Başkanlık Sistemi Hakkında Birkaç Not

advertisement
Başkanlık Sistemi
Hakkında Birkaç Not
nın ardından yeni kıtada sorulan ilk soru büyük
bir ihtimalle; “Bundan sonra biz ne yapacağız,
kendimizi nasıl yöneteceğiz?” sorusu olacaktır.
Elbette ki bu soruya cevap ararken Amerikalıların aslında üzerinde tartıştıkları, olumlu
ve olumsuz özellikleriyle birlikte İngiltere’den
başkası değil. Kurdukları sistemin temelde İngiltere’ye yönelik itirazlardan beslendiğini söylemek bu yüzden yanlış değil.
Türkiye yeni hukuk ve yeni anayasal
düzen arayışına girerken, Başkanlık sisteminin
tartışma konusu olması kaçınılmazdır. Bu sistemin gittikçe hızlanan gelişmeler karşısında çok
karmaşık, yavaş kararlar alan, ancak istikrarı da
garanti etmeyen bir parlamenter hükümet sistemi karşısında ilgi odağı olması normaldir.
Bu yüzden de başkanlık sistemiyle ilgili
bazı notları paylaşmakta yarar vardır.
Bu notlardan bir tanesi şudur: Başkanlık
sistemi tarihsel olarak ortaya çıkmış, yani yeni
başlangıçlar zamanındaki zorunluluklardan
doğmuştur. Yeni başlangıçlar ve zorunluluklardan söz ediyorsak, elbette ki başkanlık sisteminin en başarılı örneği olan Amerika Birleşik
Devletleri’nden söz ediyoruz. Fransa ile giriştiği sömürge savaşının yarattığı bütçe açığını kapatmak için çaya vergi koyan ve kolonilerdeki
vergi oranlarını kendi kafasına göre binlerce mil
uzaktan, İngiltere’den düzenleme iddiasındaki
bir Kral’a ve onu onaylayan lordlar meclisine
karşı, başta sırf vergiye itiraz olarak başlayan ve
sonradan kendi kaderini tayin hedefine yönelen
bu savaş, nihayetinde 13 Koloninin İngiltere ile
tüm bağlarının kopmasına ve yeni bir devletin
doğmasına yol açmıştır. Bu savaşın kazanılması-
“Peki, seçilmiş bir kral oluşturduk ve seçtik. Yani hanedanlığa geçit vermedik. Peki, onu
nasıl dengeleyeceğiz?” sorusu bu defa zihinleri
meşgul ediyor. Akla gelen aktör elbette ki aynen
İngiltere’de olduğu gibi Parlamento oluyor. Ancak İngiltere parlamentosunun olumsuz nitelikleri de hemen masaya yatırılıyor. Nedir bunlar?
Bir kere İngiltere’de kral, nasıl hata yapmaz bir
egemen olarak telakki ediliyorsa, yani yönetilenler karşısında mutlak bir güce sahipse, aynı
şey parlamento için de geçerli. Hatırlayalım bugün dahi “parlamento kadını erkek, erkeği kadın yapma dışında her konuyu düzenleyebilir”
denebiliyor. Yani yönetilenler karşısında yasama
organı olarak parlamentonun konumu aynen
kralda olduğu gibi mutlak. Zaten İngiltere’deki
meclisin üstünlüğü ilkesi buradan geliyor. Kralın da esasen soylular içinden zamanla ayrışıp
(*) Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, AK Parti MKYK Üyesi.
175
YENİ TÜRKİYE 51/2013
Osman Can*
Devletin başında güçlü birileri olmalı.
Krallık gibi işler görebilecek bir makama karşı
çok fazla bir eleştiri yok; ama problem şu: Kral
hem uzakta, hem de “The King do not wrong”,
yani “Kral hata yapmaz” anlayışı gereği sorgusuz sualsiz yönetebiliyor. Ayrıca yetkisini de
yönetilenlerden almıyor. Tabii onu dengeleme
iddiasındaki parlamento; ki o da Kral gibi soylulardan oluşan bir heyetten öte bir şey değil.
Üstelik mesele soylular arası çıkar çatışmasıyla
ilgili olmadığı sürece Kral ile parlamento dışa ve
özellikle kolonilere karşı daima birlikte hareket
ediyor. O halde öyle bir şey yapılmalı ki devletin
başındaki kişi kral gibi yine güçlü olsun, ama
hem dengelensin, hem de yönetilenlerin iradesine dayansın, onlara hesap versin, yani seçimle
işbaşına gelsin. Dolayısıyla esasen bir nevi seçilmiş krallık düşünülüyor.
YENİ TÜRKİYE 51/2013
176
yükselen bir soylu olduğunu unutmamak gerekir. O halde, aynen İngiltere’de olduğu gibi,
yasama yetkisi kralda olmamalı, parlamentoda
olmalı, ama parlamento sadece parlamenterlerin
çıkarı söz konusu olduğunda değil, halkın çıkarları için kralı dengelemelidir. Bunu da parlamentonun halkın iradesine dayandırılması, yani özgür
seçimle oluşturulmasıyla sağlamak mümkündür.
Bu şekilde İngiltere’de olduğu gibi hem güçlü devlet başkanı, hem de güçlü parlamento
yaratılmış oluyor. Ama bunların güçlü oluşları
sadece kendi yetki alanlarında, yani yürütme
ve yasama alanlarında sınırlı oluyor. Üstelik her
iki temel erkin soylulardan oluşmasının önüne
geçerek denge bizatihi topluma dayandırılarak
gerçekleştiriliyor.
sızlığını kazandı. İngiliz sistemi nasıldı? Elbette
ki merkeziyetçiliğin egemen olduğu bir sistemdi. Oysa yeni kıtadaki yerleşimciler zamanla 13
tane koloni oluşturmuş ve bu koloniler hem
birbirlerine karşı, hem de İngiltere’ye karşı
belirli bir ölçüde özerk siyasi yönetimler oluşturmuşlardı. Kendi düşmanları olan İngilizler
gibi yapmayacak ve ona benzeyip aynı hataya
düşmeyeceklerdi. Bu yüzden merkezi yapıyı,
yani federasyonun teşkilat yapısını belirledikten
sonra, merkezi de güçlü yerel ve federal yapılarla dengelediler. Bu dengenin bir ifadesi olarak
da yasama organını (Kongre) iki kanatlı hale
getirdiler. Temsilciler meclisi doğrudan genel
seçimle seçilirken, Senato ise eyalet yasamalarının gönderdiği temsilcilerden oluşturuldu.
Bir de yargı sistemine bakalım: İngiltere’de yargı yetkisi yine lord sıfatına sahip iyi
eğitimliler tarafından kullanılıyor. Yani yargı
aristokratik bir iktidar kullanımından başka bir
şey değil. Bir kişinin suçlu olup olmadığına, halkın içinde olmayan, halka karışmayan ve onun
hayatının gerçekliğinden haberdar olmayan
birileri karar veriyor. Dolayısıyla aslında adalet
dağıtılmıyor. Yargı, soylular sınıfının sahip olduğu anlayışın ve adetlerin orta ve alt sınıfını
baskılaması ve onlar nezdinde meşrulaştırılması
işlevi görüyor.
Dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus da şu;
Şimdi 13 koloniye başka bir yönden bakalım. Yeni kıtaya göç edenler soylular değil,
tam tersine orta-alt sınıflara mensup insanlar.
Yeni devlet oluşturulurken nasıl bir yargı sistemi kurulmalı? Elbette yine İngiltere’ye bakılıyor. Bilgi sahibi soylu bir kişinin yargıçlık sıfatına temelde itiraz yok, ama onun tek başına
adalet dağıtacağına inanç da yoktur. Böylece
mahkeme idaresi yargıca bırakılıyor, ama adalet
dağıtmayı, yani kişilerin suçlu olup olmadığına ilişkin kararı halkın her kesiminden seçilen
temsili niteliği bulunan bir jüri veriyor. Savcı ve
yargıçların pek çoğu doğrudan halk tarafından
seçiliyor. En üst yargı kurumu olan temyiz mahkemesi üyeleri ise başkan tarafından atanıyor
ve kongre tarafından onaylandıktan sonra göreve başlıyor.
Bir de dikey erkler ayrılığına bakalım:
Amerikalılar İngilizlere karşı savaşarak bağım-
13 koloni sakinleri İngiltere’ye karşı
hangi saiklerle savaştı ise, bu anayasal düzenin
oluşumunda da o saiklerin temel oluşturacağını beklemek yanlış olmaz. Peki, hangi saiklerdi
bunlar?
Bunların başında mülkiyet geliyor. Bu
insanlar zenginleşmek, karınlarını doyurmak
ve kendilerine yeni bir hayat kurmak için Avrupa’yı terk etmiş ve büyük risklere girerek bilmedikleri yepyeni bir dünyada ayakta durmaya çalışmışlar. Yüz yıldan fazla İngiltere’ye zenginlik
aktarmış ve vergi vermişler. Nihayetinde İngiltere’nin bu yöndeki ağırlaşan taleplerine isyan
edip yeni devlet kurmuşlar.
Öte yandan bu insanları Avrupa’dan
uzaklaştıran diğer bir etken de inanç ve mezhep kavgalarıydı. 16. ve 17. Yüzyıl mezhep kavgalarının Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllar oldu.
Avrupa’da Katoliklikten zulüm gören Protestanlar, Protestanlıktan zulüm gören Katolikler,
Anglikanlardan zulüm gören Katolik ve Püritenler baskı göremeyecekleri ve herkesin kendi
inançlarını yaşayabilecekleri yeni bir dünyaya
yelken açtılar. Dolayısıyla temel ihtiyaç olduğu
için din ve inanç konusunda en ufak bir tasarruf, yetki ve gücüne sahip olamayan bir yapı
oluşturmalıydı. Bu nedenle belirli bir ideolojiye, dine, mezhebe veya etnik kimliğe ve kültüre
Bu ayrıca şundan gerekliydi: Amerika
kıtası homojen bir kıta değil, yerlileri bırakalım
bir kenara, onlar tasnif dışı. İtalyan, İrlandalı
ve İspanyol nüfus da var. Amerika bağımsızlık
savaşının kazanıldığı tarihte dahi, şu anki ABD
dediğimiz toprakların neredeyse 2/3 İspanyolların elindeydi. Ve Amerika bağımsızlığını kazandıktan sonra o alanlara doğru genişledi. Böylece Kaliforniya gibi hispanik, yani İspanyolca
konuşulan bölge ve topluluklar da ABD’nin
parçası haline geldi. Bunun sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesi, elbette yeni anayasal düzenin
bu bahsettiğimiz özelliği sayesinde oldu.
Bu ihtiyaçlar nedeniyle ideolojik ve etnik referanslardan uzak, pragmatikliği, esnekliği ve liberalliği sayesinde kutuplaşmalara ve
parçalanmalara izin vermeyen bir sistem ortaya
çıktı. Tüm bu noktaların ABD’deki başkanlık
sistemini başarıya ulaştıran hususlar olduğu
inkâr edilemez. Bu şekilde ülkeyi yönetecek ve
dışa karşı güçlü birlik oluşturacak kadar güçlü,
ama eyaletlere ve özgürlüklere tehdit oluşturmayacak nitelikte bir sistem kurulmuş oldu. Bu
yüzden İngiliz Devlet Adamı William E. Gladstone, Benjamin Franklin’in 1787’de yetersiz
olarak gördüğü ABD Anayasası ve anayasal
düzeni için “Belli bir zamanda insan zeka ve
amacının ortaya çıkardığı en harikulade yapıt”
ifadesini kullanır.1
Gerçekte hiç klasik parlamenter deneyimi bulunmayan Türkiye’de yeni anayasa ve
anayasal düzen arayışı içindeyken benzer şekilde yeni başlangıç için yeni sorular sorma zamanı gelmiş bulunmaktadır. Türkiye tarihinde bu
bir defa gerçekleşti. 1920 Meclisi “nasıl kurtulacağız ve bunun için nasıl bir devlet aygıtına
ihtiyacımız var” sorusunu sormuştu. Bu soruya
demokratik temsilcilerin özgür iradesi “1921
Anayasası” biçiminde cevap verilmişti. Ancak
1921 Anayasası’nın üzerine oturduğu paradigmayı ayakta tutacak kadar güçlü toplumsal ve
siyasal dinamikler olmayınca, kısa sürede 1.
Meclis ve ardından da 1921 Anayasası yok edil-
di. Sonrasında günümüze kadar gelen süreçte
soruyu soran ve cevabını veren de hep bürokratik seçkinler sınıfı oldu.
Bugün toplum yeni sorular sormakta,
buna ilişkin cevaplar aramakta, dünden farklı
olarak bulacağı cevabı hayata geçirebilecek toplumsal ve siyasal dinamikler üretmiş durumdadır.
Yeni başlangıç ve yeni sorulara cevap ne
olacaktır? Hükümet modeli tartışması burada
kilit öneme haizdir.
Başkanlık ve parlamenter sisteme ilişkin
bazı karşılaştırmalar yapalım: Başkanlık sistemleri doğası gereği cumhuriyetçidir, zira devletin
başı seçimle iş başına gelmek zorunda. Ama
parlamentarizmin çıkış kaynağında monarşizm
vardır. İngiliz Monarşizminin ortaya çıkardığı bir yapıdır. Orada Krallığı kaldırma iradesi
yoktu. Zira kraliyet Fransa’dakinin aksine gelişmelere karşı direnmeyip uyum sağladı. Bu
nedenle orada demokrasi mücadelesi, kralı sadece devletin sembolik başı olarak kabul edip,
esas yetkinin yani yasama ve yürütme yetkisinin
parlamentoya ve onun içinden çıkan, meşruiyetini ona dayandıran hükümete devretmeye yoğunlaştı. Bu şekilde monarşinin varlığı, zorunlu
olarak iki başlı yürütmeye yol açtı. 1215 tarihli
Magna Charta’dan bugüne parlamentarizmin
serüveni böyle. Yani parlamenter sistemler demokratiktir, ama cumhuriyetçi olmak zorunda
değil. Başkanlık sistemi ise, monarşinin geçerli
olmadığı bir siyasal toplumda görülen ilk demokratik model oldu.
Yargıda demokratik meşruiyet, başkanlık
sisteminde hayati bir noktadır. Yargı yetkisi de
topluma ait yetki olması nedeniyle ya toplum
tarafından doğrudan doğruya ya da toplumun
meşru temsilcilerinin tarafsızlığı sağlayacak atama usulleriyle kullanılabilecek olan bir yetkidir.
Örneğin eyaletlerin bir kısmında mahkeme
başkanları ya da savcılar seçim yolu ile iş başına
gelmekte. Ceza mahkemelerinde doğrudan katılımın bir imkânı olarak jüri sistemi vardır. Jüri
sistemi nasıl bir sistemdir? Toplumun çok farklı
(1) http://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/abd-anayasasi.pdf
177
YENİ TÜRKİYE 51/2013
referans vermeyen, siyasal işleyişi çok geniş bir
liberal çerçevede mümkün kılan, hayatın her
alanını düzenleme iddiasında olmayan bir çerçeve anayasanın inşası gerekliydi.
Download