İMAR VE ÇEVRE İLİŞKİSİ GİRİŞ İnsan var oluşundan başlayarak doğadan yararlanmış, doğayı işlemiş ve doğaya egemen olmaya çalışmıştır. Uygarlık ve teknik ilerleme hep doğaya egemen olma kavramına koşut olarak tanımlanmıştır. İnsan, doğal kaynakları sınırsızca kullanmaya, sömürmeye başlamış, uzun süre doğaya verilen bu zarar dikkat çekmemiştir. Ancak 20 yy.da ortaya çıkan çevre sorunları bu konu üzerinde durulmasını gerekli kılmış, doğaya üstünlük sağlamak değil, doğa ile uzlaşmanın kaçınılmaz olduğu anlaşılmıştır. Çevre konuları birden ortaya çıkmamış, zaman içinde birikmiştir. Hava ve su kirliliği, doğal kaynakların sınırlılığının anlaşılması çevre koruma bilincini geliştirmiştir. Çevre sorunları ile ilgili uluslar arası ilk toplantı 1972 Stockholm’de yapılmış ve neticesinde Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) çalışmaları başlamıştır1. Çevre Nedir? Nasıl Tanımlanır? Çevre; canlı ve cansız varlıkların karşılıklı etkileşmelerinin bütünüdür. Çevre, canlılar (insan, bitki örtüsü, hayvan topluluğu, mikro organizmalar) ve cansız öğelerden (iklim) oluşur. Çevreyi etkileyen ve çevre sorunları yaratan en önemli unsurlar insan ve imar faaliyetleridir. Nüfus artışı, sanayileş kentleşme; hava, su, toprak kirliliğine neden olan faaliyetlerdir. Nüfusun artışı doğal kaynaklar üzerinde bir baskı unsuru olduğu için sorun yaratmaktadır. Nüfus, çevre sorununun bir boyutudur. Dünya nüfusunun kaynaklara ulaşabilmesi ve bu kaynakları kullanabilmesi eşit koşullarda gerçekleşmemektedir. Böylece giderek bazı ülkeler zenginleşirken dünyada yoksulluk artmaktadır. Uzun süre çevrenin kendini temizleyebileceği, aşırı kullanmanın sorun yaratmayacağı sanılmıştır. Ancak çevrenin de bir taşıma kapasitesi olduğu, bazı kaynakların kendini yenileyemediği gerçeği ortaya çıkmıştır. Çevre sorunlarına karşı önlem alma konusunda gelişmekte olan bazı ülkelerde tereddütler yaşanmıştır. Bu tereddütler şu savdan kaynaklanmıştır. Günümüzün zengin ve sanayileşmiş ülkeleri doğal kaynaklarını korumak için hiçbir önlem almadan savurganca kullanarak, yüksek refah seviyesine ulaşmıştır. Halen gelişmekte olan ülkeler çevre kirliliği yaratmamak için önlem almak zorunda kalırlarsa, üretimin maliyeti yükselecektir. Gelişmekte olan ülkelerde iş gücü ucuz olduğu için üretilen mallarda ucuz olarak ve uluslar arası ticarette üstünlük sağlayacaktır. Bu maliyetlere çevre koruma önlemleri için yapılan harcamalar eklendiğinde fiyatlar yükselecek ve gelişmekte olan ülkeler, diğer ülkelerle rekabet edemeyecektir. Bu sav uyarınca uzun bir süre çevre önlemlerinin ulusal kalkınmayı köstekleyeceği iddia edilmiş “önce gelişme sonra çevre” sloganı geçerli olmuştur. Ancak ozon tabakasının incelerek delinmesi, böylece zararlı güneş ışınlarının yeryüzünü tehdit etmesi veya çeşitli zehirli gazların atmosterde yoğunlaşarak yeryüzünü bir sera haline getirerek iklim değişikliklerine neden olması yeni bir çevre yaklaşımı getirmiştir. Çevre sorunlarının sınır tanımadığı tüm dünya ülkelerini etkileyeceği ve rahatsız edeceği gerçeği anlaşılmıştır. Çevre korunmasına önem vermeden kalkınmayı tercih eden ülke ekonomilerinin de giderek çevre kirlenmesinden etkileneceği ve gelişme kaynaklarını ve kalkınma hızını kaybedeceği ortaya çıkmıştır. Böylece yeryüzünü paylaşan tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler birlikte hareket etmeye karar vermişlerdir. “Tek bir dünyamız var” sloganı ile yola çıkılmış ve tüm ülkelerde rağbet gören bir kavram geliştirilmiştir. Bu sürdürülebilir kalkınma kavramıdır. Doç.Dr. Feral EKE, Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Öğretimi Okulları için Şehircilik ve Planlama, MEB, Devlet Kitapları, 2000, Ankara. 1 1 Amaç, doğal kaynakların dengeli olarak kullanımı ve uzun süre kalkınma hareketine temel teşkil edecek şekilde yönetimidir. Böylece hem çevre kirlenmesi azalacak hem de kaynaklar uzun süre kullanılabilecektir. A. ŞEHİR VE ÇEVRE İLİŞKİSİ Hava, su ve toprak İnsan yaşamı için en önemli üç unsurdur. Ancak sanayi kuruluşlarından çıkan zehirli gaz ve tozlar havanın, sanayi ve evsel atıklar suyun, plansız gelişen yerleşmeler ise toprağın kirlenmesine neden olmaktadır. Hava, su ve toprak kirlenmesinde en büyük etmenlerin başında kentleşme gelmektedir. Özellikle toprağın aşırı kullanılması, tarım topraklarının kentsel yerleşmeler tarafından işgal edilmesi, alt yapı eksikliği nedeniyle ile kentsel evsel atıkların suyu ve toprağı kirletmesi, çağımızın en önemli çevre sorunlarıdır. Nüfusun belli yerlerde yoğunlaşması anlamını taşıyan kentleşrne, ulaşım araçlarının artması, çöplerin biriktirilmesinde hatalı yer seçimleri veya yok edilme yöntemlerindeki eksiklikler nedeniyle çevre kirliliğine neden olur. Ancak kentler çevre korunması için alınacak önlem ve teknolojilerinin gelişmesine en uygun bilim ve bilgi odaklarıdır. Ayrıca çok dağınık bir yerleşme dokusu, nüfusun pek çok kırsal yerleşmeler şeklinde dağılmasına neden olacak, kaynakların etkinliğini azaltacaktır. İşte bu nedenle kentsel yaşamdan vazgeçmek mümkün değildir. Gerekli çevre önlemlerinin bu uygulandığı kentsel yerleşmeler uygarlığın vazgeçilmez parçası olacaktır. B. ÇEVRENİN ÖZELLİKLERİ 1. Çevrenin fiziki özelliği İnsanın içinde yaşadığı, varlığını, niteliğini, fiziksel olarak algıladığı ortama fiziksel çevre denir. Fiziksel olarak çevre, çeşitli coğrafi özelliklere çE göre farklılık gösterir. Dağ, ova, çöl, deniz kıyısı, farklı fiziki çevre koşulları yaratır. Bunlar çevre şartlarını oluşturur. Doğal çevrenin temel özelliği insan elinden çıkmamış olmasıdır. İkinci bir fiziki çevre ise yapay çevredir. Bu, insanın bilgisini kullanarak doğal çevreyi şekillendirmesi sonucu ortaya çıkar. Yer altı ve yer üstü doğal kaynaklar kullanılarak çeşitli yapay çevreler oluşturulur. Köyler, kentler; tarihi eserler, yollar, her türlü yapı yapay çevrenin ögesidir. 2. Çevrenin Ekonomik Özelliği Belirli bir yerdeki tüm bitki, hayvan ve mikro organizma türlerine biyolojik çeşitlilik denir. Biyolojik çeşitlilik, ekonomik kalkınma açısından büyük önem taşır. Çünkü kaçınılmaz olarak ülke ekonomisi doğal kaynaklara bağlıdır. Çevre, hava ve su uzun yıllar bir serbest mal sayılmış, maliyeti sıfır olarak kabul edilmiştir. Ancak giderek artan çevre sorunları çevre kirlenmesinin önlenmesi veya giderilmesi için bir mali kaynak ayrılmasını zorunlu kılmıştır. işte çevreye ilişkin en önemli sorunlardan biri bu maliyeti kimin karşılayacağıdır. “Kirleten öder” prensibi ülkemizde de kabul edilmiştir. Bu nedenle çevreyi kirlen sanayi kuruluşlarının, konut sitelerinin arıtma tesislerini kurmaları ve işletmeleri gerekmektedir. Çevre kirlenmesinin sınırlar ötesi etkileri nedeniyle ülkemizin de taraf olduğu birçok uluslar arası anlaşma ile önlemler alınmakta ve anlaşmayı yapan uluslarla iş birliği yapılmaktadır. 3. Çevrenin Demografik ve Sosyal Özelliği Çevre, demografik ve sosyal boyutu ile ele alındığında yerleşme yerinin özelliklerine göre değişiklik gösterir. Kentsel yerleşmelerde, nüfus yoğundur. Dolayısıyla üretim ilişkileri ve denetimi, davranış biç yaşam kalitesi, sosyal yaşam koşulları buna göre biçimlenir. Kentsel yaşam kalitesi ve kentlilik kavramı kentlerde öne çıkar. Buna 2 karşın kırsal yerleşmeler daha az nüfuslu birimlerden oluşan bir dokuya sahiptir. Üretim biçimi ve insanlar arasındaki sosyal ilişkiler değişiktir. Demek ki fiziksel ve toplumsal çevreyi oluşturan değerler yerleşme yerinin türüne, demografik verilere göre değişecektir. 4. Çevrenin Kültürel Özelliği Kültürel çevre yıllar boyunca gelişen uygarlıkların ürünüdür. Kültürel çevre de diğer çevre öğeleri gibi yitirilebilir, bozulabilir. İnsanlar tarih boyunca geliştirdikleri kültürü, tarihi anıtlarla, eserlerle fiziki ortama yansıtırlar. Hangi uygarlığın eseri olursa olsun, bu eserler insanların ortak mirası olup korunması gereklidir. Ülkemizde birçok medeniyete ait eserler vardır. Bunların hepsi değerli ve korunmaya layıktır; çünkü kendi devirlerine ait değerleri bize sergilemektedirler. Hitit, Yunan, Roma, Bizans Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi uygarlıkları eserlerinin hepsi aynı özenle korunmalıdır. Bu amaçla 1983 yılında ülkemizde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanuna göre eserler tek tek tescil edilmekte ve eserlerin bulunduğu alanlar sit alanı olarak ilan edilmektedir. Bu çalışmalar merkezi yönetim seviyesinde Kültür Bakanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ile bölgesel olarak kurulmuş koruma kurullarıyla yürütülmektedir. C. ÇEVRE KİRLENMESİ ÇEŞİTLERİ 1. Hava kirliliği İnsan yaşamının temel unsurlarından biri, dünyayı çevreleyen atmosferdir. Yetişkin bir insanın günde yaklaşık 14 kilo hava, 1 kg su ve 1.4 kg besin maddesine ihtiyacı vardır. Hızlı nüfus artışı, kentleşme ve sanayileşme sonucu atmosfere bırakılan kirleticiler, havanın doğal yapısını (yaklaşık %78 nitrojen %21 oksijen %1’ diğer gazlar birleşimi) bozmakta, yani havayı kirletmektedir. Hava kirliliği iki aşamalı iki kuşaklı olarak tanımlanır Bir kuşak kirleticiler; havaya bırakıldığı andan başlayarak havayı bozar kirleticilerdir. İkinci kuşak kirleticiler ise birinci derece kirleticilerin meydana getirdiği kimyasal reaksiyon sonucu oluşmaktadır. İs, duman, toz, buhar hava kirliliğine yol açar. Uluslar arası kuruluşlar tarafından belirlenen standartlara göre belli miktarı aşan kirlenme insan sağlığı açısından tehlike yaratır. Ülkemizde de hava kirliliği yaratan kuruluşların havaya bırakabilecekleri atık miktarları “Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği” ile sınırlandırılmıştır. Hava kirliliği, atıkların çıktığı bacanın yüksekliği, kullanılan yakıt cinsi, rüzgar hızı, fabrika yerinin topografik yapısı ve meteorolojik koşullardan etkilenir. Hava kirliliğinin azaltılmasında yakıt cinsi ve yer seçimi en önemli faktörlerdir. Kirlenmenin giderilmesi çoğu kez kirlenmeyi önlemekten daha pahalı olduğu için kuruluş aşamasında bu iki faktöre dikkat etmek gereklidir. Hava kirliliğinin en önemli iki kaynağı kentleşme ve sanayileşmedir. En kirletici sanayiler gübre, demir çelik, k şeker, tekstil, petro-kimya, tarım il5çları, deri sanayi ve termik santrallerdir. Kentlerde yetersiz alt yapı, ısıtma için kullanılan yakıt türleri ve ulaşım araçlarından çıkan eksoz gazları en fazla kirlenmeyi yaratır. 2. Gürültü Kirliliği Kentleşme, sanayileşme, teknolojik gelişmeler giderek daha gürültülü yaşam koşulları yaratmaktadır. Gürültü böylece bir sağlık ve çevre sorunu olarak tanımlanmaktadır. Gürültü; insanların üzerinde rahatsızlık yaratan, arzu edilmeyen sesler olarak tanımlanır. Sesin gürültüye dönüşmesi ve çevreye zarar vermesi aşamasına varması, ses basıncı düzeyinin 3 artması ile ölçülür. Normal gürültü düzeyi 58 desibeldir. Gürültü; motorlu araçlar, inşaat makine uçaklar, ev aletleri gibi kaynaklardan meydana gelir. Gürültü kaynaklarının insan ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla yapılan gürültü denetimi Türkiye’de Türk Standartları Enstitüsü ve Uluslar arası Standart Örgütünün saptadığı gürültü standartlarına göre yapılır. Konu ile ilgili Gürültü Kontrol Yönetmeliği 1986 da yürürlüğe girmiştir. 3. Radyoaktif Kirlenme Nükleer denemeler veya nükleer santrallerden sızan radyoaktif maddeler atmosferde birikmekte, sonrada yağışlarla yeryüzüne dönerek su ve toprağa karışmaktadır. Ancak en tehlikeli radyoaktif kirlenme savaş sırasında atılan atom bombaları ve nükleer santrallerdeki sızıntılarla oluşmaktadır. Yakın geçmişte 1986 yılında şimdiki Ukrayna Cumhuriyetinin Çernobil kentindeki nükleer santral patlamış ve havaya radyoaktif maddeler bırakılmıştır. Halen bir beton barınakla kapatılarak emniyete alınmış santral yıkıntısının içinde, hala insan hayatına zararlı yoğun radyoaktif madde vardır. Bu nedenle santralin 30 km çevresi iskana kapatılmıştır. Ancak radyoaktif maddeler suya karışmış veya radyoaktif dolu bir bulut halinde İskandinavya’ya kadar uzanarak tarım ürünlerini ve hayvan sürülerini zehirlemiştir. Çernobil kazası, komşu ülkelerde bulunan nükleer santrallerde meydana gelecek kazaların ülkemizdeki etkileri hakkında uyarıcı olmuştur. Havadaki radyoaktif madde yoğunluğunu ölçmek üzere ülkemizde gezici istasyonların sayısı artırılmıştır. Ülkemizin Doğu Karadeniz bölgesinde yetişen çay bitkisi radyoaktif madde taşıyan yağmurlardan etkilenmiş; o dönemdeki çay üretimi kullanılamamış ve yok edilmiştir. Radyoaktif kirlilik konusunda merkezde içişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, il ve ilçelerde Savunma Müdürlükleri görev yapmaktadır. Diğer ilgili kuruluş Türkiye Atom Enerjisi Kurumudur. Bu kuruluş, gerek gezici istasyonlarla, gerek laboratuarlarda devamlı ölçüm yapmakta ve havadaki radyoaktif kirlenmeyi tespit ederek tehlike sınırının aşılması halinde alarm vermek üzere çalışmalar yürütmektedir. 4. Su ve Deniz Kirliliği Su, tüm canlıların yaşamının vazgeçilmez bir ögesi olup, yüzeysel ve yer altı suları olarak ikiye ayrılır. Uygarlığın gelişmesi ile su kaynaklarına ve düzenine yapılan müdahaleler artmıştır. Enerji elde etmek için inşa edilen barajlar, sulama göletleri, suyun doğal akış rejimini etkiler: ama esas sorun su kirlenmesidir. Su kaynaklarının kullanılmasını bozacak ölçüde kimyasal, fiziksel ve biyolojik maddenin suya karışması ile su kirliliği oluşur. Ancak su kirliliğinin ölçülmesinde suyun kullanma amacı önem taşır. İçme suyu olarak kullanılamayacak kalitede kirlenmiş su, sulama amacına uygun olabilir. Deniz kirliliği karalardan gelen atıklar, gemilerden sintine suyu veya gemi çöplerinin atılması ile, deniz yatağının maden veya petrol çıkarılması için i ile veya zararlı atıkların denize taşınarak boşaltılması ile oluşur. Yer üstü ve yer altı sularının kirlilik nedeni ise tarım faaliyetleri, sanayileşme ve kentleşme olarak tanımlanabilir. Tarım faaliyetlerinin meydana getirdiği kirlilik, tarımsal verimi artırmak için kullanılan doğal ve suni gübrenin, hayvancılık yapılan yörelerde hayvan atıklarının veya tarım mücadele ilaçlarının suya karışması ile oluşur. Toprak erozyonu sonucu zengin besin maddelerine sahip toprağın üst kesiminin suya karışması da su kaynaklarını kirletici olabilir. Su kirliliğinin en önemli nedenlerinden biri de sanayi kuruluşlarının su ve gaz atıklarıdır. Bu tesislerden çıkan zehirli gazlar yağışlarla yeryüzüne düşerek su 4 kaynaklarını zehirlemekte, suya bırakılan sanayi atıkları, deterjanlar su kirliliği meydana getirmektedir. Evsel atıklar, kentlerin kanalizasyon sistemleri ile doğrudan deniz veya akarsulara verilmekte ya da zeminin yapısı nedeniyle yer altı sularına karışmaktadır. Böylece su kirlenmesinin başında kentlerde yoğunlaşan nüfusun meydana getirdiği atık ve çöplerin uygun olmayan yöntemlerle suya veya toprağa bırakılması gelmektedir. Ülkemizde su kirliliği denetimine ait Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği ve Su Ürünleri Kanunu’nun ilgili Yönetmeliği vardır. Ayrıca ülkemiz, Akdeniz havzasının korunmasını amaçlayan Barselona Sözleşmesi ve Mavi Plan uyarınca Akdeniz’in kara kökenli kaynaklardan kirlenmeye karşı korunması protokollerine de uymaktadır. 5. Toprak Kirlenmesi Toprak; tarım, yerleşme, sanayi gibi ekonomik ve toplumsal insan faaliyetleri için vazgeçilmez bir unsurdur. Ancak tüm bu faaliyetlerin aşırıya gitmesi toprak kirliliğine neden olur. Toprak kirliliği hem toprakta yürütülen faaliyetler nedeniyle doğrudan meydana gelmekte hem de hava ve su kirliliğinden etkilenmektedir. Kirletici gazların neden olduğu asit yağmurları, arıtılmamış sanayi atıkları taşıyan sular da toprağı kirletmektedir. Tarım ilaçlarının aşırı kullanımı, Kentsel çöplerin hassas bölgelerde biriktirilmesi, Ormanların seyrekleşmesi neticesi oluşan erozyon, Çeşitli işlevler (sanayi, kentsel yerleşme) için yapılan uygunsuz yer seçimleri sonucu tarım topraklarının işgali, Ham maddesi toprak olan sanayi türleri, Maden işletmeciliği Çevre dengesini bozmakta ve toprak kirliliği meydana getirmektedir. Toprak kirliliği en zor giderilebilen türdendir. Doğal niteliklerini, zenginliklerini kaybeden toprak, ancak uzun vadeli çabalarla kısmen temizlenebilir veya yenilenebilir. Özellikle tarım toprakları yenilenemez kaynaklardandır. Örneğin: ülkemizin kıyı bölgelerindeki özel mahsul alanlarının, narenciye bahçelerinin, kıymetli tarım topraklarının senede bir ay kullanılan ikinci konutlar için yapılaşmaya açılması, ülkemizin doğası ve ekonomisi için yarar taşımamaktadır. Sadece arazi sahiplerinin bir keze mahsus yüksek satış geliri elde etmelerini sağlamaktadır. Sürdürülebilir kalkınma amacına dayalı bir planlama, tüm doğal kaynakların kaybını, kirlenmenin önlenmesini ve toplum yararını öne çıkaracaktır. D. ÇEVRE KORUNMASI EĞİTİMİ Çevre sorunlarının çözümünde eğitimin önemli bir rolü olduğu kuşkusuzdur. Çevre eğitiminde özetle üzerinde durulması gereken konular aşağıda sıralanmıştır: 1- Birçok ülke yasalarında ve uluslar arası çalışmalarda bireylerin sağlıklı, yeterli, güzel bir çevrede yaşama, hakları yer almaktadır. Benzer bir biçimde Anayasamızın 56. maddesinde de herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu çevreyi geliştirmek için çevre sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve yurttaşın görevi 5 olduğu belirtilmektedir. Işte bu hakkın savunulması, kullanılması için çevre eğitimine ihtiyaç vardır. 2- Çevre için eğitimin amacı, toplumda çevre duyarlılığı ve halkın katılımı ile alınacak kararlarda çevre bilinci yaratılması ile alınacak kararlarda ve çevre koruma unsurunun da öne çıkarılmasıdır. 3- Çevrenin kirlenmesinde insanın şimdiye kadar doğal kaynakları sadece kendi çıkarı için aşırı kullanması büyük etkendir Bu insan odaklı yaklaşım (egocentric) ve davranışlar değişmelidir. İnsanın da evrenin binlerce Ögesinin sadece biri olduğu doğada yer alan her kaynağın dengeli bir biçimde kullanılması gerekliliği kabul edilmelidir. Tüm faaliyetlerde doğa insan ilişkilerinin dengelenmesi yaklaşımının (ecocentric) benimsenmesi için eğitim gereklidir. 4- Çevre eğitimi görevi sadece resmi kurumlara ait değildir. Gönüllü kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler, kitle iletişim aracısı kurumların bu konuda etkinlikleri daha fazladır. 5-Çevre için eğitimin temel amacı bireyin çevresini bir bütün olarak kavraması, çevre ile ilgili duyarlılık, bilinç kazanmasıdır. Birey tüm kişisel faaliyet ve davranışlarında fazla tüketimden kaçınmalı, buna karşın ortak alınacak kararlarda girişken ve çevre korumaya yönelmiş bir yurttaş olmalıdır. 6