Haznedaroğlu 1 Evrim Haznedaroğlu TURK101-58 Neşe Çetiner 16.12.1014 Anti-Kapitalizme Sığ Tutunuş: Köktendincilik Aylık Diyanet Dergisi’nin Kasım 2014 sayısında Ayşe Böhürler’in “Dindarlaşıyoruz Derken Uzlaşmaz Çelişkilerimiz”1 başlıklı bir makalesi okuyucunun takdirine sunuldu. Yazının başlığında da belirtildiği üzere, yazının genel hatlarını İslami yaşantı ve Türkiye’nin islamlaşma sürecinde oluşan çelişki oluşturuyor. Konunun siyasi verimsizliğinden yola çıkılacak olursa tartışma oldukça kısır, ancak yine de bu tartışmayı islamcı kesimin önde gelen yazarlarından birinin ele alması yönünden değerli ve tartışma oluşturmaya gebeliği bakımından doğurgan buluyorum. Öyle ki, mütedeyyin kesimin tüketim alışkanlıkları da dahil olmak üzere yaşam tarzında beliren “ironi” çoğu zaman hem gerçek dindarlar diye nitelendirebileceğimiz kesimde hem de “lahana-perhiz polemiği” açmayı pek seven siyasi argüman fakirleri tarafından sıkça ağza alınan bir meseledir. Ayrıca, bu toplumsal çelişkiyi o toplumsal çelişkinin en gözle görünür ve antagonizmanın en belirgin olduğu islami elitlerden biri olarak ilk elden yansıtması yönünden yazıyı özeleştiri parantezinde görmeyi tercih ediyorum. Böhürler, yazısına iki cümleyle “eskiden bu işler çok zordu” minvalinde bir Türkiye’de örtünme zorluğu üzerine söz ederek başlıyor; devamında, konuyu kapitalizmin toplumsal izdüşümde nerelere sirayet ettiği üzerine örneklendirme yapmak açısından tesettür giyimin bir kadın için hem “ibadet” –bunun İslam’ın gereği olup olmadığı konusundaki tarihsel tartışmaları okuyucunun okuma hevesine bırakıyorum– hem görünüm çıkmazına nasıl girdiğini göstermek için şu şekilde ve gayet toplumun sıradan bir ferdinin yaklaşımıyla: “Nasıl örtecektik başımızı? Ne giyecektik, nereden bulacaktık tesettüre uygun kıyafetleri? Hem dinî kurallara hem de zevkinize uygun kıyafet bulmak zordu. Örtünme kararı ile birlikte derme çatma bir giyim hâline alışmanız gerekiyordu. Belki de bu nedenlerle o yıllarda örtünme tarzı fazlasıyla kişiseldi. Tasarlanmış ve üretilmiş tesettür kıyafetleri henüz ortalarda yoktu.”2 şeklinde bir giriş yapıyor. Kimileri için ne yazık ki, kimileri için neyse ki, toplumsal olarak bu hususta yazarın endişelerini “tam empati” ile karşılayabilecek durumumuz yok, fakat, ülkedeki muhtemelen herkesin ve bilhassa geçim sıkıntısı yaşayan büyük çoğunluğun da yine herkes gibi 1 2 Dindarlaşıyoruz Derken Uzlaşmaz Çelişkilerimiz, Diyanet Aylık Dergisi, Kasım 2014. Böhürler’in makalesinden. Haznedaroğlu 2 “giyim ihtiyacı” konusunda dara düştüğünü göz önüne alırsak pekala içselleştirilebilir bir durum. Zira asgari ücret ve açlık sınırını karşılaştırırsak, bunu tüm Türkiye tarihini göz önüne alarak yapsak bile, gönlünce giyinebilmek ihtiyacı hiçbir zaman herkesin kolaylıkla aşabildiği bir kavram olmadı. Haliyle, Böhürlerin de dikkat çekmek istediği bu değil, olmasa gerek. Konu, o günlerden bu günlere dindar kesimin nasıl geldiği. Bu günler nedir, yine yazarın kendisinden dinleyelim: “Çok şıksınız! Bu ifade o yıllarda iltifat değil, hakaret içeren bir kavramdı. Yeterince dindar olmamayı çağrıştırırdı. Şık olmak ne demekti? Modernizm, kapitalizm, moda endüstrisi… Analizler bu sözün arkasından bir araba laf olarak önümüze düşerdi. ‘Anti şık’ olmayı dindarlığımızın bir parçası olarak görüyorduk.”3 “Aradan çok zaman geçti. Bir asır değil elbette. Ancak dünyanın belki de en hızla değişen zaman diliminde mütedeyyin kesim de değişti. Örtünenler çoğaldı, ‘style’ örtünmeyle ilgili temel kavramlarımızdan biri hâline geldi. Artık hepimizin bir ‘hayat tarzı’ var. Evimizden bahçemize, giysilerimizden ibadet mekânlarımıza, dinî kurallara uygun yaşayalım derken bir anda kendimizi tasarımcıların, üreticilerin, modanın kısaca ‘style’ üreten her şeyin ve en özetiyle kapitalizmin dişlilerinin içinde buluverdik. ‘Ah çok şıksınız’ sözü artık bir iltifat. Çünkü artık şıklık aynı zamanda bir statü sembolü!”4 Vaktiyle modernizmi, kapitalizmi ve batılı yaşam tarzı kuşatmasını günlük tartışmalarının odağına oturtan bu nesile neler oluyor, bunu merak ediyor ve cevabını da veriyor: “Artık ‘din anlayışımız’ modernizm eleştirisi ya da kapitalizme karşı geliştirilen argümanlardan şekillenmiyor. Kendimizi kapitalist dünyanın bir parçası hissederken bir suç işliyormuş duygusu kaplamıyor artık benliğimizi.”5 Yazının “Absürd Party” başlıklı kısmınına bir ayrıcalık tanıyarak biraz daha fazla söz hakkı vermek istiyorum çünkü Hüseyin Özel’in tanımlamasıyla “İslami söylemlerle kapitalist eğilim ve ilişkilerin elele gidiyor olması”nın6 toplum nezdinde en bariz örneklerinden birkaçının Böhürler’in yardımıyla göz önüne serildiğini düşünüyorum. “Katar’da bulunduğum zamanlardan birisinde Sevgililer Günü’ne denk gelmiştim. Yerlere kadar siyahlar giymiş, peçeli kadınların eşleriyle mumlar, güller dolu masalarda Arapça çalan St. Valentine müzikleri eşliğinde kutlama yapması bir Müslümanın absürd anları olarak zihnimde yer etmişti. [...]Üzerinde Kâbe ya da cami resimli doğum günü pastaları, sosyetik umre turları, lüks ve israf içinde dinî şova dönüşen İslami hayatlara artan ekonomik refah değil, sığlaşan din algısı üzerinden bakmak gerekiyor. Ya da her geçen gün sayıları artan instagram hesaplarında başörtülü kıyafetlerle kombin denemeleri yapıp bunu takipçileri ile paylaşan genç hanımlar. Hafızlık bitirirken ‘party’ yapmak mesela! Üzerinde Kur’an-ı Kerim’in ilk iki sayfasının olduğu pastaları yapan pastaneler bu yeni ‘concept’i üretime sokmuşlar bile. Hayır davetleri de artık bir ‘party’havasında geçiyor. Bu davetler vesilesiyle giysiler ya da kırmızı tabanlı ayakkabılar, hayır gündeminden daha fazla konuşuluyor. Tesettür defileleri ise 3 Böhürler’in makalesinden. Böhürler’in makalesinden. 5 Böhürler’in makalesinden. 6 İkinci Cumhuriyet’in Düzeni isimli derleme kitaptaki “Neoliberal İslam?” İsimli yazısından, Yazılama Yayınları. 4 Haznedaroğlu 3 hayır davetlerini daha bir cazip kılıyormuş!!! Tabii ki tüm ‘party’lerin mutlaka fotoğraflanması ve paylaşımı gerekiyor. İşte bakın biz buradaydık ‘Elhamdülillah hayır da yaptık!’ Rabbim sana şükürler olsun” hashtag’iyle paylaşılan umre ziyaretleri ise ayrı bir konu. ‘Good Bye Boys’ yazılı maskelerin takıldığı bekarlığa veda partileri yapmanın yanı sıra, parti kızlarının başörtülerini takıp çektirdikleri fotoğrafları ille de paylaşmaları üzerine söylenecek söz kalmıyor. Moda haftalarındaki defilelerde başörtülü sayısının çokluğu bir vaka iken bir de bununla övünülmesi ortaya çıkan ‘absürd’ hâlleri çok iyi ortaya koyuyor. Diğerlerini böyle mekânlarda başörtülü görmeye alıştırmanın gururu ve sevinci ise ayrı bir ‘çelişki ‘meselesi. ‘Bar’da bir başörtülü görmenin yadırganacak bir tarafı olmamalı mı? Olmamalı mı? Gösteri toplumuna odaklı çağa mütedeyyin kesimlerin ve gençlerin elbette bigane kalması mümkün değil. Ancak dindarlık da hayata bakış ve yaşayış konusunda iki-üç ritüel dışında bir fark ortaya koyabilmek iddiası taşımalı.”7 Gösteriş merakı nereden geliyor? Halbuki Türkiye Cumhuriyeti eski başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı –marvarlığı bilinen ve bilinmeyen kısımlarıyla tartışma konusu olsa da– kısa bir süre önce İslam Konferansı Örgütü Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi’nde yaptığı konuşmada şu sözleri sarfetti: “Hepimiz günde birkaç hurma ile açlığını bastıran bir peygamberin ümmetiyiz.”8 Toplumu bu duruma getirenin ne olduğunu açıklamakta hiçbir sakınca görmüyor, adı kapitalizm; fakat açıkça görünüyor ki, kapitalizmin aktörlerini belirginleştirmede, İslamcı kalemlerin bugüne kadar Türkiye’de vesayet rejimi diye adlandırdıkları statükoyu belirtirken onun aktörlerini açıkça gösterebilme yeteneğini paylaşmıyor Böhürler. Öyleyse belirginleştirilmesi gerekir. Türkiye’nin neo-liberal ekonomiyle kapitalizme entegrasyonunda en büyük alkışı hak eden, herkesçe bilinen, üç isim vardır: Adnan Menderes, Turgut Özal ve elbette ikisinin yarım bıraktığı işleri takip ederken ikisinin görüşlerini benimsediğini asla hasıraltı etmeyen Tayyip Erdoğan. Eğer iktisadi gerçekler gözardı edilirse, iktisadi sistemin getirileri –ya da götürüleri– hakkında sağlıklı bir tahlile varmak mümkün olmaz. 1950-60 yılları arasında kapitalist sermayaye çakılan selamın ardından, emekçi halk kitleleri konjonktüründen “sermayenin karşı saldırısı” şeklinde adlandırılan 1980-88 döneminde –ki en çok bu dönemde en büyük anti-kapitalistler olan komünistler hakkında antipropaganda yapılmıştır– “baştan sona kadar ‘alternatifi yoktur’ sloganıyla ve çok yoğun bir ideolojik kampanyayla halk kitlelerine ve kamuoyuna sunulan bu neo-liberal model”in9 devamı olarak 2002’de bayrağı Erdoğan’ın altığını tekrarlamanın pekala lüzumu yok. Buna ek olarak, gerekli olan, liberalleri bile utandıran hukuk ihlalleri şeklinde ortaya çıkan yurtiçi siyasi angajmanlarla sermaye sınıfının koltuk kavgasına dönüşen sürecin, ülke ekonomisinde sürekli altı çizilen ekonomik gelişim olduğudur. Burjuvazinin laik kesimden İslamcı kesime hareketle el değiştirmesi işte bu dönemdir. Bu dönemde muhafazakar kesimin eli siyasi olarak güçlenmiş, türban konusunda hegemonya alanını en çok bu dönemde genişletmiş ve dolayısıyla Böhürler’in şikayetçi olduğu dindarlık modeli bu dönemde oluşmuş ve yozlaşmıştır. Peki kapitalizmin aktörlerine dokunmakan, kapitalizm taşlanabilir veya dindarlık kapitalizmin egemenlik alanı dışına çıkarılabilir mi? Yazar çözüm yolunu(!) bulmuş: 7 Böhürler’in makalesinden. Cumhurbaşkanı’nın İ.K.Ö. Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi’nde yaptığı konuşmadan. 9 Korkut Boratav’ın Türkiye İktisat Tarihi isimli kitabından, İmge Kitabevi. 8 Haznedaroğlu 4 “ [...] Dışardan müdahele ile içerde değişim yapmak mümkün değil. Elbette gençler kendilerine bizden farklı bir yaşam kurgulayacaklar. Ancak Müslümanım diyorlarsa İslam’ın felsefesini benimsemeleri gerekiyor. Bunu yapan ve burada mevzubahis etmediğimiz çok genç olduğunu da biliyorum. Bunları da ayrıca görmek gerekiyor. Ataların dinini taklidi yasaklayan İslam’ın müntesiplerinin de bu tuzağa düşmemesi gerekiyor. Semboller ile ‘yaşam tarzı’, ‘style’, ‘dizayn’, ’tasarım’ gibi kavramlarla hayatımıza sızan kültürü tanımak farkındalık oluşturmak gerekiyor. Burada bir farkındalık geliştirmeden yanlış ve doğruyu anlatmak mümkün olmaz. Kimin nasıl örtündüğü ya da örtünmediği üzerine kafa yormadan önce belki de yapmamız gereken bu! İlkeleri ve fikri öne almaz, eylemlere odaklanırsak içeriği boş dindarlık şovları etrafımızı kuşatacak…”10 Bunun savunmasına “felsefesi olmayanın dini yaşantısı da olmaz” şeklinde bir “gerçeği” öne sürerek denklik getiriyor. Öyleyse kendisine birilerinin kendisine hatırlatması gerek: Toplumsal üstyapıyı belirleyen son kertede ekonomik altyapıdır, sosyal üstyapının en tepesine “fikir” kavramı oturtulur. En büyük anti-kapitalistler her zaman bunu vurgulamışlardır, kendisi gibi yavan kapitalizm eleştirisi yapanların aksine. Öyleyse, devletin dini kalesi olan Diyanet İşleri Başkanlığ’nın aylık dergisinden yapılan bu eleştiri henüz dürüstlüğünü bile kanıtlayamayacak derecede sığ ise, yapılan kapitalizm eleştirisi degil de nedir? “Köktendincilik farklı kültürler arası karşılıklı ilişki ve etkileşimlerin buharlaştığı, durağan bir kimlik inşa etme eğilimi ile dışa vurur.”11 Yukarıda verilen alıntı bizim sorumuza cevap verecek yönden, aynı zamanda sisteme sözde bir eleştiri getirip sistemin aktörüne dil uzatmamanın da gerekçeli kararıdır. “İslami köktendincilik ‘hem gelenekselciliğe hem de resmi dinsel kurumlara karşı [...] düşmanca bir yaklaşım sergiler. Entelektüel ve politik bir bakış açısından hareketle, kutsal metne yaratıcı bir bakış getirir.’ Metnin devrimci bir yorumu söz konusudur –sadece içeriği itibariyle değil, aynı zamanda mevcut toplumsal düzenle ilişkilendirdikleri geleneksel Sünni din adamlarının, ulemanın karşısına yeni bir entelektüel kesim çıkarırlar.”12 Hatırlatmasını yaparak Böhürler’in yazısına gündemi takip eden şu metni eklemek gerekir: “İslam dinine ve onun kamusal alandaki görünümüne karşı husumet besleyenler yarın yazacaklar biliyorum ama söylemek durumundayız aslında kendi elleriyle kendi dinlerini icat ettiklerinin farkında değiller. Yurttaşlık benzeri din icat ederek İslam karşısına kendi yapay dinlerini koymanın çabası içinde olduklarını bilmiyorlar ya da bilmek istiyorlar. Bu ülkede çıktılar ‘’sipariş şairleri’’ çıktı bunların. Kabe Arap’ın olsun bize Çankaya yeter dediler. Bu zihniyet helvadan put yapma zihniyeti değil de nedir? Kendileri yaptılar kendileri taptılar. Bunu hala ikamet etmek isteyenler var. İşte bunun için normalleşme, özgüven, cesaret diyoruz. 100 bini aşkın din adamımız var bunun için ülkemizde. Demokrasi, özgürlük diyoruz. 10 Böhürler’in makalesinden. Domenico Losurdo’nun “Köktendincilik Nedir?” isimli kitabından, Yordam Kitap. 12 Domenico Losurdo’nun “Köktendincilik Nedir?” isimli kitabından. 11 Haznedaroğlu 5 200 yıldır yaşanan baskılara rağmen köklerimizle kesilmeye çalışılan irtibata rağmen Türkiye’nin alimleri ayaktadır.”13 Böhürler’in bu dürüst olmayan ve sığ eleştirisi asla aktörlere yönelemez, çünkü yukarıda konuşmayı yapan için de böhürler için de aşağıdaki tanım geçerlidir: “Siyasi ilkelerini kutsal kabul edilen bir metne dayandıran, köktendinci.” 13 Cumhurbaşkanı’nın 5. Din Şurası’nda yaptığı konuşmadan.