afetler tarihi

advertisement
AFETLER TARİHİ
ACİL YARDIM VE AFET YÖNETİMİ LİSANS TAMAMLAMA
PROGRAMI
YRD. DOÇ.DR. YILDIRIM GÜNGÖR
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
ACİL YARDIM VE AFET YÖNETİMİ LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI
AFETLER TARİHİ
Yrd.Doç. Dr. Yıldırım GÜNGÖR
ÖNSÖZ
Dünya, oluşumundan itibaren, bugün "afet" olarak tanımladığımız birçok olay yaşamıştır.
İnsan nüfusunun az olduğu dönemlerde bu olaylar çok fazla zara vermemiştir. Ancak insan
nüfusunun artmaya başlamasıyla birlikte diğer canlılar dışında insanlar da afetlerden zarar
görmeye başlamıştır. Bunun ana nedeni insanların, yanlış yerleşim politikalar sonucunda
afet riski olan yerlere yerleşmeye başlamasıdır. Bu olayların hem insan yaşamından önce
hem de insan yaşamından sonra dünya üzerinde çok büyük izler bırakmıştır. Bu izlerin bir
kısmının izlerini günümüzde görebiliyoruz. Günümüzde yerbilimciler, söz konusu izleri
değerlendirerek bunları "toplu yok oluş" dönemleri olarak değerlendirmektedir. Bu olaylar
dünyanın başına gelen ilk büyük afetlerdir. Dünya tarihinin ilk dönemlerinde meydana,
meteor yağmurları ve büyük çarpışmalar, küresel buzul dönemleri ve atmosferdeki ani
karbon artışları bu afetlerin bazılarıdır. Bu olayların bazıları dünya tarihindeki en büyük
afetlerden olan toplu yok oluşlara yol açmıştır.
İnsanın şehirler kurarak, uygarlıklar oluşturup toplu yaşamaya başlamasıyla birlikte doğaya
müdahale dönemi de başlamıştır. Tarla açmak için ormanların yok edilmesi, akarsu
yataklarına müdahale, yanlış yerlere yapılan yerleşim yerleri kısa süre içinde insanı da
afetlerden etkilenen canlılar arasında sokmuştur. Bu açıdan bakıldığında, aslında doğal olan
bu tür jeolojik olaylarının "afet"e dönüşmesinin altında, çoğunlukla insanoğlunun yanlış
yerleşim politikaları ve yanlış uygulamaları yatmaktadır.
Dünya üzerinde yaşanan afetlerin sayısının son yüzyılda önemli oranda artmasının anan
nedeni de insan nüfusunun artışıdır. Çünkü nüfus arttıkça güvenli yerlere yerler azalmakta ve
insanlar riskli yerlere yerleşme İnsan nüfusu arttıkça, mühendislik açıdan riskli alanlara
yerleşim de giderek yayılmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak afetlerin sayısının artmasına
neden olmaktadır. İnsanoğlu son yüzyılda ne yazık ki afete dönüşen her tür jeolojik olaydan
gerekli dersi çıkaramamıştır. Japonya, Şili ve Peru gibi bazı ülkeler istisna sayılabilir. Oysa
afete dönüşen olayların çoğu, özünde birbirinin tekrarıdır. İnsanoğlunun kendi geleceği için
geçmişte yaşanan olaylardan ders alması, geleceğe umutla bakabilmesi için ön koşuldur.
Elinizdeki bu ders notları, dünya tarihinde meydana gelmiş önemli afetlerden yola çıkarak,
son birkaç yüzyılda gerçekleşen doğa olaylarının neden afete dönüştüğünü incelemek ve bu
afetlerden hangi dersleri çıkardığımız ve/veya çıkarmamız gerektiğini anlatmak üzere
hazırlanmıştır. Ayrıca, son yüzyılda ortaya çıkan savaşlarda ve bölgesel çatışmalarda
kullanılan biyolojik, kimyasal ve radyoaktif içerikli silahların nasıl birer afete dönüşebileceği
de kısaca anlatılmıştır. Okuyucu, verilen örnekler dışında örnek çeşitlendirmesi yaparak bu
konuda çok daha geniş bir bilgi altyapısı oluşturabilir.
Yrd.Doç.Dr. Yıldırım Güngör
1
YAZAR NOTU
Elinizdeki bu ders notları Dünya tarih boyunca meydana gelen ve canlı yaşamını
olumsuz etkileyen afete dönüşmüş olayları hakkında bilgi vermektedir. Bu afetlerin neden ve
sonuçlarının iyi incelenmesi, günümüzde meydana gelecek olayların afete dönüşmesini
engellemek için yol göstericidir. AUZEF Acil Yardım ve Afet Yönetimi Lisans Tamamlama
Programı öğrencileri için yararlı olmasını diliyorum
2
1 . GENEL KAVRAMLAR
3
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
•
Afet Kavramı
•
Acil Durum Kavramı
•
Afet Yönetimi kavramı
•
Kris Yönetimi kavramı
•
Risk Yönetimi Kavramı
4
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1)
Afetleri sınıflarken hangi kriterleri göz önüne alırız ?
2)
Afet ile acil durum arasındaki fark nedir.
3)
Afet Yönetimi nedir ?
4)
Afet yönetiminin aşamaları nelerdir ?
5)
Afete öncesi ve sonra çalışmalar nelerdir ?
6)
Afetlerin toplum üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir ?
5
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Acil Durum Kavramı
Acil durum hakkında bilgi
sahibi olmak
Acl durumlar hakkında
araştırma, ders notları
Afet Kavramı
Afetler oluşruran aan
nedenler hakkında bilgi
sahibi olmak
Afetler hakkında araştırma,
Ders notları
Afet yönetimi Kavramı
Çağdaş bir afat yönetiminin
nasıl olması gerekdiğini
öğrenmek
Afet yönetimi hakkında
araştırma ve ders notları
6
Anahtar Kavramlar
•
Acil durum
•
Afet
•
Afet Yönetimi
•
Risk Yönetimi
•
Kriz Yönetimi
7
Yeryuvarı’nın başına gelen en büyük doğal afetlerden biri
oluşumunun henüz
başlangıç aşamasında meydana geldi. Yaşı 4.6 milyar yıl olan Yeryuvarı’na 4.5 milyar yıl
önce Mars büyüklüğünde bir cisim çarptı ve dünyadan kopardığı parçalar çekim kuvvetinin
etkisiyle tekrar birleşerek bir başka küresel cismi oluşturdular. Bu çarpışmanın etkisiyle
Yeryuvarı hem bir uyduya kavuştu. Bu çarpışmayla dünya hem bir uyduya, hem de sıcak bir
çekirdeğe kavuştu. Bu olaydan sonra dünya katostrofik anlamda bir çok büyük doğal afetle
karşılaştı. Bu afetlerin bazıları öyle büyüktü ki yeryüzündeki canlıların büyük bir
çoğunluğunun yaşamının sona ermesine neden oldu. Bu olaylar toplu yok oluş olayları olarak
anılmaktadır.
İnsanın yeryuvarına egemen olmasından sonra doğal olaylar yavaş yavaş afete
dönüşmeye başladı. Özellikle son yüz yılda insan nüfusunun giderek artması afet riski olan
yerlerde yerleşimi yerlerinin kurulmasına neden oldu. Böylece bir zamanlar meydana geldiği
zaman hiç bir zara vermeyen doğa olayları birden afet olarak anılmaya başlandı. Bunun
sonucunda da insan ırkı kendi neden olduğu afetlere yönelik tedbir almak için büyük
ekonomik yatırımlar yapmaya başladı.
Tüm dünyada afetler ülke ekonomilerine ciddi darbeler vurmaya başladı. Her yıl
yüzlerce milyar dolar zararın ortaya çıkması sonucunda, afetlerin hedefi olan ülkelerde
afetlerin zararlarını en az indirmek için Afete Hazırlık Çalışmaları yapılmaya başlandı. Kısa
bir süre içinde de çağdaş ülkeler afetlere yönelik her türlü çalışmalarını bitirerek önceden para
harcayıp ekonomik zararları en ana indirmeyi başardılar.
Doğal afet riski özellikle de deprem açısından dünyanın önemli ülkelerinden biri olan
ülkemizde ise bu çalışmalar ne yazık ki 17 ağustos 1999 Gölcük depreminden sonra başlamış
ve bürokratik anlamda yer yer ciddi ilerlemeler de sağlanmıştır. Anadolu yarımadası Kuzey
Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF)
gibi
dünyanın önemli deprem
kuşaklarından birine sahip olmasına ve yüz binlerce kişinin ölmesine neden olan büyük
depremler üretmesine rağmen bu tarihe kadar tek adım atılmamıştır. Oysa ülkemizin
neredeyse tümünün deprem riski altında olduğu, yanlış yerleşim politikaları yüzünden her
ilkbahar ve sonbahar mevsiminde sel ve heyelanlar yüzünden büyük can ve mal kaybının
meydana geldiği unutulmamalıdır.
8
Milat olarak kabul edilen 17 ağustos depreminden sonra bile insanlar meydana gelecek
depremin afete dönüşmesini önlemek için çalışmalar yapmak yerine daha çok kendilerini
afetlerin olmayacağına inandırmaya çalışmışlardır. Ülkemizin neredeyse en önemli problemi
haline gelen deprem sorunu bile göz ardı edilmiştir. Hal böyle olunca da her uygar ülkede
olması gereken halkın bilinçlendirilmesi çalışmaları ne yazık ki ülkemizde çok geri kalmıştır.
Bunun iki nedeni bulunmaktadır. Birinci neden doğal afetlere kaderci bir anlayışla
yaklaşılmasıdır. Bu durumda tedbir almak için fazla bir nedene gerek kalmamaktadır. Diğer
neden ise Sivil Toplum Örgütlerinin afet çalışmalarında sınıfta kalmalarıdır. Son 10 yılda
sivil toplum örgütlerinin buldukları çok ciddi kaynakları olmasına rağmen bu kaynakları
sağlıklı harcayacak kadroların olmaması yüzünden kaynaklar gereksizce harcanmıştır.
Son yıllarda başlatılan Kentsel Dönüşüöm çalışmaları bazı konularda eleştirilse bile
ülkemizin depremden zarar görmesini engellemek açısından önemli bir adımdır. Bu şekilde
devam ederse çok kısa bir süre içinde Türkiye için deprem bir sorun olmaktan çıkacaktır.
1.1. Afetin Tanımı
Bir çok kelimenin tanımı gibi ülkemizde Afet tanımı da yanlış bilinmekteydi. Can ve
mal kaybına yol açan her hangi bir doğa olayı hemen afet olarak algılanmaktadır. Oysa bir
doğa olayının veya başka bir olayın afet olarak kabul edilmesi için önemli bir gerekçe
lazımdır. Bu gerekçeyi örnekler üzerinde açıklamakta fayda var. Kar ve yağmur gibi deprem
de bir doğa olayıdır. Yani deprem bir doğal afet değil bir doğa olayıdır.
Her yağmur
yağdığında sel olsa, can ve mal kaybı meydana gelse bile bu bir afet değildir. Bir deprem
sonrasında can ve mal kaybının meydana gelmesi de afet değildir. Bir trafik sıkışması
sonucunda ulaşımın bir gün yapılamaması, kaynakların yetersiz kalması ve kentte yaşamın
sekteye uğraması ise afet tanımının içine girebilir.
Kavramı açıklamak için başka bir örnek daha verdikten sonra,
afetin tanımı
yapıldığında daha iyi anlaşılacaktır. Kış aylarında Erzurum’da kar kalınlığı bir metreyi
geçmektedir. Bu kadar kar yağmasına rağmen yaşam devam etmekte ve Erzurum’un yerel
kaynakları bu doğa olayı ile başa çıkabilmektedirler. Tersi bir durum olarak bazen İstanbul’da
yağan 10 -15 cm lik kar tüm kentte bir haftaya yakın bir süre yaşamı felç etmektedir. Yani
kentin yerel kaynakları bu olayla başa çıkmakta yetersiz kalmaktadır. Bu ise bir afettir.
9
1.2.Afet ve Acil Durum Arasındaki Fark
Şili’de 210 yılında meydana gelen 8.8 büyüklüğündeki depremde 800 civarında insan
hayatını kaybetmiştir. 2015 yılında meydana gelen 8.3 büyüklüğündeki depremde ise sadece
10 kişi hayatını kaybetmiştir.
Her iki depremde de yerel kaynaklar yetersiz kalmamış, hayat kısa zamanda normale
dönmüştür. Gölcük merkezli 17 ağustos 1999 depremi ise bu depremden kat kat küçük
olmasına rağmen binlerce kişi hayatını kaybetmiş sadece yerel değil ulusal kaynaklar bile
yetersiz kalmıştır. Depremin etkisi dolayı olarak da olsa bugün hala devam etmektedir.
Gölcük depremi afet tanımımı bire bir karşılamaktadır.
Çoğu zaman can kaybı
yaralanma, yapısal ve yapısal olmayan hasarlar gibi
beklenmedik acil durum olaylar afetle karıştırılmaktadır. Her türlü doğal veya doğal olmayan
koşullarla mücadele için ayrılmış kaynakların yetersiz kaldığı veya mücadele etme
kapasitelerinin aşıldığı durumlar AFET adını alır. Yani acil durumlar için kaynakların
mücadele için yetersiz kaldığı koşullarda olay artık afete dönüşür.
Afet sadece doğal olayla için değil her türlü insan ve teknolojik kaynaklı olaylar için
de kullanılabilir. Afet tanımı için olayın kapladığı alan değil etkisi ve mevcut kaynakların
yeterli olup olmama durumu önemlidir. Yani afet küçük bir alanda da olabilir bir kıtayı hatta
dünyanın tümünü de kapsayabilir.
1.3.Afetler ile Milli Gelir ve Eğitim Düzeyi Arasındaki İlişki
Dünya ölçeğine afetlerin yoğun olarak etkilediği yerlere baktığımızda birkaç istisna
hariç, Acil Durum sayılabilecek birçok olayın afete dönüştüğü ülkelerin çoğunun yoksul
ülkeler olduğu görülmektedir. Yoksul kesimlerin yerleşim için ilk tercihleri güvenli bir
yerleşim bölgesi olmamaktadır. Amaç ilk aşamada başını sokacak bir yerdir. Eğitim düzeyi
düşüklüğü de eklenince yoksul kesimlerin kurduğu yerleşimlerin bir çok afet türüne açık
olduğu ortaya çıkmaktadır. Oysa ekonomik durumu ve eğitim düzeyi yüksek ülkelerde bir çok
olay afete dönüşmeden Acil Durum düzeyinde kalmaktadır.
10
1.4. Afetlere Yol Açan Olaylar
Afetler litaratürde basit olarak Doğal, Teknolojik ve İnsan Kaynaklı olarak üçe ayrılır.
Ancak afetlere yol açan her üç afet türü de incelendiğinde oryaya çok somut bir gerçek
çıkmaktadır. Bu sınıflama mantıklı gibi gelse de amacından sapan bir sınıflamadır. Çünkü
afetlerin meydana gelmesine yol açan tek etken insan uygulamalarıdır. Yanlış yerleşim
politikaları, politik nedenlerle riskli alanların yerleşime açılması, insanların önlem almak
yerine daha çok olayın ne zaman olacağına odaklanması bu olayların afete dönüşmesinin en
büyük nedenidir. Bu nedenler afetlere yol açan olayları farklı şekilde sınıflayabiliriz belki ama
bir olayın afete dönüşmesinin tek nedenini İnsan olduğunu unutmamak gerekir.
1.4.1. Doğa Kaynaklı Olaylar
•
Deprem
•
Tsunami
•
Sel
•
Heyalan
•
Çığ
•
Kaya Düşmesi
•
Kuraklık
•
Orman Yangınları
•
Hava Kirliliği
•
Fırtına (Kasırga, tornada, Tayfun vb.)
•
Hortum
•
Volkanik aktiviteler
1.4.2. İnsan Kaynaklı Olaylar
•
Her türden terör hareketleri
•
Savaşlar
•
Patlamalar
•
Ayaklanmalar
•
Yangınlar
11
1.4.3. Teknoloji Kaynaklı Olaylar
•
Tehlikeli madde kazaları
•
Raadyoaktif sızıntılar
•
Büyük sanayi yangınları (Petrol rafinerisi yangınları vb.)
•
Büyük petrol sızıntıları
•
Baraj Patlamaları
1.5. Gelecekte Olabilecek Afet Türleri
•
Antibiyotiğe karşı dayanıklılık
•
Ormansızlaşma
•
Çölleşme
•
Kuraklık
•
Ekonomik çöküntü
•
Küresel Isınma
•
Kıtlık
•
Gulf Stream (sıcak su) Akıntısının Durması
•
Buzul Çağı
•
Meteorit Çarpması
•
Kütlesel yok oluş
•
Nükleer savaş
•
Aşırı Tüketim
•
Aşırı Avlanma
•
Aşırı Nüfus Artışı
•
Petrolün Tükenmesi
•
Su krizi
1.6. Afetlerde ortaya çıkabilecek sonuçlar
•
•
•
•
•
Olay aniden meydan gelir ve eğer toplum hazır değilse ciddi zararlar meydana gelir.
İnsan yaşamı tehdit altındadır.
İletişimde ciddi sorunlar yaşanır.
Başta elektrik olmak üzere enerji verilmesinde ciddi problemler çıkar
Ulaşım sekteye uğrar. Uzun süre sağlıklı ulaşım yapılamayabilir.
12
• Su sıkıntısı baş gösterir. Bu durum hem beslenme, hem hijyen, hem de yangın
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
söndürme problemlerinin yaşanmasına neden olur.
Her türlü hizmet için benzin, mazot, doğal gaz temininde ciddi aksamalar olur.
Bölgede yaşayan Afet çalışanları bir anda afetzede durumuna düşebilir.
Alt yapıda ciddi hasarlar meydana getirirler
Büyük ekonomik kayıplar meydana gelebilir ve yatırımlar gecikir veya iptal edilir.
Büyük can kayıplarına, yaralanmalara ve sakatlıklara yol açarlar
Büyük şoklara neden olurlar
Eğitim ve Öğretimin aksamasına neden olurlar
Bulaşıcı ve salgın hastalıkların artar
Güvenlik probleminin ortaya çıkar
İşsizlik ve barınma sorunu ortaya çıkar
Etkisi belki de gelecek kuşaklara aktarılacak psikolojik travmalar ortaya çıkar.
1.7. Afetlerde Ekonomik Kayıplar
•
1975 ile 1990 arası afetlerin yarattığı ekonomik kayıplar yılda ortalama 40 milyar
ABD dolar
•
1990 ile 1995 yılları arasında yaklaşık yüzde 50 artışla 60 milyar ABD dolara
yükselmiştir
•
1995 ile 2008 yılları arasında ise bazı yıllar düşmekle birlikte genel olarak hızlı artış
eğilimine girmiştir
•
2005 yılında artan afet sayıları ve büyüklüklerine bağlı olarak kayıplar en yüksek
noktasında 225 milyar ABD dolarını bulmuştur
•
2050 yılında doğa afetlerinin yıllık faturasının 300 milyar ABD dolarına çıkması
beklenmektedir
•
2008 yılında Çin’deki Sichuan depremi ve Myanmar’daki Nergis kasırgasının etkisiyle
bu kayıp yaklaşık 180 milyar ABD dolarını bulmuştur
1.8. Afet Çalışanları Kimler Olmalıdır
Afet çalışanlarını resmi kurumlar ve Gönüllüler diye ikiye ayırmak mümkün. Resmi
kuruluşlar kamuda afetler konusunda çalışan ekiplerin elemanlarıdır. Bunlar afetlerde
çalışmaya zorunludurlar. Gönüllüler ise Sivil Toplum Kuruluşlarına üye olan bireylerdir ve
çalıma zorunlulukları yoktur. Sadece gönüllü olarak çalışırlar. Bir afat sırasında genellikle
Afet çalışanları Arama-Kurtarma ekipleri, itfaiye, sağlık ekipleri, güvenlik kuvvetleri olarak
bilinmesine karşın afetin ilk aşamasında en önemli afet çalışanları afete uğrayanların kendileri
13
olmaktadır. Hiçbir planlama olmaksızın içgüdüsel olarak aile bireyleri önce kendi içlerinde
bir yardımlaşma yapmakta daha sonra da komşularına yardım etmektedirler. Özellikle
depremde kurtarma ekipleri gelinceye kadar kurtarma çalışmalarının büyük bir çoğunluğunu
afete uğrayan ama fiziksel sarar gören insanlar yapar.
1.9. Afetlere Yönelik çalışmaların aşamaları
Afete yönelik çalışmaların tümü Afet Yönetimi kavramı içinde yar almaktadır. Afet öncesi ve
sonrası olarak iki ana dilime ayrılır. Afet öncesi çalışmalar önlem ve hazırlık, afet sonrası
çalışmalar ise Müdahale ve iyileştirme olarak sınıflandırılır. Üçüncü bölümde detaylı olarak
anlatılacak afete yönetimi çalışmalarının esasını Afet öncesi çalışmalar oluşturmaktadır.
Çünkü bu çalışmalar aynı zamanda bir olayın afete dönüşmesini engelleyen çalışmalardır.
Özet olarak önlem ve hazırlık aşamaları ne kadar iyi olursa müdahale ve iyileştirme aşamaları
da o kadar kolay ve kısa olur.
1.10. Afetler ve Sigorta sistemi.
Geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde zarar genellikle devlet tarafından
karşılanır. Oysa gelişmiş ülkelerde inşalar evlerini afetlere karşı sigortalarlar. Türkiye’de de
Doğal Afet Sigortaları
Kurumu (DASK) sadece doğal afetlerle ilgili sigortalama işlemi
yapmaktadır. Son yılarda meydana gelen olaylarda evlerine DASK sigortası yaptıranlardan
evleri zarar görenler DASK’tan zararlarını karşılayabilmişlerdir. Ancak Türkiye’de Kat
Mülkiyeti- Kat irtifakı sorunu tam olarak çözülmediği sürece DASK’ın istenen seviyeye
gelmesi ne yazık ki mümkün görülmemektedir. Bu nedenle sağlıklı bir Doğal Afet Sigortası
için Sağlıklı bir yerleşim planlamasının olması gerekmektedir. Bu durum Aynı zamanda afet
öncesi zarar azaltma çalışmalarının ne kadar önemli olduğunun da kanıtıdır. Zarar azaltma
çalışmalarının sağlıklı yapılması sağlıklı bir
Doğal Afet Sigortasının da temelini
oluşturacaktır.
1.11 Afet Yönetimi
Türkiye jeolojik ve jeomorfolojik yapısı nedeniyle doğa kaynaklı afetlerin, jeopolitik
konumu nedeniyle insan kaynaklı hedeflerin merkezinde olan bir ülkedir. Depremsellik
açısından oldukça riskli bir bölgede bulunan ülkemizde diğer doğa, insan ve teknoloji
kaynaklı afetler de en az deprem kadar büyük bir önem taşımaktadırlar.
14
Doğa kaynaklı afetlerin başında Deprem geldiği için Afet yönetimi denince akla ilk
olarak “Depremde Afet Yönetimi” gelmektedir. Oysa afet yönetimi kavramı içinde özel bir
afet türü yoktur. Çalışmalar ve senaryolar farklı afetlere göre yapılsa da Afet Yönetimi aslında
bir değerler bütünüdür ve tüm afetler için aynı şekilde uygulanır. Türkiye bir efet ülkesi
olmasına rağmen ne yazık ki Afet Yönetimi kavramı ile ilk kez 17 Ağustos 1999 tarihinde
tanışmıştır.
Yerel ve ulusal kaynakların çok çok yetersiz kaldığı bu deprem, ülkemizde afet
yönetimi kavramının hiç bilinmediğinin en büyük kanıtıdır. Bu depremleri ilgili birkaç gerçek
olay ders sonundaki tartışma kısmnda ele alınacaktır. Afetle tanışan ülkemiz bu kez de afet
yönetimi ile Kriz yönetimi kavramlarını birbirine karıştırmıştır. Afet yönetiminin afet
olduktan sonra devreye gireceğine ülkemizde hala bir çok kişi inanmaktadır. Oysa uygar
ülkelerde bir afet ülkesinde afet yönetimi çalışmaları afet gerçekleşmeden çok önce başlar ve
afet sırasında devam eder ve
afetin etkileri azalmaya başladıktan onra iyileştirme
çalışmalarının sonuna kadar devam eder.
Tüm bu süreç içinde afet yönetiminin iskeletini oluşturan kavramlar bir zinciri gibidir.
Hazırlık, risk azaltnma, Müdahale (Arama – Kurtarma ve ilk yardım), iyileştirme ve yeniden
inşa aşamalarından birinin bile zayıf kalmaması lazımdır. Eğer her aşama güçlü olmazsa
hedef afet için yapılacak çalışmalar genellikle eksik kalır. Zincir ne kadar sağlam olursa
olsun, zincirin gerçek gücü en zayıf halkanın gücü kadardır.
Kapsamlı bir afet yönetimi için olmazsa olmaz kurallardan biri hazırlık aşamasıdır.
Hazırlık aşaması ne kadar iyi olursa afetlerden etkilenen insan sayısı o kadar azalır. Özet
olarak afetlere sadece afet sırasında değil Afet öncesinde ve afet sonrasında da özel ilgi
gösterilmelidir. Tüm bu yaklaşımlardan yola çıkarak Afet Yönetimini çok basit olarak şu
şekilde tanımlamak mümkündür: Afet yönetimi herhangi bir afetin önlenebilmesi için afet
öncesinde, sırasında ve sonrasında gerekli planlamaların yapılarak afetlerin etkisini en aza
indirmek için yapılan çalışmalardır.
15
1.11.1 Afet Yönetimi ile Kriz Yönetimi Arasındaki Fark
Ülkemizde Afet yönetimi ile Krizi yönetimi de birkaç yıl öncesine kadar sık sık
karıştırılmakta ve Kriz Yönetimi ile Afet Yönetimi’nin ile aynı olduğu sanılmaktaydı. Ancak
17 Ağustos Depreminden sonra yapılan çalışmalarla bu iki kavramın gerçek yerine oturmuş
durumdadır. Kriz yönetimi afet başladıktan sonra başlar Afetin en şiddetli olduğu dönemde
devam eder ve afetin etkisi azaldıktan sonra sona erer.
Kriz yönetimi aslında Afet yönetiminin bir parçası olmasına rağmen özellikle afetin
ilk anlarında Afet yönetimini de kapsayacak genişliğe dönüşebilir.
Bu aşamayı yani Krizi
yönetimi aşamasını iki farklı açıdan ele almak mümkündür.
Bunlardan ilki Krizi önleme aşamasıdır. Afet sonrasında çıkacak krizin önlenmesi için
afet sırasında bölgede bulunacak yöneticilerin inisiyatif kullanma becerilerinin olması çok
önemlidir. Bu durunlarda istenmeyen durumların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Öngörülü bir
kriz yöneticisi durumu saptamayı başarırsa ikinci aşama olan krizi çözme aşamasını çok kolay
atlatır.
Örneğin 2003 yılında maydana gelen Bingöl depremi sonrasında bölgeye gönderilen
çadırlar zamanında dağıtılmadığı için “ çadırlar tanıdığı olanlara veriliyor” dedikodusu çıkmış
ve kent merkezinde çatışma boyutuna kadar gidebilecek sorunlar çıkmıştır. Afeti yönetenlerin
çok kısa süre içinde şoktan çıkmaları ve krizi çözmek için sorunları saptayarak verileri
değerlendirip krizi büyümeden önlemleleri gerekir.
Olayın boyutları afete dönüşecek izlenimi veriyorsa hemen bir kriz masası kurularak
kriz yönetimi için çalışmalar başlatılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta
Kriz Masası’nı yönetenlerin işin ehli olmalarıdır. Kriz Masası kriz bir üreten yer değil,
çözüm üreten bir yer olarak görev yapmalıdır.
Kriz yönetimi konusunda çeşitli yönetmelik ve Yönergeler yayınlanmış ve bu konuda
önemli adımlar atılmıştır. Afet bölgelerinde oluşturalacak kriz merkezleri bu yönetmelik ve
yönergelere göre kurulmaktadır. Sistemin başında ise Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi
bulunmaktadır.
16
Özetle Kriz Yönetimi Afet Yönetimi’nin aşamalarından biridir ama kriz anında
boyutları afet yönetimini de içine alacak şekilde genişleyebilir.
1.11.2. Afet Yönetiminin aşamaları
Modern dünyada, yüzlerce yıl afetlere maruz kalan kalan ülkeler zamanla ortak bir
dil birliği oluşturarak,
Afet Yönetimini; afet oluşmadan önce, afet sırasında ve Afet
sonrasında yapılacaklar şeklinde üç ana unsur altına ela almışlardır. Zamanla afet öncesinde
yapılan zarar azaltma çalışmalarının, en az
afet sırasında yapılacak müdahaleler kadar
önemli olduğu görülmüştür.
Afet öncesi yapılan çalışmalar afet sırasındaki çalışmaları doğrudan etkilemektedir.
Afet yönetimi modeli birbirine kenetlenmiş bir zincirin halkası gibidir. Zincirin halkaları
sağlamsa yöntem çok başarılı, zinirin halkaları sağlam değilse yöntem çok başarısız olabilir.
Başarı
kriteri,
tamamen iyi bir planlama ve bu planların çok iyi uygulanmasından
geçmektedir.
1.11.2.1. Önlem (Zarar Azaltma)
Bu aşamanın ana amacı tehlikeyi tün açıklığıyla ve kapsayacağı alanın boyutuyla
birlikte ortaya koyarak afet sırasında büyük bir can ve mal kaybının olmaması için yapılacak
her türden
çalışmayı ve önlemleri kapsar. Bu aşamanın sağlıklı olup olmaması Afet
aşamasında işlerin çok iyi gidip gitmemesini doğrudan etkiler.
genelgelerin
Yeni yönetmelik ve
çıkarılması, afet risk haritalarının çıkarılması, afetle ilgili her türlü teknik
çalışmaların hazırlanıp raporlanması, afet gözlem istasyonlarının kurulması, malzeme
ihtiyaçlarının belirlenerek bunların hızla sağlanması, sağlık hizmetlerinin nasıl verileceği,
afetten etkilenecek insanların konaklayacağı çadır alanlarının belirlenmesi, bilimsel
araştırmalar için desetk sağlanması, mühendislik çalışmalarını sağlıklı yürümesi, afet riski
olan bölgelerde veya binalarda afet riskinin en aza indirilmesi ve yapılan çalışmaların her
aşamasının kamuoyu ile paylaşılması aşamalarını kapsar. Türkiye bu konuda çok önemli
aşamalar aktetmesine rağmen bu başarı bölge düzeylerine kalmakta bazı bölgeler çok iyi
hazırlanmasına rağmen, bazı bölgelerin çalışmaları ne yazık ki kağıt üzerinde kalmnaktadır.
17
1.11.2.2. Hazırlık aşaması
Önlem çalışmalarını sağlıklı sonuçlanmasından sonra ikinci aşama olan toplumu afete
hazırlama aşamasına geçilir. Bu aşamada afetin oluşması durumunda yapılacak toplumun
nasıl tepki vereceğini planlar. Amaç ortaya çıkacak olumsuz etkilerin yol açacağı zararları
çok hızlı ve sağlıklı bir müdahaleyle minimum düzeyde tutmaktır. Bu aşamanın en önemli
çalışması eğitim çalışmalarıdır.
Bu eğitim çalışmalarının Afet Yönetiminde çalışacak veya Afet Yönetimi planlarını
hazırlayacak personelin eğitiminden, kamu ve sivil toplum örgütlerinin afet sırasında
çalışacak personelinin ve halkın eğitimine kadar büyük bir kapsama alanı olmalıdır. Hazırlık
aşamasının iyi geçmesi müdahale aşamasında çıkacak bir çok sorunun en hızlı şekilde
çözülmesine neden olacak ve afet hafif atlatılabliecektir.
1.11.2.3. Müdahale (Arama – Kurtarma, ilk yardım ve yardım aşaması)
Afetin en kritik ve en önemli aşamasıdır. Artık afet gerçekleşmiş ve tepki dönemi
başlamıştır. İlk iki aşamayı sağlıklı planlayan toplumlar bu aşamayı çok kolay atlatabilirler.
Eğer ilk aşamalar başarısız ise bu aşamada afet büyük bir krize dönüşebilir. Böyle bir
durumda kriz masası çalışanlarına çok büyük görevler düşmektedir. İlke olarak kriz masası
çalışanlarının afate uğramamış olması tercih edilir. Çünü afete maruz kalmış bir birey sağlıklı
düşünemez ve kriz masası kısa sürede çzöüm üreten değil kriz yaratan bir sisteme dönüşür.
Doğrusu Kriz Masasının dışarında gelecek insanlarca yönetilmesidir. Ancak afetin ilk
aşamalarında bu olamayabilir.
İlk ekipler bölgeye vardıkları anda Kriz Masası’nın yönetimini, bölge idarecilerinin de
onayınmı alarak üstlenmeleri gerekir.Çünkü burada amaç, çok kısa bir zaman dilimi içinde
çok faza can kurtarmak ve hayatın akışını normale en yakın bir duruma getirmektir. Bu
nedenle kriz masası çok iyi yönetilmelidir.
Bu aşamaya ilk müdahale, zor durumda
kalanların kurtarılması, yaralıların tedavisi, ağır yaralıların nakli, afetzedelerin beslenme,
barınma ve sağlık sorunlarının çözülmesi konuları girer. Eğer hazırlık aşamasında halk iyi bir
ilk yardım ve basit arama kurtarma eğiyim almışsa bu aşama daha kolay atlatılabilir. Çünkü
özellikle depremde kurtarılanların sadece % 3 gibi küçük bir kısmını Arama – Kurtarma
18
ekipleri kurtarmıştır. Geri kalanların tümü enkazdan komşulşarı tarafından çıkarılmıştır. İlk
72 saatin çok çok önemli olduğu depremde insanların eğitiminin tepkinin olumlu olmasına
neden olduğu açıkça ortadadır.
Müdahale aşaması kısaca; İlk haber alımı ve bölgeye ulaşım, güvenliğin sağlanması,
varsa yangınların söndürülmesi, gereksiminlerin belirlenmesi,
sağlık ekiplerinin devreye
girmesi, Arama – kurtarma ekiplerini çalışması, haberleşmenin sağlanması, tahliye, geçici
barınma alanlarının korunması, Yiyecek, içecek, giyecek
ve yakacak sağlanması, çevre
sağlığını düzenlenmesi, hasar tespiti ve tehlikeli yıkıntıların hızla kaldırılması aşamalarını
kapsar.
1.11.2.4. İyileştirme
Bu aşama’da artık afetin kaotik etkileri azalmış am kriz yönetimi devam etmektedir.
Artık hem kriz yöneticileri hem de afetzedeler daha sağlıklı kararlar verebilnektedirler. Bu
aşamanı ana hedefi; afet bölgesinin haberleşme, ulaşım, su, elektrik, uzun süreli barınma,
eğitim, yaşamın normale dönmesi için sosyalleşme çalışmaları gibi bir çok ama konuyu
kapsamaktadır. Arama kurtarma çalışmaları yerini isanları sosyal yaşama hazırlama
çalışmalarına bırakır.
•
Yeniden İnşa
Bu aşama afet yönetiminin en son ama en karmaşık aşamasıdır. İnşa kelimesi sadece
bina yapımı için değil her türlü psikolojik ve sosyolojik destek için de geçerlidir. Afetzedeler
artık normal yaşama dönmüşler ve önceliklerini belirlemeye başlamışlardır. Burada yapılacak
çalışmalarla afetzedelerin yaşam satandartların en azından efet olmadan ömceki durumlarına
getirmek amaçlanmalıdır.
19
2. TARİH ÖNCESİ AFETLER : TOPLU YOK OLUŞLAR
20
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
•
•
Tarih Öncesi Doğa Kaynaklı Afetler
Toplu yok oluşlar
21
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1)
Doğa olaylarını afate dönüştüren ana neden nedir ?
2)
Tarih öncesi afetlerin nedenleri nelerdir ?
22
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği
veya geliştirileceği
Doğa Kaynaklı Afetler
Doğa kaynaklı afetlerin
gerçek nedenleri
Ders notları, İnternet,sunumlar
ve videolar.
Toplu Yok oluşlar
Doğada gerçekleşen bir
takım olayların canlılara
olmsuz etkileri
Ders Notları İnternet,sunumlar
ve videolar.
Toplu yok oluşlara yol
açan olaylar
Bu olayların dünya
tarihindeki önemi
Ders Notları İnternet,sunumlar
ve videolar.
23
Anahtar Kavramlar
•
Tplu Yok oluş
•
Doğa Kaynaklı Afetler
24
Dünya tarihi boyunca meydana gelen olaylarda canlı türlerinin bazen büyük bir kısmı
bazen de daha küçük bir kısmının türleri tükenmiştir. Bu olaylar dünya tarihi boyunca
yaşanmış en büyük afetlerdir. Bu olaylarına sayısı ve büyüklüğü hakkında farklı tartışmalar
olmakla birlikte bilim insanları büyük toplu yok oluşların sayısının beş olduğu konusunda
hemfikirdirler. Bu toplu yok oluşların tek bir nedeni bulunmamaktadır. Ayrıca bu
yok
oluşları başlatan olaylar aniden başlayan ve biten olaylar değildir. Başladıktan sonra birkaç
yüz bin yıldan birkaç milyon yıla kadar süren ve etkisi daha da uzun sürelere uzanan
olaylardır. Toplu yok oluşlar tek bir olayla da bağlantılı değildir. Dünya üzerindeki canlılar
tek bir olaya bağlı olarak değil ama bir ana olayın etrafında gelişen ikincil olayların da
etkisiyle yok olma aşamasına gelmişlerdir. Yani birçok olayın birbiriyle bağlantılı olduğu bir
süreç başlamış, bunlardan biri baskın olay olarak öne çıkmıştır. Bu nedenle toplu yok
oluşların tek bir olaya bağlanması doğru değildir. Genel olarak baskın olan görüş tüm toplu
yok oluşlarda uzun süreli volkanik etkinliklerin başrol oynadığı yönündedir. Bu görüş toplu
yok oluşlarda levhaların hareketinin ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Aslında
ana neden Levha tektoniği de olabilir. Çünkü volkanizma doğrunda levhaların haraketliyle
ilintili bir olaydır. Permiyen döneminde başlayan ve yaklaşık 2 milyon yıl süren volkanizma
sırasında ve sonrasında meydana gelen kitlesel yok oluşlar bu görüşü destekler niteliktedir.
Bilim insanları toplu yok oluşları jeolojik zaman dilim içinde eskiden günümüze doğru
sıralamaktadır.
2.1. Ordovisiyen-Silüriyen Yokoluşu (450-440 Milyon Yıl Önce )
Dünyanın yaşadığı en eski toplu yok oluş sürecidir. Ordovisyen-Silüryen döneminde
gerçekleşen bu büyük ve uzun süren toplu yok oluşun ana nedeninin büyük bir buzul dönemi
olduğu düşünülmektedir. Bu buzul döneminin neden başladığına dair bir kayıt
bulunmamaktadır. Ancak bu olay dünyanın buzullarla kaplanmansın neden olmuştur. Aşırı
buzullaşma deniz seviyesinin
düşmesine yola açmış bu durum da denizlerde yaşayan
canlıların yaşamını olumsuz etkilemiştir. Canlılar yaradılışları gereği her türden olaya adapte
olacak özelliklerle donatılmıştır. Ancak olumsuz süreçler uzun sürdüğü zaman canlıların
dayanma gücü de azalmaktadır. Jeolojik kayıtlar Bu olayın Ordovisiyen döneminin sona erip
Silüryen dönemine geçiş sıralarında günümüzden 450 – 440 milyon yıl öncesine rastlayan bir
zamanda meydana geldiğini göstermektedir. Bu dönem aralarında yüz binlerce yıl olan iki
büyük aşama şeklinde gerçekleşmiştir. Ordovisiyen döneminde canlılarrın çok büyük bir
kısmı okyanuslarda yaşamaktaydı. Bu nedenle denizlerde yaşayan bir çok canlı bu dönemde
25
dünya sahnesinden çekilmişlerdir. Jeologlar bu dönemde % 60-70 arasında bir canlı yok
oluşu saptamışlardır.
2.2. Geç Devoniyen Toplu Yok Oluşu (375-355 Milyon Yıl Önce)
Çok uzun süren bir toplu yok oluştur. Bu olay tam 20 milyon yıl sürmüştür.
Günümüzden 375 – 355 milyon yıl önce meydana gelen bu olayın etkisi çok uzun sürmüştür.
u toplu yok oluşun ana nedeni sıcaklığın düşmesidir. Bilim insanları sıcaklığın düşmesin iki
ana nedene bağlamaktadırlar. Büyük bir meteorun dünyaya çarpması veya uzun süren
volkanik etkinlikler atmosferin küllerle kaplanmasına neden olmuş olabilir. Güneş
ışınlarından mahrum kalan yer yüzeyi hızla soğumaya başlamıştır. Sıcak bir ortamda yaşayan
canlılar bu aniden soğumaya adapta olamamış ve ölümler başlamıştır. Bu olay sonucunda
Dünya üzerinde yaşayan canlıların %70’inin öldüğü düşünülmektedir.
2.3. Permiyen-Trias Yokoluşu (252 Milyon Yıl Önce)
Permiyen - Triyas geçişi sırasında meydana gelen bu toplu yok oluş Dünya tarihindeki
en büyük toplu yok oluştur. Yer bilimciler 252 milyon yıl önce gerçekleşen bu olayın ana
nedeninin çok uzun süren volkanik etkinlikler olduğu konusunda hemfikir olmaya
başlamışlardır. Bu dönemde Dünya Pangaea denen süper bir kıtaya sahipti. Yani dünyadaki
karaların büyük bir çoğunluğu tek bir kıta halindeydi. İşe bu süper kıtanın kuzey ucunda yer
alan Sibirya’da 2 milyon yıl süren yoğun volkanizmanın bu en büyük toplu yok oluşa neden
olduğu düşünülmektedir. Bu toplu yok oluş denizlerde ve karalarda yaşayan canlıların % 96'
sının yok olmasına neden olmuştur. Bu kadar büyük bir oranda canlının yok olmasına neden
olan bu volkanik etkinlikler; kükürt dioksit gazı çıkışının artmasına, bu artış sonrasında asit
yağmurlarının meydan gelmesine, bu asit yağmurlarının da besin kaynaklarına çok büyük
zararlar vermesine yol açmıştır. Besin zinciri çöktüğü için canlılar hızla yok olmuşlardır.
Lavların kömür tabakalarına sızarak bu tabakalardan zehirli gazların çıkmasına nede nolması
da bu olayın tetikleyicilerinden biridir.
Bu konuda araştırmalar devam etmektedir. Son
teorilerden biri de karbonla beslenen ve metan salan mikropların da bu toplu yok oluşta büyük
bir katkıları olduğu ile ilgilidir.
Günümüzden 250 milyon yıl kadar önce tüm kıtaların birleşik durumda olduğu
Pangaea süper kıtasının kuzey ucunda yer alan, günümüzdeyse Rusya’nın kuzeydoğusunu
26
oluşturan Sibirya bölgesinde bulunan ve “Sibirya Trapları” diye adlandırılan basamak
görünümünde üst üste yığılmış bazalt tabakalarıyla kaplı bölge bu tplu yok oluşyun ana neden
gibi gözükmektedir. Buradaki bazalt tabakaları 2 Milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle
Batı Avrupa kadar ya da Türkiye’nin üç katı büyüklüğünde bir alanı kaplamaktadır.
Dünya tarihindeki en büyük volkanizma etkinliklerinden biri olan süreçte yerkürenin
derinliklerinden gelen magmanın sebep olduğu volkanizma, tüm bu bölgeyi bazaltla
kaplayacak kasar uzun sürmüştür. Filipinler’deki Luzon Adası’nda 1991 yılında patlayan ve
yakın tarihin en büyük volkanizma olaylarından biri sayılan Pinatubo Yanardağının sadece
12 kilometreküp lav püskürttüğü düşünüldüğünde bu olayın büyüklüğü daha da iyi
anlaşılacaktır.
Zirkon kristalleri içinde yapılan radyometrik yaş tayinleri Sibirya'daki bu volkanik
etkinliğin tam 2 milyon yıl sürdüğünü oraya koymuştur. İlk zamanlar bu kadar uzun süren bir
volkanik etkinliğin dünya üzerindeki yaşamın neredeyse tümüyle silinmesine yol açacak
olaylara neden olduğu bilinemiyordu.
Günümüzde Sibirya’daki bazalt örneklerinden ve Güney Çin’deki fosil içeren tortul
katmanlarından alınan aynı kristaller üzerinde çok daha duyarlı tekniklerle yapılan ölçümler,
toplu yok oluşun neden için yeterince kanıt sunmaktadır.
Araştırmacılar, okyanuslardaki karbon miktarındaki ani ve çok büyük artışın da
mikrobiyel kaynaklı olduğunu, başka bir mikroptan aldığı genle metan üretimi için çok büyük
miktarlarda karbonu işleme becerisi kazanarak okyanuslarda patlama ölçeklerinde çoğalan
Methanosarcina adlı metan (CH4) üreten bir canlının işi olduğunu öne sürüyorlar. Bu artış
toplu yok oluşun nedenlerinden biri olarak görülmeye başlanmıştır.
Ancak bu olayın gerçekleşmesi için mikrobiyolojik canlıların zengin bir gıdaya
(nikele) gereksinimleri vardır. Bu nikel gereksinimi de bu dönemde tam iki milyon yıl süren
volkanik aktiviteler sonucunda ortaya çıkmıştır. Nikel, mikroplarca metan üretimine büyük
bir katı sağlamıştır. Yani ikincil nedenler ne olursa olsun ana neden volkanik etkinliklerdir.
Diğer toplu yok oluşların aksine bu toplu yok oluşun daha kısa sürdüğüne dair kanıtlar
bulunmaktadır. Bu kısalık ani ölümler için volkanik etkinlikleri, daha mantıklı kılıyor. Uzun
27
süren volkanik etkinlikler sonucunda atmosfere en az 1.5 milyar ton
Kükürt Dioksit
yayılmıştır. Atmosferdeki pH ın 2 ye kadar düşmesi yağmurların asit olarak yağmasına,
bunun da kısa sürede toplu bir yok oluşa neden olabileceğini göstermektedir.
Son yıllarda giderek yaygın kabul görmeye başlayan bir açıklama da, manto
tabakasından yüzeye çıkan magmanın, yüzeye yakın kömür tabakalarına sızıp atmosfere
yoğun miktarlarda toksik gaz çıkmasına neden olan yeraltı yangınlarını başlatmasıdır
2.4. Trias-Jura Yokoluşu (Yaklaşık 200 milyon yıl önce )
Yaklaşık 200 milyon yıl önce meydana gelen bu toplu yok oluşa neden olan iki olay üzerinde
durulmaktadır. Birincisi Levha tektoniğidir. Süper kıta Pangea’nın parçalanmasıdır. Atlantik
okyanusunun açılması sürecinde magmadan gelerek okyanuslarda 11 milyon kilometrekarelik
bazalt lavlarının böyle bir toplu yok oluşa neden olacağı düşünülmektedir.
2.5 Kretase – Tersiyer Yokoluşu (65 Mİlyon Yıl önce )
Dünya tarihine belki en daramatik değil ama en çok bilinen bir afettir. Bunun nedeni
dinozorların öyküsünün günümüzde çok ilgi çekmesidir. Günümüzden 65 - 66 milyon yıl
önce meydana gelmiş olan bu toplu yok oluş, dünya üzerinde yaşayan türlerin yarısı ile
kuşlar dışındaki dinozorların neredeyse tümünün türlerinin yok olmasına neden olmuştur.
Bu olay için ik neden öne sürülmektedir. Birincisi çapı yaklaşık 20 kilometre olan bir
meteorun dünyaya çarpmasıdır. Bazı görüşler ise yine volkanizma üzerinde durmaktadırlar.
Ancak yapılan çalışmalar bu dönemde böyle bir meteorun dünyaya çarptığını kanıtlamıştır.
Volkanizma ise çarpışma sonrasında etkili olarak sürece yardımcı olan ikinci nedendir.
2.6. Altıncı Büyük Yok Oluş mu?
Yukarıda bahsedilen beş toplu yok oluş da birer gerçek doğa kaynaklı afettir ve bu
dönemlerde yaşayan canlıların bu olaya katkısı olmamıştır. Ancak son yüzyılda özellikle
sanayi devriminden sonra Dünya, insanın etkisiyle zarar görmeye başlamıştır Hızlı nüfus
artışı, aşırı bir fosil yakıt kullanımı, kentleşme gibi müdahaleler iklim değişikliklerine ve
sonrasında küresel ısınmaya yol açmıştır. Bu süreç ne yazık ki geri dönülmez bir hal almıştır.
Böyle giderse altıncı toplu yok oluşu insan ırkının yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
28
2.7. Toplu Yok Oluşlara Yol Açan Olaylar
Toplu yok oluşlar tek bir olayın sonucunda meydana gelmez. Ana bir neden vardır. Bu
ana nedenin etrafında ise bunu destekleyen bir veya birkaç ikincil nedenin olması lazımdır.
aşağıda birbirilerini tetikleyen bu nedenlere yer verilmiştir.
2.7.1.Volkanik Etkinlikler: Tüm toplu yok oluşların büyük bir çoğunluğunu
temelinde yer alan volkanik etkinlikler ya ana ya da ikincil nedendir. Uzun süreli yanardağ
etkinlikleri sırasında çıkan ve soğuyarak bazalt kayalarını oluşturan lavlar, yüzbinlerce, hatta
milyonlarca kilometrekarelik alanlara yayılabilmketidirler. Ayrıca yanardağlardan püsküren
toz ve küller atmosfere çıkıp Güneş ışınlarını perdeleyerek bitkilerin fotosentez yapmasını
önleyerek, yaşamın dayandığı gıda zincirinin çökmesine yol açmaktadır. Yine yanardağlardan
püsküren kükürt oksitleri asit yağmurlarına neden olarak aynı etkiye katkıda bulunurken,
yoğun karbondioksit çıkışları da küresel ısınmaya yol açmaktadır. Volkanların bu olumsuz
etkiler insan yaşamı boyunca da birçok olayın yaşanmasına neden olmuştur.
2.7.2. Deniz seviyelerinde düşüşler : Deniz seviyelerindeki çok küçük
düşmeler bile denizler yaşayan canlıların yaşamlarının olumsuz etkilenmesine yol
açabilmektedir.
Bu olay denizel yaşamın çok büyük bölümünü barındıran ve okyanus
tabanlarının en üretken bölümleri olan kıta sahanlıklarını küçülterek deniz canlılarının topluca
yok olmasına neden olduğu gibi, küresel hava sistemlerinde de büyük değişimleri tetikleyerek
karasal yaşamda da toplu yok oluşlara yol açmaktadır. .
2.7.3. Meteor Çarpmaları : Meteoritler aslında halk arasında kuyruklu yıldız olarak
bilinen cisimlerdir. Bir çok romana konu olmuş romantik görüntüler sunarlar ama bu romantik
olanları, atmosfere girerken sürtünme sonucunda yanarak yok olanlardır. Bunların sadece izleri
görülmektedir. Asıl sorun yaratan meteoritler atmosferden tamamen yok olmadan kurtulanlardır ki
bunları çaplarına göre düştükleri bölgelerde ciddi sorunlara yol açmışlardır. Gelecekte de açmaya
devam edeceklerdir. Günümüzde çapı 1.5 kilometre olan bir meteoridin dünyaya çarpması insan ve
canlı çeşitliliğinin dolayısıyla da insan nüfusunun ciddi bir şekilde azalmasına yol açacaktır. Aşağıda,
geçmişte yeryüzüne ulaşan meteoritlerden bazı örnekler verilmiştir.
Özellikle okyanuslara düşen meteoritler çok daha büyük zararlar verebilmektedirler.
Karbondioksit okyanus sularında erir ve ancak 50⁰C’nin altındaki sıcaklıklarda kararlı olan
29
bikarbonat radikal (─HCO3) biçiminde depolanır. Okyanusa düşen bir meteoridin yol açacağı
termal şokun,ü okyanus yüzey sularını bu kritik eşiğin üzerine ısıtmasıyla çok büyük
miktarlarda karbondioksit okyanuslardan fışkırarak dünyaya yayılabilir. Bu durum
sığ
bölgelerde hava soluyan canlıların yok olmasına yol açabilir.
2.7.4 Uzun Süreli Küresel Soğumalar:
Daha önce de söylediğimiz gibi
canlılar her türlü koşula uyum sağlayacak şekilde yaratılmıştır. Ancak bu koşullar uzun
sürdüğünde canlıların büyük bir kısmı buna direnemez ve ölür. Örneğin ılıman bir bölgede
yaşayan canlılar ani iklim değişikliğine hemen adapte olamazlar. Büyük bir kısmı ölür küçük
bir kısmı işse göç ederek yaşama tutunabilir..Değişen iklim koşulları
jeolojik süreçler
boyunca birçok kez Dünya’daki suyun büyük kısmını buzullar ve kar halinde hapsederek
yeryüzünü daha kurak ve soğuk bir hale getirir. Küresel soğumalar Ordovisyen sonu,
Permiyen-Trias geçişi ve Geç Devoniyen yok oluşlarında önemli rol oynamıştır.
2.7.5. Uzun Süreli Küresel Soğumalar: Dünya, günümüzde olduğu gibi
geçmişte de sık sık küresel ısınma problemiyle karşılaşmıştır. Bu küresel ısınmalar bazen
yarar da olmuştur. Örneğin günümüzde yaklaşık 750 milyon yıl önce bir buz evine dönen
dünya volkanlardan çıkan gazların oluşturduğu küresel ısınmayla tekrar eski haline
dönmüştür. Küresel ısınma soğumanın tam tersi bir etkiyle tropikal türlere yeni yaşam alanları
açarken ılıman bölgelerdeki türlerin ölümüne ya da kutuplara göç etmelerine, kutup türlerinin
ortadan kalkmasına yol açmıştır. Isınma dünya ikliminin daha nemli olmasına ve yağış
rejimlerinin değişmesine yol açar. Ayrıca deniz sularının oksijensizleşmesine de neden
olabilir.
2.7.6. Klatrat Bombası : Bir bileşiğin kafes halinde başka bir bileşiği sardığı
yapılara klatrat deniyor. Metanın (CH4) donmuş su kristallerine hapsolduğu metan klatratlar,
kıta sahanlığında yoğun miktarlarda bulunuyor. Hava sıcaklığındaki ani artışlar ya da
depremler nedeniyle üzerlerindeki basınçta ani düşmeler bu yapıların kararsızlaşmasıyla
metanın atmosfere çıkmasına yol açabilir. Metan, karbondioksitten çok daha etkili bir sera
gazı olduğundan, böyle bir çözülme hızlı bir küresel ısınmaya yol açabilir ya da zaten küresel
ısınma nedeniyle meydana gelmişse ısınmanın etkilerini büyük ölçüde artırabilir. Bilim
insanları özellikle Permiyen sonunda gerçekleşen ve dünyanın yaşadığı en büyük toplu yok
oluşta bu olayın çok büyük bir payı olduğunu düşünmektedir.
30
2.7.7.Okyanuslarda oksijen krizi: Okyanus sularının orta derinlikte hatta
yüzeye yakın katmanlarında oksijenin büyük ölçüde azalması ya da tümüyle kaybolması da
deniz canlılarının topluca yok olmalarına yol açan bir etken olarak kabul ediliyor.
Ordovisyen-silüryen, Geç Devoniyen, Permiyen-Trias ve Trias-Jura yok oluşlarında rolü
olduğu sanılıyor.
2.7.8. Denizlerden Hidrojen Sülfit Çıkışı: Permiyen-Trias yok oluşunda
küresel ısınmanın okyanuslarda fotosentez yapan planktonlarla derin sularda sülfatları
indirgeyen bakteriler arasındaki dengeyi bozduğu ve ortaya çıkan hidrojen sülfitin (H2S)
deniz ve karalarda yaşayan canlıları zehirlediği, ayrıca ozon tabakasına büyük zarar vererek
hayatta kalabilen canlıları da Güneş’ten gelen zararlı morötesi ışınların etkilerine maruz
bıraktığı yolunda tezler var.
2.7.9. Okyanus Çalkalanmaları: Okyanuslarda “termo-halin dolaşımı denen”
bir süreç, görece sıcak yüzey sularını büyük akıntılarla dünya yüzeyinde dolaştırarak iklim
rejimleri üzerinde etki yapar. Çeşitli nedenlerle bu döngünün bozulmasıyla, buharlaşma
nedeniyle daha tuzlu (ve ağır) olan yüzey suları derine dalıp derinlerdeki oksijensiz suları
yüzeye çıkarıp yüzeyde ve orta derinliklerde oksijen soluyan canlıların ölümüne yol açar. Bu
çalkalanma buzul çağlarının başında ve sonunda ortaya çıkar. Buzul çağının başında ortaya
çıkması daha tehlikelidir; çünkü önceki sıcak dönem okyanuslardaki oksijensiz suların
hacmini yükseltmiş olur. Okyanus çalkalanmasının geç Devonyen ve Permiyen-Trias yok
oluşlarında rol oynadığı düşünülüyor.
2.7.10. Yakınlarda Gama Işın Patlamaları ve Süpernovalar: Gama ışın
patlamaları, evrende meydana gelen en şiddetli olaylar. Güneşten çok daha büyük kütleli bir
yıldızın kısa ömrü sonunda çökerek bir karadeliğe dönüşmesi sonucu ortaya çıkıyorlar. Çöken
yıldızın iki kutbundan fışkıran, ışık hızına yakın parçacık fıskiyelerinden biri Dünya yönünde
konumlanmışsa bu patlamalar gözlem uydularımızca algılanabiliyor. Bir gama ışın
patlamasının Dünya’nın 6000 ışık yılı yakınında meydana gelmesi, Dünyamızı çevreleyen
ozon tabakasını yok ederek yeryüzündeki canlıları Güneş’in morötesi ışınlarının tahribatına
maruz bırakır. Süpernova Patlamaları da Güneş’ten yaklaşık sekiz kat daha kütleli yıldızların
merkezlerinin çökmesi ve bir nötron yıldızına ya da karadeliğe dönüşmesiyle meydana
geliyor. Oluşan şok dalgası, yıldızın dış katmanlarını uzaya savuruyor. Dünya’ya 30 ışık
31
yılından daha yakında meydana gelecek bir süpernovadan kaynaklanan gama ışınları, ozon
tabakasının yarısını yok etmeye yeter.
2.7.11. Levha Tektoniği: Yer yuvarında depremlerin yoğun olarak yaşandığı
bölgelere bakıldığında, bazı bölgelerde deprem sayısı oldukça fazla iken, bazı bölgelerde ise
hiç deprem olmadığı görülmektedir. Depremler, okyanusal bölgelerde oldukça dar, kıtasal
bölgelerde ise geniş zonlar içinde oluşmaktadır. Okyanus ortalarında sığ, okyanusal çukurlar
civarında çok derin, kıtalarda ise değişik derinliklerde olan depremlerin bu özellikleri
rastlantısal olmayıp levha tektoniği ile açıklanan jeolojik olaylarla ilişkilidir.
Levha tektoniği kavramı 20. yüzyılın ikinci yarısında elde edilen jeofiziksel veriler
(depremler, manyetizma ve ısı akısı değerleri vb.) ışığında ortaya çıkmaya başlamış ve çok
kısa bir süre içinde de yer bilimcileri en çok meşgul eden konu hâline gelmiştir. Levha
tektoniği kuramına göre litosfer olarak adlandırılan yer yuvarının dış kısmı
levhalara
bölünmüştür.
Yer içindeki ısı kaynağı nedeniyle manto içinde oluşan termal konveksiyon
akımları, yüzeyde bulunan levhaların hareketinin temel nedenidir. Isınarak yükselen üst
manto malzemesi yükseldikçe soğur ve doğal olarak tekrar iç kısımlara doğru yönelir. Bu
konveksiyon hareketi, birçok konveksiyon hücresi içinde gelişir. Ancak, levhaların hareketini
sağlayan bu olay daha karmaşıktır ve litosferi etkileyen çesitli kuvvetlerin kontrolünde
meydana gelir. Levha tektoniğinin temeli, Alman jeofizikçi Alfred Wegener (Alfred Vegener)
tarafından ortaya atılan kıt’aların kayması teorisidir
Yer bilimciler, 18. yüzyıldan günümüze kadar geçen sürede bazı kıtaların kıyılarının
birbirlerine çok benzediğini ve bunun bir rastlantı olamayacağını belirtmişlerdir. En büyük
benzerlik Kuzey Amerika ile Avrupa ve Güney Amerika ile Afrika kıyıları arasında
görülmekteydi. Bu benzerliklerden yola çıkılarak bu kıtaların bir zamanlar birleşik oldukları
ve daha sonra ayrıldıkları öne sürülmüştür.
32
Levhaların hareketi kıtaların konumlarını çeşitli yollardan toplu yok oluşlara yol
açabilen biçimlere getirebilmektedir. Örneğin buzul çağlarını başlatıp ya da sona erdirebilir
veya okyanus akıntılarını ve rüzgâr rejimlerini değiştirerek iklim değişimlerine yol açabilir.
Kıtalar bir süper kıta halinde bir araya geldiklerinde, yaşamca zengin kıta sahanlığının toplam
alanı daralıyor. İç bölgeler de kuraklaşıyor ve büyük mevsimsel değişimlerin etkisine giriyor.
Toplu yok oluşların ardından yaşamın yeniden filizlenip çeşitlenmesi beş on milyon yıl,
büyük yok oluşların ardındansa 30 milyon yıl alabilmektedir.
Şekil 2.1. levha Tektoniğine yol açan konveksiyon akımları ve Okyanus tabanının açılması
33
3. DEPREMLER
34
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu Bölümde depremleri oluşturan ana mekanizma olan levha tektoniği
kuramından yola çıkarak Dünyada oluşan depremlerin hangi bölgelerde meydana
gelebileceğini öğreneceğiz.
35
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
•
Fay nedir
•
Deprem Nedir
•
Deprem Kuşağı nedir
•
Depremin Büyüklüğü Ne Anlama Gelir
•
Depremin şiddeti ne anlama gelir ?
•
Depremlerle levha tektoniği arasında nasıl bir ilişki vardır.
36
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Depremin tanımı ve oluşum Depremin oluşum
mekanizması
mekanizması hakkında bilgi
sahibi olmak
Depremler hakkında
internetten ve kaynaklardan
araştırma, ders notları ,
Sunum ve videolar
Levha Tektoniği
Kıtaların haraketine yol açan
lavha taktoniği kuramı
hakkında bilgi sahib iolmak
Depremler hakkında
araştırma, ders notlarıi
Sununlar, videolar
Levha tektoniği ile
depremler arasındaki ilişki
Depremler ve Levha
takoniği arasındaki ilişkiyi
öğrenmek
Levha tektoniği hakkında
araştırma, ders notları,
sununlar ve videolar.
37
Anahtar Kavramlar
•
Deprem
•
Fay
•
Magnitüd
•
Şiddet
•
Levha tektoniği
38
3.1. Depremin Oluşum Mekanizması, Büyüklüğü ve Şiddeti
3.1.1.Depremin Oluşumu : Depremler önce hafif bir sarsıntı ile başlar ve yer
içinden gelen çok şiddetli gürültülerle birlikte sarsıntı şiddetlenir. 10 - 45 saniye gibi kısa bir
süre içinde sarsıntılar en üst düzeye çıkar, sonra da yavaşlayarak durur. Bu sarsıntı sırasında
arazinin şekli değişebilir, evler yıkılabilir ve insanlar hayatlarını kaybedebilirler.
Depremler oluştukları zaman katı olan litosfer parçasını belli aralıklarla kırarak enerji
boşalmalarına neden olurlar. Bu enerji boşalımları yüzeye deprem dalgası olarak ulaşmakta ve
şiddetine karşı koyamayacak karakterde olan tüm yapıları yerle bir edebilmektedir. Yer
yuvarında depremlerin büyük bir çoğunluğu
tektonik ve
volkanik nedenlerle meydana
gelmektedir. Bu tür depremlere tektonik depremler ve volkanik depremler adı
verilmektedir.
Depremlerin, küçük bir kısmının oluşumu da yer kabuğunda meydana gelen büyük
çaplı çökmelere bağlanmaktadır. Bu tür depremler çöküntü depremleri olarak anılmaktadır.
Yer yuvarındaki deprem bölgeleri incelendiğinde, bunların belli bölgelerde yer aldığı görülür .
İşte bu yerler, aktif levha tektoniği hareketlerinin olduğu yerlerdir. Belli bölgelerde biriken
elâstik deformasyon (şekil değiştirme) enerjisinin, yer kabuğunu meydana getiren
kayaçların kırılma dayanımlarını yenmesi sonucunda ortaya çıkan anî kırılma veya yırtılma
hareketi ile depremler meydana gelmektedir.
Yani faylanma meydana gelmeden önce kayaç kütlesi içinde elâstik deformasyon
enerjisi adı altında bir enerji birikmektedir. Kırılma hattının çevresinde toplanan elâstik
deformasyon enerjisi, kayacın direncini yendiği takdirde kırılma meydana gelmekte ve biriken
enerji deprem dalgası olarak açığa çıkmaktadır. Yer yuvarı üzerinde neden deprem oluyor ?
Bu enerjinin birikmesine neden olan ve depreme yol açan mekanizma nedir ? Bu soruların
yanıtını bulmaya çalışalım:
Yer yuvarında
harekete
neden olan olay, magmanın okyanusal kabuk içinde
bulabildiği bir çatlaktan yükselerek okyanus tabanına yayılması ile başlar. Yükselmenin
nedeni magma içinde meydana gelen konveksiyon akımlarıdır. Okyanus tabanına çıkan bazalt
39
bileşimli malzeme, yukarıya doğru yükselmeyi sağlayan
yarığın her iki yanına eşit olarak
yayılır. Deniz suyu ile temas ettiği için hızla soğuyarak kristalleşmeye başlar. Bu arada
magmadan yukarı doğru yeni malzeme gelişi devam etmektedir.
Yeni gelen malzeme, okyanus tabanına yayılmak için burada yerleşmiş olan eski
malzemeyi iterek onun yerini almaya çalışacaktır. Bu itme sonucunda da yukarı çıktığı yarığı
genişletecektir. Bu olaya deniz tabanı yayılması adı verilmektedir. Yayılma hızı yıllık
ortalama 6 cm civarındadır. Bu hareket milyonlarca yıl sürekli olarak tekrar edeceği için
başlangıçta küçük olan yarık yüzlerce kilometre genişliğinde bir açılma havzasına
dönüşecektir.
Açılma
hareketi yer yuvarının katı kısımıolan litosferin hareket etmesine neden
olmaktadır. Bu hareketler de yer yuvarı yüzeyinde kırılmalar şeklinde kendini gösterecektir.
İşte çok basit olarak bu kırılmalar yer yuvarında meydana gelen depremlerin büyük bir
çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu bölgelerde, yani açılma zonlarında
görülen depremler
büyük depremler değildir.
Yakınsak levha sınırlarında, jeolojik olarak yer kabuğunun şekillenmesi ve deprem
oluşumu açısından önemli olaylar meydana gelmektedir. Bu bölgelerde meydana gelen
depremlere tektonik depremler denir. Buralarda ya bir okyanusal kabuk bir kıt’asal kabuğun
altına, ya da bir okyanusal kabuk bir okyanusal kabuğun altına dalar. Bir kıt’asal kabuk başka
bir kıt’asal kabukla çarpışarak sıradağları oluşturabilir. Tektonik depremler bu bölgelerde
oldukça geniş yayılım gösterir.
Tektonik depremleri oluşturan kırıklara diri veya aktif fay adı verilir. Aynı bölgelerde
bulunan aktivitesini kaybetmiş faylara ölü fay denir. Bu faylar doğrudan depreme yol
açmazlar ama çok şiddetli bir deprem sonrasında da harekete geçerek yeni depremlere neden
olabilirler.
40
Şekil 3.1. Dünya deprem kuşakları haritası (Kırmızı noktalar depremlerin oluştuğu yerleri
göstermektedir)
Odak derinliği 0 - 60 km arasında değişen depremlere sığ odaklı depremler, odak
derinliği 60-300 km arasında değişen depremlere orta odaklı depremler ve odak derinliği
300 - 700 km arasında olan depremlere de derin odaklı depremler adı verilir. Odak derinliği
ne kadar sığ ise depremin vereceği zarar da o kadar fazladır.
Yitim zonlarında daha çok sığ odaklı depremler meydana gelmektedir. Bu zonlarda
depremler, karşılaşan iki levhanın birbirleri üzerinde yapmış oldukları baskı sonucunda
oluşur. Bu nedenle dünya deprem kuşakları haritasına bakıldığında yoğun deprem
kuşaklarının dalma-batma zonlarının etrafında odaklanmış olduğu görülecektir (Şekil 3.1).
Volkanizmanın egemen olduğu bazı bölgelerde volkanik hareketlere bağlı olarak
oluşan depremlere volkanik depremler adı verilir. Volkanizmanın yol açtığı sarsıntıların
mekanizması çok karışıktır. Ama ortaya çıkan patlamalar düşük magnitüdlü depremlere yol
açarlar ve bunların büyük bir çoğunluğunun yıkıcı etkisi yoktur.
Yer altında bulunan tuz, jips, anhidrit gibi suda kolay çözünen minerallerin eriyerek
meydana getirdiği boşlukların çökmesiyle meydana gelen depremlere çöküntü depremleri
41
denir. Bunlar yeterli enerji birikimi olmadığı için çok hasar vermezler. Bu depremler yer
yuvarı üzerinde çok yaygın olarak oluşmazlar. Etkileri de volkanik depremler gibi sadece belli
bir alan içinde kalır.
Ana depremlerden sonra meydana gelen irili ufaklı depremlere artçı deprem veya
artçı şok adı verilir. Her büyük depremin artçı şoku vardır. Ama büyük depremlerin öncü
şoku yoktur. Depremi önceden bilmek, günümüz teknolojisiyle mümkün değildir. Aletsel
olarak depremi önceden belirleyecek bir alet yapılamamıştır. Çünkü depremlerin
mekanizmaları çok karmaşıktır ve bu mekanizmayı çözmek çok zordur.
Bu nedenle herhangi bir yerde meydana gelen bir depremi daha büyük bir depremin
öncü şoku diye tanımlamak yanlıştır. Her depremin artçı şoku vardır. Ama bir bölgede arka
arkaya meydana gelen depremler daha büyük bir depremin öncüsü olamaz. Çünkü öncü
deprem kavramı doğru bir kavram değildir.
3.1.2.Deprem Dalgaları: Depremin, yapılara ve yeryüzüne zarar vermesinin
nedeni deprem sonrasında boşalan enerjinin dalgalar şeklinde yayılmasıdır. Bu dalgalara
deprem dalgaları adı verilir (Şekil 3.2). Deprem dalgaları cisim dalgaları ve yüzey dalgaları
diye ikiye ayrılır. Cisim dalgaları P ve S dalgaları, yüzey dalgaları da Rayleigh (Rayleg) ve
Love (Lov) dalgaları olmak üzere iki türdür:
P Dalgaları : Bunlar, boyuna yayılan dalgalardır. Deprem dalgaları içinde en hızlı
olanı P dalgaları olduğu için kayıt istasyonlarına ilk ulaşan dalgalar bu dalgalardır. Hızları
saniyede 7-8 km arasında değişir. P dalgalarına primer yani birincil dalgalar da denir. Bu
dalgaların tahrip edici gücü fazla değildir. Sadece bir deprem olduğunu haber verir.
S Dalgaları : Bunlara sekonder yani ikincil dalgalar da denir. Hızları P dalgalarına
göre daha yavaştır. Yer kabuğu içindeki yayılma hızları saniyede 3,5-4 km arasında değişir.
Bunlar enine dalgalar olduğu için P dalgalarından farklı olarak yıkıcı özelliklere sahiptir.
Rayleigh Dalgaları :Yüzey dalgaları olup hızları S dalgalarına göre daha azdır.
Sismograf üzerinde en şiddetli hareketleri bu dalgalar gösterir. Diğer dalgalar arasında en
tahrip edici özelliğe sahip dalgalardır.
42
Love Dalgaları : Bu dalgalar da
yüzey dalgalarıdır. Love dalgalarının etkileri
derinlere inildikçe azalmaktadır. Bu nedenle derin odaklı depremlerde,
sismograflar bu
dalgaları kaydetmezler.
Şekil 3.2. Deprem Dalgaları
Çizelge 3.1. Mercalli şiddet ölçeği
Şiddet
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
Verdiği zarar
Sadece sismograflar kaydeder. Çok küçük sarsıntılardır. İvme < 10mm/sn2
Biraz daha güçlüdür. Ancak hissedilemez. İvme > 10 mm/sn2
Üst katlarda oturanlar tarafından hissedilir. Asılı eşyalar sallanır. İvme > 25mm/sn2
Evlerde çatırdamalar olur. Sarsıntı şiddetli bir şekilde hissedilir. İvme> 50 mm/sn2
Sarsıntının şiddeti artar. Kapı pencereler kendiliğinden açılır kapanır. Zayıf
binalarda hasar görülür. Sularda dalgalanmalar olabilir. İvme > 100 mm /sn 2
Sarsıntı artık iyice şiddetlenir. Zayıf binalarda yıkılmalar görülebilir. Heyelânlar
başlar. Yer altı su seviyesinde değişmeler olur. İvme > 250 mm/sn2
İnsanlar ayakta durmakta ve hareket etmekte zorlanırlar. Bazı su kaynakları kurur
veya yeni su kaynakları oluşur. İvme >500mm/sn2
Artık, depremin etkisi yıkıcı hâle gelmeye başlamıştır. Yeryüzünde küçük çatlaklar
meydana gelir. Topografyada değişiklikler olur. Dik yamaçlarda heyelânlar
görülür. İvme> 1000mm/sn2
Barajlarda hasarlar oluşur, demir yolları bükülür, heyelânlar görülür. Asfalt
kabarır. İvme > 2500mm/sn2
Baraj, köprü, viyadük gibi yapılarda büyük tahribatlar olur. İvme > 5000mm/sn2
Kara ve demir yollarında büyük tahribatlar oluşur. Yeryüzünde derin çatlaklar
meydana gelir Yanal ve düşey atımlar görülür. Heyelânlar, kum püskürmeleri
oldukça yaygın olarak gözlenir. İvme > 7500 mm/sn2
Binalar çok büyük hasar görür. Topoğrafyada çok büyük değişiklikler meydana
gelir. Teorik olarak deprem dalgalarının insanlar tarafından görüldüğü kabul
edilir. İvme >9800mm/sn2
43
Çizelge 3.2. Dünyada yıllık ortalama deprem sayısı
Magnitüd Büyüklük)
Verdiği zarar
Yılllık ortalama deprem sayısı
>2.5
Hissedilmez
900.000
2.5.-5.4
Çok küçük hasar
30.000
5.5-6.0
Hafif hasar
500
6.1 –6.9
Büyük hasar
100
7.0-7.9
Çok büyük hasar
20
<8.0
Yerleşim yerleri yok 10 yılda bir kez
olur
3.1.3. Depremin Şiddeti : Depremlerde yırtılmanın başladığı yere deprem odağı
adı verilir. Yani deprem dalgaları yırtılmanın başladığı yerden itibaren yayılmaya başlar.
Depremin en şiddetli olarak hissedildiği yer burasıdır.
Bir depremin şiddeti, yapılarda
oluşturduğu hasar ve yeryüzünde meydana getirdiği değişiklikle doğru orantılıdır. Deprem
odağından uzaklaştıkça depremin şiddeti azalır. Yani deprem, odak noktasında çok şiddetli
hissedilir. Bir depremin şiddeti canlılar, doğal çevre ve yapılar üzerinde yapmış olduğu
etkidir. Bu etkiler bölgenin tektonik yapısına, zemin özelliklerine, açığa çıkan enerjinin
büyüklüğüne, depremin odak derinliğine, deprem odağına olan uzaklığa ve yapıların
dayanımına bağlıdır. Deprem şiddetini belirlemek için Mercalli (Merkalli) deprem şiddet
çizelgesi kullanılmaktadır (Çizelge 3.1).
3.1.4. Depremin Aletsel Büyüklüğü (Magnitüd): Depremin büyüklüğü
Richter (Rihter) ölçeğine göre aletsel olarak
hesaplanmış büyüklüktür. Büyüklük 1- 9
arasında değişir. Depremin büyüklüğü deprem odağında açığa çıkan enerjinin aletsel bir
ölçüsü olarak tanımlanabilir
44
Tabakaların ilk konumları olan yatay durumlarından farklı bir yapı kazanmaları
olayına tektonik deformasyon adı verilir (Şekil 3.3). Tektonik deformasyon kısaca yapı ve
şekil değişikliği anlamına gelir. Tektonik kuvvetlerin büyük çaplı olanları dağların oluşumuna
neden olur.
Şekil 3.3. Sıkışma ve gerilme sonucunda tabakalarda meydana gelen deformasyonlara.
Sıkışma sonucu ortaya çıkan kıvrımlanma, b. Gerilme sonucu ortaya çıkan kırılma
Yer kabuğu sürekli hareket hâlindedir. Yer kabuğunun değişik parçaları yatay ve dikey
olarak yer değiştirebilirler. İşte bu yer değiştirme sırasında zıt yönlerde basınçların meydana
getirdiği kuvvete gerilme denir. Yer kabuğu içinde meydana gelen değişik yönlü basınçlar ve
gerilmeler, tektonik deformasyonların oluşmasına yol açar. Enerji birikimi sonucunda ortaya
çıkan gerilmelerin nedeni yer yuvarının hareketli oluşu ve yer yuvarını oluşturan kayaçların
basınca karşı koymalarıdır.
Bu enerji birikimleri ve gerilmeler yüzünden yer kabuğu kırılıp parçalanarak
depremlere yol açar ve yanardağlar püskürerek binlerce insanın canına ve malına zarar verir.
Yıllardır yapılan gözlemler ve incelemeler yer kabuğunun her kesiminin sürekli bir hareket
içinde olduğunu kanıtlamaktadır. Sürekli gelişen tektonik deformasyonlar yer yuvarının
bugünkü şeklini almasına neden olmuştur. Hâlen etkinliğini sürdüren bu deformasyonlar
gelecekte de devam edecektir. Örneğin 17 Ağustos 1999 Marmara ve 12 Kasım 1999 Düzce
depremleri, büyük tektonik deformasyonlara neden olmuştur.
45
Kayalar üzerinde gelişen tüm bu deformasyonlar aslında yeryuvarının durağan değil hareketli
olduğunun en büyük göstergesi. Bu nedenle depremin oluşum mekanizmasını iyi
anlayabilmek için öncelikle Levha tektoniği Kuramının iyi bilinmesi gerekiyor.
Şekil 3.4. Deprem dalgalarının odaktan itibaren yayılmaları
46
3.2. Levha Tektoniği Kuramı
3.2.1. Levhaların Yapısı ve Bileşimi : Yer yuvarının katı olan dış kısmını
oluşturan ve kalınlığı 5–100 km arasında değişen litosfer (taş küre), levha (plâka) adı verilen
büyük ve küçük birçok parçadan meydana gelmiştir. Bu levhalar, üst mantonun daha akıcı ve
yumuşak katmanı olan astenosfer üzerinde hareket hâlindedir (Şekil 3.1). Yer yuvarı üzerinde
toplam 12 adet büyük ve küçük levha bulunmaktadır. Bunlar: Kuzey Amerika, Avrasya,
Karayipler, Afrika, Arabistan, Filipinler, Pasifik, Kokos, Güney Amerika, AvustralyaHindistan, Nazka ve Antarktika levhalarıdır.
Bazı levhalar kıtalarla aynı adı taşımaktadır. Oysa kıt’aların sınırlarıyla levhaların
sınırları çakışmamaktadır. Çünkü kıtalar, kendilerinden daha büyük olan levhaların üzerinde
bulunur. Bulunuş durumları aysberglerinkine benzemektedir. Aysberglerin suyun üzerinde
kalan küçük kısımları kıtalara, su altında kalan daha büyük kısımları da levhalara
benzetilebilir. Levhaların birbirine göre farklı yönlerde ve mesafelerde hareket etmesi, yer
yuvarında meydana gelen depremlerin en önemli nedenlerinden biridir. Çünkü aktif kenar
dediğimiz bu sınırlarda, levhalar birbirleriyle çarpışmakta veya biri diğerinin altına
dalmaktadır. Bu nedenle, levha sınırlarına yakın olan bölgelerde yıkıcı depremler meydana
gelmekte, levhaların iç kesimlerinde yani daha pasif
bölgelerde ise önemli depremler
olmamaktadır.
Levhalar, yer yuvarının üst kısmını oluşturan yer kabuğu parçalarıdır. Yer kabuğunun
üst kesiminde ise kıtasal ve okyanusal kabuklar yer alır. Kıtasal kabuk içinde granit,
okyanusal kabukta
ise
bazalt türü kayaçlar yaygındır. Okyanusal kabuğun yoğunluğu,
kıt’asal kabuğa oranla daha fazladır. Bunun nedeni okyanusal kabuğun demir (Fe) ve
magnezyum (Mg) gibi elementlerce zengin olmasıdır. Granit bileşimli kıt’asal kabukta ise
silisyum (Si), potasyum (K), sodyum (Na) ve alüminyum (Al) gibi elementler egemendir.
Levha Tektoniği Kavramı: Yer yuvarında depremlerin yoğun olarak yaşandığı
bölgelere bakıldığında, bazı bölgelerde deprem sayısı oldukça fazla iken, bazı bölgelerde ise
hiç deprem olmadığı görülmektedir. Depremler, okyanusal bölgelerde oldukça dar, kıtasal
bölgelerde ise geniş zonlar içinde oluşmaktadır. Okyanus ortalarında sığ, okyanusal çukurlar
civarında çok derin, kıtalarda ise değişik derinliklerde olan depremlerin bu özellikleri
rastlantısal olmayıp levha tektoniği ile açıklanan jeolojik olaylarla ilişkilidir.
47
Levha tektoniği kavramı 20. yüzyılın ikinci yarısında elde edilen jeofiziksel veriler
(depremler, manyetizma ve ısı akısı değerleri vb.) ışığında ortaya çıkmaya başlamış ve çok
kısa bir süre içinde de yer bilimcileri en çok meşgul eden konu hâline gelmiştir. Levha
tektoniği kuramına göre litosfer olarak adlandırılan yer yuvarının dış kısmı
levhalara
bölünmüştür. Yer içindeki ısı kaynağı nedeniyle manto içinde oluşan termal konveksiyon
akımları, yüzeyde bulunan levhaların hareketinin temel nedenidir. Isınarak yükselen üst
manto malzemesi yükseldikçe soğur ve doğal olarak tekrar iç kısımlara doğru yönelir. Bu
konveksiyon hareketi, birçok konveksiyon hücresi içinde gelişir (Şekil 3.2). Ancak, levhaların
hareketini sağlayan bu olay daha karmaşıktır ve litosferi etkileyen çesitli kuvvetlerin
kontrolünde meydana gelir. Levha tektoniğinin temeli, Alman jeofizikçi Alfred Wegener
(Alfred Vegener) tarafından ortaya atılan kıt’aların kayması teorisidir
Kıt’aların Kayması Teorisi: Yer bilimciler, 18. yüzyıldan günümüze kadar geçen
sürede bazı kıt’aların kıyılarının birbirlerine çok benzediğini ve bunun bir rastlantı
olamayacağını belirtmişlerdir. En büyük benzerlik Kuzey Amerika ile Avrupa ve Güney
Amerika ile Afrika kıyıları arasında görülmekteydi. Bu benzerliklerden yola çıkılarak bu
kıt’aların bir zamanlar birleşik oldukları ve daha sonra ayrıldıkları öne sürülmüştür.
48
Şekil 3. 5 Yer yuvarının iç yapısını gösteren enine kesit
Kıtaların kayması ile ilgili ilk gerçek bilimsel yaklaşımlar, Wegener tarafından ortaya
atılmıştır. Wegener, kıtaları ayıran olayın bir açılma olduğunu, bu açılmanın 100-200 milyon
yıl önce başladığını ve günümüzde de devam ettiğini belirtmiştir. Daha sonra, 1915 yılında
yayımladığı
Kıtaların ve Okyanusların Kökeni adlı kitabında, iklimlerin jeolojik zaman
içinde değişim gösterdiğini ve bu olayların da kıtaların kayması ile açıklanabileceğini ileri
sürmüştür. Araştırmacıya göre günümüzde tropikal iklimin hâkim olduğu bölgeler 300 milyon
yıl önce buzullarla kaplıydı. Diğer taraftan buzullar altında bulunan Grönland’da ise o
dönemde tipik bir tropikal iklim egemendi.
49
Sonuç olarak o dönemlerde, kıt’aların tek bir parça hâlinde olması gerektiğini öne süren
Wegener, bu süper kıtaya tüm yer anlamına gelen Pangea (Panjea) adını vermiştir. Daha
sonraki yıllarda yapılan çalışmalarla, Pangea’nın jeolojik zaman içinde biri kuzeyde, diğeri
ise güneyde olmak üzere iki kıtaya ayrıldığı ve bu iki kıta arasında da Tetis okyanusu olarak
adlandırılan kıtalar arası bir okyanusun geliştiği belirlenmiştir. Kuzey kıt’ası Grönland,
Avrupa ve Asya'yı içine alan Laurasia (Lavrasya), güney kıtası ise Güney Amerika,
Antarktika, Afrika, Madagaskar, Hindistan ve Avustralya'yı içine alan Gondwana
(Gonduvana)’dır. O dönemdeki kıtalar ile aralarındaki Tetis okyanusu ise tüm okyanuslar
anlamına gelen ve Panthalassa (Pantelasa) olarak adlandırılan dev bir okyanus tarafından
çevrilmiş durumdaydı.
Şekil 3.6 Konveksiyon akımları ve neden olduğu okyanus tabanı açılması
Günümüzde
yapılan çalışmalar, aslında kıt’aların kaymadığını, kıt’aların altında
bulunan ve adına levha denilen büyük blokların kaydığını ortaya koymuştur.Levhaların
hareketi, doğal olarak üzerinde bulunan kıt’aların da hareket etmesine neden olacaktır.
Kıt’aların hareket etmesine neden olan güç ise yer yuvarının iç kesimlerinde bulunan
enerjidir.
50
3.3. Levha Sınırları
Levha sınırları boyunca üç türlü hareket meydana gelir: Levhalar ya birbirinden
uzaklaşırlar (ıraksak veya diverjan levha sınırı), ya birbirlerine yaklaşırlar (yakınsak veya
konverjan levha sınırı) veya levha hareketi yönünde kayarlar (transform faylı sınır) (Şekil
3.6).
3.3.1.
Iraksak Levha Sınırları : 1940 ve daha sonraki yıllarda yapılan
çalışmalar, okyanus tabanlarında üç tür topoğrafik yapı olduğunu ortaya koymuştur. Bunlar;
ortalama 3 km yüksekliğe sahip okyanus ortası sırtlar, bu sırtları birbirine göre ötelemiş
olan transform faylar ve ada yayları ile bazı kıt’a kıyılarına paralel olan hendeklerdir.
Sırtlar üzerinde sığ odaklı depremler oluşmakta ve aktif volkanizma görülmektedir. Isı akısı,
sırtın her iki yanında önce hızlı sonra da yavaş azalma göstermektedir. Hendeklerde, sırtların
aksine kalın tortullar ve çok düşük ısı akısı görülmektedir. Bu kesimlerde, deprem odak
derinlikleri 700 km’ye kadar inmektedir.
Iraksak levhalar, okyanus ortası sırtlarda görülen ve yeni okyanusal kabuğun sürekli
oluştuğu levha sınırlarıdır. Buralarda kabuk kalınlığı oldukça incedir. Yüksek ısı akısı
değerlerinin görülmesine neden olan alttan gelen sıcak ve akışkan manto malzemesi, yüzeye
çıkarak sırtın her iki tarafına simetrik olarak yayılır.
Sırt parçalarının genişliği en fazla 20 km kadardır ve yayılım hızı 1-9 cm/yıl
arasındadır. Sırtın iki tarafında sırttan eşit uzaklıktaki iki noktanın yaşları, dolayısıyla
manyetik kutuplanmaları aynıdır. Birbirinden ayrı iki sırt arasında ötelenme denilen bir tür
itme hareketi görülmektedir. Bu ötelenme, yanal atımlı faylanma (transform fay) aracılığı ile
ortaya çıkar. Orta Atlantik sırtı ve Pasifik sırtı uzaklaşan levha sınırlarıdır. İşte okyanus
ortasında meydana gelen bu yayılma, levha tektoniğinin başlamasına neden olmaktadır.
51
Şekil 3.7 Levha sınırlarının şematik sunumu
Litosferin astenosfer üzerine yapmış olduğu basınç nedeniyle, bulabildiği çatlaklardan
yeryüzüne ulaşmaya çalışan magma, yer yüzeyine okyanusal kabuktan çıkmaktadır.
Magmanın, kalınlığı 25-70 km olan kıt’asal kabuğu delip yüzeye çıkması oldukça zordur.
Oysa kalınlığı 5-10 km arasında olan okyanusal kabuk magmanın yükselmesi için daha
uygundur. İşte magma, okyanusal kabuk içindeki kırık ve çatlaklardan yükselerek yukarı
çıkmakta ve okyanus tabanına yayılmaktadır. Deniz suyu ile temasa geçerek soğuyan magma
katılaşır. Böylece okyanusal kabuğa yeni eklenmeler olur. Eklenme oldukça yavaş bir hızda
olduğu için yeni çıkan magma, yayılma merkezi ve yakın çevresinde bir yayılma ve birikme
meydana getirir. Bu birikme zamanla sırtlar şeklinde ortaya çıkar. Bu sırtlara okyanus ortası
sırtlar adı verilmektedir.
Malzeme çıkışı devam ettiği için magmadan yukarı çıkan malzemenin de okyanus
tabanında yerleşeceği bir alan bulması gerekecektir. Oysa daha önce okyanus tabanına yayılan
malzeme tüm alanları doldurmuştur. Yukarı çıkmaya çalışan magmatik malzeme, yerleşeceği
yeni alanlar bulmak için içinden çıktığı çatlağı her iki tarafa doğru eşit olarak itmeye başlar.
Milyonlarca yıl devam eden bu jeolojik süreç sonunda magma çıkışının olduğu bu bölgede
açılma başlar. Bu açılan bölgeye rift adı verilmektedir. Bu açılma zonuna ise aşağıdan gelen
magmanın oluşturduğu genç bir kabuk yerleşir (Şekil 3.7).
Oluşan bu kabuk jeolojik olarak en genç kabuktur. En uzaktaki kabuk ise en yaşlıdır.
Bu durum, yapılan jeokimyasal ve jeokronolojik çalışmalarla saptanmıştır. Okyanus ortası
sırtlar üzerinde tespit edilen ve manyetik anomali denilen
şeritler hâlinde dizilirler ve
farklılıklar birbirine paralel
yayılma merkezine az çok simetrik olarak sıralanırlar. Bu
manyetik şeritleri oluşturan lâv kütleleri merkezden kenara doğru daha yaşlıdır. Bu durum
deniz tabanı yayılmasını gösteren en belirgin delildir.
52
İki levhanın birbirlerine yaklaşarak çarpıştıkları levha sınırlarıdır. Deniz tabanı yayılması
sonucunda itilen levhalar başka levhalarla çarpışmaktadır.
Şekil 3.8 Iraksak levha sınırı oluşumu
a. Magmanın yükselmesi ve kabuğun parçalanması
b. Rift zonu oluşumu
c. Yayılımın genişlemesi
ç. Geniş bir okyanuslaşma ve okyanus ortası sırtının ortaya çıkışı
Böylece yer yuvarının herhangi bir yerinde başlayan açılma, jeolojik sürecin son
aşamasında çarpışmayla karşılanmaktadır. Yer kabuğundaki en büyük deformasyonlar bu tip
çarpışmaların sınırlarında görülür. Kıtasal ve okyanusal levhaların birbirleriyle çarpışması üç
tür yakınsak levha sınırı oluşturur (Şekil 3.8).
53
3.3.2. Yakınsak Levha Sınırları
Okyanusal Kabuk–Kıt’asal Kabuk Çarpışması: Bu olay kıt’asal ve okyanusal
kabukların karşı karşıya gelmesi sonucunda gerçekleşir. Okyanusal kabuğa oranla astenosfer
üzerinde çok daha iyi yüzebilen kıt’asal kabuk, çarpışma sırasında üstte kalır. Bunun nedeni
okyanusal kabuğun yoğunluğunun kıt’asal kabuğa oranla daha fazla olmasıdır. Karşılaşan iki
kabuktan okyanusal kabuk yavaş yavaş kıt’asal kabuğun altına dalmaya başlar (Şekil 3.8 a ).
Alta dalan okyanusal kabuk maksimum 700 km derinliğe inebilir. Dalan okyanusal kabuk bu
derinliklerde aşırı ısı nedeni ile ergiyerek tekrar magmaya karışır. Bu olaya yitim adı verilir.
Deniz tabanı yayılması sonucunda oluşan yeni kabukla yitim sonucunda ergiyerek magmaya
karışan malzeme birbirini dengelemekte, böylece yeryüzünün alanı değişmeyerek hep aynı
kalmaktadır. Dalan okyanusal kabuk, 600 km derinliğe kadar çevresindeki mantoya oranla
daha soğuktur. Derinlere indikçe dalan kabuğun iç kısımları ısınmaya başlar. Derinlik 700
km’ye ulaşınca magma tarafından özümlenerek mantonun bir parçası hâline gelir.
Okyanusal kabuk yitim zonu içine girdiğinde önce aşağı doğru bükülür, sonra da dik bir açı
yaparak astenosfere dalmaya başlar. İşte dalan levhanın bükülme bölgesi ile üzerinde bulunan
levhanın arasında kalan boşlukta çok derin çukurlar oluşur. Bu çukurlara okyanus çukurları
adı verilir. Örneğin Batı Pasifik’te bulunan ve derinliği yaklaşık 11.000 metre olan Mariana
(Mariyana) çukuru tipik bir okyanus çukurudur.
Yitim zonlarında, kıt’asal kabukta meydana gelen yay volkanizmasi ile volkanik dağlar
oluşur. Dalan levhanın üst kısmında meydana gelen sürtünme, derin odaklı büyük depremlerin
oluşmasına neden olur. Güney Amerika’daki And dağları ve ülkemizdeki Kaçkar dağları
okyanusal kabuğun kıt’asal kabuk altına dalması ve çarpışması ile oluşmuştur.
Okyanusal Kabuk–Okyanusal Kabuk
Çarpışması: Deniz
tabanı yayılması
sonucunda her iki tarafa eşit olarak yayılan magmatik malzeme geniş alanlarda birikir. Bu
malzeme deniz suyunun etkisi ile soğuyarak büzülmeye ve hacimce daralmaya başlar.
Milyonlarca yıl süren bu olay sonucunda üstündeki ağırlığı kaldıramayan ince okyanusal
kabuk, bir noktadan kırılır ve magmaya doğru dalma eğilimi gösterir. Böylece iki okyanusal
kabuk parçası birbiriyle karşılaşmış olur. Bu karşılaşma sonucunda açılma merkezine bağlı
54
olarak ilerleyen aktif okyanusal kabuk, pasif okyanusal kabuğun altına dalar (Şekil 3.8b).
Okyanusal kabuk-kıt’asal kabuk tipi çarpışmalarda olduğu gibi burada da derin depremler ve
magmatizmaya bağlı volkanizma oluşur. Deniz içinde oluşan bu volkanizma, volkanik ada
yaylarını meydana getirir. Kuzey Pasifik'teki Aleutian (Alösiyan) Takım Adaları, Mariana
Adaları gibi volkanik yaylar, bu tip çarpışmalarla oluşmuştur.
Kıta-Kıta Çarpışması: Okyanusal kabuğun her iki tarafında kıt’asal kabuklar yer
almaktadır. Yitimin ikinci aşamasında, bir okyanusal kabuğun başka bir okyanusal kabuğun
altına dalmaya başlaması ile birlikte kıt’asal kabuklar önceki hareketin tersine birbirlerine
yaklaşmaya başlarlar. Jeolojik süreçte okyanusal kabuğun dalarak tamamen yok olması ile iki
kıt’asal kabuk birbirleriyle çarpışır (Şekil 3.8c). Sıkışma rejimi, düşük yoğunluk nedeniyle
batamayan kıt’asal kabuğu kalınlaştırır. Kalınlaşan kabuk orojenik dağ sıralarını oluşturur.
Himalâyalar ve Toros dağları sıkışma bölgelerinin en tipik örnekleridir. Bu tip
çarpışmalardaki tektonik olaylar diğerlerine göre daha karışıktır.
3.3. 3. Geçişli Levha Sınırı
Geçişli (transform faylı) levha
sınırlarında iki levha, bir kırık boyunca yanal
hareketlerle birbirlerinin yanında kayar (Şekil 3.9). Uzunlukları küresel ölçekte çok büyük
olup doğrultu atımlı faylara benzer. Ancak hareket mekanizmaları biraz farklıdır. Levhalar
birbirlerine teğettir ve aralarında bir yitim zonu yoktur. Transform sözcüğü, Türkçede
dönüşüm anlamına gelmektedir.
55
Şekil 3.9. Yakınlaşan levha sınırları
a. Okyanusal – kıtasal, b. Okyanusal –okyanusal, c. KıtASsal – kıtasal çarpışma
56
Transform faylarda, kayma hareketi fayın her iki ucunda bindirme ve yayılma gibi
başka hareketlere dönüşür. Transform fayların yalnız iki sırt parçası arasında kalan kısmı
aktiftir. Sırt parçalarının uçları dışında kalan kısımlar ise pasiftir.
Şekil 5.10
Transform fay oluşumu
Arabistan levhasının sıkıştırmasıyla, Anadolu’nun batıya doğru hareket etmesine
neden olan Kuzey Anadolu Fayı ile Pasifik ve Kuzey Amerika levhalarının yanal hareketleri
sonucunda oluşan San Andreas fayı, bu yanal hareketlere dünyadan iki önemli örnektir.
3.4.Deprem Kuşakları
Dünyada en sık deprem olan yerler sismik bölgeler olarak adlandırılır. Depremler tüm
dünyada iki belirgin kuşak boyunca dağılırlar. Bunlardan birincisi Alp - Himalâya deprem
kuşağıdır. Bu kuşakta depremler en fazla Akdeniz çevresinde gözlenmektedir. İkincisi ise
Pasifik çevresi deprem kuşağıdır. Dünyada meydana gelen depremlerin sayıca yaklaşık
olarak % 80’i Pasifik çevresinde, %15’ i Alp – Himalâya kuşağında odaklanmaktadır. Geri
kalan % 5’te dünyanın farklı bölgelerine dağılmış durumdadır. Bu depremler levha
sınırlarında meydana gelmektedir.
Akdeniz çevresi deprem kuşağı İspanya, Yunanistan,
Cezayir, Türkiye, İran,
Kafkasya, Hazar denizi, Himalâyalar ve Pamir dağlarını kapsamaktadır. Bu kuşak AlpHimalâya deprem kuşağı olarak da bilinmektedir. Bu hat içinde depremlerin en çok görüldüğü
yerler Türkiye ve Yunanistan’dır. Yunanistan’da depremler Ege denizinde yaygındır.
57
Türkiye’de ise Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı boyunca ve Ege Bölgesi’nde
görülmektedir.
Pasifik çevresi deprem kuşağı çok yıkıcı depremlerin meydana geldiği bir kuşaktır. Bu
kuşak içinde depremlerin en yaygın görüldüğü yerler Şili, Peru, Amerika Birleşik Devletleri,
Kamçatka, Çin, Japonya, Malezya ve Yeni Zelanda’dır. Bu bölgeler aktif kıt’aların
sınırlarında yer almaktadır. Buradaki depremler dalma - batma
kaynaklı ve sığ odaklı
depremlerdir. Özellikle San Fransisko (ABD) yakınlarından geçen San Andreas Fayı, Kuzey
Anadolu Fayı ile büyük benzerlikler göstermektedir. Dalma - batmaya bağlı olarak ortaya
çıkan volkanik faaliyetler sonucunda Japon adaları dünyanın en aktif sismik bölgelerinden
birinin içinde bulunmaktadır.
58
4. DÜNYADA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ DEPREMLER
59
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu Bölümde dünya üzerinde meydan gelmiş ve toplumları ekonomik ve insan
kaynağı yönünden olumsuz etkilemiş bazı önemli depremleri öğreneceğiz
60
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
•
En büyük depremler dünyada hangi bölgelerde görülmektedir ?
•
En büyük depremlerin belli bölgelerde toplanmasının nedeni nedir
•
Japonya neden çok büyük depremnlerin yaşandığı bir ülkedir
•
Peru ve Şili’de çok büyük depremler olmaısna rağmen ölen isan sayısı azdır.
Bunun nedeni nedir ?
61
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Dünyadaki Önemli
Depremler
Dünyadaki önemli
depremleri öğrenip dersler
çıkarmak
Dünya üzerindeki önemli
internetten ve kaynaklardan
araştırma, ders notları ,
Sunum ve videolar
Dünyadaki çok Büyük
Depremler
Dünyadaki çok büyük
depremleri öğrenip dersler
çıkarmak
Dünya üzerindeki çok büyük
depremler hakkında
araştırma, ders notları
Sunumlar, videolar
Çok büyük depremlerin
görüldüğü bölgeler
Dünyadaki çok büyük
depremlerin meydana
geldiği bölgeleri öğrenmek
Dünya üzerinde çok büyük
depremler hakkında bilgi,
araştırma notları, ders notları,
sununlar, videolar
62
Anahtar Kavramlar
•
Büyük Deprem
•
Çok büyük deprem,
•
Levha tektoniği
63
4.1. Çin 1556 Kuzey Şanksi Depremi
Çin'in Kuzey Şanksi eyaletinde 23 Ocak 1556 tarihinde meydana gelen deprem
resmi rakamlara 830 bin kişinin ölümüne neden oldu. İnsanlık tarihinin en ölümcül depremi
ve en ölümcül beşinci doğa kaynaklı afeti kabul edilmektedir. Depremin büyüklüğünün etkili
olduğu alan göz önüne alındığında 8-8.3 büyüklüğünde olabileceği tahmin edilmektedir.
Ancak binaların çok kötü olması bu yaklaşımı çok sağlıklı kılmamaktadır. Binaların
yıkılmadsından çok etki ettiği alan daha sağlıklı bir yorum yapılmasını sağlar. Deprem
yaklaşık olarak 850 kilometre çapında genişliğinde bir alanı etkilemiştir. Deprem Şensi,
Şansi, Henan, Gansu, Hebei, Shandong, Hunan, Jiangus ve Anhui illerinde çok etkili
olmuştur. Bazı yeleşim yelerinde nüfusun büyük bir çoğunluğu enkaz altında kalmıştır. Bu
olay Çin kayıtlarında şu şekilde anlatılır :
“1556 kışında, bir deprem felaketi Şanksi ilinde gerçekleşti. Hua ilçemizde
talihsizlikler meydana geldi. Dağlar ve nehirler yer değiştirdi ve yollar harap oldu. Bazı
yerlerde semin yükseldi ve yeni tepeler meydana geldi. Bazı yerler ise aniden göçtü ve yen,
vadiler oluştu. Diğer bazı yerlerde ise aniden bir dere ortaya çıktı veya yar yarıldı ve su
yolları açıldı. Aniden tüm evler, resmi daireler , tapınaklar ve şehir duvarları yıkıldı.”
Deprem’den sağ kurtulan Çinli bilge Quin Keda gördüklerinden sonra bir depremden
korunma önerisi yazmıştır. Bu öneri tarihte bilinen ilk deprem önerisi şöyledir : “ Depremin
ilk başında
içerideki insanlar hemen dışarı çıkmamalıdır. Çömelmeli ve şanslarını
beklemelidir. Yuva çökse bile, içindeki bazı yumurtalar sağlam kalabilirler.”Çinli bilge dışarı
çıkanların kaçmaya çalışırken enkaz altında kaldığını, oysa içride kalanların bir kısmını
kurtulabildiğini gözlemlemiştir. Günümüzden neredeyse 500 yıl önce günümüze benzer bir
yorumun yapılması ise depremin bir başka ilginç yönüdür.
4.2. 1737 Hindistan Kalküta Depremi
Yaklaşık olarak 300 bin kişini öldüğü tahmin edilmektedir. Ancak ölümlerin bu kadar
çok olmasının nedeninin deprem değil, o tarihe denk gelen bir siklon olduğunu iddia edenler
64
de bulunmaktadır. Bu ölümlerin nedenini yıllarca depreme bağlandı ancak son yıllarda o
dönemdeki açıklamalardan da yola çıkılarak ölümlerin nedeninin siklon olduğu ağırlık
kazanmaya başladı. Ortaya çıkan an görüş ise siklon ve depremi aynı anda meydana geldiği
yönündedir.
4.3. 1920 Çin Gansu Depremi
Çin’in Gansu 16 Aralık’ta Meydana gelen depremin büyüklüğü 7.8 olarak tahmin
edilmektedir. Deprem yedi eyalette çok etkili olmuş ve yaklaşık 200 bin kişi yaşamını
kaybetmiştir. Deprem sonrasında meydana gelen büyük heyelanlar da büyük can ve mal
kayıplarına yol açmıştır.
4.4. Japonya 1923 Büyük Kanto Depremi (7.9)
Çok eski bir deprem olduğu için ölçümü yapılamamış olan bu depremin yaklaşık
büyüklüğü 7.9 olarak tahmin edilmektedir. Japonya’nın en büyük adası olan Honşu’daki
Kanto yerleşim bölgesinde tüm binalar yerle bir olmuş ve 100.000 den fazla insan hayatını
kaybetmiştir. Deprem tokyoyu da etkilemiş ve Japonya en büyük göç dalgalarında birini
yaşamıştır.
4.5. 1952 Kamçatka Depremi (9.0 )
Rusya’nın doğusunda 4 kasım 1952 tarihinde meydan gelen 9 büyüklüğündeki
depremde 2300 hayatını kaybetmiştir. Bu tür büyük depremlerde yaşanan kayıpların azlığı
bölgede yaşayan insan nüfusunu az olması ile ilgilidir.
4.6. Mart 1957 Alaska Depremi (9.1)
Alaska - Andreanof Adası'nda 5 mart 1957 yılında meydana gelen depremin
büyüklüğü Richter ölçeğine göre 9.1 civarında idi. Bölgede deprem sonrasında meydaba
gelen tsunami dalgalarının boyu 15 metreye kadar ulaşmıştır.
65
4.7. 1960 Şili Depremi (9.5)
22 Mayıs 1960’da meydana gelen Şili Depremi yeryuvarında kayıt altına alınmış en
büyük deprem olarak tarihe geçti. Saat 19.10: 11 de meydana gelen depremin büyüklüğü
Richter ölçeğine göre 9,5 civarında idi. Merkez üssü Şili’nin başkenti Santiago de Hile ‘Nil
yaklaşık 700 km güneyinde yer alan Valdivia Kenti olan depremden sonra Pasifik
Okyanusunda meydana tsunami dalgaları merkeze binlerce kilometre uzaklıktaki kıyıları
vurur. Bu dalgalar Havai ve Güney Afrika sahillerinde büyük maddi hasarlara yol açar. Bu
depremde yaklaşık 5000 kişi yaşamını kaybetmiştir. Evsiz kalan insan sayısı ise 2 milyon
kişiyi geçmiştir. Günümüzden tam 50 yıl önce meydana gelen dünyanın en büyük depreminde
sadece 5000 kişinin yaşamını kaybetmesi hem yerleşimin fazla olmamasına hem de Şili’nin
depreme dayanıklı yapılar konusunda daha o zamanlar bile büyük adımlar attığını gösteriyor.
Bu depremden tam 39 yıl sona meydana gelen ve büyüklüğü bu depremden tam 700 kat daha
küçük olan 17 Ağustos Gölcük depremin ise yaklaşık 18. kişi yaşamını kaybetmesi Şili’nin
depreme yönelik çalışmalarını çok ciddiye aldığının en önemli göstergesidir. Şili’de 28 Şubat
2010 tarihinde meydana gelen 8,8 büyüklüğündeki depremde ise yaklaşık 800 kişinin
yaşamını kaybetmesi deprem konusunda çok ileri çalışmalar yaptıklarının göstergesi
4.8. 1964 Alaska Depremi (9.2)
Büyüklüğü 9.2 olan ve 28 Mart 1964 yılında meydana gelen Alaska depremi, Alaska
ile Batısında bulunan Yukon bölgesinde etkili olmuştur. Yerleşimin az olması nedeniyle
böylesine büyük bir deprem için oldukça az sayılacak bir yaşam kaybı olmuştur. Üç dakika
süren depremde sadece 125 kişi yaşamını kaybetmiş ve maddi hasar da 311 milyon dolar
olarak saptanmıştır. Ölenlerden sadece 13 ü enkaz altında kalmıştır. Diğer 113 kişinin ölüm
nedeni ise tsunamidir. Bu deprem sırasında jeoloji tarihinin en büyük tektonik yükselmesi de
tarihe geçmiştir. Deprem sonrasında Prince William Boğazında bulunan Montague adasının
Cleare burnunda yaklaşık 10 metrelik bir deniz tabanı yükselmesi meydana gelmiştir. Bu
depremde meydana gelen Tsunami dalgaları kıyıdaki balıkçı teknelerini kıyında 100 metre
kadar içeriye sürüklemiştir.
66
4.9. 1995 Japonya- Kobe Depremi
Japonya’nın Kobe kentinde 17 Ocak 1995 yılında meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki
depremde 6427 kişş yaşamını yitirdi onbinlerce kişi yaralandı milyarlarca dolar zarar oldu.
Ölümlerin büyük çoğunluğu depremden sonra meydana gelen yangınlar yüzünden oldu.
Japonya buı depremden büyük dersler çıkardı. Hem binaların dizaynı yeniden yapıldı hem de
afatlere müdahale konusunda büyük adımlar aatıldı. Yapılan çalışmalar sonunda 2 yıl içinde
Kobe ‘de yaşam eski haline döndğü ama Japonya bu olayı hiç unutturadı her yıl depremin
yıldönümünde bu olaylar yeniden hatırlatılıyor. Kobe depreminden çıkardığı derslerle
Japonua daha sonra maydana gelen 7 büyüklğündeki depemi çok az bir can kaybuı vererek
atlatmayı başardı.
4.10. 1976 Çin Tangshan Depremi depremi
Büyüklüğü 8.2 olan bu deprem belki en büyük deprem olarak değil ama tarihe yüzyılın
en çok can kaybına yola açan depremi olarak geçti. Merkez üssü Tangshan olan deprem
Çinim doğu kıyılarında büyük can ve mal kaybına yola açtı Ölü sayısının 500 bin ile 850 bin
arasında verilmesi Çin’in bu konuda tam bir açıklama yapmamasından kaynaklanmaktadır.
Çin tarafından açıklanan resmi rakam ise 655 bin kişidir.
4.11.2003 İran'ın Bem Depremi
İran’ın Bem kentinde 23 Aralık 2003 tarihinde meydana gelen deprem orta büyüklükte
bir depremdir. Büyüklüğü 6.6 olmasına rağmen ölü sayısı 40. Bin civarındadır. Bunu nedeni
ise bölgede yerleşim yerlerinin tamamen kerpiç evlerden ibaret olmasıdır. Bu nedenle afetler
tarihine ders alınması gereken bir deprem olarak geçmiştir.
4.12 26 Aralık 2004 Endonezya Depremi (9.1)
Deprem 26 aralık 2004 yılıda maydana geldi. Büyüklüğü 9.1 ve derinliği 37 km olan
deprem yaklaşık 160 saniye sürmüş vederpem sonrasında meydana gelen 10 metre
yüksekliğindeki büyük Tsunami dalgaları bölgedeki tüm ülkelerin sahil şeridini vurmuş ve
USGS verilerine göre 283.100 kişi yaşamını kaybetmiş 14.000 kişi kaybolmuş ve yaklaşık
1.260.900 kişi yer değiştirmiştir. Bu büyü kdepremin etkisi bölge ülkelerinde halen devam
67
etmektedir. Bu depremden alınacak en büyük ders büyük bir deprem bölgesi içinde yer
almasına rağmen bu konuda hiçbir çalışmanın yapılmamış olmasıdır. Ölümlerin çok büyük bir
bölümü derpemden değil tsunaminde öldüler. Bölgede bir tsunami erken uyarı sistemi
bulunmadığı için 20-30 bin kişinin öleceği depremde ölü sayısı kayıplarla birlikte 300 bini
aştı.
4.13 2005. Pakistan Depremi
Merkez üssü İslamabad’a 95 kilometre uzaklıktaki Keşmir bölgesinde 8 ekimde
meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremde resmi rakamlara göre yaklaşık olarak 75. 000
kişinin yaşamını kaybettiği bildirilmiştir. Bu kadar fazla can kaybının olması depremin 79
saniye sürmesi ve yapı stokunun çok kötü olmasına bağlanmıştır
4.14. 2011 Thoku - Joponya Depremi ( 9.0)
Japonya’nın Tohoku bölgesinde meydana gelen 9.0 magnitüde sahip olan Deprem son
yıllarda karşılaşılan en büyük deprem olma özelliğini taşıyor. Bu depremin Japonya’nın
yaşadığı en büyük depremdir. Dünyada kaydedilen en büyük depremler sırasında ise 5. sırada
yer almaktadır. Japonya levha tektoniği kuramına göre oldukça hareketli bir bölgede yer
almaktadır. Pasifik, Filipin ce Avrasya levhaları arasında bulunan Japonya bu bölgedeki
yitim zonu nedeniyle çok büyük depremlerin olduğu bir ülke konumundadır.
Deprem çok büyük olmasına rağmen neredeyse hiçbir yıkılmanın görülmemesi de
Japonya’nın bu depreme karşı çok güvenli binalar yaptığının da kanıtıdır. Ancak Doğa
olayları afete dönüştüren bazı etkenler burada da devreye girmiştir. Okyanuslarda dalma
batma zonlarında büyük ve tahrip edici tsunamiler meydana gelmektedir. Bu depremden sonra
da büyük bir tsunami meydana gelmiş ve dalgalar tsunami duvarların da aşarak kayıplarla
birlikte yaklaşık 20.000 kişini yaşamını yitirmesine yol açmış, ciddi bir maddi kayıp meydana
gelmiştir. Bu can ve mal kaybına karşılık Japonya depremi,
afet tanımı içinde
değerlendirildiğinde afat tanımını tam olarak karşılamamaktadır.
Kara ve demir yollarını ağır hasar görmesine, yaklaşık 5.5 milyon kişini elektriksiz,
1.5 milyon hanenin de susuz kalmasına ve gıda sıkıntısı çekilmesine rağmen yerel kaynaklar
68
kısa bir süre içinde bu durumla baş etmeyi başarabilmişlerdir. . Ancak depremden birkaç gün
sonra
Fukuşima 1 nükleer santralinde sızıntının olduğunu anlaşılması üzerine artık afet
olgusu ortaya çıkmıştır. Bu sızıntı sadece Japonya’yı değil tüm komşu ülkeleri de etkilemiştir.
Yaklaşık 100 den fazla gönüllü Japon, yaşamlarını hiçe sayarak santrale girmiş ve sızıntıyı
önlemek için çalışmalar yapmışlardır. Santralin olumsuz etkileri günümüzde de devam
etmektedir.
69
5.TÜRKİYE’DE MEYDANA GELEN ÖNEMLİ DEPREMLER
70
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu bölümde ülkemizde meydan gelmiş ve ekonomik ve insan kaynağı yönünden
ülkemiz olumsuz etkilemiş bazı önemli depremleri öğreneceğiz. Bu depremleri
inceleyerek yaptıkları olumsuz etkilerin ana nedenlerini ortaya koymak kuşkusuz ki
depreme bakış açımız değiştirecek ve sağlıklı bir depren stratejisi geliştirmemize yol
açacaktır.
71
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
•
Türkiye’de neden yıkıcı depremler olmaktadır.
•
Yıkcı depremleri önlemenin yolu var mıdır ?
•
Türkiye’de depremden görülen zararların ana nedenleri nelerd,r
72
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Türkiye’deki depremlerin
nedenleri
Türkiye’deki önemli
depremleri öğrenip dersler
çıkarmak
Türkiye’deki tektoniği
hakkında internetten ve
kaynaklardan araştırma, ders
notları , sunum ve videolar
Türkiye’deki büyük
depremler
Türkiye’deki büyük
depremleri öğrenip dersler
çıkarmak
Türkiye’deki büyük
depremler hakkında
araştırma, ders notları
Sunumlar, videolar
Depremlerin Türkiye’de
yarattığı hasarlar
Türkiye’deki depremlerin
neden çok zarar verdiğini
öğrenmek
Depremlerin ülkemizde
verdiği hasarlar hakkında
araştırmalar yapmak, ders
notları, sunumlar, videolar
73
Anahtar Kavramlar
•
Kuzey Anadolu Fayı (KAF )
•
Doğu Anadolu Fayı (DAF
•
Deprem hasarları
74
5.1.Giriş
Türkiye, dünyanın önemli deprem kuşakları üzerinde yer almaktadır. Yaklaşık % 42’
si birinci derece deprem bölgesi üzerinde yer alan ülkemiz, geçmişten günümüze kadar çok
büyük depremlerin neden olduğu maddî ve manevî yıkımlar yaşamıştır. Nüfusun yaklaşık %
75’i yıkıcı depremlerin olabileceği alanda yaşamaktadır. Ülkemizin % 96 sı deprem riski ile
karşı karşıyadır. Sanayi tesisleri ve ülkemizin enerji gereksinimini karşılayan büyük barajlar
her an olabilecek bir depremin yıkıcı etkisinin tehdidi altındadır.
17 Ağustos 1999
Marmara ve 12 Kasım
1999 Düzce depremlerinde 100. 000
civarında bina ağır hasar, bir o kadarı da orta hasar görmüştür. Yaklaşık 40. 000 bina ise
yerle bir olmuş, enkaz hâline gelmiştir. Hayatını kaybedenlerin sayısı da yaklaşık 18.000
civarındadır. Bu depremlerde hasar gören Bolu, Adapazarı, Sapanca, İzmit, Derince, Körfez,
Gölcük, Değirmendere, Halıdere, Karamürsel, Yalova ve Çınarcık gibi yerleşim
merkezlerinin tümü aktif fay zonu üzerinde yer almasına rağmen, buralarda ne yazık ki başta
Tüpraş olmak üzere Türkiye’nin kamu ve özel sektörüne ait yüzlerce büyük sanayi tesisi
bulunmaktadır.
Bu yörelerin büyük çoğunluğunun ortak noktası, aktif fay zonu üzerinde
bulunmalarının yanı sıra zeminlerinin inşaata uygun olmamasıdır. Bolu, Düzce, Adapazarı,
Yalova ve Çınarcık inşaat için uygun olmayan zeminlere sahiptir. Diğer yörelerde hasarın çok
olmasının nedeni, inşaatların denizden yer kazanmak için doldurulmuş
dolgu zeminler
üzerinde yapılmış olmasıdır.
Bu iki büyük depremden sonra Türkiye’de, çok büyük olmasa bile can ve mal kaybına
yol açan depremler olmaya devam etmektedir. Çerkeş, Aşkale, Tunceli, Bingöl ve ve Elazığ
depremlerinin büyüklüğü fazla olmamasına rağmen onlarca kişi yaşamını kaybetmiştir.
Ne yazık ki aktif fay zonunun üzerine ev yapılmasının yanı sıra kalitesiz ve eksik
malzeme ile inşaat yaparak aslında insanlar kendilerine zarar vermişlerdir. Amerika, Japonya,
Tayvan, Meksika gibi
çalışmalarda
ülkelere baktığımızda depremden az zarar görmek için yapılan
jeoloji biliminden yararlanıldığı görülmektedir. Bu ülkelerde deprem riski
yüksek olan bölgelerin jeolojik haritaları çıkarılarak zeminlerin özellikleri belirlenmiştir.
75
Böylece hangi zemine, ne tür yapıların yapılacağı ortaya çıkarılmış ve inşaatlar bu bilgilerin
ışığında yapılmıştır. Yine jeolojik çalışmalarla aktif fay zonları haritalanmış ve bu bölgelere
büyük sanayi tesislerinin yapılması engellenmiştir. Bu çalışmaların tümü depremin vereceği
zararları en aza indirmek için yapılmıştır.
Tüm dünyada yıllardır yapılan çalışmalar, aktif fay zonları üzerine yerleşim alanı ve
sanayi tesisi kurulmayacağını göstermiştir. Bunun yanı sıra killi, kumlu gevşek zeminlere,
eski akarsu yataklarına ve
dolgu zeminler üzerine inşaat yapılmaması gerektiği ortaya
çıkmıştır. Bu zeminlere sahip yerlerde yapılacak binalar depremden uzakta olsalar bile yıkıma
uğrayabilir. Örneğin 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde büyük yıkımların yaşandığı
İstanbul’un Avcılar ilçesi depreme en uzak bölgelerden biriydi. Buna rağmen inşaata uygun
olmayan zemin ve kalitesiz inşaat yüzünden burada yüze yakın bina yıkılmış, yüzlerce kişi de
hayatını kaybetmiştir.
Depremden göreceğimiz zararın en aza inmesi için öncelikle deprem riski olan yerler
iyi belirlenmeli ve buralarda bulunan yerleşim alanlarındaki binalar, zemin koşullarına uygun
olarak yapılmalıdır. Bunlar yapıldığı zaman depremden göreceğimiz zarar en aza inecek ve
belki bir daha depremlerde büyük yıkımlar yaşanmayacaktır.
5.2.Türkiye’nin Depremselliği
Alp-Himalaya deprem kuşağında yer alan ülkemizde olan depremler, Atlantik
Okyanus ortası sırtının iki tarafa doğru yayılmasına bağlı olarak Afrika-Arabistan levhalarının
kuzey-kuzeydoğuya doğru hareket etmeleriyle ilişkilidir. Ayrıca, Kızıldeniz’in uzun ekseni
boyunca bugün de devam eden deniz tabanı yayılması nedeni ile Arabistan levhası kuzeye
doğru itilmekte ve Avrasya levhasının altına doğru dalmaya zorlanmaktadır. Bu zorlanma ile
Arabistan levhası ile Avrasya kıtası arasında kalan Doğu Anadolu bölgesinde yoğun sıkışma
etkisi oluşmaktadır. Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı gibi belli başlı büyük
kırıkları harekete geçiren bu sıkışma milyonlarca yıldır devam etmekte günümüzde de
yaşadığımız depremlerin ana nedeni oluşturmaktadır.
Kuzey Anadolu Fayı 1400-1500 km uzunluğunda bir faydır. Kuzey Anadolu Fayı ile
Doğu Anadolu Fayı arasında kalan Anadolu levhası yılda 13-27 mm hızla, iki parmak
76
arasındaki zeytinin pırtlaması gibi batıya doğru hareket etmekte ve en batıda ise sola doğru
kıvrılarak Girit dalma-batma bölgesine doğru ilerlemektedir.
Arabistan levhasının kuzeye doğru ilerlemesi ile, Atlas Okyanusu ve Akdeniz’i Hint
okyanusuna bağlayan eski bir okyanus yok olmaya başlamış ve böylece Arabistan kıtası ile
Avrasya kıtası birbirleri ile çarpışma sürecine girmiştir. Anadolu bu çarpışma zonu üzerinde
bulunmaktadır. Çarpışma sırasında Anadolu'nun doğusunda kıta kabuğu kalınlaşmış olup bu
kalınlaşma halen de devam etmektedir.
Bu sayede Doğu Anadolu birkaç milyon yıldır yaklaşık 2000 m yükselmiştir.
Günümüzden yaklaşık 5 milyon yıl önce Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu Fayı
Karlıova'da birleşmiş olup, Anadolu levhası da 100 yılda 2 metre kuzeye doğru ilerleyen
Arabistan levhasının sıkıştırması sonucunda, o tarihten beri batıya doğru kaymaktadır.
Anadolu levhasının batıya hareketi, Yunanistan-Ege coğrafyasındaki yer kabuğu tarafından
engellenmeye çalışılmaktadır. (Şekil 5.2 ve 5.4) Bu engelleme Batı Anadolu'da "bir
süpürgenin ucunun duvara sıkıştırılmasıyla tel aralarının açılarak oluşturduğu yelpaze gibi",
genişlemelere yol açmakta, ve bu bölgede graben ve horst adı verilen çöküntü ve yükselim
alanları oluşmaktadır.
Afrika levhasının kuzeyindeki, Akdeniz’in tabanındaki kalıntı okyanusal kabuk
yaklaşık 15 milyon yıl önce Girit Adası'nın güneyinde, Avrasya levhasının altına dalmaya
başlamış ve dalan bölüm Manto içinde ergiyerek magmaya dönüşmüş ve bu magma tekrar
yükselerek Ege Denizi'ndeki volkanik ada yayı kuşağını oluşturmuş olup bu sürecin halen de
devam ettiği bilinmektedir.
Afrika levhasının kuzeye doğru Anadolu levhası ile Avrupa kıtasının altına dalmayı
Sürdürmesiyle yaklaşık 100 milyon yıl sonra, Afrika kıtası ile Avrupa kıtası ve Anadolu
levhası birleşecektir. Anadolu levhasındaki yaşanan bu süreç beraberinde de bir çok fayın
gelişmesine ve buna bağlı olarak da depremlerin oluşmasına neden olmaktadır.
77
Şekil 5. 1. Türkiye Deprem Bölkgeleir Haritası
Şekil 5.2. Türkiye Diri Fay Haritası
78
Şekil 5. 3. Avrupa Sismik risk haritası
Şekil 5.4. Türkiye’nin Neotektoniği
79
5. 3. Türkiye’de Meydana Gelmiş Önemli Depremler
5.3.1. 1509 Büyük İstanbul Depremi (yaklaşık 7 )
Küçük kıyamet olarak da bilinen deprem tarih boyunca İstanbul’un yaşadığı en
büyük depremdir. Deprem 10 Eylül 1509 tarihinde adalar açıklarında meydana gelmiş
ve Marmara denizi ve civarı bata olmak üzere oldukça büyük yıkımlar yaşanmasına
neden olmuştur. çok büyük yıkımlar yaşanmıştır. Surlar ve Topkapı sarayı ağır hasar
görmüştür. Kız kulesi, camiler, hanlar, Şehrin bazı giriş kapıları, Anadolu hisarı,
Yaros kalesi, Silivri, Rumeli hisarı, Haliç, Galata ve Beyoğlu ağır hasar görmüştür.
Depremin odak noktasına yakın olan Burgazada ve Heybeliada'da yıkımlar
yaşanmıştır. kervansaraylar başta olmak üzere kentin büyük bir bölümü yıkılmıştır.
Deprem
Osmanlı
imparatorluğunun
hakim
olduğu
tüm
topraklarda
hissedilmiştir. Depremin Mısır’da da hissedilmesi büyüklüğü hakkında yaklaşık bir
bilgi vermektedir. Depremde ölü sayısı 13 bin civarındadır. Osmanlı hanedanından
birçok kişi de bu depremde yaşamını kaybetmiştir.
İstanbul’da zarar görmemiş tek bir ev kalmamış; surlar, kuleler, sütunlar ve
evler yıkılmış, pek çok yapı ve tarihi eser zarar görmüştür. Yıkılan evlerin sayısı 1070
kadardır. Kemal Paşazade; ‘‘Bütün yıkılan evler ve mescitler 3000’den fazlaydı.’’
demektedir. Bu tarihlerde şehirdeki bina sayısının 80.000’e yakın olduğu düşünülürse
hasarın boyutu ortaya çıkacaktır. Etkisi oldukça büyük olan bu depremi tarihçiler
‘‘Küçük Kıyamet’’ olarak yazmıştır. Deprem sonrasında durumdan rahatsız olan
padişah bir süre sonra Edirne’ye kalmıştır.
Bazı eserlerde kıyıları suların bastığı ve suların İstanbul kıyısındaki dar
geçitlere kadar girdiği yazılsa da, Osmanlı kaynaklarında bu tür bir bilgiye yer
verilmemiş olması bilginin doğruluğu konusunda şüphe oluşturmaktadır.
Halk iki ay kadar evlerine girememiş sokaklarda, açık alanlarda yaşamışlardır.
Saraya giremeyen saray halkı için barakalar inşa edilmiştir. Deprem sonrası yeniden
inşa, bakım ve onarım faaliyetlerine mart ayının bitmesiyle başlanmış; her yirmi evden
bir kişi işçi olarak alınmış ve ev başına 22 akçe geçici vergi konmuştur. Anadolu’dan
37.000, Rumeli’den 29.000 işçi, usta getirtilmiştir. 29.03.1510’da başlanan inşaat ve
80
bakım onarım işleri 01.06.1510’ da tamamlanmıştır. Yıkılan ve hasar gören yapılar iki
ay gibi kısa bir süre de yeniden yapılmış veya iyileştirilmiştir.
Osmanlı devletinde bu tarihe kadar deprem görülmediği için İstanbul’un
depremselliği konusunda yeterince deneyimin olmadığı açıktır. İstanbul’un fethinden
sonra Bizans kaynaklarını araştıran tarihçilerin dışında, şehrin deprem riski hakkında
bilgisi olan kişi sayısı yok denecek kadar azdır.
Deprem bilincine sahip olmayan devlet ve halk, deprem sonrasını planlama
adına herhangi bir faaliyet yapmamıştır; fakat depremden sonra oluşturulan plan
çerçevesinde yeteri kadar işçi, usta, malzeme vb. iki ay gibi çok kısa bir sürede
toplanarak yeniden yapım aşaması tamamlanmıştır. Afet sonrası aşamaların kısa
sürede tamamlanması, hem deprem dolayısıyla mağdur olmuş halk için, hem de devlet
için oldukça olumlu bir durumdur. Restorasyon, yeniden yapım ve bakım-onarım
konusunda kültürel ve tarihi yapıların da göz ardı edilmemesi eserleri yok olmaktan
kurtarmıştır (Özata ve Limoncu 2014).
5.3.2 1719 İzmit Depremi (Yaklaşık 7)
Bu depremi önemli yapan depremden önce Marmara Denizinin doğusunda
küçük deprem fırtınalarının meydana gelmiş olmasıdır. Bu depremlerin öncü olduğu
ancak depremden sonran anlaşılır. Çünkü bu denli büyük deprem fırtınalarından sonra
büyük bir deprem olmama olasılığı daha fazladır. İstanbul'da büyük hasarlar olmuş
çok sayıda kilise, cam, ve konut yıkılmış veya hasar görmüştür.
Çok fazla kayıt olmamakla birlikte depremden sonra depremi yaşayanların
anlattıklarına göre depremi verdiği hasar çok büyüktür. Bu bilgilere göre neredeyse
zarar görmemiş tek bir ev kalmamış, kubbeler çatlamış, surlar ve kulelerin büyük bir
kısmı yıkılmıştır. Depremin odağı İstanbul’dur ancak en büyük etkisi İzmit’te
görülmüştür. Şehrin büyük çoğunluğu yıkılmış; ölü sayısı 4000’e ulaşmıştır. Deprem
Yalova'da da büyük hasar vermiş ve kentin yarısı yıkılmıştır.
Şehre su getiren kemerlerin bir kısmı da ciddi şekilde tahrip olmuştur.
Depremin artçı sarsıntıları bir ay kadar sürmüş ve bu sarsıntılar Osmanlı Devleti’nde
depremlerin oluş nedenleri hakkında ilk kez bir araştırma yapılmasını sağlamıştır.
81
sağlamıştır. Ancak bu araştırmada hasarlara çok az yer verilmiş, depremin nasıl
olduğuna dair bir takım tahminler yapılmıştır.
Depremden sonra bütün barınma aşamalarının tamamlanması 1724 yılına kadar
sürmüştür.Devletin ekonomik gücünün ve refah düzeyinin düşmeye başlamasıyla, afet
sonrası yeniden yapılanma süresi beş yıla kadar uzamıştır. Bu durum, ekonomideki
düşüşün barınma uygulamalarını olumsuz yönde etkilendiğini göstermektedir.
Günümüzde de ekonomi ve afetler arasındaki ilişki aynen devam etmektedir (Özata ve
Limoncu 2014).
5.3.3. 1766 İstanbul Depremi (Yaklaşık7.0)
Deprem 22 Mayıs 1766 tarihinde Marmara Denizinin doğusunda gerçekleşen
depremin yeri ile 1719 depreminin yeri hemen hemen aynıdır. Bu durum Marmara'da
çok büyük enerji birikimlerin olduğunu ve bu birikimlerin bezen iki büyük depremle
ancak boşalabileceğini de göstermektedir. Bu deprem de oldukça yıkıcı bir depremdir.
Hasara yol açan artçı sarsıntılar bir yıl kadar devam etmiştir.Deprem sonucu
yaklaşık 4000 kişinin öldüğü, depremin bayram gününde meydana gelmesinin ölü
sayısının fazla olmamasında etkili olduğu bildirilmiştir.Deprem, çarşı ve iş yerlerinde
büyük hasara neden olmuş, Topkapı Sarayı hasar görmüş, hemen hemen bütün hanlar
yıkılmış, cephanelik ve barut depolarının yıkıntı altında alev alması da askeri yapılara
oldukça zarar vermiştir.Şehirdeki depo ve hanların yıkılması yiyecek sıkıntısı
doğurmuştur.
Fırınlar ve değirmenlerin çalışmaz hale gelmesi halkın ekmek teminini
zorlaştırmış, bu nedenle fırınların bakım-onarım ve inşasına öncelik verilmiş; sahipleri
onarımı yaptıramayacak durumda ise fırının başkalarına satılması emredilmiştir. Şehre
su sağlayan Ayvad bendi de hasar görmüştür. Yeraltı su dağıtım şebekesinin bir
bölümü çökmüş, bu çöküntüden dolayı bazı bölgeler deprem ile birlikte susuz kalmış,
bazı bölgelerde ise su yolları ve çeşmeler kullanılamaz hale gelmiştir.İnsanlar kendi
sorunları yanında sağ kalan hayvanlarının sorunları ile de karşı karşıya kalmışlardır.
Deprem sonrası insanlar barınma, su ve beslenme sorunu yaşamıştır.Depremin en
önemli etkisi barınma konusunda olmuş, evlerin bir kısmı yıkılırken bir kısmı da hasar
görmüştür. Sarsıntıların devam etmesi evleri sağlam olanların bile evlerine girmelerini
engellemiştir. Halk ve padişah uzun süre çadırda ve açıkta kalmıştır.
82
Mevsimin yaz olması dışarıda kalmayı kolaylaştırsa da, insanların uzun süre
sokaklarda barınmak zorunda kalması ciddi bir düzensizlik ve kontrolsüzlüğe neden
olmuştur. Bu depremde rehabilitasyon aşamasına dair herhangi bir veri olmamasından
dolayı acil yardım aşamasından sonra doğrudan yeniden yapım aşamasına geçildiği
tahmin edilmektedir. Yeniden yapım aşamasında keşifler ve hassa mimarları
görevlendirilerek yıkılan ve hasar gören yerlerin hasar tespiti yapılmış ve belirlenen
ihtiyaca göre çeşitli bölgelerden işçi ve yapı malzemesi toplatılmıştır. Hasarın
çoğunun kargir binalarda bir kısmının da ahşap binalarda özellikle Galata ve Üsküdar
çevresinde fazla olduğu tespit edilmiştir.
Depremden sonra yapılan binaların yangın açısından dayanıklı olması için
kargir yapılması emri verilse de; halk, depremde yıkılma oranı az olduğu için o zaman
koşullarında yangın tehlikesi yüksek olsa da ahşabı tercih etmiştir. Hasar gören
kültürel ve tarihi yapıların onarımı önemsenmiştir. Deprem sonrasında yapılan
onarımlara ait belgelerin oldukça zengin ve kapsamlı olması bunun bir kanıtıdır.
Devlet, halkın gereksinimlerini giderebilmek adına maddi yardımlar da yapmıştır.
Deprem sonucunda temel insan gereksinimlerinden biri olan yiyecek ve su sorunu bu
depremde de açığa çıkmış ve pek çok sorunlara neden olmuştur. Barınma planında
öncelikle yiyecek ve su gereksinimlerinin giderilmesinin, bunların oluşturacağı
kargaşa ortamını engellemek adına önemli olduğu düşünülmektedir.
Depremden hemen sonra hasar tespiti için yetkililerin harekete geçmesi ve
oluşturulan tespit sonuçlarına göre işçi ve malzeme sağlanmasında, yaşanılmış
depremlerde edinilen kazanımların etkili olduğu tahmin edilmektedir. Kültürel ve
tarihi mirasın korunmasına önem verilmesi ve yapılan bakım-onarımın belgeler ile
somutlaştırılması o mirasın sürdürülebilirliği için önemli bir adımdır.
Daha önceki depremlerde bakım-onarım ve yeniden yapım olmuştur, fakat
bunlar veri halinde arşivlenmemiştir. Bu arşivlemenin meydana gelecek depremlerde
geçmiş
verileri
kullanmanın
gerekli
olacağı
düşüncesiyle
yapıldığı
tahmin
edilmektedir. İncelenen depremlerde yeniden yapım aşamasında oluşturulan kalıcı
konut birimleri topluca yapılan, bir birine benzer aynı tip ve planda oluşturulmuş
konutlar olarak değil de, yıkılan binaların mevcut alanına yenisinin yapılması şeklinde
oluşturulmaktadır. Bu da kalıcı konut için farklı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir
(Özata ve Limoncu 2014).
83
.
5.3.4. 1894 İzmit - İstanbul Depremi (7.0)
10 Temmuz 1894 Depremi, İstanbul’da öğle vaktinde gerçekleşmiş ve önemli
artçı sarsıntılarla devam etmiştir. Marmara Denizi sahilinde deniz 200 m. geri çekilip
karaya vurmuştur. Bu durum depremde bir Tsunami gerçekleştiğinin en büyük
delilidir. Tsunami Sahil boyunca Büyükçekmece’den Kartal’a kadar etkili olmuştur.
Dalga boyları yer yer 6 metreye kadar çıkmıştır. Deprem sontasına birçok yüzey kırığı
gözlenmiştir.
Kapalıçarşı’nın pek çok yeri tamamen yıkılmış ve can kaybının yaklaşık dörtte
biri burada gerçekleşmiştir.Kapalıçarşı’da meydana gelen yıkımın asıl nedeninin
esnafın dükkanları genişletmek için sütun ve duvarları küçültmesinden kaynaklandığı
düşünülmektedir. Bu durum ne yazık ki günümüzde de davam etmektedir. Orijinal
durumu bozulan evlerin statik yapısı da bozulmakta ve deprem sırasında kolayca
yıkılabilmektedirler.
Eğitim ve Öğretim kurumları büyük zarar görmüş veren kurumların yarıdan
fazlası hasar görmüş, bazıları da yıkılmıştır. Adalar depremden en çok etkilenen yer
olarak belirlenmiştir. Anadolu yakasında meydana gelen hasarın Avrupa Yakası’ndan
daha az olduğu gözlemlenmiştir.
Depremde su yolları önemli ölçüde zarar gören yerler arasındadır. İstanbul’da
kayıtlara göre 474 kişi ölmüş, 482 kişi yaralanmış, 1087 ev ve 299 iş yeri önemli
ölçüde hasara uğramıştır. Hasar gören bina sayısı 10.000 üzerindedir.Ölü ve yaralı
sayısında çelişkili miktarların yazılması nedeniyle gazetelere sansür uygulanmış ve
karmaşa oluşması engellenmeye çalışılmıştır.
Bu deprem hakkında detaylı bilgi ve resim bulunmakta, arşivler deprem
hakkında geniş bilgi sunmaktadır.Depremin ilk saatlerinden itibaren saraya düzenli
raporlar aktarılmıştır. Atina’dan rasathane müdürü Eginitis getirtilmiş ve deprem
hakkında araştırma yapması istenmiştir. O da dönemin rasathane müdürü ile beraber
çalışarak depremin etki alanını beş ayrı bölge olarak tanımlamış ve deprem şiddetini
gösteren bir harita hazırlamıştır. Eginitis, zemini çamur olan bazı yerlerde derin ve
uzun yarıklar oluştuğunu bildirmiştir. Yapılan tespitlerde ahşap binanın depremden en
84
az hasar gördüğü tuğla binaların ise ahşap binalardan daha çok hasara uğradığı tespit
edilmiştir. En çok hasar gören binalar kargir binalar olmuştur.
İstanbul’da binaların çoğunun ahşap olması hasar ve can kaybının az olmasının
başlıca nedeni olmuştur. Her depremde olduğu gibi barınma sorunu ortaya çıkmış;
sarsıntıların devam etmesi halkın evlere girmesini engellemiş halk bahçe ve arsalarda
kalmış, bahçesi olmayanlar açık alanlarda çadır ve tente altında barınmışlardır Su
ihtiyacının karşılanması için, onarıma öncelikle su yollarından başlanmıştır. Onarım
sürecinde Terkos suyundan mahallelere su verilmesi kararlaştırılmıştır.
Memur ve zaptiyeler depremde beraber çalışmış halka yiyecek dağıtımı
yapmışlar; sokakta yatan halkın temizlik ve her türlü gereksinimlerinin giderilmesi,
hasta ve yaralılara müdahale edilmesi konularında halka yardımcı olmuşlardır.
Deprem de hayvanlara da yiyecek ve su temin edilmiştir. Devlet, temizlik ve açıkta
satılan yiyecek, içeceklerin denetlenmesi konusunda gerekli önlemleri alarak salgın
hastalık oluşmasını engellemeye çalışmıştır.
Depremden sonra yeniden yapım ve hasar tespiti çalışmaları esnasında halk,
çok
bilinçli
davranmış
ve
teknik
memurlardan
onay
almaksızın
evlerine
girmemişlerdir. Yapıların onarımı ve yeniden yapımı 10 yıl kadar sürmüştür.
Depremden bir hafta sonra bir yardım komisyonu kurulmuş, yetkili kurum ve
kuruluşlar olanaklar ölçüsünde halka gereken yardımı yapmaya çalışmışlardır.
Kurulan yardım komisyonu halktan da para toplamış, fakat halkın para yardımı
yaparken gönüllü olmasına dikkat edilmiştir. 1719 depreminden sonra deprem
verilerini kaydetmenin önemi anlaşıldığı için, 1894 depreminde araştırma ile çoğalan
veriler rapor halinde arşivlenmiştir. Bu tür gelişmeler geçmişte elde edilen verilerin
daha sonraki afette yeniden kullanılması ve depremlerden belirli çıkarımlar yapılıp
incelenmesi için çok önemlidir.
Deprem incelenirken; önceki depremlerde olduğu gibi ahşap binaların daha az
hasara uğradığı tespit edilmesine rağmen bunun nedeni araştırılmamıştır. Bu durum
deprem
verilerinden
yararlanırken
eldeki
kaynakların
iyi
kullanılamadığını
göstermektedir. Acil yardım ve rehabilitasyon aşamasında çadır, tente ve barakalardan
yararlanıldığı resimlerden ve kaynaklardan anlaşılsa da; barınma birimlerinin gerek
malzeme gerekse teknik olarak oldukça zayıf olduğu açıkça gözlenmektedir. 1894
85
depreminin öncesindeki 1509, 1716, 1766 depremlerinde de benzer durumun söz
konusu olduğu düşünülürse, bu dört depremde de rehabilitasyon aşamasında nitelikli
bir geçici konutun olmadığı söylenebilir.
Afet sonrası arama ve kurtarma çalışmaları konusunda halkın bilinçsiz olması
ve bu konuda hiçbir şey yapamaması ciddi kurtarma potansiyeli kaybı olarak
görülmüştür. Halkın hasar tespiti konusunda onay almaksızın evlerine geçmeyecek
kadar bilinçli oluşu ise pek çok depremde görülmeyen bir durumdur. İnsanlar canları
pahasına hasarlı yapılarına girmekte ve yeni tehlikelerin doğmasına neden
olmaktadırlar. Devlet tarafından zamanında temin edilmeyen barınma birimleri halkı
çaresiz bırakmakta ve bu tür durumlara neden olabilmektedir (Özata ve Limoncu
2014).
5.3.5. 1903 Malazgirt Depremi (6.7)
Muş'un Malazgirt ilçesinde meydana gelen deprem çok büyük bir deprem
olmamasına rağmen hasar çok büyük olmuştur. Bölge'nin zemini çok sağlam olmasına
rağmen hasarın fazla olmasının ana nedeni o yıllarda tüm evlerin taş ve kerpiçten
yapılmış olmasıdır. Aradan 113 yıl geçmiş olması buradaki enerji birikiminin arttığına
işarettir. Çok yakın bir zamanda burada bir deprem olması sürpriz olmamalıdır.
5.3.6. 1912 Mürefte Depremi (7.2 )
Trakya'nın güneybatısında Tekirdağ'ın Mürefte ilçesinde meydana gelen 7.2
büyüklüğündeki deprem 1894 İstanbul depreminden sonra depremin batıya doğru
kaydığının en bariz örneğidir. Depremde Trakya tarafında binaların % 73 ü Anadolu
kesiminde ise % 42 si yıkılmıştır. Deprem sonrası çıkan yangınlar da hasarın
büyümesine yol açmıştır. Depremde Çanakkale ve Bursa illeri de hasar görmüştür. Ölü
sayısı farklı kaynaklara göre değişmektedir. Bu sayı 200 ile 2000 arasındadır .Ancak
Bölgenin yapı stoku ve depremin büyüklüğü göz önüne alındığında ölü sayısının 2000
civarında olması kaçınılmazdır.
86
5.3.7.1930 Hakkari Depremi (7.2)
Hakkari'de 7 Mayıs 1930 tarihinde
İran sınırında meydana gelen deprem
Hakkari civarında büyük can ve mal kaybına yol açmıştır. Yaklaşık 3000 binanın
yıkıldığı depremde 2514 kişi yaşamını kaybetti.
5.3.8. 1939 Ercincan Depremi (7.9)
Erzincan'da Kuzey Anadolu Fayı üzerinde 26 Aralık gecesi meydana gelen
7.9 büyüklüğündeki 52 saniye süren deprem Türkiye tarihinin en büyük depremidir.
Depremde 32 962 yaşamını yitirmiş, yüz binden fazla kişi de yaralanmıştır. Deprem
çok geniş bir coğrafyada büyük tahribatlar meydana getirmiştir. Depremin büyüklüğü
yüzey kırığından da anlaşılmaktadır. Depremde 360 kilometre uzunluğunda bir yüzey
kırığı belirlenmiştir.
Deprem sadece Erzincanı değil yüzey kırığı boyunca uzanan birçok yerleşim
yerini de vurmuştur. Kelkit ırmağı Kuzey Anadolu Fayına paralel aktığı ırmak
boyundaki yerleşim yerleri büyük hasar görmüştür. En çok hasar ise Tokat'ın Reşadiye
ilçesinde olmuş 2000 den fazla insan yaşamını kaybetmiştir.
Erzincan’ı tümüyle haritadan silen deprem, Amasya, Tokat, Sivas, Kırşehir,
Ankara, Çankırı, Kayseri, Samsun, Ordu illerinde ve çevresinde de etkili olmuştur.
Depremde yıkılan bina sayısı 116 bin 720 dir.
Deprem sırasında, kentin demiryolu köprüsü de yıkılmış, telgraf hatları
kopmuş, Erzincan’ın çevreyle bütün ilişkisi tamamen kesilmişti. Bu yüzden deprem
haberi
saatler
sonra
öğrenilebilmiştir.
Yardım
ekipleri,
yıkılan
köprülerin
onarılmasından sonra, ancak 28 Aralık günü kente girebildi.
5.3.9. 1942 Niksar –Erbaa Depremi ( 7.0)
Niksar ve Erbaa Kuzey Anadolu Fay zonu üzerinde bulunmaktadır. Özellikle
1940 Niksar depremi diye bilinen deprem aslında Erzincan depremidir. NiksarErbaa'da 20 Aralık da 1942 de meydana gelen 7.0 büyüklüğündeki depremde 300 kişi
yaşamın kaybetmiştir.
87
5.3.10. 1943 Tosya Ladik Depremi (7.2)
Tosya'da 26 Aralık 1943 yılında meydana gelen depremde yaklaşık 3000 kişi
yaşamını yitirmiştir.
5.3.11. 1944 Bolu- Gerede Depremi (7.3)
Bolu ve civarında 1 şubat 1942 yılında meydana gelen depremde 2 bin 950 kişi
yaşamın kaybetmiş, 1812 kişi yaralanmıştır. Depremde 9 bin 422 bina yıkılmıştır.
Depremde Bolu’da en ağır yıkıma uğrayan yer, kentin ova bölgesinin güney kesimidir.
Deprem sırasında, kentin dört kilometre güneyinde, Ilıca yolu üzerinde yolu kesen bir
yüzey kırığı gözlenmiştir.
.
5.3.12. 1957 Fethiye Depremi (7.2)
24 Nisan 1957 tarihinde Muğla'nın Fethiye ilçesinde meydana gelen deprem
büyük bir deprem olmasına rağmen çok az kişi yaşamını kaybetmiştir. Bunu nedeni
üst üste iki deprem olmasıdır. Büyüklüğü yedi civarında olan ilk depremden
sonra Fethiye
Kaymakamı
Nezih
Okuş
insanların
evlerinden
sonra
çıkmalarını
istemiştir. insanlar
dışarı çıktıktan bir kaç saat sona daha büyük 7.2 lik deprem
meydana gelmiştir.
Fethiye'de ve köylerde çok büyük yıkımlar olmasına rağmen
sadece 19 kişi yaşamını kaybetmiştir.
5.3.13. 1966 Varto Depremi (6.9)
Muş'un Varto ilçesinde 19 Ağustos 1966 yılında meydana gelen 6.9
büyüklüğündeki depremde 2334 kişi yaşamını yitirmiştir. Doğu Anadolu'da bu denli,
büyük ölümlerin sebebi yapı stokunun çok kötü olmasıdır. Varto'da da Kerpiç ve taş
evlerin çokluğu hasarın ve ölü sayısının artmasına neden olmuştur.
5.3.14 1970 Gediz Depremi (7.2)
Gediz depremi Ege bölgesinde görülen en büyük depremdir. Deprem 28 Mart
1970 tarihinde saat 23:00 da meydana geldi. Tüm Batı Anadolu'nun hissettiği 7.2
büyüklüğündeki depremde 3500 ev tamamen yıkılmış 7000 ev ağır 10000 den fazla ev
de hafif hasar görmüştür. Depremde farkı sayılar verilmekle birlikte 1000 de n fazla
insan yaşamını kaybetmiştir.
88
5.3.15. 1975 Lice Depremi (6.9)
Diyarbakır'ın Lice ilçesinde6 eylül 1975 yılında meydana gelen
6.9
büyüklündeki deprem Lice ve çevresinde büyük tahribatlara yol açmıştır. Depremi 23
saniye gibi kısa bir sürede gerçekleşmesine rağmen ölü sayısının 2385 olması yapı
stokunun kötü olduğunun en büyü k kanıtıdır. Deprem sadece Lice'yi değil; Hani,
Hazro, Kulp, Silvan, Ergani ve Diyarbakır civarını da etkilemiştir. Deprem Elazığ,
Şanlıurfa, Mardin, Muş ve Siirt'te de hasar meydana getirmiştir.
5.3.16. 1976 Çaldıran Depremi (7.2)
Van'ın Çaldıran ilçesinde 24 Kasım 1976 tarihinde meydana gelen depremde
3840 kişi yaşamını kaybetmiştir. Çaldıran depremi 1939 Erzincan depreminden sonra
bölgede görülen en büyük depremdir. Depremin en trajik yönü 19763 yılında havaların
çok soğuk olması yüzünden yardım be kurtarma .alışmalarının gecikmesidir. Deprem
tüm Van gölü civarı ile Diyadin ve Taşlıçay'da da etkili olmuştur.
5.3.17. 1983 Erzurum- Kars Depremi (6.8)
Horasan - Narman depremi olarak da bilinen 6.8 büyüklüğündeki deprem 30
Ekim 1983 tarihinde meydana geldi. Tüm doğu Anadolu depremlerinde olduğu gibi bu
deprem de orta büyüklükte bir depremdir ancak ölü sayısı yine de bini aşmıştır.
5.3.18.1992 Erzincan depremi (6.8)
Erzincan, tarihinin en büyük altıncı depremini 13 Mart 1992 tarihinde
yaşamıştır. Büyüklüğü 6.8 olan depremde 653 kişi yaşamın kaybetmiştir. Bu rakam
çok büyük depremler yaşamasına rağmen Erzincan ve civarında oturtanların bundan
hiç ders almadıklarının acı bir göstergesidir.
5.3.17. 1999 Gölcük depremi (7.4)
Büyüklüğü 7.4 olan Gölcük depremi, Türkiye’de maddi ve manevi büyük izler
bırakmıştır. Merkez üssü Gölcük Donanma olan deprem sadece Marmara bölgesini
değil, İç Anadolu ve Batı Karadeniz Bölgesinde yaşayanları da etkilemiştir. Resmi
makamların açıklamalarına göre depremde 17.781 kişi yaşamını yitirmiş, 23.781
yaralanmış, 505 kişi de sakat kalmıştır.
89
Tüm bu özellikleriyle Gölcük depremi dünyanın en büyük depremlerinden biri
değildir. Ancak gerek çok büyük bir alanı etkilemesi gerekse büyük maddi kayıpların olması
nedeniyle, dünyada “etkisi en büyük” depremlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu
depremden sonra durumun ciddiyetini gören yerel yönetimler ciddi çalışmalar yapmaya
başlamış ve kısmen de olsa yol alınmıştır.
Gölcük Depremi Türkiye için milat olmuştur. Arama kurtarma, afetlerde sağlık
hizmetleri, Afet yönetimi kavramlarıyla Türk toplumu ilk kez gölcük depreminde tanışmıştır.
Gölcük depreminden sonra yapılan çalışmalarla sağlıklı bina yapılarak Depremden
korunmanın mümkün olduğu görülmüştür.
Çınarcık’tan başlayıp Yalova, Gölcük, Karamürsel, Değirmendere, Derince ve
Avcılar’a kadar batı yönünde; Adapazarı ve Düzce’yi de içine alacak şekilde, doğu yönünde
çok geniş çaplı yıkım ve tahribatlar meydana gelmiştir. Depremden sonra Bayındırlık
Bakanlığı hasar tespitleri yapmış, bunun için mimar ve mühendisler görevlendirilmiştir.
Çalışma kapsamında binaların orta, ağır ve az hasarlı olduklarını gösteren raporlar
düzenlenmiştir.
Ağır ve orta hasarlı ev sahiplerine geçici barınaklarda barınma hakkı verilmiştir veya
ev sahipleri kira yardımı ile sorunu kendi çözme hakkına sahip olmuşlardır.Depremin
ardından 43.000 çadır dağıtılmış, dağıtılan çadırlarda 120.000 kişi barınmıştır. Çadırlara
gerekli ihtiyaçları daha kolay ulaştırabilmek için, farklı yerlerde 53 çadır kent oluşturulmuş,
bu çadır kentlerde de 41.448 kişi barınmıştır. Sakarya’ da Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
tarafından 5.857, farklı gönüllü kuruluşlarca da 4.518; toplam 10.375 adet prefabrik geçici
konut yapılmıştır.
Konutların ihtiyaca göre büyüme olanağına sahip olmaması, kalabalık aileler
için sorunlar oluşturmuştur. Konutların iş yerlerine uzaklığı ve alt yapı yetersizliği,
kullanımda sorunlar meydana gelmesine neden olmuştur. Altyapı ve konum faktörleri
kullanıcılar tarafından sorun olarak belirtilse de esas memnuniyetsizlik konutların kendinde
yaşanmıştır.
Deprem sonrasında barınma birimleri için
yer seçimi; bölgesel planlama
gözetilmeksizin alınan kararlar, tarım alanlarının yerleşime açılmış olması ve yerel yönetimle irtibatsız olarak eski imar paftalarından belirlemelerin yapılması pek çok sorun
90
meydana getirmiştir. Bu depremde, öncesinde incelenen dört depremden farklı olarak veriler
görsel, işitsel ve yazılı olarak oldukça fazladır.
Deprem sonrası üç aşamanın, eldeki verilere göre yaklaşık 63 ay, yani 5 yıl 3 ay gibi
bir sürede tamamlandığı söylenebilir. Nisan 2002 tarihinde İzmit’te 16.000 civarında
prefabrik geçici konutun hala kullanılıyor olması aşamaların tamamlanmasının uzun sürdüğünün başka bir kanıtıdır.Bu süre geride bıraktığımız yüzyıl yaşam şartları için oldukça uzun bir
süredir. Deprem sonrası aşamaların tamamlanmasının uzun sürmesi önceki depremlerle
benzer sorunlar meydana getirmiştir.
Kalıcı konutlara geçildikten sonra geçici konutlar ve bunlar için yapılmış her türlü
altyapının kullanılamaz durumda olduğu görülmüştür.Oluşturulan kalıcı konutlarda gerek
tasarım gerekse kullanım aşamalarında sorunlarla karşılaşılmış ve konutların pek çok eksik
yönünün olduğu yapılan çalışmalarla belirlenmiştir. Deprem sonrası aşamalar önceden
planlanmadığı için karışıklık meydana gelmiş ve sonuçta gerek maddi gerek manevi pek çok
kayıp yaşanmıştır. Deprem sonrasını planlamanın önemi daha önceki depremlerde olduğu gibi
bu depremle de açıkça görülmüştür (Özata ve Limoncu 2014).
5.3.18. 1999 Düzce Depremi (7.2)
Düzce , 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin izleri daha sürerken 12 kasımda 7.2 lik
bir depremle sarsıldı. Kuzey Aandolu Fay zonu üzerinde meydana gelen deprem 30 saniye
sürdü. Can kayıplarının büyük bir bölümü Kaynaşlı'da meydana geldi. Depremde toplam 845
kişi yaşamını kaybetti.
5.3.19. Erciş Depremi (7.2)
Doğu Anadolu'da meydana gelen büyük depremlerde nbiri de 2011 yılında meydana
gelen Erciş Depremidir. Deprem 23 ekim 2011 tarihinde meydana geldi. Toplam 604 kişini
yaşamını kaybettiği depremde 222 kişi de enkazlardan canlı olarak çıkarıldı. Deprem,
Erzurum, Ağrı, Mardin, Diyarbakır, Muş, Bitlis, Iğdır, Kars, Batman, Siirt illeri ve ilçelerinde
geniş bir alanda hissedildi.
91
5.3.20. Gökçeada Depremi (6.9)
Çanakkale'nin Gökçeada ilçesinde meydana gelen 6.9'luk deprem sonrasında
Türkiye'de bir ilk gerçekleşti ve Depremden bina yıkılmadığı gibi hiç kimse de yaşamını
kaybetmedi. Bu deprem Türkiye'de özellikle de Batı'da deprem uyarılarının dikkate alındığını
ve yapılan binaların depreme dayanıklı olarak yapıldığını göstermektedir ki bu deprem
zararları açısından oldukça umut verici bir gelişmedir.
92
6.TSUNAMİ
93
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu bölümde özellikle dalma batma zonlarında meydana gelen depremlerden sonra
depremişn etki alanının ç.ok dışındaki sahiller için bile kâbus olan Tsunami hakkında
bilgi edindikten sonra dünya tarihindeki önemli Tssunami olaylarını inceleyeceğiz.
94
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
•
Tsunami Nedir
•
Tsunamilerin oluşum mekanizması nedir.
•
Her depemden sonra Tstuami olur mu
•
Büyük tstnamiler ne çok hangiş depremlerde nsonra oluşurlar.
•
Tsunamiden korunmak mümkün mü ?
•
Türkiye'de Tsunami riski var mı ?
95
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Tsunami
Tsunsmilerin nasıl
oluştuğunu öğrenilecek
Tsunamiler hakkında
internetten ve kaynaklardan
araştırma, ders notları , sunum
ve videolar
Tsunami neden çok
tehlikelidir ?
Tsunaminin hızı ve tahrip
gücü öğrenilecek
Tsunami riskleri hakkında
araştırma, ders notları
Sunumlar, videolar
Dünyadaki önemli
Tsunamiler
Tsınamkilerin nerelerde be
nasıl zarar verdiği
öğrenilecek
Dünyada meydana gelmiş
Tsunamiler hakkında
araştırmalar yapmak, ders
notları, sunumlar, videolar
96
Anahtar Kavramlar
•
Tsunamş
•
Dalma batma zonu
•
Deprem
97
6.1.Giriş
Japonca'da "liman dalgası" anlamına gelen Tsunami sözcüğü; okyanus ya da
denizlerin tabanında oluşan deprem, volkan patlaması ve bunlara bağlı taban çökmesi, zemin
kaymaları gibi tektonik olaylar sonucu denize geçen enerji nedeniyle oluşan uzun periyotlu
deniz dalgasını temsil eder.
Merkezi deniz dibinde olan derin depremlerden sonra zemin çökmesi ve taban
kaymasıyla oluşan dev dalgalardır. Şiddetli sarsıntılardan sonra kıyı bölgeleri için büyük
tehlike oluşturmaktadır.
Denizaltında oluşan heyelan, deprem ve yer kaymaları deniz tabanının ani olarak şekil
değiştirmesine yol açarlar. Deniz tabanının aşağı ya da yukarı yönde ani ve kalıcı olarak yer
değiştirmesi bunun üzerindeki tüm su kolonunu da yukarı ya da aşağı doğru hareket ettirir. Bu
hareket sonucunda suyun itilmesinden kaynaklanan potansiyel enerji Tsunami dalgalarının
yatay olarak ilerlemesine (kinetik enerji) neden olur.
Tsunami’den sonra oluşan dalganın diğer deniz dalgalarından farkı, su zerreciklerinin
sürüklenmesi sonucu hareket kazanmasıdır. Bu dalganın varlığı derin denizde hissedilmez,
ancak sığ sulara geldiğinde, dik yamaçlı kıyılarda ya da V tipi daralan körfez ve koylarda,
bazen 30 metreye kadar tırmanarak çok şiddetli akıntılar yaratabilir. İnsanlar için deprem,
tayfun, çığ, yangın gibi Tsunami de ilk oluştuğunda tek bir dalgadır, ancak kısa bir süre
içerisinde üç ya da beş dalgaya dönüşerek çevreye yayılmaya başlar.
Bu dalgaların birincisi ve sonuncusu çok zayıftır ancak diğer dalgalar etkilerini kıyılarda
şiddetli biçimde hissettirebilecek bir enerjiyle ilerlerler. Bu nedenle depremlerden kısa bir
süre sonra kıyılarda görülen yavaş ama anormal su düzeyi değişimi ilk dalganın geldiğini
gösterir.
Bu değişim, arkadan gelecek olan çok kuvvetli dalgaların ilk habercisi de olabilir.
Yangın ya da sel gibi bir doğal afet haline gelebilmektedir.
6.2. Tsunami Dalgalarının Diğer Dalgalardan Farkı
Okyanus yüzeyinden esen rüzgarlar nispeten küçük dalgaları kabartarak, denizin üst
tabakasıyla sınırlı bir akıntı oluştururlar. Ayrıca normal rüzgar dalgasının hızı yaklaşık 20
km/saat kadarken, Tsunami dalgasının hızı yaklaşık 750-800 km/saattir.
98
Gel-gitler ise gün boyunca yeryüzünü iki defa süpürüp geçer -tıpkı Tsunamiler gibi- ve deniz
dibine ulaşacak akıntılar üretebilirler.
Tsunami dalgalarının nedeni, okyanus ya da denizlerin tabanında oluşan deprem,
volkanik patlamalar ve bunlara bağlı taban çökmesi, su altındaki plakaların kaymaları gibi
tektonik olaylar veya meteor etkisi sonucu denize geçen enerji nedeniyle oluşan uzun
periyotlu deniz dalgasını temsil eder. Okyanus tabanı hızla yer değiştirdiğinde üstündeki
bütün su kütlesi bundan etkilenir. Tabanda olanlar üstteki su yüzeyine yansır ve 5000-6000 m.
derinliğe kadar olan su kütlesinin tamamı dalga hareketine katılır. Birbirini izleyen kabarma
ve çökme 10.000 km2 kadar alanı kaplayabilir. Tsunami’nin kaynağı, Ay’ın veya Güneş'in
çekim kuvveti değildir.
6.3. Açık Denizlerde Tsunami
Açık okyanusta, Tsunami büyük bir su duvarı değildir; yüksekliği çoğunlukla 1 m'den
azdır, dalga uzunluğu ise 1000 km'ye yakındır. Dalga yüzeyi hafif eğimlidir (km’de 1 cm
kadar). Bu dalgalar, derin ve açık okyanus bölgelerinde, saatte 500 ile 800 km arasında
değişen büyük bir hızla gitmesine rağmen, normal yüzey dalgalarınca maskelenir.
Tsunami tek bir dalgadan ziyade, merkezleri bir olan dalga serilerinden ibarettir.
Birbirini takip eden iki dalga arasındaki uzaklık 500-650 km uzunluğunda olabilir. Böylece
Tsunami birkaç saat içinde okyanusu geçebilir. Tsunami’nin büyük enerjisi ancak sahile
yaklaştığında ortaya çıkar. Kalın su kolonunda dağılan enerji, gittikçe kısalan kolonda
yoğunlaşmış olur ve yüzeydeki dalga yüksekliğinde hızlı bir artış görülür.
Okyanus açıklarında 60 cm'den az yükseklikteki dalgalar, daha sığ sulara yaklaştıkça
hızlarını kaybeder, dalgalar arası mesafe kısalır ve dalgalar üst üste binen dalgalar bir su
duvarı oluşturarak Tsunami’yi yaratır. Çoğu kez 15 m, nadir durumlarda ise 30 m'yi aşan bu
devasa dalgalar, hızla vurdukları kumsala karşı çok büyük bir güç kullanırlar, ciddi zarar
verirler ve çok fazla hayat kaybına neden olurlar.
Tsunami, kıyı şeridi boyunca her bir metre için, 100.000 tondan fazla su bırakır. 1993
yılının Temmuz ayında Japonya'da gerçekleşen ve tarihte en büyük bilinen Tsunami dalgaları,
deniz seviyesinden 30 m yüksekliğe çıkmıştı. Çoğunlukla Tsunami’nin yaklaştığının ilk
işareti büyük bir su duvarı değil, denizin ani olarak çekilmesidir.
99
6.4 Tarihteki Büyük Tsunamiler
Tsunamiler depremden sonra oryaya çıkarlar ve tıpkı deprem dalgaları gibi ç.ok geniş
bir alana yayılırlar. Etkileri deprem dalgalarından daha fazladır çünkü genellikle beklenmedik
anda oryaya çıkarlar. Tsunami dalgaları deprem olduktan 24 saat sonra bile kıyıları vurabilir.
Bu nedenle bir yerde deprem olduktan sonra Tsunami riskini göz ardı etmemek gerekir.
6.4.1. Güneydoğu Asya Tsunamisi
Güneydoğu Asya'yı 6 ülkede vuran 9.1
büyüklüğündeki deprem ve Tsunami
nedeniyle, yaklaşık 300 bin insan yaşamını yitirdi. Asya'da on binlerce kişinin ölümüne ve
kaybolmasına yol açan deprem, Sumatra’daki adaları yerinden oynatarak Asya haritasında
değişikliğe neden oldu. 26 Aralık'ta meydana gelen Güneydoğu Asya depreminin
yerkabuğunun her bölgesini birden salladığı ortaya çıktı. 9.1 büyüklüğündeki son 40 yılın en
güçlü depremidir. Uzunluğu 1.250 km olan bir çatlak boyunca oluşan deprem, 10 dakika
sürmüştür. Bu şimdiye dek kaydedilen en uzun deprem süresidir.
Deprem, Avustralya plakasının Avrasya plakasının altına kaymasıyla oluştu.
Kaymanın şiddetiyle Avrasya Plakası'nın ucu havaya kalktı. Bu hareket, okyanus zeminin
oynamasına yol açtı ve Tsunami ortaya çıktı. Tsunami’nin Bengal Körfezi'nde yarattığı
dalga, tüm dünya denizlerinde su seviyesinin 0.1 mm. yükselmesine neden oldu. 26 Aralık
depreminin en önemli etkisi Tsunami oluşturmasıdır.
Tsunami oluşumunun temel nedeni okyanus veya deniz tabanlarının ani olarak
deforme olması ve bu nedenle su kütlesinin düşey olarak yer değiştirmesidir. Tsunami’lerde
dalga enerjisi yüzeyden suyun tabanına doğru yayılmakta/dağılmakta ve bu nedenle çok derin
sularda afet haline gelememektedir. Depremden ölümler 20 bin civarında iken Tsunami
dalgaları yaklaşık 280 bin kişinin ölümüne yol açmıştır.
100
Şekil. 6.1. Endonzya Tsunamisinde tahrip olan kıyı yerleşimleri
6.4.2. Japonya Tsunamisi
13 mart 2011 tarihinde meydana gelen Thoku
depreminden sonra Japonya kıyılarını vuran
Tsunami dalgaları yaklaşık 20.000 insanın
yaşamına mal oldu. Saatte 800 kilometre
hızla yola çıkan Tsunami dalgaları 10 metre
yüksekliğe ulaşarak Tüm sahilleri vurdu.
Tsunami uyarı sistemi olduğu için Tsunami
alarmı verilmesine rağmen setleri aşan
dalgalar büyük bir can ve nal kaybına yol
açtı. Yaklaşık 500 bin kişi sığınaklara
yerleştirildi. Zararın 250 milyar dolar olduğu
tahmin ediliyor.
Şekil 6.2. Japonya Tsunamisi sonrası kıyılar
101
6.4.3. Lizbon Tsunamisi - Portekiz
Portekiz'in başkenti Lizbon'da 1
kasım 1755 tarihinde meydana
gelen deprem sonrası ortaya çıkan
Tsunami dalgaları büyük can ve
Mal
kaybına
neden
olmuştur.
Yüksekliği 6 metreye kadar olan
tsunami
veispanya
dalgaları
portekiz,Fas
kıyışlarında
60
bin
kişinin ölümüne yol açmıştır
Şekil 6.3 Lizbon depremi ve Tsunamisi
6.4.4 Krakatou Tsunamisi- Endonezya
27Ağustos 1883 tarihinde Endonezya'daki
Krakataou volkanı patladı. Java ile Sumatra
kıyılarını süpüren Tsunami, 36 bin insanın
ölümüne sebep oldu. Bu olayda Tsunami
dalgalarının yüksekliği 37 metreye kadar
çıkmıştır.
Şekil 6.4 Karakato Tsunamisinin etki alanları
6.4.5. Enshunada Denizi Tsunamisi - Japonya
Enshunada denizinde 20 Eylül 1498 yılında meydana gelen ve büyüklüğü tahmini
olarak 8.3 olan depremden sonra Japonya kıyılarında Tsunami oluştu. Kii Mikawa, Surugu,
Izu ve Sagami kıyılarında etkili olan Tsunami dalgaları yaklaşık olarak 31 bin kişini ölümüne
yol açtı
102
6.4.6. Nankaido Tsunamisi - Japonya
Yaklaşık büyüklüğü 8.4 olarak tahmin edilen bir deprem sonrasında meydana gelen
25 metrelik Tsunami dalgaları Kyushyu, Şikoku ve Honshin kıyılarında etkili oldu. 28 Ekim
1707 tarihinde meydana gelen Tsunamide Osaka şehri de kısmen zarar gördü. Bu olayda
yaklaşık 30.000 kişi hayatını kaybetti.
6.4.7. Sankriku Tsunamisi- Japonya
Sankrikuku'da 15 Haziran 1896 yılında meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki
depremden sonra kıyıları vuran 38 metrelik dev dalgalar kıyılara büyük zarar verdi. Tsunami
dalgaları dini bayram için toplanan insanları vurdu ve yaklaşık
26 bin insan yaşamını
kaybetti. Tsunami Çinin doğusundaki kıyılara kadar ulaştı ve burada da 4 bin kişi yaşamını
kaybetti.
6.4.8 Kuzey Şili Tsunamisi - Şili
Şili'de 13 Ağustos 1868 yılında ardarda meydana gelen iki depremden sonra meydana
bu Tsunami olayı Tüm Pasifik kıyılarını etkileyerek 25 bin kişinin ölümüne yol açtı.
Depremin yaklaşık büyüklüğü 8.5 olarak tahmin edilmektedir. Dalgaların 21 metre civarında
olduğu rapor edilmiştir.
6.4.9. Ryuku Adaları Tsunamisi - Japonya
24 Nisan 1771 yılında meydana gelen ve yaklaşık büyüklüğü 7.4 olarak tahmin edilen
Tsunami dalgalarını boyunun 15 metre civarında olduğu gözlenmiştir. Tsunami çoğu Ishigaki
adasına olmak üzere 12 bin kişinin ölümüne yol açmıştır.
6.4.10. Ise Körfezi Tsunamnisi - Japonya
Ise körfezinde 18 Ocak 1586 yılında meydana gelen ve büyüklüğü 8.2 olarak tahmin
edilen deprem sonrasında oluşan Tsunami dalgaları yaklaşık olarak 8 bin kişini ölümüne yola
açmıştır
103
6.4.11.17 Temmuz 1998:
Papua-Yeni Gine'nin kuzeyinde oluşan yer sarsıntısı dalgası 2313 insanı öldürdü, 7
köy yok olurken, binlerce insan evsiz kaldı.
104
5.SELLER
105
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu bölümde dünyada ve ülkemizde meydana gelmiş önemli selleri inceleyeceğiz.
Ancak tarihteki bu önemli selleri incelemeden önce sellere yol açan uygulamaları da
öğreneceğiz.
106
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
•
Sel nedir
•
Sele yol açan ana nedenler nelerdir
•
Son yıllarda tüm dünyada sellerden görülen zararların ana endenleri nedir .
•
Selleri önlemek mümkün müdür ?
107
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu
Kazanım
Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
Sellerin nedenleri
Türkiye’deki önemli
depremleri öğrenip dersler
çıkarmak
Türkiye’deki tektoniği
hakkında internetten ve
kaynaklardan araştırma, ders
notları , sunum ve videolar
Türkiye tarihindeki önemli
Türkiye’deki büyük
depremleri öğrenip dersler
çıkarmak
Türkiye’deki büyük
depremler hakkında
araştırma, ders notları
Sunumlar, videolar
Türkiye’deki depremlerin
neden çok zarar verdiğini
öğrenmek
Depremlerin ülkemizde
verdiği hasarlar hakkında
araştırmalar yapmak, ders
notları, sunumlar, videolar
seller
Dünya tarihindeki Önemli
Seller
108
Anahtar Kavramlar
•
Sel
•
Taşkın
•
109
7.1. Giriş
Yer yüzeyine düşen yağmur, ya da eriyen kar örtüsünden kaynaklanan sular yüzey
akışına geçerek duraylı olabildikleri ortamlara (alıcı ortamlara) ulaşmaya çalışırlar. Bu suyun
bir kısmı, suyun miktarı ve akış hızı ile üzerinden aktığı jeolojik formasyonların yapısına
bağlı olarak yeraltına sızar, önemli bir kısmı ise, üzerinde aktığı jeolojik birimleri aşındırarak,
çözerek daha alt kotlara doğru taşır ve kinetik enerjisinin düştüğü terlerde bunları bırakarak
yoluna devam eder.
Bu normal süreç, mevsim normalleri içinde kaldığı sürece sorun değil, bilakis, toprağı
besleyen en önemli biyolojik aktivitedir. Ancak, iklim koşullarının değişmesi ve olağan
olmayan atmosferik koşullarda bazen çok şiddetli yağışlar görülür. Bu tür “sağanak” yağışlar
ile yer yüzeyine ulaşan suyun potansiyel enerjisi çok yüksektir ve hemen hızla akışa geçer,
sızmaya zaman bulamaz ve büyük ölçüde yamaç aşağıya doğru akmaya başlar, bu arada,
üzerinde aktığı jeolojik formasyonları ve toprak örtüsünü de kazıyarak, aşındırarak içine
katar, şiddetle denize ulaşmaya çalışır. Bu tür coşkun akış haline “sel” denir (Şekil 7.1).
Sellenen akarsular, yatağından yükselip taşarak çevre alanları basar. Bu da su baskını veya
sellenme olarak adlandırılır.
Şekil 7.1. Sel ve sellenme.
110
Mısır uygarlığı bir tarım toplumu olup iktisadi faaliyetleri büyük ölçüde, yılın belirli
dönemlerinde yatağından taşan Nil Nehri’nin getirdiği verimli toprakların tarım alanlarına
yayılmasına bağlıydı. Bir başka deyişle Mısır uygarlığı, sel ve taşkını kontrol ederek onu
tarım amacıyla kullanılan toprakların verimli hale getirmeyi başarmıştır. Doğa olayı böylece
bir “afet”e değil, yararlı bir atmosfer olayı haline dönüşmüş olmaktadır.
Basit olarak bir daha tekrar etmek gerekirse ; Sel, herhangi bir akarsuyun, doğal
meteorolojik rejimin üzerinde bir yağış altında akışa geçen suyun yatağından taşması olayıdır.
Çok farklı şekillerde tanımlanmakla beraber sel, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan büyük su
kütlelerinin akarsu yataklarında, vadi yamaç ve tabanlarında, çukur alanlarda ve kıyılarda
kontrolsüz bir biçimde akması ve yayılması olayıdır .
Selin en sık rastlanan nedeni, kuvvetli ve uzun süreli yağıştır. Seller kar erimesi
sonucu oluşan kuvvetli akışlar veya drenaj kanallarının tıkanması sonucunda da meydana
gelebilir. Günümüzde rastlanılan en yaygın sebep ise; kuvvetli yağmur fırtınalarında drenaj
sistemlerindeki yetersizlik sonucu ana nehir kanallarının tamamen dolu olması ile meydana
gelen taşmalar sonucu oluşan sellerdir.
Dağlık bölgelerde ise seller kar erimesi veya yağışla birleşen kar suyundan meydana
gelir. Çok nadir olarak da barajların çökmesi ve taşmasından kaynaklanan sellere
rastlanılmaktadır . Dünyada kayıtlı ilk küresel taşkın, efsanelere konu olmuş ve ilk kayıtları
Sümer tabletlerinde bulunan “Nuh Tufanı”dır.
Şekil 7.2. Nuh Tufanı
111
7.2. Sel ve Taşkınlar
Sel, Dünya’nın hemen her yerinde olduğu gibi ülkemizde de kolayca afete dönüşerek
büyük mal ve can kaybına neden olan bir “doğal tehlike”dir. Selin oluşumu, büyüklüğü ve
verdiği zararların boyutu, önemli ölçüde o yerin klimatolojik-meteorolojik, jeolojikjeomorfolojik,biyolojik özellikleri ve insanların çeşitli etkinlikleriyle doğrudan ilişkilidir.
Seller birkaç saat veya birkaç gün içinde oluşabilir. Kısa sürede oluşan, dolayısıyla
etki süreleri de kısa olan bu seller, ani seller olarak adlandırılır. Sellere oluştukları ve etkili
oldukları yerlere göre de, akarsu selleri (taşkın), baraj selleri, kıyı selleri, dağlık alan selleri,
şehir selleri gibi çeşitli isimler verilmiştir .
7.2.1. Sel ve Taşkınların Nedenleri
Bir nehir/dere yatağındaki mevcut su miktarının, havzaya normalden fazla yağmur
yağması veya havzada mevcut kar örtüsünün erimesinden dolayı hızla artması ve yatak
çevresinde yaşayan canlılara, arazilere, mal ve mülke zarar vermesi olayına taşkın
denmektedir. Uzun süreli aşırı ve şiddetli yağışlardan sonra, özellikle fazla eğimli ve
geçirimsiz topraklarda taşkın olayı meydana gelmektedir.
Ayrıca kar yağışının da yoğun olarak yağdığı havzalarda ısının birden bire artması
sonucu kar örtüsünün erimesi de taşkınlara yol açabilmekte ve taşkın debilerine etkimektedir.
Her iki etkenin beraber meydana gelmesi ve yan kollardaki suyun aynı anda yükselmesi en
tehlikeli taşkınları oluşturmaktadır. Taşkın oluşumuna etki eden bir diğer faktör de havzada
hakim olan yağış rejimleridir .
1967-1987 yılları arasında akarsularda görülen sel (taşkın) olay sayısının tüm
hidrometeorolojik afetler içindeki oranı % 33 iken; 1998-2008 yılları arasında bu oran % 14'e
gerilemiştir. Son yıllarda yapılan baraj sayılarındaki artışlar, dere ıslah çalışmaları ve
köylerden kentlere göçler, bu şekilde nehirlerden kaynaklanan sellerde (taşkınlarda) azalmaya
neden olmuştur. Sayı azalmış ancak büyük şehirlerdeki zararlar artmaya başlamıştır. Bunu
nedeni ise çarpık yapılaşma be tarım alanlarının yerleşime açılmasıdır.
Buna rağmen DSİ verilerine göre 1975-2011 yılları arasında 820 adet taşkın olayı
meydana gelmiş, bu taşkınlar sonucunda 660 can kaybı olmuş, 799.758 hektar tarım arazisi
112
taşkına maruz kalmış, taşkınlar ülke ekonomisine yılda yaklaşık 150 milyon TL zarar
vermiştir. Bununla beraber son yıllarda ani seller ve bunun bir sonucu olarak da şehir
sellerinde önemli artışlar görülmektedir. Özetlemek gerekirse, sel ve taşkınların nedenleri;
•
Yağışların kısa sürede ve çok miktarda (sağanak yağışlar) olması,
•
Karların ani ve hızlı erimesi,
•
Bitki örtüsünün cılız olması,
•
Arazi eğiminin fazla olması,
•
Zeminin geçirimsiz malzemeden oluşması,
•
Toprağın neme fazlasıyla doymuş olması,
•
Doğal bitki örtüsünün tahrip edilmesi,
•
Baraj kapaklarının açılması,
•
Barajların çökmesi,
•
Dere yatağına tekniğine ve kurallara aykırı olarak ve izinsiz menfez veya köprü
yapılması,
•
Dere yatağına tekniğine ve kurallara aykırı olarak bent veya dolgu yapılması,
•
Dere yatağına moloz, sanayi ve evsel atıkların atılması,
•
Dere yatağının üstünün kapatılarak otopark, konut gibi yapılar yapılması,
•
Dere yataklarından kaçak kum çıkarılması,
•
Havzalarda ormanlık alanların tahribi, arazi kullanım koşullarının değiştirilmesi,
•
Sürekli ve şiddetli rüzgârların etkisiyle deniz suyunun kabarıp karaya doğru ilerlemesi,
•
Tsunami dalgalarının karaya ulaşması,
•
Akarsuların doğal yataklarının değiştirilmesi olarak gösterilebilir (1).
7.2.2. Sel ve Su Baskınlarına Karşı Alınması Gereken Önlemler
•
Başta ormanlar olmak üzere, doğal bitki örtüsü iyi korunmalı ve çıplak alanlar
ağaçlandırılmalıdır.
•
Doğal çevre korunmalı ve doğal kaynaklar bilinçli bir biçimde kullanılmalıdır.
•
Arazi kullanımı ilkelerine uyulmalı havzalarda yeteri kadar sıklıkta meteorolojik ve
hidrolojik gözlem istasyonları (erken uyarı istasyonları)kurulmalıdır.
•
Akarsu yatağı içinde suların akış hızını kesici setler ve göletler yapılmalıdır.
•
Ülkelerin meteoroloji ve hidroloji kuruluşları sel ve taşkın erken uyarı sistemi için
yeterli eleman ve teknoloji ile donatılmalıdır.
113
•
Akarsu yatakları ve sele duyarlı yerler, hiçbir şekilde yerleşime açılmamalıdır.
•
Özellikle düşük seviyeli yerlerde ve yerleşim alanlarında, yatak kenarlarına taşkın
engelleyici setler yapılmalıdır.
•
Yerleşim birimlerindeki kuru dere yatakları, asfaltlanarak yol haline getirilmemeli,
meteoroloji kuruluşlarınca şiddetli yağış ihbarı yapılması halinde; mülki idareler ve
yerel yönetimlerce gerekli önlemler alınmalı, özellikle akarsu kenarlarında, vadi
tabanlarında yaşayan insanlar uyarılmalıdır. (Dik yamaçlarda tarım yapılmamalı, az
eğimli yerlerde de toprak koruma ilkelerine uyulmalıdır)
•
Sele neden olabilecek dereler, kontrol altına alınmalı ve ıslah edilmelidir.
•
Yerel belediyelerce dere ve nehir yataklarına yerleşim konusunda titizlik göstermeli
buralarda yerleşimin önlenmesinin yanı sıra oluşacak engeller düzenli olarak
temizlenmelidir.
Dünya’da sel ve su taşkınlarının en fazla görüldüğü yerlere örnek olarak; Güney ve
Doğu Asya (Hindistan, Bangladeş, Çin, Birmanya, Tayland, Vietnam gibi), Batı Avrupa
(İngiltere, Hollanda, Fransa gibi), Orta Avrupa (Romanya, Macaristan, Polonya, Almanya
gibi) ve Amerika kıtasında (Meksika, Brezilya gibi) yerler verilebilir.
7.3. Dünyada Yaşanmış Büyük Seller
7.3.1. St. Felix Seli ve taşkını (Hollanda 1530 )
Holanda'nın karşılaştığı en büyük afetlerin başına bu olay gelmektedir. Zaten birçok
noktası deniz seviyesinin altında olan Hollanda'nın yaşamış olduğu en büyük sel
felaketlerinden biridir. Yağmurun aniden bastırması ve çok sert yağması ile büyük bir sel
oluşmuş ve yaklaşık 100 bin insan yaşamını yitirmiştir. Hollanda bu olay karşısında aylarca
çaresiz kalmıştır.
7.3.2. 1634 Burchardi Taşkını (Almanya- Hollanda 1634)
Büyük taşkına yağmurun çok fazla yağması neden olmamıştır. Ana neden gelgit
olayıdır. Gelgit dalgalarının çok yüksek gelmesi sonucunda hem Almanya hem de Hollanda
kıyıları adeta Tsunami benzeri bir su baskınına uğramış ve yaklaşık 8000 kişi yaşamını
yitirmiştir.
114
Şekil 7.3. St.Felix Seli
Şekil 7.4. Burchardi Taşkını
115
7.3.3 Noel Selleri (Holanda- Almanya 1917)
Tüm Avrupa noele hazırlanırken doğanın kendilerinenasıl bir oyun oynayacağınca
haberleri yoktu. Hollanda, Almanya ve İskandinav ülkelerini içine alan coğrafyada 1917
yılının ilk günü aniden başlayan yağışlar kısa sürede 14.000 insanın yaşamını yitirmesine
neden olmuştur. Konumu itibarıyla en büyük zarar Hollanda'da olmuştur.
7.3.4. Sarı Nehir Seli ve Taşkını (Çin 1887 )
Dünyanın en dramatik su baskınlarınan biridir. Etkisi yıllarca sürmüştür. Çin’in en
büyük nehirlerinden biri olan Sarı Nehir'in büyük ve uzun süreli yağmurlar sonucu hem sele
hem de daha sonra taşkına yol açması ile 1-2 milyon arasında insan yaşamını kaybetmiştir.
Tüm alçak ovalar aylara su altına kalmış ve ekonomi de olumsuz etkilenmiştir.
Şekil 7.5. Sarı Nehir Seli ve Taşkını
7.3.5. Missisipi Seli (ABD 1926 )
Her şey 1926 yılında Mississippi’deki şiddetli yağmurlarla başlamıştı. Yağmur
şiddetini yitirmedi ve 1927 yılında Mississippi nehri 145 yerden, 70.000 km²’lik bir alana
taşmıştır. Oluşan selin bilançosu; 7 eyalette 246 can kaybı, 400 milyon dolarlık da bir maddi
hasardır. Amerika tarihinin en yıkıcı nehir taşması felaketi olan Büyük Mississippi seli, birçok
116
Afro-Amerikan’ı evinden etmiş hatta Mississippi nehrinin daha aşağı kısımlarındaki yaşayan
insanların kuzeye göç etmelerine sebep olmuştur.
Birçok insan kalıp evlerini yeniden inşa etmektense kuzeye sanayi bölgelerine
yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Bu durum büyük bir göç hareketinin başlamasına enden
olmuştur. Büyük Göç’ün ilk aşamasının büyük bir oranını Büyük Missisipi Seli'nden sonra
ve Büyük Buhran döneminde göç eden Afro-Amerikanlar oluşturmaktadır.
7.3.6. Çin Seli (1931)
Çin'in nüfusu nedeniyle bu tür olaylarda kayıp sayısı çok fazla olmaktadır.. Nüfus
dışında yerleşilmemesi gereken ovalara milyonlarca kişinin tarım alanlarında çalışmaları için
yerleştirilmeleri de yatmaktadır. Yani ana neden yine yanlış yerleşim politikalarıdır. Çin’in
büyük bir kısmında etkili olan yağışlar kısa sürede birçok büyük nehrin taşmasına neden
olmuştur. İnsanlık tarihinin en dramatik sellerinden biri olan bu olayda 3 ile 4 milyon arasında
insanı yaşamını kaybettiği tahmin edilmektedir.
Şekil 7.6. Çin seli
117
7.3.7. Sarı Nehir Seli ve Taşkını
Akılda birçok soru işareti bırakan bu olayın doğal nedenlerle mi yoksa insan etksiyle
mi meydana geldiği tartışmalıdır. Doğal neden olarak aşırı, sürekli ve sert bir yağış Sarı
nehrin taşmasına ve alçakta kalan ovaların sular altında kalmasına neden olmuştur. Bu olayın
sonucunda yaklaşık olarak 800 bin kişinin yaşamını kaybettiği sanılmaktadır. Bu olayla ilgili
başka bir nedenin de Çin ordusunun müdahalesi olduğu söylenmektedir. Bazı kaynaklar selin
asıl nedeninin Japonlara karşı tedbir almak için Nehrin kaynaklarını bombalayan Çin ordusu
olduğunu iddia etmektedir. Bombalanan kaynaklar kontrollü doğal akıştan tahrip edici akışa
geçmiş ve yüz binlerce insan yaşamını kaybetmiştir.
Şekil 7.7. Sarı Nehir Taşkını
7.3.8. Doğu Guetamala Seli (1946)
Guetemala sık sık tropikal fırtınaların etkisinde kalmaktadır.
Ülkede 1946 yılına
Tropikal fırtınalardan sonra gelen aşırı yağışlar dere kenarlarındaki yerleşimleri vurmuş ve 40
bin kişi yaşamını yitirmiştir.
118
Şekil 7.8. Guetamala Seli ve Taşkını
7.3.9 .Vietnam Seli (1971)
Vietnam'da kırsal yerleşimler genellikle nehir kıyılarında ve derme çatma
kulübeler şeklindedir. Bu tür yerleşim yerleri özellikle su kaynaklı olaylardan olumsuz
etkilenmektedir.
Aşırı yağışlar sonucunda nehir kenarlarındaki yerleşimlerin büyük bir
çoğunluğu sular altında kaldı. Sonuç 100 bin ölü. Ölenler arasında Vietnam’da bulunan
Amerikan askerleri de vardı.
7.3.10 .Bankiya Barajı Taşması (Çin 1975 )
Nina tayfunu sonrasında hasar gören barajda çatlamalar meydana gelmiş ve 231 bin
kişi yaşamını yitirmiştir.
7.3.11. Afganistan Seli ve Heyelanları
Badahşan eyaletinde meydana gelen sel ve selin tetiklediği heyelan sonucunda 2000
den fazla insan yaşamını yitirdi. Günlerce yağan ve hiç durmadan şiddetini, artıran yağmur
kısa zamanla derelerin taşmasına ve yerleşim yerlerini basansına neden oldu. Bu baskınlar en
az 400 kişinin yaşamına mal oldu.
119
Şekil 7.9. Vietnam selinden sonraki taşkınlar
7.3.12. Vergas Seli
Venezülla’da aşırı yağışlar 2 tam gün sürünce, meydana gelen sel ve taşkınlar
10 binlerce insanın yaşamına mal olmuştur
7.3.13. Pakistan İndus Nehri Seli ve Taşkını
Pakistanda 2010 yılında İndus Nehri su toplama havzasında meydana gelen sel
ve taşkınlar o bölgede yaşayan yaklaşık 10 milyon kişiyi olumsuz etkilemiş yüz
binlerce kişi evsiz kalmıştır. İndus nehri su toplama havzasında tarım yapan yöre
halkı nehrin suları azaldı.ça sulardan kazandıkları yerleri tarım alanı olarak
120
kullanmakla kalmamış bu alanlara yerleşim bölgeleri de kurmuşlardır. Ancak bir gün
bu nehrin sularının tekrar eski yayılma alanına geleceği hiç hesaba katmamıştır.
Korkulan olmuş ve 2010 yılında muson yağmurlarını g-fazla yağmasının yanı sıra
dağlardaki karların da hızla erimesi büyük bir felakete dönüşmüştür. Havzaya son 50
yılın ortalamasının tam 40 katı su gelmiş, tüm tarım ve yerleşim alanlar sular altında
kalmıştır. Binlerce kişi yaşamını kaybetmiş ve 100 bin civarında çocuk salgın hastalık
riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu olay insanoğlu için bir dersten de öteyedir. Doğanın
gücünü hesap etmeden yapılan her uyulama bir gün geri tepecektir.
Şekil 7. 10. İndus Seli ve Taşkını
7.4. Türkiye'de yaşanmış Önemli Seller
Başta Karadeniz Bölgesi olmak üzere Türkiye'nin tüm bölgeleri ilkbahar ve sonbahar
aylarında yoğun bir sel riski yaşamaktadır. Rize, Trabzon, Sinop, Kastamonu, Artvin, İzmir,
Mersin, Adana ve İstanbul büyük sel olaylarıyla karşı karşıya kalmaktadır. u sellerin nedenleri
giriş kısmında detaylı olarak anlatılmıştır. Türkiye'nin sel riskini anlamak için en güzel
örneklerden biri İstanbul'dur. Bu nedenle örnek olarak İstanbul alınmıştır. Çünkü İstanbul'u
detaylı olarak incelemek Türkiye'nin sel riskinin nedenlerini de ortaya koyacaktır
121
7.4.1 . İstanbul'da Sel riski
İstanbul coğrafyası dere açısından çok zengin olmamakla birlikte irili ufaklı bir çok
dereyi barındırmaktadır. Toplam uzunlukları 600 km civarında olan bu dereleri de üç şekilde
sınıflamak mümkündür. Boğaz ve civarına dökülen dereler (Beşiktaş deresi, Ortaköy deresi,
Sarıyer deresi, Baltalimanı deresi, Büyükdere, İstinye deresi, Kağıthane deresi, Alibey deresi,
Belgrad dere, Göksu çayı, Küçüksu dere Elmalı Dere, Kurbağalı dere
vb. ) Karadenize’e
dökülen dereler (Riva çayı, Çanak Deresi, Yeşilçay (Ağva deresi), Uludere ) ve Göller
bölgesindeki dereler (Çırpıcı dere, Tavukçu dere, Ayamama Deresi, Sazlıdere, Nakkaş Dere,
Eskinoz dere Karasu deresi, Istranca deresi )
Yapılan araştırmalar İstanbul’un 200’ün üzerinde sokağının ve 100’ün üzerinde
caddenin dere üzerinde bulunduğunu gösteriyor. Bu oran her geçen gün artmaktadır.. Bu
durum sadece su açısından değil doğal afetler açısından da büyük riskler taşımaktadır.
Derelerin
alüvyonlar
üzerine
yapılan
binaların
depreme
ne
kadar
dayanacakları
bilinmemektedir. Dere üzerine yapılan yerleşimleri tehdit eden diğer bir doğal afet ise seldir.
Bu özelliği nedeniyle İstanbul özellikle ilgilenilmesi ve üzerinde durulması gereken bir kent
konumundadır. Çünkü İstanbul sellerinin iki ana endeni var. Birincisi aşırı betondan ve
altyapı yetersizliğinden doğan yüzeysel akış, ikincisi de üzeri betonlarla kaplanmış olduğu
meydana gelen yüzeysel akış.
İstanbul üç önemli havzaya akan irili ufaklı derelerle kaplıdır. Bunların kentin dışında
olanlarının önleri kesilerek durağan göllere dönüştürülmüş. Kent içinde kalanların ise üstleri
örtülerek yerleşime açılmış.
Bir kısmının kenarında çok değil 40-50 yıl öncesine kadar
şenlikler düzenlenen, sandal sefaları yapılan bu derelerin sadece haritalarda adları kaldı.
Gerçekte ise, üstleri dere ıslahı adı altında örtülerek kanalizasyonların denize boşaltıldığı
yerler olarak kullanılmaktadırlar.
Bu derelerin hızla yok edilmesi gelecekte İstanbul’da
yaşamın su açısından çok daha sıkıntılı geçeceğinin ve ani yağmurlarda sellenmelerin daha da
artacağının en büyük delili
7.4.1.1. Riva çayı : Karadeniz’e dökülen en büyük dere Riva çayıdır. Derelerin
kaynağı Kocaeli sınırlarından çıkar. Buradan çıkan sular 65 km yol aralar Riva’dan
Karadeniz’ e dökülür. Çok kısa zaman öncesine kadar fazla kirli olmayan Riva çayı son
122
yıllardaki yoğun yapılaşmadan payını almıştır. Çay artık suyundan yararlanılamayacak kadar
kirli akmaktadır. Riva çayı dere ıslahı projelerinden nasibini almamış olmasına rağmen son
gelecek 10 -15 yılda bu çayın da üstünün örtülerek ıslah edilmesi kaçınılmaz görünmektedir.
7.4.1.2.Göksu Çayı : Alemdağ’dan çıkan ve birbirine paralel akan iki dere Büyük
ve Küçük Göksü dereleridir. Bu iki derenin Göksu’da oluşturdukları alüvyonları bu derelerin
bir zamanlar ne kadar güçlü aktığının göstergesidir. Göksu çayı 18 ve 19.yüzyılın en önemli
mesire yerlerinin başında gelirdi. İstanbul’un dereleri içinde hala kayıkla gezilebilen dere
olma özelliğini de koruyan Göksu çayı Kağıthane derede olduğu gibi 1950’li yıllardan
itibaren hızla tahrip olmaya başladı. Önce yalılar ve köşkler tahrip oldu, onların yerini beton
yığınları aldı.. Göksu çayı temizliğini 1960 lı yılların sonuna kadar sürdürmeyi başardıysa da
gün geçtikçe etrafında çoğalan yapıların etkisiyle kirlenmeye başladı. Günümüzde boğaza
dökülen en temiz derelerin başında geliyor.
7.4.1.3.Kurbağalıdere : Kayışdağından doğan dere yol boyunca küçük derelerin
yardımıyla da güçlenerek Hasanpaşa’dan geçip Kalamış koyunda Marmara Denizine dökülür.
Kollarıyla birlikte toplam uzunluğu 50 km civarında.
Derenin özelliği her dönemde
gündemde olması. Bir zamanlar güzelliği, günümüzde ise kokusu nedeniyle İstanbul’un
gündeminde. Derenin üç adı var. Kuşdili çayırından aktığı için Kuşdili dere, denize
döküldüğü yerdeki yoğurtçu parkından dolayı yoğurtçu dere de denilmiş. Bu dere 18 ve 19
yüzyılda İstanbul halkının yoğun olarak ziyaret ettiği bir yerdi. Derenin kıyıları yemyeşil
çayırlarla ve bostanlarla kaplıydı. 1950 li, yıllarda İstanbul’un tüm derelerin etkileyen çarpık
kentleşme hamlesinden Kurbağalıdere de nasibini aldı. Önce Kadıköy gazhanesinin atıkları
sonra da evlerin lağım suları dereye verilmeye başlandı ve dere ağzı kısa sürede doldu. Hızla
kirlenen dere günümüzde artık Kayışdağı’ndan gelen derelerle değil evlerden gelen atık
sularla beslenerek Marmara Denizine akmaktadır. Günümüzde Kızıltoprak, Kalamış,
Yoğurtçu parkı ve Fenerbahçe stadı bu derelerin alüvyonları üzerine kurulmuştur.
7.4.1.4. Kağıthane Deresi : Terkos gölünün doğusundan doğan dere Haliç’a
dökülür. Bizanslılar tarafından Barbisos adıyla bilinen Kağıthane deresi 1730 yılındaki
patrona Halil ayaklanmasına kadar önemli bir sayfiye ve eğlence merkeziydi. Bir dönemlerin
en temize derelerinin başında gelen Kâğıthane deresine öldürücü darbe 1950 li yılların
başından itibaren vurulmuştur. Plansız programsız gelişen çarpık kentleşme derenin
123
etrafındaki verimli toprakların kısa sürede beton yığınlarına dönüşmesine neden olmuştur.
Dere kenarına yapılan fabrikaların atıklarına evsel atıklar ve lağım suları da karışınca bir
zamanlarlın en göze mesire yeriş olan Kâğıthane deresi bir pislik yuvası haline gelmiştir.
Günümüzde ise dere ıslah çalışmaları hızla devam etmektedir. Çok yakın zamanda Kağıthane
deresi de betonların arasına sıkıştırılarak üstü kapatılacak bir dere daha yok edilmiş olacaktır.
7.4.1.5. Alibey Deresi : Kağıthane deresi ile aynı kaderi paylaşan dere yoğun bir
yapılaşma tehdidi altından. Son yılarda her yağmurdan sonra gündeme gelen derenin üstüne
kurulan evleri sürekli su basmaktadır. Bu su baskınları sayesinde bir çok kişi yaşamını
kaybetmiştir. İski tarafından yapılan çalışmalarla derenin en çok sel alan kesimine 15 metre
genişliğinde ve 3.5 metre derinliğinde bir dere yatağı inşa edilmektedir. Dere üzerinde yapılan
ıslah çalışmaları sona erdiği zaman İstanbul bir deresini daha kaybedecektir.
7.4.1.6. Ayamama Deresi: Uzunluğu 50 km civarında olan dere Küçükçekmece
ve bakırköyden geçerek Marmara denizine dökülür. 1960 lı yılarlına başında içinde yüzülecek
kadar temiz olan derenin günümüzde varlığı bile belli değil. Sadece uzun dönemli yağışlardan
sonra ortaya çıkan sellerle anımsanmaktadır. Yaklaşık 10 km lik kısmı islah edilerek üstü
örtülen derenin yakında tamamen ıslah edilerek yok olan dereler arasına girmesi
kaçınılmazdır.
Son yıllarda meydana gelen ve büyük can ve mal kayıplarına yuol açan sellerin büyük
bir çoğpunluğu Ayamam deresi üzerinde olmuştur.
7.5. İstanbul’un Yok Edilen Dereleri
İstanbul kenti içinde irili ufaklı bir çok dere bulunmaktadır. Bu dereler önce kirletilerek birer
pislik yuvası haline dönüştürülmüş sonra da ıslah çalışması adı altında üstleri örtülerek yok
edilmiştir. Sarıyer’de bu gün otobüs duraklarının bulunduğu yerde 5-6 metre yüksekten
dökülen şelale Sarıyer dere ile birlikte yol edilmiş durumda. Bir zamanlar yağmur yağdığı
zaman tüm Sarıyer’e korku salan dere, üzerinden yolgeçen bir kanalizasyon sistemine
dönüşmüş durumda. İstinye deresinin de hali de farklı değil. Baltalimanı dere de asfaltla
örtülmüş durumda. Oysa bir zamanlar şairlerin Menekşe Vadisi dedikleri vadiye hayat
veriyordu. Şimdi boğaza İstanbul’un pisliklerini taşıyan bir kanalizasyondan ibaret. Beşiktaş
derenin taşması büyük korkular yaratırmış. Oysa şimdi böyle bir derenin varlığından bile
124
kimsenin haberi yok. Dereboyu caddesinden akan Ortaköy derenin üzerinde 1970 li yılların
başına kadar tahta köprüler kullanılırdı. Bu köprülerle apartmanlara gidilirdi. İstanbul’da
yaşayanların çok iyi bildiği Büyükdere caddesi de adını buradan akan bir dereden almıştır.
İstanbul’un en önemli özelliği bir su şehri olmasıydı. Denizleri, gölleri ve yüzlerce deresiyle
bir su cenneti olan kent binlerce yıl bu zenginliğin olanaklarından yararlanmıştır. İstanbul bu
özelliğiyle sadece imparatorlukların değil suyun da başkentiydi. Suyun yarattığı mucizeler
kentin hareket alanının ve kapasitesini inanılmaz boyutlara ulaştırmıştır. Bu gün suyun bu
denli hor kullanılmasına karşın bu özelliğini yine de sürdürmektedir.
İstanbul binlerce yıl su kaynaklarını, derelerini ve denizlerini korumayı bildi. Yapılaşmanın
büyümesine bağlı olarak eskiden de bir takım olumsuzluklar yaşanmasına karşılık asıl
problem 1950 li yılardan itibaren başlamış ve çarpık kentleşme uğruna doğa vahşice
katledilmiştir. Bu çarpık gelişmeden su kaynakları ve su havzaları
çok etkilenmiştir.
Sanayileşme ve modernleşme çabaları en büyük darbeyi İstanbul’un su Kaynaklarına
vurmuştur. Adına ilerleme denilen süreç İstanbul’un suyunu kısa sürede kuruttu. Denizlerini
yaşanmaz hale getirdi. Denizlerini koruyamayan kent kısa sürede derelerini de yok etti.
Kimini kirletti kimin de betonların altına gömdü. İki önemli kaynağın yok edilmesinden sonra
sıra üçünü önemli kaynağa doğal ve yapay gölere geldi. Eğer önlem alınmazsa bu doğal ve
yapay göller de kısa sürede modernleşmeden (!) nasibini alacaklar. Bir zamanlar dereleri
kurutan zihniyet şimdi de su havzalarına dadanmış durumda. Yer altı suları da artık iyice
azalmış durumda. Özet olarak İstanbul böyle giderse hızlı bir nüfus azalmasına uğrayacaktır.
Doğayı ve doğanın bize sunduklarını yok etmek mümkün değildir. Gün gelir onlar eski
yerlerini tekrar alırlar. Uygar insanlar olarak yapmamız gereken tel şey doğanın kurallarına
uygun olarak ve onunla barışık yaşamaktır. Doğanın da yok oluyorum diye bir kaygısı
olmadığını jeolojik süreç boyunca canlılar çok görmüştür. Çünkü her zaman yok olan doğa
değil canlılar olmuş, doğa kendi halinde gelişimine davam etmiştir. Hem de daha önce
yaşayan canlıların özlemini hiç duymadan. Bize de düşen İstanbul’un su kaynaklarını
korumak için zaman kaybetmeden çalışmalara başlamak olmalıdır. Yoksa kısa sürede geri
dönülmez bir süreç başlayacaktır.
125
7.6.Osmanlı Döneminde İstanbul Selleri
İstanbul Osmanlı döneminde de sellerle boğuşmuştu. Ancak 450 yılda meydana gelen
sel felaketi son 20 yılda İstanbul´un maruz kaldıklarından daha azdır
Osmanlı döneminde İstanbul´da meydana gelen ilk büyük sel felaketi Kanuni Sultan
Süleyman zamanında 24 Ağustos 1553´te meydana geldi Bir ramazan gecesi Kâğıthane´de
meydana gelen sel yüzünden yerleşim yerleri, bostanlar harap olmuştur. Harman zamanı
olduğundan zarar büyüktür. Sel o kadar şiddetliydi ki büyük ağaçları söküp Boğaz´a
sürüklemişti. Dönemin tarihçileri Galata önlerinin direkler, ağaçlar, ot arabalarıyla dolduğunu,
ihtiyacı olanın aldığını yazar. 1563´te meydana gelen sel Haliç kıyıları, Galata sırtları,
Boğaz´a yakın yerler, Halkalı Silivri, Küçükçekmece ve Büyükçekmece´yi adeta savaş
alanına çevirmişti.
Kağıthane´de seller çınar ağaçlarının tepelerine kadar yükselmiş, yüksek bir yerde
olmasına rağmen Eyüp Sultan Türbesi´nin içi de sel sularıyla dolmuştu. Kanuni Sultan
Süleyman bile bu selde boğulmaktan zor kurtulmuştur. Sel 1750 yılında İstanbul´a zarar
verdi. Ancak 1789´daki sel büyük bir felaketti.
Feridun Emecen tarafından yayınlanan Taylesanizâde Hâfız Abdullah Efendi
Tarihinde bu sel teferruatlı olarak anlatılır. Üçüncü Selim tahtta çıktıktan yaklaşık altı ay
sonra, 23 Ekim 1789 Perşembe günü ve ertesi Cuma günü İstanbul´a çok yoğun yağmur
yağmıştır. Fatih, Eminönü, Kasımpaşa, Galata, Boğaziçi ve Üsküdar´daki sokaklar, pazarlar
su ile dolmuştur. Yokuşlarda sel yüzünden yarıklar oluştu, ev ve hamamlar yıkılmıştır.
Üsküdar´da Valide Camii´nin avlusu merdivenlerin en üst basamağına kadar sel suları
ile dolmuş, dükkânlar su içinde kaldığı için esnafın malları sel suları içinde yüzmüştür.
Hamamlarda birçok kişi mahsur kalmıştır. Duvarları delinip içeride kalanlar ancak bu şekilde
kurtarılabilmiştir.
Sel suları mezarları tahrip ettiğinden, kemikler etrafa saçılmıştır.
Boğaziçi´nde 45 ev sular altında kalmış, . Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy ve
Beylerbeyi´ndeki dükkânlar ve evler yıkılıp denize sürüklenmiş ve
64 kişi hayatını
kaybetmiştir.
126
Birçok ev ve dükkân harap olmuştur. Tarihçiler yağmurun tadının normal yağmur
suyu gibi olmayıp deniz suyuna benzediğini söylerler. İkinci Mahmud döneminde, 19 Haziran
1811 günü sabah namazından sonra aniden bastıran yağmur, Beşiktaş, Kasımpaşa gibi
bölgelerde evleri ve dükkânları yıkmış, Kasımpaşa´da 5-6 kişi sel sularında boğulmuştur.
7.7. Osmanlı Talihinin En büyük Sel Felaketi
Tarihimizdeki en büyük sel felaketi 12 Haziran 1908´de Tokat´ta yaşanmıştır. Sekiz,
dokuz mahalle ve bazı bağlar selden perişan olmuş, . 6´sı cami, 6´sı han ve otel, 4´ü mektep,
2´si medrese, 2´si hamam olmak üzere 459 bina ya tamamen ya da kısmen harap hale
gelmiştir. İlk tespitlerde halktan 208, askerden de 15 kişi olma üzere 223 kişi boğulmuştur.
Ancak verilen zayiat bundan çok fazlaydı. Sel felaketi üzerine yazılan destanlarda insan kaybı
2 bin olarak gösterilmektedir.
Tokat´ta sonraki yıllarda da sel baskınları olmuştur. Ancak 1955´te Orman Bakanlığı
Erozyonla Mücadele ve Mera Islahı Tatbikatı Grup Müdürü olarak Tokat´ta görevlendirilen
Kemal Aşk, yağmuru düştüğü yerde tutmak gerekir diyerek Tokat´ın çevresindeki dağları
ağaçlandırmış ve yaptığı çalışmaların sonucunda Tokat´ta sel baskınları sona erdmiştir. Kemal
Aşk ´Tokat´ı selden kurtaran adam olarak tarihe geçmiştir.
7.8. Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sel Felaketi
Cumhuriyet döneminde en fazla can kaybının verildiği sel felaketi 11 Eylül 1957´de
Ankara´da meydana geldi. Hatip Çayı Vadisi´nin yerleşime açılması yüzünden çayın taşkın
kapasitesi azalmış, havzanın doğal dengesi bozulmuştu. Meydana gelen selde 169 kişi
hayatını kaybetmişti. Dere yataklarının yerleşime açılmasının nelere mal olacağını bu olay
çok açık bir şekilde gösterse de hem Ankara´da hem de İstanbul´da dere yatakları yerleşime
açılmaya devam etmesi bu olaylardan ders almadığımızı göstermektedir.
127
Download