BURCU ZENGİN MALİYE ANABİLİM DALI MALİYE BİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN YÖNETİLMESİNDE TOBİN VERGİSİ VE TÜRKİYE AÇISINDAN UYGULANABİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ BURCU ZENGİN HAZİRAN 2015 MALİYE ANABİLİM DALI MALİYE BİLİM DALI HAZİRAN 2015 KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN YÖNETİLMESİNDE TOBİN VERGİSİ VE TÜRKİYE AÇISINDAN UYGULANABİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Burcu ZENGİN YÜKSEK LİSANS TEZİ MALİYE ANABİLİM DALI MALİYE BİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HAZİRAN 2015 iv KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN YÖNETİLMESİNDE TOBİN VERGİSİ VE TÜRKİYE AÇISINDAN UYGULANABİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ (Yüksek Lisans Tezi) Burcu ZENGİN GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Haziran 2015 ÖZET Küreselleşmenin getirdiği en büyük sonuçlardan biri de krizlerin küreselleşmesidir. Küreselleşmeyle birlikte, sermaye hareketlerinin sınır tanımadan ilerlemesi, belirsizlik veya istikrarsızlık gibi değişkenlerin kriz sebepleri arasında sayılmasına neden olmuştur. Güven kaybı durumunda yabancı sermayenin ülkelerden ani çıkışları, bu sermayeyle devam eden kamu borçlarının ve cari açıkların bir anda sürdürülebilirliğini düşürmüş ve krizler ortaya çıkmıştr. Bu krizlerden kaçınmak amacıyla sermaye kontrolleri uygulamaları ileri sürülmüş, bunlardan da Tobin vergisine öncelik verilmiştir. Tobin vergisi, bütün döviz kuru işlemlerine uygulanmak üzere standart, düşük bir oranda uygulanan bir işlem vergisidir. Tobin vergisinin avantaj ve dezavantajları üzerine birçok görüş olmasına karşın, sermaye kontrollerinin uygulanması açısından getirdiği önemli avantajlar düşünüldüğünde Tobin vergisi’nin çeşitli ülkeler açısından önemli bir kriz önleyici yöntem olarak görüldüğü belirtilmektedir. Aynı sebeplerle, Türkiye’nin yapısal sorunları olan cari açığın ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin oransal olarak çok yoğun olmasının önü Tobin vergisi ile alınabilecektir. Bu çalışmada, Tobin vergisinin uygulama kararlarını etkileyen değişkenler, 14 ülkeyi ve 1995-2013 yılları arasını kapsayan panel regresyon analizi ile incelenmiştir. Sonuç olarak, Tobin vergisi kararını cari açık, borsa kapitalizasyonu, reel kurlar ve sermaye girişleri değişkenlerinin etkilediği bulunmuştur. Bilim Kodu Anahtar Kelimeler Sayfa Adedi Danışman : 1120 : Tobin vergisi, Sermaye kontrolleri, Kriz : 117 : Yrd. Doç. Dr. İsmail ENGİN v TOBIN TAX IN THE MANAGEMENT OF GLOBAL CAPITAL MOVIMENTS AND EVALUATION OF APPLICATION FOR TURKEY (Master Thesis) Burcu ZENGİN GAZİ UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES June / 2015 ABSTRACT One of the main results of globalization is “globalization of crisis.” In conjunction with globalization, capital movements flow boundlessly, variables as “uncertainty” and “instability” have been taken into account of reasons of crisis. Instant outflows of foreign capital based on loss of trust impacted sustainability public debts and current deficits, and crisis came up. To avoid from crisis, capital control practices were planned; Tobin tax was prioritized as one of those. Tobin is transaction tax that has been applied on all types of exchange rates in low-rate and standardly. Although there are many opinions on the advantages and disadvantages of Tobin tax, as considered of the advantages, coming along with the Tobin tax in terms of the application of capital controls, it is indicated as a crisis preventer method for several countries. High rational level of current deficit and short term capital movements, as Turkey’s structural problems, can be prevented thgough applying Tobin tax.In this study, factors affecting implementation of the Tobin tax was examined by panel regression analysis covering 14 countries and the years from 1995 to 2013.As a result, it was found that the current account deficit, stock market capitalization, the real exchange rate and capital flows affect decision Tobin tax. Science Code Key Words Page Number Supervisor : 1120 : tobin tax, capital controls, crisis : 117 : Assist. Prof. İsmail ENGİN vi TEŞEKKÜR Tez çalışmamda değerli katkılarıyla beni her zaman destekleyen, engin deneyim ve tecrübelerini benimle paylaşan danışman hocam Yrd. Doç. Dr. İsmail Engin’e, çalışmamın her aşamasında yardımlarını benden esirgemeyen İşletme bölümü Arş. Gör. Tuğçe Şimşek, Arş. Gör. Aybegüm Güngördü ve Arş. Gör. Cihat Erbil’e teşekkürü bir borç bilirim. Bu tez çalışmasını hayatım boyunca yanımda olacaklarını bildiğim ve desteklerini her zaman hissettiğim annem Nuran Zengin, babam Nevzat Zengin ve kardeşim Burak Zengin’e ithaf ediyorum. vii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ...................................................................................................................... iv ABSTRACT ............................................................................................................. v İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ vii ÇİZELGELERİN LİSTESİ ....................................................................................... ix ŞEKİLLERİN LİSTESİ ............................................................................................. x SİMGELER VE KISALTMALAR ............................................................................. xi 1. GİRİŞ .................................................................................................................1 2. 1990 SONRASI KRİZLERDE KISA VADELİ SERMAYE HAREKETLERİNİN ROLÜ ...........................................................................3 2.1. Kriz Kavramı ................................................................................................ 3 2.2. Krizlerin Nedenleri ........................................................................................ 6 2.3. Krize Sebep Olan Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin İktisadi Analizi ........ 8 2.4. 1990 Sonrası Türkiye ve Dünyada Krizler ve Sermaye İlişkileri ................... 9 2.4.1. Küresel Krizler ve Sermaye İlişkileri .......................................................9 2.4.1.1. 1994 Meksika Krizi .......................................................................... 9 2.4.1.2. 1997 Asya Krizi ............................................................................. 12 2.4.1.3. 1998 Rusya Krizi ........................................................................... 16 2.4.1.4. 1999 Brezilya Krizi ........................................................................ 18 2.4.1.5. 2001 Arjantin Krizi ......................................................................... 20 2.4.2. Türkiye’deki Krizler ve Sermaye İlişkileri ..............................................23 2.4.2.1. 1994 Krizi ...................................................................................... 25 2.4.2.2. 2000-2001 Krizi ............................................................................. 29 2.4.3. 2008 Küresel Kriz ............................................................................ 33 2.5. Krize Karşı Çözüm Önerileri....................................................................... 37 3. KRİZLERE KARŞI UYGULANACAK POLİTİKALAR ...........................41 3.1. Sermaye Hareketlerinin Kontrol Altına Alınması ........................................ 43 3.1.1. Sermaye Kontrolleri Süreci ...................................................................47 3.1.2. Sermaye Hareketlerinin Kontrol Edilmesinin Amacı .............................48 3.1.3. Sermaye Hareketlerinin Kontrollerinin Türleri .......................................50 3.1.3.1. Doğrudan Sermaye Kontrolleri Kavramı ....................................... 50 3.1.3.2. Dolaylı Sermaye Kontrolleri Kavramı ............................................ 50 3.1.4. Dünya’da Uygulanan Sermaye Kontrol Yöntemleri ..............................51 viii Sayfa 3.2. Maliye Politikaları ....................................................................................... 57 3.3. Para Politikaları .......................................................................................... 57 4. TOBİN VERGİSİ ...........................................................................................59 4.1. Tobin Vergisi Kavramı ................................................................................ 59 4.2. Tobin Vergisinin Uygulanma Amacı ........................................................... 61 4.3. Tobin Vergisinin Uygulanışı ....................................................................... 62 4.4. Tobin Vergisi Uygulamaları ........................................................................ 64 4.5. Tobin Vergisi İle İlgili Eleştiriler .................................................................. 66 4.5.1. Olumlu Görüşler ...................................................................................66 4.5.2. Olumsuz Görüşler ................................................................................68 4.6. Türkiye’de Tobin Vergisinin Uygulanabilirliği .............................................. 70 5. MODEL ...........................................................................................................79 5.1. Panel Veri Analizi ....................................................................................... 79 5.2. Panel Veri Analizi Çeşitleri ......................................................................... 80 5.2.1. Sabit Etkili Modeller ..............................................................................80 5.2.2. Rassal Etkili Modeller ...........................................................................81 5.2.3. Hausmann Spesifikasyon Testi ............................................................81 5.3. Literatür ...................................................................................................... 82 5.4. Çalışmanın Amacı ve Kısıtları .................................................................... 83 5.5. Çalışmanın Verileri ..................................................................................... 84 5.6. Çalışmanın Değişkenleri ............................................................................ 84 5.7. Çalışmanın Bulguları .................................................................................. 87 6. SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER .......................................................95 KAYNAKLAR .......................................................................................................105 ÖZGEÇMİŞ .........................................................................................................116 ix ÇİZELGELERİN LİSTESİ Çizelge Sayfa Çizelge 2.1. Meksika kriz öncesi temel ekonomik göstergeleri (1986-1993) ............. 10 Çizelge 2.2. Meksika kriz sonrası temel ekonomik göstergeleri (1994-2003) ............ 12 Çizelge 2.3. Güneydoğu Asya ülkelerinin kriz öncesi ve sonrası dönemde sermaye akımlarının ve cari açıkları.................................................................... 14 Çizelge 2.4. Rusya’nın seçilmiş ekonomik göstergeleri ve sermaye hareketleri (1994-2001) .......................................................................................... 17 Çizelge 2.5. Brezilya ekonomisine ait temel makroekonomik göstergeler ................. 19 Çizelge 2.6. Arjantin’in 1990-2001 (kriz öncesi) yılları arasındaki makroekonomik göstergeleri (Milyon $) .......................................................................... 21 Çizelge 2.7. Arjantin’in 1999-2004 (kriz sonrası) yılları arasındaki makroekonomik göstergeleri........................................................................................... 22 Çizelge 2.8. 1992-1996 Dönemine ait Türkiye’de kısa vadeli sermaye hareketleri (Net, Milyar dolar) ................................................................................. 26 Çizelge 3.1. Bazı Ülkelerdeki Sermaye Hareketleri Kontrollerinin Uygulanması ....... 53 Çizelge 4.1. Tobin Vergisi’nin Yıllık Efektif Oranı ...................................................... 63 Çizelge 4.2. Dünyada Tobin Vergisi Benzeri İşlem Vergileri ...................................... 65 Çizelge 4.3. Sermayenin Vergilendirilmesi Sonucu Oluşacak Vergi Geliri ................. 67 Çizelge 5.1. Değişkenler............................................................................................ 85 Çizelge 5.2. Çalışmada kullanılan değişkenler .......................................................... 86 Çizelge 5.3. Sabit etkili model ................................................................................... 88 Çizelge 5.4. Rassal etkili model ................................................................................. 88 Çizelge 5.5. Gecikmeli değerlerle rassal etkili model................................................. 89 Çizelge 5.6. Gecikmeli değerlerle sabit etkili model .................................................. 90 x ŞEKİLLERİN LİSTESİ Çizelge Sayfa Şekil 2.1 Kriz çeşitleri ..................................................................................................5 Şekil 2.2. Türkiye'nin 1992-2005 yılları arasındaki büyüme ve kısa vadeli yabancı sermaye yatırımları arasındaki ilişki .......................................................... 33 Şekil 3.1. Sermaye hesabı ve krizler arasındaki nedensellik bağları ......................... 48 Şekil 4.1. Türkiye’ye gelen sermaye akımlarının karşılaştırılması ............................. 71 Şekil 4.2. Cari açığın yıllar itibariyle görünümü .......................................................... 72 Şekil 6.1. Gelişmekte olan ülkelere sermaye hareketleri (Milyar ABD Doları) ........... 96 Şekil 6.2. Gelişmekte olan ülkelerde seçilmiş göstergeler ......................................... 97 Şekil 6.3. Cari açığın finansmanı (Milyon ABD Doları) ............................................ 100 xi SİMGELER VE KISALTMALAR Bu çalışmada kullanılmış bazı simgeler ve kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur. Simgeler Açıklama Türk Lirası TL Dolar $ Kısaltmalar Açıklama AB Avrupa Birliği BIS Bank for International Settlement IMF International Money Fond KİT Kamu İktisadi Teşebbüsü MB Merkez Bankası 1 1. GİRİŞ Küreselleşen dünyada sermaye kavramı önemini artırmıştır. Öyle ki artık sermayenin herhangi bir reel ekonomik mal ve hizmetle ilgisi olması gerekmemektedir. Bunda sermayenin kalkınmanın öncülü olarak görülmesinin payı büyüktür. Az gelişmiş ülkelerin kalkınma sürecindeki en büyük sıkıntısının sermaye darlığından kaynaklandığı ve kısa vadeli borç finansmanında bu tür sermaye hareketlerinin daha bir önem kazandığı bilinmektedir. Gelişmiş ülkelerin ise, fon fazlasını daha fazla kar sağlayabilecekleri azgelişmiş ülkelerin pazarlarına kaydırması, uluslararası sermaye serbestisini savunanlar tarafından dünya fonlarının arz ve taleplerinin bir noktada dengeleneceği ve böylece ekonomik denge noktasına ulaşılacağı savıyla savunulmuştur. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve böylece ulusal sınırları aşarak uluslararası hareket etmesi krizleri tetiklemiştir. Sermaye serbestisini bir tabu olarak gören uluslararası kuruluşlar ve ülkeler bile sermayeyi kontrol altına almak için çeşitli yöntemler üzerinde çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Bunlardan en yaygın olarak kabul göreni ise, uluslararası sermaye hareketlerine vergi yönünden müdahale etmektir. Uluslararası sermaye hareketlerine vergisel müdahale yöntemlerinde biri olan Tobin vergisi, spekülatif işlemlerde kullanılan kısa vadeli sermaye akımları yerine yatırımı, üretimi ve istihdamı destekleyici uzun vadeli sermaye akımlarının yoğunlaşmasını amaçlamaktadır. Ancak, bu verginin uygulama sonuçları birbirinden farklıdır ve başarılı olması için gereken şartlardan biri olan küresel düzeyde uygulanması şu an için söz konusu değildir. Tobin vergisi ile ilgili araştırmalar sürmektedir. Çalışmanın amacı, 1995-2013 yılları arası 14 ülke verileri kullanılarak Tobin vergisi ve benzeri vergi uygulamalarını etkileyen değişkenleri değerlendirmektir. Bir başka 2 deyişle, Tobin vergisi ile sermayenin kontrolsüz giriş ve çıkışının engellenebileceğinden hareketle Tobin vergisi ve benzeri vergi uygulamalarını incelemek ve bu incelemeler ışığında Türkiye için değerlendirmeler yapmak amaçlanmaktadır. Bu çalışmanın ilk bölümünde, uluslararası sermaye akımları incelenmiş ve ülkelerde yarattığı etki değerlendirilmiştir. Buna göre, en güvenilir ve en kalıcı olan sermaye hareketi doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır. İkinci bölümde, uluslararası sermaye hareketlerinin kontrolü ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir. Kontrol kavramı, bu kavrama neden ihtiyaç duyulduğu, amaçlanan politikalar, dünyadaki uygulamaları çerçevesinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. Üçüncü bölümde, sermaye hareketlerini kontrol etmenin en güncel yöntemi olan Tobin vergisi açıklanmıştır. Tobin vergisi, kavramsal olarak tanımlandıktan sonra bu verginin amaçları, avantajları, dezavantajları, başarılı olması için gerekenler üzerinde durulmuştur. Ayrıca, Türkiye’de Tobin vergisinin uygulanabilirliği değerlendirilmiştir. Dördüncü bölümde, panel veri modeli ile sermaye kontrol kararları üzerinde etkili olan değişkenler incelenmiş ve bulunan sonuçlar ile bu kararların nasıl alındığı açıklanmaya çalışılmıştır. 3 2. 1990 SONRASI KRİZLERDE HAREKETLERİNİN ROLÜ KISA VADELİ SERMAYE 2.1. Kriz Kavramı Kriz kelimesi günlük konuşma dilinde çok kullanılsa da ortak bir kavram üzerinden farklı tanımlamaları mevcuttur. Bu tanımlamalardan önce kelimenin kökenine bakılması tanımlamalarda kolaylık sağlayacaktır. Buna göre, kriz kelimesinin etimolojik kökeni incelendiğinde, Yunanca “krisis” kelimesine dayanan bu sözcüğün, özellikle tıp biliminde çok yaygın bir kullanıma sahip olduğu ve genel olarak “aniden ortaya çıkan bir hastalık belirtisi” anlamına geldiği görülmektedir (Aktan ve Şen, 2001:1225). Kriz kelimesinin Türkçe anlamına da bakıldığında öncelikle bir organda birdenbire ortaya çıkan fizyolojik bozukluk olarak tanımlansa da ekonomi açısından çöküntü, bunalım ve buhran olarak ifade edilmekte ve bir ülkede veya ülkeler arasında, toplumun veya bir kuruluşun yaşamında görülen güç dönem olarak açıklanmaktadır (TDK, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5 3f88d795b0c75.25130668, 10.10.2013 tarihinde ulaşılmıştır). Ekonomik kriz, genel olarak herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya finans piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak ifade edilmektedir (Kibritçioğlu, 2001:175). Ekonomik kriz kavramı açıklanırken resesyon/durgunluk ve depresyon kavramları da kullanılmaktadır. Resesyon kavramı, ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması anlamına gelmektedir1. Buna karşılık ekonomik faaliyet daha önce ulaşılmış olan düzeye nispetle oldukça uzun bir süre düşük bir düzeyde kalıyorsa, bu durum depresyon olarak tanımlanmaktadır (Dura, 2009:2). Ekonomik krizlerde temel unsur, kabul edilebilir sınırların ötesinde şiddetli ve uzun nitelikteki ekonomik faaliyetlerdeki düşüşlerdir. Durgunluk, resesyon, enflasyon, deflasyon gibi farklı 1 Teknik anlamda resesyon, bir ekonominin birbirini izleyen iki çeyrek dönemde ekonominin küçülmesini ifade etmektedir. 4 kavramları içerse de, krizlerin belirleyici yönü süresi, büyüklüğü ve yarattığı etki olmaktadır. Eğilmez’e göre, ekonomik kriz tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarındaki büyük düşüş, yüksek oranlı işsizlik ve dolayısıyla yaşam standartlarının düşmesi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu tür ekonomik krizlere genellikle finansal piyasalardaki belirsizlikler ve hisse senedi fiyatlarındaki düşüşler ve yerli paranın yabancı paralara göre değerindeki düşüşler eşlik etmektedir. Bu durumun aksine bazen krizler doğrudan doğruya finansal sektörden kaynaklanabilmektedir. Yani krizler reel kesimden başlayıp finans kesimini vurabileceği gibi tam tersi de olabilmektedir (Eğilmez, 2009:48). Keynes krizi, yukarıya yönelen hareketin yerini aşağıya yönelen bir harekete ani ve şiddetli bir şekilde bırakması ve kural olarak tersi bir durumda (aşağıya yönelin hareketin yukarıya yönelmesi) keskin bir dönüm noktasının olmaması gerçeği olarak açıklamaktadır. Buna göre, ticari çevrim denilen süreçte ortaya çıkan kriz, tüketim eğilimindeki, likidite tercihindeki ve sermayenin marjinal etkinliğindeki dalgalanmaların bir sonucu olan iktisadi dalgalanmalarla birlikte ortaya çıkmaktadır (Keynes, https://ebooks.adelaide.edu.au/k/keynes/john_maynard/k44g/index.html, 10.10.2013 tarihinde ulaşılmıştır). Krizin genel tanımlamalarından birini yapan Kindleberger’e göre, kriz, çılgınlık, panik ve çöküş (manias, panics and crashes) adı verilen aşamalardan oluşan bir süreçtir. Bu süreç, konjonktürel genişleme sırasında yaşanılan çılgınlık aşamasıyla başlamakta ve bu aşamada yatırımcılar paralarını reel ve finansal varlıklara yatırmaktadır. Konjonktürün tepe noktasında ortaya çıkan panik aşamasında, ilk aşamanın tersine yatırımcılar paraya geri dönüş yapmaya çalışmaktadır ve sürecin son aşaması olan çöküş aşamasında ise, ilk aşamada büyük bir istekle yatırım yapılan varlıkların fiyatlarının düşmesiyle birlikte kriz süreci ortaya çıkmaktadır (Kindleberger ve Aliber, 2005:24-37). 5 Ekonomik krizler iki başlık altında incelenebilmektedir. Bunlardan ilki, reel sektör krizleridir. Reel krizler, mal-hizmet ve işgücü piyasalarındaki miktarlarda yani üretimde ve/veya istihdamda ciddi daralmalar (durgunluk ve/veya işsizlik krizi) biçiminde ortaya çıkmaktadır. Diğer bir kriz türü ise, finansal krizlerdir. Döviz ve hisse senedi piyasaları gibi finans piyasalarındaki şiddetli fiyat dalgalanmaları veya bankacılık sisteminde bankalara geri dönmeyen (batık) kredilerin aşırı derecede artması sonucunda yaşanan ekonomik sorunlar olarak ifade edilmektedir (Kibritçioğlu, 2001:175-176). Etkiledikleri sektörler bakımından yapılan bu ayrıma göre, reel sektör krizleri, üretimde ve/veya istihdamda önemli daralmalar şeklinde kendini gösterirken, finansal krizler ise ekonominin reel kesimi üzerinde tahrip edici etkiler yaratabilen ve piyasaların etkin işleyiş gücünü bozan finansal piyasa çöküşleri şeklinde etkilere sahip olmaktadır (Delice, 2003:59). Finansal kriz ve ekonomik kriz kavramları yapısal olarak farklılıklar içerse de, finans sektörü ile reel sektörün birbirinden bağımsız olmaması nedeniyle yaşanan krizler de birbirlerinin tetikleyici durumunda olmaktadır (Pusti, 2013:4). Şekil 2.1 Kriz çeşitleri Kaynak: Kibritçioğlu, 2001:176 6 2.2 . Krizlerin Nedenleri Krizlere çözüm getirebilmek adına öncelikle krizlerin nedenleri üzerinde durulmalı ve bu nedenlere yönelik çözümler türetilmelidir. Bu nedenlerden üzerinde en çok uzlaşılanı, ülkelerin yapısal sorunlarıdır. Yapısal sorunları, finans sektörünün kırılganlığı, geçiş ekonomilerindeki yapısal reformların zayıflığı, mali dengesizlikler gibi konularda kendini göstermektedir (Ateş, 2004:69). 2008 yılındaki Küresel Kriz’le birlikte tekrar canlanan bir diğer düşünce de, kapitalist düzenin doğası gereği kriz yarattığıdır. Buna göre, kapitalist düzende üretim kapasitesinin hızla artması, yığınsal üretime karşı, talebin, gelir dağılımı bozukluğu, piyasalardaki rekabet şeklinin de etkisiyle aynı hızda artmaması, geleceğe ilişkin belirsizlikler, dönem dönem kriz doğurmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, soğuk savaşın getirdiği arkeri harcamalar, zaman zaman bölgesel sıcak savaşlar, devletin sosyal harcamaları, krizlerin boyutunu sınırlı tutmuş, 1929 düzeyinde bir kriz yaşanmasını önlemiştir. Ancak, finans kapitalin giderek spekülatif bir sermaye haline gelmesi ve izlenen neo liberal politikalar günümüz krizinin boyutunu, 1950 sonrası krizlere göre büyütmüştür (Akgüç, 2009:8). Bu liberal politikaların, finans alanındaki uygulamaları krizlerin en önemli sebebi olarak gösterilmektedir. Finansal liberalizasyon, ülkelerin uluslararası sermaye akımlarına açık hale gelmesi, ekonomilerinin kırılgan bir duruma sokulması gibi sonuçlar doğurmakta ve krizlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Sarpkaya, 2009:10). Finansal liberalizasyon süreci, temelini neoklasik iktisattan almaktadır. 1970’li yıllardan itibaren, McKinnon ve Shaw, neoklasik finans teorisinin az gelişmiş ülkelere uygulanacak versiyonunu geliştirmiş, “finansal baskı”nın yani, faiz tavanları, yüksek rezerv oranları, seçici kredi politikaları gibi finansal piyasaların işleyişi saptıran hükümet politikalarının kalkmasının ve finansal derinleşmenin ekonomik gelişmeye katkısı olacağını, tasarrufları artıracağını ve daha etkin kaynak dağılımı sağlayacağını ileri sürmüşlerdir. Finansal serbestleşme, öncelikle makroekonomik istikrarın sağlanmasına bağlanmıştır. Ancak, bu koşul yerine getirildiğinde sermaye kaçışı korkusu yaşanmadan serbestleşme yaşanabilecektir 7 (Öztürk ve Kuşçu, 2010:11). Finansal liberalizasyon politikaları, her zaman olumlu sonuçlar vermemiştir. Örneğin, Latin Amerika’daki finansal baskı sürecinin bitip serbestleşmenin başlamasına yönelik uygulamalar, 1980’li yıllarda başarısızlıkla sonuçlanmış ve gerekli kurumsal düzenlemeler yapılmadan, gerekli makro ekonomik koşullar sağlanmadan finansal liberalizasyona geçilmesinin sakıncalarını göstermiş ve ülkeleri krizlere sürüklemiştir (Turgut, 2007:40). Bu noktada yapısal düzenlemeler tartışılmaya başlanmıştır. 1982’de Meksika’nın yaşamış olduğu borç krizine karşı ABD Hazine Bakanı Baker’ın 1985 yılında başlattığı yapısal uyum doktrini de bu sürecin sonucudur. Bu doktrin, IMF ve DB gibi uluslararası kuruluşların rolünü değiştirerek, onları düzenleyici konumuna sokuyor ve yapısal uyum programlarının uygulanmasında denetleyici bir rolü yüklüyordu. Bu doktrin, DB’da yöneticilik yapmış olan Williamson tarafından 1990 başlarında Washington Konsensüsü olarak adlandırılmıştır. Bu konsensüsün temel prensipleri; Mali disiplin, Kamu harcamalarında önceliklerin eğitim, sağlık ve altyapıya verilmesi, Vergi tabanını genişletmeye yönelik vergi reformu Piyasa tarafından belirlenen pozitif faiz oranları Rekabetçi döviz kuru Ticaretin liberalleşmesi Doğrudan yabancı yatırımlara açıklık Devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesi Deregülasyon veyahut rekabeti sınırlayan ve piyasaya girişi engelleyen düzenlemelerin kaldırılması Mülkiyet haklarının yasal güvenceye kavuşturulmasıdır (Şen, 2005:184,185). Bu uzlaşma, bu modelin getirdiği politikaları uygulayan gelişmekte olan ülkelerde, spekülatif sermayenin kontrolsüz dolaşımını sağlamış, söz konusu ülkeler aleyhine bozulan ticaret dengeleri, hadleri ve gelir dağılımını düzeltici hiçbir önlem 8 içermemekte ve ulusal ekonomilerin geleceği, yabancı girişimcilerle sermayeye teslim edilmiştir (Şeren, 2011:39). Washington Konsensüsü’ne getirilen en önemli eleştirilerden biri, küresel ekonominin son 20 yılını şekillendiren Washington merkezli kurumların, bu kurumların politilarını uygulayan Arjantin, Meksika, Türkiye gibi ülkelerin 1990’lı ve 2000’li yıllarda yaşadığı krizleri ve 2008 küresel ekonomik krizini öngörmemiş ve piyasanın kuralsızlaştırılmasına sessiz kalmış olmasınadır (Karakurt, 2011:32). Bir diğer eleştiri konusu, her ülkeye aynı formülün uygulanmasıdır. Aynı formülün uygulanması, aynı sonuçlara ulaşılmasını sağlamamıştır. Birçok ülke bu politikanın gereklerini uyguladıkları halde kalkınma sağlanamamış, sık sık yabancı sermayenin ülke dışına çıkmasıyla birlikte ödemeler dengesi krizleri yaşanmıştır. İlk uygulanma yeri olan Latin Amerika ülkelerinde, 1990’lı yıllarda başlayan toparlanma kısa süreli olmuş ve bu dönemdeki büyüme oranları, ithal ikameci ve merkezi planlamaya dayalı iktisat politikalarının uygulandığı 1950-1980 döneminin gerisinde kaldığından bu dönem “kayıp on yıl” olarak isimlendirilmiştir (Yıldırım, 2011:9). Konsensüse yönelik eleştirilerin en önemlisi, finansal serbesti sonucu ortaya çıkan “sıcak para” hareketlerinin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde krizlerin tetikleyicisi olmaları üzerinedir (Yıldırım, 2011:12). Uluslararası sermayenin gelişmekte olan piyasalar üzerindeki olumsuz etkisi, kontrol edilememesi sebebiyle iç ekonomik dengeleri sarsması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Özellikle sıcak para olarak tabir edilen kısa vadeli sermaye hareketlerinin ne zaman geleceği ve ne zaman çıkacağı konusunda hiçbir garantinin ve kontrolün olmaması, gelişmekte olan ve derinliği olmayan piyasalar için son derece tehditkâr bir durumdur (Atamtürk, 2003: 45). 2.3. Krize Sebep Olan Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin İktisadi Analizi Krizlerin ortaya çıkış nedenlerine baktığımızda tarihsel süreçte farklılıklar görmekteyiz: Örneğin krizler; XVIII. yüzyıla kadar daha çok savaş, finansal 9 spekülasyon, kıtlık gibi olaylara; XIX. yüzyıldan itibaren ise daha çok kapitalist ekonomilere özgü faktörlere bağlı olarak kendini göstermeye başlamıştır. XIX. yüzyıl ve sonrası krizlerin aynı zamanda, tek bir sektörde ve belli bir bölgede değil, yaygın bir şekilde ve 6-10 yıl gibi düzenli aralıklarla oluştuğu görülmektedir (Dura, 2009:15). 2.4. 1990 Sonrası Türkiye ve Dünyada Krizler ve Sermaye İlişkileri 2.4.1. Küresel Krizler ve Sermaye İlişkileri 1994 Meksika krizi, sermaye hareketlerinin ulusal ekonomilere karşı risk unsuru oluşturduğunun (Kahler, 1998:5) anlaşılması açısından önemli bir dönüm noktasıdır. 2.4.1.1. 1994 Meksika Krizi 1994 yılında Meksika Pesosu’nun devalüasyonuyla başlayan ekonomik kriz, cari açıkları portföy yatırımından oluşan sıcak para ile finanse etmenin ne kadar kötü sonuçlar doğurabileceğini göstermiştir (Walther, 2002:117). 1994 Krizinin yapısal özelliklerine geçmeden önce, çalışmada Meksika’nın kriz öncesi yapısı incelenecek ve krize neden olan etmenler üzerinde durulacaktır. 1990’larda pek çok gelişmekte olan ülke özel sermaye akımları için cazibe merkezi haline gelmiştir. Özellikle Latin Amerika ülkeleri ihracatlarının % 35’ini aşan miktarda net fon girişlerine sahne olmuşlardır. Bu ülkelerde rezervlerde artış olduğu gibi sermaye hesaplarında da geniş açıklar oluşmuştur. Bu durumun, mali dengenin kontrol altında olması nedeniyle sakınca yaratmayacağı inanışı hakimdir. Bunun sonucunda, 1992-1994 arasında Meksika GSMH’nın % 7’si kadar cari açık vermiştir (Akdiş, 2007:17). Aşağıdaki tabloda, Meksika’nın 1986-1993 yılları arasındaki temel ekonomik göstergeleri gösterilmiştir. Buna göre, Meksika’nın özellikle 1991 yılı sonrası ciddi sermaye girişlerine sahne olduğu, bütçe açıklarının yok olduğu ve cari açıkların 10 yükselişe geçtiği görülmektedir. Enflasyon bu etkilerle, 1993 yılında tek haneli rakamlara kadar inmiştir. 1993 yılına kadar bu süreç olumlu yönde ilerlemiş, ancak sermaye akımlarının ters yöne doğru yönelmesi sonucunda kriz ortaya çıkmıştır. Bu sürecin 1993 yılına kadarki olumlu etkileri, Meksika’nın temel ekonomik göstergelerinde de kendini göstermiştir, Çizelge 2.1’de bu etki izlenmiştir. Çizelge 2.1. Meksika kriz öncesi temel ekonomik göstergeleri (1986-1993) Cari Açık 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 -1374 4239 -2376 -5821 -7451 -14893 -24804 -23393 2716 -1189 -1163 3126 8163 24940 26542 30882 -10341 -27467 -37843 -25589 -19435 -19990 15959 4156 78757 193162 393727 512603 694872 877941 103473 114001 3 1 (Milyon $) Sermaye Hareketleri (Milyon $) Bütçe Açığı (Milyon Peso) GSYİH (Milyon $) GSYİH 85313 87415 172612 194094 235918 285881 332135 367047 TÜFE (%) 86,2 131,8 114,2 20,1 26,7 22,7 15,5 9,8 Döviz Kuru 0,9235 2,2097 2,2810 2,6410 2,9454 3,0710 3,1154 3,1059 (Milyon Peso) (Peso/$) Kaynak: Yentürk, 1997:156 Özelleştirme ve liberalizasyon politikaları dorultusunda, ülkeye giren sermayenin beşte dördünün spekülatif amaçlı olması döviz kurlarının değerlenmesine neden olmuştur. Ayrıca Meksika’da faiz oranlarının yüksek olması da giren sermaye miktarını artırmıştır. Ülkedeki paranın değerlenmesi, ihracatın düşmesine ve ithalatın artmasına neden olmuştur. Dış ticaret açığı, tasarruflarda düşme ve hükümete güvenin kalmaması sonucu oluşan finansal krize karşı 1994’de Peso % 15 oranında devalüe edilmiş, ancak devalüasyon miktarının ekonomiyi kurtarmaya yetecek derecede olmaması nedeniyle döviz dalgalanmalarına yol açmıştır. Mali 11 piyasalardaki krizin reel sektörde de hissedilmesi üzerine Meksika krizi yaşanmıştır (Kınaytürk, 2006: 31). 1990’lı yıllarda finansalserbestleşme ve büyük sermaye girişleri ile birlikte oluşan kırılganlıklara ilaveten 1994 yılında ekonomide yaşanan iç ve dış şoklar, döviz kuru baskı altında iken Aralık 1994’de bir ödemeler dengesi krizi ve finansal krize yol açmıştır. Meksika krizinin değerlendirmesine ilişkin yapılan çeşitli çalışmalarda krizi destekleyen diğer etmenler arasında hükümete güveni sarsan nitelikteki siyasi gelişmeler, ABD’deki faiz artışlarının yabancı sermaye kaçışlarına yol açması, kamu borç yönetiminde vade ve döviz yükümlülüklerindeki uyumsuzluklar, bankacılık sektöründe takipteki kredilerin hızla artması ve uygun bankacılık düzenlemelerinin bulunmadığı koşullar altında bankaların yanlış tutumları ve özellikle IMF’nin Meksika bankalarındaki riskli kredileri fon desteği sağlayarak karşılayacağı şeklindeki bir beklentiyle daha riskli yatırımlara yönelerek bankacılık krizini tahrik etmeleri gibi nedenler de sıralanmaktadır (TBB, 2001:2). Peso krizi veya tekila krizi (Demiral, 2008:63) de denilen bu krizden kurtulmak amacıyla, daraltıcı para-maliye politikaları izlenmiş ve dış yardıma yönelinmiştir. Meksika, 1994 yılının sonlarına doğru önceden belirlenmiş kur rejimine geçmiş ve para politikasını yeni koşullara göre yeniden şekillendirmiştir. Yeni para politikası açık olarak orta vadeli fiyat istikarı hedefi ile bankacılık sektöründeki problemlerin çözümüne ve ortaya çıkacak maliyetin mali otorite tarafından üstlenilmesi esaslarını temel almıştır (TBB, 2001: 15). Ayrıca, IMF 17,75 milyar, ABD 20 milyar, BIS 10 milyar ve Kanada Bankası 1,5 milyar USD fon aktarmak üzere 50 milyar USD’lik dış yardım sağlanmıştır (Whitt, 1996:17; Carstens ve Schwartz, 1998:218). Bu destek sayesinde kriz tüm dünyaya yayılmamıştır. 1995 yılının sonlarına doğru yatırımcılar sakinleşmiş, artık ülke ekonomisinin kötüye gitmeyeceği düşünülmeye başlanmış ve faiz oranlarının düşmesiyle birlikte talep canlanmaya başlamış ve iyileşmeler görülmüştür (Kınaytürk, 2006:31). 1995 yılında % 6 küçülen ekonomi, 1996 yılında % 5 büyümüş ve izleyen yıllarda da büyümeye devam etmiştir. Diğer 12 önemli göstergelerden biri olan GSYİH de büyüme gözlenirken, toplam borçları da oransal olarak azalmaya devam etmiştir. Bu iyileşme süreci, 2001 yılında sekteye uğrasa da Çizelge 2.2’de görüleceği üzere 1995 yılındaki krizin izleri silinmeye başlanmıştır. Çizelge 2.2. Meksika kriz sonrası temel ekonomik göstergeleri (1994-2003) 1994 1995 1996 1997 2000 2001 2002 2003 GSYİH 305, 286,6 301,4 321,8 373,2 372,8 375,5 380,4 (Milyar $) 5 Büyüme 4 -6 5 7 7 -0,2 1 1 7 35 34 21 9 6 5 5 İşsizlik (%) 4 6 4 3 2 2 2 3 Cari -29,6 -1,5 -2,5 -7,6 -18,1 -18,1 -14 -9 32,9 57,6 46,9 36,7 25,8 23,3 21,7 21,6 Hızı(%) Enflasyon (%) İşlemler Dengesi (Milyar $) Toplam Borç/GSYİH (%) Kaynak: Cura, 2005:16 2.4.1.2. 1997 Asya Krizi Uzak doğu ülkeleri literatüre “Doğu Asya Mucizesi” adıyla geçen ekonomik gelişmeleriyle 20. yüzyılın son çeyreğinde adından söz ettirmiştir. Diğer ülkelere, özellikle gelişmekte olan ülkelere örnek gösterilen bu büyüme Japonya’nın bölgeye getirdiği bölgesel dinamizm ve ivmeden kaynaklanmaktadır. Bu ülkelerin bazıları NICs (Newly Industrializing Countries – Malezya, Endonezya, Tayland) adını alırken, diğerleri ise Asya Kaplanları (four Asian Tigers – Hong Kong, Güney Kore, Singapur, Tayvan) olarak adlandırılmışlardır. Kendilerine özgü bir kalkınma modeli ile gelişen bu ülkelerin ortak özellikleri, birçok çalışmada uzun süreli siyasi iktidarlar, eğitimli işgücü, tasarruf güdüsünün yüksek olması, ekonomide dışa açık 13 bir politika izlenmesi, ihracat öncelikli bir sistem izlemeleri, yabancı sermaye girişinin artması, konjonktürel olarak dolara endeksli ülke paralarının 1995 yılına kadarki doların uluslararası piyasalardaki güçsüzlüğünden yararlanılarak rekabet avantajı yakalanması olarak sıralanabilir (Öksüz, 2001: 40-45). Krize sürüklenen Güneydoğu Asya ülkeleri, kriz öncesindeki birkaç yıllık dönemde yabancı sermaye girişine dayalı büyüme politikası izlediklerinden sermaye girişlerinin sürekliliğini sağlamak amacıyla paralarını uzun bir süre sabit bir kur ile ABD dolarına bağlamışlardır. Bu tür bir politika, aynı zamanda enflasyonun düşürülmesine katkıda bulunduğundan izlenen istikrar programının da bir parçası durumundaydı (Göktaş, 2000: 4). Kriz öncesi yıllarda oluşan yoğun sermaye akımları,özellikle de kısa dönemli sermaye hareketleri, Endonezya, Güney Kore, Malezya, Filipinler ve Tayland için düzensiz finansal serbestleşmeye gidildiğinin bir kanıtı niteliğindedir (Eren, 2010: 47). Bu ülkelere yönelik spekülatif nitelikli olan kısa vadeli sermaye hareketleri, bu ülkelerdeki finansal varlıkların fiyatlarını yükseltmiş ve finans piyasalarında suni bir şişkinliğe sebep olmuştur (Afşar, 2004: 111). Menkul değer fiyatlarında patlama yaşanması ile başlayan genişlemeyi kırılmalar izlemiş, ardından da bankacılık sisteminin problemleri ortaya çıkmıştır. Aşırı yükselen menkul değer fiyatları birden düştüğünde geniş ölçekli banka problemleri oluşmakta ve bu problemler de krize davetiye çıkarmaktadır (Yürekli, 2004:47,48). 14 Çizelge 2.3. Güneydoğu Asya ülkelerinin kriz öncesi ve sonrası dönemde sermaye akımlarının ve cari açıkları Tayland Güney Kore Endonezya Filipinler Cari İşlemler Dengesi (Ortalama, Milyon $) 1994-1997 1998-2000 -9,838 12,013 -10,887 25,416 -5,444 5,956 -3,309 6,179 Sermaye Hareketleri (Ortalama, Milyon $) 1994-1997 1998-2000 10,377 -11,790 10,684 5,684 6,086 -7,825 7,051 -2,415 Kaynak: İnan, 2002: 54 Çizelge incelendiğinde, özellikle Tayland ve Güney Kore ekonomilerinin 1990 sonrası sermaye girişlerinin çok yüksek rakamlara ulaştığı ve cari açıkların yine aynı dönemde ortaya çıkan yüksek oranlarına bu sermaye girişleriyle finanse edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Kriz sırasında oluşan panik nedeniyle kısa vadeli sermaye akımlarının yön değiştirmesi sonucu, kriz derinleşmiştir. Tayland, sabit döviz kuru politikasıyla ve Merkez Bankası’nın Tayland Bankaları ve mali kuruluşlara verilen kredilere dolaylı yoldan verdiği güvencelerle ülkeye yabancı sermaye akışı sağlanmış ve dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasına girmiştir. Bu yatırım patlaması zamanla ekonominin hazmedebileceği sınırları aşmış ve ücretler ve maliyetlerdeki artış rekabet gücünü azaltmıştır. Bu dönemde doların değer kazanmasıyla birlikte Baht da aşırı değerlenmiş ve ihracat yavaşlamıştır. Güneydoğu Asya ülkeleri, Çin parasının 1994’de büyük oranda devalüe edilmesinden ve 1995-1997 arasında Japon yeninin ABD dolarına göre % 50’nin üzerinde değer kaybetmesinden sonraki dönemlerde dahi paralarını ABD dolarına bağlamaya devam etmişlerdir. Bu tür kambiyo politikası, ihracat sektöründe yatırımdan kaçınılmasını teşvik etmiş ve sonuçta, söz konusu ülkelerin ihraç ürünlerinin rekabet gücünün önemli derecede azalmasına yol açmış, gelişmiş ülkelerde talepteki artış hızının yavaşlamasının da etkisiyle cari dengede büyük boyutlu açıklarla karşı karşıya kalınmıştır. Bankalar yatırımları borçlanmayla finanse etmeye başlamış ve Merkez Bankası’nın mali kesimin açıklarını 15 karşılayacak durumda olmadığı şüphesi, faizlerin yükselmesine sebep olmuştur. Sabit kur politikası sonlandırılmış ancak bu süreçte ülke parası değerinin yarısını kaybetmiş ve IMF yardımlarının da fayda etmeyeceği anlaşıldığında kriz Endonezya’ya sıçramıştır. Tayland’ı Endonezya ve Güney Kore izlemiş ve Güney Doğu Asya Krizi ortaya çıkmıştır (Göktaş, 2000: 4 ve Sönmez, 2001:386-393). 2-3 Temmuz 1997’de Tayland’ın para birimi olan baht’ın devalüe edilmesiyle başlayan ve birbirini iten domino taşları gibi bölgenin diğer ülkelerine de sıçrayarak küresel nitelik kazanan Asya Krizini bir tek nedene bağlamak kuşkusuz zordur (Yürekli, 2004:90). Ancak krizde etkili olan faktörler açısından birleşilen bazı noktalar şu şekilde sıralanabilir (Parasız, 2005: 273-279) : Sınırsız ve kontrolsüz olarak gelişen finansal liberalizasyon süreci, Sürdürülemez cari açıklar, Finans sektöründeki zayıflıklar, Bankacılık sektörünün yönetim sorunları, Finansal balonlar ve yatırımlarda ölçeğe göre azalan getiriler, Finansal düzenleme eksiklikleri ve spekülatif saldırılar, Dünya piyasalarındaki meydana gelen eş zamanlı panikler, Küresel yatırımcıların tedirginliği. Bu nedenler Tayland’da başlayan krizi, tüm Güneydoğu Asya ülkelerine yayılmasına sebep olmuş, kriz sonrası Endonezya’da % 13.7, Tayland % 9.4, Kore % 5.8 küçülmüştür (Kınaytürk, 2006:35). 1996’da beş Asya ekonomisine giren net özel sermaye akışı 9,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bir yıl sonra tahmini olarak 12,1 milyar dolarlık bir çıkış yaşanmıştır. Yıl sonuna kadar bu ülkelerden çıkan miktar 105 milyar dolar seviyesindedir. Bu rakam söz konusu ekonomilerin GSYH’sının yaklaşık % 10’dan fazlasına denk gelmektedir. Bu süreç Asya ekonomilerinin tahmin edilemeyen bir ekonomik kriz yaşamalarına sebep olmuştur. Asya ülkelerindeki kriz, likit kısa vadeli sermaye bağımlılığının, tehlikeli bir strateji olduğu dersini dünya ekonomilerine göstermektedir (Rodrik, 2000:82,83). 16 2.4.1.3. Rusya’da 1998 Rusya Krizi ortaya çıkan finansal krizin nedenleri daha eski oluşumlara dayanmasına rağmen krizin başlama sebebi, kısa vadede yüksek getiri elde etmek isteyen kısa süreli yabancı sermayenin spekülatif hareketleridir. 1996 ve 1997 yıllarında Rusya’ya gelen yabancı yatırım miktarı % 229 oranında artış göstermiştir. Bu dönemde Rusya’daki bankalara uluslararası finans piyasalarından büyük miktarda düşük faiz oranlı kaynak akışı gerçekleşmiştir. Bankalar iç piyasaya bu paraları yüksek faiz oranları ile kredi olarak kullandırmıştır. Krizin başlangıç noktasını Dünya petrol fiyatlarında yaşanan düşüş sebebiyle Rusya’nın dış gelirlerinin 10 milyar dolarlık kayba uğraması ve bunun sonucunda piyasalara verilen kredilerin geri dönmemeye başlaması oluşturmuştur. Rusya’da 1998 yılından itibaren şirket ve banka iflasları yaşanmış ve finansal piyasalarda dalgalanmalar ortaya çıkmıştır (Akdiş, 2002:7). Rusya’da Ruble’nin devalüe edilmesi ve moratoryum ilanı ile ortaya çıkan ekonomik krizin en önemli nedenlerinden birisi piyasa sistemine hızlı geçişi hedefleyen ve eski sistemden devralınan sosyo-ekonomik yapının dikkate alınmadan uygulandığı “şok program” olmuştur (Esen, 1998:67). Kronik bütçe açıklarının iç-dış borçlanma ile karşılandığı ve Ruble’nin aşırı değerli olduğu Rusya’da hükümet, Temmuz 1998’de IMF ile anlaşma imzalamış ve IMF’den ilk taksit olarak 5 milyar USD borç almıştır. Ancak Rusya bu anlaşma şartlarını yerine getirememiştir. Bu gelişme, bir yandan Ruble’nin değer kaybedeceğini öngören Rus yatırımcıların yatırımlarını Ruble’den USD’ye çevirmelerine, öte yandan portföylerindeki tahvilleri ve hisse senetlerini satmalarına yol açmıştır. Böylece Ruble üzerinde aşağı doğru bir baskı ortaya çıkmış, diğer yandan tahvil ve hisse senedi fiyatları düşmüştür. Bu durumda Rusya hükümeti, Ağustos 1998’de Ruble borçlarını yeniden yapılandırmak amacıyla, bankalar ile özel firmaların döviz cinsinden borçları için 3 aylık bir moratoryum ilan etmiş, dalgalı kura gçerek Ruble’nin değer kaybetmesine izin vermiş ve IMF’den ikinci para dilimini talep etmiştir. Ancak IMF anlaşma şartlarının yerine getirilmediği gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. O güne kadar, IMF’nin Rusya gibi büyük bir ülkeye borç vermeyi 17 reddetmeyeceğini düşünen yatırımcılar, bu kararla birlikte portföylerindeki Rus varlıklarını çok düşük fiyattan satarak bu fonlarla ABD’de tahvil satın almışlardır. Böylece, sermaye kaçışı Rusya krizi ile sonuçlanmıştır (Ünsal, 2005:529). Rusya’nın ve diğer yüksek kredi riskli ülkelerin mali varlıklarından bol miktarda tutan ve ABD’de mukim Uzun Vadeli Sermaye Yönetimi (Long Term Capital Management; LTCM) isimli bir hedge fon 1998 yılında batmış ve bu gelişme Rusya ile fazla ticari ilişkileri olmayan bazı yükselen piyasa ekonomilerinin de krizden etkilenmesine yol açmıştır (Özatay, Bulaşır http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fatih_ozatay/bulasir_mi-994554, mı?, 10.10.2014 tarihinde ulaşılmıştır). Bu ülkelerden biri olan Brezilya piyasalarında ciddi boyutlara ulaşan fon çıkışları yaşanmış ve bu durum ülke ekonomisinde devalüasyon baskısı yaratmıştır (Karacan, 2014:768). Bir başka deyişle, sermaye hareketlerinin serbestliği, sabit kur politikaları nedeniyle Rusya’ya akan sermaye akımları, aşırı dış borçlanma, güvensizlik, Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşanan kriz nedeniyle sermayenin ülkeden kaçmasına yol açmıştır. Bu da Rusya krizine sebep olmuştur (Kınaytürk, 2006:37). Çizelge 2.4. Rusya’nın seçilmiş ekonomik göstergeleri ve sermaye hareketleri (1994-2001) GSYİH (Önceki yıla göre % değişim) Enflasyon (Tüketici Fiyatları, %) Finansal Hesap Dengesi Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı (Milyon $) Portföy Yatırımları (Milyon $) Diğer Yatırımlar (Milyon $) 1994 -12,7 220 -10.263 408 21 -12.558 1995 -4,1 130 2.497 1.460 -2.444 -13.867 1996 -3,4 21,8 -1.676 1.656 4.410 -11.584 1997 0,9 11,0 9.685 1.681 45.775 -35.834 1998 -4,9 84,4 9.981 1.496 8.618 -5.434 1999 5,4 36,5 -15.730 1.102 -946 -14.108 2000 8,3 31,6 -48.638 -463 -10.344 -21.831 2001 5,0 18,6 -15.378 -64 -653 -6.449 Kaynak: Demiral, 2008:72 18 Rusya ekonomisi 1998 krizinde % 5,3 oranında küçülme yaşadıktan sonra, hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. 1998’de 10 dolara kadar gerileyen petrol fiyatlarının artan trendi, doğal kaynak bağımlısı ekonominin büyüme kaynağı olmuştur. Döviz rezervlerinin artışı ve enflasyonun % 85’lerden 2000 yılında % 20’lere gerilemesi de krizden çıkıldığını göstermiştir (Özel, 2005: 79,80). 2.4.1.4. 1999 Brezilya Krizi Brezilya ve diğer Latin Amerika ülkelerinden Kolombiya, Meksika, Ekvator gibi ülkeler, Güneydoğu Asya ve ardından Rusya krizlerinin “domino” etkilerini üzerilerinde hissetmişlerdir. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin Latin Amerika ülkelerine yönelişi 1996 yılı ile birlikte hacim kazanmış, ancak bu fonların Brezilya’nın faiz yapısını bozması 1997-1998 yıllarını bulmuştur. Sermayenin kaçmasını önlemek için başvurulan yüksek faiz oranları, finans sektörüne sermaye çekilmesine ve dengesizliklere sebep olmuştur (Küçükaksoy, 2006:167-169). Bu yüksek faiz oranları, kamu borçlarının GSMH’ya oranını 1995-1999 arasında iki katı arttırmış ve bu oran % 45’e ulaşmıştır. Kamu açıkları, iç borçlarla finanse edilirken, cari açıklar da sermaye akımlarıyla finanse edilmiştir. Sermaye akımları, aşırı değerli para ve geniş cari açıklarla desteklenmiştir. Cari açıklar GSMH’nın %5’ine ulaşmıştır. Artan mali açıklar ve cari açıklarla beraber, Rusya’daki kriz de Brezilya’yı etkilemiş ve kriz sürecine girilmiştir (Yay, vd: 2001:40,41). 19 Çizelge 2.5. Brezilya ekonomisine ait temel makroekonomik göstergeler 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2,55 2,99 3,85 4,34 4,39 3,50 12,50 12,80 13,80 7,20 -5,60 -4,00 GSMH Büyümesi 4,22 2,66 3,60 -0,12 0,82 3,50 Nominal Mali Açık (% -0,35 0,03 1,00 -0,02 -3,13 -3,20 TÜFE 22,41 9,56 5,22 1,66 8,94 6,80 İşsizlik Oranı 4,64 5,42 5,66 7,60 7,55 7,00 Cari İşlemler Açığı (% GSMH) Dolaylı Yabancı Sermaye/Borçlanma Gereksinimi (Milyar $) GSMH) Kaynak: Özdemir, 2007: 137 1999 yılında Brezilya’daki devalüasyon ile başlayan Latin Amerika kriz süreci,başta Arjantin olmak üzere birçok ülkeyi derinden etkilemiştir. Diğer Latin Amerikaülkeleri gibi hiperenflasyonlar yaşayan bir ülke olan Brezilya, 1994 yılında enflasyonukontrol altına almak amacıyla, “Real” adlı bir para birimini dolaşıma çıkarmış ve bupara biriminin değerini küçük oranlı devalüasyonlarla ayarlama yolunu seçmiştir.Böylece Brezilya, enflasyonu 1994’teki %2075 olan değerinden, 1998’de %3,2’ye kadardüşürmeyi başarmıştır. Ancak 1997 yılı sonlarından itibaren Real aşırı değerli halegelmiş ve Real’e spekülatif saldırılar artmıştır (Krugman,2005:39). 1998 yılının Ağustosunda Rusya’nın moratoryum ilan edip krize girmesi ile birlikte, Brezilya’daki yabancı yatırımlar bütçe ve cari işlemler dengesindeki açıklara kuşkuyla bakmaya başlamış ve Rusya krizinden sonraki üç ayda Brezilya’dan çok miktarda sermaye kaçışı yaşanmıştır. Brezilya krizinde spekülasyonların etkisini görmek mümkündür. Brezilya Reali spekülatif saldırılara maruz kalmış, Realin değerinin korunabilmesi için faiz oranları yükseltilmiştir. Faiz oranlarının yükseltilmesi ise bütçe açıklarını aşırı derecede artırmıştır. Realin, dolara sabitlenmesi ve yüksek yurt içi faizlerin de etkisiyle aşırı değerlenmesi ise devalüasyon beklentilerine neden olmuştur. Real üzerindeki baskıların artması 20 karşısında Ocak 1999’da Real % 8 oranında devalüe edilmiş ve yapılan bu devalüasyonun piyasaları yatıştırmada yetersiz kalması nedeniyle, spekülatif saldırılar devam etmiş ve Brezilya Merkez Bankası döviz kuruna müdahalelerden vazgeçerek Reali dalgalanmaya bırakmıştır (Keskin, 2008:102). Bu dalgalanma sonucu, kur iki hafta içerisinde dolara karşı 2,0’ın üzerinde bir oranla işlem görmeye başlamış ve Real planı fiilen sona ermiştir (Turan, 2011:60). Bu dönemde portföy yatırımlarında yaklaşık 18 milyar dolarlık bir azalma olmuştur. Brezilya’da, Rusya krizinden hemen sonra günlük ortalama 1 milyar dolar sermaye çıkışı yaşandığından, bu kaçışı dengeleme çalışmaları sonucunda 30 milyar dolar rezerv kaybı oluşmuştur. Sermaye çıkışını durdurma çabaları sonuç vermemiş ve yaşanan kriz daha da derinleşmiştir (Turagay, 1999:13). 2.4.1.5. 2001 Arjantin Krizi Latin Amerika ülkelerinde 1994 yılında şiddetli bir kriz yaşayan Meksika gibi Arjantin de 1980’lerden bu yana uluslararası finans çevrelerinin (özellikle IMF) önerdiği politikaları eksiksiz uygulamış bir ülke olmasına rağmen, Meksika’nın aksine kapsamlı bir finansal kurtarma operasyonunun yapılmaması Arjantin’in yaşadığı krizin ekonomik olduğu kadar sosyal ve siyasal alanda da şiddetlenmesine yol açmıştır. Bu çerçevede kriz, IMF reçetelerine duyulan güvenin önemli ölçüde sarsılmasına ve gelişmekte olan ülkelerin kendilerine özgü tedbirler almalarının gerekliliğine dikkat çekmiştir (Delice, 2002:162). 1990’lı yılların başında, Arjantin’in yabancı sermayeye garanti vermesi sebebiyle sermaye akışı önemli ölçüde artış göstermiş ve ekonomi beklenmedik oranlarda büyüme kaydetmiştir. Konvertibilite Planı çerçevesinde, hiperenflasyonist baskılar kontrol altına alınmış ve tüketici fiyatları artış hızı 1991’den 1995 yılına kadar büyük düşüşler göstermiştir. Makroekonomik istikrarın kurulması ve ulusal mali piyasalarda güvenin sağlanmasına bağlı olarak, yabancı yatırımcıların spekülatif amaçlı portföy yatırımları hızla artmıştır. Programın daha ilk iki yılında Arjantin ekonomisine toplam (net) 15 milyar dolar yabancı sermaye girişi gerçekleşmiş, 21 yurt dışı sermaye girişleri bir yandan toplam tasarruf hacmini artırmış, diğer yandan da döviz kurunun reel olarak değerlenmesine yol açmıştır. Bu yolla gelen sıcak, kısa vadeli sermaye hareketlerinin yönü Meksika’nın krize girmesi ve Amerikan faiz hadlerinin yükselmesiyle birlikte çıkışa yönelmiştir (Doğu, 2004:26,27). 1990’larda başlayan bu süreç aşağıdaki tabloda görülmektedir. Arjantin’de GSYH’da 1994-1995 yılları arasındaki duraklama dışında genellikle artışlar görülürken, 2001 yılında krizin etkisiyle bu etki tersine dönmüştür. 2000 yılında 284 milyar dolar olan GSYH, 2001 yılında önemli ölçüde düşüş yaşamış ve 268,6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Rezervleri ise, 1992 yılındaki kısa süreli artışa rağmen, genel olarak düşüş eğilimi göstermiştir. 1995 yılındaki Latin Amerika krizinin yayılması nedeniyle eksiye düşen rezervler, 1996’da büyük bir artış gösterse de, düşüş eğilimi 1996 yılından sonra devam etmiştir. Kısa süreli sermaye hareketleri, aynı sebeple 2001 yılında eksiye düşmüş, uzun vadeli sermaye hareketleri de 2000 yılında yaşadığı düşüşten sonra 2001 yılında da aynı eğilimi sürdürmüş ve 2001 yılında 3 milyar olarak gerçekleşmiştir. 2001 krizi öncesinde ve kriz süresince de rezervler de doğal olarak eksiye düşmüştür. Çizelge 2.6. Arjantin’in 1990-2001 (kriz öncesi) yılları arasındaki makroekonomik göstergeleri (Milyon $) Yıllar GSYİH 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 141.400 189.700 226.847 236.505 257.440 258.032 272.150 292.859 298.948 283.523 284.204 268.697 Kaynak: Işık, 2005:89 Kısa süreli Sermaye Hareketleri -7.035 -2.649 401 -10.749 3.543 7.148 1.865 8.258 5.356 1.838 2.286 -5490 Uzun süreli Sermaye Hareketleri 1836 2439 4431 2793 3635 5609 6948 9160 7290 23987 11657 3214 Rezervlerde Meydana Gelen Değişim (%) 0,30 0,66 0,38 0,03 -0,002 0,26 0,23 0,10 0,06 -0,04 -0,42 22 2001 yılında Arjantin’de gerçekleşen krizin sebepleri arasında, kısa vadeli borçlarına karşılık yeterli rezerv düzeyinin bulunmaması, uygulanan aşırı genişletici maliye politikaları ile katı döviz kuru uygulamaları arasındaki uyumsuzluklar sıralanabilir (Demiral, 2008:77). Krizin oluşumuna neden olan etkenler, içsel ve dışsal faktörler olarak da ayrılabilir. İçsel olarak siyasi ve bürokratik çekişmeler, yolsuzluklar, harcamaların kontrol altına alınmaması ve buna bağlı olarak artan bütçe açığı ve borçlar, büyümenin durması ve bunun sonucunda azalan vergi gelirleri, işsizlik ve yüksek seyreden faizler sıralanabilir. Dışsal faktörler arasında ise, Meksika ve Brezilya paralarının devalüe edilmesi ve aynı zamanda doların değer kazanması Arjantin’in rekabet şansını azaltmıştır. Kurun sabit olması nedeniyle ithalat ile dış ödemeler açığı artmıştır. Bu durumda devalüasyon beklentisi nedeniyle yabancı sermaye kaçmış ve 2001 yılının ilk aylarında ulusal rezervlerde azalma olmuştur. Bu da ekonomide daralma ve likidite sıkıntısına yol açmıştır (Bilgi, 2009:66). Çizelge 2.7. Arjantin’in 1999-2004 (kriz sonrası) yılları arasındaki makroekonomik göstergeleri Yıllar Reel GSYİH Cari İşlemler Net Dış Borç (%) Dengesi Doğrudan (Milyar $) (Milyar $) Yabancı Toplam Kamu Borcu (GSYİH %) Yatırımlar (Milyar $) 1999 -3,4 -11,9 22,6 147,7 43,5 2000 -0,8 -9 9,5 153 45,6 2001 -4,4 -3,8 2 166,4 53,6 2002 -10,9 8,8 2,8 156,8 149,9 2003 8,8 8,1 0,9 164,6 137,9 2004 9 3,2 3,4 171,2 124,9 Kaynak: Ergün, 2010:16 2001 ve 2002 yıllarını siyasi çalkantılar ve ekonomik kriz içerisinde geçiren Arjantin ekonomisi, 2002 yılında % 10,9 küçülmüştür. 2003 yılında toparlanmaya başlayan ekonomi, % 8,8 büyümüş olsa da dış borçları ve toplam kamu borcunun GSYİH’ya oranı giderek artmaya devam etmiştir. 23 Bu noktada devreye giren IMF, yabancı sermayenin güveninin yenilenmesi için tüm kaynakların borç ödemesine ayrılmasını istemişlerdir. Ancak, IMF önerisiyle devam edilen sabit kur politikası nedeniyle ihracat olumsuz yönde etkilenmiş, daha fazla dış borçlanmaya gidilmesine ve sonunda ekonominin iflasına sebep olmuştur. Borçlanmanın devam edebilmesi için, Arjantin hükümeti vadesi gelen bonolarını ve kısa dönem borçlarını yüksek faiz oranlı yeni uzun dönem enstrümanlarla takas etmişlerdir. Ayrıca, “sıfır açık planı” adı altında, maaşları ve emeklilik fonlarını % 13’e kadar keserek kamu harcamalarını gelirler ile eşitlemeye çalışmışlardır. Ancak, bu politikalar halkın yoğun tepkisiyle karşılaşmış ve piyasalarda gelecekle ilgili karamsarlıklara neden olmuştur (Doğu, 2004:27,28). 2.4.2. Türkiye’deki Krizler ve Sermaye İlişkileri 1980 öncesi Türkiye ekonomisini, 1950-1960 dönemi ve 1963-1979 dönemi olarak ayırarak analiz etmek doğru olacaktır (Kepenek ve Yentürk, 1994: 89-200). Özel girişim öncülüğünde kalkınma sağlanması adına 1950 yılında Demokrat Parti programında, dış ticaret rejimindeki kısıtlamalar kaldırılmış, yeni kurulan şeker ve çimento fabrikalarına özel kesimin iştirakçi olarak katılması sağlanmış ve bazı malların üretim ve satışındaki tekeller kaldırılmıştır. Ancak sanayinin ithal ikamesine bağlı yapısı bu dönemde de değişmemiştir. Özel sektöre dayalı büyümenin plansız ve dengesiz olması, beraberinde dış ticaret ve çeşitli malların temininde zorluklar ve enflasyonu getirmiştir. Bu süreç 1960 Anayasası’ndaki planlama kavramını ortaya çıkarmış ve 1963 yılından itibaren planlı kalkınma dönemi başlamıştır (Bahar, 2005: 76-80). 1960’lı yılların sonunda uluslararası mali piyasalarda aşırı likidite birikimi ortaya çıkmıştır. ABD doları altın paritesinden ayrılmadan önce, dalgalı kura geçilen izleyen birkaç yıl boyunca spekülatif boom (genişleme) yaşanmıştır. Bunun yarattığı iyimserlik havasını, 1973 yılında patlayan petrol krizi bitirmiş ve dünya piyasasında yaşanan stagflasyondan Türkiye’de etkilenmiştir. Türkiye, iç piyasada gerekli önlemleri almadan ithalat yapabilmek için kısa vadeli borçlanma yoluyla ekonoik gelişmeyi sürdürmüştür. Ancak, yığılan kısa vadeli dış borçlar 1977 sonunda ödenemeyince, 1978’de kriz yaşanmıştır. Bu 24 sırada IMF devreye girse de, iktidardaki hükümetin kendi programını kabul ettirmeye çalışması, IMF’nin bunu reddetmesi ve kendi programında ısrar etmesi üzerine ancak Mart 1979’da anlaşma imzalanmış ve bu süreçte Türkiye dış kaynaktan yoksun kalmıştır. Enflasyon, duraklayan ekonomi, işsizlik ve kredibilite kayıplarıyla ekonomik anlamda; şiddetlenen terör faaliyetleri ve siyasal istikrarsızlıklarla da siyasal anlamda uğraşılıyordu (Kazgan, 2012:149-165). 1978’den itibaren IMF istikrar programları dış ekonomik ilişkileri istikrara getirmeye, ödemeler dengesi ve dış borç bunalımına çözüm aramaya yönelik olmuştur. 1980 istikrar modeli de aynı anlayışın uzantısındadır. Bu bağlamda, 1980’ler istikrar modelinin öncelikli hedefi enflasyonun alt edilmesi veya serbest piyasa koşullarının oluşturulması değil, kısa ve orta dönemde ekonominin dışa açılmasının sağlanması ve kapitalist dünya ile iktisadi bütünleşmenin gerçekleştirilmesidir. Dışa açılma politikasının yoğunlaştığı alan ihracat olurken, ihracata yönelik çabaların kilit noktası da iç pazarın daraltılmasıydı. Bunun için, gelir dağılımının geniş tüketici kesim aleyhine bozulması sağlanmaya çalışılmıştır. Talep kısıcı politikalardan bir diğeri, kamu tüketim harcamalarının ve kamu yatırım harcamalarının, özellikle sınai yatırımların, sınırlandırılmasıdır. Yerli paranın değerinin sürekli devalüasyonlarla düşürülmesi ve böylece ithalatın azaltılarak ihracatın artırılması amaçlanıyordu. Yüksek faiz politikası da aynı amaca hizmet ediyordu. Buna göre, büyük oranda firma dışı finansman kaynaklarıyla çalışan sanayinin maliyetlerini ve fiyatlarını yukarıya çekmek, yatırım eğilimlerini geriletmek ve sonuçta iç piyasayı hem talep hem de arz yönünden daraltarak daha alt bir düzeyde dengeye getirmek amaçlanmıştır. Ancak, geniş kitlelerin gerçek gelirlerinin geriletildiği bir ortamda, reel gelir getiren yüksek faiz politikası gelir bölüşümünü daha da bozucu etkiler yaratmıştır. Gerçekte, ne kadar çelişik görünürse görünsün, ücret kısıcı politikaların ayrılmaz ikizi olarak enflasyon politikası da, iç talebi gelir dağılımını bozarak kısmada etkin bir araç olarak kullanılmıştır. 24 Ocak önlemleri enflasyon oranını, ilk yılda %107’ye çıkarmıştır. Enflasyon hızının azaltılması, 1981’de ihracat artışıyla doğru orantılıdır. İç talebi daraltan politikalar, önce zorlama bir enflasyon şoku yaratmış (1980), sonra da paradan kaçış ve taleple beslenen enflasyonu geriye çekmiştir (1981). Daha 25 sonraki dönemlerde, enflasyon denetim altında kabul edilmiştir. Aslında, enflasyona karşı ciddi önlemler alınmamasının nedeni, ihracat politikasıyla uyuşmazlığıdır. 1984’de ihracat ve enflasyon arasındaki tercihte, tercih ihracat lehine kullanılmıştır (Oyan, 1987:51-55). 1980’li yıllarda mali derinleşmenin sağlanması amacıyla, Merkez Bankası tarafından belirlenen faiz oranları kısmen serbest bırakılmış, döviz kuru dalgalanmaya bırakılmıştır. Bunun yanında yeni kurumlar kurulmuştur. Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuş ve bankalararası para piyasası kurulmuştur. DİBS’in ihale yoluyla satışına başlanmış, yerleşiklere döviz tutma ve döviz mevduatı açma izni verilmiştir. 1986 yılında İMKB yeniden düzenlenmiş ve bu piyasaya işlerlik kazandırılmıştır. Daha sonra sabit getirili menkul kıymetler ikincil piyasası oluşturulmuştur. 1987 yılında Merkez Bankası açık piyasa işlemlerine başlamış ve 1988 yılında döviz piyasası kurulmuştur. Ayrıca, 1988 yılı içinde mevduat faiz oranlarının belirlenmesi tamamen piyasa koşullarına bırakılmıştır (Engin, 1999: 77,78). 1980'lerin ikinci yarısından itibaren uygulanmaya başlanan serbest piyasa ekonomisi denilen modelde, özellikle 1989 yilindaTürkiye'de sermaye hareketleri serbestleştirilmeye başlanması önemli bir yer tutmaktadır. Uygulananpolitikalarla reel faiz haddi yüksek tutularak uyarılan kısa vadeli sermaye ile kamu açıkları dış tasarruflar ile finanse edilmeye baslanmıştır.Yüksek reel faiz, aşırı değerli ulusal para politikasi sonucu ulusal ekonomide kullanılabilir fonlar sabit yatırımlar yerine tüketim ve yatırımartışına yol açmıştır, bu da cari işlemler açığını arttırmıştır. Kısa vadeli sermaye hareketleri mali sistemin kırılganlığını artırırken, cari işlemler dengesi dalgalanmalar yaratarak spekülatif faaliyetleri teşvik ederek gelir bölüşümünü bozucu etkilere sebep olmuştur (Yılmaz, 2006:119). 2.4.2.1. 1994 Krizi 24 Ocak 1980 kararları ile yaşanmaya başlayan finansal serbestleşme süreci (Türkiye’de ticari liberalleşme 24 Ocak’la, finansal liberalleşme Temmuz 1980’de 26 faizlerin serbest bırakılmasıyla başlamıştır.), 14 yılın sonunda 1994’de büyük bir finansal krize yol açmıştır. 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle birlikte Türkiye’ye yabancı sermaye girişlerinde bir artış yaşanmıştır. Türkiye’de kısa vadeli sıcak para fonlarının ve portföy sermayesi girişlerinin de artmasıyla kriz öncesi yıllarda dış ticaret bilançosu açıkları ve kamunun borçlanma gereği önemli artışlar göstermiştir (Seyidoğlu, 2003:146). Sermaye hareketlerinin serbest bırakılması ile daha rahat dış kaynak bulan Hükümet, devlet bütçesinde disiplinli davranmamıştır. Kamu kesiminin ekonomideki payının azaltılması, vergi mevzuatının yeniden tasarlanması, sosyal güvenlik reformu gibi gerekli yenilikler yapılmamıştır. 1990 yılında yaşanan Körfez krizi, dışa açık bir ekonomi haline gelen Türkiye ekonomisini de kötü etkilemiştir. Bütün bu birikimlerin ardından 1993 yılı sonlarında para piyasalarında önemli dalgalanmalar yaşanmıştır. Bu dalgalanmaların asıl sebebi Çiller Hükümetinin yaptığı hatalardı. Bütçe açıkları seçimler nedeniyle büyük bir hızla artmıştır. Hazine’nin Merkez Bankası’ndan avans kullanımı arttırılmış ve artan enflasyona rağmen faizler indirilmeye çalışılmıştır. Sonuçta ise, bu kötü yönetim sebebiyle piyasalar tıkanmış ve önemli oranlarda devalüasyonlar gerçekleşmiştir (Sağlam, 2009:175). Aşağıdaki çizelgede görüldüğü gibi, kısa vadeli sermaye işlemlerinin hareketlerinin yönleri krizlerin belirleyicisi olmuştur. Buna göre, kısa vadeli sermayenin çıkışı, 1994 yılında kamu borçlarının finansmanı ile birlikte en önemli kriz sebeplerinden biridir. Çizelge 2.8. 1992-1996 Dönemine ait Türkiye’de kısa vadeli sermaye hareketleri (Net, Milyar dolar) Yıllar 1992 1993 1994 1995 1996 Net Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri 1396 3054 -5127 3713 5941 Kaynak: Yar, 2008:68 Sıcak Para Yurtiçi Getirisi 0,154 0,045 -0,315 0,197 0,208 Toplam Döviz Rezervleri 15253 17762 16519 23942 25007 27 1993’de piyasadaki likidite fazlası devalüasyon beklentisiyle 1994 yılının başlarında dövize yönelmiştir. Kurlar hızlanmaya başlamış ve 1994 yılı başında resmi kur ile serbest kur arasındaki fark % 23’ü geçmiştir. Ocak 1994’de döviz kuru aşırı bir şekilde yükselmiş, Merkez Bankası rezervleri, borsa endeksleri düşmüş ve TL önemli ölçüde değer kaybetmiştir. Bankalar ve aracı kuruluşlar iflas etmiş, mali sistem tümden çökmüştür. Hazine dövize olan akını kesmek ve kısa vadeli kamu borçlarını ödeyebilmek için Mayıs 1994’de %400 faizli borçlanma kağıtlarını piyasaya sürmüştür. TL’nin değer kaybını azaltmak için, gecelik faiz oranları yükseltilmiştir. DİBS faiz oranları %50’lere kadar yükseltilmiş ve bu senetlerden alınan stopaj kaldırılmıştır. 1988 yılında %4,8 olan kamu kesimi borçlanma gereği 1988-1993 döneminde GSMH’nın %12’sine ulaşmıştır. Ayrıca, Ocak 1994’de Moodys ve Standart and Poors isimli iki uluslararası rating kuruluşunun Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi ve üç küçük bankanın kapatılması bu gelişmelere eklenince ekonomi krize sürüklenmiştir (Keyder, 2000:112). Krizin atlatılması için 5 Nisan 1994’de IMF destekli bir istikrar programı uygulanmıştır. Programda ücret ve maaşlar dondurulmuş, kamu harcamaları azaltılmış, para arzı daraltılmaya çalışılmıştır. Para piyasasında kontrolün sağlanması için disponibilite ve mevduat munzam karşılıkları yeniden düzenlenmiştir. Geleceğe dönük enflasyon hedeflemesine gidilmiş ve TL’ye istikrar kazandırmak amaçlanmıştır. Kamu gelirlerini artıracak vergi reformları düşünülmüştür. Özellikle sosyal güvenlik kuruluşlarının kamu üzerindeki yükünü hafifletecek düzenlemelere gidilmiştir. İhracat, turizm ve diğer döviz kazandırıcı işlemler teşvik edilmiştir. KİT’lerin özelleştirilmesine gidilmiş ve Hazine’nin Merkez Bankası kaynaklarını kullanımına sınırlamalar getirilmiştir (Kalaycı, 2010:440). Daha önce bütçe ödeneklerinin %15’ine kadar imkan tanınan Hazine nakit avans miktarı, kademeli olarak düşürülerek %3 oranına çekilmiştir. Böylece, kamu açıklarının disiplin altına alınması amaçlanmıştır (Günal, 2001:65). 5 Nisan kararlarıyla, ekonomide 1994 ve 1995 yıllarında bazı olumlu gelişmeler sağlanmıştır. 1994 yılında küçülen GSMH, 1995 yılından itibaren tekrar reel bazda büyüme trendine girmiştir. Ayrıca, 1994 yılında TÜFE bazında %150’lere ulaşan 28 enflasyon, 1995 yılından itibaren düşmeye başlamış ve program öncesi seviye olan %80’lere düşmüştür (Turan, 2011:71). Ancak bu olumlu etkiler uzun soluklu olmamış. Döviz kurundaki dalgalanma ve değerlenmeler halak tarafından enflasyonun bir göstergesi olarak belirlenmiş, bu durum ise ekonominin rekabet gücünü azaltarak istikrar programını başarısız kılmıştır. Bu nedenlerle yapısal değişimler yapılamamış, özelleştirme ve KİT’lerdeki yapısal düzenlemelerde istenen düzeye ulaşılamamış ve sonuçta Dünya Bankası Türkiye’yi başarısız bir ülke olarak ilan etmiştir. Kayıt dışı ekonominin kayıt içine alınamaması, döviz kurunun bir fiyat değişkeni olarak uzun süre kullanılması sonucu nispi fiyatlar olumsuz etkilenmiş, enflasyon beklentileri kırılamamıştır. Döviz kuruna baskı, TL’yi kısa dönemde değerlenmiş gibi gösterse de reel sektörde yaşanan olumsuzluklar ihracatı giderek tıkamış ve yeniden bir devalüasyon beklentisi ortaya çıkmıştır (Karabıçak, 2000:58). 5 Nisan kararları doğrultusunda uygulanan sıkı maliye politikası, özellikle 1995 yılının ikinci yarısından itibaren yerini bütçe içerisinde personel giderleri ve faiz ödemelerinin artmasına bağlı olarak, bütçe açıklarının finansmanında Merkez Bankası kaynakları yerine tekrar iç ve dış borçlanmaya ağırlık verilerek genişletici maliye politikasına bırakmıştır. Türkiye ekonomisi, 1998 Asya ve Rusya krizlerinden de olumsuz etkilenerek yeni bir daralma sürecine girmiştir. 1998 yılı sonrasında yurtiçi talepteki daralma, Rusya kaynaklı ihracat talebinin azalması, artan güvensizlik ortamı nedeniyle kısa vadeli sermaye girişinin düşmesi ve siyasal belirsizlikler ülkeyi yeni bir kriz ortamına sokmuştur. Bu süreç genel olarak incelendiğinde, 1990-1998 finansal liberalizasyon dönemi başında kamu borç stokunun GSMH’ya oranının hızla artığı görülmektedir. Kamu açıkları artıkça, söz konusu açığın finansmanı sorunu ortaya çıkmış, bu durum reel faizleri artırmış ve düşük oranlı faiz dışı fazlaya sebep olmuştur (Kaya, 2012:20). 29 2.4.2.2. 2000-2001 Krizi 2000 yılındaki krizden önce, Türkiye’nin o tarihlerdeki genel ekonomik durumunu incelemek krizi anlamayı kolaylaştıracaktır. Türkiye 2000 yılında IMF ve Dünya Bankası’nın desteğini alarak üç haneli rakamlara ulaşan enflasyonu düşürmek için bir dezenflasyon programını uygulamıştır. 1999 yılının Aralık ayında IMF’ye verilen niyet mektubunda 2000 enflasyonu düşürme programının genel çerçevesi şu şekildedir (Erçel, 1999:2; Güloğlu ve Altınoğlu, 2002:127): Tüketici enflasyonunu, yapısal reformlarla desteklenen, birbirleriyle tutarlı, güçlü, itibarlı ve süreklilik arz eden maliye, gelir, para ve kur politikalarının eş güdümlü uygulanması ile 2000 yılı sonunda %25, 2001 yılı sonunda %12 ve 2002 yılında %7’ye indirmek, Reel faiz oranlarını makul düzeylere düşürmek ve böylece fazi dışı bütçe dengesinin fazla vermesini sağlamak, Döviz kuru ve para politikalarının yeniden belirlenmesiyle ekonominin büyüme potansiyelini artırmak, Sosyal güvenlik, özelleştirme, vergi ve tarım konularında yapısal reformların gerçekleştirilmesiyle ekonomideki kaynakların daha etkin ve adil dağılımını sağlamaktır. Türkiye’de 2000 yılında uygulanan Enflasyonu Düşürme Programı’nda oluşan zayıflıklar ve aksaklıklar programa duyulan güveni azaltmıştır. IMF ile o ana kadar yapılan 16 anlaşmanın başarısız olması, ayrıca dövizi çıpa yapan benzer programların 1990’larda Meksika, Rusya ve Tayland gibi birçok ülkede finansal krizlere sebep olması programa inancın kaybedilmesine neden olmuştur. 2000 yılında kamu fiyatlarını da bir çıpa olarak kullanmak amacıyla, 1999’un sonlarında yüksek kamu zamları yapılmıştır. Kamu kesimi enflasyonunun % 2 dolayında olacağı varsayılırken, bazı sektörlerde % 30’u aşan enflasyon oranı programın başarısızlığına olan inancı pekiştirmiştir. Ayrıca, 2000 Şubat ayında portföy yatırımı amacıyla, özellikle hisse senedine yönelik olarak Türkiye’ye gelen yabancı 30 fonların bir bölümünün Türkiye’den ayrıldığı görülmüştür. Bu olay borsa endeksinde önemli düşüşe neden olmuştur. 18 Ocak’ta 18,548 olan borsa endeksi, % 21,6 azalışla 18 Şubat’ta 14,539’a inmiştir. Bunun yanısıra, kamu bankalarının ve KİT sisteminin içinde yer aldığı kamu kesimlerinin açıklarının hedeflenen düzeye indirilmesi zor görünmektedir. Kamu bankalarının da dahil olduğu bankacılığı yeniden yapılandırma girişimleri batık banka sayısının sanıldığından daha fazla olduğu kuşkusunu yaratmıştır, buna rağmen bankacılık sistemi 2000’lerin yarısına kadar dış borçlanmayı sürdürmesi, nominal ve reel faizin düşmesine, kredilerin ve iç talebin artmasına, TL’nin reel değerlenmesine, ihracat azalışına ve dolayısıyla cari açığın 3 milyar dolar dolayında olması öngörülürken 9,8 milyar dolar olmasına yol açmıştır. Tüm bu makroekonomik göstergeler nedeniyle önemli hale gelen cari açığın sürdürülebilmesi için, dış kaynak ihtiyacının sağlanması ve borç veren ülkelerin bakış açılarının olumlu olması bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır (Uygur, 2001:10-14). Ancak bu olumlu bakış açısının sağlanamaması, 2001 krizinin oluşmasının en büyük sebeplerinden biridir. 2000 yılı Kasım ayı başında başlayan kriz bankacılık krizi olarak gözükse de temeldeki neden finansal kesime, kamuya ve programa duyulan güvenin zayıflamasıdır. Arjantin'deki olumsuz gelişmeler gelişmekte olan ülkelere yönelen sermayenin ürkmesine yol açmıştır. Kasım 2000’deki sermaye çıkışı bankalara açık pozisyonlarını kapatma isteği vermiş ve finansal kriz ortaya çıkmıştır. Döviz talebindeki artış likidite sıkışıklığına yol açmış merkez bankasının istikrar politikasından ödün vermeyerek döviz talebini karşılamaması faiz hadlerinde bir yükselmeyle döviz talebini durdurmuştur. Daha yüksek bir dengeye oturan faiz haddi düşük faizle borç vermiş bankaların varlıkların değerini düşürmüştür (Tuncer, 2001:50). Bu noktada Demirbank’ın ayrı ele alınması gerekmektedir. Çünkü, 2000 yılında yapılan DİBS ihraçlarının yaklaşık %15’ini aldığı ve toplam DİBS stoğunun yaklaşık %10’unu taşıdığı, bu büyük DİBS stoğunu taşımak için kısa vadeli dış ve iç borçlanma yaptığı ve pasif toplamı içerisinde vadeli mevduatın oranının sadece %1 olduğu tahmin ediliyordu. Böyle bir yapıda olan Demirbank, 2000 Ekim ayı sonunda Etibank’ın TMSF bünyesine alınmasıyla birlikte, Etibank’ta örtülü bir ortaklığı olduğu düşünülmesi sonucu zor 31 durumda kalmıştır. Bu yapının ortaya çıkmasıyla birlikte, dış borçlanma kanalları ve ardından iç borçlanma kanalları tıkanmış ve sonuçta zorunlu olarak DİBS satmak zorunda kalmıştır. DİBS fiyatındaki düşme, faizindeki yükselme belirli bir noktaya varınca, yabancı portföy satışları da görülmeye başlanmıştır. Örneğin, Deutche Bank’ın bir günde yaklaşık 750 milyon dolarlık DİBS sattığı göz önüne alındığında, finansal krizin başlangıç tarihinin Demirbank’ın ve diğer bazı bankaların dış borçlanmada zorlandıkları zaman olarak belirlenmesinin doğru olacağı görülmektedir (Uygur, 2001:16,17). Finansal krizin getirdiği reel gerilemeye rağmen, özellikle IMF ile anlaşmanın bir koşulu olarak, faiz dışı fazla büyüklüğünün artırılması hedeflenmiştir. Çok yüksek seyreden kamu açıkları ve kamu borç stoklarının kriz etkilerinden kurtulabilmek adına, vergi gelirleri artırılmış ve kamu harcamaları azaltılmıştır. Bunun sonucunda, özel harcanabilir gelir ve özel iç talep düşürülmüştür. Kamu ve özel sektör taleplerinin düşürülmesi ise cari açığı azaltmak için gerekli bir enstrüman olarak görülmüştür. 2001 yılı başı itibariyle Türkiye’nin hem büyük cari işlemler açığı hem de önemli dış borç stoku IMF’nin Türkiye’ye borç vermesini zorlaştırmıştır. Bu noktada, özellikle bankacılık kesiminin açık pozisyonları olarak bilinen özel dış borçlar için önlemler alınmıştır. Önlemler sonucu, 2001 Nisan’ından sonra görülmeye başlanan dış fazla, faiz dışı fazla amacı gibi büyümeyi olumsuz etkilemiştir. Krizle birlikte oluşan döviz kuru talebi fazlası, IMF’nin rezervlerin döviz kurunu yönlendirmek için kullanılmasına karşı olması nedeniyle dalgalı kur rejimine geçilerek bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Dalgalı kur rejimi, beraberinde fiyat belirsizliği ve belirsizliğin yol açtığı reel maliyetleri getirmiştir. Ekonomideki belirsizliği besleyen diğer bir etmen de mali açıkların ve özellikle kamu borçlarının sürdürülebilirliği konusuydu. Bu belirsizlikler, bir yandan borçlanma maliyetlerini yükseltirken, diğer yandan da sistemden yurtdışına veya evdeki kasalara para çıkışı yaratmıştır. Bu sürecin finansal sistemin ve reel ekonominin daralmasına yol açacağı kamuoyuna yeterince açıklanamadığı ve kötümserlik ve belirsizlik havası 2001 yılı sonuna kadar –IMF’den ABD desteğiyle umulanın üzerinde kredi verilinceye kadar- sürdüğü için, reel ekonomideki 32 gerilemenin ve finansal sistemdeki, özellikle bankacılık kesimindeki kredi çöküntüsünün önüne geçilememiştir (Uygur, vd., 2002:63-27). 2000-2001 yıllarında Türkiye’de ortaya çıkan krizin Arjantin’deki krizle ortak birçok yönü vardır. En önemli ortak yanı, her iki ülkenin de dünyanın en ağır borçlu ülkeleri olmasıdır (bu dönemde iki ülkenin borçlarının toplamı az gelişmiş ülkelerin toplam borcunun yarısını oluşturuyordu). Diğer ortak yan ise, her iki ülkenin IMF’nin politikalarına bağlı olmasıdır. Krizi tetikleyen sebeplerden biri de budur. Arjantin’in ihracatını önemli ölçüde sıkıntıya sokan, IMF’nin önerdiği sabit kur politikası olurken, Türkiye’nin 2000 yılından itibaren uyguladığı dezenflasyon politikası ve bant içerisinde dalgalanmaya izin veren kur politikası 2001’de TL’nin çöküşüne yol açmış, ardından gecelik faiz oranları % 5000’e fırlayarak beraberinde banka batışlarını ortaya çıkarmıştır (Durmuş, 2009: 68,69). Finans alanındaki kriz reel sektör de yansımış, iç talep daralmıştır. 2001 Şubat’ından 2001 Eylül’üne kadar 6 milyar dolarlık sermaye çıkışı yaşanmış ve net sermaye çıkışı on ayda 17 milyar doları bulmuştur. Ekonomik daralma neticesinde piyasalarda durgunluk meydana gelmiş ve beraberinde pek çok iflas ve işsizlik görülmüştür (Yılmaz, 2006:124). Buna göre, aşağıdaki grafikte de gösterildiği gibi, sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle birlikte, Türkiye’nin yaşadığı iki büyük krizin yabancı sermayenin ani çıkışlarından kaynaklandığı ya da krizin başka sebepleri olsa da bu çıkışlar nedeniyle derinleştiği görülmektedir. 33 Şekil 2.2. Türkiye'nin 1992-2005 yılları arasındaki büyüme ve kısa vadeli yabancı sermaye yatırımları arasındaki ilişki Kaynak: Şimşek, 2007:39. 2001 yılında IMF ile yeni bir anlaşma yapılmıştır. IMF 8 milyar dolarlık yardım planı sunmuş ve Kasım ve Şubatta alınan yardım paketlerinin toplamı 19 milyar dolara ulaşmıştır (Yılmaz,2006:124). 2.4.3. 2008 Küresel Kriz Makroekonomik açıdan bakıldığında, krize giden süreç şu şekilde açıklanabilir. Kriz öncesinde, ABD çok ciddi bir duruma gelen cari işlemler açığını, büyük miktarda fon çekerek finanse etmekteydi. ABD’li şirketler, sermayelerini ve teknolojilerini alıp Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları yatırım sayesinde elde ettikleri ürünlerini ağırlıkla ABD ve Avrupa pazarlarında satıyordu ve oradan elde ettikleri kazançları da ABD hazine tahvillerine yatırıyorlardı. ABD’nin cari işlemler açığınının sürdürülebilir olmadığı bilinmekteydi. ABD’nin dış dengesi bir ölçüde balon üzerine oturmuş durumda olmasının yanında, 2008 yılında petrol, gıda ve metal fiyatlarının hızla artması mali kesimde zaten oluşmuş kötümser 34 havaya, yeni olumsuz beklentilerin eklenmesine neden olmuştur (Eğilmez, 2008:68). Tasarrufların dünyanın belirli bir bölgesine, tüketimin de başka bir bölgesine yığılması ve bazı ülkelerde büyük finansman ihtiyaçları ortaya çıkarırken bazı bölgelerde de büyük rezervlerinin birikmesi anlamına gelen global dengesizliklerin nasıl sürdürülebildiği çok açıktır. Kendi piyasaları yerine başkalarına satış yaparak çok kazanan ve bunu harcamayıp tasarruf yapan Asya önderliğindeki “ihracatçı” ülkeler bu tasarruflar ile dönüp üretimlerini tüketenleri finanse etmişler ve hızla artan tasarruflarını Dolar’da ve Dolar bazlı yatırım araçlarında tutmuşlardır. Bir anlamda, global dengesizliklerden bir denge yaratılmıştır (Özel, 2008:104). Bu süreç ayrıntılı olarak incelendiğinde, küresel kriz öncesinde hızlı büyümekte olan Asya ve Latin Amerika liderliğindeki gelişmekte olan ülkelerin büyümelerini sağlayan temel etkenin ihracat olduğu görülmektedir. Bazıları (Çin, vb.) sanayi üretimi ihraç ederken, bazıları da (Rusya, Şil, vb.) bunlara emtia ihraç etmiştir. Büyük teknolojik atılımla birlikte gelişmiş ülkeler üretimlerini çok daha rahat gelişmekte olan ülkelere taşımışlar ve birim maliyetlerini düşürmüşlerdir. Düşen birim maliyetler sayesinde dünyada enflasyon sorunu azalmış ve bu nedenle sadece enflasyon hedeflemesi ile ilgilenen merkez bankaları para politikalarını gevşek tutmuşlardır. Düşen faizler sayesinde hemen her kesimde borcu büyüyen gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere sermaye akışı hızlanmıştır. Dünya ekonomisi gelişmiş ülkelerde tüketim ya da cari denge açığı, gelişmekte olan ülkelerde ise üretim ya da cari denge fazlası gibi polarize olmaya başlamıştır. Örneğin, 2007 yılında ABD’nin cari açığı ekonomisinin % 5,1’ine tekabül eden 710 milyar $, Çin’in cari fazlası ise ekonomisinin % 10,1’ine tekabül eden 354 milyar $ olarak gerçekleşmiştir. Piyasalar giderek büyümekte olan bu polarizasyona dikkat çekip “global dengesizlikler“ diye adlandırmıştır. Bu dengesizlik, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere yapılan ihracat gelirinin, yeniden gelişmiş ülkelere borç verilmesiyle (örneğin, Çin’in biriken dövizleriyle gidip ABD devlet tahvili almasıyla), gelişmiş ülkelerin tüketimini finanse ederek sürdürülebilmiştir. Dünya ekonomisinin büyümesi, bu dengesizliğin krize kadar kimsenin dikkatini 35 çekmemesinin nedenidir. Kriz öncesindeki 2004-2007 döneminde dünya ekonomisi % 5,1 gibi son yılların en hızlı oranıyla büyümüştür (Özel, 2008: 105). Büyüme sürecinin yüksekliğinden de anlaşıldığı üzere, bu makroekonomik dengesizlikler bir denge oluşturuyordu. Global dengesizliklerin finanse edilmesi durumunda, süreç sorunsuz işlemekteydi. Bir yanda borcun ve cari açıkların artışı söz konusuyken, diğer yanda cari fazla ve likidite fazlası bulunmaktaydı. Bu durum, ülkelerin birbirlerine bağımlı olmalarını ve tüm dünyanın bir bütün olarak bu dengesizliklerden yararlanması sonucunu doğurmuştur. Gelişmekte olan ülkeler, ihracata dayalı büyüme gerçekleştirirken ve kazandıklarını gelişmiş ülkelerin tahvil ve bonolarına yatırarak önemli bir getiri elde ederken, gelişmiş ülkeler de tüketimlerini borçla finanse etmeyi sürdürebilmişlerdir. Bu simbiyoz yaşamın sürekli devam edemeyeceği aşikardır, nitekim dengesizliklerin finanse edilmesinin zorlaşmasıyla birlikte bu süreç tersine işlemeye başlamıştır. 2000’li yılların başından itibaren dünyada hızlı ekonomik büyüme, likidite genişlemesi, iyimserlik piyasalarda özellikle taşınmaz mal (gayrimenkul) piyasasında hızlı fiyat yükselişine, balon ya da köpüğün oluşmasına yol açmıştır. ABD taşınmaz mal (gayrimenkul) piyasasında hızlı fiyat yükselişine, balon ya da köpüğün oluşmasına yol açmıştır. ABD gayrimenkul piyasasında fiyatlar kısa sürede ikiye katlanmış, 650 bin dolayında gayrimenkul stoku oluşmuştur. Yalnız konut sahibi olmak isteyenler değil, yatırımcılar, spekülatörler, karlı bir alan gördükleri için gayrimenkul piyasasına yönelmişler, yatırımlarının en az bir bölümünü kredi ile fonlamışlardır. İpotek karşılığı gayrimenkul kredisi veren finansman kurumları, ya kredilerini satmışlar ya da varlığa dayalı menkul kıymet çıkararak ve yatırım bankalarının veya ticaret bankalarının yatırım bankacılığı yapan bölümleri tarafından alınmasıyla, verdikleri kredileri fonlamışlardır. İpotek karşığı krediler güvence gösterilerek çıkarılan varlığa dayalı menkul kıymetler ya da tahvillerden riskli görünenler, eşik altı (subprime) olarak nitelendirilerek daha yüksek getiri vaadi ile satılmıştır (Akgüç, 2009:7). 36 Ancak, ipoteğe bağlı kredilerin ya da diğer kredilerin vadeli gelip ödenme koşulları oluştuğunda, varolan borcun bireysel gelirlerle olduğu kadar bizzat kredili gayrimenkul veya ürünün piyasa değeri ile de ödenememiştir. Başka bir deyişle, ipotekle alınmış olan kağıt üzerinde değeri sanal olarak yükselmiş olan gayrimenkulun değerinin de borcu karşlayamadığı ortaya çıkınca, finansal yapılarda hissedilen ilk sarsıntı ile sistem krizin ilk işaretlerini göstermiştir. Borçların geri dönüşünde yaşanan güçlük finansal kurumlardaki kriz yanında, piyasalarda tüketici güveninin sarsılmasına ve panik oluşumuna neden olarak, reel sektörde de talebin gerilemesine yol açmış ve finansal alandaki krizin reel sektöre yansımasına neden olmuştur (Önder, 2009:17). Kriz süresince, gelişmiş ülkeler borçluluk oranlarını düşürmeye başlamışlardır. Bu borcun azaltılabilmesi için tasarruf yapıp tüketim azaltılınca cari açıklar arasında fark kapanmaya yani global dengesizlikler azalmaya başlamıştır. Yüksek cari açık verenler cari açıklarını, yüksek cari fazla verenler de cari fazlalarını azaltmaya başlamışlardır. ABD’nin cari açığı ekonomisinin % 3,1’ine, Çin’in cari fazlası ise ekonomisinin % 2,8’ine gerilemiştir. Ancak, makroekonomik dengesizliklerin dengesiyle büyüyen dünya ekonomisi, cari denge farklılıklarını büyüme hızını ciddi şekilde düşürerek azaltmıştır. Kriz öncesindeki 4 yılda ortalama % 5,1 büyüyen dünya ekonomisi, kriz sonrası 4 yılda % 2,8 büyüyebilmişti. Diğer bir deyişle, global dengesizliklerin azalmasının bedeli düşük üretim ve büyük bir istihdam kaybı ile ödenmiştir (Özel, 2008:106). 2008 yılındaki küresel kriz, kriz öncesi klişeleşen para politikasının tek hedefi olan “enflasyon hedefinin” finansal istikrar getirdiği ve döviz kurları ve diğer tüm finansal varlıkların fiyatlarının piyasanın görünmez eline teslim edildiği görüşü tartışılmaya başlanmıştır. Sadece enflasyon heeflemesi yapılarak, finansal sistemdeki kırılganlıkların önüne geçilemeyeceği ve finansal varlıkların fiyatlarının temel değerlerinden likidite fazlası nedenlerinden ziyade, spekülatif nedenlerden de sapabileceği bir gerçek olarak görülmektedir. Yıllardır, süregelen “spekülasyonun gerekliliği” savı yerini, piyasanın kısa dönemli, rastgele iniş çıkışlı “balonlarının” düzenlenmesi ve yönlendirilmesi gerekliliğine bırakmıştır. 37 2.5. Krize Karşı Çözüm Önerileri ABD’deki konut piyasasında ortaya çıkan kriz, 2007-2009 yıllarında önce finansal, sonra da reel sektöre hızla yayılmış ve ABD ekonomisi ciddi bir işsizlik ve resesyon sorunu yaşamıştır. Bu kriz, finansal ilişkiler kanalıyla dünyanın diğer gelişmiş ekonomilerine (özellikle AB ülkelerine) yayılmıştır. Sonuçta, artan belirsizlik ortamı ve güven kaybı kredi mekanizmasının çalışmasını engellemiş ve reel kesimin borçlanma imkanlarını sınırlandırıken borçlanma maliyetlerini artırmıştır (Kibritçioğlu, 2010:6,7). 2010 yılında Avrupa Birliği’nde borç krizi olarak yansımaları görülen ekonomik krizden, en çok İrlanda, İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan etkilenmiştir. Borç krizi süreci incelendiğinde, öncelikle dikkati çeken kredi kanallarının tıkanması sonucu borçlanma maliyetlerinin artmasıdır. Euro bölgesinde Avrupa Ekonomik ve Parasal Birliğine geçişle birlikte üye ülkelerin uzun dönem devlet tahvili faiz oranlarında bir yakınsama yaşanmıştır. Ancak Ekim 2009’dan itibaren Yunanistan başta olmak üzere kamu finansmanında bozulma görülen ülkelere ilişkin risk algılamalarındaki artış ile birlikte, bu ülkelerin uzun dönem devlet tahvillerinin faiz oranlarında ayrışmalar başlamıştır. Borçlanma maliyetlerinin artması borç krizi içerisindeki ülkelerin borçlarını finanse etmelerine ilişkin risk algılamalarını olumsuz etkileyerek bu ülkelerin borçlanma maliyetlerini artırması krizin derinleşmesine sebep olmuştur. Bu sarmal sonucu Yunanistan’da 10 yıllık devlet tahvillerinin faiz oranı Ekim 2009’da %4,57’den Şubat 2012’de %29,24’e kadar yükselmiş ve borç krizi içerisindeki diğer AB ülkelerin de benzer süreçler yaşanmıştır (Bayar, 2014:219). Bu borç krizinin etkisi, ülkelerin büyüme oranlarında açıkça görülmektedir. Avrupa Birliği’nde 2009 yılında ekonomi ortalama yüzde %4,3 küçülürken, bazı AB ülkelerinde bu rakamlar daha yüksek seyretmiştir. Buna göre, İrlanda ekonomisi %7, İtalya ekonomisi %5,5 oranında küçülmüştür. 2011 yılına gelindiğinde ise, Portekiz ve Yunanistan ekonomilerinin küçülmeye devam etmişler ve krizin etkilerinden kolayca kurtulamamışlardır (Dizman ve Özen, 2012:2). 38 Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS)’nin çalışmasında açıklandığı üzere, krize karşı bir önlem olarak kurulan AB mekanizmalarının ardındaki çıkış noktası, uyguladıkları sürdürülemez maliye politikaları sonucunda ciddi borç yükü altına giren Euro bölgesi ülkelerinin borçlanma maliyetlerinin de önemli ölçüde artması sonucunda daha derin mali problemlerle karşı karşıya kalmalarıdır. Kurulan mekanizmaların temel amacı mali sorunlarla karşı karşıya kalan ülkelerin borçlanma maliyetlerini düşürmektir. Bu amaçla kullanılan en etkili yollardan biri ise, Euro Bölgesi’nin bir bütün olarak borçlanması ve mali problemlerle karşı karşıya kalan üye devletlere daha uygun koşullarla kredi temin edilmesidir. Bu nedenle Ödemeler Dengesi Fonu adı altında, Euro Bölgesi dışında kalan 10 AB üyesi devletin ödemeler dengesinde yaşayabilecekleri potansiyel sorunlarda ve buna bağlı olarak gerçekleşebilecek dış finansman güçlüklerinde devreye girmek üzere bir fon tesis edilmiştir. Mekanizmanın finansmanı, AB Komisyonunun, AB bütçesi ve 27 üye devlet tarafından garanti altına alınan tahviller ihraç ederek borçlanması ve ödemeler dengesinde sorun yaşayan devletlere kredi sağlanması şeklinde gerçekleşmektedir. Mali problemlerin çözümünde, Euro Bölgesi ülkelerinin Avrupa Komisyonu aracılığıyla sağlanan ve IMF’nin de desteğiyle hazırlanan bir borç havuzu olan Kredi Havuzu da kullanılmaktadır. Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması ise, küresel finansal kriz sebebiyle bir çok üye devletin bütçe açığı ve borç sorunları yaşaması, borçlanma koşullarının ağırlaşmış olması ve mali istikrarın risk altına girmesi nedeniyle AB üye devletlerine finansal destek sağlamak amacıyla kurulmuş bir yapıdır. 16 üye devletin katılımıyla 2010 yılında kurulan bir limited şirket olan Avrupa Finansal İstikrar Fonu ve üye devletlerin Maliye Bakanlarının katımıyla oluşturulan Avrupa İstikrar Mekanizması da aynı amaca hizmet etmektedir. Ayrıca, bu mekanizmaların dışında kriz yönetimine katkı sağlayarak kalıcı istikrarın temini için Euro Bölgesi’nin rekabet gücünün iyileştirilmesi amacını taşıyan Rekabet Paktı kurulması öngörülmüştür. Verimliliği artırmaya yönelik önlemlerle rekabet gücünün artırılması, istihdamın artırılması, kamu maliyesinde sürdürülebilirliğinin sağlanması ve mali istikrarın güçlendirilmesi krizin bertaraf edilmesinde önemli araçlardandır (ABGS, 2011:1033). 39 AB’deki borç krizinin nedenleri arasında, AB’deki ekonomik aktörlerin aşırı-risk üstlenme ve aşırı borçlanma eğilimleri, sorunlu parasal birlik, gevşek mali disiplin ve geciken mali birlik, bazı Euro Bölgesi ülkelerinde bankacılık ve konut sektörü sorunları, AB genelindeki yetersiz iktisadi büyüme ve istihdam artışları, düşük/yetersiz rekabet gücü ve 2008 Küresel Krizinin etkileri sıralanabilir. Borç krizinin çözüm önerileri olarak aşağıdaki maddeler iktasatçılar tarafından tartışılmaktadır (Kibritçioğlu, 2011:15-17): Kemer Sıkma Programları: Kamu kesiminin birikmiş borçlarını sürdürülebilir kılmakve borç krizinden çıkmak için, en azından kısa vadeli çözüm arayışlarında, nominal GSYH büyümesinin artışını hızlandırmak, birincil bütçe açıklarını düşürmek, faiz oranlarını düşürmek gerekmektedir. Merkez Bankası Müdahaleleri: Avrupa Merkez Bankası’nın sorunlu Euro Bölgesi ülkelerinin borç senetlerini satın alıp onlara duyulan güveni artırmaya ve borçlanma faizlerini düşürmeye çalışması sadece kısa vadeli çözümler olarak belirtilmektedir. Kurtarma Paketleri: Uzun vadeli çözümler olmasa da 2010 ve 2011 yıllarında Yunanistan ve İrlanda için bu paketlerin kullanıldığı görülmüştür. Devalüasyon veya Euro’dan Çıkış: AB ülkeleri, Euro’yu kullanmaya başlamakla ulusal para ve kur politikalarından vazgeçmişlerdir. Devalüasyon için Euro Bölgesinden çıkmaları gerekmektedir, ancak AB olanaklarından da vazgeçmek anlamına gelen bu çözümün uygulanması zordur. Borçların Yeniden Yapılandırılması: Vadesi yaklaşan borçların ödeme takvimlerinin uzatılması, ödeme tutarları açısından bazı kolaylıklar sağlanması gerekmektedir. Mali Bütünleşme: Ulusal para politikalarının bütünleştirildiği gibi, ulusal maliye politikaları da bir bütün haline getirilmeden sorunun kalıcı çözümünün zor olacağına ilişkin görüşler vardır. Meriç ve Atsan’ın (2013), Euro bölgesinde uygulanan kriz önleme mekanizmaları açıklanmış ve yanısıra faiz dışı fazla sağlanması, enflasyon kullanılarak borcun 40 azaltılması, mali sektörün güçlendirilmesi adına borçların silinmesi önlemlerine de yer verilmiştir. Çalışmada, ekonomik büyümenin önemine değinilirken, cari açık konusunda tedbirler alınarak uygulanan çoklu hedeflerin izleneceği dereceli olarak zamana yayılmış bir politika sepetinin daha etkin olacağı vurgulanmıştır (Meriç ve Atsan, 2013:164,165). 41 3. KRİZLERE KARŞI UYGULANACAK POLİTİKALAR Krizlerden çıkış yöntemleri, devletleştirme şeklindeki doğrudan devlet müdahaleleri, Keynesyen maliye ve para politikaları, IMF destekli neo-liberal politikalar olarak sıralanmaktadır. Devletleştirme, zor durumda olan finansal veya sınai özel kuruluşların kısmen ya da tamamen kamusal mülkiyete alınması biçiminde tanımlanmakta ve bu uygulamanın en son örnekleri 2008 krizi Amerika’da Fannie Mae ve Freddie Mac gibi yatırım bankalarının ve İngiltere’de Northern Rock Bank’ın devletleştirilmesinde görülmektedir. Genişletici para ve maliye politikaları hem 1929 hem de 2008 krizleri sonrası uygulanan politikalardandır. Zor durumdaki şirketlere likidite aktarılması, faiz oranlarının neredeyse sıfıra kadar indirilmesi, mevduat garantisi ve bankalar arası kredilendirmeye verilen hazine garantileri para politikası alanında uygulanan politikalardandır. Maliye politikaları ise, kamusal yatırım harcamaları, vergi iadeleri, vergi indirimleri ve işsizlik ödemeleri şeklinde uygulanmaktadır. 1929 bunalımından sonra da, New Deal (Sosyal Uzlaşma) adı altında kamusal harcamalar ve vergi indirimleri aracılığıyla ve tarım kesiminin satın alma gücünü artırmaya yönelik uygulamalar düzenlemeye girmiştir. Ayrıca, krize yönelik bir diğer önlem de neo-liberal politikaların yaygınlaşmasıdır. 1980’li yıllarda uluslararası sermaye birikiminin ulaştığı düzeyin kaçınılmaz sonucu olarak gelişen finansal küreselleşme, 1970’lerde ortaya çıkmaya başlayan ekonomik durgunluğu aşmak için uygulanan bir çözümdür. Küreselleşme ise, uluslararası sermaye hareketlerinin önündeki engellerinin kaldırılması (liberalizasyon), devlet düzenlemelerinden vazgeçilmesi (deregülasyon), kamusal sermaye birikiminin el değiştirmesi (özelleştirme) ve kamu sektörünün piyasalar lehine asgari düzeye indirgenmesi (mali disiplin, faiz dışı fazla vb.) gibi Washington Uzlaşması adı verilen neo-liberal düzenlemelerle birlikte gelmektedir (Durmuş, 2009:69,70). Krizin ortaya çıkış sebepleri, mali sistemin karmaşıklığı sebebiyle yitirilen saydamlık ve hesap verebilirlik, krizin derinleşmesini sağlayan küresel sistemdeki zaaflar sonucu finans sektörünün reel ekonomiden çok daha hızlı gelişmesi, kredi derecelendirme kuruluşlarının yetersizliği, muhasebe ve denetim sisteminden 42 kaynaklanan sorunlar olarak sıralanabilir. Bu sıralanan nedenlerin ortaya çıkmasını önlemek ve dolayısıyla krizle mücadele etmek amacıyla birtakım çözümler sıralanmıştır. Bunlardan ilki, maliye ve ekonomi politikalarının güçlendirilmesidir. Kamu maliyesinin yapısı, krizler süresince tartışılmaya devam etmiştir. Maliye politikalarına başvurularak krizden çıkış yolunun aranmasının doğru olup olmadığı, bu politikalar sonucu ulaşılan borçlanmaların sürdürülebilirliği tartışma konusudur. Diğer bir çözüm ise, kamu sektöründeki yapısal zaaflarla mücadele etmektir. Kamuda esnek ve dinamik bir yapıya ihtiyaç duyulurken, yolsuzluk ve kötü yönetime yol açan sistem ve süreçlerin rehabilitasyonu gerekmektedir. Kamu yönetiminin geliştirilerek, toplumsal ve siyasal değişimlere ayak uydurabilecek yeterliliğe gelmesi ve küreselleşmeyle birlikte krizlerin de küresel nitelik kazanması sebebiyle uluslararası sistemin geliştirilmesi ve küresel yönetişimde yeterliliğin kazanılması bir diğer çözüm yöntemidir. Ayrıca, krizin aşılması ve mali sistemlerin güçlendirilmesi için iç ve dış kontrol mekanizmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle, 2008 krizi sonrası ulusal yönetimler ve uluslararası kuruluşlar, mevcut denetim mekanizmalarını güçlendirme ve gerekli alanlarda yeni denetim/gözetim otoriteleri oluşturma yoluna gitmişlerdir (Köse, 2012:94-99). Krizden çıkış için uluslararası ekonomi yazınında iki farklı yöntem dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, geleneksel yaklaşım olarak IMF’nin de destek verdiği bir yaklaşım olup, bu yaklaşımda dış dengeyi sağlayarak, dış ödemeleri aksatmadan döviz çıkışlarını durdurmak ve döviz kurunda büyük sıçramaları engellemek için sıkı para politikasının, yüksek faizin ve sıkı maliye politikasının gerekliliği ön plana çıkmıştır. Ancak, Asya ve Brezilya krizleri sıkı para ve maliye politikalarına karşılık, döviz kurunda önemli artışlar olabileceğini göstermiştir. Bunun üzerine, Krugman, Sacks ve Stiglitz gibi iktisatçıların öne sürdüğü ikinci yaklaşım tartışılmaya başlanmıştır. Krizle birlikte zaten daralmaya başlayan reel ekonominin rahatlaması için maliye ve para politikalarının gevşetilmesi, reel faizin düşürülmesi gerektiği üzerinde durulmuştur (Uygur, 2001:27-28). 2008 yılında oluşan küresel kriz ise, krize karşı ikinci yöntemin benimsendiğini ve krizden çıkış 43 için devletleştirmeye kadar varabilecek maliye politikaları yanında gevşek para politikalarının kullanıldığını göstermiştir. Krizlerin ortaya çıkmasında sermaye hareketlerinin etkisi birçok çalışmada gözlemlenmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin büyümelerine yardımcı olduğu bilinen sermaye hareketlerinin kontrolsüz davranışları, bu ülkeleri olumsuz etkilemektedir. Yatırımcıların beklentilerinin herhangi bir sebeple değişmesi ve ülkeden sermaye kaçışının yaşanması, o ülkenin döviz kurları, döviz rezervleri, parasal büyüklükler, ödemeler bilançosu ve enflasyon gibi değişkenlerde dalgalanmalara sebep olmakta ve sarmal olarak giderek olumsuz etkiler büyümektedir. 3.1. Sermaye Hareketlerinin Kontrol Altına Alınması Sermaye kontrolü, 1980’lerden bu yana OECD, Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlarca kaçınılan bir yöntem olsa da 2008 krizi sonrası gelişmiş ülkelerin dahi uygulama fikrine sıcak yaklaştığı bir konuma gelmiştir. En ideal çözüm olmayacağı ancak, her ülkenin egemenliğinden ödün vermeden ekonomik şoklarla baş etmesine imkan veren bir düzenleme olduğu üzerinde önemle durulmuştur (Piketty, 2014:581). Sermaye hareketlerinin krizlerle ilişkili olduğu fark edildiğinden beri, uluslararası sermaye hareketlerinin kontrol altına alınması gerektiği savunulmuştur. Liberal kesimde çok büyük önyargılar olsa da her kriz sonrası bu konu tekrar gündeme gelmiştir. Küresel olarak görüş birliğine varılamasa da, sakıncalı yanları ve avantajları tartışılmaya başlanmıştır. Sermaye kontrolleri, uluslararası sermaye hareketlerinin hacmini, yönünü, karakterini veya zamanlamasını değiştiren her türlü resmi önlemleri kapsamaktadır. Sermaye kontrolleri, döviz kuru ve döviz kuru rejimi üzerine kontroller, vergiler şeklinde kontroller, yatırım ve krediler üzerine olan kontroller ve ticari alışverişler üzerine olan kontroller olarak sınıflandırılabilir (Vergil, 2002:20). 44 Sermaye kontrollerinin makro ihtiyati önlemler olarak vurgulandığı Rey’in (2013) çalışmasında, ABD para politikası tarafından yürütülen küresel finansal çevrimin varlığına dikkat çekmiştir. İstikrarsızlık artık bağımsız para politikasını garanti etmemektedir, yazar “bağımsız para politikasının sadece sermaye hesabı yönetilirse mümkün olduğunu” iddia etmektedir. Bu çevrimin gösterimi, yapılan çalışmalarda bütünüyle reddedilen alışılmışın dışında sonuçlara temel olmaktadır. Yazar trilemma- üçlü açmaz adı verilen bağımsız para politikası- dalgalı döviz kuru- sermaye kontrollerinin birlikte uygulanamaması sorunuyla ilgilenen doğru politikaların aşırı kaldıraç ya da kredi büyümesi gibi sorunların çözümünde de kullanılabileceğini iddia etmektedir. Bu düşünce, agresif stres testi ve daha sert kaldıraç oranlarını baz alan makro ihtiyati önlemlerin birleşimini gerektirmektedir. Finansal istikrar ve kurumsal ayarların kaynağına bağlı olarak, makro ihtiyati bir önlem olarak sermaye kontrollerinin kullanımı bağımsız para politikasının varlığını gerektirmektedir. Ne yazık ki, bu çalışmadaki korelasyonlar güçlü bir ilişki göstermemişlerdir. Bu tür politikalar ülkelere zarar verebilmektedir, makro ihtiyati önlemler uygun para politikası adımlarından kaçmak veya bunları ertelemek için kullanılabilir ve yapısal reformlara daha çok gereksinim duyulabilir. Aoki vd. (2010) çalışmasında, sermaye kontrollerinin, kredi piyasalarının tam etkin olmadığı durumlarda refah artırıcı bir etkisi olduğunu iddia etmiştir. Yurtiçi finansal gelişmelerin düzeyine bağlı olarak uluslararası finansal işlemlerin serbestliğinin nasıl uyumlaştırılacağını incelemektedirler. Yurtiçi ve uluslararası borçlanma kısıtlamalarının kullanıldığı bir modelle birlikte, yurtiçi finansal sistem az gelişmişse, sermayenin serbestliğinin mutlaka yararlı olmadığını göstermişlerdir. Çünkü, toplam faktör verimliliği (TFP) uzun dönemde duraklamakta ve istihdam kısa dönemde azalmaktadır. İstihdamın olası kaybını azaltacak ancak finansal sistem geliştirilmeden tamamen yok edilemeyecek olsa da yabancı doğrudan yatırımlara izin verilmesini de içeren politikalar önerilmektedir. Benzer şekilde, Calvo ve Mendoza (2000) da, finansal küreselleşme bulaşma etkisini artırdığında sermaye kontrollerinin asimetrik bilgi ile yararlı olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Finansal küreselleşme, maliyetli bilgi toplamayı özendirmeyerek 45 ve arbitrajlı piyasa portföylerini özendirerek, bulaşma etkisini kuvvetlendirebilir. Sayısal simulasyonlar göstermektedir ki, bu iki sürtüşme nicel olarak önemlidir ve gelişmekte olan piyasalarda ülkeye özgü temellerle ilişkisiz büyük sermaye çıkışlarını tetikleyebilmektedirler. Bu bulgular, küreselleşme refah artışı için gerçekten gerekli midir sorusunu akla getirmektedir ve sermaye kontrolleri bulaşma ile tetiklenen refah maliyeti için istenmektedir önerisini sunmaktadır. Jeanne ve Korinek (2010), gelişmekte olan ülkelere olan sermaye akımları üzerindeki ihtiyati önlemleri, kaldıraç azaltma döngüsüyle ilgili dışsallıkları adres gösteren Pigocu vergiler yönünden analiz etmektedir. Ekonomideki canlılık dönemlerinde sermaye girişlerinin sınırlandığı durumda ekonomik durgunluk döneminde potansiyel çıkışların da azaldığı bir model üzerinde durulmuştur. Bu, borçlular üzerindeki finansal kısıtlamaların sağlamlaştırıldığı ve tamamlayıcı varlıkların fiyatlarının iki yönlü güçlendirici etkisinin azaltıldığı zaman, kaldıraç azaltımının etkilerini azaltacaktır. Modellerinde, sermaye kontrolleri makro ekonomik oynaklığı azaltmakta ve tüketici refahını artırmaktadır. Bruno ve Shin (2014) sermaye akımlarının küresel finansal durumlara hassasiyetini ölçmek için bir metot geliştirmişler ve 2010’da Kore’de başlatılan makro ihtiyati önlemleri bu metotla incelemişlerdir. Ülkelerin karşılaştırmalı gruplarına bağlı olarak, küresel durumlara göre Kore’ye gelen sermaye akımlarının hassasiyeti makro ihtiyati önlemler ve sermaye kontrollerinin başlangıcıyla birlikte azalmıştır. Ancak, bu önlemler finansal kriz sonrasında başlatılmıştır. Kore 2008 yılında büyük bir likidite sıkışması yaşamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde yatırımlar fazlayken “risk on” süresince kontroller üçlü açmazı çözmeye yardımcı olabilir ancak kriz süresince zarar verici olabilir. Sermaye kontrollerinin ekonomik refah düzeyine etkisininin belirsiz olacağını bulan pek çok çalışma vardır. Örneğin, Prasad vd. (2003) serbestlik ve kişi başına gelirde büyüme arasında önemli bir ilişki bulamamıştır. Benzer şekilde, Satyanath ve Berger (2007) gelişmekte olan 50 ülkenin yer aldığı panel ekonometrik 46 modeliyle 1995-2005 yılları arasındaki süreçte düşük ekonomik büyüme ile sermaye kontrolleri arasında önemli bir ilişki bulamamıştır. IMF’nin önemli çalışmalarından biri olan Ostry vd. (2010) çalışması, küresel kriz sonrası dönemde sermaye kontrollerinin yoğunluğu verimdeki düşüşle negatif olarak ilişkili olduğunu ileri sürdü. Blundell-Wingdal ve Roulet (2013) bu bulguları tekrar buldular, ancak basit bir kararlılık testinden geçmesini sağlayamadılar. Eğer Letonya yerine Rusya alınırsa, sonuçlar aynı kalmamaktadır. Kısacası, bu testler IMF’nin çalışma sonuçlarının sermaye kontrollerinin desteklenmesi iddialarını güvenilmez yapmıştır. Aynı IMF sermaye kontrol değişkenlerinin milli gelirdeki büyüme üzerine etkileri (kriz öncesi ve sonrası verilerle) panel veri ile incelenmiş ve belirli bir sonuç bulunmuştur. Kriz öncesi süreçte sermaye kontrolleri büyümeyi destekliyor ancak kriz sonrası dönemde negatif bir etki yaratıyor. Makro ekonomik çalışmaların tersini gösteren mikro ekonomik bulguların yer aldığı çalışmalar da vardır. Bu çalışmalar, sermaye kontrollerini kaldıran gelişmekte olan ülkelerin ekonomi teorisinde beklendiği gibi pozitif etkileri deneyimlediği görülmüştür. Özellikle, şirketlerin uluslararası finansal piyasalara girişe hazır değilse, sermaye kontrollerini kaldırmak sermaye akımlarına bağımlılığı azaltmaktadır (Harrison, Love ve McMillan, 2004). Benzer şekilde, mülkiyet hakları gelişir, yeni firmalar yatırımlarını artırır, hisse fiyatları artar ve özsermaye maliyeti azalır (Chari ve Henry, 2004). Forbes (2007) sermaye kontrolleri üzerine kendi çalışması ve diğer çalışmalar hakkında bir özet sunmuştur: Yurtiçi firmaların sermayeye ulaşmasını zorlaştırdığı için finansman maliyetlerinin artmasına neden olmaktadır. Sermaye kontrollerinden kaçınmak verimsizliği ve firmalar için gerçek bir maliyet olan yolsuzluğu ortaya çıkarmaktadır. Desai, Foley ve Hines (2004) çalışmasında, ABD uluslararası şirketleri incelenmiş ve düşük sermaye serbestisine sahip ülkelerde faaliyet gösteren bağlı şirketlerin %10 daha fazla ana şirkete kar payı gönderdiğini ve kontroller nedeniyle oluşan kardaki çarpıklığın kurumsal vergi oranlarında %24 artışa sebep olduğunu bulmuştur. Sermaye kontrolleri borçlanma 47 maliyetlerini artırmakta ve uluslararası şirketlerin yapacağı yabancı yatırımların %13-16 düzeyinde azalmasına sebep olmaktadır. Çalışmalar, kontrolleri kaldırmanın ilk maliyetinin, küresel rekabete uyum sağlamaya çalışan rant arayan yerli firmaların korunmasında yaşanmaktadır. Ancak, küçük firmalar için hisse senedi fiyatlarının arttığı ve onlar için sermayeyi çekmeyi kolaylaştırdığı görülmüştür. 3.1.1. Sermaye Kontrolleri Süreci Sermaye kontrolleri, 1929 Ekonomik Bunalımından sonra uygulanan Keynesyen ekonominin temel noktalarından biridir. 2. Dünya Savaşından sonra ülkelerin parasal sistemlerinin bir düzene girmesi amacıyla üzerinde anlaşılan Bretton Woods sistemi de sermaye kontrollerini gerekli görmüştür. Bu dönemde, ABD dışındaki ülkeler, kambiyo kontrolleri, cari işlemlerin kısılması, sermaye harketlerinin kısıtlanması gibi önlemler uygulamışlardır (Esen, 1997:35). Çünkü, sermaye hareketlerinin akışkanlığının kriz bulaşıcılığını birlikte getirdiği düşünülmekteydi (Eğilmez, 2009:55). Ancak, Bretton Woods sisteminin 1970’lerden itibaren çökmesiyle birlikte sermaye kontrollerinin yerini sermayenin tüm dünyada serbest bırakılması ve liberalizasyon süreci almıştır. Bretton Woods sistemindeki sabit kur rejimi ortadan kalktığı için, dalgalı döviz kurunun etkisiyle bu durumdan kar sağlama olanağı ortaya çıkmıştır (Keskin, 2009:153). Bunun sonucunda spekülatif sermaye hareketleri artmış ve “sıcak paranın” ani bir şekilde ülkeden çıkışı sonucu oluşan krizler yaşanmıştır. 1997 Asya Krizi, 2008 Küresel Krizi ve Türkiye özelinde düşünüldüğünde 1994 ve 2001 Krizleri, kısa vadeli sermaye hareketlerinin yani spekülatif bir şekilde kar etmek için ülkeler arası faiz farklılıklarından yararlanan sıcak paranın krizlere sebep olabileceği ve/veya krizi derinleştirebileceği görülmüştür. Krizlerden sonra, ülke ekonomilerinin toparlanma sürecinde uygulanan politika tedbirleri arasında sermaye kontrolleri de vardır. Küresel bir fikir birliğine varılamasa da krizler ile kısa vadeli sermaye hareketleri arasında sıkı bir ilişki 48 olduğu ve sermaye kontrolünün bu ilişkiyi tersine çevirebileceği düşünülmektedir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde zaten halihazırda var olan cari açık-bütçe açığı ikilisinin, sıcak paranın o ülkeden sermaye hareketleri üzerine vergi koymayan başka bir ülkeye gitmesi durumunda derinleşmesi ve borçların çevriminde güçlükler ortaya çıkarması, gelişmekte olan ülkeleri önemli bir açmazda bırakmaktadır. Şekil 3.1. Sermaye hesabı ve krizler arasındaki nedensellik bağları Kaynak: Delice, 2003:61 3.1.2. Sermaye Hareketlerinin Kontrol Edilmesinin Amacı Her ülkenin ekonomik ve finansal koşulları farklı olmakla birlikte, ülkelerin sermaye hareketlerine kısıtlama ve kontrol getirmelerinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir (Uzunoğlu, vd., 1995:40): 49 Kısa vadeli sermaye hareketlerinin artması ile oluşabilecek döviz kuru istikrarsızlıkları ve ödemeler dengesi krizlerinin önlenmesi, Yurtiçi tasarrufların yurtiçi yatırımlarda kullanılmasını sağlamak ve yabancıların yurtiçi üretim faktörlerine sahip olmalarını sınırlamak, Yurtiçi finansal aktifler, gelir ve servet üzerinden kamu yetkililerine vergileme olanağı sağlamak, Yurtdışına çıkabilecek sermaye akımlarını önlemek, Yurtiçi ekonomik dengeleri, uluslararası faiz ve kur dalgalanmalarından yani dış şoklardan korumak. Sermaye girişlerine uygulanan kontroller, net akımların hacminde bir düşmeye neden olmamakta, sermaye çıkışlarına uygulanan controller ise sermaye çıkışlarını düşürmekte ve daha bağımsız para politikası için olanak sağlayabilmektedir. Sermaye kontrollerinin uygulanmasını teşvik eden dört neden olarak şunlar sıralanabilir (Crotty ve Epstein, 1996:23; aktaran Tanören, 2009:54): Paranın değerlenmesi: Global dünyanın finansal merkezlerindeki yatırımcıları daha düşük maliyetli fonlara geçiş sağlayan avantajlar ararlar. Sermaye akımları ile döviz kurunda yukarı yönlü bir baskı yaratır. Yerli üreticiler global piyasalarda daha az rekabet edebilir duruma getirilir. Sıcak para korkusu: Küçük piyasalara ani olarak giren fonlar, ani çıkışları ile bir bozulmaya neden olabilmektedirler. Geniş miktardaki sermaye girişleri korkusu: Gelişmekte olan piyasalardaki politika uygulayıcılar, yabancı sermaye yatırımcılara tam anlamıyla bir güvensizlik duymaktadırlar. Geniş miktardaki sermaye akımlarının, finansal sistemde bozulmalara neden olduğu bilinmektedir. Parasal otoritenin kaybedilme korkusu: Para politikasının esnekliğinin bazı unsurlarını sürdürmek için bazı uygulamalardan vazgeçilmelidir. Dalgalı kur 50 korkusu yanında, vazgeçilen sermaye hareketliliği, feragat edilen para politikası özerkliğinden daha etkin görünebilir. 3.1.3. Sermaye Hareketlerinin Kontrollerinin Türleri Sermaye hareketlerinin kontrolleri, doğrudan yükümlülükler getiren ve düzenlemeler koyan doğrudan sermaye kontrolleri ve dolaylı olarak spekülatif işlemleri daha maliyetli hale getirerek bu işlemlerden caydırmaya çalışan dolaylı sermaye kontrolleri olarak ikiye ayrılmaktadır. 3.1.3.1. Doğrudan Sermaye Kontrolleri Kavramı Doğrudan kontroller sermaye hareketleri veya ilgili ödemeler ile fon transferlerini, açıkça belirlenen miktar sınırlamaları veya onay şartı koyma yoluyla yasaklamak şeklindedir. Bu kontroller, ülkeler arasında gerçekleşen mali işlemlerin hacmini etkilemeyi hedeflemektedir. Genel özelliği ise, sermaye akımlarını kontrol etmek için bankacılık sistemine yükümlülük getirmektir (Balseven ve Erdoğdu, 2005:306). 3.1.3.2. Dolaylı Sermaye Kontrolleri Kavramı Dolaylı kontroller, sermaye hareketlerini daha maliyetli hale getirerek caydırmayı amaçlamaktadır. Bu tür kontroller, ikili veya çoklu döviz kuru sistemleri, sınır ötesi finansal akımların açık veya gizli vergilendirilmesi ve diğer piyasa temelli önlemlerden oluşmaktadır. Dolaylı kontroller, yalnızca fiyatı ya da hem fiyatı hem de işlemin hacmini etkileyebilmektedir. Uluslararası sermaye akımlarının açıkça vergilendirilmesi ise, yerleşiklerin yabancı finansal aktif, yerleşik olmayanların ise yerli finansal aktif tutmalarının çekiciliğini ve elde ettikleri getiriyi sınırlamayı ve böylece getiri oranlarının düşürülmesi ya da maliyetlerin artırılması ile bu yatırımların caydırılmasını amaçlamaktadır (Keskin, 2009:154). Tobin vergisi de, sermaye akımlarının doğrudan vergilendirilmesi kapsamında değerlendirilmektedir. 51 Sermaye kontrolleri, sermayenin dolaylı vergilendirilmesiyle de yapılmaktadır. En çok başvurulan yöntemlerden biri olan dolaylı vergilemede, faizsiz zorunlu karşılık ayrılması yöntemi kullanılmaktadır. Sermayenin vadesini uzatarak spekülatif faaliyetlerden kaçınmayı amaçlar. Uygulamada yerleşik ve yerleşik olmayanların yaptıkları sermaye işlemlerinin belli bir tutarı kadar miktarı (yerel para ya da döviz) merkez bankası hesabında faizsiz bir biçimde tutulması şartı vardır. Bu şekildeki bir uygulama “Asimetrik Tobin vergisi” olarak da adlandırılmaktadır. Tobin vergisi sermaye akımının sabit bir oranı kadar bir vergileme yaparken, asimetrik Tobin vergisi, sermayenin giriş ya da çıkışına farklı oranlarda uygulanmaktadır (Yılmaz, 2004: 72). Ülkeler sermaye akımlarının kontrolü ve dolayısıyla krizden kaçınmak için, finansal sistemlerini bir finansal krizin patlak vermesine veya güçlenmesine imkan verecek şekilde yapılanmamış olmasına özen göstermelidirler. Bunun için, bankalar ve diğer finans kurumları için bazı standartların konulması, döviz kuru politikasının ve kamu finansmanının sağlam temellere dayanması ve sermaye girdilerinden uzun vadeli yarar sağlamak isteyen ülkenin istikrar yönlü politikaları benimsediğini ulusal ve uluslararası kamuoyuna kabul ettirmesi gerekmektedir (Başoğlu, vd., 2009:547-549). Diğer dolaylı düzenlemeler, para piyasası ve bankacılık sistemine ilişkin fiyat ve miktar temelli önlemler olup, işlem ve yatırımcılar arasında farklılaştırmayı amaçlamaktadır. Bu tür kontroller, yerleşik ve yerleşik olmayanların durumlarını farklılaştırmak için ticari bankaların yabancı para pozisyonlarına ya da açık pozisyonlarına konulan limitleri, dışarıdan borçlanabilmek için kuruluşların belirli rating koşullarını sağlamaları gerektiğini ifade etmektedir (Keskin, 2009:155). 3.1.4. Dünya’da Uygulanan Sermaye Kontrol Yöntemleri Sermaye kontrolleri tüm dünyayı saran krizlerle birlikte daha çok tartışılır olmuştur. Bretton Woods sisteminin çöküşünden sonra sarsılan finans piyasalarına istikrar kazandırmak için sermayenin hiçbir kurala bağlı olmaksızın serbest bırakılmasının doğru olmayabileceği ve bazı düzenlemelerin gerekli olduğu hakim görüş olarak 52 ortaya çıkmıştır. Bu konuda ülkeler farklı yollar izlemişlerdir. Kanada, Tobin vergisinin uluslararası bir vergi olarak uygulanması gerektiğini belirterek 1999 yılında parlamentosunda kabul eden ilk ülke olmuştur (Kıldiş, 2003:200) İngiltere Parlamentosunda işçi partisi, liberal demokratlar ve bazı muhafazakar partilerden 101 kişilik bir grup Tobin vergisinin yerleştirilmesi için önerge vermişlerdir (İşler, http://www.yaklasim.com/anasayfa/2007Dergiler/Maddeler/200707.htm, 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Tüm dünyada bu vergilerin olumlu karşılandığı söylenemez. Gelişmiş ülkelerin döviz işlemlerinden çok büyük bir pay alması ve vergi uygulamaları ile bu avantajlarını kaybedecek olmaları bu uygulamaya şiddetle karşı olmaları sonucunu da doğurmuştur. Bu ülkelerin başında, ABD gelmektedir. Hatta ABD’de Tobin tarzı bir verginin ya da herhangi bir uluslararası verginin konulmasının yasaklanması konusunda yasa önerisi bile konuşulmuştur (Yüksel, 2004:74). Ancak, ABD’de Nisan 2000 ve Mayıs 2001 tarihlerinde “Uluslararası Mali İşlemlerde Bir Verginin Yerleştirilmesi” adı ile bir önerge Temsilciler Meclisine sunulmuştur (İşler, http://www.yaklasim.com/anasayfa/2007Dergiler/Maddeler/200707.htm, 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). ABD’de Tobin vergisi gibi kapsamlı ve spekülasyonları önleyici bir vergi olmasa da daha düşük oranlı ve daha dar kapsamlı bir menkul kıymet işlem vergisi alınmaktadır. 1934 tarihinden beri alınan bu vergi, hisse senedi alış satış işlemleri üzerinden yüzbinde 3 oranında ve vadeli işlem sözleşmelerinde ise sözleşme başına işlem vergisi alınmaktadır. Bu vergiden elde edilen gelir, ABD’de 2001 yılında 1 trilyon dolar olup, bu tutar net vergi gelirinin yaklaşık % 0,5’ini oluşturmaktadır (Cansızlar, 2004:377). Fransa’da 1995’de Başbakan Lionel Jospin, hükümetinin 1995-2000 yıllarına ilişkin yol haritasını açıklarken, “10 yıllık yatırımı caydırmayacak ancak 10 günlük işlemleri cezalandıracak” %0,1 oranında bir Tobin vergisi önermiştir. 2002 yılından itibaren Tobin vergisi benzeri bir vergi getirilmiştir (Arıkan ve Yurtsever, 2004:131). Fransa Maliye Bakanı Christine Lagarde ise, 2010 yılında yaptığı bir açıklamada dünyanın sermaye kontrolleri için koordineli bir yapıya ihtiyacı olduğunu ve IMF´nin bu yapıda global bir hakem olarak rol alabileceğini söylemiştir (Fransa: IMF, 53 Sermaye Kontrolleri İçin Global Hakem Olabilir, http://www.finanstrend.com/haber, 03.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). IMF’nin bile sermaye kontrollerini tabu olarak görmekten vazgeçtiği, hala olağanüstü bir yöntem olarak düşünse de süreçte rolü olması gerektiği konusunda görüşlerin yaygınlaştığı görülmektedir. Sermaye hareketlerinin kontrollerinin bazı ülkelerdeki yansımaları aşağıdaki tabloda bulunmaktadır: Çizelge 3.1. Bazı ülkelerdeki sermaye hareketleri kontrollerinin uygulanması Ülkeler Hisse Senedi (%) Şirket Bonoları (%) Hükümet Bonoları (%) ABD 0,003 - - Arjantin 0,6 0,6 0,6 Vadeli İşlemler (%) Her işlemden 0,0009 ABD $ 0,6 Açıklaması İşlem ücreti olarak SEC’ye ödenmektedir. 2000 yılından bu yana uygulanmaktadır. Şili %18 KDV %18 KDV - - Ticari Maliyetler üzerindeki bu vergi hala sürmektedir. Çin 0,1 0,1 - G. Kore 0,5 (Shangai Borsası his. snd.) ve 0,8 (diğerleri) 0,3 0,3 - - İngiltere 0,5 - - - Bonodan alınan vergi 2001’de kaldırılmıştır. Damga vergisi alınmaktadır. Almanya 0,5 0,4 0,2 - 1991’de kaldırılmıştır. İsviçre 0,15 0,15 0,15 - Japonya 0,1 0,16 - - Nisan 1999’da kaldırılmıştır. Kolombiya 1,5 1,5 1,5 - Haziran 2000’de başlamıştır. Malezya 0,5 0,5 0,015-0,03 0,0005 Yunanistan 0,6 0,6 - - Hala sürmektedir. Oranlar 1999’da %50 artırılmıştır. Kaynak: Mangır ve Ay, 2007:130 ve Cansızlar, 2004:378-382. 54 Sermaye kontrolleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Sermaye kontrolleri dünya kamuoyu tarafından yeni yeni kabul gördüğünden uygulamada başarılı olan ülke sayısı çok fazla değildir. Bu konuda öncü olan ülkeler, Malezya, Şili ve son uygulamayla birlikte Brezilya’dır. Bu ülke örneklerinin ayrıntılı analiz ihtiyacı bulunmaktadır. Malezya 1997’de yaşanan Asya Krizi’nde Malezya dahil birçok Asya ülkesi derinden etkilenmiştir. Spekülatörlerin devreye girmesiyle birlikte Malezya para birimi olan Ringitti %16 değer kaybetmiş, Merkez Bankası para birimini korumak için rezervlerinin erimesini göze almıştır. Bu süreçte sadece iki haftada 3 milyar dolar Malezya’dan çıkmış ve güvenli limanlar olan Avrupa ve Amerika piyasasına çekilmiştir. Bu durumda Malezya Devlet Başkanı Muhammet Mahathir, sıcak para hareketinin “ahlaksız olduğunu ve yasaklanması” gerektiğini açıklamış ve sıcak paraya savaş açmıştır (Yüksel, 2004:73). Malezya hükümeti, IMF’nin krizden çıkış için önerdiği reçete olan “dalgalı kur rejimi-faiz oranlarının yükseltilmesi-sıkı maliye politikası-özelleştirme” yerine “sabit kur rejimi-faiz kontrollerini” oranlarının içeren bir düşürülmesi-genişletici politika izlemiştir maliye politikası-sermaye (Karagül ve Masca, bandirma.balikesir.edu.tr/.../25_Mahmut_Masca_Mehmet_Karagul.doc, 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Malezya’ya giren sermayenin girişten sonraki ilk 7 ay içinde çıkarıldığında %30, 7 ile 9 ay arasında çıkarıldığında %20, 9 ile 12 ay arasında çıkarıldığında %10 vergi alınmış ve 1 yıldan uzun süre kalan sermayenin çıkarılmasında hiç vergi alınmamıştır. 15 Şubat 1999 tarihinden sonra sermaye giriş ve çıkışında vergi alınmayacağı ancak 1 yıldan önce çıkması durumunda karın %30’u ve 1 yıldan 55 sonra çıkması durumunda karın %10’u oranında vergilendirileceği karara bağlanarak, kısa vadeli sermayeden kaçmaya çalışmışlardır. Uygulanan sermaye kontrolleri sonucunda, kıyı bankacılığı işlemleri sonlandırılmış, kısa süreli sermaye hareketleri üzerinde spekülasyon gücü azaltılmış. Cari açık kapanmakla kalmamış, 2002 yılında 8 milyar $ fazla vermiştir. Faizler düşmüş, kuruluşların borçlanma oranları azalmıştır. 1999 yılında %4,7 oranında büyümüştür. Ancak bu rakamların sadece sermaye kontrollerinin mi sonucu olduğu, yoksa bütün bileşimlerin uygun olması sayesinde mi böyle bir sonuç alındığı tartışılmaktadır (Mangır ve Ay, 2007:136). Uygulama sonuçları tartışılsa da, Asya Krizi’nden kaçmaya çalışan Güney Kore, Endonezya ve Tayland hükümetlerinin IMF destekli programlarından çok daha fazla olumlu etkisi olduğu kabul edilmektedir. Şili Şili 1988-1990 yılları arasında sermaye hareketlerini serbest bırakmıştır. Ancak, Şili Merkez Bankası 1991’de sermaye hareketleri üzerine %20 oranında Kazançsız Rezerv Zorunluluğu getirmiştir. Bu kontrol sermaye hareketlerinin vadesini orta ve uzun döneme çıkarmış, ancak sermaye akışları ve döviz kuru üzerinde etkisi çok olmamıştır. Şili Merkez Bankası para politikasını daha bağımsız kılmıştır. Sermaye hareketlerindeki azalışa bağlı olarak, döviz rezervlerinde GSYH’nin %0,5 oranında azalma meydana gelmiştir. Faizlerde yükselmeye yol açması sebebiyle yatırımları azaltmış ve dolayısıyla büyümenin artışını azaltmıştır. Malezya’daki kadar başarılı bir uygulama olmasa da önemli bir ilerleme sağlamıştır. Başarısının görece az olmasının sebebi, vergiden kaçınmayı ve vergi kaçırmayı başaran şirketlerin payının büyüklüğüdür (Mangır ve Ay, 2007:134). 56 Brezilya 2007 Küresel Krizi sonrasında, sermaye akımlarının yoğunlaşacağı beklentisi üzerine, Brezilya 2009 yılının ekim ayında sadece portföy girişlerine olmak üzere (doğrudan yatırımlar kapsam dışında bırakılarak) yüzde 2 oranında bir işlem ergisi koymuştur. Bunun sebebi, gelişmiş ülkelerin krizden çıkış stratejisi için uygulamaya koydukları miktarsal genişleme (QE) politikalarıdır. Toplam yabancı yatırımcı portföyü 2008 yılı sonunda 288 milyar $’dan 2009 Eylül ayında 490 milyar $’a kadar yükselmiştir ve Brezilya diğer ülkelerin aksine kriz sürecinden sonra yoğunlaşacak sermaye akımlarından korunmak için bu vergiyi uygulamaya koymuşlardır (Tobin Vergisi mi Geliyor?, Borsa Yatırımcıları Derneği, 30.04.2010, http://www.boryad.org/boryad/ 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Uluslararası rezervleri 232 milyar $ civarında olan Brezilya’nın kısa vadeli yabancı sermaye yatırımına ihtiyacı olmadığı ve real’in hem dolar hem de euro karşısında aşırı değerlendiğini tespit edilmiştir. Brezilya’nın Tobin vergisi başlatmasının altında yatan esas neden, real’in daha fazla değerlenmesinin önüne geçmek ve ihracatçılarını desteklemek olduğunu düşünülmektedir. Tobin vergisi konulduktan sonra sermaye girişi yavaşlamakla birlikte devam etmiştir. Brezilya Merkez Bankası, Eylül 2009 ile Mart 2010 arasında toplam portföy yatırımı stoku 77 milyar $ daha ve uluslararası rezervler de 34 milyar $ daha artmıştır. Nominal kurun değerlenme süreci durmuş ancak tersine dönmemiştir. İhracat artmıştır, ancak ithalat çok daha hızlı arttığı için dış ticaret fazlası düşmüştür. Brezilya tecrübesinden Tobin benzeri verginin reel kurlar ve dış ticaret üzerinde güçlü bir olumlu etkisi olduğu söylenememekte ise de, bu vergi konulmasaydı reel kurların daha da değerlenmesinin devam etmesi ve dış ticaret dengesinin daha da bozulması durumuyla karşı karşıya kalınabilirdi. Bu konuyla ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Konulan verginin beklenen işlevi görememesi (kısa vadeli yabancı sermaye girişlerini caydıramamasının) en temel nedeni ülkeler arasındaki arbitraj farklılıklarının yüksekliği ya da getiri farklarına karşı vergi oranının düşüklüğüdür. 57 3.2. Maliye Politikaları Krizle mücadele yöntemlerinde uygulanan maliye politikaları, düşen toplam talebi kısa dönemde hızla canlandıracak en önemli politika seçeneği olarak görülmekte olup, özellikle 2008 krizinden en çok etkilenen sanayileşmiş ülkeler başta olmak üzere bir çok ülke genişletici maliye politikası uygulamalarına ağırlık vermeye başlamışlardır (Bocutoğlu ve Ekinci, 2009:67). Genişletici kamu maliyesi tedbirleri ile ekonomik istikrar tekrar sağlanmaya çalışılmıştır. Uygulamada kredi sistemlerini iyileştirebilmek için ekonomilere yüksek miktarda likidite enjekte edildiği ve faiz oranlrının tarihi düzeylere indirildiği, önemli miktarda firma kurtarma operasyonuna girişildiği ve hatta bazı bankaların kamulaştırıldığı, toplam talep yetersizliklerini giderebilmek için kamu harcamalarına hız verildiği görülmektedir (Bağımsız Sosyal Bilimciler, 2009:82). 3.3. Para Politikaları Para politikası, mevcut şartlara göre ekonominin harcama potansiyelinin ayarlanması, bir başka deyişle tedavüldeki para miktarının artırılması veya azaltılması olarak tanımlanmaktadır. Tedavüldeki para hacminin değiştirilmesi, banknot ve mevduat miktarının ve tedavül hızının değişmesi yoluyla olmaktadır (Demirci,vd., 2001:255). Para politikası üç farklı kanaldan işlemektedir. Bunlar, politika faiz oranı kanalı, kredi/miktar önlemleri kanalı ve döviz kuru kanalıdır. Her bir enstrümanın bankaların borç verme oranları, reel ekonominin gelişimi ve enflasyon üzerinde etkisi bulunmaktadır. Politika faiz oranı sabit döviz kurunu savunan ülkeler için benimsenen politikayı sürdürmeye yardımcı bir faktördür ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomiyi canlandırmak için kullanılmaktadır. Kredi kanalı önlemleri, kredi piyasalarının daha düşük faiz oranlarına cevap vermemesi veya merkez bankasının bankacılık krizinde “son kredi mercii” faaliyetlerine girmeye ihtiyaç duyması halinde başvurulan bir yöntemdir. Bu durumda, garantilerin çeşidini artırma, kredilerin kolaylaştırılması veya merkez bankasının bilançolarını 58 daha uzun vadeli devlet tahvilleri alarak genişletmesiaraçlarından yararlanılmaktadır. Diğer araçların yetersiz kaldığı durumlarda döviz kurunu istikrarlaştırmaya yönelik olarak merkez bankasının rezervlerinin döviz piyasasında doğrudan satılması, döviz kuru müdahalesi olarak adlandırılmakta ve para politikası araçlarından biri olarak kullanılmaktadır (Soylu, 2009:256). Para arzının genişletilmesi ile birlikte, faiz oranlarının düşmesi gevşek para politikası uygulaması olarak adlandırılmaktadır. Bu uygulamanın amacı, durgunluk içerisindeki ekonomiyi uyarmak için para pompalayarak yatırım ve tüketim harcamalarını artırmaktır. Para arzının daralması ile birlikte faiz oranlarının yükselmesi durumuna ise sıkı para politikası denilmekte ve bu politika enflasyon ile mücadelede başvurulan bir strateji olarak ifade edilmektedir. Çünkü, para arzının daraltılması, toplam talep düzeyinin, dolayısıyla fiyat artışlarının azalmasına neden olduğu bilinmektedir (Deniz, 2013: 83,84). Kriz süresinde ve krizden çıkışta uygulanan para politikası önlemleri, geleneksel olmayan para politikası önlemleridir. Kriz sonrasında, kriz süresinden “çıkış stratejileri” olarak da adlandırılan para politikalarına geçilmektedir. Bu para politikası amaçları, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı birlikte sağlamaktadır. Kısa vadeli sermaye girişlerini azaltmak ve kredi genişlemesini yavaşlatmak temel hedeflerini baz alan TCMB, fiyat istikrarından taviz vermeden finansal istikrarın gözetilmesi amacıyla, politika faizine ek olarak zorunlu karşılıklar ve faiz koridorunun (gecelik borç verme ve borçlanma faizi araındaki fark) aktif para politikası araçları olarak kullanılmasına karar vermiştir. Kısa vadeli spekülatif sermaye girişlerini caydırmak adına, gecelik borçlanma faizleri ve politika faizleri düşürülmüş ve makro finansal riskleri azaltmak amaçlanmaktadır. Zorunlu karşılıkların politika aracı olarak etkinliğin artırılması için öncelikle karşılıklara faiz ödenmesine son verilmiş, karşılık oranlarının ağırlıklı ortalaması artırılmıştır (Başçı ve Kara, 2011:4-6). 59 4. 4.1. TOBİN VERGİSİ Tobin Vergisi Kavramı Uluslararası kamuoyunda Tobin vergisi adı altında birleştirilebilecek iki öneri üzerinde durulmaktadır. Bunlardan ilki, finansal istikrar katkısı adı altında sabit oranda bir ek verginin bankacılık işlemlerine konulması, ikincisi ise ülkelerin tercihlerine bırakılmak üzere, bir finansal işlem vergisinin uluslararası düzeyde uygulamaya geçilmesidir (Yeldan, Büyük Durgunluğun Öğrettikleri. http://www.iktisatvetoplum.com/buyuk-durgunlugun-ogrettikleri.html, 10.10.2013 tarihinde ulaşılmıştır). 1973 yılında Bretton Woods para sisteminin terk edilmesiyle birlikte tüm dünyada küreselleşme özellikle ekonomi ve teknoloji alanında ivme kazanmıştır. Bunun para piyasalarındaki etkisi üretim faktörleri yerine paranın bizzat para kazanma aracı olmasındaki mekanizmaların artması olmuştur. Örneğin bu dönemde atipik sözleşme çeşitleri, hisse senedi, devlet tahvilleri, devlet bonosu gibi yatırım araçlarına ilginin artması da bu nedenledir. Petrol fiyatlarındaki yükselme üretim maliyetlerinin artmasına, maliyetlerin artması istihdamın azalmasına etki etmiş ve sermayenin üretim faktörlerine yatırılması yerine daha karlı ve risksiz olan para yönetiminde kullanılması eğilimini ortaya çıkarmıştır. Bu durum, spekülatif sermaye hareketlerine yönelime neden olmuştur. Tüm dünyada spekülasyon bir ticaret aracı olarak tanımlansa da, bu olguyla birlikte karşıt görüşler de olgunlaşmaya başlamıştır. Uluslararası mali sistemin spekülatif sermaye hareketlerinden korunmasının gerekliliği üzerinde çeşitli fikirler ileri sürülse de, bu fikirler arasından Prof. Dr. James Tobin’in kendi adıyla özdeşleşen “Tobin Vergisi” önerisi daha fazla kabul görmüştür (Göker, 2013:596). Tobin çalışmasında, spekülatif sermaye hareketlerinden korunmak için, iki farklı yol olduğu üzerinde durmuştur. Bunlardan ilki, tüm dünyada uygulanacak ortak bir para ve maliye politikası ve ekonomik entegrasyon iken, ikincisi ulusal veya bölgesel düzeyde finansal ayrışmalar doğrultusunda, kendilerine özgü ekonomik 60 kurumlar ve amaçlara yönelik merkez bankalarına ve hükümetlerine düzenleme yetkisi verilmesidir. Çalışmada, ilk seçeneğin yakın gelecekte geçerli olmayacağı belirtilirken, ikinci seçeneğin bu nedenle önerildiği ve önerinin “aşırı derecede etkin uluslararası döviz piyasasının arasına biraz kum serpmek” anlamına geldiği üzerinde durulmuştur (Tobin, 1978:154). Tobin vergisi, çok kısa süreler içinde ülkeye girebilen aynı şekilde kriz ya da istikrarsızlık karşısında hızlı bir şekilde ülkeden çıkabilen, akışkanlığı yüksek parasal akımlar olarak ifade edilebilen kısa vadeli sermaye akımlarının ani giriş ve çıkışlarının önüne geçmek için kullanılan bir yöntemdir (Çınar ve Gök, 2012:81). Tobin’in 1972 ve 1978 tarihli çalışmalarında getirdiği öneri, bütün döviz işlemlerinde transferin büyüklüğüne bağlı olarak, uluslararası sabit bir vergi alınmasıdır. Bu verginin kısa vadeli sermaye hareketlerinin bir ülkeden diğerine kaçmasına çözüm getireceğini düşünmüştür (Tobin, 1972:89; Tobin, 1978:155). Tobin vergisinin kökleri, Keynes’in kısa vadeli sermaye hareketlerinin vergilendirilmesine kadar uzanmaktadır. Keynes risk ve ilave maliyetlerleuzun dönemli yatırımlara zarar vermeden kısa dönemli parasal akımların azaltılabileceğini ve oransal olarak düşük olan bir transfer vergisinin spekülasyon etkisini hafifleteceğini belirtmiştir. Keynes, menkul kıymetler piyasasındaki fiyatlandırmalarda sadece dönüşümden kar elde etmek isteyenlerin etkilendiğini ve uzun vadeli veya kalıcı olarak gelen yabancı sermaye üzerinde önemli bir yük oluşturmadığını sadece kısa süreli yabancı sermayeyi etkilediğini gözlemleyerek temel amacı uzun vadeli yatırım olanların öneride ileri sürüldüğü gibi fazla etkilenmediğini ortaya koymuştur (Akdiş, 2004:42). Kenes ve Tobin’in vergi önerilerinin temelini sermaye piyasalarındaki spekülatif hareketler ve bunların neden olduğu dalgalanmalar oluştursa da, bu iki vergi önerisi arasında bazı temel farklılıklar vardır. Keynes’in önerdiği verginin, mal ve hizmet ticaretini değil sadece menkul kıymet işlemlerini konu alması; Tobin’in önerdiği verginin ise ticari akımlar da dahil olmak üzere tüm döviz işlemlerini konu 61 alması aralarındaki başlıca farklılıktır. Ancaki bu farklılığa karşın, Tobin vergisinin kökeninin Keynes’in önerdiği vergi olduğu üzerinde görüş birliği mevcuttur (Arıkboğa, 2002:38). Tobin, sermayenin serbest dolaşımının ve dalgalı kur sisteminin, kamu otoritelerinin faiz oranlarını belirlemelerini ve iktisat politikalarına hakim olabilmelerini zorlaştırdığını ve dolayısıyla devletin etkinliğini kaybetmesi ve piyasa aktörlerinin rasyonel davranışlarını olumsuz etkilemesi nedeniyle, bu süreçte piyasaya müdahale etmenin bizzat finansal piyasaların yararına olduğunu vurgulamıştır (Sarfati, 2003:87). 4.2. Tobin Vergisinin Uygulanma Amacı Tobin vergisi spekülatif faaliyetlerin vergilendirilmesiyle bu tür işlemleri azaltmayı amaçlamaktadır. Bu bir tür ikame etkisidir. İkame etkisinin amacına ulaşarak döviz işlemlerini maliyetli bir hale getirmesi ve miktarını azaltması, ancak bu verginin etkinliği döviz işlemlerinin fiyat esnekliğinin büyüklüğüne bağlıdır. Fiyat esnekliği büyükse, vergi döviz işlemlerini azaltarak istikrar sağlamaya yardımcı olur. Fiyat esnekliği küçük olduğunda ise döviz işlemlerinin maliyetlenmesi işlemleri azaltmadığı gibi sadece vergi yükünü artırmaktadır (Balseven, 2003:102). Tobin vergisinin başarı koşullarından ilki, döviz işlemlerinin fiyat esnekliğine bağlılığıdır. Mali krizin en önemli nedenlerinden biri olan spekülatif sermaye akımlarını önlemek içinkonulan Tobin vergisinin dolaylı da olsa başka amaçları da vardır. Tobin 1970'lerden sonra sık sık dile getirdiği gibi uluslararası sermaye akımlarını kontrol altına alarak ekonomik istikrarı sağlamak ve kalkınma ve refah seviyesini yükseltmek istiyordu. Tobin vergisi bu ana amaca hizmet etmektedir. Bu amacı yanında ise, dolaylı olarak vergi geliri elde etmek, mali tampon yaratmak, vergide adalet sağlama gibi fonksiyonları da vardır. Tobin vergisi mali amaçlı vergi türü değildir. Sigara ve içki üzerine getirilen tüketimi cezalandırıcı vergilerde olduğu gibi, Tobin Vergisi de yapılması tercih edilmeyen iktisadi işlemleri cezalandırarak o işlemlerin yapılmasını caydırmaya çalışmaktadır. 62 Tobin vergisinin uygulandıktan sonraki aşamada elde edilecek gelirin, o işlemden zarar görenlere tahsisi uygulanmasının mantığını yok edecektir. Bu nedenle, verginin getirilme nedeni olan dalgalanmalardan zarar görenler için esas fayda, vergi gelirinin tahsisi ile zararın tazmini değil, zararın oluşmayacağı bir ekonomik ortamın tesis edilmesindedir (Yılmaz, 2010:345). Böyle bir verginin tam etkin olması halinde elde edilecek vergi geliri bulunmamaktadır. 4.3. Tobin Vergisinin Uygulanışı Tobin Vergisi’nin uygulanmasının oldukça basit bir mantığı vardır. Herhangi bir paranın başka bir para birimine dönüştürülmesi işlemleri üzerine düşük oranda bir vergi uygulanmasıdır. Tobin, ilk çalışmalarında vergi oranının %0,1 ile %0,5 arasında olmasını önermiş, daha sonra vergi oranının %1’ e kadarçıkabileceğini ifade etmiştir. Ancak, Tobin’ in son önerdiği oran %0,2’ dir. Bu kadar düşük oranlı bir verginin uzun vadeli sermaye yatırımları üzerindeki etkisi ihmal edilebilir düzeyde kalmaktadır. Tobin vergisi kısa vadeli sermaye hareketleri içinönemli bir maliyet unsuru oluşturacağı için, kısa vadeli sermaye hareketlerine belirli bir engel getirilmiş olmaktadır. Bu vergi bütün spekülatif işlemleri karsız hale getirmemektedir. Fakat spekülatif işlem yapılırken alınan riski yükselttiği için, spekülatif amaçlı döviz alımı yapılırken kar elde edebilmek için gereken döviz kuru artışı daha fazla ve bu konuda verilen yanlış bir kararın maliyeti daha yüksek olmaktadır (Yıldız, 2005:4-7). Aşağıdaki çizelgede, yılda 240 işlem günü olduğu varsayımıyla, her gün bir kez alım ve aynı tutarda satım yapıldığı durumda yıllık efektif maliyetin ne olacağı gösterilmekte, buna göre Tobin vergisinin yıllık efektif oranı üzerinden açıklamalar getirilmeye çalışılmaktadır. Buna göre, aynı vergi oranı üzerinden işlem süresi uzayanların daha az efektif vergi oranına ve dolayısıyla daha az işlem maliyetine katlandığı gözlenmektedir. Bu da uzun vadeli yatırımların, yatırımcılar için daha cazip hale gelmesini sağlamaktadır. 63 Çizelge 4.1. Tobin vergisi’nin yıllık efektif oranı (döviz kurlarının sabit olduğu varsayımıyla) Kaynak: Yıldız, 2005:7. Tobin vergisi, uluslararası alanda anlaşmaya varılarak her ülkenin kendi yetki alanında uygulayacağı tektip bir vergi olarak ifade edilmektedir. Her ülke kendi sınırları dahilindeki tüm paralar arası işlemler üzerinden vergi almakla yükümlü tutulmaktadır. Ayrıca, vergi gelirlerinin IMF veya Dünya Bankası gibi uluslararası bir kurumda toplanabileceği, vergi uygulamaları ile ilgili olarak ulusal otoritelerin denetiminin, BIS ya da IMF gibi kuruluşların sorumluluğunda olabileceği ve bu uluslararası kuruluşların belirlenen ölçülere uymayan ülkelere yaptırım uygulama yetkisine sahip olabilecekleri Tobin’in önerilerinde yer almaktadır (Arıkboğa, 2002:40). Tobin vergisi uygulamasının, uzun vadeli sermaye akımlarını özendirici etkisini artırmayı amaçlayan bir diğer görüş de Spahn’ın öne sürdüğü vergi uygulamasının iki aşamalı olarak uygulanmasına dayanmaktadır. Bu görüşe göre, spekülatif dönemlerde vergi oranlarının değişmesi sağlanarak, spekülatif işlemlerin önünü almak kolaylaşmaktadır. 64 “Spahn açılımı” da denilen bu görüşe göre, istikrarın olduğu dönem ile dalgalanmaların arttığı dönemlerde uygulanan vergi oranlarının farklı olması veya ek bir vergi alınmasıönerilmektedir. Spekülatif giriş ve çıkışların artmaya başladığı dönemlerde bu uygulama ile vergioranı artırılarak sermaye çıkışlarının yaratacağı olumsuz etki en aza indirilmeye çalışılmaktadır (Saraçoğlu ve Şahan, 2004:76). Spahn’ın iki aşamalı Tobin vergisi, sürekli uygulanacak düşük oranlı bir Tobin vergisi (spot döviz işlemleri için çok düşük bir standart oran, türev işlemler için ise bu standart oranın yarısı kadar bir vergi alınması) ve spekülatif işlemlerin arttığı durumlarda uygulanacak, cezalandırıcı ek bir döviz vergisinden oluşmaktadır (Spahn, 1996:26). 4.4. Tobin Vergisi Uygulamaları Geleneksel sermaye kontrolleri, sermaye akımlarının miktarını sınırlandırırken, Tobin vergisi net akım stokunu veya uzun dönem kur oranı denge düzeyini etkilemeden kısa dönemli sermaye akımlarının oranını azaltmaktadır. Böyle bir verginin uzun dönemli yatırımlar üzerindeki etkisi ihmal edilebilirken, kısa dönemli işlemler üzerinde ciddi maliyetleri vardır. Böylece, kısa dönemli işlemleri maliyet etkisi ile caydırmakta ve piyasanın kısa dönemli beklentiler yerine temel göstergeler üzerinde yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Tobin vergisinin spekülatif sermaye hareketlerini sınırlamadaki etkinliği, kısa dönemde değil, orta ve uzun dönemdedir. Bir başka deyişle, ortaya çıkan bir krizin tahribatını gidermekten çok böyle bir krize karşı daha dayanıklı olmayı sağlamaya yönelik koruyucu bir önlem olarak kullanılan bir araçtır (Balseven ve Erdoğdu, 2005:307). Orjinal Tobin vergisi olarak literatürde geçmese de, Tobin vergisine benzer döviz değişim işlemlerine uygulanan işlem vergileri aşağıda gösterildiği gibi çeşitli ülkeler tarafından uygulanmaktadır. Bu uygulamaların amaçları, spekülasyon amacı taşıyan kısa vadeli sermaye akımlarından mümkün olduğunca kaçınmaya çalışmak ve uzun vadeli sermaye akımlarıyla istikrarlı bir biçimde büyümek olmaktadır. 65 Çizelge 4.2. Dünyada Tobin vergisi benzeri işlem vergileri Kaynak: Yar, 2008:50 66 4.5. Tobin Vergisi İle İlgili Eleştiriler 4.5.1. Olumlu Görüşler Olumlu eleştirilerden en önemlileri spekülasyonu önleyici etkisi üzerinedir. Spekülatif amaçlı sermaye hareketlerinin ülkelerden ani çıkışlarının yarattığı kriz ortamının daha oluşmadan önlenmesi açısından Tobin vergisi önemli bir yer tutmaktadır. Spekülatif amaçlı sermaye hareketleri nedeniyle, ulusal döviz kurları ve kur politikası baskı altında olan bir hükümet, ulusal paranın değerini koruyabilmek için faiz ve kur politikalarını yönlendirirken bazı ağır maliyetlere katlanmak zorunda kalmaktadır ve bu durum ülkelerin istihdam, büyüme ve gelir dağılımı gibi ekonomi politikası amaçlarına ulaşmalarını engellemektedir. Tobin vergisi, spekülatif baskıları azaltarak mali sigorta gibi işlem görmektedir (Sabır, 2002: 139). Tobin vergisini savunanlara göre Tobin vergisinin amaçları şöyle sıralanabilir: Spekülasyonu Caydırma Etkisi: Döviz işlemleri üzerine konacak ılımlı bir vergi uzun vadeli ve üretken yatırımlar üzerinde çok az olumsuz etkilere yol açarken istikrar bozucu spekülatif hareketleri caydırmaktadır. Kısa vadeli döviz işlemleri üzerinden alınacak küçük oranlı bir vergi, yıllık efektif vergi oranları dikkate alındığında kısa vadeli spekülatif işlemler için ciddi bir engelleyici olmaktadır (Aktan, vd., 2006:102). Gelir Sağlama Fonksiyonu: Tobin vergisi çok düşük oranlarda uygulansa bile önemli büyüklükte bir vergi hasılatı sağlamaktadır. Gelirin nasıl kullanılacağı konusu tartışmalı olsa da en somut öneri Kopenhag'daki Birleşmiş Milletler Sosyal İşler Zirvesi'nde UNDP tarafından ileri sürülmüştür. UNDP %0,05 oranındaki bir verginin ortalama olarak yıllık 100 milyar $'lık bir gelir sağlayacağını ve bu gelirin işsizlik ve fakirlikle savaş için kullanılabileceğini belirtmiştir (Yıldırım, 2002:87). 67 2013 yılında BIS’in yayınladığı Banka Araştırması Raporundaki verilere göre, 2013 yılının Nisan ayında günlük döviz işlem hacmi 5 trilyon $’ı geçmiştir (Tl, küresel döviz piyasasında varlığını arttırdı, http://www.dunya.com/tl-kuresel-doviz-piyasasinda-varligini-artirdi202041h.htm, 10.07.2013 tarihinde ulaşılmıştır2). Çizelge 4.3’de gösterildiği gibi, rakamlar bu verilere göre tekrar düzenlenmiştir. Buna göre, % 1 oranındaki verginin hasılatı 1200 milyar $, %0,5 oranındaki verginin hasılatı 600 milyar $ ve %0,1 oranındaki verginin hasılatı 120 milyar $ olacaktır. Çizelge 4.3. Sermayenin vergilendirilmesi sonucu oluşacak vergi geliri Vergilendirilebilir Döviz İşlemi 5 trilyon $ 240 işlem günü= 1200 trilyon $ %20 vergi istisnası (1200 240) = 960 trilyon $ -%20 vergi kaçağı (960 - 240) = 720 trilyon $ - %50 işlem hacmi kaybı (720- 600) = 120trilyon $ efektif vergi tabanı Yıllık Vergi Hasılatı (%1 Vergi Oranı) Yıllık Vergi Hasılatı (%0.5 Vergi Oranı) Yıllık Vergi Hasılatı (%0.1 Vergi Oranı) 1200 milyar $ 600 milyar $ 120 milyar $ Kaynak: Saraçoğlu ve Şahan, 2004:76; http://www.dunya.com/tl-kuresel-dovizpiyasasinda-varligini-artirdi-202041h.htm verilerinden yararlanılarak tekrar düzenlenmiştir. Mali Tampon Fonksiyonu: Tobin vergisinin ulusal hükümetlerin para politikalarını uygularken döviz kuru değişikliklerine bağımlılığını azaltmaktadır. Bu durum, ülkelerin ekonomi politikalarını bağımsız olarak belirleyebilmelerine fırsat sağlamaktadır. 2 Çizelge 4.3.’teki hesaplamalar aşağıdaki varsayımara dayanmaktadır: Böyle bir vergi, uygulamasında, Merkez Bankası ve ülkelerarası işlemleri kapsamamalıdır. O nedenle işlemlerin %20’sinin istisna olacağı tahmin edilmektedir. Bu verginin tüm işlemleri vergilemede yetersiz kalacağı ve bu nedenle %20’lik bir vergi kaçağının olacağı, tahmin edilmektedir. Böyle bir verginin döviz işlemlerinin yaklaşık yarısını caydıracak ve böylece vergi matrahını %50’ye indireceği tahmin edilmektedir. 68 Kısa Vadeli İşlemlerin Maliyetlerini Artırarak İşlem Vadelerinin Uzamasını Sağlamak: Krizlerin başlıca sebebi olan kısa vadeli sermaye akımlarından korunabilmek ve yatırımı destekleyici uzun vadeli sermaye akımlarıyla ikame etmek için konulan bu vergi, kısa vadeli işlemlerin maliyetlerini artırmaktadır. Artan maliyet riski de beraberinde getirdiği için, spekülatörlerin kısa vadeli işlemlerden uzaklaşmasını sağlamaktadır (Saraçoğlu ve Şahan, 2004:76). Vergide Eşitlik ve Adalet İlkelerinin Sağlanması: Verginin büyük bölümünün yüksek gelirli kişilerden alınacak olması ve verginin artan oranla alınması vergide adaletin sağlanması adına önemlidir. Gelişmekte olan ülkelerde vergilerin daha ziyade düşük gelirli kişilerin üzerine yıkılması ve dolaylı vergiler gibi vergilerin daha yaygın olarak kullanılması vergi adaletini bozucu bir etki yaratmaktadır. Tobin vergisi, verginin temel ilkesi olan “verginin ödeme gücüne göre alınması” esasının vergi sistemine yerleşmesine yardımcı olmaktadır. 4.5.2. Olumsuz Görüşler Tobin vergisine yıllarca getirilen en büyük eleştiri, uygulanması için konsensüs gerektiğinden, bu konuda ülkeler arasında fikir birliğinin asla sağlanamayacağıi dolayısıyla uygulanmasının mümkün olamayacağı üzerinedir. Ancak, son dönemde dünya ekonomisindeki gelişmelerle birlikte sorunun büyüklüğünün idrak edilmesiyle, asla sağlanamayacağı iddia edilen fikir birliğine ulaşmanın mümkün olup olmadığı tartışılmaya başlanmıştır. Ayrıca, uluslararası konsensüs sağlanmasa bile “Tobinvari” vergilerin bazı ülkelerce uygulanması, daha önce büyük bir sorun olarak algılanan vergi getirilirse yabancı sermayenin kaçacağı argümanının herzaman doğru olmadığı sonucunu getirmiştir. Bu argümanın, beklenen getiri oranıyla birlikte düşünülmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Çünkü, bir ülkedeki getiri beklentisi çok yüksekse, o ülkede Tobin benzeri bir vergi uygulanması durumunda bile, vergi sonrası getiri oranı hala vergi uygulanmayan 69 ülkelere göre yüksekse “vergiye bağlı sermaye kaçışı” senaryosunun gerçekleşmeyeceği ileri sürülmüştür (Yılmaz, 2010:345). Tobin vergisine ve sermaye hareketlerinin kontrollerine olan eleştiriler, sermaye hareketlerinin engellenmesine yönelik her türlü müdahalenin refahı azaltacağını ve belirsizlik ve istikrarsızlığa yol açacağını öne sürmektedir. Tobin vergisinin uygulamasında sorunlar ortaya çıkabileceğini savunan bu görüşler belli noktalarda birleşmektedir. Tobin vergisinin alternatif olamayacağını ileri süren görüşler şunlardır: Spekülatif Amaçlı Sermaye Hareketlerini Engelleyememe: IMF’nin yaptığı bir araştırmaya gore bu verginin finansal piyasalardaki dalgalanmayı azalttığını gösteren çok az sayıda bulgu bulunmaktadır (Saraçoğlu ve Şahan, 2004:77). Temel amacı spekülatörlerin yarattığı kaostan kaçmak olan bu vergi, bu araştırmalara gore esas amacından oldukça uzaktır. Bu görüşü savunanlar, Malezya ve Şili deneyimleri hariç sermaye kontrollerinin başarılı olmadığını ileri sürmektedirler. Uluslararası sermaye hareketlerine sınır getirme iddiasındaki Tobin Vergisinin işleyişini modelleyen iki yöntemden birisi olan Davidson Yaklaşımı’na gore, döviz kurundaki değerlenme Tobin vergisinin caydırıcı etkisini ortadan kaldıracaktır. Bu modelde yabancı varlıklardan aylık %3,03 faizle bir yıllık %36,36 bir getiri elde edilirken, sermaye kaybı ya da kazancı yoktur. Eğer ülke ekonomisinde %2,3’lük bir değerlenme olursa, bu sefer ödenecek faiz %1 olacaktır ve %1’lik bir tobin vergisi yabancı sermaye dalgalanmalarını önleyemeyecektir (Mangır ve Ay, 2007:133). Uygulama Sorunları: Böyle bir vergi, sermayedarların vergiden kaçınmak ve vergi kaçırmak için çeşitli yollar aramasına sebep olmaktadır. Tobin vergisi gibi bir vergi dünya ölçeğinde uygulanmaz ise, bu tür işlemler vergi dışı bölgelere kayacaktır (Kızılot ve Durmuş, 2002:138). Kesin Bir Vergi Oranı Belirleyememe: Uluslararası finans işlemleri yapanların, vergiden kaçınmak için vergi konulmayan diğer türev araçlara 70 geçiş yapmasını önlemek gerekmektedir. Ancak, özgün türev ürünleri yaratarak ya da vergi cennetlerini kullanarak vergiden kaçmalarını Tobin vergisi önleyememektedir (Akdiş, Sermaye Hareketleri, Finansal Krizler ve Türkiye”, makdis.pamukkale.edu.tr/Nazilli1.ppt, 08.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). İşlem Maliyetlerini Artırma: Tobin vergisinin işleyişi modelleyen bir diğer araştırma olan Frankel’e gore, Tobin vergisi uygulandıktan sonra sermaye çekmek için faiz oranları daha fazla yükseltilmek zorunda kalınacaktır. Araştırmada %1’lik bir Tobin vergisinin etkinliğinde sermaye hareketlerini ülkeye çekmek için %10’luk bir faiz getirisinin sunulması gerektiği ve kısa vadeli sermaye hareketlerine ceza kesilirken aynı zamanda görece az da olsa uzun vadeli sermaye hareketlerine de yaptırım uygulandığı ileri sürülmektedir (Mangır ve Ay, 2007:133). Mali Egemenlik Sorunu: Vergi ulusal sınırlar içinde değil de uluslararası bir uygulamaya konu olursa egemenlik tartışmalarına neden olabilmektedir. Tobin vergisinin uygulanmasına karşı oluşacak direnç en önemli sorun olarak ülkelerin karşısına çıkmaktadır. Politik Sorun: Tobin vergisinin konusu olan döviz işlemlerinin %75’i on ülkede gerçekleşmektedir (Karagül ve Masca, bandirma.balikesir.edu.tr/.../25_Mahmut_Masca_Mehmet_Karagul.doc, 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Tobin vergisi, vergi konulan işlemlerin hacmini daraltacağından bu ülkeler vergiye karşı direnç oluşturmaktadırlar. 4.6. Türkiye’de Tobin Vergisinin Uygulanabilirliği 1980’lerde Türkiye liberalizasyon hareketleriyle dışa açılımını sağlamıştır. Sermaye hareketlerine getirilen serbestlikle birlikte, Türkiye ekonomisi daha çok kırılgan olmuştur. Bu dönemki ekonomi politikalarının temel hedefi, ithal ikameci büyüme yerine ihracata dayalı büyüme olmuştur. Kamu kesimi doğrudan üretim faaliyetlerinden soyutlanarak, sadece altyapı yatırımlarına yönlendirilmiştir (Pınar, 71 2006:319). Türkiye’de bu dönemde uygulanan liberalizasyon politikaları hedeflenen amaçları yakalayamadığı için başarısız olmuştur. Sermaye akımları incelendiği zaman, hedeflenen ile fiili durum arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. 1980 yılının ilk yarısında sermaye girişleri sınırlı olmakla birlikte yılın ikinci yarısından itibaren sermaye girişlerinin miktarında önemli bir artışın olduğu tespit edilmiştir. 1991,1994 yıllarında sermaye çıkışları olmuştur, ancak bunun nedeni 1991 yılındaki Körfez Krizi, 1994 yılındaki finansal krizdir. Türkiye’ye gelen sermayenin önemli bir bölümü, kısa vadeli sermaye akımlarından oluşmaktadır. Sıcak para da denilen, kısa vadeli sermaye akımları, bütçenin finansmanı için kullanılmış ve bütçe açığı- cari açık çıkmazına girilmiştir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, sermaye akımlarının içerisinde küçük bir paya sahip olmuştur. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, istikrarlı makroekonomik politikalara sahip, finansal sistemleri belirli bir gelişmişlik düzeyine ulaşmış, yabancı sermayeyi teşvik edici yasal düzenlemelere sahip ülkeleri tercih etmektedir (Pınar, 2006:324). Bu yüzden, Türkiye bu makroekonomik ortamı sağlamadan doğrudan yabancı sermaye akımlarının artması beklenemez. Şekil 4.1. Türkiye’ye gelen sermaye akımlarının karşılaştırılması Kaynak: Karahan ve İpek, 2013:308 Türkiye sıcak parayı çekebilmek için, yüksek faiz- düşük kur politikası uygulanmıştır. Yüksek faiz, kısa vadeli sermayeyi kendine çekse de, düşük kur 72 politikası ihracatın pahalılaşıp ithalatın ucuzlamasına ve böylece cari açığın artmasına sebep olmuştur. Cari açığın artması ödemeler dengesi sorununu ortaya çıkarmış ve artan dış borç stoku, ekonomide tıkanmaları ve sermaye kaçışı ile başlayıp devalüasyonla son bulan krizleri beraberinde getirmiştir (Mangır ve Ay, 2004:137). Şekil 4.2. Cari açığın yıllar itibariyle görünümü Kaynak: www.tcmb.gov.tr 2002 sonrası dönemde ise, tüm dünyada gelişmekte olan ekonomilere sermaye akımı yoğunlaşmıştır. Bu durum Türkiye’deki esnek döviz kuru uygulaması ve yapılan reformlarla birleştiğinde 2008 Küresel Krizine kadar olumlu bir durum yaratmıştır. Türkiye ilen birlikte gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketlerinin artışında küresel likiditedeki genişleme etkili olmuştur. Küresel likidite genişlemesinin nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Uzun yıllar Japonya’nın likidite tuzağında bulunması nedeniyle faiz oranlarının düşük düzeyde tutulması3, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ortaya çıkan belirsizlikleri azaltmak için FED’in faiz oranlarını hızlı biçimde düşürmesi, 3 Cary trade, bir yatırımcının düşük bir faiz oranından belli miktarda bir yabancı parayı borçlanması ve bu fonları yüksek faiz veren başka bir para birimine çevirerek değerlendirmesidir (Çelik, 2008:45). Özellikle Japon ev hanımlarının kullandığı bir yöntem olarak bilinen bu işlemlerde, yatırımcı Japonya gibi düşük faizli ülkelerden borç para alarak, bu parayı Türkiye gibi yüksek faiz veren ülkelerin hazine kağıtlarına yatırmaktadır. Aradaki faiz farkından yüksek kazançlar elde edilmektedir. 73 1990’ların sonunda düşük düzeyde seyreden petrol vb. emtia fiyatlarında meydana gelen artış dolayısıyla, emtia ihraç eden ülkelerin gelirlerinde ve buna bağlı olarak ulusal varlık fonlarının4 rezervlerinde artış meydana gelmesi. TL’nin değerlenmesi faizlerin düşmesine neden olmuştur. Faizlerin düşmesi, Türkiye’nin risk primini azaltmış ve borçlanma sürecini kolaylaştırmıştır. Faizlerin düşmesi sermaye akımının azalmasına sebep olmamıştır, çünkü faizler dünya ekonomilerine gore hala yüksektir. Ancak, cari açık büyümüştür, ithalatın artması ve ihracatın ithalata bağımlı olması bu sonucu doğurmuştur. 2008 Küresel Krizi, tüm dünyada sermaye akımlarının tersine dönmesine ve riskli ülkelerden çıkışa sebep olmuştur. Türkiye’de sermaye akımlarının azalması şok etkisi yaratmış ve bu şokun yarattığı iç talep daralması ihracatın gerilemesiyle birleşince kriz patlak vermiştir. 2001’deki gibi finansal bir kriz olmamasına rağmen, üretimi, kapasite kullanımını, milli gelirini, istihdamını aşağı çeken bir ekonomik bunalımdır (Bağımsız Sosyal Bilimciler, 2009:108). 2008 Krizinin etkileri açıklanmaya çalışıldığında, özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında ciddi bir gerileme görülmektedir. 2002 yılından bu yana Türkiye ekonomisindeki büyümenin ardındaki en önemli finansman biçimi olan, sıcak para olarak da adlandırılan kısa vadeli sermaye niteliğindeki yabancı yatırımcıların hisse senedi, Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) ve mevduattaki yatırımlarının tutarı ciddi bir şekilde gerilemiştir. Sıcak para azalışında yabancıların güven kaybı nedeniyle portföylerini boşaltmaları, portföydeki hisse senedi, DİBS gibi varlıkların değerlerindeki aşınma etkili olmuştur. (Durmuş, 2010:163). Türkiye’de sermaye hareketlerinin kısa vadeli olması ve derin krizlere yol açması sermaye kontrollerinin tartışılmasına neden olmaktadır. Türkiye’de uygulanıp 4 Ulusal varlık fonu olarak da anılan “sovereign wealth fund” kavramı, cari işlemler fazlası vermekte olan ülkelerin yabancı para rezervlerindeki artışın yarattığı rezerv birikimini değerlendirme arayışından doğan bir kavram olup, basit anlamda, bir havuz oluşturan söz konusu rezervlerle finanse edilen devlet kontrolündeki yatırım kurumları olarak ifade edilmektedir. Bu fonları, yatırım fonları, hedge fonlardan ayıran özelliği, bu fonların kaynak sağlayan ilgili devletin kontrolünde olmalarıdır (Akbulat, 2008:4). 74 uygulanamayacağını anlamak için çalışmalar yapılmaktadır, çünkü Türkiye’nin bu konuda yeterince deneyimi yoktur. Türkiye’de Tobin vergisine benzer bir uygulama olarak, 1984 yılında KDV Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden itibaren büyük bir kısmı iptal edilen Gider Vergileri Kanunu’nun halen yürürlükte olan maddelerine göre, döviz alım satımları üzerinden % 0,1 oranında uygulanan Kambiyo Muameleleri Vergisi örnek olarak gösterilebilir. Ülkemizdeki kayıt dışı faaliyetlerin boyutu ve parasal işlemlerin iz bırakmadan takibinin kolaylığı dikkate alındığında, bu vergiden sağlanacak yıllık hâsılatın vergi potansiyelin çok altında kalacağı görülmektedir. Bu verginin, vergi potansiyelini tam olarak kavrayamamasından ve beklenen vergi hasılatını oluşturmamasından dolayı Tobin vergisinin bir alternatifi olamayacağı açıktır (Yar, 2008:83). Ayrıca, 1994 yılındaki krizden sonra Türkiye’de Merkez Bankası tarafından bankaların pasifine giren döviz kredileri mevduat munzam karşılığına tabi tutulmuştur. Ayrıca bir yıldan kısa vadeli olan kredilere Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu (KKDF) adıyla ek vergi konulmuştur. Fakat kredilerin çoğu ‘bir yıl bir gün vade kaydı’ ile gelerek vergiden kurtulmuştur. Mevduat munzam karşılığına tabi tutulanlar ise bu ek maliyeti kullanıcıdan faizi artırarak geri almıştır. Sonuç itibarıyla bu iki önlemdebeklenen etkiyi meydana getirememiştir (Tobin Vergisi İşe Yarar mı?, Rahim Ak, Habertürk Ekonomi Haberi, http://ekonomi.haberturk.com/finans-borsa/haber/534154-tobin-vergisi-ise-yararmi, erişim:06.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Son günlerde Brezilya ve Güney Kore’nin sermaye kontrollerini uygulamaya başlaması Türkiye’de de bu konunun tekrar gündeme gelmesine sebep olmuştur. 1980’den bu yana süregelen ekonomik göstergeler, sermaye kontrollerinin yapılması konusunda iki farklı görüş ortaya çıkarmıştır. Bunlardan ilki, sermaye hareketleri denetlenmesi gerektiğidir. Bu görüşe göre, iyi tasarlanmış ve uluslararası düzeyde kabul görmüş bir vergiyle, spekülatif sermayenin yol açtığı istikrarsızlıkla mücadele edilebilecektir. Ani çıkış yapacak sıcak paranın girişi sırasında vergi alınırsa, krizi tetiklemeyecek uzun vadeli yabancı sermayenin gelmesi özendirilecektir. Türkiye’nin büyük bir sorunu haline gelen cari açık da, 75 TL’nin aşırı değerlenmesi sorunu ortadan kalktığında çözümlenecektir 5. Ayrıca, faiz oranları vergi konulsa bile dünya standartlarının çok üzerinde olacağı için sermaye girişinde bir problemle karşılaşılmayacaktır. Bu verginin sağlayacağı gelirle de uzun vadeli sermaye akımlarını teşvik edecek, krizlerin ortaya çıkardığı sorunları çözecek ya da kalkınmayı sağlayacak önlemler düşünülecektir. İkinci görüşe göre, sermayeye getirilecek herhangi bir kontrol sermaye girişini ters yönden etkileyecektir. Böyle bir vergi, risk primini artırmakta ve karı azaltmaktadır. Sıcak paranın, ülkeyi terketmesi domino etkisine yol açacaktır, çünkü Türkiye’de sıcak parayla ilişkili pek çok alan vardır. Sıcak para, cari açığı finanse etmek, sermaye piyasalarına likidite sağlamak ve Hazineyi finanse etmek gibi işlevleri yerine getirmektedir. Sıcak paranın Türkiye’den uzaklaşması da krize sebep olacaktır (Kızılot, Sıcak Para ve Tobin Vergisi, Hürriyet , 06. 04.2010. http://www.yaklasim.com/basindamevzuat/indexright.asp?kanun=012060027, 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Bu iki görüşte belirtildiği gibi, Tobin vergisini Türkiye’de uygulamanın avantajları kadar sakıncaları da vardır. Tobin vergisinin küresel düzeyde uygulanması için henüz yeterli desteğin olmaması nedeniyle, Türkiye’de Spahn’ın önerdiği gibi ikili bir vergi uygulamaya koymak önemlidir. Verginin arttırımlı bir şekilde uygulanmasını öngören bu sistem, spekülasyonları caydırarak uzun vadeli yatırımları artıracak, azımsanmayacak ölçüde bir gelir yaratacak ve mali istikrarı sağlayacaktır (Balseven ve Erdoğdu, 2005:312). Türkiye’deki döviz işlem hacmi 2010 Nisan verilerine göre, 16,8 milyar $’dır (Triennial Central Bank Survey of Foreign Exchange and Derivatives Market Activityin 2010- Final Results, BİS, Kasım 2010,http://www.bis.org/publ/rpfxf10t.htm, 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Bu tutardan %0,001 gibi çok düşük bir vergi alınsa bile çok büyük bir vergi hasılatı yaratılacaktır. Sürekli verilen cari açığın, iç ve dış kamu borç stokunun ağırlığının ekonomide kendini hissettirmemesi için böyle bir vergi 5 Yapılan son dönem çalışmaları, ihracat döviz kuruna duyarlılığının sanıldığı kadar yüksek olmadığına işaret etmektedir (TCMB, İhracatın Döviz Kuruna Duyarlılığı, Ekonomi Notları,Aralık 2014). 76 uygulanmalıdır. Türkiye’de uygulanacak bir Tobin vergisinin şu özellikleri taşıması gerekmektedir (Saraçoğlu ve Şahan, 2004:79): Vergi sadece spot döviz işlemlerinden değil, her türlü türev işlemleri de kapsayacak şekilde uygulanmalıdır. Zira finansal sistemde çok çeşitli türev araçlar bulunmaktadır. Bunlar vergilendirilmediği takdirde vergiden kaçınmak amacıyla yatırımcılar bu tür finansal araçları tercih edeceklerdir. Doğrudan üretimi ve istihdamı arttıran uzun vadeli sermaye yatırımları vergiden istisna tutulmalı veya oran % 0 olmalıdır. Söz konusu vergi, sermaye çıkışından alınmalıdır. Sermayenin yurtiçine girişinden alınmamalıdır. Ayrıca vergi spekülatif amaçlı kısa dönemli işlemlerden alınmalı ve beli bir süre için finansal araca endekslenen sermaye vergiden istisna tutulmalıdır. Benzer bir uygulama Malezya tarafından 1997 Asya Krizi sırasında kısa bir süre için uygulanmış ve başarı elde edilmiştir. Spekülatif amaçlı kısa vadeli yatırımlar için; vergi sermayenin kaldığı süreye göre farklı oranlarda uygulanabilir. Örneğin; 6 aya kadar olan portföy yatırımları için % 0,1, 6 aydan uzun portföy yatırımları için % 0,05, bir yıldan daha uzun portföy yatırımları için % 0,02 ve 18 aydan daha uzun portföy yatırımları için % 0 oranında uygulanabilir. Böylece spekülatif yatırımlar kontrol altına alınırken, uzun vadeli sermaye teşvik edilmektedir. Böyle bir uygulama aynı zamanda denetim açısından da kolaylık sağlamaktadır. Çünkü sermaye sahibi daha az vergi ödemek istediğinden ülkeye giriş ve çıkış tarihleri ile ilgili belge düzenine dikkat edecektir. Spekülatif amaçlı yatırımlar için, belirli süreler dâhilinde bankalarda zorunlu karşılıklar bulundurma zorunluluğu getirilmesi düşünülebilecek diğer bir yöntemdir. Bu yöntem 1991 yılında Şili’de uygulanmıştır. Anayasamızın 73. maddesi, Bakanlar Kuruluna vergi oranlarını belli bir oranda arttırma ve azaltma yetkisi vermektedir. Bakanlar Kurulu bu yetkiyi oluşabilecek bir dalgalanmada sermaye çıkışını engellemek için kullanabilir. 77 Verginin sağlıklı ve verimli bir şekilde uygulanması için, yurtiçi ve yurt dışında bankalar arasında gerçekleşen döviz işlemlerini denetleyecek bir bilgi işlem ağı kurulmalı ve bu yetki Merkez Bankasına veya Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmelidir. Bu sayede ülkemize yönelik spekülatif sermaye hareketleri daha sağlıklı takip edilebilir. Vergiden sağlanan hâsılat ise, Merkez Bankasının rezervlerine eklenerek kurun istikrarı için kullanılabilir. Böylece verginin uygulanması nedeniyle uluslararası boyutta gelebilecek tepkiler kısmen de olsa önlenebilir. 78 79 5. MODEL 5.1. Panel Veri Analizi Çalışmanın bu bölümünde, Tobin vergisinin ve Tobin benzeri finansal işlem vergilerinin ülkeler bağlamında uygulamalarına ve bu vergiler üzerindeki etkenlere yer verilecektir. Bu aşamada, panel veri modeliyle ekonometrik analizler yapılmıştır. Kesitlere ait zaman serileri veya zaman serilerine ait kesit verileri olarak tanımlanan panel veriler, firmalar, ülkeler ve hanehalkı gibi birimlerden oluşan yatay kesit gözlemlerinin, zaman boyutu ile de ifade edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Yatay kesit ve zaman serisi birleşimini içeren veri setlerinin kullanıldığı panel regresyon modelleri arasında, tek yönlü ve çift yönlü sabit etkiler ile tesadüfi (rassal) etkiler modeli, dinamik panel analizi, genelleştirilmiş en küçük kareler gibi bir çok yöntem yer almaktadır (Baltagi, 2001:1’den aktaran: Bayraktutan ve Demirtaş, 2011:5). Panel veri analizi hem zaman serisi hem de yatay kesit veri analizlerine özgü özellikleri taşımakla birlikte, bu analizlere ait dezavantajları da ortadan kaldırabilmektedir. Panel verileri daha fazla bilgi, değişkenlik, daha az çoklu korelasyon ve unutulan değişken problemi içererek daha etkin bir tahmin yapmaya olanak vermektedir (Hsiao, 2003’den aktaran:Özdemir, 2005:242). Panel veri analizinin avantajları aşağıdaki gibi sıralanmaktadır (Tarı, 2014:475): Panel veri analizi kesit birimlere özgü farklılığı dikkate alarak, bu farklılığın model içinde kontrolüne ve ölçülebilmesine izin vermektedir. Yatay kesit gözlemleri ile zaman serilerini birleştirmekle, panel veri, daha aydınlatıcı bilgi, değişkenler arasında daha az doğrusal bağlantı, daha fazla serbestlik derecesi ve daha fazla etkinlik sağlamaktadır. Tekrarlanan yatay kesit gözlemlerini incelemekle, panel veri, değişme dinamiklerini araştırmak için daha uygundur. Panel veriler, pür zaman serisi verileri veya pür yatay kesit verilerinde kolayca gözlemlenemeyen etkileri daha iyi belirleyebilir ve ölçebilir. Panel 80 veri analizi, zamana göre değişmeyen ve kesit boyunca farklı olan gözlemlenemeyen etkilerle birlikte zaman ve kesit boyunca değişen etkilerin bağımlı değişken üzerindeki olası etkilerini de hesaba katabilmektedir. Panel veri analizi, daha karmaşık davranış modelleri ile çalışabilme imkanı sunması açısından, zaman serisi ve yatay kesit modellerine göre üstünlük sağlamaktadır. Çalışmada 14 ülkenin 1995-2013 yılları arasındaki verilerinin kullanılması nedeniyle, sıralanan avantajlarından yararlanmak için panel veri analizi kullanılmıştır. 5.2. Panel Veri Analizi Çeşitleri Farklı zaman periyotlarında farklı değerler alması nedeniyle, farklı modeller uygulanabilmektedir. Bu modeller, sabit etkili modeller ve rassal etkili modeller olarak ikiye ayrılmaktadır. 5.2.1. Sabit Etkili Modeller Panel veri kullanılarak yapılan çalışmalarda, birimler arasındaki farklılıklardan veya birimler arasında ve zaman içinde meydana gelen farklılıklardan kaynaklanan değişmeyi, modele dahil etmenin bir yolu; mevcut değişmenin regresyon modelinin katsayılarının bazılarında veya tümünde değişmeye yol açtığını varsaymaktır. Katsayıların birimlere veya birimler ile zamana göre değiştiğinin varsayıldığı modellere “Sabit etkili modeller” adı verilmektedir (Pazarlıoğlu ve Gürler, 2007:38). Sabit etkili modelin gösterimi: Yit = β1 * Xit + αi + μit αi (i = 1, ....n) Her grup için bilinmeyen sabit terim Yit= Bağımlı Değişken Xit= Bağımsız Değişken β1= İlgili Bağımsız Değişkenin Katsayısı μit= Hata Terimi 81 5.2.2. Rassal Etkili Modeller Rassal etkili modellerde, birimlere veya birimlere ve zamana göre meydana gelen değişiklikler, modele hata teriminin bir bileşeni olarak dahil edilmektedir. Bunun temel sebebi sabit etkili modellerde karşılaşılan serbestlik derecesi kaybının önlenmek istenmiş olmasıdır (Baltagi, 2005:13’den aktaran: Pazarlıoğlu ve Gürler, 2007:38). Rassal etkili modelin gösterimi: Yit = β1 * Xit + α+ μit + εit α(i = 1, ....n) Sabit terim Yit= BağımlıDeğişken Xit= Bağımsız Değişken β1= İlgili Bağımsız Değişkenin Katsayısı μit= Hata Terimi εit = Grup Özel Hata Terimi 5.2.3. Hausmann Spesifikasyon Testi Analizde sabit etki modelinin mi yoksa rassal etki modelinin mi kullanılacağına karar verirken «Hausmann spesifikasyon testi» kullanılmaktadır. Panel veri analizi içerisinde sabit etkiler modeli, sıklıkla kullanılan ve istatistiksel özellikler açısından arzu edilen özelliklere sahip olan bir modeldir. Ancak, rassal etkiler modeli sabit etkiler modeline göre daha etkin sonuçlar veriyorsa, rassal etkiler modeli kullanılmalıdır. Her ikisi de tutarlı olan fakat etkinliği farklı olan iki model arasında daha etkin olanı tespit etmek gerekmektedir. Literatürde, bu etkinlik testi, diğer bir ifadeyle sabit etkiler modeli ve rassal etkiler modeli arasında seçim için k serbestlik dereceli ki-kare dağılımına uyan Hausmann testinden yararlanılmaktadır. Hausmann testinde, rassal etkiler modelinden elde edilen katsayılar ile sabit etkili modelinden elde edilen katsayıların aynı olduğunu gösteren boş hipotezin 82 reddedilmesi sabit etkili modelin; reddedilememesi ise rassal etkiler modelin daha etkin sonuçlar verdiğini ifade etmektedir (Bayraktutan ve Demirtaş, 2011:6). H0 = Model rassal etkiye sahiptir. H1 = Model sabit etkiye sahiptir. 5.3. Literatür Çalışmalarda, çoğunlukla sermaye kontrollerini temel alan ekonometrik modeller üzerinden incelemeler yapılmıştır. Tobin vergisi özelinde çalışmalara ağırlık verilmemiştir. Montiel ve Reinhart (1999), 15 ülkeyi ve 1990-1996 tarihleri arasını kapsayan çalışmalarında sermaye kontrollerinin etkisi ve yoğunluğunu araştırmışlardır. Panel veri modelinin uygulandığı çalışmada, faiz oranları kısa vadeli sermaye akımlarını, özellikle portföy yatırımlarını etkilediğinde sermaye girişlerinin yoğunluğu ve kısa vadeli sermaye akımlarının oranı kontrollerden etkilenmektedir. Buna göre, ülkeler sermaye kontrollerine başvurdukları zaman, daha uzun vadeli olan doğrudan yabancı yatırımların oranı artmaktadır. Miniane ve Rogers (2003) çalışmalarında, 26 ülke ve 1971-1998 tarihleri arasını ele almaktadır. Bu çalışmada, VAR modeli kullanılmış olup sermaye kontrolü uygulayan ülkelerin ABD kaynaklı parasal şoklardan etkilenip etkilenmediği incelenmiştir. Sonuçlarına bakıldığında, sermaye kontrolü uygulayan ülkelerin daha az şoka maruz kaldığı yönünde kanıta rastlanmazken, ülkelerin döviz kuru rejimleri veya dolarizasyon düzeyleri gibi diğer değişkenlerden daha çok etkilendiği görülmüştür. Binici vd. (2009) çalışmalarında, sermaye kontrollerinin etkili olup olmadığı incelenmiştir. 74 ülke ve 1995-2005 arasını kapsayan araştırmada, sermaye kontrollerinin sermaye akımlarının hem yoğunluğunu hem de bileşenini etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. 83 Forbes ve Warnock (2011), panel veri modelini kullanarak sermaye kontrollerinin sermaye akımlarının büyüklüğünün sınırlanmasında etkili olup olmadığını açıklamaya çalışmışlardır. Bu çalışmada, sermaye kontrollerinin sermaye akımlarının yoğunluğu üzerinde etkili olduğu üzerine anlamlı bir istatistiki veri bulunamamıştır. Ostry vd. (2011), 2004-2008 arasında birçok ülkeyi kapsayan çalışmalarında, sermaye kontrolleri uygulayan ülkelerin uygulamayan ülkelerden daha çabuk finansal krizlere tepki gösterebildiklerini ve ekonomik yönden daha iyi durumda olduklarını bulmuşlardır. Ergül (2012) çalışmasında, sermaye kontrolleri kararı üzerinde etkili olan değişkenler incelenmiştir. Bu çalışmada panel logit modeli uygulanmıştır. Sermaye girişi, cari işlemler dengesi ve kurumsal kalite değişkenlerinin sermaye kontol kararları üzerinde etkili olduğu bulunmuştur. 5.4. Çalışmanın Amacı ve Kısıtları Çalışmanın amacı, Tobin vergisi ve benzeri vergi uygulamalarını etkileyen değişkenleri değerlendirmektir. Bir başka deyişle, Tobin vergisi ile sermayenin kontrolsüz giriş ve çıkışının engellenebileceğinden hareketle Tobin benzeri uygulamaları ve uygulanma nedenlerini incelemek amaçlanmaktadır. Sermaye kontrolü tabanlı çalışmalar literatürde çoğunlukta olmasına karşın, Tobin vergisi ile ilgili çalışma sayısı düşüktür. Bu nedenle, modelin teorik altyapısında sermaye kontrolü ile ilgili çalışmalardan yararlanılmıştır. Bu sebepler çalışmanın kısıtlarını da oluşturmaktadır. Ayrıca, veri yetersizliği nedeniyle modelde değişikliğe gidilmiş ve verilerin bulunması aşamasında kaynak sıkıntısı çekilmiştir. 84 5.5. Çalışmanın Verileri Çalışmada, 1995-2013 tarihleri arası 14 ülkenin verileri kullanılmıştır. Bu ülkeler, Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya, Hırvatistan, Endonezya, Güney Kore, Tayland, Rusya, Romanya, Malezya, Meksika, Filipinler, Türkiye’dir. Çalışmada, yıllık veriler kullanılmış olup, IMF, OECD, Dünya Bankası, TCMB ve ilgili ülkelerin merkez bankalarından alınan verilerden yararlanılmıştır. Eviews 8.1 istatistiki programından faydalanarak yapılan modelde, panel veri analizi ile değerlendirmeler yapılmıştır. 5.6. Çalışmanın Değişkenleri Bu çalışmada, Tobin vergisi’nin (Tobin benzeri verginin) uygulamasında etkili olan değişkenler incelenmektedir. Çalışmada kullanılan model, Binici, vd. (2009) ve Ergül (2012) çalışmalarından yararlanılarak türetilmiştir. Binici, vd. (2009) ve Ergül (2012) çalışmalarında kullanılan modelin sembolik gösterimi: TV = a + β1*SG + β2*RKR + β3*IQ + β4*DC + β5*MC + β6*NR + β7*CAB + ε TV6, Tobin ve benzeri vergiler, bağımlı değişken olarak alınmış ve kukla değişken (1 ve 0) ile ifade edilmiştir. Bağımsız değişkenler ise aşağıdaki gibi ifade edilebilir: 6 Bu çalışmalarda Tobin vergisi uygulamalarına yer verilmemiştir. Sermaye kontrolleri üzerine yapılan bu çalışmalar, çalışmamızın temelini oluşturmaktadır. 85 Çizelge 5.1. Değişkenler TV Tobin Vergisi SG Sermaye Girişleri RKR Reel Kur IQ Kurumsal Kalite MC Borsa Değerinin GSYİH’ye Oranı DC Yerli Kredi Hacminin GSYİH’ye Oranı NR Doğal Kaynak Gelirlerinin GSYİH’ye Oranı CAB Cari İşlemler Dengesinin GSYİH’ye Oranı Modelde yer alan kurumsal kalite ve doğal kaynak gelirlerinin GSYİH’ye oranı değişkenlerinin, incelendiğinde Türkiye modelden için Tobin çıkarılması Vergisi uygun uygulanabilirliği görülmüştür. açısından Kurumsal kalite değişkeni, güçlü ekonomik kurumlara sahip ülkelerin Tobin Vergisi uygulama olasılıklarının az olduğu vurgusuyla modele alınmıştır. Ancak, Türkiye’nin güçlü ekonomik kurumlara, bağımsız bir para otoritesine sahip olduğu (TCMB) göz önüne alındığında, bu bağımsız değişkenin modelden çıkarılması gerektiği görülmüştür. Ayrıca, doğal kaynak gelirlerinin etkisi de Türkiye için göz ardı edilebilir boyutlarda olduğu için, bu değişken de modelden çıkarılmıştır. Bu değişiklikler sonrası modelin gösterimi: TV = a + β1*SG + β2*RKR + β3*DC + β4*MC + β5*CAB + ε Çalışmada ele alınan modelde, Tobin vergisi uygulamasında etkili olan değişkenler, sermaye girişleri, reel kurlar, cari açığın GSYİH’ya oranı, borsa değerinin GSYİH’ye oranı ve kredi hacminin GSYİH’ya oranı olarak sıralanmıştır. 86 Çizelge 5.2. Çalışmada kullanılan değişkenler TV Tobin Vergisi SG Sermaye Girişleri RKR Reel Kur MC Borsa Değerinin GSYİH’ye Oranı DC Yerli Kredi Hacminin GSYİH’ye Oranı CAB Cari İşlemler Dengesinin GSYİH’ye Oranı Bu bağımsız değişkenlerden biri olan sermaye girişleri, Tobin vergisi uygulama kararlarının alınmasında en önemli değişkenlerden biridir. Buna göre, sermaye girişlerinin artması ile birlikte, ülkeye giren kısa vadeli sermaye akımlarının yoğunlaşması Tobin vergisi uygulamalarına yol açmaktadır. Bu uygulamalarla, ülkeler sermayenin ani çıkışlarının önünü kesmeyi amaçlamaktadır. Reel kur değişkeni ile birlikte, ülkelerin kur değişimlerinden etkilenmemek adına uyguladıkları Tobin vergisi uygulamalarına dikkat çekilmek istenmektedir. Buna göre, özellikle gelişmekte olan ülkelerde dalgalanma korkusu7, kur değişimlerini baskılama isteği oluşturmaktadır. Bu nedenle, bir çok ülke Tobin vergisi ile bu değişimlerden kendilerini korumaktadırlar. Ancak aynı korku nedeniyle, sermaye üzerine konulacak Tobin vergisi gibi bir kontrol unsurunun kur değişimlerini daha çok yaratacağından hareketle diğer pek çok ülke Tobin vergisinden kaçınmaktadır. Bu iki farklı etki, çalışmada ampirik bulgular açısından ele alınacaktır. Borsa değerinin GSYİH ile oranlanması ile bulunan değer, üçüncü değişken olarak alınmıştır. Buna göre, borsa değerleri ülkelerin finansal büyüklüğü ve çeşitliliğini 7 Dalgalanma korkusu, literatürde ilk olarak Calvo ve Reinhart (2002) tarafından isimlendirilmiştir. Bu kavram, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin değerinde aşırı dalgalanma yaşanmasını istememeleri olarak tanımlanmaktadır (Önder, 2007:4). Bu nedenle ülkeler dalgalanma korkusu nedeniyle bir yandan sermaye hareketlerini stabilize ederek sermaye kontrollerine yer verirken diğer yandan özellikle Tobin benzeri vergilerle döviz rezervlerini güçlendirebilmektedir. 87 ifade etmektedir. Finansal derinliği olan ülkeler, daha çok sermaye girişlerine maruz kalan ülkelerdir. Bu ülkeler, sıcak para da denilen kısa vadeli sermaye akımlarından uzaklaşarak uzun vadeli, kalkınmaya olumlu etkisi olan doğrudan yabancı yatırımlara yönelmek adına Tobin vergisi uygulama kararları almaktadırlar. Dördüncü değişken olan kredi hacimlerinin GSYİH’ye oranı, ülkelerin finansal gelişmişliklerini (finansal hizmetlerin genişlemesi ve finansal kurumların büyümesi) ifade etmektedir. Buna göre, finansal sistem içerisindeki fon fazlasının ihtiyacı olan birimlere aktarılması mekanizmasının işlemesini gösteren bu değişken de, sermaye girişleri yoğunluğuna sebep olmaktadır. Ülkeler, kısa vadeli sermaye akımlarından korunmak adına, Tobin vergisi uygulamalarına yönelmektedirler. Son bağımsız değişken olan, cari işlemler dengesinin (açık ya da fazla) GSYİH’ya oranı da modelde önemli bir yer tutmaktadır. Cari işlemler açığının yüksek olması, Tobin vergisi uygulamalarını zorlaştırmaktadır. Ülkeler, sermaye üzerine getirilen herhangi bir kontrol sonrası, cari işlemler açıklarının daha da yükseleceği ve ekonominin olumsuz etkileneceği korkusu nedeniyle bu uygulamalardan uzak durmaktadırlar. 5.7. Çalışmanın Bulguları Çalışmada öncelikle, panel veri analizinde sabit etki mi yoksa rassal etki özelliğinin mi kullanılacağına karar verilmelidir. Farklı zaman periyotlarında farklı değerler alması nedeniyle, farklı modeller uygulanabilmektedir. Buna göre, Hausmann testi yapılmış ve sabit etkili modelin çalışmada kullanılması gerektiğine karar verilmiştir. Hausmann testine göre, prob. =0,0313 ve bu değer 0,05’den küçük olduğu için, sabit etkili modelden yararlanılmıştır. Buna göre, H0 hipotezi reddedilmiş ve rassal etkili model seçilmemiştir. 88 Çizelge 5.3. Sabit etkili model Variable Coefficient Std. Error t-Statistic Prob. C GIRIS? BORSA? CARI? KUR? KREDI? 0.430325 6.20E-12 0.001141 -0.016200 -0.002201 6.52E-06 0.114140 3.87E-12 0.000974 0.006395 0.001087 0.000593 3.770147 1.602887 1.171693 -2.533353 -2.024651 0.010994 0.0002 0.1102 0.2424 0.0119 0.0440 0.9912 Sabit etkili modele göre, cari açığın GSYİH’ye oranı ve reel kur değişkenleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Bu modele göre, sermaye girişleri, borsa değeri rasyosu ve kredi hacmi rasyosu arttıkça, modelde yer alan ülkelerin Tobin vergisi uygulama kararı aldıkları görülmektedir. Bunun aksine, cari açık rasyosu ve reel kurlardaki değişimler arttıkça Tobin vergisi uygulamaları tercih edilmemektedir. Çizelge 5.4. Rassal etkili model Variable Coefficient Std. Error t-Statistic Prob. C GIRIS? BORSA? CARI? KUR? KREDI? 0.412554 6.70E-12 0.000679 -0.017068 -0.001733 -8.65E-05 0.131908 3.83E-12 0.000902 0.006044 0.001045 0.000575 3.127592 1.749056 0.752929 -2.824054 -1.657942 -0.150476 0.0020 0.0815 0.4522 0.0051 0.0985 0.8805 Rassal etkili modelde ise, modelde yer alan cari açığın GSYİH’ye oranı istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Diğer değişkenlerin ise, anlamlı bir etkisi görülmemektedir. Katsayılarına bakıldığında, sabit etkili modeldeki gibi borsa değeri rasyosu, sermaye girişleri arttıkça Tobin vergisi uygulamaları da çoğalmaktadır. Ayrıca, cari açık rasyosu, kredi hacmi rasyosu ve reel kurlardaki değişimler arttıkça, Tobin vergisi uygulamalarına yönelinmemektedir. Çalışmada, Hausmann testi sonucu sabit etkili modelin uygulanmasına karar verildiği için sabit etkili model sonuçları dikkate alınacaktır. Ancak, Ergül’ün (2012) çalışmasında modelde kullanılan değişkenlerden sermaye girişi ve cari işlemler dengesi ve reel kur değişkenlerinden sermaye kontrolü kararına mevcut dönem 89 verisiyle etkisinin sınırlı olduğu varsayılmış ve bu nedenle gecikmeli değerleri kullanılarak model yinelenmiştir. Çalışmamızda da Tobin vergisi kararının alınmasında etkili olan değişkenlerden sermaye girişleri, cari işlemler rasyosu ve reel kur değişkenlerinin 1 yıl gecikmeli değerlerinin modele dahil edilmesinin daha rasyonel sonuçlar çıkaracağı düşünüldüğünden, model bu değişkenlerle yinelenmiştir. Böylece, bu değişkenlerin bu dönemki değişimlerinin gelecek dönemki Tobin vergisi uygulamasını etkileyeceği varsayımından hareket edilmiştir. Buna göre yapılan rassal etkili model ve sabit etkili modeller aşağıda gösterilmektedir. Çizelge 5.5. Gecikmeli değerlerle rassal etkili model Variable Coefficient Std. Error t-Statistic Prob. C GIRIS?(-1) BORSA? CARI?(-1) KUR?(-1) KREDI? 0.375613 9.99E-12 0.001203 -0.019422 -0.001775 -6.39E-05 0.130865 3.66E-12 0.000905 0.006046 0.001034 0.000561 2.870231 2.729471 1.330201 -3.212611 -1.716240 -0.113989 0.0045 0.0068 0.1847 0.0015 0.0874 0.9093 Rassal etkili modelde, cari açık rasyosu ve sermaye girişleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Diğer değişkenler, istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur. Bu modelde, sermaye girişleri ve borsa değeri rasyosu arttıkça Tobin vergisi uygulamaları da artmaktadır. Ancak, tam tersine reel kur değişimleri, kredi hacmi rasyosu ve cari açık rasyosu arttıkça Tobin vergisi uygulamalarına yönelim azalmaktadır. Hausmann testi sonuçlarına göre, sabit etkili modelin uygulanması tercih edilmektedir. Buna göre, aşağıda gösterilen sabit etkili model sonuçları gecikmeli değeri de dikkate alması açısından çalışmanın temel sonuçlarını oluşturmaktadır. 90 Çizelge 5.6. Gecikmeli değerlerle sabit etkili model Variable Coefficient Std. Error t-Statistic Prob. C GIRIS?(-1) BORSA? CARI?(-1) KUR?(-1) KREDI? 0.400165 1.00E-11 0.001710 -0.019142 -0.002356 4.66E-05 0.113196 3.68E-12 0.000965 0.006369 0.001081 0.000578 3.535144 2.728566 1.771461 -3.005582 -2.179166 0.080757 0.0005 0.0068 0.0778 0.0029 0.0303 0.9357 Sabit etkili modele göre, sermaye girişleri, cari işlemler dengesi rasyosu ve reel kurlar değişkenleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Ancak, borsa değeri rasyosu ve kredi hacmi rasyosu istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Model sonuçlarına göre, sermaye girişlerinin artması Tobin vergisi uygulamalarının tercih edilmesinde bir etkendir. Sermaye girişi verisi beklenildiği gibi sermaye kontrolü alınmasını etkileyen en önemli değişkenlerden biridir. Ülke yoğun bir sermaye girişine maruz kaldığında, bu girişin olumsuz etkilerini gidermek için Tobin vergisi uygulanmaktadır. Brezilya, Arjantin gibi ülkeler, sermaye girişlerinin yoğunluğundan ve ani duruş etkisinden korunmak amacıyla Tobin ve benzeri vergiler uygulamışlardır. Reel kur değişkeni de Tobin vergisini modele göre anlamlı bir şekilde etkilemektedir. Ülkeler sermaye girişlerinin para birimlerinde neden olduğu ani değişimleri engellemek amacıyla sermaye kontrollerine başvurmaktadırlar. Ancak, modelde görüldüğü üzere, kurdaki değişimler arttıkça oluşacak ekonomik olumsuzluklar ülkeleri Tobin vergisi uygulamaktan alıkoymaktadır. Tobin vergisi ile ilgili olumsuz görüşlerden, ülkelerin finansal piyasalarında etkinsizliğe yol açacağı ve finansal serbestleşmeye aykırı olduğu düşüncesi ile hareket eden ülkeler bu düzenlemeden uzak durmaktadırlar. Cari açık değişkeni de, Tobin vergisinin uygulanmasında etkili olan bir başka değişkendir. Ülkeler, cari açıkları birer tehdit olarak görmektedirler. Cari açıklarının milli gelirlerine oranı yüksek olan ülkeler, bu oranın daha da yükselmesinden ve finansal kırılganlıklarının artarak herhangi bir olumsuzluk durumunda ekonomik 91 olarak büyük zararlar görmekten çekinmektedirler. Bu nedenle, sermaye akımlarına Tobin ve benzeri bir vergi ile müdahale etmek istememektedirler. Kaldı ki, Tobin benzeri vergilerin burada önleyici işlev görmesi bekleniyor. O nedenle, cari açığın azaltılması gibi yapısal sorunlardan ziyade, finanse edilmesi gibi kısa döneme odaklı olduğundan, Tobin vergisi uygulamalarından uzak durulmaktadır. Borsa değerleri ve kredi hacmi değişkenlerinin Tobin vergisi üzerinde anlamlı bir etkisi bulunamamıştır. Bu sonucun, bu rakamların aynı yıl içerisinde hemen Tobin vergisi uygulamasını etkilemesinin zor olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu sonuçlara bakılacak olursa, ülkeler Tobin vergisi uygulamalarını düzensiz sermaye girişleri, reel kur ve cari açık değişimleri sonrası daha fazla düşünmektedirler. Modelde otokorelasyon sorunu olup olmadığına bakmak için, Durbin-Watson test istatistik değerine bakılmış ve 0,88 olan bu değerin, pozitif otokorelasyonu işaret ettiği bulunmuştur. Bu değerin 2’ye yaklaşması durumunda, otokorelasyon yoktur. Test sonuçlarının istatistiki açıklaması aşağıdaki gibidir (Uysal ve Günay, 2001:280): dw< dL ; p =1 ; dw=0 ise; önemli pozitif otokorelasyon vardır, dL <dw< du isepozitif otokorelasyonun varlığı hakkında yeterli kanıt yoktur (kararsızlık bölgesi), du <dw<4-du; p=0 ; dw=2 ise otokorelasyon yoktur, 4-du<dw<4-dL ise negatif otokorelasyonun varlığı hakkında yeterli kanıt yoktur (kararsızlık bölgesi), 4-dL <dw ; p=-1 ;dw=4 ise önemli negatif otokorelasyon vardır. Çalışmada otokorelasyon sorunundan kurtulmak için, genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemini temel alan görünüşte ilişkisiz regresyon yöntemi (Seemingly Unrelated Regression Model) kullanılmıştır. 92 Görünüşte ilişkisiz regresyon yöntemi (GİR), ilk olarak Zellner (1962) tarafından ileri sürülmüştür. Zellner, çok değişkenli regresyon modelini, tek bir denklem formunda yazma fikrini ortaya koyarak, GİR modelinin temellerini atmıştır. Zellner, ilk olarak bu modeli çok değişkenli bir regresyon denklemindeki otokorelasyonlu hataların analizinde kullanmış ve daha sonra ise her denklemdeki bağımsız değişkenlerin farklı matrislerini içeren panel veri analizlerinde uygulamıştır. Ampirik bir çalışma yaparak, regresyon sisteminde her denklemi ayrı ayrı en küçük kareler yöntemi ile tahmin etmek yerine, denklemleri bir arada genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemi ile tahmin etmiş ve bu yöntemin daha etkin sonuçlara ulaştığını ortaya koymuştur (Aksakal ve Arıcıgil Çilan, 2015:387). GİR modelinin, en küçük kareler yöntemine göre avantajları sıralanacak olursa, genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemini temel aldığından daha etkin kestirimler elde edilmesine, hata korelasyonunun karesini artırdığına ve açıklayıcı değişkenlerin iki kümesinin karşılıklı korelasyonunun azalttığına yardımcı olduğu görülmektedir (Uzgören, 1999:140). Çalışmada, GİR modeli uygulanarak panel veri analizindeki otokorelasyon sorunundan kurtulunmaya çalışılmıştır. Buna göre, otokorelasyon sorununa işaret eden Durbin-Watson test istatistik değerine bakılmış ve 1,93 olan bu değerin, otokorelasyonun yokluğunu işaret ettiği bulunmuştur. Model, yüksek açıklayıcılığa sahiptir. Tobin vergisi uygulamalarında, sermaye girişlerinin, cari açığın, borsa kapitalizasyon oranının, kredi hacminin, reel kurların çok yüksek düzeyde etkisi olduğu ve modele dahil edilen bu değişkenlerin uygulamaların gerçekleşip gerçekleşmemesi kararında birincil öncelikli değişkenler oldukları düşünülmektedir. F-istatistik değeri ile bulguların anlamlı olup olmadığına bakılabilmektedir. Buna göre, bu değer 0,000 < 0,05’den küçük olduğu için, bulgular istatistiksel olarak anlamlıdır denilebilir. 93 Çizelge 5.7. Görünüşte ilişkisiz regresyon modeli Variable Coefficient Std. Error t-Statistic Prob. C GIRIS?(-1) BORSA? CARI?(-1) KUR?(-1) KREDI? 0.402698 9.06E-12 0.001345 -0.017906 -0.002194 7.45E-05 0.012176 6.21E-13 0.000159 0.000668 0.000158 8.46E-05 33.07192 14.58527 8.469830 -26.82482 -13.85288 0.880988 0.0000 0.0000 0.0000 0.0000 0.0000 0.3792 Effects Specification Cross-section fixed (dummy variables) Weighted Statistics R-squared Adjusted R-squared S.E. of regression F-statistic Prob(F-statistic) 0.995301 0.994938 1.017991 2741.958 0.000000 Mean dependent var S.D. dependent var Sum squared resid Durbin-Watson stat 5.853579 26.04418 241.4591 1.932833 GİR modeline göre, sermaye girişleri, cari işlemler dengesi rasyosu, reel kurlar değişkenleri ve borsa değeri rasyosu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sadece, kredi hacmi rasyosu istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Model sonuçlarına göre, ülkelerin yaşadığı sermaye girişleri artışları bu ülkelerin Tobin vergisi uygulamalarına yönelmelerine neden olmaktadır. Sermaye girişi verisi beklenildiği gibi sermaye kontrolü alınmasını tetikleyen bir etkendir. Buna göre, sermaye girişlerine yoğun olarak maruz kalan ve bu girişlerin genellikle kısa vadeli olduğu ülkeler, sermaye akımlarının aniden yönünün değişmesinden, böylece zaten halihazırda yaşadıkları finansal kırılganlıklarının daha da derinleşerek krize sebep olmasından korkmaktadırlar. Bu nedenle, krizlerin yaşanmasını engellemek adına Tobin ve benzeri vergiler uygulanmakta ve sermaye girişleri kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Reel kur değişkeni de Tobin vergisini modele göre anlamlı bir şekilde etkilemektedir. Çalışmanın sonuçlarına göre, kurdaki değişimler arttıkça ülkeler Tobin vergisi uygulamalarına yönelmemektedirler. Bunun nedeni, ülkelerin Tobin 94 ve benzeri vergi uygulamaları sonrası oluşacak ekonomik olumsuzluklardan çekinmeleridir. Tobin vergisi ile ilgili olumsuz görüşlerden etkilenen ülkeler, finansal piyasalarında etkinsizliğe yol açacağı ve oluşacak herhangi bir krizi derinleştireceği düşüncesi ile bu düzenlemelerden uzak durmaktadırlar. Modeldeki bir başka değişken de, cari açık rasyosudur. Ülkeler, cari açıkları birer tehdit olarak görmektedirler. Modele göre, cari açık rasyoları arttıkça ülkeler Tobin ve benzeri vergilerden uzaklaşmaktadırlar. Cari açıklarının milli gelirlerine oranı yüksek olan ülkeler, bu oranın daha da yükselmesinden ve finansal kırılganlıklarının artarak herhangi bir olumsuzluk durumunda ekonomik olarak büyük zararlar görmekten çekinmektedirler. Bu nedenle, sermaye akımlarına Tobin ve benzeri bir vergi ile müdahale etmek istememektedirler. Borsa değerleri değişkeni, Tobin vergisi üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişkendir. Buna göre, borsa kapitalizasyon değeri arttıkça Tobin vergisi uygulamalarına yönelinmektedir. Sermaye girişleri değişkeninin sonuçları ile uyum gösteren bu sonuçlara göre, kısa vadeli sermaye girişlerinin yoğun olduğu dönemlerde oluşan sunni borsa değeri artışlarının yaşanması halinde, ülkeler Tobin ve benzeri vergi uygulamalarına ağırlık vermektedirler. Kredi hacmi değişkeninin ise, Tobin vergisi üzerinde anlamlı bir etkisi bulunamamıştır. Bu sonuçlara bakılacak olursa, ülkeler düzensiz sermaye girişleri, buna bağlı olarak borda değerinin arttığı durumlarda, reel kur ve cari açık değişimleri yaşanması halinde Tobin vergisi uygulamalarına yönelmektedirler. 95 6. SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER 2000’li yılların başlarından itibaren dünyada hızlı ekonomik büyüme, likidite genişlemesi, iyimserlik piyasalarda özellikle taşınmaz mal (gayrimenkul) piyasasında hızlı fiyat yükselişine, balon ya da köpüğün oluşmasına neden olmuştur. ABD gayrimenkul piyasasında fiyatlar kısa sürede ikiye katlanmış ve yaklaşık 650.000 taşınmaz mal stoğu oluşmuştur. Bu piyasaya, konut sahibi olmak isteyenler değil, yatırımcılar, spekülatörler, karlı bir alan gördükleri için yönelmişler ve yatırımlarının bir kısmını kredi ile fonlamışlardır. İpotek karşılığı taşınmaz kredisi veren finansman kurumları kredilerini satarak veya varlığa dayalı menkul kıymet çıkararak kredileri fonlamışlardır. ABD taşınmaz mal piyasasındaki balonun sönmeye başlaması, kredi borçlularını ödeme güçlüğü içine sokmuştur (Akgüç, journal.mufad.org/attachments/article/239/1.pdf, 10.10.2014 tarihinde erişilmiştir). Küresel krizin ortaya çıkmasına neden olan bu sürece, krizle birlikte ara verilmiştir. Ancak, likidite genişlemesi krizin etkilerinin azaltılması adına ABD ve Avrupa Merkez Bankaları tarafından kullanılan bir politika haline gelmiştir. Gelişmiş ülke merkez bankalarının küresel finansal kriz süreci ve sonrasında uygulamaya koydukları parasal genişleme politikaları, küresel ölçekte likidite fazlası oluşturarak gelişmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımlarını canlandırma ve daha oynak hale getirme potansiyeli taşımaktadır. Bu durum ise söz konusu ülkelerde finansal istikrar açısından önemli bir tehdit haline gelmiştir (Barlas ve Kaya, 2013:2). Bu yapı spekülatif amaçlı değerli malların fiyatlarını yukarıya çıkarmıştır. Yapılan çalışmalarda gelişmekte olan ülkelerden Çin, Hindistan ve Brezilya’ya ek olarak Güney Afrika, Meksika, Güney Kore, Endonezya ve Türkiye’nin bu süreçten etkilendiği ve likidite genişlemesi sayesinde ekonomik gelişme düzeyinin arttığı görülmektedir (Çelebi, 2013:40). 96 Şekil 6.1. Gelişmekte olan ülkelere sermaye hareketleri (Milyar ABD Doları) Kaynak: TCMB, Temel Ekonomik Gelişmeler, 2015: 23 Bu yeni konjonktürün temel özelliği güvenilir ve dinamik yükselen piyasa ekonomilerine yoğun sermaye akışı sonucunda, Türkiye, vb. ülke ekonomilerinde aşırı ısınma, aşırı borçlanma ve varlık balonları oluşması riskinin belirmesi ve cari açığın finansal istikrarı tehdit edecek düzeylere ulaşma ihtimalidir. Bu süreci en olumlu şekilde geçirmek adına, TCMB uyguladığı fiyat istikrarı politikasına finansal istikrar politikasını da eklemiştir. Finansal istikrar politikasının unsurları; borçluluk oranları (daha çok özkaynak kullanımı, daha basiretli borçlanma), borçlanma vadeleri (yurt içi ve yurt dışı borçlanma ile mevduatın vadesinin uzatılması), döviz pozisyonları (kamu ve özel sektörün döviz pozisyonunun güçlendirilmesi), risk yönetim süreçleri ve yöntemi (vadeli işlem ve opsiyon borsası gibi araçlarla kur riski yönetiminin etkinleştirilmesi) olarak sıralanmıştır. Bu amaca, zorunlu karşılıklar, faiz oranları ve likidite yönetimi araçlarını kullanarak ulaşılabilir. Ancak, finansal istikrar ve fiyat istikrarı amaçlarının birbirlerini dışlayarak, daha büyük cari açıklara, finansal kırılganlıklara, istikrarsızlıklara neden olabilmektedir (Başçı, 2010:25-27). Küresel belirsizlikler ve risklerin, risk iştahı ve gelişmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımlarının dalgalı bir seyir izlemesini sağlaması, Türkiye, vb. gelişmekte 97 olan ülkelerde kur, faiz, borsa ve risk primi göstergelerinin de dalgalanmasına sebep olmaktadır. Uluslararası yatırımcıların risk iştahındaki olası bir azalmayla birlikte önümüzdeki dönemde sermaye hareketlerinin ülkelere özgü unsurlara olan duyarlılığının artması beklenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin finansal şoklara karşı dayanıklılık seviyesi küresel sermaye akımlarının yöneleceği ülkeler için belirleyici olmaktadır. Bu açıdan, gelişmekte olan ülkelerin büyüme görünümleri, enflasyon oranları ve dış kırılganlıklarının küresel sermaye akımlarında etkili olmaktadır (TCMB, Finansal İstikrar Raporu, 2014:9). Bu noktada, Türkiye’nin ekonomik göstergeleri aşağıdaki tabloda diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte değerlendirilmektedir: Şekil 6.2. Gelişmekte olan ülkelerde seçilmiş göstergeler Kaynak: TCMB, Temel Ekonomik Gelişmeler, 2015: 23 Türkiye’nin önemli ekonomik göstergelerinden biri olan büyüme oranı, diğer gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksek oranlarda seyretse de 2014 yılında bu rakam düşüş eğilimine girmiştir. Bütçe dengesinin GSYİH’ya bölümüyle elde edilen rasyonun negatif olduğu görülmüş, ancak diğer gelişmekte olan ülkelere göre belirgin bir iyileşme yaşandığı gözlenmiştir. Aynı eğilim, kamu borcunun GSYİH’ya bölümüyle elde edilen rasyoda da izlenmiştir. Ancak, dış borcun GSYİH’ya oranı 98 ve kısa vadeli dış borcun GSYİH’ya oranı diğer ülkelere kıyasla yüksek düzeyde seyretmektedir. Bu noktada, kamunun borcu azalırken, özel sektör borcunun yüksekliği göze çarpmaktadır. Sermaye yeterlilik oranları hedeflenen düzeylerinin üzerinde seyretse de, diğer ülkelerin rasyolarından düşük olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, kredi/mevduat oranının %119,9 gibi yüksek değerlere ulaşması da bir diğer risk unsuru olarak dikkat çekmektedir. Bu gösterge değerlerin, Türkiye ekonomisinin finansal istikrarsızlığında ve kırılganlığında etkisi daha detaylı olarak incelenecektir. Küresel düzeyde artan oynaklığın etkisiyle Türkiye’ye yönelen sermaye akımları zayıf ve dalgalı bir görünüm sergilemiştir. Cari işlemler açığında, 2014 yılında belirli bir oranda iyileşme yaşanırken, bu iyileşmenin yerini küresel talepteki azalma ve jeopolitik gelişmeler nedeniyle ihracatta uzun süredir devam eden artışın zayıflaması ve yurt içi talepteki canlanma işaretleri ile birlikte ithalatta görülen artışa bağlı olarak net ihracatın büyümeye katkısının göreli olarak zayıflaması beklentisi almıştır. Doğrudan yatırımlar 2013 yılında toplam cari açık finansmanının %15’inde kalırken, portföy yatırımları ve diğer kısa vadeli sermaye akımları toplam finansmanın %46’sına ulaşmıştır. 2014 yılında büyüme yavaşlamış ve buna bağlı olarak cari açık azalmıştır. 2014 yılında, cari açık 45,8 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin dış finansmana olan bağımlılığı ve finansal kesim dışındaki firmaların geniş döviz açık pozisyonları başlıca risk faktörleri olarak göze çarpmaktadır (Dünya Bankası, Türkiye Ekonomi Notu, 2014:3). 2014 yılındaki cari açığın finansmanı incelendiğinde, yurt içine yönelik doğrudan yatırımlarda bir değişiklik gözlenmezken, yurt dışına yapılan doğrudan yatırımların yaklaşık iki katına çıktığı görülmüştür. 2014 yılında portföy yatırımları bir önceki yıla kıyasla %16,7 oranında azalmasına rağmen, 20 milyar dolar ile cari açığın finansmanına önemli ölçüde katkı vermeye devam etmiştir (TCMB, Ödemeler Dengesi Raporu, 2014:4). 2014 yılında Merkez Bankası rezervlerinde de belirgin bir azalış yaşanmıştır. Buna göre, 26.12.2014 tarihindeki Merkez Bankası rezervlerinin toplamı 126.450 milyar dolarla altı ayın en düşük değerine düşmüştür (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1785955-merkez- bankasi-rezervleri-azaldi internet adresinden 10.04.2015 tarihinde ulaşılmıştır). 99 Rezervlerde yaşanan bu erimenin diğer gelişmekte olan ülkelerde de yaşandığı bilinmektedir. FED’in faiz artırımına gideceği beklentisi, gelişmekte olan ülke piyasalarında tedirgnlik yaratmış ve sermayenin aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bu ülkelerden çıkmasına neden olmuştur. Net hata noksan kaleminin 2008 yılındaki Küresel Kriz sonrası artışı ve Şubat 2015 tarihinde 4,3 milyar dolarla tarihi bir zirve yaşamasının nedenleri de tartışmalı konular arasındadır. TCMB, kaynağı belirsiz bu paranın nedenlerini; ithalat ve ihracatta mal hareketiyle ödemenin farklı bilanço dönemine yansıması, gümrük işlemlerindeki beyanat hataları, ödemeler dengesindeki çeşitli kalemlerden elde edilen gelirlerin sistem dışına çıkarılması, turizm ve bavul ticareti gibi verilerin anketler yoluyla toplanması sonucu oluşan hatalar olarak sıralamaktadır. Ancak, bu konuda tartışmalar devam etmektedir (http://www.bbc.co.uk/turkce/ekonomi internet adresinden 10.04.2015 tarihinde elde edilmiştir). Cari açığın finansman kalitesi, finansal sistemin sürdürülebilirliğini doğrudan etkilemektedir. Cari açığın finansmanında kullanılan kaynakların, kısa vadeli olup olmaması bu döngünün devamını sağlamaktadır. Portföy yatırımlarının ve kısa vadeli sermaye akımlarının bu kaynaklar arasında yüksek oranlarda olması, bu döngünün devamı konusunda şüpheler ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’nin cari açık finansmanında da aynı süreç gözlenmektedir. Kısa vadeli sermaye akımlarının bu kaynaklar arasında büyük oranlarda olması, finansal risk algısının yüksek olmasına neden olmaktadır. Bu da finansman kalitesinin bozulması anlamına gelmekte ve istikrarsızlığa yol açmaktadır. 100 Şekil 6.3. Cari açığın finansmanı (Milyon ABD Doları) Kaynak: TCMB, Temel Ekonomik Gelişmeler, 2015: 23 Enerji ve gıda fiyatları küresel ölçekte düşmesine rağmen, ülkemizde gıda fiyatlarının artması ve TL’deki değer kayıpları enflasyonu olumsuz yönde etkilemiştir. Ancak, yaşanan kredi genişlemesinin, ertelenen kredi talebini soğurucu, yatırımları ve dolayısıyla gelirleri artırıcı etkisi olsa da, potansiyel riskleri de beraberinde getirmiştir. Bu risklerden birisi, kredilerin ithal mal talebi yoluyla cari dengeyi olumsuz etkilemesidir. Diğer bir risk ise, alım gücünün hızlı artışı ile varlık fiyatlarında oluşabilecek balonların finansal krizlere yol açabilmesidir (TCMB 2015 Yılı Para ve Kur Politikası , 2014:3). Kamu borç stoku göstergeleri, 2014 yılında olumlu seyrini korurken, finansal piyasalardaki dalgalanmalara rağmen borçlanma yapısında önemli bir değişim yaşanmamıştır (TCMB, Finansal İstirar Raporu, 2014:15). Reel sektörün yükümlülükleri artarken, mevduatı zayıf bir büyüme eğilimi göstermiştir. Döviz kurlarındaki dalgalanmanın artmaya başladığı 2013 yılı Mayıs ayından itibaren yıllık büyüme oranı hızla düşen Türk Parası (TP) ticari mevduatın, Yabancı Para (YP) ticari mevduatlardaki ivme kaybına rağmen halen zayıf bir seyir izlediği görülmektedir. 2013 yılı sonuna göre, reel sektör firmalarının yurt içi 101 bankalardan sağladıkları Yabancı Para (YP) kredilerin, Yabancı Para (YP) ticari mevduatların çok üzerinde artmış olması nedeniyle reel sektörün net döviz pozisyon açığı 2013 yılı sonu değeri olan 176,5 milyar ABD dolarından 2014 yılı Ağustos ayı itibariyle 179,3 milyar ABD doları seviyesine yükselmiştir. Kredi/GSYİH oranında 2013 yılında yaşanan hızlı artış, makro ihtiyati tedbirler ve sıkı para politikasının katkısıyla daha makul seviyelere gerilemiştir. Ancak, ekonomik faaliyetlerdeki zayıf görünüm kredi riskinin takibini gerekli kılmaktadır. Bankaların, son yıllardaki aktif büyümesinin artan oranda mevduat dışı fonlama kaynaklarıyla gerçekleştirilmesi, bankacılık sisteminin toptan fonlama kaynaklarındaki dalgalanmalara olan duyarlılığını artırmaktadır. Yükümlülüklerle uyumlu aktif büyümesi finansal istikrar amacının en önemli bileşenlerindendir. Kredi riski, faiz riski, likidite riski, sermaye yeterliliğinin sağlanamaması gibi olası sorunlar, Türkiye ekonomisinin finansal kırılganlıklarını artırmaktadır. Bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranları, hedeflenen rasyoların üzerinde kalsa da 2013 yılındaki kredi büyümesine bağlı olarak ortalama risk ağırlıklı aktiflerdeki artış sektörün sermaye yeterlilik rasyosunu olumsuz etkilemiş ve rasyo 1,5 puan gerileyerek 15,5 değerine düşmüştür. 2014 yılında bu rasyoda yükselme gözlenmesine rağmen, 2009 yılı sonrası düşüş eğilimi değişmemiştir (TCMB, Finansal İstirar Raporu, 2014:29-48). Türkiye ekonomisinin zayıflıkları düşünüldüğünde, kontrolsüz sermaye hareketlerinin ülke ekonomisinde yaratabileceği olumsuzluklar ülkenin riskini artıran bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Sermaye hareketlerinin bir belirsizlik durumunda ani duruş etkisi8 ile yurtdışına doğru yönelmesiyle birlikte belirsizlik büyümekte ve bu süreç döngü haline gelmektedir. Belirsizlikler, hareketlerin yönünü tayin ederken, hareketler de bir süre sonra belirsizlikleri artırmaya başlamaktadırlar. Bu sürecin iyi bir şekilde yönetilmesi adına sermaye hareketleri kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Sermaye kontrolleri ve Tobin vergisi gibi 8 İngilizcede “Sudden Stop” olarak tanımlanan, Türkçe’de ise “Ani Duruş”, “Tekila Etkisi” ya da “Sermaye Kaçışı”olarak da isimlendirilen bu problem, ülke ekonomisine ilişkin içsel ve küresel likidite koşulları ve bulaşıcılık etkisi gibi dışsal nedenlerle, uluslararası sermaye girişlerinin ani durması veya ülkeden çıkması durumları olarak tanımlanmaktadır (Önder, 2007:8). 102 düzenlemeler ülkelere risklerini yönetme ve ulusal politikalarının geçerliliğini artırma fırsatı vermektedir. Sermaye hareketlerinin yönetilmesi bir ihtiyaç olarak çıkmaktadır. Bu bağlamda Tobin ve benzeri vergilerin uygulaması kontrollü olarak ekonomiyi soğutabilecek, sürdürülebilirliğini arttıracaktır. Diğer kontrol yöntemlerine göre, Tobin benzeri bir vergiye odaklanma ihtiyacımız iktisadi beklentilerimizin yanında mali anlamda katkı sağlamasına yöneliktir. Ancak, faiz arbitraj farklılıkları nedeniyle yabancı yatırımcı için, hala Türkiye ekonomisinin cazibesi devam etmektedir. Bu bağlamda, Tobin benzeri bir verginin iktisadi fonksiyonlar açısından işlevselliği sınırlı olabilse dahi vergi gelirleri her halde artacaktır. Çalışmada, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 14 ülke için yapılan panel veri analizi ile birlikte Tobin ve benzeri vergi uygulamalarının değişkenleri incelenmiştir. Bu ülkelerdeki verilere dayanarak yapılan değerlendirmelerde, sermaye girişlerinin düzensiz olarak arttığı, borsa kapitalizasyon değerlerinin suni olarak yükseldiği dönemlerde Tobin ve benzeri vergi uygulamalarına yönelimin arttığı; ancak cari açık rasyosu ve kur değişimlerinin korkutucu boyutlara geldiği dönemlerde bu vergilere yönelimin azaldığı görülmektedir. Türkiye için bu sonuçlar değerlendirildiğinde, sermaye girişlerinin ve borsa kapitalizasyon değerlerinin düzensiz ve spekülatif bir şekilde arttığı dönemlerde Tobin benzeri bir vergiye yönelim, kısa vadeli sermaye hareketlerinin ani hareketlerinden ve belirsizlikler ile hareketlerin birbirini besleyen kısır döngüsünden kurtulmayı sağlayacağı düşünülmektedir. Cari açık rasyosunun ve reel kurdaki değişimlerin yüksek olduğu durumlarda, bu vergiden kaçınmaya neden olan dalgalanma korkusu ve ani çıkış beklentisi ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin bu vergi ile spekülatif sermaye hareketlerinden kurtulması için cari açığının finansmanında sürdürülebilirliği sağlaması ve uluslararası arenada rekabet edebilirliğini artıracak unsurlara yönelmesi gerekmektedir. Cari açığın finansmanı endişesi uzun dönemli çözümlerle yok edildiğinde, Türkiye’nin Tobin benzeri bir vergi uygulaması 103 sonucunda hem arbitraj farklılıkları sayesinde cazibesini yitirmeyeceği ve uzun dönemli sermaye hareketlerini ülkeye çekeceği, hem de düşük oranlı bir vergi olsa da kalkınmaya yönelik olarak kullanılabilecek yüksek miktarlarda vergi gelirlerini sağlayacağı düşünülmektedir. Ayrıca, sermaye hareketlerinin yönetilmesi bir ihtiyaç olarak çıkmaktadır. Bu bağlamda Tobin ve benzeri vergilerin uygulaması kontrollü olarak ekonomiyi soğutabilecek ve iktisadi aktörler açısından ekonomiye yönelik ex-ante kredibilitesini artırarak güven bir liman algısı oluşturmasına katkı sağlayacaktır. 104 105 KAYNAKLAR Afşar, M. (2004). Finansal Küreselleşme ve Türk Bankacılık Krizleri Üzerine Etkisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 111. Akbulat, S. ve Akbulat, Y. (2008). Ulusal Varlık Fonları. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 25(2), 237-262. Akdiş, M. (2004). Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Yol Açtığı Finansal Krizler ve Bu Krizleri Önlemede Kullanılabilecek Araçlar: Tobin Vergisi. Active Bankacılık ve Finans Dergisi, 6(36), 36-48. Akdiş, M. (2007). Cari Açıkların Sürdürülebilirliği Sorunu ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler. Tasam Stratejik Öngörü Dergisi. (8), 15-40. Akgüç, Ö. (2009). Kriz Nedeni ve Çıkış Yolları. Muhasebe ve Finansman Dergisi, 42, 6-11. Aksakal, M. ve Arıcıgil Çilan, Ç. (2015). Türkiye’ye Yönelik Turizm Talebinin Görünürde İlişkisiz Regresyon Modelleri İle İncelenmesi. Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, 7(14), 235-256. Aktan, C. Dileyici, D. Vural, İ. (2006). Kamu Maliyesinde Çağdaş Yaklaşımlar, Ankara : Seçkin Yayıncılık,102. Aktanü, C. ve Şen, H. (2001). Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm Önerileri. Yeni Türkiye, Ekonomik Kriz II, 42, 1225-1231. Aoki, K., Benigno, G., Kiyotaki, N. (2010). Adjusting to Capital Account Liberalization. Discussion Paper. London: Centre Economic Policy Res. Arıkan, Z. ve Yurtsever, H. (2004). Sermaye Hareketlerinin Vegilendirilmesine İlişkin Bir Öneri: Tobin Vergisi, Vergi Sorunları, 189. Arıkboğa, A. (2002). Tobin Vergisi: Bir “Döviz İşlemleri Vergisi” Önerisi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 52(2), 37-46. Atamtürk, B. (2003, Haziran.). Finansal Liberalizasyonun Etkileri. İktisat Dergisi, Ateş, K. (2004). Finansal Krizlerde Bankacılık Krizlerine Bir Değerlendirme. Piyasa Dergisi. Yaz. (11), 195-215. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği. (2011). Avrupa Birliği’nde Küresel Finansal Krize Karşı Alınan Önlemler ve Birliği Rekabet Gücünün Arttırılmasına Yönelik Girişimler: “Euro Rekabet Paktı”. Ankara: Avrupa Birliği Genel Sekreterliği,10-33. 106 Bahar, O. (2005). Türkiye Ekonomisinde 1980 Öncesi Uygulanan Sanayileşme Politikaları. Balıkesir Üniversitesi Bandırma İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Akademik Fener Dergisi. 2(4), 64–90. Balseven, H. (2003). Sermayenin Vergilendirilmesinin Sermaye Akımları üzerindeki Etkisi, Yayımlanmamış Maliye Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Balseven, H. ve Erdoğdu, M. (2005). Mali Kriz Riski Bağlamında Tobin Vergisi ve Türkiye’de Uygulanabilir Bir Versiyonu. Marmara Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Dergisi, 20(1), 297-319. Barlas, Y. ve Kaya, N. (2013). Parasal Genişleme Politikalarının Gelişmekte Olan Ülke Portföy Akımları Kompozisyonuna Etkisi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Ekonomi Notları, 2013-01, Ankara. Başçı, E. ve Kara, H. (2011). Finansal İstikrar ve Para Politikası. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Çalışma Tebliği, 11/08, Ankara. Başoğlu, U., Ceylan, A. , Parasız, İ. (2009). Finans: Teori, Kurum, Uygulama. Bursa: Ekin Basım Dağıtım. Bayar, Y. (2014). Euro Bölgesi Borç Krizi İle Avrupa Döviz Kuru Mekanizması Krizinin Karşılaştırmalı Analizi. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, (22), 211-231. Bayraktutan, Y. ve Demirtaş, I. (2011). Gelişmekte Olan Ülkelerde Cari Açığın Belirleyicileri: Panel Veri Analizi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (22), 1-28. Bilgi, D. (2009). Türkiye’de Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Binici, M., Hutchison, M., Schindler, M. (2009). Controlling Capital? Legal Restrictions and the Asset Composition of International Financial Flows. International Money Fund Working Paper. Blundel-Wignall, A. ve Roulet, C. (2013). Macro-prudential Policy, Bank Systemic Risk and Capital Controls. OECD Journal: Financial Market Trends 2014, 2013(2). Bocutoğlu, E. ve Ekinci, A. (2009). Genel Teori, Küresel Krizler ve Yeniden Maliye Politikası. Maliye Dergisi. 156. Bruno, V. ve Shin, H. S. (2014). Cross-Border Banking and Global Liquidity. Princeton University Press. 107 Calvo, G. ve Mendoza, E. (2000). Contagion, Globalization, and the Volatility of Capital Flows. The University Chicago Press. Cansızlar, D. (2004). Sermaye Piyasalarında İşlem Vergisi. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 19(1). Cartens, A. ve Schwartz, M. (1998). Capital Flows and the Financial Crisis in Mexico. Journal of Asian Economics, 9(2), 207-226. Chari, A. ve Henry, P. B. (2004). Risk Sharing and Asset Prices: Evidence from a Natural Experiment. Journal of Finance. 59 (3). 1295-1324. Cura, S. (2005). Kriz Ekonomileri ve Çözüm Yolları: İstikrar Programları. Muğla Üniversitesi Tartışma Tebliğleri, 2004-2005. Çelik, F.Ş. (2008). Uluslararası Piyasalarda Spekülatif Para ve Sermaye Hareketliliği ve Tobin Vergisi Carry Trade, Hedge Fonlar ve Diğer Spekülatif Hareketler, Uzmanlık Tezi, Ankara: Maliye Bakanlığı. Çınar, S., Gök, A.K. (2012). Tobin Vergisi. Finans Politik & Ekonomik Yorumlar. 49(571), 81. Delice, G. (2003). Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (20), Ocak-Haziran, 57-81. Delice, G. (2002). Arjantin’de Finansal Reformlar ve 2001 Krizi. Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 3(2), 162-186. Demiral, M. (2008). Türkiye’de Sıcak Para Hareketleri ve Ekonomik Krizlere Etkisi. Yüksek Lisans Tezi, Niğde: Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Demirci, R., Arıkan. R., Erdoğan. B. (2001). Genel Ekonomi: Mikro-Makro. Ankara: Gazi Kitabevi, 255. Deniz, G. (2013). 2008 Küresel Krizinin Ekonomik Etkileri ve Kriz Döneminde Alınan Para-Maliye Politikası Önlemleri. Yüksek Lisans Tezi, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Dizman, A.O. ve Özen, E.N. (2012). Ekonomik Krizden Siyasi Bunalıma, TEPAV Değerlendirme Notu. Doğu, E. (2004). Ekonomik Kriz Göstergeleri: Türkiye Örneği. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Durmuş, M. (2009). Kapitalizmin Krizi. (Genişletilmiş İkinci Baskı), Ankara: Tan Kitabevi. 69. Dünya Bankası, Türkiye Ekonomi Notu, 2014. 108 Eğilmez, M. (2008). Küresel Finans Krizi. Ankara: Remzi Kitabevi, 68. Engin, İ. (1999). Türkiye’de 1980-1998 Dönemi Devlet İç Borçlanmasının Özel Sektör Yatırımları Üzerine Etkileri. Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Erçel, G. (1999). 2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programı: Kur ve Para Politikası Uygulaması. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Eren, (2010). s. 47. Alıntı. Poret. P. (1998). Les Flux de Capitaux: Leçons d’Asia. L’observateur de l’OCDE, 214, 39-42. Ergül, Ö. (2012). Sermaye Kontrolleri: Uygulanışı , Etkinliği ve Türkiye Üzerine Yorumlar. Uzmanlık Tezi, Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Ergün, S. (2010). Arjantin’in Ekonomik İstikrarsızlık Tarihi: İnişler ve Çıkışlar. Akademik Bakış Dergisi. 20, 1-18. Esen, O. (1998). Rusya Krizi: Gçmişe Kısa Bir Bakış. İktisat İşletme ve Finans Dergisi, 13(150), Eylül, 67. Forbes. K. (2007). One Cost of the Chilean Capital Controls: Increased Financial Constraints for Smaller Traded Firms. Journal of International Economics, 71, 294-323. Forbes, K. ve Warnock, F. (2011). Capital Flow Waves: Surges, Stops, Flight, and Retrenchment. NBER Working Paper, 17351, Cambridge. Göker, C. (2013). Tobin Vergisi Üzerine Bir Deneme. Prof. Dr. İsmail Türk’e Armağan, T. Bulutay. S. Soydemir. D. Özkök Çubukçu (Editörler), Mülkiyeliler Birliği Yayınları, 2013/1, 595-608. Göktaş, A. (2000). Güneydoğu Asya Krizinin Maliye ve Para Politikaları Açısından Sonuçları. Maliye Dergisi, 133, 3-12. Güloğlu, B. ve Altınoğlu, E. (2002). Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, 27. Günal, M. (2001). Merkez Bankasının Değişen Rolü ve Para Politikası Uygulamaları. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları. Ankara. Harrıson, A., Love. I., McMillan. M. (2004). Global Capital Flows and Financing Constraints. Journal of Development Economics, 75 (1), 269-301. Işık, N. (2005). Finansal Krizlerin Ortaya Çıkmasında Sermaye Hareketlerinin Rolü: Rusya, Türkiye ve Arjantin Krizleri. Selçuk Üniversitesi Karaman İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(2), 83-97. 109 İlyas, A.İ. (1998). Asya Krizi: Uzakdoğu Finans Krizinin Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları. 21. İnan, A. (2002). Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme. Bankacılar Dergisi, 41. İnan, A. (2002). Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme. Bankacılar Dergisi. 41, 51-67. İnternet: Akdiş. M. (2002). Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerine Etkileri ve Türkiye: Finansal Krizler-Beklentiler. http://makdis.pamukkale.edu.tr/finans.htm adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır. İnternet: Çelebi. I. (2013). Global Krizin Emtia Piyasaları Üzerine Etkileri ve Gelişmeler.Web: file:///C:/Users/USER/Downloads/1916-3475-1SM%20(1).pdf adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır. İnternet: Desai. M., Foley. F., Hines. J. Capital Controls, Liberalizations, and Foreign Direct Investment. Web: http://www.bus.umich.edu/otpr/WP20043.pdf adresinden 10.10.2014 tarihinde alınmıştır. İnternet: Dura. C. (2009). Ekonomik Kriz Nedir, Özellikleri Nelerdir, Nasıl Gelişir?. Web: http://arsiv/ekonomi-yazilari/498.html adresinden 110 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır. İnternet: Karagül. M. ve Masca. M., Web: bandirma.balikesir.edu.tr/.../25_Mahmut_Masca_Mehmet_Karagul.doc adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır. İnternet: Keynes, J.M. (1936). The General Theory of Employment, Interest and Money, The University of Adelaide, South Austrialia, (2005). Web: https://ebooks.adelaide.edu.au/k/keynes/john_maynard/k44g/index.html adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır. İnternet: Özatay. F. Bulaşır mı?, Web: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fatih_ozatay/bulasir_mi-, 10 Ekim 2014 tarihinde ulaşılmıştır. İnternet: Öztürk. Y. ve Kuşçu. S. (2010). Finansal Serbestleşme: İlk Deneyimler ve Kriz. http://journals.manas.edu.kg adresinden 10.10.2014 tarihinde alınmıştır. İnternet: Yeldan. E. Büyük Durgunluğun Öğrettikleri. http://www.iktisatvetoplum.com/buyuk-durgunlugun-ogrettikleri.html adresinden 10 Ekim 2013 tarihinde alınmıştır. 110 Jeanne, O. ve Korinek, A. (2010). Managing Capital Flows: A Pigouvian Taxation Approach. American Economic Review Papers and Proceedings (Mayıs), 403–407. Kahler, M. (1998). Capital Flows and Financial Crises. New York: Cornell University Press, 5. Kalaycı, İ. (2010). Finansal Kriz Yazıları “Halil Seyidoğlu’na Armağan”. Nobel Yayın. 440. Karabıçak, M. (2000). Türkiye’de Ekonomik İstikrarsızlığın Tarihsel Gelişim Süreci. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 5(2), 49-65. Karacan, R. (2014). Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye’de Ekonomik Krizler, Sermaye Hareketleri ve ABD Doları Arasındaki İlişki. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. 7(33), 763-773. Karahan, Ö. ve İpek, E. (2013). Türkiye’ye Yönelik Yabancı Sermaye Akımlarının Hacim ve Kompozisyonundaki Gelişmeler. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 21. Karakurt, B. (2011). Washington Konsensüsü’nden Küresel Mali Krize Mali Disiplin ve Türkiye’deki Gelişmeler. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 25(1), 31-53. Kaya, A. (2012). Mali Sürdürülebilirlik:Teori ve Türkiye Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Kazgan, G. (2012). Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2009). İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. İstanbul, 149. Kepenek. Y. ve Yentürk. N. (1994). Türkiye Ekonomisi. Ankara: Remzi Kitabevi. Keskin, N. (2008). Finansal Serbestleşme Sürecinde Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Makroekonomik Etkileri: Türkiye Örneği. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Keyder, N. (2001). Türkiye’de 2000-2001 Krizleri ve İstikrar Programları. 16(183), 37-53. Kıdiş, Y. (2003). Menkul Kıymet İşlem Vergisi ve Türkiye’de Uygulanabilirliği. Vergi Sorunları Dergisi. 179. Kınaytürk, Z. (2006). 1990 Yılından Sonra Yaşanan Ekonomik Krizlerin Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler Üzerindeki Etkileri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta. 111 Kındleberger, C. ve Aliber, R. (2005). Manias, Panics and Crashes: A History of Financial Crises. Fifth Edition. John Wiley&Sons, Inc. New Jersey, 24-37. Kızılot, Ş. ve Durmuş, M. (2002). Ekonomik Krizler ve Kamu Maliyesi”, Kriz ve IMF Politikaları, Ömer Faruk Çolak (Editör), İstanbul: Alkım Yayınevi, 138. Kibritçioğlu, A. (2001). Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001. Yeni Türkiye Dergisi, (Ekonomik Kriz Özel Sayısı). 1(41),174-182. Köse, Ö. (2012). Küresel Krizle Mücadelede Denetimin Önemi ve Yüksek Denetim Kurumlarının Rolü. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,12(3), 93108. Krugman, P. (2005). Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü. (4. Baskı). Çev: Neşenur Domaniç, İstanbul: Literatür Yayınları. 39. Küçükaksoy, İ. (2006). Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Ekonomik Kriz Etkisi: 1990-2004 Yılları Türkiye Uygulaması. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Mangır, F. ve Ay, A. (2007). Uluslararası Finansal Entegrasyon Bağlamında Sermayenin Vergilendirilmesi:Tobin Vergisi. Maliye Dergisi, 153. Meriç, M. ve Atsan, E. (2013). Gelişmiş Ülkelerde ve Avrupa Birliği’nde Borç Krizinin Etkileri ve Çözüm Yolları.Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(3), 148-166. Miniane, J. ve Rogers, J. (2003). Capital Controls and The International Transmission of U.S. Money Shocks. Board of Governors of the Federal Reserve System International Finance Discussion Papers, 778. Montiel, P. ve Reinhart, C. (1999). Do Capital Controls and Macroeconomic Policies Influence the Volume and Composition of Capital Flows? Evidenve from the 1990s. Journal of International Money and Finance , 18(4), 619635. Ostry, J., Ghosh, A., Habermeier, K., Chamon, M., Qureshi, M., Reinhardt, D. (2010). Capital Inflows: The Role of Controls. International Money Fund Staff Position Note. 19 Şubat. Ostry, J., Ghosh, A., Habermeier. Laeven. L., K., Chamon. M., Qureshi. M., Kokenyne. A. Managing Capital Inflows: What Tools to Use?. International Money Fund Staff Discussion Note. 5 Nisan. Oyan, O. (1987). 24 Ocak Ekonomisinde Dışa Açılma ve Mali Politikalar. Ankara: V Yayınları. Öksüz, S. (2001). Doğu Asya Mucizesi’nin Dünü ve Krizin Bugünü, Türkiye İçin Bazı Çıkarımlar. Ege Akademik Bakış Dergisi. 1(1), 39-64. 112 Önder, İ. (2009). Küresel Kriz ve Türkiye Ekonomisi. Muhasebe ve Finansman Dergisi, 42, 12-25. Önder, Y. (2007). Dalgalanma Korkusu ve Türkiye Örneği. Uzmanlık Tezleri, Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Özdemir, A.R. (2005). Desantralizasyon Kamu Sektöründeki Hantallaşmayı Önler mi? Bir OECD Panel Verileri Regresyon Analizi, Denizli: Pamukkale Üniversitesi Maliye Sempozyumu, 239-252. Özdemir, B. K. (2007). Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizler Ve Erken Uyarı Sistemleri: Markov Geçiş Modellemesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir. Özel, S. (2010). Global Dengesizliklerin Dengesi. İstanbul: Alfa Yayıncılık, 104. Özel S. (2005). Global Finansal Krizler. İstanbul: Deniz Kitabevi, 79,80. Parasız, İ. (1995). İktisada Giriş. Bursa: Ezgi Kitabevi. 385. Parasız, İ. (2005). Kalkınma Ekonomisi. Bursa. Ezgi Kitbevi, (1. Baskı), 273-279. Pazarlıoğlu, M. ve Gürler, K. Telekominikasyon Yatırımları ve Ekonomik Büyüme: Panel Veri Yaklaşımı. Finans Politik- Ekonomik Yorumlar, 44(508), 35-43. Pınar. A. (2006). Maliye Politikası: Teori ve Uygulamalar, Ankara: Naturel Yayıncılık, 2. Baskı, 319. Piketty, T. (2014). Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital, çev: Hande Koçak, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul. Pusti, M. (2013). Krizlerin Anatomisi ve Türkiye’de 2001-2008 Finansal-Ekonomik Krizleri Üzerine Bir İnceleme. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Rey, H. (2013). Dilemma Not Trilemma: The Global Financial Cycle and Monetary Policy. VoxEU.org. adresinden 10.10.2014 tarihinde alınmıştır. Rodrik, D. (2000). Yeni Küresel Ekonomi ve Gelişmekte Olan Ülkeler: Dışa Açılma Nasıl Gerçekleştirilmeli?. Çev: GÜL. S. İstanbul: Sabah Kitapları, 82,83. Sabır, H. (2002). Küreselleşme Sürecinde Ekonomik Kriz ve Tobin Vergisi. Vergi Sorunları Dergisi,170, 139. Sağlam, E. (2009). Krizler, Para ve İktisatçılar. Kumcu. E. (Editör), Ankara: Remzi Kitabevi. Saraçoğlu, F. ve Şahan, Ö. (2004). Tobin Vergisi ve Türkiye’de Uygulanabilirliği. Sayıştay Dergisi, 55, 76. 113 Sarfati, M. (2003). Tobin ve Vergisi. İktisat Dergisi. 438, 86-87. Sarpkaya, S. (2009). Finansal Krizler ve Kriz Dönemlerinde Uygulanan Para Politikası Araçları. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Satyanath, S. ve Berger, D. (2007). Capital Controls, Political Institutions, and Economic Growth: A Panel and Cross Country Analysis. Quarterly Journal of Political Science: 2(4), 307-324. Seyidoğlu, H. (2003). Uluslar arası Mali Krizler, IMF Politikaları, Az Gelişmiş Ülkeler, Türkiye ve Dönüşüm Ekonomileri. Doğuş Üniversitesi Dergisi. 4(2), 141-156. Soylu, H. (2009). Global Krize Karşı Politika Önlemleri ve Türkiye. Maliye Dergisi, 157, Temmuz-Aralık 2009, 251-266. Sönmez, A. (2001). Doğu Asya Mucizesi ve Bunalımı. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 365. Spahn, P. B. (1996). The Tobin Tax and Exchange Rate Stability. Finance and Development, 26. Şen, A. (2005). Washington Konsensüs Ve Gelişmekte Olan Ülkeler Sorunları: Eleştirel Bir Değerlendirme. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 10(2), 181-200. Şimşek, A. R. (2007). Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Türkiye Ekonomisine Etkileri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir. Tanören, D. (2009). Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri: Türkiye Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Tarı, R. (2014). Geleneksel Yöntemler, Zaman Serileri Analizi, Panel Veri Analizleri. İstanbul: Umuttepe Yayınları. Tobin, J. (1972). The New Economics One Decade Older, The Eliot Janeway Lectures Honour of Schumpeter, Princeton Unıversity Press, Princeton, 8893. Tobin, J. (1978). A Proposal For Inernational Monetary Reform. The Eastern Economy Journal, 1978-4, 153-159. Tuncer, N. (2001). Para Krizleri ve Türkiye. İktisat Dergisi, 410-411, 50. Turagay, R. T. (1999). Brezilya’da Neler Oluyor?. Dünya Gazetesi, 05.02.1999,13. 114 Turan, Z. (2011). Dünya’daki ve Türkiye’deki Krizlerin Ortaya Çıkış Nedenleri ve Ekonomik Kalkınmaya Etkisi, Niğde Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 4(1),56-80. Turgut, A. (2007). Türleri, Nedenleri ve Göstergeleriyle Finansal Krizler. TÜHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi, 20(4), 40. Türkiye Bankalar Birliği. (2001). 1994 Yılı Krizi Sonrasında Meksika’da Uygulanan Para Politikası. Bankacılık ve Araştırma Grubu. Ankara: Türkiye Bankalar Birliği, 2. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2014). İhracatın Döviz Kuruna Duyarlılığı, Ekonomi Notları, Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2014). Ödemeler Dengesi Raporu, Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2015). Temel Ekonomik Gelişmeler. Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Uygur, E. (2001). Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri. Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001/1, 10-14. Uygur, E., Kepenek, Y., Yeldan, E., Ekinci, N., Berksoy, T. (2002). Kriz Nerden Nereye?. Finansal Yapı ve Krizler. Panel II., İktisat İşletme Finans. 17(194), 60-89. Uysal, M. ve Günay, S. (2001). Durbin-Watson Ölçütüne Göre Kararsızlık Bölgesinde Bulunan Negatif Otokorelasyon İçin Bazı Testler. Anadolu Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Dergisi. 2(2), 277-284. Uzgören, N. (1999). Görünüşte İlişkisiz Regresyon Denklemlerinin Etkinliği Üzerinde Hatalar Arasındaki Korelasyonun ve Bağımsız Değişkenler Arasındaki Korelasyonun Etkisinin İncelenmesi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1, 139-154. Uzunoğlu, S., Alkın, K., Gürlesel, C. F. (1995). Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Gelişmekte Olan Ülkelerde Makroekonomik Etkileri ve Türkiye. İstanbul: Istanbul Menkul Kıymetler Borsası Araştırma Yayınları, 40. Ünsal, E. (2005). Uluslararası İktisat, Teori Politika ve Açık Ekonomi Makro İktisadı. (1. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi, 529. Vergil, H. (2002). Sermaye Hareketlerinin Kontrolü ve Özel Yatırım Üzerine Etkileri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli. 115 Walther, T. (2002). Dünya Ekonomisi. Çev: Ünal Çağlar. (1. Baskı). İstanbul: Alfa Yayınevi. Whitt, J. (1996). The Mexican Peso Crisis. Federal Reserve Bank of Atlanta. Economic Review, 1-20. Yar, F. (2008). Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri, Tobin Vergisi ve Türkiye’de Uygulanabilirliği, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. Yay, T., Yay, G., Yılmaz. E. (2001). Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler. İstanbul Ticaret Odası Yayın No: 2001-47. Yentürk, N. (1997). Finansal Serbestlik ve Makroekonomik Dengeler Üzerindeki Etkileri. Ekonomik Yaklaşım, 8(27), 131-156. Yıldırım, C. (2011). Birinci ve İkinci Nesil Washington Uzlaşması: Neoliberal İktisat Politikalarının 1980’den Sonraki Evrimi. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7(2), 1-23. Yıldırım, N. (2002). Finansal Piyasaların Yeniden Düzenlenmesi:Tobin Vergisi. Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, 37, 87. Yıldız, H. (2005). Küreselleşmenin Vergileme Üzerine Etkileri ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme. Ankara: Seçkin Yayınevi. Yılmaz, A. (2006). Küreselleşme Sürecinde Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve İktisadi İstikrar. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul Yörükoğlu, R. (1998). Doğu Asya Krizi Nereden Çıktı?. İstanbul: Alev Yayınları, 52. Yüksel, V. (2004). Döviz Kuru İstikrarının Sağlanmasında Tobin Vergisi. Yaklaşım Dergisi, 141, 73-77. Yürekli, Ö. (2004). Ekonomik Krizler Açısından Küreselleşme Sürecinin Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine Etkileri ve Türkiye Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta. 116 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Soyadı, adı : Zengin, Burcu Uyruğu : T.C. Doğum tarihi ve yeri : 10.10.1985 / Ankara Medeni hali : Bekar Telefon : 0 533 816 39 86 e-posta : burcuzengin@gazi.edu.tr Eğitim Derecesi Okul/Program Mezuniyet Yılı Doktora Gazi İ.İ.B.F./Muhasebe-Finansman Devam Ediyor Yüksek lisans Gazi İ.İ.B.F./Muhasebe-Finansman 2014 Yüksek lisans Gazi İ.İ.B.F./Maliye 2015 Lisans Ankara S.B.F/İşletme 2003-2007 İş Deneyimi, Yıl Çalıştığı Yer Görev 2011-Devam Ediyor Gazi İ.İ.B.F/İşletme Araş. Gör. 2007-2011 Danıştay Uzman Yrd. Yabancı Dili İngilizce Almanca Yayınlar 1. Kamu Yatırımlarının Finansal Açıdan Değerlendirilmesi Üzerine Ampirik Bir Çalışma, Zengin, B., 18. Finans Kongresi, Denizli, Ekim 2014 2. Kredi Kartları Kullanımının Tüketim Harcamaları Üzerine Etkilerine Yönelik Ampirik Bir Çalışma, Zengin, B. ve Güngördü, A.,13. Ulusal İşletmecilik Kongresi, Antalya, Mayıs 2014 117 3. Elektronik Ödeme Sistemlerinin Olası Etkileri Üzerine Bir İnceleme, Zengin, B. ve Güngördü, A.,Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Ankara, Aralık 2013 4. Marka Değerinin Hesaplanması Üzerine Ampirik Bir Çalışma:Finans ve Pazarlama Boyutu, Zengin, B. ve Güngördü, A., 12. Ulusal İşletmecilik Kongresi, Muğla, Mayıs 2013 5. Mikrofinans Sistemi Uygulamaları Üzerine Bir Çalışma: Ankara Örneği, Zengin, B. ve Gökmen, Ş., 16. Finans Sempozyumu, Erzurum, Ekim 2012 6. Türkiye’de Cari İşlemler Açığı Sürdürülebilirliği Üzerine Ampirik Bir Çalışma, Zengin, B., 11. İşletmecilik Kongresi, Konya, Mayıs 2012 BURCU ZENGİN MALİYE ANABİLİM DALI MALİYE BİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN YÖNETİLMESİNDE TOBİN VERGİSİ VE TÜRKİYE AÇISINDAN UYGULANABİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ BURCU ZENGİN HAZİRAN 2015 MALİYE ANABİLİM DALI MALİYE BİLİM DALI HAZİRAN 2015