saldırı
sonlandırıldı. Ama son dönemde Anonymous tekrar ülkemize karşı saldırıda bulununca Ayyıldız Tim tarafından aralarındaki anlaşmayı bozdukları gerekçesiyle internet siteleri
hacklendi.
Siber Saldırılara Karşı Devlet Tarafından Alınan Önlemler ve Korunma Yolları
USOM – SOME: Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)
tarafından Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı kapsamında geçtiğimiz yıl kurulan Ulusal Siber
Olaylara Müdahale Merkezi (USOM) ile Sektörel ve Kurumsal
Siber Olaylara Müdahale Ekiplerinin (SOME) oluşturulmasıyla siber saldırılara karşı organize bir eylem planı yürütecek yapılar oluşturulmuş oldu.
>>>
"Ey Ölüm meleği! Acele et ve ruhumu al ki
artık Cennet'te yemek yiyeyim. Ben çok açım."
>> Abdullah Efdal Tiryaki
adalet ve medeniyet
.............................
62
.............................
Kocatepe Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
Mart-Nisan-Mayıs
Biz tokuz kardeşim. Hak etmediğimiz kadar tokuz.
Tokluğumuzdan gaflet uykusuna dalmışız da hâla
uyanamamışız. Öyle bir uyku ki yanı başımızda
zalimin pençesindeki kardeşlerimizin çığlıklarını,
ıstıraplarını duymaz olmuşuz. Anaların yüreklerine düşen ateşlerde bizim de odunumuz varmış da
bihaber yaşamışız.
Elhamdülillah uyandık kardeşim. Uyandırdın bizi.
Mektubun bir hançer gibi saplandı yüreğimize,
uyanmamak elde değil. Uyandık, uyandıracağız
kardeşim. Ümmet bilincini namütenahi gayretimizle aşılayacağız bu millete İnşallah. Uyanmayanlar da elbet bir gün uyanacaklar kardeşim. Belki zalimin nefesini enselerinde hissettikleri gün
yahut unuttukları ölüm meleği gelir de uyandırır
onları bir gün.
>> Alparslan Boz Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
Benim imanı büyük bedeni küçük kardeşim,
Sen ki açlıktan yazarken bu satırları, dağlarken yüreklerimizi bu satırlarla bizler ki memnuniyetsizizdir her
şeyden. Mesela canımızı sıkar tuttuğumuz takımımızın
yenilmesi. Neden alınmamıştır ki o son model telefon.
Neden sevmemiştir ki sevdiğimiz bizi. Yani açlık ve savaş
uzaktır bize. Bir nebze aç kalırız Ramazanda, onda bile
sahurda hesaplarız iftarda ne donatacak soframızı diye.
Bolca nimeti vardır Rabbimizin bize verdiği. Ama senin
gösterdiğin şükrü ve memnuniyeti göstermeyiz ona.
Bizler ki cimriyizdir kardeşim. Gerekli gereksiz her şeye
harcarken paralarımızı sizlere yardım göndereceğimiz
zaman 5 lira fazla mı diye düşünürüz. Senin anlayacağın
bizler ki dertlenmeyiz senin derdinle, bizler ki dertlenmedik Filistin’le, Irak’la ve daha nicesiyle... Oysa ne diyordu âlemlere rahmet efendimiz: Müslüman’ın derdiyle
dertlenmeyen bizden değildir.
Affet bizi güzel kardeşim bizler dertlenemedik senin, sizlerin derdiyle. Evet, suçluyuz ümmet olarak ve ne desen
haklısın bize ama sen gitmek istediğin yerde yani cennette şikâyet etme olur mu bizi güllerin efendisine derdimle
dertlenmediler diye.
>> Merve Meryem Kıran
>> Muhammet Fatih Aykurt
Selçuk Üniversitesi Hukuk Öğrencisi
Günahsız bir melek gibi cennete uçan şehit kardeşim.
Şu an seninle beraber olmayı o kadar çok isterdim ki. O güzel cennet bahçelerinde dünyadaki tatlarından binlerce kat
güzel yemekleri senle beraber yiyebilmek ne büyük bir lütuf olurdu. Senin şu anki halini annen, baban, kardeşlerin
görseler eminim çok mutlu olurlardı. Allah'a senin gibi günahsız hesapsız kavuşmak ne büyük nimet, eminim onlar da
bilirler bunu . Bilirler de evlat acısı bambaşkadır herhâlde.
Hani hazreti Hüseyin'i de etrafını çevirip , nehrin kıyısında
olmasına rağmen ona ve senin gibi küçük yavrucaklara su
içirmemiş onları da aç ve susuz bırakarak Kerbela'da birçoğunu şehit etmişlerdi ya. Sana da bu açlığı yaşatanlar o zaman olduğu gibi şimdi de ancak kandan, ölümden, sömürgeden, beslenen zalim insanlardır.
Sen bu kutlu yolda şehit olan, onlar gibi bir nefersin inşallah.
Geride bıraktığın tüm ailene sabırlar dilerim. Sen bizlerin
uyanışına, bu ibretlik cennete uçuşun ve yazdıklarınla vesile
oldun. Dilerim Allah'tan ki insanlık bu hırs ve zalimliğinden
vazgeçer, dünyada herkesin kendine yetecek kadar bir kap
yemeği olur. Seni bu halde ölüme gönderen insanları bizler
asla affetmeyeceğiz. Allah elbet nurunu tamamlayacak. Dünya İslam’ın adaletiyle şereflenecektir. Ruhun şad olsun…
Arş. Gör. Dr. YBÜ Tıp Fakültesi
.............................
63
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
mezken biz, sen bir melek oldun.
Göz açıp kapayıncaya dek geçip giden şu fani âlemde
sen cennete uçtun melek. Biz kararan vicdanlarımızla
senin mektubunun etkisi ile vicdanlarımızı temizleyebileceğini ümit ettiğim gözyaşlarımızla baş başayız şimdilerde. Küçücük bir beden açlıkla mücadele ederken
biz belki de nefsimize güzel gelen nelerin peşindeydik.
Belki de verdiğimiz sözün büyüklüğünü unuttuk güzel
çocuk. Bir çocuğun ağlaması dağlarken içimizi, ümmetin yetimleri açlıktan ölüyordu. Ne yazık ki; biz bunu bir
türlü önleyemiyorduk.
Melek! Şu an cennet bahçelerinde sıkıntılarını unutmuş, oyun oynuyor ve belki buradaki kardeşlerin için
dua ediyorsun. Cennete gelip yemek yesinler diye… Bizler için de dua et. Bizleri Rabbimiz hidayete erdirsin.
Bizleri de bu ruh açlığından kurtarsın. Ümmetimizi, bizi
affetsin. İslam şuuru nasip etsin. Ömer İbni Hattab (r.a.)
gibi bir koyunun sorumluluğunu hisseden; gece sırtında erzak taşıyan, sırtı nasır tutmuş Zeynel Abidin (r.a.)
gibi bir şuur nasip etsin. Rabbimiz bizleri doğru yola
ilet. Âmin.
adalet ve medeniyet
Sevgili melek;
“Melek” dedim. Çünkü sana hitap edecek daha güzel bir
kelime bulamadım küçük yavrum. Senin masumiyetini
ve bizim kalplerimizin, bizim yaşayışımızın, bizim dünyamızın ne kadar karardığını ifade edebilecek bir kelime bulamadım.
Aramızdan bir melek olarak ve “Ben açım diyerek” ayrıldın. Boğazım düğümleniyor bunu düşündükçe. Biz
şükrünü bilemediğimiz nice nimetlerin içinde şükürsüzlük ve nankörlükle yaşarken, bir lokma ekmek bulamayan bir yavrunun açlığı boğazıma düğümleniyor.
Sonra daha iyi anlıyorum, daha önce anlayabildiğimi
zannettiğim şu hadis-i şerifin zarafetini: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Peki, komşu çocukları
açlıktan ölürken şimdi biz kimdeniz? Kimiz? İsraf, israf
ve israf içinde kalbimizde kalan son latifemiz ancak dökülen yemeğe, atılan ekmeğe bir nebze üzülürken, israf
olan hayatlarımızla, elini tutamadığımız kayıp giden
hayatlarla, açlıkla, ölümle, soğukla koyun koyuna yatan yavrularımıza, kardeşlerimize ne zaman üzüleceğiz,
kahrolacağız? Ne zaman “Ensar” olacağız bunu bile-
>>> Sempozyum
İNSAN HAKLARI
PERSPEKTİFİNDE
MÜLTECİLİK
SEMPOZYUMU
DOÇ. DR. MURAT ERDOĞAN: ÜLKEMİZDE 4 YAŞIN ALTINDA 500
BİN ÇOCUK BULUNMAKTADIR. BU ÇOCUKLAR YASAL STATÜLERİ
NE OLURSA OLSUN BU ÜLKENİN ÇOCUKLARIDIR. MÜLTECİLER BİR
İSTATİSTİKİ BİLGİ DEĞİLDİR, HER RAKAM BİR CANI, BİR İNSANI
İFADE ETMEKTEDİR.
adalet ve medeniyet
.............................
64
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
İHH GENEL BAŞKANI BÜLENT YILDIRIM:
DÜNYADAKİ MÜLTECİLERİN % 80’İNDEN FAZLASI İSLAM TOPRAKLARINDA. DÜNYANIN EN FAKİR ÜLKELERİNDEN OLAN BANGLADEŞ
1.5 MİLYON MÜLTECİYE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR.
.............................
65
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
ğini, mültecilerin yaşadıkları problemlere tüm insanlığın
şahit olduğunu bu problemlerin giderilmesi noktasında
herkesin bir şeyler yapabileceğini ifade etti.
Moderatörlüğünü İstanbul Üniversitesi Milletlerarası Özel
Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kerem Faruk
GİRAY’ın yaptığı, Mülteciliğin ekonomik, siyasi ve insani
boyutunun ele alındığı 1. Oturum’da Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuray EKŞİ
1951 Cenevre Konvansiyonu’ndan Bugüne Mülteci Tanımı
başlığı altında yaptığı konuşmasında Türkiye’ye dünyanın
birçok yerinden mülteci geldiğini, Avrupa’dan gelen mülteciler ile doğudan gelen mültecilerin aynı statüye koyulmadığını, Doğudan gelenlerin şartlı mülteci kapsamına
alındığını ve güvenli bir 3. Ülke bulmak şartıyla Türkiye’ye
girmelerine izin verildiğini ve geçici ikamet iznine tabi
tutulduklarını, sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar
nedeniyle zulüm görme korkusu yaşayan kişilere mülteci
statüsü tanındığını, tanım ve şartlar aynı olmakla birlikte
Avrupa dışından gelen kişilere şartlı mültecilik statüsü-
adalet ve medeniyet
Bu yıl ilki düzenlenen İnsan Hakları Perspektifinde Mültecilik Sempozyumu 10-11 Aralık 2015 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, İHH İnsani Yardım Vakfı, Memur-Sen ve İstanbul
Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen sempozyuma akademisyenler, hukukçular ve konunun uzmanları iştirak etti.
Sempozyuma bürokratlar, dünyanın farklı bölgelerinden
sivil toplum kuruluş temsilcileri, muhtelif fakültelerde öğrenim gören öğrenciler yoğun ilgi gösterdi. Oturumlarda
tebliğciler dışında soru sormak veya konuyla alakalı bilgi
ve görüşlerini paylaşmak suretiyle katkı sağlamak isteyen
tüm izleyici ve katılımcılara da fırsat tanındı. Sempozyum,
İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Cemil BİLSEL Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Sempozyum açılışında konuşan Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkanı Av. Uğur YILDIRIM dünyanın
daha adil daha yaşanabilir bir yer olması için insanlığın
ortak vicdanının ürettiği değerler manzumesi olarak
kabul gören İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin,
adaletin ve dünya barışının temeli olarak insana insan
olduğu için değer veren insanlık tarihinin en önemli kazanımlarından biri olarak görüldüğünü, buna rağmen
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan insana
dair olmazsa olmaz denilen hakların hiçbirinin mültecilere tanınmadığını, mültecilerin yaşam haklarının önlerine
çekilen güvenlik duvarlarıyla ihlal edildiğini, adil yargılanma hakkından bahsetmenin mümkün olmadığını,
öncelikle mültecilerin bulundukları ülkelerde haklarını
arayabileceklerine dair bir olgu ve pratiğin gelişmesi gerektiğini ifade etti.
İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Av. Bülent YILDIRIM, açılış konuşmasında dünyadaki mültecilerin %
80’inden fazlasının İslam topraklarında olduğunu, Avrupa’nın sadece akademisyen ve bilim insanı olan mültecileri kabul ettiğini, dünyanın en fakir ülkelerinden olan
Bangladeş’in 1.5 milyon mülteciye ev sahipliği yaptığını,
Türkiye’nin mültecilere çok iyi maddi imkanlar sağladığını fakat gelen mültecileri meslek gruplarına göre tasnif
etmek gibi daha kapsamlı projelerin de yapılması gerekti-
>>>
SURİYE TÜRKMEN BİRLİĞİ BAŞKANI
SAMİR HAFEZ: SURİYE’DE DEVLET
DESTEĞİYLE 1150 OFİS AÇILMIŞTIR.
BU OFİSLER SURİYE’Yİ BOŞALTMA
PLANI ÇERÇEVESİNDE HALKI GÖÇ
ETTİRMEK İÇİN ÇALIŞMAKTA VE
İNSANLAR 180 DOLARA GEMİLERLE
ÜLKEDEN GÖNDERİLMEKTEDİR.
adalet ve medeniyet
.............................
66
.............................
Mart-Nisan-Mayıs
nün tanındığını ifade etti.
İltica Sebepleri ve İltica Hareketlerini anlatan İnsan Hakları Aktivisti Ahmet MERCAN sivil toplumun, mültecilerin
yaşayacağı problemler noktasında öngörülerinin olması
gerektiğini ve bu problemlerin yaşanmaması için harekete
geçilmesinin önemini belirtti.
Mültecilerin yaşadığı hak ihlalleri başlıklı konuyu anlatan Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Av. Abdulhalim
YILMAZ, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çerçevesinde yaşanan sıkıntıların kanundan değil uygulamadan kaynaklı sıkıntılar olduğunu ifade etti. AID Uluslarası
Doktorlar Birliği’nden Uzm. Psikolog Tuğba ÖZTÜRK mültecilerin yaşadığı sosyal ve psikolojik problemleri anlattı.
Savaşın kadın ve çocuklar üzerinde yarattığı etkiden bahseden ÖZTÜRK, savaşa maruz kalıp travma yaşayan çocukların, sığındıkları ülkede ikincil bir travma yaşadığını
ifade etti.
Moderatörlüğünü Uluslararası Mülteci Hakları Derneği
Genel Başkan Yardımcısı Av. Muaz YANILMAZ’ın yaptığı
2. Oturum’da Entegrasyon Politikaları, Sorunlar ve Çözüm
Önerilerini konuşan Avrupa Parlementosu 4. ve 5. Dönem
Milletvekili Ozan CEYHUN, mülteciler adına yapılabilecek en anlamlı şeyin AB, BM gibi uluslararası güçlere sivil
baskının arttırılmasının olacağını ifade etti. Göç Alan Toplumlarda Mültecilik Algısını anlatan İstanbul Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf ADIGÜZEL, dünyadaki 59.5 milyon mültecinin büyük çoğunluğunun Müslüman nüfusunun yoğun olduğu topraklarda
yaşadığını, toplumun mülteci algısını basın ve medyanın
şekillendirdiğini belirtti.
Mültecilik Algısında ve Mülteci Sorunlarına Yaklaşımda
Medyanın Rolünü açıklayan Star Gazetesi Yazarı Ardan
ZENTÜRK, basın ve medyanın tehdit algılamalarını manşete taşımayı sevdiğini, medyanın özellikle de Batı medyasının mülteciyi canavarlaştırma eğiliminin olduğunu, toplumunsa bu noktada araştırmaya yönelmeden medyanın
paylaştıklarıyla yetindiğini ifade etti. Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği Marmara Temsilcisi Av. Elif
Selen AY mülteci sorununda sivil toplum kuruluşlarının
rollerini, çözüm katkılarını ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile sivil toplum kuruluşlarının işbirliğini anlattı.
Moderatörlüğünü İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkan
Yardımcısı Durmuş AYDIN’ın yaptığı 3. Oturum’un başlığı Güncel Mülteci Krizlerine Yakın Bakış idi. Hacettepe
Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Başkanı
Doç. Dr. Murat ERDOĞAN yaşanan mülteci krizlerini, çarpıcı rakam ve istatistiklerle ifade eti. 500 bin tane 4 yaşın
altında çocuk olduğunu, bu çocukların artık yasal statüleri ne olursa olsun bu ülkenin çocukları olduğunu, ayrıca
istatistiklerde verilen her bir rakamın bir insanı ve canı
ifade ettiğini, mültecilerin bir istatistik sayısı olmadığını
belirtti.
Suriye Türkmen Birliği Başkanı Samir HAFEZ, Suriye’de
devlet desteğiyle 1150 ofis açıldığını, bu ofislerin halkı göç
ettirmek için çalıştığını, bunun bir boşaltma planı olduğunu, insanların 180 dolara gemilerle ülkeden gönderildiğini, ülkenin boşaltıldığını ve boşaltılmaya da devam
edileceğini, mültecilerin hastalandığında hastaneye, haksızlığa uğradığında karakola nasıl başvuracağını bilmediğini ifade etti.
Filistin Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed MESHEINESH, Filistinliler ile ilgili 3 tane önemli kanunun olduğunu belirterek, 1947 Birleşmiş Milletlerin 181 numaralı
kararına göre Filistin'i üçe bölme kararı alındığını, Filistin
Arap Devleti’nin % 43, Yahudi Devleti’nin %56, uluslararası himayede Kudüs’ün %1 toprağa sahip olduğunu, bu
kararın hiçten bir İsrail devleti kurma anlamına geldiğini,
Yahudiler’in Filistin'in sadece % 6’sına sahipken Birleşmiş Milletlerin % 56 toprak verdiğini, Birleşmiş Milletlerin Filistinlilerin can ve kanı üzerinde devlet inşa ettiğini,
Filistinlilerin o yıllardan bu yana dünyada mülteci durumunda olduğunu ifade etti.
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde başlayıp ertesi
gün de devam eden İnsan Hakları Perspektifi’nde Mültecilik Sempozyumu yapılan 3. Oturum’un ardından sona erdi.
Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen mâtem ki!..
mahlûku görün:
a
ar
k
as
m
n
ile
n
e
d
t
e
y
Medeniy
, tükürün!
n
rı
as
a
ın
ân
d
ic
v
li
e
k
Tükürün mas
Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan
Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!
Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsran-ı mübin…
Ezilir ruh-i sema parçalanır kalb-i zemin!
Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!
Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!
Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!
«Medeniyyet» denilen vahşete lânetler eder,
Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!
Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden!
Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden!
Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat;
Sonra namusuna kurban edilen bunca hayat!
Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!
Göğsü baltayla kırılmış memesiz valideler!
Teki binlerce kesik gözdeye âid kümeler:
Saç, kulak, el, çene, parmak… Bütün enkaz-ı beşer!
Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,
Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!
İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
Müslümanlıkları biçarelerin öyle büyük
Bir cinayet ki: Cezalar ona nisbetle küçük!
Mehmet Âkif Ersoy
Ey, bu toprakta birer nâ’ş-ı perîşan bırakıp,
Yükselen, mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp;
Sanmayın: Şevk-i şehadetle coşan bir kan var…
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark’ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!
Hele i’lânı zamanında şu mel’un harbin,
«Bize Efkâr-ı umûmiyyesi lazım Garb’ın;
O da Allah’ı bırakmakla olur» herzesini,
Halka iman gibi telkin ile dinin sesini
Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!..
Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün…
Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lazım!
Artık ey yolcu bırak… Ben, yalınız ağlayayım!
Tarlaları
Bağları
Otlukları
Yaktı düşman uçakları
Kör kör
Perişan bakıyor
Kupkuru meyve ağaçları
Bu gün
Göçüyoruz köyümüzden
Hicret ediyoruz
Diyor dedem
Bir kaç bohça
Bir iki sepet
İki üç resim
Alabildik evimizden
On gündür dağ yollarında
Saklanarak gündüzleri
Yürüyerek geçeceğiz sınırı
Gece dağ yollarında
Ağlıyorum
Ellerinde köyümüz günlerdir
Ağlıyorum
Düşman postalları
Avlumuzda
Evlerimizi yıkıyor
Yakıyor düşman
Güçlenerek geleceğim bir gün
Dünya şahit olsun
Tokatlayacağım alçakları
Bilsin dünya
Duracak değilim orada da
Saldıracağım Rusya içlerine
Oluncaya kadar bizim
Taşkent Buhara da
Cahit Zarifoğlu
Hicret
Taze
Güçlü bir kandır damarlarımda
Download