Politika Ahlakını Düşününce… “Kant” adı çoğumuzu lise yıllarımıza

advertisement
Politika Ahlakını Düşününce…
“Kant” adı çoğumuzu lise yıllarımıza götürür. Biraz sisli, karmaşık anılar içerisinde
sınav telaşıyla, anlamaktan çok ezberlemek zorunda bırakıldığımız, sanki günlük yaşamla
ilgisiz sözler eden filozoflar dizisi gelir gözlerimizin önüne. Oysa Kant, Orhan
Hançerlioğlu’nun Felsefe Sözlüğü’nde dediği gibi, “düşünce dünyasının temel taşlarından
biridir. 18. yy’dan bu yana birçok öğretiler Kant temeli üzerine kurulmuştur. Kant için
felsefenin “Copernicus’u” denmiştir. Kant’ın doğduğu kentten ömrü boyunca dışarıya adım
atmadığı, sağlığına, düzenli yaşamına çok düşkün olduğu bilinir. Günlük yürüyüşlerine çıktığı
zaman herkes, kapılarının önünden geçerken, saatlerini ayarlarmış. İçine kapanık görünen
Kant, felsefenin en soyut sorunlarıyla uğraşırken, çağının sosyal, siyasal somut sorunlarını
düşünmekten de geri kalmamıştı. 1795’lerin kargaşalı günleri içinde, Ebedi Barış Üzerine
Felsefi Denemesi’ni yazmıştı. Hani şu kimsenin ciddiye almadığı, aldırmadığı, olsa olsa alay
ettiği “ebedi barış” sorununun çözümünü, ilkelerini, kurallarını aramıştı. Görüşlerini de çekine
çekine açıklamıştı; nasırlara basma korkusu vardı içinde. “Politikacılar, politika
kuramcılarına, devlete en küçük bir zarar verme gücünden yoksun, boş fikirli, bilgiçlik
taslama meraklısı, kolayca alt edilebilecek acemi oyuncular diye bakagelmektedirler; bu
yüzden, yazdıklarımda bir tehlike görüp, kendileriyle bir çelişkiye düşmesinler” gibilerinde
bir çekince koymuştu kitabının başına. Böyle de olsa, devlet adamlarının, düşünürlere,
filozoflara danışmalarını salık verir Kant. Aslında, “susturulmazlarsa, filozoflar zaten
kendiliklerinden konuşurlar” diyor. Birde uyarıda bulunuyor; “Kralların filozof, filozofların
kral olmasını beklememeli, bunu dilememeli; çünkü iktidarda olmak, aklın düşünme
yeteneğini bozar.” Kant, bu konuda şunları ekliyor; “Fakat kralların, ya da eşitlik ilkesi
altında yaşayan kral-ulusların, filozofları ortadan kaldırmaya veya susturmaya
kalkışmamaları, tersine, onları açıkça konuşturmaları gerekir; böyle yapmak, kendi işleri ve
davranışları konusunda her zaman aydınlatılması gereken iyi bir hükümet yönetiminin başlıca
şartıdır.” Kant’ın özlemi, politikayı ahlak ve hukukla bağdaştırmak; hukuk ve ahlakı,
politikanın sınırlayıcı koşulu yapmak. “Ben, ahlakçı bir politikacı, başka bir deyimle, yalnız
ahlakın açıkça söyleyebileceği ilkelerden başka ilke tanımayan bir devlet adamı
düşünebilirim.” “Fakat, devlet adamının çıkarlarına göre bir ahlak biçen bir politikacıahlakçıyı aklım kesinlikle almaz.”
Politikacı-ahlakçılar, hukuka ve ahlaka aykırı olanı, haklı ve doğru göstermek için çırpınıp
dururlar. İnsan doğasının, aklın buyurduğu “iyilik” kavramını gerçekleştirme yeteneğinde
olmadığı bahanesini öne sürmekte, her türlü iyiye gidişi olanaksız kılarlar, engellerler. Kant,
bu gibi politika öğütçülerinden yakınıyor. Çünkü bunlar, “o gün iktidarda kim varsa – yalnız
kendi çıkarlarını yitirmemek için – onu övmekle uğraşırlar; bütün ulusu, ellerinden gelse,
bütün dünyayı feda edecek aşağılık oyunlara başvururlar.” Nasıl işliyor bu politikacıahlakçıların kafaları? Neleri öğütlüyorlar? Özdeyişleri, kuralları, ilkeleri nelerdir? Bunları
şöyle sıralıyor Kant; 1- Önce yap, sonra da özür dile, 2- Ne yapmışsan inkar et!, 3- Ayır,
buyur!. Kant, artık bu özdeyişlere, bu kurallara kimsenin kanmadığını söylüyor; çünkü,
bunlar evrensel bir biçimde herkesçe bilinmekte. O kadar ki, bu kurallarda haksızlık aşırı
ölçüde göze batıyor diye, kimsenin aklına bunlardan utanmak bile gelmiyor. “Utanılacak şey,
bu özdeyişlerin açığa vurulması değil (zaten bunların ahlaka ne ölçüde uymadıkları
konusunda herkes aynı şeyi düşünmekte), fakat bu özdeyişlerin uygulanmasında
karşılaşılacak başarısızlıktır.” Buna karşın Kant, bir ölçüt koyuyor önümüze – neyin doğru
neyin dürüst, neyin yanlış olduğunu anlamak için: “Başka insanların hakları ile ilgili olan ve
dayandığı özdeyiş açığa vurulmakla bağdaşmayan bütün eylemler ve davranışlar hak ve
adalete aykırıdır.” Şunu ekliyor ardından; Gerçekten, izlediğim amacı yok etmeden açığa
vurulamayacak, başarı kazanması için gizli tutmam gereken ve herkesi tasarılarıma karşı
ayaklandırmaksızın ortaya atılamayacak bir özdeyiş, herkesi tehdit eden bir adaletsizliktir.”
Kant’ın istediği, ahlakı politikanın buyruğu altından kurtarmak. İlkeleri amaca uydurmayalım,
amacı ilkelere uyduralım istiyor; onun deyimiyle, “sapanı atların önüne koşmayalım.” Kendi
anladığı anlamda yüce bir uğraşı olarak gördüğü politikaya, böyle bir politika güden ahlakçıpolitikacıya saygılı Kant. Şöyle diyor; “Gerçek politika ise, daha önce ahlaka saygı
göstermeden bir adım bile atmaz. Aslında güç ve karmaşık bir sanat olan politika, ahlakla
birleştiği zaman böyle olmaktan çıkar: Ahlakla politikanın bağdaşmadığı durumlarda, ahlak,
politikanın çözemediği düğümleri koparıp atar. İnsan hakları, yönetimi ellerinde bulunduran
iktidar sahiplerinin ne ölçüde fedakarlığı pahasına olursa olsun, her zaman kutsal tutmalıdır.
Burada, ahlakla politikayı aynı ölçüde gözetmeye olanak da yoktur; ahlakla çıkar arasında
ortalama bir yer tutan pragmatik koşullar altında ortalama bir hukuk da düşünülemez; politika
ahlak önünde dize gelmelidir; ancak böylelikledir ki, politika, sönmek bilmez bir ışıkla
parlayacağı bir düzeye, yavaş yavaş olsa bile, yükselmeyi umabilir.”
Günümüzden bunca yıl önce bunları düşünüyor ve söylüyor Kant. Bizler, bugünün insanları,
böylesine düşünmek istiyor muyuz, düşünüyor muyuz? Neler diyor, başkalarından neler
beklerken, kendimiz neler yapıyoruz? Ahlak kavramını Kant prensipleri doğrultusunda
güncelleştiremeyen bizler, birey-toplum rolümüzü gelenekçi-modernize akıl gücüyle nasıl
şekillendirebileceğiz? Doğruyu kuran ve iyiyi buyuran akıl ise, aklımızı nasıl eğiteceğiz
Download