AFETLER TARİHİ ACİL YARDIM VE AFET YÖNETİMİ LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI YRD. DOÇ.DR. YILDIRIM GÜNGÖR İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ ACİL YARDIM VE AFET YÖNETİMİ LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI AFETLER TARİHİ Yrd.Doç. Dr. Yıldırım GÜNGÖR ÖNSÖZ Dünya, oluşumundan itibaren, bugün "afet" olarak tanımladığımız birçok olay yaşamıştır. İnsan nüfusunun az olduğu dönemlerde bu olaylar çok fazla zara vermemiştir. Ancak insan nüfusunun artmaya başlamasıyla birlikte diğer canlılar dışında insanlar da afetlerden zarar görmeye başlamıştır. Bunun ana nedeni insanların, yanlış yerleşim politikalar sonucunda afet riski olan yerlere yerleşmeye başlamasıdır. Bu olayların hem insan yaşamından önce hem de insan yaşamından sonra dünya üzerinde çok büyük izler bırakmıştır. Bu izlerin bir kısmının izlerini günümüzde görebiliyoruz. Günümüzde yerbilimciler, söz konusu izleri değerlendirerek bunları "toplu yok oluş" dönemleri olarak değerlendirmektedir. Bu olaylar dünyanın başına gelen ilk büyük afetlerdir. Dünya tarihinin ilk dönemlerinde meydana, meteor yağmurları ve büyük çarpışmalar, küresel buzul dönemleri ve atmosferdeki ani karbon artışları bu afetlerin bazılarıdır. Bu olayların bazıları dünya tarihindeki en büyük afetlerden olan toplu yok oluşlara yol açmıştır. İnsanın şehirler kurarak, uygarlıklar oluşturup toplu yaşamaya başlamasıyla birlikte doğaya müdahale dönemi de başlamıştır. Tarla açmak için ormanların yok edilmesi, akarsu yataklarına müdahale, yanlış yerlere yapılan yerleşim yerleri kısa süre içinde insanı da afetlerden etkilenen canlılar arasında sokmuştur. Bu açıdan bakıldığında, aslında doğal olan bu tür jeolojik olaylarının "afet"e dönüşmesinin altında, çoğunlukla insanoğlunun yanlış yerleşim politikaları ve yanlış uygulamaları yatmaktadır. Dünya üzerinde yaşanan afetlerin sayısının son yüzyılda önemli oranda artmasının anan nedeni de insan nüfusunun artışıdır. Çünkü nüfus arttıkça güvenli yerlere yerler azalmakta ve insanlar riskli yerlere yerleşme İnsan nüfusu arttıkça, mühendislik açıdan riskli alanlara yerleşim de giderek yayılmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak afetlerin sayısının artmasına neden olmaktadır. İnsanoğlu son yüzyılda ne yazık ki afete dönüşen her tür jeolojik olaydan gerekli dersi çıkaramamıştır. Japonya, Şili ve Peru gibi bazı ülkeler istisna sayılabilir. Oysa afete dönüşen olayların çoğu, özünde birbirinin tekrarıdır. İnsanoğlunun kendi geleceği için geçmişte yaşanan olaylardan ders alması, geleceğe umutla bakabilmesi için ön koşuldur. Elinizdeki bu ders notları, dünya tarihinde meydana gelmiş önemli afetlerden yola çıkarak, son birkaç yüzyılda gerçekleşen doğa olaylarının neden afete dönüştüğünü incelemek ve bu afetlerden hangi dersleri çıkardığımız ve/veya çıkarmamız gerektiğini anlatmak üzere hazırlanmıştır. Ayrıca, son yüzyılda ortaya çıkan savaşlarda ve bölgesel çatışmalarda kullanılan biyolojik, kimyasal ve radyoaktif içerikli silahların nasıl birer afete dönüşebileceği de kısaca anlatılmıştır. Okuyucu, verilen örnekler dışında örnek çeşitlendirmesi yaparak bu konuda çok daha geniş bir bilgi altyapısı oluşturabilir. Yrd.Doç.Dr. Yıldırım Güngör 1 YAZAR NOTU Elinizdeki bu ders notları Dünya tarih boyunca meydana gelen ve canlı yaşamını olumsuz etkileyen afete dönüşmüş olayları hakkında bilgi vermektedir. Bu afetlerin neden ve sonuçlarının iyi incelenmesi, günümüzde meydana gelecek olayların afete dönüşmesini engellemek için yol göstericidir. AUZEF Acil Yardım ve Afet Yönetimi Lisans Tamamlama Programı öğrencileri için yararlı olmasını diliyorum 2 1 . GENEL KAVRAMLAR 3 Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? • Afet Kavramı • Acil Durum Kavramı • Afet Yönetimi kavramı • Kris Yönetimi kavramı • Risk Yönetimi Kavramı 4 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Afetleri sınıflarken hangi kriterleri göz önüne alırız ? 2) Afet ile acil durum arasındaki fark nedir. 3) Afet Yönetimi nedir ? 4) Afet yönetiminin aşamaları nelerdir ? 5) Afete öncesi ve sonra çalışmalar nelerdir ? 6) Afetlerin toplum üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir ? 5 Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği Acil Durum Kavramı Acil durum hakkında bilgi sahibi olmak Acl durumlar hakkında araştırma, ders notları Afet Kavramı Afetler oluşruran aan nedenler hakkında bilgi sahibi olmak Afetler hakkında araştırma, Ders notları Afet yönetimi Kavramı Çağdaş bir afat yönetiminin nasıl olması gerekdiğini öğrenmek Afet yönetimi hakkında araştırma ve ders notları 6 Anahtar Kavramlar • Acil durum • Afet • Afet Yönetimi • Risk Yönetimi • Kriz Yönetimi 7 Yeryuvarı’nın başına gelen en büyük doğal afetlerden biri oluşumunun henüz başlangıç aşamasında meydana geldi. Yaşı 4.6 milyar yıl olan Yeryuvarı’na 4.5 milyar yıl önce Mars büyüklüğünde bir cisim çarptı ve dünyadan kopardığı parçalar çekim kuvvetinin etkisiyle tekrar birleşerek bir başka küresel cismi oluşturdular. Bu çarpışmanın etkisiyle Yeryuvarı hem bir uyduya kavuştu. Bu çarpışmayla dünya hem bir uyduya, hem de sıcak bir çekirdeğe kavuştu. Bu olaydan sonra dünya katostrofik anlamda bir çok büyük doğal afetle karşılaştı. Bu afetlerin bazıları öyle büyüktü ki yeryüzündeki canlıların büyük bir çoğunluğunun yaşamının sona ermesine neden oldu. Bu olaylar toplu yok oluş olayları olarak anılmaktadır. İnsanın yeryuvarına egemen olmasından sonra doğal olaylar yavaş yavaş afete dönüşmeye başladı. Özellikle son yüz yılda insan nüfusunun giderek artması afet riski olan yerlerde yerleşimi yerlerinin kurulmasına neden oldu. Böylece bir zamanlar meydana geldiği zaman hiç bir zara vermeyen doğa olayları birden afet olarak anılmaya başlandı. Bunun sonucunda da insan ırkı kendi neden olduğu afetlere yönelik tedbir almak için büyük ekonomik yatırımlar yapmaya başladı. Tüm dünyada afetler ülke ekonomilerine ciddi darbeler vurmaya başladı. Her yıl yüzlerce milyar dolar zararın ortaya çıkması sonucunda, afetlerin hedefi olan ülkelerde afetlerin zararlarını en az indirmek için Afete Hazırlık Çalışmaları yapılmaya başlandı. Kısa bir süre içinde de çağdaş ülkeler afetlere yönelik her türlü çalışmalarını bitirerek önceden para harcayıp ekonomik zararları en ana indirmeyi başardılar. Doğal afet riski özellikle de deprem açısından dünyanın önemli ülkelerinden biri olan ülkemizde ise bu çalışmalar ne yazık ki 17 ağustos 1999 Gölcük depreminden sonra başlamış ve bürokratik anlamda yer yer ciddi ilerlemeler de sağlanmıştır. Anadolu yarımadası Kuzey Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF) gibi dünyanın önemli deprem kuşaklarından birine sahip olmasına ve yüz binlerce kişinin ölmesine neden olan büyük depremler üretmesine rağmen bu tarihe kadar tek adım atılmamıştır. Oysa ülkemizin neredeyse tümünün deprem riski altında olduğu, yanlış yerleşim politikaları yüzünden her ilkbahar ve sonbahar mevsiminde sel ve heyelanlar yüzünden büyük can ve mal kaybının meydana geldiği unutulmamalıdır. 8 Milat olarak kabul edilen 17 ağustos depreminden sonra bile insanlar meydana gelecek depremin afete dönüşmesini önlemek için çalışmalar yapmak yerine daha çok kendilerini afetlerin olmayacağına inandırmaya çalışmışlardır. Ülkemizin neredeyse en önemli problemi haline gelen deprem sorunu bile göz ardı edilmiştir. Hal böyle olunca da her uygar ülkede olması gereken halkın bilinçlendirilmesi çalışmaları ne yazık ki ülkemizde çok geri kalmıştır. Bunun iki nedeni bulunmaktadır. Birinci neden doğal afetlere kaderci bir anlayışla yaklaşılmasıdır. Bu durumda tedbir almak için fazla bir nedene gerek kalmamaktadır. Diğer neden ise Sivil Toplum Örgütlerinin afet çalışmalarında sınıfta kalmalarıdır. Son 10 yılda sivil toplum örgütlerinin buldukları çok ciddi kaynakları olmasına rağmen bu kaynakları sağlıklı harcayacak kadroların olmaması yüzünden kaynaklar gereksizce harcanmıştır. Son yıllarda başlatılan Kentsel Dönüşüöm çalışmaları bazı konularda eleştirilse bile ülkemizin depremden zarar görmesini engellemek açısından önemli bir adımdır. Bu şekilde devam ederse çok kısa bir süre içinde Türkiye için deprem bir sorun olmaktan çıkacaktır. 1.1. Afetin Tanımı Bir çok kelimenin tanımı gibi ülkemizde Afet tanımı da yanlış bilinmekteydi. Can ve mal kaybına yol açan her hangi bir doğa olayı hemen afet olarak algılanmaktadır. Oysa bir doğa olayının veya başka bir olayın afet olarak kabul edilmesi için önemli bir gerekçe lazımdır. Bu gerekçeyi örnekler üzerinde açıklamakta fayda var. Kar ve yağmur gibi deprem de bir doğa olayıdır. Yani deprem bir doğal afet değil bir doğa olayıdır. Her yağmur yağdığında sel olsa, can ve mal kaybı meydana gelse bile bu bir afet değildir. Bir deprem sonrasında can ve mal kaybının meydana gelmesi de afet değildir. Bir trafik sıkışması sonucunda ulaşımın bir gün yapılamaması, kaynakların yetersiz kalması ve kentte yaşamın sekteye uğraması ise afet tanımının içine girebilir. Kavramı açıklamak için başka bir örnek daha verdikten sonra, afetin tanımı yapıldığında daha iyi anlaşılacaktır. Kış aylarında Erzurum’da kar kalınlığı bir metreyi geçmektedir. Bu kadar kar yağmasına rağmen yaşam devam etmekte ve Erzurum’un yerel kaynakları bu doğa olayı ile başa çıkabilmektedirler. Tersi bir durum olarak bazen İstanbul’da yağan 10 -15 cm lik kar tüm kentte bir haftaya yakın bir süre yaşamı felç etmektedir. Yani kentin yerel kaynakları bu olayla başa çıkmakta yetersiz kalmaktadır. Bu ise bir afettir. 9 1.2.Afet ve Acil Durum Arasındaki Fark Şili’de 210 yılında meydana gelen 8.8 büyüklüğündeki depremde 800 civarında insan hayatını kaybetmiştir. 2015 yılında meydana gelen 8.3 büyüklüğündeki depremde ise sadece 10 kişi hayatını kaybetmiştir. Her iki depremde de yerel kaynaklar yetersiz kalmamış, hayat kısa zamanda normale dönmüştür. Gölcük merkezli 17 ağustos 1999 depremi ise bu depremden kat kat küçük olmasına rağmen binlerce kişi hayatını kaybetmiş sadece yerel değil ulusal kaynaklar bile yetersiz kalmıştır. Depremin etkisi dolayı olarak da olsa bugün hala devam etmektedir. Gölcük depremi afet tanımımı bire bir karşılamaktadır. Çoğu zaman can kaybı yaralanma, yapısal ve yapısal olmayan hasarlar gibi beklenmedik acil durum olaylar afetle karıştırılmaktadır. Her türlü doğal veya doğal olmayan koşullarla mücadele için ayrılmış kaynakların yetersiz kaldığı veya mücadele etme kapasitelerinin aşıldığı durumlar AFET adını alır. Yani acil durumlar için kaynakların mücadele için yetersiz kaldığı koşullarda olay artık afete dönüşür. Afet sadece doğal olayla için değil her türlü insan ve teknolojik kaynaklı olaylar için de kullanılabilir. Afet tanımı için olayın kapladığı alan değil etkisi ve mevcut kaynakların yeterli olup olmama durumu önemlidir. Yani afet küçük bir alanda da olabilir bir kıtayı hatta dünyanın tümünü de kapsayabilir. 1.3.Afetler ile Milli Gelir ve Eğitim Düzeyi Arasındaki İlişki Dünya ölçeğine afetlerin yoğun olarak etkilediği yerlere baktığımızda birkaç istisna hariç, Acil Durum sayılabilecek birçok olayın afete dönüştüğü ülkelerin çoğunun yoksul ülkeler olduğu görülmektedir. Yoksul kesimlerin yerleşim için ilk tercihleri güvenli bir yerleşim bölgesi olmamaktadır. Amaç ilk aşamada başını sokacak bir yerdir. Eğitim düzeyi düşüklüğü de eklenince yoksul kesimlerin kurduğu yerleşimlerin bir çok afet türüne açık olduğu ortaya çıkmaktadır. Oysa ekonomik durumu ve eğitim düzeyi yüksek ülkelerde bir çok olay afete dönüşmeden Acil Durum düzeyinde kalmaktadır. 10 1.4. Afetlere Yol Açan Olaylar Afetler litaratürde basit olarak Doğal, Teknolojik ve İnsan Kaynaklı olarak üçe ayrılır. Ancak afetlere yol açan her üç afet türü de incelendiğinde oryaya çok somut bir gerçek çıkmaktadır. Bu sınıflama mantıklı gibi gelse de amacından sapan bir sınıflamadır. Çünkü afetlerin meydana gelmesine yol açan tek etken insan uygulamalarıdır. Yanlış yerleşim politikaları, politik nedenlerle riskli alanların yerleşime açılması, insanların önlem almak yerine daha çok olayın ne zaman olacağına odaklanması bu olayların afete dönüşmesinin en büyük nedenidir. Bu nedenler afetlere yol açan olayları farklı şekilde sınıflayabiliriz belki ama bir olayın afete dönüşmesinin tek nedenini İnsan olduğunu unutmamak gerekir. 1.4.1. Doğa Kaynaklı Olaylar • Deprem • Tsunami • Sel • Heyalan • Çığ • Kaya Düşmesi • Kuraklık • Orman Yangınları • Hava Kirliliği • Fırtına (Kasırga, tornada, Tayfun vb.) • Hortum • Volkanik aktiviteler 1.4.2. İnsan Kaynaklı Olaylar • Her türden terör hareketleri • Savaşlar • Patlamalar • Ayaklanmalar • Yangınlar 11 1.4.3. Teknoloji Kaynaklı Olaylar • Tehlikeli madde kazaları • Raadyoaktif sızıntılar • Büyük sanayi yangınları (Petrol rafinerisi yangınları vb.) • Büyük petrol sızıntıları • Baraj Patlamaları 1.5. Gelecekte Olabilecek Afet Türleri • Antibiyotiğe karşı dayanıklılık • Ormansızlaşma • Çölleşme • Kuraklık • Ekonomik çöküntü • Küresel Isınma • Kıtlık • Gulf Stream (sıcak su) Akıntısının Durması • Buzul Çağı • Meteorit Çarpması • Kütlesel yok oluş • Nükleer savaş • Aşırı Tüketim • Aşırı Avlanma • Aşırı Nüfus Artışı • Petrolün Tükenmesi • Su krizi 1.6. Afetlerde ortaya çıkabilecek sonuçlar • • • • • Olay aniden meydan gelir ve eğer toplum hazır değilse ciddi zararlar meydana gelir. İnsan yaşamı tehdit altındadır. İletişimde ciddi sorunlar yaşanır. Başta elektrik olmak üzere enerji verilmesinde ciddi problemler çıkar Ulaşım sekteye uğrar. Uzun süre sağlıklı ulaşım yapılamayabilir. 12 • Su sıkıntısı baş gösterir. Bu durum hem beslenme, hem hijyen, hem de yangın • • • • • • • • • • • söndürme problemlerinin yaşanmasına neden olur. Her türlü hizmet için benzin, mazot, doğal gaz temininde ciddi aksamalar olur. Bölgede yaşayan Afet çalışanları bir anda afetzede durumuna düşebilir. Alt yapıda ciddi hasarlar meydana getirirler Büyük ekonomik kayıplar meydana gelebilir ve yatırımlar gecikir veya iptal edilir. Büyük can kayıplarına, yaralanmalara ve sakatlıklara yol açarlar Büyük şoklara neden olurlar Eğitim ve Öğretimin aksamasına neden olurlar Bulaşıcı ve salgın hastalıkların artar Güvenlik probleminin ortaya çıkar İşsizlik ve barınma sorunu ortaya çıkar Etkisi belki de gelecek kuşaklara aktarılacak psikolojik travmalar ortaya çıkar. 1.7. Afetlerde Ekonomik Kayıplar • 1975 ile 1990 arası afetlerin yarattığı ekonomik kayıplar yılda ortalama 40 milyar ABD dolar • 1990 ile 1995 yılları arasında yaklaşık yüzde 50 artışla 60 milyar ABD dolara yükselmiştir • 1995 ile 2008 yılları arasında ise bazı yıllar düşmekle birlikte genel olarak hızlı artış eğilimine girmiştir • 2005 yılında artan afet sayıları ve büyüklüklerine bağlı olarak kayıplar en yüksek noktasında 225 milyar ABD dolarını bulmuştur • 2050 yılında doğa afetlerinin yıllık faturasının 300 milyar ABD dolarına çıkması beklenmektedir • 2008 yılında Çin’deki Sichuan depremi ve Myanmar’daki Nergis kasırgasının etkisiyle bu kayıp yaklaşık 180 milyar ABD dolarını bulmuştur 1.8. Afet Çalışanları Kimler Olmalıdır Afet çalışanlarını resmi kurumlar ve Gönüllüler diye ikiye ayırmak mümkün. Resmi kuruluşlar kamuda afetler konusunda çalışan ekiplerin elemanlarıdır. Bunlar afetlerde çalışmaya zorunludurlar. Gönüllüler ise Sivil Toplum Kuruluşlarına üye olan bireylerdir ve çalıma zorunlulukları yoktur. Sadece gönüllü olarak çalışırlar. Bir afat sırasında genellikle Afet çalışanları Arama-Kurtarma ekipleri, itfaiye, sağlık ekipleri, güvenlik kuvvetleri olarak bilinmesine karşın afetin ilk aşamasında en önemli afet çalışanları afete uğrayanların kendileri 13 olmaktadır. Hiçbir planlama olmaksızın içgüdüsel olarak aile bireyleri önce kendi içlerinde bir yardımlaşma yapmakta daha sonra da komşularına yardım etmektedirler. Özellikle depremde kurtarma ekipleri gelinceye kadar kurtarma çalışmalarının büyük bir çoğunluğunu afete uğrayan ama fiziksel sarar gören insanlar yapar. 1.9. Afetlere Yönelik çalışmaların aşamaları Afete yönelik çalışmaların tümü Afet Yönetimi kavramı içinde yar almaktadır. Afet öncesi ve sonrası olarak iki ana dilime ayrılır. Afet öncesi çalışmalar önlem ve hazırlık, afet sonrası çalışmalar ise Müdahale ve iyileştirme olarak sınıflandırılır. Üçüncü bölümde detaylı olarak anlatılacak afete yönetimi çalışmalarının esasını Afet öncesi çalışmalar oluşturmaktadır. Çünkü bu çalışmalar aynı zamanda bir olayın afete dönüşmesini engelleyen çalışmalardır. Özet olarak önlem ve hazırlık aşamaları ne kadar iyi olursa müdahale ve iyileştirme aşamaları da o kadar kolay ve kısa olur. 1.10. Afetler ve Sigorta sistemi. Geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde zarar genellikle devlet tarafından karşılanır. Oysa gelişmiş ülkelerde inşalar evlerini afetlere karşı sigortalarlar. Türkiye’de de Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) sadece doğal afetlerle ilgili sigortalama işlemi yapmaktadır. Son yılarda meydana gelen olaylarda evlerine DASK sigortası yaptıranlardan evleri zarar görenler DASK’tan zararlarını karşılayabilmişlerdir. Ancak Türkiye’de Kat Mülkiyeti- Kat irtifakı sorunu tam olarak çözülmediği sürece DASK’ın istenen seviyeye gelmesi ne yazık ki mümkün görülmemektedir. Bu nedenle sağlıklı bir Doğal Afet Sigortası için Sağlıklı bir yerleşim planlamasının olması gerekmektedir. Bu durum Aynı zamanda afet öncesi zarar azaltma çalışmalarının ne kadar önemli olduğunun da kanıtıdır. Zarar azaltma çalışmalarının sağlıklı yapılması sağlıklı bir Doğal Afet Sigortasının da temelini oluşturacaktır. 1.11 Afet Yönetimi Türkiye jeolojik ve jeomorfolojik yapısı nedeniyle doğa kaynaklı afetlerin, jeopolitik konumu nedeniyle insan kaynaklı hedeflerin merkezinde olan bir ülkedir. Depremsellik açısından oldukça riskli bir bölgede bulunan ülkemizde diğer doğa, insan ve teknoloji kaynaklı afetler de en az deprem kadar büyük bir önem taşımaktadırlar. 14 Doğa kaynaklı afetlerin başında Deprem geldiği için Afet yönetimi denince akla ilk olarak “Depremde Afet Yönetimi” gelmektedir. Oysa afet yönetimi kavramı içinde özel bir afet türü yoktur. Çalışmalar ve senaryolar farklı afetlere göre yapılsa da Afet Yönetimi aslında bir değerler bütünüdür ve tüm afetler için aynı şekilde uygulanır. Türkiye bir efet ülkesi olmasına rağmen ne yazık ki Afet Yönetimi kavramı ile ilk kez 17 Ağustos 1999 tarihinde tanışmıştır. Yerel ve ulusal kaynakların çok çok yetersiz kaldığı bu deprem, ülkemizde afet yönetimi kavramının hiç bilinmediğinin en büyük kanıtıdır. Bu depremleri ilgili birkaç gerçek olay ders sonundaki tartışma kısmnda ele alınacaktır. Afetle tanışan ülkemiz bu kez de afet yönetimi ile Kriz yönetimi kavramlarını birbirine karıştırmıştır. Afet yönetiminin afet olduktan sonra devreye gireceğine ülkemizde hala bir çok kişi inanmaktadır. Oysa uygar ülkelerde bir afet ülkesinde afet yönetimi çalışmaları afet gerçekleşmeden çok önce başlar ve afet sırasında devam eder ve afetin etkileri azalmaya başladıktan onra iyileştirme çalışmalarının sonuna kadar devam eder. Tüm bu süreç içinde afet yönetiminin iskeletini oluşturan kavramlar bir zinciri gibidir. Hazırlık, risk azaltnma, Müdahale (Arama – Kurtarma ve ilk yardım), iyileştirme ve yeniden inşa aşamalarından birinin bile zayıf kalmaması lazımdır. Eğer her aşama güçlü olmazsa hedef afet için yapılacak çalışmalar genellikle eksik kalır. Zincir ne kadar sağlam olursa olsun, zincirin gerçek gücü en zayıf halkanın gücü kadardır. Kapsamlı bir afet yönetimi için olmazsa olmaz kurallardan biri hazırlık aşamasıdır. Hazırlık aşaması ne kadar iyi olursa afetlerden etkilenen insan sayısı o kadar azalır. Özet olarak afetlere sadece afet sırasında değil Afet öncesinde ve afet sonrasında da özel ilgi gösterilmelidir. Tüm bu yaklaşımlardan yola çıkarak Afet Yönetimini çok basit olarak şu şekilde tanımlamak mümkündür: Afet yönetimi herhangi bir afetin önlenebilmesi için afet öncesinde, sırasında ve sonrasında gerekli planlamaların yapılarak afetlerin etkisini en aza indirmek için yapılan çalışmalardır. 15 1.11.1 Afet Yönetimi ile Kriz Yönetimi Arasındaki Fark Ülkemizde Afet yönetimi ile Krizi yönetimi de birkaç yıl öncesine kadar sık sık karıştırılmakta ve Kriz Yönetimi ile Afet Yönetimi’nin ile aynı olduğu sanılmaktaydı. Ancak 17 Ağustos Depreminden sonra yapılan çalışmalarla bu iki kavramın gerçek yerine oturmuş durumdadır. Kriz yönetimi afet başladıktan sonra başlar Afetin en şiddetli olduğu dönemde devam eder ve afetin etkisi azaldıktan sonra sona erer. Kriz yönetimi aslında Afet yönetiminin bir parçası olmasına rağmen özellikle afetin ilk anlarında Afet yönetimini de kapsayacak genişliğe dönüşebilir. Bu aşamayı yani Krizi yönetimi aşamasını iki farklı açıdan ele almak mümkündür. Bunlardan ilki Krizi önleme aşamasıdır. Afet sonrasında çıkacak krizin önlenmesi için afet sırasında bölgede bulunacak yöneticilerin inisiyatif kullanma becerilerinin olması çok önemlidir. Bu durunlarda istenmeyen durumların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Öngörülü bir kriz yöneticisi durumu saptamayı başarırsa ikinci aşama olan krizi çözme aşamasını çok kolay atlatır. Örneğin 2003 yılında maydana gelen Bingöl depremi sonrasında bölgeye gönderilen çadırlar zamanında dağıtılmadığı için “ çadırlar tanıdığı olanlara veriliyor” dedikodusu çıkmış ve kent merkezinde çatışma boyutuna kadar gidebilecek sorunlar çıkmıştır. Afeti yönetenlerin çok kısa süre içinde şoktan çıkmaları ve krizi çözmek için sorunları saptayarak verileri değerlendirip krizi büyümeden önlemleleri gerekir. Olayın boyutları afete dönüşecek izlenimi veriyorsa hemen bir kriz masası kurularak kriz yönetimi için çalışmalar başlatılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta Kriz Masası’nı yönetenlerin işin ehli olmalarıdır. Kriz Masası kriz bir üreten yer değil, çözüm üreten bir yer olarak görev yapmalıdır. Kriz yönetimi konusunda çeşitli yönetmelik ve Yönergeler yayınlanmış ve bu konuda önemli adımlar atılmıştır. Afet bölgelerinde oluşturalacak kriz merkezleri bu yönetmelik ve yönergelere göre kurulmaktadır. Sistemin başında ise Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi bulunmaktadır. 16 Özetle Kriz Yönetimi Afet Yönetimi’nin aşamalarından biridir ama kriz anında boyutları afet yönetimini de içine alacak şekilde genişleyebilir. 1.11.2. Afet Yönetiminin aşamaları Modern dünyada, yüzlerce yıl afetlere maruz kalan kalan ülkeler zamanla ortak bir dil birliği oluşturarak, Afet Yönetimini; afet oluşmadan önce, afet sırasında ve Afet sonrasında yapılacaklar şeklinde üç ana unsur altına ela almışlardır. Zamanla afet öncesinde yapılan zarar azaltma çalışmalarının, en az afet sırasında yapılacak müdahaleler kadar önemli olduğu görülmüştür. Afet öncesi yapılan çalışmalar afet sırasındaki çalışmaları doğrudan etkilemektedir. Afet yönetimi modeli birbirine kenetlenmiş bir zincirin halkası gibidir. Zincirin halkaları sağlamsa yöntem çok başarılı, zinirin halkaları sağlam değilse yöntem çok başarısız olabilir. Başarı kriteri, tamamen iyi bir planlama ve bu planların çok iyi uygulanmasından geçmektedir. 1.11.2.1. Önlem (Zarar Azaltma) Bu aşamanın ana amacı tehlikeyi tün açıklığıyla ve kapsayacağı alanın boyutuyla birlikte ortaya koyarak afet sırasında büyük bir can ve mal kaybının olmaması için yapılacak her türden çalışmayı ve önlemleri kapsar. Bu aşamanın sağlıklı olup olmaması Afet aşamasında işlerin çok iyi gidip gitmemesini doğrudan etkiler. genelgelerin Yeni yönetmelik ve çıkarılması, afet risk haritalarının çıkarılması, afetle ilgili her türlü teknik çalışmaların hazırlanıp raporlanması, afet gözlem istasyonlarının kurulması, malzeme ihtiyaçlarının belirlenerek bunların hızla sağlanması, sağlık hizmetlerinin nasıl verileceği, afetten etkilenecek insanların konaklayacağı çadır alanlarının belirlenmesi, bilimsel araştırmalar için desetk sağlanması, mühendislik çalışmalarını sağlıklı yürümesi, afet riski olan bölgelerde veya binalarda afet riskinin en aza indirilmesi ve yapılan çalışmaların her aşamasının kamuoyu ile paylaşılması aşamalarını kapsar. Türkiye bu konuda çok önemli aşamalar aktetmesine rağmen bu başarı bölge düzeylerine kalmakta bazı bölgeler çok iyi hazırlanmasına rağmen, bazı bölgelerin çalışmaları ne yazık ki kağıt üzerinde kalmnaktadır. 17 1.11.2.2. Hazırlık aşaması Önlem çalışmalarını sağlıklı sonuçlanmasından sonra ikinci aşama olan toplumu afete hazırlama aşamasına geçilir. Bu aşamada afetin oluşması durumunda yapılacak toplumun nasıl tepki vereceğini planlar. Amaç ortaya çıkacak olumsuz etkilerin yol açacağı zararları çok hızlı ve sağlıklı bir müdahaleyle minimum düzeyde tutmaktır. Bu aşamanın en önemli çalışması eğitim çalışmalarıdır. Bu eğitim çalışmalarının Afet Yönetiminde çalışacak veya Afet Yönetimi planlarını hazırlayacak personelin eğitiminden, kamu ve sivil toplum örgütlerinin afet sırasında çalışacak personelinin ve halkın eğitimine kadar büyük bir kapsama alanı olmalıdır. Hazırlık aşamasının iyi geçmesi müdahale aşamasında çıkacak bir çok sorunun en hızlı şekilde çözülmesine neden olacak ve afet hafif atlatılabliecektir. 1.11.2.3. Müdahale (Arama – Kurtarma, ilk yardım ve yardım aşaması) Afetin en kritik ve en önemli aşamasıdır. Artık afet gerçekleşmiş ve tepki dönemi başlamıştır. İlk iki aşamayı sağlıklı planlayan toplumlar bu aşamayı çok kolay atlatabilirler. Eğer ilk aşamalar başarısız ise bu aşamada afet büyük bir krize dönüşebilir. Böyle bir durumda kriz masası çalışanlarına çok büyük görevler düşmektedir. İlke olarak kriz masası çalışanlarının afate uğramamış olması tercih edilir. Çünü afete maruz kalmış bir birey sağlıklı düşünemez ve kriz masası kısa sürede çzöüm üreten değil kriz yaratan bir sisteme dönüşür. Doğrusu Kriz Masasının dışarında gelecek insanlarca yönetilmesidir. Ancak afetin ilk aşamalarında bu olamayabilir. İlk ekipler bölgeye vardıkları anda Kriz Masası’nın yönetimini, bölge idarecilerinin de onayınmı alarak üstlenmeleri gerekir.Çünkü burada amaç, çok kısa bir zaman dilimi içinde çok faza can kurtarmak ve hayatın akışını normale en yakın bir duruma getirmektir. Bu nedenle kriz masası çok iyi yönetilmelidir. Bu aşamaya ilk müdahale, zor durumda kalanların kurtarılması, yaralıların tedavisi, ağır yaralıların nakli, afetzedelerin beslenme, barınma ve sağlık sorunlarının çözülmesi konuları girer. Eğer hazırlık aşamasında halk iyi bir ilk yardım ve basit arama kurtarma eğiyim almışsa bu aşama daha kolay atlatılabilir. Çünkü özellikle depremde kurtarılanların sadece % 3 gibi küçük bir kısmını Arama – Kurtarma 18 ekipleri kurtarmıştır. Geri kalanların tümü enkazdan komşulşarı tarafından çıkarılmıştır. İlk 72 saatin çok çok önemli olduğu depremde insanların eğitiminin tepkinin olumlu olmasına neden olduğu açıkça ortadadır. Müdahale aşaması kısaca; İlk haber alımı ve bölgeye ulaşım, güvenliğin sağlanması, varsa yangınların söndürülmesi, gereksiminlerin belirlenmesi, sağlık ekiplerinin devreye girmesi, Arama – kurtarma ekiplerini çalışması, haberleşmenin sağlanması, tahliye, geçici barınma alanlarının korunması, Yiyecek, içecek, giyecek ve yakacak sağlanması, çevre sağlığını düzenlenmesi, hasar tespiti ve tehlikeli yıkıntıların hızla kaldırılması aşamalarını kapsar. 1.11.2.4. İyileştirme Bu aşama’da artık afetin kaotik etkileri azalmış am kriz yönetimi devam etmektedir. Artık hem kriz yöneticileri hem de afetzedeler daha sağlıklı kararlar verebilnektedirler. Bu aşamanı ana hedefi; afet bölgesinin haberleşme, ulaşım, su, elektrik, uzun süreli barınma, eğitim, yaşamın normale dönmesi için sosyalleşme çalışmaları gibi bir çok ama konuyu kapsamaktadır. Arama kurtarma çalışmaları yerini isanları sosyal yaşama hazırlama çalışmalarına bırakır. • Yeniden İnşa Bu aşama afet yönetiminin en son ama en karmaşık aşamasıdır. İnşa kelimesi sadece bina yapımı için değil her türlü psikolojik ve sosyolojik destek için de geçerlidir. Afetzedeler artık normal yaşama dönmüşler ve önceliklerini belirlemeye başlamışlardır. Burada yapılacak çalışmalarla afetzedelerin yaşam satandartların en azından efet olmadan ömceki durumlarına getirmek amaçlanmalıdır. 19 2. TARİH ÖNCESİ AFETLER : TOPLU YOK OLUŞLAR 20 Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? • • Tarih Öncesi Doğa Kaynaklı Afetler Toplu yok oluşlar 21 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1) Doğa olaylarını afate dönüştüren ana neden nedir ? 2) Tarih öncesi afetlerin nedenleri nelerdir ? 22 Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği Doğa Kaynaklı Afetler Doğa kaynaklı afetlerin gerçek nedenleri Ders notları, İnternet,sunumlar ve videolar. Toplu Yok oluşlar Doğada gerçekleşen bir takım olayların canlılara olmsuz etkileri Ders Notları İnternet,sunumlar ve videolar. Toplu yok oluşlara yol açan olaylar Bu olayların dünya tarihindeki önemi Ders Notları İnternet,sunumlar ve videolar. 23 Anahtar Kavramlar • Tplu Yok oluş • Doğa Kaynaklı Afetler 24 Dünya tarihi boyunca meydana gelen olaylarda canlı türlerinin bazen büyük bir kısmı bazen de daha küçük bir kısmının türleri tükenmiştir. Bu olaylar dünya tarihi boyunca yaşanmış en büyük afetlerdir. Bu olaylarına sayısı ve büyüklüğü hakkında farklı tartışmalar olmakla birlikte bilim insanları büyük toplu yok oluşların sayısının beş olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu toplu yok oluşların tek bir nedeni bulunmamaktadır. Ayrıca bu yok oluşları başlatan olaylar aniden başlayan ve biten olaylar değildir. Başladıktan sonra birkaç yüz bin yıldan birkaç milyon yıla kadar süren ve etkisi daha da uzun sürelere uzanan olaylardır. Toplu yok oluşlar tek bir olayla da bağlantılı değildir. Dünya üzerindeki canlılar tek bir olaya bağlı olarak değil ama bir ana olayın etrafında gelişen ikincil olayların da etkisiyle yok olma aşamasına gelmişlerdir. Yani birçok olayın birbiriyle bağlantılı olduğu bir süreç başlamış, bunlardan biri baskın olay olarak öne çıkmıştır. Bu nedenle toplu yok oluşların tek bir olaya bağlanması doğru değildir. Genel olarak baskın olan görüş tüm toplu yok oluşlarda uzun süreli volkanik etkinliklerin başrol oynadığı yönündedir. Bu görüş toplu yok oluşlarda levhaların hareketinin ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Aslında ana neden Levha tektoniği de olabilir. Çünkü volkanizma doğrunda levhaların haraketliyle ilintili bir olaydır. Permiyen döneminde başlayan ve yaklaşık 2 milyon yıl süren volkanizma sırasında ve sonrasında meydana gelen kitlesel yok oluşlar bu görüşü destekler niteliktedir. Bilim insanları toplu yok oluşları jeolojik zaman dilim içinde eskiden günümüze doğru sıralamaktadır. 2.1. Ordovisiyen-Silüriyen Yokoluşu (450-440 Milyon Yıl Önce ) Dünyanın yaşadığı en eski toplu yok oluş sürecidir. Ordovisyen-Silüryen döneminde gerçekleşen bu büyük ve uzun süren toplu yok oluşun ana nedeninin büyük bir buzul dönemi olduğu düşünülmektedir. Bu buzul döneminin neden başladığına dair bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak bu olay dünyanın buzullarla kaplanmansın neden olmuştur. Aşırı buzullaşma deniz seviyesinin düşmesine yola açmış bu durum da denizlerde yaşayan canlıların yaşamını olumsuz etkilemiştir. Canlılar yaradılışları gereği her türden olaya adapte olacak özelliklerle donatılmıştır. Ancak olumsuz süreçler uzun sürdüğü zaman canlıların dayanma gücü de azalmaktadır. Jeolojik kayıtlar Bu olayın Ordovisiyen döneminin sona erip Silüryen dönemine geçiş sıralarında günümüzden 450 – 440 milyon yıl öncesine rastlayan bir zamanda meydana geldiğini göstermektedir. Bu dönem aralarında yüz binlerce yıl olan iki büyük aşama şeklinde gerçekleşmiştir. Ordovisiyen döneminde canlılarrın çok büyük bir kısmı okyanuslarda yaşamaktaydı. Bu nedenle denizlerde yaşayan bir çok canlı bu dönemde 25 dünya sahnesinden çekilmişlerdir. Jeologlar bu dönemde % 60-70 arasında bir canlı yok oluşu saptamışlardır. 2.2. Geç Devoniyen Toplu Yok Oluşu (375-355 Milyon Yıl Önce) Çok uzun süren bir toplu yok oluştur. Bu olay tam 20 milyon yıl sürmüştür. Günümüzden 375 – 355 milyon yıl önce meydana gelen bu olayın etkisi çok uzun sürmüştür. u toplu yok oluşun ana nedeni sıcaklığın düşmesidir. Bilim insanları sıcaklığın düşmesin iki ana nedene bağlamaktadırlar. Büyük bir meteorun dünyaya çarpması veya uzun süren volkanik etkinlikler atmosferin küllerle kaplanmasına neden olmuş olabilir. Güneş ışınlarından mahrum kalan yer yüzeyi hızla soğumaya başlamıştır. Sıcak bir ortamda yaşayan canlılar bu aniden soğumaya adapta olamamış ve ölümler başlamıştır. Bu olay sonucunda Dünya üzerinde yaşayan canlıların %70’inin öldüğü düşünülmektedir. 2.3. Permiyen-Trias Yokoluşu (252 Milyon Yıl Önce) Permiyen - Triyas geçişi sırasında meydana gelen bu toplu yok oluş Dünya tarihindeki en büyük toplu yok oluştur. Yer bilimciler 252 milyon yıl önce gerçekleşen bu olayın ana nedeninin çok uzun süren volkanik etkinlikler olduğu konusunda hemfikir olmaya başlamışlardır. Bu dönemde Dünya Pangaea denen süper bir kıtaya sahipti. Yani dünyadaki karaların büyük bir çoğunluğu tek bir kıta halindeydi. İşe bu süper kıtanın kuzey ucunda yer alan Sibirya’da 2 milyon yıl süren yoğun volkanizmanın bu en büyük toplu yok oluşa neden olduğu düşünülmektedir. Bu toplu yok oluş denizlerde ve karalarda yaşayan canlıların % 96' sının yok olmasına neden olmuştur. Bu kadar büyük bir oranda canlının yok olmasına neden olan bu volkanik etkinlikler; kükürt dioksit gazı çıkışının artmasına, bu artış sonrasında asit yağmurlarının meydan gelmesine, bu asit yağmurlarının da besin kaynaklarına çok büyük zararlar vermesine yol açmıştır. Besin zinciri çöktüğü için canlılar hızla yok olmuşlardır. Lavların kömür tabakalarına sızarak bu tabakalardan zehirli gazların çıkmasına nede nolması da bu olayın tetikleyicilerinden biridir. Bu konuda araştırmalar devam etmektedir. Son teorilerden biri de karbonla beslenen ve metan salan mikropların da bu toplu yok oluşta büyük bir katkıları olduğu ile ilgilidir. Günümüzden 250 milyon yıl kadar önce tüm kıtaların birleşik durumda olduğu Pangaea süper kıtasının kuzey ucunda yer alan, günümüzdeyse Rusya’nın kuzeydoğusunu 26 oluşturan Sibirya bölgesinde bulunan ve “Sibirya Trapları” diye adlandırılan basamak görünümünde üst üste yığılmış bazalt tabakalarıyla kaplı bölge bu tplu yok oluşyun ana neden gibi gözükmektedir. Buradaki bazalt tabakaları 2 Milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle Batı Avrupa kadar ya da Türkiye’nin üç katı büyüklüğünde bir alanı kaplamaktadır. Dünya tarihindeki en büyük volkanizma etkinliklerinden biri olan süreçte yerkürenin derinliklerinden gelen magmanın sebep olduğu volkanizma, tüm bu bölgeyi bazaltla kaplayacak kasar uzun sürmüştür. Filipinler’deki Luzon Adası’nda 1991 yılında patlayan ve yakın tarihin en büyük volkanizma olaylarından biri sayılan Pinatubo Yanardağının sadece 12 kilometreküp lav püskürttüğü düşünüldüğünde bu olayın büyüklüğü daha da iyi anlaşılacaktır. Zirkon kristalleri içinde yapılan radyometrik yaş tayinleri Sibirya'daki bu volkanik etkinliğin tam 2 milyon yıl sürdüğünü oraya koymuştur. İlk zamanlar bu kadar uzun süren bir volkanik etkinliğin dünya üzerindeki yaşamın neredeyse tümüyle silinmesine yol açacak olaylara neden olduğu bilinemiyordu. Günümüzde Sibirya’daki bazalt örneklerinden ve Güney Çin’deki fosil içeren tortul katmanlarından alınan aynı kristaller üzerinde çok daha duyarlı tekniklerle yapılan ölçümler, toplu yok oluşun neden için yeterince kanıt sunmaktadır. Araştırmacılar, okyanuslardaki karbon miktarındaki ani ve çok büyük artışın da mikrobiyel kaynaklı olduğunu, başka bir mikroptan aldığı genle metan üretimi için çok büyük miktarlarda karbonu işleme becerisi kazanarak okyanuslarda patlama ölçeklerinde çoğalan Methanosarcina adlı metan (CH4) üreten bir canlının işi olduğunu öne sürüyorlar. Bu artış toplu yok oluşun nedenlerinden biri olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak bu olayın gerçekleşmesi için mikrobiyolojik canlıların zengin bir gıdaya (nikele) gereksinimleri vardır. Bu nikel gereksinimi de bu dönemde tam iki milyon yıl süren volkanik aktiviteler sonucunda ortaya çıkmıştır. Nikel, mikroplarca metan üretimine büyük bir katı sağlamıştır. Yani ikincil nedenler ne olursa olsun ana neden volkanik etkinliklerdir. Diğer toplu yok oluşların aksine bu toplu yok oluşun daha kısa sürdüğüne dair kanıtlar bulunmaktadır. Bu kısalık ani ölümler için volkanik etkinlikleri, daha mantıklı kılıyor. Uzun 27 süren volkanik etkinlikler sonucunda atmosfere en az 1.5 milyar ton Kükürt Dioksit yayılmıştır. Atmosferdeki pH ın 2 ye kadar düşmesi yağmurların asit olarak yağmasına, bunun da kısa sürede toplu bir yok oluşa neden olabileceğini göstermektedir. Son yıllarda giderek yaygın kabul görmeye başlayan bir açıklama da, manto tabakasından yüzeye çıkan magmanın, yüzeye yakın kömür tabakalarına sızıp atmosfere yoğun miktarlarda toksik gaz çıkmasına neden olan yeraltı yangınlarını başlatmasıdır 2.4. Trias-Jura Yokoluşu (Yaklaşık 200 milyon yıl önce ) Yaklaşık 200 milyon yıl önce meydana gelen bu toplu yok oluşa neden olan iki olay üzerinde durulmaktadır. Birincisi Levha tektoniğidir. Süper kıta Pangea’nın parçalanmasıdır. Atlantik okyanusunun açılması sürecinde magmadan gelerek okyanuslarda 11 milyon kilometrekarelik bazalt lavlarının böyle bir toplu yok oluşa neden olacağı düşünülmektedir. 2.5 Kretase – Tersiyer Yokoluşu (65 Mİlyon Yıl önce ) Dünya tarihine belki en daramatik değil ama en çok bilinen bir afettir. Bunun nedeni dinozorların öyküsünün günümüzde çok ilgi çekmesidir. Günümüzden 65 - 66 milyon yıl önce meydana gelmiş olan bu toplu yok oluş, dünya üzerinde yaşayan türlerin yarısı ile kuşlar dışındaki dinozorların neredeyse tümünün türlerinin yok olmasına neden olmuştur. Bu olay için ik neden öne sürülmektedir. Birincisi çapı yaklaşık 20 kilometre olan bir meteorun dünyaya çarpmasıdır. Bazı görüşler ise yine volkanizma üzerinde durmaktadırlar. Ancak yapılan çalışmalar bu dönemde böyle bir meteorun dünyaya çarptığını kanıtlamıştır. Volkanizma ise çarpışma sonrasında etkili olarak sürece yardımcı olan ikinci nedendir. 2.6. Altıncı Büyük Yok Oluş mu? Yukarıda bahsedilen beş toplu yok oluş da birer gerçek doğa kaynaklı afettir ve bu dönemlerde yaşayan canlıların bu olaya katkısı olmamıştır. Ancak son yüzyılda özellikle sanayi devriminden sonra Dünya, insanın etkisiyle zarar görmeye başlamıştır Hızlı nüfus artışı, aşırı bir fosil yakıt kullanımı, kentleşme gibi müdahaleler iklim değişikliklerine ve sonrasında küresel ısınmaya yol açmıştır. Bu süreç ne yazık ki geri dönülmez bir hal almıştır. Böyle giderse altıncı toplu yok oluşu insan ırkının yaşaması kaçınılmaz olacaktır. 28 2.7. Toplu Yok Oluşlara Yol Açan Olaylar Toplu yok oluşlar tek bir olayın sonucunda meydana gelmez. Ana bir neden vardır. Bu ana nedenin etrafında ise bunu destekleyen bir veya birkaç ikincil nedenin olması lazımdır. aşağıda birbirilerini tetikleyen bu nedenlere yer verilmiştir. 2.7.1.Volkanik Etkinlikler: Tüm toplu yok oluşların büyük bir çoğunluğunu temelinde yer alan volkanik etkinlikler ya ana ya da ikincil nedendir. Uzun süreli yanardağ etkinlikleri sırasında çıkan ve soğuyarak bazalt kayalarını oluşturan lavlar, yüzbinlerce, hatta milyonlarca kilometrekarelik alanlara yayılabilmketidirler. Ayrıca yanardağlardan püsküren toz ve küller atmosfere çıkıp Güneş ışınlarını perdeleyerek bitkilerin fotosentez yapmasını önleyerek, yaşamın dayandığı gıda zincirinin çökmesine yol açmaktadır. Yine yanardağlardan püsküren kükürt oksitleri asit yağmurlarına neden olarak aynı etkiye katkıda bulunurken, yoğun karbondioksit çıkışları da küresel ısınmaya yol açmaktadır. Volkanların bu olumsuz etkiler insan yaşamı boyunca da birçok olayın yaşanmasına neden olmuştur. 2.7.2. Deniz seviyelerinde düşüşler : Deniz seviyelerindeki çok küçük düşmeler bile denizler yaşayan canlıların yaşamlarının olumsuz etkilenmesine yol açabilmektedir. Bu olay denizel yaşamın çok büyük bölümünü barındıran ve okyanus tabanlarının en üretken bölümleri olan kıta sahanlıklarını küçülterek deniz canlılarının topluca yok olmasına neden olduğu gibi, küresel hava sistemlerinde de büyük değişimleri tetikleyerek karasal yaşamda da toplu yok oluşlara yol açmaktadır. . 2.7.3. Meteor Çarpmaları : Meteoritler aslında halk arasında kuyruklu yıldız olarak bilinen cisimlerdir. Bir çok romana konu olmuş romantik görüntüler sunarlar ama bu romantik olanları, atmosfere girerken sürtünme sonucunda yanarak yok olanlardır. Bunların sadece izleri görülmektedir. Asıl sorun yaratan meteoritler atmosferden tamamen yok olmadan kurtulanlardır ki bunları çaplarına göre düştükleri bölgelerde ciddi sorunlara yol açmışlardır. Gelecekte de açmaya devam edeceklerdir. Günümüzde çapı 1.5 kilometre olan bir meteoridin dünyaya çarpması insan ve canlı çeşitliliğinin dolayısıyla da insan nüfusunun ciddi bir şekilde azalmasına yol açacaktır. Aşağıda, geçmişte yeryüzüne ulaşan meteoritlerden bazı örnekler verilmiştir. Özellikle okyanuslara düşen meteoritler çok daha büyük zararlar verebilmektedirler. Karbondioksit okyanus sularında erir ve ancak 50⁰C’nin altındaki sıcaklıklarda kararlı olan 29 bikarbonat radikal (─HCO3) biçiminde depolanır. Okyanusa düşen bir meteoridin yol açacağı termal şokun,ü okyanus yüzey sularını bu kritik eşiğin üzerine ısıtmasıyla çok büyük miktarlarda karbondioksit okyanuslardan fışkırarak dünyaya yayılabilir. Bu durum sığ bölgelerde hava soluyan canlıların yok olmasına yol açabilir. 2.7.4 Uzun Süreli Küresel Soğumalar: Daha önce de söylediğimiz gibi canlılar her türlü koşula uyum sağlayacak şekilde yaratılmıştır. Ancak bu koşullar uzun sürdüğünde canlıların büyük bir kısmı buna direnemez ve ölür. Örneğin ılıman bir bölgede yaşayan canlılar ani iklim değişikliğine hemen adapte olamazlar. Büyük bir kısmı ölür küçük bir kısmı işse göç ederek yaşama tutunabilir..Değişen iklim koşulları jeolojik süreçler boyunca birçok kez Dünya’daki suyun büyük kısmını buzullar ve kar halinde hapsederek yeryüzünü daha kurak ve soğuk bir hale getirir. Küresel soğumalar Ordovisyen sonu, Permiyen-Trias geçişi ve Geç Devoniyen yok oluşlarında önemli rol oynamıştır. 2.7.5. Uzun Süreli Küresel Soğumalar: Dünya, günümüzde olduğu gibi geçmişte de sık sık küresel ısınma problemiyle karşılaşmıştır. Bu küresel ısınmalar bazen yarar da olmuştur. Örneğin günümüzde yaklaşık 750 milyon yıl önce bir buz evine dönen dünya volkanlardan çıkan gazların oluşturduğu küresel ısınmayla tekrar eski haline dönmüştür. Küresel ısınma soğumanın tam tersi bir etkiyle tropikal türlere yeni yaşam alanları açarken ılıman bölgelerdeki türlerin ölümüne ya da kutuplara göç etmelerine, kutup türlerinin ortadan kalkmasına yol açmıştır. Isınma dünya ikliminin daha nemli olmasına ve yağış rejimlerinin değişmesine yol açar. Ayrıca deniz sularının oksijensizleşmesine de neden olabilir. 2.7.6. Klatrat Bombası : Bir bileşiğin kafes halinde başka bir bileşiği sardığı yapılara klatrat deniyor. Metanın (CH4) donmuş su kristallerine hapsolduğu metan klatratlar, kıta sahanlığında yoğun miktarlarda bulunuyor. Hava sıcaklığındaki ani artışlar ya da depremler nedeniyle üzerlerindeki basınçta ani düşmeler bu yapıların kararsızlaşmasıyla metanın atmosfere çıkmasına yol açabilir. Metan, karbondioksitten çok daha etkili bir sera gazı olduğundan, böyle bir çözülme hızlı bir küresel ısınmaya yol açabilir ya da zaten küresel ısınma nedeniyle meydana gelmişse ısınmanın etkilerini büyük ölçüde artırabilir. Bilim insanları özellikle Permiyen sonunda gerçekleşen ve dünyanın yaşadığı en büyük toplu yok oluşta bu olayın çok büyük bir payı olduğunu düşünmektedir. 30 2.7.7.Okyanuslarda oksijen krizi: Okyanus sularının orta derinlikte hatta yüzeye yakın katmanlarında oksijenin büyük ölçüde azalması ya da tümüyle kaybolması da deniz canlılarının topluca yok olmalarına yol açan bir etken olarak kabul ediliyor. Ordovisyen-silüryen, Geç Devoniyen, Permiyen-Trias ve Trias-Jura yok oluşlarında rolü olduğu sanılıyor. 2.7.8. Denizlerden Hidrojen Sülfit Çıkışı: Permiyen-Trias yok oluşunda küresel ısınmanın okyanuslarda fotosentez yapan planktonlarla derin sularda sülfatları indirgeyen bakteriler arasındaki dengeyi bozduğu ve ortaya çıkan hidrojen sülfitin (H2S) deniz ve karalarda yaşayan canlıları zehirlediği, ayrıca ozon tabakasına büyük zarar vererek hayatta kalabilen canlıları da Güneş’ten gelen zararlı morötesi ışınların etkilerine maruz bıraktığı yolunda tezler var. 2.7.9. Okyanus Çalkalanmaları: Okyanuslarda “termo-halin dolaşımı denen” bir süreç, görece sıcak yüzey sularını büyük akıntılarla dünya yüzeyinde dolaştırarak iklim rejimleri üzerinde etki yapar. Çeşitli nedenlerle bu döngünün bozulmasıyla, buharlaşma nedeniyle daha tuzlu (ve ağır) olan yüzey suları derine dalıp derinlerdeki oksijensiz suları yüzeye çıkarıp yüzeyde ve orta derinliklerde oksijen soluyan canlıların ölümüne yol açar. Bu çalkalanma buzul çağlarının başında ve sonunda ortaya çıkar. Buzul çağının başında ortaya çıkması daha tehlikelidir; çünkü önceki sıcak dönem okyanuslardaki oksijensiz suların hacmini yükseltmiş olur. Okyanus çalkalanmasının geç Devonyen ve Permiyen-Trias yok oluşlarında rol oynadığı düşünülüyor. 2.7.10. Yakınlarda Gama Işın Patlamaları ve Süpernovalar: Gama ışın patlamaları, evrende meydana gelen en şiddetli olaylar. Güneşten çok daha büyük kütleli bir yıldızın kısa ömrü sonunda çökerek bir karadeliğe dönüşmesi sonucu ortaya çıkıyorlar. Çöken yıldızın iki kutbundan fışkıran, ışık hızına yakın parçacık fıskiyelerinden biri Dünya yönünde konumlanmışsa bu patlamalar gözlem uydularımızca algılanabiliyor. Bir gama ışın patlamasının Dünya’nın 6000 ışık yılı yakınında meydana gelmesi, Dünyamızı çevreleyen ozon tabakasını yok ederek yeryüzündeki canlıları Güneş’in morötesi ışınlarının tahribatına maruz bırakır. Süpernova Patlamaları da Güneş’ten yaklaşık sekiz kat daha kütleli yıldızların merkezlerinin çökmesi ve bir nötron yıldızına ya da karadeliğe dönüşmesiyle meydana geliyor. Oluşan şok dalgası, yıldızın dış katmanlarını uzaya savuruyor. Dünya’ya 30 ışık 31 yılından daha yakında meydana gelecek bir süpernovadan kaynaklanan gama ışınları, ozon tabakasının yarısını yok etmeye yeter. 2.7.11. Levha Tektoniği: Yer yuvarında depremlerin yoğun olarak yaşandığı bölgelere bakıldığında, bazı bölgelerde deprem sayısı oldukça fazla iken, bazı bölgelerde ise hiç deprem olmadığı görülmektedir. Depremler, okyanusal bölgelerde oldukça dar, kıtasal bölgelerde ise geniş zonlar içinde oluşmaktadır. Okyanus ortalarında sığ, okyanusal çukurlar civarında çok derin, kıtalarda ise değişik derinliklerde olan depremlerin bu özellikleri rastlantısal olmayıp levha tektoniği ile açıklanan jeolojik olaylarla ilişkilidir. Levha tektoniği kavramı 20. yüzyılın ikinci yarısında elde edilen jeofiziksel veriler (depremler, manyetizma ve ısı akısı değerleri vb.) ışığında ortaya çıkmaya başlamış ve çok kısa bir süre içinde de yer bilimcileri en çok meşgul eden konu hâline gelmiştir. Levha tektoniği kuramına göre litosfer olarak adlandırılan yer yuvarının dış kısmı levhalara bölünmüştür. Yer içindeki ısı kaynağı nedeniyle manto içinde oluşan termal konveksiyon akımları, yüzeyde bulunan levhaların hareketinin temel nedenidir. Isınarak yükselen üst manto malzemesi yükseldikçe soğur ve doğal olarak tekrar iç kısımlara doğru yönelir. Bu konveksiyon hareketi, birçok konveksiyon hücresi içinde gelişir. Ancak, levhaların hareketini sağlayan bu olay daha karmaşıktır ve litosferi etkileyen çesitli kuvvetlerin kontrolünde meydana gelir. Levha tektoniğinin temeli, Alman jeofizikçi Alfred Wegener (Alfred Vegener) tarafından ortaya atılan kıt’aların kayması teorisidir Yer bilimciler, 18. yüzyıldan günümüze kadar geçen sürede bazı kıtaların kıyılarının birbirlerine çok benzediğini ve bunun bir rastlantı olamayacağını belirtmişlerdir. En büyük benzerlik Kuzey Amerika ile Avrupa ve Güney Amerika ile Afrika kıyıları arasında görülmekteydi. Bu benzerliklerden yola çıkılarak bu kıtaların bir zamanlar birleşik oldukları ve daha sonra ayrıldıkları öne sürülmüştür. 32 Levhaların hareketi kıtaların konumlarını çeşitli yollardan toplu yok oluşlara yol açabilen biçimlere getirebilmektedir. Örneğin buzul çağlarını başlatıp ya da sona erdirebilir veya okyanus akıntılarını ve rüzgâr rejimlerini değiştirerek iklim değişimlerine yol açabilir. Kıtalar bir süper kıta halinde bir araya geldiklerinde, yaşamca zengin kıta sahanlığının toplam alanı daralıyor. İç bölgeler de kuraklaşıyor ve büyük mevsimsel değişimlerin etkisine giriyor. Toplu yok oluşların ardından yaşamın yeniden filizlenip çeşitlenmesi beş on milyon yıl, büyük yok oluşların ardındansa 30 milyon yıl alabilmektedir. Şekil 2.1. levha Tektoniğine yol açan konveksiyon akımları ve Okyanus tabanının açılması 33 3. DEPREMLER 34 Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? Bu Bölümde depremleri oluşturan ana mekanizma olan levha tektoniği kuramından yola çıkarak Dünyada oluşan depremlerin hangi bölgelerde meydana gelebileceğini öğreneceğiz. 35 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular • Fay nedir • Deprem Nedir • Deprem Kuşağı nedir • Depremin Büyüklüğü Ne Anlama Gelir • Depremin şiddeti ne anlama gelir ? • Depremlerle levha tektoniği arasında nasıl bir ilişki vardır. 36 Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği Depremin tanımı ve oluşum Depremin oluşum mekanizması mekanizması hakkında bilgi sahibi olmak Depremler hakkında internetten ve kaynaklardan araştırma, ders notları , Sunum ve videolar Levha Tektoniği Kıtaların haraketine yol açan lavha taktoniği kuramı hakkında bilgi sahib iolmak Depremler hakkında araştırma, ders notlarıi Sununlar, videolar Levha tektoniği ile depremler arasındaki ilişki Depremler ve Levha takoniği arasındaki ilişkiyi öğrenmek Levha tektoniği hakkında araştırma, ders notları, sununlar ve videolar. 37 Anahtar Kavramlar • Deprem • Fay • Magnitüd • Şiddet • Levha tektoniği 38 3.1. Depremin Oluşum Mekanizması, Büyüklüğü ve Şiddeti 3.1.1.Depremin Oluşumu : Depremler önce hafif bir sarsıntı ile başlar ve yer içinden gelen çok şiddetli gürültülerle birlikte sarsıntı şiddetlenir. 10 - 45 saniye gibi kısa bir süre içinde sarsıntılar en üst düzeye çıkar, sonra da yavaşlayarak durur. Bu sarsıntı sırasında arazinin şekli değişebilir, evler yıkılabilir ve insanlar hayatlarını kaybedebilirler. Depremler oluştukları zaman katı olan litosfer parçasını belli aralıklarla kırarak enerji boşalmalarına neden olurlar. Bu enerji boşalımları yüzeye deprem dalgası olarak ulaşmakta ve şiddetine karşı koyamayacak karakterde olan tüm yapıları yerle bir edebilmektedir. Yer yuvarında depremlerin büyük bir çoğunluğu tektonik ve volkanik nedenlerle meydana gelmektedir. Bu tür depremlere tektonik depremler ve volkanik depremler adı verilmektedir. Depremlerin, küçük bir kısmının oluşumu da yer kabuğunda meydana gelen büyük çaplı çökmelere bağlanmaktadır. Bu tür depremler çöküntü depremleri olarak anılmaktadır. Yer yuvarındaki deprem bölgeleri incelendiğinde, bunların belli bölgelerde yer aldığı görülür . İşte bu yerler, aktif levha tektoniği hareketlerinin olduğu yerlerdir. Belli bölgelerde biriken elâstik deformasyon (şekil değiştirme) enerjisinin, yer kabuğunu meydana getiren kayaçların kırılma dayanımlarını yenmesi sonucunda ortaya çıkan anî kırılma veya yırtılma hareketi ile depremler meydana gelmektedir. Yani faylanma meydana gelmeden önce kayaç kütlesi içinde elâstik deformasyon enerjisi adı altında bir enerji birikmektedir. Kırılma hattının çevresinde toplanan elâstik deformasyon enerjisi, kayacın direncini yendiği takdirde kırılma meydana gelmekte ve biriken enerji deprem dalgası olarak açığa çıkmaktadır. Yer yuvarı üzerinde neden deprem oluyor ? Bu enerjinin birikmesine neden olan ve depreme yol açan mekanizma nedir ? Bu soruların yanıtını bulmaya çalışalım: Yer yuvarında harekete neden olan olay, magmanın okyanusal kabuk içinde bulabildiği bir çatlaktan yükselerek okyanus tabanına yayılması ile başlar. Yükselmenin nedeni magma içinde meydana gelen konveksiyon akımlarıdır. Okyanus tabanına çıkan bazalt 39 bileşimli malzeme, yukarıya doğru yükselmeyi sağlayan yarığın her iki yanına eşit olarak yayılır. Deniz suyu ile temas ettiği için hızla soğuyarak kristalleşmeye başlar. Bu arada magmadan yukarı doğru yeni malzeme gelişi devam etmektedir. Yeni gelen malzeme, okyanus tabanına yayılmak için burada yerleşmiş olan eski malzemeyi iterek onun yerini almaya çalışacaktır. Bu itme sonucunda da yukarı çıktığı yarığı genişletecektir. Bu olaya deniz tabanı yayılması adı verilmektedir. Yayılma hızı yıllık ortalama 6 cm civarındadır. Bu hareket milyonlarca yıl sürekli olarak tekrar edeceği için başlangıçta küçük olan yarık yüzlerce kilometre genişliğinde bir açılma havzasına dönüşecektir. Açılma hareketi yer yuvarının katı kısımıolan litosferin hareket etmesine neden olmaktadır. Bu hareketler de yer yuvarı yüzeyinde kırılmalar şeklinde kendini gösterecektir. İşte çok basit olarak bu kırılmalar yer yuvarında meydana gelen depremlerin büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu bölgelerde, yani açılma zonlarında görülen depremler büyük depremler değildir. Yakınsak levha sınırlarında, jeolojik olarak yer kabuğunun şekillenmesi ve deprem oluşumu açısından önemli olaylar meydana gelmektedir. Bu bölgelerde meydana gelen depremlere tektonik depremler denir. Buralarda ya bir okyanusal kabuk bir kıt’asal kabuğun altına, ya da bir okyanusal kabuk bir okyanusal kabuğun altına dalar. Bir kıt’asal kabuk başka bir kıt’asal kabukla çarpışarak sıradağları oluşturabilir. Tektonik depremler bu bölgelerde oldukça geniş yayılım gösterir. Tektonik depremleri oluşturan kırıklara diri veya aktif fay adı verilir. Aynı bölgelerde bulunan aktivitesini kaybetmiş faylara ölü fay denir. Bu faylar doğrudan depreme yol açmazlar ama çok şiddetli bir deprem sonrasında da harekete geçerek yeni depremlere neden olabilirler. 40 Şekil 3.1. Dünya deprem kuşakları haritası (Kırmızı noktalar depremlerin oluştuğu yerleri göstermektedir) Odak derinliği 0 - 60 km arasında değişen depremlere sığ odaklı depremler, odak derinliği 60-300 km arasında değişen depremlere orta odaklı depremler ve odak derinliği 300 - 700 km arasında olan depremlere de derin odaklı depremler adı verilir. Odak derinliği ne kadar sığ ise depremin vereceği zarar da o kadar fazladır. Yitim zonlarında daha çok sığ odaklı depremler meydana gelmektedir. Bu zonlarda depremler, karşılaşan iki levhanın birbirleri üzerinde yapmış oldukları baskı sonucunda oluşur. Bu nedenle dünya deprem kuşakları haritasına bakıldığında yoğun deprem kuşaklarının dalma-batma zonlarının etrafında odaklanmış olduğu görülecektir (Şekil 3.1). Volkanizmanın egemen olduğu bazı bölgelerde volkanik hareketlere bağlı olarak oluşan depremlere volkanik depremler adı verilir. Volkanizmanın yol açtığı sarsıntıların mekanizması çok karışıktır. Ama ortaya çıkan patlamalar düşük magnitüdlü depremlere yol açarlar ve bunların büyük bir çoğunluğunun yıkıcı etkisi yoktur. Yer altında bulunan tuz, jips, anhidrit gibi suda kolay çözünen minerallerin eriyerek meydana getirdiği boşlukların çökmesiyle meydana gelen depremlere çöküntü depremleri 41 denir. Bunlar yeterli enerji birikimi olmadığı için çok hasar vermezler. Bu depremler yer yuvarı üzerinde çok yaygın olarak oluşmazlar. Etkileri de volkanik depremler gibi sadece belli bir alan içinde kalır. Ana depremlerden sonra meydana gelen irili ufaklı depremlere artçı deprem veya artçı şok adı verilir. Her büyük depremin artçı şoku vardır. Ama büyük depremlerin öncü şoku yoktur. Depremi önceden bilmek, günümüz teknolojisiyle mümkün değildir. Aletsel olarak depremi önceden belirleyecek bir alet yapılamamıştır. Çünkü depremlerin mekanizmaları çok karmaşıktır ve bu mekanizmayı çözmek çok zordur. Bu nedenle herhangi bir yerde meydana gelen bir depremi daha büyük bir depremin öncü şoku diye tanımlamak yanlıştır. Her depremin artçı şoku vardır. Ama bir bölgede arka arkaya meydana gelen depremler daha büyük bir depremin öncüsü olamaz. Çünkü öncü deprem kavramı doğru bir kavram değildir. 3.1.2.Deprem Dalgaları: Depremin, yapılara ve yeryüzüne zarar vermesinin nedeni deprem sonrasında boşalan enerjinin dalgalar şeklinde yayılmasıdır. Bu dalgalara deprem dalgaları adı verilir (Şekil 3.2). Deprem dalgaları cisim dalgaları ve yüzey dalgaları diye ikiye ayrılır. Cisim dalgaları P ve S dalgaları, yüzey dalgaları da Rayleigh (Rayleg) ve Love (Lov) dalgaları olmak üzere iki türdür: P Dalgaları : Bunlar, boyuna yayılan dalgalardır. Deprem dalgaları içinde en hızlı olanı P dalgaları olduğu için kayıt istasyonlarına ilk ulaşan dalgalar bu dalgalardır. Hızları saniyede 7-8 km arasında değişir. P dalgalarına primer yani birincil dalgalar da denir. Bu dalgaların tahrip edici gücü fazla değildir. Sadece bir deprem olduğunu haber verir. S Dalgaları : Bunlara sekonder yani ikincil dalgalar da denir. Hızları P dalgalarına göre daha yavaştır. Yer kabuğu içindeki yayılma hızları saniyede 3,5-4 km arasında değişir. Bunlar enine dalgalar olduğu için P dalgalarından farklı olarak yıkıcı özelliklere sahiptir. Rayleigh Dalgaları :Yüzey dalgaları olup hızları S dalgalarına göre daha azdır. Sismograf üzerinde en şiddetli hareketleri bu dalgalar gösterir. Diğer dalgalar arasında en tahrip edici özelliğe sahip dalgalardır. 42 Love Dalgaları : Bu dalgalar da yüzey dalgalarıdır. Love dalgalarının etkileri derinlere inildikçe azalmaktadır. Bu nedenle derin odaklı depremlerde, sismograflar bu dalgaları kaydetmezler. Şekil 3.2. Deprem Dalgaları Çizelge 3.1. Mercalli şiddet ölçeği Şiddet I II III IV V VI VII VIII IX X XI XII Verdiği zarar Sadece sismograflar kaydeder. Çok küçük sarsıntılardır. İvme < 10mm/sn2 Biraz daha güçlüdür. Ancak hissedilemez. İvme > 10 mm/sn2 Üst katlarda oturanlar tarafından hissedilir. Asılı eşyalar sallanır. İvme > 25mm/sn2 Evlerde çatırdamalar olur. Sarsıntı şiddetli bir şekilde hissedilir. İvme> 50 mm/sn2 Sarsıntının şiddeti artar. Kapı pencereler kendiliğinden açılır kapanır. Zayıf binalarda hasar görülür. Sularda dalgalanmalar olabilir. İvme > 100 mm /sn 2 Sarsıntı artık iyice şiddetlenir. Zayıf binalarda yıkılmalar görülebilir. Heyelânlar başlar. Yer altı su seviyesinde değişmeler olur. İvme > 250 mm/sn2 İnsanlar ayakta durmakta ve hareket etmekte zorlanırlar. Bazı su kaynakları kurur veya yeni su kaynakları oluşur. İvme >500mm/sn2 Artık, depremin etkisi yıkıcı hâle gelmeye başlamıştır. Yeryüzünde küçük çatlaklar meydana gelir. Topografyada değişiklikler olur. Dik yamaçlarda heyelânlar görülür. İvme> 1000mm/sn2 Barajlarda hasarlar oluşur, demir yolları bükülür, heyelânlar görülür. Asfalt kabarır. İvme > 2500mm/sn2 Baraj, köprü, viyadük gibi yapılarda büyük tahribatlar olur. İvme > 5000mm/sn2 Kara ve demir yollarında büyük tahribatlar oluşur. Yeryüzünde derin çatlaklar meydana gelir Yanal ve düşey atımlar görülür. Heyelânlar, kum püskürmeleri oldukça yaygın olarak gözlenir. İvme > 7500 mm/sn2 Binalar çok büyük hasar görür. Topoğrafyada çok büyük değişiklikler meydana gelir. Teorik olarak deprem dalgalarının insanlar tarafından görüldüğü kabul edilir. İvme >9800mm/sn2 43 Çizelge 3.2. Dünyada yıllık ortalama deprem sayısı Magnitüd Büyüklük) Verdiği zarar Yılllık ortalama deprem sayısı >2.5 Hissedilmez 900.000 2.5.-5.4 Çok küçük hasar 30.000 5.5-6.0 Hafif hasar 500 6.1 –6.9 Büyük hasar 100 7.0-7.9 Çok büyük hasar 20 <8.0 Yerleşim yerleri yok 10 yılda bir kez olur 3.1.3. Depremin Şiddeti : Depremlerde yırtılmanın başladığı yere deprem odağı adı verilir. Yani deprem dalgaları yırtılmanın başladığı yerden itibaren yayılmaya başlar. Depremin en şiddetli olarak hissedildiği yer burasıdır. Bir depremin şiddeti, yapılarda oluşturduğu hasar ve yeryüzünde meydana getirdiği değişiklikle doğru orantılıdır. Deprem odağından uzaklaştıkça depremin şiddeti azalır. Yani deprem, odak noktasında çok şiddetli hissedilir. Bir depremin şiddeti canlılar, doğal çevre ve yapılar üzerinde yapmış olduğu etkidir. Bu etkiler bölgenin tektonik yapısına, zemin özelliklerine, açığa çıkan enerjinin büyüklüğüne, depremin odak derinliğine, deprem odağına olan uzaklığa ve yapıların dayanımına bağlıdır. Deprem şiddetini belirlemek için Mercalli (Merkalli) deprem şiddet çizelgesi kullanılmaktadır (Çizelge 3.1). 3.1.4. Depremin Aletsel Büyüklüğü (Magnitüd): Depremin büyüklüğü Richter (Rihter) ölçeğine göre aletsel olarak hesaplanmış büyüklüktür. Büyüklük 1- 9 arasında değişir. Depremin büyüklüğü deprem odağında açığa çıkan enerjinin aletsel bir ölçüsü olarak tanımlanabilir 44 Tabakaların ilk konumları olan yatay durumlarından farklı bir yapı kazanmaları olayına tektonik deformasyon adı verilir (Şekil 3.3). Tektonik deformasyon kısaca yapı ve şekil değişikliği anlamına gelir. Tektonik kuvvetlerin büyük çaplı olanları dağların oluşumuna neden olur. Şekil 3.3. Sıkışma ve gerilme sonucunda tabakalarda meydana gelen deformasyonlara. Sıkışma sonucu ortaya çıkan kıvrımlanma, b. Gerilme sonucu ortaya çıkan kırılma Yer kabuğu sürekli hareket hâlindedir. Yer kabuğunun değişik parçaları yatay ve dikey olarak yer değiştirebilirler. İşte bu yer değiştirme sırasında zıt yönlerde basınçların meydana getirdiği kuvvete gerilme denir. Yer kabuğu içinde meydana gelen değişik yönlü basınçlar ve gerilmeler, tektonik deformasyonların oluşmasına yol açar. Enerji birikimi sonucunda ortaya çıkan gerilmelerin nedeni yer yuvarının hareketli oluşu ve yer yuvarını oluşturan kayaçların basınca karşı koymalarıdır. Bu enerji birikimleri ve gerilmeler yüzünden yer kabuğu kırılıp parçalanarak depremlere yol açar ve yanardağlar püskürerek binlerce insanın canına ve malına zarar verir. Yıllardır yapılan gözlemler ve incelemeler yer kabuğunun her kesiminin sürekli bir hareket içinde olduğunu kanıtlamaktadır. Sürekli gelişen tektonik deformasyonlar yer yuvarının bugünkü şeklini almasına neden olmuştur. Hâlen etkinliğini sürdüren bu deformasyonlar gelecekte de devam edecektir. Örneğin 17 Ağustos 1999 Marmara ve 12 Kasım 1999 Düzce depremleri, büyük tektonik deformasyonlara neden olmuştur. 45 Kayalar üzerinde gelişen tüm bu deformasyonlar aslında yeryuvarının durağan değil hareketli olduğunun en büyük göstergesi. Bu nedenle depremin oluşum mekanizmasını iyi anlayabilmek için öncelikle Levha tektoniği Kuramının iyi bilinmesi gerekiyor. Şekil 3.4. Deprem dalgalarının odaktan itibaren yayılmaları 46 3.2. Levha Tektoniği Kuramı 3.2.1. Levhaların Yapısı ve Bileşimi : Yer yuvarının katı olan dış kısmını oluşturan ve kalınlığı 5–100 km arasında değişen litosfer (taş küre), levha (plâka) adı verilen büyük ve küçük birçok parçadan meydana gelmiştir. Bu levhalar, üst mantonun daha akıcı ve yumuşak katmanı olan astenosfer üzerinde hareket hâlindedir (Şekil 3.1). Yer yuvarı üzerinde toplam 12 adet büyük ve küçük levha bulunmaktadır. Bunlar: Kuzey Amerika, Avrasya, Karayipler, Afrika, Arabistan, Filipinler, Pasifik, Kokos, Güney Amerika, AvustralyaHindistan, Nazka ve Antarktika levhalarıdır. Bazı levhalar kıtalarla aynı adı taşımaktadır. Oysa kıt’aların sınırlarıyla levhaların sınırları çakışmamaktadır. Çünkü kıtalar, kendilerinden daha büyük olan levhaların üzerinde bulunur. Bulunuş durumları aysberglerinkine benzemektedir. Aysberglerin suyun üzerinde kalan küçük kısımları kıtalara, su altında kalan daha büyük kısımları da levhalara benzetilebilir. Levhaların birbirine göre farklı yönlerde ve mesafelerde hareket etmesi, yer yuvarında meydana gelen depremlerin en önemli nedenlerinden biridir. Çünkü aktif kenar dediğimiz bu sınırlarda, levhalar birbirleriyle çarpışmakta veya biri diğerinin altına dalmaktadır. Bu nedenle, levha sınırlarına yakın olan bölgelerde yıkıcı depremler meydana gelmekte, levhaların iç kesimlerinde yani daha pasif bölgelerde ise önemli depremler olmamaktadır. Levhalar, yer yuvarının üst kısmını oluşturan yer kabuğu parçalarıdır. Yer kabuğunun üst kesiminde ise kıtasal ve okyanusal kabuklar yer alır. Kıtasal kabuk içinde granit, okyanusal kabukta ise bazalt türü kayaçlar yaygındır. Okyanusal kabuğun yoğunluğu, kıt’asal kabuğa oranla daha fazladır. Bunun nedeni okyanusal kabuğun demir (Fe) ve magnezyum (Mg) gibi elementlerce zengin olmasıdır. Granit bileşimli kıt’asal kabukta ise silisyum (Si), potasyum (K), sodyum (Na) ve alüminyum (Al) gibi elementler egemendir. Levha Tektoniği Kavramı: Yer yuvarında depremlerin yoğun olarak yaşandığı bölgelere bakıldığında, bazı bölgelerde deprem sayısı oldukça fazla iken, bazı bölgelerde ise hiç deprem olmadığı görülmektedir. Depremler, okyanusal bölgelerde oldukça dar, kıtasal bölgelerde ise geniş zonlar içinde oluşmaktadır. Okyanus ortalarında sığ, okyanusal çukurlar civarında çok derin, kıtalarda ise değişik derinliklerde olan depremlerin bu özellikleri rastlantısal olmayıp levha tektoniği ile açıklanan jeolojik olaylarla ilişkilidir. 47 Levha tektoniği kavramı 20. yüzyılın ikinci yarısında elde edilen jeofiziksel veriler (depremler, manyetizma ve ısı akısı değerleri vb.) ışığında ortaya çıkmaya başlamış ve çok kısa bir süre içinde de yer bilimcileri en çok meşgul eden konu hâline gelmiştir. Levha tektoniği kuramına göre litosfer olarak adlandırılan yer yuvarının dış kısmı levhalara bölünmüştür. Yer içindeki ısı kaynağı nedeniyle manto içinde oluşan termal konveksiyon akımları, yüzeyde bulunan levhaların hareketinin temel nedenidir. Isınarak yükselen üst manto malzemesi yükseldikçe soğur ve doğal olarak tekrar iç kısımlara doğru yönelir. Bu konveksiyon hareketi, birçok konveksiyon hücresi içinde gelişir (Şekil 3.2). Ancak, levhaların hareketini sağlayan bu olay daha karmaşıktır ve litosferi etkileyen çesitli kuvvetlerin kontrolünde meydana gelir. Levha tektoniğinin temeli, Alman jeofizikçi Alfred Wegener (Alfred Vegener) tarafından ortaya atılan kıt’aların kayması teorisidir Kıt’aların Kayması Teorisi: Yer bilimciler, 18. yüzyıldan günümüze kadar geçen sürede bazı kıt’aların kıyılarının birbirlerine çok benzediğini ve bunun bir rastlantı olamayacağını belirtmişlerdir. En büyük benzerlik Kuzey Amerika ile Avrupa ve Güney Amerika ile Afrika kıyıları arasında görülmekteydi. Bu benzerliklerden yola çıkılarak bu kıt’aların bir zamanlar birleşik oldukları ve daha sonra ayrıldıkları öne sürülmüştür. 48 Şekil 3. 5 Yer yuvarının iç yapısını gösteren enine kesit Kıtaların kayması ile ilgili ilk gerçek bilimsel yaklaşımlar, Wegener tarafından ortaya atılmıştır. Wegener, kıtaları ayıran olayın bir açılma olduğunu, bu açılmanın 100-200 milyon yıl önce başladığını ve günümüzde de devam ettiğini belirtmiştir. Daha sonra, 1915 yılında yayımladığı Kıtaların ve Okyanusların Kökeni adlı kitabında, iklimlerin jeolojik zaman içinde değişim gösterdiğini ve bu olayların da kıtaların kayması ile açıklanabileceğini ileri sürmüştür. Araştırmacıya göre günümüzde tropikal iklimin hâkim olduğu bölgeler 300 milyon yıl önce buzullarla kaplıydı. Diğer taraftan buzullar altında bulunan Grönland’da ise o dönemde tipik bir tropikal iklim egemendi. 49 Sonuç olarak o dönemlerde, kıt’aların tek bir parça hâlinde olması gerektiğini öne süren Wegener, bu süper kıtaya tüm yer anlamına gelen Pangea (Panjea) adını vermiştir. Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalarla, Pangea’nın jeolojik zaman içinde biri kuzeyde, diğeri ise güneyde olmak üzere iki kıtaya ayrıldığı ve bu iki kıta arasında da Tetis okyanusu olarak adlandırılan kıtalar arası bir okyanusun geliştiği belirlenmiştir. Kuzey kıt’ası Grönland, Avrupa ve Asya'yı içine alan Laurasia (Lavrasya), güney kıtası ise Güney Amerika, Antarktika, Afrika, Madagaskar, Hindistan ve Avustralya'yı içine alan Gondwana (Gonduvana)’dır. O dönemdeki kıtalar ile aralarındaki Tetis okyanusu ise tüm okyanuslar anlamına gelen ve Panthalassa (Pantelasa) olarak adlandırılan dev bir okyanus tarafından çevrilmiş durumdaydı. Şekil 3.6 Konveksiyon akımları ve neden olduğu okyanus tabanı açılması Günümüzde yapılan çalışmalar, aslında kıt’aların kaymadığını, kıt’aların altında bulunan ve adına levha denilen büyük blokların kaydığını ortaya koymuştur.Levhaların hareketi, doğal olarak üzerinde bulunan kıt’aların da hareket etmesine neden olacaktır. Kıt’aların hareket etmesine neden olan güç ise yer yuvarının iç kesimlerinde bulunan enerjidir. 50 3.3. Levha Sınırları Levha sınırları boyunca üç türlü hareket meydana gelir: Levhalar ya birbirinden uzaklaşırlar (ıraksak veya diverjan levha sınırı), ya birbirlerine yaklaşırlar (yakınsak veya konverjan levha sınırı) veya levha hareketi yönünde kayarlar (transform faylı sınır) (Şekil 3.6). 3.3.1. Iraksak Levha Sınırları : 1940 ve daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalar, okyanus tabanlarında üç tür topoğrafik yapı olduğunu ortaya koymuştur. Bunlar; ortalama 3 km yüksekliğe sahip okyanus ortası sırtlar, bu sırtları birbirine göre ötelemiş olan transform faylar ve ada yayları ile bazı kıt’a kıyılarına paralel olan hendeklerdir. Sırtlar üzerinde sığ odaklı depremler oluşmakta ve aktif volkanizma görülmektedir. Isı akısı, sırtın her iki yanında önce hızlı sonra da yavaş azalma göstermektedir. Hendeklerde, sırtların aksine kalın tortullar ve çok düşük ısı akısı görülmektedir. Bu kesimlerde, deprem odak derinlikleri 700 km’ye kadar inmektedir. Iraksak levhalar, okyanus ortası sırtlarda görülen ve yeni okyanusal kabuğun sürekli oluştuğu levha sınırlarıdır. Buralarda kabuk kalınlığı oldukça incedir. Yüksek ısı akısı değerlerinin görülmesine neden olan alttan gelen sıcak ve akışkan manto malzemesi, yüzeye çıkarak sırtın her iki tarafına simetrik olarak yayılır. Sırt parçalarının genişliği en fazla 20 km kadardır ve yayılım hızı 1-9 cm/yıl arasındadır. Sırtın iki tarafında sırttan eşit uzaklıktaki iki noktanın yaşları, dolayısıyla manyetik kutuplanmaları aynıdır. Birbirinden ayrı iki sırt arasında ötelenme denilen bir tür itme hareketi görülmektedir. Bu ötelenme, yanal atımlı faylanma (transform fay) aracılığı ile ortaya çıkar. Orta Atlantik sırtı ve Pasifik sırtı uzaklaşan levha sınırlarıdır. İşte okyanus ortasında meydana gelen bu yayılma, levha tektoniğinin başlamasına neden olmaktadır. 51 Şekil 3.7 Levha sınırlarının şematik sunumu Litosferin astenosfer üzerine yapmış olduğu basınç nedeniyle, bulabildiği çatlaklardan yeryüzüne ulaşmaya çalışan magma, yer yüzeyine okyanusal kabuktan çıkmaktadır. Magmanın, kalınlığı 25-70 km olan kıt’asal kabuğu delip yüzeye çıkması oldukça zordur. Oysa kalınlığı 5-10 km arasında olan okyanusal kabuk magmanın yükselmesi için daha uygundur. İşte magma, okyanusal kabuk içindeki kırık ve çatlaklardan yükselerek yukarı çıkmakta ve okyanus tabanına yayılmaktadır. Deniz suyu ile temasa geçerek soğuyan magma katılaşır. Böylece okyanusal kabuğa yeni eklenmeler olur. Eklenme oldukça yavaş bir hızda olduğu için yeni çıkan magma, yayılma merkezi ve yakın çevresinde bir yayılma ve birikme meydana getirir. Bu birikme zamanla sırtlar şeklinde ortaya çıkar. Bu sırtlara okyanus ortası sırtlar adı verilmektedir. Malzeme çıkışı devam ettiği için magmadan yukarı çıkan malzemenin de okyanus tabanında yerleşeceği bir alan bulması gerekecektir. Oysa daha önce okyanus tabanına yayılan malzeme tüm alanları doldurmuştur. Yukarı çıkmaya çalışan magmatik malzeme, yerleşeceği yeni alanlar bulmak için içinden çıktığı çatlağı her iki tarafa doğru eşit olarak itmeye başlar. Milyonlarca yıl devam eden bu jeolojik süreç sonunda magma çıkışının olduğu bu bölgede açılma başlar. Bu açılan bölgeye rift adı verilmektedir. Bu açılma zonuna ise aşağıdan gelen magmanın oluşturduğu genç bir kabuk yerleşir (Şekil 3.7). Oluşan bu kabuk jeolojik olarak en genç kabuktur. En uzaktaki kabuk ise en yaşlıdır. Bu durum, yapılan jeokimyasal ve jeokronolojik çalışmalarla saptanmıştır. Okyanus ortası sırtlar üzerinde tespit edilen ve manyetik anomali denilen şeritler hâlinde dizilirler ve farklılıklar birbirine paralel yayılma merkezine az çok simetrik olarak sıralanırlar. Bu manyetik şeritleri oluşturan lâv kütleleri merkezden kenara doğru daha yaşlıdır. Bu durum deniz tabanı yayılmasını gösteren en belirgin delildir. 52 İki levhanın birbirlerine yaklaşarak çarpıştıkları levha sınırlarıdır. Deniz tabanı yayılması sonucunda itilen levhalar başka levhalarla çarpışmaktadır. Şekil 3.8 Iraksak levha sınırı oluşumu a. Magmanın yükselmesi ve kabuğun parçalanması b. Rift zonu oluşumu c. Yayılımın genişlemesi ç. Geniş bir okyanuslaşma ve okyanus ortası sırtının ortaya çıkışı Böylece yer yuvarının herhangi bir yerinde başlayan açılma, jeolojik sürecin son aşamasında çarpışmayla karşılanmaktadır. Yer kabuğundaki en büyük deformasyonlar bu tip çarpışmaların sınırlarında görülür. Kıtasal ve okyanusal levhaların birbirleriyle çarpışması üç tür yakınsak levha sınırı oluşturur (Şekil 3.8). 53 3.3.2. Yakınsak Levha Sınırları Okyanusal Kabuk–Kıt’asal Kabuk Çarpışması: Bu olay kıt’asal ve okyanusal kabukların karşı karşıya gelmesi sonucunda gerçekleşir. Okyanusal kabuğa oranla astenosfer üzerinde çok daha iyi yüzebilen kıt’asal kabuk, çarpışma sırasında üstte kalır. Bunun nedeni okyanusal kabuğun yoğunluğunun kıt’asal kabuğa oranla daha fazla olmasıdır. Karşılaşan iki kabuktan okyanusal kabuk yavaş yavaş kıt’asal kabuğun altına dalmaya başlar (Şekil 3.8 a ). Alta dalan okyanusal kabuk maksimum 700 km derinliğe inebilir. Dalan okyanusal kabuk bu derinliklerde aşırı ısı nedeni ile ergiyerek tekrar magmaya karışır. Bu olaya yitim adı verilir. Deniz tabanı yayılması sonucunda oluşan yeni kabukla yitim sonucunda ergiyerek magmaya karışan malzeme birbirini dengelemekte, böylece yeryüzünün alanı değişmeyerek hep aynı kalmaktadır. Dalan okyanusal kabuk, 600 km derinliğe kadar çevresindeki mantoya oranla daha soğuktur. Derinlere indikçe dalan kabuğun iç kısımları ısınmaya başlar. Derinlik 700 km’ye ulaşınca magma tarafından özümlenerek mantonun bir parçası hâline gelir. Okyanusal kabuk yitim zonu içine girdiğinde önce aşağı doğru bükülür, sonra da dik bir açı yaparak astenosfere dalmaya başlar. İşte dalan levhanın bükülme bölgesi ile üzerinde bulunan levhanın arasında kalan boşlukta çok derin çukurlar oluşur. Bu çukurlara okyanus çukurları adı verilir. Örneğin Batı Pasifik’te bulunan ve derinliği yaklaşık 11.000 metre olan Mariana (Mariyana) çukuru tipik bir okyanus çukurudur. Yitim zonlarında, kıt’asal kabukta meydana gelen yay volkanizmasi ile volkanik dağlar oluşur. Dalan levhanın üst kısmında meydana gelen sürtünme, derin odaklı büyük depremlerin oluşmasına neden olur. Güney Amerika’daki And dağları ve ülkemizdeki Kaçkar dağları okyanusal kabuğun kıt’asal kabuk altına dalması ve çarpışması ile oluşmuştur. Okyanusal Kabuk–Okyanusal Kabuk Çarpışması: Deniz tabanı yayılması sonucunda her iki tarafa eşit olarak yayılan magmatik malzeme geniş alanlarda birikir. Bu malzeme deniz suyunun etkisi ile soğuyarak büzülmeye ve hacimce daralmaya başlar. Milyonlarca yıl süren bu olay sonucunda üstündeki ağırlığı kaldıramayan ince okyanusal kabuk, bir noktadan kırılır ve magmaya doğru dalma eğilimi gösterir. Böylece iki okyanusal kabuk parçası birbiriyle karşılaşmış olur. Bu karşılaşma sonucunda açılma merkezine bağlı 54 olarak ilerleyen aktif okyanusal kabuk, pasif okyanusal kabuğun altına dalar (Şekil 3.8b). Okyanusal kabuk-kıt’asal kabuk tipi çarpışmalarda olduğu gibi burada da derin depremler ve magmatizmaya bağlı volkanizma oluşur. Deniz içinde oluşan bu volkanizma, volkanik ada yaylarını meydana getirir. Kuzey Pasifik'teki Aleutian (Alösiyan) Takım Adaları, Mariana Adaları gibi volkanik yaylar, bu tip çarpışmalarla oluşmuştur. Kıta-Kıta Çarpışması: Okyanusal kabuğun her iki tarafında kıt’asal kabuklar yer almaktadır. Yitimin ikinci aşamasında, bir okyanusal kabuğun başka bir okyanusal kabuğun altına dalmaya başlaması ile birlikte kıt’asal kabuklar önceki hareketin tersine birbirlerine yaklaşmaya başlarlar. Jeolojik süreçte okyanusal kabuğun dalarak tamamen yok olması ile iki kıt’asal kabuk birbirleriyle çarpışır (Şekil 3.8c). Sıkışma rejimi, düşük yoğunluk nedeniyle batamayan kıt’asal kabuğu kalınlaştırır. Kalınlaşan kabuk orojenik dağ sıralarını oluşturur. Himalâyalar ve Toros dağları sıkışma bölgelerinin en tipik örnekleridir. Bu tip çarpışmalardaki tektonik olaylar diğerlerine göre daha karışıktır. 3.3. 3. Geçişli Levha Sınırı Geçişli (transform faylı) levha sınırlarında iki levha, bir kırık boyunca yanal hareketlerle birbirlerinin yanında kayar (Şekil 3.9). Uzunlukları küresel ölçekte çok büyük olup doğrultu atımlı faylara benzer. Ancak hareket mekanizmaları biraz farklıdır. Levhalar birbirlerine teğettir ve aralarında bir yitim zonu yoktur. Transform sözcüğü, Türkçede dönüşüm anlamına gelmektedir. 55 Şekil 3.9. Yakınlaşan levha sınırları a. Okyanusal – kıtasal, b. Okyanusal –okyanusal, c. KıtASsal – kıtasal çarpışma 56 Transform faylarda, kayma hareketi fayın her iki ucunda bindirme ve yayılma gibi başka hareketlere dönüşür. Transform fayların yalnız iki sırt parçası arasında kalan kısmı aktiftir. Sırt parçalarının uçları dışında kalan kısımlar ise pasiftir. Şekil 5.10 Transform fay oluşumu Arabistan levhasının sıkıştırmasıyla, Anadolu’nun batıya doğru hareket etmesine neden olan Kuzey Anadolu Fayı ile Pasifik ve Kuzey Amerika levhalarının yanal hareketleri sonucunda oluşan San Andreas fayı, bu yanal hareketlere dünyadan iki önemli örnektir. 3.4.Deprem Kuşakları Dünyada en sık deprem olan yerler sismik bölgeler olarak adlandırılır. Depremler tüm dünyada iki belirgin kuşak boyunca dağılırlar. Bunlardan birincisi Alp - Himalâya deprem kuşağıdır. Bu kuşakta depremler en fazla Akdeniz çevresinde gözlenmektedir. İkincisi ise Pasifik çevresi deprem kuşağıdır. Dünyada meydana gelen depremlerin sayıca yaklaşık olarak % 80’i Pasifik çevresinde, %15’ i Alp – Himalâya kuşağında odaklanmaktadır. Geri kalan % 5’te dünyanın farklı bölgelerine dağılmış durumdadır. Bu depremler levha sınırlarında meydana gelmektedir. Akdeniz çevresi deprem kuşağı İspanya, Yunanistan, Cezayir, Türkiye, İran, Kafkasya, Hazar denizi, Himalâyalar ve Pamir dağlarını kapsamaktadır. Bu kuşak AlpHimalâya deprem kuşağı olarak da bilinmektedir. Bu hat içinde depremlerin en çok görüldüğü yerler Türkiye ve Yunanistan’dır. Yunanistan’da depremler Ege denizinde yaygındır. 57 Türkiye’de ise Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı boyunca ve Ege Bölgesi’nde görülmektedir. Pasifik çevresi deprem kuşağı çok yıkıcı depremlerin meydana geldiği bir kuşaktır. Bu kuşak içinde depremlerin en yaygın görüldüğü yerler Şili, Peru, Amerika Birleşik Devletleri, Kamçatka, Çin, Japonya, Malezya ve Yeni Zelanda’dır. Bu bölgeler aktif kıt’aların sınırlarında yer almaktadır. Buradaki depremler dalma - batma kaynaklı ve sığ odaklı depremlerdir. Özellikle San Fransisko (ABD) yakınlarından geçen San Andreas Fayı, Kuzey Anadolu Fayı ile büyük benzerlikler göstermektedir. Dalma - batmaya bağlı olarak ortaya çıkan volkanik faaliyetler sonucunda Japon adaları dünyanın en aktif sismik bölgelerinden birinin içinde bulunmaktadır. 58 4. DÜNYADA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ DEPREMLER 59 Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? Bu Bölümde dünya üzerinde meydan gelmiş ve toplumları ekonomik ve insan kaynağı yönünden olumsuz etkilemiş bazı önemli depremleri öğreneceğiz 60 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular • En büyük depremler dünyada hangi bölgelerde görülmektedir ? • En büyük depremlerin belli bölgelerde toplanmasının nedeni nedir • Japonya neden çok büyük depremnlerin yaşandığı bir ülkedir • Peru ve Şili’de çok büyük depremler olmaısna rağmen ölen isan sayısı azdır. Bunun nedeni nedir ? 61 Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği Dünyadaki Önemli Depremler Dünyadaki önemli depremleri öğrenip dersler çıkarmak Dünya üzerindeki önemli internetten ve kaynaklardan araştırma, ders notları , Sunum ve videolar Dünyadaki çok Büyük Depremler Dünyadaki çok büyük depremleri öğrenip dersler çıkarmak Dünya üzerindeki çok büyük depremler hakkında araştırma, ders notları Sunumlar, videolar Çok büyük depremlerin görüldüğü bölgeler Dünyadaki çok büyük depremlerin meydana geldiği bölgeleri öğrenmek Dünya üzerinde çok büyük depremler hakkında bilgi, araştırma notları, ders notları, sununlar, videolar 62 Anahtar Kavramlar • Büyük Deprem • Çok büyük deprem, • Levha tektoniği 63 4.1. Çin 1556 Kuzey Şanksi Depremi Çin'in Kuzey Şanksi eyaletinde 23 Ocak 1556 tarihinde meydana gelen deprem resmi rakamlara 830 bin kişinin ölümüne neden oldu. İnsanlık tarihinin en ölümcül depremi ve en ölümcül beşinci doğa kaynaklı afeti kabul edilmektedir. Depremin büyüklüğünün etkili olduğu alan göz önüne alındığında 8-8.3 büyüklüğünde olabileceği tahmin edilmektedir. Ancak binaların çok kötü olması bu yaklaşımı çok sağlıklı kılmamaktadır. Binaların yıkılmadsından çok etki ettiği alan daha sağlıklı bir yorum yapılmasını sağlar. Deprem yaklaşık olarak 850 kilometre çapında genişliğinde bir alanı etkilemiştir. Deprem Şensi, Şansi, Henan, Gansu, Hebei, Shandong, Hunan, Jiangus ve Anhui illerinde çok etkili olmuştur. Bazı yeleşim yelerinde nüfusun büyük bir çoğunluğu enkaz altında kalmıştır. Bu olay Çin kayıtlarında şu şekilde anlatılır : “1556 kışında, bir deprem felaketi Şanksi ilinde gerçekleşti. Hua ilçemizde talihsizlikler meydana geldi. Dağlar ve nehirler yer değiştirdi ve yollar harap oldu. Bazı yerlerde semin yükseldi ve yeni tepeler meydana geldi. Bazı yerler ise aniden göçtü ve yen, vadiler oluştu. Diğer bazı yerlerde ise aniden bir dere ortaya çıktı veya yar yarıldı ve su yolları açıldı. Aniden tüm evler, resmi daireler , tapınaklar ve şehir duvarları yıkıldı.” Deprem’den sağ kurtulan Çinli bilge Quin Keda gördüklerinden sonra bir depremden korunma önerisi yazmıştır. Bu öneri tarihte bilinen ilk deprem önerisi şöyledir : “ Depremin ilk başında içerideki insanlar hemen dışarı çıkmamalıdır. Çömelmeli ve şanslarını beklemelidir. Yuva çökse bile, içindeki bazı yumurtalar sağlam kalabilirler.”Çinli bilge dışarı çıkanların kaçmaya çalışırken enkaz altında kaldığını, oysa içride kalanların bir kısmını kurtulabildiğini gözlemlemiştir. Günümüzden neredeyse 500 yıl önce günümüze benzer bir yorumun yapılması ise depremin bir başka ilginç yönüdür. 4.2. 1737 Hindistan Kalküta Depremi Yaklaşık olarak 300 bin kişini öldüğü tahmin edilmektedir. Ancak ölümlerin bu kadar çok olmasının nedeninin deprem değil, o tarihe denk gelen bir siklon olduğunu iddia edenler 64 de bulunmaktadır. Bu ölümlerin nedenini yıllarca depreme bağlandı ancak son yıllarda o dönemdeki açıklamalardan da yola çıkılarak ölümlerin nedeninin siklon olduğu ağırlık kazanmaya başladı. Ortaya çıkan an görüş ise siklon ve depremi aynı anda meydana geldiği yönündedir. 4.3. 1920 Çin Gansu Depremi Çin’in Gansu 16 Aralık’ta Meydana gelen depremin büyüklüğü 7.8 olarak tahmin edilmektedir. Deprem yedi eyalette çok etkili olmuş ve yaklaşık 200 bin kişi yaşamını kaybetmiştir. Deprem sonrasında meydana gelen büyük heyelanlar da büyük can ve mal kayıplarına yol açmıştır. 4.4. Japonya 1923 Büyük Kanto Depremi (7.9) Çok eski bir deprem olduğu için ölçümü yapılamamış olan bu depremin yaklaşık büyüklüğü 7.9 olarak tahmin edilmektedir. Japonya’nın en büyük adası olan Honşu’daki Kanto yerleşim bölgesinde tüm binalar yerle bir olmuş ve 100.000 den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Deprem tokyoyu da etkilemiş ve Japonya en büyük göç dalgalarında birini yaşamıştır. 4.5. 1952 Kamçatka Depremi (9.0 ) Rusya’nın doğusunda 4 kasım 1952 tarihinde meydan gelen 9 büyüklüğündeki depremde 2300 hayatını kaybetmiştir. Bu tür büyük depremlerde yaşanan kayıpların azlığı bölgede yaşayan insan nüfusunu az olması ile ilgilidir. 4.6. Mart 1957 Alaska Depremi (9.1) Alaska - Andreanof Adası'nda 5 mart 1957 yılında meydana gelen depremin büyüklüğü Richter ölçeğine göre 9.1 civarında idi. Bölgede deprem sonrasında meydaba gelen tsunami dalgalarının boyu 15 metreye kadar ulaşmıştır. 65 4.7. 1960 Şili Depremi (9.5) 22 Mayıs 1960’da meydana gelen Şili Depremi yeryuvarında kayıt altına alınmış en büyük deprem olarak tarihe geçti. Saat 19.10: 11 de meydana gelen depremin büyüklüğü Richter ölçeğine göre 9,5 civarında idi. Merkez üssü Şili’nin başkenti Santiago de Hile ‘Nil yaklaşık 700 km güneyinde yer alan Valdivia Kenti olan depremden sonra Pasifik Okyanusunda meydana tsunami dalgaları merkeze binlerce kilometre uzaklıktaki kıyıları vurur. Bu dalgalar Havai ve Güney Afrika sahillerinde büyük maddi hasarlara yol açar. Bu depremde yaklaşık 5000 kişi yaşamını kaybetmiştir. Evsiz kalan insan sayısı ise 2 milyon kişiyi geçmiştir. Günümüzden tam 50 yıl önce meydana gelen dünyanın en büyük depreminde sadece 5000 kişinin yaşamını kaybetmesi hem yerleşimin fazla olmamasına hem de Şili’nin depreme dayanıklı yapılar konusunda daha o zamanlar bile büyük adımlar attığını gösteriyor. Bu depremden tam 39 yıl sona meydana gelen ve büyüklüğü bu depremden tam 700 kat daha küçük olan 17 Ağustos Gölcük depremin ise yaklaşık 18. kişi yaşamını kaybetmesi Şili’nin depreme yönelik çalışmalarını çok ciddiye aldığının en önemli göstergesidir. Şili’de 28 Şubat 2010 tarihinde meydana gelen 8,8 büyüklüğündeki depremde ise yaklaşık 800 kişinin yaşamını kaybetmesi deprem konusunda çok ileri çalışmalar yaptıklarının göstergesi 4.8. 1964 Alaska Depremi (9.2) Büyüklüğü 9.2 olan ve 28 Mart 1964 yılında meydana gelen Alaska depremi, Alaska ile Batısında bulunan Yukon bölgesinde etkili olmuştur. Yerleşimin az olması nedeniyle böylesine büyük bir deprem için oldukça az sayılacak bir yaşam kaybı olmuştur. Üç dakika süren depremde sadece 125 kişi yaşamını kaybetmiş ve maddi hasar da 311 milyon dolar olarak saptanmıştır. Ölenlerden sadece 13 ü enkaz altında kalmıştır. Diğer 113 kişinin ölüm nedeni ise tsunamidir. Bu deprem sırasında jeoloji tarihinin en büyük tektonik yükselmesi de tarihe geçmiştir. Deprem sonrasında Prince William Boğazında bulunan Montague adasının Cleare burnunda yaklaşık 10 metrelik bir deniz tabanı yükselmesi meydana gelmiştir. Bu depremde meydana gelen Tsunami dalgaları kıyıdaki balıkçı teknelerini kıyında 100 metre kadar içeriye sürüklemiştir. 66 4.9. 1995 Japonya- Kobe Depremi Japonya’nın Kobe kentinde 17 Ocak 1995 yılında meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki depremde 6427 kişş yaşamını yitirdi onbinlerce kişi yaralandı milyarlarca dolar zarar oldu. Ölümlerin büyük çoğunluğu depremden sonra meydana gelen yangınlar yüzünden oldu. Japonya buı depremden büyük dersler çıkardı. Hem binaların dizaynı yeniden yapıldı hem de afatlere müdahale konusunda büyük adımlar aatıldı. Yapılan çalışmalar sonunda 2 yıl içinde Kobe ‘de yaşam eski haline döndğü ama Japonya bu olayı hiç unutturadı her yıl depremin yıldönümünde bu olaylar yeniden hatırlatılıyor. Kobe depreminden çıkardığı derslerle Japonua daha sonra maydana gelen 7 büyüklğündeki depemi çok az bir can kaybuı vererek atlatmayı başardı. 4.10. 1976 Çin Tangshan Depremi depremi Büyüklüğü 8.2 olan bu deprem belki en büyük deprem olarak değil ama tarihe yüzyılın en çok can kaybına yola açan depremi olarak geçti. Merkez üssü Tangshan olan deprem Çinim doğu kıyılarında büyük can ve mal kaybına yola açtı Ölü sayısının 500 bin ile 850 bin arasında verilmesi Çin’in bu konuda tam bir açıklama yapmamasından kaynaklanmaktadır. Çin tarafından açıklanan resmi rakam ise 655 bin kişidir. 4.11.2003 İran'ın Bem Depremi İran’ın Bem kentinde 23 Aralık 2003 tarihinde meydana gelen deprem orta büyüklükte bir depremdir. Büyüklüğü 6.6 olmasına rağmen ölü sayısı 40. Bin civarındadır. Bunu nedeni ise bölgede yerleşim yerlerinin tamamen kerpiç evlerden ibaret olmasıdır. Bu nedenle afetler tarihine ders alınması gereken bir deprem olarak geçmiştir. 4.12 26 Aralık 2004 Endonezya Depremi (9.1) Deprem 26 aralık 2004 yılıda maydana geldi. Büyüklüğü 9.1 ve derinliği 37 km olan deprem yaklaşık 160 saniye sürmüş vederpem sonrasında meydana gelen 10 metre yüksekliğindeki büyük Tsunami dalgaları bölgedeki tüm ülkelerin sahil şeridini vurmuş ve USGS verilerine göre 283.100 kişi yaşamını kaybetmiş 14.000 kişi kaybolmuş ve yaklaşık 1.260.900 kişi yer değiştirmiştir. Bu büyü kdepremin etkisi bölge ülkelerinde halen devam 67 etmektedir. Bu depremden alınacak en büyük ders büyük bir deprem bölgesi içinde yer almasına rağmen bu konuda hiçbir çalışmanın yapılmamış olmasıdır. Ölümlerin çok büyük bir bölümü derpemden değil tsunaminde öldüler. Bölgede bir tsunami erken uyarı sistemi bulunmadığı için 20-30 bin kişinin öleceği depremde ölü sayısı kayıplarla birlikte 300 bini aştı. 4.13 2005. Pakistan Depremi Merkez üssü İslamabad’a 95 kilometre uzaklıktaki Keşmir bölgesinde 8 ekimde meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremde resmi rakamlara göre yaklaşık olarak 75. 000 kişinin yaşamını kaybettiği bildirilmiştir. Bu kadar fazla can kaybının olması depremin 79 saniye sürmesi ve yapı stokunun çok kötü olmasına bağlanmıştır 4.14. 2011 Thoku - Joponya Depremi ( 9.0) Japonya’nın Tohoku bölgesinde meydana gelen 9.0 magnitüde sahip olan Deprem son yıllarda karşılaşılan en büyük deprem olma özelliğini taşıyor. Bu depremin Japonya’nın yaşadığı en büyük depremdir. Dünyada kaydedilen en büyük depremler sırasında ise 5. sırada yer almaktadır. Japonya levha tektoniği kuramına göre oldukça hareketli bir bölgede yer almaktadır. Pasifik, Filipin ce Avrasya levhaları arasında bulunan Japonya bu bölgedeki yitim zonu nedeniyle çok büyük depremlerin olduğu bir ülke konumundadır. Deprem çok büyük olmasına rağmen neredeyse hiçbir yıkılmanın görülmemesi de Japonya’nın bu depreme karşı çok güvenli binalar yaptığının da kanıtıdır. Ancak Doğa olayları afete dönüştüren bazı etkenler burada da devreye girmiştir. Okyanuslarda dalma batma zonlarında büyük ve tahrip edici tsunamiler meydana gelmektedir. Bu depremden sonra da büyük bir tsunami meydana gelmiş ve dalgalar tsunami duvarların da aşarak kayıplarla birlikte yaklaşık 20.000 kişini yaşamını yitirmesine yol açmış, ciddi bir maddi kayıp meydana gelmiştir. Bu can ve mal kaybına karşılık Japonya depremi, afet tanımı içinde değerlendirildiğinde afat tanımını tam olarak karşılamamaktadır. Kara ve demir yollarını ağır hasar görmesine, yaklaşık 5.5 milyon kişini elektriksiz, 1.5 milyon hanenin de susuz kalmasına ve gıda sıkıntısı çekilmesine rağmen yerel kaynaklar 68 kısa bir süre içinde bu durumla baş etmeyi başarabilmişlerdir. . Ancak depremden birkaç gün sonra Fukuşima 1 nükleer santralinde sızıntının olduğunu anlaşılması üzerine artık afet olgusu ortaya çıkmıştır. Bu sızıntı sadece Japonya’yı değil tüm komşu ülkeleri de etkilemiştir. Yaklaşık 100 den fazla gönüllü Japon, yaşamlarını hiçe sayarak santrale girmiş ve sızıntıyı önlemek için çalışmalar yapmışlardır. Santralin olumsuz etkileri günümüzde de devam etmektedir. 69 5.TÜRKİYE’DE MEYDANA GELEN ÖNEMLİ DEPREMLER 70 Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? Bu bölümde ülkemizde meydan gelmiş ve ekonomik ve insan kaynağı yönünden ülkemiz olumsuz etkilemiş bazı önemli depremleri öğreneceğiz. Bu depremleri inceleyerek yaptıkları olumsuz etkilerin ana nedenlerini ortaya koymak kuşkusuz ki depreme bakış açımız değiştirecek ve sağlıklı bir depren stratejisi geliştirmemize yol açacaktır. 71 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular • Türkiye’de neden yıkıcı depremler olmaktadır. • Yıkcı depremleri önlemenin yolu var mıdır ? • Türkiye’de depremden görülen zararların ana nedenleri nelerd,r 72 Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği Türkiye’deki depremlerin nedenleri Türkiye’deki önemli depremleri öğrenip dersler çıkarmak Türkiye’deki tektoniği hakkında internetten ve kaynaklardan araştırma, ders notları , sunum ve videolar Türkiye’deki büyük depremler Türkiye’deki büyük depremleri öğrenip dersler çıkarmak Türkiye’deki büyük depremler hakkında araştırma, ders notları Sunumlar, videolar Depremlerin Türkiye’de yarattığı hasarlar Türkiye’deki depremlerin neden çok zarar verdiğini öğrenmek Depremlerin ülkemizde verdiği hasarlar hakkında araştırmalar yapmak, ders notları, sunumlar, videolar 73 Anahtar Kavramlar • Kuzey Anadolu Fayı (KAF ) • Doğu Anadolu Fayı (DAF • Deprem hasarları 74 5.1.Giriş Türkiye, dünyanın önemli deprem kuşakları üzerinde yer almaktadır. Yaklaşık % 42’ si birinci derece deprem bölgesi üzerinde yer alan ülkemiz, geçmişten günümüze kadar çok büyük depremlerin neden olduğu maddî ve manevî yıkımlar yaşamıştır. Nüfusun yaklaşık % 75’i yıkıcı depremlerin olabileceği alanda yaşamaktadır. Ülkemizin % 96 sı deprem riski ile karşı karşıyadır. Sanayi tesisleri ve ülkemizin enerji gereksinimini karşılayan büyük barajlar her an olabilecek bir depremin yıkıcı etkisinin tehdidi altındadır. 17 Ağustos 1999 Marmara ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinde 100. 000 civarında bina ağır hasar, bir o kadarı da orta hasar görmüştür. Yaklaşık 40. 000 bina ise yerle bir olmuş, enkaz hâline gelmiştir. Hayatını kaybedenlerin sayısı da yaklaşık 18.000 civarındadır. Bu depremlerde hasar gören Bolu, Adapazarı, Sapanca, İzmit, Derince, Körfez, Gölcük, Değirmendere, Halıdere, Karamürsel, Yalova ve Çınarcık gibi yerleşim merkezlerinin tümü aktif fay zonu üzerinde yer almasına rağmen, buralarda ne yazık ki başta Tüpraş olmak üzere Türkiye’nin kamu ve özel sektörüne ait yüzlerce büyük sanayi tesisi bulunmaktadır. Bu yörelerin büyük çoğunluğunun ortak noktası, aktif fay zonu üzerinde bulunmalarının yanı sıra zeminlerinin inşaata uygun olmamasıdır. Bolu, Düzce, Adapazarı, Yalova ve Çınarcık inşaat için uygun olmayan zeminlere sahiptir. Diğer yörelerde hasarın çok olmasının nedeni, inşaatların denizden yer kazanmak için doldurulmuş dolgu zeminler üzerinde yapılmış olmasıdır. Bu iki büyük depremden sonra Türkiye’de, çok büyük olmasa bile can ve mal kaybına yol açan depremler olmaya devam etmektedir. Çerkeş, Aşkale, Tunceli, Bingöl ve ve Elazığ depremlerinin büyüklüğü fazla olmamasına rağmen onlarca kişi yaşamını kaybetmiştir. Ne yazık ki aktif fay zonunun üzerine ev yapılmasının yanı sıra kalitesiz ve eksik malzeme ile inşaat yaparak aslında insanlar kendilerine zarar vermişlerdir. Amerika, Japonya, Tayvan, Meksika gibi çalışmalarda ülkelere baktığımızda depremden az zarar görmek için yapılan jeoloji biliminden yararlanıldığı görülmektedir. Bu ülkelerde deprem riski yüksek olan bölgelerin jeolojik haritaları çıkarılarak zeminlerin özellikleri belirlenmiştir. 75 Böylece hangi zemine, ne tür yapıların yapılacağı ortaya çıkarılmış ve inşaatlar bu bilgilerin ışığında yapılmıştır. Yine jeolojik çalışmalarla aktif fay zonları haritalanmış ve bu bölgelere büyük sanayi tesislerinin yapılması engellenmiştir. Bu çalışmaların tümü depremin vereceği zararları en aza indirmek için yapılmıştır. Tüm dünyada yıllardır yapılan çalışmalar, aktif fay zonları üzerine yerleşim alanı ve sanayi tesisi kurulmayacağını göstermiştir. Bunun yanı sıra killi, kumlu gevşek zeminlere, eski akarsu yataklarına ve dolgu zeminler üzerine inşaat yapılmaması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu zeminlere sahip yerlerde yapılacak binalar depremden uzakta olsalar bile yıkıma uğrayabilir. Örneğin 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde büyük yıkımların yaşandığı İstanbul’un Avcılar ilçesi depreme en uzak bölgelerden biriydi. Buna rağmen inşaata uygun olmayan zemin ve kalitesiz inşaat yüzünden burada yüze yakın bina yıkılmış, yüzlerce kişi de hayatını kaybetmiştir. Depremden göreceğimiz zararın en aza inmesi için öncelikle deprem riski olan yerler iyi belirlenmeli ve buralarda bulunan yerleşim alanlarındaki binalar, zemin koşullarına uygun olarak yapılmalıdır. Bunlar yapıldığı zaman depremden göreceğimiz zarar en aza inecek ve belki bir daha depremlerde büyük yıkımlar yaşanmayacaktır. 5.2.Türkiye’nin Depremselliği Alp-Himalaya deprem kuşağında yer alan ülkemizde olan depremler, Atlantik Okyanus ortası sırtının iki tarafa doğru yayılmasına bağlı olarak Afrika-Arabistan levhalarının kuzey-kuzeydoğuya doğru hareket etmeleriyle ilişkilidir. Ayrıca, Kızıldeniz’in uzun ekseni boyunca bugün de devam eden deniz tabanı yayılması nedeni ile Arabistan levhası kuzeye doğru itilmekte ve Avrasya levhasının altına doğru dalmaya zorlanmaktadır. Bu zorlanma ile Arabistan levhası ile Avrasya kıtası arasında kalan Doğu Anadolu bölgesinde yoğun sıkışma etkisi oluşmaktadır. Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı gibi belli başlı büyük kırıkları harekete geçiren bu sıkışma milyonlarca yıldır devam etmekte günümüzde de yaşadığımız depremlerin ana nedeni oluşturmaktadır. Kuzey Anadolu Fayı 1400-1500 km uzunluğunda bir faydır. Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu Fayı arasında kalan Anadolu levhası yılda 13-27 mm hızla, iki parmak 76 arasındaki zeytinin pırtlaması gibi batıya doğru hareket etmekte ve en batıda ise sola doğru kıvrılarak Girit dalma-batma bölgesine doğru ilerlemektedir. Arabistan levhasının kuzeye doğru ilerlemesi ile, Atlas Okyanusu ve Akdeniz’i Hint okyanusuna bağlayan eski bir okyanus yok olmaya başlamış ve böylece Arabistan kıtası ile Avrasya kıtası birbirleri ile çarpışma sürecine girmiştir. Anadolu bu çarpışma zonu üzerinde bulunmaktadır. Çarpışma sırasında Anadolu'nun doğusunda kıta kabuğu kalınlaşmış olup bu kalınlaşma halen de devam etmektedir. Bu sayede Doğu Anadolu birkaç milyon yıldır yaklaşık 2000 m yükselmiştir. Günümüzden yaklaşık 5 milyon yıl önce Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu Fayı Karlıova'da birleşmiş olup, Anadolu levhası da 100 yılda 2 metre kuzeye doğru ilerleyen Arabistan levhasının sıkıştırması sonucunda, o tarihten beri batıya doğru kaymaktadır. Anadolu levhasının batıya hareketi, Yunanistan-Ege coğrafyasındaki yer kabuğu tarafından engellenmeye çalışılmaktadır. (Şekil 5.2 ve 5.4) Bu engelleme Batı Anadolu'da "bir süpürgenin ucunun duvara sıkıştırılmasıyla tel aralarının açılarak oluşturduğu yelpaze gibi", genişlemelere yol açmakta, ve bu bölgede graben ve horst adı verilen çöküntü ve yükselim alanları oluşmaktadır. Afrika levhasının kuzeyindeki, Akdeniz’in tabanındaki kalıntı okyanusal kabuk yaklaşık 15 milyon yıl önce Girit Adası'nın güneyinde, Avrasya levhasının altına dalmaya başlamış ve dalan bölüm Manto içinde ergiyerek magmaya dönüşmüş ve bu magma tekrar yükselerek Ege Denizi'ndeki volkanik ada yayı kuşağını oluşturmuş olup bu sürecin halen de devam ettiği bilinmektedir. Afrika levhasının kuzeye doğru Anadolu levhası ile Avrupa kıtasının altına dalmayı Sürdürmesiyle yaklaşık 100 milyon yıl sonra, Afrika kıtası ile Avrupa kıtası ve Anadolu levhası birleşecektir. Anadolu levhasındaki yaşanan bu süreç beraberinde de bir çok fayın gelişmesine ve buna bağlı olarak da depremlerin oluşmasına neden olmaktadır. 77 Şekil 5. 1. Türkiye Deprem Bölkgeleir Haritası Şekil 5.2. Türkiye Diri Fay Haritası 78 Şekil 5. 3. Avrupa Sismik risk haritası Şekil 5.4. Türkiye’nin Neotektoniği 79 5. 3. Türkiye’de Meydana Gelmiş Önemli Depremler 5.3.1. 1509 Büyük İstanbul Depremi (yaklaşık 7 ) Küçük kıyamet olarak da bilinen deprem tarih boyunca İstanbul’un yaşadığı en büyük depremdir. Deprem 10 Eylül 1509 tarihinde adalar açıklarında meydana gelmiş ve Marmara denizi ve civarı bata olmak üzere oldukça büyük yıkımlar yaşanmasına neden olmuştur. çok büyük yıkımlar yaşanmıştır. Surlar ve Topkapı sarayı ağır hasar görmüştür. Kız kulesi, camiler, hanlar, Şehrin bazı giriş kapıları, Anadolu hisarı, Yaros kalesi, Silivri, Rumeli hisarı, Haliç, Galata ve Beyoğlu ağır hasar görmüştür. Depremin odak noktasına yakın olan Burgazada ve Heybeliada'da yıkımlar yaşanmıştır. kervansaraylar başta olmak üzere kentin büyük bir bölümü yıkılmıştır. Deprem Osmanlı imparatorluğunun hakim olduğu tüm topraklarda hissedilmiştir. Depremin Mısır’da da hissedilmesi büyüklüğü hakkında yaklaşık bir bilgi vermektedir. Depremde ölü sayısı 13 bin civarındadır. Osmanlı hanedanından birçok kişi de bu depremde yaşamını kaybetmiştir. İstanbul’da zarar görmemiş tek bir ev kalmamış; surlar, kuleler, sütunlar ve evler yıkılmış, pek çok yapı ve tarihi eser zarar görmüştür. Yıkılan evlerin sayısı 1070 kadardır. Kemal Paşazade; ‘‘Bütün yıkılan evler ve mescitler 3000’den fazlaydı.’’ demektedir. Bu tarihlerde şehirdeki bina sayısının 80.000’e yakın olduğu düşünülürse hasarın boyutu ortaya çıkacaktır. Etkisi oldukça büyük olan bu depremi tarihçiler ‘‘Küçük Kıyamet’’ olarak yazmıştır. Deprem sonrasında durumdan rahatsız olan padişah bir süre sonra Edirne’ye kalmıştır. Bazı eserlerde kıyıları suların bastığı ve suların İstanbul kıyısındaki dar geçitlere kadar girdiği yazılsa da, Osmanlı kaynaklarında bu tür bir bilgiye yer verilmemiş olması bilginin doğruluğu konusunda şüphe oluşturmaktadır. Halk iki ay kadar evlerine girememiş sokaklarda, açık alanlarda yaşamışlardır. Saraya giremeyen saray halkı için barakalar inşa edilmiştir. Deprem sonrası yeniden inşa, bakım ve onarım faaliyetlerine mart ayının bitmesiyle başlanmış; her yirmi evden bir kişi işçi olarak alınmış ve ev başına 22 akçe geçici vergi konmuştur. Anadolu’dan 37.000, Rumeli’den 29.000 işçi, usta getirtilmiştir. 29.03.1510’da başlanan inşaat ve 80 bakım onarım işleri 01.06.1510’ da tamamlanmıştır. Yıkılan ve hasar gören yapılar iki ay gibi kısa bir süre de yeniden yapılmış veya iyileştirilmiştir. Osmanlı devletinde bu tarihe kadar deprem görülmediği için İstanbul’un depremselliği konusunda yeterince deneyimin olmadığı açıktır. İstanbul’un fethinden sonra Bizans kaynaklarını araştıran tarihçilerin dışında, şehrin deprem riski hakkında bilgisi olan kişi sayısı yok denecek kadar azdır. Deprem bilincine sahip olmayan devlet ve halk, deprem sonrasını planlama adına herhangi bir faaliyet yapmamıştır; fakat depremden sonra oluşturulan plan çerçevesinde yeteri kadar işçi, usta, malzeme vb. iki ay gibi çok kısa bir sürede toplanarak yeniden yapım aşaması tamamlanmıştır. Afet sonrası aşamaların kısa sürede tamamlanması, hem deprem dolayısıyla mağdur olmuş halk için, hem de devlet için oldukça olumlu bir durumdur. Restorasyon, yeniden yapım ve bakım-onarım konusunda kültürel ve tarihi yapıların da göz ardı edilmemesi eserleri yok olmaktan kurtarmıştır (Özata ve Limoncu 2014). 5.3.2 1719 İzmit Depremi (Yaklaşık 7) Bu depremi önemli yapan depremden önce Marmara Denizinin doğusunda küçük deprem fırtınalarının meydana gelmiş olmasıdır. Bu depremlerin öncü olduğu ancak depremden sonran anlaşılır. Çünkü bu denli büyük deprem fırtınalarından sonra büyük bir deprem olmama olasılığı daha fazladır. İstanbul'da büyük hasarlar olmuş çok sayıda kilise, cam, ve konut yıkılmış veya hasar görmüştür. Çok fazla kayıt olmamakla birlikte depremden sonra depremi yaşayanların anlattıklarına göre depremi verdiği hasar çok büyüktür. Bu bilgilere göre neredeyse zarar görmemiş tek bir ev kalmamış, kubbeler çatlamış, surlar ve kulelerin büyük bir kısmı yıkılmıştır. Depremin odağı İstanbul’dur ancak en büyük etkisi İzmit’te görülmüştür. Şehrin büyük çoğunluğu yıkılmış; ölü sayısı 4000’e ulaşmıştır. Deprem Yalova'da da büyük hasar vermiş ve kentin yarısı yıkılmıştır. Şehre su getiren kemerlerin bir kısmı da ciddi şekilde tahrip olmuştur. Depremin artçı sarsıntıları bir ay kadar sürmüş ve bu sarsıntılar Osmanlı Devleti’nde depremlerin oluş nedenleri hakkında ilk kez bir araştırma yapılmasını sağlamıştır. 81 sağlamıştır. Ancak bu araştırmada hasarlara çok az yer verilmiş, depremin nasıl olduğuna dair bir takım tahminler yapılmıştır. Depremden sonra bütün barınma aşamalarının tamamlanması 1724 yılına kadar sürmüştür.Devletin ekonomik gücünün ve refah düzeyinin düşmeye başlamasıyla, afet sonrası yeniden yapılanma süresi beş yıla kadar uzamıştır. Bu durum, ekonomideki düşüşün barınma uygulamalarını olumsuz yönde etkilendiğini göstermektedir. Günümüzde de ekonomi ve afetler arasındaki ilişki aynen devam etmektedir (Özata ve Limoncu 2014). 5.3.3. 1766 İstanbul Depremi (Yaklaşık7.0) Deprem 22 Mayıs 1766 tarihinde Marmara Denizinin doğusunda gerçekleşen depremin yeri ile 1719 depreminin yeri hemen hemen aynıdır. Bu durum Marmara'da çok büyük enerji birikimlerin olduğunu ve bu birikimlerin bezen iki büyük depremle ancak boşalabileceğini de göstermektedir. Bu deprem de oldukça yıkıcı bir depremdir. Hasara yol açan artçı sarsıntılar bir yıl kadar devam etmiştir.Deprem sonucu yaklaşık 4000 kişinin öldüğü, depremin bayram gününde meydana gelmesinin ölü sayısının fazla olmamasında etkili olduğu bildirilmiştir.Deprem, çarşı ve iş yerlerinde büyük hasara neden olmuş, Topkapı Sarayı hasar görmüş, hemen hemen bütün hanlar yıkılmış, cephanelik ve barut depolarının yıkıntı altında alev alması da askeri yapılara oldukça zarar vermiştir.Şehirdeki depo ve hanların yıkılması yiyecek sıkıntısı doğurmuştur. Fırınlar ve değirmenlerin çalışmaz hale gelmesi halkın ekmek teminini zorlaştırmış, bu nedenle fırınların bakım-onarım ve inşasına öncelik verilmiş; sahipleri onarımı yaptıramayacak durumda ise fırının başkalarına satılması emredilmiştir. Şehre su sağlayan Ayvad bendi de hasar görmüştür. Yeraltı su dağıtım şebekesinin bir bölümü çökmüş, bu çöküntüden dolayı bazı bölgeler deprem ile birlikte susuz kalmış, bazı bölgelerde ise su yolları ve çeşmeler kullanılamaz hale gelmiştir.İnsanlar kendi sorunları yanında sağ kalan hayvanlarının sorunları ile de karşı karşıya kalmışlardır. Deprem sonrası insanlar barınma, su ve beslenme sorunu yaşamıştır.Depremin en önemli etkisi barınma konusunda olmuş, evlerin bir kısmı yıkılırken bir kısmı da hasar görmüştür. Sarsıntıların devam etmesi evleri sağlam olanların bile evlerine girmelerini engellemiştir. Halk ve padişah uzun süre çadırda ve açıkta kalmıştır. 82 Mevsimin yaz olması dışarıda kalmayı kolaylaştırsa da, insanların uzun süre sokaklarda barınmak zorunda kalması ciddi bir düzensizlik ve kontrolsüzlüğe neden olmuştur. Bu depremde rehabilitasyon aşamasına dair herhangi bir veri olmamasından dolayı acil yardım aşamasından sonra doğrudan yeniden yapım aşamasına geçildiği tahmin edilmektedir. Yeniden yapım aşamasında keşifler ve hassa mimarları görevlendirilerek yıkılan ve hasar gören yerlerin hasar tespiti yapılmış ve belirlenen ihtiyaca göre çeşitli bölgelerden işçi ve yapı malzemesi toplatılmıştır. Hasarın çoğunun kargir binalarda bir kısmının da ahşap binalarda özellikle Galata ve Üsküdar çevresinde fazla olduğu tespit edilmiştir. Depremden sonra yapılan binaların yangın açısından dayanıklı olması için kargir yapılması emri verilse de; halk, depremde yıkılma oranı az olduğu için o zaman koşullarında yangın tehlikesi yüksek olsa da ahşabı tercih etmiştir. Hasar gören kültürel ve tarihi yapıların onarımı önemsenmiştir. Deprem sonrasında yapılan onarımlara ait belgelerin oldukça zengin ve kapsamlı olması bunun bir kanıtıdır. Devlet, halkın gereksinimlerini giderebilmek adına maddi yardımlar da yapmıştır. Deprem sonucunda temel insan gereksinimlerinden biri olan yiyecek ve su sorunu bu depremde de açığa çıkmış ve pek çok sorunlara neden olmuştur. Barınma planında öncelikle yiyecek ve su gereksinimlerinin giderilmesinin, bunların oluşturacağı kargaşa ortamını engellemek adına önemli olduğu düşünülmektedir. Depremden hemen sonra hasar tespiti için yetkililerin harekete geçmesi ve oluşturulan tespit sonuçlarına göre işçi ve malzeme sağlanmasında, yaşanılmış depremlerde edinilen kazanımların etkili olduğu tahmin edilmektedir. Kültürel ve tarihi mirasın korunmasına önem verilmesi ve yapılan bakım-onarımın belgeler ile somutlaştırılması o mirasın sürdürülebilirliği için önemli bir adımdır. Daha önceki depremlerde bakım-onarım ve yeniden yapım olmuştur, fakat bunlar veri halinde arşivlenmemiştir. Bu arşivlemenin meydana gelecek depremlerde geçmiş verileri kullanmanın gerekli olacağı düşüncesiyle yapıldığı tahmin edilmektedir. İncelenen depremlerde yeniden yapım aşamasında oluşturulan kalıcı konut birimleri topluca yapılan, bir birine benzer aynı tip ve planda oluşturulmuş konutlar olarak değil de, yıkılan binaların mevcut alanına yenisinin yapılması şeklinde oluşturulmaktadır. Bu da kalıcı konut için farklı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir (Özata ve Limoncu 2014). 83 . 5.3.4. 1894 İzmit - İstanbul Depremi (7.0) 10 Temmuz 1894 Depremi, İstanbul’da öğle vaktinde gerçekleşmiş ve önemli artçı sarsıntılarla devam etmiştir. Marmara Denizi sahilinde deniz 200 m. geri çekilip karaya vurmuştur. Bu durum depremde bir Tsunami gerçekleştiğinin en büyük delilidir. Tsunami Sahil boyunca Büyükçekmece’den Kartal’a kadar etkili olmuştur. Dalga boyları yer yer 6 metreye kadar çıkmıştır. Deprem sontasına birçok yüzey kırığı gözlenmiştir. Kapalıçarşı’nın pek çok yeri tamamen yıkılmış ve can kaybının yaklaşık dörtte biri burada gerçekleşmiştir.Kapalıçarşı’da meydana gelen yıkımın asıl nedeninin esnafın dükkanları genişletmek için sütun ve duvarları küçültmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu durum ne yazık ki günümüzde de davam etmektedir. Orijinal durumu bozulan evlerin statik yapısı da bozulmakta ve deprem sırasında kolayca yıkılabilmektedirler. Eğitim ve Öğretim kurumları büyük zarar görmüş veren kurumların yarıdan fazlası hasar görmüş, bazıları da yıkılmıştır. Adalar depremden en çok etkilenen yer olarak belirlenmiştir. Anadolu yakasında meydana gelen hasarın Avrupa Yakası’ndan daha az olduğu gözlemlenmiştir. Depremde su yolları önemli ölçüde zarar gören yerler arasındadır. İstanbul’da kayıtlara göre 474 kişi ölmüş, 482 kişi yaralanmış, 1087 ev ve 299 iş yeri önemli ölçüde hasara uğramıştır. Hasar gören bina sayısı 10.000 üzerindedir.Ölü ve yaralı sayısında çelişkili miktarların yazılması nedeniyle gazetelere sansür uygulanmış ve karmaşa oluşması engellenmeye çalışılmıştır. Bu deprem hakkında detaylı bilgi ve resim bulunmakta, arşivler deprem hakkında geniş bilgi sunmaktadır.Depremin ilk saatlerinden itibaren saraya düzenli raporlar aktarılmıştır. Atina’dan rasathane müdürü Eginitis getirtilmiş ve deprem hakkında araştırma yapması istenmiştir. O da dönemin rasathane müdürü ile beraber çalışarak depremin etki alanını beş ayrı bölge olarak tanımlamış ve deprem şiddetini gösteren bir harita hazırlamıştır. Eginitis, zemini çamur olan bazı yerlerde derin ve uzun yarıklar oluştuğunu bildirmiştir. Yapılan tespitlerde ahşap binanın depremden en 84 az hasar gördüğü tuğla binaların ise ahşap binalardan daha çok hasara uğradığı tespit edilmiştir. En çok hasar gören binalar kargir binalar olmuştur. İstanbul’da binaların çoğunun ahşap olması hasar ve can kaybının az olmasının başlıca nedeni olmuştur. Her depremde olduğu gibi barınma sorunu ortaya çıkmış; sarsıntıların devam etmesi halkın evlere girmesini engellemiş halk bahçe ve arsalarda kalmış, bahçesi olmayanlar açık alanlarda çadır ve tente altında barınmışlardır Su ihtiyacının karşılanması için, onarıma öncelikle su yollarından başlanmıştır. Onarım sürecinde Terkos suyundan mahallelere su verilmesi kararlaştırılmıştır. Memur ve zaptiyeler depremde beraber çalışmış halka yiyecek dağıtımı yapmışlar; sokakta yatan halkın temizlik ve her türlü gereksinimlerinin giderilmesi, hasta ve yaralılara müdahale edilmesi konularında halka yardımcı olmuşlardır. Deprem de hayvanlara da yiyecek ve su temin edilmiştir. Devlet, temizlik ve açıkta satılan yiyecek, içeceklerin denetlenmesi konusunda gerekli önlemleri alarak salgın hastalık oluşmasını engellemeye çalışmıştır. Depremden sonra yeniden yapım ve hasar tespiti çalışmaları esnasında halk, çok bilinçli davranmış ve teknik memurlardan onay almaksızın evlerine girmemişlerdir. Yapıların onarımı ve yeniden yapımı 10 yıl kadar sürmüştür. Depremden bir hafta sonra bir yardım komisyonu kurulmuş, yetkili kurum ve kuruluşlar olanaklar ölçüsünde halka gereken yardımı yapmaya çalışmışlardır. Kurulan yardım komisyonu halktan da para toplamış, fakat halkın para yardımı yaparken gönüllü olmasına dikkat edilmiştir. 1719 depreminden sonra deprem verilerini kaydetmenin önemi anlaşıldığı için, 1894 depreminde araştırma ile çoğalan veriler rapor halinde arşivlenmiştir. Bu tür gelişmeler geçmişte elde edilen verilerin daha sonraki afette yeniden kullanılması ve depremlerden belirli çıkarımlar yapılıp incelenmesi için çok önemlidir. Deprem incelenirken; önceki depremlerde olduğu gibi ahşap binaların daha az hasara uğradığı tespit edilmesine rağmen bunun nedeni araştırılmamıştır. Bu durum deprem verilerinden yararlanırken eldeki kaynakların iyi kullanılamadığını göstermektedir. Acil yardım ve rehabilitasyon aşamasında çadır, tente ve barakalardan yararlanıldığı resimlerden ve kaynaklardan anlaşılsa da; barınma birimlerinin gerek malzeme gerekse teknik olarak oldukça zayıf olduğu açıkça gözlenmektedir. 1894 85 depreminin öncesindeki 1509, 1716, 1766 depremlerinde de benzer durumun söz konusu olduğu düşünülürse, bu dört depremde de rehabilitasyon aşamasında nitelikli bir geçici konutun olmadığı söylenebilir. Afet sonrası arama ve kurtarma çalışmaları konusunda halkın bilinçsiz olması ve bu konuda hiçbir şey yapamaması ciddi kurtarma potansiyeli kaybı olarak görülmüştür. Halkın hasar tespiti konusunda onay almaksızın evlerine geçmeyecek kadar bilinçli oluşu ise pek çok depremde görülmeyen bir durumdur. İnsanlar canları pahasına hasarlı yapılarına girmekte ve yeni tehlikelerin doğmasına neden olmaktadırlar. Devlet tarafından zamanında temin edilmeyen barınma birimleri halkı çaresiz bırakmakta ve bu tür durumlara neden olabilmektedir (Özata ve Limoncu 2014). 5.3.5. 1903 Malazgirt Depremi (6.7) Muş'un Malazgirt ilçesinde meydana gelen deprem çok büyük bir deprem olmamasına rağmen hasar çok büyük olmuştur. Bölge'nin zemini çok sağlam olmasına rağmen hasarın fazla olmasının ana nedeni o yıllarda tüm evlerin taş ve kerpiçten yapılmış olmasıdır. Aradan 113 yıl geçmiş olması buradaki enerji birikiminin arttığına işarettir. Çok yakın bir zamanda burada bir deprem olması sürpriz olmamalıdır. 5.3.6. 1912 Mürefte Depremi (7.2 ) Trakya'nın güneybatısında Tekirdağ'ın Mürefte ilçesinde meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki deprem 1894 İstanbul depreminden sonra depremin batıya doğru kaydığının en bariz örneğidir. Depremde Trakya tarafında binaların % 73 ü Anadolu kesiminde ise % 42 si yıkılmıştır. Deprem sonrası çıkan yangınlar da hasarın büyümesine yol açmıştır. Depremde Çanakkale ve Bursa illeri de hasar görmüştür. Ölü sayısı farklı kaynaklara göre değişmektedir. Bu sayı 200 ile 2000 arasındadır .Ancak Bölgenin yapı stoku ve depremin büyüklüğü göz önüne alındığında ölü sayısının 2000 civarında olması kaçınılmazdır. 86 5.3.7.1930 Hakkari Depremi (7.2) Hakkari'de 7 Mayıs 1930 tarihinde İran sınırında meydana gelen deprem Hakkari civarında büyük can ve mal kaybına yol açmıştır. Yaklaşık 3000 binanın yıkıldığı depremde 2514 kişi yaşamını kaybetti. 5.3.8. 1939 Ercincan Depremi (7.9) Erzincan'da Kuzey Anadolu Fayı üzerinde 26 Aralık gecesi meydana gelen 7.9 büyüklüğündeki 52 saniye süren deprem Türkiye tarihinin en büyük depremidir. Depremde 32 962 yaşamını yitirmiş, yüz binden fazla kişi de yaralanmıştır. Deprem çok geniş bir coğrafyada büyük tahribatlar meydana getirmiştir. Depremin büyüklüğü yüzey kırığından da anlaşılmaktadır. Depremde 360 kilometre uzunluğunda bir yüzey kırığı belirlenmiştir. Deprem sadece Erzincanı değil yüzey kırığı boyunca uzanan birçok yerleşim yerini de vurmuştur. Kelkit ırmağı Kuzey Anadolu Fayına paralel aktığı ırmak boyundaki yerleşim yerleri büyük hasar görmüştür. En çok hasar ise Tokat'ın Reşadiye ilçesinde olmuş 2000 den fazla insan yaşamını kaybetmiştir. Erzincan’ı tümüyle haritadan silen deprem, Amasya, Tokat, Sivas, Kırşehir, Ankara, Çankırı, Kayseri, Samsun, Ordu illerinde ve çevresinde de etkili olmuştur. Depremde yıkılan bina sayısı 116 bin 720 dir. Deprem sırasında, kentin demiryolu köprüsü de yıkılmış, telgraf hatları kopmuş, Erzincan’ın çevreyle bütün ilişkisi tamamen kesilmişti. Bu yüzden deprem haberi saatler sonra öğrenilebilmiştir. Yardım ekipleri, yıkılan köprülerin onarılmasından sonra, ancak 28 Aralık günü kente girebildi. 5.3.9. 1942 Niksar –Erbaa Depremi ( 7.0) Niksar ve Erbaa Kuzey Anadolu Fay zonu üzerinde bulunmaktadır. Özellikle 1940 Niksar depremi diye bilinen deprem aslında Erzincan depremidir. NiksarErbaa'da 20 Aralık da 1942 de meydana gelen 7.0 büyüklüğündeki depremde 300 kişi yaşamın kaybetmiştir. 87 5.3.10. 1943 Tosya Ladik Depremi (7.2) Tosya'da 26 Aralık 1943 yılında meydana gelen depremde yaklaşık 3000 kişi yaşamını yitirmiştir. 5.3.11. 1944 Bolu- Gerede Depremi (7.3) Bolu ve civarında 1 şubat 1942 yılında meydana gelen depremde 2 bin 950 kişi yaşamın kaybetmiş, 1812 kişi yaralanmıştır. Depremde 9 bin 422 bina yıkılmıştır. Depremde Bolu’da en ağır yıkıma uğrayan yer, kentin ova bölgesinin güney kesimidir. Deprem sırasında, kentin dört kilometre güneyinde, Ilıca yolu üzerinde yolu kesen bir yüzey kırığı gözlenmiştir. . 5.3.12. 1957 Fethiye Depremi (7.2) 24 Nisan 1957 tarihinde Muğla'nın Fethiye ilçesinde meydana gelen deprem büyük bir deprem olmasına rağmen çok az kişi yaşamını kaybetmiştir. Bunu nedeni üst üste iki deprem olmasıdır. Büyüklüğü yedi civarında olan ilk depremden sonra Fethiye Kaymakamı Nezih Okuş insanların evlerinden sonra çıkmalarını istemiştir. insanlar dışarı çıktıktan bir kaç saat sona daha büyük 7.2 lik deprem meydana gelmiştir. Fethiye'de ve köylerde çok büyük yıkımlar olmasına rağmen sadece 19 kişi yaşamını kaybetmiştir. 5.3.13. 1966 Varto Depremi (6.9) Muş'un Varto ilçesinde 19 Ağustos 1966 yılında meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki depremde 2334 kişi yaşamını yitirmiştir. Doğu Anadolu'da bu denli, büyük ölümlerin sebebi yapı stokunun çok kötü olmasıdır. Varto'da da Kerpiç ve taş evlerin çokluğu hasarın ve ölü sayısının artmasına neden olmuştur. 5.3.14 1970 Gediz Depremi (7.2) Gediz depremi Ege bölgesinde görülen en büyük depremdir. Deprem 28 Mart 1970 tarihinde saat 23:00 da meydana geldi. Tüm Batı Anadolu'nun hissettiği 7.2 büyüklüğündeki depremde 3500 ev tamamen yıkılmış 7000 ev ağır 10000 den fazla ev de hafif hasar görmüştür. Depremde farkı sayılar verilmekle birlikte 1000 de n fazla insan yaşamını kaybetmiştir. 88 5.3.15. 1975 Lice Depremi (6.9) Diyarbakır'ın Lice ilçesinde6 eylül 1975 yılında meydana gelen 6.9 büyüklündeki deprem Lice ve çevresinde büyük tahribatlara yol açmıştır. Depremi 23 saniye gibi kısa bir sürede gerçekleşmesine rağmen ölü sayısının 2385 olması yapı stokunun kötü olduğunun en büyü k kanıtıdır. Deprem sadece Lice'yi değil; Hani, Hazro, Kulp, Silvan, Ergani ve Diyarbakır civarını da etkilemiştir. Deprem Elazığ, Şanlıurfa, Mardin, Muş ve Siirt'te de hasar meydana getirmiştir. 5.3.16. 1976 Çaldıran Depremi (7.2) Van'ın Çaldıran ilçesinde 24 Kasım 1976 tarihinde meydana gelen depremde 3840 kişi yaşamını kaybetmiştir. Çaldıran depremi 1939 Erzincan depreminden sonra bölgede görülen en büyük depremdir. Depremin en trajik yönü 19763 yılında havaların çok soğuk olması yüzünden yardım be kurtarma .alışmalarının gecikmesidir. Deprem tüm Van gölü civarı ile Diyadin ve Taşlıçay'da da etkili olmuştur. 5.3.17. 1983 Erzurum- Kars Depremi (6.8) Horasan - Narman depremi olarak da bilinen 6.8 büyüklüğündeki deprem 30 Ekim 1983 tarihinde meydana geldi. Tüm doğu Anadolu depremlerinde olduğu gibi bu deprem de orta büyüklükte bir depremdir ancak ölü sayısı yine de bini aşmıştır. 5.3.18.1992 Erzincan depremi (6.8) Erzincan, tarihinin en büyük altıncı depremini 13 Mart 1992 tarihinde yaşamıştır. Büyüklüğü 6.8 olan depremde 653 kişi yaşamın kaybetmiştir. Bu rakam çok büyük depremler yaşamasına rağmen Erzincan ve civarında oturtanların bundan hiç ders almadıklarının acı bir göstergesidir. 5.3.17. 1999 Gölcük depremi (7.4) Büyüklüğü 7.4 olan Gölcük depremi, Türkiye’de maddi ve manevi büyük izler bırakmıştır. Merkez üssü Gölcük Donanma olan deprem sadece Marmara bölgesini değil, İç Anadolu ve Batı Karadeniz Bölgesinde yaşayanları da etkilemiştir. Resmi makamların açıklamalarına göre depremde 17.781 kişi yaşamını yitirmiş, 23.781 yaralanmış, 505 kişi de sakat kalmıştır. 89 Tüm bu özellikleriyle Gölcük depremi dünyanın en büyük depremlerinden biri değildir. Ancak gerek çok büyük bir alanı etkilemesi gerekse büyük maddi kayıpların olması nedeniyle, dünyada “etkisi en büyük” depremlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu depremden sonra durumun ciddiyetini gören yerel yönetimler ciddi çalışmalar yapmaya başlamış ve kısmen de olsa yol alınmıştır. Gölcük Depremi Türkiye için milat olmuştur. Arama kurtarma, afetlerde sağlık hizmetleri, Afet yönetimi kavramlarıyla Türk toplumu ilk kez gölcük depreminde tanışmıştır. Gölcük depreminden sonra yapılan çalışmalarla sağlıklı bina yapılarak Depremden korunmanın mümkün olduğu görülmüştür. Çınarcık’tan başlayıp Yalova, Gölcük, Karamürsel, Değirmendere, Derince ve Avcılar’a kadar batı yönünde; Adapazarı ve Düzce’yi de içine alacak şekilde, doğu yönünde çok geniş çaplı yıkım ve tahribatlar meydana gelmiştir. Depremden sonra Bayındırlık Bakanlığı hasar tespitleri yapmış, bunun için mimar ve mühendisler görevlendirilmiştir. Çalışma kapsamında binaların orta, ağır ve az hasarlı olduklarını gösteren raporlar düzenlenmiştir. Ağır ve orta hasarlı ev sahiplerine geçici barınaklarda barınma hakkı verilmiştir veya ev sahipleri kira yardımı ile sorunu kendi çözme hakkına sahip olmuşlardır.Depremin ardından 43.000 çadır dağıtılmış, dağıtılan çadırlarda 120.000 kişi barınmıştır. Çadırlara gerekli ihtiyaçları daha kolay ulaştırabilmek için, farklı yerlerde 53 çadır kent oluşturulmuş, bu çadır kentlerde de 41.448 kişi barınmıştır. Sakarya’ da Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından 5.857, farklı gönüllü kuruluşlarca da 4.518; toplam 10.375 adet prefabrik geçici konut yapılmıştır. Konutların ihtiyaca göre büyüme olanağına sahip olmaması, kalabalık aileler için sorunlar oluşturmuştur. Konutların iş yerlerine uzaklığı ve alt yapı yetersizliği, kullanımda sorunlar meydana gelmesine neden olmuştur. Altyapı ve konum faktörleri kullanıcılar tarafından sorun olarak belirtilse de esas memnuniyetsizlik konutların kendinde yaşanmıştır. Deprem sonrasında barınma birimleri için yer seçimi; bölgesel planlama gözetilmeksizin alınan kararlar, tarım alanlarının yerleşime açılmış olması ve yerel yönetimle irtibatsız olarak eski imar paftalarından belirlemelerin yapılması pek çok sorun 90 meydana getirmiştir. Bu depremde, öncesinde incelenen dört depremden farklı olarak veriler görsel, işitsel ve yazılı olarak oldukça fazladır. Deprem sonrası üç aşamanın, eldeki verilere göre yaklaşık 63 ay, yani 5 yıl 3 ay gibi bir sürede tamamlandığı söylenebilir. Nisan 2002 tarihinde İzmit’te 16.000 civarında prefabrik geçici konutun hala kullanılıyor olması aşamaların tamamlanmasının uzun sürdüğünün başka bir kanıtıdır.Bu süre geride bıraktığımız yüzyıl yaşam şartları için oldukça uzun bir süredir. Deprem sonrası aşamaların tamamlanmasının uzun sürmesi önceki depremlerle benzer sorunlar meydana getirmiştir. Kalıcı konutlara geçildikten sonra geçici konutlar ve bunlar için yapılmış her türlü altyapının kullanılamaz durumda olduğu görülmüştür.Oluşturulan kalıcı konutlarda gerek tasarım gerekse kullanım aşamalarında sorunlarla karşılaşılmış ve konutların pek çok eksik yönünün olduğu yapılan çalışmalarla belirlenmiştir. Deprem sonrası aşamalar önceden planlanmadığı için karışıklık meydana gelmiş ve sonuçta gerek maddi gerek manevi pek çok kayıp yaşanmıştır. Deprem sonrasını planlamanın önemi daha önceki depremlerde olduğu gibi bu depremle de açıkça görülmüştür (Özata ve Limoncu 2014). 5.3.18. 1999 Düzce Depremi (7.2) Düzce , 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin izleri daha sürerken 12 kasımda 7.2 lik bir depremle sarsıldı. Kuzey Aandolu Fay zonu üzerinde meydana gelen deprem 30 saniye sürdü. Can kayıplarının büyük bir bölümü Kaynaşlı'da meydana geldi. Depremde toplam 845 kişi yaşamını kaybetti. 5.3.19. Erciş Depremi (7.2) Doğu Anadolu'da meydana gelen büyük depremlerde nbiri de 2011 yılında meydana gelen Erciş Depremidir. Deprem 23 ekim 2011 tarihinde meydana geldi. Toplam 604 kişini yaşamını kaybettiği depremde 222 kişi de enkazlardan canlı olarak çıkarıldı. Deprem, Erzurum, Ağrı, Mardin, Diyarbakır, Muş, Bitlis, Iğdır, Kars, Batman, Siirt illeri ve ilçelerinde geniş bir alanda hissedildi. 91 5.3.20. Gökçeada Depremi (6.9) Çanakkale'nin Gökçeada ilçesinde meydana gelen 6.9'luk deprem sonrasında Türkiye'de bir ilk gerçekleşti ve Depremden bina yıkılmadığı gibi hiç kimse de yaşamını kaybetmedi. Bu deprem Türkiye'de özellikle de Batı'da deprem uyarılarının dikkate alındığını ve yapılan binaların depreme dayanıklı olarak yapıldığını göstermektedir ki bu deprem zararları açısından oldukça umut verici bir gelişmedir. 92 6.TSUNAMİ 93 Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? Bu bölümde özellikle dalma batma zonlarında meydana gelen depremlerden sonra depremişn etki alanının ç.ok dışındaki sahiller için bile kâbus olan Tsunami hakkında bilgi edindikten sonra dünya tarihindeki önemli Tssunami olaylarını inceleyeceğiz. 94 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular • Tsunami Nedir • Tsunamilerin oluşum mekanizması nedir. • Her depemden sonra Tstuami olur mu • Büyük tstnamiler ne çok hangiş depremlerde nsonra oluşurlar. • Tsunamiden korunmak mümkün mü ? • Türkiye'de Tsunami riski var mı ? 95 Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği Tsunami Tsunsmilerin nasıl oluştuğunu öğrenilecek Tsunamiler hakkında internetten ve kaynaklardan araştırma, ders notları , sunum ve videolar Tsunami neden çok tehlikelidir ? Tsunaminin hızı ve tahrip gücü öğrenilecek Tsunami riskleri hakkında araştırma, ders notları Sunumlar, videolar Dünyadaki önemli Tsunamiler Tsınamkilerin nerelerde be nasıl zarar verdiği öğrenilecek Dünyada meydana gelmiş Tsunamiler hakkında araştırmalar yapmak, ders notları, sunumlar, videolar 96 Anahtar Kavramlar • Tsunamş • Dalma batma zonu • Deprem 97 6.1.Giriş Japonca'da "liman dalgası" anlamına gelen Tsunami sözcüğü; okyanus ya da denizlerin tabanında oluşan deprem, volkan patlaması ve bunlara bağlı taban çökmesi, zemin kaymaları gibi tektonik olaylar sonucu denize geçen enerji nedeniyle oluşan uzun periyotlu deniz dalgasını temsil eder. Merkezi deniz dibinde olan derin depremlerden sonra zemin çökmesi ve taban kaymasıyla oluşan dev dalgalardır. Şiddetli sarsıntılardan sonra kıyı bölgeleri için büyük tehlike oluşturmaktadır. Denizaltında oluşan heyelan, deprem ve yer kaymaları deniz tabanının ani olarak şekil değiştirmesine yol açarlar. Deniz tabanının aşağı ya da yukarı yönde ani ve kalıcı olarak yer değiştirmesi bunun üzerindeki tüm su kolonunu da yukarı ya da aşağı doğru hareket ettirir. Bu hareket sonucunda suyun itilmesinden kaynaklanan potansiyel enerji Tsunami dalgalarının yatay olarak ilerlemesine (kinetik enerji) neden olur. Tsunami’den sonra oluşan dalganın diğer deniz dalgalarından farkı, su zerreciklerinin sürüklenmesi sonucu hareket kazanmasıdır. Bu dalganın varlığı derin denizde hissedilmez, ancak sığ sulara geldiğinde, dik yamaçlı kıyılarda ya da V tipi daralan körfez ve koylarda, bazen 30 metreye kadar tırmanarak çok şiddetli akıntılar yaratabilir. İnsanlar için deprem, tayfun, çığ, yangın gibi Tsunami de ilk oluştuğunda tek bir dalgadır, ancak kısa bir süre içerisinde üç ya da beş dalgaya dönüşerek çevreye yayılmaya başlar. Bu dalgaların birincisi ve sonuncusu çok zayıftır ancak diğer dalgalar etkilerini kıyılarda şiddetli biçimde hissettirebilecek bir enerjiyle ilerlerler. Bu nedenle depremlerden kısa bir süre sonra kıyılarda görülen yavaş ama anormal su düzeyi değişimi ilk dalganın geldiğini gösterir. Bu değişim, arkadan gelecek olan çok kuvvetli dalgaların ilk habercisi de olabilir. Yangın ya da sel gibi bir doğal afet haline gelebilmektedir. 6.2. Tsunami Dalgalarının Diğer Dalgalardan Farkı Okyanus yüzeyinden esen rüzgarlar nispeten küçük dalgaları kabartarak, denizin üst tabakasıyla sınırlı bir akıntı oluştururlar. Ayrıca normal rüzgar dalgasının hızı yaklaşık 20 km/saat kadarken, Tsunami dalgasının hızı yaklaşık 750-800 km/saattir. 98 Gel-gitler ise gün boyunca yeryüzünü iki defa süpürüp geçer -tıpkı Tsunamiler gibi- ve deniz dibine ulaşacak akıntılar üretebilirler. Tsunami dalgalarının nedeni, okyanus ya da denizlerin tabanında oluşan deprem, volkanik patlamalar ve bunlara bağlı taban çökmesi, su altındaki plakaların kaymaları gibi tektonik olaylar veya meteor etkisi sonucu denize geçen enerji nedeniyle oluşan uzun periyotlu deniz dalgasını temsil eder. Okyanus tabanı hızla yer değiştirdiğinde üstündeki bütün su kütlesi bundan etkilenir. Tabanda olanlar üstteki su yüzeyine yansır ve 5000-6000 m. derinliğe kadar olan su kütlesinin tamamı dalga hareketine katılır. Birbirini izleyen kabarma ve çökme 10.000 km2 kadar alanı kaplayabilir. Tsunami’nin kaynağı, Ay’ın veya Güneş'in çekim kuvveti değildir. 6.3. Açık Denizlerde Tsunami Açık okyanusta, Tsunami büyük bir su duvarı değildir; yüksekliği çoğunlukla 1 m'den azdır, dalga uzunluğu ise 1000 km'ye yakındır. Dalga yüzeyi hafif eğimlidir (km’de 1 cm kadar). Bu dalgalar, derin ve açık okyanus bölgelerinde, saatte 500 ile 800 km arasında değişen büyük bir hızla gitmesine rağmen, normal yüzey dalgalarınca maskelenir. Tsunami tek bir dalgadan ziyade, merkezleri bir olan dalga serilerinden ibarettir. Birbirini takip eden iki dalga arasındaki uzaklık 500-650 km uzunluğunda olabilir. Böylece Tsunami birkaç saat içinde okyanusu geçebilir. Tsunami’nin büyük enerjisi ancak sahile yaklaştığında ortaya çıkar. Kalın su kolonunda dağılan enerji, gittikçe kısalan kolonda yoğunlaşmış olur ve yüzeydeki dalga yüksekliğinde hızlı bir artış görülür. Okyanus açıklarında 60 cm'den az yükseklikteki dalgalar, daha sığ sulara yaklaştıkça hızlarını kaybeder, dalgalar arası mesafe kısalır ve dalgalar üst üste binen dalgalar bir su duvarı oluşturarak Tsunami’yi yaratır. Çoğu kez 15 m, nadir durumlarda ise 30 m'yi aşan bu devasa dalgalar, hızla vurdukları kumsala karşı çok büyük bir güç kullanırlar, ciddi zarar verirler ve çok fazla hayat kaybına neden olurlar. Tsunami, kıyı şeridi boyunca her bir metre için, 100.000 tondan fazla su bırakır. 1993 yılının Temmuz ayında Japonya'da gerçekleşen ve tarihte en büyük bilinen Tsunami dalgaları, deniz seviyesinden 30 m yüksekliğe çıkmıştı. Çoğunlukla Tsunami’nin yaklaştığının ilk işareti büyük bir su duvarı değil, denizin ani olarak çekilmesidir. 99 6.4 Tarihteki Büyük Tsunamiler Tsunamiler depremden sonra oryaya çıkarlar ve tıpkı deprem dalgaları gibi ç.ok geniş bir alana yayılırlar. Etkileri deprem dalgalarından daha fazladır çünkü genellikle beklenmedik anda oryaya çıkarlar. Tsunami dalgaları deprem olduktan 24 saat sonra bile kıyıları vurabilir. Bu nedenle bir yerde deprem olduktan sonra Tsunami riskini göz ardı etmemek gerekir. 6.4.1. Güneydoğu Asya Tsunamisi Güneydoğu Asya'yı 6 ülkede vuran 9.1 büyüklüğündeki deprem ve Tsunami nedeniyle, yaklaşık 300 bin insan yaşamını yitirdi. Asya'da on binlerce kişinin ölümüne ve kaybolmasına yol açan deprem, Sumatra’daki adaları yerinden oynatarak Asya haritasında değişikliğe neden oldu. 26 Aralık'ta meydana gelen Güneydoğu Asya depreminin yerkabuğunun her bölgesini birden salladığı ortaya çıktı. 9.1 büyüklüğündeki son 40 yılın en güçlü depremidir. Uzunluğu 1.250 km olan bir çatlak boyunca oluşan deprem, 10 dakika sürmüştür. Bu şimdiye dek kaydedilen en uzun deprem süresidir. Deprem, Avustralya plakasının Avrasya plakasının altına kaymasıyla oluştu. Kaymanın şiddetiyle Avrasya Plakası'nın ucu havaya kalktı. Bu hareket, okyanus zeminin oynamasına yol açtı ve Tsunami ortaya çıktı. Tsunami’nin Bengal Körfezi'nde yarattığı dalga, tüm dünya denizlerinde su seviyesinin 0.1 mm. yükselmesine neden oldu. 26 Aralık depreminin en önemli etkisi Tsunami oluşturmasıdır. Tsunami oluşumunun temel nedeni okyanus veya deniz tabanlarının ani olarak deforme olması ve bu nedenle su kütlesinin düşey olarak yer değiştirmesidir. Tsunami’lerde dalga enerjisi yüzeyden suyun tabanına doğru yayılmakta/dağılmakta ve bu nedenle çok derin sularda afet haline gelememektedir. Depremden ölümler 20 bin civarında iken Tsunami dalgaları yaklaşık 280 bin kişinin ölümüne yol açmıştır. 100 Şekil. 6.1. Endonzya Tsunamisinde tahrip olan kıyı yerleşimleri 6.4.2. Japonya Tsunamisi 13 mart 2011 tarihinde meydana gelen Thoku depreminden sonra Japonya kıyılarını vuran Tsunami dalgaları yaklaşık 20.000 insanın yaşamına mal oldu. Saatte 800 kilometre hızla yola çıkan Tsunami dalgaları 10 metre yüksekliğe ulaşarak Tüm sahilleri vurdu. Tsunami uyarı sistemi olduğu için Tsunami alarmı verilmesine rağmen setleri aşan dalgalar büyük bir can ve nal kaybına yol açtı. Yaklaşık 500 bin kişi sığınaklara yerleştirildi. Zararın 250 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Şekil 6.2. Japonya Tsunamisi sonrası kıyılar 101 6.4.3. Lizbon Tsunamisi - Portekiz Portekiz'in başkenti Lizbon'da 1 kasım 1755 tarihinde meydana gelen deprem sonrası ortaya çıkan Tsunami dalgaları büyük can ve Mal kaybına neden olmuştur. Yüksekliği 6 metreye kadar olan tsunami veispanya dalgaları portekiz,Fas kıyışlarında 60 bin kişinin ölümüne yol açmıştır Şekil 6.3 Lizbon depremi ve Tsunamisi 6.4.4 Krakatou Tsunamisi- Endonezya 27Ağustos 1883 tarihinde Endonezya'daki Krakataou volkanı patladı. Java ile Sumatra kıyılarını süpüren Tsunami, 36 bin insanın ölümüne sebep oldu. Bu olayda Tsunami dalgalarının yüksekliği 37 metreye kadar çıkmıştır. Şekil 6.4 Karakato Tsunamisinin etki alanları 6.4.5. Enshunada Denizi Tsunamisi - Japonya Enshunada denizinde 20 Eylül 1498 yılında meydana gelen ve büyüklüğü tahmini olarak 8.3 olan depremden sonra Japonya kıyılarında Tsunami oluştu. Kii Mikawa, Surugu, Izu ve Sagami kıyılarında etkili olan Tsunami dalgaları yaklaşık olarak 31 bin kişini ölümüne yol açtı 102 6.4.6. Nankaido Tsunamisi - Japonya Yaklaşık büyüklüğü 8.4 olarak tahmin edilen bir deprem sonrasında meydana gelen 25 metrelik Tsunami dalgaları Kyushyu, Şikoku ve Honshin kıyılarında etkili oldu. 28 Ekim 1707 tarihinde meydana gelen Tsunamide Osaka şehri de kısmen zarar gördü. Bu olayda yaklaşık 30.000 kişi hayatını kaybetti. 6.4.7. Sankriku Tsunamisi- Japonya Sankrikuku'da 15 Haziran 1896 yılında meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremden sonra kıyıları vuran 38 metrelik dev dalgalar kıyılara büyük zarar verdi. Tsunami dalgaları dini bayram için toplanan insanları vurdu ve yaklaşık 26 bin insan yaşamını kaybetti. Tsunami Çinin doğusundaki kıyılara kadar ulaştı ve burada da 4 bin kişi yaşamını kaybetti. 6.4.8 Kuzey Şili Tsunamisi - Şili Şili'de 13 Ağustos 1868 yılında ardarda meydana gelen iki depremden sonra meydana bu Tsunami olayı Tüm Pasifik kıyılarını etkileyerek 25 bin kişinin ölümüne yol açtı. Depremin yaklaşık büyüklüğü 8.5 olarak tahmin edilmektedir. Dalgaların 21 metre civarında olduğu rapor edilmiştir. 6.4.9. Ryuku Adaları Tsunamisi - Japonya 24 Nisan 1771 yılında meydana gelen ve yaklaşık büyüklüğü 7.4 olarak tahmin edilen Tsunami dalgalarını boyunun 15 metre civarında olduğu gözlenmiştir. Tsunami çoğu Ishigaki adasına olmak üzere 12 bin kişinin ölümüne yol açmıştır. 6.4.10. Ise Körfezi Tsunamnisi - Japonya Ise körfezinde 18 Ocak 1586 yılında meydana gelen ve büyüklüğü 8.2 olarak tahmin edilen deprem sonrasında oluşan Tsunami dalgaları yaklaşık olarak 8 bin kişini ölümüne yola açmıştır 103 6.4.11.17 Temmuz 1998: Papua-Yeni Gine'nin kuzeyinde oluşan yer sarsıntısı dalgası 2313 insanı öldürdü, 7 köy yok olurken, binlerce insan evsiz kaldı. 104 5.SELLER 105 Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? Bu bölümde dünyada ve ülkemizde meydana gelmiş önemli selleri inceleyeceğiz. Ancak tarihteki bu önemli selleri incelemeden önce sellere yol açan uygulamaları da öğreneceğiz. 106 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular • Sel nedir • Sele yol açan ana nedenler nelerdir • Son yıllarda tüm dünyada sellerden görülen zararların ana endenleri nedir . • Selleri önlemek mümkün müdür ? 107 Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği Sellerin nedenleri Türkiye’deki önemli depremleri öğrenip dersler çıkarmak Türkiye’deki tektoniği hakkında internetten ve kaynaklardan araştırma, ders notları , sunum ve videolar Türkiye tarihindeki önemli Türkiye’deki büyük depremleri öğrenip dersler çıkarmak Türkiye’deki büyük depremler hakkında araştırma, ders notları Sunumlar, videolar Türkiye’deki depremlerin neden çok zarar verdiğini öğrenmek Depremlerin ülkemizde verdiği hasarlar hakkında araştırmalar yapmak, ders notları, sunumlar, videolar seller Dünya tarihindeki Önemli Seller 108 Anahtar Kavramlar • Sel • Taşkın • 109 7.1. Giriş Yer yüzeyine düşen yağmur, ya da eriyen kar örtüsünden kaynaklanan sular yüzey akışına geçerek duraylı olabildikleri ortamlara (alıcı ortamlara) ulaşmaya çalışırlar. Bu suyun bir kısmı, suyun miktarı ve akış hızı ile üzerinden aktığı jeolojik formasyonların yapısına bağlı olarak yeraltına sızar, önemli bir kısmı ise, üzerinde aktığı jeolojik birimleri aşındırarak, çözerek daha alt kotlara doğru taşır ve kinetik enerjisinin düştüğü terlerde bunları bırakarak yoluna devam eder. Bu normal süreç, mevsim normalleri içinde kaldığı sürece sorun değil, bilakis, toprağı besleyen en önemli biyolojik aktivitedir. Ancak, iklim koşullarının değişmesi ve olağan olmayan atmosferik koşullarda bazen çok şiddetli yağışlar görülür. Bu tür “sağanak” yağışlar ile yer yüzeyine ulaşan suyun potansiyel enerjisi çok yüksektir ve hemen hızla akışa geçer, sızmaya zaman bulamaz ve büyük ölçüde yamaç aşağıya doğru akmaya başlar, bu arada, üzerinde aktığı jeolojik formasyonları ve toprak örtüsünü de kazıyarak, aşındırarak içine katar, şiddetle denize ulaşmaya çalışır. Bu tür coşkun akış haline “sel” denir (Şekil 7.1). Sellenen akarsular, yatağından yükselip taşarak çevre alanları basar. Bu da su baskını veya sellenme olarak adlandırılır. Şekil 7.1. Sel ve sellenme. 110 Mısır uygarlığı bir tarım toplumu olup iktisadi faaliyetleri büyük ölçüde, yılın belirli dönemlerinde yatağından taşan Nil Nehri’nin getirdiği verimli toprakların tarım alanlarına yayılmasına bağlıydı. Bir başka deyişle Mısır uygarlığı, sel ve taşkını kontrol ederek onu tarım amacıyla kullanılan toprakların verimli hale getirmeyi başarmıştır. Doğa olayı böylece bir “afet”e değil, yararlı bir atmosfer olayı haline dönüşmüş olmaktadır. Basit olarak bir daha tekrar etmek gerekirse ; Sel, herhangi bir akarsuyun, doğal meteorolojik rejimin üzerinde bir yağış altında akışa geçen suyun yatağından taşması olayıdır. Çok farklı şekillerde tanımlanmakla beraber sel, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan büyük su kütlelerinin akarsu yataklarında, vadi yamaç ve tabanlarında, çukur alanlarda ve kıyılarda kontrolsüz bir biçimde akması ve yayılması olayıdır . Selin en sık rastlanan nedeni, kuvvetli ve uzun süreli yağıştır. Seller kar erimesi sonucu oluşan kuvvetli akışlar veya drenaj kanallarının tıkanması sonucunda da meydana gelebilir. Günümüzde rastlanılan en yaygın sebep ise; kuvvetli yağmur fırtınalarında drenaj sistemlerindeki yetersizlik sonucu ana nehir kanallarının tamamen dolu olması ile meydana gelen taşmalar sonucu oluşan sellerdir. Dağlık bölgelerde ise seller kar erimesi veya yağışla birleşen kar suyundan meydana gelir. Çok nadir olarak da barajların çökmesi ve taşmasından kaynaklanan sellere rastlanılmaktadır . Dünyada kayıtlı ilk küresel taşkın, efsanelere konu olmuş ve ilk kayıtları Sümer tabletlerinde bulunan “Nuh Tufanı”dır. Şekil 7.2. Nuh Tufanı 111 7.2. Sel ve Taşkınlar Sel, Dünya’nın hemen her yerinde olduğu gibi ülkemizde de kolayca afete dönüşerek büyük mal ve can kaybına neden olan bir “doğal tehlike”dir. Selin oluşumu, büyüklüğü ve verdiği zararların boyutu, önemli ölçüde o yerin klimatolojik-meteorolojik, jeolojikjeomorfolojik,biyolojik özellikleri ve insanların çeşitli etkinlikleriyle doğrudan ilişkilidir. Seller birkaç saat veya birkaç gün içinde oluşabilir. Kısa sürede oluşan, dolayısıyla etki süreleri de kısa olan bu seller, ani seller olarak adlandırılır. Sellere oluştukları ve etkili oldukları yerlere göre de, akarsu selleri (taşkın), baraj selleri, kıyı selleri, dağlık alan selleri, şehir selleri gibi çeşitli isimler verilmiştir . 7.2.1. Sel ve Taşkınların Nedenleri Bir nehir/dere yatağındaki mevcut su miktarının, havzaya normalden fazla yağmur yağması veya havzada mevcut kar örtüsünün erimesinden dolayı hızla artması ve yatak çevresinde yaşayan canlılara, arazilere, mal ve mülke zarar vermesi olayına taşkın denmektedir. Uzun süreli aşırı ve şiddetli yağışlardan sonra, özellikle fazla eğimli ve geçirimsiz topraklarda taşkın olayı meydana gelmektedir. Ayrıca kar yağışının da yoğun olarak yağdığı havzalarda ısının birden bire artması sonucu kar örtüsünün erimesi de taşkınlara yol açabilmekte ve taşkın debilerine etkimektedir. Her iki etkenin beraber meydana gelmesi ve yan kollardaki suyun aynı anda yükselmesi en tehlikeli taşkınları oluşturmaktadır. Taşkın oluşumuna etki eden bir diğer faktör de havzada hakim olan yağış rejimleridir . 1967-1987 yılları arasında akarsularda görülen sel (taşkın) olay sayısının tüm hidrometeorolojik afetler içindeki oranı % 33 iken; 1998-2008 yılları arasında bu oran % 14'e gerilemiştir. Son yıllarda yapılan baraj sayılarındaki artışlar, dere ıslah çalışmaları ve köylerden kentlere göçler, bu şekilde nehirlerden kaynaklanan sellerde (taşkınlarda) azalmaya neden olmuştur. Sayı azalmış ancak büyük şehirlerdeki zararlar artmaya başlamıştır. Bunu nedeni ise çarpık yapılaşma be tarım alanlarının yerleşime açılmasıdır. Buna rağmen DSİ verilerine göre 1975-2011 yılları arasında 820 adet taşkın olayı meydana gelmiş, bu taşkınlar sonucunda 660 can kaybı olmuş, 799.758 hektar tarım arazisi 112 taşkına maruz kalmış, taşkınlar ülke ekonomisine yılda yaklaşık 150 milyon TL zarar vermiştir. Bununla beraber son yıllarda ani seller ve bunun bir sonucu olarak da şehir sellerinde önemli artışlar görülmektedir. Özetlemek gerekirse, sel ve taşkınların nedenleri; • Yağışların kısa sürede ve çok miktarda (sağanak yağışlar) olması, • Karların ani ve hızlı erimesi, • Bitki örtüsünün cılız olması, • Arazi eğiminin fazla olması, • Zeminin geçirimsiz malzemeden oluşması, • Toprağın neme fazlasıyla doymuş olması, • Doğal bitki örtüsünün tahrip edilmesi, • Baraj kapaklarının açılması, • Barajların çökmesi, • Dere yatağına tekniğine ve kurallara aykırı olarak ve izinsiz menfez veya köprü yapılması, • Dere yatağına tekniğine ve kurallara aykırı olarak bent veya dolgu yapılması, • Dere yatağına moloz, sanayi ve evsel atıkların atılması, • Dere yatağının üstünün kapatılarak otopark, konut gibi yapılar yapılması, • Dere yataklarından kaçak kum çıkarılması, • Havzalarda ormanlık alanların tahribi, arazi kullanım koşullarının değiştirilmesi, • Sürekli ve şiddetli rüzgârların etkisiyle deniz suyunun kabarıp karaya doğru ilerlemesi, • Tsunami dalgalarının karaya ulaşması, • Akarsuların doğal yataklarının değiştirilmesi olarak gösterilebilir (1). 7.2.2. Sel ve Su Baskınlarına Karşı Alınması Gereken Önlemler • Başta ormanlar olmak üzere, doğal bitki örtüsü iyi korunmalı ve çıplak alanlar ağaçlandırılmalıdır. • Doğal çevre korunmalı ve doğal kaynaklar bilinçli bir biçimde kullanılmalıdır. • Arazi kullanımı ilkelerine uyulmalı havzalarda yeteri kadar sıklıkta meteorolojik ve hidrolojik gözlem istasyonları (erken uyarı istasyonları)kurulmalıdır. • Akarsu yatağı içinde suların akış hızını kesici setler ve göletler yapılmalıdır. • Ülkelerin meteoroloji ve hidroloji kuruluşları sel ve taşkın erken uyarı sistemi için yeterli eleman ve teknoloji ile donatılmalıdır. 113 • Akarsu yatakları ve sele duyarlı yerler, hiçbir şekilde yerleşime açılmamalıdır. • Özellikle düşük seviyeli yerlerde ve yerleşim alanlarında, yatak kenarlarına taşkın engelleyici setler yapılmalıdır. • Yerleşim birimlerindeki kuru dere yatakları, asfaltlanarak yol haline getirilmemeli, meteoroloji kuruluşlarınca şiddetli yağış ihbarı yapılması halinde; mülki idareler ve yerel yönetimlerce gerekli önlemler alınmalı, özellikle akarsu kenarlarında, vadi tabanlarında yaşayan insanlar uyarılmalıdır. (Dik yamaçlarda tarım yapılmamalı, az eğimli yerlerde de toprak koruma ilkelerine uyulmalıdır) • Sele neden olabilecek dereler, kontrol altına alınmalı ve ıslah edilmelidir. • Yerel belediyelerce dere ve nehir yataklarına yerleşim konusunda titizlik göstermeli buralarda yerleşimin önlenmesinin yanı sıra oluşacak engeller düzenli olarak temizlenmelidir. Dünya’da sel ve su taşkınlarının en fazla görüldüğü yerlere örnek olarak; Güney ve Doğu Asya (Hindistan, Bangladeş, Çin, Birmanya, Tayland, Vietnam gibi), Batı Avrupa (İngiltere, Hollanda, Fransa gibi), Orta Avrupa (Romanya, Macaristan, Polonya, Almanya gibi) ve Amerika kıtasında (Meksika, Brezilya gibi) yerler verilebilir. 7.3. Dünyada Yaşanmış Büyük Seller 7.3.1. St. Felix Seli ve taşkını (Hollanda 1530 ) Holanda'nın karşılaştığı en büyük afetlerin başına bu olay gelmektedir. Zaten birçok noktası deniz seviyesinin altında olan Hollanda'nın yaşamış olduğu en büyük sel felaketlerinden biridir. Yağmurun aniden bastırması ve çok sert yağması ile büyük bir sel oluşmuş ve yaklaşık 100 bin insan yaşamını yitirmiştir. Hollanda bu olay karşısında aylarca çaresiz kalmıştır. 7.3.2. 1634 Burchardi Taşkını (Almanya- Hollanda 1634) Büyük taşkına yağmurun çok fazla yağması neden olmamıştır. Ana neden gelgit olayıdır. Gelgit dalgalarının çok yüksek gelmesi sonucunda hem Almanya hem de Hollanda kıyıları adeta Tsunami benzeri bir su baskınına uğramış ve yaklaşık 8000 kişi yaşamını yitirmiştir. 114 Şekil 7.3. St.Felix Seli Şekil 7.4. Burchardi Taşkını 115 7.3.3 Noel Selleri (Holanda- Almanya 1917) Tüm Avrupa noele hazırlanırken doğanın kendilerinenasıl bir oyun oynayacağınca haberleri yoktu. Hollanda, Almanya ve İskandinav ülkelerini içine alan coğrafyada 1917 yılının ilk günü aniden başlayan yağışlar kısa sürede 14.000 insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştur. Konumu itibarıyla en büyük zarar Hollanda'da olmuştur. 7.3.4. Sarı Nehir Seli ve Taşkını (Çin 1887 ) Dünyanın en dramatik su baskınlarınan biridir. Etkisi yıllarca sürmüştür. Çin’in en büyük nehirlerinden biri olan Sarı Nehir'in büyük ve uzun süreli yağmurlar sonucu hem sele hem de daha sonra taşkına yol açması ile 1-2 milyon arasında insan yaşamını kaybetmiştir. Tüm alçak ovalar aylara su altına kalmış ve ekonomi de olumsuz etkilenmiştir. Şekil 7.5. Sarı Nehir Seli ve Taşkını 7.3.5. Missisipi Seli (ABD 1926 ) Her şey 1926 yılında Mississippi’deki şiddetli yağmurlarla başlamıştı. Yağmur şiddetini yitirmedi ve 1927 yılında Mississippi nehri 145 yerden, 70.000 km²’lik bir alana taşmıştır. Oluşan selin bilançosu; 7 eyalette 246 can kaybı, 400 milyon dolarlık da bir maddi hasardır. Amerika tarihinin en yıkıcı nehir taşması felaketi olan Büyük Mississippi seli, birçok 116 Afro-Amerikan’ı evinden etmiş hatta Mississippi nehrinin daha aşağı kısımlarındaki yaşayan insanların kuzeye göç etmelerine sebep olmuştur. Birçok insan kalıp evlerini yeniden inşa etmektense kuzeye sanayi bölgelerine yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Bu durum büyük bir göç hareketinin başlamasına enden olmuştur. Büyük Göç’ün ilk aşamasının büyük bir oranını Büyük Missisipi Seli'nden sonra ve Büyük Buhran döneminde göç eden Afro-Amerikanlar oluşturmaktadır. 7.3.6. Çin Seli (1931) Çin'in nüfusu nedeniyle bu tür olaylarda kayıp sayısı çok fazla olmaktadır.. Nüfus dışında yerleşilmemesi gereken ovalara milyonlarca kişinin tarım alanlarında çalışmaları için yerleştirilmeleri de yatmaktadır. Yani ana neden yine yanlış yerleşim politikalarıdır. Çin’in büyük bir kısmında etkili olan yağışlar kısa sürede birçok büyük nehrin taşmasına neden olmuştur. İnsanlık tarihinin en dramatik sellerinden biri olan bu olayda 3 ile 4 milyon arasında insanı yaşamını kaybettiği tahmin edilmektedir. Şekil 7.6. Çin seli 117 7.3.7. Sarı Nehir Seli ve Taşkını Akılda birçok soru işareti bırakan bu olayın doğal nedenlerle mi yoksa insan etksiyle mi meydana geldiği tartışmalıdır. Doğal neden olarak aşırı, sürekli ve sert bir yağış Sarı nehrin taşmasına ve alçakta kalan ovaların sular altında kalmasına neden olmuştur. Bu olayın sonucunda yaklaşık olarak 800 bin kişinin yaşamını kaybettiği sanılmaktadır. Bu olayla ilgili başka bir nedenin de Çin ordusunun müdahalesi olduğu söylenmektedir. Bazı kaynaklar selin asıl nedeninin Japonlara karşı tedbir almak için Nehrin kaynaklarını bombalayan Çin ordusu olduğunu iddia etmektedir. Bombalanan kaynaklar kontrollü doğal akıştan tahrip edici akışa geçmiş ve yüz binlerce insan yaşamını kaybetmiştir. Şekil 7.7. Sarı Nehir Taşkını 7.3.8. Doğu Guetamala Seli (1946) Guetemala sık sık tropikal fırtınaların etkisinde kalmaktadır. Ülkede 1946 yılına Tropikal fırtınalardan sonra gelen aşırı yağışlar dere kenarlarındaki yerleşimleri vurmuş ve 40 bin kişi yaşamını yitirmiştir. 118 Şekil 7.8. Guetamala Seli ve Taşkını 7.3.9 .Vietnam Seli (1971) Vietnam'da kırsal yerleşimler genellikle nehir kıyılarında ve derme çatma kulübeler şeklindedir. Bu tür yerleşim yerleri özellikle su kaynaklı olaylardan olumsuz etkilenmektedir. Aşırı yağışlar sonucunda nehir kenarlarındaki yerleşimlerin büyük bir çoğunluğu sular altında kaldı. Sonuç 100 bin ölü. Ölenler arasında Vietnam’da bulunan Amerikan askerleri de vardı. 7.3.10 .Bankiya Barajı Taşması (Çin 1975 ) Nina tayfunu sonrasında hasar gören barajda çatlamalar meydana gelmiş ve 231 bin kişi yaşamını yitirmiştir. 7.3.11. Afganistan Seli ve Heyelanları Badahşan eyaletinde meydana gelen sel ve selin tetiklediği heyelan sonucunda 2000 den fazla insan yaşamını yitirdi. Günlerce yağan ve hiç durmadan şiddetini, artıran yağmur kısa zamanla derelerin taşmasına ve yerleşim yerlerini basansına neden oldu. Bu baskınlar en az 400 kişinin yaşamına mal oldu. 119 Şekil 7.9. Vietnam selinden sonraki taşkınlar 7.3.12. Vergas Seli Venezülla’da aşırı yağışlar 2 tam gün sürünce, meydana gelen sel ve taşkınlar 10 binlerce insanın yaşamına mal olmuştur 7.3.13. Pakistan İndus Nehri Seli ve Taşkını Pakistanda 2010 yılında İndus Nehri su toplama havzasında meydana gelen sel ve taşkınlar o bölgede yaşayan yaklaşık 10 milyon kişiyi olumsuz etkilemiş yüz binlerce kişi evsiz kalmıştır. İndus nehri su toplama havzasında tarım yapan yöre halkı nehrin suları azaldı.ça sulardan kazandıkları yerleri tarım alanı olarak 120 kullanmakla kalmamış bu alanlara yerleşim bölgeleri de kurmuşlardır. Ancak bir gün bu nehrin sularının tekrar eski yayılma alanına geleceği hiç hesaba katmamıştır. Korkulan olmuş ve 2010 yılında muson yağmurlarını g-fazla yağmasının yanı sıra dağlardaki karların da hızla erimesi büyük bir felakete dönüşmüştür. Havzaya son 50 yılın ortalamasının tam 40 katı su gelmiş, tüm tarım ve yerleşim alanlar sular altında kalmıştır. Binlerce kişi yaşamını kaybetmiş ve 100 bin civarında çocuk salgın hastalık riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu olay insanoğlu için bir dersten de öteyedir. Doğanın gücünü hesap etmeden yapılan her uyulama bir gün geri tepecektir. Şekil 7. 10. İndus Seli ve Taşkını 7.4. Türkiye'de yaşanmış Önemli Seller Başta Karadeniz Bölgesi olmak üzere Türkiye'nin tüm bölgeleri ilkbahar ve sonbahar aylarında yoğun bir sel riski yaşamaktadır. Rize, Trabzon, Sinop, Kastamonu, Artvin, İzmir, Mersin, Adana ve İstanbul büyük sel olaylarıyla karşı karşıya kalmaktadır. u sellerin nedenleri giriş kısmında detaylı olarak anlatılmıştır. Türkiye'nin sel riskini anlamak için en güzel örneklerden biri İstanbul'dur. Bu nedenle örnek olarak İstanbul alınmıştır. Çünkü İstanbul'u detaylı olarak incelemek Türkiye'nin sel riskinin nedenlerini de ortaya koyacaktır 121 7.4.1 . İstanbul'da Sel riski İstanbul coğrafyası dere açısından çok zengin olmamakla birlikte irili ufaklı bir çok dereyi barındırmaktadır. Toplam uzunlukları 600 km civarında olan bu dereleri de üç şekilde sınıflamak mümkündür. Boğaz ve civarına dökülen dereler (Beşiktaş deresi, Ortaköy deresi, Sarıyer deresi, Baltalimanı deresi, Büyükdere, İstinye deresi, Kağıthane deresi, Alibey deresi, Belgrad dere, Göksu çayı, Küçüksu dere Elmalı Dere, Kurbağalı dere vb. ) Karadenize’e dökülen dereler (Riva çayı, Çanak Deresi, Yeşilçay (Ağva deresi), Uludere ) ve Göller bölgesindeki dereler (Çırpıcı dere, Tavukçu dere, Ayamama Deresi, Sazlıdere, Nakkaş Dere, Eskinoz dere Karasu deresi, Istranca deresi ) Yapılan araştırmalar İstanbul’un 200’ün üzerinde sokağının ve 100’ün üzerinde caddenin dere üzerinde bulunduğunu gösteriyor. Bu oran her geçen gün artmaktadır.. Bu durum sadece su açısından değil doğal afetler açısından da büyük riskler taşımaktadır. Derelerin alüvyonlar üzerine yapılan binaların depreme ne kadar dayanacakları bilinmemektedir. Dere üzerine yapılan yerleşimleri tehdit eden diğer bir doğal afet ise seldir. Bu özelliği nedeniyle İstanbul özellikle ilgilenilmesi ve üzerinde durulması gereken bir kent konumundadır. Çünkü İstanbul sellerinin iki ana endeni var. Birincisi aşırı betondan ve altyapı yetersizliğinden doğan yüzeysel akış, ikincisi de üzeri betonlarla kaplanmış olduğu meydana gelen yüzeysel akış. İstanbul üç önemli havzaya akan irili ufaklı derelerle kaplıdır. Bunların kentin dışında olanlarının önleri kesilerek durağan göllere dönüştürülmüş. Kent içinde kalanların ise üstleri örtülerek yerleşime açılmış. Bir kısmının kenarında çok değil 40-50 yıl öncesine kadar şenlikler düzenlenen, sandal sefaları yapılan bu derelerin sadece haritalarda adları kaldı. Gerçekte ise, üstleri dere ıslahı adı altında örtülerek kanalizasyonların denize boşaltıldığı yerler olarak kullanılmaktadırlar. Bu derelerin hızla yok edilmesi gelecekte İstanbul’da yaşamın su açısından çok daha sıkıntılı geçeceğinin ve ani yağmurlarda sellenmelerin daha da artacağının en büyük delili 7.4.1.1. Riva çayı : Karadeniz’e dökülen en büyük dere Riva çayıdır. Derelerin kaynağı Kocaeli sınırlarından çıkar. Buradan çıkan sular 65 km yol aralar Riva’dan Karadeniz’ e dökülür. Çok kısa zaman öncesine kadar fazla kirli olmayan Riva çayı son 122 yıllardaki yoğun yapılaşmadan payını almıştır. Çay artık suyundan yararlanılamayacak kadar kirli akmaktadır. Riva çayı dere ıslahı projelerinden nasibini almamış olmasına rağmen son gelecek 10 -15 yılda bu çayın da üstünün örtülerek ıslah edilmesi kaçınılmaz görünmektedir. 7.4.1.2.Göksu Çayı : Alemdağ’dan çıkan ve birbirine paralel akan iki dere Büyük ve Küçük Göksü dereleridir. Bu iki derenin Göksu’da oluşturdukları alüvyonları bu derelerin bir zamanlar ne kadar güçlü aktığının göstergesidir. Göksu çayı 18 ve 19.yüzyılın en önemli mesire yerlerinin başında gelirdi. İstanbul’un dereleri içinde hala kayıkla gezilebilen dere olma özelliğini de koruyan Göksu çayı Kağıthane derede olduğu gibi 1950’li yıllardan itibaren hızla tahrip olmaya başladı. Önce yalılar ve köşkler tahrip oldu, onların yerini beton yığınları aldı.. Göksu çayı temizliğini 1960 lı yılların sonuna kadar sürdürmeyi başardıysa da gün geçtikçe etrafında çoğalan yapıların etkisiyle kirlenmeye başladı. Günümüzde boğaza dökülen en temiz derelerin başında geliyor. 7.4.1.3.Kurbağalıdere : Kayışdağından doğan dere yol boyunca küçük derelerin yardımıyla da güçlenerek Hasanpaşa’dan geçip Kalamış koyunda Marmara Denizine dökülür. Kollarıyla birlikte toplam uzunluğu 50 km civarında. Derenin özelliği her dönemde gündemde olması. Bir zamanlar güzelliği, günümüzde ise kokusu nedeniyle İstanbul’un gündeminde. Derenin üç adı var. Kuşdili çayırından aktığı için Kuşdili dere, denize döküldüğü yerdeki yoğurtçu parkından dolayı yoğurtçu dere de denilmiş. Bu dere 18 ve 19 yüzyılda İstanbul halkının yoğun olarak ziyaret ettiği bir yerdi. Derenin kıyıları yemyeşil çayırlarla ve bostanlarla kaplıydı. 1950 li, yıllarda İstanbul’un tüm derelerin etkileyen çarpık kentleşme hamlesinden Kurbağalıdere de nasibini aldı. Önce Kadıköy gazhanesinin atıkları sonra da evlerin lağım suları dereye verilmeye başlandı ve dere ağzı kısa sürede doldu. Hızla kirlenen dere günümüzde artık Kayışdağı’ndan gelen derelerle değil evlerden gelen atık sularla beslenerek Marmara Denizine akmaktadır. Günümüzde Kızıltoprak, Kalamış, Yoğurtçu parkı ve Fenerbahçe stadı bu derelerin alüvyonları üzerine kurulmuştur. 7.4.1.4. Kağıthane Deresi : Terkos gölünün doğusundan doğan dere Haliç’a dökülür. Bizanslılar tarafından Barbisos adıyla bilinen Kağıthane deresi 1730 yılındaki patrona Halil ayaklanmasına kadar önemli bir sayfiye ve eğlence merkeziydi. Bir dönemlerin en temize derelerinin başında gelen Kâğıthane deresine öldürücü darbe 1950 li yılların başından itibaren vurulmuştur. Plansız programsız gelişen çarpık kentleşme derenin 123 etrafındaki verimli toprakların kısa sürede beton yığınlarına dönüşmesine neden olmuştur. Dere kenarına yapılan fabrikaların atıklarına evsel atıklar ve lağım suları da karışınca bir zamanlarlın en göze mesire yeriş olan Kâğıthane deresi bir pislik yuvası haline gelmiştir. Günümüzde ise dere ıslah çalışmaları hızla devam etmektedir. Çok yakın zamanda Kağıthane deresi de betonların arasına sıkıştırılarak üstü kapatılacak bir dere daha yok edilmiş olacaktır. 7.4.1.5. Alibey Deresi : Kağıthane deresi ile aynı kaderi paylaşan dere yoğun bir yapılaşma tehdidi altından. Son yılarda her yağmurdan sonra gündeme gelen derenin üstüne kurulan evleri sürekli su basmaktadır. Bu su baskınları sayesinde bir çok kişi yaşamını kaybetmiştir. İski tarafından yapılan çalışmalarla derenin en çok sel alan kesimine 15 metre genişliğinde ve 3.5 metre derinliğinde bir dere yatağı inşa edilmektedir. Dere üzerinde yapılan ıslah çalışmaları sona erdiği zaman İstanbul bir deresini daha kaybedecektir. 7.4.1.6. Ayamama Deresi: Uzunluğu 50 km civarında olan dere Küçükçekmece ve bakırköyden geçerek Marmara denizine dökülür. 1960 lı yılarlına başında içinde yüzülecek kadar temiz olan derenin günümüzde varlığı bile belli değil. Sadece uzun dönemli yağışlardan sonra ortaya çıkan sellerle anımsanmaktadır. Yaklaşık 10 km lik kısmı islah edilerek üstü örtülen derenin yakında tamamen ıslah edilerek yok olan dereler arasına girmesi kaçınılmazdır. Son yıllarda meydana gelen ve büyük can ve mal kayıplarına yuol açan sellerin büyük bir çoğpunluğu Ayamam deresi üzerinde olmuştur. 7.5. İstanbul’un Yok Edilen Dereleri İstanbul kenti içinde irili ufaklı bir çok dere bulunmaktadır. Bu dereler önce kirletilerek birer pislik yuvası haline dönüştürülmüş sonra da ıslah çalışması adı altında üstleri örtülerek yok edilmiştir. Sarıyer’de bu gün otobüs duraklarının bulunduğu yerde 5-6 metre yüksekten dökülen şelale Sarıyer dere ile birlikte yol edilmiş durumda. Bir zamanlar yağmur yağdığı zaman tüm Sarıyer’e korku salan dere, üzerinden yolgeçen bir kanalizasyon sistemine dönüşmüş durumda. İstinye deresinin de hali de farklı değil. Baltalimanı dere de asfaltla örtülmüş durumda. Oysa bir zamanlar şairlerin Menekşe Vadisi dedikleri vadiye hayat veriyordu. Şimdi boğaza İstanbul’un pisliklerini taşıyan bir kanalizasyondan ibaret. Beşiktaş derenin taşması büyük korkular yaratırmış. Oysa şimdi böyle bir derenin varlığından bile 124 kimsenin haberi yok. Dereboyu caddesinden akan Ortaköy derenin üzerinde 1970 li yılların başına kadar tahta köprüler kullanılırdı. Bu köprülerle apartmanlara gidilirdi. İstanbul’da yaşayanların çok iyi bildiği Büyükdere caddesi de adını buradan akan bir dereden almıştır. İstanbul’un en önemli özelliği bir su şehri olmasıydı. Denizleri, gölleri ve yüzlerce deresiyle bir su cenneti olan kent binlerce yıl bu zenginliğin olanaklarından yararlanmıştır. İstanbul bu özelliğiyle sadece imparatorlukların değil suyun da başkentiydi. Suyun yarattığı mucizeler kentin hareket alanının ve kapasitesini inanılmaz boyutlara ulaştırmıştır. Bu gün suyun bu denli hor kullanılmasına karşın bu özelliğini yine de sürdürmektedir. İstanbul binlerce yıl su kaynaklarını, derelerini ve denizlerini korumayı bildi. Yapılaşmanın büyümesine bağlı olarak eskiden de bir takım olumsuzluklar yaşanmasına karşılık asıl problem 1950 li yılardan itibaren başlamış ve çarpık kentleşme uğruna doğa vahşice katledilmiştir. Bu çarpık gelişmeden su kaynakları ve su havzaları çok etkilenmiştir. Sanayileşme ve modernleşme çabaları en büyük darbeyi İstanbul’un su Kaynaklarına vurmuştur. Adına ilerleme denilen süreç İstanbul’un suyunu kısa sürede kuruttu. Denizlerini yaşanmaz hale getirdi. Denizlerini koruyamayan kent kısa sürede derelerini de yok etti. Kimini kirletti kimin de betonların altına gömdü. İki önemli kaynağın yok edilmesinden sonra sıra üçünü önemli kaynağa doğal ve yapay gölere geldi. Eğer önlem alınmazsa bu doğal ve yapay göller de kısa sürede modernleşmeden (!) nasibini alacaklar. Bir zamanlar dereleri kurutan zihniyet şimdi de su havzalarına dadanmış durumda. Yer altı suları da artık iyice azalmış durumda. Özet olarak İstanbul böyle giderse hızlı bir nüfus azalmasına uğrayacaktır. Doğayı ve doğanın bize sunduklarını yok etmek mümkün değildir. Gün gelir onlar eski yerlerini tekrar alırlar. Uygar insanlar olarak yapmamız gereken tel şey doğanın kurallarına uygun olarak ve onunla barışık yaşamaktır. Doğanın da yok oluyorum diye bir kaygısı olmadığını jeolojik süreç boyunca canlılar çok görmüştür. Çünkü her zaman yok olan doğa değil canlılar olmuş, doğa kendi halinde gelişimine davam etmiştir. Hem de daha önce yaşayan canlıların özlemini hiç duymadan. Bize de düşen İstanbul’un su kaynaklarını korumak için zaman kaybetmeden çalışmalara başlamak olmalıdır. Yoksa kısa sürede geri dönülmez bir süreç başlayacaktır. 125 7.6.Osmanlı Döneminde İstanbul Selleri İstanbul Osmanlı döneminde de sellerle boğuşmuştu. Ancak 450 yılda meydana gelen sel felaketi son 20 yılda İstanbul´un maruz kaldıklarından daha azdır Osmanlı döneminde İstanbul´da meydana gelen ilk büyük sel felaketi Kanuni Sultan Süleyman zamanında 24 Ağustos 1553´te meydana geldi Bir ramazan gecesi Kâğıthane´de meydana gelen sel yüzünden yerleşim yerleri, bostanlar harap olmuştur. Harman zamanı olduğundan zarar büyüktür. Sel o kadar şiddetliydi ki büyük ağaçları söküp Boğaz´a sürüklemişti. Dönemin tarihçileri Galata önlerinin direkler, ağaçlar, ot arabalarıyla dolduğunu, ihtiyacı olanın aldığını yazar. 1563´te meydana gelen sel Haliç kıyıları, Galata sırtları, Boğaz´a yakın yerler, Halkalı Silivri, Küçükçekmece ve Büyükçekmece´yi adeta savaş alanına çevirmişti. Kağıthane´de seller çınar ağaçlarının tepelerine kadar yükselmiş, yüksek bir yerde olmasına rağmen Eyüp Sultan Türbesi´nin içi de sel sularıyla dolmuştu. Kanuni Sultan Süleyman bile bu selde boğulmaktan zor kurtulmuştur. Sel 1750 yılında İstanbul´a zarar verdi. Ancak 1789´daki sel büyük bir felaketti. Feridun Emecen tarafından yayınlanan Taylesanizâde Hâfız Abdullah Efendi Tarihinde bu sel teferruatlı olarak anlatılır. Üçüncü Selim tahtta çıktıktan yaklaşık altı ay sonra, 23 Ekim 1789 Perşembe günü ve ertesi Cuma günü İstanbul´a çok yoğun yağmur yağmıştır. Fatih, Eminönü, Kasımpaşa, Galata, Boğaziçi ve Üsküdar´daki sokaklar, pazarlar su ile dolmuştur. Yokuşlarda sel yüzünden yarıklar oluştu, ev ve hamamlar yıkılmıştır. Üsküdar´da Valide Camii´nin avlusu merdivenlerin en üst basamağına kadar sel suları ile dolmuş, dükkânlar su içinde kaldığı için esnafın malları sel suları içinde yüzmüştür. Hamamlarda birçok kişi mahsur kalmıştır. Duvarları delinip içeride kalanlar ancak bu şekilde kurtarılabilmiştir. Sel suları mezarları tahrip ettiğinden, kemikler etrafa saçılmıştır. Boğaziçi´nde 45 ev sular altında kalmış, . Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy ve Beylerbeyi´ndeki dükkânlar ve evler yıkılıp denize sürüklenmiş ve 64 kişi hayatını kaybetmiştir. 126 Birçok ev ve dükkân harap olmuştur. Tarihçiler yağmurun tadının normal yağmur suyu gibi olmayıp deniz suyuna benzediğini söylerler. İkinci Mahmud döneminde, 19 Haziran 1811 günü sabah namazından sonra aniden bastıran yağmur, Beşiktaş, Kasımpaşa gibi bölgelerde evleri ve dükkânları yıkmış, Kasımpaşa´da 5-6 kişi sel sularında boğulmuştur. 7.7. Osmanlı Talihinin En büyük Sel Felaketi Tarihimizdeki en büyük sel felaketi 12 Haziran 1908´de Tokat´ta yaşanmıştır. Sekiz, dokuz mahalle ve bazı bağlar selden perişan olmuş, . 6´sı cami, 6´sı han ve otel, 4´ü mektep, 2´si medrese, 2´si hamam olmak üzere 459 bina ya tamamen ya da kısmen harap hale gelmiştir. İlk tespitlerde halktan 208, askerden de 15 kişi olma üzere 223 kişi boğulmuştur. Ancak verilen zayiat bundan çok fazlaydı. Sel felaketi üzerine yazılan destanlarda insan kaybı 2 bin olarak gösterilmektedir. Tokat´ta sonraki yıllarda da sel baskınları olmuştur. Ancak 1955´te Orman Bakanlığı Erozyonla Mücadele ve Mera Islahı Tatbikatı Grup Müdürü olarak Tokat´ta görevlendirilen Kemal Aşk, yağmuru düştüğü yerde tutmak gerekir diyerek Tokat´ın çevresindeki dağları ağaçlandırmış ve yaptığı çalışmaların sonucunda Tokat´ta sel baskınları sona erdmiştir. Kemal Aşk ´Tokat´ı selden kurtaran adam olarak tarihe geçmiştir. 7.8. Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sel Felaketi Cumhuriyet döneminde en fazla can kaybının verildiği sel felaketi 11 Eylül 1957´de Ankara´da meydana geldi. Hatip Çayı Vadisi´nin yerleşime açılması yüzünden çayın taşkın kapasitesi azalmış, havzanın doğal dengesi bozulmuştu. Meydana gelen selde 169 kişi hayatını kaybetmişti. Dere yataklarının yerleşime açılmasının nelere mal olacağını bu olay çok açık bir şekilde gösterse de hem Ankara´da hem de İstanbul´da dere yatakları yerleşime açılmaya devam etmesi bu olaylardan ders almadığımızı göstermektedir. 127