PUVATYA SAVAŞI Öz 711 yılında Müslümanlar İspanya’yı fethettiler. 719’da aktüel Languedoc’u işgal ettiler. Rhône ile Pireneler arasında kalan bu bölge o dönemde Septimania diye adlandırılıyordu. 721 yılında Akitanya Dükü Eudes tarafından Toulouse’da durduruldular. Bunun üzerine bakışlarını doğu istikametine çevirdiler. 725 yılında Nimes ve Arles’ı aldılar. Aynı yıl Bourgogne bölgesindeki Autun manastırına başarılı bir sefer düzenlediler. 732 yılında, Endülüs valisi Abdurrahman, Tours üzerine yürüdü. Ordusu Araplardan ve yeni Müslüman olmuş Berberilerden müteşekkildi, O, Fransa’yı fethedip İstanbul’a yürümek niyetindeydi. Ancak, Eudes’ün çağrısına cevap veren Charles Martel, özellikle Frank piyadelerinden oluşan ordusuyla aynı şehre yürüdü. İki ordu Poitiers ve Tours arasında, Moussais la Bataille denen yerde savaş düzeni aldı. Yaklaşık on gün boyunca, askerler birbirlerini gözlemlediler ve küçük çaplı çatışmalar yaşandı. 25 Ekim 732 günü, Ramazan ayında Müslümanlar savaşa tutuştu. Hafif süvari birliklerinden oluşan İslam ordusu hücuma geçti; fakat birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş Frank birliklerinin saflarını dağıtıp piyade birlikleri için bir gedik açamadı ve bir duvara çarpmış gibi geri çekilmek zorunda kaldı. Maalesef Abdurrahman elGafikî şiddetli savaşta şehit oldu ve ordusu geceleyin Narbonne’a geri çekildi. Bu askeri savaş hemen eğitimli çevrelerde çok büyük bir yankı uyandırdı. Hatta daha sonraları bir İspanyol vakayinamesi bu savaşı Avrupalıların kâfirlere (Müslümanları kastediyor) karşı bir zaferi olarak yansıttı. Bu durum kültür ve medeniyet bağlamında Avrupa’nın ilk deneyimi olarak görüldü. Böylece Hıristiyan tarihçiler, Charles Martel’i Hıristiyanlığın şampiyonu sıfatıyla övdüler ve Hıristiyanlığın Avrupa’nın dini olarak kalmasını sağlayan bu savaşı da, İslam’a karşı verilen mücadelede kesin bir dönüm noktası olarak nitelendirdiler. Anahtar Kelimeler: Abdurrahman el-Gafikî, Puvatya, Franklar, Charles Martel THE BATTLE OF POITIERS Abstract In 711, Muslims conquered Spain. They occupy in the current 719 Languedoc. This province, between the Pyrenees and the Rhone, then called Septimania. They are stopped at Toulouse in 721 by Duke Duke Eudes of Aquitaine. They then turn their eyes towards the east and take Nimes and Arles in 725. The same year, they launched a successful raid on the rich abbey of Autun in Burgundy. In 732, the governor of Spain, Abd er-Rahman he walks towards Tours at the head of his troops, composed mainly of Arabs and Berbers of freshly converted to İslam. He intends to conquer France and head for Constantinople. However, Charles Martel, answering the call of Eudes, also march to that city after gathering an army infantry mainly francs. The two armies face Moussais Battle, between Poitiers and Tours. Roughly, for ten days, the troops observe and engage in skirmishes. On October 25, 732, which is also the day of the month of Ramadan, Muslims decide to engage in battle. But their light cavalry clashes with the "impenetrable wall" formed by the Frankish warriors, walk but disciplined and ironclad. Unfortunately not, Abd er-Rahman was killed in the infernal battle and his men pack up and return to Narbonne in the night. This military battle will almost immediately get a very high profile in educated circles. Thus a Spanish chronicle hardly posterior describes the event as a victory for Europeans on the infidel. This is the first known mention of Europe as civilization and culture. Later Christian chroniclers praised Charles Martel as the champion of Christianity, characterizing the battle as the decisive turning point in the struggle against Islam, a struggle which preserved Christianity as the religion of Europe. Keywords: Abd-al-Raḥmân Al Ghafiqi, Poitiers, The Frankish, Charles Martel PUVATYA SAVAŞI THE BATTLE OF POITIERS Giriş Batı Avrupa ülkelerinden Fransa, Galya-Roma hâkimiyetinde kalmış, milâttan sonra II. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığın Avrupa kıtasındaki en önemli yayılma alanlarından birini teşkil etmiştir. V. yüzyılın ortalarında Attila kumandasındaki Hun ordusunun akınlarına uğradıktan sonra yüzyılın sonlarına doğru Frankların hâkimiyetine girmiş ve ülkede sırasıyla Merovenj, Karolenj, Capet ve Valois hânedanları yönetiminde kalmıştır.1 Bilindiği gibi Roma İmparatorluğu Akdeniz havzasında büyük etkiler bırakmıştır. Dolayısıyla o devirde birçok Hıristiyan için Roma İmparatorluğunun sonu, Hz. İsa'nın İkinci Gelişiyle, yani bizzat kıyamet günüyle eşanlamlı hale gelmiştir. Bu bakımdan İmparatorluğun zayıflığından yararlanmak isteyen barbar kavimler imparatorluğun yıkılışını hızlandıran akınlar düzenlemişlerdir. Öte yandan Avrupa medeniyetinin temeli olan ve "Hıristiyan âlemi" denilen şeye hayat veren karşılıklı etkileşim bu süreçte atılmıştır. İmparator Constantinus'un ölümünde, “bilinen dünya”nın Romalı ve Barbar olmak üzere iki basit parçaya ayrılması geçerliğini korumuştur. Sınırın bir yanında yeniden birleştirilmiş Roma İmparatorluğu sağlam bir şekilde ayaktaydı, öte 1Théophile Lavallée, “Histoire des Français - Depuis le Temps des Gaulois Jusqu'en 1830”, Tome I,Paris 1865, 130-160; Ernest Lavisse, Histoire de France, Cours Moyen, Librairie Armand Colin, Paris 1912, 5-28; Azmi Özcan, “Fransa- Tarih”, DİA, 1996, c.13, s.178 Franklar; İslam dünyasında Katolik ve Protestan mezheplerine mensup Hıristiyan Avrupalılar'a verilen addır. Frank kelimesi Türkçe'ye Frenk / Firenk / Firek, Arapça'ya Efrenc (İfrence), Farsça'ya Fereng / Freng / Firek şekillerinde geçmiştir. Avrupa'nın batı ve kuzey kısmına Arapça'da Efrenciye, Farsça'da ve Türkçe'de Frengistan adı verilmiştir. Müslümanlar Frank (Efrene, ifrence) adını doğru olarak önce Frank Devleti'nin (Merovenjiyen - Karolenjiyen) halkı için kullanmışlarsa da sonraları özellikle Haçlı seferlerinin başlamasının ardından, Suriye ve Filistin'de kurulan Hıristiyan devletlerinin kurucuları büyük çoğunlukla Frank olduğu için bu ismi bütün Batı ve Kuzey Avrupa milletlerine (Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Norman) teşmil etmişlerdir. Fakat Katolik İspanyollar ile Ortodoks kilisesine mensup milletler (Rus, Rum, Bulgar, Sırp vb.) Frank tabiri kapsamının dışında tutulmuştur. (Işın Demirkent, “Franklar”, DİA, İstanbul 1996, c.13, s.173176) Aslında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılırken Franklar’ın tamamı Batı Roma topraklarında kalmış, yıllar sonra en büyük hükümdarları olan Şarlman (Charlemagne) Papa tarafından taç giydirilerek resmen “Batı imparatoru” ilân edilmiştir. Buna karşılık Macarlar gibi Katolik olan bazı kavimler Doğu Roma topraklarında kalmış ve yine yıllar sonra Osmanlılar tarafından Katolik oldukları halde Ortodoks Rum ve Bulgarlar gibi (aynı şekilde Katolik Osmanlı tebaası da) Frenk kavramının dışında tutulmuştur. (Mahmut H. Şakiroğlu, “Frenk”, DİA, İstanbul 1996, c.13, s. 197199) taraftaysa, toplumsal gelişmede hala kabile düzeyini aşamamış hareketli insan kitleleri, orman temizleyip tarım yapmakta veya ovalarda dolaşmaktaydılar. Çoğu Romalının bu bölünmeyi siyah ve beyaz olarak görmesi yeterince anlaşılabilir bir durumdur. Onlara göre İmparatorluk "uygar"dır; yani düzenli bir yönetimi vardır; Barbarlar ise, adı üstünde uygarlaşmamıştır.2 Roma dünyasıyla Romalı olmayan dünya arasındaki fark son derece katıydı. Roma orduları, Romalı olmayan yedek kuvvetleri, Romalı olmayan düşmanları püskürtmekte kullanan Barbar generallerin komutasında düzenli olarak savaşmıştır. Sınıra yakın ülkeler yüzyıllarca Roma etkisine maruz kalmıştır. Romalı tacir ve zanaatkârlar imparatorluk sınırlarının çok ötelerine geçmiştir. Almanya'dan Doğu Avrupa'ya kadar her yerde, yapılan kazılarda Roma paraları bulunmuştur. Hatta Afganistan'da hazine ve mezarlardan olağanüstü güzellikte altın, bronz, gümüş Roma eşyası çıkmıştır. Büyük Roma ticaret istasyonları, Güney Hindistan'a kadar uzanan geniş bir bölgede iş yapmışlardır. Bütün bunlara rağmen Roma İmparatorluğu'nun gerilemesi ve yıkılmasını etkileyen süreçleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: Birincisi, Barbar halkların Asya'dan batıya, Avrupa içlerine doğru sürekli ilerleyişleri; ikincisi, Roma dünyasının Batı ve Doğu yarıları arasında büyüyen ayrım;üçüncüsü, Pagan topluluklara yönelen Hıristiyanlık. Bu üç süreç, daha sonra “Karanlık Çağlar” olarak anılacak dönemlere hâkim olmuştur. Ancak günümüz okuyucusu için, “Karanlık Çağlar”a yaklaşımları hem klasik eğitimlerini hem de dinsel inançlarını kuvvetle yansıtan Avrupalı tarihçilerin Roma-merkezli ve Hıristiyan yanlısı anlayışlarıyla ilgili bir temel sorundur. Dördüncü süreç olan İslamiyet’in doğuşu ise, VII. yılda Arabistan'dan çıkmış, güney ve doğu sınırlarını hızla oluşturmuş ve diğer üçüyle etkileşime girmiştir.3 Avrupa’da Hunların neden olduğu Kavimler göçü "domino etkisi" yapmıştır. Hun akıncı birlikleri bir ay içinde birkaç bin km. kat edebilmekteydi. Tek bir yaz mevsimi içinde çevik Moğol midillilerine binmiş, ok ve yaylarla silahlanmış olarak Avrupa'nın derinlerine veya Uzak Doğu’ya gidip geri dönebilmekteydiler. II. yüzyılda, Hazar denizinin kuzeyine yerleşmişler, IV. yüzyılda ise bugünkü Ukrayna'ya doğru kaymışlardır. 375 yılında Germen halklardan Ostrogotları ve Vizigotları Roma İmparatorluğunun içine itmişlerdir. Hunlarla birlikte olan boylardan Alanlar ise bugünkü Portekiz'in güneyinde görülmüşlerdir (420). Hunlar, 441 yılına kadar İmparatorluğa kendileri saldırmamıştır.4 Barbar Germen kabileleri Roma İmparatorluğunun batı eyaletlerini istila ederken, bu felaketin sebebi Hunlar, nihayet Panonya'da görünmüşler, çadır Norman Davies, Avrupa Tarihi (Çeviri Editörü Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi Yayınları, (2.Baskı), İstanbul 2011, s. 241 3 Lavisse, 12-13; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 242-243 4 Lavallée, c.I, s. 85; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 244 2 başkentlerini 420 yılında Tisza'da (Theiss) kurmuşlar; 443 yılında da Attila'nın (ö.453) hükmü altına girmişlerdir.5 Fransa’da Attila'nın adı, nedensiz yıkıcılığı anlatan bir deyim haline gelmiştir: “Atının bastığı yerde asla ot bitmez ...” Bu “Tanrı Kırbacı”, mevsimler boyunca İmparatorluğun Tuna eyaletlerini dehşete boğmuştur. 451'de kuzeye ve batıya yönelmiş, Gepidler ve Burgondlar dahil kendine uygun barbar müttefikler bulmuştur. St. Genevieve'in dualarıyla korunan Paris'e dokunmamıştır. Ama Chalons yakınındaki, atlılarına çok uygun otlakların uzandığı Champs Catauliniques'te, Aetius'un komutasında Teodoric'in Ostrogotlarından ve “Denizden doğmuş” Merovig'in Salique Franklarından oluşturduğu koalisyon karşısında çok kanlı bir yenilgiye uğramıştır. Attila'nın Ren Nehrinin gerisine çekilmesi, Batı Roma İmparatorluğu adına kazanılan son zafer olmuştur. Attila, daha sonra İtalya'ya yönelmiştir. Milano'da, kraliyet sarayında İskit prenslerini İmparatorluk tahtı önünde yere kapanmış gösteren bir duvar resmi, Attila'yı kızdırmıştır. Bir ressamı çağırtmış ve resimdeki rolleri değiştirmesini emretmiştir. Ancak 452 yılında, nasıl olduysa, Garda gölü kıyılarında Roma Patriği I. Leon tarafından geri çekilmeye ikna edilmiştir. İldico adlı uygun bir dişi ganimet ile Tisza'ya çekilir; düğün gecesi bir atardamar patlamasıyla, “midesini ve ciğerlerini dolduran bir kan seli tarafından boğularak ...” ölür. Göçebe Hun atlıları ortaya çıktıkları kadar da çabuk dağılırlar. Eski müttefiklerinin arkadan vuran hain saldırılarıyla parçalanarak, Panonya'daki tutunma noktalarını Gepidlere ve Ostrogotlara terk etmek zorunda kalırlar. Attila'nın ölümü, Ostrogotlara bağımsızlıklarını tam olarak kazanma şansını vermiştir. Revenna kuşatmasından sonra muhalif Odöker, Theodoric tarafından öldürülür (493) ve İtalya'da bir Ostrogot krallığı kurmanın yolu açılmış olur.6 Fransa’da ise Franklar, Pireneler’den Bavyera'ya kadar uzanan büyük bir "Merovenj" krallığını kurdular. Aslında Frank adı bir kabile ismi olmayıp başlangıçta Roma İmparatorluğu'nun doğu ve kuzey sınırlarında oturdukları halde Roma hâkimiyeti altına girmemiş olan Germen kabilelerini ifade ediyordu. Bu göçebe toplulukların diğer Germen kabilelerinde de olduğu gibi halk tarafından seçilen "halk kralları" vardı. Ancak zamanla bu krallık şekli arazi kazanma sebebiyle karakterini değiştirdi ve Roma İmparatorluğu'nun zayıflaması ve çökmesi sonucunda oldukça güçlendi. Roma İmparatorluğu'nun çökmesi, bu çöküşün kendilerine şan şeref, servet ve arazi kazanma imkanları sağladığını gören diğer küçük kabileleri de birleşmeye sevk etti. Bütün kabileleri en iyi şekilde zafere ulaştıracağına inanılarak başa geçirilen "üst kral" kendisine "Franklar'ın kralı" unvanını verdi ve böylece birleşen kabileler de Frank adını benimsemiş oldular. 5Lavisse, 6 14-15; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 260 Lavalleé, c. I, s. 41-52; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 262 Tarihte Frank adına ilk defa İmparator Gallienus (218-268) devrinde rastlanmaktadır. Franklar 258-259 yıllarında Ren (Rhin- Rhein) nehrini7 aşıp imparatorluk topraklarına girmişler ve bütün Galya (Fransa) bölgesini geçerek İspanya'ya kadar uzanan büyük bir saldırıda bulunmuşlardı. Her ne kadar bu saldırı geri püskürtülmüşse de bu tarihten sonra Franklar Ren sınır savunmasında ortaya çıkan her zaaftan yeni akınlar yapmak için faydalanmışlardır. IV. yüzyıl boyunca Roma imparatorları bir taraftan Frankları sınırların ötesinde tutmaya çalışırken bir taraftan da bunların büyük bir kısmını kendi ordularında asker olarak kullanıp Frankların devlet arazisi içinde yerleşmelerini engellediler. Fakat gittikçe askerî güçlerini kaybettikleri V. yüzyılda Franklar'la ittifak yapmak ve kendilerine Cambrai ve Tournai bölgesinde arazi vermek durumunda kaldılar. Bundan sonra Franklar topraklarını güneye doğru genişleterek Galya'nın büyük kısmına sahip oldular. Mérovée (Merowig veya Mérovech) (412-457) adını taşıyan efsanevî atalarına atfen "Merovenj" (Merovenjiyen) Krallığı denilen bu Frank Devleti'nin ilk hükümdarı I. Clovis (Chlodvig) (481-511), kendisinden önce Hıristiyan olan bütün diğer Germen kabilelerinin Arius mezhebine girmesine karşılık Katolikliği kabul etmiştir.8 Bu sayede Franklar için Roma ve ona bağlı batı halklarıyla kolayca uyuşup kaynaşma imkânı doğmuş ve böylece Frank Devleti daha başlangıcından itibaren güçlü bir temele oturmuştur.9 VI. yüzyılda, Justinianus döneminde, İmparatorluğun kısa bir süre yeniden güç kazanmasına rağmen barbar fetihleri de yoğunlaşmıştır. Güney Galya'daki selefinin tersine, İspanya'daki Vizigot Krallığı gelişmiş, Toledo'yu başkent yapan Leovigild yönetiminde, Süev ülkesini yutmuştur. Birçok Tuna eyaletiyle birlikte İtalya eyaletlerinin de dahil olduğu Ostrogot Krallığı, göç eden Germen kavimlerinin sonuncusu olan Lombardlar tarafından ele geçirilmiştir. Ren (Rhin- Rhein) nehri, İsviçre Alplerinde doğup, Lihtenştayn ve Fransa sınırlarından Almanya ve Hollanda topraklarından geçtikten sonra Rotterdam'da Kuzey Denizi’ne dökülen 1230 km uzunluğuyla Batı Avrupa’nın en önemli nehirlerinden biridir. 8 Avrupa topraklarında yayılan Germen boyları içinde Franklar, Aryanizm'e değil de, Katolikliğe giren ilk topluluklardı. Bu nedenle Fransa'ya “Kilisenin en büyük kızı” (La fille ainée de l’Église) sıfatı verilmiş, Franklar da buna dayanarak kendilerini “Fransa'nın en iyi Hıristiyanları” olarak adlandırmışlardır. 9 Roger Price, Fransa'nın Kısa Tarihi (Çev., Özkan Akpınar), İstanbul 2008, s. 53; Işın Demirkent, “Franklar”, DİA, İstanbul 1996, c.13, s.173-176 I.Clovis, Galya eyaletindeki hakimiyetini artırmak üzere daha küçük Frank prenslerini öldürüp, bir de Hıristiyan eş (Clothilda) aldıktan sonra Reims'de, 496 yılının Paskalya Yortusu'nda vaftiz edilerek Hıristiyan olmuştur. Farkında olmadan, hem Fransa hem de Alman İmparatorluğunun kuruluşuna katkıda bulunan Clovis, otuz yıllık bir saltanattan sonra yeni başkenti Paris'te 551 yılında ölmüştür. (Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 263) 7 Lombardlar (Langobardlar) 568 yılında güneye yönelerek merkezi Pavia olan yeni bir egemenlik kurmuşlardır. Bundan sonra İtalya yarımadası güneyde Lombardlar ve Bizanslılar ile sürekli büyüyen bir güç olan Franklar arasında mücadele konusu olmuştur. Franklar, aslında mümkün olan her yöne doğru gelişmekteydiler. Galya'nın kuzey kıyılarına yerleşmiş bir Sakson grubunu yerlerinden atarlar. Doğuya ilerleyişlerindeyse asıl Sakson nüfusunu ve Thuringleri sıkıştırırlar. Avarları Bavyera geçidinde tutan ve Germen yerleşimcileri Orta Tuna'daki Ostland'a yani Avusturya'ya gönderen Franklardır. Bu da Avarların, Tuna havzasında Slav ilerleyişini hazırlayan nihai çöküşü olmuştur.10 Göç eden kabilelerin dinamizminin, bütün komşuları için ciddi etkileri, olmuştur. Gidilen yerde daha önce bulunan topluluk ezilmemiş veya özümsenmemişse genellikle sürülmüşlerdir. Batıdaki Keltler, Galya'da toplanmış ya da Britanya'da kuşatılmışlardır. Sadece İrlandalılar istiladan kurtulmuşlardır.11 Göçlerin, (Avrupa) Yarımada'nın etnik ve dil yapısı üzerindeki etkisi çok derindir. Birçok ülkede, nüfusun etnik karışımını köklü bir biçimde değiştirmişler ve bazı bölgelerde ise tamamen yeni unsurlar getirmişlerdir. Avrupa Yarımadasının nüfusu nasıl 400'de açık bir biçimde "Romalılar" ve "Barbarlar" olarak ikiye ayrılmışsa, 600 veya 700'den itibaren de, çok daha girift bir yarı barbarlaşmış eski Romalılarla yarı Romalılaşmış eski barbarlar karışımına ev sahipliği yapmıştır. Örneğin İspanya'da, Romalılaşmış Kelt İberler, önemli miktarda bir Germen katkısı, sonra da önemli miktarda Faslı ve Yahudi nüfusu almışlardır. Galya'da, Galya-Romalılar, kuzey doğuda yoğun, güney batıda hafif olmak üzere kuvvetli, fakat düzensiz bir şekilde Germenlerle karışmışlardır. İtalya'da da Latinleşmiş Kelt-İtalikler ve Yunanlılar, özellikle kuzeyde hâkim olan güçlü bir Germen unsuru özümsemişlerdir… Germanya'da batı ve doğu Germen kabileleri arasındaki denge, doğudakilerin çoğu göç ettiği için kesin olarak batıdakiler lehine değişmiştir. Slav halklar, sadece kuzey ovalarının büyük kesimini değil Balkanların kesin kontrolünü de ele geçirmişlerdir. Dilde gelişme çok yavaş olmuştur. Fransızca özelinde, Galya'nın halk Latincesi, kabul edilebilir bir modern Fransızca’ya ulaşıncaya kadar VIII. yüzyılda Roma dili, XI. yüzyılda Eski Fransızca, XIV. yüzyılda Orta Fransızca olmak üzere üç farklı aşamadan geçmiştir.12 Lavallée, c.I, s. 65-105; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 263 Lavisse, 14-15; Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 264 12 Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 266 10 11 Böylece, Avrupa Yarımadasının etnik yapısı VIII. yüzyıldan itibaren kalıcı bir modele ulaşmaya başlamıştır. Nitekim VIII. yüzyıl, önemli toplumsal kristalleşmelerin meydana geldiği bir dönemdir. Yine de, Avrupa'nın gelecekteki temel nüfus yapısının hepsinin tamamlanması için beş büyük göçün daha yaşanması gerekmiştir. Bu beş göçmen guruptan bir tanesi olan Vikingler korsandır. İkisi, Macarlar ve Moğollar, göçebedir. Öteki ikisi, Kuzey Afrika Müslümanları ve Türkler ise yeni bir dinin savaşçılarıdırlar. Avrupa, çok farklı unsurlardan gebe kalmış ve doğumu acılı bir şekilde gecikmiştir.13 VIII. yüzyılın başında İspanya'ya geçen Müslüman Araplar (711) Vizigot Krallığı'nı yıkıp bu ülkenin büyük bir kısmını fethettikleri sırada Franklar Avrupa'nın en kuvvetli devletine sahiptiler ve Fransa'dan başka bugünkü Almanya ve İtalya'nın da bir bölümüne hâkim bulunmaktaydılar. Fakat hızla ilerleyen ve daha 715-716 yıllarında Berşelûne (Barselona) civarını ele geçirip sınırlarına dayanan müslüman ordularına karşı bir şey yapamadılar. Mâsâ b. Nusayr kumandasındaki ordu Arbûne (Narbonne) bölgesine kadar ilerledi.14 1.Fransa’nın İslâmiyet’le tanışması Fransa’nın İslâmiyet’le tanışması VIII. yüzyılın başlarına rastlar. Ortaçağ’da Müslümanlar ile Frankları çok sayıda savaş karşı karşıya getirdi. Bununla birlikte iki taraf arasında barıştan yana, diplomatik ilişkiler ya da askeri ittifaklar da görüldü. Dolayısıyla dinî farklılık her zaman bir çatışma unsuru ya da aşılması güç bir engel olarak algılanmadı. Özellikle Fransa’nın kendi içinde bütünlüğünü sağlayarak varlık mücadelesi verdiği Karolenjiyen hanedanı (….) döneminde bu ilişkiler İspanya’da, İtalya’da ve Akdeniz havzasında gelişmeler gösterdi. Öncelikle kurulan ilişkiler hükümdarlar arasında gerçekleşmekteydi.15 Bununla birlikte Fransa ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerden bahsederken o dönemin Fransa’sının hem devlet hem de millet olarak bugünkü yapıda olmadığını unutmamak gerekecektir. Üstelik ilk karşılaşmalar evresinde Fransa’nın sahip olduğu topraklarda ne coğrafi ne siyasi ne de etnik bir birliktelik söz konusuydu.Ayrıca Fransa’nın güney kısımlarında gerçekleşen ilk Müslüman dalgası bir tarafa, tüccarlar ya da diplomatlar gibi küçük bir azınlıktan bahsedilmekteydi. Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. 267 Lavallée, c.I, s.146-151; Işın Demirkent, “Franklar”, DİA, c.XIII, s.173 15 P.Sénac, Des premiers contacts diplomatiques aux premières défiances; in “Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006, s. 58 13 14 Nitekim bu bölgede yaşayan halkın çoğunluğu Roma İmparatorluğu döneminden beri Hıristiyanlaşmıştı; bu bakımdan Fransa ile Müslümanlar arasındaki temaslar, fert fert ya da cemaat cemaat, sosyal nitelikler taşımaktan ziyade siyasi bir hüviyet arz ediyordu. Ancak bu siyasi ilişkileri devletlerarası bir yapıda görmemek gerekir. Zaten bu evrede İslam dünyası da kendi bünyesinde bir mücadele içindeydi. Her ne kadar İslam’ın birleştirici unsur olma vasfı temel alınsa da hanedanların hâkimiyet mücadelelerinin ardı arkası kesilmiyordu. VIII. yüzyılın başlarında bugünkü Fransa toprakları, birleşik Avrupa’nın ilk taslağı görünümünde olan Karolenjiyen İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Bu hanedan aktüel Fransa ile Hollanda, İsveç, İtalya’nın kuzeyi ve Almanya’nın batı kısımlarını kapsıyordu. Dolayısıyla o günün Fransa’sında siyasi yapı farklılık arz ediyordu. Daha sonra bu imparatorluk doğudan Macarların, kuzeyden Normanların ve güneyden Sarazenlerin (Müslümanların) saldırısına uğrayacaktır. Bu dış saldırılar İmparatorluğun dağılmasına neden olurken siyasi ve coğrafi yapısı daha sınırlı krallıklar, prensliklerin oluşturduğu feodal Avrupa’nın yapılanması sonucunu doğuracaktır. Öte yandan Hıristiyan din adamlarının zihin dünyasında “Birleşik Hıristiyan Roma İmparatorluğu” anısı bir nostalji olarak sürüp gidecektir. Öte yandan bu dış saldırıların Fransız halkının din algısı üzerinde önemli bir etkisi görülecektir. Onlar Hıristiyandı, halbuki saldırganlar Hıristiyan değildi. Normanlar ve Macarlar pagan ya da müşrik, Sarazenler ise Müslüman idi. Sarazenlere karşı düşmanlığı belirtmek için “Avrupalılar” (Européens) kavramının ilk defa 754 ve daha sonra 769’da ortaya çıkışı tesadüfî değildir. Coğrafi ve dinî boyutların karışımı Ortaçağda esas olan Hıristiyanlık kavramının yeni bir anlam kazanmasına sebep olmuştur.16 Musa b. Nusayr kumandasındaki İslâm ordusu Arbûne (Narbonne) bölgesine kadar ilerlemişti. Ancak Halife Velid’in çağrısı üzerine Şam’a dönmek zorunda kalan Musa b. Nusayr, Güney Avrupa'nın fethini hedef alan planını gerçekleştirememiş, Ömer b. Abdülaziz'in Halifeliği (717-720) dönemine kadar Müslüman Arapların fetihleri Pirene sıradağlarını aşamamıştı.17 2. El-Hur b. Abdurrahman es-Sakafi'nin Valiliği Dönemi P.Sénac, Des premiers contacts diplomatique, s. 59-61 Ahmed b. Yahyâ el-Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân (trc., Mustafa Fayda), Siyer Yayınları, İstanbul 2013, 284; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 66-67 16 17 716 yılında, Endülüs valisi olarak tayin edilen el-Hur b. Abdurrahman esSakafi kumandasındaki İslâm ordusu Sarakusta’nın (Saragosse, Zaragoza) fethinden sonra, 717-718 yıllarında Pireneler’i aşarak Fransa topraklarına girdi. Bu geçici bir akındı.18 Bununla birlikte el-Hur, Merovenjiyen hanedanına mensup kumandanlarla Aquitania (Akitanya, Aquitqnie) asilzadeleri arasındaki çekişmelerden faydalanarak Fransa içlerine başarılı seferler gerçekleştirmekteydi. Ancak el-Hur üç yıl süren bu görevi sırasında sadece kuzey istikametinde seferler düzenleyebildi.19 3. Semh b. Malik el-Havlanî'nin Valiliği Dönemi El-Hur b. Abdurrahman es-Sakafi’den sonra Pirene sıradağlarını aşıp Fransa üzerine ilk planlı seferler düzenleyen vali, Emevî Halifesi Ömer b. Abdülaziz döneminde tayin edilen Semh b. Malik el-Havlanî’dir (719-721). Bu vali ile güney Fransa'da fetih hareketleri yeniden başladı. Semh b. Malik el-Havlanî, Pireneler'i aşarak Septimania (Sebtimâniye, Septimanie) bölgesinin merkezi olan Arbûne’yi (Erbûne, Narbonne) fethetti. Bu şehir uzun süre Müslümanların harekât üssü ve gerektiğinde sığındıkları yer olarak kaldı. 20 Narbonne, Nimes, Carcassonne, Béziers, Agde, Maguelonne ve Lodève şehirleri Septimania (Septimanie) bölgesine (vilayet) bağlıydı.21 Halife Ömer b. Abdülazîz, Semh'den insanları doğru yola çağırmasını, onlara adalet ve şefkatle muamele etmesini, Endülüs'te idare ettiği araziyi ve gelirini beşe ayırmasını ve kendisine Endülüs'ün coğrafi yapısı, nehirleri ve denizleri, ayrıca oradaki Müslümanların durumu hakkında bilgi göndermesini istemişti. Semh ülke arazisini beşe ayırarak yeni bir vergilendirme sistemi uyguladı ve yeni idari düzenlemeler yaptı. Üstelik kısa zamanda halkın sevgisini kazandı. Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908, s. 5 Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s, 235; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 24; Faruk Bilici, "Fransa (Ülkede İslâmiyet)", DİA, İstanbul, 1996, c. XIII, s.187; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée Depuis les Origines jusqu'à la Révolution, Hachette, Paris 1911, c.II, s. 259; J. Wellhausen, Arap Devleti ve Sükûtu (Çev., Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 16 El-Hur b. Abdurrahman es-Sakafi, Fransa'daki manastır ve kiliselerde saklı zengin hazinelerin cazibesine kapılmış ve Merovenj Sarayına bağlı başkumandanların ve Akiten (Aquitania) asilzadeleri arasında mevcut çekişme ve ihtilaflardan cesaret almış olarak Fransa üzerine askeri seferlerini başlatmıştır. (Hitti, İslam Tarihi, s. 678) 20 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 345 21 Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s, 235; L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 153-154; E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c. II, s. 363 18 19 Öte yandan Ömer b. Abdülaziz, Endülüs'ü İfrikiyye valiliğinden ayırıp merkeze bağlı müstakil eyalet haline getirdi. Bu idari tasarruf Semh'in şöhretinin artmasını sağladı. Çünkü Endülüs'ün fiilî ve resmi ilk valisiydi.22 Semh b. Malik el-Havlani de üç yıla yaklaşan valiliği sırasında, idari meselelere, inşaat ve imar işlerine büyük ihtimam gösterdiği gibi cihat ve gaza işlerini de ihmal etmemiştir. Kısa ömürlü Emir'ler listesinde dördüncü sırayı işgal eden es-Semh b. Malik el-Havlani, hükümet merkezini, Endülüs Emevilerinin kurulmasını müteakip akıp giden asırlar boyunca da şaşaalı ve debdebeli bir başşehir olması kaderine sahip Kurtuba şehrine taşıdı.23 Kurtuba şehrinden geçen Guadalkivir (Vadiy'-ul-Kebir) ırmağı üzerinde, eski bir Roma köprüsünün temel kalıntıları üzerine yeniden mükemmel bir köprü inşa etti. Halife Ömer b. Abdülaziz, köprünün inşasında şehrin surlarının taşlarının kullanılmasını ve surların da tuğla ile yeniden onarılmasını istedi.24 Semh’in gerçekleştirdiği bu idari düzenleme ve uygulamalar Müslümanların Endülüs'de tutunmalarına ve güçlü bir devlet kurmalarına yardımcı olan en önemli faktörler arasındadır. 3.1. Semh'in Kuzeye Yaptığı Askeri Seferleri ve Şehid Olması Arap kaynakları, Endülüs'teki ilk Müslüman valiler zamanında Fransa’ya yapılan seferler hakkında çok kısa bilgilere yer verirler. Dolayısıyla Semh'in gazalarını çok kısa olarak zikredip h.102 (721) yılında Fransa'da şehit olduğunu bildirmekle yetinirler.25 İbn İzârî ise, “Semh’in, h.102 (721) yılı Arafe günü Rum ilinde (Fransa) gaza ederken Tarasûne’de (Tarrasone)26 şehid olduğunu söylemektedir.27 İbn Haldun ise bu konuda; “Şüphesiz Semh, h.102 (721) senesinde Fransa'ya yaptığı gaza esnasında şehit düştü ve yerine vali olarak tayin edilen Anbese b.Suheym el-Kelbî gelinceye kadar Endülüs’ü Abdurrahman b. Abdullah elGafikî kısa bir süre idare etti”28 demektedir. İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 26; İbn Kûtiyye, Târîhu İftitâhi'l-Endelüs, s. 39; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 67 23 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c.IV, s. 68 24 İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 26 25 el-Makkarî, Nefhu't-Tîb, c.I, s. 235 26 “Tarasone” şehri Saragossa bölgesinde Tudela'nın 22 mil güney doğusundadır. 27 İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 26 28 İbn Haldun, el-İber, c, IV, s. 118 22 Bununla birlikte bu konuyla ilgili yabancı kaynaklar bize daha geniş bilgiler vermektedirler. Bu kaynakların bize bildirdiklerine göre, Hur b. Abdurrahman’ın yerine geçen Semh b. Mâlik Fransa topraklarında ileri harekâta devam etti. Semh, büyük bir ordunun başında Kurtuba'dan kuzeye doğru ilerledi. 717 ve 719 yıllarında, Pirene dağlarını aşarak Araplar'ın Arzu'l-Kebir dedikleri Fransa'ya girdi. Önce Septimania (Sebtimâniye) ve daha sonra müslümanlar için önemli bir askerî üs olan Arbûne (Narbonne) şehrini zaptetti ve burasını sonraki fetihleri için bir üs haline getirdi (720).29 Narbonne’da ordusunu yeniden düzenleyip lojistik ihtiyaçları karşıladıktan sonra, Galya (Frank) topraklarında ilerleyerek Akitanya (Aguitania) düklüğünün başşehri Toulouse'u kuşattı (721).30 Akitanya Dükü Eudes, Frank ve Almanlar'dan meydana gelen büyük bir orduyla başkentini müdafaa ediyordu. Toulouse (Tuluz) şehri çevresinde meydana gelen şiddetli savaş, Müslümanların lehine bir gelişme gösteriyorken, Semh b. Malik ve ileri gelen komutanlarından birçoğu şehit edildi.31 Böylece bir Cermen prensi, Müslümanlar karşısında ilk defa büyük bir zafer elde edebildi. Bu sırada ordunun sevk ve idaresini daha sonra Puvatya savaşının komutanı olacak Abdurrahman el-Gafıki ele aldı ve orduyu salimen Narbonne’a (Arbûne) geri getirdi (Haziran 721).32 Her ne kadar Akitanya Dükü Eudes 721 yılında İslam ordularını püskürtmeyi başarmışsa da, Narbonne hâlâ Müslümanların elindeydi. Nitekim 725 senesinde düzenlenen o muhteşem sefer de bu kentten başlatılmıştı. Bu sayede Carcassonne'u (Karkason) ele geçiren Hilal'in süvarileri, Autun'a kadar ilerleyerek Ağustos 725 tarihinde bu şehrin kontrolünü sağlamışlardı.33 Nimes'e (Nim) kadar olan bölgeyi anlaşma yoluyla idareleri altına alınışlardı. 721-726 yılları arasında gerçekleştirilen seferler sonunda Müslümanlar hâkimiyetlerini Rhône vadisi ve Lyon’a kadar genişletmişlerdi. Bu sırada Müslümanların eline çok büyük miktarda ganimet geçmişti. Ayrıca Akitanya'da tehdit altında bulunduğunun şuurunda olan Dük Eudes, kendi güvenliğini sağlama alabilmek için kızını sınır boylarının Arap reisi Osman b. Ebî Nis’a ile evlendirmişti. Fakat bu tarihlerde Araplar da en az Hıristiyanlar kadar dâhilî ayaklanmalarıyla uğraşmak zorundaydılar.34 L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 156; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s.7 . H.İ. I, 405); Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908, s. 5-7 31 Hitti, İslam Tarihi, s. 679 32 ed-Dabbî, Buğyetü’l-Mültemis, s. 303; lbn Haldun, Tarih, c. IV, s. 118; Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, c. I, s. 405; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 69; Hitti, İslam Tarihi, s. 679; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 345 33 Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c. II, s. 259 34 H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 209, 272; E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c.II, s. 363 29 30 4. Anbese b. Süheym el-Kelbî'nin Valiliği Dönemi 721’de Semh b. Malik'in ölümünden sonra Emevi Halifesi Yezid b. Abdülmelik döneminde, Endülüs valiliğine İfrikiye valisi Yezîd b. Ebî Müslim tarafından Anbese b. Süheym (Suhaym) atandı. Anbese, Endülüs'e giderek, orada kısa ve geçici bir süre, vali olarak görev yapan Abdurrahman b. Abdullah elGafıki'den valilik görevini devraldı.35 Fransa topraklarına yeniden akınlar başlatan vali (âmil) Anbese, büyük bir orduyla Semh'in daha önce takip ettiği güzergâhı izleyerek Carcasonne (Karkason) üzerine yürüdü. Şehri muhasara ettikten sonra gelirlerinin yarısı, orada bulunan Müslüman esirlerin çocuklarıyla birlikte iadesi, cizye ödemeleri ve Müslümanların savaş ilan ettikleriyle savaş, barış yaptıklarıyla barış gibi zimmet hükümlerine bağlı olmaları şartıyla onlarla sulh yaptı.36 Zor geçen uzun bir muhasaran sonra Carcasonne şehrini ele geçiren Anbese, buraya bir birlik bırakıp kuzeye doğru yöneldi ve Nimes (Nîm) şehrine girdi. Anbese, Nimes'dan sonra Rhône vadisine ulaştı ve nehir boyunca herhangi bir direnişle karşılaşmadan yoluna devam edip Vienne ve Lyon şehirlerini işgal etti. Franklarla anlaşma yaptı. Fakat dönüş sırasında pusuya düşürülerek şehit edildi (Aralık 726).37 Anbese, askerî kuvvetinden ziyade aklı, basireti ve iyi idaresi sayesinde başarılı olmuştu. Ele geçirdiği esirlere gayet iyi davranmış ve onları kazanmaya çalışmıştır.38 Şevki Ebu Halil'e göre bu seferler sonucunda Müslümanlar Avrupa'nın genel durumunu tanıma fırsatını yakalamışlardır.39 5. Anbese b. Süheym el-Kelbî’den Sonraki Valiler İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 27; Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s. 235 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. V, s. 115 37 Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s. 235; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. V, s. 116; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s.72; Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, c. I, s.405; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 245; Ömer Ferruh, el-Arab ve'l-İslam fi'l-Havzi'l-Garbi mine'l-Bahri'l-Ebyazi'l-Mütevessit, Beyrut, 1981 s. 120; L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 156-157; Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, s. 6-7 38 Nuri Ünlü, İslam Tarihi, s. 211 39 Şevkî Ebû Halîl, Balâtü’ş-şühedâ bi kıyâdeti Abdür’r-Rahmani’l-Gâfikî, Darü’l-fikr, Dımeşk 1993, s.14 35 36 Anbese b. Suheym 'in ölümü akabinde Endülüs’te sırasıyla; Uzra b. Abdullah el-Fihri, Yahya b. Seleme el-Kelbi (726-728), Huzeyfe b. el-Ahvas el-Kaysi (728), Osman b. Ebi Nis'a el-Has’amî (728-729), Heysem b. Ubeyd el-Kinânî (el-Kilabi) (729-730), Muhammed b. Abdullah el-Eşcaî (730) vali olarak görev yaptılar. Bu valiler döneminde fetih hareketleri duraklamış ve bazı iç problemler ortaya çıkmıştır. Özellikle Berberilerin hoşnutsuzlukları, Araplar arasındaki Yemeni-Kaysi hizipçiliği, Suriyeli ve diğer Araplar arasındaki rekabet gibi faktörler söz konusu olmuştu. 731 yılında İfrikiyye valisi Ubeydullah b. Habbab, Endülüs valiliğine Abdurrahman b. Abdullah el-Gafiki’yi (ikinci defa) atamıştır.40 Ancak Endülüs'te iç karışıklıkların çıkması sebebiyle, Anbese’den sonra Abdurrahman el-Gafiki'nin buraya ikinci defa vali tayin edilmesine kadar 4 yıl müddetle fetihler durmuştur.41 Endülüs'te çok geçmeden halk arasında çıkan kabilecilik hareketi anlaşmazlıklara neden olmuştur. Suriyelilerle Hicaz Arapları, Araplarla Berberiler, hatta Yemeni ve Mudarî Arapları arasında rekabet ve düşmanlık baş göstermiştir. Bu kabilecilik yüzünden ortaya çıkan çatışmalarda müslümanlardan bir kısmı, din kardeşlerine karşı çarpışmak için Fransızlardan yardım istemeğe bile başlamıştır. Halbuki Müslümanların Endülüs'ü ele geçirdiğini gören Fransızlar, korkuya kapılmışlardı. Dolayısıyla müslümanları birbirine düşman etmek ve onları fethettikleri bu ülkelerden çıkarmak Hıristiyanların yegâne isteğiydi. Nitekim ülkelerinin Müslümanların akınlarına maruz kalmasından endişelenen Franklar, Charles Martel'in etrafında toplanmış ve ona şöyle demişlerdi: “Nedir bu nesiller boyu devam edecek rezalet! Biz Arapların Doğu’da olduğunu işitip güneşin doğduğu taraftan gelmelerinden korkuyorken, Batı’dan geldiler, Endülüs'ü istila ederek Endülüs'ü ve oradaki her şeyi ele geçirdiler. Zırhları olmadığı, sayıları ve malzemeleri az olduğu halde buraları aldılar.” Şarl Martel, onlara şu manada bir cevap verdi: “Benim görüşüm, bu taarruzlarında şimdilik karşılarına çıkılmaması üzerinedir. Zira onlar, karşısına çıkanı alıp götüren sele benzerler. Onlar işlerinin henüz başlangıcındadır; çok kalabalık olmaktan müstağni niyetleri, zırhların korumasına muhtaç olmayan kalpleri vardır. Lakin onlara mühlet veriniz ki, elleri ganimetlerle dolsun, köşkleri, evleri alsınlar ve yönetimde rekabete girip bazısı Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 74; İbn İzari, el-Beyanu'I-Muğrib, II, 38; el-Makkarî, Nefhu't-Tîb, c.I, s. 235; Şevki Ebû Halîl, Balâtü’ş-şühedâ, s.76; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 37 41 Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, c..I, 405; Ömer Ferruh, el-Arab ve'l-İslam, s. 120-126 40 bazısından yardım dilesin. İşte bu hale geldiklerinde kolay şekilde onlara güç yetirirsiniz.”42 6. Abdurrahman b. Abdullah el-Gafikî Abdurrahman b. Abdullah el-Gafıkî, İslam tarihinde mümtaz şahsiyetlerden birisidir. Yemen’de meskûn Ak kabilesin Gafik koluna mensuptur.43 İlim tahsili için Medine’ye giden Abdurrahman el-Gafıkî orada Abdullah b. Ömer’den Hadis ilmi okudu ve hadis rivayet etti. Abdülaziz b. Ömer b. Abdülaziz ve Abdullah b. ‘İyâd da ondan hadis rivayet ettiler.44 O, ilme tutkun, zühd ve vera sahibiydi. Tarihle ilgili eserleri okumayı severdi. İhlâs, azim, tevazu, şecaat, cesaret, cüret, kahramanlık, askeri faaliyetleri ve planları, Hz. Peygamber’in ve sahabenin savaşlarını iyi bilmek, ilk saflarda cihada katılmak, şehid olmayı arzu etmek onun belirgin özelliklerindendi. Dımaşk’a giden Abdurrahman el-Gafikî, Süleyman b. Abdülmelik döneminde orada seçkin şahsiyetler arasında yer edindi. Cihada tutkun birisi olduğundan fetihlere katılmak için Kuzey Afrika’ya gitti ve bölgedeki birçok savaşa katıldı. Daha sonra Mûsâ b. Nusayr ile birlikte Endülüs’e geçti. Orada dikkatleri üzerine celbetti ve Mûsâ ile oğlu Abdülazîz’in maiyetinde askerî görevler üstlendi. Endülüs’ün doğu sahillerini fethetmek üzere görevlendirildi. 721 yılında Semh b. Mâlik el-Havlânî’nin Toulouse kuşatmasında45 şehid düşmesi üzerine komutan seçildi ve orduyu yok olmaktan kurtardı ve salimen üssüne (Narbonne) geri getirmeyi başardı. Burada gösterdiği başarı onun askerî alandaki dehasının bir işaretidir. Daha sonra iki ay kadar Endülüs valiliği yaptı. O sırada valilik, sivil ve askeri yönetimin bir arada yürütüldüğü bir makamdı. Abdurrahman el-Gafıki de İslam ordusunu Toulouse yenilgisinden sonra salimen Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, c. I, s. 408; Hitti, İslam Tarihi, s. 684 M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne : sous la Domination des Arabes, s. 130; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 33-34 43 Muhammed b. Fütûh el-Humeydî (ö. 488/1095), Cezvetü’l-muktebis fî Târîhi ulemâi’l-Endelüs, Tunis 2008, s. 395 44 Ed-Dabbî, Ahmed b. Yahya (ö. 599/1202), Buğyetü'l-Multemis fî târîhi ricâli ehli’l-Endelüs, (Dârü’l-Kâtibü’l-Arabî), Kahire 1967, s. 365; İbnü'l-Faradî, Abdullah b. Muhammed (ö.403/1013), Tarihu Ulemâi'l-Endelüs, Kahire 1966, c.ll, s.256 45 720’de İspanya Arapları Pireneler’i aşarak Narbonne’u ele geçirmişler ve Toulouse’u kuşatmışlardı. 721 yılının sonbaharında Eudes Müslümanların üzerine yürümüş ve onları Toulouse surlarının hemen yanıbaşında yenilgiye uğratarak Akitanya’nın dışına sürmeyi başarmıştı. Ama tüm bu çabaları Narbonne’u geri alabilmesi için yeterli olmamıştı. (H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 272) 42 Endülüs’e geri getirdiğinden halk onun valiliğini kabul etmişti. Zaten Şam’daki halifenin, aradaki mesafenin uzaklığı sebebiyle Kurtuba’ya hemen yeni bir vali tayin etmesi kolay değildi. Hikmet sahibi, faziletli, iyi huylu ve sağlam karakterli bir zat olan Abdurrahman el-Gafıki Endülüs’teki tefrika ve siyasi olaylara karışmaktan uzak durmayı başarmıştı. Nitekim bu tutumunu doğru değerlendiren Endülüslüler, siyasi kabiliyete sahip birine gerek duydukları bir zamanda onu vali seçmişlerdi. Ancak Abdurrahman el-Gafıkî’nin bu valiliği iki ay sürebilmiş ve bu süre zarfında kayda değer hiç bir hadise olmamıştır. Onun yerine vali tayin edilen Anbese b. Sühaym döneminde kalabalık bir ordunun kumandanı olarak Arbûne (Narbonne) taraflarında fetihlere devam etmiştir. Onun asıl icraatı ‘ikinci valiliği döneminde görülecektir. 46 6.1. Abdurrahman el-Gafıki’nin İkinci Valiliği Abdurrahman el-Gafikî Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik tarafından 730 yılında ikinci defa, iki yıl yedi ay sürecek Endülüs valiliği görevine tayin edildi.47 İslam’ı yüceltmekten başka gaye gütmeyen bir kimse olan Abdurrahman elGafıkî üzerinde Semh b.Malik el-Havlânî’nin şehit edildiği Toulouse (Tuluz) Savaşı ve bu savaşta Müslümanların hezimeti derin izler bırakmıştı. Fransa topraklarında şehit olan Müslümanların ve komutanların intikamını almayı hedefliyordu. Ayrıca onun yegâne emeli, Musa b. Nusayr’ın da düşüncesi olan Batı Avrupa’nın tamamını fethetmekti.48 Abdurrahman el-Gafıkî, kuzeye doğru fetih hareketlerine girişmeden önce ülkede istikrarı sağlamak için iç problemlerle uğraşmak zorunda kaldı. Çünkü Anbese b. Sühaym’ın ölümünden sonra iş başına gelen valiler döneminde askeri seferler duraklamış, kabile asabiyetçiliği, Berberi-Arap çekişmesi ortaya çıkmıştı. Hakkı Dursun Yıldız, “Abdurrahman el-Gafikî”, DİA, İstanbul , c.I, s. 147-150; Ziriklî, el-Alâm, c. IV, s. 84; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, c. V, s. 172, 174-175, 490; E. Lévi-Provençal, Histoire de l’Espagne musulmane, Paris 1950-53, II, 40, 41, 59-62; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 70 47 İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, c. II, s. 38; M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne: sous la Domination des Arabes, Paris 1767, s. 123 48 E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c.II, s. 503; Hakkı Dursun Yıldız, "Abdurrahman el-Gafıki, DlA, Istanbul, 1988, I, 162; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 246 Abdurrahman el-Gafıkî, Musa b. Nusayr'ın düşünüp te tahakkuk ettiremediği hilalin iki ucunu birleştirmek arzusundaydı. Bütün Avrupa'yı geçip kuzeyden Bizans'a inmek ve Akdeniz'i bir İslam gölü haline getirmek istiyordu. Bu sebeple askerlerini bu büyük ideal için hazırlamaya özen göstermişti. (Nuri Ünlü, İslam Tarihi, s. 212) 46 Abdurrahman, makamı Kurtuba’da olmasına rağmen öncelikle, muhtelif bölgeleri ziyaret ederek halkın şikayetlerini yerinde dinledi ve halkla iyi ilişkiler kurdu. Yönetimi sırasında haksızlık yapan görevlileri azledip, âdil ve liyakatli kimselerden istifade etti. Müslüman ve Hıristiyanlara eşit muamelede bulundu. Hıristiyanlara kiliselerini ve ellerinden alınan emlâklerini geri verdi. Herkese eşit miktarda vergi koydu, orduyu yeniledi, sınırları tahkim etti. Muhtemel bir isyan için de her zaman hazır olarak bekledi. Kaysî ve Yemenî guruplar arasındaki çekişmeyi durdurdu. Bir grubu ötekisine üstün tutmadı, birisini diğerine tercih etmedi. Bu sebeple onun valiliği Endülüs halkının gönüllerine ferahlık verdi. İyi tedbir sahibi, adaleti gözeten; Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin hukukunu koruyan birisi olarak ülkesinde fitne ve tefrikayı giderdiğinden Arap, Berberî ve yerli halkın sevgisini kazandı.49 Döneminde inşa ve imar faaliyetlerine de önem veren Abdurrahman elGafıkî, Kurtuba şehrinde yeniden inşa edilen yıkık köprünün yapımında katkı sağladı. Ayrıca camiler, yollar inşa etti ve su kanalları açtırarak halkın ihtiyacını gidermeye çalıştı. Başarılı bir asker, imanı yüce bir mücahit olan Abdurrahman el-Gafıkî, her bölgede İslamiyet’i yaymak istiyordu. Bu arada halkın sıkıntılarını gidermek ve birliği sağlamak için önem arz eden vergi problemini düzene soktu. İyi bir idarecilik örneği sergiledi ve ele geçen ganimetlerin taksimi konusunda adil davrandı. Hattâ bir sefer esnasında elde edilen pek çok ganimetin içinde inci, yakut ve zümrütle süslü olan altından yapılmış bir ayak vardı. Abdurrahman, bu ayağı parçalattı ve askerlerine dağıttı. Bunu öğrenen Kuzey Afrika Genel Valisi Ubeyde b. Abdurrahman bu olaya çok kızdı ve Abdurrahman el-Gafıki’ye bir tenkit mektubu gönderdi. Bu olay Abdurrahman el-Gafıkî’nin ganimet dağıtımı konusunda ne kadar adil ve hassas davrandığının açık bir göstergesidir.50 Ülkede iç problemleri halledip istikrarı sağlayan Abdurrahman el-Gafıkî, çeşitli sebeplerden dolayı yıllardır duraklamış olan seferleri yeniden canlandırmak ve asıl hedef olarak gördüğü kuzeye yani Fransa üzerine yürümek için gerekli hazırlıkları yapmaya koyuldu. Bu arada Kurtuba’ya gelmek üzere İslâm topraklarının her yerinden asker çağrısında bulundu.51 6.2. Abdurrahman el-Gafıki’nin Fransa’ya Girişi Hüseyin Mu'nis, Fecru'l Endelüs, s. 262; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 247; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 74; Şekib Arslan, Tarihu Ğazavâti'l-Arab, s. 97; Conde, Histoire de la Domination des Arabes, c. I, s. 141-142 50 ed-Dabbî, Buğyetü'l-Multemis, s. 476; Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 395; İbnü’l-Kûtıyye, Târîħu İftitâhi’l-Endelüs, s. 13; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 247 51 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 248 49 Endülüs’te istikrarı sağlayan Abdurrahman el-Gafıki Fransa’ya girmek ve İslam’ı yaymak amacıyla önceden hazırlamış olduğu fetih planları doğrultusunda harekete geçti. Öncelikle Franklara karşı cihad ilan etti. Kendi doğduğu yer Yemen başta olmak üzere Şam, Mısır ve İfrikiyye’den yardım çağrısında bulundu. İslam topraklarının her yanından çağrısına olumlu cevaplar geldi. Gelenler Kurtuba’da toplandılar. Fransa’ya geçmeden yaklaşık iki yıl gerekli hazırlıklar yapıldı. Fransa’ya sefer düzenleyecek gönüllü Araplar ve Berberilerden oluşan en büyük orduyu kurdu. Ordusunda Yemenli askerler önemli bir yer tutmaktaydı. Abdurrahman el-Gafikî’nin kendisi de Yemenliydi. Ayrıca Sarakusta (Saragossa) bölgesinde Yemenli Araplar iskan edilmişti. Arbûne (Narbonne, Bertat) bölgesinde savaşan Araplar da bunlardı. Asker sayısının 70.000 ile 100.000 arasında olduğu bildirilmektedir. Bazı Hıristiyan kaynaklarında İslam ordusunda 400.000 savaşçının bulunduğu ifade edilmektedir.52 Bir taraftan askerî hazırlıklarını sürdüren Abdurrahman el-Gafıki, 731 yılında Osman b. Ebî Nis’a komutasındaki bir orduyu Fransa sınırlarını korumak üzere gönderdi. Osman b. Ebi Nis’a Berberi liderlerinin önde gelenlerinden birisiydi ve Abdurrahman el-Gafıkî onu kuzey bölgesine vali olarak görevlendirmişti.53 Osman b. Ebi Nis’a’nın Abdurrahman el-Gafıki’nin Endülüs valiliğine muhalif birisi olduğu ve onun idaresi altında çalışmasının nefsine ağır geldiği şeklinde özellikle batılı tarihçiler bilgi vermektedirler. Ayrıca bu kişiyi; “Za" veya “sa" olarak isimlendirmektedirler.54 Osman b. Ebi Nis’a, Akitanya dükü Eudes’in güzel kızı (Lamdezya) ile evlenmiş ve böylece Dük Eudes ile akrabalık kurmuştu. Daha sonra bağımsızlığını ilan etmiş ve Dük Eudes ile ittifak yapmıştı.55 Halbuki Abdurrahman, Dük Eudes’e Hüseyn Mu’nis, Fecrü’l-Endelüs, s. 263; Abdü’l-fettah Mukalled el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’şşühedâ: fi’t-târîhi’l-islâmiyyi ve’l-Avrubî, Kahire 1996, s. 62; S. Abdülaziz Salim, Tarihu’l-Müslimîn ve Asâruhum fi’l Endelüs, s. 141 53 Butrus el-Büstani, Me’ariku’l-Arab fi’ş-Şark ve’l-Ğarb, Beyrut, 1987, s. 69; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 248 54 Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 127; De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, Paris 1750, c. II, s. 458; E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c.II, s. 503 55 Ebu Diyak, el-Veciz fi Tarihi’l-Magrib ve’l-Endelüs, s. 189; Butrus el-Büstani, Me’ariku’l Arab fi’şŞark ve’l-Ğarb, s. 269 52 karşı düzenleyeceği askerî harekâtta kendisini desteklemesini ve Eudes’ün ordularının ilerleyişine engel olmasını istemişti. Osman b. Ebi Nis’a ise ihmalkâr davranmıştı. Bu talebine menfi cevap alan Abdurrahman, onun üzerine bir ordu gönderdi ve yapılan çarpışmada Osman b. Ebi Nis’a öldürüldü.56 Muhtemelen Osman b. Ebi Nis’a, batılı tarihçilerin Munuza adını verdikleri kişidir. Cerdagne valiliği görevini üstlenmişti. Ancak Abdurrahman el-Gafikî’nin başarılarına katlanamadı ve ona karşı Franklarla ittifak yaptı. Bu durumu öğrenen Abdurrahman isyancı Munuza üzerine yürüdü. Munuza kaçtı ve civardaki kayalıklara sığındı. Fakat takip edildiğini görünce düşmanının eline düşmek yerine uçurumdan aşağı atlayarak öldü. Dük Eudes’ün kızı olan Munuza’nın eşi, Abdurrahman el-Gafikî’nin eline geçti ve Emevî Halifesinin sarayına gönderildi.57 Çağdaş İslam tarihçilerinden bazıları, Munuza isminin Fransız kaynaklarınca verildiğini ve bunun yanlış olduğunu öne sürerler. Munuza ile Osman b. Ebi Nis’a’nın birbirine karıştırıldığı, Munuza veya Munusa’nın aslında bir yer ismi olduğunu öne sürerler.58 Hüseyn Mu’nis’e göre; Munusa ile Abdurrahman arasındaki savaş aslında Berberiler ile Araplar arasında bir harpti. Çünkü iki grup arasında birbirlerine karşı kızgınlık ve haset söz konusuydu. Fransa seferi esnasında bu iki grubun gönlü bir değildi. Munusa kuzeyde görevli iken Kurtuba’daki merkezî idareye isyan etmişti. Zaten bu sırada Araplar ile Berberiler arasında durum gergindi. Üstelik Kurtuba ile istişare etmeden Fransızlar ile ittifak kurma teşebbüsünde bulunmuştu.59 Her ne kadar Abdurrahman’ın adil ve ılımlı yaklaşımları sonucu iç problemlerde azalma görüldüyse de Berberi-Arap çekişmesi yıllar önce başlamıştı ve Abdurrahman’ın bu konuda sorumluluğu yoktu.60 Osman b. Ebi Nis’a ayaklanması bastırıldıktan sonra artık kuzeye Fransa’ya yapılacak sefer için bir engel kalmamıştı. Yemen, Şam, Mısır, Ifrikiyye, Mağrib ve Endülüs bölgelerinden toplanan kuvvetlerle Abdurrahman el-Gafıkî, Kuzey İspanya’da Navarre (Neberre) bölgesinde bulunan Pamplone (Pampelune, Benblûne) şehrine, oradan da daha önceki güzergâhtan farklı olarak Pireneler’in batısındaki Roncevaux Boğazı’ndan (Roncesvalles geçidi) geçerek İslâm E.Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 259; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249 M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne, s. 124-125; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 34-37; 58 Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 127; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249 59Hüseyn Mu’nis, Fecru’l-Endelüs, s. 265 60 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249 56 57 kaynaklarında “el-Arzu’l-kebîre”de denen Frank toprakları Galya (Galia, Gaule) bölgesine girdi ve Berdeaux üzerine yürüdü (732). 61 Akitanya Dükü Eudes’in ordusuyla Dordogne ve Garonne nehirlerinin birleştiği bir yerde karşılaştı. Bu savaşta Eudes’in ordusu korkunç bir yenilgiye uğratıldı. Eudes’in ordusunu Bordeaux’ya kadar kovalayan Abdurrahman el-Gafıki, kısa bir kuşatmadan sonra şehri ele geçirdi. Bordeaux şehrinin ele geçirilip yağmalanmasını engelleyemeyen Dük Eudes bir miktar askeriyle birlikte kuzeye doğru kaçarak canını zor kurtardı. Fransa topraklarında harekatına devam eden İslam ordusu, önüne gelen kale, şato ve şehirleri teslim aldı, büyük bir servet ve ganimet ele geçirdi.62 Ayrıca ele geçirdikleri şehirlerdeki kilise ve manastırları tahrip ettiler.63 Bu savaşı kazanan Abdurrahman, böylece Dük Eudes’ten Toulouse (Tuluz) savaşının ve savaşta şehit düşmüş Semh.b. Malik el-Havlanî’nin intikamını almış oldu.64 Bu savaşta Hıristiyanlar çok sayıda kayıp verdiler. Emir Şekib Arslan’ın naklettiğine göre bir tarihçi şöyle demiştir: "Ölenleri sadece Allah saymaya muktedirdir. "Yine aynı yazar, tarihçi Reinaud’un şu sözünü nakletmiştir: "Bu savaşta Arapların hamaseti, cesareti öyle bir noktaya ulaştı ki, Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 35; H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 273; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’şşühedâ, s. 65; Makkari, Nefhu't-Tîb, c. I, s, 225; Kalelizade K.Şükrü, Puvatye Muharebesi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1932, s. 23 62 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 8; Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908, s. 7 Tuluz da, Bordo’da Emevîler’în beyaz bayrağı dalgalanıyordu. Çapul, yağma gayesiyle Abdurrahman’ın etrafına toplanan ve ona ilk zaferleri temin eden kuvvet hemen işe girişti. Kiliseler, evler, şatolar bir an içinde yanıp kül oldu. Her taraftan yükselen yangın alevleri kesilen insanların feryatları arasında bütün Akitanya harabezara döndü. Abdurrahman askerinin yaptığı bu vahşi taşkınlıktan çok müteessirdi. Fakat elinden bir şey gelemezdi. Çünkü büyük istila proğramını ancak bu vahşi kuvvetle temin edecekti. Ve bu kuvvet ancak böyle soygunculuğa müsaade etmekle idare olunurdu. Mamur (Gol) arazisi şimdi bir çöle dönmüştü. Elde edilen ganimet malları ordunun harp ağırlığını kat kat geçmişti. Her askerin, her neferin artık taşıyamıyacağı derecede çapul, yağma hissesi olmuştu. (Kalelizade, Puvatye Muharebesi, s. 24-26) 63 E.Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, c.II, s. 503; Muhammed Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, s. 99; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France s. 21 Hitti’ye göre Abdurrahman, Bordeaux şehrinin müstahkem hisarları önünde fırtına gibi esti ve bütün kiliselerini ateşe verdi.( Hitti, İslam Tarihi, s. 679) 64Atçeken, Puvatya, 249; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 34-36; Hitti, İslam Tarihi, s. 671; Carl Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi (Çev., Neşet Çağatay) Ankara, 1992, s. 79. 61 bazı Arap tarihçileri onları önüne çıkan her şeyi yerinden koparıp atan şiddetli bir rüzgâra veya kendisine çarpan her şeyi kesen bir kılıca benzettiler". 65 Abdurrahman ve ordusu daha sonra o dönemde Aqutaine eyaletine bağlı bulunan Rhône vadisine yöneldi. Arles şehrini ele geçirdi. Daupiné bölgesi, Lyon, Mâcon, Beaune, Dijon, Bèze, Autun, Besançon, ve Paris’e 30 km mesafedeki Sens şehrini ele geçirdi. Kiliseler, manastırlar talan edildi.66 İspanyol Tarihçi Rodrigue de Tolède (ö.1247) Arles’da halâ o günden kalan Müslümanlara ait mezarların bulunduğunu bildirmektedir.67 Birkaç ay gibi kısa bir süre içinde Fransa’nın güneyini ele geçiren Abdurrahman daha sonra kuzeye doğru devam ederek Puvatya (Poitiers) şehrini ele geçirdi, burada bulunan Saint-Hilaire kilisesini ateşe verdi. 68 ve Galya bölgesinin dini merkezi durumunda bulunan Tours (Tur) şehrine yöneldi.69 Théophile Lavallée, Arapların Saône ve Loire nehirlerine kadar Akitanya’yı ele geçirdiklerini, kiliseleri yaktıklarını, hatta ülke sakinlerini katlettiklerini ve kendilerine cazip gelen zenginliklerini yağmalamak üzere Tours şehrindeki SaintMartin bazilikasına yöneldiklerini bildirir.70 Tours şehri Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen Saint Martin katedralinin bulunması sebebiyle büyük önem arz ediyordu.71 Ayrıca Franklar üzerinde oldukça etkili ve nüfuz sahibi din adamı Saint Martin’in mezarı buradaydı. Bundan dolayı burası Franklar için bir çeşit yöneldikleri dinî merkez konumundaydı. Tarihçi Hitti’ye göre bu Hıristiyan azizinin mezarını ziyaret eden halkın getirip sunmuş bulunduğu adaklar yığını, hiç şüphesiz Müslüman Fatihleri buraya çekip getiren etmenler arasında idi.72 Müslümanların Fransa topraklarında ilerleyişi Neustrasie bölgesine hâkim olan Şarl Martel’i (Charles Martel) endişelendirmekteydi; fakat, O, beklemeyi tercih etti. Çünkü Dük Eudes, Şarl Martel’in rakibi idi ve her ikisi de ayrı eyaletlerin E. Şekib Arslan, Tarihu Gazavati’l-Arab, s. 100 tamam Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 249 M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 29-30 39 Emîr Şekîb Arslan, Târihu ğazavâti'l-Arab, s. 99; M.Abdullah İnan, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs, c.I, s. 97 67 Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, s. 9 68 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9 69Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 128 ; Condé, Histoire de la domination des Arabes, c. I, s. 141; M.Tardieu-Saint-Marcel, Charles-Martel ou La France délivrée, s. VI; Ernest Lavisse, Histoire de France, c.II, s. 259-260; M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne, s. XII; M.Cardonne, Histoire de l’Afrique et de l’Espagne, s. 126; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 250 70 Théophile Lavallée, “Histoire des Français, c. I, s. 151 71Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 57; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 43-46 72 Hitti, İslam Tarihi, s. 679 65 66 hükümdarıydı. Ayrıca liderlik için birbirleriyle yarış içindeydiler. Bu bakımdan Şarl Martel rakibi Eudes’ü yardımsız bırakarak onun gücünü yitirmesini bekledi. Neticede müslümanlar Eudes’in topraklarını ele geçirdiler ve böylece Şarl, Eudes’in rekabetinden kurtuldu. Bu sırada Abdurrahman, Aqutaine ve güney Fransa’nın tamamını ele geçirmişti. Dük Eudes, Müslüman Araplara karşı tek başına duramayacağını anlayınca eski rakibi Şarl Martel’den yardım istemek zorunda kaldı. Üstelik Şarl Martel’e kendisine yardım etmediği ve Müslümanları durdurmadığı takdirde, bütün memleketin uğrayacağı felaketi anlatmaya çalıştı. Şarl Martel, Arapların Aqutaine'i ele geçirmeleri sonucu bu tehlikenin kendi ülkesi Neustrasie bölgesini de tehdit ettiğini anlamakta güçlük çekmedi. Bu sebeple Dük Eudes'in davetine katılmak için ordu hazırlamaya başladı.73 Daha sonra Şarl ordusuyla Orléans’da Loire nehrini geçti, Amboise’a ulaştı ve ülkesini işgale gelmiş Müslümanların önünü kesmek için Vienne ile Clain arasına karargâhını kurdu.74 Müslümanlar bu hızla ilerlemeye devam ederlerse tüm Fransa’yı fethedeceklerdi. İslam orduları durmadan ilerliyor, önlerine çıkan kale ve şehirler birer birer düşüyordu. Güneyden kuzeye doğru dağları, nehirleri geçiyorlar ve yol güzergâhındaki köprüleri ele geçiriyorlardı.75 7. Puvatya (Poitiers) - Belâtüşşühedâ (Şehitler Yolu) Savaşı (732) Poitiers (Puvatye), Fransa’nın Loire (Luar) nehri civarında olan bu noktayı bugün bile ziyaret edenlerin kalpleri bir an için bir zamanlar Avrupa’yı tehdit eden büyük İslâm kuvvetinin düşüncesi ile titremektedir.76 Poitiers (Puvatye) İslam ile Hıristiyanlık, Doğu ile Batı arasındaki çetin karşılaşmanın mekânıdır. Müslümanlar, Hz. Peygamber’in vefatından sonra, kısa sürede Pers imparatorluğuna son vermiş, Bizans İmparatorluğunun topraklarının büyük bir kısmana hâkim olmuşlardı.77 Şam’dan Fas’a, oradan İspanya’ya geçen İslam orduları Fransa’nın kalbine ulaşmışlardı. İşte bu aşamada dünya tarihinin en önemli hadiselerinden bir olarak kabul gören büyük karşılaşma Poitiers’de gerçekleşti. 73Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 30-33; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 251 74 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9 75 Butrus el-Büstani, Me’ariku’l Arab fi’ş-Şark ve’l-Ğarb, s. 70; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 251 76 Kalelizade, Puvatye Muharebesi, s. 27 77 Muhammed Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, s. 92 Puvatya Savaşı,78 Fransa tarihinin şüphesiz en meşhur olaylarından biri olarak kabul edilmektedir. Öyle ki, ders kitaplarında mutlaka bir bölüm ve bir tasvir (illustration) bu savaşı anlatmak için ayrılmıştır. 1837’de Fransa kralı LouisPhilippe, Versailles sarayında oluşturulacak büyük savaşları anlatan galeride yer almak üzere Poitiers Savaşını da tasvir eden bir tablonun çizilmesini Charles Steuben’e sipariş vermiştir. Günümüzde hâlâ bu savaşın anıları canlılığını korumaktadır. 2000 yılından beri savaşın meydana geldiği Vienne’de Moussais-laBataille kasabasında sit alanında savaşı anlatan sürekli bir sergi açılmıştır. Bu kadar meşhur olmasına rağmen savaş hakkındaki tarihi bilgilerin yeterli olduğunu söylemek güçtür. Ortaçağ tarihinde bu savaşın gerçek yeri neresidir? Zafer olarak kabul edilen bu savaş, nasıl ve niçin bu denli, Fransız milli tarihinin temel unsurlarından biri olarak kolektif hafızalarda kendini empoze ettirebilmiştir.79 Bütün bu ve benzer soruların açıklığa kavuşturulması elzemdir. İslam tarihçilerinin üzerinde pek durmadıkları Puvatya Savaşı, Müslümanların kuzeye doğru yaptıkları seferleri yavaşlatmış ve Batı’dan İstanbul’a ulaşma idealinden vazgeçirmiştir.80 Bu savaş hakkında İbn Abdülhakem (ö. 871) Abdurrahman el-Gafikî’nin hicri 115 yılında (Şubat 734) Franklar ülkesine bir sefer düzenlediğini ve adamlarıyla birlikte bu seferde öldüğünü bildirmektedir. İbnü’l-Esîr veya İbn İzârî öncekilerin naklettiği bilgileri aktarmaktadır. Bununla birlikte Müslüman tarihçiler için kâfirlerin ülkesinde girişilen büyük bir seferde komutanlarının ölümü bir başarısızlık değil aksine bu kişiler şehit mertebesine ulaşmışlar arasında addedilir. Üç Endülüs valisi ya da kumandanı savaş meydanında şehid olmuştur. 721 yılında Toulouse’da Akitanya dükü Eudes karşısında Semh b.Malik el-Havlânî, 732’de Poitiers’de Abdurrahman el-Gafikî ve 737’de Sigean yakınlarında, Franklar tarafından kuşatılmış Narbonne’a yardım koşan Ukbe, her üçü de şehit olmuştur.81 732 (114) yılında Fransa’da Tours (Tur) ve Poitiers (Puvatya) şehirleri arasında Abdurrahman el-Gafıkî komutasındaki İslam ordusu ile Şarl Martel Saîd Abdülfettah Âşûr, Târîhi Avrûba fî’l-usûri’l-vustâ, Beyrut 1976, s. 148-149; Hüseyin Mu’nis, Atlas tarîhü’l-İslâm, s. 137; M.Tardieu-Saint-Marcel, Charles-Martel ou La France délivrée, s. I-IV; De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, s. 458-461; J.-L. Chalmel, Histoire de Touraine, Paris 1828, c. I, s. 228-229; Charles-André Julien, Histoire de l'Afrique du Nord Des origines à 1830, Paris 1994, p.359; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 259260; M. Reinaud, İnvasions des Sarrazins en France, s. 45-51 79 Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, de la réalité au mythe, in “Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans En France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006, s.7; C.A.Julien, Histoire de l’Afrique du Nord, Paris 1994, s. 358 80 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 74 81 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s.7 78 (Charles Martel) komutasındaki Frank ordusu arasında meydana gelen Puvatya savaşı, gerek İslam tarihi gerekse Avrupa tarihi açısından önemli savaşlardan biridir.82 XI. yüzyıl Endülüs tarihçileri çok sayıda Müslümanın şehit düştüğü bu yere ve bu savaşa Belâtüşşühedâ (Şehitler yolu veya düzlüğü) adını vermişlerdir. Daha sonraki İslam tarihçileri ise bu savaşı Gazvetü’l-Belât veya Vak’atü’l-Belât ismiyle anmışlardır. Philip Hitti belât (balât) kelimesinin Latince veya Grekçe bir kelime olan platea veya palatiumun Süryanice’den Arapça’ya geçmiş bir şekli olduğunu, savaşın meydana geldiği yerde Romalılardan kalma taştan bir yol bulunduğu için de bu savaşa Belât adının verildiğini söylemektedir. 83 Philippe Sénac ise, “balât” kelimesinin Grekçe plateaia sözünden ziyade Latince palatium sözünden gelebileceğini; çünkü bu sözün saray ya da görkemli bir yapı anlamına geldiğini; zaten zenginliğiyle bilinen Saint-Martin manastırının Tours’da bulunması ve Müslümanları oraya çekmesi bunu göstermektedir diye bildirmektedir.84 Müslümanların mağlup oldukları böylesine önemli bir savaşın oluşumunun sebepleri, savaşın şekli, tarafların yapıları, savaşın sonucu ve doğurduğu etkinin her iki taraf açısından yansımalarının titizlikle incelenip değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Müslüman ordusunun başkumandan Abdurrahman el-Gafıkî’nin şehit edilmesi akabinde geri çekilmesi ile sonuçlanan bu savaş hakkında ilk dönem İslam kaynaklarında detaylı bilgi bulmak oldukça zordur. Hatta mevcut bilgilerden hiç birisi, savaşın cereyanı hakkında bir fikir vermemektedir. Diğer taraftan sadece savaşın 114 veya 115 yılında olduğu ve Abdurrahman el-Gafıkî’nin bu savaşta bir kısım askeriyle birlikte şehit düştüğünden bahsedilmektedir. Bu savaşla ilgili çok kısa ve yetersiz bilgi veren İslam kaynaklarına karşılık, VIII. ve IX.yy. batılı yazarlar tarafından çok sayıda bilgi verilmektedir. Bu bilgilerden değerli olanlar olduğu gibi bazı tarihçiler farklı ve oldukça abartılı ifadeler kullanmışlardır. Kroniklerin çoğu birbirleriyle benzer bir şekilde savaşın ed-Dabbi, Buğyetu'l-Multemis, s. 355; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 74; Le Vicomte de Chateaubriand, Analyse raisonnée de l’histoire de France et Fragments depuis Philippe VI jusqu’à la Bataille de Poitiers; Paris 1861, s. 16 Puvatya Savaşı’nın tarihi, kaynaklarda değişik olarak verilmektedir. İbn İzari, el-Humeydi ve İbnü'l-Esir Ramazan 114·(Kasım 732)yılını; el-Makkari ve ed-Dabbî ise 115 (733) yılını vermektedirler. 83 Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 274-275; Dabbî, Buğyetü'l-mültemis, s. 365-366; İbnü'l-Esir, elKâmil, c. V, s. 172, 174-175, 490; İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib, c.II. s. 28; Makkarî, Nefhu’t-tîb, c.I, s. 234, 262; III, 15-16; Abdülkerim Özaydın, “Belatüşşühedâ”, DİA, c.V, s. 391-392; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 74 84 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9 82 tarihini 732 yılı Ekim ayının bir Cumartesi olarak gösterirken, “Annales de Lorsh” bu karşılaşma için 726 tarihini vermektedir. Bazı kaynaklar Karolenjiyen hanedanının davasını haklı gösterirken, “Annales de Metz ya da Annales de Fulda” gibi bazı kaynaklar da Akitanya Dükü Eudes’ü Müslümanlardan bir grupla (Osman Ebi Nis’a ile) ittifak yaptığı için suçlamaktadır. Bununla birlikte her iki şahsiyet; Şarl Martel ve Dük Eudes, Sarrazenlere (Müslümanlara) karşı aynı kararlılıkla birlikte savaştıkları için övgüyle anılmaktadırlar.85 Bu savaşı Avrupa’nın İslam tehlikesinden kurtulduğu gün olarak nitelendirenler olduğu gibi, Doğu-Batı, başka bir ifadeyle İslamiyet ve Hıristiyanlık mücadelesi, Müslümanların kuzeye doğru yayılmalarının sonu ve bütünüyle Avrupa kıtasından çekilmelerinin başlangıcı olarak kabul edenler, hatta İslam ordusunun büyük bir bölümünün çekildiği gerekçesiyle, bu savaşın sıradan bir savaş olduğunu, diğer savaşlardan farklı olmadığını; ancak kazanan tarafın bu defa Franklar olduğunu söyleyenler vardır. Bazı tarihçiler de, savaş sonunda Müslümanların Güney Fransa’yı terk etmek zorunda kaldıklarını belirtmektedir. Dahası Frank komutan Şarl Martel’i (Charles Martel) kahramanlaştırarak onu Avrupa’yı ya da Hıristiyanlığı İslam istilasından kurtaran kahraman olarak göstermektedirler.86 7.1. Şarl Martel (686-741) Şarl Martel (Charles Martel), bugünkü Belçika sınırlarında bulunan Herstal’da doğmuştur. Pépin d’Heristal ile onun nikahsız karısı Alpaide’ın oğludur. İyi bir eğitimden sonra babasının izinde Frank Krallığı yüksek politikacı ve idarecileri arasında kendini gösteren, tutkulu, dindar ve iyi bir komutandır. III.Dagobert, II.Chilpéric, IV.Clotaire dönemlerinde ( Merovenjiyen hanedanı) Saray Nazırı unvanıyla ülkeyi yönetmiştir.87 Şarl, sonradan kazandığı Martel (Çekiç), unvanının da işaret ettiği gibi, yiğit ve cesur bir kimseydi. Kendisi birçok düşmanını itaat altına almış ve Akitanya’da müstakil bir hükümdarlık kurmuş bulunan Dük Eudes’i de kuzey Franklarının itibarî hakimiyetlerini tanımaya mecbur etmişti. Her ne kadar Şarl, unvan olarak kral adını taşımamakta idiyse de onun gayrı meşru ilişkilerinden dünyaya gelen oğlu Heristal’li Pepin, daha sonra gerçekte kral olmuştur.88 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 8 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 75; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 243 87 Nouveau Larousse İllustré, c. II, s.706-707 88 Hitti, İslam Tarihi, s. 679; Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, de la réalité au mythe, s. 12; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 259 85 86 Dindar bir şahsiyet olmasına karşın Charles Martel, düşmanlarıyla savaşırken Kilise büyüklerine itibar etmedi, pek çok piskoposu görevden aldı, sürdü ya da hapsetti. Ordularını besleyebilmek için Kilise’nin mallarına el koymaktan ve bunları vasallarına aktarmaktan çekinmedi. Charles Martel’e göre kilise sadece taraftar toplamak için kullanılan bir araçtı. Bu sayede her zaman emrine amade bir sermaye kabul ettiği kilisenin desteğini yanında hissetmekteydi. Kilisenin varlığı sadık vassalları ödüllendirmek için kullanılan bir hazineydi. Charles Martel’in geleceğinin kiliselerin desteğine bağlı olduğu aşikârdı. Buna rağmen O, dinî kurullardan hiç çekinmeden din adamlarını öldürtebilmekteydi. Örneğin; 739’da Arras’daki Saint-Vaast manastırı başrahibi Wido’yu, bir ayaklanmanın elebaşı olmakla itham etmiş ve öldürtmüştü.89 Şarl Martel, 717’de Austrasia ve 719’da Neustria’ya egemen oldu. 721’de küçük bir çocuk olan IV.Thierry’i Merovenjiyen tahtına geçirdi, fakat kendisi “Saray Nazırı” unvanıyla ülkesinin yönetimini elinde tuttu. IV.Thierry ölünce yerine birini seçmedi ve bundan sonra büyük fetihlere girişti. Germanya’da Saksonlar (720, 722, 724, 738) ve Kuzey Frisonları (733, 734) ile savaştı. Bavyera’yı (725, 728) ve Alamanya’yı Fransız topraklarına "Francia" kattı (728-730) ve bölgeyi bir Hıristiyan ülkesi haline getirdi. Bir taraftan da, İslam’a karşı harekete geçip çetin mücadele verdi. Ekim 732’de Poitiers Savaşı’nda Abdurrahman’ın ordularını yenerek Aquitania’nın Müslümanların eline geçmesini önledi. Böylece Hıristiyanlığı kurtaran Charles, kendisini yardıma çağırmış olan Aquitania dükü Eudes’e de boyun eğdirdi. 90 Bütün bunların ötesinde Charles Martel "Avrupa feodalitesinin kurucusu" olarak anılmaktadır. Aslında “Feodalite, teknik anlamıyla ... birtakım hür insanlara (lordlar) karşı öteki hür insanların (vassaller) ... itaat ve hizmet düzenlenmeleri ve zorunluluklarını ... ve lordun vassaline karşı koruma ve himaye zorunluluklarını yaratan kurumlar toplamı olarak görülebilir.” Burada anahtar öğeler; ağır süvari, vassallik, tımar, bağışıklık, özel kaleler ve şövalyeliktir. Büyük at zırhları ve zırhlı şövalyeleri taşıyacak büyüklükte atlar gerektiren ağır süvarilik Batı'ya İran ve Bizans'tan gelmiştir. Charles Martel yalnız bu tür süvari kullanımını başlatmakla değil, onları beslemek için geniş Kilise topraklarına el koymakla da tanınır. Bu nedenle ona "Avrupa feodalitesinin kurucusu" denilmiştir. Üzengi aynı dönemlerde icat edilmiştir. Atın sırtında daha sıkı durulmasına ve at ile sürücüsünün hızından yararlanarak mızrağın daha etkili kullanılmasına yardım ederek, üzengi hafif, hareketli süvari baskınlarını ağır saldırı yöntemi 89 90 H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 271 H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 272 haline getirmiştir. Dolayısıyla ana sorun yeterli büyüklükte bir şövalye sınıfını hem hizmetin ve eğitimin gerektirdiği psikolojik talepleri hem de atlarının, donanımlarının ve maiyetlerinin oldukça fazla olan masraflarını sürekli olarak karşılayacak toplumsal yapılanmayı sağlamaktır. Şövalye sınıfının (chevaliers) beslenmesini, toprak mülkiyetiyle süvari geleneğinin el ele gittiği bir yapılanmada sağlamak, feodal toplumun merkezi mantığını oluşturmaktadır.91 7.2. Puvatya Savaşı’na Hazırlık; Orduların Yapısı İki ordunun genel durumuna bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: Kurtuba'dan hareket eden İslam ordusu uzunca bir süredir seferde olması ve birçok savaş yapması sebebiyle bir hayli yorgundu. Üstelik, askerî birlikler uzunca bir yol katederek buraya kadar gelmişti. Bu sırada meydana gelen savaşlarda birçok şehit vermişti. Aynı zamanda ele geçirilen şehirlerin muhafaza edilmesi önem arz ettiğinden askerlerin bir kısmını bu yerlerde muhafız olarak bırakmıştı. Ayrıca fethedilen bölgelerden elde edilen çok miktardaki servet ve ganimet ordunun süratli hareket etmesini güçleştiriyordu. Hatta ordunun hilafet merkezinden çok uzakta bulunması yardımcı kuvvetler gelme ihtimalinin olamayacağının göstergesiydi. Bir de ordu içinde Berberi-Arap çekişmesinden kaynaklanan iç problemlerin var olduğu kuşkusu mevcuttu.92 Frank ordusuna gelince; Şarl Martel, öncelikle Galya bölgesinin her yanından asker topladı, civardaki Hıristiyan liderlere elçiler göndererek yardım istedi. Franklar ve çeşitli Germen kabilelerinden oluşan büyük bir ordu ile güneye doğru yola çıktı. Şarl Martel, askerî yönden tecrübeli, dinî yönü ağır basan, dönemin en güçlü ve nitelikli hükümdarlarından biriydi. Ordusunda Vikingler, Normanlar, Saxonlar, Galyalılar, Kuzey Afrika’dan getirilen paralı askerler olmak üzere muhtelif unsurlar yer almaktaydı.93 Şarl Martel’in ordusu tecrübeliydi ve ciddi bir şekilde savaşa hazırlanmıştı. Üstelik bu ordu Katolik Hıristiyanları temsil ediyor görünümündeydi.94 Şarl Martel’in askerleri silah olarak mızrak, kalkan, uzun kılıç ve ağır balta taşıyorlardı, üzerlerinde zırh vardı. Philip K. Hitti, Frank ordusunun kurt Norman Davies, Avrupa Tarihi, s. , 340, 377 Hüseyn Mu’nis, Rıhletü’l-Endelüs, s. 250; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 251 93 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 252 94 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, s. 40; Jacques Pirenne, Büyük Dünya Tarihi (Çev., N. Önal-B. Cankat-R. Özdek, İstanbul, trz, c.I, s.265. 91 92 derilerinden yapılmış elbiseler giydiğini, keçeleşmiş uzun saçlarını omuzlarından aşağı koyuvermiş yaya askerlerden oluştuğunu ifade etmektedir.95 İslam ordusundaki askerler ise hafif silah olan kılıç ve ok kullanıyordu. Ok atmak, kılıç kullanmak, ata binmek Müslümanların vazgeçilmez geleneklerindendi. Hatta İslam uğruna ok imal eden, oku okçuya sunan ve oku atan kişinin cennete gideceğine inanılırdı. Ayrıca yazmayı, yüzmeyi ve ok atmayı öğrenmek çocukların en tabii hakkı idi. Dolayısıyla İslam ordusunun oluşumunda manevî unsurlar ağır basmaktaydı. 96 Gerekli askerî hazırlıklarını yapmış olan Şarl Martel’in ordusu Abdurrahman el-Gafıki ve Müslümanların bulunduğu Tours şehrine doğru süratli bir şekilde hareket etti. Bu esnada İslam ordusu Loire nehrini geçmeye hazırlanıyordu. İki tarafın öncü kuvvetleri Clain ve Vienne nehirlerinin birbirlerine kavuştuğu noktada karşı karşıya geldiler. Bu ilk çatışmadan sonra Abdurrahman el-Gafikî, ordusunu güneye, Poitiers ile Tours arasındaki ovaya çekti ve gerekli hazırlıklar yapılıp savaş düzeni alındı.97 7.3. Savaş günü . Her iki taraf gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra, Poitiers ile Tours şehirleri arasında; Poitiers’nin 20 km. kuzeydoğusunda bugün “Moussais la Bataille” denilen yerde savaş düzeni aldılar. (Bu yer Chatellerault’ya giden eski Roma yolu üzerindedir.)98 Şavaşın şekli hususunda; ilk günler iki ordu arasında küçük çaplı çatışmalar ve karşılıklı ok atma dışında ciddi bir çatışma meydana gelmediğini bildirenler olduğu gibi ilk günden itibaren son güne kadar çok ciddi mücadelenin ve kıyasıya çatışmaların yaşandığını bildirenler de vardır. Savaşın ciddiyeti göz önünde bulundurulduğunda ikinci bakış daha makul gibi görünmektedir. Bilindiği gibi Araplar seri ve hızlı savaşlara alışkın idiler; savaşları genelde kısa sürer; ya yener ya da yenilirlerdi. Fakat bu defa savaşın yaklaşık on gün kadar sürdüğünü görmekteyiz. Her iki tarafta savaşı ciddi bir şekilde algılamış ve kazanmak için büyük çaba ve enerji sarf ediyordu. Taraflar birbirleriyle sabahtan akşama kadar kıyasıya mücadele etmekte ve karşılıklı direnmekteydi. Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 252 M. Reinaud, De l’Art militaire chez les arabes au moyen âge, Paris 1848, s. 16-23 97 Hitti, İslam Tarihi, s. 679; L. A. Sédillot, Histoire des Arabes, s. 158 98Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 44; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’şşühedâ, s. 66; Hüseyn Mu’nis, Fecru’l-Endelüs, s. 270; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 252 95 96 Frank orduları eğitimli, daha tecrübeli ve savaşmaya alışkındı. Fakat Müslüman birlikler içinde özellikle gönüllülerin savaş tecrübesi azdı; ancak onlar şehid olmayı arzuluyorlardı. Hafif süvari birliklerinden oluşan İslam ordusu bütün cesaretiyle Hıristiyan ordusu üzerine hücuma geçiyor, fakat birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş zırhlı Frank birliklerinin saflarını yaramıyor, bir duvara çarpmış gibi geri çekilmek zorunda kalıyor ve piyade birlikleri için bir gedik açamıyordu. Hitti bu karşılaşmayı şöyle anlatmaktadır: Frank ordusunda yer alan ve savaşın kızgınlaştığı bir sırada dört köşe ve ortası boş bir biçimde vaziyet almış olan savaşçılar, omuz omuza ve bir duvar sağlamlığında, ve hatta bir buz duvarı gibi gevşeme ve esneme nedir bilmez bir biçimde ayakta duruyorlardı. Karşılarında hücuma kalkan Müslümanların hafif süvarileri başarı gösteremiyordu. Franklar, saflarını dörtgen biçiminde sıralamışlardı. Her bir saf aşıldığında arkasından diğeri geliyordu. Üzerlerine gelen süvarilerin aralarına sızmasına imkân vermeden ellerindeki kılıçlarla onları etkisiz hale getiriyorlardı.99. Fransız askerleri silah avantajına da sahipti. Ağır süvari birlikleri zırhlıydı, askerler ok, kalkan, uzun mızrak, uzun kılıç ve ağır balta taşıyorlardı. Özellikle kuzey bölgelerinin askerleri Vikingler ve Normanlar çok güçlü ve acımasızdılar. Müslüman askerler ise hafif silah olan kılıç ve ok kullanıyordu. Bu durum askerî yönden Frankların avantajlı olduğunun bir göstergesidir. Savaşın ilk günleri her ne kadar Müslümanlar buz dağına çarpmış gibi etkilenmişlerse de bu savaşı kazanacakları görünümü vardı. Müslüman ordusunun savaş düzeni klasik beşli yapı şeklindeydi. 1.Mukaddime, öncü birlikler. 2.Meymene, sağ kanat. 3.Meysere, sol kanat. 4.Kalp, merkezî birlikler. 5.Saka, artçı birlikler. İlginç ve diğer savaşlardan farklı olarak bu defa Saka (artçı) bölümünde özellikle Berberî askerlerin taşınabilir eşyaları ile aileleri; eşleri ve çocukları da bulunmaktaydı. Bu Müslüman askerler buralara yağmalama düşüncesinden ziyade yerleşmek amacıyla gelmişlerdi. Bununla birlikte ordunun ihtiyacı olan erzak ve mühimmat, ihtiyat birlikleri ve Fransa topraklarına girildiğinden beri ele geçirilmiş olan ganimetler de bu bölümdeydi.100 Şarl Martel, bir taraftan İslam ordusuna karşı şiddetle mukavemet gösterirken diğer taraftan Abdurrahman el-Gafikî’nin ordusunun yapısını derinlemesine analiz etti. Bu istihbarat faaliyeti meyvesini verdi. İslam ordusunda ganimetlerin ve ailelerin bulunduğu yeri tespit ettiler. 99 Hitti, İslam Tarihi, s. 680; Lavallée, Histoire des Français, c.I, s.151 Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, de la réalité au mythe, s. 12 100 Savaşın sonuncu günü Müslümanların zafere ulaşmaları beklenirken Şarl Martel’in birlikleri İslam ordusunda bir gedik açtı ve artçı birliklerin ya da ganimetlerin bulunduğu yere hücum etti. Ganimetlere hücum edenin Dük Eudes olduğu da rivayet edilmektedir. Frankların mükemmel planı savaşın kaderini belirleyen en önemli etmenlerden bir oldu. Dük Eudes’ün yeni birliklerle gelip Charles Martel’e destek verdiği, onun katılımıyla Frankların cesaret kazandığı ve canla başla savaşa devam ettikleri söylenmektedir.101 Ganimetlerin bulunduğu yerin düşmanların eline geçmek üzere olduğu haberi İslam ordusunun merkezinde duyulunca ordunun insicamı bozuldu. Ganimetlerin Frankların eline geçmesinden endişe eden sağ ve sol kanattaki süvari birlikleri Abdurrahman el-Gafikî’nin bütün uyarılarına rağmen saflarını terk edip ganimetleri onlara kaptırmamak için süratle ordugâha geri döndüler. Aslında bu geri dönenlerin ailelerini; eş ve çocuklarını kurtarmak için dönen Berberîlerin olduğunu söylemek savaşın mantığı ve hedefine daha uygun düşmektedir. İster ganimet, ister ailelerin kurtarılması için olsun bu durum büyük bir kargaşa ve karışıklığa neden oldu ve İslam ordusunun saflarında bozulma meydana geldi. Abdurrahman el-Gafikî var gücüyle safları düzeltmek için çok uğraştı ve ordunun en önüne geçti. Ancak düşman tarafından atılan bir okun yanağına isabet etmesi sonucu şehit düştü. Zaten O’nun en büyük emeli savaş alanında şehit olmaktı; bunun için dua ediyordu ve O, bu emeline kahramanca ulaşmış oldu. Komutanlarının akıbetini gören Müslümanların morali bozulmuştu. Franklar her taraftan onları kuşatmıştı. Müslüman askerler akşam oluncaya kadar kayıplar vererek savaşa devam ettiler. Daha sonra taraflar ordugâhlarına çekildiler. İslam ordusu yorulmuş pek çok asker şehit olmuştu. Bu arada Franklar müslümanların ilerlemesini önledikleri için adeta bayram havası estiriyorlardı. Gece durumu değerlendiren İslam ordusundaki kumandanlar, kalan askerlerle savaşa devam etme fikrini öne sürenlere rağmen, daha fazla kayıp vermemek için gece karanlığından istifade ederek götürebilecekleri kadar ağırlıklarını yanlarına alıp savaş meydanından uzaklaşmaya karar verdiler. Tedbir olarak çadırlarında ateşleri yanık bıraktılar. Taşıyamayacakları çadır ve ganimetleri orada bırakıp, hafif eşyalarını yanlarına aldılar ve güney doğudaki Septimania’ya, Erbûne (Narbonne) şehrine çekildiler (Ramazan 114 / 25 Ekim 732).102 J.-L. Chalmel, Histoire de Touraine, c. I, s. 228-229 H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 209; Abdülkerim Özaydın, “Belâtüşşühedâ”, DİA, c.V, s. 391-392; Hüseyin Mu’nis, Atlas Târîhü’l-İslâm, s. 137; Emîr Şekîb Arslan, Târihu ğazavâti'l-Arab, s.101,106; Muhammed Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, s. 99-101; el-Ğanîmî, Ma’reketü 101 102 Théophile Lavallée, Arapların ağır bir şekilde geri çekilirken geçtikleri yerlerdeki her şeyi tahrip ettiklerini söylemektedir.103 Sabah olunca Franklar o günkü savaş için son hazırlıklarını yapıp müslümanların çadırlarından çıkmalarını beklemeye koyuldular. Ancak uzun süre beklemelerine rağmen karşı çadırlardan ne bir ses duyuluyor, ne de bir hareket görülüyordu. Bunun bir hile olduğunu sanarak dikkatle çadırlara doğru ilerlemeye başladılar. Karşılarında çadırların boş olduğunu gören endişeli Fransızlar önce şaşırdılar daha sonra İslam ordusunun çekildiğini anlayınca büyük bir ferahlık duydular. Hiç olmazsa o an için bir tehlike kalmamıştı.104 Savaştan muzaffer çıkan Frank ordusu komutanı Charles Martel ise muhtemelen Müslümanlarla savaşın zorluğunu gördüğü için ya da başka sebeplerden dolayı onları takip etmedi. Kısmî başarı ile yetindi ve Müslümanların terk ettikleri ganimetleri gasp ederek kuzeye döndü.105 Araplar bu savaşta yok edilemedi. Bu savaş sonrası Dük Eudes, Şarl Martel’e bağlılık yemini etti ve Akitanya’ya gönderildi. Şarl ise büyük bir ganimetle Austarasie’ye döndü ve “Sarrazenlerin Çekici” (Marteau des Sarrasins) unvanıyla anıldı.106 Yapıldığı bölgeye nispetle batılı kaynaklarda “Poitiers”, “Battle of Poitiers", Tours isimleriyle anılan bu savaş bu şekilde İslam ordusunun geri çekilmesiyle sona ermiş oldu. Bu savaş İslami kaynaklarda ise "Puvatya", (Puvatye) ve “Belâtüşşühedâ” (Şehitler Yolu) olarak isimlendirilmiştir.107 Sonuç Balâtü’ş-şühedâ, s. 66-75; Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 77; Condé, Histoire de la domination des Arabes, c. I, s. 142; Ferdinand Lot, Études sur la bataille de Poitiers de 732, s. 35, 44; Henri Guillaume Moke, La Bataille De Poitiers, s. 3-6 103 Lavallée, Histoire des Français, c. I, s. 151 104 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 77 105 Hitti, İslam Tarihi, s. 680; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 254; Robert Mantran, İslâm’ın Yayılış Tarihi, s. 112 106 Lavallée, Histoire des Français, c. I, s. 151 107 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 9 Şarl Martel’in Puvatye’de elde ettiği zaferin hiçbir şeref hissesi yoktur. Çünkü bu zafer Hıristiyan müverrihleri dinî taassuba kapılarak ne kadar iddia ederlerse etsinler, hiç de şerefli bir zafer değildir. Puvatye’deki mağlubiyet Arapların, Abdurrahman’ın mağlubiyeti değil, fakat Arap ahlakının infisahından mütevellit bir mağlubiyettir. Eğer bu hal olmasaydı Suriye’den, Afrika’dan, Endülüs’ten taşıp gelen beyaz bayraklı dört yüz bin kişilik kuvvet Puvatye harp meydanında muzaffer olur ve bu zafer bütün Avrupa topraklarının Suriye emaretine ilhakı ile neticelenirdi. (Kalelizade, Puvatye Muharebesi, s. 27-28) Puvatya Savaşı sonucu itibariyle Müslümanlar açısından olumsuz ve son derece elem vericidir. Bu savaşta onlar geri çekildiler, hem komutanlarını hem de başta tâbiînden olmak üzere çok sayıda savaşçının şehid olmasına tanık oldular. Bununla birlikte daha önce belirtildiği gibi, Müslüman tarihçiler Puvatya savaşı ile ilgili ya suskun kaldılar ya da çok kısa bilgiler vermekle yetindiler. Vakıdi, Belazüri, bahsetmemektedir. Taberi gibi ilk dönem tarihçileri bu savaştan İbn Abdülhakem, Abdurrahman el-Gafıkî’nin 733 yılında yapılan bir seferde tüm askerleriyle beraber şehit olduğunu bildirmekte ve başka herhangi bir detaya girmemektedir.108 İbn Haldûn ise bu savaşı Abdurrahman el-Gafıki yerine Ubeydullah İbnu’lHabhab’a nispet etmektedir.109 Mehmet Özdemir ise, bu mağlubiyetin Endülüs Müslümanlarını derin bir kedere boğduğunu ve gelecek nesillerin böyle elim bir hadiseden haberdar olmalarına engel olmak için İslam tarihçilerinin kaynaklarında bu savaştan pek bahsetmediklerini ifade etmektedir.110 Bu söylenenlere ilave olarak Müslüman tarihçilerin, mağlubiyet nedeniyle de bu savaşı fazla önemsemedikleri söylenebilir. Puvatya Savaşı Avrupalılar açısından büyük bir gündür; bu büyük günde Avrupa halkları kendilerinde yeniden bir cesaret buldular, artık bu günden sonra Müslümanlardan (Sarrazenler) korkmamaya ve endişe etmemeye başladılar.111 Hıristiyan kaynakları ve batılı tarihçiler Puvatya savaşıyla ilgili tafsilatlı bilgiler vermekte, Müslüman tarihçilerin zıddına bu savaşta elde ettikleri zaferi mübalağalı bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Genel olarak baktığımızda batılı tarihçiler bu savaşı Hıristiyanlığın bir zaferi ve Avrupa’nın İslamiyet tehlikesinden kurtulduğu gün olarak tavsif etmektedirler. Tarihçi İra M. Lapidus, Müslümanların İspanya üzerinden Fransa içlerine doğru birçok sefer düzenleyerek ilerlediğini ancak Charles Martel tarafından 732’de Poitiers muharebesiyle durdurulduğunu ifade etmektedir.112 Claude Cahen’e göre genel kanaat bu savaşın yapıldığı gün, Müslümanların Avrupa da ilerleyişlerinin durdurulduğu gündür.113 İbn Abdülhakem, Fütûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 217 İbn Haldun, Tarih, c.IV, s.119; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 255 110 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, s. 40. 111 De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, s. 461 112 Ira M. Lapidus, İslâm Toplumları Tarihi, Hazreti Muhammed’den 19. Yüzyıla, İletişim yayınları, İstanbul 2010, c.I, s. 512 113 Claude Cahen, Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar İslamiyet (Çev., Esat Nermi Erendor), Ankara 2000, s. 38 108 109 Çağdaş bazı tarihçi ve yazarlar Puvatya savaşını takip eden yıllarda fetihlerin hızının kesilmediğini, halife Hişâm b. Abdülmelik (724-743) tarafından yeni orduların bölgeye gönderildiğini ifade etmektedirler. Buna göre Puvatya’da Müslümanların durdurulması her şeyin sonu anlamına gelmemektedir. Bu savaştan iki yıl sonra Müslümanlar Rhône Vadisinde gözüktüler (734), Arles ve Avignon şehirlerini ele geçirdiler ve egemenliklerini Lyon ve aynı zamanda da Akitanya’ya kadar genişlettiler.114 Ayrıca Hitti’ye göre; Müslümanlar Narbonnne (Arbûne) limanında kurdukları köprü başlarını ve teşebbüs ettikleri bütün askerî harekatta merkez ve stratejik üs vazifesi görmüş olan bu şehri 759 yılına kadar ellerinden bırakmamışlardır. Fakat Tours (Tur) yakınlarındaki bu başarısızlık Müslümanların kuzey yönünde ilerleyişlerindeki duraklamalarını gerçek sebebi olmayıp sadece İspanya'daki muzaffer Müslüman Ordularının kuzeyde ulaşabildiği en uzak noktayı bize işaret edip göstermektedir.115 Poitiers savaşının sonucu üzerinde yorum yapan. Fransız tarihçisi Gustave Le Bon bu hususta şöyle demektedir: “Müslümanlar, Charles Martel'den yedikleri darbeden uyandıktan kısa bir zaman sonra eskiden ellerinde olan yerleri geri aldılar ve iki asır kadar Fransa'dan çıkmadılar. 737 yılında Marsilya dükü Provence bölgesini Müslümanlara teslim etti. Daha sonra Müslümanlar: Arles ve çevresini zaptederek X. yüzyılın sonuna kadar Provence bölgesinden çıkmayarak orada kaldılar. Bazı tarihçilerin iddia ettikleri gibi Charles Martel’in Poitiers'de kazandığı zafer netice itibariyle pek önemli olmamış, Müslümanlar bu savaştan sonra Fransa'da iki asırdan fazla kalmışlardır. Bu tarihçilerin Charles Martel'in Avrupa'yı ve Hıristiyanlığı Müslümanların elinden kurtardığı tarzındaki iddiaları önemli bir delile dayanmamaktadır. Nitekim Charles Martel, müslümanları fethettikleri hiç bir şehirden geri çıkaramamış, aksine onlar tarafından fethedilen şehirleri bırakarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Charles Martel'in elde, ettiği tek müspet sonuç, müslümanların Fransa'ya sefer' yapma hususundaki cesaretlerini sarsmış olmasıdır. Bu da Fransız komutanının önemli bir zafer elde ettiği anlamına gelmemektedir.”116 Üstelik Müslümanlar, Fransa'nın güneyinde fethettikleri yerleri bir müddet daha koruyabildikleri gibi Endülüs, sekiz asra yakın bir zaman ellerinde kaldı. De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, s. 460-461; Emîr Şekîb Arslan, Târihu ğazavâti'l-Arab, s. 106; Ernest Lavisse, Histoire de France İllustrée, c.II, s. 261; Henri Bigot, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, s. 10; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 258; H.Pirenne, Hz. Muhammed ve Şarlman, s. 209 115 Hitti, İslam Tarihi, s. 681 116 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, c. IV, s. 78 114 Şayet Politiers savaşı, bazı tarihçilerin iddia ettikleri ölçüde önemli olsaydı müslümanlar bu savaştan sonra bu topraklarda o kadar uzun bir süre kalamazlardı.117 Bu durumda Müslüman Araplar Endülüs ve Galya bölgesindeki topraklarının tümünü bırakmamışlardır. Ancak Abdurrahman’ın bu savaşı Araplar’ın Fransa topraklarındaki son ciddi çabasıdır. Bundan sonraki yıllarda Emevi devletinin yıkılmasına doğru işleyen süreç bu bölgeyi de etkiledi. İç anlaşmazlıklar, Arapların kendi aralarındaki problemleri, Arap-Berberi çekişmeleri Endülüs’te bazı dahili sıkıntıları doğurdu. 741 yılında kuzey Afrika’da başlayan Berberî isyanları Endülüs’e de sıçradı. Böylece Müslüman fatihler, enerjilerini savaş meydanlarında düşmanlara karşı değil, birbirlerine karşı kullanmaya başladılar.118 Robert Mantran ise, “Müslüman fetihleri, Berberilerin itişi altında, kuzeye doğru yoluna devam etti: Biliniyor ki Müslüman birlikleri Fransa'da Gaulle bölgesine girdiler, güneyi işgal ettiler ve 732'de Poitiers'de durduruldular. Bu güneye doğru varan müslüman yayılışının en uç noktası oldu” demektedir.119. G. Ostrogorsky, o zamanki dünyanın öteki ucunda Poitiers yakınında Araplara karşı Charles Martel’in kazandığı zaferi dünya çapında bir dönüm noktası kabul etmekte ve diğer bazı zaferlerle birlikte bunun da Avrupa’yı Müslüman dalgasının kaplamasından kurtardığını ifade etmektedir.120 Puvatya savaşının Avrupa medeniyetini kurtardığı şeklinde öne sürülen iddialara karşı bazı tarihçiler, O dönemde Endülüs ile Avrupa’yı kıyaslayarak cevap vermektedirler. Miladi VIII. asırda Endülüs’ün ticaret, ziraat, eğitim, hukuk vb. konularda Avrupa’dan önde olduğu ve tüm dinler için ibadet özgürlüğünün bulunduğu ifade edilmektedir. 121 Théophile Lavallée’ye göre Avrupa ve Asya’da doğan medeniyetler 732 yılında Poitiers savaş meydanında birbirleriyle buluştular.122 Gustave Le Bon, Müslümanlar Fransa’yı fethetmiş olsalardı, Paris şehrinin de Kurtuba gibi ilim ve medeniyet merkezi haline geleceğini, Kurtuba’da yolda yürüyen sıradan insanların bile okur-yazar olduğu halde Avrupa’da kralların isimlerini yazmayı bilmedikleri ve parmak damgası kullandıklarını ifade etmektedir. W. Montgomery Watt, İslam Avrupa’da (Çev., Hulusi Yavuz), s. 23. Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 258 119 Robert Mantran, İslâm’ın Yayılış Tarihi, s. 112 120 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 116-117; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 256 121 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 258 122 Lavallée, Histoire des Français, c. I, s. 151 117 118 Yine aynı tarihçi Gustave Le Bon: "Ortaçağda Araplar medeni Avrupalılar ise geri kalmıştı" diyerek bu gerçeği ortaya koymaktadır.123 İngiliz tarihçi Gibbon’un Puvatya Savaşı ile ilgili söyledikleri oldukça dikkat çekmektedir: "… Sarrazenler (Müslümanlar), Cebelitarık’tan hareketle Loire nehri kıyılarına ulaştılar, Polonya sınırlarına, Ecosse dağlarına da ulaşabileceklerdi; onlar için Ren (Rhin) nehrini geçmek Nil ya da Fırat’ı geçmekten hiçte zor değildir, öte yandan Arap donanması hiçbir deniz savaşı yapmadan Tamise’e girebilecekti. Şayet bu savaşta Müslümanlar galip gelseydi belki şimdi Oxford Üniversitesinde Kur’an tefsir edilecek ve sünnet edilmiş halkın önünde Muhammed’in dininin kutsallığı ve doğruluğu ispat edilecekti. Tek bir adamın (Charles Martel) talihi ve dehası Hıristiyanlığı kurtardı …"124 Bir başka batılı tarihçinin şu sözü nakledilir. "Şarl Martel’in 732 yılındaki Araplara karşı elde ettiği zafer, Arapların Avrupa’nın batısındaki fetihlerine kesin bir çizgi koydu ve Hıristiyanları İslamiyet’ten kurtardı. Diğer eski medeniyetleri korudu…" Aynı eserde Ranke’nin şu sözü verilir: "VIII. asır tarihteki en önemli asırlardan birisidir. Bu asırda Muhammed’in dini İtalya ve Galya bölgelerini ele geçirdi. Bu tehlikeyi bir Germen genci olan Şarl Martel engelledi.125 XVI. XVII, XVIII. yy’larda tarihçiler bu savaşı diğer savaşlardan farklı görürlerdi. XIV.Louis’nin sarayında Fransa tarihini kaleme alan Rahip Vellydans bu savaşı değerlendirirken “Arapların büyüklüğünün mukadder sonu, Fransa’nın muhafazası, Avrupa’nın ve tüm Hıristiyanlığın kurtuluşu” ifadelerini kullanmaktadır.126 Bununla birlikte Hitti, “…şimdi içinde muazzam katedrallerin dikili durduğu Londra ve Paris'teki camilere Oxford ve diğer öğrenim merkez ve muhitlerinde İncil yerine Kur'ân-ı Kerîm'in okunmasının bolluğuna bakarak savaşı nihayet Müslümanların kazandığını ifade etmektedirler.”127 Yine savaşla ilgili şu abartılı bilgiler dikkat çekicidir; “Müslümanların bu yenilgi haberinin müjdesi Katolik âleminde çabucak yayıldı. İtalya’daki papazlar ve rahipler, Şarl Martel tarafından 350.000 veya 375.000 Müslüman’ın başının ezildiği haberini yayıyorlar ve bunu kutluyorlardı. Bu savaşta sadece 1.500 kadar Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 259; Edward Gibbon, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, nouvelle édition par François Guizot, t. X, p. 385-386, 390 125Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 257 126 Philippe Sénac, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers, s.12 127 Hitti, İslam Tarihi, s. 681 Bir kısım hıristiyan müellifler hırıstiyanlık gayreti ile şöyle yazmışlardır. "Eğer Şarl Martel onları bozmamış olsaydı Almanya'yı feth ederek İstanbul'u muhasara etmekte olan hemcinslerine kavuşup bütün dünya İslam hükümetine dahil, bütün âlem Muhammedî olacak bu suretle hırıstiyan dini ortadan kalkmakla dünya dalaletten kurtulmaz olacaktı." (Nuri Ünlü, İslâm Tarihi, s. 212 123 124 Hıristiyan ölmüştür”. 128 Halbuki bu savaşa katılan Müslümanların sayısının 70.000-100.000 arasında olduğunda şüphe yoktur. Hıristiyan yazarlarından bazıları ve kilise kaynakları buna benzer görüşler ortaya atmışlardır. Bu görüşlerde Hıristiyanlık dinini koruma ve taraftarlığını yapma kendini hissettirmektedir. Bunu da bir bakıma doğal karşılamak gerekir. Ancak bazı yazarlar işin dozunu kaçırmışlar ve mübalağalı, gerçekten uzak bilgiler vermişlerdir.129 Bununla birlikte Abdurrahman el-Gafıki komutasındaki İslam ordusunun Puvatya’da durdurulması Avrupa Hıristiyan dünyası için büyük bir önem taşıdığı gibi, İslâmiyet’in Batı’daki ilerlemesinin de bir dönüm noktası olmuştur. Charles Martel’in bu başarısı efsane ve destanlara konu olmuş, halk muhayyilesini asırlarca meşgul etmiştir.130 Öte yandan bu savaştan sonra Şarl’a “Martel” (çekiç) lakabı verilmiş ve Şarl’ın nüfuzu ve şöhreti artmıştır.131 Bir başka açıdan Puvatya savaşının gerçek mağlubu Dük Eudes ve onunla birlikte Akitanya oldu. Eudes’ün yardım çağrısıyla gelen Şarl Martel Akitanya’ya girdi. Bu bir anlamda Kuzeyin Güney üzerinde bir zaferiydi. Austrasie bölgesi Frankları artık Akitanya’daydılar. Aslında Dük Eudes’ü yenen Müslümanlar Franklara farkında olmadan büyük bir hizmette bulundular; 735’de Dük Eudes’ün ölümünden kısa bir süre sonra Charles, Bordeaux ve Blaye’ı ele geçirdi.132 Montgomery Watt’ın değerlendirmesi ise şöyledir: Vizigotlar İspanyası'nın fethi tamamlanmadan önce bazı Müslüman kumandanlar, Rhône Vadisi'ne, Narbonne ve Pamplona üslerinden de Fransa'ya doğru akınlar yapmaya başladılar. Bu akınlardan biri 732 yılında Puvatye (Poiters) ile [Paris'in 200 km güneybatısındaki] Tours şehirleri arasına doğru yapıldı. Ancak Şarl Martel (Charles Martel) tarafından burada geri püskürtüldüler. Bu hadise, dünyada neticesi en kesin olan harplerden biri sayılmaktadır. Bir bakıma da öyledir. Zira o tarihten sonra bu yöndeki İslami ilerleme, en son noktasında düğümlenip kalmıştır. Diğer taraftan, İslam'ın hızla ilerlediğini gösteren olaylara bakılırsa, İspanyalı Müslümanların hezimete uğradıklarına dair hiç bir alamet yoktur. Bilakis 128Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 132-133; Muhammed Abdullah İnân, Devletü’l-İslam fi’lEndelüs, s. 108; M.Cardonne, Histoire de l’Afrique, s. 127-128; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 256 129 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 257 130 Hakkı Dursun Yıldız, "Abdurrahman el-Gafıkî, DİA, c.I, s. 162 Abdurrahman’ın o zamanlarda bir masal kahramanı etkisi bıraktığı ve Frenk kadınlarının uzun zaman yaramaz çocuklarını "Abderame geliyor” diye korkuttukları söylenmiştir. (Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 258) 131 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 12 132 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 10-11 Müslüman İspanya, yüzyıllar boyunca dimdik ayakta durabilmiş, hatta bir müddet kudreti de artmıştır. Puvatya savaşı, Müslümanların düzenledikleri kârlı akınların artık sonunun gelmiş olduğunu ortaya koymuştur. Fransa'nın ortalarına kadar gönderdikleri insan gücü, oralarda rastlayacakları düşman birliklerini mağlup edecek kadar sağlam değildi. Müslümanların askeri güçleri artsaydı, kuzeye doğru bir sefer daha yapabilirlerdi. Fakat Puvatya savaşından yaklaşık on sene sonra Emevî hilafeti, Orta Doğu'da, vâkî ayaklanmalarla can çekişmeye başladı. Bu yüzden Müslüman Arapların uzak ülkelere akınlar yapacak halleri yoktu. İspanya, bir Emevî Emîri'nin idaresinde daha sonra müstakil bir devlet haline gelince, Emîr'in bütün gayreti, ülkeyi birleştirip istikrara kavuşturmaktan ibaret oldu. Onun için bu akınlar, Müslümanların Puvatya ve Tours istikametindeki yayılma dalgasının en uç, gerilemelerin de en başını teşkil etti.133 Atçeken’in değerlendirmeleri ise şöyledir: Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından bir asır sonra (114/732) meydana gelen Puvatya savaşı Müslümanlar açısından ibret alınması gereken bir olaydır. Öncelikle hilafet merkezinden 10. 000 km. uzaktaki güney Fransa’ya kadar giden Müslümanların bulunduğu nokta İslam tarihi boyunca Batı Avrupa’da ulaşılabilen en son noktadır. Müslümanlar İslamiyet’i yaymak için binlerce kilometre uzaklara gidebilmişlerdir. Ancak gerek ordu içindeki bazı iç anlaşmazlıklar ve çekişmeler, gerekse maddi temayüller (ganimet) ilk günler başarılı götürdükleri savaşın son anında geri çekilmeleriyle sonuçlanmıştır. Gerçi bu savaşta Müslümanların, Avrupalı tarihçilerin iddialarının aksine tam bir hezimete uğramaları söz konusu değildir. Savaştan geri çekilme ve İslam topraklarına salimen geri dönebilme isteği vardır. Ancak Müslümanlar biraz daha sebat etseler ve dünyalık peşine düşmeselerdi Allah (c.c.) zafer nasip edecekti. Manevî yüce hedeflerden sapılmadığı müddetçe zafer Müslümanlardan yana olmuş, maddi hedefler ön plana çıktığı veya iç anlaşmazlığa düşüldüğü zaman doğal olarak mağlubiyet kendisini göstermiştir. Bu da tarihî olayların oluşumunda dinî ve siyasî faktörlerin yanında ictimaî ve iktisadî faktörlerin de rol oynadığı gerçeğini gözler önüne sermektedir. Puvatya Savaşı sonucu itibariyle Hıristiyan Avrupa milletlerini sevindirmiş, buna karşılık Müslümanları üzmüştür. Ancak Puvatya savaşı Endülüs Müslümanları için her şeyin sonu olmamıştır. Bu savaştan sonra da eskisi kadar hızlı olmasa da askerî akınlar devam etmiş ve Müslümanlar sekiz asır Endülüs’te egemenliklerini sürdürmüşlerdir.134 İbnü'l-Emin Mahmud Esad Seydişehrî, "Tarih-i Din-i İslâm” adlı eserinde Puvatya Savaşını değerlendirirken şu ifadeleri kullanmaktadır; “Frenkler, Şarl Martel'in bu başarısına pek büyük önem vermektedirler. Onların gözünde Arapların Avrupa'yı zapt edememelerinin sebebi Şarl Martel'in başarısıdır. Hatta 133 134 W.Montgomery Watt, İslâm Avrupa’da (trc., Hulûsi Yavuz), s. 27 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 259 Avrupa tarihçilerinden biri diyor ki: “Eğer bu savaşta Fransızlar yenilseydi, Avrupa, Müslümanların eline geçer ve geleceği yok olurdu; çünkü Arapların zekâsı, terakki fikrine müsait değildir.” Fransız yazarlarından Gustave Le Bon, Avrupalıların bu yanlış düşüncelerini düzeltmek için şöyle diyor: “Araplar Fransa'yı kendilerine mesken kabul etmek ve Avrupa'da kesin yerleşmek için gelmemişlerdi. Fransa'nın havası onların vücuduna müsait değildi. Maksatları birkaç senede bir kere gelip birtakım ganimet malları alarak dönmekten ibaretti. Hatta Şarl'ın, o kadar büyütülen başarısı nedir? Arapların aldığı ganimetleri geri almaktan ibaret değil mi? Şarl, Arapları hiçbir müstahkem yerden çıkaramayıp savunmada bulunmuştur. Şarl'dan sonra Arapların iki asır daha Fransa'da kalmaya devam etmeleri buna delildir. Farz edelim ki, Araplar Fransa'nın iklimi ile uyuşup burada yerleşmiş olsunlar? Bunun ne güzel sonuç meydana getireceği malûmdur. Avrupa'nın diğer tarafları en müthiş bir vahşet içinde bulunduğu zaman Arapların idaresi altında yaşayan Hıristiyanların nasıl mesud bir vakit geçirdikleri düşünülürse, görülür ki, İslam sancağı Avrupa'da dalgalanmış olaydı Avrupa Hıristiyanları da Müslümanlarca asla bilinmeyen din savaşlarından, Sen Bartelemilerden (Saint-Barthélémy), engizisyonlardan, kısacası Avrupa'yı asırlarca kan deryasına çeviren bu afetlerden uzak kalırlardı. İslam ülkelerindeki şaşaalı parlak medeniyet, İslam düşüncesinin ilerlemeye mani olduğu fikrinin yanlışlığına delildir.”135 Puvatya Savaşı’nda Müslümanların kazanabilecek durumda iken maruz kaldıkları hezimet, oldukça acı, aklın kabulde zorlandığı bir yenilgi. Aslında bu durumu bir yenilgi olarak nitelemek yerine daha fazla kayıp vermemek için bir geri çekiliş hamlesi olarak değerlendirmek daha uygundur. Savaşın seyrini etkileyen birçok etmen mevcuttur. Bu etmenler arasında savaş alanının hilafet merkezi Şam’a ve vilayet merkezi ana üs Kurtuba’ya olan uzaklığı önemli bir yer tutmaktadır.136 Bu uzaklık gerekli zamanda ve hızlı bir şekilde askerî yardımın gelmesini imkânsız kılmıştır. Üstelik merkezden uzak ordu, uzun bir müddettir devam eden savaşlardan yorgun düşmüştür. Fethedilen Fransa topraklarının coğrafi ve topografik yapısı, özellikle de savaş alanının Arapların savaşmaya alışkın oldukları arazi yapısından oldukça farklı, dağlık, ormanlık, nehirler ve yeşil ovalardan teşekkül etmesi de önemli bir etmendir. Çöl ortamından farklı; mevsim, hava şartları, soğuk, şiddetli yağmurlar, çamurlu ve sulak araziler ordunun manevra gücünü olumsuz etkilemiştir. İbnü'l-Emin Mahmud Esad Seydişehrî, Tarih-i Din-i İslâm (İslam Tarihi)-Medine, Dört Halife Devri ve Sonrası, Divan Yayınları, İstanbul 1983, c.II, s. 1057-1058 136 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 254 135 Dolayısıyla daha ziyade kurak mıntıkalarda savaşan Araplar bu defa tanımadıkları ve alışkın olmadıkları bir bölgede savaşmışlardır. Ordunun yapısı ise mütecanis değildi. Ordu içindeki Arap kabileler arasındaki rekabet mevcuttu; Yemenî-Kaysî çekişmesi vardı. Yeni Müslüman olmuş Berberîler ile Araplar arasında yaşanan anlaşmazlıklar, tüm gayretlere rağmen zaman zaman olumsuz etkiler doğurmaktaydı. Bu arada Berberîler içinde Haricîlerin propagandaları da etkili olmaktaydı.137 Her ne kadar Berberîler içinde bazı grupların manevî yapıları farklılık arz ediyorsa da, Berberî unsurlar Müslüman olduktan sonra, inançlı ve samimi bir şekilde İslam için büyük fedakârlıklar gösterip, bu dinin Endülüs ve Fransa’da yayılmasına büyük katkı sağlamışlardır. Bununla birlikte Berberîler bu defa Fransa’ya düzenlenen sefere aileleriyle; eş ve çocuklarıyla katılmışlardı. Aileleri ordu gerisinde ise de bu durum önceki fetihlerden farklı ve savaşın seyrini etkilemiştir. Ayrıca orduda esirlerin ve çocukların varlığı da göz ardı edilmemelidir. Savaşın seyrini etkileyen en önemli etmen olarak ganimet konusu138 en çok istismar edilen bir husustur. Yenilginin ana sebebini ganimet hırsına bağlamak kolaycı bir yaklaşımdır. Hâlbuki Müslümanların hedefi Allah’ın ismini yüceltmek ve onun dinini yaymaktır. Ganimet ise hedef değil ancak bir vesile idi. Ordunun seyrüseferinde ihtiyat, erzak, mühimmat vb. ihtiyaçlarını temininde bir araçtı. Ordu uzak bölgelerde mücadele etmekteydi. Zaten o günün Fransa’sı ve İslam ordusunun güzergâhı yağma edilecek zenginliğiyle ön plana çıkmış değildi. Halkın çoğunluğu fakirdi; hatta hayvan derisinden giysileri olan yoksun insanlardı. Bu insanlar İslam ordularının yağmalayacağı ne mücevherata ve de hazinelere sahip değildi. Ancak burada zikredilmesi gereken husus ise, İslam ordusunun yanlarında taşıdıkları ağır ganimetler nedeniyle hızının kesmesi gerçeğidir. Bu durum zaten İslam ordusunun handikaplarından biridir.139 Bununla birlikte Bahriye Üçok, Abdurrahman el-Gafıki’nin tüm tedbirlerine rağmen Müslüman askerlerin yağmaya daldıklarını bu sebeple ordudaki düzenin bozulduğunu öne sürmektedir. O’na göre bu durum büyük başarılara alışmış olan Abdurrahman’ın bozguna uğramasına sebep olmuştur. Eğer Abdurrahman Poitiers Savaşı’nı kazansaydı, İslamların önce Almanya'ya, sonra Bizans İmparatorluğu üzerine yürüyecekleri muhakkaktı. Bu olaydan 280 yıl önce Attilâ'nın askerleri de C.-A. Julien, Histoire de l'Afrique du Nord Des origines à 1830, s. 359; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 73-76; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 255; S. Muhammed Ebû Diyak, el-Vecîz fî Târîhi’l-Mağrib ve’l-Endelüs, s. 193. 138el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 88-89; Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 255 139 S. Abdülaziz Salim, Târîħu’l-müslimîn ve âŝâruhüm fi’l-Endelüs, s. 143. Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 254 137 Abdurrahman el-Gâfiki'nin askerleri gibi yağmaya daldıkları için Orleans'da Aetus'la karşılaştıkları zaman yenilgiye uğramışlardı. Sırf bu yağma yüzündendir ki, Attila ve Abdurrahman, Avrupa'yı tam olarak ele geçirmemişlerdir.140 Savaşın seyrinde etkili bir diğer hadise de daha önce anlatılan Munuza (Osman b. Ebî Nes’a) olayıdır. Aquitanie Dükü Eudes kuzeyde Şarl Martel’in tehdidi, güneyde ise Müslümanların akınlarına maruz kalmıştı. Öte yandan Berberi lider Munuza ise, Kurtuba Emirine isyan etmişti. Bu durumda Eudes ile ittifak kurması normaldi. Ancak Abdurrahman el-Gafikî, ona mektup gönderdi. Müslümanlar üzerine gelen Eudes komutasındaki birliklerin önünü kesmesini istedi. Osman ise Eudes ile daha önce ittifak yaptığını ve yaptığı ittifaka sadık kalacağını bildirdi. Bu cevaba kızan Abdurrahman, Osman’ın bertaraf edilmesini istedi ve Osman öldürüldü. Müslümanların fetihler sırasında güney Fransa’da bazı kiliseleri yakıpyıkmalarına dair bilgiler veren batılı tarihçilere karşı Ömer Ferrûh şu değerlendirmeyi yapmaktadır: a) Kilise ve mabetlerin çoğu (mesela Tours şehrinde olduğu gibi) aslında birer kale ve burç vazifesi görüyordu. Fransızlar bunların arkasında Müslümanlarla savaşıyorlardı. O halde bunların yıkılmasında bir beis yoktur. b) Barbar Germen halkaları ile Fransızlar arasındaki mücadelede yıkılan bazı kiliseler olmuştur. c) Şarl Martel Hıristiyan olmasına rağmen düşmanı olan bir yere hücum ettiğinde kiliseleri yıkmayı mübah görüyordu. d) İlk dönem Avrupalı tarihçilerinin çoğunun din adamı ve rahip olması sonucu bunlar Müslüman Araplara iftirada bulundular, onları kilise ve mabetleri yıkmakla itham ettiler. e) Fransız tarihçileri, Arapların içinde 500 tane rahip olan bir kiliseye hücum edip onların hepsini boğazladıkları iddiasını ortaya attılar. Bu iddia tamamen geçersizdir.141 Müslüman ordusunun yenilgisinin asıl etmeni ise Başkumandan Abdurrahman el-Gafikî’nin savaş meydanında kahramanca çarpışarak şehid olmasıydı. O, bir rumuzdu; kalplere güven veren, kaynaştıran, cesaret verip yüreklendiren karizmatik bir şahsiyetti. Onun şehid düşmesi ordunun azmini kırdı, yerini alan kumandanlar, Muhannek, Ukbe b.Haccac vb. onun gösterdiği başarıyı gösteremediler. Yine de geri kalan askerlerin büyük kayıplara uğramaması için geri çekilerek yapılması gereken en makul davranışı sergilediler. Tıpkı Toulouse 140 141 Bahriye Üçok, Emevîler-Abbasîler, Ankara, 1968, s. 59-60 Atçeken, Puvatya Savaşı, s. 257; Ömer Ferruh, el-Arab ve’l-İslâm, s. 133-134 yenilgisinde Başkumandan Semh b. Malik el-Havlanî’nin şehid düşmesi akabinde onun yerini alan Abdurrahman el-Gafikî’nin orduyu salimen geri getirmesi gibi. Bununla birlikte bu çetin savaşta başkumandanlarının ölümüyle ordunun maneviyatı bozulmuştu. Ordunun durumu perişandı. Bu kaçınılmazdı. Genelde bütün güven bir kişinin şahsiyeti üzerine inşa edilmesinin bunda etkisi büyüktü. Bir önemli etmen ise istihbarat konusudur. Bilindiği gibi savaşlarda istihbarat esastır. Muhtemelen burada bölgeyi iyi tanımayan Müslümanlar kısa sürede gerekli tedbirleri alamadılar. Bölgenin insanı Şarl Martel ise İslam ordusunun yapısını tespit ekmekte büyük bir başarı gösterdi ve ordunun arka kısmına saldırarak Müslüman askerlerin çözülmesini sağladı. Daha sonra İslam ordusunu kalabalık askeri birlikleriyle her yandan kuşatma altına aldı. Zaten Fransız ordusu sayı bakımından büyük üstünlüğe sahip olduğu gibi savaşta kullanılan uzun kılıç, uzun mızrak, kalkan, zırhlı ağır süvari vb. avantajlarına sahipti. Aslında Frankların bu askerî üstünlüğü İslam ordusunu etkilememişti ve bu ordu başkumandanlarının şehid olduğu son günün akşamına kadar mücadeleden vazgeçmemişti. Puvatya Savaşı sonrası Roma ya da Papa III.Gregorius ile Şarl Martel arasında yakınlaşma başlamıştır. Papa, Lombard tehlikesine karşı Şarl ile ittifak kurmak için girişimlerde bulunulur ve yardımını istemek üzere Ona iki elçi gönderir. 732 tarihi daha sonra 751’de Şarl Martel’in oğlu Pépin le Bref’in kutsanmasına giden yolda önemli bir etaptır; artık Şarl Martel’in mensup olduğu Karolenjiyen hanedanı Frankları yönetecektir.142 Papa III.Gregorius bu savaştaki başarısından sonra Şarl Martel’e gönderdiği mektuplarında ondan övgüyle bahseder ve Şarl’a “Aziz oğlum (Mon cher Fils), çok değerli oğlum!” gibi ifadelerle hitap eder. Nitekim bu savaş hem Frankların hem de Hıristiyanlığın bir zaferidir. Şarl Martel artık meşhur olmuştur. Aslında bu zaferi Hıristiyanlığın İslam’a karşı zaferi yerine Şarl Martel komutasındaki Hıristiyanların etnik bir Müslüman grup karşısında askeri zaferi olarak görmek daha makuldür. Puvatya Savaşı’yla ilgili; bu savaşın İslam’ın Fransa’ya 500 sene geç girmesine sebep olduğu, Avrupa’nın İslam’ı geç tanıdığı gibi çok şey söylenmektedir. Hattâ savaş alanında uzun yıllardan beri ezan okuyan birisinin sesinin halâ duyulduğu bile rivayet edilmektedir. Zamanla bu savaş; Şark-Garb, kuzeyli-güneyli gibi iki tarafın karşılaşmasında sembol oldu. Her iki tarafın muhayyilesinde derin izler ve önemli etkiler bıraktı. Ancak her iki dünya da fırsatı kaçırdı. Batı İslam medeniyetini almakta gecikti. Müslümanlar da Fransa’daki fetihlerini ağırdan aldı. 142 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 11; el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 78 Bugüne gelindiğinde bir bakıma bu savaşlarla ilgili zihinlerin ya da hafızaların harekete geçip tazelenmesine gerek vardır. Yeni nesillere Puvatya Savaşı ve Abdurrahman el-Gafikî gibi tarihî şahsiyetler ve şehitler tanıtılmalı ve onların verdikleri mücadele anlatılmalıdır. Müslümanların üstünlükleri ve ulaştıkları ileri noktalar, sahip oldukları ve özellikle İslam dinini yaymak uğruna yaptıkları fedakarlıkları ve verdikleri yarış gözler önüne serilmelidir. Böylece yeni nesiller kendilerine güven duyacaklar ve itibarlı durumlarının farkına varacaklar, kendilerinden emin olacaklardır. Ayrıca, o insanların verdikleri mücadeleleri analiz ederek iyi değerlendirmeli, bu mücadelenin ve çekilen sıkıntıların, güçlüklerin sadece basit bir deve, mal-mülk, ganimet ya da cennet kaygısıyla değil de, daha derin duyguların etkisiyle olabileceğini de var saymalıdır. Poitiers’de çarpışan iki farklı güç aynı zamanda kültürel ve dinî sınırların varlığı şuuruna götürdü. Hatta düşman olarak gördükleri yeni inanç sistemi İslâm’a karşı Hıristiyan dayanışma ihtiyacını ortaya koydu. Dahası bu savaş Hıristiyan Batı’nın kuruluşu sürecini canlandırdı. Öyle ki Avrupa’yı kuracak olan Karolenjiyen hanedanı doğdu.143 1274 yılında tamamlanan “Grandes Chroniques de France” adlı eserde, Şarl Martel’in meziyetleri övgüyle anılır. Şarl bir yandan Müslümanları yenerken diğer yandan Akitanya dükü Eudes’ü kendisine itaat ettirerek Galya’yı birleştirmeyi sağladı. Bu başarıları onu saygın Fransız krallar safına katmaktadır. Şarl aynı zamanda Martel unvanı ile anılmaya başlandı, çünkü düşmanlarını bir çekiç gibi ezdiği düşünülmektedir. Endülüs valisi Abdurrahman el-Gafikî’nin birlikleri fatihler ordusuna dönüşür; bu ordu aileleri, çocukları ve taşınabilir eşyalarıyla Fransa’ya kalıcı olarak yerleşmeye gelmektedir. İşte Şarl bu istila hareketine şiddetle direnerek karşı koymayı bilmiştir. Şarl Martel, Haçlı seferlerinde Hıristiyanlığın müdafaası gibi Puvatya’da hem vatanın hem de dinin savunucusu konumundadır. Artık O, Arapların büyüklüğüne son veren, Fransa’yı koruyan ve Avrupa ile Hıristiyanlığın kurtarıcısıdır.144 XIX. yüzyılda kolonizasyon dönemi başlayacak ve vatanseverlik duyguları Şarl Martel’in kazandığı savaşı farklı bir tarzda yeniden gündeme taşıyacaktır. Charles Steuben, Şarl Martel’i Puvatya Savaşı’nı tasvir eden tablosunu 1837’de çizdiğinde Fransa Cezayir’i işgal etmiştir. Eserin asıl anlatmak istediği Batının, Frankların ve Fransa’nın üstünlüğünü kanıtlama isteğidir. 143 144 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 11 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 12 1833’de Louis-Philippe döneminde Endüstri ve Ticaret Bakanlığı, heykeltraş Jean François Théodore Gechter’e bronjdan Abdurrahman’a karşı savaşan Caharles Martel’i tasvir eden bir heykel yapması için 3.000 Frank ödemiştir.145 Koloniyal propaganda elemanı olarak algılanan Puvatya Savaşı 1871 yılında Fransa’nın ülkesine saldıran tüm saldırganları sınırları dışına püskürtmek kapasitesine sahip olduğunu göstermesi için kutlandı. Bu sırada Alsace-Lorraine Almanlar tarafından işgal edilmiş ve bu durum kin duygularını canlandırmıştı. Fakat bu defa düşman Arap değil Hıristiyan olan bir Alman’dı. Öyleyse 732 ruhu bundan böyle millî (ulusal) bir karakter almıştır. Dolayısıyla III.Cumhuriyet ekolü önceki söylemlerden farklı olarak bu sürecin Hıristiyan ve Avrupalılık yanını ihmal edip, 732 ruhunu ulusal bir bakışla yüceltecektir. 1937 yılında Henri Pirenne farklı bir bakış açısıyla, “Entre Mahomet et Charlemagne” Muhammed ve Charlemagne Arasında) tez konusu ile daha müsbet bir yaklaşımla Akdeniz tarihini anlatmaya çalışmıştır. Michel Rouche ise Akitanya ve Dük Eudes hakkında var olan olumsuz bakışları gidermeye teşebbüs etmiştir. Bu yaklaşımlar muhtemelen Puvatya Savaşı’nın tarihteki haklı yerini almasını sağlamak içindir. Ancak Puvatya Savaşı ve savaşın kahramanı Charles Martel bir sembol olma özelliğini korumaktadır. Ötekini dışlama, medeniyetler çatışması, Avrupalı kimliği, Hıristiyan medeniyeti, Fransız ulusu gibi ortak ideolojik temeller inşa edilirken en önemli rol Puvatya Savaşı’na aittir.146 Poitiers Savaşından bahseden “Chronique mozarabe”ın Hıristiyan İspanyol yazarı, ilk defa “Avrupalı” (Européen) ifadesini “müstevlî” Sarrazenlere karşı Kuzeyin savaşçılarını tanımlamak için kullanır. Şavaşı anlatırken şu sözlere yer verir: Abdurrahman el-Gafikî, Basklıların dağlarını (Pireneleri) kalabalık ordusuyla aşarak Frank ülkesinin içlerine girer. Eudes karşısında direnemez ve kaçar. Ölenlerin ve yaralıların sayısını ancak Tanrı sayabilir. Eudes’ü takip eden Abdurrahman yol boyunca sarayları ve kiliseleri ateşe vererek Tours’da bulunan kiliseyi talan etmeye karar verir. Bu sırada Fransa’da genç yaşından beri askerlik sanatına tutkun, Eudes’ün yardımına koştuğu Austrasie saray nazırı Charles, Abdurrahman’ın karşısına dikilir. O zaman iki rakip savaş meydanının netleştirmek için yedi gün birbirlerini hırpalar ve sonra nihai karşılaşmaya hazırlanırlar. Fakat savaş bütün şiddetiyle devam ederken Kuzeyin askerleri 145 146 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 14 Philippe Sénac, La bataille de Poitiers, s. 15 hareketsiz bir duvar ya da bir buzdağı kütlesi gibi birbirlerine kenetlenmiş bir şekilde Arapları kılıçtan geçirirler. Austrasie’nin askerleri daha üstün, daha atik, ellerinde demir, yürekleri çarparken, kralı (Abdurrahman’ı) bulurlar ve öldürürler. Havada kılıçlar dalgalanır. Gece olunca savaşa son verilir. Ertesi gün Arapların karargahına yaklaşırlar. Savaşa hazırlanırlar. Gün doğarken Kılıçları kınından çekilmiş, “Avrupalılar” (Européens – Europenses), Arapların düzenli çadırlarına yaklaşırlar. Çadırların boş olduğundan habersizdirler. Sarrazenlerin savaşa hazır beklediklerini zannederler. Gözcüler gönderirler ve Hz.İsmail’in torunlarının kaçmış olduğunu anlarlar. Müslümanlar geceleyin sessizce, düzenli bir şekilde yurtlarına dönerler. Bununla birlikte Avrupalılar yol güzergâhında Sarrazenlerin tuzak kurmuş olabileceklerinden endişe ederler. Karargahı dolaştıklarında bu düşüncelerinin boş bir kuruntu olduğunu anladılar. Avrupalılar Sarrazenleri takip etmek yerine onlardan geriye kalan her şeyi, ganimetleri bile kendi aralarında paylaştırıp neşeli bir şekilde vatanlarına geri döndüler.”147 Netice itibariyle Puvatya Savaşı özellikle Batılılar açısından önemini korumaya devam etmektedir. XX.yy’ın sonu ve XXI.yy.’ın başında Kuzey Afrika ülkeleri başta olmak üzere İslam dünyasında güncellik kazanan Selefî akımlar Avrupalılar tarafından tehdit unsuru olarak algılanmaya başlandı. Puvatya’da olduğu gibi İslam’ı Avrupa’ya yaymak için Müslüman kalabalıkların Avrupa surlarının arkasında hazır beklediği varsayıldı. Dolayısıyla dün Müslümanların Avrupa’da ilerleyişini Şarl Martel’in durdurduğu hususu gündeme geldi. Nitekim 1994 yılında Puvatya ruhunu yeniden canlandırmaya ve Puvatya kahramanı Şarl Martel’in rolünü üstlenmiş olan Almanya Şansölyesi Helmuth Kol etrafında, Avrupa nesilleri kenetlenmeye davet edildi. Dahası Cezayir’de yönetimi ele geçirme ihtimali olan Selefîlerin sahip olacakları orta menzilli füzelerle Güney Avrupa’yı tahrip edeceği korkusu yaşandı. Dün İslam tehdidinden Avrupa’yı kurtaran adam Şarl Martel idi; söz konusu yıllarda ise bu görev Helmuth Kol’a yüklendi. Dolayısıyla Puvatye günümüzde de canlılığını halâ korumaktadır.148 Chronique Mozarabe de 754, s. 98-100, trad. Charles-Marie de la Roncière, Robert Delort et Michel Rouche, dans L'Europe au Moyen Âge, Documents expliqués, c.I, s.395-888, Armand Colin, 1979, p. 139, in, Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen Âge à nos jours, s.72-73 148 el-Ğanîmî, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ, s. 74 147 Kaynakça Arslan, Emîr Şekîb, Târihu ğazavâti'l-Arab fî Fransa ve Sivisra ve İtalya ve Cezâiri'l-Bahri'lmütevessit, Darü’l-kütübi’l-ilmî, Beyrut, trz. Âşûr, Saîd Abdülfettah, Târîhi Avrûba fî’l-usûri’l-vustâ, Beyrut 1976 Atçeken, İsmail Hakkı, Puvatya (Balatu’ş-Şüheda) Savaşı ve Etkileri Üzerine Bir Araştırma, S.Ü.İ.F.D., ’98, sy. VIII, Konya 1999 Belâzurî Ahmed b. Yahyâ el-, (ö.279/892), Fütûhu’l-büldân (trc., Mustafa Fayda), Siyer Yayınları, İstanbul 2013 Bigot, Henri, Des Traces laissées en Provence par les Sarrasins, Paris 1908 Bilici, Faruk, “Fransa (V. Ülkede İslâmiyet)”, DİA, İstanbul 1996, c. XIII, s. 187-190 Brockelman, Carl, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi (Çev., Neşet Çağatay) Ankara 1992 Büstani, Butrus el-, Me’ariku’l Arab fi’ş-Şark ve’l-Ğarb, Beyrut 1987 Cahen, Claude, Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar İslamiyet (Çev., Esat Nermi Erendor), Ankara 2000 Cardonne, M., Histoire de l’Afrique et de l’Espagne : sous la Domination des Arabes, Paris 1767 Chalmel, J.-L., Histoire de Touraine, c. I, Paris 1828 Chateaubriand, Le Vicomte de, Analyse raisonnée de l’histoire de France et Fragments depuis Philippe VI jusqu’à la Bataille de Poitiers, Paris 1861 Chronique mozarabe de 754, s. 98-100, trad. Charles-Marie de la Roncière, Robert Delort et Michel Rouche, dans L'Europe au Moyen Âge, Documents expliqués, c.I, s.395888, Armand Colin, 1979, p. 139, in,Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006 Condé, Joseph M., Histoire de la domination des Arabes et des Maures en Espagne et en Portugal, depuis l'invasion de ces peuples jusqu'à leur expulsion définitive, Rédigée sur l'Histoire traduite de l'arabe en espagnol de M.Joseph Conde par M. de Marlès, c.I, Paris 1825, Dabbî, Ahmed b. Yahya ed-, (ö. 599/1203), Buğyetü'l-Multemis fî târîhi ricâli ehli’lEndelüs, Dârü’l-Kâtibi’l-Mısrî, Kahire 1990 Davies, Norman, Avrupa Tarihi (Çeviri Editörü Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitabevi Yayınları, (2.Baskı), İstanbul 2011 De Marigny, Histoire des Arabes sous le gouvernement des Califes, c. II, Paris 1750 Demirkent, Işın, “Franklar”, DİA, İstanbul 1996, c.XIII, s.173-176 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, İstanbul 1986, II, IV Ebû Diyak, S. Muhammed Feyyâz, el-Vecîz fî Târîhi’l-Mağrib ve’l-Endelüs, Irbid, 1988 Ebû Halil, Şevkî, ‘Avâmilu’n-Nasr ve’l-Hezime ‘Abra Târihine’l-İslâmî, Dımeşk 1991 Ferrûh, Ömer, el-Arab ve'l-İslâm fî'l-Havzi'l-Garbî mine'l-Bahri'l-Ebyazi'l-Mütevessit, (2. Baskı), Beyrut, 1981 Gibbon, Édouard, Histoire de la décadence et de la chute de l'Empire romain, par J.A.C. Buchon, c. II, Paris 1838 Ğanîmî, Abdü’l-fettah Mukalled el-, Ma’reketü Balâtü’ş-şühedâ: fi’t-târîhi’l-İslâmiyyi ve’lAvrubî, Kahire 1996 Hasan, İbrâhim Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc., İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş), c. I-III, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1985 Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (trc., Salih Tuğ), İstanbul 2011 Humeydî, Muhammed b. Fütûh el- (ö. 488/1095), Cezvetü’l-muktebis fî Târîhi ulemâi’lEndelüs, Tunis 2008 İbn Haldûn, Abdurrahman (ö. 808/1405), Kitâbu'l-İber ve Divânu'l-Mubtedei ve'l-Haber, I-VII, Bulak 1284 İbn İzârî, Ebû Muhammed Ali b. Muhammed el-Merrâkuşî (ö.695/1295), el-Beyanü'lMuğrib, fi Ahbâri’l-Endelüs ve'l-Mağrib (nşr, E. Levi-Provençal-G. S. Colin), c. I-II, (2.baskı), Beyrut 1400/1980 İbnü’l-Esîr, İzzuddîn (ö.630/1232), el-Kâmil fî’t-târîh, , c.II, IV, V, Beyrut 1966 İbnü’l-Kûtıyye, Ebû Bekir Muhammed b. Ömer (ö. 367/977), Târîħu İftitâĥi’l-Endelüs (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1402/1982, İbnü'l-Emin, Mahmud Esad Seydişehrî, Tarih-i Din-i İslâm (İslam Tarihi)-Medine, Dört Halife Devri ve Sonrası, Divan Yayınları, c.II, İstanbul 1983 İbnü'l-Faradî, Abdullah b. Muhammed (ö.403/1013), Tarihu Ulemâi'l-Endelüs (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), c.I-ll, Beyrut 1404/1984 İnân, Muhammed Abdullah, Devletü’l-İslam fi’l-Endelüs, Kahire 1417/1997 Julien, Charles-André, Histoire de l’Afrique du Nord Des origines à 1830, Paris 1994 Kalelizade, K.Şükrü, Puvatye Muharebesi, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1932 Lapidus, Ira M., İslâm Toplumları Tarihi, Hazreti Muhammed’den 19. Yüzyıla, İletişim Yayınları, c. I, İstanbul 2010 Lavallée, Théophile, “Histoire des Français - Depuis le Temps des Gaulois Jusqu'en 1830”, Tome I, Paris 1865 Lavisse, Ernest, Histoire de France, Cours Moyen, Librairie Armand Colin, Paris 1912 Lavisse, Ernest, Histoire de France İllustrée Depuis les Origines jusqu'à la Révolution, Hachette, c.II, Paris 1911 Levi-Provençal, Evariste, Histoire de l'Espagne musulmane, I-III, Paris-Leiden 1950 Lot, Ferdinand, Études sur la bataille de Poitiers de 732; In: Revue belge de philologie et d'histoire. Tome 26 fasc. 1-2, 1948. s. 35-59 Makkari, Şihabuddin Ahmed b. Muhammed et-Tilimsânî el- (ö.1041/1631), Nefhu't-Tîb min Ğusni'i-Endelusi'r-Ratîb, (nşr.İhsan Abbas), I-VIII, Beyrut Dâr Sâdır, 1408/1988 Mantran, Robert, İslâm’ın Yayılış Tarihi (VII-XI.Yüzyıllar), (Çev: İsmet Kayaoğlu), Ankara, 1981 Moke, Henri Guillaume, La Bataille De Poitiers, notice sur le tableau de M. L. de Taeye, Gand, trz. Mu’nis, Hüseyin, Atlas tarîhü’l-İslâm, Kahire (le Caire) 1986 Mu'nls, Huseyn, Fecru'l-Endelüs, Cidde 1985 Nouveau Larousse İllustré, Dictionnaire Universel Encyclopédique, Tome Deuxième, Librairie Larousse, Paris Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi (Çev., Fikret Işıltan), T.T.K.Yayını, Ankara 2015 Özaydın, Abdülkerim, "Belatü'ş-Şüheda", DİA, İstanbul, 1992, c.V, s.391-392 Özcan, Azmi, “Fransa-Tarih”, DİA, İstanbul 1996, c.XIII, s.178 Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları-I (Siyasî Tarih), Ankara, 2010 Pirenne Jacques, Büyük Dünya Tarihi, Çev: N. Önal-B. Cankat-R. Özdek, c.I, Istanbul, trz, Pirenne, Henri, Hz. Muhammed ve Şarlman İslâm Fetihleri ve Ortaçağ Uygarlığı, (trc., Muhsin Önal MENGÜŞOGLU), İstanbul 2012 Price, Roger, Fransa'nın Kısa Tarihi (Çev. Özkan Akpınar), İstanbul 2008 Reinaud, M., De l’Art militaire chez les arabes au moye âge, Paris 1848 Reinaud, M., İnvasions des Sarrazins en France : et de France en Savoie, en Piémont et dans la Suisse, Paris 1836 Sâlim, Seyyid Abdülazîz, Târîħu’l-müslimîn ve âŝâruhüm fi’l-Endelüs, Beyrut 1988 Sédillot L. A., Histoire des Arabes, Hachette, Paris 1854 Sénac, Philippe, Françoise Micheau, La bataille de Poitiers,de la réalité au mythe; in “Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006, p.18- 26 Sénac, Philippe, Jean Flori, Des premiers contacts diplomatiques aux premières défiances; in “Mohammed Arkoun, Histoire de l’İslam et des musulmans en France du Moyen Âge à nos jours, Éditions Albin Michel, 2006 Şakiroğlu. Mahmut H., “Frenk”, DİA, İstanbul 1996, c.XIII, s. 197-199 Tardieu, M. -Saint-Marcel, Charles-Martel ou La France délivrée, Paris 1806 Üçok, Bahriye, Emevîler-Abbasîler, Ankara, 1968 Ünlü, Nuri, İslâm Tarihi I, (Başlangıçtan Osmanlılara Kadar), İstanbul 2012 Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükûtu, (Terc., Fikret Işıltan), Ankara 1963 Yıldız, Hakkı Dursun, "Abdurrahman el-Gafıki, DİA, Istanbul, 1988, c.I, s.162. Zirikli, Hayreddin ez-, El-A'lâm : Kâmûsü terâcim (nşr.Züheyr Fethullah), I-VIII,Beyrut 1984 DEĞERLENDİRME 1- Giriş yeniden düzenlenmelidir. Zira yaklaşık 15 sayfalık bir bilgi giriş bilgisi mahiyetindedir. Bu sayfalar arasındaki başlıklar kalkmalı sadece giriş olmalıdır. Zaten 47 sayfalık bir makale normal değildir… 2- Makalenin genelinde temel kaynaklara inilme problemi görülüyor… Daha çok çağdaş arap ya da batılı kaynaklara yer verilmiş bu güzel ancak yeterli değildir. 3- Sonuç bölümü yeniden düzenlenmelidir. Dipnotlu ve gelişme bölümünde verilmesi gereken bilgiler sonuçta yer almamalıdır. 4- Makalenin İsmail Hakkı Atçeken’in konuyla ilgili makalesinden tek farklı yanı daha çok batılı kaynaklara yer vermesidir. Dolayısıyla batı kaynaklarıyla İslami kaynakların verdiği bilgilerin karşılaştırılması ve değerlendirilmesi yapılması halinde makale orijinal bir hal alacaktır. Aksi halde makalenin alana katkısı sıkıntılı bir durum arz edebilir.