BALKAN HARBİNDE OSMANLI DONANMASI’NIN iCRA ETTİĞİ GÖREV- HAREKÂT İLE SONUÇLARININ İNCELENMESİ GİRİŞ XX. yüzyıl başlarında, Osmanlı Devleti’nin kara kuvvetlerinin yanında deniz kuvvetlerinin de caydırıcılığını kaybetmesi ile iştahları kabaran ve büyümek hırsı içinde olan Balkan Devletleri, büyük devletlerin de teşvikiyle Osmanlı Devleti’ne saldırmak için bahane arıyorlardı. Bu arada Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaşmasını değerlendirmek isteyen Balkan Devletleri, 1912 yaz ayları başından itibaren; Makedonya ve Trakya’da ıslahat yapılması ve buraları kendi koruyuculukları altına almak üzere, bazı isteklerle harekete geçtiler. Sırp, Bulgar, Yunan çeteleri aracılığı ile yaptıkları girişimler Makedonya’da havanın daha da gerginleşmesine neden oldu. Osmanlı Donanması Seyir Halinde Neticede Balkanlardaki Osmanlı egemenliğine son vermek ve bunun için Türklere karşı birlikte savaş yapmak düşüncesi ile aralarındaki çekişmeleri bir tarafa bırakan Balkan devletleri, Bulgaristan’ın çevresinde Balkan birliğini meydana getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin hazırlıksız yakalandığı Balkan Savaşı’ndan önce devlet yönetiminde ciddi değişiklikler olduğu gibi Ordu da peş peşe yaşanan isyanlarla, meşrutiyetin ilanı ve korunması çabalarıyla çok yıpranmıştı. Bilhassa genç komutanlar asli vazifelerinin dışında ordunun ve memleketin ıslahına ilgi gösteriyordu. 31 Mart vakasından sonra (13 Nisan 1909) komutanların kemikleşmiş bir vaziyette “ittihatçı”, “itilafçı” ve “Halaskaran-Kurtarıcı” şeklinde gruplaşması, çoğu makamlara genç kurmaylarla emir subaylarının hâkim olması, ordudaki tahribatı arttırmıştı. Balkan Savaşı öncesinde Osmanlı birlikleri her türlü tedbirden uzak bir anlayışla, Türk düşmanlığı malum olan İngiliz ve Rus baskıları ile harpten önce 120 tabur terhis ettirilmiş Rumeli’deki tek güvenlik unsuru da yok edilerek devletin geleceği özellikle Balkan toprakları çok büyük bir tehlikeye atılmıştı. Balkan Savaşı’nın patlak verdiğinde Osmanlı Devleti peş peşe yaptığı affedilmez hatalarla, zaten yetersiz olan savaş gücünü azaltırken, Balkan Devletleri ise giderek hızlanan bir şekilde siyasi ve askeri ittifaklarla güç birliği oluşturmuşlardır. Türk birliklerinin normal olarak savunmaya geçip bir an evvel seferberliğini tamamlaması gerekirken, hatta bu konuda Türk kurmay heyetinden üst makamlara ulaştırılan; seferberliğin tamamlanmasına kadar, savaşın ertelenmesi, düşmanın oyalanması tavsiyesine rağmen Başkomutan Vekili Nazım Paşa’nın zamansız taarruz kararı ile başlattığı savaşta Osmanlı ordusu, birçok cephede birden savaşmak zorunda kalmış, baskın tarzında gelişen balkan ordularının taarruzlarını durduramamış. Büyük topraklar kısa bir sürede elden çıkmış, Ancak, Edirne ve Yanya gibi merkezlerden savunma savaşları yapılabilmiştir. 1 Bu başarısızlıklara rağmen bu durum basında farklı yazılmıştır. Sonuçta Türk ordusunda, panik çıkmış askerin sebepsiz yere firar etmesi söz konusu olmuştur. 24 Ekim 1912’de Bulgarlar Edirne’ye saldırıp şehri kuşatmışlar, diğer yandan Lüleburgaz’a çekilen Türk birliklerine saldırılarını sürdüren Bulgarlar, 28 Ekim 1912–2 Kasım 1912’de günlerinde Türk birliklerini bu hatta da bozguna uğratmışlar ve Türk birlikleri geri çekilirken yağışlı ve soğuk hava ile yol yetersizliği nedeniyle arkalarında önemli miktarda malzeme terk etmek zorunda kalmıştı. Kara savaşları bu şekilde olumsuz devam ederken, coğrafi mevki itibariyle tartışılmaz şekilde bir deniz imparatorluğu olan Osmanlı Devleti’nin Deniz Kuvvetleri’ne de savaş sırasında önemli görevler verildiğini ve donanmanın bu görevleri elinden gelebildiğince icra etmeye çalıştığını görüyoruz. BALKAN SAVAŞI ÖNCESİNDE OSMANLI VE BALKAN DEVLETLERİNDE DENİZ KUVVETLERİNİN DURUMU VE HAREKÂT PLANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Balkan Harbi başlangıcında eski ve yıpranmış gemilerden oluşan Osmanlı donanması uzun bir ilgisizlik devresinden sonra bir filiz gibi yeniden derlenip toparlanacağı sırada çıkan Trablusgarp (1911) savaşında “her an harekete hazır” olarak bir yıl boyunca Çanakkale Boğazı’nda hazır bekletilmesi donanmadaki daha önceki mevcut eksikliklerine yenilerinin eklenmesine ve oldukça yıpranmasına sebep olmuştur. Kusurları hızla gidermek en büyük görev olmasına rağmen, çeşitli nedenlerle donanmaya yeterlilik kazandırmak mümkün olamamıştır. Osmanlı Donanması Bunun karşılığında Osmanlı donanmasındaki tadilat programına ve diğer hamlelere daima anında karşılık olarak aradaki dengeyi muhafaza etmeye çalışan Yunanlılar, eski gemilerini İngiliz ve Alman fabrikalarında süratle onartmışlar, yeni gemiler almalarının yanında donanma kadrolarını da iyi yetiştirmek amacıyla Fransız uzmanlardan oluşan “Islahat Heyetleri” sayesinde personellerinin kalitesini her geçen gün daha çok arttırarak, deniz güçlerine ayrı bir üstünlük kazandırmışlardır. Osmanlı donanmasının ıslahında görev alan İngilizlerin daha çok şekle yönelik, oyalayıcı talim ve terbiye ile vakit geçirdikleri dönemde Yunanlılar da daha sonra İngiliz Islah Heyetleri’ne görev vermişler, en son savaş tekniklerine, bilgilerine, becerilerine ve taarruzi bir anlayışa sahip deniz personeline kavuşmuşlardır. 1908’deki II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Osmanlı Devleti’nden tamamen kopan Bulgaristan ise, süratle kendi çaplarının üzerinde olacak şekilde silahlanmaya başlamıştı. Diğer taraftan 1909’dan itibaren de istiklallerine karşı Osmanlı Devleti’nden bekledikleri muhtemel bir müdahaleye karşı özellikle “savunma ağırlıklı “ bir donanma inşasına yer vermişler, bilhassa Osmanlılara yönelik hazırlandıklarından dolayı, tıpkı karacı komutanlarını Rus uzmanlarına eğittirdikleri gibi, deniz subaylarını da yine Rus deniz uzmanlarınca eğitime tabi tutmuşlar hatta üst düzeydeki önemli görevlere bizzat Rus komutanlar atamışlardır. Tarafların harekât alanlarına bakacak olursak; Osmanlı Devleti’nin savaş öncesindeki coğrafi konumunu göz önüne aldığımızda deniz kuvvetlerinin harekât alanı denildiğinde; Karadeniz 2 ve Ege Denizi akla gelmektedir. Osmanlı Devletine düşman devletlerinin coğrafi şartları bu iki alanla birlikte Bulgarların Şarköy mıntıkasından Marmara’ya sarkmaları Marmara’nın da hareket alanı haline gelmesine, öte yandan Yunan deniz kuvvetlerini bölmeye, Yunanistan kıyılarındaki ikmali sabote etmeye yönelik Hamidiye’ nin “Akın Harekâtı” bu defa Adriyatik’i, Orta ve Doğu Akdeniz’i de hatta Kızıldeniz’i de harekât alanı haline gelmesi gibi sürprizlerle dolu yeni harekât alanları yaratmıştır. Bu savaşta Osmanlı Deniz Kuvvetleri’ne, Bahriye Nezareti’nin planlarına göre değil, Başkomutan Vekili’nin kara savaşı için hazırladığı planlara göre, Başkomutanlık Vekili tarafından donanmaya şu görevler verilmişti; öncelikle Karadeniz’de kuvvetli bir filo oluşturulacaktı. Bununla hem Bulgar limanlarının ablukası yapılacak, hem de Bulgar kıyılarındaki stratejik noktalar bombalanacaktı. Bu arada mümkün olursa Bulgar donanmasının imhası, gerektiğinde de Bulgar kıyılarına çıkarma yapma hazırlıkları oluşturulacaktı. Özellikle de ablukanın hedefi olarak Bulgarlara denizden gelmekte olan askeri nakliyat kesilerek, Bulgarların savaş gücü kırılacaktı Bu şekilde Osmanlı Donanması’nın bir kısmı Karadeniz’de görevlendirilirken, ana kuvvetler de Çanakkale’de tutulacaktı. Başkomutanlık, harbin kısa süreceğini düşündüğünden, hatalı bir kararla Adalar Denizi’nde hâkimiyetin Yunanlılarda olacağını hesap ederek bütün dikkatini kara savaşlarına çevirmişti. Buna karşılık Yunanlılar harekât planlarında öncelikle Osmanlı donanmasını kontrol ve imhaya yönelmişlerdi. Bunun için de ilk planda, Çanakkale Boğazı’na çok yakın olan adalardan birini ele geçirip bir ileri üs oluşturmak istemişlerdi. Daha sonra bu vasıtayla Boğaz’a hakim olmayı düşünmüşlerdi. Uzun süredir bu hedefler istikametinde hazırlıklarını geliştiren Yunanlılar, bu çerçevede şu kademelerden hareket ederek savaşı sonuçlandırmak istediler. İlk önce Limni’yi işgal edip Mondros Limanı’nı ileri üs yapmak, sonra diğer Ege Adalarını işgal etmek, daha sonra da denizlere çıkabilirse Osmanlı donanmasını yok etmek. Bu zaman zarfında Osmanlı deniz yollarını keserken, diğer taraftan Osmanlı kıyılarını vurarak panik yaratmak, Epir ve Makedonya’daki birliklerinin ikmallerini yapmak ve böylece sürekli Türk tarafına zararlar verdirmek, Osmanlı Devleti’ni kesin bir mağlubiyete uğratmak… Gerçekten Limni’ nin yanında İmroz ve Bozcaada’nın işgal edilmesi hatta Psara Adalarının işgali ile Osmanlıların en önemli geçitlerini tutarlarken; Osmanlı tarafından gelebilecek Yunan deniz kuvvetlerini gözetleme, Yunan kıyılarına taarruz tehditlerini de en aza indirmiş oluyorlardı. Yunanlıların Ege denizinin haricinde Yunan Denizi içinde önemli planları vardı. Çünkü bu deniz, daha çok Yunan nakliyatı için önemli idi. Preveze Limanı’nın işgali de Yunan donanmasının önemli hedeflerinden biri idi. Bu durumda Yunan donanmasının da Ege ve Yunan Denizi’nde iki cephede görevlendirilmesi söz konusu olmuş, ayrıca Osmanlıların Arnavutluk isyanını bastırmak üzere denizden de asker göndermesi üzerine bu sularda gemi bulundurmak zorunda kalmıştı. Balkan Savaşı’nda Bulgarların deniz kuvveti, Osmanlı ve Yunan deniz kuvvetlerine nazaran yok denecek kadar küçüktü. Bu sebeple Bulgar Deniz Kuvvetleri ellerindeki gemilerle tamamen savunmaya dayalı bir plan çerçevesinde hareket etmişti. SAVAŞTAN ÖNCEKİ HAREKÂT Osmanlı Kara Kuvvetlerinin seferberlik nakliyatı için savaştan önce Harbiye ve Bahriye Nezaretleri arasında ortak bir plan yapılmamıştı. Bu sebeple her şey savaşa çok yakın günlerde ve gündelik düşünülmüştür. Osmanlı Hükümeti savaştan önce Almanya’dan silah-cephane ısmarlamıştı. Savaş başlayınca özellikle Ege Denizi’ndeki ulaşım tehlikeye girince, silahların Köstence üzerinden getirilmesi düşünülmüştür. Bu bakımdan, Bulgar karasularından geçmesi gereken bu nakliyatın donanma tarafından korunması gerekmişti. Bu nedenle Osmanlı deniz kuvvetlerinin savaştan önce ilk deniz harekâtı; “Akdeniz” adlı yolcu gemisinin boğaza gelişini himaye etmek amacıyla, dört muhribin yaptığı bir keşif olmuştur. Daha sonra nakliye gemisi 3 ihtiyacının kısa sürede karşılanabilmesi amacıyla 31 Ocak 1912 tarihli bir savaş ganimeti “Ganaimi Bahriye Kanunu” çıkarılmış ve Osmanlı sularında bulunan 70–80 kadar Yunan ticaret gemisinin müsaderesine karar verilmiştir ve bu dönemde müsadere edilen gemilerin tamamının tonajı 18.050 olmuştur. SAVAŞIN İLANI VE DENİZ HAREKÂTI Karadeniz Harekâtı Donanma Komutan Vekili daha savaşın başında 16 Ekim 1912’de Başkomutanlık’ tan donanma komutanlığına gönderilen emir ile aynı gün ayrıca Varna ve Burgaz Limanları’ndaki tahkimatı bombardıman etmesi istenmiştir. Bu arada Başkomutanlığın acele ederek, görüşünü de almadan Osmanlı Dışişleri Bakanlığı’na “Bulgar kıyılarına abluka konacağı, vaziyetin ilgili tarafsız devletlere duyurulması” bildirilmiş, Bu arada uygulanmak istenen Bulgar deniz ablukası milletlerarası bir takım problemlere sebep olmuştu. Osmanlının aldığı bu abluka kararına önce Ruslar bir savaşa sebep olabileceğinden bahsederek, daha sonrada Fransızlar ve İngilizler özellikle Varna limanının hem müstahkem mevki, hem de ticaret limanı oluşu hatırlatılarak protesto etmeleri ve gözdağı vermeleri üzerine konu “Bulgar kıyılarının gözaltında tutulması“ şeklinde değiştirilmişti. 18 Ekim’de Donanma Komutan Vekili Albay Tahir Burak komutasında donanmaya bağlı gemiler Bulgarlar üzerine hareket etti. 19 Ekim sabahı Varna tahkimatı bombalanmış, Bulgarların yirmi kulaç derinliğe kadar mayın döşeyeceği tahminiyle kıyıya yaklaşmayan gemilerin açtığı bu ateşler etkili olamamıştır. Öte yandan kıyıdan yapılan Bulgar ateşi de etkisiz kalmıştır. 21 Ekim 1912’de Kavarna önüne gelen Hamidiye Kruvazörü, Bulgar kıyılarını gözetleyerek düşman kuvvetleri hakkında bilgi toplamaya başlamış, Osmanlı savaş gemileri, 23 Ekim 1912’de Bulgarların çok önemli bir limanı olan Varna’yı tekrar bombalamışlardır. Kara savaşlarının yoğunlaşması ve Doğu Ordusu’nun üzerindeki Bulgar baskılarını hafifletmesi amacıyla Türk Başkomutanlığı Bulgarların dikkatini önemsiz bölgelere çekmek, kuvvetlerini bölerek savaş planlarını bozmak amacıyla 28 Ekim 1912’de alınan kararla Bulgarların Süzebolu-Burgaz kıyılarına bir gösteri çıkarması planlanmış, fakat gerek bu harekâtta kara kuvvetlerinin kullanılmaması ve gemilerin bombardıman yapmayışı bu harekâtı tarassuttan başka bir fayda getirmemiştir. Bu arada 29 Ekim 1912’de Lüleburgaz savaşları başlamıştı. Asker sayısının azlığına, cephane noksanlığı da eklenince Osmanlı cephesinin takviyesi gerekti. Donanmanın da bu nakliyeyi koruması istendi. Bunun üzerine Karadeniz’den İstanbul’a getirilecek birliklerin, karadan muhtemel bir gecikme olabileceğinden, deniz yoluyla doğrudan Midye’ye çıkarılması düşünüldü. 31 Ekim 1912’de Başbakanlık, Trabzon-Samsun kıyılarından Trakya’ya aktarılacak askerlerin kara çarpışmalarına hayati ölçüde katkıda bulunacağını, bu işi çok süratli yapmalarını Bahriye Nezareti’ne bildirdi. Fakat eldeki gerek ticaret gemileri, gerekse savaş gemileri çok yetersizdi. Bu konu önemli idi, çünkü bu savaşta Anadolu ile Rumeli kopuk kalmıştır. Çeşitli ihmallerle sahipsiz, savunmasız bırakılan Rumeli’ye Anadolu’da var olan insan ve malzeme kaynaklarının ulaştırılması söz konusu idi. Bununla birlikte bu yardımı, güvenlikle yürütmek ve desteklemek gibi çok çok önemli yan unsurlarla tamamlamak gerekiyordu. Yani açıkçası bütün bunların yükü “deniz gücüne” bindiriliyordu. Bu bakımdan genellikle bir kara savaşı olarak bilinen Balkan Harbinde, en önemli stratejik unsur deniz ve deniz kuvvetleri olarak karşımıza çıkmaktadır, bir başka ifade ile Boğazlar ve Marmara Denizi özellikle Ege Denizi göz önüne alındığında, Bulgarların Trakya’yı işgali ile Demiryolu-Karayolu hatlarının kapanması üzerine mecburen bütün dikkatler, denizlere çevrilmişti. Öncelikle bu strateji vakitlice tespit edilebilseydi, buna dayalı olarak ihtiyacı karşılayacak miktarda nakliye ve savaş gemisi tedarik edilseydi, Anadolu’dan Rumeli’ye söz konusu yardım mutlaka gerçekleşecekti. 4 Osmanlı tarafının Midye’ye yapacağı çıkarma, sürpriz bir Bulgar baskınından korkularak aceleyle ve güç şartlar içinde gerçekleştirildi. 1 Kasım 1912’de Midye önlerine gelebilen Bezm-i alem ve Akdeniz ticaret gemilerini ertesi gün gelebilen diğer gemiler takip etti. Çıkarma esnasında görülen şiddetli fırtına nedeniyle zorlukla kıyıya çıkabilen birlikler 3 Kasım 1912’deki direktifle koruma görevinden ayrılan Barbaros zırhlısı ve Numune-i Hamiyet muhribinin ayrılması nedeniyle askerlerin karaya çıkarılmasını engelledi. Midye’ye çıkartılan birliklerin, 4 Kasım 1912’den itibaren donanmanın korunmasında Terkos’ a çekilmesi istenmiştir. Sonuç olarak; yeterli olmayan nakliye gemileri, savaş gemileri, iyi eğitilmemiş personel ve denenmemiş kara-deniz işbirliği gibi sorunlarla başarısız olmuştur. Burada önemli ve ders alınması gereken bir olay olarak Hamidiye Kruvazörü ile Yarhisar muhribi ve Berk-i Efşan torpidobotunun katıldığı “ticaret gemilerini himaye ve mümkün olduğu takdirde Bulgar torpidobotlarını yok etmek” amacıyla aldıkları görev sırasında, Hamidiye’nin 21 Kasım akşamı Bulgar gemilerinin kıskacına girmesi üzerine muharebeye başlaması rağmen, Yarhisar muhribinin akşam vakti cereyan eden bu müsademeyi şimşek ışıkları zannetmesi, Berk-i Efşan torpidobotunun da top ateşini görmesine rağmen yardıma gelmemesi üzerine harekâtın başarısız olmasına ve Hamidiye’ nin torpido isabeti alarak yaralanmasına neden olması dikkate alınması gereken bir başarısızlıktı. Çünkü bu olay Osmanlı donanması ile mukayese edilemeyecek düzeyde olan Bulgar donanması karşısında başarısız olunması düşündürücüdür. Bu arada bu harekâtta Osmanlı donanmasında, düşman muhriplerinin gece hücumlarının nasıl tard edileceğine dair bir talimname olmamasından dolayı Hamidiye Komutanı kendi inisiyatifi ile hareket etmiştir. Adalar Denizi Harekâtı Yunanlılar 18 Ekim 1912’de Balkan Harbine katılmıştı. Bu harpte saldırıya göre hazırlanan Yunan donanmasının ilk hedefi Limni adasını işgal edip, Mondros Limanı’nı bir “ileri üs” yapmaktı. Yunanlılar Osmanlı donanmasının Karadeniz’de olmasından yararlanarak 22 Ekim’de Limni Adası’nın merkezine girmiş ve bir telsiz istasyonu kurarak, muhtemel bir Türk baskınına karşı torpidobotlardan oluşan bir karakol hattı kurmuşlardır. Yunanlılar, Ege adalarındaki işgallerini Osmanlı tarafının çeşitli ihmallerinden yararlanarak kolayca tamamlamışlardır. Böylece Cezayir-i Bahri Sefid Vilayeti tamamen Yunanlıların işgaline uğramıştır. Adaların işgali sırasında, önemi adaların stratejisinden daha önde gelen bir mevkii de “Selanik” idi. Çünkü haritaya baktığımızda Osmanlı Devleti’nin Makedonya’ya Rumeli’de savaşan birliklerine en önemli yardımların yapıldığı kapının Selanik Limanı olduğunu görürüz. Türkler açısından çok önemli bir stratejik nokta olan bu limanın girişleri mayınlanarak, iç limanda Fethi Bülent zırhlı korveti, Fuat silahlı yatı konuşlandırılarak savunma tedbirleri alınmış olmasına rağmen 3 Ekim 1912 akşamı 11 numaralı Yunan torpido botu Osmanlı muhafızlarının ihmallerinden faydalanarak boğazdan geçip Fethi Bülent korvetini torpilleyip batırdı ve Yunan torpidobotu ilginçtir yine rahatça Boğazdan çıkıp gitmiştir. Adriyatik Denizi Harekâtı Adriyatik Denizi’ndeki Preveze körfezinin kuzey kıyıları Osmanlı hâkimiyetinde güney kıyıları da Yunan hâkimiyetindeydi. Preveze Körfezi’nde 6 Osmanlı tabyasına karşılık hiç Yunan topu bulunmuyordu, fakat savaştan önce Yunanlılar küçük gambotlarla Körfez’de takviye yaparak su üstünde giderek hâkim duruma geçmişlerdir. Balkan Savaşı çıktığında burada yer alan Antalya ve Tokat torpidobotları, Yunanlıların Preveze hâkimiyeti eline geçirmeleri üzerine oldukça yıpranmış durumdaki bu botlar kendilerini batırmışlardır. Böylece Osmanlı Devleti Ege Denizi’nde de görüleceği üzerine Adriyatik sularında da sessizce güç olmaktan çıkmıştır. 5 KARA VE DENİZ KUVVETLERİ İŞBİRLİĞİ (Karadeniz-Marmara Harekâtı) Şark ordusu çekilirken ordu yanlarının donanma tarafından desteklenmesi ihtiyacı Osmanlı silahlı kuvvetlerinin karşısına “Kara-Deniz İşbirliği” şeklinde o güne kadar hiç denemedikleri bir harekâtı ortaya çıkarmıştır. Doğu Ordusu’nun Çatalca ve Bolayır mevzilerine çekilme ihtimali önceden hiç düşünülmediğinden eğitimi de, planlaması da yapılmamıştı. Bu işbirliği Lüleburgaz Savaşı’ndan sonra çekilen birliklerin denize dayanan yanlarının donanma ateşi ile desteklenmesi şeklinde gerçekleştirilecekti. Ayrıca bu işbirliği konusunda plan yapılması lazım iken gelişmelerin sürati ile hazırlıklar yapılmadan işbirliğine gidilmiş olmasına rağmen, savaş gemileri gereken işbirliğini ellerinden geldiği kadar yapmaya çalışarak birliklerin daha sağlıklı çekilmesini kolaylaştırmıştır. Balkan Savaşlarının Kahraman Gemisi Hamidiye Kruvazörünün İskele Bordadan Görünümü Yeterli olmayan nakliye ve savaş gemileri, iyi eğitilmemiş personel, denenmemiş kara-deniz işbirliği ve özellikle komuta kademesindeki kararsızlıklar Osmanlı ordusu harekâtlarının kimisinin geç yapılmasına, kimisinin iptal edilmesine, kimisinde de başarısız olunmasına neden olmuştu Bu kara-deniz işbirliği içerisinde Osmanlı donanmaları ise aldıkları emirlerle; şu harekâtları gerçekleştirmişlerdir; Bulgarların dikkatini önemsiz bölgelere çekmek, kuvvetlerini bölerek savaş planlarını bozmak amacıyla 28 Ekim 1912’de alınan kararla Bulgarların Süzebolu-Burgaz kıyılarına bir gösteri çıkarması yapılması, Lüleburgaz savaşının başlaması karşısında acil ihtiyaç duyulan kara askerlerinin Trabzon-Samsun kıyılarından doğrudan Trakya’ya donanmanın korumasında Bezm-i Alem ve Akdeniz ticaret gemileri ile 1 Kasım 1912’de Midye’ye çıkarılması, Mütareke öncesindeki Lüleburgaz Muharebeleri sonrasında geri çekilen Osmanlı ordusuna Çatalca Muharebelerinde ateş desteği verilmesi, 10 Aralık 1912’de Zühaf gambotuna yüklenen 250 askerin Şarköy’e çıkarılması, Mütareke sonrasında 8–10 Şubat 1913’ te icra edilen II. Şarköy çıkarması ve Mütareke sonrası Bulgar taarruzları ile başlayan II. Çatalca Muharebeleri’nde oluşturulan Bezm-i Alem ticaret gemisi, Berk-i Efşan torpidobotu, Asar-ı Tevfik zırhlısı, Taşoz ve Basra muhriplerinden oluşan Albay Sermet Komutasındaki Karadeniz Müfrezesi ve Mesudiye zırhlısının da yer aldığı Marmara filosunun yapmış oldukları destek atışları. Osmanlı donanmasının Balkan Savaşı’nda fevkalade hizmetlerine dair şu iki husus belge niteliği taşımaktadır; Çatalca Cephesi’nin sol kanat komutanı, başkomutanlığa gönderdiği haberde; “Kolordunun savunması özellikle iki tümenin III. Kolordu’ya verilmesi, Kolordunun donanma tarafından destekleneceği esasına göre hazırlanmıştır. Donanmanın Büyükçekmece’den ayrılmasından önce burada uzun menzilli topları ve ışıldakları olan birkaç gemi bırakmasına emrinizi…” diyordu Sağ kanat komutanının haberinde ise; “bugün düşmanla temas vaki oldu. Sağ kanadımızdan donanma destek vermez ise felaket kesindir…” ifadeleri yer alıyordu. Türk komutanlarının Çatalca savunmasında çok açık bir şekilde belirttikleri gibi, donanma desteği kesin 6 bir istek ve zaruret olmuştur. Bu durumu Başkomutanlık Vekâleti Donanma Komutanlığı’na 14 Kasım 1912 (1 Teşrin-i Sani 1328) gönderdiği emirde de açıkça belirtmiştir. Bu arada II.Çatalca Muharebeleri’ne verilen destek sırasında Karadeniz Müfrezesi’ne görevlendirilen Asar-ı Tevfik zırhlısının 7 Şubat 1913 günü Podima önlerine gelindiğinde gemi komutanı Binbaşı İsmail’in bir süre önce burada şehit olan askerler için Bulgarlara karşı bir gösteri harekâtı yaparken saat 12.45 sırasında karaya oturması ile yaralanmasından sonra, Bahriye Nezareti’nin kurtarma hizmetinin eksikliği ve hafta sonu olması nedeniyle sivil kurtarma gemisi bulunamaması neticesinde bir kurtarma sorunu ve sonuçta gemi kurtarılamayarak acısı yaşanmıştır. Bu arada Savaş sırasında büyük bir tehlike olarak da, Bulgarların denizyollarına mayın dökme ihtimali ortaya çıkmıştı. Hatta Bulgarların kıyılara döktükleri mayınlardan sürüklenenlerden ikisi, Çanakkale Boğazı çevresine kadar gelmişti. Böylece Osmanlı donanması ilk defa mayın arama-tarama görevini de üstlenmişti. OSMANLI-YUNAN DENİZ SAVAŞLARI Kara ve denizde birbiri ardına gelen başarısızlıklar yüzünden istifa eden, Gazi Ahmet Lüleburgaz yenilgisi üzerine Balkan müttefiklerine 4 Kasım 1912’de mütareke teklifinde Muhtar Paşa’nın yerine 29 Ekim 1912’de Kamil Paşa sadarete getirilerek Kamil Paşa Hükümeti kuruldu. Bulgarların Çatalca’ya gelip İstanbul’u tehdit etmeleri üzerine İstanbul’u savunmak amacıyla başta İngiltere, Fransa ve Rusya olmak üzere devletlerin müşterek donanmalarından oluşan bir filo İstanbul’a gelerek 18 Kasım 1912 günü karaya 2.250 kişilik bir askeri birlik çıkardı. Bundan 10 gün sonra Çatalca’da mütareke görüşmeleri de başladı. Çetin geçen müzakereler sonunda Balkan müttefikleriyle Osmanlı Devleti arasında 3 Aralık 1912’de ateşkes imzalanmasına rağmen mütarekeyi kabul etmeyen Yunanistan savaşa devam etmiştir. Bu arada Başkomutanlık 20 Kasım 1912’de alınan bir istihbarat üzerine Yunanlıların Ege’de meydana getirdiği işgallere ve Çanakkale Boğazı’na yönelik muhtelif bir saldırısına karşı Osmanlı donanmasını süratle Ege’ye çıkarma kararı almıştı. 22 Kasım 1912’de Bulgarlarla yapılacak olan mütarekeden yararlanan Başkomutanlık, Çatalca cephesinde de ayrıca bir takım tedbirler almak düşüncesindeydi. Bununla ilgili olarak Muin-i zafer korveti ile Necm-i şevket savaş gemisinin toplarını söktürerek Çatalca mevzilerine yerleştirmek istemesi Başkomutanlığın donanmayı ne şekilde değerlendirmek istediği konusunda bize fikir vermektedir.. Başkomutanlığın emirlerine karşılık Donanma Komutan Vekili’nin donanmanın şiddetle onarına ihtiyacı olduğuna dair isteklerini savaşa taraftar olmadığı şeklinde yorumlanarak görevden alınmasını istemiş, fakat Bahriye Nazırı’nın durumun nezaketinden dolayı kararın bekletilmesi istenmiştir. Bu arada İstanbul’da da siyaset kızışmış, hükümet muhalefeti susturmanın yolunun; donanmanın Ege’ye çıkarak Yunan donanmasını imha ederek, kesin sonuçlu bir zafer kazanmasına bağlı olduğu isteğini Bahriye Nazırı’nın Donanma Komutanlığı’na gönderdiği şu emir açıkça göstermekteydi; “İstanbul’da kamuoyu, hükümetin geleceğini mutlaka donanmanın Ege’ye çıkmasına bağlı olduğunu söylüyor…” 30 Kasım 1912’de donanmaya mensup gemiler Albay Tahir Bey komutasında Çanakkale’ye hareket etti. Aynı gün Seddülbahir istasyonu bir denizaltının Türk kara sularında dolaştığını haber vermişti. Durum süratle donanma komutanlığına iletildi. Türk denizcilik tarihinde ilk defa deniz kuvvetleri bir denizaltı taarruzuna karşı tedbir almak için alarma geçirilmiştir. Alınan tedbir ise o günkü şartlarda sadece demirleyen gemilerin emniyet botları ve filikalar dolaştırılması olmuştur.. 7 Aralık 1912’de Albay Tahir Bey yerine aşağıdaki irade-i seniyye ile Donanma Komutan Vekilliğine Albay Ramiz Bey atanmıştır. Donanma Komutan Vekili’nin de görevden alınması ayrı bir hata idi. Tayin edilen yeni Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz de hükümetin umduğunun aksine, hemen savaşmak yerine donanmanın mutlaka onarımını istemişti. Peş peşe donanma 7 komutanlarının ısrarla onarım isteği üzerine Bahriye Nezareti; İngiliz ıslah heyetinden Albay Black’i göndererek donanmanın onarıma ihtiyacı olup olmayacağı hakkında tespit yaptırmıştı. Sonuç olarak İngiliz albayının raporu da; donanma komutan vekillerinin görüşleri doğrultusunda “donanmanın savaş kudretinde olmadığı “ şeklinde bir sonuca varmıştı. Fakat burada dikkate alınması gereken diğer bir husus, Bahriye Nezareti’nin kendi personeline güvenmeyerek İngilizlerden rapor istemesiydi. İmroz (Gökçeada) Muharebesi 16 ARALIK 1912 3 Aralık 1912’de Bulgarlarla mütareke yapıldığından Osmanlı donanmasına mensup gemiler bütün gücüyle Ege Deniz Harekâtı için Çanakkale’de toplanmaya başladı. 10 Aralık 1912’de Yunan gemilerinin Boğaz önünde dolaştıkları öğrenildi. Boğaz dışına yapılan çıkışlarda sık sık Yunan gemileri ile karşılaşılması üzerine Osmanlı Deniz kuvvetleri 14 Aralık 1912’de komodor ve gemi komutanlarından oluşan savaş meclisinde harbin planları yapılmış, Türk savaş gemilerinin de son hazırlıklarını yaparak Ege’ye çıkışına karar verilmişti, fakat Osmanlı zırhlılarının 10 millik süratine karşılık 22 mil sürate sahip Averof zırhlısı Türk tarafını endişelendiriyordu. Ayrıca bu savaş öncesinde Osmanlı donanmasında görevli İngiliz Islah Heyeti’nden Arthur Limpus “un sadarete samimiyetiyle verdiği; harbe kesinlikle katılmayacağını bildirir, bu savaş öncesinde Osmanlı donanması ile Yunan donanmasının kapasitelerinin karşılaştırılması ve harbin sonunda elde edilecek avantaj ve dezavantajlarına dair raporu önemli idi. Bu rapor Limpus’un kendi hükümeti tarafından da baskı altında tutulduğunu göstermiştir Yunan gemilerinin yerleri ve sayıları hakkında bilgi toplamak amacıyla önce Osmanlı muhriplerinin 07.00’de çıkışıyla başlayan harekât, 08.15’te H.Rauf Orbay komutasındaki keşif kolunun Yunan ana kuvvetini görmesini bildirmesi sonrası toplanan savaş meclisinde savaşa karar verilmiş ve Averof’a ilk ateşi Barbaros ve Turgutreis zırhlıları 09.40’dan itibaren başlatmıştı. Mesudiye ve Asar-ı Tevfik’in de ateşlerini Averof üzerinde birleştirmesi üzerine isabet alan Averof müstakil savaşmak amacıyla süratini artırarak Osmanlı gemilerine 5 bin metreye yaklaşmış diğer Yunan muhripleri de Osmanlı zırhlılarına ateşe devam etmişlerdir. Bu sırada Barbaros iki önemli isabet aldı. Savaş bu şekilde devam ederken saat 10.17’de Donanma Komutan Vekili üstün durumda iken ve Yunan donanması üzerinde isabetli ateşler yapılırken aldığı bir kararı ile gemileri 180 derecelik bir manevra ile Boğaz’a doğru dönüş yaptırmış, Averof bu sırada üç ağır isabet daha almıştı. Albay Ramiz yaptığı soruşturma da hiçbir gemide ciddi bir isabet ve hasarın olmadığını öğrenmesi üzerine yeniden savaşmak kararı ile 11.30’da “Poyraz”a döndürmüş, fakat Mesudiye ve Asar-ı Tevfik’in 8 milden fazla yol yapamamaları sebebiyle savaştan vazgeçerek Çanakkale’ye dönüş yaptırmıştır. Sonuç olarak; Barbaros’a isabet eden bir büyük ve bir küçük çaplı mermiden başka Osmanlı gemileri isabet almamıştı. Buna karşın gemilerin çok eski olmalarından ötürü Osmanlı zırhlıları, kendi salvolarının meydana getirdiği sarsıntıdan dolayı ufak tefek zararlar gördüler. Bu meyanda Asar-ı Tevfik’in orta batarya toplarının kürsüleri yerinden oynadı, Turgutreis’in de ışıldak ve filikaları hasar gördü. Yunan donanmasında ise hasar daha büyüktü. Fakat daha sonra savaşta üstün durumda iken Osmanlı donanmasının yaptığı geri manevra daha sonra çeşitli tartışmalara neden olmuştur, Donanma Komutan Vekili’nin muharebe sonunda verdiği raporda, Yunan donanmasına hücum etmesi için 1. Muhrip Fırkası’na komutanına işaretle emir verdiği ile ilgili tartışmalar olmuştur. Bununla birlikte her iki tarafta kendini muharebenin galibi saymıştı, hatta bu sebeple Türk tarafında Barbaros’un Preveze deniz zaferinde kullandığı bayrak getirtilerek Barbaros zırhlısının direğine çekilmiştir. Mondros Muharebesi 18 OCAK 1913 Osmanlı-Yunan donanmaları ikinci defa Limni Adası’nın Mondros Limanı çevresinde karşılaşması bakımından savaşa bu isim verilmiştir. Bu savaşta Yunanlıları İngiliz Amirali Mc.Kerr yönetirken, topçuların idaresini de İngiliz topçu subayları üstlenmişlerdi. Yunan donanmasının top 8 nişangâhlarının başında da, İngiliz astsubay nişancılar vardı. Osmanlı tarafı ise; gemilerdeki İngiltere’de tahsil ve staj görmüş usta topçu subaylarını boşaltarak, yerlerine acemi topçu subay ve topçu nişancıları vermişti. Osmanlı Donanması taarruz harekâtını, 3 zırhlı, 1 kruvazör, 1 torpido kruvazörü ve 6 muhriple yapacaktı. Donanma Komutan Vekili tarafından hazırlanan harekât planına göre; Osmanlı gemilerinin gece muharebe teçhizatının olmamasının bir gece baskını yapılmasına engel olmasından dolayı muharebe gündüz saatlerinde yapılacaktı. Donanma sabahın erken saatlerinde Boğaz’dan çıkarak Mondros’a kadar giderek ve burasını bombardıman ettikten sonra, gene gündüz saatlerinde üssüne geri dönecekti. Bu suretle donanma gemilerinin gece muharebeleri için yetişmemiş bulunması, geceleyin hareket edip, Mondros Limanı’na bir baskın yapmak imkânını ortadan kaldırıyordu. Osmanlı Donanması’nın Boğaz’dan gündüz çıkması, Yunan donanmasına muharebeye hazırlanmak fırsatını verecekti. Osmanlı donanması, saat 08.20’de Çanakkale Boğaz’ından çıkarak 12 mil süratle 253 rotasına yol verdi. Mondros Limanı’nda bulunan Yunan donanması da alarm durumdaydı. Filolar saat 10.43’de birbirlerine 15.000 metre mesafeye kadar yaklaşmışlardı. Bu anda, her iki taraf da gemilerine muharebe nizamı aldırdı ve muhriplerini ateş altı tarafında topladı. Mondros Deniz Savaşı Başla Ateş! Komutu ilk olarak saat 11.35’de Osmanlı donanması tarafından verildi. Bundan iki dakika sonra da Yunanlılar ateş açtı. Başlangıç mesafesi 8.800 metre idi. Osmanlı tarafındaki 4 gemi ateşlerini Averof üzerine birleştireceklerdi. Yunanlılar ise Averof ile Spetsai Barbaros, Hydra ile Psara’da Turgutreis üzerinde ateş birleştireceklerdi. Dört geminin aynı hedef üzerinde ateş birleştirmeleri, İmroz Muharebesi’nde olduğu gibi, Mondros Muharebesi’nde de mermilerin düşüş noktalarını gözetleme güçlükleri meydana getirdi. Savaş 12.10’a kadar bu şekilde devam etti. 35 dakika içinde Barbaros zırhlısı beş önemli isabetle birlikte, bacalara ve direğe vuku bulan önemsiz isabetler alırken, aynı zamanda gemide yangın çıkmıştı. Bilhassa güvertede çıkan yangınlar -yangın donanımının bozukluğundan dolayıgüçlükle söndürülmüştü. Bu sırada Yunan donanmasının en tehlikeli gemisi olan Averof’a o kadar atışa rağmen bir isabet kaydedilememesi dikkat çekicidir. Osmanlı Donanmasının Yunan gemilerine tek bir mermi isabet ettirmesi mümkün olamamıştı. Bununla beraber, isabet eden Yunan mermileri de, geminin harp yeterliliğine tesir edecek bir durum yaratmamıştı. Osmanlı Donanma Komutan Vekili, zırhlılarına iskeleden 180 derece dönüş işaretini verdi. Yunan Donanma Komutanı ise, Osmanlı donanmasını takip etmeğe karar verdi. Sonuç olarak; Osmanlı donanması ulaşmak istediği hedefleri elde edememişti. Üstelik İmroz Deniz Savaşı’na göre ateş kifayeti yüzdesi çok düşüktü. Buna karşılık Averof’un Osmanlı gemilerine göre isabet oranı oldukça yüksek idi. Yunan tarafındaki isabetli atışların sebebi bir İngiliz subayı Mc.Kerr idi. Albay Ramiz, savaşta verilen şehit sayısının azlığını göstererek uğradığı başarısızlığı örtbas etmek istemişti, Albay Ramiz’in verdiği ikinci rapor da kendisini aklamaya yetmemiş yeni 9 Başkomutan Vekili, Albay Ramiz’i İstanbul’a çağırarak donanma komutanlığını, Turgutreis Komutanı Yarbay İsmail’e devretmesini istemiştir. Fakat Yarbay İsmail bu yüksek vazifeyi üstlenemeyeceğini bildirerek meydana gelen vazife değişikliğine örtülü bir şekilde tepki göstermiştir. Netice olarak Albay Ramiz, 4 Şubat 1913 tarihine kadar donanmanın başında kaldı. Bu tarihte Albay Tahir Burak ikinci defa donanma komutan vekilliğine atandı. Hamidiye Kruvazörü’nün Akın Harekâtı (13 OCAK–7 EYLÜL 1913) Bu harekâtta hedef olarak, birkaç konu tespit edilmişti. Bunlardan en önemlisi, Averof zırhlısının Boğaz önünden Hamidiye’nin Akdeniz’e doğru yapacağı harekât istikametinde uzaklaştırılması idi. Daha önce yapılan deniz savaşlarında görüldüğü gibi, Türk zırhlılarından hem daha süratli, hem de ateş gücü çok yüksek olan bu savaş gemisinin dahil olduğu Yunan donanmasına kesin darbe indirmek mümkün görünmüyordu. Bu sebeple stratejik bir plan gereği, Hamidiye Boğaz dışına çıkarak, Averof zırhlısını üzerine çekecekti. Averof’un yokluğundan hareketle Osmanlı donanması, bir diğer hedef olarak Yunan donanmasının imhasına çalışılacaktı. Diğer taraftan çıkış yapan Hamidiye, Yunan ve Sırp nakliyesini kesmeye, düşman limanlarına baskın düzenlemeye çalışacaktı. Balkan Savaşı’nın en karanlık günlerinde Akdeniz’de korsan harekâtına memur edilerek, 14 Ocak 1913’te Çanakkale Boğazı önündeki Yunan ablukasını başarı ile yarıp denize açılan Hamidiye ertesi günü Yunan donanmasının önemli üssü Şira Limanı’nı topa tutarak “Makedonya” adındaki kruvazörü batırmış, civardaki barut fabrikası ve cephane depolarını tahrip etmiştir. Daha sonra Port Sait Limanı’na gelmiş, fakat İngilizlerin 24 saatten fazla kalınmasına müsaade etmemeleri üzerine Kızıldeniz’e geçmiştir. 11 Mart 1913’te tekrar Akdeniz’e çıkarak Adriyatik Denizi’nde bir ikmal üssü olan Dreç Limanı’nı bombardıman etmiş ve Şingin Limanı’ndan cepheye sevk edilmek üzere bekleyen Sırp askerleri ve savaş teçhizatları yüklü yedi Yunan nakliye gemisini batırdıktan sonra 6 Nisan 1913’te tekrar Kızıldeniz’e geçerek savaşın sonuna kadar orada kalmıştır. Balkan Savaşı’nın en ümitsiz günlerinde Türk halkının moralini yükselterek Yunan ordusunu Selanik cephesinde tuttu ve ayrıca Sırbistan’ın da yardımına engel oldu. Yunan donanmasının en önemli gemisi olan Averof’u üzerine çekmeyi başaramasa da sürekli hareket halinde olmasından dolayı Yunanlıları tedirgin ederek Tyhella sınıfı 4 muhribin Hamidiye’nin takibi için görevlendirmesine neden olmuş ve Yunan donanmasının Çanakkale’ye bir saldırı yapma fırsatını vermemiştir. Bu başarıları ile de kamuoyunda büyük yankı uyandırmış ve komutanı H.Rauf Orbay’ın “Hamidiye Kahramanı” olarak adlandırılmasına neden olmuştur. 10 Bu savaşta Osmanlı devleti, dört Balkan devleti karşısında büyük bir yenilgiye uğrayarak, Meriç Nehri’nin batısındaki bütün topraklarını yani Balkanları kaybetmiş ve Ege Denizi’ndeki adalarının geleceğini de “Büyük Devletler”in vereceği karara bırakmak zorunda kalmıştır. Sonuçta kısaca; Balkan Harbi’nde kaybedilenler, savaştan önce yeterli miktarda nakliye ve harp gemisinin alınması ile katlanılacak maliyetten daha ağır olmuş savaşa adeta donanmasız bir deniz imparatorluğu olarak katılınmış, fakat buna rağmen Romanya’dan yapılan cephane sevkiyatının sürdürülmesi, hem de Çatalca savunmasındaki denizden destekleri küçümsenemeyecek birer başarı olmuştur. Bu husus durumun daha da kötüleşmesini muhtemelen İstanbul’un işgalini de engellemiştir. 1 1 Piri Reis Araştırma Merkezi Şube Müdürü Öğ.Kd.Bnb. Ersan Baş tarafından hazırlanan ve IX. Askeri Tarih Seminerinde sunulan bildiriden özetlenerek hazırlanmıştır. 11