1 sayı 210 / 1 nisan 2011 • Felaketler Kaderimiz 1 Nisan 2011 Değil! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6’da • “Türkiye’nin deprem sorunu yoktur” . . . . . . . . . . . . . . . . . 16’da • İMO Şubeleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22’de TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YAYIN ORGANIDIR • genç-İMO. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23’de • TMMOB 15 Mayıs’ta Ankara’da kitlesel miting düzenleyecek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24’de Önlem almayan siyasi iktidar vebal altındadır Depremin oluşturacağı riskleri azaltmak için gerekli önlemleri almayanlar binlerce insanın ölümünden sorumlu olacaktır! Japonya’da meydana gelen, bir tek binanın bile yıkılmadığı 9,0 büyüklüğündeki depremden ülkemiz için sayısız dersler çıkarmak mümkündür. Japonya depreminde binaların yıkılmaması bir kez daha, “Deprem değil, tedbirsizlik öldürür” belirlememizi doğrulamıştır. Siyasi iktidar bir an bile kaybetmeden Odamızın her platformda dile getirdiği önlemleri derhal hayata geçirmelidir. J aponya’da 11 Mart 2011 tarihinde Türkiye saatiyle 07:46’da Kuzey Amerika ve Pasifik plaka sınırında dalma-batma zonunda, Başkent Tokyo’ya 370 km. uzaklıkta, dünyada ender rastlanan mega depremlerden biri meydana geldi. Yerin 24 km altında, 9,0 büyüklüğünde meydana gelen deprem sonrasında oluşan dev tsunami dalgaları, merkez üssüne yakın bölgelerde bulunan yerleşim alanlarında binlerce can kaybına, yüzlerce binanın yıkılmasına, yangınlara ve nükleer santral patlamalarına neden oldu. Uzmanlar, Pasifik levhası’nın Kuzey Amerika levhasına doğru yılda 82 mm. hareket ettiğini, depremin Okyanus tabanında çok uzun bir fay hattında ters fay üzerinde 10 m. lik bir yer değişikliğine neden olduğunu ve ülkemizde yaşanan 1999 Marmara Depreminden 50 ile 60 kat daha büyük bir şiddetle meydana geldiğini açıkladılar. Depremin neden olduğu kayıpların rakamları henüz netlik kazanmış değil ancak tsunami nedeniyle 10 binden fazla insanın yaşamını kaybettiği veya kayıp olduğu, 309 milyar dolar maddi kaybın yaşandığı tahmin ediliyor. Fukuşima Nükleer Santrali’nden yayılan radyasyonun insanlara ve çevreye verdiği, vereceği zararlar ise henüz açıklığa kavuşmuş değil. 1900’lerden günümüze dünya üzerinde 33 tane büyük çaplı deprem meydana geldi. Daha çok Büyük Okyanus çevresinde görülen bu depremlerde 1,5 milyonu aşkın kişi yaşamını kaybetti. Japonya depremi 1950’den bu yana meydana gelen en büyük beş depremden biri olarak kayıtlara geçti. 12’de 2 AKP’nin Çalışanlara Oynadığı Yeni Bir Oyunla Karşı Karşıyayız! 1 Nisan 2011 İnşaat Mühendisleri Odası’nın “Torba Yasa” TBMM Genel Kurulu’nda görüşülürken yasayla ilgili yaptığı değerlendirme: AKP’nin sosyal devleti yok etme girişimlerine sesiz kalmayacağız İ ktidarda bulunduğu süre içerisinde çalışanların haklarını yok etmeye, sosyal devlet olgusu yerine “piyasacı devlet” mantığını inşa etmeye kararlı olan AKP Hükümeti’nin çalışanlar üzerinde oynadığı yeni bir oyunla karşı karşıyayız. Çalışma yaşamına işveren penceresinden bakmaktan, bunu açık açık savunmaktan imtina etmeyen ve gerekli mevzuat değişikliklerini hayata geçirmede hiçbir engel tanımayan AKP Hükümeti bu sefer “Torba Yasayla” çalışanların haklarına yeni kısıtlamalar getirmeye hazırlanıyor. Üstelik bu sefer yalnızca işçilerin değil kamu çalışanlarının haklarını düzenleyen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda da değişiklik yapılmak isteniyor. Toplumsal yaşamı neo-liberal politikalar çerçevesinde düzenlemeye çalışan AKP Hükümeti, “Torba Yasa”yla çalışanların güvencelerini ortadan kaldırıyor, örgütlenme haklarını ellerinden alıyor. Bu amaçla 2010 yılı içerisinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda da değişiklik yapılmasına ilişkin hükümler taşıyan iki tasarı hazırlayan AKP Hükümeti, tasarıların ilkini 9 Haziran 2010 tarihinde TBMM Başkanlığına sunmuş ancak tasarı “TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu”nun gündemine alınmamıştı. 9 Haziran tarihli tasarıda çalışanların aleyhine olan hükümleri aynen koruyarak ikinci bir tasarı hazırlayan AKP Hükümeti kamuoyunda “Torba Yasa” adıyla bilinen tasarının maddalerini 25 Ocak 2011 tarihinden bu yana Meclis Genel Kurulu’nda görüşüyor ve yasalaştırıyor. Ancak “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” adıyla hazırlanan ikinci tasarıyla sadece çalışanlara değil toplumun tümüne büyük bir oyun oynanıyor. Yeni tasarıda vergi affı, emekli zammı, öğrenci affı gibi kamuoyunun büyük bir kesimi tarafından merakla beklenen yasal değişiklikler ile çalışanların istihdamında planlanan hak kısıtlamaları birlikte düzenleniyor. Kamu hizmeti gibi toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bir alanda yapılmak istenen hak gaspları ile yine toplumun geniş kesimleri tarafından beklenen “af ”ların birlikte düzenlenmesi tam anlamıyla bizlere oynanan bir tür “Ali Cengiz” oyunudur. kalarda örgütlenmeyi yok etmeyi, taşeronlaşmanın önünü açmayı ve işverenin üzerindeki yükü azaltmayı amaçlamaktadır. Çalışanların haklarında olumsuz değişiklikler öngören bir tasarının özellikle “vergi affı” ve “öğrenci affı” gibi konularla birlikte ele alınmasındaki temel amacın aftan yararlananların desteğini almak olduğu görülmektedir. Bu durum, tasarının getirdiği hak kayıpları ve sosyal devletin tasfiyesi ile emekçi kesimler üzerinde oluşacak olumsuz etkilere karşı gelişen haklı ve meşru muhalefeti yürütenleri, “vergi affı” ve “öğrenci affı” üzerinden tasarıyı destekleyenlerle karşı karşıya getirme tehlikesi barındırmaktadır. Tasarının olumsuz yönlerini gizleme amacıyla vitrin niyetine sunulan “izin hakları ile kadın ve engelli çalışma koşullarında yapılan iyileştirmeler” dışarıda bırakıldığında kamu çalışanlarının hak kayıpları üç temel noktada düzenlenmektedir. Tasarıyla kamu çalışanlarının hakları nasıl yok edilecek? 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nu tamamen değiştirme niyetini taşıyan siyasi iktidar, “Torba Yasayla” hem bu amacının önemli bir bölümünü hayata geçirmekte hem de işçilerin haklarını işveren lehine zayıflatmaya soyunmaktadır. AKP Hükümeti bu tasarıyla iddia ettiği gibi “memur sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve çalışanların makul ve uygun görülen isteklerini karşılamayı” değil, neo-liberal politikaları çalışma yaşamında tam anlamıyla uygulamaya koymayı hedeflemektedir. Tasarı genel olarak “Kamu hizmeti”ni ortadan kaldırarak, her vatandaşın “siyasal hakkı” olan kamu hizmetinde çalışma hakkını yok etmeyi, Anayasanın değiştirilemez hükümlerden biri olan “sosyal devlet ilkesi”nin en temel mekanizmasını ve sayısı 3 milyon olan kamu personelinin iş güvenceli kariyerini ortadan kaldırmayı; işçilerin zaten sınırlı olan iş güvencelerini iyice zayıflatmayı, sendi- Siyasal iktidarın “kadro kaldırma yetkisi”nin sık ve yaygın kullanılabilir kılınması Tasarı ile siyasal iktidarın “kadro kaldırma yetkisini” sık ve yaygın kullanabilmesine olanak tanınmaktadır. Temel memur güvencesini ortadan kaldıran bu değişiklikle birlikte, “kadro kaldırma yetkisi” tüm kamu sistemini sürekli tehdit edecek bir yetki olarak kullanılabilecek serbest yetkiye dönüştürülmekte, böylece siyasal iktidarın kamu personeli üzerinde yapacağı partizanca işlemlerin kapısı sonuna kadar açılacaktır. Üst kademe yöneticilik makamlarının özel sektöre ve serbest meslek sahiplerine açılması Tasarı yöneticilik görevleri için değerlendirmeyi “sicil sistemi” dışına çıkarmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12 yıl hizmeti yeterli saymakta ve bu sürenin hesabında özel kurumlarda veya serbest olarak çalışılan sürenin tamamının dikkate alınacağını hükme bağlamaktadır. Özel sektöre ve serbest meslek sahiplerine kamuda üst kademe yönetici olma yolunu açan bu değişiklikle birlikte, kamu yönetiminin üst düzey yöneticilik makamları, siyasal iktidarla gelip gidecek “siyasal kadrolara” dönüştürülecek, memuriyet kariyer sisteminin taşıyıcısı olan “piramidin tepesi” kariyer sistemine kapanacaktır. Sicil değerlendirme sisteminin yerine “disiplin” ile “ödül” uçları üzerinde yükselen “performans değerlendirme sistemi”nin getirilmesi. Tasarı sicil sistemini ortadan kaldırılmakta, insan doğasının benmerkezci ve kişisel çıkar odaklı olduğu kabulüne dayanan liberal değerler üzerine kurulan ödüllendirme-cezalandırma çerçevesinde bir performans değerlendirme sistemi kurmaktadır. Kolektif bir iş olan kamu hizmetini performans değerlendirme sistemi ile bireysel rekabete dayalı bir iş haline getiren değişikliklerle kamu hizmeti kavramının altı boşaltılmaktadır. Özetle tasarı ile Kamu hizmetini tasfiye etme politikasının önü açılmaktadır. Tasarı, kendi içinde danışma, görüşme, tartışma, 1 Nisan 2011 “Torba Yasa” çalışanların güvencelerini ortadan kaldırıyor, örgütlenme haklarını ellerinden alıyor. direnme yollarını kapatmakta, iç dengeleme mekanizmaları olmayan, siyasal iktidarın ve başlıca toplumsal güç odaklarının vurucu aleti haline gelmiş bir yönetim aygıtı öngörülmektedir. Üst kademe yöneticilik makamları siyasal kadroların ve özel sektör aktörlerinin iş görme yerlerine dönüştürülmektedir. Bunlar, hükümetle gelip hükümetle gitmekle birlikte, emir-komuta makamlarında kamu kaynaklarına yön veren ve bütün bir yönetim aygıtını ve personelini yönlendirip değerlendiren kadrolar olarak iş göreceklerdir. Emirlerinde çalışacak olanların güvenceden yoksun oldukları ve bir yandan disiplin bir yandan da bunların takdirlerine bağlanmış ödüllemeye dayalı performans değerlendirme sistemine bağlandıkları düşünüldüğünde, bu yeni elitin etkilerinin yalnızca genel politika belirleme ile sınırlı kalmayacağı, doğrudan uygulamanın ayrıntılarına da uzanacağı açıkça görülmelidir. Bu noktada Anayasada “Çalışma Hakkı ve Ödevi”nin “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” ana başlığı altında; “Kamu Hizmetlerine Girme Hakkı”nın ise “Siyasal Haklar ve Ödevler” içerisinde sayıldığının hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır. Bu ayrımın temel felsefesini kamu adına karar verenlerin siyasal iktidarın baskılarının yanında farklı çıkar gruplarına karşı da kamu adına korunması gerekliliğinde aranmalıdır. Bu niteliği ile kamu hizmetine girme siyasal bir öz taşımaktadır. Tasarı getirdiği hükümlerle kamu hizmetini ve bu hizmeti görenleri kamu adına koruma anlayışından vazgeçildiğini de işaret etmektedir. Tasarı, kamu hizmetinin ve dolayısıyla kamu yönetimi örgütlenmesinin kapsamlı ve sürekli tasfiyesini gerçekleştirmek amacıyla hazırlanmıştır. Bu amaç, ancak, kamu personel rejiminin memurluk ve kariyer sisteminden çıkarılmasıyla, sözleşmelilik ve kadro sistemine geçirilmesiyle gerçekleştirilebilir. Tasarı, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden çıkaracak 3 bir nitelikte olması nedeniyle sadece 657 sayılı yasaya tabi çalışanları değil toplumun tüm emekçi kesimlerini olumsuz etkileyecek bir özellik taşımaktadır. Torba Yasa iş yaşamına neler getiriyor? Tasarı yasalaşırsa; Asgari ücret hesaplamasında belirlenen 16 yaş sınırı 18’e çıkarılacak. Böylece 16-18 yaş arasındaki 200 binden fazla gencin asgari ücretleri yaklaşık 80 TL azaltılacak. Kısmi süreli çalıştığı için sigorta primi eksik yatanlar eksik süreyi 30 güne tamamlayacak ve farkı kendileri ödeyecekler. Ödememeleri durumunda devletin sağlık hizmetinden yararlanamayacaklar. Tasarıda 18-29 yaş arası erkekler ile 18 yaş üstü kadınları istihdam eden işverenlerin sigorta primlerinin işveren tarafından ödenmesi gereken tutarı, işe alındıkları tarihten itibaren İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak. Bu durum 30 ve daha yukarı yaşlardaki çalışanları işten atılma tehdidiyle karşı karşıya bırakacak. “İstihdam artırma niyetiyle” yapılan bu düzenlemeler ne yazık ki aynı zamanda yeni işsizler yaratma tehlikesi taşımaktadır. Şirketler kadrolu işçi çalıştırmak yerine, sadece ihtiyacı olduğunda işçi çalıştıracak, böylece kısa süreli çalıştırmanın yolu açılacak. Geriye kalan süreyi 30 güne tamamlamak için kendi cebinden primini yatıramayan hiçbir çalışan, ömür boyu emekli olamayacaktır. İşe alımlarda deneme süresi 2 aydan 4 aya çıkarılacak ve buna karşılık ücret ödenmeyecek. Tasarıyla aynı zamanda İl Özel İdarelerinde çalışan yaklaşık 80 bin işçinin sendikasızlaştırılmasının önü açılacak. İnşaat Mühendisleri Odası mesleki ve toplumsal sorumluğu gereği kamuda çalışan mühendis ve mimarların, sayıları üç milyonu bulan kamu çalışanlarının ve özel sektörde çalışan işçilerin haklarını korumak adına, Torba Yasa’nın çalışanlarla ilgili hükümlerine karşı çıkmaktadır. Çalışanların haklarında ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler vergi affı, öğrenci affı gibi yasa tasarılarıyla birlikte ele alınamaz. Kamu çalışanlarıyla ilgili yapılacak bir düzenleme, kamusal alanın taşıdığı özellikler nedeniyle ayrıca değerlendirilmeli ve konunun sosyal taraflarıyla ele alınmalıdır. Kamu hizmeti veren kamu çalışanlarının güvencesiz koşullarda çalıştırılmaları “kamu hizmeti” kavramının temel anlayışına aykırıdır. Dolayısıyla üç milyon kamu çalışanı güvencesiz çalışmaya mahkûm edilemez. Tasarıda ilgili alanlarda yapılan değişiklikler derhal geri çekilmelidir. İnşaat Mühendisleri Odası, siyasal iktidarın, Anayasa’nın vazgeçilmezlerinden olan sosyal devlet anlayışını tamamen ortadan kaldıran, yerine neoliberalizmin piyasacı anlayışını ikame eden yaklaşıma şimdiye kadar nasıl karşı durduysa bundan sonra da karşı durmaya devam edecektir. Odamız, TMMOB, KESK, DİSK ve TTB’nin açıkladığı eylem planı doğrultusunda 31 Ocak-3 Şubat 2011 tarihleri arasında alanlarda tüm örgütsel yapısıyla çalışanların yok edilmek istenen haklarını savunacaktır. Bu doğrultuda tüm üyelerimizi TMMOB’nin içinde yer aldığı platformun Torba Yasa’ya karşı düzenleyeceği eylem ve etkinliklere karşı duyarlı olmaya ve mücadele etmeye çağırıyoruz. Torba yasanın getirdikleri (götürdükleri!!) Torba yasa içerisinde İş Kanunu’ndan Devlet Memurları Kanunu’na, Sosyal Güvenlik Kanunu’ndan Yükseköğretim Kanununa kadar pek çok alanda düzenleme bulunuyor. Siyasi iktidar işçilerin, emekçilerin haklarını budamanın yolunu, toplumun geniş kesiminin beklentileri ile işçi gasplarını aynı kefeye koymakta buldu. Bir yandan vergi affı, öğrenci affı, emekli maaşlarının iyileştirilmesi, diğer yanda daha fazla sömürü anlamına gelen esneklik, gençlere güvencesizlik, stajyer ve çırakların ücretlerinde düşüş, taşeronlaştırma, kadrolu çalışanlara sürgün….. İlave olarak patronlara vergi indirimleri, teşvikler, destekler de yasanın içinde. Kriz döneminde açıklanan istihdam paketlerinde yer alan hükümlerin çok daha ötesinde, hayatımızı derinden etkileyecek hükümler bu yasada yer almakta. Zaten siyasi iktidar, ne zaman istihdam yaratmaktan, işsizlik ile mücadeleden bahsetse, altından sermayedarlara teşvik, yeni hak gaspları, işsizlik fonunun yağmalanması gündeme geliyor. İşsizlikle mücadele adı altında, ücretlerin aşağıya çekilmesi, işçilerin zaten sınırlı olan iş güvencelerinin ortadan kaldırılması, sendikaların yok edilmesi, kıdem tazminatlarının gaspı gündeme taşınıyor. Sanki istihdam yaratmak bir lütuf, bir yardımseverlik faaliyeti. Siyasi iktidarın, işsizlikle mücadele etmek, sosyal güvenlik sistemini ayakta tutmak gibi bir derdi yok. Amacı hizmet ettiği sermayedarlara yeni kâr alanları açmak, onları daha güçlü hale getirmek. Emeğin ucuz işgücü olarak görüldüğü Türkiye, Dünya’nın en uzun haftalık çalışma saatine sahip ülkelerinden biri. Bu durum bir kişinin üstlenebileceği işten çok daha fazlasını yüklenmesi anlamına geliyor. Amaç gerçekten çalışma yaşamını hakkaniyetle düzenlemek olsaydı, çalışma sürelerinin kısaltılması ciddi bir seçenek olarak ortaya konulabilirdi. • Siyasi partiler, amaçlarına ulaşmak için, siyasi faaliyetler kapsamında her türlü harcamayı yapabilecek. • Ormanlara her türlü hayvan sokulması yasak olacak. • Belediye encümenlerinin, belediye sınırları içerisinde tütün ürünleri için para cezası kesme yetkileri kaldırılıyor. Yasağa uymayanlar önce yazılı uyarılacak, yasağa uymayanlara mahalli mülki amir tarafından 1000-5000 TL arasında para cezası verilecek. • 31 Aralık 2010 tarihine kadar ödenmemiş vergiler, SSK prim borçları yeniden yapılandırılacak. Alacaklar, enflasyona göre yeniden hesaplanacak. • Gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri matrah artırımı yapabilecek. Beyanlar; 2006 yılı için yüzde 30, 2007 için yüzde 25, 2008 için yüzde 20 ve 2009 için yüzde 15 oranlarından az olmamak üzere artırılması halinde, bu yıllar için vergi incelemesi yapılmayacak. • Sigara cezası dışında başta trafik cezaları olmak üzere 120 TL’nin altındaki idari para cezaları silinecek. • Varlık barışından beyanda bulunup parasını getirmeyenler ya da vergisini ödemeyenler de af paketinden yararlanabilecek. • Erken doğum yapan kadın işçi, doğumdan önce kullanamadığı iznini doğum sonrasında kullanabilecek. Sekiz haftalık izin kullanılmayan süresi yine sekiz hafta olan doğum sonrası izine eklenecek. • 12 Eylül mağdurları emekli olmak için gözaltında veya cezaevinde geçen süreleri için borçlanabilecek. Siyasi iktidarın, genel kabul görecek maddelerin yanına emekçiler aleyhine ne kadar düzenleme varsa aynı çuvala attığı ve adına torba dediği bu yasada; • Silikozis hastaları malulen emekli olacak. • Yükseköğretim kurumlarıyla ilişiği kesilenlere dönüş yolu açıldı. Terör suçlarından hüküm giyenler düzenleme kapsamı dışında tutuldu. • Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, ihtiyaç sahibi yükseköğrenim öğrencilerine burs verilmesi amacıyla gerçek ve tüzel kişilerden 31 Aralık 2015 tarihine kadar şartlı bağış kabul edebilecek. • Türkiye Kömür İşletmeleri’nin kömür yardımı için yapacağı mal ve hizmet alımları da Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutulacak. • Siyasi partilerin mali denetimi Anayasa Mahkemesi’nce yapılacak. • Sendikaların yetki tespitinde, 30 Haziran 2011 tarihinden sonra yayımlanacak istatistikler dikkate alınacak. • BDDK; SPK kamu bankaları İstanbul’a taşınacak. 4 1 Nisan 2011 İMO: AKP’nin polis devleti girişimiyle karşı karşıyayız Dört emek ve meslek örgütünün “Torba Yasa”ya karşı düzenlediği ortak eyleme polisin sert müdahale etmesi nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası 4 Şubat 2011 tarihinde bir açıklama düzenledi. Açıklamada AKP Hükümeti’nin çalışana tahammülsüzlüğünü bir kez daha gösterdi ve AKP’nin polis devleti girişimiyle karşı karşıya olduğumuza dikkat çekildi. Haklı taleplerini dile getirmek isteyen ve Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya yürüyen on binlerce çalışanın polis terörüyle karşı karşıya bırakılmasına tepki gösterilen açıklamada Hükümetin “Torba Yasa”yla haklarını yok etme girişimlerine karşı eylemler düzenleyen ve 81 ilden Ankara’ya yürüyerek Meclis etrafında simgesel zincir oluşturmak isteyen çalışanların polisin cop, tazyikli su, biber gazı ve sis bombasıyla karşılanmasının kabul edilmeyeceği belirtildi. Siyasi iktidarın, son dönemlerde gerçekleştirilen hemen hemen tüm eylemleri polis şiddetiyle engellemeye çalıştığına vurgu yapılan açıklamada siyasi iktidarın bu tavırla polis devleti girişimlerini biraz daha hayata geçirmek istediğinin anlaşıldığı belirtildi. Başbakanın Mısır yönetimine “demokrasi dersi” verip içerde çalışanlar üzerinde terör estirmesi Türkiye’deki siyasi iktidarın gerçek yüzünü göstermesi açısından oldukça manidardır. Ancak bizler için bu tutum şaşırtıcı değildir. Bizler AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana gerçek yüzünü görüyor ve her fırsatta bunu kamuoyuyla paylaşıyorduk. Dün yaşananlar siyasi iktidarın ülkeyi polis devleti anlayışıyla yönetmek istediğinin yeni bir göstergesi olmuştur. Bizler siyasi iktidarın gerçek niyetini biliyoruz ve bu nedenle sokaklardayız. Sermaye guruplarına peşkeş çekilmek istenen haklarımızı siyasi iktidarın polisine rağmen haykırmaya devam edeceğiz. Dün sokakta haykırdığımız gibi: “sonun Mübarek olsun”. Hak arama mücadelemiz AKP’nin polis devleti girişimlerine rağmen devam edecektir.” Çalışanların hak arama mücadelesine tahammülsüzlüğüyle bildiğimiz AKP Hükümeti bir kez daha bizleri yanıltmadı ve gerçek yüzünü gösterdi denilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Ne ilginçtir ki siyasi iktidarın baş aktörü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, daha birkaç gün önce Mısır yönetimine “Demokratik tepkilere, halkın sesine kulak verin” sözleriyle Ortadoğu’nun sözüm ona “istikrarlı” ülkesinin Başbakanı olarak telkinlerde bulundu ve akabinde çalışanların haklı eylemlerine polisin sert müdahalesiyle karşılık verdi. Günlerdir torba yasaya kaşı eylemler düzenleyen çalışanlar 81 ilden başlattıkları yürüyüşü dün (3 Şubat 2011) Ankara’da Meclis etrafında simgesel zincir oluşturarak sonlandırmak istediler. Ancak çalışanların haklı eylemine polis, cop, tazyikli su, gaz bombası ve biber gazıyla müdahale etti. Kolej kavşağından Kızılay meydanına alkış, slogan ve ıslıklarla yürüyen yaklaşık on bin çalışan “Tayyip sonun Mübarek olsun”, “Tayyip torbanı al başına çal”, “Torba Yasa geri çekilsin”,“Genel grev genel direniş”, “Direne direne kazanacağız” sloganları attı. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar, TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı ve TTB Genel Başkanı Eriş Bilaloğlu’nun polisle yaptığı görüşmelerin sonuç vermesi üzerine Meclise yürümek isteyen çalışanlara havanın eksi iki derece olmasına aldırış etmeyen polis, tazyikli su, gaz bombaları ve biber gazıyla sert müdahalede bulundu. İMO artan iş cinayetleri ve 10 Şubat 2011 tarihinde Kahramanmaraş’ta yaşanan göçük nedeniyle bir açıklama yaptı. Açıklamada son günlerde arda arda iş cinayetlerinin yaşandığına ve iş cinayetlerinde yaşanan artışa özelleştirme nedeniyle yetersiz denetim yapılmasının neden olduğuna dikkat çekildi. Kahramanmaraş Afşin-Elbistan Linyitleri B Termik Santrali’nde meydana gelen iş cinayetinin göz göre yaşandığına dikkat çekilen açıklamada “daha dört gün önce aynı bölgede göçük yaşanmış, 1 işçi yaşamını yitirmiş 9 işçi yaralanmıştı. Termik Santrali bir an önce işletmeye açmak isteyen Park Holding’in sahipleri gerekli tedbirler alınmadan bölgede göçük kaldırma çalışmaları başlatmış ve gelinen aşamada 1 işçinin ölümüne neden olmuş, akıbetleri bilinmeyen aralarında mühendislerin de olduğu 9 kişinin göçük altında olmasına ortam hazırlamışlardır. Termik Santralin B ünitesi üç yıl önce özelleştirilmiş ve Park Holding’e devredilmiştir. Yerel kaynaklar, özelleştirmesin ardından denetimsizliğin arttığına, işletmenin kar hırsıyla maden göbeğinde var olan maden rezervini çekip aldığına, daha önceleri ölümlü göçüklerin yaşanmadığına ancak özelleştirilmenin ardından bu tür göçüklerin yaşanmaya başlandığına dikkat çekiyorlar” bilgilerine yer verildi. Özelleştirmelerin iş cinayetlerine davetiye çıkardığına dikkat çekilen açıklamada “Afşin-Elbistan’da yaşanan son iş cinayeti ve diğer iş cinayeti örnekleri bir kez daha bizlere hem sosyal devlet olgusunun yok edilme girişimleri sonucu gerçekleştirilen özelleştirmelerin ardından işverenlerin iş güvenliği ve işçi sağlığını öncelikleri arasına almadıklarını hem de devletin yeterli denetimlerde bulunmadığını göstermektedir” denildi. Çalışanların hak arayışına polis copu “Torba yasa” adıyla Meclis Genel Kurulu’nda görüşülen ve çalışanların haklarını tırpanlayan yasa tasarısına karşı DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Türkiye’nin dört bir yanından 1 Şubat 2011 tarihinde yürüyüş başlattı. 3 Şubat’ta Ankara Kolej kavşağında bir araya gelen buradan Meclise yürümek isteyen çalışanlar İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın talimatıyla polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Denetimsizlik İş Cinayetlerine Davetiye Çıkarıyor İstatistiklere göre Türkiye’nin ölümlü iş kazaları alanında Avrupa’da birinci dünyada ikinci sırada bulunduğu; Türkiye’de en sık iş kazasının yaşandığı sektörler sıralamasında inşaat sektörü nün üçüncü sırada yer aldığı ve 2011 yılının başından bu yana 50 kişinin iş cinayetleri sebebiyle yaşamını yitirdiğine vurgulanan açıklamada şöyle denildi: “ Rakamlar oldukça çarpıcı. Ülkemizde iş sağlığı ve işçi güvenliğinin sorunlu bir alan olduğu ve her yıl binlerce kişinin bu sebeple yaşamını yitirdiği bilinen bir gerçektir. Yine bilinen bir diğer gerçek ise siyasi iktidarın bu alanda gerekli önlemler almadığı, işçi sağlığını işverenin insafına bıraktığıdır. Emek ve meslek örgütleri Meclis Genel Kurulu’nda değerlendirilen(!) ve peyderpey kabul edilen “Torba Yasa”ya işte tam da bu nedenlerle karşı çıkmaktadır. Türkiye’de çalışma yaşamı her geçen gün biraz daha işverenin lehine, çalışanların aleyhine düzenleniyor ve bu tercihin doğal bir sonucu olarak her geçen gün artan ölümlü iş cinayetleri yaşanıyor. Polisin iki saat süren müdahalesi Ziya Gökalp Caddesi boyunca devam etti. Biber gazından ve tazyikli sudan etkilenen çok sayıda eylemci yaralandı. Yaralıların bir bölümü hastaneye kaldırıldı. Eyleme kitlesel katılan TMMOB, TTB üyeleriyle TMMOB önünde toplanıp buradan Kolej Meydanı’na slogan, alkış ve dövizlerle yürüyerek katıldı. İnşaat Mühendisleri Odası, Yönetim Kurulu Üyeleri, tüm şubelerden gelen yöneticileri ve çalışanlarıyla eyleme aktif destek verdi. Sakarya Caddesi’nde basın açıklaması Torba Yasa`ya karşı DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından düzenlenen eylemin polis tarafından engellenmesi üzerine dört örgüt, akşam saatlerinde, Sakarya Caddesi’nde ortak bir açıklama yaptı. Binlerce kişinin katıldığı, “AKP iktidarının şiddetine, polis devleti girişimlerine teslim olmayacağız!” sloganıyla yapılan basın açıklamasının metni DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi tarafından okundu. OSTİM’de, İVEDİK’te ve Kahramanmaraş’ta yaşadığımız işçi cinayetleri siyasi iktidarı bir kez daha iş güvenliği ve işçi sağlığı alanını düşünmeye, değerlendirmeye ve acil önlemler almaya davet ediyor. Yeni iş cinayetlerinin yaşanmaması için siyasi iktidara bir kez daha sesleniyoruz: iş cinayetlerini önlemek mümkün. Çalışanların yaşam hakkını işverenlerin kar hırsına terk etmeyin. Gerekli önlem ve tedbirleri biran evvel alın.” 1 Nisan 2011 5 İMO Bursa Şubesi’nin yeni binası törenle hizmete açıldı İMO Bursa Şubesi’nin Bursa Akademik Odalar Yerleşkesi’ndeki (BAOB) binası 5 Mart 2011 tarihinde düzenlenen törenle hizmete açıldı. Çok sayıda davetlinin katıldığı törene, AK Parti Bursa Milletvekili M. Altan Karapaşaoğlu, Bursa Vali Yardımcısı Sabahattin Yücel, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Seyfettin Avşar, İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp, İMO Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Züber Akgöl, İMO İstanbul, Kocaeli, Balıkesir ve Sakaya Şubelerinin Yönetim Kurulu Üyeleri, İMO Genel Sekreter Yardımcısı Gülsüm Sönmez, TMMOB’ye bağlı Odaların Bursa Şube Başkanları ile çok sayıda üye katılım gösterdi. Açılışta sırasıyla İMO Bursa Şube Başkanı Necati Şahin, İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp ve Bursa Vali Yardımcısı Sabahattin Yücel birer konuşma yaptı. Necati Şahin, araziyi odalara tahsis eden ve tüm akademik odaları bir çatı altında toplayan herkese teşekkür etti. Şube binası hakkında teknik bilgiler veren Necati Şahin, 750’si hizmet alanı, 750’si eğitim alanı olmak üzere toplamda bin 500 metrekarelik bir alanda yerleştiklerini kaydetti. IMO Bursa Şubesi’nin de dâhil olmak üzere 27 odanın hizmet verdiği BAOB Yerleşkesi için şimdiye kadar 22 milyon liranın harcandığını vurgulayan Şahin: “Yerleşke için sadece bizim odamız 3 milyon 200 bin TL harcamıştır. Burası adeta gönüllü kuruluşların çatısı oldu. Bizler hiçbir yöneticinin rakibi değil, ücretsiz danışmanıyız. Kent yönetimi bilimsel verilere dayanarak yapılmalıdır. Yöneticilerimiz de bizlerle işbirliğine girmelidir” diye konuştu. Türkiye’de ve Bursa’da kentleşme sorunları olduğunu söyleyen Necati Şahin, sorun- ların çözümünün de ancak akademik odalarla iş birliğine gidilerek bulunabileceğine işaret etti. Necati Şahin’nin ardından söz alan İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp, BAOB’un Türkiye’ye örnek bir yapı olduğunu belirterek; projenin yapılması, uygulanması ve faaliyete geçirilmesi aşamasında emeği geçen herkese teşekkür etti. Türkiye’nin gıpta ile baktığı BAOB çatısı altında faaliyet gösteren tüm akademik odalara başarılar dileyen Serdar Harp; “Yaşam alanlarımız ticari ve siyasi rantlara kurban ediliyor. Bursa’da bu yanlışlardan nasibini aldı. Ulaşım başta olmak üzere yapılaşmada da ciddi sıkıntılar var. Akademik odaların böylesine güzel bir çatı altında toplanmasını fırsat bilerek kent yöneticilerinin sorunların çözümü noktasında buralara başvurması gerekiyor” dedi. Serdar Harp’in ardından Bursa Vali Yardımcısı Sabahattin Yücel, bir teşekkür konuşması yaptı. Açılışta Prof. Dr. Uğur Ersoy, “İnşaat Mühendisliği ile İlgili Bir İrdeleme” başlıklı bir sunum yaptı. Açılış konuşmalarının ardından İMO Bursa Şubesi hizmet binasının kurdele kesimi hep birlikte gerçekleştirildi. Serdar Harp Atılım Üniversitesi öğrencileriyle buluştu Atılım Üniversitesi genç-İMO temsilcilerinin daveti üzerine İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp 15 Mart 2011 tarihinde Atılım Üniversitesi öğrencileri ile bir söyleşi yaptı. Şube Başkanları Toplantısı gerçekleştirildi Söyleşiye çok sayıda öğrencinin yanı sıra öğretim üyeleri, İMO Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Züber Akgöl ve İMO Genel Sekreter Yardımcısı Ayşegül Bildirici katıldı. Serdar Harp söyleşide son günlerin önemli gündemlerinden olan Japonya depremini, yapı denetim sistemini, meslek yasalarını, altyapısı olmadığı halde açılan yeni üniversiteleri ve teknoloji fakültelerini değerlendirdi. Japonya’da meydana gelen depremde yaşanan can kayıplarının depremden değil tusunamiden kaynaklandığına dikkat çeken Serdar Harp, İMO’nun daha önce defalarca vurguladığı “deprem değil, tedbirsizlik öldürür” tespitinin yeniden doğrulandığını belirtti. Siyasi iktidarların deprem için yeterli önlem almadığını vurgulayan Serdar Harp, depremlerde kayıpları en aza indirmenin yollarından birinin Yapı Denetim Yasası olduğunu ancak mevcut yasada eksiklikler bulunduğunu belirtti. İnşaat mühendisliğinin en önemli sorunları arasında altyapı eksikliğine rağmen açılan yeni üniversiteler olduğunu söyleyen Harp, bu nedenle üniversite eğitiminde ciddi bir nitelik kaybı yaşandığını ve üniversiteden mezun olan gençlerin meslek hayatında zorlandıklarını vurguladı. Söyleşide mühendisliğin tanımına gönderme yapan Serdar Harp mühendislerin etik değerlere sahip olmaları, bilim ve teknolojiyi takip etmeleri, çevreci olmaları, toplumsal olaylara duyarlı olmaları ve alanlarında uzman olmaları gerektiğinin altını çizdi. Söyleşi öğrencilerin sorularına verilen yanıtlarla noktalandı. İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu, İMO Şube Başkanlarıyla 3 Şubat 2011 tarihinde İMO Genel Merkezi’nde ortak bir toplantı düzenledi. Toplantıda İMO’nun örgütlenme çalışmalarına ilişkin görüş alışverişinde bulunuldu. 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü Selamlıyoruz İnşaat Mühendisleri Odası, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada son günlerde artan kadın cinayetlerine dikkat çekildi. Kadınların her ortamda fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kaldığına dikkat çekilen açıklamada “Kadınlar günlük yaşamda sürekli olarak cinsel, psikolojik, fiziksel şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalmakta, sistem tarafından biçilen rolün bir gereği olarak ‘ gerektiğinde’ çok rahat öldürülmektedirler. İstatistiklere göre her gün dört kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Tacizciler, tecavüzcüler ve kadın katilleri tahrik indiriminden yararlanıyor ve hatta serbest bırakılıyor. Gerekli yasal düzenlemeleri yapmayan, var olanları ise uygulayamayan devlet, kadını şiddetten ve ölümden koru(ya)mamaktadır. Bu bağlamda kadın cinayetleri sistematiktir ve politiktir” denildi. Siyasi iktidar ve yandaş medyanın içindeki kadın düşmanlığını açığa çıkardığına vurgu yapılan açıklamada “AKP ve yandaşlarının muhafazakârlık sosuna bulanmış kalemşorları kadınlara saldırmaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde bir ilahiyat profesörü, tecavüz olayını kadının giyimine bağlamış ve kadını suçlu olarak ilan etmişti ve bu rezalet yandaş basın tarafından desteklendi” ifadelerine yer verildi. Açıklamanın tam metnine www.imo.org.tr web adresinden ulaşılabilir. 6 1 Nisan 2011 Hayatımız, AKP’nin İş Güven(ce)sizliğine Feda Edilemez FELAKETLER KADERİMİZ DEĞİL ! T ürkiye, sağlıksız ve güvencesiz çalışma koşulları sonucunda ortaya çıkan felaketlerin, kazaların ve katliamların sessizce karşılandığı bir atmosfere sahip. Eğitimle halledilmeyen bir sorun, teknolojik destekle çözüme kavuşturulamayan bir arıza veya iş cinayetleri kadere havale edilerek geçiştiriliyor. Böylelikle benzer zincirleme hadiseler için kullanılacak klişe gerekçeler hazırlanıyor. Son günlerde art arda yaşanan felaketlerin ardından AKP Hükümeti “kar hırsını ve kötü çalışma koşullarını yok sayarak” durumu kaza diye açıklamaktadır. OSTİM ve İVEDİK’ te, Zonguldak’taki maden ocağında, Antalya’daki dolum tesisinde, Maraş - Elbistan ve sonra Batman’da yaşanan iş cinayetleri, AKP’nin iş sağlığı politikasının düşük maliyet-yüksek kar, dolayısıyla fazla ölüm mantığına dayandığını göstermiştir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, iş kazası sonucu ölüm sıralamasında dünya üçüncülüğümüz ve Avrupa şampiyonluğumuz vardır. Bu ölümlerin sorumluları durumu kaza diye açıklayarak suçlarını örtmeye çalışmaktadır. Bugün Türkiye’de imalat sektöründeki 600.000 işletme denetim dışıdır. Sorunun temeli çalışma yaşamının mevcut yapısından kaynaklanmaktadır. Kazaların yaşandığı işyerlerinin ortak noktası, iş güvenliğinin olmaması, denetimin uygulanmaması, buna karşın sendikasızlaştırmanın ve taşeron sisteminin hâkim olmasıdır. İşyeri denetimleri ve dolayısıyla iş sağlığı ve güvenliği önlemleri Türkiye’deki sanayi işletmelerinin ancak yüzde 1,6’sında geçerlidir. 700-800 civarındaki iş müfettişi sayısı çok yetersizdir. Bu sayı örneğin; ülkemizle eşdeğer işyeri sayısına sahip Almanya’da 3900’dür. Çalışma yaşamıyla ilgili mevzuat yalnızca başlıca “sanayi ve ticaret” işlerini kapsamakta, tarım sektörünün tamamı, hizmet sektörünün bir bölümü ile KOBİ`lerin çok büyük bir bölümü kapsam dışında bırakılmaktadır. Çalışma hayatına “kayıt dışı istihdamı teşvik eder tarzda” bir “işçi sağlığı ve iş güvenliği” politikası hakim durumdadır. “Torba Yasa”nın mecliste görüşüldüğü gün OSTİM ve İVEDİK’te meydana gelen patlamalar ile AKP zihniyeti arasında bir paralellik vardır. AKP hükümeti bir yandan neo-liberal yıkım politikalarıyla toplumu temelinden yok etmeye çalışıyor, diğer yandan meydana gelen patlamalarla onlarca işçinin hayatı temelli yok oluyor. Meydana gelen patlamalar, ülkemizde çalışma koşulları ile insan yaşamı arasındaki çelişkiyi “onlarca işçimizin canı pahasına” bir kez daha gözler önüne sermiş- AKP, özelleştirme ve piyasalaştırmayı kendisine rehber edinmiş durumdadır. Bu zihniyetin kaçınılmaz bir sonucu, özelleştirilen ve taşeronlaştırılan sektörlerde yaşanan iş kazalarındaki büyük artıştır. tir. Ankara’da işyerlerinde patlamaların olduğu gün TBMM’de görüşülen “Torba Yasa” ile işçi ölümlerinin yasal zeminleri sağlamlaştırılmıştır. AKP eliyle yürütülen neo-liberal politikalar, işçinin sağlığını hiçe sayan ve sonucunda ucu Tuzla’ya ve Davut Paşa’ya varan cinayetlere sebep olmuştur. Bile bile ölüme davetiye çıkaran, patronların cebini daha fazla dolduran, insan onurunu ve emeğini ölümle sınayan bu zihniyetin parçası olan Çalışma Bakanı Ömer Dinçer meseleyi işçilerin dikkatsizliği ile açıklamaktadır. AKP, özelleştirme ve piyasalaştırmayı kendisine rehber edinmiş durumdadır. Bu zihniyetin kaçınılmaz bir sonucu, özelleştirilen ve taşeronlaştırılan sektörlerde yaşanan iş kazalarındaki büyük artıştır. İnşaat sektöründe taşeron kullanımında amaç, işlerin uzman kişilerce yaptırılmasıdır. Taşeron kullanımı doğru uygulandığı takdirde hata yapma veya kaza oranı azalır. Ancak burada en önemli konu sertifikalandırma, yönetmelik ve standartlarıdır İşçileri öldüren sömürü politikaları, özelleştirmeye ve güvencesizleştirmeye dayanmaktadır. İş güvenliği ve iş sağlığı, para hırsı nedeniyle feda edilmektedir. Yapanın yanına pek çok şeyin kar kaldığı gerçeği, asli olarak bu tür felaketlerde görülmektedir. Bu felaketin yaratıcıları ve sorumluları birden bire sırra kadem basmakta, adeta görünmez bir el, bu tür vakaların enine boyuna incelenmesinin önüne set çekmektedir. Mevcut iktidar ya bu felaketlerin sorumlularını koruyup kollamakta ya da doğrudan kendi sorumluluğunu kadere havale ederek sıyrılmaktadır. Araştırmalar, iş kazalarının yüzde 50’sinin “kolaylıkla” önlenebilecek kazalar olduğu ve yüzde 48’inin de sistemli bir çalışma ile önlenebileceğini ortaya koymaktadır. Buna rağmen, gerek yasal düzenlemelerdeki yetersizlikler, gerek uygulama boşlukları ve gerekse de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın konuya ilgisizliği, iş kazalarının artarak devam etmesine neden olmaktadır. bir grupla yapılabilir. Diğer yandan ise yine bir inşaat işi olan ve sadece ağaç dikimi, çimen, çiçek, kaldırım ve oturma grupları yapımı içeren büyük bir gezi parkının inşaatında ise 50 kişinin çok üstünde personel görev alabilmektedir. Dolayısıyla inşaat sektöründe “iş tanımlı” iş güvenliği kavramı öne çıkmakta olup mevcut yasal düzenlemeler sektörün ihtiyacını karşılamaktan uzaktır. Öte yandan, son SGK istatistiklerine göre halen kayıtlı bir milyon otuz altı bin işyerinin yüzde 97’si 1- 49 arasında işçinin çalıştığı yerler olup, ölümcül iş kazalarının yüzde 98’i KOBİ’lerde meydana gelmektedir. 09.12.2009 tarihli “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliğin Uygulanmasına Dair Tebliğ” ile ana işverenleri, işyerlerini küçük parçalara ayırarak yükümlülüklerinden kurtarmaya yönelik bir düzenleme yapılmıştır. Bu durum, iktidarın yasal düzenlemeler ile gereklilikleri yerine getiriyor görüntüsü yaratmaya çalıştığını, her ne koşulda olursa olsun piyasanın ihtiyaçlarına göre davrandığını açıkça göstermektedir. Mühendislik biliminin iş sağlığı ve güvenliğiyle doğrudan ilgisi, İş yerlerindeki fiziki koşullar ile giderek daha fazla karmaşıklaşan üretim, yöntem ve araçları oluşturan teknik etkenler, işçi sağlığı ve iş güvenliği çalışmalarında mühendislerin daha etkin görev almalarını gerekli kılmaktadır. İş yerlerindeki güvencesiz çalışma koşullarına karşı alınacak teknik önlemlerin geliştirilmesinde ve uygulanmasında mühendislerin önemi artmaktadır. Oysa mühendislerin işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatındaki yeri halen sağlıklı ve uygulanabilir olmaktan uzaktır. Bir an önce mühendislerin çalışma ilkelerini düzenleyerek yasal boşluğun giderilmesi gerekmektedir. Ülkemizde ne yazık ki, iş güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili tüm bağlantılar vakayı adiyeden sayılarak çok önemsenmeyen, dahası geçiştirilen bir vahamete denk gelmektedir. Ne zaman bu konularla ilgili yasal düzenlemeler gündeme gelse, işverenin iş güvenliği ile cüzdanının sağlığı birinci öncelik haline gelmektedir. İşçinin talepleri bir başka bahara kalmaktadır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği İşçi sağlığının korunması ve iş güvenliğinin sağlanması için yapılan ve 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı yasa ile esnek çalışma ve esnek üretimin yasalaşması sağlanmıştır. İşyerindeki güvencesiz çalışma koşulları üretim sürecinde kullanılan teknolojinin ve üretim araçlarının niteliksizliğinden denetim hatalarına ve sağlıksız çevre koşullarına kadar birçok nedenden kaynaklanmaktadır. Belediyeler ve bakanlıklar arasındaki denetim çekişmesi ve karmaşasının da zaten son derece etkisiz kalan denetimleri iyice içinden çıkılmaz hale getirdiği muhakkaktır. Çalışanları değil işverenleri gözeten yasalar, emeğin ana değer olarak güvence altına alınması yerine işverenin imtiyazlarının artması sonucu doğurmaktadır. 4857 sayılı iş yasasının 81.maddesinde yapılan değişikliklerde insan yaşamını doğrudan ilgilendiren bir haktan yararlanmayı “işin kapasitesi ve zorluk derecesi dikkate alınmaksızın” iş yerindeki işçi sayısına bağlayarak 50’den az işçi çalıştıran işyerleri iş güvenliğinden yararlanma hakkından mahrum bırakılmıştır. İnşaat sektörü, sektörler arasında en yüksek kaza oranlarından birine sahiptir. Muhtemeldir ki en yüksek orana sahiptir, çünkü pek çok kaza ve / veya yaralanma olağan karşılanmakta ve kayda geçirilmemektedir. 50‘den az işçinin çalıştığı işyerlerinde fazlasıyla iş kazası görülmektedir. İnşaat sektöründe işlerin büyük çoğunluğu 50 kişinin altında personel ile yapılabilmektedir. Örneğin 5 katlı tipik bir konut binası veya kazaların sıklıkla görüldüğü büyük bir altyapı işi rahatlıkla 50 kişinin altında İş güvenliği mühendisinin işyeri hekimliğine benzer şekilde işletmelerde işin niteliğine ve iş yerinin koşullarına göre tam zamanlı olarak çalıştırılması zorunlu olmalıdır. İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda sorumluluk yüklenen mühendisler bunu yan bir görev olarak değil ayrı ve temel çalışma alanı olarak görmeli ve bunu programlı bir şekilde yürütmelidir. Oysa 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ikincil mevzuatı olan “Yapı Müteahhitlerinin Kayıtları ile Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli Ustalar Hakkında Yönetmelik”in ilgili maddeleri ile mühendis veya mimar unvanlı şantiye şeflerinin, özellikli yapılar olarak nitelendirilebilecek yapım işlerinde hizmet vermelerinin yanı sıra aynı işyerinde iş güvenliği hizmetlerini de yürütmeleri hususunda bazı düzenlemelere gidilmiştir. Büyük hacimli ve yapım yönetimi bağlamında iş yükünün ağır olduğu bu şantiyelerde şantiye şefinin aynı zamanda iş güvenliği hizmetini de yürütmesi sağlıklı bir uygulama olmayacaktır. 4857 sayılı iş kanununun 81 inci maddesi kapsamında çıkarılan “İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk Ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik” in “Mesleki Bağımsızlık, İhtar ve İptal” başlıklı 26. maddesinde “Mesleki bağımsızlığın sonuçları hiçbir şekilde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görevlendirilenlerin aleyhine kullanılamaz ve yapılan sözleşmelere mesleki anlamda bağımsız çalışmayı kısıtlayabilecek şartlar konulamaz.”, “Özellikle sağlık ve güvenlik riskleri konusunda, işveren ve işçilere önerilerde bulunurken hiçbir etki altında 1 Nisan 2011 İşçi cinayetlerinin nedeni bellidir; Tıpkı Tuzla’da, Davutpaşa’da, madenlerde olduğu gibi daha fazla sömürme hırsıdır. kalmazlar.” ve “Mesleki bağımsızlığın sonuçları hiçbir şekilde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görevlendirilenlerin aleyhine kullanılamaz ve yapılan sözleşmelere mesleki anlamda bağımsız çalışmayı kısıtlayabilecek şartlar konulamaz.” İfadeleri yer almaktadır. Müteahhit adına ücret karşılığı görev yapan şantiye şefinin belirtilen şartlarda çalışmasını beklemek hayatın gerçekleri ile örtüşmemektedir. İş yasası ve ona bağlı yapılan diğer düzenlemeler sektörler arası bir farklılık gözetmemektedir. Yani yasa üretim sektöründe olan banka şubesi ile proje bazlı bir sektör olan inşaat sektörünü aynı çerçevede değerlendirmekte, sektörel farklılıkları dikkate almamaktadır. Bilimin ve bilmenin rehberliğinde gidilecek yol bizi iş güvenliği ve işçi sağlığı konusunda doğruya götürür. İnşat sektörü gibi 50 işçinin altında çalışan sektörlerde sayı sınırlaması getirmek yerine işin kapasitesi ve işin zorluk derecesi dikkatte alınarak iş güvenliği uzmanı görevlendirilmesi sağlanmalıdır. Benzer şeklide iş güvenliği uzmanlığı eğitim programlarında da sektörel farklılıklar yok sayılmaktadır. İş güvenliği mühendisliği, mühendislik mesleğinin icrasıdır. Kamusal sorumluluğu olan meslek odaları olarak yüksek öğretim alanında hiçbir yetkisi ve buna uygun kadrosu olmadığı halde, işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği mühendislerinin ticari kuruluşlar tarafından belgelendirilmek istenmesini, dahası bu programlarda meslekten olmayan kişilerin yetkilendirilmesini kabul etmemiz mümkün değildir. İşyeri hekimliği ve iş güvenliği eğitimleri, sürücü kursları gibi herhangi bir dershaneye, piyasaya ve ranta bırakılamaz. Yeterliliğin göstergesi piyasaya tahvil edilemez. Piyasanın aşırı kar hırsına teslim olmuş bir uygulama ancak yeni sorunların doğmasına sebep olabilir. Denetleyen kişilerin denetlediği kişilerden daha uzman ve bilgili olması gerekliliğinden hareketle, ticari kuruluşlar aracılığıyla “meslekten olmayan kişilere” verilecek olan sertifikalar ile örneğin tüp geçit inşaatının veya 1.0 -1.5 km uzunluğunda bir asma köprünün iş güvenliği önlemleri nasıl alınabilecektir. Bu bakış açısının gideceği en son yer OSTİM, İVEDİK, MARAŞ, ELBİSTAN ve BATMAN’da yaşanan işçi katliamlarıdır. Çalışma yaşamını içinden çıkılmaz hale getiren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, tüm bu olumsuzluklara neden olduğu halde meslek odalarını suçlamaktan çekinmemektedir. Bakanlık, bu alanın temsilcisi olan meslek odalarının rolünü sürdürmesini, iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmaya yönelik çabalarını ve tekliflerini reddetmekte, işçi sağlığı ve güvenliği alanını piyasaya ve kâr hırsına kurban etmektedir. AKP hükümeti kendi çerçevesinden yaşananları kader olarak değerlendirirken, “meslek odaları gelir sağlayan kaynağı kaybetmek istemiyor” şeklinde suçlamalar yapmaktan da geri durmamaktadır. Etrafımızı kuşatan bu sorunları aşmak; çalışma yaşamını insanca, iş güvenceli, örgütlü, toplu sözleşme ve grev hakkına dayalı bir istihdamı esas alacak ve iş kazalarını en aza indirecek şekilde örgütlemek pekâlâ olanaklıdır. Ucuz işgücü ve ucuz maliyete dayalı esnek, güvencesiz çalışmanın artması, özelleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırmanın yaygınlaşması, denetimlerin yeter- 7 sizliği ve yokluğu giderilmediği; Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, sendikalar ve üniversitelerin görüşleri kamu ve özel sektörce dikkate alınmadığı müddetçe OSTİM benzeri iş cinayetleri bir “kader” olarak ne yazık ki büyüyerek sürecektir. Bugün toplumsal ve ekonomik yaşamın doğal parçası olarak görülen iş kazalarından ve insanları daha çok yoksullaştıran neo-liberal anlayıştan kurtulmanın başka bir yolu yoktur. İşçilerin, kadınların, emeklilerin, işsizlerin ve meslek kuruluşlarının ortak mücadelesi ve dayanışması, sermayenin ve iktidarın aç gözlülüğüne karşı tek güç olacaktır. Bilinmelidir ki; emekçinin yoksulun hayatı hiç kimsenin hayatından daha değersiz değildir. Bu katliamların sebebi bellidir; Tıpkı Tuzla’daki, Davutpaşa’daki, madenlerde olduğu gibi nedeni daha fazla sömürme hırsıdır. Katliamın sorumlusu gayri insani piyasacı düzen ve onun sürdürücüsü olan AKP hükümetidir. Felaketler kaderimiz değildir. Hayatımız neo-liberal ve gerici AKP’nin iş güven(ce) sizliğine feda edilemez. Mücadelemizin doğrultusu ve isteğimiz nettir; İnsanca yaşam, insanca düzen! Emek ve meslek örgütleri yoğunlaşan iş cinayetlerini Bakanlık önünde protesto etti Ankara Emek ve Meslek Örgütleri Platformu’nun çağrısıyla KESK, TMMOB, TTB ve ASMMMO üyeleri, 3 Şubat 2011 tarihinde OSTİM ve İvedik OSB’de meydana gelen ve 20 işçinin hayatını kaybettiği iş cinayetlerini protesto etmek amacıyla 9 Şubat 2011 Çarşamba günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde basın açıklaması yaptılar ve Bakanlık kapısına “İş Cinayetlerine Alışma ve Sosyal Güvensizlik Bakanlığı” pankartı astılar. “İş Cinayetlerine Alışma ve Sosyal Güvensizlik Bakanlığı” pankartının ve “Torba Yasa açıldı iş cinayetleri saçıldı”, “İş cinayetleri kader değildir”, “OSTİM’de patlayan Torba Yasadır” dövizlerinin taşındığı eylemde açıklamayı Platform dönem sözcüsü EMO Ankara Şube Başkanı Ramazan Pektaş yaptı. Pektaş, son günlerde iş cinayetlerinin arttığı henüz yılın ikinci ayında olmamıza rağmen şimdiden iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirenlerin sayısının 50’ye yükseldiğine dikkat çekti. AKP Hükümeti’nin mevzuatta gerçekleştirdiği değişiklikler nedeniyle işçi sağlığını korumanın her geçen gün daha da zorlaştığını vurgulayan Pektaş “AKP hükümeti eliyle yürütülen neo-liberal politikalar sonucunda ‘işçi sağlığı’ önce yasalardan kaldırılarak yerine ‘iş sağlığı’ ifadesi getirildi. İşçinin değil işin sağlığını düşünen düzenlemeler sonucunda, Tuzla’da, Davutpaşa’da, Zonguldak’ta, Balıkesir’de, Bursa’da, Antalya’da çok sayıda emekçi öldü. Bütün bu ölümlülerin sorumluları ise başta hükümet, bakanlar ve ilgililer ise yaşananları kaza, ölümleri de kader olarak açıklayarak suçlarını örtbas etmeye çalıştılar. OSTİM ve İVEDİK iş cinayetleri bir kez daha göstermiştir ki, siyasi iktidar ve işverenler, işçilerin hayatını değil maliyetleri nasıl düşüreceklerini düşünmektedirler. Torba yasa dedikleri çorba yasa ile çalışma yaşamından iş güvencesine, sosyal güvenlikten sendikaya kadar onlarca hak gasp edildi” diye konuştu. “Sadece emekçiler değil sosyal devlet de ölmüştür” Sanayi bölgelerinde yaşanan son patlamalarda sadece emekçilerin değil sosyal devletin de öldüğüne belirten Pektaş, emek ve meslek örgütlerinin konuyla ilgili daha önce yaptıkları çalışmalara dikkat çekerek “ Çok değil bir kaç hafta önce TMMOB ve TTB, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde bir açıklama yaparak iş güvenliği mühendisliği ve işyeri hekimliği konusundaki yanlışlıklara dikkat çekmişti. Uzun bir süredir birçok meslek odası ve sendika, çalışma yaşamındaki iş güvenliğinin ve denetiminin piyasalaştırılmasının nelere yol açabileceğini ısrarla dile getirmektedir. Öte yandan ise, siyasi iktidar her demokratik tepkiye olduğu gibi bu uyarıları da provoke etmeye çalışmış, yandaş medya aracılığı ile sendikaları ve Meslek Odaları’nı marjinal göstermeye çalışmıştı. AB, ABD ve IMF güdümlü AKP’nin demokratik uyarıları göz ardı etmesi, meslek odalarını ve sendikaları marjinal ilan etmesi ölümleri engellememektedir” dedi. Pektaş sözlerini şöyle sürdürdü: “AKP Hükümeti, seri iş cinayetlerindeki ölümleri maç protestoları kadar önemsememektedir. Spor salonu ya da futbol sahasında başbakan protesto edilince, protestocuları bulmak için seferber olan yetkililer, 20 işçinin ölmesinde bu kadar telaşlanmamışlar ve seferber olmamışlardır. Son yıllarda çalışma yaşamının denetiminin piyasalaştırılması ve taşeronlaşmanın yaygınlaşması sonucunda seri iş cinayetleri gittikçe artmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ise “Emek” mahallesinde ikamet etmekte, fakat emeğe ihanet sermayeye hizmet etmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çalışanların değil patronların sesini duymakta, asgari ücreti, çalışma saatlerini ve biçimini, iş güvencesizliğini, işsizliği hep işverenlerin isteklerine göre düzenlemektedir. Emek ve Meslek Örgütleri, sendikalar, kitle örgütleri, emekten, halktan, demokrasiden barıştan yana olan tüm güçler olarak bir kez daha belirtiyoruz. Çalışma yaşamını katılımcı ve demokratik bir yaklaşımla, çalışanların sigortasız ve güvencesiz bırakılmasını önleyerek, sendikasızlaştırmayı değil sendikalı olmayı özendirerek, kayıt dışı çalıştırmayı önleyerek, insanca bir yaşamı sürdürecek ücretle çalışılmasını sağlayarak düzenleyin. Bizler, piyasalaştırılmış değil insan odaklı bir işçi sağlığı ve iş güvenliği yasasının takipçisi olacağız. Daha düşük maliyet ve daha fazla kâr uğruna daha fazla insan ölmesin.” Ramazan Pektaş’ın ardından KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar ve OSTİM’de çalışan işçi Gökhan İrez söz aldı. Çınar, Türkiye’deki iş cinayetleriyle ilgili rakamlar verdi, yetkililerin konuyla ilgili duyarsızlığına dikkat çekti. Gökhan İrez ise patlamanın ardından olay mahallinde yaşanan aksaklıkları anlattı. Basın açıklamasına İMO Merkez’den ve Ankara Şube’den çok sayıda yönetici ve çalışan katıldı. 8 1 Nisan 2011 İnşaat Mühendisliği Kurultayı Yerel Çalıştayları devam ediyor İnşaat Mühendisliği Kurultayı öncesi İzmir’de ve Adana’da çalıştaylar düzenlendi Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar ana başlığının “İşsizlik ve İstihdam, Çalışma Koşulları ve Ücret Politikaları” alt başlığında daha önce yapılan genel araştırmalar ve TMMOB İzmir İKK tarafından önceki yıl yapılan anket çalışması sonuçlarına da değinilerek sektördeki istihdam, çalışma koşulları, ücretler ve örgütlülük durumu değerlendirilerek inşaat mühendislerinin çalışma koşullarının düzeltilmesi için örgütlenme üzerine önerilerde bulunuldu. İzmir Çalıştayı Bu yıl aralık ayında Ankara’da düzenlenecek olan İnşaat Mühendisliği Kurultayı öncesi bazı şubelerde gerçekleştirilen çalıştayların üçüncüsü İzmir’de, dördüncüsü Adana’da düzenlendi. İMO İzmir Şubesi, İnşaat Mühendisliği Kurultayı İzmir Çalıştayı’nı 29-30 Ocak 2011 tarihlerinde Balıkesir, Çanakkale ve Manisa Şubelerinin katılımıyla düzenledi. Meslek ve meslektaş sorunlarımızın belirlenmesinin ve çözüm önerilerinin üretilmesinin birinci adımı olan bu çalıştayda sorunlar “ Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız, Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar, Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin Meslek Alanlarımıza Yansımaları ile Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik” ana başlıkları altında değerlendirildi. Ana başlıklar altında toplam 12 alt başlığın tartışıldığı Çalıştayın ilk günü sabah oturumunda 6 çalışma grubu, öğle oturumunda diğer 6 çalışma grubu çalışmalarını tamamladı. Çalıştayın ikinci günü çalışma grupları raporlarını sunarak katılımcılardan değerlendirmeler aldılar. Mevzuattan Kaynaklı Sorunlar ana başlığı altında “Yapı Denetim Hakkında Kanun”, “Afet, Acil Durum ve Sivil Savunma Hizmetleri Kanunu Tasarısı Taslağı”, “Kamu İhale Kanunu” ve “Yüksek Yapılar Yönetmeliği” konuları değerlendirildi. “Yapı Denetim Hakkında Kanun” başlığında “Yapı Denetim Bilinci”, “Yeni Yapı Denetim Kanunu Taslağı ve Mevcut Kanunla Karşılaştırılması”, “Yapı Denetim Uygulamaları” ile “Müteahhit ve Şantiye Şefi, Usta ve Kalfalara Yönelik Düzenlemeler” ele alınarak yapı denetim sistemiyle ilgili öneriler sunuldu. “Afet, Acil Durum ve Sivil Savunma Hizmetleri Kanunu Tasarısı Taslağı” başlığında mevcut mevzuatın değerlendirilmesiyle birlikte yeni tasarının bölüm ve madde bazında değerlendirilmesi yapılarak tespit edilen sorunlar hakkında öneriler sunuldu. “Kamu İhale Kanunu” başlığında “Yaklaşık Maliyetin Hesaplanmasının Değerlendirilmesi”, “Teknik Personelin Çalışma Şekilleri”, “Sınır Değerin Altındaki Tekliflerin Değerlendirmesi”, “Sözleşmesinde Olmayan İmalatlara Ait Birim Fiyatların Belirlenmesi”, “Fiyat Farkı Düzenlemesi”, “Özel İnşaatlara Ait İş Deneyim Belgelerinin Değerlendirilmesi” konuları ele alındı. “Yüksek Yapılar Yönetmeliği” başlığında “Yüksek Yapılar Yönetmeliğinin İnşaat Mühendisliği Açısından Kapsam ve İçeriği” konusu ele alınarak “Neden Yüksek Yapılar Yönetmeliği”ne ihtiyaç olduğu tartışıldı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Yüksek Yapılar Yönetmeliği değerlendirilerek konuya ilişkin öneriler sunuldu. Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin Meslek Alanlarımıza Yansımaları ana başlığının “İnşaat Mühendisliği Açısından Planlama” başlığında “İnşaat Mühendisliği Açısından Altyapı ve Üstyapı Yatırım İşletmelerinin Planlanması ve Siyasal Boyutu” konusu ele alındı. “Altyapı ve Ulaşım Politikaları” alt başlığında “Dünden Bugüne Altyapı ve Ulaşım Yatırım Süreçlerinin Değerlendirilmesi” yapılarak öneriler sunuldu. Ayrıca yatırımcı kamu kurumlarının görev, yapılanma ve sorumlulukları örneklerle incelenerek önerilerde bulunuldu. “Geleneksel Tarihi ve Kültürel Yapıların Onarım ve Güçlendirilmesi” alt başlığında konu ile ilgili yasal düzenlemeler incelenerek “Devletin ve Yerel Yönetimlerin Örgütlenme Biçimi” değerlendirildi. Konu ile ilgili mesleki ve kamusal sorumluluklarımızın altı çizilerek denetim süreçleri ele alındı ve öneriler sunuldu. Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik ana başlığı altında “İnşaat Mühendisliği Eğitimi”, “Mesleki Dayanışma, Diğer Meslek Disiplinleri ile İlişkiler”, “İMO’nun Mesleğimizde Nitelik Artışına Yönelik Çalışmaları” ve “İnşaat Mühendisliğinde Etik” alt başlıkları ele alındı. Son olarak düzenlenen“Genel Değerlendirme” başlıklı oturumda İMO Yönetim Kurulu Üyesi Galip Kılınç, İMO İzmir Şube Başkanı Ayhan Emekli, İMO İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe, İMO Balıkesir Şube Başkanı Hikmet Cesur ve İMO Manisa Şube Başkanı Musa Aynuru çalıştayı değerlendirdi. Adana Çalıştayı Yürütücülüğünü İMO Adana Şube’nin yaptığı İnşaat Mühendisliği Kurultayı Adana Çalıştayı 5-6 Şubat 2011 tarihinde gerçekleştirildi. İnşaat Mühendisliği Kurultayı’na ön hazırlık olması açısından organize edilen Adana Çalıştayı’na Hatay, Gaziantep, Konya ve Mersin İMO şubeleri de destek verdi. Çalıştaya İMO Ankara ve İstanbul Şube yöneticileri ile akademisyenler de katıldı. Adana Sanayi Odası Toplantı Salonu’nda toplanan Çalıştayın açılışında bir konuşma yapan İMO Adana Şube Başkanı Abdullah Bakır, “Bilinir ki, yaşam sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir. Yaşamın baş döndürücü hızı mesleki alanlara da yansımakta, mesleki alanlar yeni sorun ve kavramlarla karşılaşmakta, insanın ihtiyaçları hızla farklılaşmaktadır. Açıkçası eğitimin, bilgi ve birikimin yetersiz kaldığı gerçeği karşımızda büyük bir sorun olarak durmaktadır. Mesleki alanlarımızı düzenleyen yasa ve yönetmeliklerin güncellenmesi nasıl bir ihtiyaçsa, mesleki bilgilerin, uygulama esaslarının çağdaş gereklere uygun hale getirilmesi de aynı derecede ihtiyaçtır. İnşaat Mühendisliği Kurultayı işte bu ihtiyacı karşılayacak, bu anlamda, durağanlığa, ezbere, çözümsüzlüğe bir itiraz anlamı taşıyacaktır.” dedi. Çalıştay programı iki güne yayıldı ve konular dört ayrı oturumda ele alındı. “İnşaat Mühendisliği Eğitimi” başlığında mevcut durum ve kavramlar değerlendirilerek sorunlar vurgulandı. “Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz” sorusu tartışılarak çözüm önerileri değerlendirildi. Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız başlığı altında: Mühendislik Mimarlık Hakkında Kanun, İmar Yasası, Yapı Denetim Yasası, Kamu İhale Yasası, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası; “Mesleki Dayanışma, Diğer Meslek Disiplinleri ile İlişkiler” başlığında “TMMOB Yasa ve Yönetmeliklerinin Meslek Alanlarının Belirlenmesi Yönünden İrdelenmesi”, “Diğer Meslek Disiplinlerinin Meslek Alanımıza Etkileri” ile “Farklı Alanlarda Çalışan İnşaat Mühendisleri Arasındaki Mesleki Dayanışmanın Sağlanması” konuları ele alındı Çalışma Yaşamına İlişkin sorunlar başlığı altında: işsizlik ve istihdam, çalışma koşulları ve ücret politikaları, yetki ve sorumluluklar, yabancı mühendislerin ülkemizde çalıştırılması, yurtdışında çalışan meslektaşlarımız; “İMO’nun Mesleğimizde Nitelik Artışına Yönelik Çalışmaları” başlığında “Meslekiçi Eğitim”, “Mesleki Denetim”, “Yetkinlik ve Belgelendirme”, “Teknik Yayın” ve “Teknik Gezi” konuları ele alındı. “İnşaat Mühendisliğinde Etik” başlığında “Tanım ve Kavramlar”, “Mühendislikte Etik ve İlkeler”, “Günümüzde ve Tarihte İnşaat Mühendisliğinin Durumu”, “Etik Açısından Genel Sorunlar” konuları ele alınarak öneriler sunuldu. Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal gelişmelerin meslek alanlarımıza yansıması başlığı altında: özelleştirme politikaları, çevre politikaları, altyapı ve ulaşım politikaları, teknolojik gelişmeler ve yeniliğe uyum; Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik başlığı altında: inşaat mühendisliği eğitimi, mesleki yeterlilik ve mesleki etkinlik, mesleki davranış ilkeleri ve mesleki etik, mesleki dayanışma, diğer meslek disiplinleri ile ilişkiler tartışıldı. Oturum başkanlıklarını İMO İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe, İMO Adana Şube Başkanı Abdullah Bakır, 17. Dönem İMO Adana Şube Başkanı Sadi Sürenkök ve İMO Hatay Şube Başkanı Cihat Mazmanoğlu’nun yaptığı Çalıştay’da katılımcılara İMO Adana Şube tarafından hazırlanan bir dosya dağıtıldı. Yine Adana şubeyi temsilen her konu için bir sunum yapıldı ve sunum sonrası tartışma gerçekleştirildi. Çalıştaya katılan üyeler, mesleki alanlarına ilişkin tartışmalara yoğun ilgi gösterdiler. Kürsü konuşmalarına yansıyan bu ilgi nedeniyle toplamda 50 kişi söz aldı. Çalıştayda inşaat mühendisliğinin sorunlarına dair uygulanabilir çözüm önerileri dile getirildi. 1 Nisan 2011 Çalıştayın açılış oturumunu yöneten ODTÜ Öğretim Üyesi Erhan Karaesmen, kısaca çalıştayın hedefini ve beklentilerini anlattıktan sonra “Kültürel Mirasın Depreme Karşı Korunması Konferansı” düzenleme kurulu başkanı ODTÜ Öğretim Görevlisi Tuğrul Tankut’a söz verdi. Kültürel Mirasın Depreme Karşı Korunması Çalıştayı Safranbolu’da Yapıldı 31 Ekim-01 Kasım 2011’de Antalya’da yapılacak olan Kültürel Mirasın Depreme Karşı Korunması Konferansı’na temel teşkil edecek “Kültürel Mirasın Depreme Karşı Korunması Çalıştayı” İMO Ankara Şube tarafından 15-16 Ocak 2011 tarihlerinde Safranbolu’da düzenlendi. Safranbolu Zalifre Oteli’nde gerçekleştirilen Çalıştayın açılış konuşmasını İMO Ankara Şube Başkanı Nevzat Ersan yaptı. Tarihi kültür mirasının depreme karşı korunması ve tarihi kültür mirasına sahiplik duygusunun gelişmesinin ülkemizde son zamanlarda oldukça önem kazandığını, tarihi eserlerin onarımı ve sağlamlaştırılmasının inşaat mühendisliğinin önemle üzerinde durduğu bir konu haline geldiğini belirten Ersan, tarihi ve kültürel mirasımıza sahip çıkmanın, kollamanın, değerlendirmenin ve restorasyon gibi çalışmalarla geleceğe güvenle devredilmesini sağlamanın meslek insanlarının görevi olduğu gibi öncelikle bu alanda politika ve uygulama yetkisi taşıyan siyasi iradenin de sorumluluğu olduğunu söyledi. İlgili kurumların bu konuya gerekli özeni ve duyarlılığı göstermediğini söyleyen Ersan sözlerine “Söz konusu alanda gerekli bilgi birikimini oluşturmak ve tarihi kültür mirasımızın korunması yönünde kamuoyunda ortak bir bilinç yaratmak adına, şu anda hepimiz burada bulunmaktayız. Pek çok mesleki ve akademik uzmanın katılımıyla gerçekleşen Çalıştayımızda; tarihi kültür mirasımız; bilimsel, teknik, idari ve yönetsel açılardan ele alınacak ve tarihi eserlerimizin bugünü ve geleceği farklı boyutlarıyla değerlendirilecektir” diye devam etti. Tuğrul Tankut, konferansın uluslararası boyutta yapılmasının gerekçelerini anlattı ve Eskişehir’de yapılan ilk çalıştaydan iyi bir sonuç elde edildiğini, buradan da aynı şekilde başarılı bir sonuç beklediğini belirtti. Safranbolu Kaymakamı Gökhan Azcan’ın tüm katılımcılara ve organizasyon için İMO Ankara Şubesi’ne teşekkürlerini ileten konuşmasının ardından, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekan Danışmanı Süha Özkan dünyadan ve Türkiye’den önemli tarihi eserleri ve bunlar üzerinde yapılan çalışmaları içeren görsel bir sunum yaptı. Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy da söz alarak Safranbolu’da tarihi kent dokusu hakkında yapılan ve yapılacak çalışmalarla ilgili bilgi verdi. Aksoy’un ardından Aytekin Kuş Safranbolu Belediyesi ve İMO Karabük Temsilciliği’nin hazırladığı Safranbolu’yu tanıtan belgeseli sundu. Çalıştay “Korumacılık İlke ve Kavramları, Terminolojisi ve İlgili Mevzuat”, “Kültürel Yapılarla İlgili Proje ve Uygulamalar”, “Zemin Durumu, Kullanılan Malzemeler, Taşıyıcı Yapı ve Deprem Güvenliği” olmak üzere üç konu başlığı altında toplandı ve her konu başlığı için moderatörleri ile gruplar oluşturuldu. Konular her grupta katılımcılar tarafından değerlendirildi ortaya atılan görüşler maddeler halinde sıralanarak rapor haline getirildi. 9 Kıyı Yapıları Çalıştayı Sakarya’da düzenlendi İnşaat Mühendisleri Odası, bu yıl Kasım ayında Trabzon’da düzenleyeceği “Kıyı ve Liman Mühendisliği Sempozyumu” kapsamında 4-5 Şubat 2011 tarihlerinde Sakarya’da “Kıyı Yapıları Çalıştayı” düzenledi. İMO Sakarya Şubesi tarafından düzenlenen “Risk Altındaki Kıyı Alanları” başlıklı çalıştaya Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden birçok akademisyen ve alanla ilgili uzman katıldı. Çalıştayın ilk günü Acarlar Longozu ve Karasu Kıyısı’na teknik gezi düzenlendi. İkinci gün, İnşaat Mühendisleri Odası Sakarya Şube Başkanı Hüsnü Gürpınar’ın yaptığı açılış konuşmasının ardından bölgede yaşanan problemlere ilişkin Prof. Dr. Yalçın Yüksel, Prof. Dr. Dursun Şeker, Doç. Dr. Şenol Hakan Kutoğlu, Prof. Dr. Barış Mater, Doç. Dr. Barbaros Gönengil ve Dr. Işıkhan Güler bilgiler aktardı. Akademisyenlerin ardından İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Galip Kılınç’ın moderatörlüğünü yaptığı Tartışma ve Değerlendirme Paneli gerçekleştirildi. Panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner, Prof. Dr. Yalçın Yüsel, Prof. Dr. Barış Mater katıldı. Panel, katılımcıların sunumlarının ardından soru cevap bölümüyle sona erdi. Çalıştay risk altındaki kıyı alanlarıyla ilgili yapılan basın açıklamasıyla son buldu. Raporlar çalıştayın kapanış oturumunda raportörler tarafından okunarak tüm katılımcılarının bilgisine sunuldu. Yapılan geniş değerlemelerin ardından çalıştay son buldu. II. Su Yapıları Sempozyumu Amaç ve Kapsam TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Samsun Şubesi tarafından birincisi 29-30 Mayıs 2009 tarihinde Samsun’da gerçekleştirilen Su Yapıları Sempozyumu’nun ikincisi bu yıl 16-18 Eylül 2011 tarihinde Diyarbakır’da gerçekleşecektir. Sempozyumun amacı, üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşları, meslek odaları, STK’lar ve özel sektörlerde su yapıları konusunda çalışma yapan kişileri bir araya getirerek araştırmalarını, bilgilerini ve kazanımlarını paylaşacak ortamı sağlamak, dünyada ve ülkemizde su yapıları ile ilgili sorunları ve çözümlerini tartışmak, yeni gelişme ve teknolojileri ortaya koymaktır. Su temini, enerji üretimi, taşkın kontrolü ve rekreasyon amacıyla yapılan su yapıları gerek büyüklük gerek teknik özellikleri ve gerekse çevresel ve sosyal etkilerine göre çok çeşitlilik göstermektedir. Barajlar, göletler, bağlamalar, hidroelektrik santraller, savaklar, sulama, kurutma, su alma, arıtma, enerji kırıcı, akarsu düzenleme, taşkın kontrol ve sediment kontrol yapıları ile ölçüm sistemleri gibi su yapılarının çoğu zaman birden fazla bileşeni ve amacı olmaktadır. Bu nedenle sempozyum konuları tüm su yapılarını kapsam içine alacak şekilde aşağıda sıralanan altı temada değerlendirilecektir. Ayrıca sempozyumun Diyarbakır’da gerçekleşecek olması sebebiyle “Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Mevcut Su Yapıları” ve “Nehir Tipi Hidroelektrik Santraller” konulu iki panel düzenlenmesi düşünülmektedir. Sempozyum Konuları • Geçmişten Geleceğe Su Yapıları - Vaka analizleri; iyi ve kötü örnekler, alternatif çözümler - Yaşlanan veya atıl durumda olan yapılar ve olası çözümler • Çevresel ve Sosyal Etkiler - Tarihsel miras, Nüfus hareketliliği ve kültürel değişim, Doğal dengenin korunması, Sürdürülebilirlik, Su kirliliği vb. • Su Yapılarının Planlanması • Teknik Çözümler, Değerlendirmeler ve Optimizasyon - Hidrolik, Elektromekanik, Geoteknik, Yapı Mekaniği (Yapılsal tasarım, Modelleme ve Uygulamalar) • Ölçüm, Değerlendirme ve İzleme • Yönetim, Finans, İşletme ve Mevzuat Sempozyum Takvimi Bildiri özet gönderimi için son gün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 Nisan 2011 Bildiri özetleri değerlendirme sonuçlarının ilanı. . . . . 19 Nisan 2011 Bildiri tam metni için son gün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27 Mayıs 2011 Bildiri değerlendirme sonuçlarının ilanı . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 Temmuz 2011 Düzeltilmiş bildiri teslim tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 Ağustos 2011 Sempozyumun tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18 Eylül 2011 Sempozyum Sekreteryası TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi Ali Emiri 5. Sokak Yılmaz 2000 Apartmanı No: 5 Yenişehir / Diyarbakır Tel: 0.412.223 97 82 - Faks: 0.412.223 96 43 Barış Çetinkaya, Sempozyum Sekreteri bcetinkaya@imo.org.tr - www.imodiyarbakir.org.tr 10 1 Nisan 2011 Kadir Topbaş’ın imar affıyla ilgili açıklamaları nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan basın açıklaması. 30 Mart 2011 Halkın yaşamı seçim öncesi siyasi hesaplara kurban ediliyor İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dün AK Parti İstanbul İl Başkanlığı tarafından düzenlenen “2009 Yerel Seçimlerinin 2. Yılı Değerlendirme Toplantısı”nda İstanbul’un deprem sorununa çözüm üretmek adına İstanbul’daki kaçak ve ruhsatsız binalara deprem güçlendirme izni verebileceklerini açıkladı. Topbaş açıklamasında “Halkımız deprem riski taşıyan binaları kullanmaya devam ediyor. Bu yapılar kullanımda olduğu için müdahale edemiyorsunuz. Deprem güçlendirmesi adına müracaat yapanlar belediyelerden ruhsat alamadığı için bir çözüm gelmesi gerekiyor. Bununla ilgili bir af sayılmayacak ama diğer taraftan geçici bir kullanım belgesi verilmesi için çalışmalar yapıyoruz. Böyle bir hazırlığımız var. Bunu, hükümete ve TBMM’ye teklif edeceğiz.” ifadelerini kullanmıştır. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu sır değildir. Sayın Topbaş’ın İstanbul’daki mevcut yapıların yüzde 60-70’inde imara aykırılıklar olduğu yönündeki tespiti de doğrudur. Odamız her platformda deprem fay hatları üzerinde bulunan hemen hemen tüm illerimizde mevcut yapı stokunun sorunlu olduğuna, inşa halindeki yapılarda ise denetimlerin yetersizliği ve yapı denetimin gereğince uygulanmaması nedeniyle olası depremlerde çok sayıda insanımızın hayatını kaybedeceğine dair endişelerini dile getirmektedir. Deprem riski yüksek olan illerimiz arasında 15 milyona varan nüfusuyla İstanbul’un acil çözümler beklediği biliniyor. Olası bir İstanbul depreminde kaçak yapılaşma, imar yasasına ve yapı denetim yasasına uygun inşa edilmeyen binaların varlığı nedeniyle tüm yapıların yüzde 40’ının hasar göreceği, yüzde 10’unun yıkılacağı ve 100 binin üzerinde insanımızın hayatını kaybedeceği varsayılmaktadır.. İnşaat Mühendisleri Odası’nın, Ali Ağaoğlu’nun basında yer alan görüşleriyle ilgili yaptığı açıklama. 26 Mart 2011 “Yetkimiz olsa eğitimsizlerin müteahhitlik yapmasına izin vermezdik” 24 Mart 2011 tarihinde TRT Haber’de Ekonomi Kulübü programında katılan işadamı Ali Ağaoğlu’nun “Yetkim olsa mimarlar odasını kapatırdım” şekilde sözler sarf ettiği basına yansımıştır. Anlaşılan o ki özellikle meslek odalarını hedefe alan bu açıklama, basının dikkatini çekmiş ve pek çok haber sitesi, talihsiz açıklamayı manşetine taşımıştır. İşin doğrusu bu açıklamalara “deli saçması” ve “cehaletin delili” deyip geçmek mümkündür. Mühendislik, mimarlık eğitimi almayan birinin meslek odalarıyla ilgili açıklamasına yanıt vermek bizler açısından zuldür. Cehaletle mücadele meslek odalarının değil, eğitim kurumlarının asli görevleri arasındadır. Meslek odalarının işlevini ve anlamını bilmeyen, örgütlenmenin toplumsal ve mesleki mücadeleler tarihindeki yeri ve öneminin farkında olmayan, demokratik örgütlenmelere, sivil toplum inisiyatiflerine karşı hasmane duygular besleyen, mimarların ve inşaat mühendislerinin görev ve sorumluluklarından ve mesleki sınırların nerede başlayıp nerede bittiğinden bile bihaber olan bir “müteahhidin” açıklamalarını ciddiye almayız. Ancak sorunun çözümünde birinci derecede yetkili olan Kadir Topbaş, olası İstanbul depremi ile ilgili, meslek odalarının, üniversitelerin ve bilim insanlarının uyarılarını dikkate almak yerine insan yaşamını siyasi ranta çevirmeyi tercih etmektedir. Bu söyleme o kadar alışığız ve öyle tanıdık geliyor ki bize. Kimin söylediği kısmını görmezden gelseniz, görüşlerin sahibinin Başbakan Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş veya Ankara’daki meslektaşı Gökçek sanabilirsiniz. Kadir Topbaş, denetimsizlik nedeniyle artan kaçak yapılaşmanın hesabını vermek, denetimsizliğin önüne geçmek yerine örtülü imar affına hazırlanarak sözüm ona deprem için önlem aldığını, dolayısıyla insan yaşamını önemsediğini iddia etmektedir. Ancak, mühendislerin, mimarların meslek odalarına ve onların çatı örgütü olan TMMOB’ye saldırmak tarihin hiçbir döneminde kolay olmamıştır, bundan sonra da kolay olmayacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki yapı stokumuzun bu duruma gelinmesinde merkezi ve yerel yönetimlerin payı büyüktür. Her seçim dönemi çıkarılan imar afları kaçak yapı sahiplerinde “bir yolu bulunur” algısına yol açmaktadır. Topbaş’ın yaptığı talihsiz açıklama ne yazık ki bu algıyı daha da pekiştirecektir. Japonya depremi sonrası toplumsal duyarlılığın arttığı bir süreçte mevcut yapıların depreme karşı güçlendirmesi gerekliliğinden yola çıkarak yapılan örtülü imar affı önerisi seçim öncesi umut tacirliği yaparak halktan oy alma çabalarından öte bir anlam taşımamaktadır. Ağaoğlu sanki, siyasi iktidara ve paralelindeki yerel yöneticilere diyet ödemektedir. Aynı koroya, olanca “sevimli yüzü ve doğal haliyle” katılmış, aklınca saldırılması en “kolay” noktaya, en kolay tarzda saldırmaya kalkışmıştır. Ağaoğlu’nun derdini anlamamak için en kibar tabirle ahmak olmak gerekmektedir. Ağaoğlu ve duygularına tercüman olduğu iktidar sahipleri, meslek odalarından rahatsızdır. Bunun nedeni gayet açıktır. Çünkü ne zaman hukuku, yasaları çiğneseler, ne zaman, yeşili, ormanlık alanları, su havzalarını yok etmeye kalkışsalar, ne zaman boğaza “ucube” köprüler yapsalar, ne zaman fütursuzca özelleştirme gerçekleştirseler, ne zaman enerji üretiminde akla hayale gelmeyecek oyunlarla enerjide haksız kazanç sağlasalar, ne zaman kentsel değerleri ranta çevirseler meslek odaları karşılarına dikilmiştir. Ağaoğlu’nu rahatsız eden işte budur. Bu nedenle bizlerden rahatsızdırlar. Onlar “köpeksiz köyde değneksiz gezmek” istiyor ancak TMMOB duvarına çarpıp dağılıyorlar. Mühendisler, mimarlar ve bağlı oldukları meslek odaları bu ülkenin değerlerinin ulusal ve uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesine izin vermemiştir, bundan sonra da vermeyecektir. Ruhsat almaksızın inşa edilen kaçak yapılar gerek projelendirme gerekse imalat sürecinde hiçbir şekilde mühendislik hizmeti almamış yapılardır. Varsa projelerinin deprem yönetmeliğine uygun olup olmadığı bilinmemektedir. İmalat süreci denetlenmediği için kullanılan malzemelerin standartlara uygun olup olmadığı da bilinmemektedir. Bu tür karalama, itibarsızlaştırma girişimlerini şimdiye dek nasıl boşa çıkardıysak, bundan sonra boşa çıkaracağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın. TMMOB ve bağlı odalarının olduğu bir ülkede kimse “değneksiz” gezemeyecektir. Dahası Topbaş’ın önerisi kendi içinde uygulanabilirliği ve mühendislik hesapları yönünden de sakıncalar barındırmaktadır. Sayın Topbaş mevcut her yapının güçlendirebileceğini varsaymaktadır. Bu mantık hatalıdır. Deprem güvenli yapı için güçlendirme önerilen yöntemlerden biri olmakla birlikte her bina için uygulanamaz. Deprem ve deprem önlemleriyle ilgili yapılan vurgular ne yazık ki doğrudur. Ancak Ağaoğlu bilmelidir ki, yapı üretim sürecinden siyasi iktidarlar sorumludur. Mühendislik hizmeti almadan yapılan ve depreme bile gerek kalmadan yapılan binalardan mühendisler, mimarlar değil, merkezi ve yerel yönetimler sorumludur. Mevcut bir yapının güçlendirilmesine ya da yıkılıp yeniden yapılmasına, yapının tasarımı, güçlendirme maliyeti ve benzeri etkenlere bakılarak karar verilir. Örnekse, bir yapının güçlendirme maliyeti yıkılıp yeniden yapılma maliyetinin yüzde 40’ını aşıyorsa bu yapının güçlendirilmesi tercih edilmez. Topbaş’ın önerisinin uygulanabilirliği teknik anlamda da sorunludur. İnşaat Mühendisleri Odası’nın 1999 depremlerinden bu yana yapı denetim sisteminin üzerinde ısrarla durduğu, aynı ısrarla mevzuat değişikliği istediği, depreme duyarlılık yürüyüşleri gerçekleştirdiği, meslektaşlarını meslek içi eğitime tabi tuttuğu, deprem konu başlığı ile yüzlerce ulusal/uluslararası etkinlik düzenlediği bilinmektedir. Bir deprem coğrafyasında bulunan ülkemizde merkezi ve yerel yönetimlerin yapması gereken imar afları uygulamalarını teşvik etmek değil, cezai yaptırımlar ve yoğun denetimlerle kaçak ve imar dışı uygulamaların önüne geçecek önlemleri almaktır. Ağaoğlu bilmiyor olabilir mi? Kamuoyunda yarattığı algı, bilmeme ihtimalinin yüksek olduğu noktasında olsa da, farkındayız ki, bu algı bir reklam figürü için yaratılmış, daha çok kar için kamuoyuna dayatılmıştır. Ağaoğlu’nun, “müteahhitlik karinesi” bulunsa da, “masumiyet karinesi” sahibi olmadığı kesindir. Eğer mühendislik ve mimarlık yayınlarını, basın açıklamalarını, bilimsel etkinliklerini takip ediyorsa, ya da danışmanları kulağına birkaç kelime fısıldamışsa şunu da bilmesi gerekmektedir: Mühendis ve mimarlar, yasa ve yönetmeliklerdeki müteahhit tanımından son derece rahatsızdır. Her şey bir tarafa mühendislik ve mimarlık eğitimi almamış kişilerin sırf parası olduğu için müteahhitlik yapmasını bilime ve insana saygısızlık olarak görmekteyiz. O zaman, başlığa çıkardığımız cümleyi yazımızı bitirirken bir kez daha hatırlatmakta bir sakınca yoktur. Yetkimiz olsa eğitimsizlerin müteahhitlik yapmasına izin vermezdik. 1 Nisan 2011 Güney Özcebe’yi saygıyla anıyoruz Özverili çalışmalarıyla Odamıza yıllarca katkı sunan Odamız Eski Yönetim Kurulu Başkanı Güney Özcebe’yi ölümünün 12. yılında saygıyla anıyoruz. Her yıl ölüm yıldönümü olan 9 Mart’ta mezarı başında karanfillerle andığımız Güney Özcebe için bu yıl hazırladığımız anma programını, Ankara’da hayatı felç eden hava muhalefeti nedeniyle gerçekleştiremedik ancak Güney Özcebe’nin ölüm yıldönümünü sessiz karşılamamız düşünülemezdi. Bu nedenle Güney Özcebe’yi, ölüm yıldönümünde kendisiyle birlikte Odamızda sayısız çalışmaya imza atmış olan yol arkadaşı, Odamız Eski Yönetim Kurulu Üyesi ve Eski Genel Sekreterimiz Fikri Kaya’nın kaleminden dökülen cümleleri sizlerle paylaşarak anıyoruz. Güney Abi, Yaşamı boyunca ileriyi gören, sorunlara saplanıp kalmadan çözüm yolları öneren bir birikim ve kişiliğe sahipti. Odamızın başkanlığını yürüttüğü o karanlık ve zor dönemlerde yaptığı bütün konuşmalarda, gelecekte yaşanacak olanların yani bugün yaşananların ipuçlarını görmek mümkündü. Bu nedenle yaptığı konuşmalardan birkaç aktarma yapmak istiyorum. Mayıs 1987’de yaptığı bir konuşmada ülkemizin geleceği için kaygılarını belirtmiş ve toplumumuzun gelecekte ödeyeceği faturanın bedelinin ne olacağı, enine boyuna hesaplanmadan günübirlik kararların kamu yönetimine egemen olduğunu… Siyasal, ekonomik, ticari ve askeri anlaşmalar ile sözleşmelerin yeterince tartışılmadan birbirini izlediğini… Ülkemizin ve toplumumuzun zenginleştiği ileri sürülürken ulusal ve uluslararası kuruluşların resmi verilerine göre dış borçlarımızın 30 milyar doları aştığını… Dış 11 ticaret dengesinin büyük açıklar verdiğini, iç borçlanmanın trilyonlarla hesaplandığını… İnsan, kültür, sanat ve doğa değerlerini hiçe sayan, umursamayan vurdumduymaz bir anlayışın hâkim olduğunu vurguluyordu. Yine 3 Mart 1990’da Odamız Genel Kurulu’nun açılış konuşmasında: Kalıcı ve sürekli barışın aynı zamanda demokratik gelişmenin toplumsal ve ekonomik kalkınmanın güvencesi olduğunu; dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de her yıl silahlanmaya harcananlarla yüz milyonlarca insanın barınma, gıda, sağlık ve eğitim giderlerini iyileştirmenin olanaklı olduğunu; Toplumumuzun 12 Eylül ideolojisinin dayattığı politik ve ekonomik yapıların burgacından yedi yıl önce parlamenter düzene geçilmiş olmasına karşın 12 Eylül ile başlayan antidemokratik sürecin yapılanmasının devam ettiğini; dış borç miktarının 40 milyar doları iç borçlanmanın 50 trilyon lirayı aştığını söylemişti. Yine aynı konuşmasında özelleştirme adı altında KİT’lerin borç taksitlerini karşılamak için yabancı sermayeye satıldığını söyleyerek uyarıda bulunmuş, ülke ekonomisinin bugün geldiği noktayı o günlerde tahmin etmişti. Güney Özcebe Ağabeyimizin bu uyarısında ne kadar haklı olduğu bu gün daha iyi anlaşılmaktadır. 2002 yılından sonra cumhuriyet döneminin 80 yıllık birikimleri olan KİT’ler, Telekom gibi iletişim kuruluşlarımız, sahillerimiz, GAP’taki kıymetli tarım topraklarımız yabancılara peşkeş çekilmiştir. Bir zamanlar cuntacılar tarafından çıkarılan 1402’lik yasa ile üniversitelerimizde öğretim üyesi kıyımı yapılırken, bu zihniyet bu günde suç örgütleri uydurarak, ülkemizin değerli bilim insanlarını aydınları ve gazetecileri tutuklayarak zindanlara atmaktadır. Güney abi sağ olsaydı yasa tanımayan, yalancı, hırsız, soyguncu, baskıcı, laiklik karşıtı, tarikatçı, dinci örgütlerin ve emperyalist güç odaklarının emir ve direktifiyle hareket eden politikacılara karşı tepkisi büyük olurdu. Güney abi toplumsal olayları inceleyen, soğukkanlılıkla değerlendiren, her zaman doğruyu savunan, baskılara boyun eğmeyen iyi bir mühendis olarak büyük projelerde katkısı ve imzası olan yurtsever, çalışkan, özverili, onurlu, demokrat iyi bir aile reisi ve hepimizin hocasıydı. İnşaat Mühendisleri Odası var oldukça, önder Güney başkanını asla unutmayacak… Fikri Kaya Basında İMO • Basında İMO Nevroz nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklama. 18 Mart 2011 Barış ve Kardeşlik İçin Nevruzu Kutluyoruz Baharın müjdecisi olarak kutlanan,“barış ve kardeşlik” simgesi olan Nevruz’u bir kez daha yeni çatışmaların, ölümlerin gölgesi altında yaşayacağız. Türkiye’nin en temel meselelerinden biri olan Kürt sorunun çözülmemiş olmasının yarattığı ağır sonuçlara rağmen, ülkenin dört bir yanından barış ve kardeşlik talepleri yankılanıyor. Yıllardır siyasi iktidarlar tarafından uygulanan ırkçı faşizan politikaların toplumu bölen, parçalayan ve ötekileştiren sonuçları karşısında, halkların gösterdiği “bir arada barış” içinde yaşayabilme iradesi umudumuz olmaya devam ediyor. Bu umudun, Kürt sorununda gerçekçi ve kalıcı bir çözüme dönüşmesi gerekmektedir. Barış ve kardeşliği tesis edecek çözüm ortamı mevcuttur. Kürt sorununda silahların değil insanların konuşacağı barışçıl bir iklim, özgür bir tartışma ortamı sağlanmalıdır. Oysa Siyasi iktidar, konuşan ağızlara kilit, yazan ellere kelepçe vurmaktadır. Türkiye‘de yaşayan etnik temeli, dini, dili, kültürü, mezhebi ne olursa olsun herkesin anayasal yurttaşlık temelinde eşit haklara sahip olması sağlanmalı, bu bağlamda kendi kültürlerini yaşatmaları ve geliştirmeleri anayasal güvence altına alınmalıdır. 2011 Nevruz‘u bütün bu kaygıların ortadan kalktığı, çatışmaların, ölümlerin sona erdiği, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözüldüğü, bir arada yaşama zeminlerinin güçlendiği bir dönemin başlangıcı olmalıdır. İMO olarak, eşit, özgür demokratik Türkiye’de “bir arada yaşam” dileğiyle Nevruzu kutluyoruz. Libyaya karşı düzenlenen saldırı ile ilgili olarak İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklama. 21 Mart 2011 Emperyalistler bu kez Libya’ya özgürlük götürüyor! Emperyalist Saldırı Bir An Önce Durdurulmalıdır! Başta ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa, İtalya ve Kanada’dan oluşan “koalisyon güçlerinin” hedefinde bu kez Libya var. Koalisyon güçlerine ait uçaklar birkaç gündür Libya’da önceden belirlenmiş hedeflere ve kentlere bomba yağdırıyor. Libya Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre bombardıman sivillere de yönelmiş durumda. Bombardımanda 100’e yakın sivilin öldüğü belirtiliyor. Uçaklar Libya semalarından halka ölüm taşıyor. Ne ilginç ki tıpkı Afganistan ve Irak işgallerinde olduğu gibi saldırı yine “özgürlük” vaadiyle meşrulaştırılıyor. Emperyalistler bir ülkeye daha özgürlük lütfediyor! Antidemokratik ülke rejimleri ise açıkça ifade etek gerekirse, emperyalistlerin işini kolaylaştırıyor. Asıl nedenin ise antidemokratik rejim karşısında halkı özgürleştirmek olmadığı biliniyor. Kuzey Afrika ülkelerinin zengin petrol yatakları, Libya’nın eşi benzeri olmayan petrol rezervleri bu saldırıların ana gerekçesidir. Emperyalistler bir yandan bu doğal zenginlikte söz sahibi olmayı hedefliyor, diğer yandan da kendisi için sorun teşkil eden yönetimleri ortadan kaldırıyor. Emperyalistler için gerekçe bulmak zor olmuyor. 11 Eylül saldırısı Afganistan’ın, terör örgütlerini himaye, antidemokratik ve katliamcı Saddam yönetimi ise Irak işgaline yol açmıştı. Kuzey Afrika ülkelerinde son dönemde patlak veren olaylar, Tunus ve Mısır’da yönetim değişikliklerine yol açmış, Batılı ülkelerin planı Libya’da Kaddafi’nin direnmesiyle bozulma riski taşımaya başlamıştı ki, NOTA odaklı saldırı tam da bu noktada devreye girdi. NATO zincirin Libya’da kopmasına izin vermedi. Dünya kamuoyu, Mısır’da benzer gelişmeler yaşansa ve Mübarek yönetimi iç karışıklıkta avantajlı duruma geçse, ilk hedefin Mısır olacağı konusunda hemfikirdir. ABD başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı yeniden dizayn etmek istiyor. Afganistan ve Irak’tan sonra sıranın Libya’ya geleceği tahmin ediliyordu. Şimdi sormak gerekiyor sıra hangi ülkede? Suriye’de mi, İran’da mı? Asıl soru ise ABD’nin yayılmacılığı ve savaş politikasının sınırının ne olacağı, saldırganlığın ne zaman duracağıdır. Libya saldırısıyla ilgili olarak Türkiye’nin tavrı ise bir başka tuhaflığa işaret etmektedir. Türkiye ikili oyuna son vermeli, kendi halkıyla birlikte Ortadoğu ve kuzey Afrika’nın mazlum halklarını kandırmaktan vazgeçmelidir. AKP iktidarı emperyalist senaryoda kendisine biçilen görevini açıklamalıdır. Emperyalistler tarafından, AKP iktidarındaki Türkiye, bölge için “model” ülke ilan edilmiştir. Bunun anlamı açıktır. AKP gibi emperyalizme eklemlenmezseniz, üstüne binlerce bomba yağacaktır.’ İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ABD’nin başını çektiği emperyalist yayılmacılığa, kanlı savaşlara, işgallere hayır diyoruz. Antidemokratik rejimlerin ancak iç dinamiklerle alaşağı edilmesi gerektiğine inanıyor ve hiçbir nedenin bir başka ülkenin işgal edilmesine gerekçe gösterilmeyeceğini savunuyoruz. Dünya kamuoyuna, dünya liderlerine ve insanlığın yarattığı ortak vicdana sesleniyoruz: Libya’nın mazlum halkının yanında olun. Ölüm kusan savaş uçaklarını durdurun. 12 1 Nisan 2011 Önlem almayan siyasi iktidar vebal altındadır 1’den Japonya depremiyle birlikte ülkemizin deprem sorunu yeniden gündeme taşındı. Meslek odaları, üniversiteler ve bilim insanları Türkiye’nin depreme ne kadar hazır olduğunu, olası bir depremde meydana gelecek kayıpları tartışmaya açtılar. Sorunun devasa boyutlarda olmasına, uzun süreli politikalar gerektirmesine karşılık deprem sorunumuz ne yazık ki Türkiye’nin ve siyasi iktidarın gündeminde ancak birkaç gün kalabildi. Siyasi iktidar temsilcilerinin Fukuşima’da patlayan nükleer santrallerin ardından nükleer santrallerle ilgili değerlendirmelerini referans alırsak, sorunun ve çözümün birinci dereceden sorumluları olan siyasi iktidar temsilcilerinin deprem gerçeğimiz üzerine yorum yapmamış olmalarını belki de şans saymak gerekir. Enerji Bakanı Taner Yıldız, Mersin Akkuyu’da yapımı planlanan nükleer santralle ilgili meslek odalarının ve çevre örgütlerinin tepkilerine karşı “Türkiye’de nükleer santral yapımı devam edecek” açıklamalarını yaptı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise “o zaman evinizde tüp, bilgisayar vs. kullanmayın, köprü inşa etmeyelim” gibi akıl almaz değerlendirmeleriyle nükleer santraller ve yaratacağı tehlikeler ile ilgili cehaletini ortaya koydu. Sonuç itibariyle Japonya’da 9,0 büyüklüğünde meydana gelen mega bir depremde neredeyse hiçbir yapının zarar görmemesinin, dolayısıyla can kaybının yaşanmamasının; buna karşılık Türkiye’de 5 ile 6 büyüklüğündeki orta şiddetli depremlerin bile can kaybına sebep olmasının bırakalım hesabını vermeyi, sorgulamasını bile yapmayan bir siyasi iktidarın vurdum duymazlığıyla karşı karşıyayız. Dünya’da 1900 yılından bu yana meydana gelen en büyük depremler Yüzyılın başından beri dünyada meydana gelen en şiddetli depremler, tarihlerine göre şöyle sıralanıyor: 1906 Ekvador: Kolombiya ve Ekvador kıyıları açıklarında 8,8 büyüklüğündeki depremin ardından oluşan tsunami bin kadar kişinin ölümüne yol açtı. 1952 SSCB: Kamçatka Yarımadasında 9 büyüklüğünde meydana gelen deprem ve sonrasındaki tsunami, Şili ve Peru’yu da etkiledi. Deprem 2 bin 300 kişinin ölümüne neden oldu. 1957 Alaska: Andreanof adalarını vuran 8,6 büyüklüğündeki deprem önemli bir tsunami faciasına yol açtı. 1960 Şili: Şili’de 9,5 büyüklüğündeki depremde 5 bin 700 kişi hayatını kaybetti. Depremin ardından oluşan tsunami, Pasifik kıyısındaki ülkeleri tehdit etti ve Hawaii’de 61, Japonya’da 130 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. 1964 Alaska: Prens William Boğazı yakınlarındaki 9,2 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunami, yüzden fazla kişinin ölümüne yol açtı. 1965 Alaska: 8,7 büyüklüğündeki depremin neden olduğu tsunami Aleoutiennes Adalarını etkiledi. 2004 Asya: Endonezya’ya bağlı Sumatra adası açıklarında 9,1 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunami, 10 kadar komşu ülkeyi etkiledi, 270 bin kişi yaşamını yitirdi ya da kayboldu. 2005 Endonezya: Sumatra açıklarındaki Nias adası yakınlarında 8,6 büyüklüğündeki depremde 900 kişi hayatını kaybetti, 6 bin kişi yaralandı. Rakamlarla Türkiye’nin deprem gerçeği Türkiye, dünyadaki depremlerin beşte birine kaynaklık eden Akdeniz-Alp-Himalaya adı verilen en etkin deprem kuşağı üzerinde yer alıyor. Türkiye’yi kuzeyden, güneyden ve batıdan saran bu kuşak nedeniyle Türkiye topraklarının yüzde 92’si deprem tehlikesi altında bulunuyor. Deprem riskinin yüksekliği nedeniyle Türkiye’de her yıl ortalama bir tane yıkıcı deprem meydana geliyor. Resmi kayıtlara göre 1900 yılından bu yana Türkiye topraklarında 223 büyük deprem yaşanmış, bu depremler sonucu 86 bin kişi hayatını kaybetmiş ve 549 bin konut yıkılmış veya ağır hasar almıştır. Türkiye’nin yaşadığı 1939 Erzincan Depremi ile 1999 Marmara Depremi geçtiğimiz yüzyılda dünyada meydana gelen büyük depremler arasında yer almaktadır. Dünya nüfusunun yaklaşık 600 milyonunun (dünya nüfusunun yüzde 10’u) deprem bölgelerinde yaşadığı tahmin ediliyor; Türkiye nüfusunun ise yüzde 71’i 1. ve 2. derece deprem bölgelerinde, 3. ve 4. deprem bölgelerinde yaşayan nüfus dâhil edildiğinde toplam nüfusun yüzde 98’i deprem tehdidi altında bulunuyor. Yine sanayi kuruluşlarımızın yüzde 98’i, barajlarımızın yüzde 95’i deprem bölgelerinde kurulmuş ve risk taşımaktadır. Enerji kaynaklarımızın ise yaklaşık yüzde 41’i birinci derece deprem bölgelerinde yer alıyor. Enerji kaynaklarımız risk taşıdıkları halde Mersin Akkuyu nükleer santralinin, Ecemiş Fay hattına yalnızca 2025 km uzaklıkta yapılması planlanıyor. Uzmanlar, Ecemiş Fay hattının aktif bir fay özelliğine sahip olduğunu, enerji birikimi nedeniyle 6-7 büyüklüğünde bir depreme neden olabileceğini açıklıyorlar. Japonya depreminin neden olduğu nükleer santral patlamalarıyla birlikte nükleer santrallerin enerji üretimi için zaruri olup olmadıkları tartışmaları devam ederken, Türkiye’de mevcut enerji kaynakları ile yapımı planlanan nükleer santrallerin yaratacağı riskler siyasi iktidarın çözüm üreteceği acil sorunlar arasında bulunmaktadır. Japonya depreminden anlaşıldığı üzere büyük ölçekli depremlerin meydana geldiği ülkelerin depreme karşı dayanıklı binalar inşa ederek depremin zararlarını en aza indirgemeleri mümkündür. Ancak Bir deprem ülkesi olmasına, son yüzyılda 100 bine yakın insanını depremlerde kaybetmiş olmasına karşılık Türkiye’de yapıların güvenliği önemli bir sorun teşkil etmektedir. TÜİK verilerine göre ülkemizdeki konutların yüzde 40’ı kaçak ya da ruhsatsızdır; yapı kullanma izin belgesi baz alınırsa bu oran yüzde 67’e çıkmaktadır. 15 milyon civarında olduğu tahmin edilen bina stokunun yüzde 10’unun yenilenmesi, yüzde 30’unun ise onarılması gerekmektedir. Kamu binalarının durumu ve güçlendirme çalışmalarının yavaşlığı siyasi iktidarın depreme karşı tavrının iyi bir fotoğrafını sunmaktadır. 1999 Marmara Depreminin ardından özellikle Dünya Bankası’nın desteğiyle başlatılan güçlendirme çalışmaları sonucu Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın güçlendirme çalışmaları ile ilgili hazırladığı verilere göre; okul, hastane ve benzeri 77 bin 522 kamu binasından ancak 764’ünün güçlendirilmesi tamamlanmıştır. 32 bin 432 okul binasından 276’sı, 9 bin 503 hastaneden 55’i güçlendirilmiştir. Türkiye topraklarının deprem riski ile bina stokunun yapısını anlatan rakamların çarpıcılığına karşılık, siyasi iktidar ilgili meslek odaları ve kuruluşların önerilerini hayata 1 Nisan 2011 geçirmek yerine TOKİ’ye ve kentsel dönüşüm projelerine bel bağlamış durumdadır. Siyasi iktidar, kentsel dönüşüm alanlarını TOKİ’ye tahsis etmektedir ancak TOKİ, depreme karşı güvenli yapılar inşa etmede en önemli dayanak noktamız olan yapı denetim sisteminden muaf tutulmaktadır. Japonya Depremi bizi bir kez daha haklı çıkardı Japonya’da meydana gelen deprem İnşaat Mühendisleri Odası’nın yıllardır bu alanda yaptığı belirlemelerin ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Japonya depreminde yaşanan ölümler binaların yıkılmasından değil tsunami dalgalarından kaynaklanmıştır. Bir kez daha anlaşılan şudur: gerekli yasal altyapı, yasaların eksiksiz uygulanması, kamusal denetim ve toplumsal bilinçle 9,0 büyüklüğündeki mega bir depremden bile kayıp vermeden çıkmak mümkündür. Dolayısıyla ülkemizin bir deprem sorunu yoktur, denetim ve uygulama sorunu vardır tespitini yinelemek yerinde olacaktır. Odamız yıllardır mesleki ve sosyal sorumluluğu gereği, deprem kuşağında bulunan olası depremlerde büyük can kaybı ve maddi zararların yaşanmaması için her platformda yetkilileri önlem almaya çağırıyor. Her yıl 99 Marmara Depreminin yıl dönümü olan 17 Ağustos tarihinde gerekli tedbirlerin bir an evvel alınması konusunda yetkilileri uyarmak amacıyla kampanyalar yapıyor, yürüyüşler düzenliyoruz. “Türkiye’nin Deprem Gerçeği” raporumuzda ülkemizin yüksek riskli yapı ve kentsel dokularını, mevcut yapı stokumuzun durumunu, yapı denetim sisteminin sorunlu yönlerini, imar afları ve denetimsizliği birçok yönüyle değerlendirmiş ve kamuoyuyla paylaşmıştık. 22-24 Haziran 2009 tarihleri arasında İstanbul’da Avrupa İnşaat Mühendisleri Konseyi ve Dünya İnşaat Mühendisleri Konseyi ile ortaklaşa Uluslararası Deprem ve Tsunami Konferansı düzenledik ve depremin ülkemize yaşatacağı kayıpları uluslararası düzeyde değerlendirdik. Listeyi düzenlediğimiz paneller, sempozyumlar, basın açıklamaları ve meslek içi eğitim seminerleriyle uzatmak mümkün. İnşaat Mühendisleri Odası olarak Japonya depreminin yeniden bizlere kanıtladığı, “deprem değil tedbirsizlik öldürür” gerçeğinden yola çıkarak yetkilileri bir kez daha uyarıyor ve daha önce açıkladığımız önlemlerin hayata geçirilmesini istiyoruz. Aksi takdirde olası bir depremde binlerce 13 insanımız yaşamını kaybedecektir ve bu felaketten siyasi iktidar sorumlu olacaktır. İvedilikle alınması gereken önlemler • Ülkemizin mevcut yapı stokunun sorunlu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bir an önce ülke genelinde yapı stokunun envanteri çıkarılmalıdır. Okul, hastane, yurt gibi kamu binalarından başlayarak gereken yenileme ve güçlendirme işlemleri yapılmalıdır tamamlanmalıdır. Kentler deprem ve diğer doğal afetlere uygun biçimde yeniden yapılandırılmalıdır. Kentsel dönüşüm projeleri, yeni rant alanları yaratmak amacıyla değil, afet riskini en aza indirmek ve kent güvenliğini sağlamak amacıyla yapılmalıdır. • Depreme hazırlıklı olmak için mevcut binaların güçlendirilmesinin yanı sıra yeni yapılacak binaların depreme karşı dayanıklı olarak inşa edilmesinin sağlanması da önemlidir. Yapı güvenliğini sağlamanın en işlevsel yolu ise yapıların üretim sürecinde doğru bir mühendislik hizmetiyle üretilmesidir. Zemin etüdünden projelendirmeye, malzeme kalitesinden yapım faaliyetine kadar bina üretim sürecinin her aşamasında alınacak mühendislik hizmeti yapıların güvenli olmasının en önemli teminatlarından birisidir. • 2001 yılından bu yana 19 pilot ilde uygulanmakta olan Yapı Denetim Sistemi 1 Ocak 2011 tarihinden bu yana tüm Türkiye’de uygulamaya konuldu. Fakat yapı denetim sisteminin kurgusuna dair sorunlar varlığını korumakta ve uygulama yanlışları devam etmektedir. Yapı denetimin ülke genelinde yaygınlaştırılması önemlidir. Ancak sistem mevzuat ve uygulama yanlışlıklarından arındırılmalıdır. • Bir kamu hizmeti olan yapı denetim sisteminin özel şirketler tarafından yürütülmesi, sağlıklı bir yapı denetim sisteminin önündeki en önemli engellerden biridir. Yapı denetim sisteminin bu özelliği, hizmetin içeriğini ve uygulama biçimini piyasa ilişkilerine devretmektedir ki bu durum sağlıklı bir denetimin önünde engel teşkil etmektedir. • “Dar gelirlilere konut üretme” amacıyla kurulan TOKİ ve KİPTAŞ tarafından inşa edilen binalar yapı denetim sisteminin dışında tutulmaktadır. Deprem felaketinden korunabilmemiz için kamu yapıları dâhil tüm inşaatların yapı denetim sistemine tabi tutulması gerekmektedir. Türkiye’de 1900 yılından bu yana meydana gelen en büyük depremler 1903 Malazgirt: Sismik aletlerle ölçülen ilk depremlerden biri olan bu depremde 2626 kişi yaşamını yitirdi. Depremin büyüklüğü 6,7 olarak belirlendi. 1912 yaralandı. Mürefte: Büyüklüğü 7,3 olan bu depremde 216 kişi yaşamını yitirdi, 466 kişi de 1930 Hakkâri: Hakkâri’nin sınır bölgesinde gerçekleşen bu depremde 2514 kişi hayatını kaybetti. Depremin büyüklüyüyse 7,2’ydi 1939 Erzincan: Türkiye’nin 20. yüzyılda yaşadığı en şiddetli depremdir. 7,9 büyüklüğündeki depremde 32 962 kişi hayatını kaybetti. Bu depremin ardından yurt çapında yas ilan edilmişti. 1942 Niksar/Erbaa: Büyüklüğü 7,0 olan bu depremde 3000’e yakın insan yaşamını yitirmiş, yaklaşık 6300 kişi de yaralanmıştı. 1943 Tosya/Ladik: 2824 kişinin yaşamına mal olan bu depremin büyüklüğü 7,2 olarak ölçülmüştü. 1944 1946 1966 yaralandı. Bolu/Gerede: 7,2 büyüklüğündeki depremde 3959 kişi hayatını kaybetti. Varto/Hınıs: Bu depremde 839 kişi yaşamını yitirdi, 349 kişi yaralandı. Varto: 6,9 büyüklüğündeki bu depremde 2394 kişi hayatını kaybetti 1489 kişi 1970 Gediz: Gediz’de meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremde 1086 kişi yaşamını kaybetti 1260 kişi yaralandı. 1975 Lice: 2385 kişinin yaşamını yitirdiği 3339 kişinin yaralandığı depremin büyüklüğü Richter ölçeğine göre 6,9 olarak ölçüldü. 1976 Çaldıran/Muradiye: Depremin büyüklüğü 7,2 olarak ölçüldü. 3840 kişi yaşamını kaybetti, 497 kişi yaralandı. 1983 1992 Erzurum/Kars: 6,8 büyüklüğündeki depremde 1155 kişi hayatını kaybetti, 1142 kişi yaralandı. Erzincan: Erzincan’la birlikte Tunceli’yi de vuran bu deprem, 6,8 büyüklüğündeydi. Depremde 653 kişi yaşamını yitirdi. Yaralı sayısıysa 3850 olarak belirlendi. 1995 1998 Dinar: 5,9 büyüklüğündeki depremde ölü sayısı 94 olarak kayıtlara geçti. Ceyhan: 6,3 büyüklüğündeki deprem başta Ceyhan olmak üzere bütün Adana’yı etkiledi. 84 kişinin hayatını yitirdiği depremde 310 kişi yaralandı, yüzlerce ev hasar gördü. 1999 Gölcük: Türkiye’nin 20. Yüzyılda yaşadığı ikinci büyük deprem olan Gölcük depremi 7,8 büyüklüğünde meydana geldi. Depremde 17.480 kişi yaşamını yitirdi, 43.953 kişi yaralandı. 1999 yaralandı. Bolu/Düzce: 7,2 büyüklüğündeki depremde 845 kişi yaşamını yitirdi, 4948 kişi 14 1 Nisan 2011 Japonya’da meydana gelen deprem, tsunami ve nükleer patlamalar nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan değerlendirme. 17 Mart 2011 Japonya depremi ile ilgili İMO’nun değerlendirmesi B ir haftaya yakın bir süredir, Japonya’da yaşanmakta olan katmerli felaketi dehşet ve ibretle izlemekteyiz. Neler oluyor Japonya’da? Önce çok büyük bir deprem, ardından deprem etkisiyle oluşan tsunami, onun da arkasından biribirini izleyen nükleer santral patlamaları. Japonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük felaketini yaşıyor. Dünya, gelişmeleri kaygı içinde izliyor. Deprem ve tsunami yapacağını yaptı ve artık duruldu sayılır. Ama nükleer tehlike hala sürüyor. Böyle bir gelişmenin yalnızca Japonya için değil, bölgedeki diğer ülkeler ve hatta dünyanın önemli bir bölümü için yaratabileceği tehlikeler biliniyor. Japonya depremi birkaç nedenle öğretici, ders verici özellikler taşıyor. Türkiye’nin de bu olaylardan pek çok ders çıkarması gerektiği herkes tarafından biliniyor. Oysa önlemler sınırlı ve yetersiz. İnşaat Mühendisleri Odası’nın Japonya felaketine bakışı ile Türkiye’deki duruma ilişkin düşünceleri bu yazıda kısaca özetlenmektedir. Deprem Boyutu Japonya’nın Kuzey Doğusundaki Tohoku Bölgesi açıklarında kıyıdan 130 km uzakta 11 Mart 2011 tarihinde Greenwich saati ile 05:46’da (yerel saatle 14:46) 9.0 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Deprem merkezi 38.322°N, 142.369°E koordinatlarında olup odak derinliği 24 km’dir. Japonya Meteoroloji Ajansı tarafından Taiheiyou olarak isimlendirilen deprem, Japonyanın Kuzey dogu kentlerinde hasara yol açmış, deprem merkezinden 350 km güneydeki başkent Tokyo’da da şiddetli hissedilmiştir. Deprem sonrası, derin denizde 15 metreden yüksek genlikte ve yaklaşık 1 saat peryodunda oluşan tsunami dalgaları en yakın kıyıya yaklaşık 25 dakikada ulaşmıştır. Japonya açıklarında gerçekleşen bu deprem, yeryüzünde bugüne kadar kayda geçmiş en büyük beş depremden birisidir. Bu olayı, ardından gelen diğer felaketlerden ayırmak elbette olanaklı değil. Ama depremi izleyen ve tsunaminin etkili olmasından önceki kısa süre içinde Japonya’dan yansıyan görüntüler, depremin etkileri hakkında bir fikir verebiliyor. Bu yansımalar, Japonya’daki yapıların bu çok büyük deprem karşısında oldukça başarılı bir sınav verdiğini, yapısal hasarın ve buna bağlı can kaybının oldukça düşük bir düzeyde kaldığını gösteriyor. Televizyondaki görüntüler ve görgü tanıklarının ifadelerinden, yapılarda önemli ötelenmeler oluştuğunu, ama aşırı bir hasar oluşmadığını söylemek mümkün. Bu bağlamda, Japonya’da yapıların deprem güvenli yapılar olduğu söylenebilir. Büyük depremden bir hafta kadar önce yine Japonya’da gerçekleşen 7,2 veya 7,3 büyüklüğündeki deprem bu düşünceyi doğrulamaktadır. Can kaybı olmaksızın ve kayda değer bir yapısal hasar görülmeksizin atlatılan bu deprem, sıradan bir doğa olayı olarak, yalnızca birkaç gün haber bültenlerinde yer bulabilmişti. Dikkat edilirse, önemsenmeden geçiştirilen bu depremin büyüklüğü, ülkemizin karabasanı olan ve gerçekleştiğinde büyük bir felakete yol açacağı, ellibinler düzeyinde can kaybı oluşturacağı bilinen olası İstanbul depreminin olası büyüklüğü kadardır. Japonya depremi bize bilim ve tekniğin doğru kullanılmasıyla her zeminde bina yapılabileceğini ve mühendislik hizmeti alan binaların şiddetli depremlere dayanabileceğini bir kez daha göstermiştir. Bu noktada durup bir özdeğerlendirme ve bir özeleştiri yapmak gereklidir. Ülkemizde deprem meselesi uzun süre kaderci bir yaklaşımla doğaüstü güçlerle açıklanmaya çalışılmış, bilim insanlarının ısrarlı uyarılarına rağmen elle tutulur bir gelişme sağlanamamıştır. Ne yazık ki ülkemizde deprem bilinci ancak büyük kayıplara yol açan yıkıcı depremler yaşandıkça gelişmektedir. Bu bağlamda yaklaşık 40 000 can kaybına mal olan 1939 Erzincan depremi bir milat olarak kabul edilebilir. 1939 Erzincan depremi ardından adım adım gelişen deprem yönetmeliği çalışmaları 1975 yönetmeliği ile somut bir düzeye erişmişse de, bu yönetmeliğin yaygın biçimde uygulamaya geçirilmesinde başarılı olunamamıştır. Bugün bir dönüm noktası gibi algılanan 1999 Marmara depreminde görülen aşırı yapı hasarı ve buna bağlı 20 000’i aşkın can kaybında, 1975 deprem yönetmeliğinin uygulanmamış olmasının büyük etkisi olduğu kuşkusuzdur. Daha da önemlisi, deprem olgusunun artık çok daha iyi algılandığı, özellikle de olası İstanbul depremi konusunda somut bilgiler bulunan son 12 yılda, deprem zararlarını azaltmak adına neler yapıldığı ya da yapılmadığı konusudur. Değişik alanlarda yapılması gerekenler ve yapılanlar çok kısaca gözden geçirilirse şöyle bir özetleme yapılabilir: İnşaat Mühendisleri Odası Bir Kez Daha Uyarıyor Odamız Japonya’ da meydana gelen 9,0 büyüklüğündeki deprem nedeniyle 16 Mart 2011 tarihinde bir açıklama yaptı. Depreme dayanıklı binalar inşa edilmenin mümkün olduğuna dikkat çekilen açıklamada Türkiye’de olası depreme karşı alınabilecek önlemler yeniden hatırlatıldı. Açıklamada “Depreme dayanıklı binalar inşa etmenin depremlerde yaşanacak faciaları önlediği biliniyor. En son Japonya’da yaşanan 9,0 büyüklüğündeki deprem bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. Odamız yıllardır mesleki ve sosyal sorumlulukları gereği, deprem kuşağında olan ülke- mizde her an olabilecek depremlerde büyük can kaybı ve maddi kayıpların yaşanmaması için her platformda yetkilileri önlem almaya çağırıyor... İnşaat Mühendisleri Odası tarafından daha önce açıklanan önlemler bir an evvel hayata geçirilmelidir aksi takdirde olası bir depremde binlerce insanımız yaşamını kaybedecektir ve bu felaketten siyasi iktidar sorumlu olacaktır” ifadelerine yer verildi. Açıklamanın tam metnine www.imo.org.tr web adresinden ulaşılabilir. Biz biliyoruz ki; sorun çözümsüz değil. Güvenli yaşanabilir kentler yaratmak mümkün. Önemli olan çözmeye niyet etmek.. Önemsenebilir düzeyde bilimsel çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Örneğin, Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun Marmara Denizi içinde kalan bölümü oldukça ayrıntılı biçimde incelenmiştir. Kuvvetli yer hareketi kayıt sistemleri geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Elde edilen ve edilecek olan verilerin uygulamaya ışık tutabilecek nitelikte olduğu kesindir, ama bu ışık henüz yeterince değerlendirilebilmiş değildir. Mevcut yapıların deprem güçlendirmesine yönelik uygulanabilir nitelikte teknikler geliştirilmiş ve yönetmeliğe yansıtılmıştır, ama henüz bu yöntemlerin uygulamada yeterince yer aldığı söylenemez. Bir Deprem Şurası gerçekleştirilmiş, deprem sorunuyla ilgili pek çok konu, en yüksek düzeyde ele alınarak, kapsamlı çalışmalar yapılmış ve önemli kararlar alınmıştır. Şura kararlarının çok azı hayata geçirilebilmiş olup büyük çoğunluğu tozlu raflarda unutulmuştur. Deprem Yönetmeliği yenilenmiş, geliştirilmiş ve kapsamı genişletilmiştir ve mevcut yapıların güçlendirilmesine ilişkin yeni bir bölüm eklenmiştir. Köprü, okul, hastahane gibi kullanım öncelikli ve acilen güçlendirilmesi gereken yapıların deprem için güçlendirilmesi konusu değişik düzeylerde ele alınmışsa da bu konuda yeterli bir ilerleme sağlanamamıştır. 1999 Marmara depremi sonrasında başta İstanbul olmak üzere deprem bölgelerinde yaşayan özel mülk sahiplerinin birçoğu yapılarının deprem güvenliği kaygısına bir süre düşmüş, bir değerlendirme yaptırmak ve gerekiyorsa binalarını güçlendirmek için girişimlerde bulunmuşlarsa da, bir bölümü olanaksızlık nedeniyle girişimlerinden vazgeçmiş, bir bölümü ehil olmayan kişilerce yanlış yönlendirilmiş, bir bölümü de işi kaderciliğe dökerek bu konuyu unutmayı tercih etmiştir. Japonya olayında gördüklerimizden ders alarak, kendimize bir özeleştiri çerçevesinden baktığımızda, başladığımız birçok işi tamamlayamadığımızı, son oniki yılda yapabildiklerimizin bir arpa boyundan öteye geçmediğini söyleyebiliriz. 1 Nisan 2011 15 Nükleer felaket, tüp patlaması değildir sayın başbakan! Tsunami Boyutu ve Nükleer Santrallerde yarattığı etki Japonya’ da deprem güvenli yapılaşma sonucu, depremin oluşturduğu salınımlar kayda değer bir hasar oluşturmamakla beraber, deprem nedeniyle oluşan tsunami ne yazık ki ciddi hasarlara sebep olmuş, binlerce can kaybına, nükleer santrallerde oluşturduğu hasar nedeniyle de bir çevre felaketine neden olmuştur. Bölgede tarih boyunca bilinen en büyük tsunami, 869 yılında meydana gelen “Jogan tsunamisi”dir. Elde edilen bilgiler o tarihteki tsunaminin, kıyıdan 4 km uzakta bulunan Tagajo kalesine kadar ulaştığını, 1000 kadar can kaybı yarattığını göstermektedir. Ancak yaşanan deprem ve tsunaminin, Jogan deprem ve tsunamisinden çok daha büyük olduğu görülmüştür. Kıyılara ulaşan dev tsunami dalgaları koruyucu duvarları aşarak kıyı alanlarında 4-5 km kadar ilerlemiş, nehir ağızlarından giren okyanus suları ise nehir boyunca kıyıdan 10 km uzaklığa kadar ulaşmıştır. Dalgalar, Japonyanın kuzey doğu kıyılarında birçok yerde, altyapı ve binaları yıkarak sürüklemiştir. Bölgenin genel yapı düzeni tek ya da iki katlı hafif ahşap yapı tipi olduğundan, kuvvetli akıntılarla karada ilerleyen dalgaların etkisi tamamen yıkıcı olmuştur. Ancak beton yapılardaki hasarın ahşap yapılara göre çok daha az olduğu gözlenmiştir. Ülkemizde bu boyutta bir tsunaminin gerçekleşme olasılığı düşük olmakla birlikte kıyı kentlerimizde yoğun bir kıyı yapılaşması bulunmaktadır. Bu yapılar olası bir depremde – Değirmendere örneğinde olduğu gibi- ağır hasar görebilecektir. Bu acı kayıplara ek olarak Fukushima Nükleer Santralinde soğutma sisteminin hasar görmesi ve yedek sistemlerin de etkilenmesi nedeniyle zorunlu soğutmanın sağlanamamasından dolayı oluşan aşırı ısınma önlenememiş, bunun sonucunda depremle başlayan ve tsunami ile devam eden doğal afetler dizisine, insan etkisi ile ortaya çıkan radyoaktif sızıntıya bağlı nükleer felaket de eklenmiştir. Nükleer santraller her zaman nükleer tehlike potansiyeli taşımakta, yapımında ve işletilmesinde yapılacak en küçük bir hata bile, telafi edilmesi mümkün olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Japonya gibi güvenli yapı üretiminde ileri düzeyde olan bir ülke bile nükleer patlamaya engel olamamış ve insanlığı gelecek tehlikesiyle baş başa bırakmıştır. Ülkemizde de yaşanabilecek olası doğal afetler ve depremler gözönüne alındığında, yapılması planlanan nükleer santrallerin oluşturacağı riskin ne kadar büyük olduğu geçmişte Çernobil bugün Japonya örnekleriyle sabittir. Buna rağmen bu konuda ısrar edilmesi en hafif ifadesiyle falakete davetiye çıkarmaktır. Eğitim Boyutu Depremin oluşturacağı risklerin azaltılması çalışmalarının en önemli boyutlarından biri de eğitimdir. Yurttaşların depreme hazırlıklı olmalarını, deprem sırasında ve sonrasında doğru davranışlar içinde olmalarını sağlamaya yönelik eğitim çalışmalarının Japonya’da uzun süredenberi özenle yürütüldüğü bilinmektedir. Japon halkının bu büyük felaketler dizisi karşısındaki tutum ve davranışı, bütün dünya tarafından takdir ve hayretle izlenmektedir. Yaşamakta oldukları büyük sorun ve sıkıntılara rağmen, çocuğundan yaşlısına insanların hiç birinde aşırı duygusal tepki görülmemekte, tam tersine insanların yüzlerinde bu doğa olaylarının getirdiği sorunları aşma azmi ve kararlılığı izlenmektedir. Japon insanı yaşadığı felaketler karşısında soğukkanlılığını kaybetmemiş, düzene ve kurallara gerektiği gibi uymayı sürdürmüş, birbirinin hakkına saygı gösterip her konuda sırasını beklemiş, her konuda payına razı olup yolsuzluklara sapmamış, varolan karışık durumdan yararlanıp talan girişiminde bulunmamıştır. Bu örnek davranış biçiminin ortaya çıkmasında, elbette Japon kültürünün, gelenek ve göreneklerinin katkısı önemli bir yer tutmaktadır, ama okulda, ailede, televizyonda, radyoda aralıksız biçimde sürdürülen depreme hazırlıklı olma eğitiminin de büyük bir payı bulunduğu kuşkusuzdur. Ancak Japon toplumunun bu sağduyulu yaklaşımında en önemli etmenin Japonya’daki yapıların deprem gerçeği gözönüne alınarak üretilmiş olması ve deprem güvenli yapılaşmaya ilişkin her tür tedbirin aldığına ilişkin güven ve inanç duygusu olduğu da gözden kaçırılmamalıdır ki, yaşananlar bu güveni haksız çıkarmamıştır. Bu noktada bir kez daha Türk toplumuna dönerek bir özeleştiri yapmakta yarar vardır. Başta siyasi erk olmak üzere hiç bir düzeyde depreme hazırlıklı olma konusunda önlem alınmayan ülkemizde Türkiye insanı, bu durumlarda ya depremi bir doğa olayı olarak değil, tanrısal bir ceza olarak algılayıp, çaresizlik içinde boynunu büküp oturmakta, acılarını yüreğine gömüp tam bir eylemsizlik içine girmekte, ya da kontolsüz bir öfkeye kapılıp aşırı duygusal davranışlar sergilemektedir. Bu davranış biçiminin ortaya çıkmasında da kültürel ve ekonomik yetersizlik faktörleri kuşkusuz etkili olmaktadır. Bununla birlikte, eğitim eksikliğinin rolü de yadsınamayacak düzeydedir. Japonya depremi, toplumsal yaşamın deprem gerçeğini görerek tanzim edilmesinin, topluma doğa olaylarıyla iç içe yaşama becerisinin kazandırılmasının ne derece önemli olduğunu somut olarak göstermiştir. Son Söz: Tek Çözüm, Topyekûn Seferberlik Bu yazıda, bir deprem ülkesi olan Japonya ile bir deprem ülkesi olan Türkiye’nin deprem gerçeğine yaklaşımlarını karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye çalıştık. Sorunları aynı ama yaklaşımları farklı iki ülke… İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ülkemizdeki sorunların başında gelen kaçak yapılaşma ve imar aflarının önlenmesi, mevcut yapı stokunda güçlendirme çalışmalarının tamamlanması, özel konut ve kamu binalarının deprem güvenli inşa edilmesi doğrultusunda hızlı adımlar atılması gerektiğini, tüm bunların yapılabilmesi için ise imar, yapı denetim, belediye kanunu ve benzeri kanunlarda bir an önce köklü değişikliklere gidilmesi doğrultusundaki görüşlerimizi her platformda kamuoyuyla paylaşıyoruz. Biz biliyoruz ki; sorun çözümsüz değil. Güvenli yaşanabilir kentler yaratmak mümkün. Önemli olan çözmeye niyet etmek. Tıpkı Japonya gibi… İnşaat Mühendisleri Odası, Japonya depremi sonrası başlayan nükleer santral tartışmalarıyla ilgili bir açıklama yaptı. 16 Mart 2011 tarihinde yapılan açıklamada nükleer santral kurulmasında ısrarcı olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bilime ve yaşama saygılı olmaya çağrıldı. Tüm dünya ülkelerinde nükleer santraller üzerinde önemle durulurken, Türkiye’nin, AKP iktidarı eliyle farklı bir havaya sokulmak istendiği vurgulanan açıklamada “Çernobil nükleer kazasının derin ve kalıcı etkileri henüz varlığını devam ettirdiği zaman diliminde insanlığın yeni bir felaketi kaldırabilmesi mümkün değildir. Dünya ülkeleri bunu görmüş olacak ki radyasyon sızıntısının paniğini yaşamaya başlamış, önlem alma süreci hızlanmış, tek tek ülkelerde kurulu santrallerin kaldırılması, planlananların iptal edilmesi doğrultusunda tartışmalar yoğunlaşmıştır. Ülke kamuoyları toprakları üzerinde kurulu nükleer santrallerin acilen devre dışı bırakılması çağrısında bulunmaktadır. Bundan sonraki süreçte insanlık âleminin nükleer santraller konusu üzerinde önemle duracağından kuşku yoktur. Ülkemizde ise durum bambaşkadır. ‘Bir musibet, bin nasihatten evladır’ sözü ülkemiz sınırlarına girmeyi başaramamıştır. Çernobil ve Japonya felaketleri nükleer konusunda görüş değişikliklerine neden olurken, bizzat Başbakan Erdoğan’ın sözlerinden anlaşılmaktadır ki, siyasi iktidar nükleer santral konusunda inat edecektir. Nükleer santrallerin savunulması, içerdiği tehlikenin hafifsenmesi, hatta evlerde bulunan tüplerle karşılaştırılması ve benzeri görüşlerin ciddiye alınacak bir tarafı yoktur elbette. Ancak söz konusu görüşlerin sahibi bir ülkenin başbakanıysa, bu yaklaşımın ne anlama geldiği ve ülkemizi nasıl bir tehlikenin beklediği üzerinde durulmalıdır. ”denildi. Açıklamanın tam metnine www.imo.org.tr web adresinden ulaşılabilir. 16 1 Nisan 2011 “Türkiye’nin deprem sorunu yoktur” Nejat Bayülke kimdir? Nejat Bayülke, 1969 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Aynı bölümün yüksek lisans programını 1971 yılında tamamladı. 1971-1972 yıllarında Japonya Tokyo’da Uluslararası Sismoloji ve Deprem Mühendisliği Enstitüsü’nde Deprem Mühendisliği Eğitimi gördü. 1970-2003 yılları arasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi’nde Deprem Mühendisliği Şube Müdürü olarak çalıştı. 1970 yılından bu yana Türkiye’de hasar ve can kaybına neden olmuş olan tüm depremleri inceledi. Depremler, yapıların deprem davranışları, depreme dayanıklı yapı tasarımı ve yapıların onarım ve güçlendirilmesi konularında yüzlerce rapor, makale, bildiri yazdı ve konferanslarda sunumlarını yaptı. Ayrıca bu konularda İMO şubelerinde düzenlenen çok sayıda seminer ve konferansta sunumlar gerçekleştirdi. “Depremlerde Hasar Gören Yapıların Onarım ve Güçlendirilmesi” (10. baskı-2010), “Depremler ve Depreme Dayanıklı Betonarme Yapılar” (1989), “Yığma Yapılar” (1980 ve 1992) kitaplarını yazdı. Halen bir mimarlık, mühendislik ve müşavirlik firmasında çalışmaktadır. Evli iki çocuk babasıdır. Neden Nejat Bayülke? Nejat Bayülke, deprem, depreme dayanıklı yapı tasarımı, yapıların onarım ve güçlendirilmesi üzerine yıllardır çalışmalar yürüten ve bu alanda uzmanlık unvanını hak etmiş üyelerimizden biridir. Ülkemizde ve dünyada yaşanan depremler üzerine çalışmalar yürütmüş, depremlerin nedenleri kadar, oluşumları durumunda can kayıplarını en aza indirme üzerine de yoğunlaşmış olan Nejat Bayülke deprem konusunda görüşlerine başvurulabilecek öncelikli isimler arasında bulunmaktadır. Bir deprem ülkesi olduğu halde depremi bir sorun olmaktan çıkaran ve bunun için gerekli önlemleri alabilen Japonya’da deprem üzerine eğitim almış olan Nejat Bayülke’nin yine bir deprem ülkesi olan Türkiye ile ilgili yapacağı tespitlerin dikkate değer olduğu görüşündeyiz. “Mega depremler Büyük Okyanus çevresinde bulunan ülkelerin kaderi” Japonya dünya tarihinde ender rastlanan mega depremlerden birisini yaşadı. Depremin ardından meydana gelen tsunamiyle felaketin boyutları iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı. Japonya’da yaşanan 9,0’lık depremi siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Büyük Okyanus çevresindeki okyanus tabanının kıta plakalarının altına doğru girmesi sonucu yaşanan bu depremler bölgenin bir özelliğidir. 2004 yılında Endonezya’da ve 2010 yılında Şili’de meydana gelen depremler de aynı mekanizmanın depremleriydi. Bu şiddette meydana gelen depremler Büyük Okyanus çevresindeki deprem kuşağının bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Aynı türde bir depremin 1700 yılında Depreme dayanıklı yapı üretmek çok karmaşık bir şey değildir. Temel olarak belli bir yatay yüke karşı binayı dayanıklı inşa etmeniz gerekiyor. Nejat Bayülke ile depreme dayanıklı yapı tasarımı konusunda röportaj yapmaya hazırlanıyorduk ancak tam bu esnada Japonya’da 9,0’lık mega bir deprem, ardından tüm dünyayı dehşete düşüren tsunami felaketi ve en son nükleer santral patlamalarıyla devam eden bir felaketler zinciri yaşandı. Binlerce insanın ölümüne neden olan bu felaket nedeniyle röportaj kurgumuzu değiştirdik ve daha önce planladığımız röportaj sorularına bir de Japonya’da yaşanan felaketlerle ilgili eklemeler yaptık. Nejat Bayülke ile yaptığımız ve ufuk açıcı olduğuna inandığımız röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz. ABD’nin Büyük Okyanus kıyısında Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada sınırı kıyılarında olduğu yer bilimleri ve karbon -14 yöntemleri belirlenmiş durumda. Bu Büyük Okyanus çevresinde bulunan ülkelerin bir kaderi maalesef. Bu depremde olağanüstü yer hareketi ivmesi oluşmuştur. Japon kaynaklarına göre depremin denizdeki merkezine en yakın kara üzerinde (depremin merkezinden 150 km kadar uzakta olmasına karşın) yer çekimi ivmesinin 2-3 katı kadar ivmeler oluşmuştur. Bu durum yapılara ağırlıklarının 2-3 katı yatay yük uygulanması demektir. Tasarım yükleri ise en şiddetli depremlerin beklendiği yerlerde genellikle yapı ağırlıklarının en çok % 20-25’i kadar olur. Japonya’nın depreme karşı en fazla önlem alan ülke olduğu biliniyor. Bu deprem başka bir ülkede olsaydı sonuçları daha olumsuz mu olurdu? 2004 yılında Endonezya’da aynı nitelikte olan depremin yarattığı tsunami 200 binden fazla can kaybı yarattı. Japonya depreminde ve ardından meydana gelen tsunaminin henüz net olmamakla birlikte yaklaşık 10 bin kadar can kaybı yaratmış olması teselli olarak kabul edilebilir. Buna karşılık çok daha gelişmiş bir ülke olan Japonya’nın maddi kayıpları çok daha fazla olmuştur. Nükleer santraldeki hasarın yarattığı teknolojik afet ise başka bir olumsuz durumdur. Aynı şiddette bir deprem Türkiye’de olsaydı ne gibi yıkımlar yaratırdı? Aynı şiddette (M=8.0) bir depremin Türkiye’de yaratacağı yıkım 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin yarattığı yıkım düzeyinde olurdu fakat çok daha geniş bir bölgeyi etkileyerek meydana gelirdi. Uzmanlar Türkiye’nin aynı büyüklükte bir depremi yaşamayacağını söylüyorlar. Sizce deprem kuşağında olan ülkemizin yaşayacağı depremler en fazla kaç şiddetinde olur? Türkiye’de yaşanmış en büyük depremlerin mağnitüdlerine bakılarak olabilecek en büyük deprem mağnitüdü tahmin edilebilir. İstanbul’da 1912 yılında MürefteŞarköy’de meydana gelen 8,0 (şiddeti kesin olarak bilinmemekle birlikte Türkiye’de oluşmuş en büyük deprem olarak biliniyor) büyüklüğündeki deprem ve 1939 yılında Erzincan’da yaşanan 7.9 şiddetindeki deprem, Türkiye’de aletsel kaydı alınmış depremlerin en şiddetlileri olarak kayıtlara geçmişlerdir. Kuzey Anadolu Fay hattında meydana gelmiş bu depremler Türkiye’de olabilecek depremlerin en üst sınırıdır diye tahmin ediyorum. Japonya depremiyle birlikte depreme karşı önlem alınabildiğini ancak tsunami için tedbir almanın şimdilik mümkün olmadığını gördük. Ülkemizde tsunami tehlikesinin olmadığı söyleniyor ancak yine de tsunami’ye veya depremin yaratacağı büyük dalgalara karşı ne gibi önlemler almak gerekir? Tsunami’ye karşı alınacak önlem: Deniz kıyısında bir deprem sarsıntısı duyulduğu anda her şeyi bırakıp en kısa zamanda olabildiğince yüksek yerlere gitmektir. Şimdilik daha pratik başka bir önlem yok gibi görünüyor. Japonya depreminin yarattığı en büyük felaketlerden biri de nükleer santral patlamaları oldu. Nükleer santrallerin yüksek risk barındırdıkları biliniyor. Bu gibi afetlerde nükleer santrallerin zarar vermemelerini sağlamak mümkün mü dür? Mümkündür. Ne gibi önlemler alınabilir? Endüstri yapılarındaki makine, motor, pompa, jeneratör, trafo ve bunun gibi donanımlar genellikle ağırlıklarının %50’si kadar bir yatay yüke karşı koyacak (devrilmeyecek ve yerinden kopmayacak) biçimde tasarlanırlar. Anlaşıldığı kadarı ile depremde oluşmuş yüksek deprem ivmeleri bu donanımların hasarına neden olmuştur. Fukuşima Nükleer santralinde soğutma sisteminin yitirilmesi bu sistemlerin (tasarım yüklerinin önceden hiç görülmemiş boyutta ve kat kat üstünde) deprem kuvvetleri ile zorlanmasının sonucu olmuş olabilir. Bir başka görüş ise, deniz kenarındaki santralin soğutma yedek donanımlarının tsunami nedeni ile hasar gördüğü yönünde. Bu çok riskli tesislerin tasarımında şimdiye kadar kabul edilenlerden daha büyük tasarım yük ve koşulları kullanılabilir. 1 Nisan 2011 “Türkiye’nin bir deprem sorunu yok” diyerek çok iddialı bir şey söylediniz. Oysa Türkiye’nin büyük bir deprem sorununun olduğunu ve önlem alınmazsa ciddi sıkıntılara yol açacağını biliyoruz. Akkuyu Nükleer Santralinin şu anda çok etkin olmayan Akdeniz kıyısından Kayseri’ye kadar uzanan Ecemiş Fayı’na yakınlığı konunun ilk gündeme geldiği 1970’li yıllardan beri hep bir güvenlik kuşkusu yarattı. Ecemiş Fayı’nın uzun olması üzerinde büyük mağnitüdlü deprem riskinin yüksek olduğunu göstermektedir. Türkiye’de yapımı planlanan Akkuyu Nükleer Santrali’yle ilgili ciddi bir muhalefet var fakat hükümet santrali kurmakta kararlı. Siz Akkuyu Nükleer Santrali’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Akkuyu Nükleer Santralinin şu anda çok etkin olmayan Akdeniz kıyısından Kayseri’ye kadar uzanan Ecemiş Fayına yakınlığı konunun ilk gündeme geldiği 1970’li yıllardan beri hep bir güvenlik kuşkusu yarattı. Ecemiş fayının uzun olması üzerinde büyük mağnitüdlü deprem riskinin yüksek olduğunu göstermektedir. Bu fayın kuzey ucu olan Kayseri’de 1715’li yıllarda çok büyük hasar ve can kaybı yaratmış bir depremin yaşandığı biliniyor. Birde 1835 yılında Kayseri’de yüzlerce can kaybı yaratmış bir başka deprem daha meydana gelmiştir. Ayrıca Doğu Akdeniz’de başka aktif fay hatları da vardır. Dolayısıyla Santralde ısrar etmek ciddi risklere yol açabilir. “Türkiye’nin deprem sorunu yok ayıplı inşaat sorunu var” Japonya depremi sonrası Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu yeniden hatırlandı. Siz Türkiye’nin deprem sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin deprem sorunu yok, ayıplı inşaat sorunu vardır. Yapılar denetlenmiyor. Bir Yapı Denetimi Yasası var ancak gerektiği gibi önlem alınmasını sağlayamıyor. Depreme dayanıklı yapı üretmek çok karmaşık bir şey değildir. Temel olarak belli bir yatay yüke karşı binayı dayanıklı inşa etmeniz gerekiyor. Ayrıca binanın şiddetli depremlerde sünek davranarak, deprem enerjisini tüketmesi önemli bir husustur. Sünekliği etriye sıklaştırmasıyla, boyuna donatıları uygun bindirme boyları ve ankraj boylarıyla sağlayabilirsiniz. Yönetmeliklerde bu işlemlerin nasıl yapılacağı belirtilmiştir. Eleman boyutlarının en az ne kadar olması gerektiği, en az donatının ne kadar olacağı ve yüzdesi belirlenmiştir. Ancak sünek yapının da şöyle bir sorunu var: yapı çok fazla sünek olursa hafif depremlerde mimari hasarlar çok olabiliyor ve şiddetli depremlerde çok fazla öteleniyor. Bunu önlemek için bahsettiğimiz ötelenmeyi kısıtlamak gerekiyor. Perde duvarlar koyarak, ötelenmeleri kısıtlamaya çalışıyoruz ki, hem mimari hasar olmasın hem de şiddetli depremde çok fazla ötelenip ikinci mertebeden stabilite yıkımların da olmamasını sağlıyoruz. Yani depremden zarar görmemenin bu kadar kesin ilkeleri var. Eğer nerede deprem olacağını bilmiyorsanız ve depreme dayanıklı bina yapmayı bilmiyorsanız deprem sorununuz var demektir. Oysa biz bunların ikisini de biliyoruz. Depreme dayanıklı yapının nasıl olması gerektiği 40 yıldan bu yana biliniyor. Deprem tehlike haritasını ve nerede deprem olacağını biliyoruz. Sorun bizim deprem haritasına ve yönetmeliklere uygun hareket etmememizdir. İMO Adana Şubesi’nin 2000 yılında yaptığı bir araştırmaya göre Osmaniye Belediyesi’nin ruhsat verdiği 475 tane binanın 460 tanesinde deprem hesabı yoktu. Deprem hesabı olan 15 bina ise kurallara uygun değildi. Bir başka örneği Erzincan’dan vereyim. 1992 depreminden sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Erzincan’da hafif, az ve orta hasarlı 260 tane apartman binasını güçlendirdi. Güçlendirmeden önce üniversitenin aldığı beton örneklerinde 150 kilogram olması gereken dayanımın 60 kilogram olduğu, demirlerin yüzde 25’le yüzde 50 arasında konduğu ortaya çıkmıştı. Yani bir yanda depreme göre proje yapılmamış, bir yanda da yapılan projelere beton dayanımı ve demir miktarı bakımından uyulmamıştı. Örneklerden yola çıkarsak Türkiye’nin deprem sorunun olmadığı, ayıplı inşaat, ayıplı projecilik sorunu olduğu anlaşılıyor. Binada kullanılan malzemeler depreme dayanıklılığı etkiler mi? Her depremden sonra farklı malzemeyle yapıldığı halde hem yıkılan hem sağlam kalan binalar oluyor. Sorun bir malzeme sorunu değildir. Mesela 1967 Mudurnu Vadisi depreminde yıkılan bütün köy evleri ahşaptan yapılmıştı; 1994’de Amerika’da Northridge Depreminde çelik binalar yıkılmadı ama ciddi çatlaklar oluştu ve Amerika’da çelik binaların karizması çizildi. Bunun üzerine Amerikalılar “binalar neden çatladı ve bunu nasıl önleriz” diye on yıl süren, 100 milyon dolarlık bir araştırma yaptılar. Yani kimse çıkıp “ahşap yapmayalım, çelik yapmayalım” demedi. Çünkü malzemeyi doğru kullanırsanız, depreme dayanıklı bina yaparsınız. Amerika’da ve Türkiye’de yıkılmış ahşap binaların en büyük sorunu, temellerinin yeterli şekilde bağlanmamış olmasıdır. Mesela Kuzey Anadolu fayında 1940’larda meydana gelen depremlerde yıkılan binaların çoğu kırsal konutlar ve ahşap binalardı. Çünkü o zaman koca bir taş alıp üstüne ahşabı koyuyorlardı ve hiçbir bağlantı yapılmıyordu. Deprem olunca da bina veya ev düşüyor, devriliyordu. Deprem sigortasına nasıl bakıyorsunuz? Deprem sigortası temel olarak sigortacılık ilkelerine aykırı bir yaklaşımdır. Sigortacı, savaş bölgesine giden gemileri asla sigorta etmezmiş, çünkü onlar kaybolmaya son derece uygundur. Galiba 1980’li yıllarda Amerika’nın Atlas Okyanusu kıyısında büyük bir fırtına oluyor ve bütün evler yıkılıyor. Çok büyük zararlar oluyor ve bunun üzerine sigortacılar sigorta yapmaktan vazgeçiyorlar. Çünkü bu binaların hiçbir şekilde rüzgâra dayanımının olmadığı, rüzgâra dayanımı olmayan bir binanın yıkılmasının kesin olduğu ve dolayısıyla böyle bir binanın da sigortasının olmayacağı ortaya çıkıyor. Sigortanın ilkesi şudur: Bir yanda yüz binlerce zarar görmeyecek bina, diğer tarafta çok az sayıda zarar görecek bina olmalı. O zaman sigortacılık kârlı olur. Şimdi bu durumda İstanbul’daki bütün binaların sigortalanmasının bir kârı yok. Deprem olması halinde binaların hepsi yıkılacak, o zaman nereden para kazanacaksınız? Anadolu’da deprem tehlikesinin az olduğu binaları da sigorta edeceksiniz ki, İstanbul’daki zararı karşılayabilesiniz. Bu durumda şöyle yöntemler geliştirilebilir: zorunlu sigorta için emlak vergisine bir puan eklenebilir yada binalar değerlendirilip, binanın riskine göre 17 prim belirlenebilir. Böylece primi yüksek olan binanın depreme dayanıksız olduğu, düşük olan binanın ise dayanıklı olduğu sonucu çıkar ki bu bir şekilde depreme dayanıklı bina yapmayı teşvik edecek bir araç haline gelebilir. Felaketler uygulama hatalarından kaynaklanıyor Depreme dayanıklı bina tasarımı nedir? Yirminci yüzyılın başında Japonya’da inşaat mühendisi bir hoca “Depremde yatay yükler oluşuyor. Biz binalarımızı belli bir yatay yüke göre dayanacak şekilde hesaplayalım” diye başlıyor işe. Yatay yükü yapı ağırlığının yüzde 10’u olarak hesaplıyor. 1923’de Japonya’da büyük bir deprem oluyor. Ağırlığının yüzde 10’una karşı koyabilecek şekilde hesaplanmış yapıların depremde iyi davrandığını görüyorlar. Fakat insanlar depremde, gelen ivmenin yapının ağırlığının yüzde kaçı olduğunu bilmiyorlar. Ancak ilk defa 1932’de Amerika’da ölçüyorlar. O zaman bir de “Acaba yer hareketini değişik periyotlu ve sünümlü yapılara uygularsak, bu yapılarda oluşan maksimum yükler, ötelenmeler ne kadar olur” diye spektrum kavramı geliştiriyorlar ve bakıyorlar ki çok daha fazla şeyler oluyor. Maksimum yer ivmesi bina ağırlığının yüzde 30’u iken, bunu belli periyotta ve sünümde binalara uyguladığımız zaman üç dört kat büyütmüş olduğunu anlıyorlar. Peki, “binalarımız depreme karşı nasıl duruyor? biz binaya ağırlığının yüzde 10’u gibi bir yatay yüke göre tasarlıyoruz ama gerçekte o depremde yapıya gelen yük bunun beş altı katı oluyor” diyorlar ve “bu yaptığımız hesaplar elastiki ama bina biraz çatladıktan sonra nitelikleri değişecek, sönümü artacak, periyodu değişecek. Bina depremin enerjisini kalıcı deformasyonlar, biraz çatlayarak tüketecek ve böyle karşılayacak” sonucuna ulaşıyorlar. Bunu da Süneklik kavramıyla açıklıyorlar. Sonra 70’lerde San Fernando Depremi oluyor ve sünek yapılmış bir hastane binasının, o kadar çok sünek ki, kolonları zemin katta bir metre kalıcı öteleme yapıyor ve bina kullanılmaz derecede hasar görüyor. “Çok süneklik iyi bir şey değil, sünekliği biraz kısıtlamalıyız” diyorlar ve perde duvarlı yapılar ortaya çıkıyor. Türkiye’de depreme dayanıklı yapı tasarımı nasıl gelişti? Bizim ülkemizde 1968 Deprem Yönetmeliğinde hesap yükleri çok azdı fakat bu hesap yükleri 1975 yönetmeliğiyle arttırıldı ve yüzde 10’a çıktı. Bir de önem katsayısı diye bir şey getirildi. Bu durumda Türkiye’de depreme dayanıklı yapılar 1975 yönetmeliğinden sonra mı yapılmaya başlandı? Depreme dayanıklı yapı tasarımı Türkiye’de 1968 yönetmeliğiyle başladı. Ancak bu yönetmelikte eksiklikler vardı ve bu eksikliklerinin önemli bir bölümü 1975 yönetmeliğiyle düzeltildi. Şu anda 2007’de revize edilen deprem yönetmeliği yürürlükte. Yönetmeliğin şu haliyle eksiklikleri var mı, yoksa sorunsuz bir yönetmelik diyebiliyor muyuz? Bence bir eksiği yok. Belki ufak tefek tadilatlar olabilir ama ana yapısında bir eksiklik yok. 18 1 Nisan 2011 İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Tüneli ile ilgili kamuoyu ve meslek odaları yanıltılmıştır Bilimsel ve hukuki olmaktan uzak, ulaşım ilkelerine aykırı ve çevreye zararlı olan İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Tüneli’nin temeli Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 26 Şubat 2011 tarihinde atıldı. Yetkililer tarafından mahkemeye, kamuoyuna ve meslek odalarına yalan bilgi aktarılarak temeli atılan Tünelle ilgili İnşaat Mühendisleri Odası’nın haklı muhalefeti devam ediyor. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ile birlikte 30 Haziran 2008 tarihinde “Şehircilik ve sürdürülebilir ulaşım ilkelerine aykırı olduğu, gerekli olan fizibilite çalışmalarının yapılmadığı, toplumsal fayda ve kamu yararı bakımından İstanbul’a ve ülkemize büyük bir yük getireceği” gerekçeleriyle Tüp Tünel Projesine dava açmıştı. Ancak Ulaştırma Bakanlığı Demiryolları Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü’nün, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi işiyle ilgili olarak bir sözleşmenin bulunmadığına ilişkin mahkemeye göndermiş olduğu yazı nedeniyle, Ankara 4.İdare Mahkemesi açılan davayı 6 Kasım 2009 tarihinde reddetmişti. Tüp Tünel Projesinin temelinin 26 Şubat 2011 tarihinde atılması üzerine İMO İstanbul Şube Başkanımız Cemal Gökçe’nin baştan sona ilkesizce sürdürülen Tüp Tünel Projesi’nde yaşanan süreci ve niçin uygulanamayacağına ilişkin bilimsel gerçekleri kamuoyuna aktardığı basın açıklamasını sizlerle paylaşıyoruz. İMO İstanbul Şubesi tarafından 1 Mart 2011 tarihinde yapılan basın açıklamasının tam metni: TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Basına ve Kamuoyuna Duyuru Hukuka, bilime, ulaştırma ilkelerine ve insan yaşamına aykırı olan Boğaz Tüp Tüneli’nin temeli atıldı. Açtığımız davayı sürdüreceğiz. Uzunca bir süre büyük bir gizlilik içinde yürütülen ve içinden motorlu kara araçların geçeceği Boğaz Karayolu Tüp Tüneli’nin temeli Başbakan tarafından atıldı. 30 Haziran 2008 tarihinde ihalesi yapılan, 13 Ocak 2009 tarihinde de yüklenici firma ile sözleşme imzalandığı anlaşılan karayolu motorlu araçlar tüp tünelinin güzergah planı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 10 Nisan 2009 tarihinde onaylanmış olduğu da böylece anlaşılmış oldu. Yaklaşık 1 milyar 100 milyon dolara çıkması beklenen ve Yap-İşlet-Devret modeli ile yapılacak olan projenin işletme süresinin 25 yıl 11 ay olacağı da ifade edilmektedir. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Tüp Tünel Projesinin 30 Haziran 2008 tarihinde yapılan ihalesinin şehircilik ve sürdürülebilir ulaşım ilkelerine aykırı olduğu, gerekli olan fizibilite çalışmalarının yapılmadığı, toplumsal fayda ve kamu yararı bakımından İstanbul’a ve ülkemize büyük bir yük getireceği gerekçesiyle Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ile birlikte dava açmıştır. Ankara 4.İdare Mahkemesi; Ulaştırma Bakanlığı Demiryolları Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü’nün, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi işiyle ilgili olarak bir sözleşmenin bulunmadığına ilişkin mahkemeye göndermiş olduğu yazı nedeniyle, açmış olduğumuz dava 06.11.2009 tarihinde reddedilmiştir. İhalesi yapılan fakat ihale sözleşmesinin yapılmamış olduğu gerekçesiyle Ankara 4.İdare Mahkemesi tarafından açtığımız davanın red edildiği Boğaz Karayolu Tüp Tüneli’nin temeli, 26 Şubat 2011 tarihinde Başbakan tarafından atılmıştır. Üzerinde yeterli ölçüde çalışılmadığı anlaşılan ve uzunca bir süre kamuoyundan ve ilgili çevrelerden saklanarak tartışılması engellenen, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Tüneli’nin İstanbul Ulaştırmasına bir yararı olmayacağı gibi, ulaşımdan kaynaklanan sorunları daha da artıracaktır. Şöyle ki; nıklığı artıracak, motorlu araçlardan kaynaklanacak olan emisyon salımları düşünülenden çok daha fazla olacak, tünelin girişlerinden dışarı atılan zararlı gazlar insan yaşamını ve çevreyi olumsuz olarak etkileyecektir. • Tüneldeki 2 gidiş 2 geliş olarak tek yöndeki 2 şeritten saatte 6284 otomobilin geçmesi olanak dahilinde değildir. Yapılan çalışmalar bizlere göstermiştir ki dünyanın birçok ülkesinde bir şeritten en fazla 2.200 otomobil geçmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalara göre bir şeritten saatte en fazla 1.800 ile 1.900 araç geçmektedir. Tüp tünelden yılda 25 milyon aracın geçmemesi durumunda, aradaki farkın Devlet tarafından karşılanacağı da bilgilerimiz arasında bulunmaktadır. Yukarıdaki sayılar düşünüldüğünde, 25 milyon araca ulaşmak pek de kolay görülmemektedir. • Ulaştırma ile ilgili yapılan çalışmalara göre bir tünel yolda bir saatte 2000 taşıt trafik olması durumunda akım hızının 54 km/saat değil, en fazla 30 km/saat mertebesinde olabileceği hesaplanmaktadır. Trafiğin tünel içerisinde daha da yavaşlaması nedeniyle, tünel havalandırması bu noktada ciddi bir problemle karşılaşacaktır. • Günde 70 bin 80 bin aracın kent merkezine ve en sorunlu yollara çıkması demek, zaten taşıma kapasitesinin üstünde dolu ve tıkalı olan bu yolların tamamen tıkanacağını göstermektedir. Bu durumu görmek için ulaştırma uzmanı olmaya gerek yoktur. • Tüp Tünel Projesi’nin, kamu kaynağı kullanılmadan Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılmış olması, projeyi yapan kuruluşun 25 yıl 11 ay boyunca proje payı ve katkı payı ve devlet garantileri ile yatırım ve işletme giderlerini de geri alacağı anlamına gelmektedir. Açıkçası projenin gelecekteki gelirlerinden belirli bir süre vazgeçilmektedir. Ayrıca bu projeye ilişkin çevre düzenlemeleri, ortaya çıkan gazın etkileri ve diğer maliyetlerin bedelini de büyük bir olasılıkla bu kentte yaşayanlar ödeyecektir. Sonuç Olarak ; • Tünelin Asya ve Avrupa yakalarında bağlanacağı ana arterler, sabah ve akşam saatlerinde en çok tıkanan arterlerdir. İstanbul Boğazı Tüp Tüneli’nin yapılmasıyla Kumkapı - Kazlıçeşme ve Harem-Göztepe Kavşağı arasındaki trafik daha da problemli hale gelecektir. • Karayolu Boğaz Geçiş Projesi, İstanbul’un ulaşım ve trafik sorunlarını daha da büyütecektir. Mevcut kent ve ulaştırma planlarıyla çelişen, bu planlarda yer almayan ve tarihi yarımadada motorlu araç trafiğini azaltmayı amaçlayan planlama ilkelerine de aykırıdır. • Ulaştırma bilimi ile uzaktan yakından biraz ilgisi olanlar bilirler ki yol genişletmeleri ve kavşak yapımlarıyla sağlanan kapasite artışları, kısa bir süre sonra trafiğe çıkmayan araçların trafiğe çıkmasını sağlar. Yeni araçların trafiğe çıkmasıyla yollar eskisinden çok daha fazla dolar ve trafik daha da sorunlu hale gelir. Bu nedenle ilgili güzergahlar sabah ve akşam saatlerinde çok daha problemli hale gelecek, karayolu tünelinin her iki yakadaki çıkış yollarında ve kavşaklarda trafik daha da sorunlu olacaktır. • Sürdürülebilir bir ulaştırma sistemi için İstanbul’un raylı sistem projelerinin ve Marmarayın hızla tamamlanması gerekmektedir. Buna karşın 3.Köprü ve Tüp Tünel projesi ekonomik ve çevresel sürdürülebilir bir ulaşım politikasına da aykırıdır. • Tünel çıkışlarındaki tıkanıklık tünel içinde de tıka- • Bugünkü şartlarda bile özellikle sabah ve akşam saatlerinde önemli ölçüde tıkanan Göztepe trafiği ile Sirkeci-Florya sahil yolu trafiğine, Boğaz Tüp Tüneli projesi ile binlerce yeni otomobil ilave etmek, insan odaklı çözüm yerine, rant odaklı bir siyaseti hakim kılmaktadır. • İstanbul’da 1000 kişiye düşen otomobil sayısı yaklaşık olarak 140 mertebesindedir. İstanbul yollarında bulunan araç sayısı 2 milyon 330 bin, İstanbul yollarının kapasitesi yaklaşık olarak 1 milyon 315 bin, İstanbul’da bulunan araç sayısı ise yaklaşık 2 milyon 800 bin mertebesindedir. Yollarımız, köprülerimiz ve tünellerimiz insanları değil otomobilleri taşımaktadır. Otomobil kullanımını özendiren düzenlemeler yerine, toplu taşıma sistemini geliştiren ve özendiren bir politika üretimi içinde olmak, sorunu azaltır ve çözer. • Avrupa kentlerinde 1000 kişide 550 otomobil, ABD’de 1000 kişide 650 otomobil bulunmaktadır. İstanbul’da 1000 kişide 140 kişinin otomobili bulunmaktadır. İstanbul’un 15 milyonluk nüfusuyla 1000 kişide 400 kişinin otomobil sahibi olması demek, İstanbul’da 6 milyon otomobil anlamına gelmektedir. Bu sayıyı İstanbul’da bulunan hiçbir yol taşımaz. Boğazın üstünü de, altını da betonla kapatsanız sorunu yine çözemezsiniz. • Kentsel ulaşım planlaması ve politikaları otomobillere göre değil, insanlara göre düzenlenmelidir. Yapılan yatırımlar araçların taşınmasına göre değil, insanların ulaşımlarını kolaylaştıracak şekilde yapılmalıdır. Kent mekanları otomobiller için değil, insanların kullanımına göre düzenlenmelidir. Açıkçası kentleri otomobillere uydurmak yerine, otomobilleri kente uydurmak sürdürülebilir ulaştırmanın en baş alfabesidir. Bir yandan toplu taşıma sistemlerini geliştirmek, diğer yandan otomobillere ayrılan mekanları azaltarak otomobil kullanımını azaltıcı ve bunu özendirici politikaları hayata geçirmek, İstanbul’un ulaşım sorununun çözümüne önemli ölçüde katkı sağlar. • Ülkemizde ve kentimizde yapılan diğer önemli projelerde ve yatırımlarda olduğu gibi Boğaz Tüp Tünel Projesi’nde de açık ve şeffaf bir yol izlenmemiştir. Konu bilimsel bir çerçevede tartışılmamış, bilim namusu olan birçok insan ne yazık ki yeterli ölçüde bilgi sahibi olamamışlar ve konuyu tartışamamışlardır. Açıkçası Boğaz tüp Tünel Projesi teknik düzeyde de tartışılmamıştır. Bir “dayatma projesi “ olarak ihalesi yapılmıştır. Bilinmesi gerekir ki; 1 saatte tek yönde 75 bin kişi taşıyacak olan ve bizim de desteklediğimiz Marmaray Projesi tamamlanmadan ve hizmete açılmadan Karayolu Tüp Tüneli’nin temelini atmak, 3. Boğaz Köprüsü’yle birlikte İstanbul’a yapılabilecek ikinci bir kötülüktür. İstanbul Boğazı Tüp Tüneli ile ilgili olarak yasal zeminde sürdürdüğümüz çalışmalar devam edecektir. Basınımızın sayın temsilcilerine ve İstanbul halkına saygıyla duyurulur. 01.03.2011. Cemal Gökçe TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı 1 Nisan 2011 İMO Ankara Şubesi “Güvenceli İş Güvenli Gelecek İstiyoruz” kampanyası başlattı İMO Ankara Şube 2 Şubat 2011 Çarşamba günü, işsizlik, çalışma koşullarının niteliksizleşmesi, çalışma saatlerinin uzaması, düşük ücretler, iş güvencesinden yoksun, mezarda emeklilik ve inşaat mühendisliği mesleğinin itibarsızlaştırılmasına karşı başlattığı kampanya ve eylemlilik sürecini kamu-oyuyla paylaşmak için basın toplantısı düzenledi. Açıklamayı İMO Ankara Şube Başkanı Nevzat Ersan yaptı. Nevzat Ersan, neoliberal ekonomik program doğrultusunda sürdürülen ve tüm emekçi kesimleri derinden etkileyen, taşeronlaştırma, esnek çalışma gibi uygulamaların emeğin vasıfsızlaşmasına, değersizleştirilmesine ve bir bütün olarak güvencesiz çalışma koşullarının yaygınlaşmasına neden olduğunu, mühendislerin de bu süreçten en çok etkilenen kesimlerin başında geldiğini belirtti. Güvenceli iş ve güvenli gelecek kaygısının diğer mesleklerde olduğu gibi, mühendislerde de yoğun olarak yaşandığını vurgulayan Nevzat Ersan, özel sektörde istihdam edilen ücretli mühendis sayısının hızla arttığını söyledi. Nevzat Ersan, plansız ve altyapısız bir şekilde her ilde üniversite açılmasına bağlı olarak artan mezun sayısının ve sıklaşan krizlerin, meslektaşlarının emeğinin vasıfsızlaşmasına ve ucuz iş gücünün oluşmasına neden olduğuna dikkat çekti. 19 Kurslar Ankara Şube İMO Ankara Şubesi, meslekiçi eğitim kapsamında bazı kurslar düzenledi. “Çelik Yapı Tasarımı-1” kursu 3 Ocak 2011 tarihinde başladı. 32 saat süren, 30 kişinin katıldığı kursun derslerini Proje ve İnşaat Kalite Müdürü olan İnş. Yük. Müh. İlker Yılmaz Türker verdi. “Betonarme Yapı Tasarımı-1” kursu 4 Ocak 2011 tarihinde başladı. Toplam 40 saat devam eden ve 30 kişinin katıldığı kursun eğitmenliğini İnş. Müh. Hakan Güvengiz ve İnş. Müh. Emin Aldemir yaptı. “Yaklaşık Maliyet-Hakediş” kursu 8 Şubat 2011 tarihinde başladı. Toplam 30 saat devam eden ve 18 kişinin katıldığı kursun derslerini İnş. Müh. Zafer Kesin verdi. “Power Project” kursu 16 Şubat 2011 Çarşamba günü başladı. Kursun dersleri Yasin Vural tarafından verildi. Nevzat Ersan kampanyayla ilgili şu bilgileri verdi: Kampanyamızın temelini 15 Nisan 2011’e kadar sürecek olan ve aşağıdaki 10 talebimizi içeren “Güvenceli İş Güvenli Gelecek İstiyoruz” adıyla yürüteceğimiz imza kampanyası oluşturacak. Yaklaşık iki buçuk ay boyunca hem işyerlerine yapacağımız ziyaretlerle meslektaşlarımızla buluşacağız hem de www.guvenceliisguvenligelecek.org sitesi aracılığıyla taleplerimizi imzaya açacağız. İmza kampanyası ile birlikte gerçekleştireceğimiz panellerle ve “Mühendisler, Kırılmalar, Yakalar ve Renkleri” adlı çeviri, makale, broşürlerle dünya çapında mühendislerin çalışma koşullarının ve sınıfsal karakterlerinin değişimini irdeleyen metinleri üyelerimizle paylaşacağız. Bunun yanı sıra yaklaşık bir aydır sürdürdüğümüz üyelerimize dönük profil araştırmamız da yürüttüğümüz kampanyanın bir parçası olacaktır. Tüm bu çalışmaların sonucunda Nisan ayı ortalarında, topladığımız imzalarla birlikte mühendislerin ortak taleplerini meclise taşıyacağımız büyük bir eylemle de kampanyamızı sonlandıracağız. Talepler 1. Son yıllarda mühendislerin ücretleri büyük bir hızla tırpanlanmakta, 750-800 TL’ ye çalışmak zorunda bırakılan meslektaşlarımız bulunmaktadır. Ayrıca SSK primleri gerçek ücretler üzerinden değil, asgari ücret üzerinden yatırılmaktadır. 2011 yılı için odamızın belirleyeceği inşaat mühendisliği asgari ücretinin yasal güvence altına alınmasını, ssk primlerini gerçek ücretler üzerinden yatırmayan işyerleri için gerekli cezai işlemlerin yapılmasını talep ediyoruz. 2. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımız, zorunlu mesailerle birlikte günlük 12 saate varan çalışma süreleri ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Üstelik birçok işyerinde mesaileri kayıt altına alınmamakta, yasal izinleri işverenleri tarafından gasp edilmektedir. Haftalık çalışma sürelerinin kamu ve özel sektörde 40 saatte eşitlenmesini, fazla mesai ücretlerinin eksiksiz ödenmesini, yasal izin haklarının tümünün kullandırılmasını, çalışanların bu haklarını gasp eden işyerlerine cezai yaptırım uygulanmasını istiyoruz. 3. Birçok işyerinde teknik elemanlara ilişkin işler mühendislere yaptırılmazken, meslektaşlarımız mühendislik mesleği dışındaki işlerde de çalışmaya zorlanmaktadır. Bu bazen işverenin banka vb. işlemleri, bazen özel yaşamı ile ilgili işler olabilmektedir. Mesleğimize dönük itibarsızlaştırma saldırısına karşı, üretim sürecinde etkili ve nitelikli mesleki koşulların sağlanmasını, mühendislerin görev tanımlarının dışında çalışmalarının ve angaryanın engellenmesini istiyoruz. 4. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değiştirilerek kamuda güvencesiz çalışma koşulları yaratılmak isteniyor. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımız için ise güvencesizlik en büyük sorun. Sebepsiz ve tazminatsız işten çıkarmalar yaygınlaşıyor, emeklilik ise ulaşılması zor bir hayale dönüşüyor. Kriz vb. bahaneler ile işten çıkarmaların yasaklanmasını, emeklilik hakkının güvence altına alınmasını istiyoruz. güvenceli iş ve çalışma hakkının özel sektörde çalışan mühendisleri de kapsayacak şekilde düzenlenmesini istiyoruz. 5. Meslek alanımızda son yıllarda işsizlik büyük bir hızla artmaktadır. Yeni mezun meslektaşlarımızın birçoğu iş bulamamakta ya da kölelik koşullarında çalışmaya zorlanmaktadır. İşsizliğe karşı mühendislerin istihdamını artıracak düzenlemelerin yapılmasını istiyoruz. 6. Son dönem uygulamaya konulan “her ile bir üniversite” uygulaması ile her yıl yaklaşık 5000 inşaat mühendisi sektöre girmektedir. Bu sayı her geçen yıl daha da artacaktır. İstihdam sorunu çözülmeden geliştirilen bu yaklaşım hem çalışan hem de mezun olacak genç meslektaşlarımız üzerinde büyük bir baskı yaratmakta, ücretleri düşürmekte, işsizliği artırmakta, mesleğimizi niteliksizleştirmektedir. Bütüncül bir planlama anlayışı olmaksızın sürdürülen her ile bir üniversite yaklaşımı derhal terk edilmelidir. var olan üniversitelerin mühendislik bölümleri donanım ve içerik bakımından iyileştirilmeli, bilimsel yeterliliği sağlanmalıdır. 7. Yurtdışında çalışan meslektaşlarımız zorlu çalışma koşullarında, emeklilik primleri yatırılmadan, maaşlarını kimi zaman geç alarak, kimi zaman alamayarak çalışmakta, ayrıca çalıştığı ülkedeki mühendislere göre daha ucuz iş gücü olarak görülmektedirler. Maaşlarını alamadan ülkeye dönen çok sayıda meslektaşımız bulunmaktadır. Döndüklerinde ise hiçbir hak talep edememektedirler. Yurtdışında çalışan meslektaşlarımızın kötü çalışma koşullarına karşı önlem alınmalı, çalışma bakanlığı ve odamız uygulamaları takip ve kontrol etme konusunda yetkilendirilmelidir. 8. Kadın meslektaşlarımız; doğum vb. nedenlerle işten çıkarılmakta; bebek bakımı ve emzirme gibi yasal izin dönemlerinde işveren keyfi uygulamalarla maaş kesintisine giderek kadın meslektaşlarımızı hak gaspına uğratmaktadır. Yasalarda bulunan anne ve baba için ücretli doğum izni ve emzirme izninin ihtiyaçlara göre artırılmasını, kadınların doğum izni sırasındaki ücretlerinin ve primlerinin tam ve eksiksiz ödenmesini istiyoruz. 9. Kamu kurum ve kuruluşlarında mühendis istihdamı, tayin ve terfileri, politik ve benzeri etkilerden arındırılarak, ehliyet ve liyakat ölçülerinde açık, şeffaf ve denetlenebilir bir sistem oluşturulmalıdır. 10. Tüm bu taleplerimizin takibi ve denetlenmesi için, biz inşaat mühendislerinin tek örgütlü gücü olan odamıza gerekli yetki ve sorumlulukların verilmesini, mesleğimizi ve meslektaşlarımızı ilgilendiren yasa ve diğer konuların karar süreçlerinde odamızın da içinde bulunduğu demokratik katılım mekanizmalarının oluşturulmasını istiyoruz.” İki dönem şeklinde sürdürülen “Rocscience Slide/ Phase2” kursu 26 ve 27 Şubat 2011 tarihlerinde başladı. Kursun dersleri Yük. İnş. Müh. G. Önder Özen tarafından verildi. Trabzon Şube AUTOCAD Kursu İMO Trabzon Şubesi, her yıl düzenlediği “AUTOCAD Kursu”nu bu yıl, 21 Şubat-16 Mart 2011 tarihleri arasında Şubenin Bilgisayar Destekli Eğitim Salonunda gerçekleştirdi. Teknik Gezi İMO Antalya Şubesi Akdeniz Üniversitesi gençİMO üyesi öğrenciler için teknik gezi düzenledi. 5 Mart 2011 tarihinde düzenlenen yapı malzemeleri teknik gezisine 40 kişi katıldı. Teknik gezide öğrenciler ytong fabrikasında gazbeton hakkında bilgi aldılar ve gazbetonun hammaddesinin işlenmesinden paketleme aşamasına kadar geçirdiği üretim evrelerini yerinde inceleme şansı buldular. Gezide sırasıyla, Ake Asansör, Alanyalı Entegre ve Ahşap Sanayi, Kütahya Seramik Showroom mağazası ve Çallıoğlu Prefabrik fabrikaları ziyaret edildi. Ake Asansörde asansör imalatı, Alanyalı Entegre ve Ahşap Sanayi fabrikasında ahşap yapı malzemeleri, Kütahya Seramik mağazasında seramik çeşitleri ve uygulama örnekleri, Çallıoğlu Prefabrik fabrikasında da öngerilmeli betonların yapımı hakkında yetkililerden teknik bilgiler alındı. 20 1 Nisan 2011 Seminerler Aydın Şube Enerji Kimlik Belgesi Eğitimleri Başladı İMO İstanbul Şubesi Temsilcilik Kurullarıyla Ortak Toplantı düzenledi İMO İstanbul Şubesi, Şubeye bağlı tüm temsilciliklerin kurul üyeleriyle 22 Ocak 2011 tarihinde Şube binasında ortak bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda İMO İstanbul Şubesinin 2011 yılı çalışma programı, İMO Serbest İnşaat Mühendisliği Hizmetleri Uygulama, Tescil, Denetim ve Belgelendirme Yönetmeliği Uygulama Esasları ve yerelde yapılan çalışmalar ele alındı. Toplantının açılışında İMO İstanbul Şube Başkanı İMO Aydın Şubesi, Binalarda Enerji Verimliliği Performansı Yönetmeliği kapsamında üyelerden gelen talep üzerine 9 Şubat 2011 Çarşamba günü bir eğitim düzenledi. İMO Aydın Şube’sinde düzenlenen eğitimin ardından aynı eğitimler 23-25 Şubat 2011 tarihleri arasında İMO Didim Temsilciliği’nde gerçekleştirildi. Eskişehir Şube İMO Eskişehir Şubesi, Çarpma, Patlama ve Yangın Etkisindeki Binaların Dizayn Esasları konulu semineri düzenledi. 3 Mart 2011 tarihinde düzenlenen seminere konuşmacı olarak İnş. Yük. Müh. Günberk Demirkaya katıldı. Prof. Dr. Alemdar Bayraktar’ın sunduğu “Deprem Etkisindeki Binalarda Hesap Esasları” konulu seminer 27 Ocak 2011 tarihinde düzenlendi. Üyelerin yoğun katılım gösterdiği seminer şube binasında gerçekleştirildi. Seminerde Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik (2007)’de bulunan önemli bilgilerin altı çizildi ve yönetmelik dâhilindeki analiz yöntemleri incelendi. İnşaat Mühendisi Dr. İhsan Kaş ve Makine Mühendisi Ramis Taştekin’nin sunduğu “Yeşil Bina Tasarımı ve Örnek Uygulama” konulu seminer 24 Şubat 2011 tarihinde şube binasında gerçekleştirildi. Seminerde yeşil binasının yapım aşamaları, kullanılan yeni nesil malzemeler, enerji verimliliği ve karşılaşılan zorluklar hakkında bilgi verildi. Cemal Gökçe, Şubenin 2011 yılı çalışma programı hakkında, Sayman Üye Nusret Suna ve Şube Sekreteri Rezan Bulut ise İMO Serbest İnşaat Mühendisliği Hizmetleri, Uygulama Tescil Denetim ve Belgelendirme Yönetmeliği ve Uygulama Esasları ile ilgili bilgilendirmeler yaptı. Toplantıya katılan temsilcilik kurulu üyeleri Şubenin çalışma programı, SİM Uygulama Esasları ve yerelde yapılan çalışmalar ile ilgili görüşler aktardılar. İMO Antalya Şubesi İMO’nun ve şubenin kuruluş yıldönümünü kutladı İMO Antalya Şubesi, İMO’nun kuruluş yıl dönümünü ve İMO Antalya Şubesinin 22. Kuruluş yıldönümünü 19-20 Şubat 2011 tarihlerinde Beldibi Akka Antedon Hotel’de düzenlediği etkinlikle kutladı. Gecede, meslekte 25 ve 40’ncı yılını dolduran üyelere onur belgeleri, 50’nci yılını dolduran üyeye ve en genç üyeye ise plaket verildi. Gecede bir konuşma yapan İMO Şube Başkanı Cem Oğuz, Türkiye’nin ve mühendislerin gündemiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Kutlamalara Odanın tüm örgütsel yapısıyla katılmasının gerekliliğine ve önemine inandıklarını belirten Cem Oğuz, inşaat mühendisliği mesleğinin ülkemizde geldiği nokta ve gelecekle ilgili kaygılarından bahsetti. Cem Oğuz, kamu yararı ve toplumsal çıkarların dışlandığı, denetimsizlik için hukukun üstünlüğünün hiçe sayıldığı, hemen hemen her alanda belli kesimlerin çıkarları için düzenlemelerin yapıldığı bir dönemin yaşandığına dikkat çekti. Bu dönemde İMF, Dünya Bankası ve AB gibi kuruluşların gündemi belirlediğini; küresel sermayenin doğal kaynaklara, kültüre, toplumsal değerlere göz diktiğini, inşaat mühendisliği üzerinde olumsuz etkilerinin açıkça görüldüğünü vurgulayan Cem Oğuz, “Bu süreci, merkezinde insanın bulunduğu, duyarlılığın arttığı, bilim, akıl, hukuk ve demokrasinin egemen olduğu bir sürece dönüştürmek olasıdır. Mesleki birikimlerimizi artırmak, mesleğimize, ülkemize ve geleceğimize sahip çıkma sürecine dönüştürmek için hâlâ meslek odalarına, yönetici ve üyelerine çok iş düşmektedir.” dedi. Konuşmanın ardından ödül törenine geçildi. Daha sonra İMO’nun 56’ncı, Antalya Şubesi’nin 22’nci kuruluş yıldönümü için hazırlanan pasta kesimi gerçekleştirildi. İMO Eskişehir Şubesi işyeri temsilcileriyle toplantı düzenledi Üyelerin yoğun ilgi gösterdiği Prof. Dr. İlker Bekir Topçu’nun sunduğu “Soğuk Havada Beton Dökümü” konulu seminer 3 Şubat 2011 tarihinde gerçekleştirildi. Seminerde, soğuk havanın beton dökümüne etkilerinin yanında piyasada kullanılan katkı malzemelerinin betonda oluşturduğu etkiler de tartışıldı. Yeminli Mali Müşavir Halil Cabar ve Mali Müşavir İhsan Avcı’nın konuşmacı olarak katıldığı “İnşaat Sektöründe Muhasebe ve Vergi Uygulamaları” konulu seminer 20 Ocak 2011 tarihinde şube binasında gerçekleştirildi. Serbest çalışan inşaat mühendislerinin ilgi gösterdiği seminerde, Gelir Vergisi, KDV ve Yap-Sat işlerinde karşılaşılan vergi sıkıntıları üzerinde duruldu. Trabzon Şube İMO Trabzon Şubesi, meslek içi eğitim programları çerçevesinde Prof. Dr. Mehmet Nuray Aydınoğlu’nun sunumu ile 29 Ocak 2011 Cumartesi günü “Deprem Etkisi Altında Dayanıma ve Şekil Değiştirmeye Göre Tasarım Yaklaşımları” konulu semineri düzenledi. 16 Şubat 2011 Çarşamba günü “Yapı Denetim Kanunu, Mevzuatı ve Uygulaması” konulu seminer düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğünden İnş. Yük. Müh. Erkan Ersoy ve İnş. Müh. Murat Korkmaz katıldı. İMO Eskişehir Şubesi 20 Ocak 2011 tarihinde işyeri temsilcileriyle toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda kamu kurumlarında ve özel sektörde çalışan inşaat mühendislerinin yaşadığı sorunlar tartışıldı. Kamuda çalışan mühendislerin sözleşmeli-kadrolu mühendis ayrımı, özel sektörde çalışan mühendislerin ise düşük ücretle ağır koşullarda çalıştırılmaları sorunu üzerine görüşler belirtildi. Cumartesi Söyleşileri İMO İstanbul Şubesi Cumartesi Söyleşileri kapsamında “İnsansız Demokrasi”, “İçimizdeki Gençlerden Biri Tevfik Fikret”, “Sanat-Bilim-Yaratıcılık ile Yeni Konut Sunum Biçimleri ve Farklılaşan Yaşam Tarzları” başlıklı seminerler gerçekleştirdi. 15 Ocak 2011 tarihinde düzenlenen “İnsansız Demokrasi” konulu söyleşiye konuşmacı olarak Cumhuriyet Gazetesi yazarı Şükran Soner katıldı. Söyleşide Türkiye gündeminde yaşanan konular üzerine değerlendirmeler yapıldı. 29 Ocak 2011 tarihinde “İçimizdeki Gençlerden Biri Tevfik Fikret” başlığıyla düzenlenen söyleşiye konuşmacı olarak İMO üyesi ve tiyatro yazarı Atila Alpöge katıldı. Söyleşide Tevfik Fikret’in bilinmeyen yönleri anlatılırken özellikle eğitimci yönü üzerine ilginç detaylar aktarıldı. 12 Şubat 2011 tarihinde düzenlenen “Sanat BilimYaratıcılık” başlıklı söyleşiye konuşmacı olarak İMO Üyesi ve müzisyen Mircan Kaya katıldı. Söyleşide sanat ve bilim üzerine görüşler aktarıldı ve yaratıcılık konusunda bilgiler aktarıldı. 26 Şubat 2011 tarihinde düzenlenen “Yeni Konut Sunum Biçimleri ve Farklılaşan Yaşam Tarzları” başlıklı söyleşiye konuşmacı olarak İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Hatice Kurtuluş katıldı. 1 Nisan 2011 İMO Numune işçilerinin yanında Seminerler İMO Adana Şubesi, bir süredir direnişte bulunan Adana Numune Hastanesi işçilerine destek verdi. İşten çıkarılan taşeron sağlık işçilerini desteklemek için düzenlenen ziyarete İMO Adana Şube Başkanı Abdullah Bakır, Şube Yönetim Kurulu üyeleri ve genç-İMO üyeleri katıldı. İMO, ziyaretin gerçekleştiği gün işçilere öğle yemeği verdi. Gaziantep Şube 21 İMO Gaziantep Şubesi, 11 Ocak 2011 tarihinde Gazikent Üniv. Müh. Mim. Fak. Dekanı Prof. Dr. Mustafa Yılmaz Kılınç’ın ve Gazikent Üniv. İnş. Müh. Böl. Bşk. Yrd. Doç. Dr. Necati Gülbahar’ın sunduğu “Projelendirme Safhasında Arazinin Doğru Kullanımı ve Önemi” konulu meslekiçi eğitim semineri düzenledi. Seminer şube konferans salonunda düzenlendi. Ziyarette işçilere bir konuşma yapan Abdullah Bakır, “Taşeron sistemini çalışma yaşamına dâhil eden AKP iktidarına inat gerçekleştirdiğiniz direnişinize bir nebze olsa da katkı vermek istedik.” dedi. 29 Ocak 2011 tarihinde “İş Sağlığı ve Güvenliği ile İlgili Yönetmelikler, Yeni Mevzuatlarla, İnşaat Çalışmalarında Uygulanması Gereken Yasal Zorunluluklar ile Birlikte Temel İş Sağlığı ve Güvenliği” konulu eğitim ve seminer düzenlendi. Seminer İş Güvenlik Uzmanı Makine Mühendisi Mehmet Duyar, İş Güvcanlek Uzmanı Maden Müh Yaşar Mert, Dr. Ersin Memişay ve İş Güvenlik Uzmanı Endüstri Mühendisi Yaşar Ede’nin sunumuyla gerçekleştirildi. İzmir TMS Korosu Tahsin Vergin anısına konser verdi İMO Gaziantep Şubesi 4 Şubat 2011 tarihinde özel bir firmanın desteğiyle “Dübel Sistemleri-Yangın Durdurucu Sistemleri” konulu bilgilendirme semineri ve seminerin ardından firma temsilcileriyle tanışma kokteyli gerçekleştirdi. İstanbul Şube İMO İstanbul Şubesi 4-6 Ocak 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde “Betonarme Sistemlerin Performansını Tasarım Aşamasında Etkileyen Faktörler” konulu semineri düzenledi. Seminere konuşmacı olarak Doç. Dr. Kutlu Darılmaz katıldı. İMO İzmir Şubesi Türk Sanat Müziği Korosu, bu dönemki konseri 6 Kasım 2010 tarihinde vefat eden İzmir Şube Başkanı Tahsin Vergin anısına düzenledi. Devlet Korosu Sanatçısı Bülent Dağdeviren yöne- timinde İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen konsere Tahsin Vergin’in ailesinin yanı sıra yaklaşık 500 kişi katıldı. “Saraylardan Çadırlara” konulu konser düzenlendi “Acayip Bir Oyun” adlı tiyatro oyunu sahnelendi “Deprem Etkisi Altında Tasarım İç Kuvvetleri” konulu seminer 11-13 Ocak 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak Prof. Dr. Günay Özmen katıldı. İMO İstanbul Şubesi tarafından organize edilen tiyatro etkinlikleri çerçevesinde “Acayip Bir Oyun” adlı tiyatro oyunu 13 Şubat 2011 tarihinde Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda sahnelendi. Yönetmenliğini Apo Kaya’nın yaptığı ve Müjdat Gezen tarafından yazılıp oynanan oyunu çok sayıda üye ve aileleri izledi. “Mevcut Betonarme Binaların Performans Değerlendirilmesi İçin İtme Analizi Yöntemi” başlıklı seminer 18-20 Ocak 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde gerekleştirildi. Seminere konuşmacı olarak Yrd. Doç. Dr. Kutay Orakçal katıldı. İMO İstanbul Şubesi, 10 Ocak 2011 tarihinde Saraylardan Çadırlara konulu bir konser gerçekleştirdi. Kemanda Aida Pulake, piyanoda Jerfi Aji’nin yer aldığı konser İTÜ Mustafa Kemal Konferans Salonu’nda düzenlendi. Geliri İTÜ öğrenci burs fonuna aktarılan konsere İMO İstanbul Şube Üyeleri ve genç- İMO üyeleri katıldı. “Mustafa Kemal Atatürk Antalya’da” fotoğraf sergisi düzenlendi İMO Antalya Şubesi, “Mustafa Kemal Atatürk Antalya’da” başlıklı fotoğraf sergisi düzenledi. 4-11 Mart 2011 tarihleri arasında gezilebilen sergide 80 adet fotoğraf Antalyalıların ilgisine sunuldu. İMO Şube Başkanı Cem Oğuz tarafından açılış konuşması yapılan sergiye, Atatürkçü Düşünce Derneği Antalya Şube Başkanı İbrahim Daş ve Akdeniz Üniversitesi AKÇAM Müdürü Prof. Dr. Bülent Topkaya, çok sayıda İMO üyesi ve Antalyalılar katıldı. “Gerçek Zamanlı Yapı Sağlığı İzleme Sistemleri” başlıklı seminer 25-27 Ocak 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak Prof. Dr. Erdal Şafak katıldı. “Geosentetiklerin Özellikleri, Deney Yöntemleri, Hammeddeleri, Çeşitleri ve Kullanım Alanları” başlıklı seminer 1-3 Şubat 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde gerçekleştirildi. Seminere konuşmacı olarak Prof. Dr. Erol Güler katıldı. “Donatılı Duvar ve Şevler ve Bunların Deprem Yükleri Altındaki Davranışı” başlıklı seminer 8-10 Şubat 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak Prof. Dr. Erol Güler katıldı. “Binaların Sismik Yalıtım” başlıklı seminer 22-24 Şubat 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak Dr. Müh. Necmettin Güneş katıldı. 22 1 Nisan 2011 İMO Şubeleri Konya Şubesi Şubenin Kuruluş Tarihi : 1988 Şube üye sayısı : 1933 Dönemi : 11 Şubeye Bağlı Temsilcilikler: Karaman, Aksaray, Akşehir, Beyşehir, Kulu, Seydişehir, Ereğli İMO Konya Şube Başkanı Ali Çınar Teknik Güç’ün sorularını yanıtladı. bu potansiyeli bölgesinde geliştirebilmesi için n ulaşım konusunun stratejik bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Yerel yönetimlerin ulaşım konusunda büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyeleri arasında bir koordinasyon ordinasyon sağlaması vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu konuda uda işlevsellik ön planda tutulmalıdır. Verimli bir ulaşım ağı kurulması Konya gibi her geçen gün ün büyüyen ve sanayileşen kentlerin birincil sorunlaunları arasındadır. Özellikle trafiğin yoğun olduğu u ana arterlerde belirli saatlerde trafik sorunu yaşanmaktadır. Konya, ülkemizin kent içi raylı sistem uygulamasının gerçekleştirildiği ilk yerleşimlerden birisidir. Konya’da, Alaaddin Tepesi ile Selçuk Üniversitesi Alaaddin Keykubat Kampüsü arasında toplam uzunluğu 18 736 m olan Hafif Raylı Ulaşım Sistemi 1992 yılından bu yana yolcu taşımaktadır. Ancak son 20 yılda Selçuk Üniversitesi Kampusu sınırları içerisinde bulunan fakülte, yüksekokul, sosyal ve kültürel tesislere hizmet etmesi amacıyla Hafif Raylı Sisteme yapılan 3269 metrelik güzergâh dışında sisteme herhangi bir ekleme yapılmamıştır. Bugün hafif raylı ulaşım sistemi ile günde ortalama 150 000 den fazla vatandaş taşınmaktadır. Nüfusun ve trafikte araç sayısının artması ile meydana gelen yoğunluk şehir içi ulaşımı zorlaştırmaktadır. Şehir ulaşımındaki bu yoğunluk problemine karşı metro ağı sistemi değerlendirilebilecek bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer en önemli nokta ise kentin dışına yapılacak çevre yolunun inşasına hemen başlanmalı ve bu yolun etrafında kesinlikle yerleşim alanı planlanmamalıdır. Yerel yönetimlerin kentleşme politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Konya’nın alt yapı sorunları nelerdir, kısaca özetleyebilir misiniz? Konya düz bir arazi üzerine kuruludur. Şehirleşme planlamalarımız yıllar öncesinde kurulmuş olan şehir planları üzerine inşa edilmiştir. Bu yönüyle Konya, benzer büyüklükteki birçok Anadolu kentine göre alt yapı sorununu az yaşamakta olan şanslı illerimiz arasındadır. Ancak her geçen gün büyüyen, sanayileşen ve dışarıdan göç alan ilimiz mastır planlara, yeni kentsel dönüşüm alanlarına ihtiyaç duymaktadır. Hem yeni açılan yerleşim bölgeleri, hem sanayi siteleri şehrin siluetini değiştirmekte ve ister istemez alt yapı sorunlarını beraberinde getirmektedir. Atık suların yeniden kullanımı, özellikle yağmur sularının yeniden kullanıma kazanımı, şehir kanalizasyon alt yapı yenileme çalışmaları, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, yeni yerleşim yerleri ve güzergâhları için ana arter ve tali yol çalışmaları Konya’nın ele alması gereken başlıca konularıdır. Şehrimize ait alt yapı sorunlarını; Kentsel İçme suyu kanalizasyon arıtma sistemi iyileştirmesi; su temini, kalitesi ve hijyeninin artırılması; atık su arıtma tesislerinin sayısının ve kapasitelerinin yükseltilmesi; kırsal içme suyu ve kanalizasyon çalışmalarının yaygınlaştırılması; katı atık denetiminin oluşturulması, geri kazanımı konusunda çalışmalar yapılması; endüstriyel atıkların toplanması ve bertaraf edilmesinin sağlanması olarak sıralayabiliriz. Yerel yönetimin ulaşım politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Konya’da özellikle 2000’li yıllardan bu yana ulaşım konusunda ciddi çalışmalar yapıldı. Konya’nın şehir içi ulaşımı kadar, konumundan dolayı şehirlerarası ulaşımının da önemsenmesi gerekmektedir. Geçmişte Konya transit ticaretin önemli merkezlerinden birisi olmuştur. İpek yolunun Konya’dan geçmesi ve Ahilik geleneği köklü bir ticaret kültürü üretmiştir. Konya’nın Kentleşme, son dönemlerde önemi fark edilen bir olgu oldu. Yerel yönetimler bu konuda tüm Türkiye’de olduğu gibi Konya’da da çalışmalar yapmaktadırlar. Uygulamada karşılaşılabilecek aksaklıklar hakkında İMO Konya Şubesi olarak şehrin menfaatlerini gözeterek fikir oluşumuna katkı sağlamaktayız. Bununla ilgili yerel yönetimlere tavsiye raporları sunmaktayız ve kent politikaları ile ilgili mesleki bilgilerimizi ve ön görülerimizi paylaşmaktayız. Konya için vazgeçilmezler bellidir; tarihi kimliğimize zarar vermeden modern şehircilik anlayışının oluşması yerel yöneticilerimizin önceliği olmalıdır. Şubemiz bu konuda çalışmalar yürütmektedir. IMO Konya Şubesi’nin yerel yöneticilerden beklentileri nelerdir? İMO sadece bir meslek örgütü değil aynı zamanda içinde bulunduğu yaşam alanlarının sorunlarını tespit eden, çözüm üreten ve çözümlerin uygulanmasını takip eden bir kimliğe sahiptir. Toplumu ilgilendiren her konuda inisiyatif kullanan Odamız Türkiye genelinde üstlendiği misyonu, Konya’da da sürdürmektedir. Bu dönem en büyük avantajımız Konya’daki üç merkez ilçe belediye başkanlarının inşaat mühendisi olmasıdır. İçlerinden birinin eski oda başkanımız olması bu koordinenin kurulması adına bir şanstır. Her üç yerel yönetici ile dönemsel olarak bir araya gelinmekte ve şehre ait sorunlar masaya yatırılmaktadır. Yerel yöneticilerimizden beklentimiz bu koordinenin devamı ve icraata yönelik fikir alışverişinin güçlenerek sürmesidir. Şube üyeleri Konya’da mesleki alanlarda ne tür sorunlarla karşılaşıyorlar? Üyelerimizin mesleki anlamda yerelde ve tüm Türkiye’de çözüm bekleyen birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların başında diğer disiplinlerle rekabet edilebilirliğimizin yükseltilmesi, sigortalı çalışma koşullarının sağlanması, işyeri güvenliği, serbest piyasa anlayışının getirdiği kırımdan kaynaklı sıkıntılar, ağır vergi yükü, sosyal haklar, mesleğimizle ilgili mevzuatlardaki düzenlemeler gelmektedir. Mesleğimiz dönemsel ekonomik krizlerden en çok etkilenen sektördür. Bunların yansımaları ve üyelerimiz üzerindeki olumsuz etkileri yine çözüm bekleyen bir konudur. Gelişmiş ülke ekonomilerine bakıldığında inşaat mühendisliği çok daha üst segmenttedir. Yeni üniversitelerin açılması ve son dönem teknoloji üniversitelerinden mezunların da sektöre mühendis unvanıyla girmeleri ile birlikte üyelerimiz iş konusunda dar boğaza sürüklenmektedir. Temsilciliklerde ne tür sorunlar yaşanıyor? Temsilciliklerimiz zor şartlarda kırsal alanlarda çalışan üyelerimizden oluşmaktadır. Temsilciliklerimiz özellikle rekabet şartlarının adil olmamasından şikâyetçilerdir. Ayrıca meslek içi eğitim seminerlerimize katılımları sıkıntılıdır. Diğer taraftan yerelde çalışan inşaat mühendislerinin bir araya gelerek, birlikte hareket etmeleri fiziki koşullar nedeniyle zor olmaktadır. Şube olarak ne gibi plan ve projeleriniz bulunuyor? Şube olarak Odanın İş sağlığı ve işyeri güvenliği konulu çalıştayının sekretaryasını yürütmekteyiz. Ayrıca İmar Komisyonumuz, Serbest Çalışanlar Komisyonumuz, Sosyal ve Kültür Etkinlik Komisyonumuz çalışmalarını sürdürmektedir. Bununla birlikte şehrin imarı ve güvenli-kaliteli yapılaşması ile ilgili faaliyetlerimiz devam etmektedir. Meslek içi seminerlerimizin yenilerini yürütmekte ve planlamaktayız. SİM yönetmeliği çerçevesinde yürütülen faaliyetlerimiz devam etmektedir. Yapı Denetimin tüm Türkiye genelinde yaygınlaşması ile şehrimizdeki uygulamalar takip edilmekte ve bu konuda da üyelerimizi bilinçlendirmekteyiz. Geçtiğimiz günlerde düzenlediğimiz bölgesel eğitim çalışmasının yansımaları alınmaktadır. Üniversitemizdeki inşat mühendisliği öğrencileriyle buluşmalar yapmakta ve önümüzdeki günlerde genç-İMO ile birlikte faaliyetler planlamaktayız. Sonuç olarak İMO Konya şubesi toplumsal ve mesleki görevinin bilinciyle ve her geçen gün kurumsallaşan yapısıyla inşaat mühendisliğini geliştirmeye gayret etmektedir. 1 Nisan 2011 23 genç-İMO • genç-İMO • genç-İMO • genç-İMO genç-İMO Öğrenci Meclisi Yapıldı doğrudan hayata geçiriyor. Karanlığa sürüklenen ülkemizin belki de en güzel yanı bugünlerde daha çok çıkmaya başlayan gençliğin bu sesidir. Öğrencilerden korkuyorlar, mühendislerden korkuyorlar, öğretmenlerden korkuyorlar, halktan korkuyorlar. Tahammülsüzlüklerinin, saldırganlıklarının nedeni bu.” Meslek Odalarında öğrenci üyelerin artık örgütlenmeye başladığını ve bu örgütlenmenin giderek büyüyeceğini kaydeden Serdar Harp, “Öğrenci üye örgütlenmesi artık kimsenin yok sayamayacağı, görmezden gelemeyeceği bir gerçekliğe kavuşmuş, görünür hale gelmiş, artık meslek odalarını öğrenci üye örgütlenmesinden ayrı düşünmek mümkün olmaktan çıkmıştır” diye konuştu. genç-İMO 4. Öğrenci Meclisi 12-13 Şubat 2011 tarihlerinde Antalya’da yapıldı. Öğrenci Meclisi 38 üniversiteden 140 sınıf ve üniversite temsilcisi ve sekiz konsey üyesinin katılımıyla gerçekleştirildi. İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp ile Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Züber Akgöl, Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Levent Darı ve Yönetim Kurulu Üyesi Metin Korkmaz’ın yanı sıra Genel Sekreter Yardımcıları Gülsüm Sönmez ve Ayşegül Bildirici’nin katıldığı Öğrenci Meclisi’nin açılış konuşmasını İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp yaptı. Açılış konuşmasında Türkiye’nin sorunlarına değinen Serdar Harp, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerden duyduğu kaygıları dile getirdi. Eğitim sistemindeki aksaklıklara ve öğrenci sorunlarına da dikkat çeken Serdar Harp şu hususlara vurgu yaptı: “Mühendislik eğitimini de içine alacak şekilde, bütün bir eğitim süreci sorun ve sıkıntılar içinde. Eğitimdeki nitelik kaybı, hemen her ilde açılan üniversiteler, “gecekondu” tabir edilen yerleşkelerde eğitim veren mühendislik fakülteleri, mühendislik eğitiminin sorunları dağ gibi dururken teknoloji fakültelerinin açılması, yabancı mühendislerin çalıştırılmasıyla ilgili yasalarda yapılan değişiklikler dikkat çeken olumsuzluklar olarak karşımızda duruyor. Üniversiteler bir ticarethaneye çevrildi. Kamusal alana yönelik saldırılarla “paran kadar oku” anlayışı yerleştiriliyor. Üniversite kapıları emekçi halk çocuklarına kapatılıyor. Bin bir güçlükle okuyabilenler de üniversite kapısından çıktıktan sonra işsizlik kapısından içeri giriyor. Gençler sadece eğitimin paralı hale getirilmesi, eğitimin ticarileştirilmesi, piyasaya açılmasından kaynaklı sorunlar yaşamıyor, demokrasi ve katılım konusu da üniversitelerimiz için sorun oluşturmaya devam ediyor. Öğrenciler iki gün boyunca dünyanın, Türkiye’nin ve genç-İMO’nun sorunlarını değerlendirdiler Öğrenci Meclisi’nin ilk günü serbest kürsü konuşmaları yapıldı ve serbest kürsüde Türkiye ve dünyanın gündemi ile öğrencilerin sorunları üzerine değerlendirmeler yapıldı. Aynı gün Öğrenci Meclisi Komisyonlarının çalışmaları gerçekleştirildi. Basın-Yayın Komisyonu, Yönetmelikler Komisyonu, Örgütlenme Komisyonu, Kamp Komisyonu ve Öğrenci Sorunları Komisyonu adıyla oluşturulan komisyonların çalışmaları Sonuç Bildirgesi Komisyonu tarafından değerlendirildi ve 4. Öğrenci Meclisi Sonuç Bildirgesi başlığıyla yayınlandı. Sonuç Bildirgesi’nde “Ülkemizde öğrenci sorunlarının artarak devam ettiği bu sorunların çözümüne yönelik gençİMO örgütlülüğünün tamamını kapsayacak şekilde kolektif çalışmalar yapmaya devam edilmesi Örgütlüğümüzün daha ileri noktalara taşınabilmesi için kamp, basın yayın çalışmaları, sosyal iletişim ağları gibi araçların daha etkin kullanılması gerektiği bu amaçla şube öğrenci kurullarınca gerçekleştirilen etkinliklerinin konseyle paylaşılarak tüm genç-İMO örgütlülüğüne yayılması Toplumsal konulara duyarlılık geliştirmek amacıyla çeşitli etkinler yapılması Meslek alanımıza ilişkin gelişmeleri takip edebilmek uygulamaya dönük bilgi sahibi olabilmek amacıyla etkinliklere devam edilmesi” konuları öne çıktı. genç-İMO 4. Öğrenci Konseyi belirlendi Öğrenci Meclisi’nin ikinci günü yapılan seçimler ile yeni öğrenci konseyi belirlendi. Yeni Öğrenci Konseyi şu isimlerden oluşuyor: Asil Yedek Anıl Asil Nilden Kaylar Üniversitelerde demokratik işleyişin esamesi yok. Üniversitelerimizde, ne öğrencilerin, ne akademik personelin ne de çalışanların temsiliyet ve söz hakkı bulunmuyor. S.Serdar Öten Eren Çakmak Son zamanlarda gençliğin yükselen muhalefeti iktidar nezdinde korkuya neden olurken toplumun geniş bir kesiminin ise umudu haline geldi. Gençliği suskunluk sarmalı içinde tüketmeye çalışanlara inat, gençlik, söz ve karar hakkını kendi eylemiyle talep ediyor ve Ramazan Armağan Sinem Kaplan Ali Oğan Mahir Esmer Taylan Atasoy Hüseyin Engin Sakın genç-İMO iş cinayetlerini Bakanlık önünde protesto etti genç-İMO üyeleri, son günlerde yaşanan iş cinayetlerine ve çalışmak zorunda kaldıkları için iş cinayetlerinde hayatını kaybeden üniversite öğrencilerinin zorlu yaşam koşullarına dikkat çekmek amacıyla bir basın açıklaması düzenlediler. Genç-İMO Konsey Üyeleri ve genç-İMO üyelerinin katılımıyla gerçekleştirilen açıklama Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı binası önünde 11 Mart 2011 Cuma günü gerçekleştirildi. “Müşteri değiliz öğrenciyiz”, “Güvencesiz gelecek istemiyoruz”, “Parasız, bilimsel, demokratik eğitim” ve “Eşit, parasız, ana dilde eğitim” sloganlarının atıldığı eylemde genç-İMO Konsey Başkanı Anıl Asil Konsey adına açıklamayı yaptı. Son günlerde iş cinayetlerinin artmasına dikkat çeken Anıl Asil, cinayetlerin gerçek sebebinin denetimsizlik, kar hırsı ve taşeronlaşma olduğunu belirtti. En son geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir binanın tadilatı sırasında iki işçinin iskeleden düşerek hayatını kaybettiğini hatırlatan Anıl Asil, bu iş cinayetinde de diğerlerinde olduğu gibi taşeron firmanın, denetim eksikliğinin ve ihmalin olduğunu vurguladı. İzmir’deki iş cinayetinde hayatını kaybeden işçilerden Nesih Taşkın’nın üniversite öğrencisi olmasına dikkat çeken Anıl Asil, “Nesih’in hayatı adeta eğitimin paralı olmasının, artık üniversite kapı- larının emekçi çocuklarına kapatılmasının tipik bir örneği gibiydi. Nesih önce Iğdır Üniversitesi’ni kazanmış, maddi sıkıntılar yüzünden okuyamamış, çalışmak zorunda kalmıştı. Daha sonra Amasya Üniversitesi’ni kazanmış ancak bir dönem okuduktan sonra okul masraflarını karşılayamadığı için kaydını dondurmak zorunda kalmıştı. Nesih son çalıştığı inşaatta okul masraflarını çıkarabilmek için çalışıyordu! Çalışma yaşamının kuralsız, denetimsiz, ağır şartları ölümlere davetiye çıkarıyorken; eğitimin paralı hale getirilmesi emekçi çocuklarına adeta ‘Okumayın! Geleceğe güvenle bakmayın! Ben size hangi koşulu dayatırsam o koşulda çalışın, gerekirse yaralanın, gerekirse ölün!’ diyor. Bu yapılmak istenenlere karşı çıkıldığında ise; ülkemizin ‘ileri demokrasisinden’ bizlere soruşturmalar ve uzaklaştırmalar düşüyor.” dedi. Üniversitelerdeki yanlış uygulamalara karşı çıkan üniversite öğrencilerinin soruşturma ve cezalandırmalarla karşı karşıya bırakıldığını kaydeden Anıl Asil, “Tüm bu yaşanlara tepkimizi parasız, bilimsel ve demokratik eğitim talebimizi daha da yükselterek ve örgütlülüğümüzü daha da güçlendirerek göstereceğiz. Geleceğin mühendisleri olarak insan sağlığını ve güvenliğini patronların kar hırsına kurban etmeyeceğiz. Nesih arkadaşımızı parasız eğitim, güvenceli gelecek ve insanca çalışma koşulları mücadelemizde yaşatacağız.” diye konuştu. Açıklama alkış ve sloganlarla sona erdi. 24 1 Nisan 2011 TMMOB 15 Mayıs’ta Ankara’da kitlesel miting düzenleyecek TMMOB Yönetim Kurulu, 19 Oda Başkanı tarafından gelen talep üzerine 15 Mayıs 2011 Pazar günü miting düzenleme kararı aldı. TMMOB’ye bağlı 19 Oda Başkanı, tarihsel bir süreçten geçen Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve sosyal sorunların derinliğine dikkat çekerek TMMOB’nin bu dönemde AKP İktidarını uyarma amacıyla kitlesel bir miting düzenlemesini talep etti. Oda başkanlarının talebini değerlendiren TMMOB Yönetim Kurulu, 15 Mayıs 2011 tarihinde kitlesel bir miting düzenlenmesine karar verdi. Oda Başkanları tarafından TMMOB Yönetim Kuruluna iletilen talep metninde şu ifadelere yer verildi: “Türkiye, önemli bir tarihsel süreçten geçmektedir. 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana uygulanan neo-liberal dönüşüm programı, AKP iktidarıyla doruğuna ulaşmıştır. Öyle ki ekonomide, toplumsal dokuda, siyasal süreçlerde, çalışma yaşamı ile temel hak ve özgürlüklerde gerçekleşen tahribat ile AKP’nin dikta özlemi el ele gitmektedir. Hükümetin tüm ekonomik program, siyasi icraat ve operasyonları bu yöndedir… ‘Büyüme’ sorunları, büyük dış ticaret açıkları, ülke borç ve faiz ödemelerinin yüksekliği, gelir dağılımında oluşan uçurum, çalışanlar üzerindeki haksız vergi artışları, kamu yatırımlarının azaltılması, özelleştirmeler, verimlilik artışlarına karşın istihdamda yaşanan gerileme, yaygınlaşan işsizlik ve yoksulluk, güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşması; inşaat, sanayi, tarım, doğa, çevre, enerji, maden, sağlık, eğitim, ulaşım, işçi sağlığı ve güvenliği ve hizmet sektörlerindeki olumsuz gelişmeler Türkiye’yi sarmış bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeler, mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı uygulamaları ve eğitiminde de büyük tahribata yol açmış ve nitelikli işgücü olan mühendis, mimar ve şehir plancılarının işsizlik oranını artırmıştır. Mühendisliğin sanayi, tarım, kent ve toplum yaşamına yönelik, bilimsel teknik temellerdeki kamusal-toplumsal hizmet niteliği aşındırılmıştır… …AKP iktidarı dönemindeki serbestleştirme, ticarileştirme yönündeki yasa ve mevzuat değişiklikleri ile tüm toplumu ve ilerici meslek kuruluşlarını otoriter bir yapı içinde teslim alarak dönüştürme çabaları, örgütümüzün de kapısına gelmiş dayanmıştır. Kamusal alanı büyük oranda tasfiye eden AKP‘nin alternatif örgütlenme formu olan iktidar yandaşı “sivil toplum kuruluşu” yapıları, hedeflenen neo liberal tekelci otoriter projeksiyonla uyumludur. AKP iktidarının yasama ve yargının yanı sıra diğer devlet organları, güvenlik güçleri, üniversiteler, bilim kurumları ve medyayı baskı ve zor yöntemleriyle hakimiyeti altına alma çabaları İslami ideolojinin yaygınlaştırılmasını da amaçlamakta; Kürt sorunu ise Kürt-İslam sentezi ile kuşatılmaya çalışılmaktadır. Mühendisler kendi uzmanlık alanlarında iş yapamaz hale getirilmekte; kamu sağlığı ve güvenliği iş sahibinin insafına bırakılmaktadır. Kamu eliyle yürütülmesi gereken hizmetlerde hızla taşeronlaşma süreci yaşanmaktadır. Örgütümüzün bütün bu baskıcı dalga ile demokrat, yurtsever, toplumcu meslek kuruluşlarını etkisiz kılma çabalarını birlikte değerlendirerek, bir bütün olarak refleks vermesi gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz koşullar etkili bir mücadele verilmesini gerektirmektedir. Tarih bizi göreve çağırmaktadır… Yukarıda özetle belirttiğimiz gerçek ve gerekçelerden hareketle, örgütümüzün merkezi bir miting örgütlemesini öneriyoruz.” Dört örgüt alanlarda “Susmayacağız!” dedi na alınmaktadır. AKP‘ye karşı olan herkesi ‘Ergenekoncu‘ ilan ederek, aslında gerçek ‘Ergenekon‘u aklamaya, ilgisi olmayanları da itibarsızlaştırmaya çalışan bu yaklaşım artık ifade ve düşünce özgürlüğünü hedef almaktadır. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, AKP’nin baskı politikalarına karşı “Şimdi susmanın değil ses çıkarmanın zamanıdır” diyerek 18 Mart 2011 Cuma günü Ankara, İstanbul ve İzmir’de eş zamanlı basın açıklaması gerçekleştirdiler. Ankara’da Kolej kavşağında toplanan eylemciler Sakarya Caddesi’ne yürürken, İstanbul’daki basın açıklaması Taksim tramvay durağında gerçekleştirildi. İzmir’de de Konak YKM önünde toplanılarak Eski Sümerbank önüne yüründü. Basın açıklaması metni Ankara`da TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, İzmir`de TMMOB İKK Sekreteri Ferdan Çiftçi, İstanbul’da KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar tarafından okundu. Eyleme İnşaat Mühendisleri Odası yönetici ve çalışanlarıyla geniş katılımlı destek verdi. Ankara İstanbul ve İzmir’de eş zamanlı düzenlenen basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: SUSMAYACAĞIZ! …AKP, sermaye yanlısı politikalarına dayalı saldırıları ile birlikte gündelik hayatın muhafazakârlaşması temelindeki baskılarını arttırarak sürdürüyor. Referandum ile birlikte darbelerle hesaplaşarak ‘ileri demokrasiye‘ geçileceğini söyleyen AKP, darbe dönemlerine özgü yöntemlerle baskıcı-otoriter bir rejim inşa ediyor. Referandum sonrasında yargıya yönelik müdahalelerle ‘AKP’nin yargısı‘ oluşturularak ‘hukukun üstünlüğü‘ yerine sınırsız bir hukuksuzluğun hüküm sürdüğü polis devleti yöntemleri devreye sokuldu. AKP, emekçilere yönelik ‘Torba Yasa‘ saldırısı ile emperyalist sömürü politikalarının yarattığı işsizlik ve güvencesizliği yaygınlaştırdı. ‘Torba Yasa‘ya karşı çıkan emekçiler ise polis barikatı, cop ve gazla durdurulmaya çalışıldı. Tayyip Erdoğan, Mısır halkının yoksulluk ve işsizliğe karşı isyanı karşısında Mübarek‘e ‘halkın taleplerini dikkate al‘ diye seslenirken, ülkemiz sokaklarında polis gazından göz gözü görmüyordu. Türkiye‘de ‘ileri demokrasi‘ adı altında otoriter bir rejim kurulurken emekçilerin tarihe düştüğü ‘Sonun Mübarek Olsun‘ sözü unutulmamalıdır. Anayasa referandumu yapılırken, AKP‘nin istediği değişimlerin 12 Eylül Anayasa‘sından bir farkının olmadığını, yeni bir vesayet sistemi oluşturulacağını ve yeni hak kayıplarına zemin hazırlandığını hep söyledik. Ve aradan uzun bir süre geçmeden görülüyor ki; AKP darbe dönemlerini aratmayan yöntemlerle, her dönem baskı altında olan yurtseverlere, devrimcilere, emekçilere, gençlere, gazetecilere yönelik saldırılarında ve muhalefeti bastırmaya, sindirmeye yönelik baskı politikalarında hızını arttırdı. İnsanların kendini savunma hakkının dahi elinden alındığı, daha yargılama gerçekleşmeden medya kanallarında suçlu ilan edildiği, sınır tanımaz bir hukuksuzluğun hüküm sürdüğü, adeta kimsenin nefes alamadığı, yeni bir otoriter yönetimin oluşturulduğu bir sürece giriyoruz. Üniversitelerde söz ve karar hakkı, kamusal, parasız, bilimsel, demokratik ve ana dilinde eğitim için mücadele eden gençlerin talepleri polis baskısıyla, gözaltılarla, tutuklamalarla ve iktidarın provokasyonları ile susturulmaya çalışıldı. İktidarın iliştirilmiş yazarları gençleri ‘terörist‘ ilan ederek hedef haline getirmeye çalışmakta. Sisteme muhalif olan ve halktan yana yayın yapan devrimci, yurtsever ve sosyalist basın helikopterli baskınlarla, cezalarla susturulmaya çalışılırken, şimdi de AKP‘nin düzenini ve cemaati eleştiren gazeteciler, ‘terörist‘ ilan edilerek gözaltı- TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Adına Sahibi Serdar HARP Yazı İşleri Müdürü Zeki ERGİNBAY Zeki ERGİNBAY (1976-1977) Levent DARI Siyasi tutsakların bulunduğu tüm cezaevlerinde tecriti en katı bir şekilde uygulayan AKP iktidarı kendi yayınladığı genelgeleri dahi uygulamamaktadır. Hasta tutuklu ve hükümlülerin tedavilerini engelleyerek ölümlerine seyirci kalarak intikam almaktadır. Kürt sorununda ‘demokratik açılım‘ bir tasfiye operasyonuna dönüştürülerek yeni çatışma ve savaş zeminini ortaya çıkardı. Barışçıl ve demokratik çözüm için oluşturulan umudun, milliyetçi histeriyle boğulması bir arada yaşam zeminlerini tahrip etmektedir. On binlerce Alevi yurttaşın bir araya gelip seslendirdiği ‘eşit yurttaşlık‘ taleplerine kulaklarını tıkayan AKP, Alevisiz ‘Alevi Çalıştayları‘ ile Aleviliği kendi fikri sınırlarının içerisine çekmeye çalışmaktadır. Sözün bittiği yerdeyiz. AKP‘nin ülkemizi nasıl bir karanlığa doğru sürüklediği alenen ortadadır. Aydınlık bir gelecek, eşit, özgür, bağımsız ve demokratik Türkiye için bu baskıcı-karanlık düzene karşı direnmekten başka bir çare, başka bir umut yoktur. AKP’nin yaratmak istediği korku imparatorluğuna karşı direnmekten başka bir yol yoktur. AKP‘nin karanlığına ve sömürü düzenine karşı bugün eşitlik ve özgürlük için yürüyoruz. Bu yürüyüş sesimizi birleştirmeye, çok ses tek yürek direnmeye bir çağrıdır. Sağlık emekçilerinin özelleştirmelere ve güvencesizliğe karşı sesiyle, 21 Mart‘ta halkların barış ve kardeşlik bayramında yükselecek sesini 1 Mayıs‘ta alanlara taşımak için yürüyoruz… İtirazımız var diyenleri, Susmayacağız, direneceğiz diyenleri Sevgiyle, dostlukla selamlıyoruz. Yönetim Yeri: TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Necatibey Cad. No: 57 06440 Kızılay / Ankara Tel: 0.312.294 30 00 Faks: 0.312.294 30 88 E-Posta: teknikguc@imo.org.tr Web: www.imo.org.tr Nisan 2011, Sayı:210, ayda bir yayınlanır, yerel süreli yayın. ISSN: 1307-2412 Baskı: Mattek Matbaacılık Basın, Yayın Tanıtım Tic.San.Ltd.Şti. / Adakale Sok. No:32/27 Kızılay-Ankara / 312.433 23 10 Baskı Tarihi: 1 Nisan 2011 / 10.000 adet basılmıştır. Üyelerine parasız dağıtılır.