ADALET VE MEDENİYET DERGİSİ • MART-NİSAN-MAYIS 2016 YIL: 1 SAYI: 3 adaletvemedeniyet.com Dr. M. Murtaza Yetiş: Suriye Meselesinde Türkiye İnsanlığını, Batı ise Sadece Sınırlarını Korudu!.. Karnını Doyurmak için Ölmek İsteyen Kardeşime Mektup 48 Aziz Öğretmen Nureddin Yıldız 20 Av. Muaz Yanılmaz: Batı Yeraltı ve Yer Üstü Kaynaklarını Sömürmek İstediği Milletlere Yerüstünü Dar Eder!.. Suriyeli Kardeşlerimle Bir Gün 40 Mehmet Erturan Osmanlının İlk Hukukçusu: Dursun Fakih Abdülhamit Turan 44 kardeşlik Geçici Değil Tam Koruma: adaletmedeniyet Kamu Başdenetçisi M. Nihat Ömeroğlu: Kökü Bu Topraklarda Olan Kamu Denetçiliği Medeniyetimizin İnsanlık Mirasına Katkısıdır 16 Av. Hacı Orhan Göç İdaresi Uygulamaları ve Hukuk Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum • Hukuk Sosyolojisi • Ömeröğrenci bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • AdaletDoktrini ve Medeniyet Derneğimizin evlerinde, üniversite Hatırla • Ortaöğrencilerine Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Şuuru •gerçekleştiriliyor. Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli yönelik “Kum Saati”Olma sohbetleri Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da GençSohbet Başlıklarımız lik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Haim Nahum Doktrini • Hukuk Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin • Ömer Abdülaziz Kodları • FaizliSosyolojisi Sömürü Sistemi • Dil ile bin Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • • Beklenen Gençlik Dünyayı Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik ••Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma ŞuuruYönlendiren • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Tarikatlar • Neyi Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren TariKaybettiğini Hatırla • Orta Doğu katlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı OlNeden Ateş Çemberi • Ümmet mayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Şuuru • Demokrasi Nedir? Sosyolojisi • Olma Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet OlmaKasa, Şuuru •Nisa” Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen • “Masa, • Batılı Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • DünOlmayan Zihin Kodları • Faizli yayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Belalar • Türkiye Dünyada Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer ve bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Gençlik Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil Hareketleri ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareketleri • Haim Nahum Doktrini • Hukuk Sosyolojisi • Ömer bin Abdülaziz • Beklenen Gençlik • Dünyayı Yönlendiren Tarikatlar • Neyi Kaybettiğini • Hatırla • Orta Doğu Neden Ateş Çemberi • Ümmet Olma Şuuru • Demokrasi Nedir? • “Masa, Kasa, Nisa” • Batılı Olmayan Zihin Kodları • Faizli Sömürü Sistemi • Dil ile Gelen Belalar • Türkiye ve Dünya’da Gençlik Hareket- KumSaati Sohbetlerimiz Başladı Sizi de bekleriz… 2011 yılında Suriye’de başlayan muhalif ve barışçıl gösteriler Suriyeli gazeteci Dr. Velid Rıdvan’ın ifadesiyle sponsorları hâlâ tartışmalı olan bir silahlı mücadeleye dönüştürüldü ve tam beş yıldır bir halk; havadan, karadan, füzelerle, tanklarla, misket bombalarıyla ve kimyasal silahlarla yok edilmeye çalışılıyor. İç savaşın başından itibaren ölen ve yaralanan insanların istatistiki bilgilerini her gün televizyonlardan gazetelerden duya duya bir hâl olduk. En kısa sürede Suriye’de siyasi otoritenin tesis edilerek akan Müslüman kanının son bulması en temel duamız. 2011 yılında iç savaşın başlamasıyla Suriye halkı kendi topraklarında yaşayamaz hâle gelmiş ve dış ülkelere iltica etmiştir. 2012 yılında 14 bin civarında Suriyeli kardeşimiz ülkemize iltica etmiş iken bugün itibariyle bu sayı 2 milyon yedi yüz bin seviyesindedir resmî rakamlara göre. Kayıt dışıları da kabaca dâhil edersek yaklaşık 3 milyon Suriyeli kardeşimiz ülkemizde ikamet etmektedir. İsrail’deki Yahudi nüfusunun yarısı kadar insan ülkemizde misafir edilmektedir. Bir ülkenin bir ülkeye misafirliğe gitmesi gibi bir durum aslında yaşadığımız. Kardeşlerimiz ülkemize geldiler; barınmaydı, ısınmaydı, gıda yardımıydı, sağlıktı derken 5 yıllık bir süreci artıları ve eksileriyle geride bıraktık. Hemen hemen herkesin dile getirdiği gibi Türkiye, Suriyeli kardeşleri için Suriye’den gelenler için elinden geleni yaptı, onların insani bir şekilde ülkemizde hayatlarını sürdürebilmeleri için devletiyle sivil toplumuyla adeta seferber oldu. Bu sayımızda bu süreci inceledik; artılarımızı eksilerimizi elimizden geldiğince tespit ettik. Türkiye’nin insani yardımda, sınırlarını ve gönlünü açmada tartışılmaz birinci olduğu hakkını vererek bazı eleştirilerin de yapılması kanaatindeyiz. Eğitim konusunda, insan kıymetlerinin değerlendirilmesi konusunda çok gerilerde olduğumuzu kabullenmemiz gerekiyor. Bu gözler bir Doçentin tezgâhtarlık yaptığını gördü, demişti bir kardeşimiz, meseleyle ilgilenenler daha vahim durumlarla defalarca karşılaşmışlardır. Eğitim çağındaki Suriyeli kardeşlerimizi eğitmede hem nitelik olarak hem de nicelik olarak sınıfta kaldığımızı söyleyebiliriz. Burada sözümüz devlete, devlet büyüklerine değil hepimize aslında. İki toplumun birbirine kaynaşabilmesi adına ilkokul, ortaokul çağındaki öğrencilerimize dönük güzel hikâyeler, romanlar yazan yazarlarımız hatta şiirler yazan şairlerimiz çıkmadı. Suriyeli kardeşlerimize sağlık, gıda giyim vs. konularda gösterdiğimiz ilgiyi Arapça yayın anlamında gösterdiğimizi iddia edemeyiz. Ne kendi çocuklarımıza ne de kardeşlerimizin çocuklarına toplumsal uyum ve kaynaşmanın gerçekleşmesi adına ciddi çalışmalar yaptığımız söylenemez. Şairlerimiz Cahit Zarifoğlu’nun Çocuklara Afganistan Şiirleri yazdığı gibi Çocuklara Suriye Şiirleri yazamadılar. Bir an önce kalem erbabının sivil toplum örgütlerimizin harekete geçerek bu boşlukları doldurması çok önemli bir adım olacaktır. İslam coğrafyası olarak zor günlerden geçtiğimiz şu süreçte bu süreci her iki milletin; Osmanlı toplumu olduğu, bir olduğu, beraber olduğu kardeş olduğu bir evreye çevirebilirsek İslam düşmanlarının planlarını boşa çıkarmanın ilk adımını atmış olacağız. Dosyamızda ülkemizdeki Suriyeli kardeşlerimiz gerçeğini ele aldık ve Geçici Değil Tam Koruma: Kardeşlik, dedik. Hıdır Apak Suriyeli kardeşlerimizin durumunu insan hakları bağlamında ele aldı ve ülkelerin Suriyeli kardeşlerimize yönelik tutumlarını insan hakları bağlamında bir turnusol kağıdı olarak değerlendirdi. Dergimizin çalışkan ve bir o kadar da başarılı yayın kurulu üyesi Hüseyin Üşenmez, Başbakanımızın Mülteci Politikaları Başdanışmanı Dr. Murtaza Yetiş ile röportaj yaptı. Yetiş, Suriye meselesinde Türkiye insanlığını, Batı ise sadece sınırlarını korudu, diyor. Hüseyin’in ayrıca kitap tanıtım yazısı da var, elli dördüncü sayfayı açın ve dikkatle okuyun, derim. Çiçeği burnunda yazarımız Abdülhamit Turan Suriyeli kardeşleriyle geçirdiği bir günü yazdı. Sıra dışı ve garip bir muhabbetiyle Serdar Temiz dergimizdeki ilk yazısını yazdı. Feyzanur ve Büşranur Hanımefendiler güzel bir iş çıkardılar. Sosyolog Müberra Nur Emin Hanımefendi ile Türkiye’deki Suriyeli çocuklarımızın eğitimi üzerine keyifli bir röportaj yaptılar. Müberra Hanım “Türkiye’deki sivil toplum Suriyeli kardeşlerimize destek olma anlamında, birçok ülkeden çok daha fazla destek sunuyor.” diyor. Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı Av. Muaz Yanılmaz ile Furkan Karadayı görüştü. Muaz Bey, “Mültecilik Batı’nın yeni sömürge çalışmalarının bir neticesidir.” diyor. Tarihçimiz Mehmet Erturan Osmanlının ilk hukukçusu Dursun Fakih’i yazdı. Dolu dolu bir sayıyla karşınızdayız. İyi okumalar… >>>içindekiler »12 »24 Suriyeli Kardeşlerimle Bir Gün Başbakan Başmüşaviri Dr. M. Murtaza Yetiş: Suriye Meselesinde Türkiye İnsanlığını, Batı ise Sadece Sınırlarını Korudu!.. »08 »20 İnsan Hakları Bağlamında Suriyeli Mültecilerin Durumu Av. Muaz Yanılmaz: Batı Yeraltı ve Yer Üstü Kaynaklarını Sömürmek İstediği Milletlere Yerüstünü Dar Eder!.. >> Öğr. Gör. Hıdır Apak Haber Bülteni Günüllü Bülteni Adalet ve Medeniyet Dergisi Yaygın Süreli Bilimsel Dergi Üç Ayda bir yayınlanır. Yıl: 1 Sayı: 3 Mart-Nisan-Mayıs 2016 ISSN 2149-4460 >>Abdülhamit Turan 04 06 »16 »30 Göç İdaresi Uygulamaları ve Hukuk Bir Garip Muhabbet >>Av. Hacı Orhan >>Serdar Temiz »32 »35 Cavit Etleç Saadettin Karagöz >>Muhammed Ahmet Baysal Ankara’nın Ensarları Harun Rençber Türkiye’de Ensar Olabilmek Adem Tuncer »52 »57 >> Mehmet Erturan >>Ali Şükrü Yenilmez Tarihten Sayfalar AD Sosyolog Müberra Nur Emin: Türkiye’deki Sivil Toplum Suriyeli Kardeşlerimize Destek Olma Anlamında, Birçok Ülkeden Daha Fazla Destek Sunuyor »36 »40 >>Samet Öztürk >>Mehmet Erturan Aklın İnşa Ettiği Bir Hukuk ama Hangi Aklın? Grafik Tasarım: Ali Bıyıklı 0539 763 89 49 Osmanlı’nın İlk Hukukçusu: Dursun Fakih »44 »54 İslam’da Devlet Mefhumu E MEDENİYET T V DE İSİ »26 LE RG A Arayış Sinema >>Hüseyin Üşenmez »48 »50 Hackerlar ve Ülkemize Yönelik Siber Saldırılar 58 Kökü Bu Topraklarda Olan Kamu Aziz Öğretmen Denizlerin Stratejiği: Karnını Doyurmak için Ölmek Denetçiliği (Ombudsmanlık) >> Nureddin Yıldız Boğazlar ve Kanallar İsteyen Kardeşime Mektup 60 Medeniyetimizin İnsanlık >> Haldun Barış İnsan Hakları Perspektifinde Mirasına Katkısıdır Mültecilik Sempozyumu 62 >>M. Nihat Ömeroğlu MEDENİYET D GİS ADA ER LE VE T VE İ • ER ET GİS İ • ADAL HABER BÜLTENİ MEDENİYET D Irak’ta Güzellik Yarışması Irak Tam Demokrasiye(!) Geçti Irak’a demokrasi ve özgürlük (!) getirmek için 2002 yılında Irak’ta kimyasal silahlar bulunduğu iddiasıyla dünyanın jandarmalığına soyunan ABD geçtiğimiz 14 yıl içerisinde Irak’ta kimyasal silah bulamadı. Ancak Irak’a demokrasi ve özgürlük (!) getirebilmek için var gücüyle çalışıyor. Bağdat’ta 43 yıl aradan sonra güzellik yarışması adı altında günah sergisi düzenlenerek sözde insan hakları, özgürlük ve demokrasi zırvalarıyla 14 yıl önce işgal ettiği Irak topraklarında maddi, manevi ve şimdi de ahlaki anlamda tahribat yapan ABD zulümlere kaldığı yerden devam ediyor. Yarışmayı düzenleyenler bu etkinliklerde Bağdat’ı dünyanın gündemine terör ve savaş ile değil, güzellik yarışması ile sokmak istemişler ve her şeyin tıkırında olduğu imajını vermek istemişler. Çünkü her şey bitmiş artık iş, bu şekilde sanatsal (!) faaliyetlerin gerçekleştirilmesine kalmıştır. Yüz binlerce masum insanın öldürüldüğü sürgün edildiği ve sakat bırakıldığı Irak’ta fiziki şiddet ve maddi baskılardan sonra ahlaki yozlaşma ile sömürüye yeni boyutlar kazandırılmış oluyor. ABD Irak halkının petrolünü, madenini ve tüm zenginliklerini sömürdüğü yetmezmiş gibi şimdi de ahlaki sömürü modeli uygulayarak pis emperyalist emellerine ulaşmak için çalışıyor. Haçlı kuvvetlerinin İslam topraklarında oynadıkları senaryolar değişmiyor. Sadece senaryodaki figüranlar değişiyor. Aynı şekilde haçlı orduları Türkiye’yi 1. Dünya savaşında bitirmek istemişler ancak milletimiz Kurtuluş Savası ile haçlılara bu coğrafyada en sert cevabı vermiştir. Silahlı güçle ülkemizi dize getiremeyeceğini anlayan Batılılar ülkemizde ahlaki dejenerasyon oluşturmak için çalışmalar yapmışlar ve yaptıkları ilk güzellik yarışmasıyla kadın üzerinden toplumsal bir yara açmak istemişlerdir. Aslında düzenlenen güzellik yarışmalarıyla Hıristiyan haçlı işgalcilerinin karşısında sadece Müslüman hanımların bedenleri değil ümmetin yerlere düşen onuru ve vicdanı da sergilenir olmuştur. Türkiye’de İzlediğimiz Filmi Tacikistan’da Yeniden Vizyona Sokuyorlar adalet ve medeniyet ............................. 6 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Nüfusunun %95’i Müslüman olan Tacikistan’da, Müslümanca yaşamak artık zulüm olmaya doğru gidiyor. Tacikistan’da bir yılda adı konulmamış bir sakal düşmanlığı başlatıldı. Müslüman halkın sakalından korkan Tacikistan yönetimi sadece bir bölge- de 13 bin kişinin zorla sakalını tıraş etmiş ve devlet Başkanı İmamali Rahmanov da halka ‘’yabancı değerlere boyun eğmeme ve yabancı kültürlere uymama’’ çağrısı yapmıştır. Tacik yönetimi toplumun radikalleşmesini önleme ve laik düzeni koruma gerekçesiyle Müslümanlara baskı yapmış ve geçtiğimiz yıl geleneksel Müslüman kıyafetleri satan 160 giyim mağazasını kapatmıştır. Aljazeera’da yer alan habere göre, ülkenin güneybatısındaki Hatlon ilinin Polis Şefi Bahrom Sharifzoda düzenlediği basın toplantısında bin yedi yüzden fazla kadını başörtüsü takmamaya ikna ettiklerini söyledi. Anayasa Mahkemesinin İslamcı olduğu iddiasıyla bir partiyi kapattığını da belirtirsek aynı filmi izlemiştik dediğinizi duyar gibiyiz… Medeniyet Denilen Maskara Mahlûku Görün: Tükürün Maskeli Vicdanına Asrın, Tükürün! ............................. 7 ............................. Mart-Nisan-Mayıs naval kostümleri" bölümünde "çocuklar için mülteci kostümü" başlığıyla kıyafetler satışa sunuldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterrs, "Dünya genelinde yerinden edilenlerin sayısı 60 milyonu aştı. Küresel yerinden edilme oranlarında bu yıl geçtiğimiz yıllara göre düşüş olmadı ve 2016'nın 2015'ten çok daha kötü olma olasılığı yüksek." dedi. Dünya genelinde olumsuz sayılabilecek gelişmeler sadece yukarıda belirttiklerimizden ibaret değil elbette. Söylemek istediğimiz, görüldüğü üzere, bütün barbarların aynı safta olduğudur. Bütün bu haberlere inat yeniden toplum olarak Allah Rasulü’ne itaate yönelirsek, Batı’da kardeşlerimize insanlığa aykırı uygulamalar yapılmaya devam etse bile, Türkmen Dağından, Halep’ten, Bağdat’tan, Kudüs’ten yürek burkan haberler gelse bile, kaybedilen şehirleri bir gün yeni Halid’ler, Fatih’ler, Selahaddin’ler çıkıp yeniden İslam’a bağlayacaktır. Unutmamak gerekir ki: Müslümanlar yenilebilirler ama İslam asla yenilmez. İnsanlığın yarınlarını karartmak için dünyaya hâkim olanlara inat, insanlığı kurtarmak için dünyaya hâkim olmak iradesinde olan bir medeniyet… adalet ve medeniyet Avusturya Başbakanı Werner Faymann, 'Bütün sığınmacılar, mültecilik şartlarına sahipmiş gibi davranamayız. Bu yüzden sınırdışı etmeye yoğunlaşmak zorundayız' çağrısı yaptı. AB sığınmacı dağıtım planı dâhilinde iki yıl içerisinde 30 bin mülteci kabul etme sözü veren Fransa, planın devreye sokulduğu kasım ayından bu yana yalnızca 19 mülteci kabul etti. Almanya’da mültecilerin kaldıkları yurtlara yönelik saldırılarda rekor artış yaşandı. Federal Asayiş Dairesi BKA’nın verilerine göre, Almanya’da Ocak ayından bu yana mülteci yurtlarına yönelik 789 saldırı gerçekleştirildi. Danimarka Meclisi, sığınmacıların ziynet eşyaları ve paralarına el konulmasını öngören tartışmalı yasa tasarını kabul etti. Tepki çeken yasa tasarısı Nazi Almanya’sı uygulamalarına benzediği için eleştiriliyordu. Mültecilere karşı göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su kullanılması, eşyalarının imha edilmesi, dikenli tellerle engel konulması da ülkelerin insanlık dışı muamelelerinin arasında yer alıyor. İngiltere'nin Cardiff kentinde mültecilere ücretsiz yemek dağıtımı yapan bir firma, mültecilerin bedava yemek yiyebilmeleri için bileklik takmalarını zorunlu kıldı. Sığınmacı, “Bileklikleri takmazsak İçişleri Bakanlığı’na bildirileceğimiz söyleniyordu. Kaldığımız binadan yemek yediğimiz binaya her gün 10 dakikalık bir yürüyüşle geçiyorduk, cadde boyunca bilekliklerimiz görünecek şekilde yürüyorduk. Yoğun trafiği olan yolda sürücüler kornaya basıyor ve bazen arabalarının pencerelerinden uzanıp bize, ‘Ülkenize geri gidin.’ diye bağırıyorlardı.” diye konuştu. İngiltere'nin kuzey doğusundaki Middlesbrough kasabasında sığınmacıların yerleştirildiği evlerin kapılarının Nazi Almanyası'ndaki uygulamaları hatırlatacak şekilde kırmızıya boyandığı ortaya çıkmıştı. İtalya’da karnaval kutlamaları için “mülteci çocuk kostümü” ilanı sert tepkilere yol açtı. İnternetteki alışveriş sitesi Amazon'un İtalya şubesinde, "kar- MEDENİYET D ER VE ER ET GİS İ • İ • ADAL ADA GİS LE VE T MEDENİYET D Kurum Gezilerimiz Devam Ediyor adalet ve medeniyet ............................. 8 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Adalet ve Medeniyet Derneği, öğrencileri geleceğe hazırlamak adına kurum gezileri düzenliyor. Adalet Bakanlığı, Türkiye Adalet Akademisi (TAA), Yargıtay, TBMM, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) gibi kurumlar öğrencilere tanıtılıyor, öğrencilere kurumların yapısı, işleyişi hakkında bilgi veriliyor. Ankara, İzmir, İstanbul, Trabzon, Erzurum, Konya, Diyarbakır, Kırıkkale gibi farklı illerden gelen öğrenciler kurum ziyaretleri ile devletin yapısını, işleyişini yüzeysel de olsa görme imkânı buluyorlar. Gerçekleştirilen ziyaretlerde Yargıtay, Danıştay, HSYK üyeleri, Bakanlık Bürokratları, Hâkim-Savcı adayları, TAA Koordinatör Hâkimleri ve milletvekilleri ile sohbet etme fırsatı yakalayan öğrenciler; akıllarına takılan soruları, mesleğe giden yolları, mesleğin zorluklarını da sormakta geri kalmıyor. Adalet Bakanlığında öğrencileri karşılayan görevliler, samimi sohbetleri ile öğrencilerin ilgisini çekiyor. Öğrenciler, Adalet Bakanlığının hukuk alanına yönelik mesleklerini, çalışma şartlarını öğreniyor. Adalet Bakanlığının yasama-yürütme-yargı erklerindeki yeri ve kanunlaştırmaların nasıl yapıldığı ile ilgili bilgi sahibi oluyor. Müslümanların Tarihi Kitabının Yazarı Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Misafirimiz Oldu Dernek çalışmalarımız kapsamında yaptığımız kitap tahlillerinde kitaplarını okuduğumuz Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hocamız Adalet ve Medeniyet Derneğimizin daveti üzerine Dernek merkezimizde misafirimiz oldu. Hukuk öğrencileri ve hukukçuların yoğun katılım gösterdiği programda Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hocamız yurtdışı öğrencilik tecrübeleri üzerinden samimi ve hoş bir sohbet gerçekleştirdi. Müslümanların şimdiki konum ve durumlarından kurtulmalarının ilk adımının Müslümanlığı doğru yaşamaktan geçtiğini belirten Hocamız atılacak ilk ve en önemli adım budur, dedi. Türkiye’de yanlış bir Batılılaşma hastalığı olduğunu ifade eden Hocamız, şekilcilikten öteye gidemeyen bir taklit süreci olduğunu ifade etti. Yüksek Lisans çalışmaları için yurtdışına, Fransa’ya, gittiğini, birlikte yurtdışına gittiği arkadaşlarından bazılarının, orada ilim tahsil etmekten ziyade Batılılaşmaya çalıştığını, giyimini, kuşamını hayata bakışını değiştirmeye çalıştığını kendisinin ise elinden geldiğince dil öğrenme, ilim tahsil etme ve ilmi makaleler yazma anlamında ceht gösterdiğini ifade etti. Biz dil öğrenip ilmi anlamda epey çalışmalar yapıp Türkiye’ye döneceğimiz sırada Batılılaşmaya çalışan kardeşimiz derslerinden geri kalmıştı ama elinde köpek gezdirerek Batılılaşmaya çalışıyordu, dedi. Gençlere ilim yolunda çalışmalar yapmalarını ve İslam’ı doğru anlayıp doğru yaşamalarını nasihat eden Hocamızın sohbeti oldukça verimli geçti. Doç. Dr. Mehmet Şahin Adalet ve Medeniyet Derneğimizin üniversite gençliğine yönelik düzenlediği seminerler kapsamında misafirimiz olan Doç. Dr. Mehmet Şahin Türkiye-Rus ilişkilerini anlattı. Mehmet Şahin Hocamızın seminerinden notlar: “Türkiye’nin Esed ile arasının bozulması Suriye’de başlayan katliamlarla olmuştur. Esed’in belli toplumsal tabanı var. Özellikle azınlık grubun desteklediği grup var ama bu Esed için yeterli olmadı ve bölgedeki büyük destekçilerden (İran, Hizbullah ve Şii milisler) güç almaya başladı. Tahran’da Ayetullah Hamaney, Cuma namazında Rusya’nın Suriye’de başarılı olması için tüm Müslümanları duaya davet ediyordu. İran da Suriye’deki savaşta birçok üst düzey askerini kaybetti. Esed, Ruslardan yardım almaya başladı ve Rusya doğrudan müdahil oldu. O zaman muhalefeti destekleyen Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan idi. Medyada Suriye’de ne işimiz var diyenler var. İran ile Suriye 500 km, Moskova ile Bayırbucak 5000 km. Onlar ta oralardan gelecek bölgede operasyon yapacak biz de 5 metrelik mesafeden geri mi duralım bu olaylar karşısında. Bu kabul edilebilir mi? Türkiye - Rusya ilişkileri iki farklı ilişki olarak ilerliyor. İkili ilişkilerde sıkıntı yok, ticaret artıyor her geçen gün ama bölgesel konularda ve son zamanlarda Suriye merkezli ilişkilerde gerginlik olmaya başladı. Bölgesel konularda anlaşamasa bile Türkiye bu ilişkileri dört beş sene götürdü. Peki, ikili ilişkiler son zamanlarda ne oldu da kopma noktasına geldi? Rusya niye Suriye’de hızlı bir şekilde operasyon yapmaya başladı. Çünkü Esed’in ayakta kalması ve güçlenmesi gerekiyordu. Uluslararası Hukuk Zayıfların Üzerinde İşliyor Rusya’nın saldırgan politikası ve Batının kararsızlığı Rusya’nın yayılmacı politikasını hızlandırdı. Aslında Rusya’nın yaptığı ‘’yatıştırma’’ politikasıdır. Kimse Ukrayna’ya saldıran Rusya’yı, Kırım’ı ilhak eden Rusya’yı konuşmuyor. Herkes Suriye’yi konuşuyor. Rusya İŞİD ile savaşmak için sınıra geliyor ama İŞİD ile savaşan yok. Rusya’nın Bayırbucak Türkmenlerine attığı bombalarda gayet kim için çalıştığı görülüyor. Rusya bölgede koridor kurup Doğu Akdeniz’e ulaşmak istiyor ama o koridoru Türkmen dağını alıp geçmek zorunda ve Türkmenler beş yıldır Türkiye’nin desteği ile bölgeyi savunuyor. Türkiye, Bayırbucak Türkmenlerini koruyamazsa yarın Antep’i de koruyamaz. Diyarbakır’ı da koruyamaz. Rusya’nın yayılması hep Türklerin aleyhine olmuştur. Ve düşürülen Rus uçağı Ruslar için dünyada imaj kaybı olmuş. Putin mağdur politikası yapmaya çalışıp uluslararası politikadan güç almak istemiştir. Rusya ile olan kriz bize şunu öğretti: Enerjide bağımlı olmayacaksın kimseye. Nitekim Rusya enerjiyi Ukrayna için bir silah olarak kullanmıştı. Uluslararası hukuk zayıfın üzerinde işliyor. Güçlü dünya devletlerinin uluslararası hukuka güvenmediği için silahlanması kaçınılmaz bir gerçek oluyor.” Şehzadeler Şehri Amasya’daydık ............................. 9 ............................. Mart-Nisan-Mayıs amcanın Bayezid Camii ile ilgili verdiği bilgiler arasında, caminin günümüzden yüzyıllar önce yapılmasına rağmen günümüz teknolojisi ile geliştirilen Japonya’daki deprem koruma sistemine benzer bir sistem uygulanarak inşa edildiğine dair vurgu yapması gençlerin dikkatini çekti. Padişahlar şehri İstanbul gezisinden sonra Şehzadeler şehri Amasya gezisi medeniyet değerlerimizin yapı taşlarını öğrenme anlamında faydalı bir gezi oldu. adalet ve medeniyet Ankara’nın çeşitli hukuk fakültelerinden öğrenciler birçok medeniyetin izlerini taşıyan ve ‘Şehzadeler Şehri’ unvanıyla dillere destan olan Amasya’yı iki ayrı kafile ile gezdiler. Amasya gezisine yoğun katılım talebi olması dolayısıyla birer hafta arayla iki grup halinde Amasya gezisi gerçekleştirildi. Gezi rehberi Hüseyin amcamız 72 yaşında olmasına rağmen grubun en hızlısı ve dinci olmasıyla dikkat çekti. Öğrenciler ilk olarak Amasya Kalesine çıktı. Kalenin tüm Amasya’ya hâkim olması sebebiyle Hüseyin amca, kale ziyaretinde, Amasya ile alakalı genel ve tarihi bilgiler verdi. Daha sonra halen faaliyette olan bir medreseyi ziyaret eden öğrenciler medresede eğitimin nasıl verildiğini de görmüş oldular. Sabuncuoğlu müzesi ile beraber Bayezid Külliyesi’ni de gezen öğrenciler Amasya’nın o tarihi dokusuna kendilerini kaptırdılar. Hüseyin İNSAN HAKLARI BAĞLAMINDA SURİYELİ MÜLTECİLERİN DURUMU >> Öğr. Gör. Hıdır APAK Mardin Artuklu Üniversitesi adalet ve medeniyet ............................. 10 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Suriyeli Mültecilerin Ülkelere Göre Dağılımı Kaynak: UNHCR(2014) verilerine göre düzenlenmiştir AVRUPA, SURİYELİ MÜLTECİLER KRİZİ KONUSUNDA ARTIK DAHA STRATEJİK VE AHLAKİ BİR POLİTİKA BENİMSEMELİDİR. ZİRA MEVCUT TUTUMUN YANLIŞLIĞI, AKDENİZ'DE HAYATINI KAYBEDENLERİN SAYISINI ARTIRMAKTAN BAŞKA BİR ŞEY YAPMAMIŞTIR. ............................. 11 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Avrupa'ya meşru yollardan ulaşabilmeleri için gereken imkânları sağlamayı ciddi şekilde düşünmesi gerekmektedir. Öte yandan, çoğunluğu komşu ülkelere sığınan bu mültecilerin, oralarda içinde bulundukları koşulların kötüye gitmesi halinde hayatlarını riske atarak başka yerlere gitmeye çalışmaları da sürpriz olmayacaktır. Ki sürpriz de olmamıştır. Gün geçmiyor ki Akdeniz'de yeni bir mülteci faciası ile karşılaşmayalım. Sadece 2014 yılında yaklaşık 230 bin kişi Akdeniz üzerinden kaçak olarak Avrupa Birliği (AB) topraklarına giriş yaparken 3.500'ü ise yolda hayatını kaybetmiş ve umuda açılan yelkenler kıyılara ölümlerle vurmuştur. Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ne Suriyeli mülteciler açısından bakıldığında da, bu kurum tarafından herhangi bir yeniden yerleştirme katkısının yapılmamış adalet ve medeniyet İnsanlık tarihi kadar eski ve kıyamete kadar da önemini yitirmeyeceğini bildiğimiz “mülteci sorunu”, günümüzde dünyanın en karmaşık sorunlardan birisidir. Herkes, sorunun hem çok boyutlu hem de küresel olduğunu kabul etmektedir. Mülteci olmak, iltica edilen yerde yaşam, gıda, giyim ve barınma gibi en temel ihtiyaçlar da dahil başka bireylere bağımlı olmak anlamına gelmektedir. Bu açıdan mültecilik sorunu ve insan hakları konusu arasında sıkı bir ilişki vardır. Özellikle savunmasız bu insanları koruyup, onlara yardım etmenin daha etkili yolları araştırılmaya çalışılırken, "insan hakları" kavramı daha da önem arz etmeye başlamıştır. Mültecilik ve insan hakları ilişkisinin bir göstergesi ise her bir mültecinin vatandaşı olduğu ülkenin insan hakları ihlallerinin somut göstergesi olmasıdır. 2011 yılından itibaren Suriye'de yaşanan iç savaş ve çatışmalardan kaçan Suriyeliler şu anda dünya üzerinde en önemli mülteci sorununu oluşturmaktadır. 22.4 milyonlu Suriye'de bugünlerde; 200 bin kişi ölmüş, yüz binlerce kişi yaralanmış, 6-9 milyon kişi yerinden edilmiştir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) 27 Temmuz 2014 tarihli verilerine göre; 5 milyondan fazla Suriyeli ülke içerisinde göç etmek zorunda kalırken, Suriye iç savaşında kendi ülkesini terk eden 4 milyona yakın Suriye vatandaşı mevcuttur. Rakamlar gösteriyor ki günde 9.500 kişi yani her 60 saniyede bir aile Suriye'de göç etmektedir. Suriye krizi başta Suriyeliler olmak üzere Suriye’ye sınır olan ülkeleri ve bir bütün olarak bütün dünya ülkelerini etkilemektedir. Ancak, Tablo 1 'de Suriye mülteci krizinin yarattığı paylaşımındaki ağır eşitsizlik açıkça görülebilir. Suriyeli mültecilerin yalnızca % 4’ü Avrupa’da sığınma talebinde bulunabilmiştir. Bu durum Avrupa'nın, Suriyeli mülteciler probleminin yalnızca küçük bir kısmını üstlendiğini göstermektedir. AB üye ülkeleri arasında bile, Almanya ve İsveç bir yanda ve diğer AB üye ülkeleri öte yanda olmak üzere ciddi bir eşitsizlik mevcuttur. Avrupa, yanı başında 200 bin kişinin ölümüne sebep olan bu savaşa şimdiye dek hep mümkün mertebe uzak durmuştur ve durmaya da devam etmektedir. Suriye'nin komşuları, sayıları 4 milyona yakın Suriyeli mültecilerin büyük bölümünü kabul ederken, Avrupa'nın bu konudaki karnesi pek iyi sayılmamaktadır. Avrupa, Suriyeli mülteciler krizi konusunda artık daha stratejik ve ahlaki bir politika benimsemelidir. Zira mevcut tutumun yanlışlığı, Akdeniz'de hayatını kaybedenlerin sayısını artırmaktan başka bir şey yapmamıştır. Avrupa'nın, mülteci kotasını arttırmayı ve savunmasız durumdaki bu insanların olması şoke etmektedir. Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ne üye altı ülkenin Suriyeli mültecilere verdikleri yeniden yerleştirme yeri sayısı sıfırdır. Bu ülkelerin Suriyeli mültecilerle hem ırkdaş (Arap olmaları) hem de dindaş (Müslüman olmaları) oldukları düşünülünce şokun derecesi artmaktadır. Suriyeli göçü sonrası alkışlanacak ülkeler varsa bunların başında Türkiye, Lübnan ve Ürdün gelmelidir. Bu ülkelerinin önemli bir fedakârlık örneği sergileyerek Suriyeli mültecilere kucak açması, insani felaketin boyutlarını nispeten hafifletmiştir. Her bir ülkede, ülke ekonomisi ve altyapısı üzerinde ciddi etkiler meydana gelse de hiçbir yer Suriyeli mülteci sayısının krizin başlamasından önceki ülke nüfusunun dörtte birine ulaştığı Lübnan ka- SURİYELİ GÖÇÜ SONRASI ALKIŞLANACAK ÜLKELER VARSA BUNLARIN BAŞINDA TÜRKİYE, LÜBNAN VE ÜRDÜN GELMELİDİR. BU ÜLKELERİNİN ÖNEMLİ BİR FEDAKÂRLIK ÖRNEĞİ SERGİLEYEREK SURİYELİ MÜLTECİLERE KUCAK AÇMASI, İNSANİ FELAKETİN BOYUTLARINI NİSPETEN HAFİFLETMİŞTİR. adalet ve medeniyet ............................. 12 ............................. SURİYELİ MÜLTECİ SORUNU, TÜM DEVLETLERE VE İNSANLARA, İNSAN HAKLARINA OLAN BAĞLILIKLARINI SINAYACAKLARI BİR SINAV OLARAK SUNULMAKTADIR. dar endişe verici değildir ve ciddi problemlerle karşılaşılmaktadır. Ürdün de çok uzun yıllardır mültecilere ev sahipliği yapan bir ülkedir. Ülke Ortadoğu’da yaşanan istikrarsızlık ve savaşlardan kaçan insanlar için bir bölge olmuştur. Ürdün toplam nüfusunun 4 milyondan fazlasını mülteci konumdaki Filistinli, Suriyeli ve Iraklılar oluşturmaktadır. Türkiye de Ortadoğu ülkelerinde meydana gelen siyasi olaylar, darbeler ve savaşlar her yıl on binlerce insanın ülkelerini terk etmesi sonucu oluşan göç olayında ev sahibi ülke ve transit ülke olma açısından büyük önem taşımaktadır. Suriye'de yaşanan iç savaş ve çatışmalardan kaçan Suriyelilerin önemli bir kısmı Türkiye'ye göç etmiştir. Türkiye’deki 220.000’den fazla mülteciyi barındıran 22 kampta barınmakta olan mültecilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla ülke genelinde resmi ve sivil nitelikte yardım kampanyaları düzenlenmektedir. Ayrıca Türkiye, 2011 yılından bu yana 10 milyar civarında harcama yaparak diğer dünya ülkelerine insanlık dersi vermiştir. Bu kadar büyük mülteci akını karşısında gösterilen “sosyal ve siyasi sessizlik ve bir moral paniğin” olmaması ne kadar diğergam bir millet olduğumuzun göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Suriyeli göçmenlerin sığındıkları ülkelerde çok da rahat yaşadıkları noktasında bir izlenime kapılmamamız gerekmektedir. En iyi yaşanılan ülkelerden biri Türkiye'dir ancak, Türkiye de dâhil Ürdün ve Lübnan'da problemler Mart-Nisan-Mayıs yaşanmaktadır. Bu ülkelerde yaşayan göçmenlerin yaşadıkları sorunların başında; barınma, eğitim, yoksulluk, sağlık, işsizlik ve ekonomik istismar, çocuk işçiler, kamp yaşamı, belirsizlik ve gelecek kaygısı gibi temel insani ihtiyaç ve insan haklarıyla ilişkili sorunlar gelmektedir. Sonuç olarak; Suriyeli mülteci sorunu, tüm devletlere ve insanlara, insan haklarına olan bağlılıklarını sınayacakları bir sınav olarak sunulmaktadır. Suriyeli mülteci olmak, dünya ülkelerine bağımlı olmak anlamına gelmekle beraber bu durumda insan hakları olgusunun da en önemli tartışılması gereken konu olması bir gereklilik- İNSAN HAKLARINA DUYULAN SAYGI, GÜNÜMÜZDEKİ MÜLTECİ SORUNUNU ÇÖZMEK İÇİN GEREKLİ BİR KOŞULDUR. ULUSLARARASI TOPLUM İSE NE YAZIK Kİ SURİYELİ MÜLTECİLER KONUSUNDA BAŞARILI BİR SINAV VEREMEMİŞ, BAŞTA BM OLMAK ÜZERE İNSAN HAKLARINI KORUMAKTAN SORUMLU KURUMLAR GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMEYEREK TARİH ÖNÜNDE SUÇ İŞLEMİŞLERDİR. tir. Mülteciler insan hakları bağlamında saygı duyulması gereken haklara sahiptirler. İnsan haklarına duyulan saygı, günümüzdeki mülteci sorununu çözmek için gerekli bir koşuldur. Uluslararası toplum ise ne yazık ki Suriyeli mülteciler konusunda başarılı bir sınav verememiş, başta BM olmak üzere insan haklarını korumaktan sorumlu kurumlar görevlerini yerine getirmeyerek tarih önünde suç işlemişlerdir. Bunun yanında Dünya devletleri mülteci sorununu insan hakları bağlamında değil, reel politik bağlamda görmektedirler. Bu da sorunun sadece politik olarak algılanmasına ve insani bakışın olmadığına bir delildir. DİPNOTLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6. BMMYK. (?). İnsan Hakları Bilgi Kitapçığı No. 20, İnsan Hakları ve Mülteciler, Çev: Muratcan Işıldak, http://www.ohchr.org/Documents/Publications/FactSheet20en.pdf. UNCHR (2014). Syria Regional Refugee Response 2014. http://data. unhcr.org/syrianrefugees/regional.php. 29.07.2014 UNHCR (2014b). UN High CommissionerforRefugees (UNHCR), Syrian Refugees in Europe: What Europe Can Do to Ensure Protection and Solidarity. http://www.refworld.org/docid/53b69f574.html. 22.04.2015 Amnesty (2014). Dışarıda Bırakılanlar Uluslararası Toplum Tarafından Terkedilen Suriyeli Mülteciler. Baskı: Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Sekretarya, Birleşik Krallık. ORSAM (2014). Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler. Rapor No: 189. Nisan 2014. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2014424_ orsam%20rapor%20189tur.pdf. 10.04.2015 Sun24 Haber ( 2015). Mülteci Çocuklarının Gözünden Suriye’de Yaşananlar. http://sun24haber.wordpress.com/2012/03/17/multeci-cocuklarin-gozunden-suriyede-yasananlar/. adalet ve medeniyet ............................. 13 ............................. Mart-Nisan-Mayıs BAŞBAKAN BAŞMÜŞAVİRİ adalet ve medeniyet ............................. 14 ............................. DR. M. MURTAZA YETİŞ SURİYE MESELESİNDE TÜRKİYE İNSANLIĞINI, BATI İSE SADECE SINIRLARINI KORUDU!.. Mart-Nisan-Mayıs >> Röportaj: Hüseyin Üşenmez bin misafir Suriyeli var. Bu sayının yaklaşık iki Dünyanın hiç umursamadığı, vicdanların yüz yetmiş bini kamplarda kalıyor. Yani sustuğu bir zamanda Türkiye 3 milyüzde onluk bir kesim kamplarımızyona yakın insana kapılarını açtı. da. Geri kalan büyük bir çoğunluk “Ne işi var bu kadar insanın buÖncelikle ise şehirlerimizde yaşıyor. Surirada?” diyenlere karşı cevabıbelirtmek gerekir ki yeliler komşularımız, iş yerinde nız nedir? kötü misal emsal olmaz. arkadaşımız. Bir kısmı bizim Suriye meselesi bütün dünya Farklı düşünenler olabiçocuklarımızla aynı sınıfı payaçısından turnusol görevi gölaşıyorlar. Kamplarımız ise Türrüyor. Adaletten, kardeşliklir. Fakat genel ekseriyete kiye’nin çok müşahhas ve müten, mazluma sahip çıkmakbaktığımızda Anadolu incessem olarak Suriye’den gelen tan, değerden, insanlıktan sanı Suriyeli mültecileri kardeşlerine nasıl davrandığını bahseden birçok ülke var ama kucaklamıştır. gösteren önemli örneklerimizden önemli olan somut hadiseler biridir. karşısında takındığınız tavırdır. Diğergamlıkta birinciyiz… Bu açıdan baktığımızda Türkiye haÖzellikle Kilis’teki en son yapılan iki katlı kikaten bütün dünyanın aksine değer konteynırlara bakarsak gerek sosyal imkânları eksenli dış politika güderek süreci takip etti. Dünya’nın başka bir bölgesinde yaşanan bir hadiseye gerek barınma imkânları gerek eğitim ve sağlık gibi birörneğin; Somali’deki fakire, mağdura, muhtaca niçin takım imkânlar olarak BM standartlarının çok üzerinde. ve hangi sebeple yaklaştıysak Suriye’deki meseleye de Eğitim ve sağlıkla ilgili ciddi hizmetler sunuyoruz. Yalnız aynı sebeple yaklaştık. İlk günden itibaren meseleye ba- bunların hepsinin ötesinde Türkiye’nin birinci olduğu kışımız nereden gelirse gelsin mağdur, mazlum insanlar nokta milletimizin gösterdiği diğergamlıktır. Bu kadar buraya sığınıyorsa elbette ki kapımızı, soframızı, yüreği- yoğun bir şekilde şehirlere yerleşim olmasına rağmen bu mizi sonuna kadar açmamız gerekiyordu ve biz de bunu kadar az toplumsal sorunun olmasına inanamazsınız. Milletimiz de asıl farkını işte burada gösteriyor. gerçekleştirdik. Diyanet İşleri Başkanlığımızın da yaz etkinlikleri ve diğer eğitim çalışmaları oluyor. Önceki soruya bağlantı olarak Diyanet İşleri Başkanlığının da bu yönde planlanan çalışmaları var mı? Diyanet İşleri Başkanlığımız 20 bin Suriyeli gencin eğitim masraflarını karşılıyor, ailelerine yardımlarda bunuyor. Biliyorsunuz ki Suriye nüfusu eğitimsiz bir nüfus değil. Suriye fasih Arapçanın konuşulduğu bir yer olduğu için ............................. 15 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Mülteci kamplarımızı diğer ülkelerin kamplarına göre kıyasladığımızda kamp kalitesi bakımından iyi olduğunu görüyoruz. Bu kamplarımızın sağlık, eğitim ve sosyal imkânlar açısından durumlarını değerlendirir misiniz? Bugünkü rakamlarla Türkiye’de 2 milyon altı yüz seksen Eğitim müfredatımıza özellikle mülteci, mülteci hakları ve mültecilere hoşgörülü, yardımsever olma gibi kazanımları katma ihtiyacımız var. Çocuklarımıza bu eğitimleri vermemiz gerekiyor diye düşünüyoruz. Bununla ilgili bir çalışmamız var mı? Gelecek nesillerimizin de bu kozmopolit, çok kültürlü yapıya uyum sağlaması gerekiyor. Bu kapsamda bu yıl Talim Terbiye Kurulu tarafından hazırlanan ve Milli Eğitim Bakanlığınca da müfredatımıza eklenecek konular var. Örneğin bu konulardan bir tanesi göçle, göçmenlikle, farklılıkla, farklılığın zenginlik oluşuna ilişkindir. Hazırlanan bu konular da önümüzdeki yıldan itibaren müfredatımıza eklenecek inşallah. adalet ve medeniyet Avrupa ülkelerinin çoğu kapılarını kapatmış durumda. Bu bağlamda Batının yıllardır kullandığı insan hakları, batı uygarlığı gibi kavramları siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Batıya tek bir pencereden bakmamak lazım. Toplumsal anlamda aynı ülkenin içerisinde meseleye farklı yaklaşan bir kesim de var. Fakat genel anlamda baktığınızda Batı dünyası mülteci krizinde takındığı tavır itibariyle insani anlamda son derece kötü bir imtihan vermiştir. Bu bağlamda Suriye meselesi aynı zamanda bütün değerlerin yeniden tartışıldığı, siyasi olaylarda insanlıktan yana mı durdunuz yoksa insanlığa karşı duyarsız mı kaldınız sorularının da cevaplandığı bir süreç olmuştur. Bu süreçte Türkiye insanlığını korudu, AB ise sınırlarını korumaya çalıştı. adalet ve medeniyet ............................. 16 ............................. Mart-Nisan-Mayıs üniversite eğitimi alabilmelerini sağlamaya savaştan önce birçok farklı ülkeden Suriye’ye çalışıyoruz. Burs yardımı yapılan 30 bin Arapça öğrenmeye gidilirdi. Ayrıca ülcivarında uluslararası öğrenci var. kemizde Suriyeli İslam âlimleri var. Bunun 8 bini Suriyeli. Geleceğin Biz de bunu değerlendirmek istiSuriye’den Suriye’sini bu gençler kuracayoruz. Bu noktada Diyanet İşleri gelenlerin sadece % ğı için bu sayıyı daha da fazla Başkanlığımız Suriyeli hocalar10’u kamplarda, % 90’ı arttırmak istiyoruz. Diğer tala temas kurdu ve onları kendi şehirlerde yaşıyor. Suriyeraftan Suriyeli öğretmenlerin çalışmalarına kattı. Gaziantep liler komşularımız, iş yerinistihdamını konusunda ise bir merkezli bir bölge koordinatörkısmını uluslararası fonlarlüğü oluşturdu. Şimdi teşkilade arkadaşımız. Bir kısmı dan sağlayarak bir kısmını da tın merkezinde yani Ankara’da ise bizim çocuklarımızla bir takım STK’ları devreye koyasadece Suriyelilerle ilgili ayrı bir aynı sınıfı paylaşırak sağlamaya çalışıyoruz. daire başkanlığı kuruluyor. Son yorlar. aşamaya gelindi. Bu daire Suriyeli Ülkemizin bir göç politikası var mı? âlimlere hem Suriyelilere hem de biVarsa hangi temel ilkeler üzerine bu zim yerli halkımıza hizmet vermek konupolitikamızı oluşturuyoruz? sunda yardımcı olacak. Mülteci hukuku çerçevesinde baktığımızda şu anda TürGelen kardeşlerimizin eğitimi üzerinde neler yapılı- kiye’nin birçok konuda son derece ileri olduğunu görüyor? Bazı il merkezlerinde sadece mültecilere yöne- yoruz. Göç politikamız noktasında baktığımızda göçün lik okulların olduğunu biliyoruz. Bazen de şöyle ha- bir takım evreleri var. Ülkeye giriş ve yerleşim süreci, arberlerle karşılaşıyoruz; Mesela öğrenci kardeşimiz kasından iki toplumun uyum süreci ve vatandaşlığa kagelmiş buraya ama bulunduğu mevkide mülteci oku- dar giden süreçleri vardır. Biz burada üç aşamayı kendi lu bulunmadığı için normal bir devlet okuluna kayıt süreci içerisinde değerlendirerek takip ediyoruz. Şu anda yaptırıyor ve Türkçe bilmediği için eğitimde zorlana- barınma koşullarını olabildiğince iyileştirmeye çalışıyoruz. Bir taraftan da Suriyelilerin ülkemize uyum sürecini biliyor. Bu noktada herhangi bir çalışmamız var mı? Milli Eğitim Bakanlığımız çok ciddi çalışmalar yürütü- hızlandırmaya çalışıyoruz. yor. Milli Eğitim bakanlığının eğitimle ilgili bazı temel ilkeleri vardır. Bunlardan bir tanesi de en kısa zamanda Biz hem kardeşlik hukuku gereği ama hem de ulusçocukların tamamını eğitimle buluşturmaktır. İlkokula lararası mülteci hukuku gereği hak temelli gerçekler yeni başlayacak çocuklarımızı doğrudan kendi okulları- ortaya koyuyoruz… mıza alıyoruz. Çocuk Türkçeyi çok iyi bilmese bile küçük Göçle ilgili birkaç temel bakış açısı vardır. Bunların birinçocuklarda bu çok ciddi sıkıntı oluşturmuyor çünkü o cisi güvenlikçi bakış, ikincisi hak temelli, üçüncüsü fıryaşlarda dil öğrenme kabiliyeti daha fazla. Ama ara sınıf- sat temelli bakıştır. Mesela bir ülkeye gidersiniz 40 sene larda bu noktada sıkıntı yaşıyoruz. Herhangi bir okulda de çalışsanız vatandaşlık vermezler size. Bir ülke vardır devresindekilerle bir sınıfa koyduğumuzda oldukça zor- hak temelli baktığı için hizmetlerden, olanaklardan yalanıyorlar. Bu nedenle ana çerçevede söyleyecek olursak rarlanma fırsatı sunar ancak o ülke güvenlik açısından ara sınıflardaki çocuklarımızı geçici eğitim merkezi adını sıkıntı yaşar. Türkiye bu üçünü de dengeli götürmeye çaverdiğimiz, sadece Suriyeli çocukların Arapça eğitim gör- lışıyor. düğü merkezlere alıyoruz. Geçici eğitim merkezlerinden Biz hem kardeşlik hukuku gereği ama hem de uluslaramezun olduktan sonra onlara bir sınav yapılıyor ve bu rası mülteci hukuku gereği hak temelli gerçekler ortaya sınavda aldıkları puanlara göre onları üniversitelere yer- koyuyoruz. Bir taraftan yaşadığımız coğrafyada güvenlik son derece mühim bir konu olduğu için güvenlikle ilgili leştiriyoruz. Yükseköğrenim noktasında ise 100 bin civarında Tür- denge sağlamaya çalışıyoruz. Ancak bir taraftan bunu kiye’de başka ülkelerden gelmiş üniversitede okuyan fırsata çevirmeye çalışmalıyız. Fırsat dediğimiz şey meöğrencilerimiz var. Bu konuda Yurtdışı Türkler ve Ak- sela gelen kardeşlerimiz arasında kabiliyetli, çalışkan raba Toplulukları Başkanlığı üzerinden bu çalışmalar insanlar vardır onlara da fırsat sunmalıyız. Çok sayıda yürütülüyor. Daha fazla sayıda Suriyeli öğrencilerin de Suriyeli, Mısırlı değişik ülkelerden gelen kapasiteli en- telektüel, sanatçı, siyasetçi isimler var. Bunların da ülkede kalması istenir ve onlara olanaklar sunulur. Türkiye olarak bu üç konuyu da dengeli götürmeye dikkat ediyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığımız Suriyeli hocalarla temas kurdu ve onları kendi çalışmalarına kattı. Gaziantep merkezli bir bölge koordinatörlüğü oluşturdu. Şimdi teşkilatın merkezinde yani Ankara’da sadece Suriyelilerle ilgili ayrı bir daire başkanlığı kuruluyor. ............................. 17 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Vatandaşlık verilip verilmemesi de göç mefhumunun aşamalarının değişip değişmemesi durumuna bağlı olarak mı belirlenecek o zaman? Tabii buna bağlı, yerleşim, uyum süreci ve vatandaşlığa giden süreç birçok parametreye bağlı olduğu için bugünün meselesi olarak hükümetimizin gündeminde değil. Sonuç olarak Suriyelilerin tamamına vatandaşlık verilecek mi diye sorduğunuz için hayır diyorum, gündemde böyle bir şey yok. Ama bu Suriyeli olur Mısırlı olur ülkemize bir şey katma noktasında faydalı olacağı düşünülür vatandaşlık verilir. adalet ve medeniyet Son olarak, bu kardeşlerimize vatandaşlık hakkı verilecek mi? Ayrıca akıllarda olan bir soru da bu kardeşlerimize yönelik uzun vadede politikanız nedir? Tabii buna tek başımıza Türkiye olarak karar vermemiz mümkün değil. Savaşın ne kadar süreceği, savaş sonunda nasıl bir Suriye’nin ortaya çıkacağı, savaş sonunda insanların dönebileceği bir ülkeleri kalıp kalmayacağı, bunlar önemli noktalar. Bakınız Türkiye’den Almanya’ya döneceklerini düşünmelerine rağmen 60’lı yıllarda binlerce vatandaşımız gitti. Şimdi bakıyoruz Almanya’da 4. Nesil yaşıyor. Bu şekilde bir yere göç ettikten sonra o insanların tekrar ülkelerine dönmelerinin belli paramet- releri vardır. Ağırlıklı olarak gittikleri ülkeye bir şekilde adapte olup, geleceklerini kurmaya başlıyorlar. Biz de genel anlamda kalacaklarına yönelik çalışma yapıyoruz. >>> >> Av. Hacı Orhan adalet ve medeniyet ............................. 18 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Dünya var olduğundan beri zalimler ile mazlumların gözlerini diktiği topraklar üzerinde yaşıyoruz. Zalimler, elde etmek ve zulmetmek arzusuyla gözlerini bu aziz toprağa dikmişken mazlumlar ise zalimin karşısında duracak ümmetin umut ışığı olarak gözlerini Türkiye’ye çevirmişlerdir. Suriye’de savaş başlamadan önce bir AVM’de Arap gördüğümüzde birbirimize gösterirken, bugün komşumuz, iş arkadaşımız, ortağımız, gelinlerimiz, damatlarımızın olduğu kardeş bir topluluk hâline gelmişlerdir. Orta Doğu’dan ülkemize gelen insanları Macar kameramanın merceğinden değil Peygamber Efendimizin hoşgörü metodu ile Hucurat suresindeki “müminler kardeştir” ayeti ışığında kendimize Ensar, gelen kardeşlerimize ise muhacir dedik. Haber kanalları her gün bu kardeşlerimizin karıştığı suçları ana haberlere taşıyarak kardeşlik bağlarımızın tekrar güçlenmesinin önüne geçmek istediler. Sanki ülkemizde tek suç işleyenler onlardı. Sanki muhacirlerin hicretinden önce bu ülkede hiç suç işlenmiyordu. Onları tanıdıkça Osmanlı azamet ve kudretini biraz daha idrak ediyoruz. Sudan ile Suriyeli ya da Iraklı, âdeta Malatya ile Adıyamanlı ya da Maraşlı gibi diyalog içindedirler. Çünkü ortak bir dili konuşmaktadırlar. Her seferinde Osmanlı Bayrağı altında tekrar bir araya gelmeye hazırız cümlelerinin kardeşliğimizi pekiştirdiğinin bilinci ile her daim bizleri mutlu etmeye devam ediyorlar. Tüm bu güzelliklerin yanında, bu duyguların hayata geçmesi aşamasında Muhacir-Ensar Hukukunun bazen Orta Doğu’dan ülkemize gelen insanları Macar kameramanın merceğinden değil Peygamber Efendimizin hoşgörü metodu ile Hucurat suresindeki “müminler kardeştir” ayeti ışığında kendimize Ensar, gelen kardeşlerimize ise muhacir dedik. ............................. 19 ............................. Mart-Nisan-Mayıs dıklarının bilinmesi gerekmektedir. Avukatlığını yaptığım, bir oğlu Avukat, bir oğlu Diş Hekimi ve kızı ise Üniversitede akademisyen olan ve kendisi de savaş öncesi bölgesinin önemli bir iş adamı olan ve şu an bir tekstil firmasından kasiyerlik yapan bir muhacir abimizin hikayesini paylaşarak, ülkemize sığınan bu insanların yaşadıkları problemlerin bir kısmına ışık tutmak tutmak istiyorum. Emniyet tarafından göz altına alınmasının sebebi, içinde hırsızlık yapılan bir aracın dış yüzeyinin sadece bir yerinde parmak izinin olmasıdır. Bu olaydan sonra arabamı park ederken yandaki araca dokunmamaya çalışıyorum. Yolda yürürken kaldırımdan indiğimde asla önümdeki araçlara dokunmamaya çalışıyorum. Savcılık makamı ifade bile almadan tutuklanması için nöbetçi mahkemeye sevk ettikten sonra Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine çıktığımızda, Ensar merhametinin gönlünde tecelli ettiği bir hâkim muhacir kardeşini hiç sözünü kesmeyerek dinledi. Muhacir kardeşinin soyut bir iddia sebebi ile gözaltına alındığını gören adil kişi adalet ve medeniyet karşılıklı çiğnendiğine üzülerek şahit oluyoruz. Ensar olmak mazlum muhacire hoşgörüyü gerektirdiği gibi muhacir olmak da ensarın hukukuna riayeti gerektirmektedir. Ancak, güç ensarda olduğundan her şeye rağmen şefkat ve merhamet etmesi gereken bizleriz. Kanaatim Müslüman tebaya “göçmen, mülteci” sıfatını vermenin defalarca düşünülmesi gerektiğidir. Komşusu aç iken tok yatamayan Müslüman’ın “kardeş” ifadesi yerine “göçmen, mülteci” ifadesini kullanmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Bir Macar veya İtalyan için onlar “göçmen, mülteci” ise de bizim için kardeştirler. Çok akademik bir çalışma yerine yaşadığım olayları aktarmanın yabancıların yaşadığı problemlerin izahında, gerçek hayatta karşılaştıkları problemlerin çözümü için daha yararlı olacağını düşünerek bir sorunu paylaşmak arzusundayım. Yabancı kardeşlerimiz ile ilgili işlemlere Göç İdaresi Müdürlüğü bakmaktadır. Yeni kurulan bir teşkilat olması hasebiyle mutlaka daha iyi konumlara gelecektir. Ancak, iyiye gidişin hızlanması adına orada bir muhacirin yaşa- Göç İdaresi Müdürlüğü mahkeme sıfatında değildir. Bir kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmasına karar verememelidir. Bireyler, İdari işlemler ile kişi hürriyetinden yoksun bırakılamaz. adalet ve medeniyet ............................. 20 ............................. Mart-Nisan-Mayıs derhal salıverilme kararı verdi. Biz de karakolda işlemleri yapılır evine gelir düşüncesi ile diş hekimi oğlu, avukat oğlu ve Yıldız Teknik Üniversitesi Mezunu 30 yıllık Türkiyeli eniştesi ile huzur içinde adliyeden ayrıldık. Ancak, o gece evine gelmeyen müvekkilimizi sorduğumuzda “Kan tahlili için bıraktık.” açıklamasından sonra hastanede bir kan tahlili alınacak düşüncesi ile tekrar bekledik. Diğer gün saat 16.00’da kan tahlili çıkmış ancak mesai bittiği için serbest bırakılmamıştır. Diğer gün göç idaresine teslim edileceği oradan serbest kalacağını öğrendik. Derhal salıverilme kararının üzerinden 3 gün geçtikten sonra göç idaresine götürülen Suriyeli muhacirin bırakılmasını beklerken müvekkilimiz hakkında idari gözetim ve sınır dışı kararının alındığını öğrendik. İdari Gözetim Kararı bildiğimiz gözaltı kararından hiçbir farkı yoktur. Yaklaşık 20 günlük mücadele sürecimiz bu aşamada yeniden alevlenmiştir. Ücret bile konuşmadan başlayan avukat müvekkil ilişkimizin sebebi yukarıda arz ettiğim Muhacir-Ensar hukukunun ötesinde bir şey olamaz. Göç İdaresi Müdürlüğü, İstanbul’da eski İdare Mahkemelerinin olduğu yaşlı binada hizmet vermektedir. Mekanın eskiliği bir yana mekanın yetersizliği ise ayrı bir olaydır. Müvekkilleri ile görüşmeye gelen avukatların en az 2 saat beklemesi gerekir. Sadece iki avukat görüşme odası vardır. Bazen saatlerce bekler yine de görüşemezsiniz. Savaşın olduğu bir ülkeye sınır dışı kararının alınamayacağı feryadını kopardık. Ancak, daha sonra olayın mantığını öğrenince bir daha yıkıldık. Sebep olarak; “Emniyet birimlerine herhangi bir sebep ile şüpheli olarak ifadesi alınan herkes hakkında idari gözetim kararı ve sınır dışı kararı alınır.” denilmiştir. Burada suç yok, iddia var, Yabancılar Ve Uluslararası Koruma Kanununda suçlar sayılmış dememiz karşısında kamu düzeni ihlal edilmiş sayılarak bu kararın alındığını belirtmeleri karşısında hayretler içine düşüyoruz. “Kamu düzeni” kavram olarak, darbe Anayasasının mihenk taşıdır. İçinde hırsızlık yapılan bir aracın dış yüzeyinde ve bir yerinde parmak izinin olması kamu düzenini nasıl bozmuştur? Orada çokça bekleme zamanınız oluyor. Oraya getirilenleri dinledikten sonra hakikaten müvekkilimin suçlu olduğunu düşünmeye başladım. Komik sebeplerden alınan sınırdışı kararları tam Kemal SUNAL filmlerine konu olacak gibiydi. Örneğin, 1995 yılından beri Romanya vatandaşı ile evli olan bir Türk, Romanya vatandaşı eşi ile tartışınca çok hassas ve düşünceli komşuları polis çağırırlar. Polis o anda Türk olan kocaya şikâyetçi misin diye sorunca vatandaşımız bana hakaret etti diyerek şikâyetçi olduğunu belirtir. Daha sonra siniri yatışan vatandaşımız şikayetten vazgeçmek ister ve eşi ile evine dönmek ister. Polis memurları aile içerisinde işlenen suçların şikâyete bağlı olmadığını bildirir. Adli merciler her ne kadar serbest bırakılma kararı vermişse de 20 yıllık eş kendini Göç İdaresi Müdürlüğünde bulur. Eşine ş…siz diyerek kamu düzenini ihlal (!) etmiştir. Kendisi hakkında ivedilikle idari gözetim kararı ve sınır dışı kararı alınır. Yetkili vali muavini ise kararları geldiği gibi incelemeden imzaladığı için Türk koca kapının önünde Romanyalı gelin ise deport olmak için içerde kalmıştır. Durum ne yazık ki bu kadar vahimdir. Yine başka bir olayda ise Türkiye de birçok yatırımlar ya- Göç idaresinin yeni Türkiye’ye yakışır mekânlara kavuşması ve hukukun genel ilkelerinin göz önüne alarak savunmasız, dilimizi bilmeyen ama değerlerimizi paylaşan kardeşlerimize insan onuruna yakışır bir şekilde hizmet etmesi için yeni kanuni düzenlemeler ve yeni mekanlar zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir. ............................. 21 ............................. Mart-Nisan-Mayıs altı aydan beri tutulduğunu duyduk. Göç İdaresi Müdürlüğü mahkeme sıfatında değildir. Bir kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmasına karar verememelidir. Bireyler, idari işlemler ile kişi hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu hukukun genel ilkeleri olup ayrıca anayasa ile de teminat altına alınan bir haktır. AİHM, geri gönderme merkezlerinde tutmayı özgürlüğünden mahrum bırakma olarak kabul etmektedir. Göç İdaresi Müdürlüğünün bu kararı vermesi ancak bir mahkeme kararına dayanmalıdır. Ya da suç sebebi ile yargılama yapan öncelikle Sulh Ceza Hâkimlikleri bu kararları vermelidir. İdarenin yetkisi ile mahkemenin yetkisi arasında üstlük astlık sorgusu konuşulmayacak kadar nettir. Sulh Ceza Hâkimliği derhal salıverilme kararı alıp her Pazar mesai saatlerinde en yakın karakolda imza atma tedbirine karar vermiş iken göç idaresinin idari gözetim kararı vermesi, Mahkemenin verdiği tedbirin uygulanmasını engelleyecektir. İdari gözetim altında olan kişinin Pazar günleri karakola giderek imza atması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla idari karar bunu engellemektedir. Göç İdaresi Müdürlüğü tesislerindeki muhacirler de komşu binamızda oturan muhacirler kadar bize emanettir. Göç idaresinin yeni Türkiye’ye yakışır mekânlara kavuşması ve hukukun genel ilkelerinin göz önüne alarak savunmasız, dilimizi bilmeyen ama değerlerimizi paylaşan kardeşlerimize insan onuruna yakışır bir şekilde hizmet etmesi için yeni kanuni düzenlemeler ve yeni mekanlar zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir. adalet ve medeniyet pan bir iş adamı o kadar Türkiyeli olmuştur ki artık “yol ver” muhabbeti kapsamında bir vatandaşımız ile arabalarından inerek tartışmıştır. Duyarlı milletimiz araya girse de taraflar birbirlerine sözlü tartışmaların ötesine gitmemiş olsa da işadamı ama muhacir olan kişi kendisini Göç İdaresi Müdürlüğünde sınır dışı işlemleri yapılırken bulmuştur. Milyon dolarlarca yatırım yapan bu iş adamı bağırarak kamu düzenini ihlal (!) etmiştir. Bizim olayımıza döndüğümüzde, her gün takip edip adeta kendim ile özdeşleştirmeme rağmen, Sulh Ceza Hâkimliğine idari gözetim kararına karşı itiraz, Sınır Dışı kararına karşı ise İdare Mahkemesinde dava, ilgililer hakkında şikâyet işleminde bulunmama ve tüm siyasi yolları da aşındırmama rağmen yaklaşık 20 günden fazla bir müddetle, derhal salıverilme kararından sonra müvekkilim gözetim altında kalmıştır. Daha sonrasında, Sulh Ceza Hâkimliği idarenin vermiş olduğu idari gözetim kararının soyut iddialara dayanması sebebi ile kararı kaldırmıştır. Anayasa Mahkemesi 2014/13044 Başvuru numarası ile yapılan başvuru neticesinde 11.11.2015 tarihinde savaş olan bir ülkeye gönderilmek üzere kişiler hakkında sınır dışı kararı verilemeyeceğine karar vermiştir. Bu durumun Anayasanın 13. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.Anayasa Mahkemesi kararında, İstanbul’daki merkezin 300 kişi kapasiteli olmasına rağmen 384 kişinin kaldığı, sivil toplum kuruluşlarının da 400 kişi dedikleri belirtmiştir. Göç İdaresinin İstanbul’daki merkezinde hiç kimsesi olmayan, avukat ile savunmasını yapamayan insanların ULUSLARARASI MÜLTECİ HAKLARI DERNEĞİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AV. MUAZ YANILMAZ adalet ve medeniyet ............................. 22 ............................. BATI YERALTI VE YER ÜSTÜ KAYNAKLARINI SÖMÜRMEK İSTEDİĞİ Batı MİLLETLERE için insan YERÜSTÜNÜ DAR hakları dediğimiz temel ilkeler EDER!.. Mart-Nisan-Mayıs helvadan yapılmış putlar gibidir. Bu putlara diledikleri zaman taparlar ve bu putları diledikleri zaman yerler. >> Röportaj: Furkan Karadayı adalet ve medeniyet ............................. 23 ............................. Mart-Nisan-Mayıs ğınmacı, göçmen gibi. Bunlar uluslaraBize Uluslararası Mülteci Hakları derrası metinlerin ürettiği kavramlardır. neğinden bahseder misiniz? Biz Mülteci temel olarak iltica başvuUluslararası Mülteci Hakları Dermültecilik konurusu kabul edilmiş kişiye denir. neği 2013 yılında kuruldu, şöyBu tanım doğrultusunda ırkı, le söylemek lazım bu dernesunda Türkiye ile diğer dini, belli bir toplumsal ği kuran ekip dernekleşme ülkeleri, Avrupa ülkelerini gruba mensubiyeti ya da sürecinden öncesinde de kıyaslayamayız. Avrupa bu mesiyasal düşüncesi sebemülteci meseleleriyle bire selede bırakın Türkiye gibi olmabiyle işkenceye maruz kabir ilgilenen bir ekipti. yı Türkiye’nin tırnağı bile etmez. lan ya da ölüm tehlikesi Suriye savaşından sonra Avrupa’nın ve Batının mülteci yaşayıp başka ülkeye iltiTürkiye’deki Suriyeli mülkonusundaki tek derdi bu yoğun ca etmek isteyen kişilerin teci nüfusun yoğun bir başvurusu kabul edildiğinşekilde artmasıyla kurumkitleyi kendi topraklarından de mülteci statüsünü alırlar. sal bir çatı altında ve daha ve kendi sınırlarından Bu statüyü henüz almadıkları organize olmuş bir şekilde uzak tutmak. aşamada yani başvuru süreci yapılması gerektiğine kani oldevam ettiği zaman o kişilere sıduk ve Uluslararası Mülteci Hakğınmacı ismi verilir. ları Derneğini kurduk. Temel olarak Türkiye açısından artık bunun da ötesinbiz, diğer tipik insani yardım dernekleri ya de bir kavramsallaştırma var. Türkiye artık sığınmada sivil toplum örgütleri gibi insani yardım yapmıyoruz. Biz daha çok Türkiye’de bulunan mültecilere avukat cı kavramını hiç kullanmıyor. Mülteci, ikincil koruma, desteği ve hukuki yardım sağlayan, hukuki çalışmalar şartlı mülteci ve geçici koruma diye 4 kavram tanımladı. yapan bir derneğiz. Temel amacımız mültecilere hukuki Türkiye, 1951 Cenevre sözleşmesine ek 67 New York protokolüyle birlikte ortaya çıkan mülteci statüsünü sadece yardım ve avukat desteği sağlamak. Avrupa konseyine üye ülkelerden gelen kişilere vereceğini söylüyor. Bu bugüne kadar çok sıkıntılı bir kavramdı. Peki nasıl çalışıyorsunuz? Mantık olarak hâlâ sıkıntılı. Ancak 2014’te yürürlüğe giAcil müdahale ekiplerimiz var: Mülteci Savunucuları… Mülteci Savunucularımız başta Kumkapı geri gönderme ren yabancılar ve uluslararası koruma kanunu ile beramerkezi olmak üzere havalimanlarında, Türkiye’nin di- ber biraz önce saydığımız o tanımlamaların getirilmesiyğer geri gönderme merkezlerinde iltica başvurusu yap- le fiilen uygulamada bu ortadan kaldırılmış oldu. mak isteyen ya da Türkiye’ye sığınma talebiyle gelmiş fakat prosedüre takılan mültecilere destek oluyorlar ve Nitelikleri ve sahip olduğu haklar açısından ne söyonlar adına hukuki prosedürü başlatıyorlar. Ayrıca ulus- leyebiliriz? lararası birtakım örgütlerle akreditasyonlar aracılığıyla Mülteci ile şartlı mülteci hemen hemen aynı kavramlar. Teknik farkı; biri Avrupa konseyine üye bir ülkenin vaortak çalışmalar yapıyoruz. Mültecilerin temel ihtiyaçları ve sahip oldukları haklara tandaşı, diğeri Avrupa konseyi üyesi olmayan ülkenin yönelik bilinçlenmeleri hususunda mülteci okulu başta vatandaşı. Şartlı mülteci şartlarını da taşımıyor ise kişi, o olmak üzere programlar, sempozyumlar düzenliyoruz. zaman ikincil koruma statüsü altındadır. Kişi gerçekten Mülteci bülteni dediğimiz bir yayınımız var ve bu da ka- bir tehlikeyle karşı karşıyaysa, bir işkenceye maruz kalabileceği veya ölüm tehlikesi yaşayabileceği ihtimali varmuoyunu bilinçlendirmeye yönelik bir çalışmamız. Mevzuat gelişimine katkı sunmak için teorik çalışmalar sa o, ikincil koruma statüsünde değerlendirilir. Ayrıca bu bahsedilen üç kavram da tekil kavramlardır. Bir kişinin yapıyoruz ve uluslararası hakemli bir dergi çıkarıyoruz. alabileceği statülerdir, bir kitle olarak mülteci statüsü Türk hukukunda mülteci, Avrupa’dan ülkemize göç alamazsınız. eden mağdurları ifade eden bir kavram. Ortadoğu ya Türkiye, geçici koruma statüsü dediğimiz bir statü getirda Afrika’dan gelenlere mülteci statüsü verilmiyor. di. Bu kitlesel bir statü. Yani belli bir yerden kitlesel olarak göç eden kişiler Türkiye’de Bakanlar Kurulu kararıyla Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durumla ilgili birden fazla kavram var: Mülteci, sı- geçici koruma statüsü altına alınabiliyorlar. Nitekim Su- Bugün yaşanan mülteci krizi olarak Avrupalı ülkelerin Avrupalı devletlerin sebep olduğu yeni sömürge politikalarının bir neticesidir. Biz bugün sadece Suriye krizi bağlamında mültecileri konuşuyoruz ama Suriye krizi yaşanmadan önce de dünyada milyonlarca mülteci vardı. riyeliler bugün itibariyle Türkiye’de, geçici koruma statüsünü taşıyan kişiler olarak değerlendirilmektedir. Resmi rakamlarla söylenebilir ki bugün Türkiye’de iki buçuk milyona yakın Suriyeli bulunmaktadır. Bu yoğun kitlesel göç, Türkiye’den sonra Lübnan’da görülüyor. adalet ve medeniyet ............................. 24 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Bu yoğun göçlerin toplumsal düzene olan etkileri nelerdir? Bu iki ülke arasında yoğun göçün yarattığı etkiler arasında, benzer bir ilişki kurulabilir mi? Türkiye ile mültecilerin yoğun olarak yaşadığı Ürdün ve Lübnan gibi ülkeleri karşılaştırmak çok doğru olmaz. Çünkü Türkiye ekonomik olarak da toplumsal olarak da güçlü bir yapıya sahip. Dolayısıyla Türkiye’de iki buçuk milyon mülteci, Suriyelilerin dışında var olan mültecileri de hesaplarsak 3 milyona yakın mülteci var. Bu kişilere 10 milyar dolar civarında bir harcama yapıldı. Ben bu harcamaların Türkiye’nin kendi vatandaşlarını fakirleştirdiğini ya da onların "ekonomik bağımsızlığını" zedelediğine ilişkin bir örnek görmedim. Yaşanan bazı sosyal ve ekonomik problemlerde Suriyeli mültecilerin günah keçisi ilan edildiğini görüyoruz. Belli kesimlerin kendi açgözlülüğünün, kendi vicdansızlığının yaşattığı problemler Suriyeli kardeşlerimize mal ediliyor. Suriyelilerin bulunduğu bölgelerdeki kiraların artış göstermesi Suriyelilerden değil ev sahiplerinden kaynaklanan bir problemdir. Türk vatandaşları işsiz kalıyor, deniyor. Bunun da müsebbibi Suriyeliler değil işverenlerdir. Bir Türk vatandaşını çalıştırsa; sigortasıyla, maaşıyla 2000 TL’ye çalıştıracak işveren, Suriyeli nasıl olsa mecbur anlayışıyla 500 TL’ye çalıştırarak sosyal çatışmayı ve sosyal dengesizliği körüklemiş oluyor. Bunlara bir önlem alınamazsa, toplumsal çatışmalara da eğrilebilecek bir problem. Bu problemin çözümü nitelikli bir uyum politikasıyla gerçekleşir. Ülkemize gelen üç milyon civarında mültecinin her biri pırlanta gibi dört dörtlük insandır da demiyorum. Nasıl ki Türkiye’de yaşayan herkes dört dörtlük pırlanta gibi insanlar değilse Suriyelilerin de hepsi dört dörtlük değil. Dilencisi de hırsızı da gaspçısı da var. Ancak bu durum tüm mültecilere mal edilmemeli. İnsan mülteci olarak doğmaz, mültecilik insanın doğuştan kazandığı bir statü değildir, herkesin başına gelebilir. Kendi sınırlarımızı kutsallaştırıp güvenlik politikalarının arkasına sığınarak bu toprakları “Aman diyerek ülkemize sığınanlara” zindan edemeyiz. Ülkemize sığınan insanlar bizi hami olarak görüyorlar. Bunun bir bedeli varsa biz bu bedeli ödemek durumundayız. İnsani, vicdani ve İslami sorumluluğumuzun bir neticesidir bu. Avrupa’nın bugün yaptığı gibi sadece kendi konforumuzu önceleyemeyiz. Ülkemizin mülteciler konusunda harcadığı paraları nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa’nın mültecilere karşı bakışı hakkında neler söylemek istersiniz? Yapılan harcamalar yeme-içme, giyinme, barınma, sağlık, eğitim vb. temel ihtiyaçlar için kullanıldı. Türkiye mülteci meselesinde tüm dünyaya çok net bir şekilde insanlık dersi verecek düzeyde bir ilgi göstermiştir. Biz mültecilik konusunda Türkiye ile diğer ülkeleri, Avrupa ülkelerini kıyaslayamayız. Avrupa bu meselede bırakın Türkiye gibi olmayı Türkiye’nin tırnağı bile etmez. Avrupa’nın ve Batının mülteci konusundaki tek derdi bu yoğun kitleyi kendi topraklarından ve kendi sınırlarından uzak tutmak. Avrupa bundan hareketle bir takım politikalar üretiyor fakat bu ürettiği politikaları kamuoyunda öyle bir lanse ediyor ki sanki mülteci meselesini çözmeye çalışıyorlarmış. Hâlbuki yaptıkları tek şey piar çalışması. adalet ve medeniyet ............................. 25 ............................. Mart-Nisan-Mayıs kilde almamak gerektiğini onları keBatının bugüne kadar attığı en somut sinlikle dışarıda tutmak gerektiğiadım Avrupa güvenlik konseyinin Mülteci kavni söylemiştir. Bu Avrupa İnsan 12 maddeli eylem planıydı. Eylem ram ve tanım itibaHakları sözleşmesine göre en planına baktığınızda meselenin temel mülteci hakkının ihlal ne kadar vicdansızca ele alınriyle yabancıyı imler. edilmesi demek. dığını net bir şekilde görüyoMuhacir dediğimizde, muAvrupa’ya kadar ulaşmış mülruz. Eylem planının birinci hacir daha çok o toplumla tecilerin geri gönderilmesini maddesi insan kaçakçılarının kaynaşmış, o toplum içerikonuştular, tartıştılar ve bunu botlarının batırılmasıydı. 1. sinde, o toplumun bir ferbir yasal çerçeveye oturttular, madde bu. di gibi yer alabilmiş bu da geri göndermeme ilkesiBugün yaşanan mülteci krizi kişiyi semboller. nin ihlali. olarak Avrupalı ülkelerin AvruAvrupa’nın bugün geliştirdiği büpalı devletlerin sebep olduğu yeni tün politikalar "çözüm" diye sunarak sömürge politikalarının bir neticesidir. ürettiği pratikler Avrupa İnsan Hakları Yani biz bugün sadece Suriye krizi bağlasözleşmesi başta olmak üzere, insan hakları evmında mültecileri konuşuyoruz ama Suriye krizi yaşanmadan önce de dünyada milyonlarca mülteci vardı. rensel bildirgesine temel uluslararası belgelere aykırılık Türkistan, Özbekistan, Kazakistan, Irak, Afganistan, teşkil eden uygulamalar. Bosna, Filistin mülteci doğuran coğrafyalardır. Avrupalı devletler kölelik ve sömürge politikalarına başladıkları Mülteciler ve onların haklarına yönelik, pozitif hudönemden itibaren Orta Afrika’yı ve Orta Doğu’yu sömü- kuk kurallarından farklı olarak, İslam hukuku penrüp yer altı ve yer üstü zenginliklerini kullanmak için o ceresinden insani boyutta nasıl bakmalıyız? Bu hususta insanlara tavsiyeleriniz neler olur? insanları yerin üstünde yaşayamaz hale getiriyorlar. Mültecilik meselesi üzerinden hareketle Avrupa’nın artık Biz hiç kimsenin yardım istemek zorunda kalmadığı bir dünya adına insanlık adına bir söz söyleme hakkının ol- düzen için çalışmak zorundayız. Yardımlarla hayatını geçindirmek zorunda kalan insanların var olduğu düzenmadığını gösterecek şekilde yeni bir politika üretilmeli. den hiç kimsenin yardım almak zorunda kalmadığı bir Peki, tüm bunların neticesinde Avrupa bu eylemle- düzene geçmek için var gücümüzle çalışmak zorundayız. rinin kaynağını hukukundan mı alıyor, almıyorsa Muhacir - Ensar pratiği çok önemli bir pratik aslında. hukuken nasıl bir mücadele veriliyor, bu konuda ça- Mülteci kavram ve tanım itibariyle yabancıyı imler. Ne olursa olsun senin özümsemediğin senin "kendi" dinalışmalarınız var mı? Batı, mülteci hukuku bağlamında insan haklarını temel miğinin, kendi yapının unsuru haline getirmediğin, hep ilkeler hâlinde görmezler. Konjonktürel bakarlar, geçici yabancı olan dışarda kalan kişiyi imler. Muhacir dediğiilkeler olarak görürler. Batı için insan hakları dediğimiz mizde, muhacir daha çok o toplumla kaynaşmış, o toptemel ilkeler helvadan yapılmış putlar gibidir. Bu putlara lum içerisinde, o toplumun bir ferdi gibi yer alabilmiş diledikleri zaman taparlar ve bu putları diledikleri za- kişiyi semboller. man yerler. Avrupa, insan hakları alanında uluslararası Ensar-muhacir ilişkisine baktığımızda, muhacirler ensametinleri üretmekle gururlanan ve dünyaya da bunu pa- rın evine geldiğinde, ensar onu kendinden ayırt etmeksizarlayan bir yapıya sahip. Avrupa kendi konforuna yöne- zin yemeğini, evini, işini paylamıştır. Bunun vesilesiyle lik en ufak bir tehditte, ürettiği uluslararası metinleri göz muhacir dediğimiz insanlar hayatlarını ensar dediğimiz insanların yardımına muhtaç bir şekilde sürdürmemiştir. ardı edebilen bir yapı. Mültecilerin yoğun olarak Avrupa’ya hareket ettiği dö- Toplumda kendi ayakları üzerinde durabilen, kendisi işinemde Avrupalı liderlerin dillendirdiği çözüm önerileri ni üretebilen dolayısıyla o toplumun devamı, dirliği için var. İngiltere Dışişleri Bakanı Akdeniz’deki kurtarma kendi değerini üretebilen durumda olmuştur. Bugün de operasyonlarına son verilmesi gerektiğini çünkü bu ope- bizim mülteci meselesinde, mülteci bağlamında yapmarasyonların diğer mülteciler açısından özendirici oldu- mız gereken de budur. Sosyal olarak, ekonomik olarak çok ciddi bir geri dönüşü olur bize. Toplumsal çatışmayı, ğunu söylemişti. Hollanda, Avrupa dışından gelen mültecileri hiçbir şe- sosyal dengesizliği giderecek bir katkı sağlar. >>> AbdülhamitTuran Turan >> >>Abdülhamit Hukuk Öğrencisi Hukuk Öğrencisi Bir tebessüm insanın gönlünü paramparça edebilir mi? Ederse ne kadar parçalar? Olur mu hiç öyle şey demeyin. Öyle de bir olur ki Ankara’nın ayazında kor çöker sinenize. Aldığınız her bir soluk dar gelir göğüs denen kafese. adalet ve medeniyet ............................. 26 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Bir tebessüm insanın gönlünü paramparça edebilir mi? Ederse ne kadar parçalar? Olur mu hiç öyle şey demeyin. Öyle de bir olur ki Ankara’nın ayazında kor çöker sinenize. Aldığınız her bir soluk dar gelir göğüs denen kafese. Hele ki o tebessüm yaşadığı her şeye rağmen umut dolu gözlere aitse... O gözlerin sahibi; anasının, babasının ve hayatta değer verdiği birçok kişinin ölümüne şahit olmuşsa ya... Yaşadığı şehir içindeki her şeyle birlikte haritadan silindiyse... Düşünsenize her gün gittiğiniz geldiğiniz o sokaklar, rızkınızı kazanmaya çalıştığınız iş yeriniz, çocuk parkları, mahalle bakkalınız, namaza gittiğiniz caminiz, eviniz ve daha birçok şeyinizi kaybetmişsiniz. Binalarla birlikte binaların içindekileri de tabi... Gördüğüm o gözler ve daha onun gibi niceleri Suriye’den gelen yetimlere aitti dostlarım. Şimdi söyleyin bana dostlar, o çocukların tebessümleri gönlümü nasıl yıkmasın. Yüzleri belki gülümsüyor ama ah o gözler yok mu o kadar çok acı dolu ki. Her şeyden öte bize dair umutlu olduklarını anladım. İslam'ın son kalesi olan bu topraklarda Anadolu insanının onlara her zaman kucak açacağından eminler. Günü geldiğinde adaletin bu topraklardan yeniden çağıl çağıl çağlayacağından yana umutlular. Hatta bizden daha çok umutlular. ............................. 27 ............................. Mart-Nisan-Mayıs bütün bu dertler onların omuzlarındaymış gibilerdi. Her gece gizli gizli ağlıyorlar belki. Göz pınarları çoktan kurudu belki de bazılarının. Çok da anlatamıyorum o anaları. Nasıl anlatayım ki... Her şeyden öte bize dair umutlu olduklarını anladım. İslam’ın son kalesi olan bu topraklarda Anadolu insanının onlara her zaman kucak açacağından eminler. Günü geldiğinde adaletin bu topraklardan yeniden çağıl çağıl çağlayacağından yana umutlular. Hatta bizden daha çok umutlular. Lakin bazı kötü niyetli fırsatçılar da yok değil. Onları ağır şartlarda çalıştıranlar, dilendirenler, onları itip kakanlar maalesef mevcut. Lütfen böyle bir şeye şahit olursanız onlara sahip çıkalım. Onlar misafir. Onlar muhacir. Biz Ensar olalım. Ümmet olmanın hakkını verelim ey dostlar. Belki onların kaderi bu lakin hiç şöyle düşündünüz mü ki: Onların kaderi, bizim imtihanımız… adalet ve medeniyet Suriye’den gelen kardeşlerimizin yaşadığı “Solfasol” bölgesine birkaç arkadaşla ziyaret gerçekleştirdik. Bize rehberlik yapan Sadettin abinin söylediğine göre 650 mülteci aile yaşıyormuş bu bölgede. Çoğu kadın ve çocuklardan oluşuyor. Sadettin abi 21. Yüzyıl Ensarlarından. Gece gündüz demeden bu aileler için çabalıyor, yardım topluyor eşinden dostundan. Temel ihtiyaçları alıp dağıtıyor bu ailelere. Hiçbir derneğe vakıfa kurum veya kuruluşa bağlı değil Sadettin abi. Tek başına bir vakıf olmuş, Allah rızası için çabalıyor. Devletimiz, sivil toplum örgütleri yardım ediyorlar. Ancak bazıları kaçak göçek gelmiş, her birine yetmiyor bu yardımlar. Hem, devlet yardım ediyor deyip veya bir yardım kuruluşuna bağış yapıp vicdanımızı bastırmak ne kadar doğru bilmiyorum. Beni o yetimlerden birinin başını okşadığınızda çok iyi anlayacaksınız. Solfasol ziyaretinde Suriyeli kardeşlerimizle görüştük, hane hane dolaştık, hasbihal ettik, dertlerini dinledik yardımları ulaştırdık. Şahsım adına çok utandığımı söyleyebilirim. Gaflette yaşamış, kardeşlerimin hallerinde bihaber kalmışım. Efendimizin "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." sözüyle ortaya koyduğu ölçü sadece bir özlü söz olarak kalmış zihnimde. İnsanlar anlatırdı, bahsederdi Suriye’den gelen kardeşlerimizin durumunu ama sadece duymak veya okumak hatta sıcak evimizde otururken ekranlardan görmek meseleye uzak kılıyormuş bizi. Solfasol ziyaretimizde Efendimizin 1400 sene evvel söylediği o sözü daha iyi anlamış oldum. Ensar nedir, muhacir nedir, mülteci nedir çok daha iyi anlıyorum. Ah o gözler yok mu her şeyi anlatıyor. Onlara yardıma gelen birini gördükleri için umut dolu. Bütün dünya onlara sırtını dönerken onlara kucak açmış Osmanlı'nın torunlarına minnetle bakıyorlar. İçim yanarken ben de tebessüm ettim ve dimdik durmaya çalıştım. Çünkü Bilsinler ki; Osmanlı'nın torunları zulmün her zaman karşısında! Bilsinler ki; Osmanlı'nın torunları mazlumun yanında! Bilsinler ki; Osmanlı'nın torunları varken asla yalnız değiller. Solfasol’a gittiğimiz heyetle hane hane dolandık. Haneler dökük, haneler yıkık. Hanelerin çatısı su alıyor ve soğuk. Haneler bir ya da iki oda, dahası yokluk. Bir göz oda, odada altı kişi kalıyor, çoluk çocuk… Hastaları da vardı aralarında. Ameliyat olmayı bekleyen, tedavi arayan biçareler. Ablanın biri kömür istedi bizden. Belki de herkesten çok onun ihtiyacı vardı. Bir depoda kalıyorlardı. İçerisi buz gibiydi. Abla demişken, Suriyeli anneler var bir de. Sanki ım, Büşra Nur Ünükür >> Röportaj: Feyzanur Yıldır UM L P O T İL İV S İ K E TÜRKİYE’D TEK S E D E İZ İM R E L Ş SURİYELİ KARDE OK Ç İR B , A D IN M A L OLMA AN TEK S E D A L Z A F A H A ÜLKEDEN ÇOK D OR!.. SUNUY adalet ve medeniyet ............................. 28 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Şuan 650.000 çocuğa eğitim hakkının verilemediğini, bu çocuklara ulaşılamadığını, bu çocukların yerlerinin tespit edilemediğini görüyoruz. Çünkü bu geçici eğitim merkezi dediğimiz okullar her ilde yok, sadece 19 ilde var. ............................. 29 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Hukuki açıdan incelemek gerekirse Suriyeli çocukların eğitimi esnasında yararlandıkları “geçici koruma statüsü” onlara hangi kapsamda imkân ve haklar sağ- lıyor? Bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı gibi eğitim hakkından faydalanabiliyorlar mı? Geçici koruma statüsüyle eğitim-öğretim hakkı bir lütuf olarak değil bir hak olarak bu çocuklara verilmeye başlandı. Takdir edersiniz ki Türkiye’deki devlet okullarının kapasitesini düşündüğümüzde tüm bu Suriyeli öğrencilerin eğitim sistemine dâhil edilebilmesi mümkün değil. Geçici eğitim merkezleri gibi alternatif çözümler yani sabahları Türkiye vatandaşlarının okuduğu öğleden sonra aynı binaların Suriyeli öğretmenler ve Suriyeli öğrenciler tarafından kullanıldığı merkezler gibi bu çocukların eğitim haklarını en azından eğitimsiz kalmalarını önleyecek nitelikte bir model geliştiriliyor. Bu model bence çok önemli çünkü dünyada böylesine başka bir örnek yok. Uzun süren araştırmalarımızda da incelediğimiz üzere baktığımızda en yakın zamanda Bosna göçü örneği var. Ancak hiçbir ülke Boşnaklara kendi dillerinde ve kendi müfredatlarında eğitim hakkı tanımadı. Şuan 650.000 çocuğa eğitim hakkının verilemediğini, bu çocuklara ulaşılamadığını, bu çocukların yerlerinin tespit edilemediğini görüyoruz. Çünkü bu geçici eğitim merkezi dediğimiz okullar her ilde yok, sadece 19 ilde var. Dolayısıyla 81 ilde de Suriyelilerin olduğunu göz önünde bulundurursak eğitim hakkının bütün bu çocuklara verilebilmesi için bu eğitim merkezlerinin muhakkak bütün illerimizde kurulması gerektiğini söyleyebiliriz. adalet ve medeniyet Analiz raporlarında Suriye’den ülkemize gelenler “sığınmacı veya mülteci” olarak nitelendirilse de siz “misafir” kavramının diğer iki kavramdan daha uygun ve yerinde olacağını yaptığınız panellerde belirtiyorsunuz. Bu kavramı kullanmayı tercih etme nedeniniz nedir? Hukuki olarak mülteci ya da sığınmacı kelimelerini kullanamıyoruz çünkü gelen Suriyeler ne mülteci statüsünde ne de sığınmacı statüsündedir. Suriyeliler şuanda “geçici koruma” statüsündelerdir. Zaman zaman raporlarımızda hareket olarak sığınma eyleminde bulundukları için sığınmacı kavramını onlar için kullanıyor olsak da; yaptıklarımızdan, yediklerimizden, giydiklerimizden paylaşıyoruz. Barınma ve iş imkânı bulmaları için elimizden geleni yapıyoruz. Bir misafire gösterilen hürmet gösterilmeye çalışıldığı için “misafir” terimini kullanıyoruz. Fakat “misafir” kavramı da tartışmalı hâle geldi. İlk bir sene yani 2011 yılı içerisinde misafir kavramını kullanabilirdik ancak şuanda bu terimi kullanmak zorlaştı. Her geçen gün artan nüfusları dolayısıyla ve savaşın da uzamasıyla geçici misafirlik hususu düşünülmeye başlandı. Bu nedenlerle de bu kavram karmaşası hukuki ve gündelik alandaki kullanım farklılıkları bakımından halen devam etmektedir. Tarih derslerimizi okuturken Arap halkına yönelik geçmişten gelen birtakım önyargıları içeren ifadeler kullanıldığında, bunu duyan bir Suriyeli çocuğun rencide olabileceği ve yaşayacağı psikolojik içerlenmeyi önlemeliyiz. Müfredatın ortak bir hoşgörü dilinde buluşturulması gerekiyor. Suriyeli çocukların Türkiye’deki eğitimleri esnasında “dil” mevzusu gündemimize geliyor. Mevcut eğitim merkezlerinde hem Arapça hem Türkçe eğitim görüyorlar. Siz bu şekilde bir eğitimi nasıl buluyorsunuz? Sosyoloji açısından bakarsak, geçici eğitim merkezlerinde bu çocukların Türkçe eğitim almaları çok mühimdir. Çünkü bu onların yaşadıkları toplumda hayatlarını kolaylaştıracak. Örneğin hastanelerde birtakım sağlık problemlerini ifade etmeleri, hukuki bir problemle karşılaştıkları zaman kendilerini mahkemelerde savunabilmeleri bakımından bu husus çok önemli. Birlikte yaşayabilmemiz için bu çocukların Türkçe öğrenmeleri gereklidir. Arapça konusunda meseleye bakarsak; siz doğrudan 8.sınıf yaş grubundaki bir çocuğa “Hadi sen Türkiye’deki 8.sınıflarla eğitimine devam ediyorsun.” diyemezsiniz, bu teknik açıdan da mümkün değil çocuğun alacağı eğitimin niteliği açısından da doğru değildir. Dolayısıyla şuan biz ne yapıyoruz; bir yandan geçici eğitim merkezlerinde Türkçe öğretiyoruz, bir yandan da Arapça müfredatta eğitimlerine devam ettirerek eğitimsiz kalmamaları için çalışıyoruz. adalet ve medeniyet ............................. 30 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Suriyeli öğretmenlerin tespiti ve yeterlilikleri noktasında neler yapılıyor? Diyanet Vakfının öğretmenlerin tespiti için kurmuş olduğu bir komisyon var. Bu komisyon içerisinde MEB de bulunuyor. Öğretmenler öğretmenlik yapmak istedikleri il veya ilçe müftülüklerine başvuruyorlar. Örneğin öğretmen diyor ki; ”Ben sınıf öğretmeniyim ya da matematik öğretmeniyim.” Komisyonda o alana ilişkin bir öğretmen tarafından da bu kontrol ediliyor. Bu kapsamda yazılı mülakatın yapıldığı yerler de var, sadece sözlü mülakatın olduğu yerler de var. Suriyeli çocuklara eğitim veren bütün öğretmenlerin; yani Suriyeli öğretmenlerin ana mesleği Suriye’deyken öğretmenlik değil. Mesela; Ankara’daki geçici eğitim merkezlerinde biz mülakatlar yaptığımızda hukukçu da vardı, mühendis de vardı, doktor da vardı. Çünkü kendi mesleklerini icra edemeyince burada en azından hasbelkader çocuklara da katkı olsun, kendilerine de cüzi miktarda katkı olsun diye öğretmenlik yapıyorlar. Alanında uzman bir öğretmenin vereceği eğitimle alan dışı birinin idareten verdiği bir eğitim tabi ki mukayese edilemez. Biz sadece eğitim verelim diye de eğitim veremeyiz, bunu nitelikli bir şekilde yapmamız gerekiyor. Suriyeli çocuklara verdiğimiz müfredatın yanında aynı zamanda Türk çocuklarına okutulan müfredatın da hem hoşgörü hem de birlikte yaşayabilme hukukuna yönelik geliştirilmesi ve iyileştirilmesini düzenleyen çözüm önerinizi biraz açabilir misiniz? Biz uzun vadede devlet okullarında Suriyeli çocukları barındıracaksak, eğiteceksek ve Türk eğitim sisteminden mezun edeceksek; bizim de kendi müfredatımızda onları da içine alacak şekilde hitap ve ifadelerin yer alması lazım. Örnek olarak kendi tarih derslerimizi okuturken Arap halkına yönelik geçmişten gelen birtakım önyargıları içeren ifadeler kullanıldığında, bunu duyan bir Suriyeli çocuğun rencide olabileceği ve yaşayacağı psikolojik içerlenmeyi önlemeliyiz. Müfredatın ortak bir hoşgörü dilinde buluşturulması gerekiyor. BEKAM’ın yapmış olduğu çok güzel bir çalışma var. Rejimin belirlediği mevcut Suriye müfredatının içeriğini taramışlar. Bu rapora baktığımızda görüyoruz ki hala mevcut müfredatları Osmanlı ve Türk toplumu hakkında önyargılı pek çok içerik barındırıyor. İşte Suriye topraklarının Osmanlı’nın işgaline uğradığı(!), yine Türk saldırıları(!) gibi pek çok içerik varmış. Her ulus-devlet kendi zihniyetini, ideolojisini eğitim sistemiyle çocuklara aşılamaya çalışıyor. Bizde de bu tarz içerikler var onlarda da bu tarz içerikler var. Ama artık eğer iç içe yaşanacaksa her iki tarafın da müfredatının bu anlamda yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Geçici eğitim merkezleri kısa vadelidir. Yalnız şuanda devlet okullarında kapasite sorunu yaşandığı için iyi bir çözümdür. Eğitimsiz kalmalarındansa Arapça kendi müfredatlarında eğitim görsünler bu çok önemlidir. Okulda olmayan bir çocuğu dışarıda çok büyük tehlikeler bekliyor. Bu çocuklar üzerinden hem maddi kazanç hem de başka kazançlar sağlamaya çalışan istismara yol açan gruplar var. Dolayısıyla da bu çocukların okulda olmaları çok önemlidir. Yani sokakta mendil satmasındansa okulda eğitimine devam etmesi bu çocuğun kendi geleceği, yarının Suriye’sinin geleceğini inşa etmesi ayrıca Türkiye’nin kalkınması açısından çok önemlidir. Sivil toplumun hem Suriyeli kadınlara Türk Medeni Hukuku, Türk eğitimi de çok önemlidir. Toplumunun evlilik anlayışı, evDüşünün eşini kaybetmiş liliğe bakışı gibi konularda şuurbir kadının geçimini sağlandırma çalışması yapması hem de layabilmesi için başkalarına muhtaç olmadan Türkiye’deki kadınları da Suriyeli ayakta kalabilmesi için kadınlar hakkında bilgilendirmesi çalışması lazım. Örneğin gerekmektedir ki uyum, karbiz kamplarda çok güzel şılıklı anlaşma ve birlikte örneklerle karşılaştık. Dikiş yaşama mümkün olabilatölyeleri kurmuşlar haftanın sin. 3 günü dışarıya hizmet yapıyor- Suriyeli kardeşlerimizle ilgili olarak sivil toplum örgütleri neler yapmalı? Şuanda geçici eğitim merkezlerinin çoğunun bir paydaş kuruluşu var. Bu paydaş kuruluşlar sivil toplum merkezlidir. Mesela Antep’te Bülbülzade ya da Anadolu Platformu gibi kurumların destek sunduğu okullar var. Sivil toplum örgütleri eğitim çalışmalarına yoğun bir şekilde müdahale olmamışken bile şuanda Suriyeli kardeşlerimizin eğitim aldığı okullardaki masrafları karşılama noktasında bayağı yardımcı oluyorlar. Ayrıca bu çocuklara psikolojik destek sunuyorlar. Bunun dışında iki toplumun birbirine yaklaşması karşılıklı önyargıların kırılması için, birlikte yaşamın daha sağlam temelli oluşabilmesi için Sivil Toplumun daha faal çalışması gerekiyor. Bu kapsamda kadın sivil toplum örgütlerine de çok fazla iş düşüyor. Kadınlarla ilgili pek çok spekülasyon ortaya atılıyor. Çok eşlilik gibi konular Türkiye’deki kadınları çok fazla ürküten bir şey haline gelmiş durumda. İşte Sivil toplumun hem Suriyeli kadınlara Türk Medeni Hukuku, Türk Toplumunun evlilik anlayışı, evliliğe bakışı gibi konularda şuurlandırma çalışması yapması hem de Türkiye’deki kadınları da Suriyeli kadınlar hakkında bilgilendirmesi gerekmektedir ki uyum, karşılıklı anlaşma ve birlikte yaşama mümkün olabilsin. ............................. 31 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Suriye’den gelen ailelerin psikolojik travmalarını aşmada eğitimden yararlanabilir miyiz? Bir örgün eğitim var, bir yaygın eğitim var, bir yetişkin eğitimi var, bir çocukların eğitimi var. Biz şuanda çocukların eğitimini öncelikli olarak görüyoruz. Tabi ki ailelerin lar, o parayı oradan kendileri alıyorlar diğer günler de kamp içindeki çocuklara, kadınlara, erkeklere güzel kıyafet dikiyorlar. Bu tarz etkinlikler travmaların etkilerini kıracak hamlelerdir. Yaşadıkları psikolojik travmayı düşünün çok ciddi düzeyde. Siz onları sadece eve hapsederseniz bu çocukları, kadınları ya da erkekleri kazanamazsınız. Bu insanları kendi travmalarıyla baş başa bırakmış olursunuz ki bu da olumsuz sonuçları beraberinde getirir. adalet ve medeniyet Suriyeli çocuklara ilişkin BBC Türkçenin hazırladığı ‘Suriyeli mülteciler Dosyası’nda şöyle bir ifade var: ”Eğitim bakımından kayıp nesil”. Türkiye yaptığı bu çalışmalarla bu “kayıp nesli, kazanılmış nesil haline getirmek çabasında. Türkiye’nin duruşunu uluslararası kamuoyuna kıyasla siz nasıl buluyorsunuz? Baktığınızda bırakın Suriyeli çocukların eğitimini bir çocuğun eğitimi; müfredat demek, ders programı demek, kitap demek, araç gereç demek, kıyafet demek, öğretmen demek, müdür demek, sıra demektir. Yani sizin pek çok altyapıyı hazırlamanız gerekiyor. Bırakın bu tarz önemli çalışmaları insanlara bir su bir ekmek dahi verip yaşam hakkı tanımıyorlar. Sizler de takip ediyorsunuzdur; sınırlardaki o görüntüler, Aylan Kürdi bebeğin ölümü. Bu manzaraları gördükten sonra Türkiye’nin acil ihtiyaçlara sivil toplumla beraber kısa sürede cevap verebiliyor olması çok önemlidir. Her türlü eksiğine rağmen eğitimde kat ettiğimiz mesafe de takdire şayandır. Dünyaya baktığımızda ise sürekli “Sizi alkışlıyoruz, sizi takdir ediyoruz.” gibi söylemler görüyoruz. Ve şuan 3 milyon Suriyeliyi 3 milyar Euro gibi bir rakamla avutmaya çalışıyorlar ki bu hiçbir şey. Türkiye bugüne kadar 8 milyar dolar harcamış ve Türkiye’deki sivil toplum 655 milyon harcamış, dışarıdan gelen destek ise sadece 455 milyon. Yani baktığımızda Türkiye’deki sivil toplum dahi yurtdışından çok daha fazla destek sunmuş durumdadır. >>> >> Serdar Temiz Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi adalet ve medeniyet ............................. 32 ............................. Mart-Nisan-Mayıs VE ZALİMDEN DAHA BÜYÜK BİR ZALİMDİR KUCAĞINDA ÇOCUĞU İLE ÇARE ARAYAN MAZLUMA ÇELME TAKAN. ZALİMDEN DAHA BÜYÜK ZALİMDİR BOMBALARIN DÜŞÜŞÜNÜ UZAKTAN İZLEYİP, YALNIZCA KINAYAN. >> Serdar Temiz Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi Zulmün tenhalaştırdığı sokaklar. Çocukların gülüştükleri parklarda şimdi tanklar, tüfekler, askerler, bombalar… Savaş, kan, yoksulluk, cefa ama en önemlisi çaresizlik! İnsanları öldüren ölümler değil, bombalar değil, silahlar değil. İnsanları öldüren ilk şey: Çaresizlik! İnsanın insanlığını öldüren, kine nefrete bürüyen, içinden varlığını koparan çaresizlik. Gözü önünde, annesi kanlar içinde kalan çocuğun çaresizliğidir ölüm. Çocuğunun kanlı bedenini, kucağında taşıyan babanın çaresizliğidir. Evinin üstüne kilolarca bomba düştüğünde evsiz kalmak değil, o bombanın altında karını, çocuğunu, babanı, anneni, sevdiğini kaybetmektir çaresizlik. Ve zalimden daha büyük bir zalimdir kucağında çocuğu ile çare arayan mazluma çelme takan. Zalimden daha büyük zalimdir bombaların düşüşünü uzaktan izleyip, yalnızca kınayan. Ve tüm insanlığın iftiharı, en şereflisi, şahsiyetlisi ve ahsen-i takvim olanı da ensarın yaptığı gibi çaresize kucak açandır. Biz ensar kadar samimi, gönülden, karşılıksız kucak açamıyoruz belki ama şükürler olsun ki umut arayana çelme de takmıyoruz. Hatta çaresizlere çare arıyor, dertlerini bir nevi hafifletmek adına derman da olabiliyoruz. Dün olduğu gibi bugün de Allah bize bu şerefi verdi. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun zulme uğrayanların yanında onlara sığınacak liman olduk. 1450’li yıllar… Edirne’de bulunan baş haham İshak Sarfeti’nin Avrupa’daki Yahudi cemaatlerine gönderdiği mektuplar bize gurur, mazluma sevinç, zalime de ders niteliğindedir: “Osmanlı’ya gelin ve huzur bulun.” Ve bu yılı takip eden yıllarda birçok Yahudi Osmanlı topraklarına sığındı. 1830’lu yıllar. Rusya’dan kaçan Polonyalılar Osmanlı’ya sığındı. Sonraları binlerce Macar da Osmanlı topraklarına sığınmak zorunda kaldı. Rusya ve Avusturya kralları zulme devam etmek adına Osmanlı’ya sığınan garipleri istiyor ve Abdülmecid Han’ın o müthiş cevabı ile karşı karşıya kalıyorlar: “Ben ki tek bir mülteciyi vermemek için Timur’un hapishanesinde ölen Bayezid’in torunuyum! Bir alay Macar ve Leh mültecisini sizlere nasıl veri- rim?” Bu cevap yetmiyor onlara ve mülteciler konusunda baskılarına devam ediyorlar. Osmanlı devleti mültecilerin iade taleplerini kabul etmeyince Avusturya ve Rusya ültimatom tarzında notalar verdiler. Mültecilerin geri verilmemesi durumunda diplomatik ilişkileri kesme tehdidinde bulundular. Sultan Abdülmecit’in tavrı ise bu konuda netti: “Tacımı veririm, tahtımı veririm ama devletime sığınanları asla vermem.” Polenezköy Polonyalı mültecilerin hatırası… 1831’de, Rusya’ya karşı yapılan “Kasım Ayaklanması” başarısız olunca, Polonya Krallığı’ndan kaçanların bir kısmı, Osmanlı’ya sığındı. Osmanlı Devleti, sürgünde kurulan Polonya Millî Komitesini tanıdı ve komitenin İstanbul’daki temsilcisine âdeta bir elçi gibi muamelede bulundu. Polonyalı mülteciler, Osmanlı topraklarına dağıldı. İstanbul’un şirin tatil yerlerinden biri olan Polonezköy, o günlerin hâtırasıdır. Polonya Temsilciliğinin yöneticisi olan ve daha sonra Müslüman olup Mehmed Sadık Paşa adını alan Micheal Czajkowski, Padişah’ın izniyle, günümüzdeki Polonezköy’de 5000 dönümlük arazi satın aldı ve Polonyalı göçmenlerin bir kısmını buraya yerleştirdi. Prens adına İstanbul’daki Lazaristler cemaatinin başı Peder Leleu ile bir anlaşma imzalamasının ardından 3 Mart 1842 tarihinde, köy resmen kurulmuş oldu. İşte Polonezköy bize Polonyalı mültecilerin hatırası iken bizim de oturup düşünmemiz gereken ne çok şey olduğunu gözler önüne seren bir anekdottur. Şu zamanlarda düşünmemiz gereken çok şey var ancak öncelikle üstünde durulması gereken soru: Bizden ne istiyorlar? Neden bütün güçlü devletler bizimle uğraşıyor? Biz ne teknik olarak onlardan ilerideyiz ne de onlardan zenginiz ancak bizimle alıp veremedikleri ne? Aslında alıp veremedikleri bir şey yok bizimle ancak korkuyorlar! Müslümanların birleşmesinden korkuyorlar. İmanımızla yekvücut olmamızdan korkuyorlar. Osmanlının yaptığı gibi yeniden “Cihan Devleti” olup oyunlarını bozmamızdan korkuyorlar. Muhabbetimizden korkuyorlar! Allah’a, peygambere, İslam’a olan muhabbetimizden... Korkularının ecellerine faydası olmaması duasıyla… MÜSLÜMANLARIN BİRLEŞMESİNDEN KORKUYORLAR. İMANIMIZLA YEKVÜCUT OLMAMIZDAN KORKUYORLAR. OSMANLININ YAPTIĞI GİBİ YENİDEN “CİHAN DEVLETİ” OLUP OYUNLARINI BOZMAMIZDAN KORKUYORLAR. adalet ve medeniyet ............................. 33 ............................. Mart-Nisan-Mayıs N I N ' A R A ANKRLARI >>> ENSA İZ, NEREDE LARI… NEREDE BİR SESS AN CD Vİ I, AR NL YA K LDİĞİNİ İMİZİN ORTA RMENİN NE ANLAMA GE N AĞABEY… ÜÇ AĞABEY SÜ RU T HA YA , HA CA A AM RD T LA Vİ AK CA İ İSİMSİZ KİYESİ TOPR SAADETTİN ABİ, Ü AÇAN ANKARA’DAK ÜN RİYORLAR… OSMANLI BA VE NL Tİ GÖ Bİ A A AR ND ÇL NI TA YA UH UN BİR KİMSESİZ ON ÜLKEMİZE GELEN M N. DURUMDAN VAZİFE A DA NR AR SO ”L N AN DE M İN LÜ ES ÜS EL M ES RİYE M İNE Ğİ “BİR AVUÇ BİLEN VE ÖZELLİKLE SU ET ÖZEL’İN BAHSETTİ KIF ADAMLARDAN. KİM M VA İS : Ğİ Tİ AR RL ET YO HS PI BA YA İ IN M ’N Ü. NE YILDIZ HOCA KAHRAMANLARDAN ÜÇ GEZDİRİRLER. KİMİSİNİ Mİ DEMELİ: NURETTİN E TA YL RK ŞÖ PA İ DA İN M YA Tİ N… YE DA İN NLAR RUR, KİMİN . ÇIKARIP İMDADA KOŞA LERİYLE DERTLENİRLER , KİMİNİN KARNINI DOYU RT ER RL DE N ŞE RI DÖ LA P YI AN YA M LÜ DA ÜS E EV EZLER. M KİMLİK ÇIKARIR, KİMİN AR. İHTİYAÇ AYIRT ETM RL RI TI YA NI RI LA RA TU FA EVLENDİRİR, KİMİSİNİN adalet ve medeniyet ............................. 34 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Suriyeli ailelere yardım serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı? Suriyelilere yönelik yardım faaliyetlerimiz 3 sene önce başladı. Bir binaya Suriyeliler gelmiş diye bir duyum aldım. Bizim hatun eczaneden çıkarken yanına bir çocuk yaklaşmış ve karnını tutarak ‘anne eki’ demiş, ağzını göstermiş. Eşim tabi Arapça bilmediği için ilk önce anlayamamış. Sonra çocuğu alıp eve götürmüş, önüne yemek koymuş, çocuk yemeği yemiş ama eşim diyor ki “Sanki 10-12 yaşlarında değil de 35 yaşlarında yetişkin bir insan gibi yemeği yedi.” İşten döndüğüm zaman eşim bana Suriyelilerin bulunduğu bir binaya gitmemi söyledi, ben de gittim. 25 kişi bir salonda birbirlerine sokulmuş, ısınmaya çalışıyor. Hava soğuk, kış şartları, binanın camları kırık, yerler mozaik beton, altlarında bir kâğıt bile yok. İçeri girdim, beden diliyle selam verdim, bekleyin yemek getiriyorum diye işaret ettim. Evde yemek yaptırdım. Yemeği aldım bakkala gittim, elindeki son 20 ekmeğin hepsini aldım. Yemeği ve ekmeği binaya götürerek beden diliyle beklemelerini tabak, kaşık getireceğimi söyledim. Elimde tabak ve kaşıklarla döndüğümde ne yemek ne de ekmek kalmıştı. Akşam evde otururken çocuklar aklıma geldi, buz gibi betonun üzerinde duruyorlardı. Hemen aklıma yatak odasındaki yatak yorgan geldi, onları derhal oraya götürdüm. Ordakilere bu gece bu yatağa çocukları yatırın siz de bir gecelik idare edin dedim. Suriyeliler ile ilk tanışmam bu şekilde olmuştu. Niçin bu yardım faaliyetlerini yürütüyorsunuz? Biz mümin olma iddiasındayız. Müslümanlık ayrı bir kavramdır. Kelimeyitevhidi söyleyen herkes müslüman olur. Fakat mümin olmak farklıdır. Peki mümin kimdir? Cenabı Allah’ın emir ve yasaklarını gözeten ve bunlara uyan kişi mümindir. Allah’a Kuran’a peygamberine iman ettik. Cenabı Allah Kur’an’ı Kerim’de Resulüme itaat edin ve ona uyun, diyor. Bunun için efendimizin hayatını okuyup tefekkür etmek gerekiyor. Bunları idrak ettiğimizde hemen dikkatimizi ensar-muhacir kardeşliği çeker. Biz bugün yaptıklarımızın on katını da yapsak sahabe efendilerimizin tırnağı bile olamayız ancak elimizden geleni yapmamız gerekiyor. İşte bu işleri yapmamın temel nedeni budur. Bize ait olan hiçbir şey yok, şu fani dünyada tek arzumuz Allah’ın rızasını kazanmaktır. Yardım faaliyetlerinizi yürütürken en çok duygulandığınız bir anınızı paylaşır mısınız? Benim evime 29 Ekim de cumhurbaşkanımızın kızı danışmanlarıya birlikte geldiler. Yaklaşık 200-300 ailenin ihtiyaçlarıyla igili bir çalışma yapmışlar onları getirmişler. Bunlar elbette çok güzel ve anlamlıdır. Fakat beni duygulandıran olay şuydu: Bilecikli bir genç kız kardeşimiz Ankara’da Diş hekimliği okuyor. Ekonomik nedenlerden dolayı kurban bayramına ailesinin yanına gidememiş yurtta kalmış. Bana telefon etti “Cavit amca ben sizin çalışmalarınızdan haberdarım, sizin yanınıza gelmek istiyorum.” dedi. Ben de “Tabii ki buyur gel kızım.” dedim. Bir iki saat sonra geldi, elinde bir Bu bölgede yerli halk ile Suriyeliler arasındaki ilişki nasıl? Geçen senelerde muhaberatın adamları burdaki bazı işbirlikçiler ile el ele verip provakasyon çıkarmaya çalıştılar ama elhamdülillah tutmadı. Suriyelilerin Türkiyeye karşı bakış açısı nasıl? Diyorlar ki bize Suriye’de verilen eğitimde Türkiye’nin yaşanmaz ve çok kötü bir yer olduğu anlatılıyordu ama iki üç yıldır buradayız ve şu kanaate vardık: Dünyada İslam’ın sancaktarı ancak Türkiye olabilir. kara kara düşünürken, ümitsizken Allah'ım bana yardım edişine ağlıyorum şükrediyorum.” dedim. Müslümanlar kardeştir. Ben Müslüman kardeşliğinin kan bağı kardeşliğinden daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden düşen bir Müslüman’a her Müslüman’ın yardım etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu çalışmaları yapma motivasyonunuzun kaynağı nedir? Allah rızası ve Bediüzzaman'ın On Birinci sözünün beni etkilemesidir.Ben motivasyonumu Allah rızasından alıyorum. Ben Rabbime dost olmak için yetime yardım ediyor, fakirin karnını doyurmaya çalışıyorum. Her Müslüman’ın yapması gereken de budur. adalet ve medeniyet ............................. Çalışmalar sırasında en duygulandığınız anı paylaşabilir misiniz? Biz bu işe başladığımızdan beri sağımızda solumuzda keramet görüyoruz. Hani derler ya ‘İşin rast gitmesi’ işte bizim de sürekli işimiz rast gidiyor. Soba istiyorsun soba geliyor, 35 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Suriyeli ailelere yardım faaliyetiniz nasıl başladı? İlk zamanlar şöyle düşünüyorduk: “Daha erken sonra yardım ederiz.” Sonra fark ettik ki geç bile kalmışız. Keşke daha ilk zamanlar sınıra gidip insanlara yardım edebilseydik. Elimizden ne gelirse yapabilseydik. Mesela arabamızla alıp onları buralara getirseydik ve kalabilecekleri yerler bulabilseydik. Birkaç Suriyeli arkadaş ile tanıştık, onlarla arkadaş olduk. Onları dükkânıma falan çağırdım. Daha sonra onların evlerini ziyaret ettik. Onlara eski koltuk, eski halı bulmaya çalıştık. Gelinlerin evlerini dizmeye çalıştık. Zaten kış gelmek üzereydi, onuncu aydı. Evlerde soba yoktu. Soba alacak paramız olmayınca kalbimiz kanamaya başlıyordu. Bir arkadaşımıza rica ettik. Ona bir soba aldırdık. Aradan birkaç gün geçti. Havalar soğuk, bir eve gittim çocuklar ortada kalmış “Abi bize soba” dediler. Ben de “bukra” yani yarın dedim. “İnşallah yarın size soba alacağım” dedim. Cebimde vallahi 100 lira vardı. Ben de o parayla gidip soba alayım, dedim. Baktım her yer kapanmış tabii, onlar o gün sobasız uyumak zorunda kaldılar. Ben eve gittim bizim hanıma “Hanım bugün bizim sobamızı yakma.” dedim. Çünkü onlar orada soğukta uyurken ben burada sıcakta uyuyamazdım. Gece uyandığımda o kadar çok üşümüştüm ki sanki dışarıda uyuyor gibiydim. Onların halinden o gece daha iyi anladım. Sabah uyandığımda hemen evimde bulunan ısıtıcıyı aldım, onlara götürdüm. “Alın bununla ısının.” dedim. İhtiyaç sahiplerine nereden soba temin edeceğim diye düşünürken bir arkadaşım beni aradı “Yarın sekiz tane soba getireceğim.” dedi. Ben arabayı kenara çekip ağlamaya başladım. Bana dedi ki: “Neden ağlıyorsun?” Ben de “Az önce poşet vardı. Elindeki pakette ne var, dedim. Ailesinin gönderdiği kavurmayla –yarım kilo ya gelir ya gelmez- bir tişört getirmiş. Bunları Suriyeli bir aileye verbilir miyiz, dedi. Götürdüm, onlarla buluştu, paketini verdi. >>> gıda istiyorsun gıda geliyor. O anlarda ben çok duygulanıyorum. Ayrıca bir gün birine buzdolabı götürdük. Daha sonra yan komşusu 60 yaşında bir adam “Bana da bir buzdolabı getirebilir misiniz?” dedi. Biz de bir yerlerden bulup evine çıkarttık. Evine çıkarttığımızda elimizi yıkamak için musluğu açtık, baktık su yok ve evde yatalak hasta var. Yatalak hasta olup su olmamasını siz düşünün ve cebimde kalan son parayı suyu için verdim. Ben o hastayı öyle susuz kötü bir halde görünce içim parçalandı. Çalışmalar sırasında en mutlu olduğunuz anı paylaşır mısınız? Bir gün akşam vakti adamın biri geldi. Derdini anlatmaya çalışıyor. Biz de az çok dillerinden anlıyoruz. Adam çocuğuna süt arıyormuş. Ben de “Ona burada süt bulamazsın” dedim. Onu aldım ve süt bulabileceği bir yere götürdüm. Ona süt aldım. Daha sonra bütün parasını vermeye çalıştı. Ben de “Bu benden olsun para kalsın.” dedim. Elimi öpmeye çalıştı izin vermedim daha sonra evine döndü. 50 metre gitti döndü koşarak gelip zorla elimi öptü. Ben o an çok duygulandım. Hem de onun gözündeki o mutluluk beni anlatılamaz derecede mutlu kıldı. Derneğimiz aracılığı ile iletmek istediğiniz mesajınız var mı ? Allah bizlere bir sürü nimet vermiştir. Bu nimetlerin karşılığında bizim şükretmemiz ve insanlara yardım etmemiz gerekiyor. Malımızın kırkta birini vermemiz gerekiyor. Herkes semtindeki yoksula, fakire; ırk, din, dil, gözetmeksizin yardım etmelidir. Çalışmalar sırasında en duygulandığınız anı paylaşır mısınız? Bir tane iki tane an diyemem. Bir sürü duygulandığım an oldu. Mesela şu an iki tane çocuğumuz var: Kolları yok, ayakları yok, vücutlarının her tarafı yara bere içinde. Aynı şekilde bir başka çocuğumuz kolu ve bacağı kopmak üzereyken geldi. Biz bu yavrumuzun ameliyatını yaptırdık, kolunu kurtardık ancak bacağını kurtaramadık. Bu benim duygulandığım anlardan biriydi. adalet ve medeniyet ............................. 36 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Suriyeli ailelere yardım serüveniniz ne zaman başladı ve başladı? Üç sene önce eşini kaybetmiş beş çocuklu bir hanımefendi bizden yardım istedi. Kendi çabamızla karşılamaya çalıştık. Evini, eşyasını, temin ettik, onu rahata erdirdik. İkinci aile geldi, üçüncü aile geldi derken şu anda 800 aile bizde kayıtlı, onların ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyoruz. O gün bugündür bu işin içerisindeyiz. Rabbimizin rızasını kazanmak için bu kardeşlerimizle ilgilenmeye çalışıyoruz. Bu insanlar dil bilmiyor, hastaneye gidemiyorlar, kimlik çıkartmaya gidemiyorlar, biz de yardımcı olmak için el attık. Mesela bir çocuk vardı hastaneye yatırdık, ilgilendik ama ne yazık ki vefat etti. Anlayacağınız böyle böyle bu iş aldı başını gitti. Allah rızası, eş dost desteği ve çevreden gelen yardıma muhtaç insanların yüzündeki gülümseme bizleri bu işleri yaparken motive ediyor. Çalışmalar sırasında en mutlu olduğunuz anı paylaşır mısınız? Benim en mutlu olduğum an, onlara yardım ettiğimizde yüzlerinde o gülümsemenin belirdiği andır. Çalışmalar sırasında ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Bu işin bir sürü zorluğu var tabii ki. biz yaklaşık olarak 800 aile ile ilgilenmekteyiz bunların her gün ayrı ayrı bir sürü ihtiyacı bulunmaktadır. Bunları temin etmek çok ama çok zor biz temin edemediğimiz zaman üzülüyoruz ve temin etmekte zorlanıyoruz bu ailelerin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de çocuk bezidir temin etmekte çok zorlanıyoruz yetiştiremiyoruz. Yani ilk geldiklerinde hiçbir şeyleri olmuyor hepsine sıfırdan bir düzen kurmaya çalışıyoruz kimin yorganı yok, kiminin battaniyesi yok, kiminin ısınacak sobası yok bizde bunları temin etmeye çalışıyoruz 800 aileye bakıyoruz yaklaşık bir ilçe gibi, bunların ihtiyaçlarını karşılamak çok zor. TÜRKiYE'DE ENSAR OLABiLMEK >> Muhammed Ahmet Baysal Selçuk Üniversitesi Hukuk Öğrencisi ............................. 37 ............................. Mart-Nisan-Mayıs mizin bizlere, daha doğrusu ensar ve muhacirlere vermiş olduğu ''... işte gerçek anlamda inananlar onlardır. Onlara, Rab'leri tarafından bağışlanma ve cennette bahşedilen nimetler vardır!'' müjdesine nail olabilmek için çaba sarf edip kazanabilmektedir. Suriyeli kardeşlerimiz yaşadıkları ülkeyi, şehri keyiflerinden bırakıp, terk etmediler ki… Kimsenin öz vatanını, doğup büyüdüğü yerleri bırakıp, dili, kültürü, yaşayış biçimi tamamen farklı olan diyarlara göç edebileceğini düşünmüyorum. Onlar zulmün egemen olduğu ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları için vatanlarından göç edip İslam diyarı Türkiye'ye sığındılar ve bu noktadan itibaren Suriyeli kardeşlerimizle beraber bizlerin de imtihanları, bizlerin de sorumlulukları başlamış oldu. Bilgisayarlarımızın başında, sosyal medyada, rahatımızı bozmadan cihad haykırışlarında bulunurken, kaçımız Cenab-ı Hakk'ın yukarıdaki ayet-i kerimede belirttiği '... mallarıyla cihad edenler...' zümresine girebildik? Bilmem, ülkemizde bunca Suriyeli muhtaç kardeşimiz varken kaçımız Ensar olabilme şerefine kadar yükselebildik? Müslümanlar!.. Ey müminler! Ensar olabilme şerefine ulaşabilmek için, memleketimize, mahallemize ve hatta apartmanımıza kadar gelen muhacir komşularımıza bir yardım eli uzatmayı çok görmeyelim. Madem canlarımızla cihad edemiyoruz, en azından mallarımızla cihad edebilmek ve Cenab-ı Hakk'ın müjdesine nail olabilmek ümidiyle... adalet ve medeniyet Mekkeli Müslümanlar her şeylerini geride bırakarak hicret etmişlerdi Medine topraklarına. Medineli Müslümanlar ise daha hicretin ilk günlerinde Mekkeli Müslümanları kendilerinden bilip, evlerini onlara açıp, aşlarını onlarla paylaşabilmek için adeta kendi aralarında yarışıyorlardı. Medine’ye hicretle beraber başlamıştı ‘Ensar ve Muhacir’ kardeşliği. Ve hicretin ilk yıllarında, o kardeşliği inşa edenler nezdinde bir ayet indirilmişti: ''Allah'a ve Resulüne yürekten inanan, sonra zulmün egemen olduğu ülkelerini terk ederek İslam diyarına hicret eden, ardından da üstün bir gayret göstererek mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat edenler ve onlara kucak açarak yardımcı olan Medineli fedakar Müslümanlar var ya; işte gerçek anlamda inananlar onlardır. Onlara, Rableri tarafından bağışlanma ve cennette bahşedilen nimetler vardır!'' Enfal suresinden bir ayet-i kerime... Ne güzel de müjde veriyor 'gerçek anlamda inanan' mü'minlere. Peki bu ilahi müjde sadece ilk Müslümanları mı kapsıyordu? Sadece Mekke’den Medine’ye hicret eden Medineli ve Mekkeli Müslümanlara mıydı bu müjde? Tabii ki de hayır! Günümüze gelindiğinde ise aynı vakıaları yaşamaktayız. Kimileri vatanlarını terk etmek zorunda kalıp muhacir, kimileri ise onları kardeş bilip ensar oldu. Her iki taraf da bir sınava bir imtihana tabi tutulmaktalar. Rabbim Suriyeli kardeşlerimizi muhacirlikle sınadığı gibi bizleri de ensarlık vasfıyla sınamaktadır. Kimimiz bu zorlu imtihanı layıkıyla veremeyip kaybetmekte, kimimiz ise Rabbi- >>> adalet ve medeniyet ............................. 38 ............................. D OL N R İ A SUL- A Ç Y İH AR FATİH ORTA İ T İLİZ EE, “ D’İN İSTEM EKİ G İN YNB HME T S İZD A M E İ TO N ME İLL EVR ĞIND TA TIĞI M E, D T ÇA L-İ . AT İDAR LİYE KABİ MDİR L İLE K MİL ERLİ İSTE AKBE ÇO GEÇ BİR S ÜST ETİ’ EN BİK EM, M EVL MÜZ T D Ü TA SİST NYA GÜN NEK BU ‘DÜ İDİR. D ÖR DE” BİR TEM A AB İLİR. SİS BUN İLEB DE STER İR. k k r ür ü GÖ KTED Özett Özt t e am m ME >> S >>sySolaog log So yo Sos Mart-Nisan-Mayıs İNANCI HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMASI GEREKEN HUKUKÇULARIMIZ, MESLEKİ YOĞUNLUKLARI DIŞINDA BU ALANLARDA DA ALTERNATİF OKUMALAR VE ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTİRMELİ, ULAŞTIKLARI İDEAL MODELİ TOPLUMA SUNARAK YENİDEN DÜNYAYA HUZUR VAAT EDEN BİR ÜLKENİN İNŞASINA KATKI SAĞLAMALIDIRLAR. adalet ve medeniyet ............................. 39 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Büyük bir mozaiğin parçalarını bir arada yansıtan, Osmanlı bakiyesi bu güzelim topraklarda hep birlikte yaşama azmindeyiz. Bu birliktelik, hak ve hukuk mirasımıza dair sohbetlerimizde, seküler eğitim sistemimizin dişlilerine takılan bazı arkadaşlarımızın ummadık sorularıyla muhatap edebiliyor bizleri. “Sen-ben Müslümanız da bu ülkede herkes Müslüman mı?”, “Ne yani adam hırsızlık etmişse elini mi keselim; zina edeni taşa mı tutalım?”, “Şimdi bu İran’ın ve Işid’in yaptıkları doğru mu yani; öyle mi olalım?” Öğretilen bilgisizliğin, sağlam temeller üzerine oturtulmamış farklı boyutları var. Bunlar arasında seküler eğitim sistemimizin ön kabulleri, haber kaynaklarımızdaki yoğun bilgi kirliliği, kendi inanç ve değerlerimize yönelik bilgilendirici kaynakların doyurucu olmaması gibi hususlar sayılabilir. Din eksenli olmaktan çıkıp akla dayandırılan, hangi dinin ekseninden çıktığı açıkça belli olsa da hangi akla dayandırıldığı bize hiçbir zaman beyan edilmeyen, onlarca sene evvelinde redd-i miras kurgusu üzerinde inşa edilen garip Türkiye’mizde, bizler de onlarca sene boyunca medeniyetimizin değerlerine yüreklerimizde duyduğumuz özlemin sancılarını çektik. Bize inanç ve değerlerimize yönelik olarak sorulan sürpriz sorulara yeterince doyurucu cevaplar verememiş olsak da neticede bizim de doyurucu cevaplar alamadığımız onlarca sorularımız var. Hukuk sistemimizi inşa eden kurucu akıl, nasıl bir akıldır ve toplumsal akıl ile ne kadar münasebettardır? Herkes Müslüman değil diye %1-2’lik gayrimüslim kesimin sözde hakkı savunulurken, %1-2 adına %99-98’e ne düzeyde haksızlık edilmiş olur? İslam’ın toplumsal hayata ve ceza hukukuna taalluk eden hukuki yaptırımları, silme tüm toplumlara mı yaptırımda bulunuyor? İslam’ı kabul etmeyenlere kendi hukuklarını tatbik etme hakkı vermiyor mu? İslam hukukunda İslam’ı kabul etmeyenler, kendi hukuklarına göre yargılanabiliyorlarken laik sistemde bireyin laik olmadığını ifade etmesi, kendisini laik hukuktan neden muaf tutmuyor? Kirli haber kaynaklarının itici ülkeler ve itinayla üretilmiş yanlış modeller ışığında oluşturduğu kirli algı, hakikate nasıl ve ne kadar ışık tutabilir? İlk dakikada insanın aklına bunlar gelebiliyorken bu soruların farklı türevlerini ve yaşanmış/yaşanabilir olaylar ekseninde detaylandırılmış onlarca çeşidini üretebilmemiz mümkün. Yeter ki çocukken Sosyal Bilgiler ve Vatandaşlık derslerinde bizlere ezberletilmiş ön kabullerimizden sıyrılıp, kendi manevi motivasyon kaynaklarımız üzerinde biraz tefekkür edelim… Bir yüzyıla yakın darbe hukukları kronolojimize bakıldığın- >>> ÜLKEMİZİN İLK KÜLTÜR BAKANI TALAT HALMAN, KATILDIĞI BİR FORUMDA “AKLIN YOLU BİR OLMAMALI. BİR OLAN AKIL FAŞİZAN BİR AKILDIR.” DİYORDU. TEK VE TOPLUMUNA YABANCI BİR AKLIN İNŞA ETTİĞİ BU GARİP TOPRAKLARDA, MEVCUT TEK AKIL FAŞİZMİNDEN BİZLERİ YİNE ANCAK BİZLER KURTARABİLECEĞİZ. adalet ve medeniyet ............................. 40 ............................. Mart-Nisan-Mayıs da, yalnızca “Türk” denilenin hukukunun inşa edildiği, %1-2’nin hatırına toplumun en büyük birlikteliğinin hukuk düzeninin yok sayıldığını, üstelik “Türk” denilen içerisinde belki Türk’ten daha kalabalık olan başka etnik unsurların da zorla “Türk” olarak ifade edildiğini, sistemin tamamının böylesine bir ezber üzerinden kurgulandığını görebiliyoruz. Bunu sorgulamak, yanlış anlaşılmalara kolay kapı açtığından çoğunlukla da es geçiliyor… Tarihe kısa bir seyirde bulunduğumuzda, böylesi bir “silen ve bütünleştiren” sistemden ziyade, bireyleri oldukları gibi kabul eden çok daha ideal sistemlerle de karşılaşabiliyoruz. Örneğin son 50 yılın tarih yazımına büyük katkı sağlayan, eleştiri ve eserleri ile adından çokça söz ettiren İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, “Fatih Sultan Mehmed’in ortaya attığı millet sistemi ile idare, devrimizdeki çok milliyet çağında en geçerli kabil-i tatbik bir sistemdir. Bu sistem, müstakbel bir ‘Dünya Devleti’ sistemidir. Günümüzde buna ABD örnek gösterilebilir.” demektedir. Zira böylesi bir sistemde toplumu oluşturan farklı unsurlar yok sayılmamakta, her bir inancın etrafında kümelenen kitle kendi hukuk sistemi dahilinde sosyal haklara sahip olarak cemaat içerisindeki problemleri noktasında gerekli yargılanma sürecinde yine kendi inanç sistemi- nin yargısına tabi tutulmaktaydı. Böylelikle büyük bir coğrafyaya yayılan ve farklı birimler, çok daha güçlü ve çok daha bütünleşmiş bir yapı oluşturabilmekteydi. Çok milletli, çok inançlı ve çok hukuklu Osmanlı mirasına dair olarak günümüz popüler tarih otoritelerinden İlber Ortaylı Hoca da şu şekilde bahsetmektedir: “Devlet-i Aliyye yani Osmanlı İmparatorluğu, tarihteki üçüncü ve son Roma İmparatorluğudur. Roma İmparatorluklarının bir özelliği vardır; bunlar kozmopolit imparatorluklardır. Diller ve dinler halitası halinde yaşarlar ve buralarda esas olan, bir dinin, bir hanedanın hakimiyetidir.” Böylesi bir beyan içerisinde Osmanlı’nın temel eksenini oluşturan din mefhumu, günümüzdeki endişeler açısından bakıldığında bir bölünmüşlüğün ve ayrıştırmanın temsili değil, tüm farklı unsurları birlikte yaşatabilen en temel ve etken bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam tarihinde, İslam hâkimiyeti ile yönetilen topraklardaki birlikte yaşam tecrübeleri, bu tecrübeler ışığında inşa edilen Kudüs, Mardin, Hatay, Bursa, İstanbul, Edirne, Saraybosna gibi barış ve esenlik timsali şehirlerin farklı kültürleri bünyesinde sorunsuz bir şekilde taşımasına zemin hazırlamıştır. Böylesi bir medeniyetin SOSYAL BİLGİLER VE VATANDAŞLIK DERSLERİNDE BİZLERE EZBERLETİLMİŞ ÖN KABULLERİMİZDEN SIYRILIP, KENDİ MANEVİ MOTİVASYON KAYNAKLARIMIZ ÜZERİNDE BİRAZ TEFEKKÜR EDELİM… ettik. Her düşüncenin özgürce ifade edilebildiği, hatta çoğu kez hakaretlerin dahi özgürce havalarda uçuşabildiği böylesi ilginç bir ülkede, inancımıza ait bir hukuk sistemi olup olmadığı, varsa bunların en ideal şekilde nasıl yaşanabileceği, bir model olarak ülkemize ve ülkelere nasıl sunulabileceği, tarihin ibretli sayfalarında okuduğumuz çok kültürlü mazimizin çok hukuklu düzeninin yeniden nasıl inşa edilebileceği, hiçbir şekilde ütopya olarak görülmeden masaya yatırılabilmelidir. İnancı hakkında bilgi sahibi olması gereken hukukçularımız, mesleki yoğunlukları dışında bu alanlarda da alternatif okumalar ve çalışmalar gerçekleştirmeli, ulaştıkları ideal modeli topluma sunarak yeniden dünyaya huzur vaat eden bir ülkenin inşasına katkı sağlamalıdırlar. Ülkemizin ilk kültür bakanı Talat Halman, katıldığı bir forumda “Aklın yolu bir olmamalı. Bir olan akıl faşizan bir akıldır.” diyordu. Tek ve toplumuna yabancı bir aklın inşa ettiği bu garip topraklarda, mevcut tek akıl faşizminden bizleri yine ancak bizler kurtarabileceğiz. Sorgulamalı bir eksende gerçekleştirilmesi gereken yeni hukuk çalışmaları; batı ülkelerine önce öykünerek, sonra onlardan toplama bir hukuk ithal ederek, sonrasında ise her bir askeri darbe ile katmerlenerek defalarca kez dejenere edilmiş bir şekilde geliştirilen (!), toplumsal özümüze mugayir bir hukukun yerine, bizim manevi motivasyon kaynağımızdan neşet eden ve tüm bir insanlık için huzur kaynağı olan yeni ama köklü bir hukukun inşa sürecine sağlam temeller hazırlamalıdır. Dipnotlar 1. 8. Talat Halman, 21.Yüzyılda Üniversite ve Kültür, s.9, TÜBA, Ankara 2002 2. 3. 4. 5. 6. ............................. 41 ............................. Mart-Nisan-Mayıs 7. Hüseyin Özdemir, Kılıç, Kalem ve İlim, 219 numaralı dipnot, İstanbul 2006 1840 ve 1870 yılında gerçekleştirilen hukuki revizyonların öncesinde, yükseliş döneminde yaşanan ideal hukuk sistemi kast edilmektedir. İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, s.135, Timaş Yayınları, İstanbul 2007 Irkçı bir ülkenin faşizan mücadeleleri dışında daima barış ve esenlik kentidir. Arthur Coestler, Onüçüncü Kabile, s.59, Say Yayınları, İstanbul 1999 Zakir Avşar, “Toplum, Sosyoloji ve Hukuk”, Hukuk Sosyolojisi s.3, Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir 2012 Talat Halman, 21.Yüzyılda Üniversite ve Kültür, s.9, TÜBA, Ankara 2002 adalet ve medeniyet hukuku, inançları tanımayan ve onların yaşanmasına yönelik problemler üreten bir hukuk sistemi değil, hiç şüphesiz tüm inanç unsurlarına ve toplumun tüm farklı manevi motivasyon kaynaklarına kendi temel eksenleri doğrultusunda yaşam zemini sağlayan ideal bir hukuk sistemidir. Tarihte İslam inancının dışındaki Türk milletlerinden Hazar Devleti, İslami bir gelenek üzerine inşa edilmemesine rağmen bu konudaki çok hukuklu yapısı ile ibretlik bir tablo sergilemektedir. Hazar (Karay) Türklerinin tarihine dair müstesna bir kitap olan “Onüçüncü Kabile” adlı eserinde Arthur Coestler, Arapların Heredot’u olarak bilinen el-Mesudî’den naklederek Hazar yargı hukukunu şu cümleleri ile açıklamaktadır: “Hazar başkentinin geleneğinde yedi yargıç bulunur. Bunların ikisi Müslümanların davaları için (şeriata göre), ikisi Hazarların davaları için (Tevrat’a göre), ikisi Hristiyanların davaları için (İncil’e göre), biri de Saqualibah, Rus ve öteki putperestlerin davalarını, putperest kurallara göre çözmek için bulunurlar… Bu kentte (Hazar Kağanlığının kentinde) birçok Müslüman tüccar ve sanatçı bulunmaktadır. Bunlar kente adaletinden ve güvenliğinden ötürü gelip yerleşmişlerdir. Burada büyük bir camileri, kral sarayından daha yüksek bir minareleri, çocuklarının Kur’an ilkelerini öğrenebildiği okulları bulunmaktadır.” Görüldüğü üzere, İslam’ın temsilcilerinin elinde gerçekleştirilmese dahi, farklı inanç gruplarının kendi hukukları ile yaşayabildikleri bir sistemde azınlıklar dahi böylesi bir sisteme sorunsuz entegre olabiliyor, kendi inançlarına kota konulmamasının verdiği manevi motivasyonla, rengarenk bir bütünün müstakil bir rengi olmaktan onur duyabiliyorlardı. Çoğaltılması çokça mümkün olan bu örnekler, adeta tarihin eski sayfalarında geçmişin bir parçası olarak günümüze tatbik edilemeyecek örnekler gibi de görülebilir. Ancak unutulmamalıdır ki “hukukun kökeni ve tarihi gelişimiyle ilgili bilgiye sahip olmaksızın, günümüzdeki hukuksal sorunlar ve gelişmeler hakkında sağlıklı bir tartışma ve değerlendirme mümkün olmaz.” Neticede aklın rehberliğinde inşa edildiği ilkokul çocuklarına ezberletilen, ancak bu sürecin hangi aklın rehberliğinde gerçekleştirildiği beyan edilmeyen bir ülkede, yaşantımızın her detayını kuşatan inancımızın bazı parça ve kırıntılarını sürdürme hakkına sahibiz. Türkiye’de 2002 yılından itibaren gerçekleştirilen sorgulama ve restorasyon sürecinde çoğunlukla günlük rutin ibadetlerimizi sorunsuz bir şekilde gerçekleştirme hakkımızı elde >>> >> Mehmet Erturan Tarihçi >> Mehmet Erturan Tarihçi adalet ve medeniyet ............................. 42 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Dursun Fakih’in şairliği mesnevi tarzında hazırladığı cenknamelerden gelir. Cenknamelerin yazılış amacı halktaki dinî hisleri ve mücadele ruhunu sürekli taze tutmak, kahramanlığa özendirmek, güzel ahlakı yaymak, hayatı iman ve cihat noktasında yaşayan bir topluma moral vermek ve tarih şuuru kazandırmak olarak özetlenebilir. ............................. 43 ............................. Mart-Nisan-Mayıs fethettiğinde derhal yerine getirdikleri üç şeyden biridir kadı atamak. Osmanlı kroniklerinde Dursun Fakih’in Şeyh Edebali’den tefsir, hadis ve fıkıh okuduğu kaydı vardır. Aynı bilgiler arasında seyr-i sülûkünü Edebali’nin yanında tamamladığı da yazılıdır. Böylece Osmanlı’nın ilk kadısı olduğu iddia edilen Dursun Fakih’in mutasavvıf kişiliği ortaya çıkmış olur. Kayınpederi gibi o da Vefaiyye tarikatına bağlıdır. Bir kadı, bir âlim, bir fakih, bir mürit olmasının yanında aynı zamanda o, Osman Gazi ile birlikte gazalara katılan bir mücahittir. Cihad meydanında gazilere imamlık yapma görevi de ona verilmiştir. Kadılık görevini bugün Eskişehir’e bağlı olan Karacahisar’da yapmıştır. Yine aynı yerde kiliseden çevrilen bir caminin imamlığına getirilmiştir ki adını tarihteki ilkler arasına yazdırmaya vesile olan istiklal hutbesini de burada okumuştur. Tevarih-i Âl-i Osman olarak anılan ve kuruluş dönemi hakkında bilgilerin bulunduğu Osmanlı tarih kayıtlarına göre Bilecik’in fethinin ardından Edebali ile birlikte buraya yerleşir. Yine aynı kayıtlardan öğrendiğimiz malumata göre Edebali’nin vefatı sonrası şeyhinin makamına geçer ve fetva işlerini yürütür. Bu yönüyle ona Osmanlı’nın ikinci şeyhülislamı diyenler olmuştur. Tarihi verileri okumaya devam ettiğimizde Şeyh Edebali’nin ardından Dursun Fakih’in Osman Gazi’nin devlet işlerini istişare ettiği yani kendine müşavir, danışman olarak seçtiği kişi olduğunu görürüz. Mezkûr Karacahisar fethedildiğinde Germiyan topraklarından gelip yerleşen halkla birlikte bölge insanı Dursun Fakih’in etrafında toplanır ve Cuma namazı kılmak ister. Mesele Osman Gazi’ye ulaştığında halkın muradı yerine getirilsin der. Dursun Fakih yeni fethedilen bu bölgede Cuma namazı kılınıp hutbe okunması için dönemin Selçuklu hükümdarından izin alınması gerektiğini söyler. Osman Gazi bu sözler karşısında bölgenin fethi için gösterdiği gayretleri sıralar, Selçuklu soyu karşısında nesebini ortaya koyar ve izin almaya gerek yoktur şeklinde bir tavır alır. adalet ve medeniyet Hasan Aksoy’un Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için hazırladığı Dursun Fakih maddesine baktığınızda onun hakkında ilk olarak şu bilgilerin verildiğini görürsünüz: “Osman Gazi adına ilk hutbeyi okuyan kadı, âlim ve şair.” Yunus Emre, Hacı Bektaş, Âşık Paşa ve Gülşehrî ile aynı dönemde yaşamış olan Dursun Fakih hakkında kaynaklarda oldukça az bilgi vardır. Doğum yılı hakkında söylenenler yaşadığı dönemde bazı siyasi gelişmelerin tarihi dikkate alınarak yapılan mukayeseli tahminlerden ibarettir. Nereli olduğu konusunda verilen cevapların başında tartışmalı da olsa Karamanlı olduğu gelir. Doğum tarihinin niye kaydedilmediği ya da bilinmediği konusuna, Dursun Fakih konulu programında Adem Topal; Müslümanlar arasında doğum günü diye bir adet olmadığı için insanların ne zaman doğduğundan ziyade nasıl yaşadığı ve nasıl öldüğü önemlidir ve o nedenle âlimlerin ölüm tarihleri bilinir ama doğum yılları genellikle bilinmez şeklinde güzelim bir açıklama getirir. Dursun Fakih ismiyle kulağı tanışık olanlar yine onun için söylenen ‘Tursun Fakı’ ifadesini de duymuşlardır. Adem Topal’a göre Tursun Fakı şeklindeki söylem Osmanlı’nın kuruluş dönemindeki yaygın kullanım tarzından dolayıdır. Dursun Fakih tabiri ise günümüzde daha çok tercih edildiği için yaygınlaşmıştır. Mehmet Gel de “Kuruluş Devri Osmanlı ‘Fakı’ Zümresinin Tipik Bir Öncüsü: Tursun Fakı” başlığıyla hazırladığı makalesinde kavramın aslının ‘fakih’ olduğunu ama ‘fakı’ ifadesinin kimliği ve mensup olunan zümreyi daha iyi yansıttığını söyler. Genellikle “Osman Gazi adına ilk hutbeyi okuyan ve Osmanlı’nın bağımsızlığını ilan eden kişi” olarak bilinen Dursun Fakih’i tarihi bir şahsiyet haline getiren tek özellik bu değildir. O aynı zamanda mürşidi Şeyh Edebali’nin damadıdır. Dolayısıyla yine Edebali’nin damatlarından biri olan Osman Gazi’nin de bacanağıdır. Süheyl Ünver’in ifadesiyle Osmanlı’nın ilk istiklal hutbesini okuyan Dursun Fakih, Osmanlı’nın ilk kadısıdır. Akademik camia tarafından Tarihçilerin Kutbu olarak kabul edilen Halil İnalcık’ın belirttiği üzere Osmanlılar bir yeri >>> adalet ve medeniyet ............................. 44 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Bu hadise üzerine Osman Gazi’nin uygun görmesi yeter kabul edilerek ilk Cuma namazı kılınmış ve ilk Osmanlı hutbesi Osman Gazi adına okunmuş olur. Tam aksine, ilk hutbe konusunda Osman Gazi’yi Dursun Fakih’in teşvik ve ikna ettiği yorumunu yapanlar da vardır. İlk Cuma hutbesinin okunduğu tarih için verilen iki farklı yıl vardır. Oruç Bey tarihinde yıl 1290 iken Âşıkpaşazade’nin eserinde verilen yıl 1299’dur. İlk bayram hutbesi de yine Karacahisar’da Dursun Fakih tarafından okunmuştur. İsmet Çetin’den öğrendiğimize göre Dursun Fakih, Osman Gazi’nin kâtipliğini de yapmıştır. Halil İnalcık’a göre fakılar, İslam hukukunu bilen insanlar olarak kuruluş dönemi devlet idaresinde ve örgütlenmesinde mühim vazifelere getirilmişler ve ciddi görevler üstlenmişlerdir. Bu da kuruluş dönemi vezirlerinin ilmiye/ulema sınıfından seçilmiş olması olayını açıklar. On beşinci yüzyıl Osmanlı müellifi Âşıkpaşazade’nin aktardığı ve Anadolu’nun İslamlaşmasında en büyük pay sahipleri olan meşhur Baciyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum, Ahiyân-ı Rum ve Gaziyân-ı Rum tasnifine aynı amaca hizmet eden beşinci bir zümreyi eklemek gerekirse bu Ahmet Yaşar Ocak’ın tabiriyle ‘Fakıyân-ı Rum’ olmalıdır. İsmet Çetin “Osmanlı’nın Kuruluş Dönemi Aydını ve Düşünce Dünyası: Tursun Fakih” başlıklı makalesinde başta meşhur seyyah İbn Batuta’nın eseri olmak üzere birçok kaynakta dönemin fakihlerinin isimlerinin olduğunu söyler ve kuruluş dönemi on beş fakihinin adını paylaşır. Osmanlı hakkında yazdığı eserler kaynak kabul edilip ders kitabı olarak üniversitelerde okutulan İsmail Hakkı Uzunçarşılı da ahilerle birlikte fakihlerin de devletin kurucu kadroları arasında önemli hizmetler gördükleri kanaatindedir. Dursun Fakih’in şairliği mesnevi tarzında hazırladığı cenknamelerden gelir. İslami bir içeriğe sahip olan cenknamelerin yazılış amacı halktaki dinî hisleri ve mücadele ruhunu sürekli taze tutmak, kahramanlığı özen- Dursun Fakih “Osman Gazi adına ilk hutbeyi okuyan ve Osmanlı’nın bağımsızlığını ilan eden kişi” olarak bilinir. ............................. 45 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Dursun Fakih hakkında çalışma yapan yerli ve yabancı araştırmacılarla akademisyenlerin isimleri yer alır. Mehmet Gel, doksan altı dipnotlu ve altmış altı kaynakçalı yirmi dört sayfalık mezkûr makalesinde Dursun Fakih adına Osmanlı ve günümüz kaynaklarında söylenen, yazılan, paylaşılan ve iddia edilen bütün bilgileri ezber bozarcasına eleştirmekte ve tarihi delilleri ön plana çıkararak yaptığı mukayeseli tahlillerle ciddi bir ‘Tursun Fakı’ kritiğinde bulunmaktadır. “Bütün bu tahlillerden sonra bize göre Tursun Fakı…” diyerek onun hakkındaki kanaatlerini paylaşır. 1326 yılında vefat ettiği kaydedilen Dursun Fakih’e bir kabir, iki de makam isnat edilmiştir. Kabri Söğüt’te Şeyh Edebali Zaviyesi’ndeki türbedeyken makamlarından biri Karacahisar’da diğeri ise Söğüt’ün Küre Köyü civarındaki bir tepededir. Küre’deki makamında yanı başında şöyle yazılıdır; “Hizmet etti İslam’a/ Bağlı kaldı fıkıha/ Bir Fatiha bizden/ Ecdadımız Dursun Fakıh’a. adalet ve medeniyet dirmek, insanın kendine ve çevresine karşı sorumluluklarını hatırlatmak, güzel ahlakı yaymak, hayatı iman ve cihat noktasında yaşayan bir topluma moral vermek ve tarih şuuru kazandırmak olarak özetlenebilir. Cenknamelerdeki kahramanlar başta Peygamberimiz aleyhisselam olmak üzere Hz. Ali ve Halid bin Velid gibi sahabelerdir. Bu isimler üzerinden topluma ideal insan/ üsve-i hasene örnekleri verilmiş olur. Cenknameler sade bir dille yazılmış ve yirminci yüzyılda köy odalarında okunmaya devam edecek kadar toplumdan ilgi görmüştür. Mehmet Atalan’a göre edebiyatımızda cenkname geleneğini başlatan kişi Dursun Fakih’tir. Ona ait olduğu bilinen üç gazavatnamenin aslında kendisi tarafından yapılan tercümeler olduğu görüşünde olanlar da vardır. Üç cenkname de Prof. Dr. İsmet Çetin tarafından hazırlanıp yayınlanmıştır. Dursun Fakih’in tarihi kimliği üzerinde çalışan ilk isimse Süheyl Ünver’dir. Mehmet Gel’in mezkûr makalesinde KAMU BAŞDENETÇİSİ M. NİHAT ÖMEROĞLU KÖKÜ BU TOPRAKLARDA OLAN KAMU DENETÇİLİĞİ (OMBUDSMANLIK) MEDENİYETİMİZİN İNSANLIK MİRASINA KATKISIDIR!.. >> Röportaj: Arş. Gör. Akif Tögel adalet ve medeniyet ............................. 46 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Ülkemizde kurulduğu dönemden itibaren Kamu Denetçiliği Kurumu hangi alanlarda faaliyet gösteriyor? Kuruma neden ihtiyaç var? Kamu Denetçiliği Kurumu, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halkoylamasıyla kabul edilen anayasa değişikliği sonrasında 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu ile kurulmuştur. Kurumun görevi, şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmaktır. Kurum kararlarının etkin olarak uygulanması nasıl sağlanıyor? Ombudsmanlık kurumlarının ortak özelliklerinden biri, kararlarının tavsiye niteliğinde olmasıdır. Dostane çözüm, arabuluculuk gibi yöntemleri kullanarak uyuşmazlıkların mahkeme önüne gidilmeden çözülmesini amaçlayan ombudsmanlık denetiminin zaafı gibi görülen bu ............................. 47 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Dünya genelinde 100’ü aşkın ülkede var olan Ombudsmanlık müessesesi, bizim toplumumuz ile ne kadar uyum halinde? Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Kadı-ul Kudatlık kurumu ile birlikte yorumlayabilir misiniz? Ombudsmanlığın tarihte bilinen ilk örneği İsveç’te karşımıza çıkmaktadır. Rusya ile İsveç arasında gerçekleşen savaşta yenik düşen Kral XII. Charles Osmanlı İmparatorluğuna sığınması üzerine misafir edildiği süre boyunca Kral, Osmanlı idari sistemini ve “kadı-ul kudat” (kazasker) Kurumunu incelemiştir. Yargısal görev icra ederek kadılık yapan kadı-ul kudatın, idare ile bireyler arasındaki sorunları çözme konusundaki işlevinin Kral’a ilham verdiği değerlendirilmektedir. Kral, Osmanlı ülkesinde iken, 1713 yılında hazırladığı bir ferman ile “ombudsman” namını taşıyan genel yetkili bir “vekili” idare ile bireyler arasında yaşanabilecek sıkıntıların önüne geçmek için görevlendirmiş ve zamanla ombudsmanlık, İsveç’in sınırlarını aşarak dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır. Buradan hareketle özellikle şunu belirtmek istiyorum: Bu kurum toplumumuza, kültürümüze, tarihimize ve devlet geleneğimize yabancı değildir. Aksine kökü bu topraklarda olan ombudsmanlık, medeniyetimizin insanlık mirasına bir katkısıdır. Adaletin tesisine olan ihtiyacı fark eden ecdadımız, sadece Osmanlı’da değil, aynı zamanda Selçuklu ve diğer devletlerde de benzer mahiyette kurumlar (Divan-ı Mezalim, Dar-ül Adl, vb.) ihdas etmiştir. Özellikle adalet, hakkaniyet, hoşgörü, kadirşinaslık, yardımseverlik vb. hasletleri yüzyıllardır kendinde taşıyan milletimiz, devlet katına yansımayan uyuşmazlıklarda arabuluculuğu ve dostane çözümü en iyi şekilde uygulamaktadır. Kurumumuz, bir yandan tarihten gelen sağlam mirastan, diğer yandan ise milletimizin bu engin bilgi birikiminden beslenmektedir. adalet ve medeniyet Kararlarımızla idarenin röntgenini çekiyoruz… 29 Mart 2013 tarihinden bu yana Kurumumuz, kamu personel rejimi, sosyal güvenlik, bilgi edinme başvuruları, imar uygulamaları, eğitim-öğretim, engellilerin sıkıntıları, mahkeme kararlarının uygulanmaması, trafik cezaları gibi birçok alandan gelen şikâyetleri sonuçlandırmaktadır. Seri başvuruların yanı sıra ülke gündemini etkileyen Gezi Parkı Protestoları, Taksim’de 1 Mayıs kutlamaları, kamuda başörtüsü serbestisi, seçimlerde farklı dillerde kamu spotu hazırlanması, polislerin çalışma koşulları gibi konular Kuruma başvuru yoluyla taşınmaktadır. Uzman personelimizin özverili çalışmasıyla neredeyse kamu yönetiminin kılcal damarlarına varıncaya kadar her alanına ilişkin kararlar veriyoruz. Bir anlamda kararlarımızla idarenin röntgenini çekiyoruz. Tam da bu noktada Kuruma neden ihtiyaç duyulduğu sorusuna gelmek istiyorum. 2000’li yılların başından beri ülkemizde giderek güçlenen demokratik yaklaşım, içine kapalı, hesap verebilirlikten uzak ve meslek taassubunu aşamamış idari yapının değişimi ihtiyacını doğurmuştur. Ayrıca bireylerin idare karşısında haklarını savunma bilincinin artması, iyi yönetim esaslarına uyan bir yönetim anlayışının talep edilmesine sebep olmuştur. Bir taraftan yükselen demokrasi anlayışına uyum sağlama gerekliliği, diğer taraftan bireylerin daha iyi yönetilme arzusu idari mekanizmanın klasik yöntemlerle denetlenmesi yaklaşımını zayıflatmıştır. Bu doğrultuda, Kurumumuz vatandaşların sorunlarını hızlı, ücretsiz ve gerektiğinde uzlaşıyla çözmek, adaletin tesisine yardımcı olmak ve idareleri bireylerin taleplerine duyarlı hale getirmek için kurulmuştur. Kurumumuz, kamu personel rejimi, sosyal güvenlik, bilgi edinme başvuruları, imar uygulamaları, eğitim-öğretim, engellilerin sıkıntıları, mahkeme kararlarının uygulanmaması, trafik cezaları gibi birçok alandan gelen şikâyetleri sonuçlandırmaktadır. Kökü bu topraklarda olan ombudsmanlık, medeniyetimizin insanlık mirasına bir katkısıdır. Adaletin tesisine olan ihtiyacı fark eden ecdadımız, sadece Osmanlı’da değil, aynı zamanda Selçuklu ve diğer devletlerde de benzer mahiyette kurumlar (Divan-ı Mezalim, Dar-ül Adl, vb.) ihdas etmiştir. husus, ona esas gücünü sağlayan niteliklerden biridir. 6328 sayılı Kanunun 20’nci maddesi; Kurumun tavsiye kararına muhatap idari merciin, karar doğrultusunda tesis ettiği işlemi veya önerilen çözümü uygulanabilir görmemesi halinde gerekçesini 30 gün içinde Kuruma bildirmesini hükme bağlamıştır. Bu düzenleme sayesinde, Kurumun kararlarının uygulanıp uygulanmadığı hakkında bilgi sahibi olarak şikâyet başvurularının takibini sürdürüp vatandaşlarımızın hukukunu korumaya gayret ediyoruz. adalet ve medeniyet ............................. 48 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Kararlarımıza uymayan bazı idarelerin üst düzey yöneticileri Meclis’e çağrılarak tavsiye kararlarımıza uymama gerekçeleri milletvekillerimizce soruşturuldu… TBMM Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kurumumuzun etkinliğini sağlayan bir diğer mekanizma ise, TBMM’ye sunulan yıllık raporlarla gerçekleştirilmektedir. En geç ocak ayının sonunda TBMM Dilekçe ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonundan oluşturulan Karma Komisyona sunulan yıllık rapor sayesinde; kamu yönetimi- nin millet iradesinin denetimine açılması sağlanmakta, kamu yönetiminin artıları-eksileri tartışılmakta, iyi yönetim ilkelerini ve kararlarımızı görmezden gelen idareler kamuoyuna -bir anlamda- deşifre edilmektedir. 2015’in Şubat ayında TBMM’nin başlattığı uygulamayla, Meclisimiz bünyesinde yer alan Karma Komisyon Alt Komisyonu, kararlarımıza uymayan bazı idarelerin üst düzey yöneticilerini huzuruna çağırıp tavsiye kararlarının uygulanmama gerekçelerini tartıştı. İlgili idari mercilerin üst düzey yöneticileri, milletvekillerinin sorularına muhatap oldu ve idareciler Kamu Denetçiliği Kurumunun verdiği kararları uygulamama halinde nasıl bir durumla karşılaşabileceklerini gördüler. Bu husus, hem kararlarımızın etkinliğine güç kattı, hem de ben ve mesai arkadaşlarıma daha fazla çalışma yönünde motivasyon sağladı. Kamu Denetçiliği Kurumunun yerindelik denetimini kısaca açıklayabilir misiniz? 6328 sayılı Kanunumuzun 1'inci ve 5'inci maddeleri gereğince; şikayetleri sadece hukuka uygunluk yönünden değil, aynı zamanda hakkaniyet açısından da inceliyoruz. adalet ve medeniyet ............................. 49 ............................. Mart-Nisan-Mayıs yeceğimizden kuşkum yok. 2016 yılında, 64. Hükümetin altı aylık eylem planı içerisinde zikredildiği şekilde, Kurumun teşkilat kanununda tespit ettiğimiz bazı eksikliklerin değiştirilmesi, kanun değişiklik taslağının tasarı haline gelmesi için çabalarımızı artıracağız. Dünyadaki ombudsmanlık kurumlarının birçoğunda bulunan, “re’sen harekete geçebilme” ve tavsiye kararlarına idarenin uymaması halinde gerektiğinde dava açma yetkisinin Kurumumuza verilmesini talep ediyoruz. 2016 ve önümüzdeki yıllarda ülke genelinde 12 ayrı bölge toplantısı düzenleme planımızı hayata geçireceğiz. Ülkemizin sadece Ankara’dan ibaret olmadığını ve yerelde vatandaşımıza, STK’lara, mahalli idarecilerimize, merkezi idarelerin taşra unsurlarına ulaşılması gerekliliğinin farkındayız. Toplantılar bizlere, ülkemizin dört bir yanındaki insanlar ve yöneticilerle kaynaşma imkânı tanıTBMM Dilekyacak ve Kuruma, kamuoyu çe ve İnsan Haklarını nezdindeki bilinilirliğinin İnceleme Komisyonundan yükseltilmesi açısından oluşturulan Karma Komisyona güç katacaktır. Aralık sunulan yıllık rapor sayesinde; 2014’te Soma’da yaşakamu yönetiminin millet iradesinin nan elim maden kazadenetimine açılması sağlanmakta, sından sonra kömür madenciliğinde iş sağkamu yönetiminin artıları-eksileri lığı ve güvenliğine iliştartışılmakta, iyi yönetim ilkelerini kin hazırladığımız özel ve kararlarımızı görmezden gelen raporumuza 2016 yılında idareler kamuoyuna -bir anyenilerini ekleyerek, idaKurumun işleyişi ile ve lamda- deşifre edilmekterelere insan hakları ve iyi yaptığı denetimle ilgili ne dir. yönetişim başta olmak üzere gibi yenilikler öngörüyorsuhukukun üstünlüğü ve hukuk nuz? devleti kimliğinin gelişmesine katkı2015 yılı Kamu Denetçiliği Kurumuda bulunmaya çalışacağız. Diğer bir hedenun kurumsal kapasitesinin arttırılması fimiz de; birey odaklı, adalete hızlı erişim ve haklar adına çok verimli bir yıl oldu. Edindiğimiz deneyimler sayesinde, geleceğe umutla ve emin adımlarla ilerle- kültürünü geliştirmektir. Ülkemizde hakkaniyet denetimi yapan tek kurum, Kamu Denetçiliği Kurumu’dur. Hukuka uygun olup kamu vicdanını yaralayan veya herhangi bir hukuki dayanak bulunamasa dahi bir hatanın yapıldığı yönünde şüpheye düşülen hallerde, Kurumumuz devreye girerek “somut adalet”in gerektirdiği çözümü bulmaktadır. Adalet mekanizmasının kimi zaman bireylerin vicdanlarını tatmin etmekten uzak kararlar verebildiğini hepimiz biliyoruz. Biz, ombudsmanlık olarak, yargı mercilerinin bu eksikliğini gidermek için “hakkaniyet” incelemesi de yaparak şikâyetleri çözmeye çaba gösteriyoruz. Ayrıca Kurumumuz, birey ve devlet arasında taraf tutmadan, hem bireyin hak ve hürriyetlerini savunmakta hem de idari yapının gereklerini göz ardı etmeden, idarenin yakın bir çalışma ortağı olarak yöneticilere yol göstermeye çalışmaktadır. Kurumumuz, şikâyet konusunun idari anlamda yerindeliğini değil, birey açısından hakkaniyete ne kadar uygun olduğunu araştırmakta, bu sayede “yerindelik denetimi” yerine “hakkaniyet denetimi” yaparak vatandaşın talebine daha uygun çözümler geliştirmektedir. >>> adalet ve medeniyet ............................. 50 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Dünyayı, doğup büyüdüğümüz köyün dışına taşıdığın dersin heyecanla sürüyor. Dünya ve İslam kelimelerini birleştirdiğin, bize ‘İslam’ın dünyası, Hakk’ın gücü’ dediğin, kim kimdir diyerek başladığın, büyütülmüş küçükleri, küçük tutulmuş büyükleri teşhir ettiğin, cebimize, cüzdanımıza sızmış yılanları, beyinlerimizi kemiren mikropları bize gösterdiğin dersin sürüyor. dolaşamaz hâle getirdin. Seni anlayan var mı yok mu ona bile aldırmadan yürüdün, yürümenin yetmediği yerde koştun. Yürüyerek, koşarak ders yapan öğretmen oldun… Cihadı sen koymadın; senden önce de cihat vardı elbette. İlk mücahit değilsin. Ama yaşadığı çağın cihadını ilan eden sen oldun. Cihadı bildin, öğrettin, yaşattın, cihat ettin. Mala cihat ettirdin, fabrikaya cihat ettirdin. Oteller cihatla tanıştı senin zamanında. Sahillerde cihat, salonlarda cihat konuşuldu. Seyit Çavuş’un güllesini kaldırırken sen, cihadı Seyit Çavuş’la bitirip gömmüş olanlar seni anlamadı ama sen yine de cihat bilen bir kuşağın önündeki öğretmen oldun… Sen umut dersi verdin. Olmazları olduran, kölelik elbisesi giydirilmişlere efendilik cübbesi giydiren, işçilere patronluk yolu açan, hocaları imamlaştıran, köyleri şehirleştiren, dağıtılmışları birleştiren, ülkeciklerden ülke kurduran, düşünmeyi, yürümeyi, koşmayı öğreten bir öğretmen oldun… Sen mücahit bir öğretmensin; her mücahit gibi sen de kıskanıldın ama haset seni eritmedi. Aziz öğretmen! Sen, ilk öğretmenlerin diyarında ol. Yesrib’i Medineleştirenlerin yanında ol. Sen, mazlumlarla, miskinlerle haşrol. Sen tek başına bir ümmet olanlarla ol. Ayıplayanın ayıplamasından yılmayanlarla, Allah’ı yanında bildiği için dik duranlarla ol. Sen orada onlarla ol… Dersin sürecek, ekolün ölmeyecektir. NUREDDİN YILDIZ. Not: Bu yazı Nureddin Yıldız’ın 2 Mart 2011 tarihli yazısıdır. ............................. 51 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Dünyayı henüz köyleşmeden köy gibi gördün. Köyün suni ağalarını köylerinin meydanında dolaşamaz hâle getirdin. Seni anlayan var mı yok mu ona bile aldırmadan yürüdün, yürümenin yetmediği yerde koştun. Yürüyerek, koşarak ders yapan öğretmen oldun… adalet ve medeniyet Başlattığın ders sürüyor; sen önceki öğretmenlerin diyarında olsan da dersin sürüyor. Dünyayı, doğup büyüdüğümüz köyün dışına taşıdığın dersin heyecanla sürüyor. Dünya ve İslam kelimelerini birleştirdiğin, bize ‘İslam’ın dünyası, Hakk’ın gücü’ dediğin, kim kimdir diyerek başladığın, büyütülmüş küçükleri, küçük tutulmuş büyükleri teşhir ettiğin, cebimize, cüzdanımıza sızmış yılanları, beyinlerimizi kemiren mikropları bize gösterdiğin dersin sürüyor. Sen, önceki öğretmenlerin diyarında olsan da dersin sürüyor… Hocalığın ebedileşti senin… Asırlar boyunca asırda bir gelenler gibi, ümmilere kitap okutma hırsıyla gecesini gündüz yapanlar gibi, büyük yaşayıp büyük ölmek için zahmette rahmet görenler gibi, kayaları oyup yazıyı nakışlaştıranlar gibi, kendisine iş olarak ‘yapılamaz/yapılmasın’ denen işleri seçenler gibi; bir Hızırlık görülüp anlamsız/desteksiz bakışlar arasında iş gören, gördüğü işi sadece Rabbine göstermekle yetinenler gibi sen de derin dersler verdin… Sen önceki öğretmenler diyarında olsan da dersin sürüyor… Sen tektin, tek yaşadın, tek anılacaksın inşallah. Elinde tebeşirle yolları aşındıran öğretmen… Kalabalığı da heyecanı da kendinden öğretmen… İşi kadar sabır üreten, zamana zaman katan öğretmen… Sen aziz yaşadın, aziz kalacaksın. Kürsülerden söylenemeyeni söyleyerek, faize, zulme, Siyonizm’e, sömürüye, BM’ye, AB’ye, asıl anlamlarını yükleyerek gafleti gidermeyi vazife edindin; mazluma güç, sömürülene basiret kazandırdın. Dünyayı henüz köyleşmeden köy gibi gördün. Köyün suni ağalarını köylerinin meydanında >>> >> Haldun Barış Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi adalet ve medeniyet ............................. 52 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Dünya siyasetini anlamak istiyorsanız öncelikle temel aktörlerden biri olan ‘parayı’ anlamalısınız. Parayı anlamak için de ‘üretim’ ve ‘tüketim’ faktörlerini anlamalı yani bir manada ‘enerji’ ve ‘ticareti’ anlamalısınız. Bugün Suriye ve Irak -eskiden bu coğrafyalara Irakeyn denirdi- meseleleri tartışıldığında ben genellikle denklemleri enerji üzerine ve ‘ülkü sahibi’ devletlerin hamleleri üzerine kurarım. Zaten Akdeniz’de bulunan 34 -bilinen sayı- savaş gemisini başka sebeplerle açıklamaya çalışmak pek de mümkün değil. Bu denklemleri ve oyuncuları belki başka bir sayımızda değerlendirebiliriz ancak ben bu makalede ticaret ve savaş gemileri için oldukça önemli olan denizlerin stratejiklerini; boğazları ve kanalları incelemek istiyorum. Baktığımız zaman dünya üzerinde çok sayıda boğaz ve kanal bulunmakta ancak bunları önemi bakımından sıraladığımızda karşımıza İstanbul ve Çanakkale Boğazı, Hürmüz Boğazı, Malakka Boğazı, Bering Boğazı, Panama Kanalı, Süveyş Kanalı çıkmaktadır. Bu boğaz ve kanallar genellikle ticari ve askeri açıdan son derece kritiktir. Bu boğaz ve kanalların her birisini tek tek ayrıntılı olarak ele alma imkânımız olmasa da temel olarak incelemek faydalı olacaktır. Öncelikle Hürmüz Boğazı’nı ele aldığımızda karşımıza enerji taşımacılığı çıkacaktır. Öyle ki Ortadoğu petrollerinin %40’ı ve dünyada sıvılaştırılmış gazın %66’sı bu boğazdan taşınmaktadır. İran’ın ve Umman’ın kontrolünde olan boğaz özellikle İran tarafından çok sık olarak stratejik anlamda kullanılmakta ve Batı’ya karşı önemli bir hamle olarak görülmektedir. Boğazın güvenliği -ABD desteğiyle- Körfez İşbirliği Ülkeleri ve İran tarafından sağlanmaktadır. (Bu konuyla alakalı Umman’ın tarihini okumak bölgedeki diğer ‘egemenleri’ anlamaya yardımcı olacaktır.) Boğazda sık sık ABD ve İran gerginlik yaşamakta ya da askeri tatbikatlar yapmaktadır. İkinci olarak inceleyeceğimiz boğaz ise Malakka Boğazı’dır. Malakka Boğazı, Malezya yarımadası ve Sumatra Adası arasında dar bir boğazdır. Ancak ekonomik olarak oldukça önemli bir konuma sahiptir. Malakka Boğazı; Endonezya, Çin, Hindistan, Japonya, Tayvan, Güney ............................. 53 ............................. Mart-Nisan-Mayıs tün dünya için ancak özellikle Karadeniz ülkeleri için oldukça stratejiktir. Hatta bu ülkelerin bir noktada dünyaya açılan kapılarıdır. İstanbul Boğazı, Karadeniz ile Marmara’yı birbirine bağlar. Burada Çanakkale Boğazı ise Marmara ile Ege’yi birleştirir. Bu iki boğaza ise kısaca Türk Boğazları adı verilir. Türk Boğazları’nın stratejik önemine baktığımızda Yunan ve Pers savaşlarından, İstanbul’un fethine, Çar 1. Petro’nun Güney’e inme hayallerinden, 1. Dünya Savaşı’na ve hatta Çarlık’ın yıkılıp Kızıl Ordu’nun Rusya’da hâkimiyetine kadar “en temel örnekler” kısaca gösterilebilir. Hatta 1. Dünya Savaşı sonrasında Lozan’da alınan kararların yaklaşan yeni bir dünya savaşı nedeniyle yeniden görüşülmesi ve Montrö Antlaşması’yla yeniden sonuçlandırılması bile Türk Boğazları’nın önemini göstermektedir. Dünya siyaseti ve ekonomisi için bu kadar önemli olan bu boğazlar, haliyle hep egemenlik kavgası içinde olmuştur. Özellikle Osmanlı Devleti’nin gücünü iyice kaybettiği “son yüzyılda” Boğazlar Meselesi icat edilmiş ve devamlı tartışılmıştır. Ancak boğazlarımızla alakalı en çarpıcı ve adeta sömürge düzeni kuran kararlar Sevr Barış “Projesiyle” gündeme gelmiştir. Bu projenin “antlaşma” haline getirilmiş şekli olan Lozan’da ise boğazlarımızın kontrolü için kurulan komisyona başkanlık etmemiz kararlaştırılmış ve kabul edilmiştir. Ancak az önce de değindiğim gibi yaklaşan savaşın etkisiyle o günün konjonktüründe ‘ehven’ diye nitelendirebileceğimiz Montrö Antlaşması imzalanmış, ticari olmasa da askeri egemenliğimiz ‘kısmen’ tanınmıştır. Tabi burada boğazlarla alakalı yapılan sözleşmelerin, bütün diplomatik süreçlerde olduğu gibi, dönemin askeri, ekonomik ve diğer çeşitli sebeplerinden bağımsız olarak ele alınamayacağını ve devletlerin talepleriyle yeniden şekillenebileceğini belirtmek gerekir. Yapılan bu sözleşme ve antlaşmaları anlayabilmek, yorumlayabilmek ve geleceği şekillendirme noktasında stratejiler kurmak için derin bir tarih bilgisine ve çok boyutlu politika okuma yetisine sahip olmak gerekir. Ve yine burada şunu da göz ardı etmemek gerekir, özellikle önümüzdeki 7 yıl içerisinde dünya düzeni oldukça değişecek ve yeni kurulan oyun içerisinde pozisyonumuz belli olacak. Ya yeniden bize verilen vazifeyi yerine getireceğiz ya da artık oyun kurucu olarak ‘kurtlar sofrasında’ yer alacağız. Bunun ise tek çaresi ‘milletçe’ çalışmak, okumak ve anlamaktır. Devletimizin yeniden hak ettiği mertebeye ulaşabilmesi, ancak yeniden ‘millet’ ruhunun canlanmasıyla ve geniş ufuklara yelken açmış kitlelerin çabasıyla olur ve inşallah da olacaktır. adalet ve medeniyet Kore gibi oldukça kalabalık ve etkin devletler arasında ticareti kolaylaştırmaktadır. Ancak bu boğazda ve çevresinde bulunan korsanlar boğazdaki ticareti etkilemekte, özellikle Çin çeşitli alternatif yollara ‘destek’ olacağını açıklamaktadır. Dünya üzerinde özellikle ekonomik anlamda önemli olan diğer iki geçiş noktası ise Süveyş ve Panama kanallarıdır. Bu iki kanal insan eliyle açılmış birer mühendislik harikalarıdır. Yine iki kanalda devletlerin egemenlik rekabetinde söz konusu olmuş ve gerek askeri gerek politik birçok mücadeleye ev sahipliği yapmıştır. Bu kanallardan Panama Kanalı, Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirine bağlar. Bölgeden geçen gemilere büyük bir tasarruf sağlar. Yapılışında öncelikle Fransızların girişimi söz konusu olmuş ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra devreye giren ABD inşaatı tamamlamıştır. Burada Fransızlardan çeşitli nedenlerle alınan kanalın yapımı üzerine de çoklu istihbarat teorileri söz konusudur. Yine yayımlanan wikileaks belgelerinde kanalın genişletilme ihalesinde de benzer yöntemlerin İspanyollara karşı kullanıldığı iddia edilmiştir. Diğer önemli ve oldukça stratejik ve aynı zamanda bizleri ilgilendiren kanal ise Süveyş Kanalı’dır. Süveyş Kanalı, Akdeniz ve Kızıldeniz’i birbirine bağlar. Özellikle petrol taşımacılığında önemli bir yeri vardır. Süveyş Kanalı 1869’da Birleşik Krallık tarafından açılmış olmasına rağmen projesi ya da daha doğru bir ifadeyle yapılma fikri çok daha öncesine dayanır. Firavunlar döneminden başlayan süreç özellikle Sokullu Mehmed Paşa döneminde bugünkü şekline yakın şekilde projelendirilmiş ancak uygulanamamıştır. Napolyon da Mısır’ı işgal ettiğinde böyle bir kanal için rapor istemiş ancak kanalın yapılmasının mümkün olmadığı yönünde beyan alınca vazgeçmiştir. Daha sonra ise yine Fransız diplomatlarının girişimiyle kanalın yapımına başlanmıştır. Kanalın işletimi ise Fransız ve İngiliz özel sektörüne bırakılmıştır. Kanal işletimine Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile başlayan süreçte Mısır üzerindeki tam egemenliğini kaybeden Osmanlı maalesef müdahil olamamış ve Mısır devlet başkanı Cemal Abdülnasır’ın millileştirme girişimine kadar kanalın işletimi aynı kalmıştır. Bu girişim ise İngiliz, Fransız ve İsraillilerin Mısır’a savaş açmasıyla sonuçlanmıştır. Bu savaşta soğuk savaş dengelerini gözeten Sovyetler ve ABD diplomatik müdahalede bulunmuş sonuçta Mısır, şirkete tazminat ödemiş ve mesele kapanmıştır. Son olarak inceleyeceğimiz boğaz ise İstanbul Boğazı’dır. Hem askeri olarak hem de siyasi ve ekonomik olarak, bü- >>> Tarihten Sayfalar >> Mehmet Erturan /Tarihçi 26 Mart 1975: Kral Faysal Suikastı Kral Faysal, Suud hanedanının çakallara puslu havayı bile dar eden Abdülhamidi’dir. Krallığı döneminde yaşanan 1973 Arap-İsrail savaşında reel politiği elinin tersiyle itip Mısır ve Suriye’yi ekonomik olarak destekleyebilecek şuura sahiptir. Aynı yıllarda petrolü bir silah bilip bütün Batı’ya petrol ambargosu uygulayan ve küffarı bisiklete binmek zorunda bırakandır. Ambargo döneminde durumun normalleşmesi için ziyaretine gelen ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’e verdiği izzetli cevaplar tarihe geçmiştir. Dış siyasette Mısırlı mevkidaşı Cemal Abdunnasır’ın Arap Birliği politikası yerine İslam Birliği’ni benimseyen ve 1969’da İslam Konferansı Örgütü’nü kurandır. Dönemin bütün İslami hareketleri ile irtibatı olan ve Malcolm X’in bile Amerika’dan kalkıp ziyaretine geldiği adamdır. Kendisinin bir emir değil İslam davetçisi olduğunu söyleyendir. Ve hayatı bir suikastla son bulandır. Kral’ın, muazzez Kudüs konuşmasının ilerleyen günlerinde yeğeni tarafından hem de sarayın içinde vurularak öldürül- Körfez Siyasetinde ‘Faysal Öncesi’ ve ‘Faysal Sonrası’ Dönem mesi sadece Suudi Arabistan için değil bütün Körfez ülkeleri için siyasi bir kırılmaya neden oldu. Bu gözdağı, ABD-İsrail çizgisinden şaşmayan günümüz Amerikancı Körfez yönetimlerini doğurdu. Taha Kılınç’ın ifadesiyle Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin dış politikasında ‘Faysal öncesi’ ve ‘Faysal sonrası’ şeklinde bir tasnif bile yapılabilir. Örnek vermek gerekirse biri dışişleri bakanı, biri istihbarat şefi, diğeri de Mekke valisi olan üç oğlu da ‘Faysal sonrası’ dönemin kodlarına göre hareket etmektedir. Milyon Birinci General’i Anmak ve Anlamaya Çalışmak 21 Mart 1996: Cevher Dudayev’in Şehadeti ............................. 54 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Mücahid Çeçenler bilirler ki tarihin aynasında yüzünü seyretmenin tek yolu vardır. O da aynanın üzerindeki tozun mü’mince bir özgürlük için dalgalanan tevhid bayrağı tarafından silinmesinden geçer. İmam Şamil’den de önce başlayan Çeçen cihadında Basayev’in boynuna kolye yaptığı zikir tespihindeki mücadele tanelerinden biri de Cevher Dudayev’dir. 1944 doğumludur. Kendisine “Çeçenlerin kaç generali var?” diye sorulduğunda “Her Çeçen generaldir. Ben sadece milyon birinciyim.” diye cevap verir. Mehmet Şeker’in tabiriyle küçük bir halkın nasıl da büyüyebileceğini, büyük bir devletinse ne oranda küçültülebileceğini ispatlayan kişinin ta kendisidir O. Sovyet Hava Kuvvetleri’nde Tugay Komutanlığı’na kadar yükselebilmiştir. Müslüman bir Çeçen’e daha fazlası için izin yoktur. Birinci sınıf bir pilot ve mühendistir. Sovyet hükümeti, iman dolu göğsüne 12 madalya takar. İlk Müslüman Tümen komutanı olarak Sovyet Hava Kuvvetleri tarihine geçer. 1989’da Sovyetlerin emirlerine uymamaya başlayınca adı isyancı generale çıkar ve birliğiyle Grozni’ye sürgün edilir. Bir yıl sonra istifa eder. Sovyetler parçalanadursun 1991’de yapılan Çeçenistan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olur ve %85 oy oranıyla kazanır. Sovyet artığı Ruslar 1994’te Çeçenistan’a askeri hareket başlattığında Çeçen halkına ‘cihad’ emrini veren Cevher Dudayev’dir. Yeltsin, Dudayev’i yok etmek için en son uzay teknolojisini kullanır. Süleyman Çobanoğlu’nun yakıştırmasıyla ‘Cevher Paşa’ güdümlü bir füze ile vurulur. Taner Yüncüoğlu ‘Bir Şehid Düşünce Toprağa’ ezgisini sadece Şamil Basayev’e değil, bütün Çeçenistan mücahitlerine yazmıştır. Cevher Dudayev, eşi Alla’nın ifadesiyle özgürlüğü dünyanın en güzel bebeği olarak karnında taşıyan Çeçen halkının dünyanın büyük güçlerinden birine karşı başlattığı mücadelede bebeğini bir tekmeyle kaybetmemek için kurban verdiği sayısız oğullardan biridir. Tarih Bu Olayı Yazmak İçin Kelime Bulmakta Güçlük Çekecektir 29 Nisan 1916: Kutü’l Amare Zaferi Kutü’l Amare, 1. Dünya Savaşı’nın en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir. İngiltere, aktif sömürgesi Hindistan’ın güvenliğini sağlamak için Bağdat’ı ele geçirmeyi planlar. Küçük şeytana karşı Irak cephesi açılır. İlk düello adını Selman-ı Farisi’den alan Selmanıpak’ta yaşanır ve kaybedenler kulübüne kaydolan İngilizler, Kutü’l Amare’ye çekilir. Mikroplar derhal karantinaya alınır ve beş ay bir yere gidemezler. Yarma girişimleri sonuç vermez. Kalenin üç tarafını Dicle, bir tarafını Devlet-i Âli çevirmiştir. Hastalıklar artar, açlık ölümlere sebep olur. Havadan atılan yardım malzemeleri Olimpos’un çocuklarına değil Allah’ın izniyle nehre düşer. Sona yaklaşan İngilizlerle müzakereler başlar. Kraliçe’nin askerleri silahlarını ve 1 milyon sterlin tazminat vermeyi teklif ederler. Olmaz. Ya ne olur? Tam yüzyıl önce yani 29 Nisan 1916’da Halil Paşamız ile Townshend görüşür ve ücret 2 milyona çıkar. Daha bitmedi! Halkın coşkulu gösterileriyle İslam askerleri kaleye girer ve 13 bin 309 zelil askeri esir alır. Dünya kamuoyu ve manşetler şaşkındır. Soyadı kanunu çıktığında ‘Kut’ soy ismini alan Halil Paşa’nın ordusuna yayınladığı bildiride beyan ettiği gibi “Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.” Kutü’l Amare zafer gibi bir zaferdir ve Halil Paşa 29 Nisan’ı Kut Bayramı ilan ederek “Her yıl bugün kutlanırken şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okunsun.” der. İddialara göre İngilizlerin itibarına gölge düştüğü için Türkiye’nin Nato üyeliğinin ardından Kut Bayramı yasaklanmıştır. Detaylara bayılanlar Halil Kut Paşa’nın ya da esir İngiliz General Townshend’in hatıralarını okuyabilir. Bir de İsmail Bilgin’in yazdığı roman var. 22 Mart 2004: Şeyh Ahmed Yasin’in Şehadeti 17 Nisan 2004: Abdulaziz Rantisi’nin Şehadeti Apache Helikopteri mi, Kalp Krizi mi? ............................. 55 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Şeyh Ahmed Yasin ki felçli haliyle tekerlekli sandalyede geçirdiği ömründe mücadeleden bıkmayan bir mücahittir. Mektubunu mutlaka okumuşsunuzdur; Kudüs davası hakkında ümmetin sessizliğini Allah’a şikâyet eden de odur. Ümmetin yetiştirdiği her iki yiğidin şehadet tarihleri arasında bir ay bile yoktur. Sağlığında alnından öptüğü Şeyh Ahmed Yasin’in yerine geçtikten 25 gün sonra Rantisi de hayatını imanına şahit kılarak bu dünyadan ayrılmıştır. Kendisiyle birlikte iki koruması ve 25 yaşındaki oğlu Muhammed de şehid düşer. Hayatı iman ve cihat şuuruyla yaşayanların kurmakta zorlanmayacağı mealen şöyle bir cümlesi vardır: “Bir gün öleceğiz. Apache helikopteri mi, kalp krizi mi derseniz; ben apache’yi tercih ederim.” Ahmed Yasin özelinde şehadet hissini dilinden düşürmek istemeyenler Grup Furkan’dan Ahmed Yasin ezgisini dinleyebilirler. adalet ve medeniyet Öncelikle şu noktayı iyice anlamak ve konuya bu bakış açısıyla yaklaşmak lazım: “Ümmetin Filistin diye bir sorunu yoktur; İsrail diye bir sorunu vardır.” Kısaca Hamas olarak ifade edilen Filistin İslami Direniş Hareketi bugün İsrail’i doğrudan hedef alarak faaliyetler yürütmekte ve stratejiler geliştirip eylemler yapmaktadır. Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin; kurucu kadrosunda yer alan mübarek isimlerden biri de -adını ilk defa duymadığınızı ümit ederek söylüyorum- Abdulaziz Rantisi’dir. 17 Nisan 2004’te Siyonist İsrail tarafından arabasına fırlatılan füzelerle şehid edilmiştir. 2004 aynı zamanda ümmetin yuvarlak kafalı mensuplarının “Haziran bi gelse…” diyerek Portekiz’deki Avrupa Kupası’na dikkat kesildiği yıldır. Abdulaziz Rantisi 2004 ajandamızın, Nisan aylarımızın, Bahar mevsiminin öncelikli gündemlerindendir. Kendisinden kısa süre önce yine aynı şekilde Siyonist füzelerle şehid edilen Şeyh Ahmed Yasin’in ardından Hamas’ın Genel Sorumlusu seçilmiştir. İslam’da Devlet Mefhumu Yusuf El Karadavi >> Hüseyin Üşenmez Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi Kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde İslam devletinden konu açıldığı zaman öncelikle mevcut devlet yapımızla ilgili konuşuyor ve ardından bildiğimiz kadarıyla İslam devlet düzeninden bahsedip aklımızdaki soru işaretleri ile birlikte sohbetimizi bitiriyorduk. Yine böyle bir sohbet sonrasında elime Prof. Dr. Yusuf El Karadavi’nin bir kitabını aldım: İslam’da Devlet Mefhumu. İncelemiş olduğum kitapta içindekiler bölümüne baktıktan sonra aklımda cevaplanmasını bekleyen sorularımın olduğunu görünce merakla okumaya başladım. İslam devleti üzerinde konuşurken sorulup da cevabını bekleyen cümleleri kitabı okurken görünce sürükleyici bir okumaya dalıyor ve aldığım cevaplar ile bir yandan şaşırıyor bir yandan da ne kadar ezbere konuştuğumun farkına varıyordum. Olmaz diye düşündüğüm fikirlerin yazarın cevapları ile aslında olabileceğini gördükçe bu gibi hassas konularda yeterince araştırma yapmadan konuşmama kararı alıyordum. Kitapta “İslam’da devletin yeri nedir? Devlet kurmanın hükmü nedir? Onun unsurları nelerdir? Mahiyeti ve niteliği nedir? O, İslam’a uygun sivil bir devlet midir? Yoksa ruhban sınıfının yönettiği teokratik bir din devleti midir? Onun Allah adına hükmeden dini bir devlet olduğunu iddia edenlere nasıl bir cevap vermemiz lazım? İslam devletinin çoğulculuğa, demokrasiye, kadına ve gayrimüslimlere karşı tutumu nedir? Herhangi bir İslami cemaatin laik bir devlette hükümete katılması caiz midir?” gibi hassas ve önemli konular yer almaktadır. adalet ve medeniyet ............................. 56 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Yazar kitabı beş bölüme ayırmış. Birinci bölümde İslam’da Devletin Yeri; ikinci bölümde İslam’ın Kurduğu Devletin Özellikleri; üçüncü bölümde İslam’da Devletin Niteliği; dördüncü bölümde Sahih Bir Anlayışa Doğru adlı başlık altında bazı kavramların ve düşüncelerin açıklaması yapılmış; beşinci bölümde ise İslam Devletinin Demokrasiye Karşı Tutumu adı altında değerlendir- melerde bulunulmuş. Yazar birinci bölümde İslam’ın nasslarından deliller, İslam tarihinden deliller, İslam tabiatından deliller getirerek İslam’da Devletin Yeri’ni açıklıyor. Bu izahlarda İslam’ın hayatın her yönünü kapsayan bir nizam olduğunu, onun hayata ve topluma hâkim olarak onu yönetmesi, yönlendirmesi ile insanların seyir ve hareketlerini adalet ve medeniyet ............................. 57 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Allah’ın emirlerine göre düzenlemek istediği bir devlete kanını bugün zalim Rusların, çağın Firavunu Amerikalıihtiyacı olduğunu belirtiyor. İslam devletinin amacının ların, Siyonist İsraillilerin, sömürücü Fransızların kısaca özünü, vermiş olduğu şu örnek ile hissettirmek istiyor: ilkeden yoksun küfür cephesinin saydığı gibi helal sayRebi b. Amir’in İranlı komutan Rüstem’e şöyle diyordu; maz. O, fiilî olarak kendisine karşı savaşanlardan başka“Allah bizi, insanları kula kulluktan kurtarıp yalnız Al- sını öldürmez. lah’a kul olmalarını sağlamak, onları dünyanın darlığın- Üçüncü bölümde yazar İslam Devletinin Niteliği’nden dan onun genişliğine ve muharref dinlerin zulmünden bahseder. Onun, din adamlarının yönettiği, hiç kimsenin İslam’ın adaletine kavuşturmak için gönderdi.” Yazar bu- onlara kötü veya yanlış yaptın deme hakkının olmadığı rada İslam’ın mahalli bir sıfata sahip olmadığını, evren- Ortaçağlarda Hıristiyan Batı toplumlarının tanıdığı bir sel bir mesajı insanlığa iletmekle sorumlu din devlet olmadığı; seçim, biat, şura ve olduğunu ve bunun için insanlığı ondaki devlet başkanının millet önünde hesap İslam devleti hidayete ve nura davet etmek amacıyla bir vermesi esası üzerine kurulan sivil bir savaşta çaresiz devlete ihtiyacı olduğunu vurguluyor. kalmış, herhangi devlet olduğunu belirtmektedir. İslam’da İkinci bölümde İslam Devletinin Özellikdevlet başkanının Allah’ın vekili olmadıbir çıkış yolu bulamayan leri’nden bahsederken öncelikle onun İsğını; onu seçen, denetleyen, hesap soran, kadınların, lam hukuku ile yönetilen sivil bir devlet azleden millet olacağı için onun milletin çocukların olduğunu, onun anayasasının Kur’an-ı vekili olduğunu ifade eder. Yazar, hâkive yaşlıların Kerim’in getirdiği ilkeler ve hükümler ile miyet konusundaki bu düşüncesini çeşitkanını, bugün temsil edildiğini açıklıyor. Onu yönetecek li örnekler vererek açıklamaya çalışıyor. zalim Rusların, kişinin millet tarafından seçilmesi gerekBurada verdiği örneklerin birinde yasama çağın Firavunu Amerikalıların, tiğini, millete rağmen onun istemediği ve kanun koyma hâkimiyetinin Allah’ın Siyonist kimsenin zorla yönetici olamayacağını beolduğunu, Allah’ın izin verdiği konularda İsraillilerin, lirterek Batı demokrasisinin aynısı olmadıinsanların yasal düzenleme yapabileceğisömürücü ğını, onun bazı yönlerine uyulabileceğini ni belirtiyor ve siyasi otoritenin dayanağıFransızların belirtiyor. nın millet olduğunu belirtiyor. kısaca ilkeden yoksun küfür İslam devletinin zayıfları koruyan bir devDördüncü bölümde yazar bazı düşünce ve cephesinin let olduğu, onun birkaç kuruş para veya anlayışların açıklamasını yaparak onları saydığı gibi helal birkaç lokma ekmek ile yapılmaya çalıaçıklığa kavuşturmak istemiş. Örneğin; saymaz. şılan kolay bir anlayışının olmadığını, Siyasetsiz İslam Olmaz başlığı altında İszekat kurumu ile ihtiyacı olanların israfa lam’ın siyasetten ayrılamayacağını, onu kaçmaksızın ihtiyacını karşılaması anlayışı üzerine ku- siyasetten ayırdığımız zaman başka bir din haline gelecerulan, işçinin hakkını işverenden alıncaya kadar işçinin ğini belirterek “Siyasi İslam” diye bir kavramımız olmayanında yer alan, kadının erkekten hakkını alıncaya ka- dığını açıklamıştır. dar İslam kadınının yanında yer alan bir devlet olduğunu Yüce Allah’ın, Kitabı’nda ve Peygamberin dilinde buluanlatarak İslam devletinin zayıf ve güçsüzlerin bakım ve nan hükümleri, ölülere okumak veya levhalara yazarak gözetiminden sorumlu Sosyal Adalet prensibini ilke edi- duvarlara asmak ve onlarla duvarları süslemek için innen bir devlet olduğunu vurguluyor. dirmediğini, onları kendisine uyulsun, uygulansın, inGünümüzde ilkesiz bir yöntem izleyerek gayeye ulaşmak sanların ilişkilerinde hükmetsin ve hayatın akışı Allah’ın için her yola başvurmaktan çekinmeyen emperyalist dü- emir ve yasaklarına göre düzenlensin diye vahyedildiğini zen yöneticilerinin öğrenmesi gereken ilkeli ve ahlaki belirterek Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmetmenin duruşu İslam Devleti kendi özünde bulundurmaktadır. gerekliliğinden bahsetmiştir. Bu bölümde Maide suresiÇünkü İslam Devleti, işlemlerinde ikiyüzlü ve iki dilli nin 44-47 arası ayetlerin açıklamasını yaparak bu ayetleolmayıp Hz. Peygamber aleyhisselamın bütün insanlığa rin ne anlatmak istediğini, bazı durum ve koşullarda bu öğretmek ve uygulamak için gönderdiği “iyi ahlak”ı ha- ayetler çerçevesinde olaylara nasıl yaklaşılması gerektiyata geçirir ve yeryüzünde adaleti tesis etmek için müca- ğini açıklamıştır. Yazar “Münkeri” değiştirme yollarındele eder. Bu devlet savaşta çaresiz kalmış, herhangi bir dan bahsederek, hangi yol ve yöntem izlenerek bunun çıkış yolu bulamayan kadınların, çocukların ve yaşlıların yapılması gerektiğini açıklayıp, münkerin değiştirilmesi >>> adalet ve medeniyet ............................. 58 ............................. Mart-Nisan-Mayıs için hangi şartlara sahip İslam devletinin olması gerektiği konusunamacının özünü, da uzunca bir anlatımda vermiş olduğu bulunmuştur. şu örnek ile hissettirmek Kitabın son bölümünde istiyor: Rebi b. yazar İslam Devletinin Amir’in İranlı Demokrasiye Karşı Tutukomutan Rüstem’e mu’nu açıklamıştır. Yazaşöyle diyordu; ra göre bize yabancı olan “Allah bizi, insanları kula kavramları iktibas ederken onun bize ait yöntemle- kulluktan kurtarıp yalnız Allah’a rini, mekanizmalarını ve kul olmalarını güvencelerini alabiliriz. sağlamak, Onun üzerinde bazı deonları dünyanın ğişiklikler yaparak, bazı darlığından onun genişliğine ve ilavelerle ona ilk aidiyetini muharref dinlerin kaybettirip kendi kültürüzulmünden müzün bir parçası haline İslam’ın adaletine getirebiliriz. Haramı helal, kavuşturmak için helali haram kılan, dinigönderdi.” mize uymayan yanlarını ve felsefesini almayız. Burada demokrasiden bahsederken, yazar aklını kullanabilen, inanan ve şükreden bir toplumdaki demokrasiden bahsettiğini, inkârcı veya Allah’ın yolundan sapmış insanların bulunduğu toplumdaki demokrasiden bahsetmediğini ifade ediyor. Bu açıklamalardan sonra bu bölüm ile ilgili açıklamalarımızı yapalım. Seçim sistemini şahitlik olarak gören yazar, seçmende şahitte bulunması gereken şartların bulunması kaydını belirtiyor. Yani seçmenin adil ve iyi hal sahibi olması lazımdır. Okuyunca bir duraksama yaşadığım kısım ise demokrasinin İslam’ın özüne uygun olduğunu belirten kısım oldu. Yazara göre demokrasinin anlamı; milletin kendisini yönetecek kişileri hür iradesi ile kendisinin seçmesi, onları denetlemesi, haktan saptıkları zaman yapılan nasihatleri ve uyarıları dinlemedikleri takdirde onları milletin görevden azletme hakkının olmasıdır. Allah tarafından emredilen işlere aykırı işler yapmayı “açık bir küfür” olarak benimseyip, “Allah tarafından delili bulunan konularda reddetme gibi bir İslami siyasi ilkelerin fiilen gerçekleşebildiği bir sistem olarak insanlar demokrasiye davet edilmelidir.” açıklamasında bulunuyor. Demokrasiyi Allah’ın hâkimiyetine alternatif olarak halk hâkimiyeti olarak anlamamak gerektiğini, Anayasa’ya “Şeriatın kesin hükümlerine aykırı olan her kanun batıl- dır.” şeklinde bir madde eklenebileceğini belirtiyor. Ayrıca yazar bu bölümde çoğunluğun hâkimiyetinin İslam’a aykırı olup olmadığıyla ilgili ve Şura Meclisinin kararlarının bağlayıcı olduğuyla ilgili açıklamalar yapıyor. İslam devletinde çok partili hayatın nasıl olacağı ile ilgili değerlendirilmelerin de bulunduğu bu bölümde, kadınların milletvekili adayı olup olamayacağı gibi hususlarda çeşitli görüşlerin ve delillerin ışığında değerlendirmeler yapılıyor. Son olarak Gayri İslami Bir Hükümete Ortak Olmak başlığı altında bazı genel ve temel kaideler ışığında hangi şartlarda bunun mümkün olabileceği ile ilgili görüşlerini açıklıyor. Ayrıca bu başlık kapsamında çeşitli âlimlerin fetvalarına da kitapta yer veriyor. Gayrimüslim kimselerin milletvekilliğine aday olup olmaması ile ilgili açıklamalar ile kitap son buluyor. A E MEDENİYET T V DE RG İSİ AD LE Sinema >> Ali Şükrü Yenilmez FİLMDEKİ KARAKTERLER BİR "ARAYIŞIN" İÇİNDEYKEN EKRAN BAŞINDAKİ İZLEYİCİNİN FARKINDALIK KAZANACAĞI; YANİ ASIL ARAYIŞA İZLEYİCİNİN DÜŞÜP SONUNDA GERÇEKLERİ BULACAĞI BİR FİLM. SAVAŞLARIN KAZANANLARI YOKTUR. HER İKİ TARAF DA BİR ŞEYLER KAYBEDER MESAJI DA YER EDİNMİŞ FİLMİN İÇİNDE. ............................. 59 ............................. Mart-Nisan-Mayıs kaybettiği ablası onu aramaktadır. Başka bir karakter ise 20 yaşındaki bir Rus gencidir ve onun nasıl zorla askere alındığı ve orada tabiri caizse nasıl "psikopatlaştığı" anlatılmaktadır. Ayrıca, Avrupa Birliği görevlisi bir bayan savaştaki sivillerin durumunu inceleyip rapor sunmak için bölgede araştırma yapmaktadır. Bir gün oturup mazlumların dertlerini daha iyi anlamak ve hatta bu dertlere ağlamak istiyorsanız gerçekten izleyebileceğiniz nadide filmlerden. Vicdanınızı en derin yerlerine kadar titreteceğinden emin olabilirsiniz. Filmdeki karakterler bir "arayışın" içindeyken ekran başındaki izleyicinin farkındalık kazanacağı; yani asıl arayışa izleyicinin düşüp sonunda gerçekleri bulacağı bir film. Savaşların kazananları yoktur. Her iki taraf da bir şeyler kaybeder mesajı ince ince işlenmiş. O dönemde o coğrafyada yaşanan vahşet, savaşan her iki tarafın ve hatta tarafsız olanların da gözünden sosyolojik ve psikolojik olarak yansıtılmıştır. adalet ve medeniyet Arayış filmi günümüz dünyasında emperyalist güçlerin insanları nasıl vatanlarından çıkardıklarını, bunu hangi asılsız gerekçeler uydurarak yaptıklarını, zulümlerini, aç gözlülüklerini ve her şeyden de öte zulmettikleri insanların -hele ki çocukların- hallerini başarılı bir şekilde ekrana taşımaktadır. Filmle ilgili bazı bilgilere değinecek olursak şöyle anlatabiliriz: Film, ikinci Çeçen savaşının yaşandığı 1999 yılında ucu birbirine dokunan farklı hayatları anlatmaktadır. Bunları zulmeden taraf, zulme uğrayan taraf ve buna sessiz kalan batı olarak özetleyebiliriz sanırım. Fransız yapımı film 2015 yılında vizyona girmiştir. Oskar ödüllü yönetmen Michel Hazanavicius'un dram-savaş filmi türündeki başarılı bir filmidir. Filmde savaş sırasında bir Çeçen köyünde ailesi gözlerinin önünde katledilen bir çocuğun, tek başına neler yaşadığı kimlerle karşılaştığını anlatılır. Bir yandan da >> Necmettin Mesut Sever/Bilgisayar Programcısı Neden Türkiye Siber Saldırıların Hedefi haline geldi? Ülkemiz internet saldırı haritasından bakıldığında (Attack Map) en çok saldırı alan 10 ülke arasında yer almaktadır. Bununla beraber son dönemdeki saldırıların gerekçesi olarak Rusya ile yaşanan Uçak krizi ve Suriye politikaları gösterilmektedir. Siber Saldırılar Hangi Merkezden Yapıldı? Siber saldırılar, saldırganların konum, erişim bilgilerinin kolay tespit edilememesi için genelde yurt dışından gerçekleştirilir. Ayrıca saldırganlar bu şekilde uluslararası hukukun zor işlemesi hatta işleyememesinden de faydalanmaktadırlar. Ülkemize yapılan siber saldırılar da yurt dışından farklı merkezlerden gerçekleştirilmiştir. Zaten hacker grupları genelde farklı coğrafi bölgelerde yaşayan ama aynı hedefe kilitlenmiş insanlardan oluştuğu için saldırıların yurt dışından ve birden fazla merkezden gerçekleşmesi gayet normaldir. adalet ve medeniyet Saldırıların Amacı Neydi? Saldırıların temel amacı, halk tarafından çokça kullanılan devlet kurumları, bankalar gibi organlara zarar vererek bunları işlemez hale getirmek, halkı korku, kaygı ve paniğe sevk ederek halkın ülkesine, devletine olan güveni zedelemek. Aynı zamanda saldırılan ülkenin ve yönetiminin yurt içinde ve yurt dışındaki itibarını zedelemek, itibarsızlaştırmaktır. ............................. 60 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Devlet Kurumları Bu Saldırılardan Zarar Gördü mü? Ülkemizde resmi kurumlarda kullanılan herkesin bilgilerinin tutulduğu veritabanları birden fazla yedek sunucu ile sürekli asıl makineden kendini günceller (replace) şekilde hackerlar ve ülkemize yönelik siber saldırılar çalışmakta, yani asıl sunucuya erişilemediğinde gerekli bilgiler diğer sunuculardan da temin edilebilmektedir. Ayrıca devlet kurumlarında kullanılan programlar ve bu programların çalıştırıldığı bilgisayarlar noktadan noktaya bağlantı ile yani kapalı devre çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bir hacker’ın bu sisteme erişebilmesi için ya içeriden kendisine bir ortak bulması lazım ya da otuza yakın güvenlik duvarını tek tek aşması lazım ki bu oldukça zor bir ihtimal. Şayet bir gün hacker’lar devletin elektronik alt yapısının arka planına erişmeyi başarırsa işte o zaman gerçekten bir felaketin eşiğindeyiz demektir. Özel Kurumlar ve Bankalar bundan ne kadar zarar gördü? Bu Saldırıların Halka yansıması nasıl oldu? Bankaların internet sitelerine erişimde zaman zaman ufak tefek problemler yaşandı ama halk tarafında çok fazla bilinmese de biz ülke olarak siber saldırılara alışkın olduğumuz için çok ciddi problemler yaşamadık. Örnek vermek gerekirse sadece AVM’de, Market’te, Petrol’de alışveriş yapan bir vatandaşın kredi kartı pos cihazında tek seferde çekmedi hata verdi ama ikinci, üçüncü denemede işlem yaptı. Siber Saldırılarda Sıkça Kullanılan Yöntemler ve DDOS Saldırıları (Hizmet Dışı Bırakma) Dünya genelinde siber saldırılarda kullanılan çok farklı yöntemler olsa da bunların en çok tercih edileni DDOS saldırılarıdır. DDOS saldırıları ile hedeflenen internet sitesine giden tüm yollar tıkanarak ya da çok yavaş işler hale getirilerek diğer kullanıcıların bu siteye erişimi engellenir. Örnek olarak altı şeritli ve çok hızlı işleyen bir otobanın saatte 20-30 km hızla giden tırlar ile işlemez hale getirilmesini söyleyebiliriz. Aynı şekilde 4 kişilik bir asansöre 8 kişi binildiğinde asansörün bozulması gibi de düşünebiliriz. Hacker grupları tarafından oluşturulan on binlerce sanal makine aynı anda tek bir internet sitesine erişmeye kalktığında o internet sitesinin bant genişliği ve trafik değerlerini alt üst ederek erişilemez hale getirmekteler. Bu durumun bir benzeri eski yıllarda üniversite sınav sonuçları açıklandığında da yaşanmaktaydı, on binlerce kişi aynı anda sınav sonucuna bakmak için ÖSYM’nin internet sitesine yüklendiğinde site erişilemez hale geliyordu. Burada şunu da belirtmek lazım, DDOS saldırıları sadece saldırılan internet sitesini geçici olarak hizmet dışı bırakmaya yarar, yani o internet sitesinin bilgilerini ele geçirme v.b. bir durum söz konusu değildir. Ayyıldız Tim: 2002 yılında Cedkan Bir Yafes nickli kullanıcı tarafından Yeni Zelenda’da kurulan vatansever bir hacker grubudur. Grubun kurulduğu günden bugüne birçok hack faaliyeti olmuş ise de adını genel olarak ABD Savunma Bakanlığının internet sitesini hackleyerek duyurmuştur. Aynı zamanda ülkemize karşı yapılan Siber Saldırılara misliyle yanıt vermesiyle de bilinir. En son ülkemize yapılan saldırıları üstlenen Anonymous adlı Hacker grubunun internet sitesini hacklemiştir. Anonymous: 2003 yılında kurulan bu hacker grubu adından da anlaşılacağı üzere “Anonymous” yani Anonim bir yapıya sahiptir ve birçok ülkeden üyesi bulunmaktadır. İlk saldırılarında halk yanlısı ve devlet karşıtı tutumlar sergileyen bu hacker grubu, ilerleyen zamanlarda bu tutumunu değiştirerek siyasi olaylara müdahil olmaya başlamıştır. Ayrıca çok uluslu bir hacker grubu olmasının yanı sıra grubun içerisine MOSSAD, CIA ve KGB gibi istihbarat örgütlerinin ajanlarının sızdığı ve bu ajanların yönlendirmeleri doğrultusunda bazı saldırıların gerçekleştiği hususu da sıkça konuşulmaktadır. Yurt Dışından Erişim Engeli Saldırıların birçoğu DDOS saldırısı olması ve Yurt dışından gerçekleşmesi nedeniyle internet sitelerinin veya bilgilerinin bulunduğu sunucu yurt dışından erişime kapatıldığında Hacker saldırıları bir ölçüde engellenebilmekte ancak hackerların yurt içerisinde kendilerine köprü vazifesi görecek cihazlar ya da paydaşlar bulmaları halinde bu güvenlik önlemi faydasız kalabilmektedir. Birden Fazla Sunucudan Yayın DDOS Saldırıları ve diğer ataklardan korunmanın bir yolu da birden fazla sunucu kullanmaktır. Yedek sunucular kendisini periyodik olarak Veritabanı’nın bulunduğu ana sunucu ile eşitlerse (replace) sunuculardan birisine zarar gelmesi sistemin işlemesine zarar vermez. Aynı zamanda internet sitesinin bulunduğu sunucuya DDOS saldırısı yapılırsa, internet sitesi birden fazla sunucudan yayın yapacak şekilde dağıtılır ve böylelikle saldırının etkisi azaltılır, internet sitesine erişim kolaylaşır. Dinamik Yerine Statik İnternet Siteleri Hali hazırda birçok devlet kurumumuz tarafından dinamik, yönetim paneli olan siteler yerine statik HTML tabanlı siteler tercih edilmekte, bu tercih sitenin dinamik sitelere kıyasla hacklenmesini zorlaştırır. ............................. 61 ............................. Mart-Nisan-Mayıs Beyaz Şapkalı Hacker Eğitimleri Bilindiği üzere yurt dışında Beyaz Şapkalı Hacker kuruluşları var, bu kuruluşlar internet sitelerinin, sunucuların, siber uzmanlık isteyen sistemlerin arka planlarına, veritabanlarına sızıp ve diğer açıklarını bularak rapor etmeler. Bu sayede bu hizmeti alan firmalar veya devlet kurumları bu eksikleri giderip siber saldırılara karşı daha güçlü hale gelmekteler. Ülkemizde de geçtiğimiz yıl içerisinde TSE tarafından Beyaz Şapkalı Hacker eğitimi verilmeye başlandı. Ayrıca MEB tarafından ilkokul öğrencilerine yönelik kodlama dersi verilmesi gündemde, inşallah bu eğitimler neticesinde gelecekte Siber Saldırılara karşı daha uzman bir ekiple mücadele edileceğine inanıyorum. adalet ve medeniyet Anonymous ile Ayyıldız Tim arasındaki ilişki nedir? Anonymous geçmiş yıllarda yine ülkemize karşı bir siber saldırı başlatmıştı, bu saldırı esnasında Ayyıldız Tim Anonymous’un sitesine saldırıp hackleme safhasına geldiğinde Anonymous bir daha Türkiye’ye saldırmayacağına dair söz verdi ve kendi sitelerine karşı olan saldırının sonlandırılmasını istedi. Ayyıldız Tim bunu kabul etti ve bu şekilde saldırı sonlandırıldı. Ama son dönemde Anonymous tekrar ülkemize karşı saldırıda bulununca Ayyıldız Tim tarafından aralarındaki anlaşmayı bozdukları gerekçesiyle internet siteleri hacklendi. Siber Saldırılara Karşı Devlet Tarafından Alınan Önlemler ve Korunma Yolları USOM – SOME: Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı kapsamında geçtiğimiz yıl kurulan Ulusal Siber Olaylara Müdahale Merkezi (USOM) ile Sektörel ve Kurumsal Siber Olaylara Müdahale Ekiplerinin (SOME) oluşturulmasıyla siber saldırılara karşı organize bir eylem planı yürütecek yapılar oluşturulmuş oldu. >>> "Ey Ölüm meleği! Acele et ve ruhumu al ki artık Cennet'te yemek yiyeyim. Ben çok açım." >> Abdullah Efdal Tiryaki adalet ve medeniyet ............................. 62 ............................. Kocatepe Üniversitesi Hukuk Öğrencisi Mart-Nisan-Mayıs Biz tokuz kardeşim. Hak etmediğimiz kadar tokuz. Tokluğumuzdan gaflet uykusuna dalmışız da hâla uyanamamışız. Öyle bir uyku ki yanı başımızda zalimin pençesindeki kardeşlerimizin çığlıklarını, ıstıraplarını duymaz olmuşuz. Anaların yüreklerine düşen ateşlerde bizim de odunumuz varmış da bihaber yaşamışız. Elhamdülillah uyandık kardeşim. Uyandırdın bizi. Mektubun bir hançer gibi saplandı yüreğimize, uyanmamak elde değil. Uyandık, uyandıracağız kardeşim. Ümmet bilincini namütenahi gayretimizle aşılayacağız bu millete İnşallah. Uyanmayanlar da elbet bir gün uyanacaklar kardeşim. Belki zalimin nefesini enselerinde hissettikleri gün yahut unuttukları ölüm meleği gelir de uyandırır onları bir gün. >> Alparslan Boz Ankara Üniversitesi Hukuk Öğrencisi Benim imanı büyük bedeni küçük kardeşim, Sen ki açlıktan yazarken bu satırları, dağlarken yüreklerimizi bu satırlarla bizler ki memnuniyetsizizdir her şeyden. Mesela canımızı sıkar tuttuğumuz takımımızın yenilmesi. Neden alınmamıştır ki o son model telefon. Neden sevmemiştir ki sevdiğimiz bizi. Yani açlık ve savaş uzaktır bize. Bir nebze aç kalırız Ramazanda, onda bile sahurda hesaplarız iftarda ne donatacak soframızı diye. Bolca nimeti vardır Rabbimizin bize verdiği. Ama senin gösterdiğin şükrü ve memnuniyeti göstermeyiz ona. Bizler ki cimriyizdir kardeşim. Gerekli gereksiz her şeye harcarken paralarımızı sizlere yardım göndereceğimiz zaman 5 lira fazla mı diye düşünürüz. Senin anlayacağın bizler ki dertlenmeyiz senin derdinle, bizler ki dertlenmedik Filistin’le, Irak’la ve daha nicesiyle... Oysa ne diyordu âlemlere rahmet efendimiz: Müslüman’ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir. Affet bizi güzel kardeşim bizler dertlenemedik senin, sizlerin derdiyle. Evet, suçluyuz ümmet olarak ve ne desen haklısın bize ama sen gitmek istediğin yerde yani cennette şikâyet etme olur mu bizi güllerin efendisine derdimle dertlenmediler diye. >> Merve Meryem Kıran >> Muhammet Fatih Aykurt Selçuk Üniversitesi Hukuk Öğrencisi Günahsız bir melek gibi cennete uçan şehit kardeşim. Şu an seninle beraber olmayı o kadar çok isterdim ki. O güzel cennet bahçelerinde dünyadaki tatlarından binlerce kat güzel yemekleri senle beraber yiyebilmek ne büyük bir lütuf olurdu. Senin şu anki halini annen, baban, kardeşlerin görseler eminim çok mutlu olurlardı. Allah'a senin gibi günahsız hesapsız kavuşmak ne büyük nimet, eminim onlar da bilirler bunu . Bilirler de evlat acısı bambaşkadır herhâlde. Hani hazreti Hüseyin'i de etrafını çevirip , nehrin kıyısında olmasına rağmen ona ve senin gibi küçük yavrucaklara su içirmemiş onları da aç ve susuz bırakarak Kerbela'da birçoğunu şehit etmişlerdi ya. Sana da bu açlığı yaşatanlar o zaman olduğu gibi şimdi de ancak kandan, ölümden, sömürgeden, beslenen zalim insanlardır. Sen bu kutlu yolda şehit olan, onlar gibi bir nefersin inşallah. Geride bıraktığın tüm ailene sabırlar dilerim. Sen bizlerin uyanışına, bu ibretlik cennete uçuşun ve yazdıklarınla vesile oldun. Dilerim Allah'tan ki insanlık bu hırs ve zalimliğinden vazgeçer, dünyada herkesin kendine yetecek kadar bir kap yemeği olur. Seni bu halde ölüme gönderen insanları bizler asla affetmeyeceğiz. Allah elbet nurunu tamamlayacak. Dünya İslam’ın adaletiyle şereflenecektir. Ruhun şad olsun… Arş. Gör. Dr. YBÜ Tıp Fakültesi ............................. 63 ............................. Mart-Nisan-Mayıs mezken biz, sen bir melek oldun. Göz açıp kapayıncaya dek geçip giden şu fani âlemde sen cennete uçtun melek. Biz kararan vicdanlarımızla senin mektubunun etkisi ile vicdanlarımızı temizleyebileceğini ümit ettiğim gözyaşlarımızla baş başayız şimdilerde. Küçücük bir beden açlıkla mücadele ederken biz belki de nefsimize güzel gelen nelerin peşindeydik. Belki de verdiğimiz sözün büyüklüğünü unuttuk güzel çocuk. Bir çocuğun ağlaması dağlarken içimizi, ümmetin yetimleri açlıktan ölüyordu. Ne yazık ki; biz bunu bir türlü önleyemiyorduk. Melek! Şu an cennet bahçelerinde sıkıntılarını unutmuş, oyun oynuyor ve belki buradaki kardeşlerin için dua ediyorsun. Cennete gelip yemek yesinler diye… Bizler için de dua et. Bizleri Rabbimiz hidayete erdirsin. Bizleri de bu ruh açlığından kurtarsın. Ümmetimizi, bizi affetsin. İslam şuuru nasip etsin. Ömer İbni Hattab (r.a.) gibi bir koyunun sorumluluğunu hisseden; gece sırtında erzak taşıyan, sırtı nasır tutmuş Zeynel Abidin (r.a.) gibi bir şuur nasip etsin. Rabbimiz bizleri doğru yola ilet. Âmin. adalet ve medeniyet Sevgili melek; “Melek” dedim. Çünkü sana hitap edecek daha güzel bir kelime bulamadım küçük yavrum. Senin masumiyetini ve bizim kalplerimizin, bizim yaşayışımızın, bizim dünyamızın ne kadar karardığını ifade edebilecek bir kelime bulamadım. Aramızdan bir melek olarak ve “Ben açım diyerek” ayrıldın. Boğazım düğümleniyor bunu düşündükçe. Biz şükrünü bilemediğimiz nice nimetlerin içinde şükürsüzlük ve nankörlükle yaşarken, bir lokma ekmek bulamayan bir yavrunun açlığı boğazıma düğümleniyor. Sonra daha iyi anlıyorum, daha önce anlayabildiğimi zannettiğim şu hadis-i şerifin zarafetini: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Peki, komşu çocukları açlıktan ölürken şimdi biz kimdeniz? Kimiz? İsraf, israf ve israf içinde kalbimizde kalan son latifemiz ancak dökülen yemeğe, atılan ekmeğe bir nebze üzülürken, israf olan hayatlarımızla, elini tutamadığımız kayıp giden hayatlarla, açlıkla, ölümle, soğukla koyun koyuna yatan yavrularımıza, kardeşlerimize ne zaman üzüleceğiz, kahrolacağız? Ne zaman “Ensar” olacağız bunu bile- >>> Sempozyum İNSAN HAKLARI PERSPEKTİFİNDE MÜLTECİLİK SEMPOZYUMU DOÇ. DR. MURAT ERDOĞAN: ÜLKEMİZDE 4 YAŞIN ALTINDA 500 BİN ÇOCUK BULUNMAKTADIR. BU ÇOCUKLAR YASAL STATÜLERİ NE OLURSA OLSUN BU ÜLKENİN ÇOCUKLARIDIR. MÜLTECİLER BİR İSTATİSTİKİ BİLGİ DEĞİLDİR, HER RAKAM BİR CANI, BİR İNSANI İFADE ETMEKTEDİR. adalet ve medeniyet ............................. 64 ............................. Mart-Nisan-Mayıs İHH GENEL BAŞKANI BÜLENT YILDIRIM: DÜNYADAKİ MÜLTECİLERİN % 80’İNDEN FAZLASI İSLAM TOPRAKLARINDA. DÜNYANIN EN FAKİR ÜLKELERİNDEN OLAN BANGLADEŞ 1.5 MİLYON MÜLTECİYE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR. ............................. 65 ............................. Mart-Nisan-Mayıs ğini, mültecilerin yaşadıkları problemlere tüm insanlığın şahit olduğunu bu problemlerin giderilmesi noktasında herkesin bir şeyler yapabileceğini ifade etti. Moderatörlüğünü İstanbul Üniversitesi Milletlerarası Özel Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kerem Faruk GİRAY’ın yaptığı, Mülteciliğin ekonomik, siyasi ve insani boyutunun ele alındığı 1. Oturum’da Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuray EKŞİ 1951 Cenevre Konvansiyonu’ndan Bugüne Mülteci Tanımı başlığı altında yaptığı konuşmasında Türkiye’ye dünyanın birçok yerinden mülteci geldiğini, Avrupa’dan gelen mülteciler ile doğudan gelen mültecilerin aynı statüye koyulmadığını, Doğudan gelenlerin şartlı mülteci kapsamına alındığını ve güvenli bir 3. Ülke bulmak şartıyla Türkiye’ye girmelerine izin verildiğini ve geçici ikamet iznine tabi tutulduklarını, sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle zulüm görme korkusu yaşayan kişilere mülteci statüsü tanındığını, tanım ve şartlar aynı olmakla birlikte Avrupa dışından gelen kişilere şartlı mültecilik statüsü- adalet ve medeniyet Bu yıl ilki düzenlenen İnsan Hakları Perspektifinde Mültecilik Sempozyumu 10-11 Aralık 2015 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, İHH İnsani Yardım Vakfı, Memur-Sen ve İstanbul Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen sempozyuma akademisyenler, hukukçular ve konunun uzmanları iştirak etti. Sempozyuma bürokratlar, dünyanın farklı bölgelerinden sivil toplum kuruluş temsilcileri, muhtelif fakültelerde öğrenim gören öğrenciler yoğun ilgi gösterdi. Oturumlarda tebliğciler dışında soru sormak veya konuyla alakalı bilgi ve görüşlerini paylaşmak suretiyle katkı sağlamak isteyen tüm izleyici ve katılımcılara da fırsat tanındı. Sempozyum, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Cemil BİLSEL Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Sempozyum açılışında konuşan Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkanı Av. Uğur YILDIRIM dünyanın daha adil daha yaşanabilir bir yer olması için insanlığın ortak vicdanının ürettiği değerler manzumesi olarak kabul gören İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin, adaletin ve dünya barışının temeli olarak insana insan olduğu için değer veren insanlık tarihinin en önemli kazanımlarından biri olarak görüldüğünü, buna rağmen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan insana dair olmazsa olmaz denilen hakların hiçbirinin mültecilere tanınmadığını, mültecilerin yaşam haklarının önlerine çekilen güvenlik duvarlarıyla ihlal edildiğini, adil yargılanma hakkından bahsetmenin mümkün olmadığını, öncelikle mültecilerin bulundukları ülkelerde haklarını arayabileceklerine dair bir olgu ve pratiğin gelişmesi gerektiğini ifade etti. İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Av. Bülent YILDIRIM, açılış konuşmasında dünyadaki mültecilerin % 80’inden fazlasının İslam topraklarında olduğunu, Avrupa’nın sadece akademisyen ve bilim insanı olan mültecileri kabul ettiğini, dünyanın en fakir ülkelerinden olan Bangladeş’in 1.5 milyon mülteciye ev sahipliği yaptığını, Türkiye’nin mültecilere çok iyi maddi imkanlar sağladığını fakat gelen mültecileri meslek gruplarına göre tasnif etmek gibi daha kapsamlı projelerin de yapılması gerekti- >>> SURİYE TÜRKMEN BİRLİĞİ BAŞKANI SAMİR HAFEZ: SURİYE’DE DEVLET DESTEĞİYLE 1150 OFİS AÇILMIŞTIR. BU OFİSLER SURİYE’Yİ BOŞALTMA PLANI ÇERÇEVESİNDE HALKI GÖÇ ETTİRMEK İÇİN ÇALIŞMAKTA VE İNSANLAR 180 DOLARA GEMİLERLE ÜLKEDEN GÖNDERİLMEKTEDİR. adalet ve medeniyet ............................. 66 ............................. Mart-Nisan-Mayıs nün tanındığını ifade etti. İltica Sebepleri ve İltica Hareketlerini anlatan İnsan Hakları Aktivisti Ahmet MERCAN sivil toplumun, mültecilerin yaşayacağı problemler noktasında öngörülerinin olması gerektiğini ve bu problemlerin yaşanmaması için harekete geçilmesinin önemini belirtti. Mültecilerin yaşadığı hak ihlalleri başlıklı konuyu anlatan Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Av. Abdulhalim YILMAZ, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu çerçevesinde yaşanan sıkıntıların kanundan değil uygulamadan kaynaklı sıkıntılar olduğunu ifade etti. AID Uluslarası Doktorlar Birliği’nden Uzm. Psikolog Tuğba ÖZTÜRK mültecilerin yaşadığı sosyal ve psikolojik problemleri anlattı. Savaşın kadın ve çocuklar üzerinde yarattığı etkiden bahseden ÖZTÜRK, savaşa maruz kalıp travma yaşayan çocukların, sığındıkları ülkede ikincil bir travma yaşadığını ifade etti. Moderatörlüğünü Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı Av. Muaz YANILMAZ’ın yaptığı 2. Oturum’da Entegrasyon Politikaları, Sorunlar ve Çözüm Önerilerini konuşan Avrupa Parlementosu 4. ve 5. Dönem Milletvekili Ozan CEYHUN, mülteciler adına yapılabilecek en anlamlı şeyin AB, BM gibi uluslararası güçlere sivil baskının arttırılmasının olacağını ifade etti. Göç Alan Toplumlarda Mültecilik Algısını anlatan İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf ADIGÜZEL, dünyadaki 59.5 milyon mültecinin büyük çoğunluğunun Müslüman nüfusunun yoğun olduğu topraklarda yaşadığını, toplumun mülteci algısını basın ve medyanın şekillendirdiğini belirtti. Mültecilik Algısında ve Mülteci Sorunlarına Yaklaşımda Medyanın Rolünü açıklayan Star Gazetesi Yazarı Ardan ZENTÜRK, basın ve medyanın tehdit algılamalarını manşete taşımayı sevdiğini, medyanın özellikle de Batı medyasının mülteciyi canavarlaştırma eğiliminin olduğunu, toplumunsa bu noktada araştırmaya yönelmeden medyanın paylaştıklarıyla yetindiğini ifade etti. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Marmara Temsilcisi Av. Elif Selen AY mülteci sorununda sivil toplum kuruluşlarının rollerini, çözüm katkılarını ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile sivil toplum kuruluşlarının işbirliğini anlattı. Moderatörlüğünü İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkan Yardımcısı Durmuş AYDIN’ın yaptığı 3. Oturum’un başlığı Güncel Mülteci Krizlerine Yakın Bakış idi. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr. Murat ERDOĞAN yaşanan mülteci krizlerini, çarpıcı rakam ve istatistiklerle ifade eti. 500 bin tane 4 yaşın altında çocuk olduğunu, bu çocukların artık yasal statüleri ne olursa olsun bu ülkenin çocukları olduğunu, ayrıca istatistiklerde verilen her bir rakamın bir insanı ve canı ifade ettiğini, mültecilerin bir istatistik sayısı olmadığını belirtti. Suriye Türkmen Birliği Başkanı Samir HAFEZ, Suriye’de devlet desteğiyle 1150 ofis açıldığını, bu ofislerin halkı göç ettirmek için çalıştığını, bunun bir boşaltma planı olduğunu, insanların 180 dolara gemilerle ülkeden gönderildiğini, ülkenin boşaltıldığını ve boşaltılmaya da devam edileceğini, mültecilerin hastalandığında hastaneye, haksızlığa uğradığında karakola nasıl başvuracağını bilmediğini ifade etti. Filistin Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed MESHEINESH, Filistinliler ile ilgili 3 tane önemli kanunun olduğunu belirterek, 1947 Birleşmiş Milletlerin 181 numaralı kararına göre Filistin'i üçe bölme kararı alındığını, Filistin Arap Devleti’nin % 43, Yahudi Devleti’nin %56, uluslararası himayede Kudüs’ün %1 toprağa sahip olduğunu, bu kararın hiçten bir İsrail devleti kurma anlamına geldiğini, Yahudiler’in Filistin'in sadece % 6’sına sahipken Birleşmiş Milletlerin % 56 toprak verdiğini, Birleşmiş Milletlerin Filistinlilerin can ve kanı üzerinde devlet inşa ettiğini, Filistinlilerin o yıllardan bu yana dünyada mülteci durumunda olduğunu ifade etti. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde başlayıp ertesi gün de devam eden İnsan Hakları Perspektifi’nde Mültecilik Sempozyumu yapılan 3. Oturum’un ardından sona erdi. Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım: Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım: Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhitimde dönen mâtem ki!.. mahlûku görün: a ar k as m n ile n e d t e y Medeniy , tükürün! n rı as a ın ân d ic v li e k Tükürün mas Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan? Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu! Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsran-ı mübin… Ezilir ruh-i sema parçalanır kalb-i zemin! Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar: Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar! Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler! Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler! «Medeniyyet» denilen vahşete lânetler eder, Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler! Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden! Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden! Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat; Sonra namusuna kurban edilen bunca hayat! Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! Göğsü baltayla kırılmış memesiz valideler! Teki binlerce kesik gözdeye âid kümeler: Saç, kulak, el, çene, parmak… Bütün enkaz-ı beşer! Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından, Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can! İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün, Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün! Müslümanlıkları biçarelerin öyle büyük Bir cinayet ki: Cezalar ona nisbetle küçük! Mehmet Âkif Ersoy Ey, bu toprakta birer nâ’ş-ı perîşan bırakıp, Yükselen, mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp; Sanmayın: Şevk-i şehadetle coşan bir kan var… Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var! Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza! Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza! Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark’ın, tükürün! Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün! Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere! Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne! Tükürün onların asla güvenilmez sözüne! Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün: Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün! Hele i’lânı zamanında şu mel’un harbin, «Bize Efkâr-ı umûmiyyesi lazım Garb’ın; O da Allah’ı bırakmakla olur» herzesini, Halka iman gibi telkin ile dinin sesini Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!.. Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün… Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lazım! Artık ey yolcu bırak… Ben, yalınız ağlayayım! Tarlaları Bağları Otlukları Yaktı düşman uçakları Kör kör Perişan bakıyor Kupkuru meyve ağaçları Bu gün Göçüyoruz köyümüzden Hicret ediyoruz Diyor dedem Bir kaç bohça Bir iki sepet İki üç resim Alabildik evimizden On gündür dağ yollarında Saklanarak gündüzleri Yürüyerek geçeceğiz sınırı Gece dağ yollarında Ağlıyorum Ellerinde köyümüz günlerdir Ağlıyorum Düşman postalları Avlumuzda Evlerimizi yıkıyor Yakıyor düşman Güçlenerek geleceğim bir gün Dünya şahit olsun Tokatlayacağım alçakları Bilsin dünya Duracak değilim orada da Saldıracağım Rusya içlerine Oluncaya kadar bizim Taşkent Buhara da Cahit Zarifoğlu Hicret Taze Güçlü bir kandır damarlarımda