SAYI 75 ARALIK 2010 BANKACILAR MAKALE Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu Hyman P. Minsky’nin Konjonktür Teorisi 2007-2010 Küresel Krizini Açıklamaya Uygun mu? Heterodoks Bir Değerlendirme Dr. Sebahattin Yıldız Entelektüel Sermaye Faaliyet Raporu Önerisi: Özel Sermayeli Mevduat Bankalarında Bir Araştırma Levent Başak Türkiye’de Faaliyet Gösteren Yerli Bankaların Hisselerinin Satışına (Devrine) ve Devir Dolayısıyla Elde Edilen Kazançların Vergilendirilmesine İlişkin Esaslar Sait Yılmazer Koşullu Uç Değer Teorisi: Döviz Sepeti Üzerine Bir Uygulama BANKACILIK Nihayet Durukanoğlu Kambiyo ve Dış Ticaret Mevzuatında Son Değişiklikler ve Bankacılık Uygulamaları ÇEVİRİ Avrupa Merkez Bankası Banka Performansının Ölçümüne İlişkin Yeni Yaklaşımlar TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ BANKACILAR Yayın türü Basım yeri Yılı Sayısı : Yerel süreli : İstanbul : 21 : 75 - Aralık 2010 Türkiye Bankalar Birliği adına İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Doç. Dr. Ekrem Keskin Genel Yayın Yönetmeni: Melike Mumcu Yayın Koordinatörleri: Emre Alpan İnan Pelin Ataman Erdönmez Yayın Danışmanları: Ali Güngör Buket Himmetoğlu Prof. Dr. Ahmet Kırman Prof. Dr. Seza Reisoğlu B. Cahit Sabır Özcan Uludağ Tuğra Yazar Dağıtım Sorumlusu: Hacer Çimen Bankacılar Dergisi - Bankacılar dergisi, ekonomi, finans ve bankacılık konularında yapılan çalışmaları ilgili çevrelerin bilgisine sunmak amacıyla yayımlanmaktadır. - Dergide makale olarak yer verilen yazılar için konunun uzmanı hakemlerin görüşleri alınmaktadır. - Dergiye gönderilecek makalenin daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olması gerekmektedir. - Basılması istenilen yazılar derginin arka iç kapağında belirtilen yazı ve biçim kurallarına uygun olarak hazırlanmalı ve değerlendirmeye girmek üzere, Bankacılar Dergisi Türkiye Bankalar Birliği Bankacılık ve Araştırma Grubu Başkanlığı Nispetiye Cad. Akmerkez B3 Blok Kat.13 Etiler- İSTANBUL İdare Merkezi: Nispetiye Caddesi Akmerkez B3 Blok Kat:13 34340 Etiler-İSTANBUL Tel : 212-282 09 73 Faks : 212-282 09 46 adresine gönderilmelidir. Baskı-Yapım Yazın Basın Yayın Matbaacılık Trz.Tic.Ltd.Şti Maltepe Mh. Çiftehavuzlar Cd. Prestij İş Mrk. No:27/806 K:9 Zeytinburnu / İstanbul Tel: 0212 565 01 22 Sertifika No:12028 - Dergide yer alan çalışmalar kaynak gösterilmek suretiyle izinsiz yayımlanabilir. Bankacılar Dergisi 3 ayda bir yayımlanır. Para ile satılmaz. Bu yayın TBB internet sitesinde (www.tbb.org.tr) yer almaktadır. ISSN 1300-0217 (Basılı) ISSN 1307-8631 (Elektronik) Sertifika No: 17188 - Dergide yayımlanan yazılar Türkiye Bankalar Birliği’nin resmi görüşlerini yansıtmaz, yazar ve görüş sahiplerini bağlar. - Yayımlanacak yazılarda yazım kurallarına ve biçime ilişkin değişiklikler yapılabilir veya bunların yapılması yazardan istenebilir. - Dergide yayımlanmayan yazılar yazarlara geri gönderilmez. - Yazılar yayımlanmak üzere kabul edildiği takdirde Bankacılar dergisi yazılı ve elektronik ortamda olmak üzere tüm yayın haklarına sahiptir. Bankacılar Dergisi, Sayı 75, 2010 İçindekiler MAKALE Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu Hyman P. Minsky’nin Konjonktür Teorisi 2007-2010 Küresel Krizini Açıklamaya Uygun mu? Heterodoks Bir Değerlendirme 3 Dr. Sebahattin Yıldız Entelektüel Sermaye Faaliyet Raporu Önerisi: Özel Sermayeli Mevduat Bankalarında Bir Araştırma 34 Levent Başak Türkiye’de Faaliyet Gösteren Yerli Bankaların Hisselerinin Satışına (Devrine) ve Devir Dolayısıyla Elde Edilen Kazançların Vergilendirilmesine İlişkin Esaslar 51 Sait Yılmazer Koşullu Uç Değer Teorisi: Döviz Sepeti Üzerine Bir Uygulama 66 BANKACILIK Nihayet Durukanoğlu Kambiyo ve Dış Ticaret Mevzuatında Son Değişiklikler ve Bankacılık Uygulamaları 78 ÇEVİRİ Avrupa Merkez Bankası Banka Performansının Ölçümüne İlişkin Yeni Yaklaşımlar 104 1 Bankacılar Dergisi, Sayı 75, 2010 Hyman P. Minsky’nin Konjonktür Teorisi 2007-2010 Heterodoks Bir Değerlendirme Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu* Özet Neo-klasik modellerin paranın yansızlığı varsayımı üzerine bina edilmesi, 1980’li yıllardan itibaren ortaya çıkan finansal krizlerin İstikrarsızlık Hipotezi (FİH)” merkezli konjonktür teorisidir. Bu makalenin amacı; ana akım makro iktisadın konjonktür teorilerini ana hatlarıyla ortaya koymak, Minsky’nin para yönetici kapitalizm, finansal istikrarsızlık hipotezi ve Minsky Anı (Minsky Moment) ayakları üzerine oturan heterodoks konjonktür teorisini tanıtmak ve Minskyci konjonktür teorisinin küresel krizi analize uygunluğunu, heterodoks iktisatçılardan L.R. Wray, E. Tymoigne, P. Davidson ve G.A. Dymski’nin penceresinden değerlendirmektir. Minsky’nin konjonktür teorisi; genel olarak küresel krizi doğuran dinamiklere işaret etmekle birlikte, ayrıntılara inildiğinde küresel krizi açıklamada yetersiz kalmaktadır. 1970’li yıllarda kurulan modelin, yeni gelişmelerin ışığında gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Ana akım iktisat teorileri, heterodoks iktisat teorileri, post Keynesçi iktisat teorisi, Hyman P.Minsky’nin konjonktür teorisi, küresel kriz. 1. Giriş Neo-klasik geleneğin 1776-1936 döneminde iktisadi düşünceye hakim olduğu bilinmektedir. Ekonomide parasal değişkenlerin reel değişkenleri etkileyemeyeceği hipotezine dayanan klasik dikotomi ilkesi, 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan finansal krizlerin açıklanmasını neredeyse imkansız hale getirmiştir. İktisadi düşüncede köklü değişikliklerin ortaya çıkabilmesi için, hakim iktisadi paradigma ile öngörülemeyen, açıklanamayan ve önlenemeyen derin iktisadi krizlerin ortaya çıkması gerekmektir. Nitekim bazı post Keynesçilere göre iktisat mesleğinde değişime yol açacak faktörlerin başında, “1929 Büyük Buhranı gibi dramatik bir dış şokun yaşanması veya iktisadın teorik temellerini önemli ölçüde sarsacak finansal bir çöküşün ortaya çıkması” gelmektedir (Holt, 2006, s.9). Bu akıl yürütmeden hareketle, nasıl ki 1929 Büyük Buhranı neo-klasik hipotezlerin ağır darbe almasıyla ve Keynesçi devrimin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmış ise, 2007 küresel krizi’nin de Neo-klasik ve bazı Keynesçi fikirlerin oluşturduğu ana akım (ortodoks) iktisat paradigmasının tartışmaya açılması ve heterodoks görüşlerin kendini gösterme fırsatı yakalamasıyla sonuçlandığı söylenebilir. Konjonktür dalgaları üzerine yapılan bütün çalışmaların hakim özelliklerinin başında, bu tür dalgaları öngörmenin zorluğu gelmektedir (Bocutoğlu, 2009a,s.493). Nitekim 1929 Büyük Bunalımı’nda olduğu gibi, 2007 küresel krizinin de hakim makro ekonomik paradigmalar tarafından öngörülemediği bilinmektedir. Hatta meselenin zorluğuna işaret etmek bakımından, 1929 Büyük Bunalımı’nın sebepleri üzerindeki teorik tartışmaların halen devam etmekte olduğu hususu akılda tutulmalıdır. 2007-2010 küresel krizinin açıklanması konusunda ana akım (ortodoks) iktisat teorilerinin suskun kalması üzerine, heterodoks iktisat teorilerinin seslerini yükselttikleri ve gündeme * Karadeniz Teknik Üniversitesi, İ.İ.B.F, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi. 3 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu oturdukları gözlenmektedir. Heterodoks konjonktür teorileri arasında, Avusturyacı konjonktür teorisi ile Post-Keynesçi Konjonktür teorisi öne çıkmış bulunmaktadır. Avusturyacı Konjonktür Teorisi konusunda hatırı sayılır bir literatür birikmiştir (Bocutoğlu-Ekinci, 2009b, 2009c, 2010). Bu makale esas olarak heterodoks konjonktür teorilerinin ikincisi, yani post-Keynesçi Hyman P. Minsky’nin konjonktür teorisi üzerine odaklanmaktadır. Bu yolla küresel krizle ilgili tartışmalarda, heterodoks teorilerin katkılarının literatüre kazandırılması ve tartışmaya açılması mümkün olabilecektir. Makro iktisat teorilerinin ilerde kazanacağı eklektik yapının önemli temel taşlarından olan heterodoks anlayışların, -bütün teorik güçlüklerine rağmenortodoks anlayışlarla telif edilmesi, günümüz iktisatçılarının üstlenmesi gereken önemli görevler arasında bulunmaktadır. Bu makale bu amaca dönük bir çaba olarak da değerlendirilebilir. Günümüzde ekonominin finans sektörünü ihmal eden teorilerin, krizlerin anlaşılmasında büyük bir analitik güç kaybı içinde kaldığını vurgulamak gerekir. Minsky’nin, Keynes’in yatırım teorisini finans teorisi ile desteklemesi, finansman türleri-yatırımlar-konjonktür dalgaları bağlantısına dikkat çekmesi, 21.yüzyıl ekonomilerine derinlemesine nüfuz etme imkanı sağlamaktadır. Makalede ilk olarak ana akım (ortodoks) konjonktür teorileri kısaca tanıtılacak ve küresel krizi açıklamada karşılaştıkları güçlükler özetlenecektir. İkinci olarak post-Keynesçi düşünür Hyman P. Minsky’nin konjonktür teorisi; üzerine oturduğu para yönetici kapitalizm, finansal istikrarsızlık hipotezi ve Minsky anı (Minsky Moment) ayakları ile birlikte ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Minsky’nin konjonktür teorisi, sadece iktisadi analizi değil aynı zamanda kapitalizmin içsel dönüşümünü konu alan tarihi analizi de kapsamaktadır. Nihayet, Minsky’nin konjonktür teorisinin 2007-2010 küresel krizini açıklama gücü tartışılacaktır. Makalenin bu bölümünde özellikle heterodoks iktisatçılardan L.R. Wray, E., Tymoigne, P. Davidson ve G.A. Dymski’nin görüşleri üzerinde durulacaktır. Makaleden elde edilen sonuçlar, genel değerlendirme ve sonuçlar bölümünde özetlenmektedir. 2. Ana Akım Ekonomik Konjonktür Teorileri Klasik iktisat ile başlayan, neo-klasik, Keynesçi, paracı, yeni klasik, yeni klasik reel konjonktür ve yeni Keynesçi okullar ile devam eden ana akım iktisat okulları; konjonktür dalgalarının varlığı, varsa kaynağı ve yayılma mekanizmaları konusunda çeşitli teoriler geliştirdiler. Heterodoks gelenekten gelen post Keynesçi bir düşünür olan Hyman P. Minsky’nin konjonktür teorisini incelemeye geçmeden önce, ana akım ekonomik konjonktür teorilerinin kısaca özetlenmesinde yarar görülmektedir. Ekonomiyi reel ve parasal sektör olarak ikiye ayıran ve geliştirdikleri klasik dikotomi ile daima tam istihdam seviyesinde dengede bulunan bir ekonomide, parasal değişkenlerin reel değişkenleri etkileyemeyeceğini, paranın önemsiz ve yansız olduğunu ileri süren klasik iktisat bu temel ön kabulleri gereği konjonktür dalgaları ile ilgilenmedi. A. Smith ve J. B. Say, kapitalizmin geleceği konusunda iyimserdiler. Smith, ekonominin sanayi ve tarım sektörlerindeki artan verimler nedeniyle kapitalizmin geleceğini parlak görüyordu. Say ise, bazı yatırımcıların yanlış kararlar vermesi nedeniyle geçici arz fazlalıklarının olabileceğini, bununla birlikte faiz teorisinin bu durumu düzelteceğini ileri sürdü. Kötümser klasikler arasında yer alan D. Ricardo, sanayi sektöründe artan verimler bulunduğunu kabul etmekle birlikte, tarım sektöründeki azalan verimlerin toplam verimliliği düşüreceğini ve uzun dönemde kapitalizmin durgunluğa gireceğini öngörüyordu. Uzun dönemli büyüme sorunlarına odaklanan klasik iktisatçıların Say Yasası nedeniyle konjonktür dalgalarını dikkate almadıkları söylenebilir. Konjonkür dalgaları olgusuna, kriz başlığı altında muhtemelen ilk temas eden düşünür K. Marx’tır. Ona göre, paranın bir mübadele aracı olarak fonksiyon görmesi, kaçınılmaz olarak alıcının bulunmaması durumunda hiçbir malın satılamayacağı sonucunu doğurur. Aynı zaman4 Bankacılar Dergisi da bir kimsenin sırf malını sattığı için otomatik olarak diğer malları satın alması için herhangi bir neden yoktur. Bu sebeple Say Yasası’nın kaba formu, paranın kullanıldığı bir ekonomi için geçerli olamaz, satma ve satın alma kararları arasındaki bu uyumsuzluk kriz potansiyelini doğurur. Sınai ve ticari alışverişler arasındaki bağın kopması krizlere yol açar, bu krizlerin hareket merkezi parasal sermayede bulunur ve acil yayılma alanı bankalar, sermaye piyasası ve finans sektörüdür (Itoh-Lapavitsas,1999, s.123-153). 19. yüzyılın ilk yarısında kapitalizmin bu istikrarsız yanını öngören Marx, daha sonra heterodoks bir çizgi izleyerek kriz analizini sürdürmüştür. Burada sadece ana akım konjonktür teorileri ele alındığı için, Marx’ın kriz analizi başka bir makalenin konusudur. Marx’ın kapitalizmin bünyesinden kaynaklandığını ileri sürdüğü ve klasik iktisatçılarının Say Yasası nedeniyle kabule yanaşmadıkları konjonktür dalgaları ve krizler, 19. yüzyılın ilk yarısından 20. yüzyılın ilk çeyreği boyunca birbirini kovaladı (Kindleberger-Aliber, 2005)1 1929 Dünya Buhranı klasik Say Yasası’nın çökmesine yol açtı. Çöküşü izleyen “Keynesçi Devrim”, ana akım makro iktisadın ilk konjonktür teorisini de şekillendirdi. Keynesçi konjonktür teorisine göre, yatırımcıların gelecekle ilgili beklentileri konjonktür dalgalarının oluşmasında merkezi bir rol oynar. Yatırım kararı, yatırım harcamalarının bugün yapılacağı, muhtemel getirilerinin ise gelecekte toplanacağı bir sürece karşılık geldiği için belirsizlik içerir. O halde yatırımcı belirsizlik ortamında bugünkü yatırımı ile gelecekteki kârını karşılaştırıp, yatırım kararı vermek durumunda olan bir karar birimidir. Yatırım kararı yatırımcının psikolojisi (animal spirit) tarafından şekillendirilecektir. Kredi faiz oranı ile sermayenin marjinal etkinliği karşılaştırması, geleceğin parlak algılandığı bir ortamda yatırım harcamalarına dönüşecek; çarpan ve hızlandıran etkileriyle artan istihdam, üretim ve milli gelir, konjonktürel genişleme doğuracaktır. Geleceğin karamsar olarak algılandığı bir durum ise yatırımların durması, çarpan ve hızlandıran mekanizmalarının tersine çalışmasıyla istihdam, üretim ve milli geliri azaltarak konjonktürel durgunluğa ve krize yol açacaktır. Krize karşı alınması gereken tedbirler ise, o güne kadar klasik geleneğin sistematik olarak kaçındığı kamu müdahaleleri ve genişletici toplam talep politikalarıdır. Böylece ekonomiye kamu müdahalelerinin ve maliye politikasının rasyonel temelleri atılmış oldu. Genişletici maliye politikasının 1929 Büyük Bunalım’ın aşılmasında etkin olması, makro iktisat teorisinde 1970’li yılların ortasına kadar süren bir Keynesçi hakimiyet dönemi yarattı2. Kapitalizm artık doğası gereği istikrarsız sayılıyordu ve kriz dönemlerinde düzeltilmesi için kamu müdahaleleri gerekiyordu. Keynes’e göre para; ekonomi eksik istihdam denge seviyesinde iken yanlıdır, ekonomi tam istihdam seviyesine ulaştığında klasiklerin ileri sürdüğü gibi yansız hale gelir (Bakınız Vane-Thompson,1992). 1960’lı yıllarda Keynesçi paradigma, klasik geleneğe bağlı paracı makro teoriyi geliştiren M. Friedman tarafından saldırıya uğradı. Friedman’a göre konjonktür dalgalarının nedeni, merkez bankalarının para politikası ile ekonomiye yaptıkları gereksiz müdahalelerdir. Friedman’a göre para kısa dönemde yanlıdır ve para arzının arttırılması veya kısılması, doğal işsizlik denge seviyesinde tam istihdama yakın bir konumda bulunan ekonomide işçiler arasında para aldanması yaratarak istihdam, üretim ve parasal milli geliri arttırır. Ancak para aldanmasından uyanan işçilerin yükselen enflasyon beklentisi nedeniyle parasal ücret artışı talebi, firmaların üretimi kısmalarına, istihdamı düşürmelerine ve ekonominin uzun dönem Phillips doğrusu üzerinde eski denge seviyesine dönmesine yol açar. Merkez bankalarının para arzı ile oynamaları konjonktür dalgalarının temel sebebidir. Para arzı artışı geçici bir konjonktürel genişlemeye, para arzı kısılması ise konjonktürel daralmaya, yani krize neden olur. Konjonktür dalgalarının önüne geçmek için, şeffaf ve güvenilir merkez bankaları oluşturmak gerekir. Merkez bankaları, sabit parasal genişleme kuralı adı verilen bir prensibe sadık kalarak, ekonominin büyüme oranına eşit bir parasal genişleme politikası izlemelidir. Bunun dışındaki para politikaları, konjonktür dalgalarının fitilini ateşler. Friedman’a göre para kısa dönemde yanlıdır, uzun dönemde yansızdır (Bakınız Snowdown-Vane-Wynarczyk,1994). 5 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu Keynesçi Phillips Eğrisi’nin, 1970’li yılların ilk çeyreğinde baş gösteren ve tekrarlayan OPEC Petrol Krizi’nin doğurduğu stagflasyon olgusunu açıklayamaması Keynesçi yaklaşıma ağır bir teorik darbe indirdi ve R. Lucas’a göre Keynes öldü. 1960’lı yıllarda Friedman’ın paracı makro teorisi ile başlayan klasik diriliş hareketi, Lucas’ın geliştirdiği yeni klasik makro teori ile makro iktisadın gündemine hakim oldu. Lucas’a göre, ekonomi klasik-neoklasik prensiplere göre işler: Firmalar, tüketiciler ve işçiler optimize eder ve piyasalar dengeler. Ancak Keynes’in makro teoriye soktuğu beklenti kavramı, Friedman’da uyumcu beklentiler, Lucas’ta ise rasyonel beklentiler adı altında makro modellere girdi. Artık pasif karar birimleri ortadan kalkmış; modern kapitalizmin karar birimleri enformasyonu işleyen, sistematik hata yapmayan kısaca rasyonel beklentilere göre hareket eden ünitelere dönüşmüştür. Ekonomide asimetrik enformasyon yoktur. Bu karar birimleri kamu tarafından yanıltılmadıkça, sistematik hata yapmazlar ve konjonktür dalgalarına yol açmazlar. Yeni klasik makro teoriye göre, doğal işsizlik oranı seviyesinde tam istihdama yakın bir düzeyde dengede olan ekonomide, merkez bankasının önceden ilan ettiği parasal genişlemenin konjonktür dalgalarına yol açması imkansızdır. Çünkü para arzı artışının farkında olan karar birimleri, merkez bankasının bu kararının genel bir fiyat artışına yol açacağını, bunun sonucunda enflasyon beklentilerinin yükseleceğini, malların, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin fiyatının artacağını bilir. Bu nedenle enformasyon taşıyan fiyat artışı, herhangi bir üretim ve istihdam artışına yol açmaz. Buna karşılık, merkez bankasının dinamik zaman tutarsızlığına yol açacak şekilde ex ante para politikası ile ex post para politikası arasında uyumsuzluk yaratarak, para politikasının genel gidişi konusunda halka hiç bilgi vermez veya eksik bilgi verirse; rasyonel beklentilere göre karar veren üreticiler, önceden haberdar olmadıkları, örneğin, genişletici bir para politikasının doğurduğu genel fiyat artışını, kendi ürettikleri malların fiyatındaki nispi bir fiyat artışı olarak yanlış algıladıklarında (sinyal algılama sorunu), istihdam ve üretimlerini arttırırlar. Bu durum ekonomide bir konjonktürel genişlemenin başlangıcını oluşturur. Ancak karar birimleri daha sonra topladıkları enformasyonun yardımı ile sinyal algılama sorununu ortadan kaldırdıklarında, ekonomi tekrar eski denge seviyesine döner. Lucas’a göre para, sinyal algılama sorunu bulunduğu sürece yanlıdır. Sorun ortadan kalkınca para yansız hale gelir (Bocutoğlu, 2007). Konjonktür dalgalarının nedenini, dinamik zaman tutarsızlığı yaratan merkez bankalarının kararlarına bağlayan yeni klasik makro teori, kendi yandaşlarının bir kısmını ikna etmekte zorlandı. E. Prescott, F. Kydland, C. Plosser, R. King, A. Stockman, S. Rebello ve R. Barro’dan oluşan yeni klasik okul taraftarları, konjonktür dalgalarının nedenini teknolojik gelişmelerin yol açtığı verimlilik değişmelerine bağlayarak yeni klasik okuldan ayrıldılar ve yeni klasik reel konjonktür teorisi okulunu kurdular. Onlara göre konjonktür dalgaları, parasal faktörlerle değil reel faktörlerle açıklanabilir. Reel konjonktür teorisine göre, üretim ve istihdam seviyesindeki makroekonomik dalgalanmaların temel sebebi, teknoloji seviyesi başta olmak üzere reel şokların yol açtığı verimlilik değişmelerinden kaynaklanan stokastik süreçlerdir. Stokastik sapmalar, zaman içinde değişkenlerin değerlerinde görülen rassal değişmelerdir. GSYİH rassal bir büyüme yolu izlemektedir. Reel GSYİH’nın gözlemlenen dalgalanma yolu, sürekli olarak hareket eden tam istihdam denge seviyesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle konjonktür teorisi ile büyüme teorisinin bir birinden ayrı ele alınması anlamsızdır. Konjonktür teorisi büyüme teorisi içine yedirilmelidir. Dinamik bir dünyada istikrarsızlık kaçınılmazdır ve kaçınılmaz olduğu için de sineye çekilmelidir. Yeni klasik reel konjonktür teorisine göre para tamamen yansızdır, reel sektörü etkileme gücü yoktur (Bocutoğlu, 2007). 1980’li yılların ilk çeyreğinden itibaren ABD’de ortaya çıkan finansal krizler, yaygın işsizlik ve krizlerin diğer olumsuz sonuçlarına karşı alınan paracı ve yeni klasik tedbirlerin yetersizliği; Keynesçi aktivist toplam talep politikalarını tekrar gündeme taşıdı. Yeni klasik makro teorinin yönelttiği eleştirileri dikkate alan Keynesçi yaklaşım; zayıf olan mikro temellerini güçlendirerek, toplam talep ile birlikte toplam arzı da inceleme alanına katarak ve nihayet rasyonel beklentiler hipotezini benimseyerek yeni Keynesçi makro teori adı altında ana akım makro iktisat içindeki 6 Bankacılar Dergisi yerini aldı. Prensip olarak yeni Keynesçi konjonktür teorisi ve politikası, Keynes’in geliştirdiği teorik esaslara dayandığı için burada tekrar edilmeyecektir. Yeni Keynesçi makro teoriye göre, hem toplam talep hem de toplam arz şokları konjonktür dalgalarına yol açabilir. Makro sistem koordinasyon hataları ve dışsallıklarla doludur. Eksik rekabet, heterojen işgücü ve asimetrik enformasyon makro sistemin diğer belirgin özellikleridir. Para, ekonomi eksik istihdam seviyesinde iken yanlı, tam istihdam seviyesinde iken yansızdır (Bocutoğlu, 2007). 1929-2009 döneminde, ana akım makro teorinin konjonktür dalgaları ve krizlerle ilgili olarak ulaştığı genel sonuç şöyle özetlenebilir: “İstediğin varsayımları yap, istediğin modeli kur, ekonominin işleyişini istediğin şekilde açıkla. Krize düştüğün zaman Keynesçi aktivist toplam talep politikalarına başvur.” Keynesçilik, günümüz kapitalizminin merkantilist bilinçaltıdır (Bocutoğlu, 2009b). Nitekim D. Colander ve arkadaşlarının aşağıdaki tespiti de bu yöndedir: “Standart modellerin arkasındaki zımni varsayım, piyasaların ve ekonominin doğası gereği istikrarlı olduğu ve sadece geçici olarak yoldan çıktığı şeklindedir. Bu yüzden iktisatçıların çoğunluğu, yaklaşan tehdit edici kriz konusunda politikacıları uyarmada başarısızlığa düşmüş ve uyarı yapanların görüşlerini de görmezden gelmiştir. Kriz katlanarak derinleşirken, iktisatçıların geliştirdikleri standart modelleri terk etmekten ve el yordamıyla geliştirilen ortak akıl çözümleri üretmekten başka bir seçeneklerinin bulunmayışı ironiktir. Ortak akıl çözümleri, faydalı olmakla birlikte, politika ve düzenlemeleri geliştirmede son derece ihtiyaç duyulan rehberliği sağlayabilen çerçeve çizici modellerin yerini tutmada zayıf kalır. ‘Olağanüstü zamanlarda olağanüstü tedbirler gerekir’ deme ihtiyacı duyulduğunu gözlemleyerek, mevcut modeli bir kenara atmak kafi değildir. İhtiyacımız olan şey, bu ‘olağanüstü zamanları’ içermeye muktedir modeller geliştirmektir (Colander-Föllmer-Hass-Goldberg-JuseliusKirman-Lux-Sloth, 2008, s. 2). 3. Ana Akım Konjonktür Teorileri ve Küresel Kriz Ana akım konjonktür teorileri yukarıda özetlenmiştir. Acaba klasik, Keynesçi, paracı, yeni klasik, yeni klasik reel konjonktür ve yeni Keynesçi teoriler küresel krizi açıklamada nasıl bir performans sergilemişlerdir? Bu soruya verilecek cevap -ne yazık ki- negatiftir. Durumu daha ayrıntılı olarak açıklamak için önce küresel krizin sebeplerini görmek, sonra da ana akım iktisatçıların konjonktür teorileri ile karşılaştırmak gerekir. 3.1. Küresel Krizin Sebepleri Üzerine Tartışmalar Küresel krizin sebepleri üzerine bir hayli literatür birikmiş bulunuyor (Blanchard, 2009; Romer, 2009; Krugman, 2009; Soros, 2008; Blankenburg-Palma, 2009; Galbraith, 2008; Crotty, 2009; Perez, 2009; Morgan, 2009; Wade, 2009). Mevcut literatüre ana akım modellere eleştirel yaklaşan iktisatçıların egemen olması şaşırtıcı gelmemelidir. Zira, hem ana akım iktisatçıların şaşkınlık içinde bulunmaları hem de ciddi ekonomi dergilerine verilen makalelerin hakem inceleme sürecinin uzun olması nedeniyle ana akım çalışmaların basılı hale gelmesi biraz gecikecek gibi görünüyor. Küresel krizin bütün boyutları ile incelenmesi bu bildirinin amacını aşmaktadır. Bununla birlikte bu kısımda krizin sebepleri ana hatlarıyla ele alınacaktır. Öykünün başlangıç noktasını kolay kredi imkanları oluşturmaktadır. 2000-2008 George W. Bush döneminde ABD’nin borçları 10 trilyon dolara yaklaşmış olup Obama döneminde borçların GSYİH’ya oranının % 97 olduğu tahmin edilmektedir. ABD hazine tahvillerinin en büyük alıcıları Çin, Japonya, petrol ihraç eden ülkeler, Karayip Adalarındaki banka merkezleri, Brezilya, İngiltere ve Rusya’dır (US Treasury Department, 2008). Krizin etkisiyle azalmakla birlikte ABD dış ticaret açığı 2006 yılında tavan yaparak GSYİH’nın %6’sına ulaşmıştır (US Cen7 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu sus Bureau, 2009). Elinde dolar fazlası bulunan yabancılar için en güvenli limanın ABD olması ilginçtir ve ülkeye dolar girişi ve Fed’in düşük faiz politikası, 2002-2004 döneminde kolay kredi için uygun ortamı doğurmuştur. Kolay kredi imkanları, diğer birçok faktörle birlikte bankaların yanlış davranışlar içine girmesine yol açmıştır. J. E. Stiglitz, küresel krizin sebeplerini şöyle özetlemektedir: “Krizin temel sebebi, büyük ölçüde iyi düzenlenmiş fakat yanlış yönlendirilmiş sınırsız teşviklerin sonucu olarak, bankaların davranışlarıdır. Tam enformasyon, tam rekabet ve mükemmel piyasalar gibi gerçekçi olmayan ekonomik modellere dayanan muhafazakar ideoloji (klasik yaklaşım)3, gevşek kamu düzenlemelerini yüreklendirdi ve (finans sektörü tarafından) seçim kampanyasına yapılan mali katkılar da siyasi sürecin gevşek düzenlemeler yapmasına yardımcı oldu. Bankalar riskleri yanlış değerlendirdiler, vahşice aşırı kaldıraçlı fon sağladılar ve ileriyi göremeyen üst yöneticilerine büyük paralar ödediler. Gevşek (finansal) düzenlemeler de, ekonominin tamamını riske sokarak, yaptıklarının yanlarına kar kalmasına izin verdi. Mortgage (ipotek) komisyoncuları şirketlerin değerlendirmesini ihmal ettiler çünkü ipotekleri, varlığa dayalı menkul kıymetleştirilmiş ve başkalarına satılmış olduğundan temerrüde düşme riski taşımayacaktılar. Suçlanacak başkaları da var: Yüksek riskli (sub-prime-eşikaltı) menkul kıymetleri yüksek güvenlikli olarak değerlendiren derecelendirme kuruluşları, faizleri düşüren Fed, Irak savaşı ve zenginler için vergi indirimleri ile düşük faizi gerekli hale getiren Bush yönetimi. Bununla birlikte düşük faiz oranları (ekonomi için) avantaj olabilir, düşük faiz oranlarını ekonomik krize dönüştüren finansal kurumlardı” (Stiglitz, 2009b, s.32). Yanlış yönlendirici enformasyona, çıkar çatışmalarına, aşırı risk almaya ve sahteciliğe yol açan teşvikler/düzenlemeler; varlığa dayalı menkul kıymetleştirmenin ekonomisini, sistemik risk kavramını ve ihtimaller hesabını doğru anlayamayan modellerin başarısızlığı da küresel krizin sebepleri arasında sayılmaktadır (Stiglitz, 2009a, s.1). J. Crotty krizi 1980’li yıllardan itibaren ABD tarafından yürürlüğe konulan sorunsal “yeni finansal mimari”ye bağlamaktadır. Yeni finansal mimarinin son derece zayıf teorik temellere dayanması; aşırı risk yaratan, genişlemeleri şiddetlendiren, kriz üreten yaygın ve tuhaf teşviklere/düzenlemelere sahip olması; yeni finansal inovasyonların doğru fiyatlandırılamayacak şekilde karmaşık ve şeffaflıktan uzak olması ve böylece genişlemenin durmasıyla birlikte likiditesini kaybetmesi; finansal düzenlemeleri yapan kamu otoritelerinin, bankaların yeterli sermaye ile desteklenmeyen bazı menkul varlıklarını bilançolarının dışında tutmalarına izin veren düzenlemeler yapmaları; aynı kamu otoritelerinin, dev bankalara risklerini kendi kendilerine değerlendirme ve sermaye gereklerini kendi kendilerine belirleme imkanı veren kamusal düzenlemeler yapmaları ve bu yolla bankaların aşırı risk almasının teşvik edilmesi; sıkıca entegre olmuş bir küresel finans sisteminde karmaşık finansal ürünlere dayanmanın, sistemik riski arttıran aktarma mekanizmaları oluşturması; yeni finansal mimarinin bütün finansal sistemi kapsayacak genişlikte tehlikeli finansal kaldıraçların büyümesini kolaylaştırması krizi doğuran etkenler olarak sayılabilir (Crotty, 2009, s.563-580). 3.2. Ana Akım Konjonktür Teorileri Krizi Açıklamada Yeterli mi? Küresel krizin yukarıda özetlenen nedenleri, tamamen finansal sistem kaynaklı, son derece karmaşık ve sadece kullanılan jargonun anlaşılması bile özel eğitim gerektiren hususiyetler taşımaktadır. Bu bildiride “Ana Akım Ekonomik Konjonktür Teorileri” başlığı altında özetlenen konjonktür teorilerinin hiç biri, ekonomik krizin sebeplerini açıklayacak donanıma sahip görünmemektedir. Krizin nedenlerini ve yayılma mekanizmasını açıklamada başarısız olmasına karşın, ana akım Keynesçi toplam talep politikaları içinde yer alan maliye politikasının krizi önlemede küresel yaygınlıkta uygulandığını söyleyebiliriz (Bocutoğlu-Ekinci, 2009a, s.80-81). Bu tespitin, günümüz üniversitelerinde iktisat bölümlerinde yaygın olarak öğretilen 8 Bankacılar Dergisi standart ana akım makro modellerin ne işe yaradığı sorusunu gündeme getirmesi kaçınılmazdır. Küresel krizin per se makro teoriyi krize düşürdüğü iddiasının altındaki mantık bu tespite dayanmaktadır (Bocutoğlu, 2009). Ana akım yeni klasik makro teorinin kurucusu R. Lucas konuya farklı açıdan bakmaktadır. Lucas’a göre, 2008 krizini öngörmede veya önlemede başarısız olunması nedeniyle iktisatçılar büyük bir hayal kırıklığı içindedir. Makro iktisatçılar; değersiz hatta zararlı matematik modeller üzerine eğitilen ve bu nedenle makul bir iktisat politikasını yürütmekten aciz, kayıp bir nesil olarak karikatürize edilmektedir. Bu değerlendirme doğru değildir. Finansal varlıkların değerlerindeki düşüşleri tahmin eden makro modeller geliştirmeye gerek yoktur. Çünkü bu tür düşüşler son kırk yıldır yaygın olarak gerçekleşmektedir. Eugene Fama tarafından geliştirilen “etkin-piyasa hipotezi”ne göre, bir iktisatçı varlık fiyatlarındaki düşüşü bir hafta önce öngören bir tahmin yöntemi geliştirse, rasyonel beklentilerle hareket eden karar birimleri bu bulguyu enformasyon olarak değerlendirir ve fiyatlar bir hafta önceden düşer. Yeterli büyüklükte paraya kumanda edildiğinde istisnalar ve anomaliler ortaya çıkabilir fakat bunlar önemsiz sapmalara yol açar. Politika yapımı amacıyla etkin-piyasa hipotezinden çıkarılacak temel ders, finansal balonları öngörebilecek ve zamanını işaretleyebilecek merkez bankaları ve düzenleyicileri bularak krizler ve durgunluklarla mücadele etmenin yararsızlığıdır. Kaldı ki modeline yöneltilen eleştirilere rağmen ana akım makro iktisatçılardan Frederic Mishkin ve FED Başkanı Ben Bernanke 2007 yılının kriz potansiyeli taşıdığını öngörmüşlerdir. Öngördükleri krizi önleyici para politikası uygulamaları, aracı yoldan çıkarmak anlamına gelir. Bu durumda yapılması gereken en iyi şey, gözlerini dört açıp en iyiyi ümitle beklemektir (Lucas, 2009). Kabul etmek gerekir ki, “emin olabileceğimiz bütün husus, mevcut çabalardan doğan ilerlemelerin gerçeğe uyan apaçık teorilerin formüle edilmesine yol açacağıdır. Makro iktisat, temel iktisat teorisindeki gelişmeleri kullanacaktır” (Lucas,1995, s. 262) diyen Lucas’ın küresel krizle ilgili yaklaşımı ikna edici değildir. Nitekim, The Economist dergisince düzenlenen “Lucas Roundtable”a katılıp görüşlerini açıklayan A.Smithers, R. Barro, M. Thoma, T. Coven, M. Brunnermeier ve B. DeLong’un; Lucas’ın yukarıda özetlenen görüşlerine pek de katılmadıklarını belirtmeliyiz4. Ana akım konjonktür teorilerinin krizi açıklamada yetersiz kaldıkları aşikardır. 4. Küresel Kriz ve Heterodoks Yaklaşımlar Küresel krizin, ana akım Keynesçi ve paracı iktisatçıları şaşırttığı yaygın bir kanıdır (Ebeling, 2008, s.4, Lucas, 2009). Bu durumda, heterodoks iktisatçıların seslerinin daha fazla duyulduğu ve ana akım konjonktür teorilerine meydan okuduklar görülmektedir. Bu iktisatçıların kapitalizm ve ana akım iktisat teorilerinin mevcut durumu karşısında sert eleştirileri bulunmaktadır. Nitekim J.K. Galbraith kapitalizmle ilgili olarak, “Günümüz Amerikan kapitalizmi ne zarif rekabet ne sınıf mücadelesi ne de eşit orta sınıf ütopyası ile nitelenemez. Aksine, varlıklıların orta sınıf için inşa edilmiş çökmekte olan bir sistemden beslendiği kapitalizmin hakim özelliği yağmacılık olmuştur. Yağmacı sınıf varlıklıların tamamından oluşmamaktadır, yağmacıları eleştiren varlıklılar da vardır. Yağmacılık, tanımlayıcı özellik ve öncü güçtür. Yağmacıların aracıları hükümeti tam kontrol altında tutmaktadır” (Galbraith, 2006) derken, T. Lawson ana akım iktisat teorilerini, “2007-2009 küresel krizi sürerken, akademik iktisatçıların bir bölümünün diğerlerini suçladığını görmek şaşırtıcı gelmemelidir. Kriz öncesinde önerileri politika yapıcıları tarafından dikkate alınmayan (heterodoks)5 akademik iktisatçılar, kriz döneminde seslerinin, en azından popüler medyada, işitildiğini görüyorlar. Önerileri vaktinde dikkate alınsaydı işlerin bu kadar kötüye gitmeyeceği düşüncesinden hareketle, ‘biz size dememiş miydik?’ sorusunu sorma fırsatını kaçırmıyorlar” (Lawson, 2009, s.759) şeklinde değerlendirmektedir. Heterodoks iktisatçıların eleştirilerindeki keskinlik, herhalde ana akım iktisatçılar tarafından uzun süre yok sayılmalarının doğurduğu bastırılmış öfke ile açıklanabilir. 9 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu 5. Hyman P. Minsky’nin Konjonktür Teorisi Minsky’nin konjonktür teorisi, konjonktür dalgalarının açıklanmasında dış şokların etkisine dayanmayan bir kapitalist ekonomi modelidir. Modelin bel kemiğini oluşturan “Finansal İstikrarsızlık Hipotezi (FIH)”, tarihteki konjonktür dalgalarının, ya kapitalist ekonomilerin iç dinamiklerinden veya ekonomiyi makul sınırlar içinde tutmak için yapılan kamu müdahaleleri ve düzenlemeleri sisteminden kaynaklandığını ileri sürmektedir (Minsky,1992b, s. 6-9). Minsky’nin konjonktür teorisi, birbirini izleyen üç aşamayı kapsamaktadır. Bunlar finansal kapitalizmin para yönetici kapitalizme (money manager capitalism) evrilmesi, finansal istikrarsızlık hipotezi ve Minsky anı (Minsky moment)’dir. Minskyci konjonktür teorisinin aşamaları aşağıda ayrıntılı olarak incelenmektedir. 5.1. Para Yönetici Kapitalizm Burada Minsky’nin konjonktür teorisinin birinci basamağı, teori kurucunun başlıca çalışmaları ile L. Randall Wray’in “The Rise and Fall of Money Manager Capitalism: A Minskian Approach” adlı kıymetli makalesindeki sistematiğe dayanarak ortaya konmaya çalışılmaktadır (Wray, 2009b, s. 807-828). Geçen yüzyılın başlarında, Hilferding karmaşık finansal ilişkiler ve endüstrinin finansa, bir başka ifadeyle reel sektörün finans sektörüne hakimiyeti ile karakterize edilen ve adına finansal kapitalizm denen yeni bir kapitalizm aşamasını tanımlamıştı. Finansal kapitalizmin en belirgin özelliğinin yoğunlaşma olduğu ve yoğunlaşmanın bir yandan karteller ve tröstler aracılığıyla serbest rekabeti sınırlandırdığı, öte yandan bankalarla sanayi sermayesini daha sık örgülü bir ilişki içine soktuğu ileri sürülmektedir. Her biri farklı terminolojiler kullanmak üzere Veblen, Keynes, Schumpeter ve daha sonra Minsky kapitalizmin yeni bir türe evrildiğini fark ettiler. Kapitalizmin yeni türü, Keynes için spekülasyonun işletmelere hakimiyetini, Schumpeter için finansa ulaşabilen yenilikçilerin (innovator) iktisadi kaynaklar üzerindeki kontrolünü temsil ederken; Veblen dikkatleri sanayinin amaçları ile finansın amaçları arasındaki farka çekiyordu. Minsky, zaman içinde finansal kapitalizmin yerini ticari kapitalizme bıraktığını ileri sürdü. Ticari kapitalizm aşamasında, firmalar üretimin finansmanında ticari bankalardan yararlandılar. Yatırım mallarının pahalılaşması, firmaları yatırım için dış finans kaynakları bulmaya zorladı. Bu da bir yandan firmaların borçlarını zamanında ödeyememesi ve iflas ihtimallerini gündeme getirirken öte yandan firma sahipliği ile firmanın kontrolünü birbirinden ayırma ihtimalinin kapısını araladı. Minsky’e göre, ticari kapitalizm aşamasında, firmalar için kısa vadeli dış finansmanın zorunlu hale gelmesi, kapitalizmin doğasında bulunan istikrarsızlığı arttırıcı bir etki yaptı. Ticari kapitalizm yatırımlara, yani pahalı ve uzun ömürlü sermaye varlıklarına ihtiyaç duymakta, bu da finansal piyasalara erişimi zorunlu kılmaktadır. Yatırım ile finans arasındaki ilişkiler, kapitalist ekonomide istikrarsızlık üreten temel bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Ticari kapitalizmin sonunu getiren 1929 Büyük Buhranı esnasında; yoğunlaşan endüstriler bile fiyatları düşürmek zorunda kalırken, deflasyon, sermaye varlıklarını finanse etmek üzere alınan borçların ödenmesini imkansız hale getirdi. İşsizlik oranının % 25’e yükselmesine karşın, varlık fiyatları % 85 oranında geriledi. İkinci Dünya Savaşından sonra kapitalizm, kendini güçlü kurumlarla yeniledi. Minsky, finansın daha düşük rol oynadığı, büyük merkez bankası ve büyük hükümeti öne çıkaran bu yeni kapitalizm türüne korumacı (paternalistic) kapitalizm adını verdi. Korumacı kapitalizm; gelir, istihdam ve kar akımlarını istikrara kavuşturmak amacıyla, konjonktüre karşı (genişle10 Bankacılar Dergisi mede daralma, daralmada genişleme yönünde) dalgalanan ve GSYİH’nın %25’ini harcayan bir bütçeye sahip “büyük devlet”e; faiz oranını düşük tutan ve son ödünç verme mercii rolünü oynayan müdahaleci “büyük merkez bankası”na; mevduat sigortası, başta çoğu konut kredilerinde zımni devlet desteği gibi geniş devlet garantileri yelpazesine; sosyal güvenlik, engelli çocuklu ailelere yardım, sağlık yardımı (medicaid) ve sağlık bakımı (medicare) gibi sosyal refah programlarına; finansal kurumların yakın murakabesi ve tanzimine; artan oranlı vergiler, asgari ücret yasası, örgütlü emeğe bazı korumalar, düşük gelirli guruplar için eğitime ve konuta daha geniş erişim gibi daha büyük gelir ve servet eşitliğini teşvik eden programlara sahipti. Bunlara ilave olarak hükümet, Reconstruction Finance Corporation ve Homeowner’s Loan Corporation gibi finansman ve yeniden finansman araçlarının sağlanmasında ve 30 yılda kendi kendini amorti eden sabit ödemeli konut kredisi anlayışına dayalı ve devlet destekli kurumlar tarafından denetlenen modern bir konut kredisi piyasasının geliştirilmesinde önemli roller oynadı. Şunu da belirtmek gerekir ki, Büyük Buhran ve İkinci Dünya Savaşı, finansal istikrara yol açan bir atmosferin yaratılmasında etkili oldu. Depresyon, firmaların ve hane halkının özel borçlarını azalttı. Savaştaki büyük kamu harcamaları özel sektör karlarını ve tasarruflarını arttırdı, özel sektör bilançolarını güvenli kamu kağıtları ile destekledi. Kamu borçları, konut ve özel yatırımların finansmanı için borçlanmada teminat olarak kullanıldı. Hızlı nüfus artışı (baby boom) tüketici talebini arttırırken, orta sınıf yaratılması çabaları devlet ve mahalli idareler harcamalarını yükseltti. İkinci Dünya Savaşını izleyen yaklaşık 30 yıl içinde, finans kapital eski normlara göre önemsiz bir rol oynadı. Büyük buhranın acı hatıraları hane halkını ve firmaları borç almaktan caydırmıştı. Sendikalar etkinliklerini arttırarak işçilerin hayat standartlarını yükselttiler, düşük faizli konut kredisi ve öğrenci kredilerine hükümet garantisi geldi, hane halkı borçları güvenli bir tabana oturdu. Küçük tasarruf sandıkları ve bankalar sağlıklı kredi prensipleri geliştirdiler. Glass-Steagall Yasası yatırım bankalarını ticari bankalardan ayırdı, çeşitli “new deal” reformları kontrollü finansın (ticari bankaların) finansal sektördeki pazar payını korudu. Askeri Keynesçilik (military Keynesianism), endüstrinin çıktılarına talep yarattı ve mark-up (maliyet+kar) fiyatlama sisteminin oturmasına yol açtı. Düşük borç, yüksek tüketim ve büyük hükümet iktisadi istikrara katkı yaptı. İktisatçılar 1970’lerin başlarında, kapitalist sistemde bazı değişmelerin ortaya çıktığını fark ettiler. Buna göre kamu harcamalarındaki artış GSYİH artışının gerisinde kalmaya başladı, sendikalar güç kaybederken enflasyona endeksli ücretler durgunlaştı, eşitsizlik arttı, işsizlik trendi yükseldi ve iktisadi büyüme yavaşladı. Tasarruf ve yatırımı arttırmak için yoğunlaşan çabalar -ki bu çabaların büyümeyi tekrar başlatacağı düşünülüyordu- meseleyi sadece kötüleştirdi. Yüksek gelir guruplarının daha fazla tasarruf yapacakları savından hareketle gelir dağılımını varlıklılar lehine değiştirmeyi amaç edinen arz yanlı politikalar, tasarrufları arttırmadı, toplam talebi ve milli geliri azalttı. Benzer şekilde yatırımları teşvik etmek amacıyla uygulanan -vergi indirimleri gibi- politikalar tüketim malları talebindeki yetersizliği gideremedi. Yukarıdaki gelişmelerle birlikte 1970’lerde GSYİH içindeki özel yatırımların payının artması, Minsky’ye göre bir dizi zincirleme etkileşim doğurdu. İlk olarak, güçlü firmalar ve güçlü sendikalar nedeniyle özel yatırım sektöründeki ücretler ve karların yüksekliği eşitsizliği arttırdı. İkinci olarak, özel sektör yatırımlarının nispi büyümesi nedeniyle artan ücretler -ücretler üzerine eklenen bir mark-up ile fiyatlandırılan- tüketim malları fiyatları aracılığıyla enflasyonist baskıya yol açtı. Üçüncü olarak, yetersiz toplam talep kapasite fazlası doğurdu. Nihayet, özel yatırım çekişli ekonomik büyüme, özel sektör borçlanma oranını yükseltti ve ekonominin finansal kırılganlığını arttırdı. Bu zincirleme etkileşim son tahlilde enflasyon ve finansal istikrarsızlık yarattı. Minsky, özel yatırım çekişli büyümeye karşı, kamu harcaması çekişli büyümenin daha uygun olduğunu; kamu harcaması çekişli büyümenin, savaş sonrası dönemde olduğu gibi özel 11 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu sektör harcamalarının özel borçlara değil gelire dayanarak artacağını ileri sürdü. Bir başka ifade ile kamu harcaması çekişli büyüme, özel sektör yatırımlarının finansman tarzını da kontrol altında tutuyordu. Finansal kurumların 1960 ve 1970li yıllarda, kar fırsatlarını arttırmak amacıyla, “new deal” uygulamalarından yasal yollarla kaçınma arayışlarına girdiği görüldü. 1972-1982 dönemindeki sıkıntılı Volcker tecrübesinden sonra, kurumları faiz oranı riskinden korumak için çeşitli finansal inovasyonlar benimsendi. Bu inovasyonlar; konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesini, faiz ve döviz riskine karşı garanti sağlayan türev ürünleri, rezerv ve sermaye sınırlandırılmalarından kaçınmaya yarayan çeşitli bilanço dışı işlemleri kapsamaktaydı. Faize getirilen vergi avantajları, borcu öz kaynak yerine ikame eden kaldıraçlı satın alma işlemlerini cesaretlendirdi. Kaldıraçlı satın almalar, satın alınan varlıktan beklenen getiriler ile karşılanacak olan borçlarla yapılan alımları kapsamaktaydı. 1990’larda bir başka dönüşüm daha ortaya çıktı. Bu dönüşüm, kredilere erişimi artıran, firmaların ve hane halkının ödeme gücüyle uyumlu borçlanma davranışlarında değişikliğe yola açan ve onları borçlanmaya yönlendiren yeniliklerin sonucuydu. Ekonomi 1960’lardakine benzer bir performansa dönerken, tüketim ekonominin motoru rolünü oynuyordu. Büyüme ekonomiye geri dönmüştü ve bu büyüme; kamu harcamaları veya özel gelirlerin artmasından değil, özel borçlanma ile sağlanmaktaydı. Minsky, 1960’larda başlayan ve new deal prensiplerinin gevşetilmesi veya ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan süreç sonucunda kapitalizmin kazandığı bu yeni türe “para yönetici kapitalizm” adını vermektedir. Minsky’e göre (Minsky,1996), ABD’deki kapitalizm yeni bir aşamaya, para yönetici kapitalizme gelmiştir ve bu aşamada finansal araçların büyük çoğunluğu, halka pay satarak topladığı fonları çeşitli yatırımlarda değerlendiren ortak (mutual) fonlar veya emeklilik (pension) fonlarından oluşmaktadır. Para yönetici kapitalizmde bu fonları yönetenlerin performanslarının değerlendirilmesinde kullanılan yegane kriter, portföyün toplam getirisidir ki bu kriterin çok düşük bir finans standardına karşılık geldiği husususun altını çizmek gerekir. Özetle, Minsky’ye göre kapitalist sistem; zaman içinde evrilerek finansal kapitalizm, ticari kapitalizm, korumacı kapitalizm aşamalarını geçip para yönetici kapitalizm türüne dönüşmüştür. Para yönetici kapitalizm, Minsky’nin konjonktür teorisinin ön şartı olarak kabul edilmektedir. 5.2. Finansal İstikrarsızlık Hipotezi 5.2.1. Kapitalist Ekonominin İşleyişi İle İlgili Smithçi ve Keynesçi Görüşler Minsky’nin görüşlerini anlayabilmek için kapitalist ekonominin nasıl işlediğine dair Smithçi ve Keynesçi görüşlerin ve bu görüşlerin günümüze bıraktığı mirasın karşılaştırılmalı olarak incelenmesi yerinde olur. Aşağıda, Minsky’nin bakış açısından böyle bir karşılaştırmaya teşebbüs edilmektedir. Minsky’ye göre günümüzün ana akım iktisat teorisi kaynağını Adam Smith’in “Milletlerin Serveti” adlı kitabında geliştirilen görünmeyen el hipotezinden alır (Minsky,1992a, s.8). Görünmeyen el hipotezi, neo-klasik iktisadın üzerine inşa edildiği genel denge teorisinin temelini oluşturur. Nitekim Arrow-Debreu teoremine göre, klasiklerin ileri sürdüğü rekabetçi denge mevcuttur ve bu denge pareto optimumdur. Bununla birlikte Arrow-Debreu teoreminin, varlığı, gösterilen dengenin tek ve global ölçekte istikrarlı olmaması nedeniyle, günümüz ekonomilerini anlamamıza pek az katkıda bulunmaktadır. Bu nedenle Minsky, matematiksel genel denge teorisinin, anlamlı bir ekonominin temeli olamayacağını düşünmektedir (Minsky, 1992a, s. 9). 12 Bankacılar Dergisi Genel denge teorisinin işlemesi için, geleceğin net bir şekilde öngörüldüğü (tam enformasyon) varsayımını yapmak gereklidir. Asimetrik enformasyon varsayımı yaparak, eksik istihdam dengesi ve politika etkisizliği hipotezi içeren bir makro iktisat kurmak için yapılan çok sayıda teşebbüs, genel denge teorisinin tam enformasyon varsayımını geçersiz kılmaktadır. Bu nedenle asimetrik enformasyona dayalı anlamlı bir makro iktisat modeli kurma düşüncesi mantıken tutarsızdır 6. Model kurarken ilk adımda, iktisadi sürecin denge üretmesine yol açacak tam enformasyon varsayımı yapmaya, sonra da modele asimetrik enformasyon adı altında bir tür eksik enformasyon varsayımın eklemeye izin verilemez. Ayrıca, teori tek bir dengenin varlığını ispat etmedikçe, karşılaştırmalı statik uygulamalar yapmak meşru olmaz. Ekonomik analiz, dinamik süreçlerin modellenmesi ve sürecin izleyeceği yolun özelliklerinin belirlenmesiyle sınırlandırılmış olur. Bu durumda Smithçi görünmeyen el mantığının temelleri ortadan kalkar (Minsky,1992a, s.9). İktisat politikası üretiminde rehber olarak laissez-faire’in geçerliliği şu önermeye dayanır: Piyasalar aracılığıyla işleyen görünmeyen el, ekonomiyi, bir anlamda gerçekleştirebileceği en iyi dengeye doğru götürür. Eğer bu önerme doğruysa herhangi bir iktisat politikası üretilmesi ve uygulanması anlamsız olacaktır. Buna karşılık önermenin geçerli olmaması durumunda laissez-faire’in mantıki temelleri ortadan kalkacaktır. Keynes, Smith’in görünmeyen el teoremine alternatif olarak, iktisada karşılaştırmalı statik yaklaşımı getirdi. Keynes dikkatleri, kaynak dağılımına vurgu yapan Smithçi görüşten, ekonominin sermaye geliştirilmesine, yani yeni kaynakların yaratılmasına vurgu yapan Keynesçi görüşe doğru yönlendirmektedir. Kaynakların yaratılması, zaman içinde işleyen bir süreçtir ve Keynes’in işletme dediği şeyle, yani ekonomik varlıklardan ömürleri boyunca elde edilmesi umulan gelirin tahminiyle yakından ilgilidir. İşletme (reel sektör) ile spekülasyon (finansal sektör) arasındaki Keynesçi dikotomi dikkatleri, sermaye geliştirme sürecinin ana unsuru olarak finansal yapıya çekmektedir. “Başarılı bir kapitalist ekonomide finansal yapı, işletmeleri kural dışılığa kışkırtır. Finansal yapı spekülasyonu körüklediğinde, kapitalist ekonominin performansı düşer” (Minsky,1992a, s.11). Keynesçi teoride, finansal ve reel piyasalarla iç içe olan kapitalist birikim; geçmişi, bugünü ve geleceği birbirine bağlayan bir süreçtir. Teori, aynı zamanda, bu süreci etkileyen değişkenlerin tanımlanmasına da yardım eder. Sürecin, ekonomiyi daima dengeye götüreceğine dair her hangi bir garanti yoktur. Özellikle vurgulanmalıdır ki; süreci etkileyen dinamikler; zamana bağlı olmak, çok boyutlu ilişkilere sahip olmak ve doğrusal olmamak gibi özelliklere sahiptirler. Bu nedenle, -sürekli olmamakla birlikte- hysteresis, kaos ve uyumsuzluk gibi olguların süreci etkilemesi söz konusudur. Süreçte ortaya çıkan tutarsızlıklar merkez bankası ve hükümet müdahaleleri ile giderilebilir ve ekonominin performansı arttırılabilir. Uygun politika sloganı, laissez faire değil, ekonomiyi tutarsızlığa götüren etkenleri durduran yerinde kamu müdahalelerdir (Minsky,1992a, s.12). Minsky’e göre, başta ABD olmak üzere kapitalist dünyada, ekonominin finansal yapısının ekonominin performansı üzerindeki etkileri araştırılırken aşağıdaki önermeler dikkate alınmalıdır: Finansal sektörü reel sektörden ayıran bir dikotomiye dayanan neo-klasik iktisat teorisi, finansal sektörün ekonominin işlevleri üzerindeki etkisine ışık tutacak teorik zemine sahip değildir. Çünkü neo-klasik geleneğe göre para yansızdır. 1992’nin ilk aylarında finansal yapı, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemindeki duruma göre daha kırılgandır. 13 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu Düşük düzeyli bir durağanlık (stagnation) tarafından izlenecek derin bir depresyon ihtimali göz ardı edilmemekle birlikte, şu andaki kırılganlığın ABD ekonomisinin “gelecek aşamasında” yüksek düzeyli bir durağanlık yaratma ihtimali yüksektir. Durağan veya derin depresyona batmış bir kapitalist ekonominin ana özelliği, “ekonominin sermaye gelişiminin” durmasıdır. Uzun süren durağanlık ve derin depresyon trajedisinden, finansal sistemin uygun şekilde reforme edilmesi ve hükümetin fiskal gücünün (maliye politikası) uygun kullanılmasıyla kaçınılabilir (Minsky,1992a,s.14-15). 5.2.2. Minsky’nin Finansal İstikrarsızlık Hipotezi Minsky’nin konjonktür teorisinin ikinci basamağını oluşturan “Finansal İstikrarsızlık Hipotezi (FİH)”nin teorik dayanakları Minsky’nin temel çalışmalarında bulunmaktadır (Minsky,1975,1986). Minsky, geliştirdiği hipotez ile ilgili görüşlerini basitleştirerek açıklamak için çok sayıda makale yayınlamıştır. Burada FİH, Minsky’nin “The Capital Development of the Economy and The Structure of Financial Institutions” ile “Financial Instability Hypothesis” adlı çalışmalarına dayanarak özetlenmektedir (Minsky,1992a,1992b). FİH, ampirik ve teorik yönleri olan bir bütündür. Hipotezin ampirik yönü, kapitalist ekonomilerin yüz yüze geldikleri enflasyon ve borç deflasyonu7 yani varlık fiyatlarının dramatik olarak düşmesi ve derin durgunluk gibi ekonomiyi kolayca kontrolden çıkarma potansiyeli taşıyan konuları kapsar. Ekonomik sistemin bu gibi süreçlere tepkisi, enflasyonun enflasyonu ve borç deflasyonunun borç deflasyonunu arttırıcı bir zincirleme reaksiyonun doğmasına yol açar. Reaksiyonu durdurmak için alınan kamusal tedbirler, çoğu tarihi örnekte olduğu gibi, yetersiz kalır. Bu durum, Smith ve Walras’ın ortaya koydukları, kapitalist ekonominin daima dengeye doğru yöneldiği ve dengeyi sürdürme eğiliminde olduğu şeklinde özetlenebilecek olan klasik varsayımlara uyum göstermez (Minsky,1992b:1). FİH, Keynes’in ABD ve diğer kapitalist ekonomilerdeki finansal ve reel krizlerin açıklanmasını amaç edinen Genel Teorisi’nin özünün yorumudur. Bu yorum Genel Teori’yi tarihi bir zemine oturtur. FİH aynı zamanda J. Schumpeter’in geliştirdiği para ve finansın kredi görüşünü de dikkate alır. Hipotezin esas aldığı kapitalist ekonomi; pahalı sermaye varlıklarına, karmaşık ve sofistike finansal sisteme sahip, takvim yılı ölçeğinde sermaye biriktiren bir ekonomidir. Bu ekonomi, elde ettikleri nakit akımı ile yükümlülüklerini yerine getiren hane halkı, firmalar, bankalar ve banka-dışı finansal kurumlardan oluşan bir finansal yapıya sahiptir (Minsky,1992a). İktisadi sorun, Knightçı anlamda “veri kaynakların alternatif kullanımları arasında tahsisi” değil; Keynes’in ortaya koyduğu gibi, “ekonominin sermaye gelişimi”dir. Kapitalist ekonominin sermaye gelişimi, bugünkü paranın gelecekteki parayla değişimi ile at başı gider. Bugünkü para yatırım çıktısı üretimine giden kaynaklar için ödenirken, gelecekteki para çıktı üretiminde kullanılan sermaye varlığı sahiplerinin elde edecekleri karları temsil eder. Yatırımın borç ile finanse edilmesi, sermaye sahiplerini -şartları kredi sözleşmesi ile belirlenmiş- bir ödeme yükümlülüğü altına sokar. Her ekonomik birim için, bilançodaki varlıklar nakit akışının zaman serisini oluştururken, yükümlülükler borç ödemelerinin zaman serisini temsil eder. Keynes’e göre borç verenler, verdikleri borç ile finanse edilen yatırımların ortaya çıkardığı reel varlıklardan değil, reel varlıkların doğurduğu nakit akışından pay talep ederler. Bu finansmanın önemli bir kısmı, borç verenle borç alan arasındaki garantileri sağlayan, bankacılık sistemi aracılığıyla gerçekleşir. Reel varlık sahipleri ile finansal servet sahipleri arasındaki “para örtüsü”nün doğurduğu ortak konum, modern ekonominin belirgin özelliklerinden biridir (Minsky,1992b, s. 2-3). 14 Bankacılar Dergisi Keynes’in “para örtüsü”, ile miktar teorisinin “para örtüsü” birbirinden farklıdır. Miktar teorisine göre, son tahlilde mallar ile mallar takas edilir. Halbuki Keynes’te para örtüsü, paranın zaman içinde finans ile bağlantılı olduğu fakat bu ilişkinin açıkça görülmediği anlamına gelir. Ekonomideki finansın bir kısmını, bankaların merkezi oyuncu olduğu tarihi belirlenmiş ödeme yükümlülükleri olarak okumak mümkündür. Para akımı, mevduat sahibinden bankalara, bankalardan firmalara doğrudur. Bir süre sonra akım, firmalardan bankalara ve bankalardan mevduat sahiplerine doğru yönelir. Mübadele başlangıçta, finansal sözleşmelerde belirtilen yükümlülükleri önceleyerek gerçekleşir. Keynes’in “para örtüsü” dünyasında, firmalara para akımı kar beklentilerine, firmalardan para akımı ise gerçekleştirilen karlara dayanır. Keynesçi kurguda anahtar finansal mübadele, bankalar ile firmalar arasındaki görüşmelerin sonucunda ortaya çıkar. Bu görüşmelerde masadaki belgeler iş adamının maliyet ve kar beklentilerini detaylandırır. İş adamı rakamları ve beklentileri büyük bir coşku ile olumlu yönde yorumlarken, banker bu izahata şüpheyle yaklaşır. Kapitalist ekonomide geçmiş, bugün ve gelecek birbiri ile ilişkilendirilirken, sadece sermaye ve işgücü ile değil fakat aynı zamanda finansal ilişkiler de dikkate alınır. Finansal ilişkiler analiz edilirken sermaye varlıkları ve bunların sahipliği, finansal ilişkiler ve bu ilişkilerin yapısındaki değişmeler birlikte değerlendirilir. Kurumsal yapı karmaşık bir karaktere büründükçe, toplum servetinin nihai sahipleri ile toplumun servetini kontrol eden ve yönlendirenler arasındaki finansal ilişkide, yeni aracı tabakalar ortaya çıkar. İş dünyasında beklenen karlar, bir yandan iş dünyası ile gerçekleştirilecek finansal sözleşmelerin miktarını öte yandan da finansal sözleşmelerin piyasa fiyatını belirler. İş dünyasında gerçekleşen karlar ise sözleşmelerdeki yükümlülüklerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin bir ölçüsünü verir. Modern dünyada finansal ilişkiler ve bu ilişkilerin sistemin davranışları üzerindeki etkilerinin analizi; işletmelerin borç yapısı ve elde ettiği nakit akımının analizi ile sınırlandırılamaz. Firmalar yanında hane halkının (tüketicilerin), hükümetlerin ve uluslararası kurumların da kendilerine ait borç yapıları bulunmaktadır. Hükümetlerin finansal kurumları ve aynı zamanda firmaları yeniden finanse eden bir aktör olarak ekonomiye geniş ölçüde müdahale etmesi sonucunda finansal yapının giderek karmaşıklaşması, sistemin eskiye kıyasla daha farklı davranmasına yol açabilir. Özellikle ulusal hükümetlerin, finans siteminin 1929-1933 dönemindeki gibi yozlaşmasını önlemek amacıyla ekonomiye büyük ölçekli müdahalesi, toplam kar akımlarının aşağı doğru kırılganlığının büyük ölçüde azaldığı anlamına gelir. Finansal sistemin artan karmaşıklığına rağmen kar seviyesi, finansal sistemin anahtar belirleyicisi olmaya devam etmektedir. FİH, Kalecki (1965) ve Levy (1983)8’nin kar ile ilgili görüşlerini benimser. Buna göre kar seviyesi toplam talebin yapısı tarafından belirlenir. Her dönemde toplam karlar toplam yatırımlara, daha soyut ve karmaşık bir yapıda ise toplam karlar toplam yatırımlar ile kamu açıklarının toplamına eşit olur. Gelecekteki yatırımların büyüklüğü kar beklentilerini ve gerçekleşen yatırımlar da gerçekleşen karları belirler. Bu nedenle borçların vaktinde ödenmesi, -kar doğuran- yatırımlara bağlıdır. Buraya kadar ortaya konan ilişkiler ağının ışığında değerlendirildiğinde FİH, borcun sistem davranışına etkisini inceleyen bir teoridir ve doğal olarak borcun tiplerini de dikkate alır. Ortodoks paranın miktar teorisinin aksine FIH, bankaları kar amacı güden faaliyetleri yürüten kurumlar olarak ciddiye alır. Kapitalist ekonomilerde bütün girişimciler gibi, -finans sektöründeki bütün aracıları kapsayacak genişlikte ele alındığında- bankacılar da borç veren tüccarlardır, öyle ki sahip oldukları varlıklar ve pazarladıkları yükümlülükler onları inovasyona açık hale getirir. Banka ve finansın bu inovasyona açıklık özelliği, ortodoks miktar teorisinin dayandığı “ekonomide dolanım hızı sıfıra yakın olan sabit bir para miktarı bulunduğu ve para arzı ile fiyatlar genel seviyesi arasında doğru yönlü ve bire bir örtüşen bir ilişki bulunduğu” varsayımını geçersiz kılar (Minsky,1992b, s. 4-6). 15 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu Minsky’e göre ekonomik birimler için hedge finansman, spekülatif finansman ve ponzi finansman olmak üzere üç belirgin finansman tipi tanımlanabilir. Hedge finansman birimleri, sözleşmelerinde yer alan ödeme mükellefiyetlerini (anapara+faiz) kendi nakit akışları ile sağlayabilen birimlerdir. Borç yapısında öz sermaye finansmanın ağırlığı arttıkça, söz konusu birimin hedge finansman birimi olma ihtimali artar. Dalgalı borçları olan hükümetler, dalgalı finansal kağıtlar ihraç eden anonim şirketler ve bankalar tipik hedge birimleridir. Spekülatif finansman birimleri, kendi nakit akışlarından mükellef oldukları faiz ödemelerini yapabilen, buna karşılık anaparayı ödeyemeyecek durumda bulunan birimlerdir. Bu birimlerin anapara borçları için “yeniden borçlanmaları”, bir başka ifadeyle vadesi gelen anapara borçları için yeni “borç senedi” çıkarmaları zorunludur. Ponzi finansman birimleri, kendi işlemlerinden sağladıkları nakit akımları ile hem anapara hem de faiz borçlarını karşılayamayacak durumdaki birimlerdir. Bu birimlerin borçlarını ödeyebilmek için “varlıklarını satmaları” veya “yeniden borçlanmaları” zorunludur. Faiz ödemelerini yapmak için varlık satmak veya borçlanmak bir birimin öz sermayesini düşürürken, borçlarını ve beklenen gelirinden ödenecek borç yükümlülüklerini arttırır. Ponzi finansman birimi, borçlandığı kuruma önerdiği güvenlik marjını düşürür. Hedge finansman türü egemense ekonomi, denge arayan ve dengeyi sürdüren bir konumdadır. Aksine spekülatif ve ponzi finansman türünün ağırlığı fazlaysa, ekonominin dengeden sapma ihtimali yükselir. FIH başlıca iki teoreme dayanır: 1.Teorem: Ekonomi istikrar yaratan ve istikrarı bozan finansman sistemlerine sahiptir. 2.Teorem: Uzun süren refah dönemlerinde, istikrar yaratan finansman sistemi, istikrarı bozan finansman sistemine dönüşür. Kapitalist ekonomiler, özellikle uzun süren ekonomik istikrar dönemlerinde, hedge finansmanın hakim olduğu finansal yapılardan, spekülatif ve ponzi finansmanın hakim olduğu finansal yapılara doğru yönelme eğilimindedirler. Dahası, önemli ölçüde spekülatif finansmana sahip bir ekonomi enflasyonla yüz yüze ise ve kamu otoriteleri sıkı para ve maliye politikaları ile enflasyonu düşürme teşebbüsüne girişmişlerse, spekülatif finansman birimleri ponzi finansman birimlerine dönüşecek, ponzi finansman birimleri ise ortadan kalkacaktır. Sonuç olarak nakit akışı sıkıntısı içinde bulunan birimler, “pozisyon satarak, pozisyon almaya” zorlanacaktır. Bu durum ise büyük ihtimalle varlık değerlerinin çökmesine yol açacaktır (Minsky,1975). FİH’in ana teoremi kapitalist ekonominin iç dinamiklerinin, ekonominin başarılı performans gösterdiği dönemlerde borç deflasyonuna, yani varlık değerlerinin çöküşüne ve derin durgunluğa yol açacak finansal yapılar oluşturmasıdır. FİH’de, sermaye varlıklarının fiyat seviyesi ve cari üretimin fiyat seviyesi olmak üzere, belirleniş mekanizmaları tamamen farklı iki fiyat düzeyi vardır. Sermaye varlıklarının fiyat seviyesi, beklenen karın bugünkü değeridir. Karlar ise toplam talebin bir parçasını oluşturan yatırımlar tarafından belirlenir. Demek ki yatırımlar karları, karlar da sermaye varlıklarını değerini belirlemektedir. Abba Lerner’in yıllarca önce ortaya koyduğu gibi Keynes’in finansal istikrarsızlık yorumu, zaman içinde “istikrarın istikrarsızlık yarattığı görüşü”nü doğrulamaktadır (Minsky,1992a, s.7). 5.2.3. Yatırım-Finans Bağlantısının Mikro Temelleri Minsky’nin araştırmaları, modern ekonominin işleyişinde finansmanın rolü üzerine odaklanmaktadır. Minsky’nin “Finansal Keynesçilik” olarak nitelendirilebilecek olan bu yaklaşımı, 1960’lı ve 1970’li yıllarda yürütülen, iktisatta finansal ilişkilerin sınırlı rolü üzerindeki ana akım 16 Bankacılar Dergisi tartışmalar ile açık bir zıtlık sergilemektedir. J. Tobin gibi iktisatçıların çalışmaları bir kenara bırakılırsa, LM doğrusunun temelini oluşturan para talebi fonksiyonu yardımıyla finansal ilişkilerin ana akım makro iktisada dahil edilmesi Minsky’nin orta yaş dönemine denk gelmektedir. O dönemde egemen olan makroekonomik yaklaşım Modigliani-Miller Teoremi ile ifadesini bulmaktadır. Bu teoreme göre, reel ekonomik kararların belirlenmesi sürecinde finansal şartların önemi yoktur. Finans, motoru teknoloji ve tercihlerin oluşturduğu ekonomide bir yan unsurdur. Bu nedenle neo-klasik mikro temellere dayanan IS-LM modelinin hakim olduğu bir dünyada, finans ile iktisadi faaliyet arasında bağ kurmaya çalışan Minsky’nin çalışmalarının dikkate alınmamasında şaşılacak bir şey yoktur. Bununla birlikte 1980’lerden itibaren ana akım iktisatta finansal faktörlerin rolü değişti ve Modigliani-Miller Teoreminin gözden düşmesiyle birlikte, 1990’lı yılların ortasında yatırım kararlarında finansal faktörlerin teorik ve pratik rolünü sorgulayan araştırma gündeminin temelleri atıldı (Fazzari,1999,s.3). Hubbard’ın yürüttüğü bir çalışmaya göre, herkes tarafından kabul görmese bile, yatırımlarda finansın temel bir rol oynadığı tezi, modern ana akım iktisadın merkezi ve itibarlı bir parçası haline geldi (Hubbard;1998). Minsky’ye göre Keynes, üretim için bir yatırım teorisi, yatırım için de bir finans teorisi geliştirmiştir. Bu nedenle Minsky’nin yaklaşımının mikro temellerinin anlaşılmasında, onun finansal yatırım teorisi uygun bir hareket noktası oluşturabilir. Minsky, hem Keynes hem de ana akım makro iktisat teorileri ile aynı fikirde olmak üzere; firmaların, yatırımdan umulan nakit akımının bugünkü (kapitalize) değerini maksimize etmek amacıyla yatırım projeleri hazırladığı önermesini kabul eder. Minsky’nin ana akım makro iktisattan ayrıldığı hususlar bundan sonra başlamaktadır. Ana akım iktisat, finansal faktörlerin adını anmadan, teknoloji ile fiziki girdi ve çıktıların piyasa fiyatı beklentilerinin, umulan nakit akımını belirlediğini öne sürmektedir. Bu durumda yatırım kararları, finansmana ulaşımdan ve finansmanın maliyetinden bağımsız olarak alınmaktadır. Halbuki Minsky’e göre, bir firmanın finansal yapısı, firmanın yatırım kararları için olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Dış finansmanın mevcudiyeti ve maliyeti; firmanın finansal yükümlülüklerinin yapısıyla, yani geçmiş yatırım faaliyetlerinden kaynaklanan ve firmanın bilançosunda yer alan ödeme yükümlülükleriyle, sıkı sıkıya bağlantılıdır. Minsky’nin “Bugünün (1986) standart iktisat teorisinde, finansal olmayan soyut bir ekonomi analiz edilmektedir. Bu soyut ekonomi ile ilgili teoremler, karmaşık finansal ve parasal kurumlara sahip bir ekonomi için de geçerli kabul edilmektedir.” şeklindeki tespiti (Minsky,1986;s.172); Modigliani-Miller teoremine dayanan, finansal olmayan mikro ekonomik yatırım teorisine, sistemin içinden, bir başkaldırı olarak algılanmaktadır (Fazzari,1999,s.5). Değişimi başlatan yeniliğin mikro iktisattan geldiği görülüyor. Akerlof (1971) alıcılar ile satıcılar arasındaki asimetrik enformasyonun; piyasaların -tam enformasyon (veya simetrik belirsizlik) durumunda olduğu gibi- optimal işlemesini engelleyeceğini gösterdi. Çünkü satıcı, malının kalitesini alıcıdan daha iyi bilmektedir. Asimetrik enformasyon nedeniyle, tam enformasyon koşullarına kıyasla, kalitesiz mal (kullanılmış araba veya literatürdeki adıyla limon) satıcılarının yüksek, kaliteli mal satıcılarının ise düşük fiyattan mal satmaları mümkün hale gelmektedir. Stiglitz ve Weiss (1981:912-927) ile birlikte, asimetrik enformasyon hipotezi kredi piyasasına uygulanmaya başlandı. Bu durumda, enformasyon asimetrisi bakımından, ödünç veren finansal kurum “alıcı”, kredi isteyen firma ise “satıcı” konumuna gelmektedir. Asimetrik enformasyon nedeniyle, banka firmanın borcunu geri ödeme kalitesi hakkında -firmanın sahip olduğu kadar- bilgiye sahip olamayacak ve kredi talep eden firmalara karşı akli bir şüphecilik içinde bulunacaktır. Çünkü firma, yürüttüğü yatırım projesinin karlılığını ve aldığı krediyi geri ödeme ihtimalini kredi alacağı bankadan daha iyi bilir. Asimetrik enformasyon nedeniyle yüklenilebilecek riski azaltmaya çalışan banka, kredi faizinin üzerine bir risk primi ekleyerek kredi maliyetini yükseltecektir. Bu durumda, yürüttüğü yatırım projesinden pozitif net bugünkü değer bekleyen ve borcunu geri ödeme gücüne sahip olan sağlam firmalar, kredi almak için çürük firmalar için geliştirilmiş risk primini ödeyecek, daha yüksek maliyetli kredilerle yüz yüze gelecek hatta kre17 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu diler kısıtlanacak ve kredi alamayacaklardır. Bu araştırmadan şu sonuç çıkmaktadır: Teknolojik açıdan sağlam projelere sahip olan firmalar; projeyi yapılabilir kılacak bir faiz oranından kredi bulamayacakları için, projelerini uygulamaya koyamayacaklardır. Mikro iktisatta finans piyasası ile ilgili bu tür değişmeler meydana gelmekle birlikte, Minsky hiçbir zaman, firma yatırımlarının finansmana erişilebilirliğe dayandığını açıklamada, asimetrik enformasyonun rolünü gündemine almadı. Ancak bazı iktisatçılar asimetrik enformasyon hipotezinin; Minsky, Keynes ve diğer post-Keynesçi iktisatçılarda görülen finasman-yatırım bağının varlığını açıklamaya yardım ettiğini ileri sürdüler (Fazzari-Variato,1994, s.352-369). Asimetrik enformasyon, serbest piyasa ekonomilerinin temel bir özelliğidir, zira serbest piyasalarda enformasyon farklılıklarının doğması kaçınılmazdır. Bazı iktisatçılar ise enformasyon asimetrisinin, Minsky’nin teorisinde yatırımlar üzerindeki finansal baskının varlığı için bir gerekli şart olmadığını belirtmekte ve özellikle, durağan probabilistik bir çerçevede usulünce modellenemeyen temel belirsizliğin, asimetrik enformasyon olmadan da yatırım üzerinde finansal sınırlamalar doğuracağını vurgulamaktadırlar. Ana akım iktisat teorisinde belirlenen haliyle asimetrik enformasyonun, yatırımlar üzerinde Minsky tarzı bir etki doğuracağı konusunda uzlaşmaya varılmıştır denebilir. Bununla birlikte, finansal sınırlamalar için, asimetrik enformasyonun bir ön koşul olduğu görüşü tartışmalıdır. Eğer asimetrik enformasyon, ahlaki tehlike ve ters seçim sorunları, kredi faizleri üzerine bir risk maliyeti bindiriyorsa, firmaların düşük fırsat maliyeti bulunan finansmana yönelmeleri beklenir. Yüksek nakit akımı borçlanma gereğini azaltır veya hisse senedi piyasalarına akan fonları arttırır, finansmanın marjinal maliyetini düşürür ve harcamaları cesaretlendirir. Minsky de nakit akımı dalgalanmaları ile yatırımlar arasındaki ilişkiyi benzer bir tarzda açıklamıştır. Uygulamalı çalışmalar, ister ana akım isterse Minskyci mikro ekonomi açısından bakılsın, Minsky’nin yaklaşımına deneysel kanıt sağlamaktadır (Fazzari,1999, s.7). Minsky aynı zamanda, yatırımların temel belirleyicisi olarak, firmanın kaldıracına veya daha genel anlamıyla firmanın bilançosuna vurgu yapmıştır. Firma bilançosunun analize dahil edilmesi, teoriye dinamik bir karakter kazandırmaktadır. Yatırım harcamaları süreci sürekli olarak, firmanın bilançosunda bir yükümlülük yapısı oluşturur ve bu yapı firmanın gelecekteki yatırımları için gerekli şartları belirler. Bir firma bugün yatırımlarını öz kaynakları ile finanse ederse, diğer şartlar aynı kalmak kaydıyla, gelecekte dış finansman kaynaklarına ulaşmada daha avantajlı konuma geçer. Buna karşılık bugün borç alma kararı gelecek kaldıracı yükseltir ve diğer şartlar aynı kalmak kaydıyla, firmanın gelecek yatırımlarını yeni borçlarla gerçekleştirme kabiliyetini sınırlandırır. Yatırım ve finansman alanındaki ilk ana akım araştırmalar, büyük ölçüde nakit akımı üzerine odaklanmışken, yeni çalışmalar bunun yanında, firmaların kredilere ulaşma kapasitesi ve firma bilançolarının dış kaynak bulmaya etkileri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Para politikası için kredi kanallarının tartışıldığı çalışmalarında Bernanke ve Gertler; borçlar arttıkça veya net değerlilik düştükçe, firmaların alacakları krediler için ödeyecekleri risk priminin artacağını, bunun da yatırımları azaltacağını belirtmektedir (Bernanke,Gertler,1995, s.27-48). Mikro ekonomik temellerinde farklar bulunmasına rağmen, Minsky’nin teorisi ile ana akım iktisat teorilerinin görüşleri birbirine benzer. Minsky’e göre kaldıraç ve bilanço etkileri, temel belirsizliğin bulunduğu bir ortamda borçluluk artarken ortaya çıkan riskle ilgili mülahazalardan kaynaklanmaktadır. Belirsizlik, ana akım iktisat teorisinin arka planında yer almaktadır. Bununla birlikte, öz sermayenin payı borçlara göre azalırken, yüksek kaldıraçlı anahtar borç sorunu, borç verenlerin fark ettiği ahlaki tehlike sorununun büyümesi şeklinde ortaya çıkar. 5.2.4. Finansal Faktörler ve Konjonktür Dalgaları Minsky’nin yatırım ile finansman arasındaki bağlantıyı mikro ekonomik düzeyde anlama çabasının arka planında, ileri kapitalist ekonomilerdeki konjonktür dalgalarını açıklamak için bir makro ekonomik model kurma amacı yatmaktadır. Finans ve yatırım bağlantısı üzerine yapılan 18 Bankacılar Dergisi bazı ana akım araştırmaların, özellikle şirket finansmanıyla ilgili olanlarının, mikro ekonomik karakterli olduğu gözlenmektedir. Halbuki günümüzdeki ana akım araştırmaların ana odağı, para politikasının genel ekonomik faaliyetleri nasıl etkilediği noktasından hareketle konjonktür dalgalarını daha iyi anlamaya çalışmaktır. Burada makroekonomik dalgalanmalarda finansal faktörlerin önemine vurgu yapan çalışmalar ile Minsky’nin “Finansal Keynesçilik” adını verdiği yaklaşım karşılaştırılacaktır (Fazzari,1999,s.8-11). Ana akım çalışmaların bazısı, asimetrik enformasyondan kaynaklanan sermaye piyasası aksaklıklarını, reel konjonktür dalgaları okulunun yeni teorileriyle birleştirmektedir. Keynesçi gelenekle ilgisiz olan bu yaklaşıma göre, teknoloji ve tercihlerdeki değişmeler gibi arz yanlı faktörler konjonktür dalgalarına yol açmaktadır. Yatırım ve sermaye miktarını buradan da ekonominin üretim kapasitesini etkilediği için finansal faktörler, bu modellerde rol oynamaktadır. Minsky’nin makroekonomik dalgalanmaları ile parasal aktarım mekanizmasında “kredi kanalını” kullanan yeni çalışmalar arasında daha yakın bir ilişki kurulabilir. Para politikasının reel makroekonomik etkilerini anlamaya odaklanan bu çalışmaların, Keynesçi bir perspektif sağladığı söylenebilir. Bu bağlamda Bernanke ve Blinder (1988:435-439), para politikasının krediye ulaşımı, krediye ulaşımın da yatırım harcamalarını etkilediği basit bir IS-LM modeli geliştirmişlerdir. Burada parasal şoklar LM eğrisi kadar IS eğrisini de kaydırmaktadır. IS eğrisi üzerindeki finansal etkiler, para politikasındaki değişmelere karşı ekonominin kantitatif tepkisini yükseltmekte, aynı zamanda faiz oranının parasal değişmeye tepkisini azaltmaktadır. Harcamaların faiz esnekliğinin deneysel olarak düşük bulunduğu durumlarda, açıklanması gereken sorun, para politikasının neden üretim üzerinde önemli etkiler yaptığı olduğundan, bu tür sonuçlar kredi kanalı yaklaşımında özellikle vurgulanmaktadır. Son zamanlardaki kredi kanalına dayalı bazı araştırma programları, Minsky’nin makro iktisat teorisiyle bazı noktalarda benzerlikler göstermektedir. Bernanke ve Gertler (1999:2748), para politikasının ekonomi üzerinde reel etkiler doğurduğu bir “bilanço kanalı” tanımlamaktadırlar. Onlara göre, dış finansal fonlar için bir firmanın ödemek zorunda olduğu fazlalık (faiz+fazla ödeme), firmanın bilançosuna ve “iç net değer”ine bağlıdır. Asimetrik enformasyon ve ahlaki tehlike nedeniyle yüksek kaldıraçlı bir firma, yeni borçlanma için, düşük borçlu firmaya nazaran daha yüksek faiz ödemek zorunda kalacaktır. Para politikasındaki değişmeler, faiz oranını ve kredi teminatının piyasa değerini ve buradan da firmanın iç net değerini etkileyecektir. Minsky’nin de borç yapısının hatta borcun elde edilebilirliğinin firmanın finansal şartlarına bağlı olduğuna vurgu yaptığı unutulmamalıdır. Minsky, firmanın geçmiş yatırımlarından doğan borçları için gerekli “emniyet marjının”, yeni yatırımları finanse etme kabiliyetinin temel belirleyicisi olduğunu ileri sürmektedir. Minsky söz konusu emniyet marjını firmanın nakit akımı ile borç ödeme mükellefiyetleri arasındaki fark olarak tanımlamakla birlikte, Minsky’de yatırım ile borç arasındaki bağlantıyı sağlayan ampirik mülahazalar; parasal aktarım mekanizması için kredi kanalını araştıran ana akım iktisatçılar tarafından yeniden keşfedilenlere benzemektedir. Bernanke ve Gertler de, kredi kanalı etkisini ortaya koyan yararlı bir değişken olarak, borç ödemeleri ile nakit akımı farkından oluşan faiz kapsama oranını (interest coverage rate) seçmişlerdir. Benzerliklere rağmen ana akım araştırmalar ile Minsky’nin yaklaşımı arasında derin yöntem farkları bulunmaktadır. Ana akım araştırmalarda, finansal faktörlerin makro rolü, Bernanke ve Gertlerin “finansal hızlandıran” adını verdikleri mekanizma aracılığı ile işlemektedir. Öyle ki, finansal faktörler şoklar için bir yayılma mekanizması durumundadırlar. Bunlar dalgalanmaların neden büyük olduğunu açıklarlar fakat dalgalanmaların kaynağını açıklayamazlar. Minsky’de finansman-harcama bağlantısı sadece istikrarsızlığı yaymakla kalmaz, aynı zamanda istikrarsızlığın kaynağını da oluşturur. “İstikrarsızlık sistem dışından değil sistem içindeki mekanizmalar tarafından belirlenir, ekonomimiz petrol, savaşlar veya parasal sürprizlerden 19 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu dolayı değil doğasından dolayı istikrarsızdır” (Minsky,1986, s.172). Bu görüş, ana akım kredi kanalı yaklaşımı ile tutarsız olmayabilir, ancak ondan daha derin ve daha geneldir. Ana akımda dışsal bir şoktan kaynaklanan kriz, Minsky’de modern kapitalizmin doğasında bulunan içsel bir özelliktir. Minsky’nin finansal Keynesçi görüşünün ana akım teorilerde bulunmayan bir başka yönü de, yatırım için iç finansmanı sağlayan toplam karlar veya nakit akımı ile toplam yatırım arasındaki Kalecki-Levi bağlantısıdır. Bugünkü yüksek yatırım, makroekonomik kanallarla gelecek yatırımı arttırmak için gerekli olan nakit akımını besleyerek karları arttırır. Bunun sebebi kısmen yüksek nakit akımının direk olarak firmaya iç fon sağlaması ve aynı zamanda emniyet marjını arttırması ve borç teminini kolaylaştırmasıdır. Ekonomide genişlemenin bir sınırı vardır. Çünkü ekonomi genişlerken, yeni yatırımların geçmiş yatırımlardan doğan borçlarını ödemek için gerekli olan karları üretmesini sınırlayan kapasite kısıtı ile karşılaşır. Kendi kendini besleyen genişlemeden kaynaklanan yüksek kaldıraç oranları emniyet marjını daraltır ve ekonomiyi negatif şoklara karşı dirençsiz kılar. Minsky’ye göre bu olgu, genişlemeye doğal bir tavan koyar ve içerden kaynaklı bir daralmayı gerekli hale getirir. Bu süreç, Minsky’nin konjonktür teorisinin kalbini oluşturur. Finansman-yatırım bağlantısı üzerine yapılan son ana akım çalışmalar Minsky’nin bu içsel konjonktür teorisiyle ilgili hiçbir husus içermemektedir. Bu nedenle bütün benzerliklerine rağmen ana akım araştırma programının hala Minsky’nin temel tezlerinin uzağında olduğu söylenebilir. Fazzari (1999:10)’de, Minsky’nin, reel balans etkisi aracılığıyla deflasyonun ekonomiyi tam istihdam seviyesine iteceği görüşünü ileri süren neo-klasik sentezi açıkça reddettiğine inanmaktadır. Bu reddedişin altında finansal ilişkiler bulunmaktadır. Çünkü belirli bir vadeye bağlanmış olan borç yapısı nominal terimlerle ifade edildiği için, deflasyon nominal borcun miktarını, iflasları ve borcun ödenememesi hadiselerini arttırır, deflasyon nedeniyle ortaya çıkan dış paranın yüksek satın alma gücünden kaynaklanan artan tüketici refahının yol açtığı tüketici talebinin üstesinden gelmek için yatırımları düşürür. Toplam harcamalar ile finansman arasındaki bağlantı, deflasyonun istikrar yaratıcı bir faktör olmadığına delalet eder. 6. Minsky Anı (Minsky Moment) Minsky’nin konjonktür teorisinin son basamağını, “Minsky Anı” denen aşama oluşturmaktadır. Bu aşama aşağıda özetlenmektedir (Vercelli, 2009, s.2-3). “Minsky Anı” ibaresi, 1988 yılında Rusya borç krizi nedeniyle, en büyük tahvil fonlarından birini yöneten PIMCO yatırım şirketinin yöneticisi Paul McCulley tarafından kullanılmıştır. Bu terim; kısa zamanda George Magnus, Martin Wolf, Justin Lahart, John Cassidy, C. J. Whalen, L. Randal Wray, Paul Davidson, Riccardo Bellofiore, Joseph Halevi ve Jan Kregel gibi üst yönetici ve uygulamacılar, ekonomi danışmanları, gazeteciler ve akademik iktisatçılar tarafından benimsenmesiyle birlikte, Amerikan yüksek riskli ipotekli konut kredisi krizi esnasında moda haline geldi. Bunların eserlerinde ortaya konan Minsky Anının çoğu tanımlamaları, yüksek riskli ipotekli konut krizinin temel özellikleri ile Minsky’nin finansal istikrarsızlık hipotezi arasında bilinçli olarak kurulan bir bağlantı ile ilgilidir. Bununla birlikte altı çizilen özellikler farklıdır ve net olarak tanımlanmış değildir. Bu tanımlamalar toplu olarak değerlendirildiğinde, bazılarının momentin bilinen anlamıyla zaman içindeki bir noktayı tanımladığı görülmektedir. Buna göre Minsky Anı, “kredi arzının kurumaya başladığı nokta” (Magnus,2007a) veya “bir finansal takıntının paniğe dönüştüğü nokta” (Wolf, 2008) olarak tanımlanmaktadır. Minsky Anının çoğu tanımlamaları, finansal sükunet dönemlerine oranla kısa dönemli olacağı beklenen belirsiz uzunluktaki bir süreç olarak ta tanımlanmaktadır. Bunlara örnek olarak;“kendi kendini besleyen borç deflasyonu süreci” (McCulley,2001), “aşırı borçlanmış yatırımcıların, kendi sağlam varlıklarını bile satmaya zorlandıkları zaman” (Lahart, 2007), “liderlerin -riske karşı- son derece temkinli oldukları zaman” (Magnus, 2007b), “kredi daralması (credit crunch) veya 20 Bankacılar Dergisi Minsky Anı” (Whalen, 2008) ve “ponzi piramidi tipi finansal şemaların çöktüğü zaman” (Davidson, 2008) tanımları verilebilir. Görüldüğü üzere her tanım kategorisi birbirini dışlamamaktadır. Çünkü zaman içindeki bir nokta, bir zaman noktası, bir süreci başlatmaktadır. Karmaşayı önlemek için, Minsky Anı ile Minsky süreci arasında bir ayırım yapmak yerinde olur. Minsky anı, Minsky sürecinin başladığı zaman noktasına işaret etmektedir. Özetle Minsky Anı, para yönetici kapitalizm aşamasında bulunan bir ekonomide, uzun süren finansal istikrar dönemleri boyunca finansman rejimlerinin hedge finansmandan spekülatif finansmana, spekülatif finansmandan Ponzi finansmana doğru evrilmesi sonucunda, iktisadi kriz sürecinin başladığı çöküş noktasına karşılık gelmektedir. Minsky Anı denen bu noktada kredi sistemi çökmekte, fiyatlar genel seviyesi düşmekte ve Minsky süreci başlamaktadır. Minsky süreci, bir finansal kriz sürecidir. 7. Minsky’nin Makroekonomik İstikrar Politikası Minsky’nin makroekonomik istikrar politikası, “Stabilizing An Unstable Economy” başlıklı kitabında özetlenmiştir (Minsky,1986). Minsky burada makro iktisat politikası ile finansal istikrarsızlık arasındaki bağlantıya vurgu yapmıştır. Son ana akım araştırmaların büyük kısmı, finansal yapı ile harcama etkisi arasındaki bağlantının, para politikasının reel ekonomiyi etkileme tarzı üzerinde durmaktadır. Para politikasının reel ekonomiyi iki şekilde etkilediği görülmektedir (Bernanke-Gertler,1995). Birinci etkileme mekanizması banka kredileri yoluyla işlemektedir. Sermaye piyasasındaki aksaklıklar nedeniyle, küçük firmalar başta olmak üzere bazı firmalar banka kredilerine dayanmak zorundadırlar. Bir başka ifadeyle, bu tür firmalar kurumsal bono ve hisse senedi piyasalarına giremezler. Banka kredileri arzındaki bir artış, kredi koşullarının rahatlamasıyla, bu tür firmaların yatırım harcamalarını arttırır. İkinci etkileme mekanizması firmaların bilançoları yoluyla işler. Firmanın net iç değerindeki bir artış, kredi verenle firma arasında doğması muhtemel çıkar çatışması potansiyelini azaltır ve yüz yüze geleceği kredi şartlarını rahatlatır. Faiz oranını düşüren gevşek para politikası, net iç değeri yükselterek, faiz maliyetini düşürerek ve varlık fiyatlarını arttırarak firma bilançosunu güçlendirecektir. Bu kanallar üzerinde yapılacak çalışmalar, yatırım ve tüketimin zaten düşük olan faiz esnekliklerini çok da öne çıkarmadan, para politikası değişmelerinin reel ekonomik faaliyetler üzerindeki önemli ampirik etkilerini gösterecektir. Bu amaç, ana akım araştırmaları Minsky’nin vurgu yaptığı yöne, yani iktisat politikasının anlaşılmasında finansal yapının oynadığı merkezi role doğru yönlendirmektedir. Minsky ile ana akım araştırmalar arasındaki mesafe daralmakla birlikte hala önemini korumaktadır. Minsky’e göre, son ödünç verme fonksiyonu dahil olmak üzere kamu müdahaleleri, yani para ve maliye politikaları, finansal istikrarsızlığı önlemenin yegane yoludur. Bu tür müdahaleler olmaksızın, modern kapitalizmin muhtemelen depresyonla sonuçlanacak tekrarlayan finansal çöküntülerle yüz yüze gelmesi kaçınılmazdır (Fazzari,1999, s.12). 8. Finansal İstikrarsızlık Hipotezi ve Küresel Kriz Ana akım iktisadın finansal krizleri tahminde, önlemede, yavaşlatmada ve etkilerini azaltmada yetersiz kaldığı genel söylem halini almış bulunuyor. Bunun sebebi olarak, ana akım iktisadın temelini oluşturan ve dikkatini sadece kararlı denge kavramı üzerine odaklandıran ve dengesizlik, istikrarsızlık, sınırlı rasyonellik ve kuvvetli belirsizlik gibi kavramları ihmal eden, or21 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu todoks “iktisadi olgunun düzenliliği önermesi” gösterilmektedir (Vercelli, 1991, s.2005). “İktisadi olgunun düzenliliği önermesini” açıkça reddettiği ve dengesizlik, istikrarsızlık, sınırlı rasyonellik ve sübjektif özelliklerin önemli roller oynadığı alternatif bir bakış açısını gündeme getirdiği için, Minsky’nin vizyonu, finansal krizlerle baş etmeye muktedirdir (Vercelli, 2009, s.3). Makalenin bu kısmında, yukarıda ana hatlarıyla ortaya konan Minsky’nin konjonktür teorisinin 2007-2010 küresel krizi özelinde değerlendirilmesine teşebbüs edilecektir. Burada yapılan iş, Minsky’nin konjonktür teorisinin küresel krizin açıklanmasına uygunluğunu tartışan Wray, Tymoigne, Davidson ve Dymski’nin görüşlerini tanıtmaktır. Söz konusu görüşlerin post-Keynesçi eğilimli akademisyenlerce ileri sürülmesi, küresel krize heterodoks yaklaşımların ipuçlarını da verecektir. 8.1. L.R. Wray ve E. Tymoigne’nin Değerlendirmesi Minsky’nin konjonktür teorisinin küresel krize uygunluğu konusunda L. R. Wray ve E. Tymoigne’nin görüşleri, 2008 yılında yazdıkları “Macroeconomics Meets Hyman P. Minsky: The Financial Theory of Investment” başlıklı çalışmalarına dayanarak aşağıda özetlenmektedir. Keynes, Genel Teori’de kapitalist sistemin iki temel zayıflığı bulunduğunu belirtir: Tam istihdamı sağlayamama ve aşırı eşitsizlik. Minsky, Keynes’in teorisine zımni olarak kapitalizmin üçüncü bir zayıflığını ilave eder. Ona göre, istikrarsızlık modern finansal kapitalizmin (para yönetici kapitalizmin) normal bir sonucudur (Minsky,1986, s.101-250). Dahası istikrar, uygun politikalarla bile sağlanamaz, çünkü istikrar, sistemin davranışını kırılganlığı arttıracak istikamette değişime teşvik eder. Bu nedenle Minsky, ekonomide ince ayar (fine tuning) yapan Keynesçi politikaları reddeder. Politika geçici olarak istikrarı tesis etse bile, sistem istikrarsızlığı tekrar devreye sokacak sürecin mekanizmasını kurar. Bu durumda politika; derin depresyon ihtimalini arttırmadan, ekonominin enflasyon, işsizlik, hayat standardının yavaş iyileşmesi gibi sorunlara yönelme eğilimini yavaşlatacak kurumsal yapılar ve tedbirler geliştirme hedefine odaklanır (Minsky, 1986, s.295). Bununla birlikte başarı asla sürekli olamaz ve politikanın sürekli olarak değişen şartlara uyarlanması gerekir. Minsky, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki göreceli istikrarın, para yöneticisi kapitalizmin gelişmesine yol açtığını ileri sürmektedir. 1987’de yazdığı kehanet taşıyan makalesinde (Minsky, 2008), sonunda 2007’de ABD yüksek riskli ipotekli konut kredisi krizine yol açmış olan konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesinin patlama yapacağını tahmin etmiştir. Minsky, gerçekten de, söz konusu menkul kıymetleştirmenin, yani kaynak ve dağıtım modelinin, gerçek potansiyelini anlayan birkaç yorumcudan biriydi. Konut kredilerini veya diğer borç türlerini tutmak yerine bankalar, borçları kaynaklandırdılar ve emekli (pension) ve hedge fonları olarak yatırımcılara sattılar. Prensipte bütün konut kredileri çeşitli risk türlerine göre ve riski karşılamak için farklılaştırılmış fiyatlarla paketlenebilir. Buna göre yatırımcılar, arzu edilen risk-getiri almaşıklarına sahip geniş bir seçim yelpazesine sahip olabilir. Bu hizmetlerine karşılık tasarruf kurumları ve bankalar; borcun kaynaklandırılması, risk değerlendirmesi ve konut kredisi hizmetleri için bir işlem bedeli talep eder. 20 yıl sonra (2007’de), menkul kıymetleştirme; öğrenci borçları, kredi kartı borçları, otomobil borçları, kira ve bir dizi diğer borçları da kapsayarak konut kredilerinin ötesine taşarken, Minsky’nin tahminleri doğrulanmış oldu. 2008 ortalarında bu piyasaların pek çoğu, beklenenden çok yüksek seviyede borçların geri ödenememesi olgusu ile yüz yüze geldi. Minsky (2008), menkul kıymetleştirmenin iki gelişmeden kaynaklandığını ileri sürdü. Birincisi, finansın kürselleşmesidir. Bu yolla menkul kıymetleştirme, Amerikan reel varlıklarıyla direk bağlantısı olmayan yabancı yatırımcılara satılan finansal varlıklar icat etti. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki uzun istikrar dönemi, kendisine getiri arayan küresel ölçekli “yönetilen para” bolluğu yarattı. İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde, depresyonlar finansal varlığı silip 22 Bankacılar Dergisi süpüren borç deflasyonları ile birlikte gerçekleşiyordu. Uluslararası ölçekte saygın derecelendirme kuruluşları tarafından tayin edilen risk derecelendirmesine konu olan paketlenmiş tahviller, dolar cinsinden finansal varlıklar arayan küresel yatırımcıya sunuluyordu. Amerikan yüksek riskli ipotekli konut kredisi tahvillerinde sorun çıktığında, finansal kriz dünyanın geri kalanına hızla yayıldı. Çünkü bu tahviller küresel portföylerde çoktan yerlerini almıştı. İkincisi, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde mevduat kabul eden ve kredi veren finansal kuruluşlar olarak -dar anlamda- tanımlanan bankaların önemi, “piyasaların” 9 lehine olmak üzere azaldı. Bütün finansal varlıklardaki bankaların payı 1950’de %50’den,1990’larda %25’e düşerken, banka dışı finansal kurumların payı % 50’den % 75’e yükseldi. Oranlardaki bu değişimde paracı makro iktisadın önerilerinin ve Washington Konsensüsü’nün büyük payı olduğu söylenebilir. Öyle ki 1979-1982 döneminde finans sektörünün düzenlenmiş –banka ve tasarruf sandığı- kısmı, göreceli olarak düzenleme dışı kalmış olan banka dışı finansal kurumlar -çoğunlukla Wall Street yatırım bankaları- lehine ciddi olarak geriledi. Bu durum aynı zamanda, kurallar, düzenlemeler ve gelenekler çerçevesinde faaliyet gösteren bankaların finansal sistem içindeki konumunun aşınmasının bir sonucu da sayılabilir. Piyasa faiz oranı ödeyen banka dışı finansal sektördeki çeke tabi mevduatlar ve firmaların ticari bankaları baypas etmesine imkan veren ticari kağıtlar piyasasının yükselişi, bankaların karlılığını sınırlandırdı. Minsky’ye göre, banka dışı finansal kurumlar, bankalara göre rezerv oranı yükümlülüğü, düzenlenmiş sermaye gerekleri ve ilgili banka maliyetlerinin çoğundan muaftır. Aynı zamanda banka dışı finansal kurumlar, bankaları daha güvenli kılan “new deal” düzenlemelerinden de muaftırlar. Bu sadece finansal piyasaların giderek büyüyen bir kısmının çoğu bankacılık düzenlemelerinin dışında olduğu anlamına gelmez, fakat aynı zamanda, piyasalardan gelen rekabetin politika yapıcılarını bankalar üzerindeki düzenlemeleri gevşetmeye zorladığı anlamına da gelir. Bu şekilde finans sektöründe bankalar ile banka dışı finansal kurumlar arasındaki rekabet zedelenirken, reel sektör firmaları faaliyetlerinin finansmanı için doğrudan doğruya “yönetilen paraya” yöneldiler. Emeklilik ve hedge fonları tarafından sahiplenilen “yönetilen para”nın kredi değerliliğinin ölçülmesi oldukça zordu. Dahası yönetilen para, yüksek kaldıraçla işletiliyordu. Banka kendi öz varlığını 10 faktörü ile kaldıraçlarken, hedge fonlarının kaldıraç oranı 30 veya daha fazla idi. Bunun anlamı şudur: banka kendi fonundan 1 dolara 9 dolar borç alırken, hedge fonları kendi 1 dolarına 29 dolar borç alıyordu. Bütün bu gelişmeler finansal sistemin kırılganlığını büyük ölçüde arttırdı. Normal genişlemelerde yüksek şirket karları, faaliyetlerin göreceli olarak daha güvenli iç kaynaklarla finanse edildiği anlamına gelir. Bununla birlikte, 1990’ların ve 2000’lerin genişlemeleri esnasında, firmalar önemli ölçüde dış kaynak kullanımına yöneldiler, öyle ki borç rasyoları büyüdü. 1980’li yıllar kaldıraçlı şirket satın alımları ve “yüksek riskli tahviller (junk bonds)”10 ile tanınırken, 2005’ten sonraki G.W. Bush döneminde çok daha fazla yüksek riskli tahviller çıkarıldı. Yüksek riskli ipotekli konut kredisi krizine götüren 1990’ların ortalarından 2007’ye kadar geçen dönemdeki “emlak patlaması” zamanına kadar, Amerika’da ticari banka ile yatırım bankası arasında hiçbir temel fark yoktu. Minsky (1986:45), kısa dönemli konut kredilerinin 1929 Büyük Buhranına yol açtığı inancının, konut finansmanı ile ilgili “new deal” reformlarının yapılma nedeni olduğunu ileri sürdü. Spekülatif genişlemelere yol açan konut kredisi finansmanındaki yenilikler, ABD konut sektörünün, geniş ölçüde, büyük bir küresel gazino gibi yönetilmesine yol açan şartlara yeni bir reaksiyon doğurdu. 2007’den itibaren ABD finansal sektörü bütün dünyaya yayılan bir krizin içine düştü. Bazıları krizi “Minsky Anı” olarak nitelediler ve ABD’nin bir ponzi ülkesi olup olmadığını sorguladılar (Whalen, 2008, s.91-109). Bu noktada, geçmiş onlarca yılın finansal inovasyonlarının kredi teminini büyük ölçüde kolaylaştırdığı, bunun da daha sonra varlık fiyatlarını yükselttiği 23 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu tahmin edilebilir. Bu gelişme sırasıyla sadece kar fırsatlarını değerlendirmek için daha ileri inovasyonların yapılmasına yol açmakla kalmadı, aynı zamanda kontrolsüz bir borçlanma ve daha büyük kaldıraca yol açtı. Düzenlenen uzun dönem sermaye yönetim planı ve dot-com daralmasından sonraki hızlı faiz oranı ayarlamalarından çıkarılan derslerin ışığında, Fed’in kötü şeylerin olmasına izin vermeyeceği inancıyla olsa gerek Greenspan operasyonu ile birlikte Fed tarafından benimsenen yeni işletme prosedürü (tedricilik, açıklık ve-sürprizlerin sıfırlanması anlamında- beklenti yönetimini içeren Yeni Parasal Uzlaşma), anlayış dengesini temkinden alıp hırsa ve açgözlülüğe doğru değiştirdi (Wray,Tymoigne, 2008, s.20). Bill Clinton’un 1990 ortası genişlemesi ve yüzeysel 2001 resesyonu, süre giden genişlemenin enflasyona yol açmayan sağlam bir genişleme olduğu ve resesyonun kısa ve göreceli olarak ağrısız olduğu görüşlerine göre yeni bir büyüme vizyonunun doğmasına yol açtı. Bütün bunlar, risk, azaltılmış risk için bir iştah doğurdu ve daha fazla kaldıracı teşvik etti. döneminde yapılan bu iyimser analizlerin çoğu, modern ortodoks finans teorisine dayanmaktaydı ve bu teori geçmiş tecrübeler üzerine bina edilen karmaşık piyasa davranış modelleri ile birleştirilmişti. Bu modeller, risklerin sistematik olarak azaldığını ve en iyi karşılanabilecekleri varlıklara kaydırıldığını gösteriyordu. Bugün (2008) geçmiş tecrübeler öğrenildikten sonra anlaşılmıştır ki, risk ne azalmıştı ne de kaymıştı. Krizin Minsky’nin finansal istikrarsızlık hipotezini gündeme getirmesine şaşmamak gerekir. Şu anda Minsky’e atıf yapmanın oldukça yaygınlık kazanmış bir uygulama olduğu ileri sürülmektedir (Wray,Tymoigne, 2008, s.20). Günümüzde ana akım etkin piyasa hipotezinin, geçmiş on yılda riskin sistematik olarak küçük gösterilmesine yol açmasından sorumlu tutulduğu görülmektedir. Ana akım iktisatçıların “istikrar istikrarsızlık yaratır” hipotezini kabul etmeleri imkansızdır. Çünkü bu kabul, neo-klasik iktisadın “piyasa ekonomisinin denge arayan bir konumda olduğu” temel dayanağına karşıdır. Minsky, istikrarlı bir dengeye yönelecek kapitalizm türlerinin bulunduğu hususunun altını çizer. Israrla vurgulamaktadır ki, karmaşık ve pahalı sermaye ekipmanlarına sahip modern kapitalizm, krizlere yol açan bir kırılganlığa eğilimlidir. ABD’nin benimsediği kapitalizm türünü iyi ortaya koyabilmek için, yatırımın nasıl finanse edildiği ve bunun nasıl konjonktürel davranışlara yol açtığını anlamak gereklidir. Para yönetici kapitalizm, uygun kamu müdahalelerinin bulunmaması durumunda, bir borç deflasyonuna ve büyük depresyona yol açan bir bozulma yaratır. Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla Wray ve Tymoigne; Minsky’nin konjonktür teorisinin finansal istikrarsızlık hipotezi basamağı üzerinde fazla durmadan, para yönetici kapitalizm aşamasının küresel krizin çıkışında oynadığı role vurgu yapmaktadırlar. 8.2. P. Davidson’un Değerlendirmesi Post Keynesçi iktisatçı P. Davidson, Minsky’nin konjonktür teorisinin küresel krizi ne derece açıklayabildiği konusunu ele almıştır ve aşağıda Davidson’un konuyla ilgili görüşleri özetlenmektedir (Davidson, 2008, s.1-9). ABD’de 2007-2008 kışında, finansal piyasalarda ortaya çıkan düzensizliğe, çok sayıda medya, Wall Street analisti ve akademisyen finansal kırılganlığın “Minsky Anı” olarak atıfta bulundular. Minsky’nin finansal kırılganlık tezinin iki önemli takipçisi, istikrarsız bir finansal sistem için gerekli önkoşul olarak, yeni yatırımların finansmanında hedge finansmandan spekülatif ve ponzi finansmana doğru bir hareketin olması gerektiğine işaret etmektedir (Papadimitriu, Wray,1999, s.10). Bu yolu izlemeyen bir süreç Minsky Anına yol açmaz. Minsky Anı, uzun dönemde yatırımın kendini finanse edeceği ve makul bir kar bırakacağı beklense bile, borç sözleşmeleri ile gelecekte belirli bir tarihte borç ödeme taahhüdüne giren ve gelecekte beklenen nakit akışının borcu ödemeye yetmemesi durumuna düşen yatırımcı-borçlanıcı sayısının giderek artması ile ortaya çıkar. Likidite, bir kimsenin yaptığı sözleşmeye dayalı olarak vadesi gelen nakit ödemelerini yapabilme durumu olduğu için, bir kimse bu yükümlülüğünü yerine getiremez ise ortada bir likidite sorunu vardır. Sistemik likidite sorunu 24 Bankacılar Dergisi ekonominin istikrarını tehdit ettiğinde, merkez bankası sorunu çözmek için genişletici para politikası ile para piyasasına para enjekte eder. Bu durum, düşen faizler yoluyla borç alanların likidite teminini ucuzlatır ve hiç olmazsa geçici olarak likidite sorunu çözülür. Küresel krizde Minsky Anının ortaya çıkması için gerekli olan önkoşullar gerçekleşmediği için, krizin sebebi Minsky’nin finansal istikrarsızlık hipotezi ile açıklanamaz. Cari finansal piyasa problemi, menkul kıymetleştirme yoluyla likit ve ticari olmayan konut kredilerini likit varlıklara dönüştürmeye teşebbüs eden büyük finansal aracılık yüklenicilerin (underwriters) iflaslarıyla ortaya çıktı. Sistemik iflas problemi ekonominin istikrarını tehdit ettiği zaman, ucuz para politikası per se uygun bir çözüm değildir. Eğer finansal kurumların sistemik iflas sorunu varsa, ekonomide istikrar yaratarak iflas sorununu önlemek için, iflas eden birimlerin net değerini arttırmaya dönük adımlar atmak gereklidir. 1989 yılında, örneğin, 700’den fazla S&L11 kayıtlarında yüz binlerce adet fonksiyon görmeyen (ödenmeyen) konut kredisi borcu yer aldığında, Amerika sistemik iflas durumuyla karşılaştı. Bugün (2008) Collateral Debt Obligations (CDOs), Structural Investmen Vehicles (SIVs) ve diğer egzotik finansal varlıklar şeklinde bulunan ve fonksiyon görmeyen yüksek riskli konut kredisi borçları, 1989 S&L krizindeki gibi fonksiyon görmeyen borç mükellefiyetlerine, yani sistemik iflas sorununa işaret etmekteydi. Birinci Bush yönetimi ve S&L banka düzenleyicileri problemin bir iflas problemi olduğunun farkındaydılar. Burada 700’den fazla S&L’nin net değeri negatifti veya banka düzenleyicilerinin gerek gördüğü güvenilir net değer seviyesinin oldukça altındaydı. Çözüm, hükümet destekli Resolution Trust Corporation’un fonksiyon görmeyen borçlarını iflas eden S&L’lerin bilançosundan çıkarmak, kalanları iflas sorunu olmayan diğer S&L’ler ile birleştirmekti. S&L problemi merkez bankasının ucuz para politikası yoluyla piyasaya likidite pompalamasıyla çözülecek bir problem değildi. Bugünkü fonksiyon görmeyen borç problemi, konut kredisi destekli varlıkların ana banka aracılık yüklenicileri için potansiyel bir iflas problemi doğurdu. Zikredilen aracılık yüklenicileri söz konusu edilen konut kredisi destekli varlıkları, henüz uyanmayan kimselere satmak için, menkul kıymetleştirme yoluyla likit olmayan varlıkları likit hale dönüştürebileceklerini iddia ediyorlardı. Konut kredisi destekli varlıkların bazı paylarını menkul kıymetleştirmek, yani likit yapmak için, aracılık yüklenicileri müşterilerine, kendilerinin kurumsal olarak bu varlıkların piyasalarında “piyasa yapıcısı” olarak işlev görmekte oldukları konusunda teminat verdiler. Piyasa yapıcılığı öyle bir kurumdur ki, bu varlıkların alıcılarına bu varlıkların yeniden satışı, yani istendiği zaman elden çıkarılması işleminin örgütlü ve düzenli bir tarzda olacağı garantisini vermektedir. Düzenli bir piyasanın bulunması durumunda, varlıkları satın alanlar daima bir hızlı çıkış stratejisi uygulayabileceklerine ve ellerindeki varlıkları en kötü ihtimalle aldıkları fiyattan veya düzenli hareket eden bir fiyattan nakde çevirebileceklerine inanırlar. Bu da menkul kıymetleştirilmiş varlıkların satışını kolaylaştırır. Minsky’nin finansal istikrarsızlık hipotezi, firmaların büyük reel ve likit olmayan yatırım mallarının finansmanında hedge, spekülatif ve ponzi olmak üzere üç finansman türüne işaret etmektedir. Minsky’nin bu türlerinin her biri, reel yatırım malı alan kişilerin bir borç senedi çıkardığını var saymaktadır. Çıkarılan bu borç senedi, çıkarana gelecekte belirlenen bir tarihte sözleşmeye dayalı olarak ödeme yapma mükellefiyeti doğuran bir bonodur. Hedge finansman operasyonunda borç alan, satın alınan reel yatırım tarafından üretilen nakit akımının, borç sözleşmesinde belirtilen nakit ödemelerini kolayca karşılayacağını beklemektedir. Ticari olmayan konut kredilerinde -ki evler genellikle gelecekte bir nakit akışı doğurmaz- hedge tipi borçlanıcı, konut kredisi borcunu ödemek için başka nakit akımı kaynaklarını da dikkate alır. Yatırımın finansmanında öz sermayenin ağırlığı arttıkça, borç senedi çıkaranın hedge finansmanı seçme ihtimali artar. Minsky’e göre hedge finansman konjonktür dalgaları25 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu nın yükselme döneminin başlangıcındaki yatırımların tipik finanse ediliş tarzıdır. Yatırım patlaması arttıkça spekülatif veya ponzi finansman türleri devreye girecektir. Spekülatif finansmanda borç alan -yatırımın ömrü boyunca doğuracağı gelir yatırımı finanse etse bile- yatırımın doğuracağı nakit akışının, sözleşmedeki ödeme vakti geldiğinde borç ödemelerini karşılamayacağının farkındadır. Borç alan yatırımcı spekülatif sözleşmeyi yaparken, borç ödemesi için tekrar borçlanacağını bilir. Demek ki kalan borcun tekrar borçlanarak ödenmesi spekülatif finansmanın özünü oluşturur. Beklenen yeniden borçlanma günü geldiğinde borç verecek kurum bulunamaz ise geriye sadece ponzi finansman seçeneği kalmaktadır. Eğer tam böyle bir dönemde merkez bankası genişletici para politikasıyla piyasayı likiditeye boğarsa, muhtemeldir ki makul bir maliyetle yeniden borçlanma mümkün olabilir. En kırılgan finansman türü ponzi olup, Minsky Anına yol açma ihtimali en yüksek tür budur. Ponzi finansa giren, yatırımın doğuracağı nakit akışının, sözleşmede belirtilen ödeme zamanı geldiğinde borcu kapatmaya yetmeyeceğini bilir. Ponzi borçlanıcı, hiç olmazsa borç sözleşmesinin ilk aşamalarında borcunu ödemek için ikinci bir borç senedi çıkarmak zorundadır. Bu ikinci borç senedi çıkarılması, gelecekte ödenecek borcu daha da arttıracağından üçüncü bir borç senedi çıkarma operasyonu gerekecektir. Borçlunun çıkardığı senetleri alacak kimse kalmadığında ponzi piramidi yıkılacak ve Minsky Anı gerçekleşecektir. Minsky tarafından geliştirilen bu analitik süreç, küresel krize uygulanamaz (Davidson, 2008, s.5). Çünkü yüksek riskli konut kredisi borç sözleşmesini imzalayan kişi başlangıçta, bir hedge finansman yaptığına inandırılmaktadır. Çoğu yüksek riskli konut kredisi borçlanmasında, ya erken ön ödeme şartı bulunmaz veya çok büyük ön ödeme cezasının tekrar borçlanarak ödenmesinin tutarlı bir seçenek olmadığı hem borç veren hem de borç alan tarafından bilinir. Bu nedenle konut kredisi borçlanıcısının spekülatif finansmana başvurması düşünülemez. Borç alan sözleşmedeki ön ödeme şartının farkında olmasa bile, kendisine hatırlatıldığında aylık konut kredisi geri ödemesini yapamayan bir kimsenin ön ödemeyi yeniden finansmanla kapatamayacağını da bilir. Bu nedenle Minsky’nin, spekülatif finans operasyonu konut kredisi borçlanmalarına uygulanamaz. Yüksek riskli konut kredilerinde Minsky Anının ortaya çıkabilmesi için konut kredisi borçlanıcıların ponzi finansmana başvurmuş olmaları ve bunun için ikinci bir konut kredisi almaları gerekir. Satın aldıkları konutlardan masraflarını aşan bir gelir elde etmeleri mümkün olmayan çoğu yüksek riskli konut kredisi borçlanıcısının ikinci hatta üçüncü bir konut kredisi alma ihtimali yoktur ve doğal olarak yüksek riskli borçluların ponzi alanına girmesi makul bir seçenek değildir. Bu nedenle, yüksek riskli konut kredileri ile başlayan finansal stresin, Minsky’nin finansal istikrarsızlık hipotezi için belirlediği spekülatif veya ponzi finans türlerinin özelliklerini taşımadığı aşikardır. Minsky Anının ortaya çıkabilmesi için, Papadimitriou ve Wray tarafından da vurgulanan gerekli ön şart, yüksek riskli konut kredisi krizinde asla ortaya çıkmamıştır (Davidson, 2008, s.6). O halde krizin sebebi nedir? 1999 yılında Glass-Steagal yasasının yürürlükten kaldırılması, konut kredisi destekli senetlerin aracılık yüklenicileri için ciddi bir iflas probleminin tohumlarını atmış oldu. 1933 tarihli Glass-Steagal yasasına göre, finans kurumları banka ile aracılık yükleniciliği arasında bir tercihte bulunmak zorundaydı. Bankalar tarafından yaratılan konut kredileri likit olmayan varlıklar olup, bir kere verildikten sonra yeniden satılmaları yasaktı. Yasanın iptalinden sonra, konut kredisi veren bankaların, söz konusu konut kredilerini, ana banka holdinginin bağlı şirketi olan aracılık yüklenicisi şirkete 30 gün içinde, kolayca satması imkanı doğmuş oldu. Bu durumda konut kredisi alanın ilk otuz gün içinde ilk kredi taksitini ödemesi koşuluyla, konut kredisini sağlayan bankanın diğer taksitlerin ödenmemesi sorunundan endişelenmesine gerek kalmamaktadır. 30 gün sonra, konut kredisinin geri ödenmemesi veya 26 Bankacılar Dergisi ipotekli malın kredi verene kalması sorunu, krediyi sağlayan bankanın kayıtlarında görülmeyecektir. Muhtemel bir borç geri ödenmemesinin maliyeti, banka dışındaki başka finansal aracıların kayıtlarına geçecektir. Aracılık yüklenicileri, bankaların sağladığı konut kredilerini menkul kıymetleştirdiler, paketlediler ve kredi derecelendirme kurumlarının güvenilirlik raporlarının desteğiyle dilimler halinde, güvenli getiri kaynağı arayan yatırımcılara sattılar. Aracılık yüklenicileri bu menkul kıymetleştirilmiş paketleri kolayca satabilmek için, bu paketlerin piyasa yapıcısı olarak işlev göreceklerini, bir başka ifade ile söz konusu türev ürünleri satın alan ve geri satmak isteyen yatırımcıların ürünlerini istedikleri anda orijinal fiyatından veya ona yakın bir fiyattan geri satın alacaklarını garanti ettiler. Bu garanti, yatırımcıları sermaye kaybı riskine karşı rahatlattı. Kullanmadığı vergi gelirlerini değerlendirmek için geçici ödünç alıcı arayan mahalli idareler, diğer uluslararası bankalar -örneğin- İngiltere’de Northern Rock, özel yatırımcılar, emekli fonları ve benzer güven arayan yatırımcılar bu paketlenmiş konut kredisi destekli varlık dilimlerini satın almakta tereddüt göstermediler Bu piyasa yapıcılarına bu güven nasıl verildi? Bazı durumlarda, bu konut kredisi destekli varlıkların dilimlerini paketleme ve satma karşılığı astronomik ücretler alan bazı aracılık yüklenicileri, bunları satın alanlara likidite “put”u garantisi verdiler. Put, bu dilimleri elinde bulunduranların dilimlerini piyasada istedikleri fiyata satamamaları halinde aracılık yüklenicilerinin orijinal fiyattan geri alma taahhüdü altına girmesidir. Putu garanti eden aracılık yüklenicilerinin en önemli dayanaklarının, türev ürünleri satın alanların hepsinin aynı anda ellerindeki ürünü satmaya kalkmayacakları ön kabulü olduğu söylenebilir. Diğer durumlarda, piyasa yapıcısı aracılık yüklenicileri, fiyat düşmeleri karşısında put yaparak fiyatları düzenleme –kontrolsüz düşmeleri önleme, kontrollü düşmeleri sağlama- ve düzenli işleyen bir piyasa tesis etme görevini üstlenmiş oldukları görülmektedir. Bu görevi yerine getirmek üzere, öz olarak aracılık yüklenicileri, piyasa değeri düşen varlıkları satın almak için, portföylerindeki sağlam değerli varlıkları sattılar. Borçların geri ödenememesi ve bunun sonucunda varlıkların piyasa değerinin düşmesi sorunları, menkul kıymetleştirdikleri varlık dilimlerini satmak suretiyle bu gibi sorunlardan sıyırdıklarını düşünen aracılık yüklenicilerine geri döndü. Sonuç olarak, aracılık yüklenicisi şirketlerin net değeri, bu şirketler için yasanın öngördüğü sermaye gereğinin altına düştüğü noktaya kadar gerilemeye devam etti. Aracılık yüklenicilerinin, türev ürünler için piyasa yapıcısı olmaktan vazgeçtikleri noktada, konut kredisi destekli varlıkların borç bakiyeleri gayri likit hale geldi. Hiç kimse bu varlıkların piyasa değerinin ne olduğunu bilmiyordu. Yüksek riskli konut kredilerinin kitlesel olarak geri ödenememesi, bu tür varlıkların aracılık yüklenicilerinin elinde yığılmasına yol açtı. Biriken varlıklar, aracılık yüklenicilerinin bilançolarını bozarak, net değerlerini dramatik olarak düşürdü ve onları ciddi bir iflas durumuyla yüz yüze getirdi. Bunun biricik çözümünün, yüklü miktarda sermayenin bilançoya konması olduğu açıktır. İlave sermaye, aracılık yüklenicisi kurum için gerekli olan yasal sermaye standardını sağlayacaktır. Sorunun bu aşamasında, Çin ve Rusya başta olmak üzere bazı petrol ihracatçısı ve diğer zengin ülkelerin “Sovereign Wealth Fund”12 yatırımcıları, 2007-2008 kişi başında, Citi Group, Merrill Lynch ve benzer büyük aracılık yüklenicilerini kurtarmaya geldiler. Bu makale 2008 yılı başında yazıldığı için Davidson, ilave sermaye takviyesinin aracılık yüklenicilerinin iflas sorununu çözme potansiyelinden endişelidir. Çoğu, “başarısız olamayacak kadar büyük” (too big to fail) olan bu aracılık yüklenicisi finansal kurumların iflas sorunun çözülmesi için, yeni sermaye ilavesi yanında gayri likit varlıkların bilançolarından çıkarılması da gerekli olabilir. Bu kurumlar gerçekten başarısız olamayacak kadar büyük iseler, hükümet bunları kamulaştırmak için bazı tedbirleri almak zorundadır. 27 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu 8.3. G.A. Dymski’nin Değerlendirmesi Minsky’nin konjonktür teorisinin küresel krizin açıklanmasına ne derecede uygun olduğu sorununu ele alan iktisatçılardan biri de G. A. Dymski’dir. Dymski’nin değerlendirmesi, “Why the Subprime Crisis is Different: A Minskyian Approach” adlı makalesine dayanarak aşağıda özetlenmektedir (Dymski,2010, s.239-255). Kürsel kriz hem genel anlamda baskın olarak Minskyci bir görünüm arz etmekte hem de bazı belirgin ayrıntılarda Minskyci analizden belirgin olarak farklılıklar göstermektedir. Minsky’e göre finansal istikrarsızlık sistemin içsel dinamiklerinden kaynaklanmakta; belirsizlik, rekabet ve korkunun birbiriyle olan istenmeyen etkileşiminden dolayı iktisadi büyüme kesintiye uğramaktadır. Bu açıdan bakıldığında Minsky küresel kriz konusunda haklı görünmektedir. Bununla birlikte teoride ve uygulamada ne olduğunu kavrayabilmek için, Minsky sorunsalının ayrıntılarına inmek gerekir. Minsky finansal varlık fiyatları, yatırımlar ve gelirde meydana gelen kronik düşüşlerin nedenlerini derinlemesine araştırmıştır. Mikro seviyede bakıldığında 2007-2010 küresel krizin parçalarından bazıları, Minsky’nin hipotezine uymamaktadır. İlk olarak Minsky varlık fiyatlarındaki çöküşün konut fiyatlarındaki düşüşten değil, yatırımlardaki dalgalanmalardan kaynaklandığını düşünüyordu. Bu nedenle dikkatini hane halkına değil, finansal ve finans dışı firmalara yoğunlaştırmıştı. İkinci olarak Minsky, varlık fiyatı çöküşlerinin sistematik kamu müdahaleleriyle önlenebileceğini ileri sürdü. Ona göre son ödünç verme kurumunun (Fed) müdahaleleri ve büyük hükümet harcamaları sırasıyla istikrarı tekrar tesis ederek ve toplam talebi destekleyerek krizin reel ekonomiye etkilerini sınırlandırabilirdi. Minsky’nin konjonktür teorisini anlamak için, modelindeki zımni var sayımlarda değişiklikler yapmak ve yazılarında gizli kalan ve sadece kısaca temas edilen belirli ilişkileri görünür hale getirmek gerekir. Küresel krizin haritasını çıkarabilmek için Minsky modelinde üç değişiklik yapmak lazımdır. İlk olarak, ırksal dışlama ve sosyal eşitsizliklerin finansal piyasa dinamikleri üzerindeki evrilen etkilerini sisteme dahil etmek gerekir. Bu, hane halkı sektörünü, sektördeki gelir/servet bölüşümünü yansıtacak şekilde finansal istikrarsızlık analizine dahil etmek anlamına gelir. İkinci olarak, sermaye ve cari açık dengesizlikleri nedeniyle küresel bir likidite batağına düşmüş olan ABD’nin konumunu ortaya koymak lazımdır. 1970’lerde kurgulanan Minsky Modeli, bu iki faktörden hiç birine sarih bir önem vermemiştir. Çünkü küresel likidite batağı sorunu 1980’den ve ırksal dışlama ve sosyal eşitsizlikler ise 1990’dan sonra ortaya çıkmıştır. Üçüncü olarak, bankaların ve banka dışı finansal kurumların bilançoları arasındaki sistematik farklılıkların analitik sonuçlarının belirlenmesi gerekir. Bu değişiklik, bankalardan banka dışı finansal kurumlara verilen ödünçlerin merkezindeki kaymayı anlamaya yardımcı olacaktır (Dimski, 2010, s.240). Minsky’nin daha sonraki yazıları bu kaymaları dikkate almış ve para piyasasının ve diğer finansal fonların, bankaların finansal sistem içindeki merkezi rolünü devraldıkları yeni bir kapitalizm aşamasına (para yöneticisi kapitalizm) gelindiğini iler sürmüştür. Aynı zamanda firmanın finansal davranışları kadar hane halkının finansal davranışlarının da önemli olduğunu görmüştür. Ayrıca finansal sistemin giderek fonksiyon görmemeye başlamasından ve kriz doğuran mekanizmalar üzerinde sanki uzlaşmaya varılmasından endişe etmiştir. Bununla birlikte, finansal istikrarsızlık hipotezini, bu yeni gelişmelerin ışığında revize etmemiştir. Minsky’nin yazılarında, geliştirdiği model ile ilgili gizli kalan konulardan biri de ilgili birimlerin iflası nedeniyle değil, ponzi finansın negatif nakit akımı doğurmasından dolayı borç ödemelerinin sürdürülemez hale geleceğini varsaymasıdır. Ayrıca modelinde, borçların ödenememesi ancak ve ancak genişlemenin ileriki aşamalarında varlık fiyatları sürdürülemez bir tepe yaptığı zaman söz konusu olmaktadır. O aşamaya kadar, kredilerin zımni olarak üretken amaçlara hizmet ettiği varsayılmaktadır. Modelde gizli kalan bir başka unsur da, kriz anında 28 Bankacılar Dergisi bankaların, bütün banka dışı ekonomik birimler üzerine binen likidite riskinden doğan baskıları kötüleştirecek bir konumda bulunması hususunun kabulüdür. Modeldeki bu görünmeyen unsurlar, istikrarsız bir ekonominin nasıl istikrarlı hale getirilebileceği ile ilgili çıkarımları da belirlemektedir. Yüksek riskli konut kredisi krizi, Minsky’nin modelindeki önemli fakat belirginleştirilmemiş varsayımlardan önemli ölçüde sapan yeni şartlar yaratmıştır. 1980’lerde konut kredisi piyasasındaki yapısal değişmelerle birlikte bankalardaki stratejik değişiklikler, bankaların kredi vermelerini fakat kredileri vadesi gelene kadar elde tutmamalarını, yasal olarak, mümkün hale getirdi. Artık bankalar riski üretmekte fakat riski azaltacak tedbirleri almamaktadır. 1990’lı yılların başlarında, bankalar –genellikle sübvansiyonlar aracılığıyla- sosyal bakımdan dışlanmış toplum katmanlarına “soyguncu” krediler açmaya başladılar. Bu krediler üretken olmayıp, kredileri alan birimlerin varlık sahipliği konumlarını iyileştirmemekte aksine kötüleştirmekteydi. Bu kredi riskliliğinin reel derecesi -ABD piyasalarında getiri arayan sistemli likit girişlerinin etkisiyle- sürekli yükselen bir konut piyasasında pek anlaşılamamıştır. Bu nedenle konut fiyatları bazı piyasalarda kritik sınırlara yükseldiğinde, bankalar bir zamanlar son derece riskli sayılan bazı kredileri vermekten çekinmediler. Bu ise ABD konut piyasasında fiyatların yükselmesine ve finansal piyasalarda likidite sınırlarında sürdürülemez gerginliklere yol açtı. Menkul kıymetleştirilmiş kredi riskinin sınırlarının genişlemesine imkan veren uygulamalar/düzenlemeler, bankalar tarafından verilen fakat desteklenmeyen kredilerin oranını yükseltmiştir. Sonuç olarak, daha önceleri krizin tepe noktasında kredilerin kesilmesine yol açan likidite-risk baskısı ortaya çıkmadı. Tepe noktaya gelindiğinde, Minsky’nin ileri sürdüğünün aksine, bankalar değil, yüksek riskli konut kredisi alanlar ile yapısallaştırılmış yatırım araçları (SIV) sahipleri en kaldıraçlı bilançolara sahip birimler haline gelmişti. Bu nedenle, çöküşün bütün yükünü çekenler, Minsky’nin ileri sürdüğü gibi bankalar değil, yüksek riskli konut kredisi alanlar ile yapısallaştırılmış yatırım aracı sahipleri oldular ve beraberlerinde bankaları da batırdılar. Riskin merkezi banka sisteminden banka dışı sisteme kaydığı için, Fed müdahalesi, krizi önlemede istenen sonucu vermedi. Kriz, belirsizlik rüzgârının beslediği kontrol edilemeyen ateşi küresel ölçekte yaydı (Dimski, 2010, s. 241). 9. Genel Değerlendirme ve Sonuçlar Bu çalışmanın genel değerlendirmesi ve ulaşılan sonuçlar aşağıdaki gibi özetlenebilir: 1. Derin ekonomik krizler, hakim iktisat paradigmalarının konumunu sarsmaktadır. 1929 Büyük Buhranı neo-klasik teorileri zayıflatırken, 2007-2010 küresel krizi ana akım (ortodoks) iktisat teorilerinin konjonktür dalgalarıyla ilgili yaklaşımlarını tartışmaya açmıştır. Ana Akım iktisat teorilerinin küresel krizi açıklamada zorlandığı, krizin kontrolünde Keynesçi aktivist maliye politikasının etkili olduğu anlaşılmaktadır. 2. Küresel krizi doğuran dinamiklerin anlaşılmasında, heterodoks geleneğe bağlı Avusturyacı ve post-Keynesçi konjonktür teorilerinin itibar kazandığı gözlenmektedir. Bu gelişme, iktisat teorisindeki ortodoks-heterodoks ayrımının zayıflamasına ve bu iki paradigmanın telif edilme imkanlarını sorgulayan yeni araştırma gündemlerinin oluşturulmasına yol açmıştır. 3. Hyman P. Minsky’nin konjonktür teorisi, üç aşamayı kapsayan bir süreç olarak düşünülebilir. Birinci aşamada, kapitalist sistemin para yönetici kapitalizm türüne evrilmesi, ikinci aşamada finansal istikrarsızlık hipotezi ve nihayet son aşamada da Minsky sürecini başlatan Minsky Anı (Minsky Moment) yer almaktadır. Para yönetici kapitalizm, reel sektör (firma) yatırımlarının geniş ölçüde borçlanmalara dayandığı, finans piyasasının bankaların değil banka-dışı finans kurumlarının hakimiyetinde olduğu ve finansın küreselleştiği bir kapitalizm 29 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu türüne tekabül etmektedir. Finansal istikrarsızlık hipotezi, başlıca iki teoreme dayanmaktadır. Birinci teoreme göre, ekonomi istikrar yaratan ve istikrarı bozan finansman sistemlerine sahiptir. İkinci teoreme göre de uzun süren refah dönemlerinde, istikrar yaratan finansman sistemi, istikrarı bozan finansman sistemine dönüşür. Bu dönüşümde finansman türleri, öz kaynak ağırlıklı hedge finansman türünden, borçlanmaya dayalı spekülatif ve ponzi finans türlerine doğru hareket eder. Ekonomide borcun borçla kapatıldığı spekülatif ve ponzi finansman türlerinin yaygınlaşması, yeni borçların temininde ortaya çıkacak bir darboğazla birlikte Minsky Anının doğmasına yol açar. Minsky Anı, Minsky sürecini başlatır, finansal kriz patlar ve yayılır. Finansal kriz, reel sektör kredi finansman sisteminin öz kaynaklardan dış kaynaklara yönelmesiyle ortaya çıkar. 4. Minsky’ye göre para yönetici kapitalizm, finansal istikrarsızlık yaratan içsel dinamiklere sahiptir. Finansal krizler dış şokların değil, iç dinamiklerin çalışmasıyla olgunlaşır ve ortaya çıkar. Para yönetici kapitalizm aşamasında uzun süren iktisadi istikrar dönemlerinin istikrarsızlık yaratması kaçınılmazdır. 5. Minsky’ye göre para ve maliye politikalarıyla ekonominin ince ayar yapılması krizleri önleyemez. Para yönetici kapitalizmin kriz doğurma potansiyelinin kamu düzenlemeleri ile kontrol altında tutulması gerekir. Kriz başladığında ekonomiye “güçlü merkez bankası” ve “büyük devlet” müdahaleleri gerekir. 6. Wray, Tymoigne, Davidson ve Dymski gibi post-Keynesçi iktisatçılar, Minsky’nin konjonktür teorisinin 2007-2010 küresel krizine uygunluğunu irdeleyen çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalarda üzerinde büyük ölçüde anlaşmaya varılan husus; Minsky’nin konjonktür teorisinin birinci basamağını oluşturan para yönetici kapitalizmin, küresel krizi doğuran dinamikleri açıklamaya uygun olduğudur. 1933 tarihli Glass-Steagal Yasasının 1999 yılında yürürlükten kaldırılması; kontrollü finansın yani bankacılığın alanını daraltmış, kontrolsüz finansın yani banka dışı finansal kurumların alanını genişletmiştir. Minsky’nin kuralları gevşetilmiş finans sektöründe, banka dışı finansal kurumların icat ettiği konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesinin patlama yapacağı ve finansal krizlere yol açacağı yönündeki tespiti, küresel krizin dinamiklerini açıklamada son derece isabetli olmuştur. Buna karşılık adı geçen teorinin küresel krizin ayrıntılarını açıklamada yetersiz olduğu görülmektedir. Minsky’nin finansal istikrarsızlık hipotezi; Minsky Anına ve krize yol açan mekanizma “reel sektörde faaliyet gösteren firmaların”, uzun süren istikrar dönemlerinde, sağlam finansman sistemlerinden çürük finansman sistemlerine doğru geçiş yapmasını öngörmektedir. Halbuki küresel kriz, yüksek riskli konut kredisi alan “hanehalkının” borçlarını ödeyememesinin, -menkul kıymetleştirilmiş türev ürünler aracılığıyla- aracılık yüklenicilerini ve kredinin kaynağını bulan bankaları likiditesizlik batağına düşürmesi nedeniyle çıkmıştır. Wray ve Tymoigne, para yöneticisi kapitalizm pratiklerinin krizin çıkışındaki rolüne dayanarak Minsky’nin konjonktür teorisinin küresel krizi açıklamada anahtar konuma sahip olduğunu ileri sürerken; Davidson, krize yol açan süreçte firma borçlarının değil hanehalkı borçlarının başat rol oynaması nedeniyle Minsky’nin konjonktür teorisinin küresel krizin açıklanmasına hiçbir surette uygun olmadığını; Dymski ise, para yönetici kapitalizmin krizin oluşumunda önemli rol oynadığını ancak krize götüren sürecin Minsky’nin orijinal teorisiyle örtüşmediğini, bu nedenle modele ırksal dışlama ve sosyal eşitsizliklerin yol açtığı gelir dağılımı dengesizliğinin, ABD cari açık probleminin ve nihayet bankalar ve banka dışı finansal kurumların bilançoları arasındaki sistematik farkların ilave edilerek genişletilmesini önermektedir. 7. Modern kapitalist ekonomilerde finansal sektörün giderek karmaşık bir yapıya kavuşması, finansal sektör ile reel sektör arasındaki ilişkilerin anlaşılması hususunda daha fazla teorik çabanın harcanmasını gerekli kılmaktadır. İktisat öğretiminde finans sektörünün ekonomide 30 Bankacılar Dergisi oynadığı rolün anlaşılmasına daha fazla ağırlık verilmesi gerektiği ortadadır. Konjonktür dalgalarının analizinde her vakaya uyan “bir örnek” modellerin bulunmadığı, ister ortodoks isterse heterodoks kaynaklı olsun bütün modellerin gerçek hayatı anlamada sınırlı bir açıklayıcı güce sahip olduğu hususlarını akılda tutmak gerekir. İzlenmesi gereken yol -belki de- konjonktür dalgaları ile ilgili daha eklektik modeller kurma imkanlarının araştırılmasıdır. Kurulacak eklektik modellerde dengeye ulaşma mekanizmasının tarihi, sosyolojik ve kurumsal sınırlarının dikkate alınması yerinde olur. Kaynakça • BERNANKE, B.S., BLINDER, A.(1988), “Credit, Money, and Aggregate Demand”, American Economic Review, 78. • BERNANKE, B.S.GERTLER, M.(1995), “Inside the Black Box: The Credit Channel of Monetary Policy Transmission”, Journal of Economic Perspectives, Vol:9. • BLANCHARD, O. (2008), Lessons of the Global Crisis for Macroeconomic Policy, IMF, February 2009. • BLANKENBURG, S., PALMA, J. G. (2009), “Introduction: The Global Financial Crisis”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • BOCUTOĞLU, E. (2007), Karşılaştırmalı Makro İktisat: Teoriler ve Politikalar, Üçüncü Baskı, Derya Kitapevi, Trabzon. • BOCUTOĞLU, E. (2009a), Makro İktisat: Teoriler ve Politikalar, Altıncı Baskı, Murathan Yayınevi, Trabzon. • BOCUTOĞLU, E. (2009b), “Krizin Makro İktisadından Makro İktisadın Krizine: Eleştirel Bir Değerlendirme”, Uluslararası Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Yalova. • BOCUTOĞLU, E. (2010), “How Relevant is Minsky’s Business Cycles Theory to Explain the Current Global Crisis?: A Heterodox Assessment”, 5th Annual International Symposium on Economic Theory, Policy and Applications, 26-29 July 2010, Athens, Greece. • BOCUTOĞLU, E., EKINCI, A. (2009a), “Genel Teori, Küresel Krizler ve Yeniden Maliye Politikası”, Maliye Dergisi, Sayı 156, Ocak-Haziran 2009. • BOCUTOĞLU,E., EKINCI, A. (2009b), “Avusturya İktisadi Dalgalanmalar Teorisini Anlamak”, Ekonomik Yaklaşım Dergisi, Cilt 20, Sayı 71. • BOCUTOĞLU,E.,EKINCI, A. (2009c), “Avusturyacı Konjonktür Teorisi ve Küresel Kriz”, Küresel Kriz ve Risk Yönetimi: Yanılgılar ve Gerçekler Konferansı, Ekolider, İzmir Ekonomi Üniversitesi. • BOCUTOĞLU,E., EKINCI, A. (2010), “Austrian Business Cycle Theory and Global Crisis”, Ludwig von Mises Institute Blog, http://mises.org/daily/4072. • COHN,S.M.(2006), Reintroducing Macroeconomics: A Critical Approach, M.E.Sharp Inc. • COLANDER, D. (2006), “What We Taught and What We Did: The Evolution of US Economy Textbooks (18301930)”, Il Pensiero Economico Italiano, XIV, 1, 2006. • COLANDER, D. vd, (2009), “The Financial Crisis and the Systemic Failure of Academic Economics”, http:// debtdeflation.com. • CROTTY, J. (2009), “Structural Causes of the Global Financial Crisis: A Critical Assessment of the ‘New Financial Architecture’”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • DAVIDSON, P. (2008), “Is the Current Financial Distress Caused by the Subprime Mortgage Crisis a Minsky Moment? Or Is it the Result of Attempting to Securitize Illiquid Non Commercial Mortgage Loans?”, Journal of Post Keynesian Economics, 30(4). • DYMSKI,G.A. (2010), “Why the Subprime Crisis is Different: A Minskyian Approach”, Cambridge Journal of Economics, 34(2). • EBELING, R. M. (2008), “The Current Economic Crisis and the Austrian Theory of the Business Cycle”, The Freeman: Ideas on Liberty, Vol. 58, Issue: 5,http://www.thefreemanonline.org • EBENSTAIN, L. (2007), Milton Friedman: A Biography, Palgrave McMillan. • EKELUND, R.B., HEBERT, R.F. (1990), A History of Economic Theory and Method, The Third Edition, McGrawHill Book Company. • EKINCI, A. (2006), İktisadi Dalgalanmaların Kavramsal ve Teorik Analizi, KTÜ SBE, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. • FAZZARI, M.S., VARIATO, A.M.(1994), “Asymmetric Information and Keynesian Theories of Investment”, Journal of Post Keynesian Economics,16. • FAZZARI, M.S. (1999), “Minsky and the Mainstream: Has Recent Research Rediscovered Financial Keynesianism?”, The Ninth Annual Conference on Financial Structure, The Jerome Economic Levy Institute of Bard College. • GALBRAITH, K.G. (2006), “The Predator State”, http;//www.motherjones.com. • GALBRAIGHT, K.G. (2008), “The Collapse of Monetarism and the Irrelevance of the New Monetary Consensus”, 25th Annual Milton Friedman Distinguished Lecture at Marietta College, Marietta, Ohio, March 31, 2008. • HOLT,R.P.,PRESS,S. (2006), Empirical Post Keynesian Economics: Looking at the Real World, M.E. Sharpe. 31 Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu • HUBBARD,R.G.(1988), “Capital-Market Imperfection and Investment: A Survey”, Journal of Economic Literature,9. • ITOH, M., LAPAVITSAS, K.(1999), Political Economy of Money and Finance, McMillan Press Limited, New York. • KINDLEBERGER, C.P. ALIBER, R. (2005), Manias, Panics, and Crashes: A History of Financial Crises, the Fifth Edition, John Wiley and Sons. • KRUGMAN, P. (2009), The Return of Depression Economics and the Crisis of 2008, WW Norton Company Limited. • LAHART, J. (2007), ”In Time of Tumult, Obscure Economist Gains Currency”, The Wall Street Journal, August 18. • LAWSON,T. (2009), “The Current Economic Crisis: Its Nature and the Course of Academic Economics”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • LUCAS, R. (2009), “In Defence of the Dismal Science”, Economist, August 6th, 2009. • MAGNUS, G. (2007a), The Credit Cycle and Liquidity: Have We Arrived at a Minsky Moment?, UBS Investment Research Economic Insights, March 6. • MAGNUS, G.(2007b),”What this Minsky Moment Means”, Financial Times, August 23. • MINSKY,H.P.(1975), John Maynard Keynes, Columbia University Press, New York. • MINSKY,H.P.(1986), Stabilizing An Unstable Economy, Yale University Press. • MINSKY,H.P.(1992a), “The Capital Development of the Economy and The Structure of Financial Institutions”, Working Paper No: 72, The Jerome Levy Economic Institute of Bard College. • MINSKY, H.P.(1992b), “The Financial Instability Hypothesis”, Working Paper No: 74, The Jerome Levy Economic Institute of Bard College. • MINSKY, H.P. (1996), “Uncertainty and the Institutional Structure of Capitalist Economies”, Working Paper No:155, Levy Economic Institute of Bard College. • MINSKY, H.P. (2008), “Securitization”, Policy Note No:2008/2, The Levy Economic Institute of Bard College. • MORGAN, J. (2009), “The Limits of Central Bank Policy: Economic Crisis and The Challenge of Effective Solutions”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • OSER,J. BRUE, L.S. (1988), The Evolution of Economic Thought, The Fourth Edition, Harcourt Brace Jovanovich Publishers. • PAPADIMITRIOU, D.B. WRAY, L.R. (1997), “The Economic Contribution of Hyman Minsky: Varieties of Capitalism and Institutional Reform”, Working Paper No: 217, The Jerome Levy Economics Institute of Bard College. • PAPADIMITRIOU, D.B., WRAY, L.R. (1999), “Minsky’s Analysis of Financial Capitalism”, Working Paper No: 275, The Jerome Levy Economic Institute of Bard College. • PEREZ, C. (2009), “The Double Bubble at the Turn of the Century: Technological Roots and Structural Implications”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • ROMER, C. D. (2009), Lessons from the Great Depression for Economic Recovery in 2009, Brooking Institution, March 9. • SNOWDOWN, B., VANE, H.R., WYNARCZYK, P. (1994), A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge. • SOROS, G. (2008), “The Worst Market Crisis in 60 Years”, Financial Times, (January 22,2008) • STIGLITZ, E.J., WEISS, A. (1981), “Credit Rationing in Markets with Imperfect Information”, American Economic Review, 71. • STIGLITZ, E. J. (2009a), “The Financial Crisis of 2007-2008 and Its Macroeconomic Consequences”, E.J. in Stiglitz Blog, • STIGLITZ, E. J. (2009b), “The Anatomy of a Murder: Who Killed American Economy?” Critical Review, 21 (2-3). • TOBIN, J. (1969), “A General Equilibrium Approach to Monetary Theory”, Journal of Money, Credit, and Banking, 1(1). • US CENSUS BUREAU, (2009), Foreign Trade Statistics, http://www.census.gov/foreign-trade/balance/c0004. • US TREASURY DEPARTMENT, (2008), Major Foreign Holders of US Treasury Securities, www.ustreas.gov. • WADE, R. (2009), “From Global Imbalances to Global Reorganizations”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • WHALEN,C.J.(2008), “Understanding the Credit Crunch as a Minsky Moment”, Challenge, 51(1). • WOLF, M. (2008), “Keynes Offers Us the Best Way to Think about the Financial Crisis”, Financial Times, December 23. • WRAY, L.R.,TYMOIGNE,E. (2008), “Macroeconomics Meets Hyman P. Minsky: The Financial Theory of Investment”, Working Paper No: 543, The Levy Economics Institute of Bard College. • WRAY, L.R. (2009a), “Money Manager Capitalism and the Global Financial Crisis”, Working Paper No:578, The Levy Economics Institute of Bard College. • WRAY, L.R. (2009b), “The Rise and Fall of Money Manager Capitalism: A Minskian Approach”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • WRAY, L.R. (2009b), “The Rise and Fall of Money Manager Capitalism: A Minskian Approach”, Cambridge Journal of Economics, 33(4). • VANE. R.H. THOMPSON, J.L. (1992), Current Controversies in Macroeconomics, An Intermediate Text, 32 Bankacılar Dergisi Edward Elgar Publishing Co. • VERCELLI, A. (1991), Methodological Foundations of Macroeconomics: Keynes and Lucas, Cambridge University Press, Cambridge. • VERCELLI, A. (2009), “Minsky Moments, Russell Chickens, and Gray Swans: Methodological Puzzles of Financial Instability Analysis”, Working Paper No: 582, The Levy Economics Institute of Bard College, • VERCELLI, A. (2009), “A Perspective on Minsky Moment: The Core of the Financial Instability Hypothesis in Light of Subprime Crisis”, Working Paper No: 579, The Levy Economics Institute of Bard College. Dipnotlar ABD ekonomisindeki krizlerin listesi için bakınız: NBER(2009). “We are all Keynesians now” başlığı altındaki tartışmaları izlemek için bakınız; http://www.economist.com. 3 Bu alıntıdaki parantez içindeki açıklamalar yazar tarafından ilave edilmiştir. 4 Adları geçen iktisatçıların Lucas Roundtable’daki görüşleri için bakınız: www.economist.com. 5 Parantez içindeki açıklama yazar tarafından eklenmiştir. 6 S.M. Cohn’a göre, “Tam enformasyon varsayımının terk edilmesi, para faktörünün daha farklı bir açıdan incelenmesine imkan verir. Heterodoks bakış; spekülatif çılgınlıklar, finansal panikler ve likidite krizi gibi olgulara ışık tutar” (Cohn, 2006, s.314). 7 Borç deflasyonunun oluşum süreci için bk. Fisher,I.,(1933), “The Debt-Deflation Theory of Great Depressions”, Econometrica, http://fraser.stlouisfed.org/docs/meltzer/fisdeb33.pdf. 8 Daha fazla bilgi için bakınız: Kalecki,M.,(1965), Theory of Economic Dynamics, Allen and Unwin, London. 9 Burada piyasalar terimi ile “banka dışı finansal kurumlar” kastedilmektedir. 10 Finans dilinde, satın alındığı anda değeri gerekli yatırım derecesinin (IG) altında olan bonolara junk bonds denir. Bunlar, ödenmeme riski yüksek olmakla beraber getirileri fazla olduğu için yatırım yapılan bonolardır. Yüksek riskli tahvillerin kredi derecesi; Standard & Poor’s’a göre BBB- veya daha yüksek, Moody’s’e göre Baa3 ve daha yüksek veya DBRS’ye göre BBB (Low) veya daha yüksek kredi derecesinin altında bulunmaktadır. 11 S&L, ABD’deki tasarruf ve ödünç kurumları olup, topladıkları tasarrufları başta konut olmak üzere diğer alanlara kredi olarak verir. Bu kurumlarda tasarruf sahipleri ve kredi alanların, kurumun yatırım politikasının belirlenmesinde söz hakkı bulunmaktadır. 12 Sovereign Wealth Fund: Hisse senedi, tahvil, gayrimenkul, kıymetli metaller ve diğer finansal enstrümanlardan oluşan kamuya ait bir yatırım fonu olup, küresel ölçekte yatırımlar yapar. 1 2 33 Bankacılar Dergisi, Sayı 75, 2010 Entelektüel Sermaye Faaliyet Raporu Önerisi: Özel Sermayeli Mevduat Bankalarında Bir Araştırma Dr. Sebahattin Yıldız* Özet Bu çalışma, Türkiye’de entelektüel sermayeyi raporlayan şirket olmaması nedeniyle, bu eksikliği gidermek ve sonraki çalışmalara ışık tutmak açısından “bir öneri” olarak, bankalara özgü bir entelektüel sermaye raporu hazırlamak amacıyla yapılmaktadır. Rapor, özel sermayeli 8 mevduat bankasının şube yöneticilerinin entelektüel sermaye göstergelerini algılama düzeylerini ve bu göstergelere atfettikleri önemi ortaya koymaktadır. Sonuçta, Türkiye’deki özel sermayeli mevduat bankalarındaki yöneticiler tarafından algılanan en önemli entelektüel sermaye unsurlarının sırasıyla müşteri sermayesi, yapısal sermaye ve insan sermayesi olduğu görülmektedir. Ayrıca, müşteri sermayesi için, “müşteri istekleri” ve “müşterilerle ilişkiler”; yapısal sermaye için, “işlem süresi azaltma çalışmaları” ve “yeni ürün ve hizmet geliştirme”; insan sermayesi için, “liderlik” ve “çalışanların sorumluluğunu bilmesi”nin en önem verilen veya önemli olarak algılanan entelektüel sermaye göstergeleri oldukları ortaya çıkmaktadır. Anahtar Sözcükler: Entelektüel sermaye raporu, göstergeler, banka. Giriş Günümüz bilgi toplumunda önemi giderek artan ve şirketlerin gerçek değerini belirleyen görünmeyen nitelikteki varlıkların, doğru bir şekilde ölçülmesi ve raporlanması gerekmektedir. Şirketlerin piyasa değerleri ile defter değerleri arasındaki farkın giderek artması, bu farkı yaratan maddi olmayan varlıkların görünü ılmaz kılmaktadır. Bilançoların bu görünmeyen varlıkları sunmadaki yetersizliği veya bu varlıkların bilançolarda gösterilme kriterlerini taşımaması nedeniyle, şirketlerin faaliyet raporlarına ek olarak “Entelektüel Sermaye Faaliyet Raporları” yayınladıkları gözlenmektedir. Türkiye’de şirketlerin faaliyet raporlarında entelektüel sermayeyi raporlamadıkları gözlendiğinden, bu çalışmada, Türkiye’deki özel sermayeli mevduat bankalarına özgü bir entelektüel sermaye raporu önerilmektedir. Bu rapor, ülkemizde bu konuda yapılan ilk çalışma olması nedeniyle önemlidir. 1. Entelektüel Sermaye Faaliyet Raporu 1.1. Tanımı Entelektüel sermaye, şirketin bilançosunda tam olarak gösterilemeyen fakat şirketin gerçek değerini yansıtan, akla ve bilgiye dayalı görünmeyen nitelikteki hayati varlıkları olup (Yıldız, 2010, s.33), insan, yapısal ve müşteri sermayesinden (Stewart, 1997) oluşmaktadır. Bir entelektüel sermaye raporu ise, şirketin entelektüel varlıkları hakkında detaylı bilgi sağlayan ve şirketin finansal raporuna ilave edilen bir ek finansal tablo olarak tanımlanabilir (Bornemann ve Leitner, 2002). Başka bir ifadeyle entelektüel sermaye raporu, bir şirketin entelektüel sermaye* Kafkas Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü, Araştırma Görevlisi. 34 Bankacılar Dergisi sini değerleyen, geliştiren ve raporlayan ve kritik başarı faktörlerini sistematik olarak izleyen bir araçtır (Mertins ve diğerleri, 2009). Bu rapor şirketin görünmeyen kaynaklarını yönetmek için içsel süreçlerini iyileştirmesine yardımcı olmaktadır. Bu rapor, aynı zamanda, gelecekte başarı sağlamak için gerekli kaynak ve yetenekleri nasıl inşa edeceğini ve bunları niçin yaptığını açıklayarak sermayedarlarla sağlam bir diyalog oluşturmada bir temeldir. Entelektüel sermaye raporu, şirketin hem değer zinciri pozisyonunu, hem de değer yaratma modelini açıklayan bir enformasyon sağlayarak, şirketin rekabet avantajını yaratma ve yönetme biçimini görünür kılmaya yardım etmektedir. 1.2. Bilançonun Yetersizliği Finansal Muhasebe Standartları Yönetim Kurulu (The Financial Accounting Standards Board-FASB)’nun, Finansal Muhasebe Standartları Bildirgesi (Statement of Financial Accounting Standards-SFAS) No. 142’ye göre “Şerefiye ve Diğer Görünmeyen Varlıklar” görünmeyen varlıkların ölçümü için bir muhasebe temeli sağlamaktadır. Dışsal bir kaynaktan elde edilen (acquired) görünmeyen bir varlık “gerçek” değerde bir aktif olarak kabul görürken, eğer görünmeyen varlık içsel olarak geliştirilmişse bir gider (expense) olarak kabul edilmektedir. Bu durum çok sayıda entelektüel sermaye unsurunun kabulünü sınırlamaktadır ve sadece patent, lisans ve ticari marka gibi organizasyon dışından satın alınan unsurlar bir varlık olarak kabul edilebilmektedir. Genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri hem insan sermayesi hem de yazılım, patent ve marka gibi “içsel olarak geliştirilen” yapısal sermaye unsurlarının değerlerini aktifleştirmekte yetersiz kalmaktadır (Holmen, 2005, s.6). Bu ifade geliştirildiğinde, Finansal Muhasebe Standartları Yönetim Kurulu, “İşletmelerin Finansal Tablolarının Kabulü ve Ölçümü”nde yer alan dört kabul görmüş kritere itimat etmektedir. Bunlar: (1) Unsurun bir varlık tanımını karşılaması, (2) Unsurun yeterli güvenilirlikte ölçülebilmesi, (3) Enformasyonun kararlarda bir farklılık yapabilme kapasitesinde olması, (4) Enformasyonun, gerçekten temsil ettiği iddia edilen şeyin doğrulanabilir ve tarafsız olmasıdır. Entelektüel sermaye kısmen yeni bir kavram olduğu için ve nasıl ölçüleceği ile ilgili bir kabul olmadığından dolayı, çoğu entelektüel sermaye unsurları, kriter 2 (ölçümde güvenilirlik) ve kriter 4 (doğrulanabilirlik)’ü sağlamakta başarısız olmaktadır. Bu iki kriter karşılanana kadar çoğu entelektüel varlığın finansal tablolara dahil edilip edilmeyeceği bile şüphelidir. Yine de bir şirketin sahip olduğu entelektüel sermaye miktarı yatırımcılara ifşa edilebilir (Holmen, 2005, s.6). Türkiye’de TURMOB’un yapmış olduğu, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik, Finansal Muhasebe Sınav Kâğıdında “entelektüel sermaye”, bilanço örneğinin pasifinde “özkaynaklar” içerisindeki “ödenmiş sermaye” içinde gösterilmiştir (TURMOB, 2010, s.9). Tek düzen hesap planı içerisinde henüz yer almasa da, entelektüel sermayenin bu bilanço örneğinde pasif kalem olarak gösterilmesi örneği entelektüel sermayenin artık bilançolarda gösterilmesi gerektiği ile ilgili çok önemli bir adımdır. 1.3. Raporlama Yaklaşımları Entelektüel sermayenin finansal tablolarda raporlanmasına ilişkin farklı çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmalardan birinde, entelektüel sermayenin finansal tablolarda raporlanmasına ilişkin üç yaklaşım (artış yaklaşımı, devrimsel yaklaşım ve melez yaklaşım) belirtilmiştir. Artış (incrementalist) yaklaşımında, piyasa değeri ile güçlü bir ilişkisi kurulabilen finansal olmayan değerler geleneksel finansal hesaplar ile birlikte yayınlanmaktadır. Piyasa değeri ile direkt ilişkisi olmayan finansal olmayan değerler bilanço ile ilişkilendirilmemekte ve ayrı tutulmaktadır. Devrimsel (revolutionary) yaklaşıma göre, düzenlenen bilançoların temelinde entelektüel sermayenin ölçülmesi ve bu ölçümün insan sermayesi, yapısal sermaye ve müş35 Dr. Sebahattin Yıldız teri sermayesi şekilde raporlanması yatmaktadır. Entelektüel sermaye Piyasa Değeri - Defter Değeri (PD - DD) yöntemine göre ölçülür ve entelektüel sermaye bilançosu adıyla raporlanır. Melez (hybrid) yaklaşımda ise, piyasada değeri tam olarak tespit edilen entelektüel sermaye kalemleri bir finansal araç gibi düşünülüp bilanço ile direkt ilişkilendirilirken, bunların dışında kalanlar ise artış yaklaşımında olduğu gibi içsel bir değerlendirmeye tabi tutulur. Piyasa değeri ile güçlü ilişkisi tespit edilmeyen entelektüel sermaye kalemleri bilançodan ayıklanmaktadır (Sipahi, 2004, s.148). Literatürde entelektüel sermaye unsurlarının raporlanması için yaygın olarak kullanılan yaklaşım, tamamlayıcı mali tablo yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre işletme, mali tablolarına; özellikle bilânçosuna ek olarak entelektüel sermaye kaynaklarını ve değerlerini tablolar halinde göstermektedir. İlk olarak 1980’li yıllarda İsveç’te Konrad adlı bir grup, işletme bilançosuna ek olarak finansal olmayan 35 adet entelektüel sermaye göstergesinin ve bunlara ilişkin değerlerinin yer aldığı görünmeyen bilanço adlı tabloyu hazırlamıştır. Bu göstergeler dört ayrı bölümde toplanmaktadır. İlk bölüm, işletmenin ortalama yaşı, ortalama profesyonel deneyimleri, kapasitesi gibi temel göstergelerden oluşmaktadır. İkinci bölüm ise, işletmenin müşteri ilişkileri ve yapısı ile ilgili göstergeleri içermektedir. Üçüncü bölüm, çalışanların sürekliliğini, bilgisini, işletme verimliliğine katkısını raporlamaktadır. Son bölüm ise, işletmenin satış gelirlerinin ölçümü ile ilgili unsurlardan oluşmaktadır (Yereli ve Gerşil, 2005, s.25-26). Türkiye açısından bakıldığında entelektüel sermayenin raporlanması ile ilgili farklı üç yaklaşımdan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, bilançolarda entelektüel sermaye unsurlarının bir varlık olarak gösterilmesi yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın bazı eksiklikleri vardır. Özellikle “entelektüel sermaye unsurlarının tam olarak değer tespitinin yapılamaması, gelecekte şirkete sağlayacağı getirinin bilinememesi ve bu görünmeyen varlıklar üzerindeki kontrol problemi (yani bu varlıklar üzerindeki sahiplik düzeyi)”, mevcut muhasebe sisteminde (Uluslararası Muhasebe Standardı 38 ve Türkiye Muhasebe Standartları 8) bu varlıkların bilançolarda gösterilmesini imkansız kılmaktadır. Ayrıca bu varlıklara yapılacak yatırımların varlık mı yoksa gider mi kayıt edileceği de tartışmalı bir konudur. İkinci yaklaşım ise finansal tablolara ek olarak bir raporlama yolunun seçildiği yaklaşımdır. Bu yaklaşımda entelektüel sermaye unsurlarına ait ölçüt ve bilgilerin bağımsız raporlama şeklinde yayınlanması söz konusudur. Günümüzde ülkemiz açısından henüz geçerli olmasa da bu yaklaşımın Avrupa’da kullanılmaya başlandığı gözlenmektedir. Üçüncü yaklaşım da ise her iki yöntem birlikte kullanılmakta ve bazı entelektüel sermaye unsurları gider veya aktifleştirilmekte bazıları ise raporlanmaktadır (Erkal, 2006, s.113). Ayrıca entelektüel sermayeye bilanço dipnotlarında da yer verilebilmektedir. 1.4. Raporlama Örnekleri Son yıllarda Avrupa ve Çin kökenli bazı şirketlerin ve kurumların (örneğin, NB, COWI, Lapwing, BOKU, ve ARC) yıllık raporları içerisinde veya bunlardan ayrı olarak entelektüel sermaye raporu yayınladıkları gözlenmektedir (Yıldız, 2010). Özellikle sahip oldukları gayri maddi veya finansal olmayan varlıklara özgü ölçütlerin yer aldığı bu raporların; finansal ölçütlere göre yapılan şirket değerlemesinin yetersiz olduğunu ve şirket değerini insan, yapısal ve müşteri sermayesinden oluşan entelektüel sermayenin temsil ettiğini vurgulamayı amaçlayarak yayınlandıkları söylenebilir. Aşağıda belirtilen örnekler, ikinci yaklaşım (finansal tablolara ek olarak bir raporlama) dikkate alınarak yapılmış olan entelektüel sermaye raporlama örnekleridir. Örnek 1: Avusturya’daki Oesterreichische Nationalbank (NB)’ın Entelektüel Sermaye Raporu 2008 (Intellectual Capital Report 2008), NB’nin banka iş süreçleri ve hizmetlerinde NB’nin entelektüel sermayesi ve entelektüel sermayesinin kullanımının gözden geçirilmesi ile ilgilidir. Bu rapor banka içerisinde insan, ilişkisel, yapısal ve yenilik sermayesi arasındaki et36 Bankacılar Dergisi kileşime dikkat çekmekte ve temelini oluşturan faktörlerin etkisini göstermektedir. Entelektüel sermaye (bilgi tabanlı sermaye) raporunun içeriği ise şu başlıklardan oluşmaktadır. Göstergeler listesi başlığı ayrıntılı olarak aşağıdaki gibi açıklanmaktadır • Önsöz • Bilgi tabanlı banka olarak amaçlar • Bilgi tabanlı sermayeye yatırım yapmak • Banka iş süreçlerinde bilgi tabanlı sermayeyi kullanmak • Farklı hizmetleri sağlamada geniş bilgi tabanına güvenmek • Göstergeler listesi: İnsan, yapısal, yenilik ve ilişkisel sermaye olarak raporlanmaktadır. • İnsan sermayesi göstergeleri: Personel yapısı (üniversite mezunları vb), cinsiyet yönetimi (kadınların erkeklere oranı vb), esnek çalışma anlaşmaları (kısmi zamanlı çalışanlar vb), bilgiyi elde etme (çalışan başına eğitim günü vb), işbirliği ve ilişkilerdir (harici eğitimde görevli personel sayısı vb). • Yapısal sermaye göstergeleri: Bilgiyi elde etme (e-learning vb), yönetim yapı ve süreçleri (ürün yöneticileri vb), teknik altyapı (bilgi teknolojilerini kullananlar vb), etkin süreçler (kalite denetçileri sayısı vb), ademi merkezileşmiş yapıdır (temsilci veya şube sayısı vb). • Yenilik sermayesi göstergeleri: Buluşlar (iyileştirmeler için personel önerileri vb), etkin süreçlerdir (dış partnerlerle araştırma işbirliği projeleri sayısı vb). • İlişkisel sermaye göstergeleri: İşbirliği ve ilişkiler (bankaya enformasyon ziyaretleri sayısı vb), nakit uzmanlık (para müzesini ziyaret edenlerin sayısı vb), iletişim ve enformasyon (günlük olarak web sitesini ziyaret edenleri sayısı vb), yayınlar (banka yayınları sayısı vb), güven ve imajdır (imaj indeksi vb). • Kısaltmalar Örnek 2: Merkezi Danimarka’da olan Consultancy Within Engineering, Environmental Science and Economics (COWI), uluslararası bir müşavirlik şirketi olup, mühendislik, çevresel bilim ve ekonomi alanlarında hizmet sunmaktadır. COWI’nin 2004 yılından beri yıllık raporları (Annual report) içerisinde entelektüel sermaye raporu yayınlandığı gözlenmiştir. Entelektüel Sermaye Raporu (Intellectual capital report) içerisinde, Müşteri Sermayesi, Organizasyon Sermayesi ve Çalışan Sermayesi unsurlarından ve bu unsurların alt kriterlerinden oluşan entelektüel sermaye; Kaynaklar, Süreçler ve Sonuçlar başlıkları şeklinde raporlanmıştır. COWI’nin faaliyet raporları içerisinde belirtilen “Entelektüel Sermaye Faaliyet Raporu 2009” Ek 1’de ayrıntılı olarak gösterilmiştir (www.cowi.com). Türkiye’de de bu şekilde raporlar yayınlanması önerilmektedir. Örnek 3: Lapwing Design Limited, grafik tasarımı ve telif hakkı hizmetleri sunan Çin kökenli bir tasarım şirketidir. Şirket 2009 yılında entelektüel sermaye raporu (Intellectual Capital Report 2009) yayınlamıştır. Bu faaliyet raporlarından ayrı bir rapor olarak yayınlanmış olup, içeriği aşağıdaki şekildedir (www.lapwing-design.com). • • • • • • • • • • • Giriş İlk entelektüel sermaye raporu Temel değerler ve şirket profili Entelektüel sermaye hesabı Lapwing’in entelektüel sermaye listesi Bu entelektüel sermayeden çıkarılacak fırsatlar Çıkar gruplarının görüşleri Entelektüel sermaye ağırlığı Entelektüel sermaye yönetimi Entelektüel varlıkları koruma ve riski azaltma prosedürleri Amaçlar 37 Dr. Sebahattin Yıldız 2. Araştırma 2.1. Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Kısıtları Araştırmanın amacı bankacılık sektöründe entelektüel sermayeyi raporlamaya çalışmaktır. Araştırmanın önemi, Türkiye’de daha önce bu şekilde bir çalışmanın yapılmamış olması nedeniyle entelektüel sermayenin faaliyet raporlarına ek olarak yayınlanması ve görünür hale getirilmesine vurgu yapmaktır. Araştırmanın yöntemi tanımlayıcı niteliktedir. Entelektüel sermaye “unsurları bazında”, unsurların yöneticiler tarafından algısal ölçülmesi yöntemi ile ölçülmekte ve Skandia Kılavuzu’na benzer şeklinde raporlanmaktadır. Araştırmanın kapsamını İMKB’ye kote olan 8 özel sermayeli mevduat bankası oluşturmaktadır. İnsan sermayesinin yoğun rekabet ortamında sürekli güçlendirildiği, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yoğun kullanıldığı, sürekli yenilikçi olmanın gerektiği ve müşteri odaklı değişim programlarının son yıllarda arttığı bir sektör olduğu için bankacılık sektörü araştırmanın kapsamına alınmıştır. Araştırmanın örneklemi, bankacılık sektörünü temsil etme özelliğinin en yüksek olması (çalışan sayısı, şube sayısı ve müşteri sayısı bakımından) nedeniyle, özel sermayeli mevduat bankalarıdır. İMKB’ye kote 8 özel sermayeli mevduat bankasının (Banka1, Banka2, Banka3, Banka4, Banka5, Banka6, Banka7 ve Banka8) çalışan sayıları dikkate alındığında, örnek büyüklüğünün en az 384 olması gerekmektedir (Sekaran, 1992, s.253; Altunışık ve diğerleri, 2004, s.125). Anketler şube müdürü, şube müdür yardımcısı, kurumsal yönetici ve bireysel yönetici gibi üst kademe 421 banka yöneticisi ile yapılmıştır. Araştırmanın ilk kısıtı, yöneticilerin algılarından yola çıkarak (ikincil veriler ya ölçülmemiş ya da bunlara ulaşılamamıştır) bankalara özgü sonuçlar belirlenmesidir. İkinci kısıt ise, bankalara ilişkin genellemenin sadece ulaşılabilen ve görüşülen yöneticilerin algılamaları dikkate alınarak yapılmasıdır. Diğer bir kısıt ise verilerin 3 aylık (Nisan-MayısHaziran 2009) dönemde anket yoluyla toplanmış olmasıdır. Araştırmada kullanılan ölçek, Yıldız (2010)’ın doktora tezinden alınmış, bankacılık sektöründe geçerliliği ve güvenilirliği yapılmış 22 sorudan oluşan bir entelektüel sermaye (ES) ölçeğidir. Ölçekte insan sermayesi 8, yapısal sermaye 7 ve müşteri sermayesi de 7 kriterden oluşmaktadır ve bankalara özgü değerlendirmeler, yöneticilerin bu kriterlere verdiği öneme göre yapılmıştır. Yöneticilerin bu sorulara katılıp katılmama düzeyleri 5’li Likert ölçeği yoluyla ölçülmüştür. Tablo 1: Araştırmada Kullanılan ES Kriterleri 1 Es Kriterleri İS1 2 İS2 Yeni fikir geliştirmesi 3 İS3 Zeki ve yaratıcı olması İS4 Liderlik İS5 Bilgi paylaşımı 6 İS6 Yönetici desteği 7 İS7 Ekip çalışması 8 İS8 Çalışanların sorumluluğu 9 YS1 Misyon, vizyon YS2 İşlem süresi azaltma YS3 Yeni ürün ve hizmet Es Kriterleri Sayısı 4 5 10 11 38 Es Unsurları İnsan Sermayesi Yapısal Sermaye Kriterlerin Tanımlanması Çalışan yetenekleri Bankacılar Dergisi 12 YS4 İş yapma biçimi 13 YS5 Örgüt kültürü 14 YS6 Bilgi sistem altyapısı 15 YS7 Teknolojik altyapı 16 MS1 Müşteri istekleri 17 MS2 Müşterilerin güveni 18 MS3 Müşterilerle ilişkiler MS4 Marka 20 MS5 Müşteri bağlılığı 21 MS6 Müşteri sadakati 22 MS7 Müşteri profili 19 Müşteri Sermayesi Kaynak: Yıldız, 2010. 2.2. Araştırmanın Bulguları Entelektüel sermayeye ilişkin kriterler, yöneticilerin algıları çerçevesinde ölçülmüş olup, bankaların performansı ile birlikte aşağıdaki şekilde sunulmaktadır. Banka performansı göstergeleri olan; mevduat payı, aktif karlılığı, PD/DD oranları ile ilgili veriler 2009 Haziran döneminde Türkiye Bankalar Birliği ve İMKB’nin internet sitesinden elde edilmiştir. 2.2.1. Bulguların Sunumu Araştırmaya katılan bankaların entelektüel sermaye raporları, Skandia Kılavuzu’ndaki göstergelere benzer şekilde aşağıdaki gibi ayrı ayrı gösterilmektedir. Tablo 2: Banka1’in Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Finansal Odak Müşteri Odağı veya Müşteri Sermayesi (Dışsal Odak) İnsan Odağı veya İnsan Sermayesi Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD / DD MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) MS3 (müşteri ilişkileri) MS4 (marka) MS5 (müşteri bağlılığı) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 0,25 0,70 1,28 4,51 4,45 4,56 4,77 4,30 4,59 4,63 İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İS4 (liderlik) İS5 (bilgi paylaşımı) İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) 4,36 4,11 4,09 4,40 4,23 4,25 4,02 4,29 İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi Hedef 39 Dr. Sebahattin Yıldız Yapısal Odak veya Yapısal Sermaye (İçsel odak) YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) YS3 (yeni ürün, hizmet) YS4 (iş yapma biçimi) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 4,48 4,69 4,76 4,38 4,39 4,83 4,76 İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi Tablo 3: Banka2’nin Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Finansal Odak Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD/DD 0,28 0,60 0,97 İyi İyi İyi MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) Müşteri Odağı veya MS3 (müşteri ilişkileri) Müşteri Sermayesi MS4 (marka) (Dışsal Odak) MS5 (müşteri bağlılığı) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 4,47 4,77 4,77 4,71 4,38 4,50 4,39 İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İnsan Odağı veya İS4 (liderlik) İnsan Sermayesi İS5 (bilgi paylaşımı) İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) 4,14 3,89 4,06 4,32 4,20 4,18 3,95 4,23 İyi Normal İyi İyi İyi İyi Normal İyi YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) Yapısal Odak veya YS3 (yeni ürün, hizmet) Yapısal Sermaye YS4 (iş yapma biçimi) (İçsel odak) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 4,38 4,47 4,61 4,00 4,44 4,15 4,30 İyi İyi İyi İyi İyi İyi İyi Hedef Arttır Arttır Tablo 4: Banka3’ün Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Finansal Odak Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD / DD 0,18 0,80 1,22 İyi İyi İyi Müşteri Odağı veya Müşteri Sermayesi (Dışsal Odak) MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) MS3 (müşteri ilişkileri) MS4 (marka) MS5 (müşteri bağlılığı) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 4,27 4,23 4,39 4,53 3,99 4,36 4,18 İyi İyi İyi İyi Normal İyi İyi 40 Hedef Arttır Bankacılar Dergisi İnsan Odağı veya İnsan Sermayesi İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İS4 (liderlik) İS5 (bilgi paylaşımı) İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) 4,08 3,70 3,68 4,03 3,86 3,93 3,81 3,91 İyi Normal Normal İyi Normal Normal Normal Normal Yapısal Odak veya Yapısal Sermaye (İçsel odak) YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) YS3 (yeni ürün, hizmet) YS4 (iş yapma biçimi) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 4,11 4,38 4,43 3,97 4,03 4,00 4,21 İyi İyi İyi Normal İyi İyi İyi Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Tablo 5: Banka4’ün Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Finansal Odak Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD / DD 0,21 0,70 1,50 İyi İyi İyi MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) Müşteri Odağı veya MS3 (müşteri ilişkileri) Müşteri Sermayesi MS4 (marka) MS5 (müşteri bağlılığı) (Dışsal Odak) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 4,22 4,29 4,39 4,45 3,94 4,31 4,22 İyi İyi İyi İyi Normal İyi İyi İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İnsan Odağı veya İS4 (liderlik) İS5 (bilgi paylaşımı) İnsan Sermayesi İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) 3,95 3,94 3,86 4,10 3,81 4,00 3,77 3,99 Normal Normal Normal İyi Normal İyi Normal Normal YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) Yapısal Odak veya YS3 (yeni ürün, hizmet) Yapısal Sermaye YS4 (iş yapma biçimi) (İçsel odak) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 4,17 4,65 4,48 3,96 4,04 4,08 4,36 İyi İyi İyi Normal İyi İyi İyi Hedef Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır 41 Dr. Sebahattin Yıldız Tablo 6: Banka5’in Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Hedef Finansal Odak Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD / DD 0,04 0,60 0,55 Normal İyi Normal Arttır Arttır Müşteri Odağı veya Müşteri Sermayesi (Dışsal Odak) MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) MS3 (müşteri ilişkileri) MS4 (marka) MS5 (müşteri bağlılığı) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 4,11 3,92 4,17 4,03 3,72 4,31 4,14 İyi Normal İyi İyi Normal İyi İyi İnsan Odağı veya İnsan Sermayesi İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İS4 (liderlik) İS5 (bilgi paylaşımı) İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) 3,89 4,03 3,67 4,14 3,83 4,17 4,11 3,89 Normal İyi Normal İyi Normal İyi İyi Normal YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) YS3 (yeni ürün, hizmet) YS4 (iş yapma biçimi) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 3,97 3,97 4,19 3,69 4,08 4,06 4,22 Normal Normal İyi Normal İyi İyi İyi Yapısal Odak veya Yapısal Sermaye (İçsel odak) Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Tablo 7: Banka6’nın Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Hedef Finansal Odak Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD / DD 0,02 0,50 0,45 Normal Normal Normal Arttır Arttır Arttır Müşteri Odağı veya Müşteri Sermayesi (Dışsal Odak) MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) MS3 (müşteri ilişkileri) MS4 (marka) MS5 (müşteri bağlılığı) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 4,29 4,21 4,21 3,50 3,86 3,86 3,86 İyi İyi İyi Normal Normal Normal Normal İnsan Odağı veya İnsan Sermayesi İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İS4 (liderlik) İS5 (bilgi paylaşımı) İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) 3,43 3,29 3,36 3,79 3,36 3,64 3,36 3,79 Normal Normal Normal Normal Normal Normal Normal Normal 42 Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Bankacılar Dergisi Yapısal Odak veya Yapısal Sermaye (İçsel odak) YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) YS3 (yeni ürün, hizmet) YS4 (iş yapma biçimi) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 3,93 3,93 4,21 3,64 3,50 3,36 4,14 Normal Normal İyi Normal Normal Normal İyi Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Tablo 8: Banka7’nin Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Hedef Finansal Odak Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD / DD 0,01 0,30 0,48 Normal Normal Normal Arttır Arttır Arttır Müşteri Odağı veya Müşteri Sermayesi (Dışsal Odak) MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) MS3 (müşteri ilişkileri) MS4 (marka) MS5 (müşteri bağlılığı) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 4,40 4,00 4,20 3,50 3,70 4,20 4,20 İyi İyi İyi Normal Normal İyi İyi İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İS4 (liderlik) İS5 (bilgi paylaşımı) İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) YS3 (yeni ürün, hizmet) YS4 (iş yapma biçimi) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 3,90 3,70 3,80 4,20 4,00 4,00 3,80 4,10 4,00 4,10 4,10 3,90 3,70 3,00 3,70 Normal Normal Normal İyi İyi İyi Normal İyi İyi İyi İyi Normal Normal Normal Normal İnsan Odağı veya İnsan Sermayesi Yapısal Odak veya Yapısal Sermaye (İçsel odak) Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Tablo 9: Banka8’in Entelektüel Sermaye Raporu Odak Alanı Göstergeler Bu Yıl Değerlendirme Hedef Finansal Odak Mevduat Payı Aktif Karlılığı PD / DD 0,01 0,70 0,65 Normal İyi Normal Arttır Müşteri Odağı veya Müşteri Sermayesi (Dışsal Odak) MS1 (müşteri istekleri) MS2 (müşteri güveni) MS3 (müşteri ilişkileri) MS4 (marka) MS5 (müşteri bağlılığı) MS6 (müşteri sadakati) MS7 (müşteri profili) 4,09 3,82 3,91 3,09 3,82 3,82 4,09 İyi Normal Normal Normal Normal Normal İyi Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır 43 Dr. Sebahattin Yıldız İnsan Odağı veya İnsan Sermayesi Yapısal Odak veya Yapısal Sermaye (İçsel odak) İS1 (çalışan yetenekleri) İS2 (yeni fikir geliştirme) İS3 (zeki ve yaratıcılık) İS4 (liderlik) İS5 (bilgi paylaşımı) İS6 (yönetici desteği) İS7 (ekip çalışması) İS8 (çalışan sorumluluğu) YS1 (misyon, vizyon) YS2 (işlem süresi) YS3 (yeni ürün, hizmet) YS4 (iş yapma biçimi) YS5 (örgüt kültürü) YS6 (bilgi sistem) YS7 (teknolojik altyapı) 3,45 3,27 3,64 3,73 3,91 3,55 3,36 3,91 3,82 4,18 3,64 3,91 3,73 3,18 3,64 Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Normal Normal Normal Normal Normal Normal Normal Normal Normal İyi Normal Normal Normal Normal Normal Arttır Arttır Arttır Arttır Arttır Tablo 10: Tüm Bankalara Ait Entelektüel Sermaye Raporlarının Gösterimi Odak Alanı Müşteri Odağı veya Müşteri Sermayesi (Dışsal Odak) İnsan Odağı veya İnsan Sermayesi 44 Göstergeler B1* B2* B3* B4* B5* B6* B7* B8* SO* MS1 4,51 4,47 4,27 4,22 4,11 4,29 4,40 4,09 4,29 MS2 4,45 4,77 4,23 4,29 3,92 4,21 4,00 3,82 4,21 MS3 4,56 4,77 4,39 4,39 4,17 4,21 4,20 3,91 4,33 MS4 4,77 4,71 4,53 4,45 4,03 3,50 3,50 3,09 4,07 MS5 4,30 4,38 3,99 3,94 3,72 3,86 3,70 3,82 3,96 MS6 4,59 4,50 4,36 4,31 4,31 3,86 4,20 3,82 4,24 MS7 4,63 4,39 4,18 4,22 4,14 3,86 4,20 4,09 4,21 İS1 4,36 4,14 4,08 3,95 3,89 3,43 3,90 3,45 3,90 İS2 4,11 3,89 3,70 3,94 4,03 3,29 3,70 3,27 3,74 İS3 4,09 4,06 3,68 3,86 3,67 3,36 3,80 3,64 3,77 İS4 4,40 4,32 4,03 4,10 4,14 3,79 4,20 3,73 4,09 İS5 4,23 4,20 3,86 3,81 3,83 3,36 4,00 3,91 3,90 İS6 4,25 4,18 3,93 4,00 4,17 3,64 4,00 3,55 3,97 İS7 4,02 3,95 3,81 3,77 4,11 3,36 3,80 3,36 3,77 İS8 4,29 4,23 3,91 3,99 3,89 3,79 4,10 3,91 4,01 Bankacılar Dergisi YS1 4,48 4,38 4,11 4,17 3,97 3,93 4,00 3,82 4,11 YS2 4,69 4,47 4,38 4,65 3,97 3,93 4,10 4,18 4,30 YS3 Yapısal Odak veya Yapısal YS4 Sermaye (İçsel odak) YS5 4,76 4,61 4,43 4,48 4,19 4,21 4,10 3,64 4,30 4,38 4,00 3,97 3,96 3,69 3,64 3,90 3,91 3,93 4,39 4,44 4,03 4,04 4,08 3,50 3,70 3,73 3,99 YS6 4,83 4,15 4,00 4,08 4,06 3,36 3,00 3,18 3,83 YS7 4,76 4,30 4,21 4,36 4,22 4,14 3,70 3,64 4,17 * B1: Banka1, B2: Banka2, B3: Banka3, B4: Banka4, B5: Banka5, B6: Banka6, B7: Banka7, B8: Banka8, SO: Sektör Ortalaması 2.2.2. Bulguların Yorumlanması Yukarıdaki tablolar dikkate alındığında, Türkiye’deki özel sermayeli mevduat bankalarında, “öncelikle müşteri sermayesi, daha sonra yapısal sermaye ve son olarak da insan sermayesi”, yöneticiler tarafından önem verilen veya önemli olarak algılanan entelektüel sermaye unsurlarıdır. Göstergeler bazında değerlendirildiğinde ise müşteri sermayesi için; “MS1 (müşteri istekleri) ve MS3 (müşteri ilişkileri)”, yapısal sermaye için; “YS2 (işlem süresi azaltma) ve YS3 (yeni ürün, hizmet)”, insan sermayesi için; IS4 (liderlik) ve IS8 (çalışan sorumluluğu), en önem verilen veya önemli olarak algılanan entelektüel sermaye göstergeleridir. Ayrıca yöneticilerin algıları dikkate alınarak hesaplanmış entelektüel sermaye unsurlarından, bankaların geliştirmesi gereken insan sermayesi, yapısal sermaye ve müşteri sermayesi değişkenleri aşağıda belirtilmiştir. İnsan Sermayesi bulguları dikkate alındığında; - Banka1 ve Banka2’ye ait insan sermayesi değişkenlerinin skorları sektör ortalamasının üzerindedir. - Banka3’ün insan sermayesi değişkenlerinden “çalışanların yeni fikir geliştirmeleri”, “çalışanların zeki ve yaratıcı olması”, “yöneticilerin liderlik özelliği”, “çalışanların sahip olduğu bilgiyi paylaşmaya istekli olması”, “ekipler halinde çalışmaya istekli olması” ve “çalışanların kendi sorumluluklarını bilmesi” skorları sektör ortalamasının altındadır. - Banka4’ün insan sermayesi değişkenlerinden sadece “çalışanların sahip olduğu bilgiyi paylaşmaya istekli olması” ve “çalışanların kendi sorumluluklarını bilmesi” skorları sektör ortalamasının altındadır. - Banka5’in insan sermayesi değişkenlerinden “çalışanların kendi yeteneklerini geliştirmesi”, “çalışanların zeki ve yaratıcı olması”, “çalışanların sahip olduğu bilgiyi paylaşmaya istekli olması” ve “çalışanların kendi sorumluluklarını bilmesi” skorları sektör ortalamasının altındadır. - Banka6’nın tüm insan sermayesi değişkenlerinin skorları sektör ortalamasının altındadır. 45 Dr. Sebahattin Yıldız - Banka7’nin insan sermayesi değişkenlerinden sadece “çalışanların yeni fikir geliştirmeleri” skoru sektör ortalamasının altındadır. - Banka8’in insan sermayesi değişkenlerinden “çalışanların kendi yeteneklerini geliştirmesi”, “çalışanların yeni fikir geliştirmeleri”, “çalışanların zeki ve yaratıcı olması”, “yöneticilerin çalışanlara desteği”, “ekipler halinde çalışmaya istekli olması” ve “çalışanların kendi sorumluluklarını bilmesi” skoru sektör ortalamasının altındadır. Bu unsurlara yatırım yapılması yoluyla insan sermayesi geliştirilebilir. Yapısal Sermaye bulguları dikkate alındığında; - Banka1, Banka2, Banka3 ve Banka4’ün tüm yapısal sermaye değişkenlerinin skorları sektör ortalamasının üstündedir. - Banka8, Banka7 ve Banka6’nın tüm yapısal sermaye değişkenlerinin skorları sektör ortalamasının altındadır ve bunların geliştirilmesi gerekmektedir. - Banka5’in yapısal sermaye değişkenlerinden “misyon, vizyon ve değerler gibi temel tanımların benimsenmesi”, “işlem süresini azaltma çalışmalarının yapılması”, “ürün ve hizmetlerin sürekli yenilenmesi” ve “iş yapma biçiminin tüm çalışanlarca benimsenmesi” skorları sektör ortalamasının altındadır. Bu unsurlara yatırım yapılması yoluyla yapısal sermaye geliştirilebilir. Müşteri Sermayesi bulguları dikkate alındığında; - Banka1 ve Banka2’nin tüm müşteri sermayesi değişkenlerinin skorları sektör ortalamasının üstündedir. - Banka8’in tüm müşteri sermayesi değişkenlerinin skorları sektör ortalamasının altındadır ve bunların geliştirilmesi gerekmektedir. - Banka3’ün müşteri sermayesi değişkenlerinden “Müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak” ve “müşteri profilinin banka çalışanlarınca bilinmesi” skorları sektör ortalamasının altındadır. - Banka4’ün müşteri sermayesi değişkenlerinden “Müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak” ve “müşterilerin bankaya bağlılık düzeyi” skorları sektör ortalamasının altındadır. - Banka5’in müşteri sermayesi değişkenlerinden “Müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak”, “müşterilerle ilişkilerin uzun dönemli olması”, “ürün ve hizmetleri ulusal veya uluslar arası bir marka olması”, “müşterilerin bankaya bağlılık düzeyi” ve “müşteri profilinin banka çalışanlarınca bilinmesi” skorları sektör ortalamasının altındadır. - Banka6’nın müşteri sermayesi değişkenlerinden “müşterilerle ilişkilerin uzun dönemli olması”, “ürün ve hizmetleri ulusal veya uluslar arası bir marka olması”, “müşterilerin bankaya bağlılık düzeyi”, “müşteri sadakatini sağlamaya çalışmak” ve “müşteri profilinin banka çalışanlarınca bilinmesi” skorları sektör ortalamasının altındadır. - Banka7’nin müşteri sermayesi değişkenlerinden “müşterilerin bankaya güveni”, “müşterilerle ilişkilerin uzun dönemli olması”, “ürün ve hizmetleri ulusal veya uluslar arası bir marka olması”, “müşterilerin bankaya bağlılık düzeyi”, “müşteri sadakatini sağlamaya çalışmak” ve “müşteri profilinin banka çalışanlarınca bilinmesi” skoru sektör ortalamasının altındadır. Bu unsurlara yatırım yapılması yoluyla müşteri sermayesi geliştirilebilir. 46 Bankacılar Dergisi 3. Sonuç ve Öneriler Entelektüel sermayenin gerçekçi bir şekilde ölçülmesi ve raporlanması son yıllarda tartışılan bir konu olması nedeniyle, şirketlere rekabet avantajı yaratan bu varlıkların ölçüm ve raporlama yöntemlerinin ve kullanılan kriterlerin doğru bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Literatürdeki araştırmalar incelendiğinde, entelektüel sermaye ölçümü ile ilgili makalelerde kullanılan ölçüm yönteminin, öncelikle entelektüel sermayeyi unsurları bazında ölçen yöntemler olduğu gözlemlenmiştir (Yıldız, 2010). Entelektüel sermayenin insan sermayesi, yapısal sermaye ve müşteri sermayesi unsurlarından oluştuğu ve entelektüel sermaye ölçümün bir bütün olarak sadece finansal göstergeler dikkate alınarak ölçülmemesi gerektiği, çünkü bu değerin tek başına yeterli olmadığı söylenebilir. Bunun bir diğer nedeni piyasaya dayalı bütünsel ölçümlerin spekülasyonlara maruz kalabilmesi ve istikrarlı bir ölçümü yansıtmaması olabilir. Ayrıca entelektüel sermayeyi unsurları bazında ölçen makalelerde en fazla kullanılan ölçüm yönteminin unsurların algısal ölçümü olduğu (Yıldız, 2010), özellikle entelektüel sermaye unsurlarının objektif verilere dayanmaması yani insan sermayesi, yapısal sermaye ve müşteri sermayesine özgü kabul gören ve şirketlerce faaliyet raporları, şirket haberleri veya yasal olarak yayınlanan sayısal veya oransal kriterlerin olmaması nedeniyle entelektüel sermayenin algısal ölçülmeye zorlandığı söylenebilir. Burada bütün sektörler için olmasa da belli sektörlere özgü (örneğin bankacılık sektörü) kriterlerin nicel olarak yani oransal veya sayısal bir şekilde objektif ölçüme imkân tanınması için gerekli girişimler yapılmalıdır. Bu sektörler içerisinde bankacılık sektörü entelektüel sermaye raporu yayınlayan ilk sektör olabilir. Çünkü bankalar entelektüel sermaye adı altında bütünsel olarak olmasa da müşteri odaklı değişim veya müşteri odaklılık endeksi vb. programlar yoluyla bazı alt kriterleri ölçmektedirler. Bu nedenle insan sermayesi için eğitim saati veya ücreti, çalışan memnuniyeti oranı; yapısal sermaye için entelektüel mülkiyet sayısı ve işlem süresi azaltma çalışmaları; müşteri sermayesi için ise müşteri memnuniyeti oranı, müşteri şikayetleri sayısı, müşteri sayısı, ziyaret edilen müşteri sayısı vb. şeklinde ölçümlerin entelektüel sermaye adı altında “bütüncül şekilde” raporlanması sağlanmalıdır. Böyle bir durum sektöre özgü karşılaştırmalara da imkan tanıyabilmektedir. Literatürdeki çalışmalara bakıldığında Çin’de Şangay Borsasında yapılan çalışmada (Xiao, 2008) insan sermayesinin en fazla, müşteri sermayesinin ise en az raporlanan entelektüel sermaye unsuru olduğu gözlenmiştir. Yine İngiltere’de yapılan diğer bir çalışmada (Striukova ve diğerleri, 2008) ise müşteri sermayesinin en fazla, yapısal sermayenin ise en az raporlanan entelektüel sermaye unsuru olduğu gözlenmiştir. İMKB’de yapılan bir çalışmada ise (Arslan, 2005) müşteri sermayesinin en fazla, yapısal sermayenin ise en az raporlanan entelektüel sermaye unsuru olduğu gözlenmiştir. Yine Avrupa Birliği’nin entelektüel sermayeyle ilgili bir konsensus projesi olan MERITUM (Measuring Intangibles to Understand and Improve Innovation Management), projesi dikkate alınan bir çalışmada ise (Flöstrand, 2006) müşteri sermayesinin en fazla, insan sermayenin ise en az raporlanan entelektüel sermaye unsurları olduğu gözlenmiştir. Bunun gibi çalışmaların bazılarının sonuçları bizim araştırma sonuçlarını destekler niteliktedir fakat, farklı sektörlerde farklı entelektüel sermaye unsurlarına daha fazla önem verilmesi gözlenebilir. Örneğin üniversite, danışmanlık ve inşaat sektörlerinde insan sermayesi daha fazla önemde olabilir. Türkiye’deki özel sermayeli mevduat bankalarında yapılan bu çalışmada ise, “öncelikle müşteri sermayesi, daha sonra yapısal sermaye ve son olarak da insan sermayesi”, yöneticiler tarafından önem verilen veya önemli olarak algılanan entelektüel sermaye unsurlarıdır. Ayrıca müşteri sermayesi için; müşteri isterlerinin karşılanması ve müşterilerle uzun ilişkiler, yapısal sermaye için; işlem süresi azaltma çabaları ve yeni ürün ve hizmet 47 Dr. Sebahattin Yıldız geliştirme”, insan sermayesi için; yöneticilerin liderliği ve çalışanların sorumluluğunu bilmesi, en önem verilen veya önemli olarak algılanan entelektüel sermaye göstergeleridir. Bu şekilde belirlenen kriterlerin ölçümünün sağlanarak, şirketlerin ölçülen entelektüel sermayesinin bilanço veya gelir tablosunda gösterilmesine imkan sağlanılmasa da ayrı bir şirket faaliyeti olarak “Entelektüel Sermayeye Faaliyet Raporu” şeklinde (Ek 1’e benzer şekilde) yayınlanması önerilmektedir. Bilançoda entelektüel sermayenin bir aktif olarak gösterilmesi veya gelir tablosunda bir gider olarak entelektüel sermaye unsurlarına yapılan yatırımların gösterilmesi konusu, tam olarak değer tespitinin yapılamaması nedeniyle zordur. Bilançoda bir aktif olarak yer almasına veya bilanço dipnotlarında gösterilmesine mevcut muhasebe standartları imkan vermemektedir, fakat Türkiye’de TURMOB’un düzenlediği bir sınavda aktif tarafta bir karşılığı olmaksızın entelektüel sermayenin pasif olarak gösterilmesi, bilançolarda artık entelektüel sermayenin gösterilmesi gerektiği ile ilgili çok önemli bir örnektir. Zaten entelektüel sermayenin varlık kriterlerini taşıdığı da şüpheli bir konudur. Değerinin kesin olarak belirlenememesi (örneğin takım çalışmasının şirkete katkısı tam olarak belirlenemeyebilir), gelecekte şirkete yapacağı getirisinin tespit edilememesi (örneğin kültürün şirkete sağlayacağı getirinin tespiti tam olarak belirlenemeyebilir) ve bu varlıkların kontrol problemi nedeniyle (örneğin insan sermayesi sadece kiralanır, satın alınamaz veya müşteri sermayesi başka şirketle ilişkilerini sürdürmeye karar vererek şirketi terk edebilir) “entellektüel sermaye faaliyet raporu” şeklinde ayrı olarak yayınlanabilir. Bunun için de sektöre özgü kriterler belirlenmeli ve objektif (sayısal ve oransal) olarak ölçülmeli ve raporlanmalıdır. Eğer entelektüel sermayenin raporlanması, gizli bilgilerin ifşa edilmesi olarak düşünülüyorsa, bu kamuyu aydınlatma, çıkar gruplarına doğru ve gerçekçi bilgileri sunma ve finansal tabloların yayınlanmasındaki açıklık ve şeffaflık ilkesine uymamaktadır. Bu nedenle şirketler faaliyet raporlarına ek olarak ve gönüllü bir şekilde entelektüel sermaye raporu yayınlamalıdırlar. Kaynakça • ALTUNIŞIK, R., COŞKUN, R., BAYRAKTAROĞLU, S. ve YILDIRIM, E. (2004), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, SPSS Uygulamalı, Sakarya, Sakarya Kitabevi. • ARSLAN, Ö. (2005), Entelektüel Sermayenin Türkiye’deki Raporlanma Şeklinin İncelenmesi, DEÜ, İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt 5, No.1, s. 78-87. • BORNEMANN, M. ve LEITNER, K.H. (2002), “Measuring and Reporting Intellectual Capital: The Case of a Research Technology Organisation” The Singapore Management Review. • ERKAL, Z. (2006), Entelektüel Sermaye, Ölçülmesi ve Raporlanması, İstanbul, Derin Yayınları. • FLOSTRAND, P. (2006), “The Sell Side-Observations on Intellectual Capital Indicators”, Journal of Intellectual Capital, Vol.7. No. 4, s.457-473. • HOLMEN, J. (2005), “Intellectual Capital Reporting”, Management Accounting Quarterly, Vol. 6. No.4. Summer, s.1-9. • MERTINS, K., WANG, W. ve WILL, M. (2009), “InCaS: Intellectual Capital Management in European SME- Its Strategic Relevance and the Importance of its Certification”, Electronic Journal of Knowledge Management, Vol.7. No.1. s.111-122. • SEKARAN, U. (1992), Research Methods for Business: A Skill Building Approach, Second Edition, New York, John Wiley & Sons. • SIPAHI, B. (1994), “Entelektüel Sermayenin Finansal Tablolarda Raporlamasına İlişkin Yaklaşımlar”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Sayı.24, Ekim, s.146-149. • STEAWART, A. T. (1997), Entellektüel Sermaye, Örgütlerin Yeni Zenginliği, Nurettin Elhüseyni (çev.). İstanbul, MESS Yayınları. • STRIUKOVA, L., UNERMAN, J. ve GUTHRIE, J. (2008), “Corporate Reporting of Intellectual Capital: Evidence From UK Companies”, The British Accounting Review, 40, s.297-313. • TURMOB. (2010), Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik, Finansal Muhasebe Sınav Kağıdı, 4 Temmuz, s.9. • XIAO, H. (2008), “Corporate Reporting of Intellectual Capital: Evidence From China”, The Business Review, Cambridge, Vol.11. No.1, s.124-129. • YERELI, A. ve GERŞİL, G. (2005), “Entelektüel Sermayeyi Ölçme ve Raporlama Yöntemleri”, Celal Bayar Üniversitesi Yönetim ve Ekonomi Dergisi, C.12. S.2., s.17-29. 48 Bankacılar Dergisi • YILDIZ, S. (2010), Entellektüel Sermayenin İşletme Performansına Etkisi: Bankacılık Sektöründe Bir Araştırma, İstanbul, Marmara Üniversitesi SBE Doktora Tezi. • YILDIZ, S. (2010), Entelektüel Sermaye Teori ve Araştırma, İstanbul,Türkmen Yayıncılık. İnternet Sitesi Adresleri • www.cowi.com. (08.05.2010) • www.boku.ac.at. (10.05.2010) • www.lapwing-design.com. (11.05.2010) • www.attainix.com. (11.05.2010) • www.oenb.at. (12.05.2010) • www.arcs.ac.at. (12.05.2010) • www.imkb.gov.tr (10.12.2009) • www.tbb.org.tr (10.12.2009) Ek 1: COWI’nin 2009 Entelektüel Sermaye Raporu Müşteriler ve Pazarlar Kaynaklar Süreçler Sonuçlar Hesaplar 1. Kamu sektörü müşterileri 2009 % 32 2008 % 31 2007 % 35 2. Yarı-kamu müşteriler % 14 % 10 %8 3. Özel müşteriler % 45 % 46 % 46 4. Diğer müşteriler %9 % 13 % 12 5. Bireysel müşterilerin sayısı 2.277 2.228 2.069 6. Uluslararası projeler % 30 % 32 % 33 7. Uluslararası müşteriler % 27 % 21 % 22 8. 100 adet çalışan başına eğitici sayısı 11 8 10 9. 100 adet çalışan başına yayın sayısı 4 5 4 10. Müşteri girişi % 31 % 40 % 46 11. Müşteri çıkışı % 21 % 21 % 16 Organizasyon Kaynaklar Süreçler Sonuçlar 12. Uzman şebeke sayısı 78 41 40 13. Uzman şebekelere katılan personel sayısı 65 27 27 14. COWI portalındaki en iyi uygulama sayısı 1.198 1.568 1.228 15. Çalışan başına projelerin sayısı 14 15 17 16. Aktif projelerin sayısı 7.458 6.330 6.422 17. Proje başına ortalama devir hızı 1052 1.063 1.138 18. Disiplinlerarası işbirliği: teknik %17 %17 %16 19. Disiplinlerarası işbirliği: doğa bilimleri %53 %53 %53 20. Disiplinlerarası işbirliği: sosyal bilimler %46 %42 %46 21. COWI grup içindeki ticaret hacmi %6.7 %5.6 %4.9 22. COWI grup içindeki personel değişimi %1.1 %0.5 %0.6 23. Uzun dönemli görevler %12.6 %12.4 %9.2 24. Gelişim faaliyeti (dış destekli) %4.5 %6.7 %6.9 25. Gelişim faaliyeti (iç destekli) %0.7 %0.9 %1.2 26. 100 adet çalışan başına kalite denetçisi sayısı 5.5 2.8 2.2 27. Dışsal hatalardan doğan maliyetler %0.4 %0.3 %1.3 49 Dr. Sebahattin Yıldız Çalışanlar Kaynaklar Süreçler Sonuçlar 28. Çalışan sayısı 2.748 2.585 2.198 29. Kadın %34 %34 %34 30. Erkek %66 %66 %66 31. Ortalama yaş 43.5 43.9 43.9 32. Eğitim süresi (yıl olarak) 5.2 5.3 5.6 33. Eğitim süresi (kayıtlı) 3.5 3.5 3.7 34. Üstün nitelikli çalışanlar %3.2 %3.2 %4.0 35. Yüksek eğitim (tekniki) %53 %53 %55 36. Yüksek eğitim (doğa bilimleri) %6 %6 %6 37. Yüksek eğitim (sosyal bilimler) %9 %9 %9 38. Diğer yüksek eğitim %7 %7 %6 39. İş deneyimi (yıl) 15.5 15.7 16.8 40. COWI’deki hizmet yılı 8.5 8.5 9.5 41. Proje yönetimi kapasitesi ( tüm projeler) %54 %53 %57 42. Proje yönetimi kapasitesi (ana projeler) %33 %32 %35 43. Proje yönetimi kapasitesi (uluslararası proje) %21 %21 %24 44. COWI için uluslararası seyahat %20 %20 %22 45. Devam eden eğitim faaliyeti %0.6 %0.6 %0.6 46. Yurtdışı seyahat faaliyetleri %4.4 %6.0 %6.1 47. Çalışan girişi %16 %29 %26 48. Çalışan çıkışı %10 %11 %14 49. Hastalık nedeniyle ayrılma %2.7 %2.6 %2.6 50. COWI’de hissesi olan çalışanlar %14 %25 %31 51. Mühendislik öğrencilerinin favori işveren sıralaması 4 4 5 52. Sosyal bilim öğrencilerinin favori işveren sıralaması 42 54 42 53. Çalışan esnekliği %8 %7 %6 54. Şirket esnekliği %8 %8 %7 Kaynak: www.cowi.com. 50 Bankacılar Dergisi, Sayı 75, 2010 Türkiye’de Faaliyet Gösteren Yerli Bankaların Hisselerinin Satışına (Devrine) ve Devir Dolayısıyla Elde Edilen Kazançların Vergilendirilmesine İlişkin Esaslar Levent Başak* 1. Giriş Bankacılık sektörü günümüzde kilit sektörlerden bir tanesi haline gelmiştir. Küresel ekonomik krizlerin bankacılık sektöründen başlamak suretiyle ekonominin bütün kesimlerine yayılması bu sektörün önemini bir kat daha artırmıştır. Sektörün önemine binaen bu sektördeki aktörlerin bütün faaliyetlerinin bir kural dahilinde yönetilmesi temel bir ekonomik argüman haline gelmiştir. Bu amaçla 01.11.2006 tarih ve 26333 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik düzenlemeleri yürürlüğe konulmuştur. Ülkemiz gelişmekte olan bir ülke olarak son yıllarda yakalanan siyasi istikrarla birlikte yabancı yatırımcıların ilgisini üstüne çekmeyi başarmıştır. Yabancıların ilgi duyduğu sektörlerin başında bankacılık sektörü gelmektedir. Bankacılık sektörüne yönelik yabancı ilgisi daha çok Türkiye’de kurulmuş olan yerli bankaların hisselerinin satın alınması şeklinde gerçekleşmiştir. Türkiye’deki yatırım modeli ne olursa olsan yabancı yatırımcıların bankacılık sektörüne olan ilgisinin uzun vadede olumlu ve olumsuz bir takım etkileri olacaktır. Bu etkilerin ülke gerçekleri ile bütünleştirilmek suretiyle Türk bankacılık sektörünün Avrupa Birliği (AB) ülkelerindeki bankacılık sektörü ile rekabet gücünün artırılmasında sektöre yönelik olarak yapılan düzenlemeler önemli bir rol oynamaktadır. 1 Kasım 2006 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Yönetmelik düzenlemeleri bunu sağlayacak hukukî zemini oluşturmuştur. Diğer yandan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu1 (B.K.) son derece şeffaf ve sektörün sorunlarına cevap verecek şekilde hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanunda yabancı yatırımcıların Türk bankacılık sektöründeki faaliyetleri bütün müesseseleri ile birlikte düzenlenmiştir. Bu makalenin konusunu son zamanlarda önemli bir konu haline gelen Türk bankalarının hisselerinin yabancı yatırımcılara devri ve bu devir dolayısıyla ortaya çıkacak kazançların vergilendirilmesi esasları oluşturacaktır. Bu kapsamda olmak üzere çalışmada öncelikle 5411 sayılı B.K. kapsamında hisse devrine ilişkin getirilmiş olan kurallar irdelenecektir. Daha sonra ise olayın vergisel boyutu özel düzenlemelere girilmeden genel hatları ile analiz edilecektir. 2. Türkiye’de Kurulmuş Olan Bankaların Hisse Devri Suretiyle Yabancı Sermayeli Türk Bankası Haline Gelmesinin Esasları Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli şirketlerin (banka işletmelerinin) iki türlü örgütlenme modeli vardır. Birinci modele göre, Türkiye’de tamamı ve/veya bir kısmı yabancı sermaye ile banka kurulabilir. İkinci modele göre ise, daha önce Türkiye’de kurulmuş bankala* TC Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı Gelirler Başkontrolörü. 51 Levent Başak rın hisselerinin yabancı gerçek ve/veya tüzel kişilere devredilmesi (satılması) suretiyle banka yabancı sermayeli bir banka haline dönüşebilir. Devletler hukuku bakımından bir ülkede kurulan bankalar o ülkenin yürürlükte olan kanunlarına ve diğer mevzuat metinlerine tâbidir. Bu nedenledir ki bir ülkede tamamı yabancı sermaye ile bir şirket kurulması halinde bu şirket o ülkenin şirketidir. Diğer bir ifadeyle Türkiye’de tamamı ve/veya bir kısmı yabancı sermaye ile bir banka kurulması halinde bu banka yabancı sermayeli Türk şirketidir. Bu temel prensip Türkiye’de tamamı yerli sermaye ile kurulan bir bankanın hisse devri suretiyle yabancı bir banka haline gelmesi halinde de geçerlidir. Kanunî ve iş merkezi yurt dışında bulunan yabancı banka işletmeleri tarafından Türkiye’de açılmış olan şubelerin de Türkiye’de kurulmuş olan şirketlerce açılmış olan bir banka şubesinden hiçbir farkı bulunmamaktadır. Yabancı banka şubeleri de Türk hukuk kuralları dahilinde faaliyet göstereceklerdir. Bu şubelerin kuruluşu ve vergilendirilmesi noktasında mevzuatımızda farklı düzenlemelere yer verilmemiştir. Eşitlik ilkesinin bir gereği olarak bu kurumlar aynı esaslara tâbidirler. 2.1. 5411 Sayılı B.K.’na Göre Hisse Devrine İlişkin Esaslar Yerli bankaların hisse devri suretiyle yabancı banka haline gelmesinin esasları bankacılık mevzuatında özel düzenlemelerle hüküm altına alınmaktadır. Nitekim, 5411 sayılı B.K.’nun 18’inci maddesinde “Pay edinim ve devirleri” başlığı altında pay devirlerinin hukukî durumu belirlenmiştir. Madde hükmü aşağıdaki gibidir: “Bir kişinin, bir bankada doğrudan veya dolaylı pay sahipliği yoluyla sermayenin yüzde onunu ve daha fazlasını temsil eden payları edinmesi veya bir ortağa ait doğrudan veya dolaylı payların sermayenin yüzde on, yüzde yirmi, yüzde otuzüç veya yüzde ellisini aşması sonucunu veren pay edinimleri ile bir ortağa ait payların, bu oranların altına düşmesi sonucunu veren pay devirleri Kurulun iznine tâbidir. Yönetim kuruluna veya denetim komitesine üye belirleme imtiyazı veren payların tesisi, devri veya yeni imtiyazlı pay ihracı yukarıdaki oransal sınırlara bakılmaksızın Kurulun iznine tâbidir. Bu izinlerin verilmesinde, bankanın devralınan hisselerinin nominal değerinin yüzde biri oranında devir payının devralan tarafından Fona yatırılması zorunludur. Ortak sayısının beşten aşağı düşmesine yol açan işlemler ile izin alınmadan yapılan pay devirleri pay defterine kaydolunmaz. Bu hükme aykırı olarak pay defterine yapılan kayıtlar hükümsüzdür. Oy hakkı edinilmesi ve hisselerin üzerinde intifa hakkı tesisinde de bu hüküm uygulanır. Nitelikli paya sahip olan ortakların kurucularda aranan nitelikleri taşıması şarttır. Kurucularda aranan nitelikleri kaybeden nitelikli paya sahip ortaklar temettü dışındaki ortaklık haklarından yararlanamaz. Bu halde, diğer ortaklık hakları Kurumun bildirimi üzerine Fon tarafından kullanılır. Bu ortaklar sermayedeki doğrudan ve dolaylı payları yüzde onun altına düşene kadar rüçhan haklarını kullanamazlar. Bir bankanın sermayesinin yüzde on veya daha fazlasına sahip olan tüzel kişilerin paylarının doğrudan veya dolaylı olarak birinci fıkrada belirtilen oranlar veya esaslar dâhilinde el değiştirmesi, devralacak ortağın kurucularda aranan nitelikleri taşıması şartıyla Kurulun iznine tâbidir. Kurulun izni olmadan payların devredilmesi hâlinde, bu paylara ait temettü hariç ortaklık hakları Fon tarafından kullanılır. 52 Bankacılar Dergisi Hisseleri borsada işlem gören bankaların hisselerinin borsadan alınması ve bir bankanın hisselerinin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre icra dairesinden satın alınması durumunda gerçekleştirilecek işlemlere ve bu maddenin uygulanmasına dair usûl ve esaslar Kurulca belirlenir.” Mezkûr madde hükmü uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (Kurulun) iznine tâbi olan işlemler şunlardan ibarettir: 1- Bir kişinin, bir bankada doğrudan veya dolaylı pay sahipliği yoluyla sermayenin %10’u ve daha fazlasını temsil eden payları edinmesi; 2- Bir kişinin, bir ortağa ait doğrudan veya dolaylı payların sermayenin %10, %20, %33 veya %50’sini aşması sonucunu veren pay edinimleri; 3- Bir kişinin, bir ortağa ait payların, %10, %20, %33 veya %50’sinin altına düşmesi sonucunu veren pay devirleri. B.K.’nun 18’inci maddesinin 2’nci fıkrasında ise, herhangi bir oransal sınırlamaya bakılmaksızın Kurulun iznine tâbi işlemler hüküm altına alınmıştır. Buna göre, Yönetim Kuruluna veya Denetim Komitesine üye belirleme imtiyazı veren payların tesisi, devri veya yeni imtiyazlı pay ihracı herhangi bir oransal sınırlamaya tâbi olmaksızın Kurulun iznine tâbidir. Bir bankanın hisse senetlerinin tüzel kişilerce devredilmesi hali ise, 18’inci maddenin 6’ncı fıkrasında düzenlenmiştir. Bu fıkradaki düzenlemeye göre, bir bankanın sermayesinin %10 veya daha fazlasına sahip olan tüzel kişilerin paylarının doğrudan veya dolaylı olarak 18’inci maddenin 1’inci fıkrasında belirtilen oranlar veya esaslar dahilinde el değiştirmesi, devralacak ortağın kurucularda aranan nitelikleri taşıması şartıyla Kurulun iznine tâbidir. Banka hisselerinin bir başka kişi veya kuruma satışı ile ilgili olarak “Bankaların Birleşme, Devir, Bölünme ve Hisse Değişimi Hakkında Yönetmelik”in2 24’üncü maddesi hükmünde “Pay edinim ve devirleri” başlığı altında özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Madde hükmü şu şekildedir: “(1) Birleşme, devir, bölünme ve hisse değişimi işlemleri sonunda bankanın ortaklık yapısında Kanunun 18 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen oranlarda değişiklik olması ve yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren veya intifa hakkı tanınan hisse senetlerinin devredilmesi hallerinde, bu ortakların kurucularda aranan şartları taşıdıklarının yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak belgelenmesi ve Kanunun 18 inci maddesi çerçevesinde Kuruldan izin alınması şarttır. Yeni kurulacak banka hakkında Kanunun 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi ve 18 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile 130 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) ve (d) bentleri hükümleri uygulanmaz.” Buna göre Türkiye’de faaliyet gösteren bir bankanın hisse senetlerinin satışı (devri) halinde bankanın ortaklık yapısında B.K.’nun 18’inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen oranlarda değişiklik olması ve yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren veya intifa hakkı tanınan hisse senetlerinin devredilmesi hallerinde, bu ortakların kurucularda aranan şartları taşıdıklarının yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak belgelenmesi ve B.K.’nun 18’inci maddesi çerçevesinde Kuruldan izin alınması şarttır. 2.2. Türk Bankalarının Hisse Devirleri İçin Verecekleri Başvuru Dilekçelerine Eklemeleri Gereken Belgeler “Bankaların İzne Tâbi İşlemleri ile Dolaylı Pay Sahipliğine İlişkin Yönetmelik”in3 “Pay edinim ve devirleri” başlıklı 11’inci maddesine göre, Türkiye’de kurulmuş olan bir bankanın paylarının (hisse senetlerinin) yurt dışında kurulu bir banka veya finans kurumu4 tarafından devralınması halinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na (Kurum) yapılacak başvurulara şu belgelerin eklenmesi gerekmektedir. 53 Levent Başak 1) Payların devralınmasından beklenen faydayı analiz eden, yapılacak faaliyetlerin neler olduğunu, iç denetim, iç kontrol ve risk yönetiminin nasıl gerçekleştirileceğini içeren iş plânları ile bankanın yapısal örgütlenmesini gösteren ve kuruluştan itibaren üç yıllık hedeflerin ortaya konulduğu faaliyet programı, 2) Ana sözleşme, 3) Mevcut bankalardan birinin paylarının devralınmasına ilişkin yetkili kurullarından alınmış karar örnekleri, 4) Son beş yıla ait bilânço ve gelir tabloları ile bağımsız denetim raporları, 5) Kurulmuş oldukları veya faaliyette bulundukları ülkede mevduat veya katılım fonu kabul etmelerinin veya bankacılık faaliyetinde bulunmalarının yasaklanmamış olduğuna ve/veya faaliyetlerinde herhangi bir kısıtlama bulunmadığına ilişkin yetkili kurullarından alınmış belge, 6) Kurulu bulundukları ülke dışındaki teşkilat ve organizasyon yapısı, uluslararası malî piyasalardaki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi ve belgeler ile banka veya finansal kuruluşlar hakkında derecelendirme şirketleri tarafından hazırlanan ve öngörülen derecelendirmeyi de içeren rapor, 7) Merkezlerinin bulunduğu ülke mevzuatına göre yetkili bağımsız denetim kuruluşlarından biri tarafından her yıl yapılacak incelemeye ilişkin raporların Kuruma tevdi edileceğine dair taahhütname, 8) Son genel kurullarına ilişkin tutanaklarla, sermayenin yüzde onundan fazlasına sahip ortakların, merkezlerinin bulunduğu ülkenin yetkili makamlarınca onaylı bir listesi. Yönetmelikte yapılan bir başka düzenlemeye göre; Kurum, gerekli göreceği ilave bilgi ve belgeleri de talep edebilecektir. Özellikle finans kurumları AB uygulamasında çok çeşitlilik arz edebilmektedir. Bu durumda, Kurum, kurumların bu özelliklerini dikkate alarak bazı kurumlara özgü olmak üzere ilave bilgi ve belge istemeye yetkilidir. Bankalardan yukarıda belirtilen belgelerden farklı olarak istenecek bilgi ve belgeler çerçevesinde işlem tesis etmeye Kurul yetkilidir. Yönetmelikteki bir başka önemli düzenleme gereğince de herhangi bir pay devri söz konusu olmasa dahi, mevcut paylar üzerine imtiyaz tesisi, imtiyazın kaldırılması veya intifa hakkı tesisi de Yönetmeliğin 11’inci maddesinde belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde Kurulun iznine tâbidir. Yönetmeliğin 11’inci maddesinin (4) numaralı bent hükmünde borsadan hisse edinimleri ile ilgili olmak üzere yabancı yatırımcıları da önemli ölçüde ilgilendiren bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre, Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların hisselerinin borsada işlem görmesi halinde borsada işlem gören bankaların hisselerinin borsadan alınması ve bir bankanın hisselerinin 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İ.İ.K. hükümlerine göre icra dairesinden satın alınması durumunda da Yönetmeliğin 11’inci maddesinde belirtilen bilgi ve belgelerin tevdii gerekmektedir. Ancak; borsadan satın alınan hisse senetleri ile ilgili olmak üzere Yönetmeliğin 11’inci maddesinin uygulamasına ilişkin olarak herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Bu hususta Yönetmelik bazında düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır. 54 Bankacılar Dergisi 3. Hisse Devirlerinin Vergi Kanunları Karşısındaki Durumu 5 Türkiye’de 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (T.T.K.) hükümlerine göre kurulmuş olan yabancı sermayeli bir Türk bankasının mevcut hisse senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançların vergilendirilmesinde hisse senetlerini elinde bulunduran kişilerin hukukî durumu birinci derecede önemlidir. Çalışmanın aşağıdaki bölümünde hisse devri durumunda vergilendirme esaslarını konunun daha iyi tetkik edilmesi açısından Türkiye’de faaliyet gösteren banka işletmelerinin aktifine kayıtlı iştirak hisselerinin devrinden elde ettiği kazançlar ve kurumun kendi hisse senetlerinin devrinden elde ettiği kazançlarda vergilendirme esasları olmak üzere iki başlık altında analiz edilecektir. Bu nedenle çalışmanın aşağıdaki bölümlerinde hisse senetlerini elinde bulunduran kişilerin hukuki durumlarına ve diğer bazı hukukî oluşumlara göre vergilendirme esasları ayrı ayrı değerlendirilecektir. 3.1. Genel Esaslar Türkiye’de kurularak faaliyet gösteren bir bankanın hisse senetlerinin yerli veya yabancı gerçek ve/veya tüzel kişilerce borsadan veya diğer yollarla satın alınması halinde hisse senetlerinin satışı suretiyle oluşacak kârın Türkiye’deki ticarî işletme açısından ticarî kurum kazancına dahil edilmesi gereklidir. Ancak; kurumların elden çıkardıkları hisse senetlerinin “kurucu senet” kapsamında olması ve bu satışın K.V.K.’nun 5’inci maddesinin (e) bendinde belirtilen şartları taşıması kaydıyla satıştan elde edilen kazancın %75’i kurumlar vergisinden istisnadır. Türkiye’de kurulmuş olan bankalara ait hisseleri elinde bulunduran gerçek kişi ve kurum dışındaki şahısların bu hisse senetlerini elden çıkarmaları halinde ise vergilendirme esasları bu kişilerin hukukî durumlarına göre değişiklik arz edecektir. Hisse senetlerinin devri neticesinde ortaya çıkacak kârın belirlenmesinde ise, hisse senetlerinin alış bedeli ile satış fiyatı arasındaki fark esas alınacaktır. Bilindiği üzere, hisse senetleri için dört tür değer söz konusudur. Alış bedeli, nominal değer, borsa rayici ve hisse senetlerinin satışında satış fiyatı. Hisse senetleri V.U.K.’nun 279’uncu maddesine göre alış bedeli ile değerlenmektedir. İşte hisse senetlerinin alış bedeli ile devir bedeli arasındaki fark Türkiye’de faaliyet gösteren banka açısından ticarî kazanç hükmündedir. Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin ticarî kazancı G.V.K.’nun ticarî kazanç hükümlerine göre belirlenecektir. 3.2. Başka Kurumlara Ait Hisse Senetlerinin Satışından Elde Edilen Kazançlarda Vergilendirme 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun (K.V.K.’nun) 5’inci maddesinin (e) bendi hükmüne göre tam ve dar mükellefiyete tâbi kurumların, en az iki tam yıl süre ile aktiflerinde yer alan iştirak hisseleri ile aynı süreyle ellerinde sahip oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından doğan kazançlarının %75’lik kısmı kurumlar vergisinden istisnadır. Buna göre Türkiye’de kurulmuş olan yabancı sermayeli bir Türk bankasının K.V.K.’nun ilgili maddesindeki şartları taşıyan iştirak hisselerinin devrinden (satışından) elde ettikleri kazançların %75’lik kısmı kurumlar vergisinden istisnadır 6. 55 Levent Başak 3.3. Kurumun Kendi Hisse Senetlerinin Satışından Elde Edilen Kazançlarda Vergilendirme K.V.K.’nun 5’inci maddesinin (e) bendine göre Türkiye’de tamamı yerli sermaye ile kurulmuş kurumların bu maddede yer alan şartları taşımaları kaydıyla “kurucu hisse senetleri”nin kanunî ve iş merkezi yurt dışında bulunan yabancı bir bankaya satışından (devrinden) doğan kazançlarının %75’lik kısmı kurumlar vergisinden istisnadır. Türkiye’de kurulmuş olan banka işletmesi bu hisse devrinden sonra yabancı sermayeli Türk bankası statüsüne sahip olacaktır. Bu noktada kısaca “kurucu hisse senedi” kavramı üzerinde durmakta fayda vardır. Bu kavram sözlük anlamı itibariyle Türkiye’de kurulmuş olan yerli ve/veya yabancı sermayeli şirketlerde şirket kurucularına ya da şirket açısından önem arz eden şahıslara genellikle bedelsiz olarak verilen, oy hakkından yoksun bir senettir. Bu senet, sahiplerine, diğer adi senetlerden farklı olarak imtiyazlı bir temettü hakkı verir. Bu özelliğine rağmen bu tür hisse senetlerine literatürde “adi senet” adı da verilmektedir. Mevzuat açısından ise “kurucu hisse senetleri”ni T.T.K.’nun “B) İntifa senetleri:” başlıklı 402 ve 403 üncü maddeleri kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. T.T.K.’nun ilgili madde hükümlerinde şu düzenlemeye yer verilmiştir: “Madde 402 – Umumi heyet, esas mukavele gereğince veya esas mukaveleyi değiştirerek, bedeli itfa olunan payların sahipleri, alacaklılar, kurucular veya bunlara benzer bir sebeple şirketle ilgili olanlar lehine intifa senetleri ihdasına karar verebilir. İlk esas mukavelede derpiş edilmiş olmadıkça, kurucular lehine intifa senetleri ihdas olunamaz. İntifa senetleri sahipleri, 429 - 432 nci maddelere tabi bulunan bir heyet teşkil ederler. Şu kadar ki; intifa senetlerinin ihdası esnasında daha ağır hükümler konmuş olmadıkça bu heyet, kararlarını mevcudun mutlak ekseriyetiyle verir.” “Madde 403 – İntifa senedi sahiplerine azalık hakları verilemez; ancak, safi kazanca veya tasfiye neticesine iştirak yahut yeni çıkarılacak hisse senetlerini alma hakları tanınabilir.” Buna göre anonim şirketlerde intifa senedi çıkarılabilmesi için şu iki şartın gerçekleşmesi gerekmektedir: 1- İntifa senedi çıkarılabilmesi için Genel Kurul kararı gerekmektedir. Genel kurul esas mukavelenin hazırlanması safhasında buna karar verebileceği gibi esas mukaveleyi değiştirmek suretiyle de intifa senedi çıkarılmasına karar verebilecektir. 2- İntifa senedine konu olacak payların bedelinin itfa olması gerekmektedir. T.T.K.’nun 402’nci maddesine göre kurucular lehine intifa senedi ihdas edilebilecektir. Uygulamada kurucular lehine ihdas edilen intifa senetlerine “kurucu hisse senedi” adı verilmektedir ve kurucular lehine intifa senedi ihdas edilebilmesi için mukavelede bu konuda açık bir hükmün yer alması gerekmektedir. T.T.K.’nun 402’nci maddesine göre intifa senetleri sadece anonim şirketlerce ana sözleşmede yer almak kaydıyla çıkarılabilen (ihraç edilebilen) kıymetli bir evraktır. 403’üncü madde hükmüne göre ise intifa senetleri sahiplerine yönetime yönelik haklar dışında, safi kazanca veya tasfiye neticesinde oluşan kazanca iştirak hakkı veya yeni çıkarılacak olan hisse senetlerini alma hakkı veren bir senettir. 56 Bankacılar Dergisi İntifa senetlerinin özelliği kuruluşta, kurucuların şirketin kuruluşunda önemli emek ve başarısı geçen kuruculara verilen bir haktır. Kurucu senetleri kıymetli evrak vasfından bir senettir ve ancak nama yazılı olabilir. Bu kapsamda olmak üzere kurucu senetleri, anonim şirketlerin sadece kuruluşunda veya sermaye artırma hallerinde kuruculara veya kuruluşta yahut sermaye artırımında önemli yararı görülen diğer kimselere ana mukavele hükmü ile tanınan, sahiplerine T.T.K.’nun 298’inci maddesi sınırları içinde kâra iştirak hakkı sağlayan, başka bir hak vermeyen kurucu haklarını temsilen düzenlenen, nama yazılı bedelsiz, kıymetli evrak vasfında bir senettir7. Bu şekilde anonim şirketlerin kuruluş aşamasında çıkartılan intifa senetlerine uygulamada ve literatürde “kurucu intifa senedi” veya “kurucu senedi” adı verilmektedir. Bu nedenle kurucu senedi de, aslında bir tür intifa senedidir. 3.4. Türkiye’de Kurulmuş Olan Bir Bankanın Ortaklarına Ait Olan Hisse Senetlerinin Ortaklarca Elden Çıkarılması Halinde Vergilendirme Esasları Türkiye’de kurulacak veya kurulmuş olan bir bankanın ortakları arasında yerli veya yabancı bir gerçek veya tüzel kişinin bulunması mümkündür. Bu kişilere ortaklık hakkını temsil etmek üzere hisse senedi verilmektedir. Ortaklar bu hisse senetlerini zaman zaman ellerinden çıkarabilmekte (devir/satış) böylece satıştan bir kazanç elde edebilmektedir. Hisse senetlerini ellerinde bulunduran yerli veya yabancı gerçek ve tüzel kişilerin hukukî durumlarına göre devir suretiyle elde edilen kazanç ve/veya iratların vergilendirilmesi esasları farklılık arz edeceği için konu bu bölümde iki ana başlık altında analiz edilecektir. 3.4.1. Bir Bankanın Ortağı Olan Bir Tüzel Kişinin Sahip Olduğu Hisse Senetlerini Elden Çıkarması Halinde Vergilendirme Esasları Türkiye’de faaliyet gösteren bir bankanın ortakları arasında yerli veya yabancı bir tüzel kişinin bulunması mümkündür. Bu kişilerin sahip oldukları hisse senetlerinin satışından elde edecekleri kazançlar K.V.K. uygulamasında farklı esaslara tâbi olduğu için vergilendirme esaslarının iki alt başlık altında değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. 3.4.1.1. Yerli Bir Kurumun Sahip Olduğu Hisse Senetlerini Elden Çıkarmasından Doğan Kazançların Vergilendirilmesi K.V.K.’nun 5’inci maddesinin (e) bendine göre Türkiye’de kurulmuş olan bir bankanın ortakları arasında yer alan yine Türkiye’de kurulmuş bir kurumun sahip olduğu hisse senetlerinin madde hükmünde belirtilen şartları taşıması kaydıyla satışından (devrinden) doğan kazançlarının %75’lik kısmı, kurumlar vergisinden istisnadır. 3.4.1.2. Yabancı Bir Kurumun Sahip Olduğu Hisse Senetlerini Elden Çıkarmasından Doğan Kazançların Vergilendirilmesi Bu başlık altındaki açıklamalara geçmeden önce vergi uygulamaları bakımından “dar mükellefiyete tâbi kurum” teriminin ifade ettiği anlamın analiz edilmesi gerekmektedir. Bu kavramın tanımı K.V.K.’nda yapılmamıştır. Ancak bu kavram ile ilgili olarak K.V.K.’nun 3’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında şu açıklama yapılmıştır: “Dar mükellefiyet: Kanunun 1 inci maddesinde sayılı kurumlardan kanunî ve iş merkezlerinin her ikisi de Türkiye’de bulunmayanlar, sadece Türkiye’de elde ettikleri kazançları üzerinden vergilendirilirler.” 57 Levent Başak Buna göre K.V.K. kapsamında kanunî ve iş merkezi yurt dışında bulunan kurumlar dar mükellefiyete tâbi kurumdur. Bu kurumlar sadece Türkiye’de elde ettikleri kurum kazançları üzerinden kurumlar vergisine tâbidir. Bu kurumların kurum kazancını oluşturan kazanç ve iratlar ise K.V.K.’nun 3’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında 6 bent halinde belirtilmiştir. K.V.K.’nun 22’nci maddesine göre Türkiye’de işyeri olan veya daimi temsilci bulunduran kurumların bu işyerlerinde veya daimi temsilciler vasıtasıyla elde ettikleri kazançlar tam mükellefiyete tâbi kurumlarda olduğu gibi yıllık beyan esasında kurumlar vergisine tâbi tutulacaktır. K.V.K. dar mükellefiyete tâbi kurumların Türkiye’de işyerinin bulunmaması ve daimi temsilci vasıtası ile de kazanç ve irat elde etmemeleri durumunda bu kurumlarca Türkiye kaynaklı elde edilecek kazançların vergilendirilmesinde K.V.K.’nun 26’ncı maddesi kapsamında özel beyanname ile beyan ve K.V.K.’nun 30’uncu maddesi gereğince tevkifat esasını benimsemiştir. Bu temel açıklamalardan sonra dar mükellefiyete tâbi kurumların Türkiye’de şubesinin bulunması halinde K.V.K.’nun 5’inci maddesinin (e) bendinde düzenlenmiş olan istisna hükmünden yararlanabilecektir. Aksi taktirde Türkiye’de elde ettiği kazançlar için özel beyanname veren veya kazançları tevkif suretiyle vergilendirilen dar mükellefiyete tâbi kurumların söz konusu istisna hükmünden yararlanması mümkün değildir8. Türkiye’de işyeri olmayan dar mükellefiyete tâbi bir yabancı kurumun sahibi olduğu hisse senetlerini elden çıkarmasından doğan kazanç değer artış kazancı olarak K.V.K.’nun 26’ncı maddesi hükmü kapsamında özel beyanname ile beyan edilerek vergilendirilecektir9. Ancak; dar mükellefiyete tâbi kurumlarca hisse senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançların vergilendirilmesinde şayet hisse senetleri banka ve aracı kurumlar vasıtasıyla alım-satıma konu ediliyorsa (elden çıkarılıyorsa) Gelir Vergisi Kanununun (G.V.K.) Geçici 67’nci maddesi hükmü uygulanacaktır. Dolayısıyla tevkif ve beyan esası hususunda bu maddeye göre vergilendirme yapılacaktır. Bu kapsamda olmak üzere G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesinin (7) numaralı bent hükmü uyarınca, tevkifata tâbi tutulsun tutulmasın dar mükellefiyete tâbi kurumlarca Hazine tarafından yurt dışında ihraç edilen menkul kıymetlerden sağlanan kazanç ve iratlar için özel beyanname verilmesine gerek bulunmamaktadır. Hazine tarafından yurt dışında ihraç edilen menkul kıymet hisse senedi olamayacağı için bu durumun bu makalemizde işlenen konu ile alakası bulunmamaktadır. Bu nedenle bu konu hakkında fazla detaya girmeyeceğiz. Bu noktada K.V.K.’nun Geçici 1’inci maddesinin (3) numaralı bent hükmünde yer verilen düzenlemeye de değinmekte fayda vardır. Bent hükmünde şu düzenleme yer almaktadır: “Dar mükellef kurumların Türkiye’deki iş yerlerine atfedilmeyen veya daimî temsilcilerinin aracılığı olmaksızın elde edilen ve Gelir Vergisi Kanununun geçici 67 nci maddesi kapsamında kesinti yapılmış kazançları ile bu kurumların tam mükellef kurumlara ait olup İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören ve bir yıldan fazla süreyle elde tutulan hisse senetlerinin elden çıkarılmasından sağlanan ve geçici 67 nci maddenin (1) numaralı fıkrasının altıncı paragrafı kapsamında vergi kesintisine tâbi tutulmayan kazançları ve bu kurumların daimî temsilcileri aracılığıyla elde ettikleri tamamı geçici 67 nci madde kapsamında vergi kesintisine tâbi tutulmuş kazançları için yıllık veya özel beyanname verilmez.” 58 Bankacılar Dergisi Buna göre, dar mükellefiyete tâbi kurumlarca elde edilen şu kazançlar için özel beyanname verilmesine gerek bulunmamaktadır: 1- Bu kurumların Türkiye’deki iş yerlerine atfedilmeyen veya daimî temsilcilerinin aracılığı olmaksızın bu kurumlarca elde edilen ve G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesi kapsamında kesinti yapılmış kazançlar; 2- Bu kurumların tam mükellefiyete tâbi kurumlara ait olup İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören ve bir yıldan fazla süreyle elde tutulan hisse senetlerinin elden çıkarılmasından sağlanan ve G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının altıncı paragrafı kapsamında vergi kesintisine tâbi tutulmayan kazançları; 3- Bu kurumların daimî temsilcileri aracılığıyla elde ettikleri tamamı G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesi kapsamında vergi kesintisine tâbi tutulmuş kazançları. Buna göre Türkiye’de kurulmuş bir banka işletmesinin ortakları arasında yer alan yabancı tüzel kişilerin 01.01.2006 tarihinden sonra iktisap ettikleri hisse senetlerini G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesi kapsamında banka ve aracı kurumlar vasıtasıyla elden çıkarmalarından sağlanan kazançlar bu madde hükmüne göre %0 nispetinde tevkifata tabi olduğu için özel beyanname verilmesine gerek bulunmamaktadır. Bu kazançlar üzerinden tevkif suretiyle alınan vergi nihai vergi yerine geçecektir. Yabancı tüzel kişiler hisse senedi alım-satımından elde ettikleri kazancı %0 vergi yükü ile yurt dışına transfer edebileceklerdir. Türkiye’de kurulan yabancı sermayeli bir şirketin yabancı ortağının şirketteki hisse senetlerinin bir kısmını veya tamamını şirketin diğer ortaklarına veya üçüncü kişilere devretmesi halinde elde ettiği kazancın vergilendirilmesi hususunda Maliye Bakanlığı’nca verilen 31.12.1985 tarih ve 22113-1041/85214 sayılı muktezada özetle şu açıklamalara yer verilmiştir: “Olayda, şirketinizin yabancı ortağının, şirketinize ait hisse senetlerini satma ve devretmek istediğini, bu satıştan elde edeceği kazancın kurumlar vergisine tabi olup olmadığının bildirilmesi istenilmektedir. Bu açıklamalar ışığında 6224 sayılı Kanun hükümlerine tabi yabancı ortağınızın sahibi bulunduğu şirketinize ait hisse senetlerini; a) Şirketinizin sermayesinin tamamını temsil eden hisse senetlerinin borsaya kayıtlı olması, b) Yabancı ortağınızın Türkiye’de Vergi Usul Kanunu hükümlerine uygun bir işyeri veya kanuni temsilcisinin bulunmaması, şartıyla 1.1.1986 tarihinden sonra satması halinde, bu satıştan elde ettiği kazanç, değer artış kazançları kapsamında mütalaa edilmeyeceğinden, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 22. maddesi hükmü uyarınca vergilendirilmesi mümkün değildir. Ancak, yukarıda açıklanan şartların herhangi birinin yerine getirilmemesi halinde bu kazançlar, değer artış kazancı olarak özel beyanname ile beyan edilecektir.”10 Bu muktezaya katılmak mümkün değildir. Çünkü; muktezanın verildiği dönemde uygulanmakta olan 5422 sayılı K.V.K.’nun Mükerrer 45’inci maddesi hükmü gereğince dar mükellefiyete tâbi kurumlar açısından G.V.K.’nun 4783, 4842 ve 5281 sayılı Kanunlar ile değişik Mükerrer 80’inci maddesinin (1) numaralı bendindeki kayıt, şart ve istisnalar uygulanmayacaktır. Bu nedenle o dönemde hisse senetlerinin alım-satımından elde edilen değer artış kazançlarının özel beyanname ile beyan edilmesi gerekmekteydi. 59 Levent Başak 5520 sayılı K.V.K. kapsamında ise vergilendirme esaslarını yukarıda da belirtildiği gibi G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesi ve K.V.K.’nun Geçici 1’inci maddesinin (3) numaralı fıkrası belirleyecektir. Konu ile ilgili olarak İstanbul Defterdarlığı’nca verilen 22.07.1993 tarih ve 112-677-46132 sayılı muktezada ise özetle şu açıklamalara yer verilmiştir: “Yazınız ve eki (…) Holding A.Ş.’ne ait 20,7.1993 gün ve MİF-139-1967 sayılı dilekçe incelendi. Söz konusu dilekçede, (…) Otelcilik A.Ş. ortaklarından Lüxemburg’da mukim (…) Holding S.A.’nın şirketteki hissesini 200.000 Dolar karşılığında satmak üzere kendilerine teklifte bulunduğu belirtilerek, Türkiye’de hiçbir ticari faaliyeti olmayan yurt dışında mukim (…) Holding S.A.’nın söz konusu hissesinin satışından elde edeceği gelirin vergiye tabi olup olmayacağı hususunun bildirilmesi istenilmektedir. Yukarıda açıklanan hükümlere göre, (…) Holding S.A.’ya ait hisselerin elden çıkarılmasından sağlanan değer artışı kazançlarının, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 22. maddesi hükmü uyarınca iktisap tarihinden itibaren 15 gün içinde özel beyanname ile beyan edilerek vergilendirilmesi gerekir. Ancak vergilendirilecek değer artış kazancının hesabında, kur farkından doğan kazançlar dikkate alınmayacaktır. Kur farkından doğan kazançların hesabında, anılan menkul kıymetlerin iktisabına tahsis edilen yabancı sermayenin, bu menkul kıymetin iktisap tarihindeki T.C. Merkez Bankası’nca belirlenen döviz alış kuruna göre hesaplanan Türk Lirası karşılığı ile bu menkul kıymetlerin elden çıkarma tarihindeki aynı miktar Amerikan Dolarının T.C. Merkez Bankası’nca belirlenen döviz alış kuruna göre hesaplanan Türk Lirası karşılığı arasındaki farkın esas alınması gerekir”11. Buna göre Türkiye’de kurulan yabancı sermayeli şirketlerin (mesela bir bankanın) dar mükellefiyete tâbi ortaklarının şirketteki hisse senetlerini gerek şirketin diğer ortaklarına gerekse üçüncü şahıslara devretmelerinden elde ettiği kazanç, değer artış kazancıdır. Bu kazançların 5422 sayılı K.V.K.’nun 22’nci maddesine göre özel beyanname ile beyan edilmesi gerekmekteydi. 5520 sayılı K.V.K. kapsamında ise vergilendirme esasları hususunda yukarıda belirtmiş olduğum Kanun hükümleri uygulanacaktır. 3.4.2. Bir Bankanın Ortağı Olan Bir Gerçek Kişinin Sahip Olduğu Hisse Senetlerini Elden Çıkarması Halinde Vergilendirme Esasları 193 sayılı G.V.K. gerçek kişilerin vergilendirilmesinde tam ve dar mükellefiyet olmak üzere iki tür vergilendirme sistemi benimsemiştir. G.V.K.’nun 3’üncü maddesindeki şartları taşıyan gerçek kişiler tam mükellefiyet; 6’ncı maddesindeki şartları taşıyan gerçek kişiler ise dar mükellefiyet esasında gelir vergisi mükellefidirler. G.V.K.’na göre tam mükellefiyete tâbi gerçek kişiler gerek Türkiye’de gerekse yurt dışında elde ettikleri kazanç ve/veya iratlardan ötürü, dar mükellefiyete tâbi gerçek kişiler ise sadece Türkiye’de elde ettikleri kazanç ve/veya iratlardan dolayı gelir vergisi mükellefidirler. Dar mükellefiyete tâbi gerçek kişilerin Türkiye dışında elde ettikleri gelirler Türkiye’de gelir vergisinin konusuna girmemektedir. G.V.K. tam ve dar mükellefiyete tâbi gerçek kişilerin vergilendirilmesinde tam ve dar mükellefiyet rejimlerinde vergilendirme esaslarını farklı hükümlere tâbi tuttuğu için çalışmamın aşağıdaki bölümünde konu tam ve dar mükellefiyete tâbi gerçek kişiler açısından ayrı ayrı değerlendirilecektir. 60 Bankacılar Dergisi 3.4.2.1. Tam Mükellefiyete Tâbi Gerçek Kişilerin Sahip Oldukları Hisse Senetlerini Elden Çıkarmalarından Doğan Kazançların Vergilendirilmesi G.V.K.’nun Mükerrer 80’inci maddesine göre ivazsız olarak elde edilenler ile tam mükellefiyete tâbi kurumlara ait olan ve iki yıldan fazla süreyle elde tutulan hisse senetleri hariç, menkul kıymetlerin ve diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar değer artış kazançları olarak G.V.K.’nun ilgili maddelerinde yer alan hükümlere göre vergilendirilecektir. Tam mükellefiyete tâbi gerçek kişilerin sahip oldukları hisse senetlerini elden çıkarmalarından doğan kazançların vergilendirilmesinde G.V.K.’na 5281 sayılı Kanunla eklenen Geçici 67’nci madde hükümleri uygulanacaktır. Bu madde hükmüne göre bu maddedeki şartlar dâhilinde ve bu maddede belirtilen hisse senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançlar tevkif suretiyle vergilendirilecektir. Bu gelirler için yıllık beyanname verilmesine gerek bulunmamaktadır. Diğer gelirler dolayısıyla beyanname verilmesi halinde bu gelirlerin verilecek beyannameye dahil edilmesine de gerek yoktur. Bu gelirler üzerinden tevkif suretiyle alınan vergi nihai vergi yerine geçecektir12. Ancak; G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesi kapsamında 2008/1427213 ve 2009/1458014 sayılı B.K.K.’na göre %0 nispetinde tevkifata tabi tutulan hisse senedi alım-satım kazançları için aynı maddenin (11) numaralı bent hükmüne göre ihtiyari olarak yıllık beyanname verilebilecektir. 3.4.2.2. Dar Mükellefiyete Tâbi Gerçek Kişilerin Sahip Oldukları Hisse Senetlerini Elden Çıkarmalarından Doğan Kazançların Vergilendirilmesi G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesine göre dar mükellefiyete tâbi gerçek kişilerce hisse senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançlar tevkif suretiyle vergilendirilecektir. Tevkifat oranı %0’dır. Bu maddenin (7) numaralı bendine göre dar mükellefiyete tâbi gerçek kişilerin bu gelirleri için münferit beyanname vermelerine gerek bulunmamaktadır. Diğer gelirler dolayısıyla beyanname verilmesi halinde bu gelirlerin verilecek beyannameye dâhil edilmesine de gerek yoktur. Ancak; tam mükellefiyete tâbi gerçek kişilerde olduğu gibi dar mükellefiyete tâbi gerçek kişiler de G.V.K.’nun Geçici 67’nci maddesinin (11) numaralı bent hükmüne göre hisse senetlerinin alım-satımından elde ettikleri değer artış kazançları için yıllık beyanname verebileceklerdir. 4. Türkiye’de Kurulan Bankaların Hisse Devri Suretiyle Yabancı Sermayeli Bir Banka Olması Halinde Bu Kurumların Vergilendirilmesi Son yıllarda Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinde yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgili artmıştır. Bu yatırımlar özellikle bazı sektörlerde yoğunlaşmıştır. Bu sektörlerin başında bankacılık sektörü gelmektedir. Bu trend Türk bankacılık sektöründeki yabancılaşma oranını da artırmıştır. Bu durumun ekonominin genel seyri üzerindeki etkilerini zaman gösterecektir. Ancak uzun vadede bu trendin olumlu ve olumsuz yönlerinin iyi tetkik edilmek suretiyle gerekli önlemlerin alınması zorunludur. Yabancı yatırımcıların bankacılık sektöründeki yatırım modeli Türkiye’de faaliyet gösteren yerli bankaların hisse senetlerini devir almak suretiyle gerçekleşmektedir. Böylece daha önce tamamı yerli sermaye ile kurulan ve bu şekilde faaliyet gösteren bankalarımız yabancı sermayeli Türk bankası hüviyetine kavuşmaktadır. Bu örgütlenme modeli faaliyet ve vergi- 61 Levent Başak lendirme açısından önemli bir farklılığa neden olmamakla birlikte devirden sonraki işlemlerin bankacılık ve vergi mevzuatları açısından analiz edilmesi önemli bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye’de yerli sermaye ile kurulan bankaların hisse devri suretiyle yabancı sermayeli banka statüsüne kavuşması vergilendirme açısından farklılaşmaya neden olmayacaktır. Türk vergi mevzuatında Türkiye’de faaliyet gösteren ve tam mükellefiyet esasında vergilendirilecek olan tamamı yerli sermayeli şirketler ile tamamı yabancı sermayeli şirketler arasında vergilendirme açısından farklı düzenlemeler bulunmamaktadır. Bu noktada vergilendirme açısından tam bir eşitlik söz konusu olduğu söylenebilir. Yerli ve yabancı sermayeli şirketlerin vergilendirilmesinde mutlak eşitliğe riayet edilmesinin yabancı yatırımcıların yatırımlarının artmasına neden olacağı kuşkusuzdur. Ancak, sektördeki yabancı sermaye oranının (yabancılaşmanın) artması vergilendirme açısından farklı düzenlemelerin olabileceği endişesini de beraberinde getirmiştir. Bu konuda yabancı yatırımcıların 4875 sayılı Kanun düzenlemesini göz önünde bulundurması ve bu konuda endişe taşımamaları gereklidir. Çünkü 4875 sayılı Kanunun 3’üncü maddesindeki düzenleme yabancı yatırımlar açısından temel kural mahiyetindedir. Bu kurala göre yerli ve yabancı yatırımlar arasında “eşit muamele” ilkesi hâkimdir. Vergilendirme açısından üzerinde durmak istediğim bir diğer husus Türk parası kıymetini koruma mevzuatı hususundadır. Türk parası kıymetini koruma mevzuatı, Türkiye’de elde edilen ve vergisi ödenen kazanç ve/veya iratların yurt dışına transferi hususunda tam bir serbestlik öngörmektedir. 4875 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinin (c) bendinde de belirtildiği üzere yabancı gerçek veya tüzel kişi yatırımcıların Türkiye’deki her türlü faaliyet ve işlemleri neticesinde doğan net kâr, temettü, satış, tasfiye ve tazminat bedelleri, lisans, yönetim ve benzeri anlaşmalar karşılığında ödenecek meblağlar ile dış kredi ana para ve faiz ödemeleri, bankalar (katılım bankaları dahil) aracılığıyla yurt dışına serbestçe transfer edilebilecektir. Yurt dışına para transferi hususunda bunun dışında hiçbir kayıt ve şart mevzuatımızda mevcut değildir. 5. Hisse Satışının K.D.V.K. Karşısındaki Durumu 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun (K.D.V.K.’nun) 17/4-g maddesine göre hisse senetlerinin teslimi (satışı, devir ve temliki) katma değer vergisinden istisnadır. Bu kapsamda olmak üzere hisse senedi satışları üzerinden %18 nispetinde katma değer vergisi ödenmesi söz konusu olmayacaktır. 6. Hisse Devri Suretiyle Yabancı Sermayeli Bir Banka Haline Gelen Bankaların Türk Ekonomisi Üzerindeki Etkileri Çalışmamın yukarıdaki bölümlerinde hisse devrinin genel esasları ve hisse devri durumunda satışa konu edilen hisse senetlerinden elde edilen kazançların G.V.K. ve K.V.K.’na göre vergilendirilmesi esasları üzerinde durulmuştur. Fakat hisse devirlerinin gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin ekonomik yapısı üzerindeki etkilerinin analiz edilmesi gereklidir. Burada uzun bir analize girişmeden hisse devrinin Türk ekonomisi üzerindeki birkaç etkisi üzerinde durulacaktır. Şunu öncelikle söylemem gerekir ki “Bankaların İzne Tâbi İşlemleri ile Dolaylı Pay Sahipliğine İlişkin Yönetmelik” düzenlemesinin tetkik edilmesi neticesinde görüleceği üzere bu Yönetmelikte belirlenen kuralların sıkı sıkıya uygulanması halinde Türkiye’de faaliyet gösteren banka işletmelerinin hisse devri suretiyle yetkisiz kişilerin eline geçmesi önlenecektir. Bunun için ilgili kurumların hisse devirlerini sıkı bir denetim altına almaları gerekmektedir. 62 Bankacılar Dergisi Hisse devri suretiyle yabancı sermayeli bir Türk bankası haline gelen bankaların bu devirlerden sağladığı en büyük fayda mali yapılarının güçlenmesi olacaktır. Uluslararası sermaye piyasalarında kendini kabul ettirmiş yabancı bir bankanın bir Türk bankasına ait hisseleri satın almak suretiyle Türkiye’deki bankacılık sektörüne girmesi hem hissesi satın alınan bankanın mali yapısını güçlendirecek hem de bu durum Türkiye’deki kredi maliyetlerinin düşmesine sebep olacaktır. Diğer yandan hatırı sayılı yabancı bankaların Türk bankacılık sektörüne girmesi Türkiye’ye olan güvenin arttığını gösterecektir ki bu durum diğer yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgisini artıracaktır. Bu ise uzun vadede Türkiye’deki doğrudan yatırımların artması anlamına gelecektir. Türk bankalarının hisse devri suretiyle yabancı sermayeli konuma gelmesinin en önemli olumsuz yönü ise bankacılık sektöründeki yabancılaşma ve sektörün yabancıların kontrolü altına girmesi şeklinde kendini gösterecektir. Bunun için bazı Avrupa ülkelerinde bankacılık sektöründeki yabancı sermaye oranı belli bir oranla sınırlandırılmaktadır. Bu tedbir Türkiye için de tartışılmıştır ancak bu konuda somut bir adım atılamamıştır. Hiç şüphesiz Türk bankacılık sektöründeki yabancı sermaye payının artmasının Türk ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerini zaman gösterecektir. Ancak mali sektörün güçlendirilmesi halinde krizlere dayanıklı bir Türk mali piyasasının uzun vadede bu durumun olumsuz etkilerini en aza indireceği muhakkaktır. 7. Sonuç Bir ülkede faaliyet gösteren banka işletmeleri güven esasına dayalı olarak faaliyet gösterdiğinden bankacılık sektörü bütün AB ülkelerinde sıkı bir denetim altındadır. Günümüzde küresel krizlerin bankacılık sektöründen başlamak üzere ekonominin diğer bütün sektörlerini etkilediği gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda bu sektörün sıkı bir denetim altına alınması gerekmektedir. Bankacılık sektörünün en önemli denetim mekanizmasını ise sektördeki mevzuat düzenlemeleri oluşturmaktadır. Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren banka işletmelerinin finansal krizler karşısında güçlü bir mali yapıya kavuşturulması için 01.11.2006 tarih ve 26333 sayılı Resmi Gazete’de önemli Yönetmelik düzenlemeleri yayımlanmıştır. Bu Yönetmelik düzenlemelerinin sıkı sıkıya uygulanması ve uygulamanın denetlenmesi halinde Türk bankacılık sektörünün finansal bir krize sürüklenmesi mümkün gözükmemektedir. Bu çalışmada “Bankaların İzne Tâbi İşlemleri ile Dolaylı Pay Sahipliğine İlişkin Yönetmelik”in “Pay edinim ve devirleri” başlıklı 11’inci maddesi kapsamında Türkiye’de kurulmuş olan bir bankanın hisse senetlerinin yerli veya yabancı bir gerçek kişi, yurt dışında kurulu bir banka veya finans kurumu tarafından devralınması halinde uyulması gereken kurallar irdelenmiştir. Söz konusu Yönetmelikte hisse devrine ilişkin getirilmiş olan kurallar temel olarak Türk bankacılık sektöründeki mali yapıyı kuvvetlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle hisse devrinde sıkı kurallar uygulanmaktadır. Bu kuralların bankacılık sektöründeki denetleyici kurumlar tarafından denetlenmesi halinde Türk bankalarının hisse devri suretiyle yetkisiz kimselerin eline geçmesi önlenecektir. Bu makalede hisse devri durumunda hisse devreden bankanın kendisinin ve banka ortaklarının elde ettikleri kazançların vergilendirilmesi hususunda G.V.K. ve K.V.K.’nda yer alan düzenlemeler fazla ayrıntıya girilmeden genel esasları itibariyle analiz edilmiştir. Türk vergi 63 Levent Başak sistemi kurumlar ve gelir vergisi mükellefleri açısından tam ve dar mükellefiyet olmak üzere iki tür mükellefiyet kitlesi belirlemiştir. Her iki mükellef kitlesi açısından vergilendirme yöntemi farklılık arz etmektedir. Bu kapsamda olmak üzere vergilendirme esasları gerçek ve tüzel kişiler açısından her iki mükellefiyet rejimi açısından ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Kaynakça BAŞAK, L. (2007), Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlar ve Vergilendirme, Yaklaşım Yayınları, Cilt 1 ve 2, Ankara. BAŞAK, L. (2008), “Türkiye’de Faaliyet Gösteren İrtibat Bürolarının Tasfiyesi Mümkün Müdür?”, Maliye Postası, Sayı: 656, s. 86-90. BAŞAK, L. (2008), “Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlar Açısından Gayrimenkul ve İştirak Hisselerinin Satışından Elde Edilen Kazançlarda İstisna Uygulaması-I”, Maliye Postası, Sayı: 663, s. 86-95. BAŞAK, L. (2008), “Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlar Açısından Gayrimenkul ve İştirak Hisselerinin Satışından Elde Edilen Kazançlarda İstisna Uygulaması-II”, Maliye Postası, Sayı: 664, s. 79-83. BAŞAK, L. (2010), “K.V.K.’na Göre Gayrimenkul Ve İştirak Hisselerinin Satışından Elde Edilen Kazançlarda İstisna Uygulamasının Genel Esasları ve Bazı Hususların Analizi”, Maliye Postası, Sayı: 711, s. 76-82. BAŞAK, L. (2006), “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları Kapsamında Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlarca Elde Edilen Diğer Kazanç ve İratların Vergilendirilmesi Esasları ve Özellikli Bazı Durumların Analizi-I”, Vergici ve Muhasebeci ile Diyalog, Yıl: 21, Sayı: 219, s. 77-91. BAŞAK, L. (2006), “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları Kapsamında Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlarca Elde Edilen Diğer Kazanç ve İratların Vergilendirilmesi Esasları ve Özellikli Bazı Durumların Analizi-II”, Vergici ve Muhasebeci ile Diyalog, Yıl: 21, Sayı: 221, s. 107-120. BAŞAK, L. (2006), “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları Kapsamında Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlarca Elde Edilen Diğer Kazanç ve İratların Vergilendirilmesi Esasları ve Özellikli Bazı Durumların Analizi-III”, Vergici ve Muhasebeci ile Diyalog, Yıl: 21, Sayı: 222, s. 39-53. BAŞAK, L. (2008), “Özel Beyanname İle Beyan Edilecek Kazanç ve İratlar”, Vergici ve Muhasebeci İle Diyalog, Yıl: 23, Sayı: 240, s. 54-64. BAŞAK, L. (2006), “Yabancılara Vergi Avantajı”, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Sayı: 33, s. 72-80. DOMANİÇ, H. (1988), Anonim Şirketler Hukuku ve Uygulaması, TTK Şerhi-II, Temel Yayınları, İstanbul. KIZILOT, Ş. (1994), Danıştay Kararları ve Özelgeler (Muktezalar), Ankara, Yaklaşım Yayınları, 1. Cilt. Kurumlar Vergisi Muktezaları,(1981-1997), İstanbul, İstanbul Maliye Vakfı Yayınları-3. Dipnotlar 3 4 1 2 5 6 7 8 01.11.2005 tarih ve 25983 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 01.11.2006 tarih ve 26333 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 01.11.2006 tarih ve 26333 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. “Finans kurumu” teriminden B.K.’nun 3’üncü maddesinde tanımı yapılan “finansal kuruluş” teriminin anlaşılması gerekmektedir. İlgili madde hükmünde bu terim ile ilgili olarak verilen tanım şu şekildedir: “Finansal kuruluş: Kredi kuruluşları dışında kalan ve sigortacılık, bireysel emeklilik veya sermaye piyasası faaliyetlerinde bulunmak veya bu Kanunda yer alan faaliyet konularından en az birini yürütmek üzere kurulan kuruluşlar ile kalkınma ve yatırım bankaları ve finansal holding şirketlerini,” ifade eder. Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmalarına göre hisse senedi alım-satım kazançlarının, değer artış kazançlarının, vergilendirilmesi noktasında bkz., BAŞAK Levent, “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları Kapsamında Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlarca Elde Edilen Diğer Kazanç ve İratların Vergilendirilmesi Esasları ve Özellikli Bazı Durumların Analizi-I” Vergici ve Muhasebeci ile Diyalog, Yıl: 21, Sayı: 219, Temmuz 2006, s. 77-91. BAŞAK Levent, “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları Kapsamında Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlarca Elde Edilen Diğer Kazanç ve İratların Vergilendirilmesi Esasları ve Özellikli Bazı Durumların Analizi-II” Vergici ve Muhasebeci ile Diyalog, Yıl: 21, Sayı: 221, Eylül 2006, s. 107-120. BAŞAK Levent, “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları Kapsamında Dar Mükellefiyete Tâbi Kurumlarca Elde Edilen Diğer Kazanç ve İratların Vergilendirilmesi Esasları ve Özellikli Bazı Durumların Analizi-III” Vergici ve Muhasebeci ile Diyalog, Yıl: 21, Sayı: 222, Ekim 2006, s. 3953. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., BAŞAK Levent, “Dar Mükellefiyete Tabi Kurumlar Açısından Gayrimenkul Ve İştirak Hisselerin Satışından Elde Edilen Kazançlarda İstisna Uygulaması-I”, Maliye Postası Yıl: 29, Sayı: 663, 15 Nisan 2008-s.86-95.; BAŞAK Levent, “Dar Mükellefiyete Tabi Kurumlar Açısından Gayrimenkul Ve İştirak Hisselerin Satışından Elde Edilen Kazançlarda İstisna Uygulaması-II”, Maliye Postası Yıl: 29, Sayı: 664, 15 Mayıs 2008, s.79-83. DOMANİÇ Hayri, Anonim Şirketler Hukuku ve Uygulaması, TTK Şerhi-II, Sh. 1069-1070. Ayrıntılı bilgi için bkz. BAŞAK Levent, “K.V.K.’na Göre Gayrimenkul ve İştirak Hisselerinin Satışından Elde Edilen 64 Bankacılar Dergisi Kazançlarda İstisna Uygulamasının Genel Esasları Ve Bazı Hususların Analizi”, Maliye Postası, Sayı: 711, 15 Nisan 2010, s.76-77. 9 Özel beyanname ile beyan hususunda ayrıntılı bilgi için bakınız, BAŞAK Levent, “Özel Beyanname İle Beyan Edilecek Kazanç ve İratlar”, Vergici ve Muhasebeci İle Diyalog, Yıl: 23, Sayı: 240, Nisan 2008, s.54-64. 10 KIZILOT Şükrü, Danıştay Kararları ve Özelgeler (Muktezalar) Yaklaşım Yayınları, 1. Cilt, Ankara-1994, Sh. 15151516. 11 Kurumlar Vergisi Muktezaları (1981-1997), İstanbul Maliye Vakfı Yayınları-3, İstanbul-1997, Sh. 173-174. 12 Bu konuda spesifik bir çalışma için bakınız, BAŞAK Levent, “Yabancılara Vergi Avantajı”, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Sayı: 33, Eylül 2006, Sh. 72-80. 13 13.11.2008 tarih ve 27053 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 14 03.02.2009 tarih ve 27130 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 65 Bankacılar Dergisi, Sayı 75, 2010 Koşullu Uç Değer Teorisi: Döviz Sepeti Üzerine Bir Uygulama Sait Yılmazer * Özet Gelişmekte olan piyasalarda finansal varlık fiyatları ani ve sert değişimler sergileyebilmektedir. Getirilerdeki yüksek oynaklık yatırımcıların algılamalarını değiştirerek risk-getiri dengesinde doğrusal olmayan tercihlerin yapılmasına neden olmaktadır. Bu nedenle kurumlar için, değişen piyasa koşullarına göre risk iştahının ve limitlerinin sürekli olarak gözden geçirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Geleneksel riske maruz değer hesaplamaları, varlık fiyatlarındaki yüksek oynaklık sonucu oluşan kalın kuyruk kayıplarını öngörmekte yetersiz kalmaktadır. Bu çalışma, uç değer teorisinin temelleri hakkında bilgi sunarken aynı zamanda kalın kuyruk riskinin tahmin edilmesi ve değerlendirilmesi açısından da bir uygulama sunmaktadır. Çalışmada, 02.01.2001-30.09.2010 tarihleri arasındaki USD ve EUR günlük getirilerinden eşit ağırlıklı olarak oluşturulan döviz sepeti kullanılmıştır. Çalışma, limitleri değişken eşik ile koşullu uç değer teorisini kullanarak, aşırılıkların istatistiksel modellemesinin temelini sunmakta ve beklenen kuyruk kaybını kullanarak tahmin etmektedir. Ampirik sonuçlar, değişken eşikli beklenen kuyruk kaybının yüksek frekansta daha iyi performans sergilediğini ve gelişen piyasalar için daha iyi performans gösterdiğine işaret etmektedir. Anahtar Kelimeler: Koşullu uç değer teorisi, beklenen kuyruk kaybı, genelleştirilmiş pareto dağılımı, riske maruz değer. 1. Giriş Son yıllarda, finansal piyasalar hızlı bir büyüme göstermiştir. Finansal piyasalardaki istikrarsızlıklar, gelişen teknoloji, sıcak para akımları, globalleşen finans piyasaları ile birlikte artan rekabet ve ürün çeşitliliği varlık getirilerinde yüksek volatilitelerin gözlemlenmesine neden olmaktadır. Bu durum, varolan risk yönetim ve ölçüm sistemlerine önemli eleştiriler yapılmasına neden olmuş ve beklenmeyen dalgalanmaların üstesinden gelebilecek uygun metodolojilerin geliştirilmesini teşvik etmiştir. Piyasa risk yönetimi, kurumun taşıdığı piyasa risklerinin tanımlanması, sayısallaştırılması, ölçülmesi ile kurumun varlıklarını ve kârlılığını koruma amacı güden yönetim disiplinidir. Kontrol edilemeyen ve yönetilemeyen risklerin doğurabileceği maliyetlerin tolere edilemeyecek boyutlara gelmeye başlaması; riskin çeşitliliği, değişkenliği ve çeşitli risklerin birbirleri ile olan korelasyonu risk tanımını gerekli kılmıştır. Bu sebeple finansal kurumlar için risk yönetimi çok önemli bir konu haline gelmiş, kurumlar artık, ne kadar getiri elde ettikleriyle değil, bu getiriyi elde edebilmek için ne kadar riske maruz kaldıklarıyla ilgilenmeye başlamışlardır. Uygun risk yönetim sistemlerinin kurulması yasal zorunluluk olmasının yanı sıra, mali yapılarının sağlamlılığı için önemli bir gereklilik olmuş, hem risk yönetimine hem de riski ölçmeye yönelik metodolojileri geliştirme çalışmalarına hız kazandırmıştır. * Tekstil Bankası A.Ş. Piyasa Riski Yönetmen Yardımcısı. 66 Bankacılar Dergisi Finansal varlık getirilerinin çoğu piyasalarda şişman kuyruğa sahip olduğu ve normal dağıldığı varsayımı, özellikle Türkiye gibi volatilitenin yüksek olduğu gelişmekte olan finansal piyasalarda öngörü performanslarında sapmalara neden olmaktadır. Bu varsayım, risk algılamalarında yanılmalara ve riskin olduğundan daha az hesaplamasına neden olmaktadır. Bu konuda ilk eleştiri Mandelbrot (1963) tarafından getirilmiş, hisse senetleri getirilerinin kalın kuyruk sergilediği ve finansal piyasalarda ne yatırımcıların rasyonel davranışlar sergilediği ne de risk-getiri dengesinin doğrusal olarak dağıldığını öne sürmüştür. Finansal krizlerden finansal risklerin kötü yönetildiği ve yeterince denetlenemediği sonucunun çıkması, risk yönetiminde daha karmaşık metodolojilere dayanarak gelişmiş risk ölçümleme modellerinin kullanılmasına neden olmuştur. Beklenmedik olaylara ilişkin olarak artık sıklıkla kullanılmaya başlayan risk ölçüm modellerinin başında, uç değer teorisi gelmektedir. İstatistiki bir yöntem olan uç değer teorisi, finansal krizlerin yaşanma sıklıklarının artması ve mevcut risk ölçüm metotlarının yetersiz olduğunun anlaşılması nedeniyle, finansal risklerin ölçümünde kullanılmaya başlanmıştır. Ekstrem getirilerin finansal piyasanın bütününü önemli derecede etkilemesi yatırımlardan beklenen performansın ve riskin çeşitlendirme faydasının elde edilememesine neden olabilir. Finansal piyasalardaki yüksek volatilitenin makul seviyelerde seyrinin sağlanabilmesi için gerekli koşullardan biri de piyasa riskinin iyi ölçümlenmesi ve etkin bir biçimde yönetilmesidir. Şişman kuyruk dağılımını modelleyebilmek için, yapılan çalışmalarda farklı özelliklere sahip birçok dağılım önerilmiştir. Fakat, geleneksel parametrik ve parametrik olmayan metotlar ekstrem kuyruk dağılımını zayıf bir şekilde kavramaktadır. Uç Değer Teorisi (UDT), ileri risk ölçüm tekniklerinin başında gelmektedir. UDT, pratik ve kullanışlı bir metodoloji olup, bu çalışmada finansal riskin sayısallaştırılması ve ölçümüyle birlikte getirilerdeki uç değerleri kavrayarak risk iştahının ve limitlerinin tahmin edilmesinde nasıl kullanılacağı tartışılacaktır. Bu çalışmada, ampirik sonuçlar için 02.01.2001 – 30.09.2010 tarihleri arasındaki döviz sepeti (USD/TL*0.5 + EUR/TL*0.5) günlük getirileri kullanılmıştır. Son yıllarda, dramatik makroekonomik ve mevzuat değişiklikler ile piyasanın gelişmesi sebebiyle, bu zaman serisi yüksek volatiliteli data seti ile çalışma imkanı vermektedir. Çalışmanın bir sonraki bölümünde güncel literatür taramasına yer verilecektir. Üçüncü bölümde, çalışmada kullanılan yöntemlerin metodolojisi aktarılacaktır. Dördüncü bölümde, veri setine ve ampirik bulgulara yer verilecektir. Çalışma, bulguların ülkemiz finansal kurumlarının piyasa riski yönetimleri açısından öneminin vurgulandığı sonuç bölümüyle tamamlanacaktır. 2. Literatür Taraması Son yıllarda, uç değer teorisi, finans dışında büyük uygulama alanı bulmasına rağmen finans literatüründe az sayıda çalışma bulunmaktadır. UDT, olağandışı büyük olayların stokastik sürecinin sayısallaştırılması için finansal risk yönetiminde önemli bir istatistiki disiplin olarak çıkmıştır. Asimtotik teori ile, ekstrem olayların olasılığını tahmin etmekte ve kayıp dağılımının kuyruk davranışının tanımlanmasında oldukça iyi bir yaklaşım sunmaktadır. UDT’nin matematiksel temelleri Fisher ve Tippett (1928) tarafından sunulmuştur. Byström (2005), finansal serilerde gözlenen basıklığın (leptokurtosis), geleneksel yaklaşımlardan ziyade UDT kullanılarak daha tutarlı tahmin edilebildiğini tespit etmiştir. Tahmin edilen piyasa riski ölçümlerinin geleneksel yaklaşımları, getiri serisinin artıkları için Gauss dağılım varsayımı ile ilgilenmektedir. Finansal risk yöneticisi açısından öncelikli konu, olağanüstü piyasa hareketlerinin yakın zamandaki zamanla değişen volatilite dinamiklerinin kayıp dağılımlarının ölçülebilirliğidir. Bu nedenle, Byström (2004), koşullu UDT metodunun günlük 67 Sait Yılmazer risk kayıplarının tahmin edilmesinde ve kısa vadeli risk yönetiminde daha uygun göründüğünü ifade etmiştir. Getiri varyansı hakkında önemli bilgiler içeren kuyruk dağılımını bulan Parkinson (1980), finans alanında uç değer teorisinin ilk uygulayıcılarındandır. Coles (2001), kuyruk dağılımına odaklanan UDT’nin veri aralığının ötesinde uzanan gerçekliği sağladığını sunmuştur. Jansen ve De Vries (1991), getirilerin kuyruk dağılımını belirleyen kuyruk endeksini tahmin ederek, etkisi büyük olayların olasılıklarını hesaplamışlardır. De Haan ve diğerleri (1994) UDT kullanarak kantil tahmini üzerinde çalışmışlardır. Metodolojik anlamda, uç değer teorisinin kapsamlı tanıtımı Embrechts ve diğerleri (1997), Focardi ve Fabozzi (2003) ve Falk ve diğerleri (1994) tarafından yapılmıştır. Embrechts ve diğerleri (1997), UDT’nin matematiksel teorisi ile ilgilenmişler ve finansal risk yönetim alanında uygulamalar sunmuşlardır. Embrechts ve diğerleri (2000), UDT’nin kısıtlarını da sunmuştur. McNeil (1999), risk yöneticileri için uç değer teorisinin kapsamlı geniş bir özetini sunmuştur. McNeil ve Frey (2000), stokastik volatilite nedeniyle ekstrem olayların kümeleşmesini düzelten koşullu modellerin, mevcut volatilitenin dinamiklerini koşullu olmayan modellerden daha iyi kavradığını sunmuşlardır. Longin (2000), McNeil ve Frey (2000) ve Bali (2003), UDT hakkında genel bir bakış vermişler ve finansal kriz dönemlerinde kaybı tahmin etmekte zayıf kalan ve normal dağılımı kullanan geleneksel risk ölçüm modellerini ampirik olarak sunmuşlardır. UDT modelleri, ekstrem kayıplarının normal dağılım kullanan klasik metotlardan daha iyi tahmin edilmesini sağlamaktadır. Longin (2000), Poon ve diğerleri (2004), uç değer bağımlılığının sağ kuyruklara göre sol kuyruklarda daha güçlü olduğuna dikkat çekmişlerdir. Yamai ve Yossiba (2005), UDT’nin volatil piyasa koşullarında daha başarılı tahmin performansı gösterdiği ampirik gerçeğini ortaya koymuşlardır. Kuester ve diğerleri (2005), Acerbi (2002), Inui ve Kijima (2005) ve Martins ve Yao (2006) da, finansal zaman serilerinde riski tahmin etmede UDT’nin üstünlüğe sahip olduğunu sunmuşlardır. Kuester ve diğerleri (2005), geleneksel risk ölçüm modellerini ve uç değer teorisininin örneklem dışı performanslarını karşılaştırmışlardır. Gencay ve Selçuk (2004) ve Gencay ve diğerleri (2003), şişman kuyruğu tahmin etmek için koşullu kantil tahminleri kullanmayarak Türkiye üzerine hisse getirilerine UDT modelini uygulamışlar ve UDT’nin klasik risk modellerinden daha iyi performans gösterdiğini bulmuşlarıdır. UDT’nin ilk avantajı, getiri dağılımının düşük ve yüksek dereceli istatistiğin olasılıksal davranışını modelleyebilmesi, ikincisi ise, merkezi dağılım gözlemlerinden ziyade uç gözlemlerin analizine odaklanmasıdır. UDT’nin parametrik ekonometrik metotlara karşı tercih edilmesinin en önemli sebeplerinden birisi, finansal logaritmik getirilerin normal dağılımı takip etmekte ve getirilerin ampirik dağılımı, normalden ziyade şişman kuyruk olma eğiliminde olmasıdır. Uç değerler, spekülatif balonun bir sonucudur. Bu bağlamda, Neftçi (2000) finansal zaman serilerinin karakteristiklerinin kayabildiğini ve kuyruk tahminini, geriye kalan kuyruk tahmininden ayırmak gerektiğini ileri sürmektedir. Uç değer teorisi, değişkenlerin toplamı sonlu varyansa sahip ise, Gauss dağılımının takip edildiğini ileri sürmektedir. UDT ortalama yerine uç değerlere odaklanmaktadır. Uç getirilerin dağılımı, ana değişkenin dağılımına dayanmaksızın aynı form içerisinde sınırlanmıştır. 68 Bankacılar Dergisi Liang ve Park (2007) ampirik olarak, negatif yönde özelllikle getirilerde yüksek volatilitede UDT’nin şişman kuyruğu önceden görebildiğini göstermişlerdir. Blum ve diğerleri (2002), Lhabitant (2002) ve Gupta and Liang (2005) da, UDT’nin hedge fon endeksleri ile iyi çalıştığını kanıtlamışlarıdır. 3. Metodoloji UDT metotları, ekstrem gözlem datasını belirli dağılıma uydurma fikrine dayanmaktadır. Bunun başarısı, uydurulan dağılım fonksiyonunun davranışını ve şeklini tanımlayan tahmin edilmiş parametrelere bağlıdır. Genellikle, piyasa riskini tahmin eden UDT yaklaşımları iki kategoride toplanmaktadır. İlk yaklaşım, Blok Maksima Modeli (BMM) olup, zaman serisinden sabit boyutta örtüşmeyen bloklardan elde edilen en büyük gözlemler dağılımı için modeli kullanmaktadır. Dağılım, en yüksek kârlar (maksima) ve en yüksek zararlar (minima) davranışlarını sergilemektedir. İkinci yaklaşım olan, Eşiği Aşan Değer (EAD) ise, Blok Maksima modelindeki gibi, uç değerler yerine önceden belirlenmiş eşiği aşan büyük gözlemlerin dağılımının kuyruğunu modellemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla, Blok Maksima Modeli, Eşiği Aşan Değer yöntemine göre daha az önemli veri ile çalışmaktadır. Pratikte, en çok kullanılan UDT metodu Eşiği Aşan Değer metodu olup, tek değişkenli UDT modeli olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada, EAD modeli, uç değerlere uygulandığında çok daha yararlı ve etkin olması sebebiyle, büyük gözlem davranışını tahmin etmede tercih edilecektir. Bu modelde, kuyruk dağılımı tanımlayan eşiğin üzerindeki aşımların dağılımı analiz edilecektir. Eşiğin üzerindeki uç değerler, Danielsson ve de Vries (1997) tarafından uygulanan yarı parametrik Hill tahminleyici veya McNeil and Frey (1999) tarafından uygulanan tam parametrik model olan Genelleştirilmiş Pareto Dağılımı (GPD) ile belirlenebilir. GPD, dağılım türüne bakmaksızın her hangi bir zaman serisine uygulanabilir. Takip eden bölüm, EAD modelinin Genelleştirilmiş Pareto Dağılım yaklaşımını detaylı olarak tanımlamaktadır. 3.1. Genelleştirilmiş Pareto Dağılımı (GPD) Eşiği aşan değer metodu, aşımların dağılımını dikkate alan yaklaşım olarak bilinmektedir. n sayıdaki X rassal değişkeninin bir F dağılımı ve belirli bir eşik değer ( u ) üzerindeki aşımların Fu dağılım fonksiyonu olduğu kabul edilmektedir. Fu dağılım fonksiyonu 1 numaralı denklem ile tanımlanmaktadır. Fu ( y ) = P( X − u ≤ y X > u ), 0 ≤ y ≤ xF − u (1) Gilli and Kellezi (2006), X rassal değişken, u belirlenen eşik değer, y = x − u aşımlar ve x F ≤ ∞ F ’nin sağ bitiş noktası olarak göstermişlerdir. Koşullu olasılık Fu , F cinsinden aşağıdaki gibi ifade edilebilir. Fu ( y ) = F (u + y ) − F (u ) F ( x) − F (u ) = 1 − F (u ) 1 − F (u ) (2) Pickands (1975), Balkema ve de Haan (1974) tarafından tanıtılan teorem, yeterli büyüklükte u eşik tahmin edildiğinde, koşullu aşım dağılım fonksiyonu olan Fu ( y ) aşağıdaki gibi yaklaştırılabilir. 69 Sait Yılmazer (3) Fu ( y ) ≈ Gx ,s ( y ), u → ∞, Genelleştirilmiş Pareto Dağılımı, şekil x ve ölçek s parametreleri ile aşağıdaki gibi tanımlanabilir. Gx ,s x −1 / x 1 − 1 + y ( y) = s −y /s 1 − e if x ≠ 0 (4) if x = 0 s x ≥ 0 olması durumunda y ∈ [0, ( x F − u )] ve x < 0 olması durumunda ise y ∈ 0,− x koşulu geçerlidir. Eğer x , x = u + y gibi tanımlanırsa, GPD x ’in fonksiyonu gibi tanımlanabilir. x ( x − u) Gx ,s ( x) = 1 − 1 + s −1 / x (5) x > u koşulu ve x = u + y olması durumunda, 2 ve 3 numaralı formüller kullanılarak F (x) dağılım aşağıdaki şekilde tekrar yazılabilir. F ( x) = (1 − F (u ) Gx ,s ( y ) + F (u ) (6) n toplam gözlem sayısı, N u eşik değeri ( u ) aşan gözlem sayısı olduğunda, kuyruk tahminleyicisi aşağıdaki gibi olmaktadır. N Fˆ ( x) = u n −1 / xˆ Nu xˆ + 1 − n 1 − 1 + sˆ ( x − u ) (7) Fu tarihsel simülasyon tahmini konularak ve xˆ ve sˆ , GPD’nin maksimum olasılık tahmin ^ parametreleri olması durumunda, kuyruk tahminleyicisi aşağıdaki gibi tanımlanabilir. N Fˆ ( x) = 1 − u n xˆ 1 + ( x − u ) sˆ −1 / xˆ (8) Belirli bir p olasılığı altında, Riske Maruz Değer (RMD), 8 numaralı kuyruk tahminleyicisinin tersi alınarak tahmin edilir. sˆ n ˆ ˆM RMD R D P = u + ( p ) −x − 1 xˆ N u (9) 3.2. Beklenen Kuyruk Kaybı (BKK) Artzner ve diğerleri (1999) volatilite modellemesinde alternatif bir risk ölçüm yöntemi olarak beklenen kuyruk kaybını geliştirmiştir. Bu yöntemde, portföy getirisinin beklenen değeri eşik değer aşıldığı zaman ölçüm konusu yapılmaktadır. Beklenen kuyruk kaybı riske maruz değeri (RMD) aşan beklenen kayıp büyüklüğü olarak aşağıdaki şekilde gösterilebilir (Gilli ve Kellezi, 2006, s.214). 70 Bankacılar Dergisi BKK p = RMDP + E [X − RMDP X > RMDP ] (10) x < 1 parametreli genelleştirilmiş pareto dağılımı için ortalama aşım fonksiyonu aşağıdaki denklemle ifade edilebilir. e( z ) = E [X − z X > z ]= s + xz , s + xz > 0 1− x (11) Bu fonksiyon u eşik değer üzerindeki X aşımlarının ortalamasına eşit olmaktadır. Gilli ve Kellezi (2002), z = RMDP − u ve X, u üzerindeki aşımlar olmak üzere beklenen kuyruk kaybını aşağıdaki şekilde göstermişlerdir. BKK p = RMD p + sˆ + xˆ( RMDP − u ) RMD p sˆ − xˆu = + 1−x 1−x 1−x (12) 4. Veri ve Ampirik Bulgular 4.1 Veri Bu çalışmada, 02.01.2001 – 30.09.2010 arasındaki 2540 günlük döviz sepeti (USD/ TL*0,5+EUR/TL*0,5) verisi Bloomberg Terminalden alınmıştır. GPD tek taraflı kuyruk ile çalıştığından, 1343 negatif gözlem dikkate alınmıştır. Grafik 1 ve Grafik 2’de sırasıyla logaritmik getiriler ve negatif getiri değişimleri gösterilmiştir. Negatif getiri değişimleri üzerinden aşırı uç değer teoremi uygulanmıştır. Tablo 1, seçilen tanımlayıcı istatistiki bilgileri özetlemektedir. Serinin normalitesi, Jarque ve Bera (1980,1981) tarafından geliştirilmiş Jarque-Bera (JB) testi ile test edilmiştir. Test sonuçları, serinin normal dağılmadığını teyit etmektedir. S 2 ( K − 3) 2 + 24 24 6 JBJB = n (13) n (serbestlik derecesinde) gözlem sayısını, S örneklem çarpıklığını (skewness) ve K ise örneklem basıklığını (kurtosis) ifade etmektedir. JB istatistiği, iki serbestlik derecesinde asimtotik ki-kare dağılımına sahiptir ve sıfır hipotezi serinin normal dağılıp dağılmadığını test etmek için kullanılır. Skewness ve Kurtosis değerleri normal dağılımdan oldukça uzak olduğunu ve JB, p değer istatistiği serinin normal dağılmadığını göstermektedir. Literatürde çok sayıda birim kök testi bulunmakla birlikte, test yaygın olarak kullanılan ve Dickey ve Fuller (1981) tarafından Genişletilmiş Dickey Fuller (ADF) ile gerçekleştirilmiş ve birinci fark düzeyinde döviz sepetinin, %1 anlamlılık düzeyinde durağan olduğu bulunmuş olup sonuçlar Tablo 2’de gösterilmiştir. 71 Sait Yılmazer Grafik 1. Döviz Sepeti (USD/TL*0.5+EUR/TL*0.5) Logaritmik Getirisi Grafik 2. Döviz Sepeti (USD/TL*0.5+EUR/TL*0.5) Negatif Getiriler Tablo 1: Tanımlayıcı İstatistikler Ln_Döviz_Sepeti n Mean Std.Dev Max Min Skewness Kurtosis Jarque-Bera Prob 2540 0.000 0.013 0.338 0.078 7.758 190.205 3734488.000 0.000 Grafik 2’de bilinen bir gerçeğin kanıtı olarak büyük değişimlerin büyük değişimleri, küçük değişimlerin küçük değişimleri takip ettiği ve geçerli olan volatilite kümelenmeleri görülebilir. 72 Bankacılar Dergisi Tablo 2: ADF- Birim Kök Test İstatistikleri Değişkenler Model Döviz Sepeti LN_Döviz Sepetic ADF Gecikme t-İstatistiği 1 0 -4,2363 * 2 0 -4,2693 * 3 0 0,6252 1 0 -48,6030 * 2 0 -48,6719 * 3 0 -48,5722 * Kritik Değer b -3.4327 -2.8625 -2.5673 -3.9617 -3.4116 -3.1277 -2.5659 -1.9409 -1.6166 -3.4327 -2.8625 -2.5673 3.9617 -3.4116 -3.1277 -2.5659 -1.9409 -1.6166 Açıklamalar: Model 1, 2 ve 3 sırasıyla sabit, doğrusal trend ve sabit ve hem sabitsiz hem de doğrusal trendsiz durumlarını göstermektedir. a Schwartz Bilgi Kriteri (Schwartz Info Criterion) kullanılarak seçilen gecikme uzunlukları olup, maksimum gecikme uzunluğu 25 alınmıştır. b sırasıyla %1, %5 and %10 düzeyindeki kritik değerler. c logaritmik fark serisi. *, **, *** sırasıyla %1, %5 ve %10 düzeyinde anlamlılığı göstermektedir. 4.2 Ampirik Bulgular Beklenen Kuyruk Kaybı, Genelleştirilmiş Pareto Dağılımı üzerinden 250 günlük %90 güven aralığında değişken eşik (Threshold), % 99 güven aralığında değişken şekil ve ölçek değerleri kullanılarak hesaplanmıştır. Grafik 3’te şekil ve Grafik 4’te ölçek değerleri gösterilmiştir. Grafik 5’te ise, negatif getiriler üzerinden % 90 güven aralığında 250 günlük değişken eşiğin zaman içerisindeki değişmeleri gösterilmiştir. Grafik 3. 250 Günlük Değişken Şekil (Shape) 73 Sait Yılmazer Grafik 4. 250 Günlük Değişken Ölçek (Scale) Grafik 5. 250 Günlük Değişken Eşik (Threshold) Grafik 6’da GPD ve BKK aynı grafikte gösterilmiştir. 16.05.2006 ve 28.10.2008 tarihlerinde, volatilitenin aşırı yükselmesiyle model öngörülerinde sapmalara neden olarak aşımlar meydana gelmiştir. Dolayısıyla örneklem dönemi boyunca sadece 2 aşımın meydana gelmesi, BKK’nın GPD’ye göre daha yüksek risk seviyeleri belirleyerek hem kuyruk kaybının en aza indirilmesine hem de ileride oluşabilecek yüksek volatil dönemlerde riskin büyük ölçüde tanımlanmasına olanak sağlamaktadır. BKK, getirilerdeki ani değişmelerine göre kendi risk değerini yeniden tanımlarken, daha sonraki dönemlerde oluşan düşük değerli değişmeler karşısında daha kararlı ve temkinli pozisyon alınmasını da sağlamaktadır. Bu hususun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için riske dayalı sermaye tutma esasına göre hareket eden finansal bir kurumu ele alalım. Grafik 6’da görüleceği üzere GPD ve BKK ile negatif getiriler arasındaki fark her ne kadar finansal risk yöneten kurum aleyhine bir maliyet gibi görünse de (ihtiyatlı sermaye tutulmasından kaynaklanan maliyet), bu tür temkinli bir risk yönetimi yaklaşımının beklenmedik riskler nedeniyle güç duruma düşmeyi önleyeceği aşikârdır. 74 Bankacılar Dergisi Grafik 6. Değişken Eşikli Genelleştirilmiş Pareto Dağılımı ve Beklenen Kuyruk Kaybı 5. Sonuç Risk yönetimi, finansal piyasalarda volatilitenin artmasından dolayı son yıllarda önem kazanmıştır. Hem yatırımcılar hem de risk yöneticileri, aşırı piyasa koşulları altında meydana gelen olaylar ile ilgilenmeye başlamışlardır. Uç değer teorisi, nadiren gerçekleşen olayların tanımlanmasında daha uygun dağılım sağladığı için, yararlı ve tamamlayıcı risk yönetimi metodolojisidir. UDT, bütün getiri serisinden ziyade uç değerleri kullanarak, kayıp dağılımının kuyruk davranışı modellemesine yoğunlaşmaktadır. Türkiye’de finansal piyasaların henüz arzu edilen seviyede derinliğe ulaşamaması piyasalarda ani ve sert volatilite hareketleri gözlemlenmesine neden olmaktadır. Riske maruz değer tespitine yönelik olarak yapılan geleneksel hesaplamalar, genel volatilite hareketlerini öngörmede zayıf kalmakta, bu durum ise finansal kurumların beklenmeyen ölçüde ekonomik sermaye kaybına neden olmaktadır. Yukarıda aktarılan durumun telafisi ancak ani ve yüksek volatilite hareketlerini yakalayabilecek derecede gelişmiş risk ölçüm modellerinin oluşturulmasına bağlıdır. 02.01.200130.09.2010 dönemleri arasında döviz sepeti (USD/TL*0.5+EUR/TL*0.5) üzerinde yapılan çalışmada Genelleştirlmiş Pareto Dağılımı (GPD) ve Beklenen Kuyruk Kaybı (BKK) yöntemleri kullanılarak hesaplanmıştır. Beklenen Kuyruk Kaybı, Genelleştirilmiş Pareto Dağılımına nazaran daha yüksek risk seviyeleri atadığından kuyruk kaybı minimuma indirilmektedir. Pareto Dağılımı ve Beklenen Kuyruk Kaybının orta ve uzun vadeli öngörü yapmayı kolaylaştırdığı sonucuna ulaşılıştır. Bu anlamda, aşırı uç teorisi, riskin ne düzeyde tolere edilebileceğinin belirlenmesi için fayda sağlamaktadır. Uygun risk yönetim modeli ile risk iştahının ve limitlerinin önceden tahmin edilebilirliği, gerek risk yöneticilerine gerekse portföy yöneticilerine piyasa kırılganlıklarından daha az etkilenmelerine ve daha etkin risk yönetimine imkân verecektir. 75 Sait Yılmazer Kaynakça ACERBI, C. (2002), “Spectral Measures of Risk: A Coherent Representation of Subjective Risk Aversion”, Journal of Banking and Finance, Sayı 26(7), s.1505-1518. ARTZNER, P., DELBAEN, F., EBER, J. M. ve HEATH, D. (1999), “Coherent Measures of Risk”, Mathematical Finance, Sayı 9, s.203–228. BALI, T. (2003), “An Extreme Value Approach to Estimating Volatility and Value at Risk”, Journal of Business, Sayı 76(1), s.83-108. BALKEMA, A.A. ve HAAN DE, L. (1974), “Residual Life Time at Great Age”, Annals of Probability, Sayı 2, s.792-804. BLUM, P., DIAS, A. ve EMBRECHTS, P. (2002), “The Art of Dependence Modeling: The Latest Advances in Correlation Analysis”, M. Lane (Ed.), Alternative Risk Strategies, Risk Books, London, s.339-356. BYSTROM, H., (2004), “Managing Extreme Risks İn Tranquil And Volatilemarkets Using Conditional Extreme Value Theory”, International Review of Financial Analysis, Sayı 13, s.133–152. BYSTROM, H., (2005), “Extreme Value Theory and Extremely Large Electricity Price Changes”, International Review of Economics and Finance, Sayı 14, s.41–55. COLES, S., (2001), An Introduction to Statistical Modelling of Extreme Values, Springer Series in Statistics. DANIELSSON, J. ve VRIES DE C. (1997), “Tail Index and Quantile Estimation with Very High Frequency Data”, Journal of Empirical Finance, Sayı 4, s.241-257. DE HAAN, L., JANSEN, D. W., KOEDIJK, K. G., ve DE VRIES, C. G. (1994), “Safety First Portfolio Selection, 76 Extreme Value Theory And Long Run Asset Risks”, J. Galambos (Ed.), Extreme value Theory and Applications, Kluwer Press, Dordrecht, s.471–487. DICKEY, D.A. ve FULLER, W.A. (1981), “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressive Time Series With a Unit Root”, Econometrica, Sayı 49, s.1057–1072. EMBRECHTS P., KLUPPELBERG, C. ve MIKOSCH, T. (1997), Modeling Extremal Events For Insurance and Finance, Berlin, Springer Press. EMBRECHTS, P., HAAN, L. DE, HUANG, X. (2000): “Modelling Multivariate Extremes”, P. Embrechts (Ed.), Extremes and Integrated Risk Management, RISK Books, s.59-67. FALK, M., HUSSLER, J., ve REISS, R. (1994), Laws of Small Numbers: Extremes and Rare Events, Basel, Birkhäuser Verlag. FISHER, R., ve L. TIPPETT (1928), “Limiting Forms of the Frequency Distribution of the Largest or Smallest Member of a Sample”, Proceedings of the Cambridge Philosophical Society, Sayı 24, s.180-190. FOCARDI, S. ve FABOZZI, F. (2003), “Fat Tails, Scaling and Stable Laws”, Journal of Risk Finance, Sayı 5(1), s.25-36. GENCAY, R., SELCUK, F., ULUGULYAGCI, A. (2003), “High Volatility, Thick Tails and Extreme Value Theory in Value at Risk Estimation”, Insurance, Mathematics and Economics, Sayı 33, s.337-356. GENCAY, R. ve SELCUK, F. (2004), “Extreme Value Theory and Value-at-Risk: Relative Perfomance in Emerging Markets”, International Journal of Forecasting, Sayı 20, s.287-303. GILLI, K. ve KELLEZI, E. (2002), “Portfolio Optimization With VaR and Expected Shortfall”, E.J. Kontoghiorghes, B. Rustem ve S. Siokos (Eds.), Computational Methods in Decision-making, Economics and Finance, Kluwer Applied Optimization Series, s.167-183, GILLI, K. ve KELLEZI, E. (2006), “An Application of Extreme Value Theory for Measuring Financial Risk”, Computational Methods in Decision-making, Economics and Finance, Springer 2006, s.207-228. GUPTA, A. ve LIANG, B. (2005), “Do Hedge Funds Have Enough Capital ? A Value-At-Risk Approach”, Journal of Financial Economics, Sayı 77, s.35-47. INUI, K. ve KIJIMA, M. (2005), “On the Significance of Expected Shortfall As a Coherent Risk Measure”, Journal of Banking and Finance, Sayı 29, s.853–864. JANSEN, DENNIS W & DEVRIES CASPER G, (1991), “On the Frequency of Large Stock Returns: Putting Booms and Busts Into Perspective”, The Review of Economics and Statistics, Sayı 73(1), s.18-24. JARQUE, C.M., BERA, A.K., (1980), “Efficient Tests For Normality, Homoscedasticity And Serial İndependence Of Regression Residuals”, Economics Letters, Sayı 6 (3), s.255–259. JARQUE, C.M., BERA, A.K., (1981), “Efficient Tests For Normality, Homoscedasticity And Serial İndependence Of Regression Residuals: Monte Carlo Evidence”, Economics Letters, Sayı 7 (4), s.313–318. KUESTER, K., MITTIK, S., PAOLELLA, M.S. (2005), “Value-at-Risk Prediction: A Comparison of Alternative Strategies”, Journal of Financial Econometrics, Sayı 4(1), s.53-89. LHABITANT, F.S. (2002), Hedge Funds: Myths and Limits, New York: John Wiley & Sons. LIANG, B. ve PARK, H. (2007), “Risk Measures For Hedge Funds: A Cross-Sectional Approach”, European Financial Management, Sayı 13(2), s.333-370. LONGIN, F. M. (2000), “From Value At Risk To Stress Testing: The Extreme Value Approach”, Journal of Banking and Finance, Sayı 24, s.1097-1130. MANDELBROT, B. (1963), “New Methods In Statistical Economics”, Journal of Political Economy, Sayı 71. Bankacılar Dergisi MARTINS, F.C. ve YAO, F. (2006), “Estimation of Value-At-Risk And Expected Shortfall Based on Nonlinear Models of Return Dynamics And Extreme Value Theory”, Studies in Nonlinear Dynamics and Econometrics, Sayı 10(2), s.107-149. MCNEIL, A. J., (1999), “Extreme Value Theory For Risk Managers”, Internal Modelling and CAD II published by RISK Books , s.93-113. MCNEIL, A. J. ve FREY, R. (2000), “Estimation Of Tail-Related Risk Measures For Heteroscedastic Financial Time Series: An Extreme Value Approach”, Journal of Empirical Finance, Sayı 7, s.271-300. NEFTCI, S. (2000), “Value at Risk Calculations, Extreme Events, and Tail Estimation”, The Journal of Derivatives, Spring, s.12-19. PARKINSON, M., (1980), “The Extreme Value Method For Estimating The Variance Of The Rate Of Returns”, Journal of Business, Sayı 53, s.61–65. PICKANDS, J. I. (1975), “Statistical Inference Using Extreme Order Statistics”, Annals of Statistics, Sayı 3, s.119–131. POON, S., ROCKINGER, M. ve TAWN, J. (2004), “Extreme Value Dependence in Financial Markets: Diagnostics, Models and Financial Implications”, The Review of Financial Studies, Sayı 17(2), s.586-610. YAMAI, Y. ve YOSHIBA, T. (2005), “Value-at-Risk Versus Expected Shortfall: A Practical Perspective”, Journal of Banking and Finance, Sayı: 29(4), s.997-1015. 77 Bankacılar Dergisi, Sayı 75, 2010 Kambiyo ve Dış Ticaret Mevzuatında Son Değişiklikler ve Bankacılık Uygulamaları Nihayet Durukanoğlu* A. Giriş 1980’li yılların başında ihracata dayalı iktisat politikalarının tercih edilmesiyle başlayan değişiklik sürecinde kambiyo rejiminde de serbestleşmeye gidilerek önemli değişiklikler yapılmıştır. 1995 yılında Türkiye’nin Avrupa Gümrük Birliği’ne girmesinden sonra, Türkiye’de uygulanan gümrük mevzuatında, Avrupa Birliği Gümrük mevzuatına uyum süreci çerçevesinde yapılan değişiklikler paralelinde, kambiyo ve dış ticaret mevzuatında da çok önemli değişiklikler yapılarak serbestleşme sağlanmıştır. Türkiye’nin 01.01.1996 tarihinde Avrupa Gümrük Birliğine üye olması nedeniyle ithalat rejiminde yapılan değişiklik ile bankalarca düzenlenen ve malın ithal edileceği gümrük müdürlüğüne ibraz edilmesi zorunlu olan “İthal Müsaadesi” uygulamasına son verilmiştir. Yapılan bu düzenleme ile bankalarca ithal müsaadesinin düzenlenmesi sırasında İthalat Rejimi Kararı, İthalat Yönetmeliği ve ilgili ithalat tebliğleri gereğince her bir mal için yapılması gereken kontroller bankalar üzerinde önemli derecede operasyonel işlem yükü oluşturmaktaydı. “İthal Müsaadesi” uygulamasına son verilmesiyle birlikte, ithal edilecek mala ilişkin bankaların sorumluluğunda bulunan kontrollere de son verilerek bu sorumluluk gümrük müdürlüklerine bırakılmıştır. Bu paralelde, Türkiye gümrük mevzuatını düzenleyen 1615 sayılı Gümrük Kanununda önemli değişiklikler yapılarak Avrupa Gümrük Birliğine giriş süreci başlatılmış ve 04.11.1999 tarih ve 23866 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 01.01.2000 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte 1615 sayılı Gümrük Kanunu yürürlükten kaldırılarak Avrupa gümrük mevzuatına uyum süreci hızlandırılmıştır. 01.01.1996 tarihinde Avrupa Gümrük Birliğine giriş ile başlayan değişim süreci içerisinde dış ticaret ve gümrük mevzuatında yapılan önemli değişikliklerle serbestleşmeye gidilirken aynı zamanda kambiyo mevzuatındaki köklü düzenlemelerle bankalar üzerindeki kontrol yükümlülüğü azaltılarak işlem süreçlerinin sadeleştirilmesine katkı sağlanmıştır. Kambiyo ve dış ticaret mevzuatında yapılan serbestleştirmelere karşın unutulmaması gereken önemli husus ise uluslararası ticarette mali suçların araştırılmasına ve suç gelirlerinin aklanmasına ilişkin düzenlemeler ile Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) düzenlemeleri çerçevesinde bankalarca yerine getirilmesi gereken kontrollerin giderek arttırılmasıdır. Şubat 2008 itibariyle, kambiyo ve dış ticaret işlemlerinde kambiyo taahhüt takibi yükümlülüğüne son verilmesiyle başlayan süreçten sonra, bankalarda kambiyo ve dış ticaret işlemlerine ilişkin uygulamaların nasıl etkilendiği bu makalenin konusu olacaktır. * T. Garanti Bankası A.Ş., Mevzuat Proje Müdürü. 78 Bankacılar Dergisi Konuya ilişkin detaylı açıklamaya geçmeden önce “kambiyo” ve “dış ticaret” kavramlarının hangi bankacılık işlemlerini kapsadığının açıklanması faydalı olacaktır. “Dış ticaret” ifadesi sadece fiili mal hareketine konu edilecek işlemleri (ithalat, ihracat ve transit ticaret) kapsar. “Kambiyo” ifadesinin ise daha geniş anlatım sahası vardır. Hem fiili mal alım ve satımı hem de hizmet alım ve satımına ilişkin işlemleri ve aynı zamanda sermaye hareketleri denilen ülkelerarası tüm para hareketlerinin nasıl olacağını ifade eder. Bu noktadan hareketle aşağıdaki tabloda kambiyo işlemleri ile dış ticaret işlemlerinin bankacılık uygulamaları çerçevesinde hangi kalemlerden oluştuğuna ilişkin bilgilere yer verilmiştir. Kambiyo İşlemleri Alt İşlemler Düzenleme Yetkisi Görünmeyen İşlemler • Hizmet alım ve satımı • Dövize ilişkin işlemler Hazine Müsteşarlığı (HM) TC Merkez Bankası (TCMB) Sermaye Hareketleri • Sermaye ithal ve ihracı • Menkul kıymetler ve Gayrimenkul kıymetler • Krediler • TL, döviz ve altın dDepo hesapları HM, TCMB Dış Ticaret • İhracat HM, Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) Gümrük Müsteşarlığı (GM) • İthalat HM, DTM, GM • Transit ticaret HM, DTM, GM • İhracatı teşvik mevzuatı TC Maliye Bakanlığı, DTM,TCMB B. Kambiyo ve Dış Ticaret İşlemlerinde Kambiyo Taahhüt Takibine Son Verilmesi B.1. İthalatta Kambiyo Takibine Son Verilmesi (09.02.2007) 1930 yılında yayımlanan 1567 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Kanun kapsamında yayımlanmış olan 32 sayılı Karara ilişkin Tebliğde yer alan düzenlemeler gereği, yurt dışından yapılan ithalat nedeniyle ödenen 100.000 ABD doları ve eşiti dövizden daha yüksek mal bedelleri karşılığında (yurt dışına ithalat bedeli transferi açıklamasıyla gönderilen) ilgili malın Türkiye’ye getirilmesi ve bu durumun tevsik edilerek ithalat kambiyo taahhüt hesabının kapatılması için; • ithalata ilişkin gümrük beyannamesi (GB) aslı, • gümrük tasdikli fatura ile • satıcının sigortadan sorumlu olduğu durumda (CIF,CIP) sigorta poliçesinin ithalatçı firma tarafından transfer tarihinden itibaren 180 gün içerisinde transferi yapan bankaya ibraz edilerek ithalat taahhüt hesabının kapatılması zorunluluğu vardı. İthalat taahhüt hesabının herhangi bir nedenle kapatılamaması durumunda transferi yapan bankanın yükümlülüğü süre bitimini izleyen 10 iş günü içerisinde “iadeli-taahhütlü” bir mektup ile ilgili kambiyo müdürlüğüne açık dosya ihbarında bulunmakla sınırlıydı. 1567 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Kanun kapsamında 32 sayılı Karara İlişkin 02.06.1991 tarih ve 91-32/5 sayılı Tebliğ’in ithalat hesaplarının takibine ilişkin maddesinin, 09.02.2007 tarih ve 26429 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2007-32/33 sayılı Tebliğ ile yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte, uzun yıllardan beri bankalarca yapılmakta olan ithalat taahhüt takibine son verilmiştir. Yapılan bu düzenleme ile, 09.02.2007 tarihinden önce ödenen 79 Nihayet Durukanoğlu ithalat bedellerine ilişkin açık ithalat taahhüt hesapları ile ilgili takip yükümlülüğü sona ererken, yasal takibe geçilmiş olmasına rağmen henüz sonuçlanmamış olan açık ithalat taahhüt hesaplarına ilişkin yükümlülük de Tebliğin lehe olan hükümlerden yararlanarak ithalatçı firmalar lehine sonuçlandırılmıştır. İthalat taahhüt hesaplarının takip edilmesi yükümlülüğünün, yerine getirilebilmesi amacıyla, transferi yapan bankaca, • 180 günlük sürenin takip edilmesi, • ithalat taahhüt hesabının kapatılmaması durumunda ise, transfer tarihinden itibaren 180 günlük sürenin bitimini izleyen 10 iş günlük süre içerisinde ilgili kambiyo müdürlüğüne iadeli-taahhütlü bir mektup ile açık hesap ihbarı yapılması uygulamasına son verilmesi suretiyle bankalar üzerindeki operasyonel işlemler azaltılmıştır. B.2. İhracat ve Transit Ticarette Kambiyo Takibine Son Verilmesi (08.02.2008) İthalatta taahhüt takibine son verilmesiyle birlikte, ihracat ve transit ticaret işlemlerinde de bankalarca yapılmakta olan taahhüt takibine son verilmesi ihtiyacı gündeme gelmiştir. Zira dış ticaret dengesinin sağlanabilmesi için ihracatı teşvik politikalarına paralel bir uygulamaya başlanması gerekmekteydi. Yukarıda ithalat işlemleri için belirtilen düzenlemeye benzer şekilde 100.000 ABD doları ve üzerindeki ihracat nedeniyle düzenlenen gümrük beyannamesine ilişkin ihracat taahhüt hesabının kapatılması için aşağıda belirtilen belgelerin ihraç tarihinden itibaren 180 gün içerisinde gümrük beyannamesinde kayıtlı aracı bankaya ibraz edilerek ihracat taahhüt hesabının kapatılması mecburiyeti vardı. Bu belgelerin gümrük beyannamesinde belirtilen aracı bankaya ibraz edilememesi durumunda aracı bankanın sorumluluğu süre bitimini takip eden 10 iş günü içerisinde açık olan ihracat taahhüt hesabına ilişkin yazılı ihbarı iadeli-taahhütlü bir mektup ile ilgili kambiyo müdürlüğüne bildirmekle sınırlıydı. İhracat taahhüt hesabının kapatılabilmesi için, ihracatçı tarafından aşağıda belirtilen belgelerin gümrük beyannamesinde kayıtlı aracı bankaya ibraz edilmesi zorunluydu. • • • • Gümrük beyannamesi aslı Dövizlerin alışının yapıldığını gösteren döviz alım belgesi(DAB) Satış faturası Yurt dışına döviz ödenmesini gerektiren belgeler 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 32 sayılı Karar’da Değişiklik Yapılmasına İlişkin 2008/13186 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve bu Karara ilişkin 28.02.2008 tarih ve 26801 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2008/32-34 sayılı Tebliğ ile yukarıda belirtilen uygulamaya son verilmiştir. Aynı Tebliğ’in 7 inci maddesinde ”transit ticaret satış bedellerinin tasarrufu serbesttir” ifadesine yer verilerek transit ticaret işlemlerinde de taahhüt takibine son verilmiştir. Yapılan bu önemli değişiklik ile 1930’lı yıllardan itibaren kamu otoritesi tarafından bankalara verilen görev çerçevesinde bankalarca yapılmakta olan ithalat, ihracat ve transit ticaret kambiyo taahhüt hesaplarının takibine ve kapatılmasına ilişkin yasal zorunluluk sona erdirilmiştir. 80 Bankacılar Dergisi Yeni düzenleme ile ihracata ve transit ticarete ilişkin bedellerin kullanımı aşağıda belirtilen yasal düzenlemeler çerçevesinde ihracatçı firma ile transit tacirinin tasarrufuna bırakılmıştır. • 32 sayılı Karar’ın 3. maddesinde “İhracat bedellerinin tasarrufu serbesttir” • 2008/32-34 sayılı Tebliğ’in 7 inci maddesinde ise “Transit ticaret satış bedellerinin tasarrufu serbesttir” Bu kapsamda gerçekleştirilen ihracat ve transit ticaret işlemleri nedeniyle ihracatçı ve transit tacirlerince tahsil edilen ihracat ve transit ticaret bedelleri aşağıdaki tabloda belirtilen üç yöntemden biri tercih edilerek serbestçe kullanılabilir. İhracat ve Transit Ticaret Bedellerinin Serbest Tasarrufu 1. İhracat ve transit ticaret bedelinin yurt dışında bırakılması İhracatçı veya transit taciri isterse mal bedelini yurt dışında tasarruf edebilecek, başka bir ifadeyle tahsil edilen mal bedeli yurt dışındaki bankalarda mevcut olan hesaplarına alacak kaydedilebilecektir. 2. İhracat ve transit ticaret bedelinin Türkiye’de DTH’na alacak kaydı. İhracatçı veya transit taciri isterse ihracat bedelini Türkiye’ye getirip adına açılmış bir Döviz Tevdiat Hesabı (DTH)’na alacak kaydederek döviz olarak kullanması mümkündür. 3. İhracat ve transit ticaret bedelinin Türk Lirasına dönüştürülmesi • İhracatçı veya transit taciri isterse, daha önce yurda getirerek adına kayıtlı bir DTH’na yatırdığı dövizi, daha sonra bu DTH’dan alış yaptırmak suretiyle Türk lirası olarak kullanabilir. • Döviz Türkiye’ye getirildiğinde DTH’na alacak kaydedilmeden bir bankaya satılmak suretiyle doğrudan Türk lirasına dönüştürülerek DAB’ne bağlanması mümkündür. DTH’na kaydedilmiş olan ihracat bedeli dövizlerin, ihracatçı tarafından kullanılmamış olması şartıyla, ihracatçının daha sonraki bir tarihte vereceği talimata istinaden ihracat bedeli olarak alışının yapılması ve ihracat bedeli açıklamasıyla DAB düzenlenmesi mümkündür. DTH’na alınan mal bedeli dövizin firma tarafından döviz olarak kullanılmasından sonra “ihracat mal bedeli” açıklaması ile DAB’ne bağlanmasının mümkün değildir. Diğer taraftan DTH’da mevcut olan döviz, herhangi bir sebep belirtilmeden hesap sahibi tarafından Türk lirasına dönüştürülerek kullanılabilir. Dövizden Türk lirasına dönüşümünü belgelemek için “kesin alış, kati alış” açıklamasıyla DAB düzenlenmesi gerekmektedir. DTH’na alacak kaydedilen dövizlerin sonradan Türk lirasına dönüştürülmek istenmesi durumunda basit bir döviz alışı olarak nitelendirilmesi gerekir. Yukarıda sözü edilen mevzuat düzenlemesinden önce bankalarca ihracat bedeli dövizlerin alışının (GB bazında 100.000 ABD doları ve üzerinde olan) yapılarak “ihracat mal bedeli” açıklamasıyla DAB’ne bağlanması mecburiyeti tamamen ihracat taahhüt hesabının kapatılması mecburiyetinden kaynaklanmaktaydı. İhracat işlemlerinde taahhüt takibine son verilmesiyle birlikte firmaların kambiyo mevzuatı gereğince “ihracat mal bedeli” açıklaması ile DAB’ne bağlatması mecburiyetine gerek kalmadığı düşünülmektedir. Bununla birlikte, diğer mevzuatlardan (vergi, teşvik mevzuatı) kaynaklanan nedenler ile ihracatçı firma veya transit taciri dövizin Türk lirasına çevrilmesi sırasında işlem yapacak olan bankadan • “ihracat mal bedeli” veya • “transit ticaret satış bedeli” açıklaması ile Döviz Alım Belgesi (DAB) düzenlenmesini talep edebilir. 81 Nihayet Durukanoğlu Bu tür talepler firmanın yazılı beyanına istinaden bankalarca yerine getirilirken ilgili dövizin yurt dışı kaynaklı olduğu hususunun aşağıdaki tabloda belirtilen yöntemlerden birine göre bankalara belgelenmesi mevzuat gereği zorunludur. Dövizin yurt dışı kaynaklı olduğu hususunun bankalara belgelenemediği durumda bankaların “ihracat mal bedeli” veya “transit ticaret satım bedeli” açıklamasıyla DAB düzenlemesi mümkün değildir. İşlem normal bir döviz alış işlemi olarak sonlandırılır. Diğer taraftan serbest bölgelerden getirilen dövizler için “ihracat mal bedeli” veya “transit ticaret satım bedeli” açıklaması ile DAB düzenlenmesi talep edildiğinde ise ihracatın veya transit ticaretin serbest bölgeye yapıldığına ilişkin firma yazılı beyanının bankalarca aranması zorunludur. Malın gönderildiği ülke bir serbest bölge değilse, serbest bölgeden gönderilmiş/getirilmiş olan dövizler karşılığında ihracat/transit ticaret açıklamasıyla bankalarca DAB düzenlenmesi mümkün değildir. Örneğin Almanya’ya yapılan bir ihracatın bedelinin serbest bölgede faaliyet gösteren banka şubeleri aracılığı ile Türkiye’ye gönderilmesi mümkün değildir. İhracat veya transit ticaret satım bedeli efektif olarak tahsil edilmiş ise, efektiflerin yurt dışı kaynaklı olduğu gümrük müdürlüklerince düzenlenen Nakit Beyan Formu (NBF) ile bankalara belgelenmesi gerekir. İhracatçı firmalar gümrük beyannamesi (GB) tarih ve numarası ile DAB’nin ilişkilendirmesini talep ederse bankalar bu tür işlemleri firmanın yazılı beyanına istinaden yerine getirebilecektir. Bankaların sorumluluğu sadece firma beyanına göre işlem yapmaktır. Beyan içeriğinden beyanı veren firma sorumludur. İhracat Bedellerinin Yurt Dışı Kaynaklı Olduğunun Bankalara Belgelenmesi Havale Efektif Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların yurt dışındaki muhabir banka hesaplarına ihracat bedellerinin alacak kaydedildiğini gösteren bilgi şifreli SWIFT (Society For Worldwide Interbank Financial Telecommunication) mesajı ile bankalara gönderilir. • Efektiflerin yurt dışı kaynaklı olduğu gümrük müdürlüklerince onaylı “Nakit Beyan Formu” ile bankalara belgelenecektir. • Efektifi getiren kişilerin (ihracatçı, ithalatçı veya bunlar adına hareket ettiğini beyan eden Türkiye’de veya dışarıda yerleşik üçüncü kişiler) yurda girişleri sırasında verdikleri beyanlarına istinaden gümrük yetkililerince Nakit Beyan Formu (NBF)’nin düzenlenmesi ve NBF’nin Geliş Sebebi Bölümüne efektifin kaynağının “İhracat” olduğunun açıkça belirtilmesi gerekir. • Kambiyo mevzuatı gereğince NBF’nun bankalara ibrazına ilişkin kısıtlayıcı bir süre yoktur. Eski uygulamada düzenlenme tarihinden itibaren 15 gün içerisinde bankalara ibraz edilme zorunluluğu vardı. • Bankalarca işlem sırasında efektifi getiren kişinin kimlik tespitiyle (hüviyet, ehliyet, pasaport) birlikte ihracatçının yazılı beyanı aranarak işlemler sonuçlandırılır. • Bankalarca yapılan kimlik tespiti kambiyo mevzuatından değil MASAK düzenlemeleri çerçevesinde kimlik tespitinin yapılması mecburiyetinden kaynaklanmaktadır. Kimlik tespiti bankalarca; • Türkiye’de yerleşik kişilerin Nüfus Cüzdanı ve/veya ehliyetinden • Yurt dışında yerleşik kişilerin ise pasaportlarından tespit edilir. 82 Bankacılar Dergisi Bankalara ibraz edilen efektifler, ilgililerce “ihracat bedeli” veya “transit ticaret satım bedeli” açıklamasıyla bankaya satılabilir veya yurt dışındaki alıcı veya Türkiye’deki ihracatçı firma adına açılan DTH’na alacak kaydedilebilir. DTH’na alacak kaydedilen bu dövizlerin daha sonra ihracatçı firma adına alışı yapılabilir. NBF’de kayıtlı efektif tutarının tamamen DTH’ye alınması halinde, NBF aslının ilgilisine iade edilmeyerek bankalar tarafından alıkonulması, kısmen alınması halinde ise, NBF aslı üzerine DTH’ye alınan tutara ilişkin not düşülerek fotokopisi alındıktan sonra aslının ilgilisine iade edilmesi gerekir. Kredi Kartı • Kredi kartının yurt dışındaki bankalar tarafından verilmiş olması ve yapılan tahsilatın da yurt dışından banka hesaplarına alacak kaydedilmesi gerekir. Örneğin, Türkiye’de yerleşik ihracatçı (X) firması, ithalatçı (Y) firmasına mal satmış ve bu malın bedeli ithalatçı firma tarafından yurt dışından alınmış kredi kartı ile ödenmiştir. Bu durumda ihracatçı kredi kartı sliplerini bankasına (POS’ni kullandığı banka) ibraz ederek “ihracat” açıklaması ile DAB isteyebilir. Banka kredi kartı slipleri ile gerekli kontrolü yapar ve harcama tutarlarının banka hesaplarına alacak kaydedildiğini tespit ettiğinde DAB’ni düzenleyerek müşterisine verebilir. Banka Çeki DTH • Yurt dışında faaliyet gösteren bankalarca düzenlenmiş çeklerin Türkiye’de faaliyet gösteren bankalarca satın alınarak işleme alınması ve çek karşılığında yurt dışı muhabir hesaplarına alacak kaydedilmesi gerekir. • Türkiye’de faaliyet gösteren bankalarca düzenlenen çeklerin yurt dışı kaynaklı dövizlere istinaden düzenlendiğinin banka yazısı veya SWIFT mesajı ile işlem yapacak olan bankaya belgelenmesi gerekir. • Türkiye’de yerleşik kişilere ait DTH’a alacak kaydedilen tutarın daha sonradan “ihracat mal bedeli” veya ”transit ticaret satım bedeli” açıklamasıyla DAB’ne bağlanarak Türk lirasına dönüştürülmesi sırasında hesapta bulunan dövizin yurt dışı kaynaklı olduğunun tespiti gerekir. • Yurt dışından getirilen efektiflerin ihracatçı adına, yurt dışındaki alıcı adına veya efektifi getiren kişi adına açılan DTH’na alacak kaydedilmesi mümkündür. DTH’ye yatırılan bu dövizlerin daha sonra herhangi bir süre ile kısıtlı olmaksızın ihracatçı adına “ihracat” açıklaması ile alışı yapılabilir. • Yurt dışında yerleşik kişilerin Türkiye’de faaliyet gösteren bankalardaki hesapları: Türkiye’ye yapılan ithalata ilişkin mal bedelinin; HM’nın 23.07.2009 tarih ve 2009/ GNL-1 sayılı İhracat ve İthalat Genelgesi’nin 2.3.3 maddesinde belirtilen ”ithalat bedeli ihracatçının veya bankasının talimatına istinaden Türkiye’de bu ihracatçı adına açılan DTH’ye veya TL mevduat hesabına yatırılmak suretiyle ödenebilir.” hükmüne istinaden ithalatçı firmalar tarafından satıcının Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar nezdindeki hesaplarına ödenmesi mümkündür. Bu hesaplardan; • • hesap sahibinin talimatı ile Türkiye’de yerleşik ihracatçı firma hesabına yapılan ödemelerin ihracat bedeli olarak kabul edilmesi ve düzenlenecek DAB üzerine “ihracat mal bedeli” açıklamasına yer verilmesi kambiyo mevzuatı açısından uygundur. vekaletname ile yurt dışında yerleşik kişilerin Türkiye’de faaliyet gösteren bankalarda mevcut olan hesaplarından üçüncü kişilere vekalet vererek ihracat bedeli açıklaması ile yapılan ödemeler kambiyo mevzuatı gereğince ihracat bedeli olarak kabul edilmez. 83 Nihayet Durukanoğlu B.3. Görünmeyen İşlemlerde Taahhüt Takibine Son Verilmesi (14.03.2008) Yukarıda da belirtildiği gibi, 32 Sayılı Kararda değişiklik yapan Bakanlar Kurulu Kararının 08.02.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla birlikte ihracat ve transit ticaret işlemlerinde kambiyo takibine son verilmiştir. Hazine Müsteşarlığı tarafından gerçekleştirilen bu düzenlemeye paralel olarak, TC Merkez Bankası tarafından bankalara gönderilen 14.03.2008 tarih ve 2008/YB-6 sayılı Genelge ile Görünmeyen İşlemler kapsamında bankalarca gerçekleştirilen avans ödemelerine ilişkin kambiyo taahhüt takibine de son verilmiştir. Görünmeyen işlemler kapsamında hizmet alımı gerçekleşmeden yurt dışına avans olarak transfer edilen 5.000 ABD doları ve eşiti dövizler üzerindeki işlemlerde bankalarca yapılmakta olan kambiyo taahhüt takibine (avansın ödendiği tarihten itibaren 180 gün içerisinde harcama belgelerinin transferi yapan bankaya ibraz edilerek avans hesabına ait taahhüt hesabının kapatılmasına ilişkin) son verilmiştir. TC Merkez Bankası tarafından yayımlanan bu Genelge ile, mal değişimine ilişkin dış ticaret işlemlerinde olduğu gibi (ithalat, ihracat ve transit ticaret) Görünmeyen İşlemler kapsamındaki hizmet alımı işlemlerinde kambiyo takibine son verilmesiyle tüm dış ticaret ve kambiyo işlemlerinde bankalarca yapılmakta olan “kambiyo taahhüt takibine” son verilmiştir. Kambiyo ve dış ticaret işlemlerinde uzun yıllardan beri bankalar tarafından yapılmakta olan “kambiyo taahhüt takibi”ne ilişkin işlemlerin yürürlükten kaldırıldığını gösteren özet tablo aşağıda sunulmuştur. İşlem Türü İthalat İşlemlerinde İhracat İşlemlerinde Transit Ticaret İşlemlerinde Görünmeyen İşlemlerde Kambiyo Takibine Son Verilen Tarih 09.02.2007 08.02.2008 08.02.2008 14.03.2008 C. Kamu Kuruluşlarınca Yapılan Düzenlemeler C.1. TC Merkez Bankası’nın İhracat, İthalat ve Transit Ticarete İlişkin Genelgelerinin Yürürlükten Kaldırılması 32 sayılı Karar’da yapılan değişiklikle ihracat bedelleri ile transit ticaret satım bedellerinin tasarrufunun serbest bırakılmasından sonra TC Merkez Bankası, ihracat, ithalat ve transit ticarette taahhüt kapatma yükümlülüğünün sona ermesi nedeniyle konuya ilişkin herhangi bir görevi kalmadığını belirterek ithalat, ihracat ve transit ticarete ilişkin uygulama Genelgelerinin iptal edildiğini bankalara ve kamuoyuna duyurmuştur. TC Merkez Bankası Genelgeleri ile bu Genelgeleri yürürlükten kaldıran gerekçeli Genelgelere ilişkin açıklayıcı tablo aşağıda sunulmuştur. TCMB koordinasyon görevinin sona ermesi: TCMB tarafından yukarıda belirtilen tabloda yayımlanan gerekçeli Genelgeler ile ithalat, ihracat ve transit ticarete ilişkin Genelgelerini iptal etmesiyle birlikte dış ticarete ilişkin diğer kurumlar (Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı, TC Maliye Bakanlığı vb) ile sağladığı koordinasyon görevi de sona ermiş bulunmaktadır. Önceki uygulamada TC Merkez Bankası kendi yorum yetkisini kullanırken ilgili kurum ve kuruluşların yazılı görüşünü alarak bankalara uygulamaya ilişkin talimat vermekteydi. 84 Bankacılar Dergisi Yürürlükten Kaldırılan TCMB Genelgeleri Genelge ve Konusu Yürürlükten Kaldıran Gerekçeli TCMB Genelgeleri TCMB İthalat Genelgesi 23.06.2004 Tarih ve 2004/ YB-50 Sayılı Genelge • Hazine Müsteşarlığı Tebliği: 09.02.2007 tarih ve 26426 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 32 sayılı Karara İlişkin 2007-32/33 sayılı Tebliğ’in 15/2 maddesi ile ithalat taahhüt hesaplarının takibinin yapılmayacağını hüküm altına almıştır. • TCMB İptal Genelgesi: TC Merkez Bankası’nın 04.03.2008 tarih ve 2008/YB-7 sayılı Genelgesinde, 32 sayılı Karara İlişkin 200732/33 sayılı Tebliğe istinaden ithalat taahhüt hesaplarının takibinin yapılmayacak olması nedeniyle konuya ilişkin TC Merkez Bankasının bir görevi kalmadığı belirtilerek 23.06.2004 tarih ve 2004/YB-50 sayılı İthalat Genelgesinin iptal edildiği bildirilmiştir. • Bakanlar Kurulu Kararı: 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair 2008/13816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile ihracat bedellerinin tasarrufu serbest bırakılmıştır. TCMB İhracat Genelgesi 11.06.2004 Tarih ve 2004/ YB-43 Sayılı Genelge • Hazine Müsteşarlığı Tebliği: 28.02.2008 tarih ve 26801 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Parası Kıymetini Koruma hakkında Karara İlişkin 2008-32/38 sayılı Tebliğ ile transit ticaret satış bedellerinin tasarrufu serbest bırakılarak transit ticarette hesap kapatma yükümlülüğü sona erdirilmiştir. • TCMB İptal Genelgesi: TC Merkez Bankası’nın 04.03.2008 tarih ve 2008/YB-7 sayılı Genelgesinde, 32 sayılı Kararda yapılan değişiklik ile ihracat bedellerinin tasarrufunun serbest bırakılması sonucunda ihracat taahhüt hesaplarının kapatılması yükümlülüğünün kaldırılmış olması nedeniyle konuya ilişkin görevinin kalmadığı belirtilerek 11.06.2004 tarih ve 2004/YB-43 sayılı İhracat Genelgesinin iptal edildiği bildirilmiştir. • Bakanlar Kurulu Kararı: 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair 2008/13816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile ihracat bedellerinin tasarrufu serbest bırakılmıştır. TCMB Transit Ticaret Genelgesi 24.12.2004 Tarih ve 2004/YB-107 Sayılı Genelge • Hazine Müsteşarlığı Tebliği: 28.02.2008 tarih ve 26801 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Karara İlişkin 2008-32/38 sayılı Tebliğ ile transit ticaret satış bedellerinin tasarrufu serbest bırakılarak transit ticarette taahhüt hesabı kapatma yükümlülüğüne son verilmiştir. • DTM Tebliği: 12.07.2008 tarih 26934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İhracat:2008/11 sayılı Tebliğ ile 06.06.2006 tarih ve 26190 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Transit Ticarete İlişkin 2006/6 sayılı Tebliğ yürürlükten kaldırılmıştır. • TCMB İptal Genelgesi: TC Merkez Bankasından alınan 16.07.2008 tarih ve 2008/YB-19 sayılı Genelge ile transit ticarete ilişkin görevinin kalmamış olduğu gerekçesi ile 24.12.2004 tarih ve 2004/YB-107 sayılı Transit Ticarete İlişkin Genelgenin iptal edildiği bildirilmiştir. 85 Nihayet Durukanoğlu Türkiye Bankalar Birliği tarafından sağlanan koordinasyon: Yeni uygulamayla birlikte diğer kurumlar arasındaki koordinasyon görevi Türkiye Bankalar Birliği tarafından yerine getirilmeye başlandı. Bankalar tarafından Türkiye Bankalar Birliğine yazılı olarak iletilen konular TBB nezdinde HM’nın talimatı ile kurulan “Kambiyo Mevzuatı Çalışma Grubu”nun değerlendirmesi sonrasında oluşturulan TBB görüşüyle birlikte ilgili kuruma gönderilerek talimat istenmekte ve alınan yazılı görüş TBB tarafından tüm bankalara bildirilmektedir. Diğer taraftan dış ticaretle ilgili konularda bankalara talimat vermesi gereken kurumlar (Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı, TC Maliye Bakanlığı vb) talimatlarını Türkiye Bankalar Birliği aracılığı ile bankalara göndermektedir. Türkiye Bankalar Birliği koordinasyonu ile ilgili kurumlara iletilen talepler çerçevesinde yapılan düzenlemelere aşağıda yer verilmiştir. C.2. Hazine Müsteşarlığı, Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü Genelgeleri TC Merkez Bankası tarafından yayımlanan İthalat, İhracat ve Transit Ticaret Genelgelerinin iptali ile yaşanan tereddütlerin giderilmesini teminen Türkiye Bankalar Birliği nezdinde çalışmalarını sürdüren “Kambiyo Mevzuatı Çalışma Grubu” tarafından açıklanmasına ihtiyaç duyulan konular tespit edilerek, Hazine Müsteşarlığı’na iletilmiş; ithalat, ihracat ve transit ticaret işlemlerine ilişkin usul ve esasların belirlenerek Türkiye Bankalar Birliği aracılığıyla tüm bankalara bildirilmesi talep edilmiştir. Bu çerçevede, dış ticaret işlemlerinde bankalarca uyulması gereken usul ve esaslara ilişkin olarak Hazine Müsteşarlığı, Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve Türkiye Bankalar Birliği aracılığı ile bankalara iletilen Genelgelere ilişkin özet tablo aşağıda yer almaktadır. Hazine Müsteşarlığı Tarafından Yayımlanan Genelgeler Genelge ve Talimat Açıklama 02.05.2008 Tarih ve 2008/GNL-1 İhracat, ithalat ve transit ticarete ilişkin uygulama birliğinin sağlanmasını teminen 02.05.2008 tarih ve 20139 sayılı yazıları ekinde Türkiye Bankalar Birliği aracılığıyla bankalara duyurulmuş; aynı zamanda http://www.hazine.gov.tr internet sayfasında kambiyo mevzuatı başlığı altında kamuoyu ile paylaşılmıştır. 13.08.2008 Tarih ve 2008/GNL-2 Uygulamada yaşanan sorunlara açıklık getirilmesini teminen 13.08.2008 tarih ve 36874 sayılı yazı ekinde tüm bankaların bilgilendirilmesi talebiyle Türkiye Bankalar Birliği’ne gönderilmiştir. 14.4.2009 Tarih ve16055 Sayılı Talimat 23.07.2009 Tarih ve 2009/GNL-1 • Konvertible ve konvertible olmayan döviz ayrımına son veren düzenleme sonrasında ihracat ve ithalat bedellerinin döviz veya Türk lirası olarak ödenebileceğine ilişkin talimat. • İhracat mal bedelinin ihracat öncesinde “peşin” olarak tahsil edilmesi ve karşılığında ihracatın yapılmaması halinde prefinansman hükümlerine tabi tutulacağına ilişkin düzenlemenin yürürlükten kaldırılmasından sonra, 2008/GNL-2’nin Peşin dövize ilişkin 1.6, 1.7, 1.8 inci maddelerini yürürlükten kaldıran talimat 24.7.2009 tarih ve 31546 sayılı yazı ekinde tüm bankalara iletilmesini teminen Türkiye Bankalar Birliği’ne gönderilmiştir. • Hazine Müsteşarlığı, Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan 23.07.2009 tarih ve 2009/GNL-1 sayılı Genelge halen yürürlükte bulunmaktadır. 86 Bankacılar Dergisi C.2.1. İthalat Bedelleri İle Transit Ticaret Alış Bedelinin Yurt Dışına Transferi 32 sayılı Karar, bu Karara ilişkin 2008/32-34 sayılı Tebliğ ve Hazine Müsteşarlığı tarafından buna ek olarak yapılacak düzenlemeler çerçevesinde ihracatçı ile ithalatçı arasındaki sözleşmeye ve uluslararası kurallar ile bankacılık teammüllerine göre bankalar aracılığıyla döviz veya Türk lirası olarak transfer edilir. İthalat ve transit ticaret alış bedellerinin yurt dışına 32 Sayılı Karar’ın 9. maddesinde yer alan “ithalat ve transit ticaret işlemlerine ilişkin yurt dışına döviz ve Türk lirası transferi bankalarca yapılır” hükmü gereğince bankacılık sektörü aracılığı ile transfer edilmesi gerekir. İthalat ve transit ticaret alış bedellerinin bankalarca çek düzenlenerek veya efektif olarak ödenmesi mümkün değildir. Uluslararası kurallar ifadesinden Milletlerarası Ticaret Odası (MTO) tarafından akreditifler, tahsiller, garantiler, teslim şekilleri, bankalararası rambursman kurallarına ilişkin olarak yapılan düzenlemelerin anlaşılması gerekmektedir. Uluslararası kurallara göre dış ticaret işlemleri peşin ödeme, mal mukabili, vesaik mukabili ve akreditif ödeme şekline göre gerçekleştirilmektedir. Dış ticaret işlemlerinde kambiyo taahhüt takibinin yapıldığı dönemlerde yukarıda belirtilen ödeme şekillerine ilave olarak Hazine Müsteşarlığı ve TC Merkez Bankası düzenlemeleri çerçevesinde “Özel Takas” ve “Bağlı Muamele” de ulusal mevzuatımız kapsamında ödeme şekli olarak kabul edilmekteydi. Kambiyo taahhüt takibine son verilmesiyle birlikte “Takas, Özel Takas” ile “Bağlı Muamele” ödeme şekli olmaktan çıkartılmıştır. Şu anki uygulamada dış ticaret işlemleri sadece peşin ödeme, mal mukabili, vesaik mukabili ve akreditif ödeme şekline göre gerçekleştirilmektedir. C.2.2. İhracat Bedellerinin Tahsili İhracat bedelleri, 32 sayılı Karar, bu Karara ilişkin 2008/32-34 sayılı Tebliğ ve Hazine Müsteşarlığı tarafından buna ek olarak yapılacak düzenlemeler çerçevesinde ihracatçı ile ithalatçı arasındaki sözleşmeye ve uluslararası kurallar ile bankacılık teamüllerine göre firmaların yazılı beyanına istinaden döviz veya Türk lirası olarak tahsil edilir. Transit ticaret satış bedellerinin tahsili, Hazine Müsteşarlığı’nın 23.7.2009 tarih ve 2009/ GNL-1 sayılı Genelgesi’nde transit ticaret satış bedelleri ile ilgili bir hüküm bulunmamakla beraber, TPKK hakkında 32 sayılı Karar’a İlişkin 2008-32/34 sayılı Tebliğ’in 7. maddesinde “Transit ticaret satış bedellerinin tasarrufu serbesttir” düzenlemesi yer aldığından, ihracat bedelleri ile ilgili olarak yapılmış olan düzenlemelerin transit ticaret işlemlerine de uygulanması mümkündür. C.2.1 maddesinde belirtilen ödeme şekilleri ihracat ve transit ticaret işlemleri için de geçerlidir. Daha açık bir ifadeyle ihracat ve transit ticaret işlemlerinde kullanılması gereken ödeme şekilleri peşin ödeme, mal mukabili, vesaik mukabili ve akreditif ödeme şekilleridir. C.2.2.1. Peşin Dövize İlişkin Uygulama C.2.2.1.1. Yurt Dışından Sağlanan Kredi Özelliğine Son Verilmesi İhracat gerçekleştirilmeden önce mal bedelinin peşin olarak tahsil edilmesi 32 sayılı Karar ve bu Kararla ilgili 2008/32-34 sayılı Tebliğin 8 inci maddesinde peşin döviz karşılığı ihracatın 18 aylık süre içerisinde gerçekleştirilmesi gerektiği, aksi takdirde prefinansman hükümlerine tabi tutulacağına (uygulanan istisnaların cezasıyla tahsil edilmesi) ilişkin maddesi 87 Nihayet Durukanoğlu ile 11. maddesinin 5, 6 ve 7 inci fıkraları 11.07.2009 tarih ve 27285 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/32-37 sayılı Tebliğ ile yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlükten kaldırılan “Peşin Döviz” başlıklı 8 inci madde içeriğinde, iade edilen veya süresi içinde ihracatı gerçekleştirilmeyen peşin dövizlerin prefinansman hükümlerine tabi olacağı ifade edilmektedir. Söz konusu değişiklikler gereğince, Hazine Müsteşarlığı tarafından da 23.07.2009 tarih ve 2009/GNL-1 sayılı Genelge ile İhracat ve İthalat Genelgesi güncellenerek içeriğinden peşin dövize ilişkin hükümler çıkartılmıştır. 2008/32-34 sayılı Tebliğin 8 inci maddesi ile bu Tebliğe ilişkin 2008/GNL-2 sayılı Genelgenin Peşin Dövize ilişkin maddelerinin yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte peşin ihracat bedellerinin yurt dışından sağlanan kredi olma özelliği Hazine Müsteşarlığı tarafından sona erdirilmesine rağmen TC Maliye Bakanlığı’nın aşağıda C.2.2.1.2’de yer verilen görüşüne istinaden peşin ihracat bedellerin bir yıldan önce yurtdışına iade edilmesi veya karşılığında ihracatın gerçekleştirilmemesi halinde kaynak kullanımını destekleme fonu (KKDF) mevzuatında bir değişiklik yapılmamıştır. Yurt dışından getirilen peşin döviz ihracatçı firma tarafından Türk lirası veya döviz olarak kullanılabilir. Bu durumda süre hesaplaması Türk lirası kullanımda DAB tarihinden itibaren, döviz kullanımda ise DTH’na alındığı tarihten itibaren başlatılır. C.2.2.1.2. Peşin İhracat Dövizinde KKDF Uygulaması Hazine Müsteşarlığı tarafından yukarıda belirtilen düzenleme sonrasında konuya ilişkin TC Maliye Bakanlığının Türkiye Bankalar Birliğine yönelik 10.02.2010 tarih ve 010189 sayılı yazısında yurt dışından sağlanan peşin dövizlerin; • Bir yıldan önce yurt dışına iade edilmesi veya • Karşılığında ihracatın yapılmaması durumunda peşin ihracat bedellerinin yurt dışından sağlanan kredi olarak değerlendirilmesi ve bu bedellerin Türkiye’ye getirildiği tarihten iade edildiği tarihe kadar geçen süre için geriye dönük olarak cezasıyla birlikte KKDF kesintisi yapılması gerektiği, ancak söz konusu peşin dövizin Türkiye’ye giriş tarihinden itibaren bir yıldan sonra yurt dışına iade edilmesi durumunda fon kesintisi yapılmasına gerek olmadığı bildirilmiştir. C.3. Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) Tarafından Yapılan Düzenlemeler DTM tarafından yapılan düzenlemeler üç ana başlık altında değerlendirilecektir. C.3.1. Yürürlükten Kaldırılan Tebliğler Değişen ithalat, ihracat ve transit ticaret işlemlerinde “kambiyo taahhüt hesabı” takibine son verilmesiyle birlikte ithalat, ihracat ve transit ticaret işlemleriyle bağlantılı özel işlemlerin (takas ve bağlı muamele, ticari kiralama kapsamında yapılan ihracat, vb) uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirleyen Tebliğlerin pratik olarak bir hükmü kalmamıştır. DTM tarafından düzenlenen yeni Tebliğler 12.07.2008 tarih ve 26934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve aşağıdaki tabloda belirtilen Tebliğler yürürlükten kaldırılmıştır. 88 Bankacılar Dergisi DTM Tarafından Yürürlükten Kaldırılan Tebliğler İlgili Tebliğ Tebliğe ilişkin Açıklama Yürürlükten Kaldıran Tebliğ 2006/6 Sayılı Transit Ticarete İlişkin Tebliği Transit ticarete ilişkin usul ve esaslar ile bankalarca yapılmakta olan taahhüt takibi için düzenlenmesi zorunlu olan “Transit Ticaret Formu”na ilişkin Tebliğ. 12.07.2008 tarih ve 26934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2008/11 sayılı Tebliğ ile yürürlükten kaldırılmıştır. Transit ticaret işlemlerinin Gümrük mevzuatına göre sonuçlandırılacağı belirtilmektedir. 2006/4 sayılı Takas veya Özel takas veya bağlı muameleye 12.07.2008 tarih ve 26934 sayılı Resmi Bağlı Muamele Yoluyla ilişkin yapılması gereken kambiyo Gazete’de yayımlanan 2008/10 sayılı Yapılacak İhracata takibine ilişkin usul ve esasları Tebliğ ile yürürlükten kaldırılmıştır. İlişkin Tebliğ açıklayan Tebliğ. Takas veya bağlı muamele yoluyla yapılacak işlemler gümrük mevzuatına göre sonuçlandırılır. 2006/3 Sayılı Ticari Ticari kiralamaya ilişkin işlemlerin 12.07.2008 tarih ve 26934 sayılı Resmi Kiralama Yoluyla nasıl yapılacağını açıklayan Gazete’de yayımlanan 2008/9 sayılı Yapılacak İhracata Tebliğ. Tebliğ ile yürürlükten kaldırıldı.Ticari kiralamaya ilişkin işlemlerin gümrük İlişkin Tebliği mevzuatı çerçevesinde yapılacağı hüküm altına alınmıştır C.3.2. İhracat Yönetmeliği’nde yapılan Değişiklikler 12.07.2008 tarih ve 26934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ihracat yönetmeliğinde değişiklik yapan yönetmelik ile takas, bağlı muamele, ticari kiralama, transit ticaret ve benzeri işlemlere tanım olarak yer verilmiş ve işlemlerin gümrük mevzuatına göre sonuçlandırılması gerektiği açıklanmıştır. Özellikli işlemlerde bankaların sorumluluğunu ortadan kaldıran yeni uygulamayla birlikte uluslararası uygulamalara paralel bir yöntem benimsenmiştir. İhracat yönetmeliğinde yer verilen ve dış ticaret işlemlerine konu edilen tanımlar ile yönetmelikten çıkarılan işlemler için hazırlanan tablo aşağıda sunulmuştur. İhracat Yönetmeliğinde Yer Alan Tanımlar İşlem Türü Açıklama Bağlı Muamele (4/a maddesi) • İkiden fazla taraf arasında yapılan takas işlemini ifade eder. • Dış ticaret, KKDF ve gümrük mevzuatı çerçevesinde sonuçlandırılacaktır. • KKDF’ye ilişkin sorumluluk Gümrük Müsteşarlığına aittir. Takas (4/l maddesi) • İthal ve ihraç edilen mal ve hizmet bedelinin kısmen veya tamamen mal, hizmet veya döviz ile karşılanması işlemini ifade eder. • Dış ticaret, KKDF ve gümrük mevzuatına göre sonuçlandırılır. • KKDF’ye ilişkin sorumluluk Gümrük Müsteşarlığına aittir. Ticari Kiralama (4/m maddesi) • Malların kira bedeli karşılığı belirli bir süre kullanılmak üzere geçici olarak Türkiye gümrük bölgeleri dışına veya serbest bölgelere çıkarılmasını ifade eder. • Gümrük mevzuatı çerçevesinde gümrük müdürlükleri tarafından verilecek izin çerçevesinde sonuçlandırılır. • 4458 sayılı Gümrük Kanunu gereğince malın geçici olarak yurt dışına çıkması için verilebilecek süre 3 yıl ile sınırlıdır. Bu sürenin ihtiyaç duyulması halinde sonradan uzatılması mümkündür. 89 Nihayet Durukanoğlu Transit Ticaret (4/n maddesi) • Yurt dışında veya serbest bölgelerde yerleşik bir firmadan yada antrepodan satın alınan malın ülkemiz üzerinden transit olarak veya doğrudan doğruya yurt dışına veya serbest bölgede yerleşik bir firmaya veya antrepoya satılmasını ifade eder. • Gümrük mevzuatı çerçevesinde Transit Ticaret Rejimine göre gerçekleştirilir. • Gümrük işlemleri ilgili gümrük müdürlükleri tarafından “Transit Ticaret Beyannamesi” düzenlenerek sonuçlandırılır. Kredili İhracata İlişkin Düzenleme • İhracat Yönetmeliği’nde, ihracat bedelinin Kambiyo mevzuatına ilişkin kısıtlayıcı sürelerden (180 gün, 270 gün ve 365 gün) daha uzun sürede yurda getirilmesine imkan sağlayan kredili ihracat işlemine, 12.07.2008 tarih ve 26934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İhracat Yönetmeliği’nde yer verilmeyerek yürürlükten kaldırılmıştır. C.3.3. DTM’nin İzni Alınarak Yapılması Gereken İşlemler C.3.3.1. Kıbrıs Rum Kesimi İle Ticaret Kıbrıs Rum Kesimi’ne yapılacak ithalat işlemlerinde uyulması gereken usul ve esaslar yürürlükten kaldırılan 23.06.2004 tarih ve 2004/YB-50 sayılı TCMB İthalat Genelgesinin 1.10 maddesinde aşağıda belirtilen şekilde ifade edilmekteydi. “Malın getirileceği, transferin yapılacağı, menşe ülke ile yükleme ve aktarma yapılacak ülkenin Kıbrıs Rum Kesimi olması halinde bu ülkeye doğrudan veya dolaylı yapılacak transfer talepleri bankalarca doğrudan DTM’ye iletilerek alınacak talimata göre işlem yapılır.” TCMB’nın ithalata ilişkin Genelgesinin yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte uygulamada herhangi bir tereddütün yaşanmaması için konu Türkiye Bankalar Birliği tarafından Dış Ticaret Müsteşarlığı’na sorulmuş ve alınan 05.06.2008 tarih ve 22561 sayılı cevabi yazılarında, TCMB’nın İthalat Genelgesinin iptal edilmesinin sadece konuya ilişkin olarak TCMB tarafından bankalara verilen talimatın iptaline ilişkin olduğu ve mevcut uygulamada herhangi bir değişiklik yapılmayacağı belirtildiğinden bankalarca Kıbrıs Rum Kesimi’ne yapılacak ithalat işlemleri sırasında yukarıda yer verilen mülga TCMB İthalat Genelgesine uygun işlem yapılmaya devam edilecektir. C.3.3.2. Kamu Kurumlarınca Yapılacak İthalat Kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılacak ithalata ilişkin uyulması gereken usul ve esaslar TCMB tarafından yürürlükten kaldırılan 23.06.2004 tarih ve 2004/YB-50 sayılı Genelge’de aşağıda açıklanan şekilde ifade edilmekteydi. “Teslim ve ödeme şekli ile bu hususlarda yapılacak değişiklikler, uluslararası kurallar ile bankacılık uygulamalarına göre yeni teslim veya ödeme şeklinin şartlarına uygun olması kaydıyla alıcı ve satıcı tarafından serbestçe belirlenir. Ancak, Kambiyo Mevzuatı Müdürlüğü’müzün görünmeyen işlemlere ilişkin genelgesinde belirtilen kamu kurum ve kuruluşlarının (NATO ithalatı hariç) akaryakıt (ham petrol ve petrol ürünleri), hububat, gübre, fosfat kayası, asitler, demir cevheri ve kömür ithali için CFR, CIF vb. teslim şekillerine göre yapılacak akreditif açtırma veya diğer ödeme şekillerine ilişkin transfer taleplerinde navlun (taşıma) ile ilgili olarak DTM ’nin izni aranır.” TCMB’nın ithalata ilişkin uygulama talimatını iptal etmesinden sonra aynı uygulamaya devam edilip edilemeyeceği konusu Türkiye Bankalar Birliği üzerinden Dış Ticaret Müsteşarlı90 Bankacılar Dergisi ğı İthalat Genel Müdürlüğüne intikal ettirilerek konuya ilişkin uygulama birliğinin sağlanmasını teminen yazılı talimat talep edilmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından Türkiye Bankalar Birliğine gönderilen 10.06.2008 tarih ve 23177 sayılı cevabi yazıda, TCMB talimatının sadece ilgili mevzuat konusunda bankalara bilgi verilmesine yönelik olduğu, kamu kurum ve kuruluşlarının ithalatına ilişkin yukarıda belirtilen uygulamada kurumları nezdinde bir değişiklik olmadığı ve mevcut uygulamaya aynen devam edileceği belirtilmiştir. Bu çerçevede bankalarca kamu kurum ve kuruluşlarının (NATO ithalatı hariç) akaryakıt (ham petrol ve petrol ürünleri), hububat, gübre, fosfat kayası, asitler, demir cevheri ve kömür ithali için CFR, CIF vb. teslim şekillerine göre yapılacak akreditif açtırma veya diğer ödeme şekillerine ilişkin transfer taleplerinde navlun (taşıma) ile ilgili olarak DTM ’nin izni aranarak işlem yapılmaya devam edilecektir. DTM izni olmadan bankalarca kamu kurum ve kuruluşları adına CIF, CFR vb teslim şekillerine göre akreditif açılmayacak ve mal bedeli transferi yapılmayacaktır. C.4. Gümrük Müsteşarlığı Tarafından Yapılan Düzenlemeler 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile buna ilişkin gümrük yönetmeliğinde, gümrük beyannamelerinin ekinde yer alması gereken belgelerin elektronik ortamda gümrük müdürlüklerine sunulabileceği şeklinde değişiklik yapılmıştır. Gümrük beyannameleri (GB) en geç 01.01.2011 tarihinden itibaren elektronik beyanname olarak düzenlenmeye başlanarak aşağıda belirtilen şekilde işlem yapılacaktır. Gümrük Kanununda Yapılan İki Önemli Değişiklik • Gümrük beyannamelerinin elektronik imza (e-imza) ile imzalanması. • GB ekinde yer alan tüm belgelerin (kamu ve özel sektör tarafından düzenlenen) gümrük işlemleri sırasında gümrük idarelerine elektronik ortamda sunulabilmesi. 01.01.2011 tarihinden itibaren Gümrük Müsteşarlığı tarafından başlatılacak yeni uygulama ile ihracatçı ve ithalatçı firmalara ıslak imzalı kağıt GB verilemeyecektir. İthalata ilişkin belgeler: Bankalarca düzenlenen ve gümrük beyannamesi ekinde yer alan belgeler aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. İthalatla ilgili olarak bankalarca düzenlenen ancak gümrük beyannamesi ekinde yer almayan diğer bir önemli belge ithalat işlemleri nedeniyle gümrük müdürlüklerine hitaben verilen banka teminat mektuplarıdır. İhracata ilişkin belgeler: İhracat işlemleri nedeniyle bankalarca düzenlenen ve GB ekinde yer alması gereken bir belge bulunmamaktadır. Bankacılık sektörü yukarıda belirtilen belgelerin elektronik ortamda üretilmesini ve Gümrük Müsteşarlığı tarafından istenecek formatta gümrük idarelerine sunulmasını sağlayabilecek teknik alt yapıya sahiptir ve Gümrük Müsteşarlığı ile çalışmalara devam edilmektedir. Diğer taraftan ihracatın finansmanı için bankalarca ihracattan önce ihracatçı, imalatçıihracatçı ve tedarikçi firmalara kullandırılan “Belgesiz İhracat Kredileri”nin taahhütlerinin kapatılması için GB’nin orijinal mükellef nüshasının kredi kullandırım tarihinden itibaren 91 Nihayet Durukanoğlu 24 aylık kredi süresi içerisinde bankalara ibraz edilmesi ve kredi taahhüdünün kapatılması gerekmektedir. İthalata ilişkin Bankalarca Düzenlenecek Belgeler 1.Transfer Bildirim Formu-TBF, ithalattan önce mal bedelinin yurt dışına transfer edildiğini gösteren bir belge olup KKDF ödenmeden malın serbest dolaşımına girişini sağlar. 2.Vadeli İşlem Bildirim Formu-VİBF, mal bedelinin malın serbest dolaşıma girişinden sonra ödenmesine imkan sağlayan vadeli ithalatta (mal mukabili, kabul kredili ve vadeli akreditif ödeme şekli) düzenlenir. 3. Vadeli işleme ilişkin faiz ve masraf bildirimi, ithalattan sonra vadeli işlemlere ilişkin faiz ve masrafların yurt dışına transfer edilmesi durumunda transfer yapan bankanın ithalatın yapıldığı gümrük idaresine yazılı olarak bilgi vermesini sağlar. 4. Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu (KKDF) dekontu, vadeli ithalatta KKDF’nin ithalden önce bankalara ödendiğini gösteren bir dekonttur. Türkiye Bankalar Birliği tarafından başlatılan ve Gümrük Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve TC Merkez Bankası ile birlikte yürütülen proje kapsamında 01.01.2011 tarihinden itibaren belgesiz ihracat kredi taahhütlerinin elektronik ortamda kapatılmasına imkan sağlayacak çalışmalar devam etmektedir. Bu projenin hayata geçirilmesinden sonra ihracatçı firmalar ihracatın yapıldığını belgeleyen GB’nin tarih ve numarasını yazılı olarak kredi kullandıkları bankalara beyan edecek ayrıca kağıt nüshasının ibrazına gerek kalmadan kredi taahhüdünün elektronik ortamda kapatılması mümkün hale gelecektir. C.4.1. İthalat Nedeniyle Gümrük Müdürlüklerine Verilen Banka Yazıları İthalat bedellerinin ithalattan önce ödenmesini gerektiren ödeme şekillerinde (peşin ödeme, vesaik mukabili ödeme ve vesaik ibrazında ödemeli akreditif-sight l/c) ithalat bedelinin en geç gümrük beyannamesi tescil tarihinde (bu tarih dahil) ithalatçı firma tarafından bir banka aracılığıyla ödenmesi ve bu ödemenin gerçekleştiğini gösteren banka yazısının da ithalat sırasında gümrük idaresine ithalatçı firma tarafından belgelenmesi gerekmektedir. Bankalar arasında uygulama birliğinin sağlanmasını teminen Türkiye Bankalar Birliği ve Gümrük Müsteşarlığı arasında yürütülen çalışma sonucunda aşağıda belirtilen bir örnek formlar oluşturulmuş ve Gümrük Müsteşarlığı tarafından bir yazı ekinde tüm gümrük ve muhafaza müdürlüklerine gönderilerek bu örneklere uygun banka yazılarının işleme alınması konusunda talimat verilmiş ve Türkiye Bankalar Birliği aracılığı ile bankalar da bilgilendirilmiştir. a) “Transfer Bildirim Formu” Peşin ödeme, vesaik mukabili ve vesaik ibrazında ödemeli akreditifler için düzenlenecektir. b) “Vadeli İşlem Formu” Mal mukabili, kabul kredili ve vadeli akreditif ödeme şekilleri için düzenlenecektir. Yukarıda belirtilen banka yazılarının ilgili gümrük idarelerine gönderilirken ithalat işlemine ilişkin olarak tahsil edilen komisyon, masraf ve faiz tutarlarının da söz konusu yazılar üzerinde belirtilmesi gerekmektedir. Komisyon, masraf ve faiz tutarlarının gümrük vergisi, KDV, ÖTV’nin matrahlarına dahil edilmesi gereken kalemler arasında yer alması nedeniyle bankalarca ithalatçı firmadan tahsil edilen bu tutarların da açık ve net bir şekilde banka yazıları üzerinde belirtilmesi bankaların sorumluluğundadır. 92 Bankacılar Dergisi C.4.2. Vadeli İthalatta KKDF Uygulaması Mal mukabili, kabul kredili ve vadeli akreditif ödeme şekline göre gerçekleştirilen ithalat, vadeli ithalat kapsamına girdiğinden bu ödeme şekillerine göre yapılan ithalatta Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu (KKDF) mevzuatı gereğince en geç gümrük beyannamesi tescil tarihinde KKDF’nin bankalara ödenmesi gerekmektedir. Gümrük Müsteşarlığı’nın Türkiye Bankalar Birliği’ne muhatap 07.01.2010 tarih ve 00408 sayılı ve 18.03.2010 tarih ve 06034 sayılı yazıları ile KKDF tahsilatına ilişkin dikkat edilmesi gereken hususlara açıklık getirilmiştir. KKDF tahsilatında ve mal bedelinin yurt dışına transferinde uygulanacak valör konusunda bankalarca dikkat edilmesi gereken hususlar aşağıda sunulmuştur. C.4.2.1. KKDF Tahsilatında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar KKDF Tahsilatında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar Yasal Dayanak Gümrük Müsteşarlığı’nın Türkiye Bankalar Birliği’ni muhatap 07.01.2010 tarih ve 00408 sayılı ve 18.03.2010 tarih ve 06034 sayılı yazıları. İthalatçının Sorumluluğu İthalatçı firmanın KKDF’nu gümrük beyannamesinin tescil tarihinden önce veya en geç tescil tarihinde olmak üzere bir bankaya yatırmış olması KKDF sorumluluğuna ilişkin yükümlülüğünün yerine getirilmesi için yeterlidir. Transferde Uygulanacak Valör İthalat bedelinin, transferin yapıldığı ülkedeki 2 iş günlük valör dikkate alınarak bir banka tarafından satıcıya transfer edilmesi gerekir. Bankaların Sorumluluğu İthalat bedelinin, transferin yapıldığı ülkedeki 2 iş günlük valör dikkate alınarak bir banka tarafından satıcıya transfer edilmesi gerektiğinden transferin yapıldığı ülkedeki 2 iş günlük valör süresi aşılarak transferin yapılması durumunda ise KKDF’nin ödenmesinden transferi yapan banka sorumlu olacaktır. Banka Yazılarında Valör Tarihinin Belirtilmesi Banka yazılarında yapılan transfere ilişkin verilen valör tarihinin belirtilmesine gerek yoktur. GB Tescil Tarihinden Önce 2 İş Günlük Valörün Aşılması Bankalarca yapılan transferlerde hem transfer tarihinin hem de valör tarihinin GB tescil tarihinden önce olması durumunda 2 iş günlük valör aşılmış olsa bile KKDF doğmayacaktır. Örneğin, transfer tarihi 01.06.2010, valör tarihi 08.06.2010 olan bir işlemde, gümrük beyannamesi tescil tarihinin de 11.06.2010 olması durumunda 2 iş günlük valör aşılmış olsa bile KKDF doğmayacaktır. İthalat bedelleri için bankalarca yurt dışına yapılan transferlerde transferin yapılacağı banka ülkesindeki iş günü dikkate alınarak valör verilecektir. Valör Hesaplamasında Hangi Ülke İş Günü Dikkate Alınacak Örneğin, transfer tarihi 04.06.2010 olan bir işlemde iki iş günlük valör tarihi olan 08.06.2010 tarihi transfer ülkesinde tatil ise bir sonraki gün yani 09.06.2010 tarihi valör olarak verilebilecek ve KKDF doğmayacaktır. 93 Nihayet Durukanoğlu 32 sayılı Karara ilişkin 2008-32/34 sayılı Tebliğ’in 15 inci maddesinde Valöre İlişkin Süre Hesaplaması “Süreler gün olarak ifade edilmiş bulunduğu takdirde ilk gün (işlemin yapıldığı gün) hesaba katılmaz. Günler ertesi günden hesaplanmaya başlanır ve süre son günün çalışma saati sonunda biter” yer alan ifade gereğince gün olarak yapılan süre hesaplamalarında işlemin yapıldığı gün süre hesaplamasına dahil edilmeyeceğinden, transferi yapan bankaca verilecek valör tespit edilirken süre, transferin yapılığı gün hesaplamaya dahil edilmeden bir sonraki iş gününden başlatılacaktır. • TC Maliye Bakanlığı’nın Gümrük Müsteşarlığı’na yönelik 11.01.2010 tarih ve 002611 sayılı yazılarında belirtildiği şekilde peşin ödeme, vesaik mukabili ödeme ve akreditif (vesaik ibrazında ödemeli) ödeme şekline göre yapılan ithalatta; ithalat bedelinin en geç gümrük beyannamesi tescil tarihinden önce veya en geç 2 İş Günlük Valör Uygulaması aynı tarihte ithalatçı firma tarafından bankaya ödenmesi gerekir. Yapılacak Ödeme Şekilleri • Vadeli akreditif, mal mukabili ve kabul kredili ödeme şekillerine göre yapılan ithalata ilişkin transferlerde 2 iş günlük valör aşılabilir. Çünkü bu ödeme şekillerine göre yapılan ithalatta KKDF ödenerek malın serbest dolaşıma girişine izin verilir. C.4.2.2. Özel Takas ve Bağlı Muamelede KKDF Uygulaması Yapılan yeni düzenlemede Özel Takas ve Bağlı Muamele’nin ödeme şekli olmaktan çıkarılarak sadece ticaret şekli olarak yer verilmiş olması nedeniyle, bağlı muamele ve özel takas kapsamında ithalatın ihracattan önce yapılması durumunda ihracatın gerçekleşip gerçekleşmediğinin takip edilmesi gereğinden hareketle bu kapsamda gerçekleştirilen işlemlere uygulanacak KKDF muafiyetinden ve bunun takibinden tamamen işlemi yapan gümrük müdürlükleri sorumlu olacaktır. Çünkü Özel Takas ve Bağlı Muamele ödeme şekillerine göre gerçekleştirilen ithalat işlemlerinin KKDF’den muaf olacağına ilişkin TCMB 09.03.1999 tarih ve 99/1 sayılı ve 01.07.1999 tarih ve 99/2 sayılı talimatları halen yürürlükte bulunmaktadır. Bankaların kambiyo taahhüt takibine ilişkin sorumluluğu kalmadığından “Özel Takas” ve “Bağlı Muamele” ödeme şekillerine göre ihracat işleminden önce tescil edilen ithalat gümrük beyannamelerine uygulanan KKDF muafiyetinden Gümrük Müsteşarlığı sorumlu olacaktır. Diğer taraftan “Özel Takas” ve “Bağlı Muamele” işlemlerinde önce ihracat işleminin gerçekleştirilmiş olması durumunda ithalata ait GB üzerine ihracata ilişkin GB’nin tarih ve numarası kaydedilerek ilişkilendirilmesi halinde KKDF doğmayacaktır. Çünkü ihracat gerçekleştirilmiş olduğundan ihracatın gerçekleştirilmesi şartına bağlı olarak uygulanan KKDF muafiyeti için gereken koşul yerine getirilmiş olacaktır. Bu hususun ihracata ilişkin gümrük beyannamesi ile ithalatın yapıldığı gümrük müdürlüğüne belgelenmesi gerekir. D. Kambiyo Mevzuatında Yapılan Değişiklikler D.1. Konvertibl Konvertibl Olmayan Döviz Ayrımına Son Verilmesi Türk Parası Kıymetini Koruma (TPKK) Hakkındaki 32 sayılı Karar’da 10.3.2009 tarihinde yapılan değişiklik; bu Karara ilişkin 2008/32-34 sayılı Tebliğ’de değişiklik yapan 200932/36 sayılı Tebliğin 02.04.2009 tarih ve 27188 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanması ve 94 Bankacılar Dergisi son olarak da bu paralelde TCMB’nın I-M sayılı Genelgesinin değiştirilerek 14.4.2009 tarih ve 27200 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olmasıyla birlikte bankalarca gerçekleştirilen kambiyo ve dış ticaret işlemlerinin Merkez Bankası tarafından belirlenen konvertıbl dövizlerle gerçekleştirilmesi uygulamasına son verilmiş oldu. Kambiyo ve dış ticarete ilişkin ödemelerin herhangi bir döviz cinsi ayırımı olmaksızın yapılmasına imkan sağlayan mevzuata ilişkin tüm değişikliklerin karşılaştırmalı (eski-yeni) özetine aşağıdaki tabloda yer verilmiştir. Konvertibl-Konvertibl Olmayan Döviz Ayrımına İlişkin Yapılan Yeni Düzenleme 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu Hakkında 32 sayılı Karar’da yer alan; 32 Sayılı Karar’da Yapılan Değişiklik • “Dövize ilişkin işlemlerin Merkez Bankasınca belirlenen konvertibl dövizler üzerinden yapılacağı” ve • ‘’Konvertibl olmayan dövizlerin alış ve satışında uygulanacak esasların Merkez Bankası tarafından belirleneceği” hükümleri 10.3.2009 tarih ve 27165 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/14764 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlükten kaldırılarak, bunun yerine “Merkez Bankası’nın kendi işlemlerinde kullanacağı konvertibl dövizleri belirleyeceği” hükmü yürürlüğe konulmuştur. 32 Sayılı Karara İlişkin Tebliğde Yapılan Değişiklik 32 Sayılı Karara ilişkin 2008-32/34 sayılı Tebliğ’de yer alan “konvertibl olan ve konvertibl olmayan dövizler Merkez Bankası’nca tespit edilir.” hükmü 2009-32/36 sayılı Tebliğ ile yürürlükten kaldırılmıştır. TC Merkez Bankası’nın I-M sayılı Genelge’sinde yer alan TCMB I-M Sayılı Genelgede Yapılan Değişiklik “bankaların sadece konvertibl dövizler üzerinden işlem yapabileceği” şeklindeki uygulama Genelge içeriğinden çıkartılmıştır. Yapılan bu değişiklik ile bankalara konvertibl olmayan her türlü döviz cinsi üzerinden de işlem yapabilme imkanı getirilmiştir. 2008/GNL-2 sayılı İhracat ve İthalat Genelgesi’nin Hazine Müsteşarlığı’nın 2008/Gnl-2 Sayılı Genelgesinde Yapılan Değişiklik TCMB’nca 14.04.2009 Tarihinden İtibaren Gösterge Niteliğindeki Bazı Kurların Bilgi Amaçlı Olarak Yayınlanması • “1.1 İhracat Bedellerinin Tahsili” ile • “2.1 İthalat Bedelleri” başlıklı maddelerindeki “.....TCMB tarafından alım ve satımı yapılan konvertibl dövizler...” ifadesi çıkartılarak ihracat, transit ticaret ve ithalat bedellerinin döviz ve TL olarak ödenebileceği hükme bağlanmıştır. Yapılan bu değişiklikle bankalarca konvertibl olmayan dövizler üzerinden de kambiyo ve dış ticarete ilişkin işlemler gerçekleştirilebilecektir. Kambiyo mevzuatında yapılan önemli değişiklikler sonrasında,TC Merkez Bankası iki tip döviz kuru yayınlamaya başlamıştır. • TCMB tarafından alım ve satımı yapılan döviz kurları; sadece Merkez Bankası tarafından yapılacak işlemlere ilişkin dövizlerin alım ve satım fiyatlarının belirlenerek kamuoyuna duyurulmasıdır. • Merkez Bankası yarım iş günlerinde gösterge niteliğinde kur belirlenmeyeceğini de açıklamıştır. 95 Nihayet Durukanoğlu • TCMB tarafından alım ve satımı yapılmayan dövizlere ilişkin gösterge niteliğindeki kurlar; kamuoyunun Merkez Bankası tarafından alım ve satımı yapılmayan bir kısım dövizlerin Türk lirası karşılıklarına ihtiyacı olabileceği düşüncesinden hareketle, sadece bilgi amaçlı olmak üzere 14.04.2009 tarihinden itibaren her iş günü günlük olmak üzere yayımlanmasına Merkez Bankası tarafından karar verilmiştir. • Gösterge niteliğindeki dövizlere ilişkin kur bilgilerine Merkez Bankası internet sayfasından Veriler/Döviz Kurları bölümünden ulaşılması mümkün bulunmaktadır. D.2. Sermaye Hareketleri Talimatında Değişiklik D.2.1 Döviz Geliri Olmayanlara Ticari ve Mesleki Amaçlı Döviz veya Dövize Endeksli Kredi (Dek) Kullandırımı Döviz kredilerinin kullandırımına ilişkin bankacılık ve reel sektörün uzun zamandır beklediği değişiklik 16.06.2009 tarih ve 27260 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/15082 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile gerçekleştirilmiştir. Yapılan bu düzenleme ile Türkiye’de faaliyet gösteren bankalarca Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar çerçevesinde döviz kredisi kulandırımı kısmen serbest hale getirilmiştir. Getirilen diğer önemli değişiklik ise Dövize Endeksli Kredi (DEK) tanımına 32 Sayılı Karar içerisinde yer verilmiş olmasıdır. Türkiye’de faaliyet gösteren bankalarca Türkiye’de yerleşik kişilere kullandırılacak döviz ve/veya dövize endeksli kredilerine ilişkin usul ve esaslarda değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişikliğin karşılaştırmalı özetine aşağıda yer verilmiştir. D.2.2. Eski Uygulama D.2.2.1. Yurt İçinden Döviz Kredisi Kullanımı Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar tarafından Türkiye’de yerleşik gerçek kişi(tüketiciler) ve tüzel kişilere (ticari kuruluşlar) aşağıda belirtilen seçenekler doğrultusunda kredi kullandırılabilmekteydi. Döviz geliri olan tüzel (firmalar) kişiler Döviz geliri (ihracat, turizm, müteahhitlik vb) olan firmalar (tüzel kişi) döviz kredisi veya dövize endeksli kredi (DEK) kullanabiliyordu. Döviz geliri olmayan tüzel (firmalar) kişiler Döviz geliri olmayan firmalar döviz kredisi kullanamıyor buna karşın DEK kullanabiliyordu. Tüketici konumundaki gerçek kişiler Tüketici konumundaki gerçek kişiler ise döviz kredisi kullanamıyor ancak dövize endeksli kredi kullanabiliyordu. D.2.2.2. Yurt Dışından Döviz Kredisi Kullanımı Yurt içindeki bankalardan döviz veya DEK kullanımında bazı kısıtlamalar olmasına rağmen, döviz geliri olan veya olmayan Türkiye’de yerleşik firmalar yurt dışından ticari veya mesleki faaliyetleri nedeniyle herhangi bir meblağ veya vade sınırlaması olmaksızın döviz kredisi temin edebiliyordu. 96 Bankacılar Dergisi Dünya genelinde ve ülkemizde yaşanmakta olan ekonomik durgunluğun aşılmasına katkı sağlamak üzere gerçekleştirilen bir dizi ekonomik önlem içerisinde yer alan en önemli hususlardan birisi bankaların döviz kredisi ve DEK kullandırmalarının önündeki sınırlamaların bazı koşullara bağlanarak kaldırılmış olmasıdır. D.3. Yapılan Yeni Düzenleme 16.06.2009 tarih ve 27260 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/15082 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve buna ilişkin 32 Sayılı Karar’da yapılan değişiklik ile bankaların döviz kredisi kullandırımına esneklik getirilmiştir. Yapılan yeni düzenleme ile getirilen iki önemli husus aşağıda belirtilmiştir. D.3.1. Ticari ve Mesleki Amaçlı Olmak Üzere Döviz Geliri Olmayanlara Döviz Kredisi Kullandırılması Yeni düzenleme ile döviz geliri olmayanlara da döviz kredisi kullandırılabilmesine olanak sağlanmıştır. Bu çerçevede; a) Türkiye’de yerleşik tüzel kişilerin, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalardan, teminat olarak döviz mevcudu (mevduat hesabı veya 32 Sayılı Kararda belirtilen nitelikte yabancı para menkul kıymet) bulundurmak kaydıyla döviz kredisi kullanmalarına izin verilmiştir. Bankalardaki döviz mevcudunun, kredi kullanmak isteyen kişiler tarafından kredi kullandıran bankaya rehin veya temlik sözleşmesi ile belgelenmesi gerekmektedir. b) Türkiye’de yerleşik tüzel kişiler, kredinin ortalama vadesi 1 yıldan uzun ve kredi meblağı en az 5 milyon ABD doları olması kaydıyla bankalardan döviz kredisi kullanabilecektir. Bu kredilerin teminatı için bankalarda döviz mevcudu bulundurma mecburiyeti yoktur. Uygulamaya ilişkin TC Merkez Bankası tarafından yayınlanan 22.06.2009 tarih ve 2009/YB-22 sayılı Genelge’nin 2 inci maddesinde belirtildiği üzere bankalarca Türkiye’de yerleşik kişilere ortalama vadesi bir yıldan uzun olmak üzere 5 milyon ABD doları ve üzerinde açılacak döviz kredilerinin dilimler halinde kullandırılması durumunda kredi vadesinin ortalama bir yıldan uzun olması ve ilk dilim kredi meblağının en az 5 milyon ABD dolarından az olmaması gerekir. Diğer taraftan, bu kapsamda kullanılacak kredilerden tüketici konumundaki gerçek kişilerin de yararlanması mümkün olup, herhangi bir amaç kapsamında kredi kullanımı sözkonusu olabilecektir. Örneğin şirket sahibi gerçek kişinin ihtiyaç duyması halinde Türkiye’de faaliyet gösteren bir bankadan konut alımının finansmanı amacıyla döviz kredisi kullanması mümkündür. D.3.2. Türkiye’de Yerleşik Gerçek Kişilerin (Tüketicilerin) Döviz Kredisi ve Dövize Endeksli Kredi (DEK) Kullanmasının Yasaklanması Türkiye’de yerleşik gerçek kişilerin 32 Sayılı Karar’ın 17/b ve 17/e bentlerinde sayılan haller haricinde (ticari ve mesleki amaçlı hariç) yurt içinden ve yurt dışından döviz kredisi, DEK kredi kullanmaları ile yurt dışından Türk Lirası kredi kullanmaları yasaklanmıştır. Kısacası gerçek kişiler tüm kredi ihtiyaçlarını sadece Türkiye’de faaliyet gösteren bankalardan Türk lirası olarak temin edebileceklerdir. Buradaki amaç, döviz geliri olmayan gerçek kişilerin kur artışları nedeniyle katlanmak zorunda kalacakları kur riskinin ortadan kaldırılması ve bankalarca kredi risk takip ve yönetiminin daha sağlıklı bir şekilde yapılmasıdır. 97 Nihayet Durukanoğlu Bu çerçevede 16.06.2009 tarihinden itibaren Türkiye’de yerleşik gerçek kişiler (tüketici) yurt içinden ve yurt dışından döviz kredisi ve DEK alması mümkün olamayacağı gibi 16.06.2009 tarihinden önce Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar tarafından Türkiye’de yerleşik gerçek kişilere açılan dövize endeksli kredi vadelerinin de uzatılması mümkün olamayacaktır. Döviz kredilerinin kullandırımı: Döviz kredilerinin kullandırımına ilişkin temel mantık değişmemiş olup, döviz kredileri yurt dışına döviz ödemesi gerektiren işlemler (mal ve hizmet ithalatı bedeli vb) için döviz, Türkiye’deki ödemeler için ise Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından belirlenecek haller dışında Türk lirası olarak kullandırılması zorunludur. Daha açık bir ifadeyle yurtiçi kullanımlarda döviz kredilerinin muhasebe kaydı ile faiz tahakkuku döviz üzerinden yapılacak ancak kredinin kullandırımı Türk lirası olarak gerçekleştirilecektir. Yapılan yeni düzenleme sonrasında Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar tarafından Türkiye’de yerleşik kişilere (“tüzel-firmalar”, “gerçek-tüketiciler”) açılacak kredilerin detayına geçmeden önce bankalarca kullandırılacak kredi türlerinin açıklamasına aşağıdaki tabloda yer verilmiştir. Bankalarca Açılabilecek Kredi Türleri • Muhasebe kayıtları ile faiz tahakkuku yabancı para cinsinden yapılır. • Kredi kullandırımı Türk lirası olarak gerçekleştirilir. • Kredi kullanımı ve geri ödemesi nedeniyle Döviz Alım Belgesi (DAB) ve Döviz Satım Belgesi (DSB) düzenlenmez. Döviz Kredisi • Yapılacak ödemeye ilişkin kur banka ve krediyi kullanan arasında serbestçe belirlenir. • Geri ödeme yabancı para veya Türk lirası olarak yapılır. • Kur farkı riski kredi kullanan tarafa aittir. Dövize Endeksli Kredi (DEK) • Muhasebe kayıtları, faiz tahakkuku ve kredi kullandırımı Türk lirası yapılır. • Ancak ana para ve faiz geri ödeme tablosu yabancı para gösterilmekle beraber geri ödeme vadesinde döviz karşılığı Türk lirası olarak yapılır. • Geri ödeme nedeniyle bankaya yapılan döviz ödemenin Türk lirasına dönüşümü nedeniyle DAB düzenlenmesi gerekir. • Kur farkı riski kredi kullanan tarafa aittir. • Kredi kullandırımına ilişkin kur firma ile banka arasında belirlenir. • 32 Sayılı Karar’da yapılan bu değişiklik ile DEK tanımına yer verilerek yasal mevzuatta yer alması sağlanmış oldu. Önceki düzenlemelerde DEK tanımına yer verilmemektedir. Türk Lirası Kredi • Muhasebe kaydı, faiz tahakkuku ile kredi kullandırımı ve kredinin geri ödemesi Türk lirası olarak yapılır. • Türk lirası kredilerde kur riski doğmaz. 32 sayılı Kararda yapılan değişiklik sonrasında bankalarca kullandırılabilecek döviz kredilerine ilişkin eski ve yeni esasların karşılaştırmalı özet bilgisi aşağıdaki tabloda sunulmuştur. 98 Bankacılar Dergisi Karşılaştırmalı Tablo • En önemli değişiklik ihracat kredilerinde 18 aylık vade sınırlamasının kaldırılmış olmasıdır. Kredi taahhüdünün yapılacak ihracat ile kapatılmasına ilişkin düzenlemede de değişiklik yapılarak taahhüt kapama süresi 18 aydan 24 aya çıkartılmıştır. • Vergi istisnasından yararlanmak isteyen firmaların 24 aylık süre içerisinde ihracatı gerçekleştirerek ilgili gümrük beyannamesini Döviz Geliri Olan Firmalara kredi kullandıran bankaya ibraz etmesi gerekir. Döviz Kredisi Açılması • Aksi takdirde faiz ve masraf/komisyon tutarları üzerinden alınması gereken Banka Sigorta Muamele Vergisinin (BSMV) İhracat, İhracat Sayılan Satış ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsiline ilişkin Kanun Teslimler İle Döviz Kazandırıcı kapsamında cezasıyla birlikte ödenmesi gerekir. Hizmet ve Faaliyetlerin Finansmanı • 24 aydan uzun vadeli döviz kredisi kullanan firmalar 24 ayı aşan sürede teşvik unsurlarından faydalanmayacak ve krediye tahakkuk ettirilecek faiz ve masraf üzerinden BSMV ödeyecektir. Eski uygulama, en fazla 18 ay vadeli olmak üzere ve bu süre içerisinde ihracat yapılarak ihracat kredi taahhüdünün kapatılması şartıyla bu süre içerisinde vergi istisnasından yararlanılmaktaydı. • Kredi vadesinin ortalama 1 yıldan uzun olması ve • Kredi tutarının en az 5 milyon ABD doları veya daha fazla olması kaydıyla Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar tarafından Türkiye’de yerleşik kişilere döviz kredisi açılmasına izin verilmiştir. Bu düzenlemenin yapılış amacı yurt dışından sağlanan kredilerin yurt içerisinde faaliyet gösteren bankalardan da sağlanmasına imkan tanınmasıdır. Döviz Geliri Olmayan Firmalara Döviz Kredisi Kullandırılması Dayanak: 32 Sayılı Karar’ın 17/b-v Maddesi • 5 milyon ABD dolarlık kredinin tek kalemde kullandırılması gerekir. • 5 milyon ABD dolarından fazla kredi parçalar halinde kullandırılabilir. Ancak ilk kullandırılan dilimin meblağı 5 milyon ABD doları olmak zorundadır. İkinci ve sonraki dilimlerin tutarı 5 milyon ABD dolarının altında olabilir. • Kredilere vergi istisnası uygulanmaz ve bu nedenle ihracat kredi taahhüdü (ihracat yapma mecburiyeti) doğmaz. • Bankalarca kullandırılan kredi nedeniyle tahsil edilecek faiz ve masraflar üzerinden BSMV’nin ödenmesi gerekir. • Kredinin bankalarca kullandırılması sırasında gerekli olan banka teminatı (ipotek vb) bankanın risk değerlendirmesi doğrultusunda alınacak ancak döviz mevcudunun (mevduat veya yabancı para cinsinden menkul kıymet) bankada bulunması şartı aranmayacaktır. • Türkiye’de yerleşik gerçek kişilere bu fasıldan tüketici kredisi de dahil (konut, otomobil vb) olmak üzere bankalarca döviz kredisi açılabilecektir. Örneğin şirket sahibi kendi özel ihtiyacı (konut, otomobil vb) için bankadan kendi adına döviz kredisi kullanabilecek. 99 Nihayet Durukanoğlu • Bu kredilerin 1 yıldan erken kapatılması durumunda bankalar kredi geri ödemesini gerçekleştirir. Yapılan erken geri ödeme ile kredi mevzuata uygun kullanılan kredi olmaktan çıkar. Bu nedenle bankalar erken kapatılan kredileri Hazine Müsteşarlığı Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğüne yazılı olarak bildirmekle yükümlüdür. • Bankalarca yapılan bu bildirimden sonra firmalara uygulanacak müeyyide konusunda karar Hazine Müsteşarlığı tarafından belirlenir. Eski uygulamada, döviz geliri olmayan Türkiye’de yerleşik kişilere (gerçek ve tüzel kişilere) Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar tarafından döviz kredisi kullandırılması yasaktı. • Ticari ve mesleki amaçlı kullanılacaktır. • Vade ve meblağ kısıtlaması yoktur. • Ancak, kredi tutarı kadar döviz mevcudunun (mevduat hesabı ve/veya Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatına (OECD) üye Döviz Geliri Olmayan Türkiye’de ülkelerin merkezi yönetimleri ile merkez bankalarınca ya da Yerleşik Kişilere Döviz bunların kefaletiyle ihraç edilen yabancı para menkul kıymet) Karşılığı Teminat Alınarak teminat olarak bankalara gösterilmesi zorunludur. Kullandırılacak Döviz Kredileri • Vergi istisnası uygulanmaz. • Bankaca tahsil edilecek faiz ve masraflar üzerinden BSMV tahsil edilir ve bu nedenle ihracat kredi taahhüdü doğmaz. Dayanak: 32 Sayılı Karar’ın 17/b-vi Maddesi • Döviz mevcudunun (mevduat veya YP menkul kıymet) krediyi kullandıracak olan bankada olma mecburiyeti yoktur. Örneğin, kredi (A) bankası tarafından kullandırılacaksa, krediyi kullanan firma (B) bankasındaki döviz mevcudunu teminat olarak gösterilebilecektir. Bu işlem yapılırken döviz mevcudu krediyi kullandıracak banka adına rehnedilecektir. Eski uygulamada, bankaların Türkiye’de yerleşik kişilere bankada döviz mevcudu (döviz hesabı yabancı para menkul kıymet vb) olsa bile döviz kredisi açması yasaktı. Dövize Endeksli Kredi (DEK) Kullandırılması Dayanak:32 Sayılı Karar’ın 17/e Maddesi • Ticari ve mesleki (avukat, doktor vb) amaçlı kullandırılmak üzere kısıtlama getirilmiştir. • Vade ve meblağ kısıtlaması yok. • Vergi istisnası uygulanmaz. • Kredi tutarı kadar dövizin bankalarda bulundurulması zorunlu değildir. • Kredi nedeniyle tahsil edilmesi gereken faiz ve masraf üzerinden BSMV’nin ödenmesi gerekir ve bu nedenle ihracat kredi taahhüdü doğmaz. • Kredi vadesinde borç tutarı yabancı para karşılığı Türk lirası ödenerek kapatılır. • Krediden kaynaklanacak kur riski krediyi kullanana ait olacaktır. • Tüketici konumundaki gerçek kişilere bu madde kapsamında kredi kullandırılamaz. Eski uygulamada ticari ve mesleki amaçlı olmasına ilişkin bir kısıtlama yoktu. Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar tarafından döviz geliri olmayan Türkiye’de yerleşik gerçek veya tüzel kişilere DEK kredi kullandırılmaktaydı. 100 Bankacılar Dergisi Türkiye’de Yerleşik Gerçek Kişilere (Tüketici) Açılacak Krediler Dayanak:32 Sayılı Karar’ın 17/f Maddesi • 32 Sayılı Karar’ın 17 inci maddesinde (maddenin değişiklikleri içeren son haline http://www.hazine.gov.tr Internet adresinden erişilebilir) 16.06.2009 tarihinde yapılan değişiklik nedeniyle, bu maddenin (b) ve (e) fıkraları ve Bakanlıkça belirlenecek haller dışında aynı maddenin (f) fıkrası gereğince Türkiye’de yerleşik gerçek kişilerce (tüketici konumunda olan) yurt içinden ve yurt dışından döviz kredisi veya dövize endeksli kredi (DEK) kullanılması mümkün değil. • Diğer taraftan TC Merkez Bankası tarafından yayımlanan 17.05.2010 tarih ve 2010/YB-11 Sayılı Genelge ile Türkiye’de yerleşik gerçek kişilerin yurt dışından Türk lirası kredi kullanmalarının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Sonuç olarak, konut almak isteyen Türkiye’de yerleşik gerçek kişi (ticari veya mesleki amaç hariç) sadece Türkiye’de faaliyet gösteren bankalardan Türk lirası kredi alabilecek. • Eski uygulamada Türkiye’de yerleşik gerçek kişilerin Bankalardan DEK alması mümkündü. • Bu kısıtlamanın amacı kurlarda meydana gelen öngörülemez dalgalanmalardan tüketiciye yansıyan ve ödeme güçlüğüne giren gerçek kişilerini kur riskine karşı korunması ile bankalarca kredi risk takip ve yönetiminin daha sağlıklı yapılmasıdır. • Yapılan yeni düzenlemeyle gerçek kişiler üzerinde oluşacak kur riski kaldırılmış oldu. • Özetle, yapılan düzenlemeler ile Türkiye’de yerleşik gerçek kişilerin (tüketici konumunda olanlar) yurt içinden döviz veya dövize endeksli kredi ile yurt dışından döviz kredisi ve Türk lirası kredi kullanması mümkün değildir. • Hazine Müsteşarlığından izin almak kaydıyla döviz veya dövize endeksli kredi kullanılması mümkündür. Eski uygulamada, bankalar tarafından Türkiye’de yerleşik gerçek kişilere tüketici amacıyla (otomobil, konut kredisi vb) DEK kullandırılabilmekteydi. E. Kambiyo ve Dış Ticaret İşlemlerinde Döviz Alım Belgesi (DAB) ve Döviz Satım Belgesi (DSB) Düzenlenmesi ve Kullanılmasına İlişkin Usul ve Esaslar 08.02.2008 tarih ve 26781 Sayılı Resmi Gazete’de 32 Sayılı Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair 2008/13816 Sayılı Karar; 28.02.2008 tarih ve 26801 Sayılı Resmi Gazete’de bu Karara ilişkin 2008-32/34 Sayılı Tebliğ ve son olarak 24.05.2008 tarih ve 26885 Sayılı Resmi Gazete’de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın I-M sayılı Genelgesinde değişiklik yapan 2008/4 Sayılı Genelge yayımlanmıştır. Bu kapsamda Döviz Alım Belgesi (DAB), Döviz Satım Belgesi (DSB) ile Türk Parası Transfer Belgesi (TPTB)’ne ilişkin şekil şartları yeniden belirlenmiştir. E.1. Genel Açıklama 32 Sayılı Karar gereğince döviz alım ve satımı yapma konusunda yetkilendirilen kurumlarca yapılan döviz alımları nedeniyle Döviz Alım Belgesi (DAB), döviz satışlarında Döviz Satım Belgesi (DSB) ve Türk parası transferlerinde ise Türk Parası Transfer Belgesi (TPTB)’nin ilgili kurumlarca iki nüsha olarak düzenlenmesi birinci nüshanın ilgililere verilmesi ve ikinci nüshasının ise düzenleyen kurum tarafından saklanması yasal zorunluluktur. 101 Nihayet Durukanoğlu E.2. Belgelerin Düzenlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar 2008/4 sayılı TCMB Genelgesi ile Döviz Alım Belgesi (DAB), Döviz Satım Belgesi (DSB) ve Türk Parası Transfer Belgesi (TPTB)’nin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar güncellenmiştir. Yapılan yeni düzenleme çerçevesinde, Türkiye’de faaliyette bulunan bankalar, yetkili müesseseler, PTT, kıymetli maden aracı kuruluşları ile aracı kurumlar tarafından gerçekleştirilecek, • tüm efektif ve döviz alımlarında • tüm efektif ve döviz satımlarında • yurt dışına yapılacak Türk parası transferlerinde TCMB’nin I-M sayılı Genelgesi ekinde yer alan örneklere uygun olarak düzenleyecekleri belgeleri (DAB, DSB ve TPTB) ihtiyaçları dahilinde kağıt ortamında bastırabileceklerdir. Söz konusu belgelerin düzenlenmesinde elektronik makinalar ve bilgisayar sistemlerinin kullanılması da mümkündür. DAB, DSB ve TPTB düzenleyebilecek kurumlar ile bu kurumların yapmaya yetkili oldukları dış ticaret ve kambiyo işlemleri nedeniyle düzenleyecekleri belgelere ilişkin açıklama aşağıdaki tabloda sunulmuştur. E.3. Belgelerin Düzenlenmesinde Yetkili Kurumlar Kurum İsmi Bankalar PTT Yetkili Müessese 102 Düzenlenecek Belgeye İlişkin Açıklama • Her türlü efektif ve döviz alım satımı ile yurt dışına döviz ve TL transfer yapabilirler. • Transferler ve döviz ve efektif alışları için “ihracat”, ”ithalat”, “transit ticaret” açıklamasıyla DAB, DSB ve TPTB düzenleyebilirler. • Dış ticaretle ilgili olarak ithalat bedeli ve transit ticaret alım bedelleri sadece Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar tarafından yurt dışına transfer edilebilir. • Efektif ve döviz alım satımı ile yurt dışına döviz ve TL transfer yaparak DAB, DSB ve TPTB düzenleyebilir. • Dış ticaretle ilgili ithalat ve transit ticaret bedellerini yurt dışına transfer edemez. • Sadece efektif alım ve satımı yapabilir ve döviz olarak düzenlenen çekleri satın alarak DAB ve DSB düzenleyebilirler. Yetkili müesseselere döviz alım ve satımına ilişkin yetki Hazine Müsteşarlığı tarafından 01.05.1994 tarihinde verilmiştir. • Döviz üzerinden çek, senet vb düzenleyemezler. Yurt dışına döviz ve TL transferi yapmaya ve dış ticaret işlemlerine aracılık etme yetkileri yoktur. • Hazine Müsteşarlığı tarafından yayımlanan 2006/32-32 sayılı Tebliğ ile kıymetli maden alım ve satımına ilişkin yetkilendirilen yetkili müesseseler tarafından yapılacak kıymetli maden alımları için “Kıymetli Maden Alım Belgesi-KMAB)” kıymetli maden satımına ilişkin olarak da “Kıymetli Maden Satım BelgesiKMSB” düzenlenmesi mecburiyeti Vergi Usul Kanununa ilişkin 379 sayılı Tebliğ ile getirilen bir uygulamadır. • Diğer taraftan yetkili müesseselerin döviz alım ve satımı nedeniyle DAB/ DSB, kıymetli maden alım ve satımı nedeniyle KMAB/KMSB düzenleme mecburiyetlerinin getirdiği operasyonel yük dikkate alınarak TC Maliye Bakanlığı tarafından 01.08.2008 tarih ve 26954 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 385 sayılı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile döviz alım ve satımı ile kıymetli maden alım ve satımına ilişkin belgelerin ayrı ayrı düzenlenmesine son verilmiştir. Bankacılar Dergisi Kıymetli Maden Aracı Kuruluşları Aracı Kurumlar • Söz konusu Tebliği gereğince 01.09.2008 tarihinden itibaren yetkili müesseseler tarafından alım ve satımı yapılan döviz ve kıymetli madenler için sadece “Döviz ve Kıymetli Maden Alım Belgesi” ile Döviz ve Kıymetli Maden Satım Belgesi” düzenlenebileceği gibi döviz ve kıymetli maden alım ve satımına ilişkin DAB/ DSB ile KMDAB/KMDSB ayrı ayrı olarak ta düzenlenebilecektir. • Yetkili müesseseler dış ticaret işlemleri nedeniyle döviz alım ve satımı yapamaz ve ithalat, ihracat ve transit ticaret açıklamasıyla DAB/DSB ve TPTB düzenleyemez. • Sadece efektif alış ve satışı yapabilme konusunda yetkili olduklarından bu nedenle DAB ve DSB düzenleyebilir. • Yurt dışına döviz ve Türk lirası transferi yapamazlar. • Dış ticaret işlemlerine aracılık edemezler. • Yurt dışına döviz ve Türk lirası transfer edemezler. • Aracı kurumlar sadece “sermaye piyasası faaliyetleri”nin gerçekleştirilmesi ile sınırlı olmak kaydıyla ve sadece hesap sahibi müşterileri için döviz alım ve satımı yaparak DAB ve DSB düzenleyebilirler. • Dış ticaret işlemlerine aracılık edemezler. G. Genel Değerlendirme Dış ticaret işlemlerinde kambiyo takibine son verilmesi, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalarca açılabilecek döviz kredisi sınırlamasının kısmen kaldırılması, konvertıble ve konvertıble olmayan döviz ayırımına TC Merkez Bankası tarafından son verilmesi şeklinde hayata geçirilen önemli değişiklikler ile ihracatçı firmalarımızın özellikle de küçük ve orta ölçekli (KOBİ) firmaların mevzuata hakim olmamaları nedeniyle yaşamakta oldukları kambiyo taahhüt hesaplarının zamanında kapatılamaması sıkıntıları ve önemli bürokratik engel ve kırtasiye işlemleri de sona erdirilerek firmaların daha üretim odaklı çalışmalarının ve ihracata katkı sağlamalarının önü açılmıştır. Bankacılık işlemlerine etkisi ise ulusal mevzuatımızdaki sadeleşmeyle birlikte dış ticaret işlemlerinde iş süreçlerinin kısaltılmasına ve operasyonel maliyetlerin azaltılmasına katkı sağlayarak uluslararası uygulamalar ile paralel hale gelmesidir. Bunun sonucunda bankaların dış ticaret operasyonel işlemlerinde yeniden yapılanma ihtiyacı gündeme gelerek uluslararası düzenlemeler daha ön plana çıkmıştır. Gümrük birliğine giriş süreciyle dış ticaret ve kambiyo mevzuatında başlayan serbestleşmeyle eş zamanlı olarak hızlı bir şekilde gelişen teknolojik imkanların bankacılık sektörü tarafından etkin kullanımıyla birçok bankacılık işlemleri elektronik olarak gerçekleştirilmektedir. Bu paralelde dış ticaret ve kambiyo işlemlerinin de bankalarca tamamen elektronik ortamda gerçekleştirilecek olması beklentisi ile döviz işlemleri nedeniyle bankalarca düzenlenmesi zorunlu olan DAB, DSB ve TPTB’nin düzenlenmesi zorunluluğuna da son verilmesi halinde, kambiyo ve dış ticaret işlemlerinin sadeleşmesi ve bankacılık işlemlerinin daha verimli bir ortamda gerçekleştirilmesi beklenmektedir. Kaynakça • • • • • Durukanoğlu, N. (2006), Dış Ticaret Dünyası, İstanbul, Beta Basım Yayım. 32 Sayılı Karar ve İlgili Tebliğler. TCMB Genelgeleri. TC Maliye Bakanlığı Talimatları. Gümrük Müsteşarlığı Talimatları. İnternet Siteleri • • • • • http://www.hazine.gov.tr. http://www.dtm.gov.tr. http://www.tcmb.gov.tr. http://www.gumruk.gov.tr. http://www.gib.gov.tr. 103 Bankacılar Dergisi, Sayı 75, 2010 Banka Performansının Ölçümüne İlişkin Yeni Yaklaşımlar* 1. Performans Ölçümü Nedir? Ne İçin Kullanılır? 1.1. Tanım ve Performans Ölçümüne İlişkin Yaklaşımlar Bu raporda, banka performansı, bankanın sürdürülebilir kârlılığı yaratma kapasitesi açısından incelenmektedir. Bir bankanın kârlılığı, dağıtılmamış kârların yatırımı yoluyla sermaye pozisyonunu güçlendirmesi ve gelecekteki kârlılığını artırması açısından beklenmedik zararlara karşı en önemli güvencelerden birini oluşturmaktadır. Zira, devamlı olarak zarar eden bir kuruluş, nihayetinde sermaye tabanını kaybeder ve bu durum da hisse ve tahvil sahiplerini riske sokar. Ayrıca, kâr amacı güden bir kuruluşun nihai amacı sahipleri için bir servet değeri yaratmak ve bu serveti korumak olduğu için özkaynak kârlılığı oranının (Return on Equity-RoE) özkaynak maliyetinin üzerinde olması gerekir. Bankacılık kuruluşlarının karmaşık yapılarının giderek artmasına rağmen, banka performansının en önemli faktörleri hâlâ kârlılık, verimlilik, risk alma ve kaldıraç oranıdır. Bir bankanın “kâr” elde etme kapasitesine sahip olması gerekirken, bu kârların bileşimini ve volatilitesini dikkate almak da bir o kadar önemlidir. Bankacılıkta “verimlilik”, bankanın aktiflerinden gelir elde etme ve belirli gelir kaynaklarından kâr elde etme yeteneği anlamına gelir. “Risk alma” özelliği, kâr elde etmek için alınan risklerden dolayı gelirlerde yapılması gereken ayarlamaları (yani, kredi döngüsü boyunca kredi riski maliyeti) ifade etmektedir. “Kaldıraç oranı”, konjonktürel çıkış dönemlerinde çarpan etkisi yaratarak iyi sonuç alınmasını sağlarken, tersi durumda bankanın beklenmedik zararlardan dolayı iflas etme riskini artırabilmektedir. Banka performansını değerlendirmek için kullanılan çok sayıda ölçüt vardır. Her paydaş grubu kendi ilgisine göre farklı ölçütlere odaklanmaktadır. Kutu 1’de, banka performansını ölçmede yaygın olarak kullanılan göstergeler yer almaktadır. Kutu 1 Finans Kuruluşları İçin Performans Ölçütlerine Genel Bakış Hem akademisyenler hem de uygulamacıların bankalar için kullandığı geniş performans ölçütleri seti içinde, geleneksel, ekonomik ve piyasa-bazlı performans ölçütleri arasında genel bir ayrım yapılabilir. Geleneksel Performans Ölçütleri Geleneksel performans ölçütleri, diğer sektörler ve endüstrilerde uygulanan ölçütlerle benzerlik arz etmekte olup, en yaygın kullanılan ölçütler aktif kârlılığı (return on assets-RoA), özkaynak kârlılığı ve gelir/maliyet oranıdır. Buna ek olarak, bankalar için aracılık fonksiyonunun öneminden dolayı, net faiz marjı da normal olarak izlenen ölçütlerden biridir. Aktif kârlılığı (RoA), cari yıl net kârının toplam aktiflere, genellikle de ortalama yıllık değere bölünmesiyle bulunan bir ölçüttür. Aktif Kârlılığı = Net Kâr / Ortalama Toplam Aktifler * Avrupa Merkez Bankası’nın internet sitesinde (www.ecb.int) yer alan “Beyond ROE-How To Measure Bank Performance” başlıklı makalenin çevirisidir. 104 Bankacılar Dergisi Özkaynak kârlılığı, hissedar değerini ölçen ve en sık kullanılan iç performans ölçütlerinden biridir. Çünkü (i) bir hissedarın yaptığı yatırımın finansal getirisine ilişkin doğrudan değerlendirme yapma olanağı sağlar; (ii) sadece halka açık bilgilere dayandığından dolayı analistler için kolay erişilebilecek bir değerdir (iii) ekonominin farklı sektörleri veya farklı şirketler arasında kıyaslama olanağı sağlar. Özkaynak kârlılığı, bazen, ayrı belirleyici ölçütlere de ayrılır. Buna, “Dupont analizi” adı verilir. Bu analizde, özkaynak kârlılığı = (faaliyet sonucu/ciro) * (ciro / toplam aktifler) * (toplam aktifler / özkaynak) olarak tanımlanır. Birinci unsur net kâr marjına; diğeri ise finansal kaldıraç çarpanına tekabül eder. Özkaynak Kârlılığı = Net Kâr / Ortalama Toplam Özkaynak Maliyet/gelir rasyoları, kurumun belirli bir gelir akışından kâr üretme kapasitesini gösterir. Bu kesrin payına değer düşüklüğü zararları dahil edilmez. Maliyet/Gelir Oranı = Faaliyet Giderleri / Faaliyet Gelirleri Son olarak, net faiz marjı, bankaların aracılık fonksiyonunun gelir yaratma kapasitesi yerine kullanılabilen bir temsili ölçüttür. Net Faiz Marjı = Net Faiz Geliri / Aktifler (veya Faiz Getiren Aktifler) Ekonomik Performans Ölçütleri Performansın ekonomik ölçütlerinde, kurumun hissedar değeri yaratma kapasitesinin gelişimi dikkate alınır ve herhangi bir mali yıl için, bir şirketin ekonomik aktiflerinden ürettiği ekonomik sonuçları değerlendirmeyi amaçlar. Bu ölçütler, esas olarak verimlilik üzerinde odaklanırlar. Ekonomik performans ölçütleri arasında iki ayrı gösterge seti tanımlanabilir: (1)Bir yatırımın toplam getirisiyle bağlantılı göstergeler içinde “alternatif maliyet” kavramına dayanan ve en sık kullanılanı ekonomik katma değer (EVA) göstergesidir. EVA = yatırılan fonların getirisi – (sermayenin ağırlıklı ortalama maliyeti * yatırılan sermaye) – (borcun ağırlıklı ortalama maliyeti * net borç) (1991 yılında Stern ve Stewart tarafından geliştirilen EVA göstergesi, -bir şirketin piyasa değerini artırabilmek için yatırılan sermayenin maliyetinden daha yüksek bir ekonomik getiri oranı üretip üretmediğini ölçmek suretiyle- hissedarların bir bankada sermayelerini tutmalarının alternatif maliyetini dikkate alır. (2)Bankaların faaliyetinin yarattığı risklerle ilgili göstergeler. Kimball’a (1998) göre, bir bankanın faaliyetlerinde başarılı olabilmesi için; yöneticilerin büyüme, getiri ve risk arasındaki karmaşık dengeleri çok iyi değerlendirmesi gerekir ve bunun için risk-ayarlı ölçütlerin benimsenmesi uygun olur. RAROC (risk-ayarlı sermaye getiri oranı), bankaların sermayelerini münferit iş alanlarının kendi risklerine göre tahsis etmelerine olanak sağlar. RAROC, -bir performans değerlendirme aracı olaraksermayeyi, bankanın münferit iş alanlarında beklenen ekonomik katma değerlerine göre tahsis eder. Bu ölçüt ile EVA göstergesi arasında, ikisinin de bankanın sermaye maliyetini hesaba katması açısından ortak bir nokta vardır. Fakat RAROC daha ileri bir göstergedir. Çünkü söz konusu gösterge katma değeri gereken sermayeye göre ayarlar. Buna rağmen, literatürde, bu ölçüte yönelik olarak tamamen muhasebeye dayanmasından dolayı oldukça fazla eleştiri bulunmaktadır2. Çünkü kurumun iç verilerine erişim imkanı olmadan RAROC’u hesaplamak zordur. Ayrıca, RAROC’un, kredi aktivitesi gibi faaliyetler için uygun bir ölçütken, riske-maruz-değerin (VaR) hâlâ çok eksik bir risk ölçütü olduğu dikkate alındığında, piyasa faaliyetleri için uygun ölçüt olarak değerlendirilmemektedir. 105 Avrupa Merkez Bankası Piyasa-Bazlı Performans Ölçütleri En yaygın kullanılan piyasa bazlı performans ölçütleri şunlardır: • “toplam hisse getirisi”; temettülerin ve hisse değeri artışının piyasadaki cari hisse fiyatına olan oranı; • “fiyat/kazanç oranı”; şirketin finansal sonuçlarının hisse fiyatına olan oranı; • “fiyat/defter değeri oranı”; özkaynakların piyasa değeri ile defter değeri arasındaki oran; • “kredi temerrüt swapı (credit default swap)”; kredi gibi finansal varlıkların temerrüde düşme riskinin belirli bir prim karşılığında karşı tarafa transfer edilmesine olanak veren finansal sözleşmedir. RAROC jenerik adı altında kullanılan pek çok farklı ölçüt ve farklı tipte gösterge vardır: RORAA (risk-ayarlı aktif karlılığı), RAROA (aktiflerin risk ayarlı karlılığı), RORAC (risk-ayarlı sermaye getiri oranı) gibi. 2 Örneğin, Weissenrieder, F. (1997) ve Fernandez, P.’ye (2002) bakınız. 1 Doğal olarak, bir bankadaki farklı paydaşlar bankanın performansını farklı açılardan incelemektedir. Örneğin, mevduat sahipleri (mudiler), bir bankanın yatırılan mevduat ve tasarruflarını uzun-süre koruma yeteneğiyle ilgilenirler; mevduat sahiplerinin menfaatleri ilgili denetleme ve düzenleme otoriteleri tarafından korunur. Öte yandan, tahvil sahipleri, bir bankanın borçlarını geri ödeyip ödeyemeyeceğine bakarlar. Bu husus, derecelendirme kuruluşlarını ilgilendirmektedir. Hisse sahipleri, kendi adlarına, bankanın kar yaratma yeteneği üzerinde ya da bir başka deyişle, mevcut sermaye yatırımlarının gelecekteki getiri sağlama yeteneği üzerinde odaklanırlar. Bu konu da, bir firma olarak bankanın temel değerini belirlemeye çalışan banka analistlerinin ilgi alanına girmektedir. Yöneticiler de kâr yaratma yeteneğine bakarlar, diğer yandan vekalet (principal agent) sorunlarıyla uğraşırken, personel taleplerini de dikkate almaları gerekir. Banka danışmanlarının görüşleri, aynı zamanda yöneticilerin iç mücadelelerini de kapsayabilir. Bu rapor, çeşitli kaynaklardan derlenen görüşleri içermektedir. Ayrıca, raporda bu konuyla ilgili vaka çalışmaları incelenmekte, literatürde yapılan bir taramanın sonuçları yer almakta, piyasa katılımcılarıyla yapılan bir atölye çalışmasında varılan sonuçlar ile dokuz piyasa katılımcısı arasında gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçları değerlendirilmekte, aynı zamanda hem denetleme ve düzenleme otoritelerinin hem de merkez bankalarının uzmanlıklarından yararlanılmaktadır1. 1.2. Performans Ölçümü Analizinin Kapsamı ve Analizin Uygulanan Ölçütlere veya Modellere Olan Yansımaları Performans ölçümü analizinin kapsamının tanımlanması çok önemlidir. Çünkü, bu kapsam, bize, potansiyel seçeneklerin özkaynak karlılığı gibi geleneksel ölçütlere tercih edilebileceğini gösterebilir. Bu açıdan bakıldığında, banka analistleri2, verimlilik, aktif kalitesi ve sermaye yeterliliği göstergelerini bankaların performans ölçütlerinin kilit unsurları olarak değerlendirme eğilimindedir. Dolayısıyla, kredi riski ve şok emme kapasitesi açık göstergeleri, bir bankanın performansının değerlendirilmesinde ve analiz çalışmasına risklerin de katılmasında önemli kabul edilmektedir. Bu analizler de, hem detaylı gelir ve gider göstergelerine (örneğin, gelir ve gider kalemlerinin yapısı, sürdürülebilirliği ve değişim oranları gibi), hem de piyasa-bazlı kârlılık ve değerleme göstergelerine (örneğin, fiyat/kazanç oranları, fiyat/defter değeri oranları gibi) da- 106 Bankacılar Dergisi yanmaktadır. Öte yandan, banka analistleri banka performanslarının değerlendirilmesinde, likidite göstergelerini, piyasa-bazlı kredi riski göstergelerini, bankanın sistemik önemini ve sermayeyle bağlantılı verimlilik göstergelerini, daha az güvenilir bilgi içerdiklerini düşündükleri için kullanmama eğilimi gösterirler. Örneğin, verimlilik göstergeleriyle, her faaliyet dalına fiilen tahsis edilen sermaye tutarını ölçmek genellikle zordur. Piyasa-bazlı göstergelerle ilgili problem başka göstergeleri yansıttıkları ve bankanın değerlemesinde zaten gösterildikleri için daha büyüktür. Kendileriyle mülakat yapılan banka danışmanlarının, performans ölçütleri için dar bir tanımlama benimsedikleri gözlenmiştir. Danışmanlar, yaptıkları performans analizinin merkezine hem geleneksel hem de sermaye-ayarlı verimlilik göstergelerini koymakta, gelir, aktif kalitesi ve sermaye yeterliliği ölçütlerini ikincil ölçütler olarak değerlendirmektedirler. Yine de ilginç olan, banka danışmanlarının, tahvil spread oranı (alım satım fiyat farkı) ve kredi temerrüt swapları (CDS) da dahil olmak üzere piyasa-bazlı göstergeleri de faydalı göstergeler olarak değerlendirmeleridir. Danışmanlar da banka analistleri gibi bu göstergelerin özellikle kriz zamanlarında faydalı olabileceklerini kabul etmelerine rağmen, likidite göstergelerini ve bankanın sistemik önemine ilişkin kriterleri daha az bilgilendirici görmektedirler. Derecelendirme kuruluşları, bankaların genel değerlendirmesine dayanan daha bütüncül bir yaklaşım izlemektedirler. Derecelendirme kuruluşları, banka performansının ölçümünde her tür ihtiyat getiri oranlarını (yani, sermaye, aktif kalitesi ve likidite oranları) dikkate almakta, verimlilik faktörleri ile gelir/gider bileşimine de aynı oranda önem vermektedirler. Ayrıca, bu kuruluşlar analizlerinde gelir ve gider unsurlarının bileşim ve seviyesindeki değişikliklere dikkat ederek, ayrıca piyasa-bazlı göstergeleri de dahil etmeye çalışarak, daha dinamik bir yaklaşım sergilemektedirler. Piyasa analistlerinin bir bankanın sistemik önemine ilişkin kriterleri performans ölçümü analizlerine yeterince dahil etmemeleri ilginç bir husustur. Son dönemde yaşanmakta olan finansal kriz dikkate alındığında, bir bankanın performansının sadece münferit bazda değerlendirilemeyeceğini hususu daha da önem kazanmaktadır. Diğer yandan, bu durum, performans ölçümü unsurlarının tamamını kapsayan bir makro-ihtiyatlı çerçeve geliştirmenin önemine de işaret etmektedir. Yukarıda tanımlanan farklı performans ölçütü perspektifleri (Kutu 1’e bakınız), çeşitli analistlerin seçtikleri farklı değerleme ölçütlerine de yansımaktadır. Bununla birlikte, söz konusu seçimlerin, genellikle verilerin kullanılırlılık ve kalitesi faktörlerine bağlı oldukları da dikkate alınmalıdır. Bundan ötürü, analistlerin çoğu, gelecekte merkezi öneme sahip bir rol oynayabilecek olan belirli performans göstergelerinin kalitesi ve bu göstergelere ilişkin açıklamaların geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Banka analistleri, geleneksel gelir ve kredi riski göstergelerini rahatlıkla kullanmaktadırlar (Tablo 1’e bakınız). Buna ilaveten, yaptıkları değerlendirmeye, krizin etkilerini daha iyi yansıtabilecek olan maddi özkaynak kavramını da dahil etmişlerdir. Anketi cevaplayanların bazıları, kredi temerrüt swapı spread oranlarının likit olmadıkları ve spekülatif faaliyetleri yansıttıkları durumlar olması nedeniyle söz konusu oranların yorumlanması hakkında bazı çekincelerinin olduğunu ifade etmişlerdir. Banka analistleri piyasa-bazlı göstergeler kapsamında, teminatsız tahvil göstergelerini bilgilendirici göstergeler olarak değerlendirmişlerdir. Ayrıca, banka analistlerinin işaret ettiği bazı spesifik sorunlar, performansın ölçülmesinde önemli olabilir. Birincisi, genellikle, tekrarlanmayan gelirlerin (örneğin, alım satım kârı, perakende dışı ücret geliri ve diğer gelirlerin) payı, gelirlerin değişkenliği, net faiz ve ücret gelirlerinin döngü boyunca gelişmesi kriterleri ile banka gelirlerinin sürdürülebilirliği faktörünün değerlendirilmesidir.3 İkincisi, Basel II çerçevesini geliştirme amacına yönelik hazırlanan taslaklarda bilanço-dışı faaliyetleri üç yapısal bloğa dahil etmek yönünde çabalar bulunmakla birlikte, bilanço-dışı faa107 Avrupa Merkez Bankası liyetlerin performans değerlendirmesine dahil edilmesi sorunudur. Ankete cevap verenlerin bir çoğu, bilanço-dışı faaliyetlerin değerlendirme çerçevesine dahil edilmesinin, temelde bu faaliyetlerin farklı şekilde muhasebeleştirilmelerinden dolayı-olanaksız olmasa dahi- çok güç olduğunu açıkça kabul etmişlerdir. Bazı katılımcılar, bilanço-dışı faaliyetlerin operasyonel risk ve piyasa riski için risk-ağırlıklı aktiflere bir ölçüde zaten dahil edilmiş bulunduklarına işaret ederlerken, diğerleri daima ilave bir kalitatif değerlendirmeye ihtiyaç olduğunu söylemişlerdir. Tablo 1: Analistlerin Kategorilerine Göre Gösterge Tercihleri Sıralaması Göstergelerin Kategorisi Gelir ve gider Verimlilik Gösterge Tipi Net faiz geliri ölçütleri: - değer düşüklüğü zararları düşüldükten sonra - net faiz geliri / faiz getiren aktifler Temel gelir kaynaklarının payı - Alım satım gelirinin payı Maddi özkaynak kârlılığı: Maliyet / gelir oranı - Değer düşüklüğü de dahil maliyet / gider oranı Risk-ağırlıklı aktifler getiri oranı (kârlılığı) Özkaynak kârlılığı (RoE) Aktif kârlılığı (RoA) Fiyat/maddi özkaynak oranı (P/TE) Kredi temerrüdüne dayalı swap (CDS) Piyasa-bazlı Fiyat/kâzanç oranı (P/E) Ödeme önceliğine sahip borçlar spred oranı Banka Analistleri Danışmanlar 1 1 1 2 2 1 2 3 1 2 1 Kredi riski 2 3 1 2 1 2 3 1 1 3 2 2 2 1 Temerrüt-mesafesi (DD) Toplam kredilerin yüzdesi olarak değer düşüklüğü zararları Karşılama oranı Tahsili gecikmiş takipteki krediler (NPL) oranı - Net takipteki krediler / yasal özkaynak oranı Derecelendirme Kuruluşları 3 3 1 2 4 Not: Bu sıralama, katılımcıların anketin 2. sorusuna verdikleri cevapların ortalaması alınarak yapılmıştır (Ek 2’ye bakınız). Danışmanlar, net faiz gelirindeki gelişmeleri izlemenin çok önemli olduğunu belirtirken, gelir kaynaklarının volatilitesini ve dönemselliğini (örneğin, alım satım kârlarının payı) izlemeyi daha az önemli görmekte, verimlilik göstergeleri açısından, kredi riski maliyetinin dahil edilmesinden sonra risk ağırlıklı aktif kârlılığı ve maliyet/gelir oranı gibi risk-ayarlı ölçütlere ise daha fazla önem vermektedirler. Danışmanlar, özkaynak karlılığı ve basit maliyet/gelir oranı gibi 108 Bankacılar Dergisi geleneksel göstergelere pek güvenmemektedir. Diğer yandan, piyasa-bazlı ve kredi riski göstergeleri konusundaki görüşleri ise, banka analistlerinin görüşleriyle paralellik göstermektedir. Danışmanlar banka gelirlerinin sürdürülebilirliğini değerlendirmek için ya temel bankacılık faaliyet gelirlerinin (yani, net faiz geliri yanında ücret ve komisyon gelirleri) payını veya tekrarlamayan gelirlerin (yani, kredilerden alınan ücretler hariç ücret gelirleri, alım satım kârları ve diğer bir seferlik gelirleri) payını belirlemektedirler. Bu analiz, gelirlerin oynaklığı ve temel gelir getirici faktörlerin dağılımı dikkate alınarak yapılmaktadır. Bir katılımcı, bilanço-dışı faaliyetler konusunda, bu faaliyetlerin bir ek simülasyon ve senaryo analiziyle dikkate alınabileceği önerisinde bulunmuştur. Derecelendirme kuruluşlarının analistleri, esas olarak, gelir kaynaklarının sürdürülebilirliğini değerlendirmeye çalışmaktadırlar: Net faiz marjı kurumun tekrarlayan gelirleri üretme kapasitesini yansıtırken, alım satım kârlarının toplam gelir içindeki payı, kurumun değişken piyasa koşullarına olan hassasiyetine işaret etmektedir. Derecelendirme kuruluşlarının analistleri, verimlilik göstergeleri açısından, de aynen banka analistleri ve danışmanları gibi maliyet gelir oranını değerlendirmektedirler. Buna ek olarak, risk-ağırlıklı aktiflerin kârlılığı ve maddi özkaynak kârlılığı ölçütlerine de bakmaktadırlar. Derecelendirme kuruluşları, verimlilik ölçütlerini maruz kalınan risklerle (örneğin, risk-ağırlıklı aktifler) ve bankanın şokları emme kapasitesiyle ayarlamaya banka analistleri ve danışmanlarına nispeten daha fazla çalışmaktadırlar. Derecelendirme kuruluşları, beklendiği gibi, kredi temerrüt takaslarını ve ödeme önceliğine sahip borçların spread oranını yakından izlemektedirler. Bağlı (ikincil) borçlar ve melez sermaye spread oranlarını daha az bilgilendirici görmelerine rağmen, genellikle, potansiyel sorunlara işaret etmenin bir aracı olarak söz konusu spreadleri kullanmaktadırlar. Derecelendirme kuruluşlarının analistleri karşılama oranını şok emme kapasitesini göstermesi açısından en önemli ölçüt olarak kabul etmektedir. Karşılama oranını takiben sırada tahsili gecikmiş alacaklar oranı ve değer düşüklüğü zararlarının krediler içindeki yüzdesi bulunmaktadır. Analistler, yasal özkaynak içerisinde net tahsili gecikmiş alacaklar oranını da dikkate almaktadırlar. Banka gelirlerinin sürdürülebilirliğini belirlemek için, derecelendirme kuruluşları, gelirlerin volatilitesini ve kalitesini ölçmekte, bir seferlik kârları/zararları da tespit etmeye çalışmaktadırlar. Bir derecelendirme kuruluşu, alternatif olarak, volatilitenin etkisini hafifletmek için, çeşitli farklı ölçütlerin üç yıllık ortalamalarını aldıklarını ve bazen ileriye dönük değerlendirmeler neticesinde puanlarda ayarlama yaptıklarını belirtmiştir. Derecelendirme kuruluşları hisseleri borsada işlem görmeyen şirketler için, ödeme önceliğine sahip borçlar, spread oranı ve kredi temerrüdüne dayalı swap ölçütüne bakmaktadırlar. Ayrıca, ilgili şirketin iş modelini de incelemektedirler. Son olarak, çok zor bir uygulama olduğunu kabul etmelerine rağmen, bilanço-dışı faaliyetleri bir kalitatif değerlendirme yoluyla analizlere dahil etmeye çalışmaktadırlar. Ayrıca, bilanço-dışı risk maruziyetleri hakkında bilgiye dayanan bir karar verme sürecinde risk yönetimi süreçleri ve uygulamalarının genel kalitesini de incelemektedirler. Katılımcılar özel modeller hakkında oldukça az bilgi sunmuşlardır. Bankalar, genellikle, farklı iş alanlarına uygulanan çoklu-aşamalı kâr payı iskonto modellerine ya da çoklu-aşamalı iskonto edilmiş nakit akışı modellerine dayanmaktadırlar. Büyüme oranları ise analistler tarafından tahmin edilmekte ve özkaynak maliyeti de, tarihsel verilere dayanan sermaye varlıkları fiyatlama modeli (capital asset pricing model-CAPM) kullanılarak tespit edilmektedir. Çıkış değerleri, genellikle, segment/ /emsal grup analiziyle hesaplanmaktadır. Derecelendirme kuruluşları, tescilli ölçüt ve modelleri kullanmanın daha bütüncül/kapsamlı yaklaşım ile bu ölçüt/ modellerin daha ileriye dönük bir bakış açısı sağladığı belirtilmektedir. Söz konusu ölçüt ve modelleri kullanmanın başka bir avantajı da, kârlılık faktörlerinin ve bankaların performansının piyasa gelişmelerine karşı kırılganlığının analiz edilmesini sağlamasıdır. 109 Avrupa Merkez Bankası Farklı banka paydaşlarının görüşlerinde, bankaların performansını ölçmek için kullanılan özkaynak karlılığı dışında çok çeşitli göstergelerin de bulunduğu, fakat buna rağmen özkaynak karlılığının hâlâ en fazla kullanılan göstergelerden biri olduğu belirtilmektedir. Banka performansının ölçülmesinde kullanılabilir veriler bulunmamasına ya da verilerin zayıf kalitede olmalarına rağmen, en önemli göstergeler arasında: verimlilik-bazlı göstergeler (maliyet/gelir oranı, özkaynak maliyeti, risk ağırlıklı aktif kârlılığı ve maddi özkaynak kârlılığı gibi), sermaye yeterliliği ve aktif kalitesi göstergeleri (tahsili gecikmiş alacaklar gibi) yanında gelir yapısı ve sürdürülebilirlik göstergeleri (bir seferlik tekrarlamayan gelir kalemlerinin payı ve oynaklığı, net faize dayalı gelir vb.) sayılabilir. Analizlerde piyasa-bazlı göstergeler her zaman göz önünde bulundurulmakta, ancak, EVA veya RAROC gibi ekonomik-bazlı ölçütler karmaşık ve zor olmalarından dolayı çok sıklıkla tercih edilmemektedir. Sonuç olarak, bankaların performansını ölçmek için kullanılabilecek tutarlı bir çerçeve, özkaynak karlılığı için kullanılandan daha fazla içsel bilgiyi içerebilir. Ayrıca makul seviyede içeriden bilgi edinmek (her faaliyet alanı ile ilgili riskler ve iş stratejisi hakkında bilgiler gibi) ile nispeten basit ve denk göstergeler arasında iyi bir denge de sağlayabilir. 2. Özkaynak Kârlılığı Ölçütünde Yanlış Olan Nedir? 2.1. Özkaynak Kârlılığı Neyi İfade Eder? Büyük Bankaların Özkaynak Kârlılığı Trendleri ve Değişiklikleri Hakkında Bulgular Kapsam Özkaynak karlılığı ölçütü, yaşanan finansal kriz süresince, iyi performans gösterenlerin kötü performans gösterenlerden ayırt edilmesi hususunda yanıltıcı bilgi vermiş olabilir. Bu çerçevede, krizin farklı aşamaları boyunca özkaynak karlılığının gösterdiği dinamiği (evrimi ve itici faktörleri) açığa çıkartmak amacıyla, 12 büyük Avrupa ve Amerikan bankasından oluşan bir örneklem grubuyla analiz çalışması yapılmıştır. Bu bankalar, evrensel bankalar ve yatırım faaliyeti odaklı bankalar olmak üzere iki alt gruba ayrılmışlardır (Tablo 2’ye bakınız). Bu sınıflama, bankaların net gelirlerinin bileşimine göre yapılmıştır4. Analizde, 2002 yılının sonundan itibaren Bloomberg’den alınan altı aylık veriler (ya da duruma göre üç aylık veriler) kullanılarak bankaların özkaynak karlılığının değerinin gösterdiği değişim incelenmiştir. Tablo 2: Örneklem bileşimi Yatırım faaliyeti odaklı bankalar • • • • • Morgan Stanley Goldman Sachs Deutsche Bank UBS Credit Suisse • • • • • • • Evrensel bankalar* Royal Bank of Scotland (RBS) Bank of America Barclays BNP Paribas HSBC Santander UniCredit * Geleneksel olarak mevduat toplama/kredi verme faaliyetlerine odaklı bankalar. Özkaynak Karlılığı Ölçütü Krizden Önce ve Kriz Sırasında Nasıl Değişim Gösterdi? Özkaynak karlılığı ölçütü, 2002 yılı sonundan 2007 yılının ilk yarısına kadar istikrarlı bir artış göstermiştir. Bu süre içerisinde, olağandışı yüksek veya düşük sonuçlar gösteren bankalar ortalamayı çok fazla değiştirmemişlerdir. 110 Bankacılar Dergisi Bu eğilim, özkaynak karlılığının keskin bir inişe geçmesiyle 2007 yılının ikinci yarısında değişmiştir. Kârlılıktaki düşüşe, birkaç bankanın şiddetli ve yüksek zararlara maruz kalmalarından ötürü, bankalar arasındaki daha büyük yayılım da eşlik etmiştir. Özkaynak karlılığının düşüşünün yayılımındaki artış, esas olarak en kötü performansı gösteren bankalardan kaynaklanmıştır. Özkaynak karlılığı eğrisinde 2009 yılının birinci yarısında, hafif bir yukarı çıkma eğilimi gözlemlenmiştir. Bu durum da, ekonomide muhtemel bir iyileşme döneminin başladığına işaret etmektedir. Kriz sürecinde yatırım bankalarının kârlılığı evrensel bankaların kârlılığından çok daha değişken bir seyir izlemiştir. Evrensel bankalar ile yatırım bankalarında farklı özkaynak karlılığı gelişimi gözlemlenmiştir. Yatırım bankalarında özkaynak karlılığının oynaklığı evrensel bankalardan daha yüksek seviyede gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, alt-grupların ortalamalarındaki gelişimin, alt-grup medyanlarının seyrini andırması da kayda değerdir. Zira, bankaların özkaynak karlılığının kendi alt-gruplarının ortalaması etrafında simetrik dağıldığını göstermektedir. Bu durum, evrensel bankalar alt-grubunda kriz esnasında biraz değişmiştir. Çünkü son derece olumsuz finansal sonuçları bulunan bir dışsal alt-grup ortalamasını aşağı çekmiştir. Genel olarak, yatırım bankalarının performansı, 2005 yılı ortalarından itibaren başlayan ekonomik canlılık dönemi sırasında daha iyi olmasına rağmen, evrensel bankalar krize karşı daha sağlam durmuşlardır. Gerçekten de, yatırım bankalarının kârlılığı kriz esnasında evrensel bankaların kârlılığından çok daha oynak bir seyir izlemiştir Özkaynak Karlılığı ve Geleneksel Piyasa Göstergeleri Arasında Yapılan Karşılaştırmadan Çıkartılan Bazı Dersler: Zayıf Bir Uyarı Sinyali ve Bankalar Arasında Ayrım Yapılmasındaki Farklılıklar Fiyat/kazanç oranı ve fiyat/defter değeri oranı, bankaların piyasa performansını değerlendirmek için kullanılan en yaygın ölçütlerdir. Bu göstergelerin özkaynak karlılığı ölçütü ile sadece kısıtlı bir bağının bulunması beklenmesine rağmen, bir itici faktör de bankanın beklenen kârıdır ve bu oranların önde gelen ekonomik performans göstergeleri olmaları beklenir. Beklenen kâr5 ile hesaplanan P/E oranı, sistemde ortaya çıkmaya başlayan riskleri önceden tahmin edebilecek gibi görünmüyordu. Ayrıca, bankaların iş modelleri arasında bir ayrım da yapmıyordu. öyle ki, piyasa değerlemeleri, yapılan “rutin tahminlere” oranla daha keskin görünüyordu. Bunun yerine, söz konusu gösterge, krizden önce bozulmaya başlamış bulunan gelecek kârların büyüme seyrine olan güven seviyesi hakkında sinyaller vermiştir. Ayrıca, yatırımcılar, bankalar hakkında yaptıkları değerlendirmelerde “kısa-vadeli” bakış açısından mustarip görünüyorlardı. Çünkü bankaların cari hisse fiyatlarını onların bir yıllık beklenen defter değerine bağlayan bir orana ilişkin zaman dizisi analizi, ilgili bankaların beklenen özkaynak karlılıklarının iki yıllık ortalamasıyla pozitif bir bağlantı olduğunu göstermektedir. Bu ilişki, krizden önce oldukça iyi durumdaydı ve piyasaların iş modellerine ya da gelirlerin kaynağı/istikrarına göre yapılan değerlemeler arasında bir ayrım yapılmadığını gösterirken, ayrıca ve daha ziyade, bankanın nihai kâr/zarar rakamlarıyla ilgilenildiğinin de bir kanıtı olmuştur. Finansal kriz, bu analizin ulaştığı sonuçları değiştirmemiştir. Fakat, krizden bu yana, piyasaların, defter değerinden ziyade maddi özkaynak kavramına daha fazla önem verdikleri gözlemlenmektedir. Gerçekleşen kârlar üzerinden hesaplanan fiyat/kazanç oranı, 2003 – 2007 arası dönemde gerçekleşen kârlılıktaki artışa rağmen istikrarlı bir şekilde azalmıştır. Bu bulgu da, gerçekleşen hisse fiyatlarının çarpanlarına ayrıldığında, risk primlerinin daha yüksek olması ya da gelirlerdeki büyüme beklentilerinin daha düşük olması gerektiğini göstermektedir. Bununla birlikte, ortalama değer etrafındaki dağılım, krize doğru tırmanma döneminde azalmıştır. Bu 111 Avrupa Merkez Bankası da, piyasanın bankalar arasında açık bir ayrım yapma kapasitesinin sınırlı olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca, krizden önceki dönemde herhangi bir ayrıştırma bulgusu da mevcut değildir. Buna ilaveten, fiyat/kazanç oranı, finansal sonuçların sıfıra doğru yöneldiği stres zamanlarında anlamsız hale gelmektedir. Çünkü söz konusu oran, ekonomik bir anlamı olmaksızın keskin bir artış gösterebilir. Bundan dolayı, analistlerin hemen hemen tümü, kriz zamanında, bir bankanın zararlara direnme gücünü ve maddi olmayan varlıklarının şerefiye olarak değer düşüşünü ölçmek için fiyat/defter değeri oranını fiyat/kazanç oranına tercih etmeye başlamışlardır. Fiyat/defter değeri oranının büyük bankalar için özkaynak karlılığına benzer bir yapısı vardır ve bu oran krizin başından bu yana yakından izlenmiştir. 2.2. Özkaynak Karlılığını Oluşturan Faktörler Özkaynak Karlılığının Bileşenleri: Özkaynak karlılığının dört çarpanlı formülü aşağıda gösterilmektedir: Özkaynak karlılığı= Vergi öncesi kâr Faaliyet kârı ---------------------- x -------------------- x Faaliyet kârı Net kâr Net gelirler Aktifler ------------------- x ----------------Aktifler Özkaynak Bu formülde, faaliyet kârı, kredi zarar karşılıkları düşülmeden önceki değer olarak ifade edilmiş olup, vergi öncesi kâr ise kredi karşılıklarından sonra ve vergiler düşülmeden elde edilen sonuçtur. Bu formülde, birinci faktör, vergi öncesi kâr marjını; ikinci faktör faaliyet kârı marjını; üçüncü faktör aktif devir hızını; dördüncü faktör ise finansal kaldıraç oranını temsil etmektedir. Diğer bütün unsurlar eşit olduğunda, daha yüksek finansal kaldıraç oranının, bir yandan özkaynak karlılığını yukarı iterken bir yandan da borç ödeme riskini artırdığını göz önünde bulundurmak gerekir. Özkaynak karlılığı ve bazı değerler hem negatif hem de pozitif değerleri gösterdiğinden dolayı, bunlardaki değişiklikler şu formül kullanılarak hesaplanmıştır (burada Rt değeri, t zamanındaki rasyo [orantı] değeridir; │.│ ise mutlak değerdir): Rt – Rt-1 d(Rt) = -------------------│Rt │ Kriz Sürecinde Özkaynak Karlılığının Değişimlerini Açıklayan Temel Faktörler Nelerdir? Özkaynak karlılığına ilişkin analizler, kriz sürecinde faktör değişikliklerinin arttığına işaret etmektedir. Ayrıca, krizden önce farklı faktörler farklı yönlerde değişiklikler gösterirken, kriz sırasında bu faktörler çoğunlukla birbirlerine benzer yönde davranışlar sergilemişlerdir. Evrensel bankalar alt-grubunda, özkaynak karlılığının aşağı yönelik seyrinin arkasındaki temel faktör, vergi öncesi kâr marjındaki azalma olmuştur. Bu durum da, kredi karşılıklarının önemini (kriz sırasında çok büyük önem kazanan kredi riski maliyeti) göstermektedir. Özkaynak karlılığındaki bozulmanın diğer önemli sebebi (ve yatırım bankalarında temel faktör), kâr marjında ve aktif devir hızındaki kötüleşmenin de gösterdiği gibi, bankacılık faaliyetlerinde operasyonel verimliliğin ve kârlılığın genel olarak düşüş sürecine girmesi olmuştur. Gerçekten de, aktif devir hızındaki düşüş, yatırım odaklı bankalar için daha şiddetli olmuştur. Bu arada, 112 Bankacılar Dergisi kaldıraç oranı 2008 yılında da hafif bir artış göstermeye devam etmiş ve özkaynak karlılığındaki düşüşü hafifletmiştir. Söz konusu kaldıraç etkisi, sermaye tabanının bozulmasından ve bilanço-dışı taahhütlerin yeniden konsolide edilmesinden dolayı çoğunlukla istem dışı olmuş, kârlılık üzerinde de çok önemli bir etki yapmamıştır. Geleneksel olarak, aktif karlılığı etkinlik performansı açısından, özkaynak karlılığından daha güvenilir bir kârlılık göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Çünkü aktif karlılığı kaldıraç etkisine göre ayarlanmaktadır (Aktif karlılığı = Aktif karlılığı/kaldıraç etkisi). Ancak, bu oran, özellikle evrensel bankalar için zaman içerisinde oldukça düz bir seyir izlediğinden, krizden önceki kârlılığın tersine döndüğüne dair çok fazla veri sağlamamıştır. Yatırım odaklı bankalarda aktif karlılığı, 2003 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde yükseliyor ve özkaynak karlılığı artışına pozitif katkı yapıyordu. Tüm diğer etkenler aynı olduğunda ve münferit bazda, en yüksek aktif karlılığına sahip olan bankaların krizde en fazla esneklik gösteren bankalar oldukları kanıtlanmıştır. Yatırım odaklı bankaların aktif karlılığı değerinin (özkaynak karlılığının tersine) evrensel bankalara kıyasla sürekli daha düşük olduğu gerçeğini de vurgulamak gerekmektedir. Kriz Sırasında Güçlü Performans Gösteren Bir Banka Vakası Seçilen A Bankası, finansal krizden göreli olarak daha az hasarla çıkmış gözüken evrensel bir bankadır. Bankanın özkaynak karlılığı değeriyle ölçülen kârlılığı, 2008 yılı başlarından beri düşmektedir. Fakat yine de %17’nin üzerindeki seviyesiyle büyük Avrupa bankaları arasında en iyi oranlardan biridir. A Bankasının kriz zamanında gösterdiği bu pozitif performansın altında yatan temel etmenler, esas olarak faaliyet kârı ve aktif devir hızıdır. Finansal kaldıraç oranı, özkaynak karlılığı düşüşü dengelemek için sadece sınırlı bir ölçüde kullanılmıştır. Emsal bankalarla kıyaslandığında, A Bankasının gösterdiği en açık sapma, faaliyet marjındaki gelişmedir. Kriz sırasında kötü performans gösteren bir banka örneği olarak, yatırım bankası B seçilmiştir. B Bankasının özkaynak karlılığı oranının aktif verimliliği ve risk-alma (kaldıraç) oranı bileşenlerine ayrıştırılması, özkaynak karlılığının itici faktörlerinde bazı dengesizlikler olduğuna işaret etmektedir. Gerçekten de, aktif karlılığı değeri 2002 ile 2007 yılları arasında oldukça düz bir seyir izlerken, kaldıraç oranı aynı dönemde yüzde 80 oranında yükselmiştir. Ayrıca, diğer yatırım-ağırlıklı büyük bankalara kıyasla bu gelişme ve evrimler çok atipikti: B Bankası, 2004 yılından bu yana hemen hemen aynı özkaynak karlılığı seviyesini rapor etmesine rağmen, emsallerine kıyasla daha düşük bir aktif karlılığı değeri kaydetmişti ve daha düşük aktif karlılığı değerini de emsallerinden çok daha yüksek olan kaldıraç oranıyla dengelenmişti. 2.3. Banka Performansı Değerlendirmesinde Sadece Özkaynak Karlılığı Ölçütünün Esas Alınmasının Sakıncaları Piyasa katılımcılarının verdikleri girdilerle birlikte, yukarıdaki analiz, bir performans ölçütü olarak özkaynak karlılığının aşağıdaki sınırlamalarının bulunduğuna işaret etmektedir: 1. Özkaynak Karlılığı, Risk-Duyarlı Değildir Özkaynak karlılığı hakkında yapılan ilk eleştiri, bu göstergenin riskle, yani kaldıraç oranı, fonlama ve likidite profiliyle ilgili bir ilişkisinin bulunmadığı hakkındadır. Özkaynak karlılığı bileşenlerine ayrılmasıyla gösterildiği ve yukarıdaki ampirik çalışmayla anlaşıldığı gibi, kaldıraç oranıyla temsil edilen bir risk bileşeni, özkaynak karlılığını önemli oranda yükseltebilir. Aktif kalitesi, risk maliyeti, risk yoğunlaşması ve ödeme gücü durumu gibi diğer risk bileşenleri de özkaynak karlılığı bileşenleri içinde mevcut değildir. Özkaynak karlılığı, kesinlikle bağımsız bir performans ölçütü olmayıp, en azından, değişikliklerinin nereden kaynak- 113 Avrupa Merkez Bankası landığının belirlenmesi ve zaman içindeki kötüleşmelerin tanımlanabilmesi için bileşenlerine ayrılması gerekmektedir. Gerçekten de, ödeme gücündeki bir kötüleşme neticesinde özkaynak karlılığında suni bir artış olabileceğinden dolayı, özkaynak karlılığının sermaye rasyolarına bağlanması gerekir. Örneğin, 2008 yılında, pek çok banka, kârlılıklarındaki düşüşü, sermaye tabanlarını erozyona uğratmak suretiyle hafiflettiler. Aslında, kriz bankaların sermaye rasyolarında daha büyük bir sapmaya yol açmıştı. Buna ek olarak pro-forma rakamları elde edebilmek için verilerde ayarlama yapmak gerektiğinden, bankacılık sektöründe hem uzun süredir devam eden, hem de krizin tetiklediği konsolidasyon sürecinin bankaların sermayesi üzerinde bir etkisi olmuş ve tarihsel kıyaslamayı güçleştirmiştir. 2. Banka Performansının Ölçümünde İleriye Yönelik Bir Bakış Açısı Son kriz, özkaynak karlılığı kriterinin, en iyi performansı gösteren bankalar ile diğer bankaları (bankaların sürdürülebilir kâr elde edebilme kabiliyetleri açısından) birbirlerinden ayırt edemediğini göstermiştir. Çünkü krizden bir çeyrek yıl önceki döneme ait rakamlar bankaların kârlılığı açısından büyük bir homojeniteye işaret etmekteydi (yüksek özkaynak karlılığı seviyeleri). Bazı durumlarda, en yüksek özkaynak karlılığı değeri olan bankalar krizden en fazla etkilenen bankalar olmuşlardır. Dolayısıyla, özkaynak karlılığı ölçütü ile, faaliyet sonuçlarının sürdürülebilirliği açısından en iyi performansı gösteren bankaları tespit etmek mümkün olmamıştır. Özkaynak karlılığı, kısa vadeli bir göstergedir ve kurumların o andaki durumunu yansıtan bir gösterge olarak yorumlanmalıdır. Özkaynak karlılığında kurumun uzun vadeli stratejisi ya da onun krizden kaynaklanan uzun vadeli zararları dikkate alınmamaktadır. Özkaynak karlılığı kriterinin bu zayıflıkları, özellikle, kurumların orta-vadeli görünümlerinde ve kârlılıklarında belirsizliklerin egemen olduğu gerilimli zamanlarda çok daha açık hale gelir. Olağandışı unsurlar, kârları sürdürülemez bir şekilde bozabilir. Kriz zamanlarında, olağandışı unsurlar (yani, büyük varlıkların satılması) çok önemli hale gelebilir. Değişikliklerin gelecekte tekrarlanması mümkün olmayan bir seferlik unsurlardan kaynaklandığı durumlarda, rapor edilen özkaynak karlılığı, bankanın sürdürülebilir performansını yansıtmaz. Böyle durumlarda, devam eden operasyonlardan elde edilen özkaynak karlılığı değerinin kurumlar arasında karşılaştırma yapmak ve onların faaliyet performanslarını değerlendirmek açısından daha güvenilir olduğu kanıtlanmıştır. Uzun vadeli çözümler dikkate alınmaz. Bir kriz sırasında, bankaların çoğu yeniden yapılandırmaya ilişkin pek çok tedbirler alırlar. Özkaynak karlılığı üzerinde de ilave baskı unsurları yaratan bu tedbirlerin genellikle maliyet açısından olumsuz etkileri olduğu düşünülmektedir. Özkaynak karlılığındaki bir düşüşün ne kadarının gelir ve sermaye yaratma kabiliyetini iyileştirmeyi amaçlayan uzun-vadeli bir stratejinin bir sonucu olduğunu belirlemek çok kolay değildir. Örneğin, bazı bankalar uzun vadeli yeniden yapılandırma, riskleri azaltma ve sermaye rasyolarında iyileşme kriterleri açılarından bazı faydalar görmüşlerdir. Fakat, bunların hepsinin bankanın performansı üzerinde olumsuz etkileri de olmuştur. Buna ek olarak, konsolidasyon, performans analizini güçleştirmektedir. Muhasebe açısından bakıldığında, konsolidasyonun özkaynak üzerindeki etkisi kısa vadede genellikle olumsuzken, orta vadede konsolidasyonun etkisi finansal güçlenme açısından olumlu olabilir. Ancak, uzun vadede, konsolidasyonun global etkisini tahmin etmek kolay değildir. Çünkü konsolidasyon süreci bir grubun iş modelini değişikliğe uğratabilir. 114 Bankacılar Dergisi Uzun vadeli hususlara ilişkin başka bir örnek de, maliyet etkinliğiyle ilgilidir. Maliyetgelir dengesi perspektifi açısından bakıldığında, personel giderlerini azaltmanın maliyet etkinlik rasyoları üzerinde olumlu etkileri olmaktadır. Ancak, bankacılık sektöründe insan sermayesinin önemi düşünüldüğünde bu strateji uzun vadede karlı olmayabilir. Dışarı beyin göçünün tersine çevrilemez zararları olabilir ve bankanın başarılı dönemlerine geri dönmesine engel olabilir. Yapılan araştırmalarda; yetenekli ve bankada etkin verimlilik sağlayan kilit pozisyondaki personelini elinde tutmayı tercih eden bankaların kârlılıklarının arttığı gözlemlenmiştir. Sonuç olarak, özkaynak karlılığında, krizin sebep olduğu uzun vadeli zararları hesaba katılmaz. Örneğin, bir yatırım bankası krizden çok olumsuz etkilenmiş olsa bile, gelecek yıla ilişkin özkaynak karlılığı projeksiyonu iyidir. Çünkü riskler, gelecek birkaç çeyrek dönem boyunca önemli bir gelişme göstermesi ihtimali bulunmayan kredi verme faaliyetinde toplanmış olacaktır. Analistlere göre, yatırım odaklı bankalar daha iyi bir performans göstereceklerdir. Çünkü bankacılık kesiminde defter değerini silme işlemlerinin büyük çoğunluğu muhasebeleştirilmiş bulunmaktadır. Fakat aslında finansal açıdan sağlam olmayan bir banka, servet yönetim faaliyetindeki devam eden kaçışlardan ve müşterilerinin ve personelinin çoğunun daha sağlam olan rakiplerine yönelecek olmalarından dolayı gerçekten zor günler geçirecektir. Varlık yönetimi ve büyük aracılık hizmetleri alanlarında pazar paylarını kaybeden bu bankanın kendisini yeniden yapılandırması ve müşterilerini yeniden kazanması gerekecektir. Kötü bir özkaynak karlılığı rasyosu bankanın itibarını zedeler ve zayıf performans gösteren kurumların eskiden sahip oldukları pazar paylarını geri kazanmaları çok uzun zaman alabilir. 3. Manipülasyon ve Yanlış Teşvikler Olasılığı Şeffaflığın bulunmaması ya da kamuoyuna yapılan açıklamalarda tutarsızlıklar Bankalar arasında anlamlı karşılaştırmalar yapmak için verilerin (örneğin, kamuya bildirim yapılmamasından ötürü ya da muhasebe kurallarındaki bir değişiklikten dolayı) güvenilir olmadığı durumlarda, artık özkaynak karlılığı değeri kullanılmamaktadır. Gerçekten de, şeffaflığın bulunmamasından dolayı, bilinmeyen zararlar, özkaynak karlılığını yanıltıcı bir şekilde şişirebilir. Bu bağlamda, bilinmeyen zararları büyük olan bankalar en iyi performansı gösteren bankalar gibi gözükebilirler. Ayrıca, ülkeler arasında muhasebe standartlarındaki farklılıklar dikkate alındığında, herhangi bir belirli mali enstrüman farklı kurumlarda farklı şekillerde muhasebeleştirilebilir. Ayrıca, aktiflerin farklı portföylerde muhasebeleştirilmesinin mümkün olması ve bunun da özkaynak karlılığı bileşenlerini farklı şekilde etkileyebilmesi nedeniyle özkaynak karlılığı rasyosu manipüle edilebilir. Özkaynak karlılığına odaklanmak yanlış teşvikler sağlar Özkaynak karlılığı, piyasa katılımcılarının ve bankaların kamuya yönelik bildirimlerinde yaygın biçimde kullandıkları performans göstergesi olduğundan dolayı, bankalarda özkaynak karlılığının hedeflenmesi, bankaları daha yüksek beklenmedik risk düzeyine maruz bırakmış ve bilanço yönetimi konusunda daha kısa vade odaklı bir yaklaşıma yol açmıştır. Mevsimsel faktörlerin önemi Özkaynak karlılığı ölçütü oldukça kuvvetli bir şekilde mevsimsel faktörlerden etkilenmektedir. Bu nedenle, yıl içinde özkaynak karlılığı verisi yanıltıcı bilgiler içerebilir. Yılın ilk yarısı için yıllık özkaynak karlılığı ölçütünü kullanmak (yılın ikinci yarısındaki temettü ödemelerinden ve yıl sonunda suni artış eğilimi gösteren faaliyet zararlarından dolayı) 115 Avrupa Merkez Bankası geleneksel olarak daha iyi olmasına rağmen, (mevsimsel ayarlama yapılmamış) yıllık özkaynak karlılığı ölçütü, genellikle üç ve altı aylık raporlarda kullanılmaktadır. Bu sebeple, bankaların rapor ettikleri üç veya altı aylık performans göstergeleri kusurlu olarak değerlendirilmekte, performans göstergelerinin doğru analiz edilebilmeleri için mevsimsel ayarlamaya tâbi tutulmaları gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Kutu 2 Krizden Önce Bilanço ve Piyasa Verilerinden Alınan Uyarı Sinyalleri Hakkında Vaka Etüdü Bu vaka etüdünün amacı, mevcut kriz başlamadan önce, özkaynak karlılığının aksine, yakın gelecekte hangi hususlarda problemlerin ortaya çıkacağı sinyalini vermiş olabilecek artan dengesizliklerle ilgili belirtilerin bulunup bulunmadığını değerlendirmektir. Bu analizde, altı Avrupa bankacılık grubu üzerinde odaklanılmakta, hem piyasa verilerine hem de bilanço verileri incelenmektedir1 . 1. Piyasa Verilerinden Zayıf Sinyaller Hisse senedi getirisi, bankaların finansal gücünü yansıttığına inanılan ve en yaygın kullanılan göstergedir. Krizden önce özkaynak rakamlarındaki artış düzeyi ve getiri oranı açılarından en iyi performansı gösteren bankaların çoğu, kriz sırasında en kötü performansı gösterenler arasındadır. Ayrıca, hisse performansları da kısa vadeli kâr ve getiri tahminleriyle yönlendirilmiştir. 2. Bilanço Analizi Bilanço analizi gelir tablosunun üst kısmı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu analizde faiz getiren faaliyetler, ücret ve komisyonlar, alım satım işlemleri, yatırımlar ve benzeri başka gelirler de dahil farklı gelir kaynakları dikkate alınmaktadır. Gelir analizi, farklı faaliyet alanlarının kârlılık durumunun daha iyi anlaşılmasına yol açabilir. Bilanço analizinde, daha uzun vadeli bir yaklaşım benimsenir ve temel kâr faktörlerinin “marjı”, “hisse senedi” ve “devir hızı” seviyesi ve gelişimi araştırılarak, bu göstergelerin kaldıraçla ilişkisine bakılır. Yukarıda açıklanan çerçevenin bilanço verilerine uygulanması, başta bunların zaman içerisindeki gelişimi de olmak üzere farklı faaliyet alanlarının katkılarını ölçmek ve bankaların iş modelleri arasındaki yapısal farkları değerlendirmek için faydalı bir yöntem olabilir. Bununla birlikte, detaylı verilerin mevcut olmaması, geniş ve derin bir analiz yapmayı güçleştirmektedir. Bundan ötürü, bir bankanın finansal kuvveti hakkında doğru bir değerlendirme yapabilmek için, hem tüm bilanço değerlerinin dikkatle analiz edilmesi, hem de içsel verilerin kullanılması gerekmektedir. • Kaldıraç oranı oldukça iyi bir uyarı göstergesidir. Bu gösterge açısından asıl sonuç, finansal açıdan sağlam olmayan bankaların ya mutlak değerlerle yüksek bir kaldıraç seviyesi (30’un üzerinde) gösterdikleri ya da geçen yıllara kıyasla bu göstergede önemli bir artış yaşadıklarıdır. Ayrıca, söz konusu bankalarda, kredilerin toplam aktifler içindeki payında bir azalma olduğu da gözlemlenmiştir. Bu durum da, söz konusu bankaların diğer faiz getiren aktiflere yöneldiklerine işaret etmektedir. Detaylı veriler mevcut olmadığı için, aktif bileşimi hakkında daha fazla analiz yapmak mümkün değildir. Bundan dolayı, analizin önemli bir kısmını oluşturan bilanço dışı kaldıraçla ilgili analiz yapılamamaktadır. • Gelir bileşenlerinin analizi bazı dengesizliklere işaret eder. Bu analiz, “marjların” farklı faaliyet alanlarının kârlılığına yaptığı katkı üzerinde odaklanmaktadır. Örneğin, toplam faiz getiren aktifler içindeki faiz gelirleri brüt kâr marjı olarak ve kredi zarar karşılıkları kredinin maliyeti olarak ve hisse düzeyinde toplam aktifler alınmak suretiyle faiz geliri faktörleri analiz edilebilir. 116 Bankacılar Dergisi Portföy bileşimi ve işlem hacmi ölçütleri de, alım satım faaliyet alanına ilişkin ilave göstergeler olabilir ve komisyon geliri getiren faaliyetleri için, “Yönetim Altındaki Toplam Aktifler” ölçütü de temel gelir faktörü olarak hesaba katılabilir. Bu vaka etüdünde, mevcut verilerin seviyesi sadece faiz oranı alanında bir analiz yapma imkanı vermektedir. Finansal olarak sağlam bankaları, sağlam olmayan bankalardan ayıran en önemli kriterler şunlardır: • Faiz oranı marjına oranla alım-satım gelirleri ile komisyon gelirlerinin artan önemi: Sağlam olmayan bankalar toplam gelirlerine kıyasla faiz oranı marjına olan bağımlılıklarını yüzde 20’den fazla azalttıklarını göstermektedir. Kriz sırasındaki zararlar da geçmişte gelir yaratan söz konusu finansal aktiflerle ilgili alım satım zararları veya karşılıklardan kaynaklanmıştır. • Faiz oranı marjı açısından, sağlam olmayan bankaların brüt faiz oranı marjlarına oranla kredi zarar karşılıklarını yüzde 10’un altında, sağlam bankaların ise bu rasyoyu istikrarlı olarak yüzde 15’in üzerinde tuttuklarını göstermektedir. Ek olarak, sağlam olmayan bankalar, düşük spread faiz oranlı aktiflere yatırım yaptıklarından dolayı aktifler üzerinden düşük bir faiz marjı elde edebilmektedirler. • Bir esneklik kaynağı olarak maliyet etkinliği Bankaların faaliyetlerini yürütürken maliyet etkinlikleri hakkındaki yapılan bir analiz, örneklem grubunda, sağlam olmayan bankaların gider/gelir oranının yüzde 65’e yakın olduğunu, oysa bu oranın sağlam bankalarda yüzde 55 olduğunu göstermektedir. Kriz başladığında, maliyet etkinliği zayıf olan bankalar daha hızlı bir şekilde finansal açıdan zor duruma düşmüşler, dolayısıyla, yeni finansal ortama uyum sağlayabilmek için maliyetlerini düşürmek amacıyla personel azaltma yoluna gitmişlerdir. 3. Sonuç ve Görüşler Bir ilk geniş etüt sonrası analiz, kriz sırasında bu iki alt-grubun farklı ekonomik performanslarını açıklayabilecek bazı önemli unsurlara işaret etmektedir. Fakat benzer ekonomik ve risk göstergeleri bulunmasına rağmen, kriz esnasında çok farklı davranmış bulunan bankacılık gruplarının analiz sonuçları hakkında da önemli bir önermenin yapılması gerekmektedir. Bu vaka etüdü, analistlerin halen kullanmakta oldukları “parçaların toplamı” analizinde olduğu gibi, her faaliyet alanının belli niteliklerini ve temel kârlılık unsurlarını dikkate alan daha “yapısal” bir banka performansı analizine gerek olduğunu göstermektedir. Ayrıca, yapılan birinci analizin bir banka iş modelinin gelişimi hakkında yeterince açıklayıcı olmaması halinde daha detaylı bir analize gereksinim olduğu vurgusunu da yapmaktadır. Fakat söz konusu analizin yapılmasında, yetersiz veri veya karşılaştırılabilirlik problemleri riski de söz konusudur. 1 Bloomberg’den alınan veriler, 2003 yılının birinci yarısından 2007 yılının birinci yarısına kadar olan bir süreyi kapsayan altı-aylık bilançolara atıf yapmaktadır. 3. Düzeltmeler ve Dikkate Alınması Gereken Hususlar 3.1. Kapsamla İlgili Düzeltmeler Global finansal kriz, geleneksel performans ölçütlerinin zayıf yönlerinin bulunduğunu göstermiş ve finansal sektörde kullanılmakta olan ölçütlerin bir kısmının yeniden değerlendirilmesi gerektiği savını güçlendirmiştir. Bu tespit edilen eksiklikler, bankaların performans analizinde daha önce göz ardı edilmiş veya ihmal edilmiş bulunan hususlar üzerinde odaklanarak giderilebilir. BSC’nin düzenlediği atölye çalışmasının ve yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, sadece kârlılığın değil bir bütün olarak banka performansının ölçülmesi daha uygundur ve performans değişikliklerini açıklamak için birden fazla ölçüte gerek vardır. Araştırma anketine 117 Avrupa Merkez Bankası cevap verenler, performans analizinin en önemli unsurları olarak etkinlik, aktif kalitesi ve sermaye yeterliliği göstergelerine işaret etmişlerdir. Dolayısıyla, performans ölçümü konusunda daha bütüncül ve daha ileri görüşlü bir yaklaşım uygulamanın uygun olacağı anlaşılmaktadır. Risk-Ayarlı Ölçütler Kriz, bankaların performans ölçümü sürecine “risk” kavramını tekrar sokmuştur. Dolayısıyla, performans analizinde yapılabilecek düzeltmelerden biri, normal getiriler yerine risk-ayarlı getirileri incelemek olacaktır. Evrensel bankaların kârlılığı yatırım odaklı bankaların kârlılığıyla karşılaştırıldığında, ikinci grubun ekonominin iyi zamanlarında çok daha başarılı olmasına rağmen, kriz başladığında daha büyük zararlara maruz kaldıkları görülmektedir. Buradaki ilginç soru, daha yüksek riskin yeterince ödüllendirip ödüllendirilmediğidir. Soru, risk-ayarlı getirilere bakılarak yanıtlanabilir. RAROC, sermayenin bankaların faaliyetlerden beklenen ekonomik katma değere (EVA) uygun olarak tahsis edilebilmesine izin verir. Sonuç olarak, RAROC, bankanın gelecekteki sermaye ihtiyaçlarına bakılarak beklenen sonuçları değerlendiren geleceğe yönelik bir ölçüttür. EVA’ya benzer biçimde, RAROC da bir bankanın kârı ile sermaye maliyeti arasında bir ilişki kurar. Bununla birlikte, katma değeri, ihtiyaç duyulan sermayeye karşı dengelemek suretiyle bunun da ötesine geçer. Teorik olarak, RAROC, ekonomik getiriyi risklere karşı dengelediği için en anlamlı performans ölçütüdür. Fakat bu ölçütün en önemli dezavantajı hesaplanabilmesi için içsel verilere gereksinim duyulması ve bu hesaplamanın ağırlıklı olarak varsayımlara dayanmasıdır. Aktif Kalitesi Bankaların performans ölçümünde tamamlayıcı bir ölçüt görevini üstlenen aktif kalitesi analizinin hem karmaşıklık seviyesi hem de önemi artmıştır. Toksik aktifler nedeniyle bankaların aktiflerinin kalitesi konusu, performansın tartışılması sırasında tekrar ele alınan bir konu olacaktır. Geleneksel performans analizi aktif kalitesinin değerlendirilmesinde yetersiz kalabilmekte ve piyasa katılımcıları bankaların verdikleri bilgileri anlamakta güçlüklerle karşılaşabilmektedirler. Aktif kalitesini değerlendirmek için, analistler ve bankacılar, perakende (bireysel) bankacılık portföyleri için gelecekteki olası kayıp seviyelerinin projeksiyonunu yapabilmek amacıyla ürün çıktısı temeline dayanan hataları, migrasyon matrislerini ve senaryo analizini kullanmaktadırlar. Başka bir niteliksel gösterge de, değer kaybı öncesi aktifleri ve nakit akışlarının öngörülebilirliği ve istikrarını tespit etmek amaçlarına yönelik portföy kalitesi analizidir. Stres testleri ise, aktiflerin kalitesinin değerlendirilmesine ve kaldıraç oranını azaltma amacına yönelik eylem planlarının yapılmasında destek olurlar. Bu bağlamda, piyasa, yeniden konsolide edilmiş bilanço-dışı aktifleri yaygın bir biçimde benimsemiştir. Bankaların Sermayelerinin Aktiflerine Göre Kalitesi Finansal krizin ön plana çıkarttığı başka bir önemli konu da, hem bankaların sermayesinin aktiflerine oranla kalitesi hem de sermaye yeterliliği rasyolarından kaynaklanan yanıltıcı bilgiler olmuştur. Düzenleyici sermaye zorunlulukları, risk-sınırlama kapasiteleri sınırlı olduğu için, ekonomik anlamda sermaye olarak sınıflandırılamayacak nitelikteki büyük bileşenleri de içerme eğilimindedirler. Buna ek olarak, risk-ağırlıklı aktiflerin bazı toksik aktiflerin risk derecesini yansıtmadıkları ve krediler dışında kredi riski taşıyan aktiflere (örneğin, teminatlı borç yükümlülükleri (CDO’lar)) ya hiç ağırlık vermedikleri ya da çok az ağırlık verdikleri ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, bazı bankaların sağlam sermaye rasyoları, fakat aşırı derecede yüksek toplam aktif/özkaynak rasyoları (ki bu oran özkaynak karlılığını da yükseltmiştir) vardı. Bunun- 118 Bankacılar Dergisi la birlikte, krizin yoğun olarak yaşandığı dönemde söz konusu bankaların özellikle finansal açıdan zayıf oldukları görülmüştür. Bu durumda yatırımcıların ihtiyatlı sermaye ölçümlerine olan güveni sarsmıştır. Atölye çalışmasında katılımcılar, net özkaynak yerine maddi sermaye ve toplam yasal sermaye yerine de ana sermaye bileşenlerinin kullanılmasını önermişlerdir. Katılımcılar kaldıraç oranını da izlemeye başlamışlardır. Bankalar için ana sermaye bazında ya da yüzde 8’den çok daha yüksek bir seviyede hedef sermaye yeterliliği oranları belirleyen bazı denetçiler de benzer bir yaklaşım benimsemişlerdir. Anket çalışmasına cevap verenler, tüm bilanço dışı enstrümanların (risk-ağırlıklı aktif hesaplamalarında dikkate alınmış ve muhasebeleştirilmiş olup olmadıklarına bakılmaksızın) tekrar konsolide edilmesini önermişlerdir. Katılımcılar, bilanço-dışı risk maruziyetlerinin belirlenmesinde kantitatif bir tahminin çok zor ve hatta olanaksız olabileceğini düşündüklerinden, kalitatif bir yargıda bulunmanın gerekli olacağına da işaret etmektedirler. Kazançların Bileşimi ve Sürdürülebilirliği Kâr analizi, aktif kalitesi analiziyle bağlantılıdır ve krizin başladığı günden bu yana dikkat çeken bir konu olmuştur. Bankacılık sektöründe sürekli yüksek kârlılık seviyeleri alarm sinyali olabilir. Zira, çok yüksek kârlılık düzeyi, zaman içinde sürdürülebilir kârlılığı tehlikeye sokacak düzeyde aşırı riskler alındığını ve kırılgan bir yapının oluştuğu anlamına gelebilir. Buradaki odak noktası, bankaların performanslarının sürdürülebilir olmasını sağlamak için kazançların öngörülebilirliği ve volatilitesinin düşük olmasıdır. Bankaların faaliyetlerinin çeşitlendirilmesi ve belirli alanlarda uzmanlaşması da bu açıdan önemli bir husustur. Teoride de, bu şekilde faaliyetlerde çeşitlendirmeye (ürün çeşitlendirmesi de dahil) gidilmesinin kazançların volatilitesini azalttığı sonucuna ulaşılmaktadır. Buna rağmen, bankaların faiz-dışı faaliyetlerinden sağladıkları kazançlar, net faiz gelirlerinden elde edilenlerden çok daha fazla volatildir. Çünkü bu kazançların büyük bir kısmı bir seferlik olarak görülür (alım satım kârları, perakende-dışı ücret geliri gibi). Bu bir seferlik işlem ve faaliyetlerden elde edilen karların ekonomik döngü boyunca artan volatiliteyi telafi etmeye yeterli olup olmadığı açık değildir. Yine de, analistler, finansal stres zamanlarında, gelirlerin bir seferlik (tekrarlamayan) bileşenlerini de dikkatle değerlendirmektedirler. Piyasa katılımcıları, bankaların gelirlerinin ve sermayesinin faaliyet alanlarına göre yapısını dikkatle gözlemlemekte ve bankaların iş modellerinin sürdürülebilirliğini değerlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu hedefe ulaşmak için de, münferit faaliyet alanlarına göre uyarlanmış ölçütlere gereksinim vardır. Likidite ve Fonlama Kapasitesi Kriz, bankaların likidite ve fonlama kapasitelerinin son derece önemli olduğunu da ortaya çıkartmıştır. Bundan ötürü, piyasa katılımcıları, bir bankanın bağlı fonlama gücüyle, kısa-vadeli fonlamaya bağımlılığını değerlendirmek için, kredi/mevduat oranı, kısa-vadeli fonlamanın payı ve vadeler tablosu da dahil olmak üzere bankaların likidite ve fonlama yapısını daha yakından inceleme eğilimini göstermektedirler. Bir bankanın fonlama yapısı, büyük oranda, onun toptan piyasa fonlamasına ve kısavadeli fonlamaya olan bağımlılığıyla ve vade profiliyle belirlenir. Ayrıca, daha yüksek fonlama maliyeti de bir bankanın kârlılığını etkiler. Banka performans analizi, bir bankanın likidite profilinin sürdürülebilirliğini belirlemek amacıyla bankanın fonlama yapısı ve politikasının incelenmesini de kapsamalıdır. Piyasa katılımcıları, likidite sıkıntıları olduğunda beklenmedik durum planlamasına duyulan ihtiyacı da vurgulamışlardır. Çünkü, temelde sağlam olan bir banka bile likidite veya fonlama güçlükleriyle karşılaşabilmektedir. Bu açıdan, Avrupa bankalarında fonlama hakkında açıklamaların genelde yapılmıyor olması, fonlama yapısına ilişkin performans analizinin kalitesini sınırlandırmaktadır. Bundan ötürü, dahili fon transfer fiyatlaması da ilave bir değerlendirme olarak yapılabilir. 119 Avrupa Merkez Bankası Son olarak, bir bankanın performansının ve banka fonlamasının değerlendirilmesinde, bankacılık sektöründeki vade uyumsuzluğunun da dikkate alınması gerekmektedir. Bankaların temel işlevlerinden biri de, daha yüksek getirili uzun vadeli kredilendirme yapabilmek için düşük maliyetli ve kısa vadeli borçlanmalar yapmaktır. Ancak bu, mevduat garantisi sisteminin ve nihai kredi merciinin sağladığı bir güncel güvenlik ağı olmadan olanaksızdır. Bir bankanın performansının analizinde ya da bankacılık sektörünün başka sektörlerle kıyaslanmasında, bankacılık sektörünün kamusal-destekli spesifik kâr artırma özelliği de göz önünde bulundurulması gereken bir unsurdur. Maddi Olmayan Aktifler Bankaların sabit aktifleri de önemli olmasına rağmen, bilgi-yoğun bir sektör olan bankacılıkta finansal bilgi, fikri kaynaklar ve başka gayri maddi aktifler de önemli performans artırıcı faktörlerdir. Bankaların karmaşıklık düzeyleri arttıkça gayri maddi aktifler de önemli bir performans faktörü haline gelmiştir. Gerçekten de, Ang ve Clark’ın (1997) “bankaların defter değeri piyasa değerlerine yakın olmalıdır” yönündeki tezleri giderek geçersiz hale gelmektedir. Defter ve piyasa değerleri farklı olacaktır. Çünkü defter değeri bir kurumun içsel değerlerini yansıtamaz (Abuzayed ve Molyneux (2009).6 Bundan dolayı, Sagar ve Rajesh (2008), sadece finansal göstergeleri analiz etmenin kredi kuruluşları için etkin bir strateji olmadığını, çünkü performansların değerlendirilirken, finansal göstergelerin finansal olmayan göstergelerle birleştirildiğini ileri sürmektedirler. Sonuç olarak, finansal performans, çok sayıda gayri maddi iş süreciyle belirlenmektedir. Zhang ve Longyi (2009) ise, geleneksel performans ölçümlerini yetersiz görmekte ve şu eksikliklere işaret etmektedirler: (i) gayri maddi göstergeler göz ardı edilirken, finansal göstergelere çok fazla önem verilmesi; (ii) dış faktörler dışlanırken, faaliyet koşullarına ilişkin iç analize çok fazla odaklanmak ve (iii) gayri maddi aktifler ihmal edilirken, geleneksel aktiflere çok daha fazla önem verilmesi 7. Muhasebe standartları, finansal faaliyetlerle ilgili gayri maddi aktiflerin tümünü tam olarak yansıtmamaktadır. Ayrıca, mevcut kriz, gayri maddi aktifler değerlemesinin ve değer düşüş sürecinin büyük bir değişim gösterdiğini de ortaya koymuştur. Bundan dolayı, faaliyetlere ilişkin itici faktörler ile gayri maddi aktif değerlemeleri arasındaki bağlantının doğru anlaşılması şarttır. Yukarıda atıf yapılan bilgi boşluklarını doldurmanın bir yolu da, Kaplan ve Norton’un (1992) geliştirdikleri bir kavram olan “Denge Sonuç Kartını” kullanmaktır. Sagar ve Rajesh (2008), ek olarak, yaygın kullanılan bazı finansal rasyoların gayri maddi aktiflerin katkısı hakkında da bulgular sağladıklarını ifade etmektedirler. Örneğin, mevduatlardaki ve kredilerdeki büyüme hızları müşterilerin kredi kurumuna duydukları güvenin en iyi bir göstergelerinden birisidir. Buna rağmen, Ittner ve Larcker (2000), finansal olmayan göstergelerin karar alma süreçlerinde ve performans analizlerinde giderek daha önemli hale gelmelerine rağmen, firmaların sadece başka firmaların kullandığı ölçütleri benimsemekle yetinmemeleri gerektiğini de savunmaktadırlar. Bu yazarlar, performans ölçütleri seçiminin rekabet ortamı, kurumsal strateji, kurumsal hedefler gibi faktörlere bağlı olması gerektiği fikrindedirler. Ayrıca, firmalar, performans ölçütleri seçiminin dinamik bir süreç olduğunu anlamalıdırlar. Söz konusu süreçte, bugün kullanılan ölçütler gelecekte anlamlı olmayabilir. Bu nedenle, stratejiler ve rekabet ortamları değiştikçe söz konusu ölçütlerin sürekli gözden geçirilmesi gerekebilir. 120 Bankacılar Dergisi 3.2. Performans Ölçütlerinin Özellikleriyle İlgili Düzeltmeler Küresel finansal kriz, finans dünyasının kullandığı performans ölçütlerinin bazı talepleri tam olarak yansıtamadığını göstermiştir. Bu durum analistlerin söz konusu ölçütleri kullanarak yanlış sonuçlar almalarına yol açmış olabilir. Bu nedenle, hem mevcut performans ölçümlerinin kıyaslanabilirliği, şeffaflığı ve istikrarı konusunda hem de bu analizlerin zamanlaması konusunda bazı iyileştirmelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Özkaynak kârlılığı ve sermaye yeterliliği rasyoları da dahil olmak üzere temel performans ölçütlerinin önemli bir kısmı, muhasebe standartlarının ve sermayeye ilişkin mevzuatın belli özelliklerinden dolayı şirketler ve ülkeler arasında karşılaştırılamamaktadır. Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (IFRS) ortak çerçevesi içinde bile, şirketlerin farklı muhasebe kuralları arasından seçim yapmasına izin verilmektedir. Bu da, “gerçek ve adil bakış” kriterine uyumu güçlendirmesine rağmen, finansal raporların karşılaştırılabilirliğini engellemektedir. Sermaye Yeterliliği Direktifinin (CRD – Basel II) uygulanması açısından da benzer bir senaryo mevcuttur. Düzenleyici sermaye ve risk-ağırlıklı aktiflerin karşılaştırılabilirliğini engelleyen sermaye uygunluğu, indirimler vb. için, ülkelere özgü başka çözüm yolları vardır. Ayrıca, en iyi ölçütler kullanılsa bile, bankalar içinde kullanılan iç kurallar veya konvansiyonların bir kısmına bağlı olarak önemli bir taraflılığın mevcut olduğu ve finansal rasyoların genellikle birden fazla tanımının yapıldığı hususları dikkate alınmalıdır. Söz konusu nedenlerden dolayı, hem sermaye yeterliliği verileri hem de kârlılık ve aktif kalitesi verileri sorunlu olarak görülmüşler, bu da, kriz zamanında finansal raporlara duyulan genel güvensizliği daha da artırmıştır. Atölye çalışması katılımcıları, tanımlar ve muhasebe çerçeveleri uyumsuz olduğu sürece, kârlılık ölçütlerinin doğru olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Performans ölçümünün zaman içindeki istikrarı çok önemlidir. Zira, birleşme ve devralmalar, tutarlı ve istikrarlı bir çerçevenin yokluğunda, bankacılık performansının analizini zorlaştırabilirler. Son olarak, piyasa katılımcıları, performans ölçütlerinin zaman içinde ve iş döngüsü boyunca istikrarını ve öngörülebilirlik sorununu da gündeme getirerek, geleneksel performans ölçütlerinin kısa vadeli olmasını eleştirmişlerdir. Yapılan pek çok çalışma, ekonominin yükselme dönemlerinde bankaların aşırı güvenli hale geldiklerini ve bundan ötürü de kredilendirme standartlarını gevşettiklerini ya da bir başka deyişle, daha fazla risk aldıklarını göstermektedir. Bunun tam aksine, ekonomik gerileme dönemlerinde, bankalar muhafazakârlaşmakta, kredilendirme standartları ve koşullarını sıkılaştırmaktadırlar. Bu durum, ekonomik döngünün düşüş evrelerinde tahsili gecikmiş kredilerde artışa yol açarak, bankanın maruz kaldığı zararları artırmaktadır. Buna paralel olarak, daha önceki bölümde tartışıldığı üzere, geleneksel performans ölçümleri belirli bir derecede döngüsellik veya nedensellik özellikleri göstermektedirler. Örneğin, bankaların kârları ve bilanço rakamları, aslında gerçek performanslarında bir değişiklik olmamasına rağmen, yüksek tüketici fiyatı veya aktif fiyatı artışlarıyla aşırı yükselebilir. Bundan dolayı, döngü sırasında alınabilecek önlemler de dikkate alınmalıdır. Örneğin, iş döngüsü boyunca vergi öncesi kâr marjı, bankanın sürdürülebilir iç sermaye yaratma kabiliyetini gösterir. Bu bağlamda, kârlılık ölçümleri uzun sürelerle değerlendirilmelidir. Sermaye yeterliliği mevzuatı ve muhasebe standartlarının bankaların döngüsel davranışlarını artırdıkları hususu tekrar vurgulanmalıdır. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (IASB), bir kredinin yaşam süreci boyunca beklenen zararlarının değerlemeye dahil edilmesini önererek bu sorunun çözümüne işaret etmiştir. 4. İlave Faktörler ve Alternatif Performans Ölçümleri 2007-2009 yıllarında finansal istikrarı ve ekonomiyi etkileyen küresel kriz, finans dünyasının bankaların performansını değerlendirmek için kullandığı bazı yaklaşımların yeniden düşünülmesi gerektiği görüşünü güçlendirmiştir. Dolayısıyla iş modellerinin risk alma iştahı açısından yeterliliği ve bu yeterliliğin banka içinde ve dışında yönetişim süreçleri 121 Avrupa Merkez Bankası aracılığıyla nasıl kullanıldığı da dahil olmak üzere, bankaların performansını etkileyebilecek kilit faktörlerin kapsamlı bir biçimde incelenmesi gündeme gelmiştir. Bu çerçevede, bankaların stresli piyasa koşullarında faaliyet göstermeleri ve ardı ardına gelen şoklara dayanma kabiliyetlerini iş stratejileri ve risk tolerans dereceleri bazında değerlendirebilmek için, uygun karşılaştırma noktaları, duyarlılık analizleri ve stres testlerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu bölümde, söz konusu faktörlerin ele alınması, banka performansı hakkında geleneksel değerlendirmelerin ötesine geçilmesi ve banka performansını etkileyebilecek kilit faktörler üzerinde yoğunlaşarak mümkün olduğu kadar, hem kalitatif hem de kantitatif nitelikte alternatif yaklaşımların tartışılması hedeflenmektedir. 4.1. İş Modelleri Neden Önemlidir? Kriz, uzun-vadeli sürdürülebilir faaliyet ve kârlılığı sağlayan iş modellerine sahip olmanın önemini ortaya koymuştur. Bundan ötürü, bankaların kârlılık yapısının sürdürülebilirliği ve esnekliğinin değerlendirilmesinde, temel faktörlerinin sürdürülebilirliğinin tespit edilerek değerlendirilmesi şarttır. Bu konudaki bir yaklaşım da, bir bankanın iş modelinin şoklara direnmesine ve kârlılığını uzun vadeli sürdürmesine imkan sağlayıp sağlamadığının analiz edilmesidir. Bu amaçla, finansal analistlerin kullandığı “parçaların toplamı” yaklaşımına paralel olarak bir analiz çerçevesi içinde temel faktörleri (örneğin, krediler ve mevduat marjları gibi) tespit etmek ve izlemek faydalı olabilir. Ayrıca, iş modellerinin yasal tedbirler sonucunda değişeceği mevcut piyasa ortamı, analistlerin geçmiş eğilimler üzerinde durmaktan kaçınmalarını ve bunun yerine daha ileri görüşlü olmalarını gerektirmektedir. Kutu 3, bankaların performansının değerlendirilmesinde faaliyet alanlarına göre gelir analizinin önemini göstermek için, vaka etütlerine dayanan bazı deneysel bulguları içermektedir. Özellikle, bu bulgularda, özkaynak karlılığının bileşenlerine ayrılması uygulamasında, faiz geliri getiren faaliyetler, komisyonlar, alım satım gelirleri, yatırımlar, diğer gelirler arasında farklı gelir kaynaklarını değerlendirerek ve gelir tablosunun “üst kısmına” daha fazla odaklanarak, gelir yapısı analizinde daha derin bir araştırma yapılması gereğine işaret edilmektedir. Özellikle, banka gelirlerinin sürdürülebilirliğini değerlendirmek, ya temel bankacılık gelirlerinin (net faiz, komisyon ve ücret gelirleri) payının ya da bir seferlik gelirlerin (kredilerle ilgisi olmayan ücret gelirleri) payının tespit edilmesini gerektirebilir. Bu analizin, her gelir kaleminin volatilitesine ilişkin bir değerlendirmeyle, yani onların temel itici faktörlerinin incelenmesiyle takviye edilmesi de gerekir. Gelirlerin farklı kaynakları arasında ayrım yapılması gerçekten de bu analizde temel öneme sahiptir. Çünkü bankacılık artık “tek bir faaliyet alanı” değildir ve özellikle son on yıl içerisinde farklı ekonomik risk faktörlerinin getirdiği pek çok iş alanıyla bir “franchise (imtiyaz)” faaliyetine dönüşmüştür. Bunun neticesi olarak, günümüzde karmaşık bankacılık grupları içerisinde yönetilen farklı faaliyet alanlarının risk ve performansa olan katkılarını tespit etmek artık yeterli olmamaktadır. Bu açıdan, her faaliyet alanının bağımsız olarak analiz edilmesi ve bankanın global performansına yaptıkları farklı katkıların bir matris-tipi analiz çerçevesi kullanılarak değerlendirilmesi büyük öneme sahiptir. İş modeli analizi yoluyla performans ölçümünün hedefi, bir faaliyet ve iş alanının, “marjlar”, “hisse senedi”, “devir hızı”, “kaldıraç oranı” ve “maliyet etkinliği” gibi unsurların dikkate alınarak zaman içerisinde nasıl gelir ürettiğini içeren bir göstergeler seti geliştirmektir (Şekil 1). 122 Bankacılar Dergisi Kutu 3: Faaliyet Alanlarına Göre Gelir Analizinin Performans Değerlendirmesinde Önemi: Bazı Deneysel Bulgular Bir bankacılık grubunun performansının, yani sürdürülebilir bir kârlılık üretme kabiliyetinin doğru analiz edilebilmesi için, grubun faaliyet alanlarına göre gelirlerin ve kazançların bileşimi üzerinde odaklanmak gerekir. Aslında, özkaynak karlılığı ölçütü, bir bankanın kârlılığının genel durumunu gösterir. Fakat bankanın her faaliyetinin kârlılığa yaptığı göreli katkıyı yansıtmaz. Bununla birlikte, gelirlerin belirli bir zaman boyunca bileşenlerine ayrılması, bir yanda niteliği gereği daha volatil olan bir seferlik gelirler ile bir yanda normal gelirler arasında bazı dengesizlikleri ortaya çıkartabilir. Bu açıdan, yüksek oranda yatırım bankacılığı gelirleri bulunan büyük bir uluslararası banka örneği öğretici olabilir. 2006 yılı başından 2007 yılına kadar söz konusu bankanın net alım satım kârı keskin artış göstermiş, kısa süre içinde neredeyse beş kat yükselmiştir. Bu durumun en önemli sebebi özellikle bir faaliyet grubundaki güçlü ve olağandışı büyüme olmuştur. Aynı şekilde, bu bankanın özkaynak karlılığında 2007 yılında meydana gelen düşüş de, büyük oranda bankanın alım satım gelirlerindeki azalmayla açıklanmıştır. Bankanın krizden önceki alım-satım gelirlerindeki artış göz önüne alındığında, krizin başlamasından itibaren özkaynak karlılığı ve alım satım geliri arasında sıkı bir bağ olduğu görülmektedir. Her faaliyet segmentinin toplam gelirlere göreli katkısı, bankanın iş modeli ne olursa olsun, banka performansının sürdürülebilirliği hakkında bir işaret vermektedir. Bununla birlikte, bazı bankaların kriz öncesinde iş modellerinde bu tip dengesizlikler yaşamadıkları da açıktır. Ancak, örneklem grubunda yer alan dört büyük bankada, kurumsal ve yatırım bankacılığı segmentinin 2008 yılında açık bir şekilde düştükten sonra, 2009 yılında düzeldiği ve hatta kriz-öncesi seviyeyi geçtiği de görülmektedir. Ancak, 2009 yılında büyük oranda volatil gelirlerden kaynaklanan kârlılıktaki bu iyileşme oldukça kırılgan olarak nitelendirilmektedir. Öncelikle, her “gelir itici gücü” için brüt kâr marjı yüzdesini ve ilgili maliyet – karşılık rasyosunu değerlendirmek faydalı olabilir. Bu yolla, bir net kâr marjı yüzdesi elde edebilir. Ayrıca, sadece “gelir itici gücü” (hisse senedi) seviyesi değil, akışlar da devir hızı analizi yoluyla değerlendirilmelidir. Böyle bir kapsamlı analiz, kârlılık segmentlerinin her birini risklerine oranla daha derinlemesine kavrama olanağını da sunabilir. Vaka etüdünde görüldüğü gibi, tam olmasa bile bir zaman serisi analizi yapmak, zaman içerisinde ortaya çıkan bazı dengesizlikleri anlama olanağı sağlayabilir ve bu sonuçlar da, bankaların geliştirdiği risk yönetim politikasının uygulanması için faydalı olabilir. Kârlılık riski-ayarlı ölçütler için temel oluşturabilecek bir “sermaye kârlılığı” ölçümü yapabilmek için farklı faaliyet alanlarına tahsis edilen sermaye değeri kullanılmak suretiyle, analiz çerçevesi geliştirilebilir. Bununla birlikte, bir bankacılık grubu içinde sermayenin alanlara tahsisi kamuya açık olmayan ve kolay erişilemeyecek bir bilgidir. Ayrıca, bu bilgi, tanımı itibariyle farklı faaliyet alanlarının volatil bir şekilde değerlendirilmesine yol açabilir. Bu nedenle, tahsis edilen sermayenin kullanım şekline ilişkin sonuçların dikkatle değerlendirilmesi gerekir. Çünkü bu sonuçlar mevcut değeri uzun sürede tahrip edebilecek iş geliştirme kararları alınmasına neden olabilirler. Buradaki amaç, bir faaliyet alanının “marjlar”, “hisse senedi”, “devir hızı”, “kaldıraç oranı” ve “maliyet etkinliği” gibi farklı “iş boyutları ve ölçütleri” analizi yoluyla o faaliyet alanının nasıl gelir ürettiğine işaret eden bir göstergeler setine ulaşmaktır. Bu göstergelerin zaman içerisinde davranış analizi, riskler ve gelirlerin temel itici güçleri hakkında temel bilgi kazandırır. Böyle bir yaklaşım, her faaliyet alanının bir bankanın global performansına yaptığı katkı hakkında daha detaylı bir analiz için başlangıç noktası da oluşturabilir. Performans hakkında daha geniş ve daha çok geleceğe yönelik bir değerlendirme yöntemi uygulamak, ekonomik sonuçlar arasında uyum, iş modelleri ve denetim/ istikrar sorunları hakkında bankaların yönetimiyle sürekli iletişim kurmanın ilk adımı olabilir. 123 Avrupa Merkez Bankası Şekil : Bileşenlerine Ayrılmış Özkaynak Karlılığı Ölçütünün Bilanço Analizi Tekrarlanmayan gelirler Kaldıraç Tekrarlayan Gelirler Vergi öncesi kar Toplam aktifler Özkaynak Karlılığı = ------------------- * -------------------- Faaliyet geliri Özkaynaklar Maliyet Etkinliği Net gelirler * ---------------* Toplam aktifler Faaliyet geliri ------------------- Net geliri ↓ Toplam aktifler Aracılık gelirleri Toplam gelir = ------------------- * -------------------- * ----------------Özkaynaklar Toplam aktifler Aracılık gelirleri Ciro Faiz Aktifleri Kredi akımları ----------------Kredi stokları Aktif Yönetimi AUM akımları ----------------AUM stoku Ticari/ Yatırım Ciro portföyü ----------------Ticari portföy Diğer Gelir İş akımları Hisse Bilanço Dışı Bilanço İçi Kredi akımları --------------------Toplam aktifler Katkı Brüt Faiz marjı Marj= -------------Kredi stoku Faiz marjı-LLP ----------------Aracılık geliri Komisyonlar ----------------AUM akımları Komisyonlar ----------------Aracılık geliri Ticari portföy -----------------Toplam aktifler Net ticari gelir ------------------Ciro portföyü Ticari finans provizyonu ----------------Aracılık geliri- İş stokları Diğer faktörlerinden analizi Marjlar Diğer İncelemeler Toplam aktifler+AUM ------------------------------ * Özkaynak ↓ gelir Diğer marj ----------------Aracılık geliri Toplam aktifler --------------------------Toplam aktifler+AUM Tüm faaliyet alanları için kapsamlı bir analize ulaşmak açısından, veri mevcudiyeti ve karşılaştırılabilirliği temel bir sorundur. Gerçekten de, bilanço verilerinin detaylı veya karşılaştırılabilir olmadığı faaliyet alanları arasında alım satım, aktif yönetimi ve genelde yatırım bankacılığı iş alanları da vardır. Bu durum, iş sürecinin nasıl yürütüldüğüne ilişkin daha derin bir değerlendirme yapılmasına engel olur. Büyük sorun yaratan başka bir konu da, türev enstrümanların veya bilanço-dışı faaliyetlerin analize dahil edilmesi sorunudur. Bunların yaygın olarak kullanıldıkları iş alanlarındaki risklerin ve gelirlerin tam olarak analiz edilebilmesi için bu sorunun çözümlenmesi gerekmektedir. Aksi halde, riskler gerçekte olduğundan az gösterilebilirken, risk-ayarlı kârlılık öngörüleri ise yüksek düzeyde tutulabilir. Performans için iş modelleri değerlendirmesinde bir diğer nokta da, çeşitlendirmedir. Performans perspektifinden bakıldığında, çeşitlendirmenin hem fayda hem maliyet yönü vardır. 124 Bankacılar Dergisi Gerçekten de, bu, ölçek ekonomisine yol açabilir ve kurumların faaliyetlerini farklı ekonomik ortamlardaki bölgelere yayarak kârlılık volatilitesini azaltmalarına olanak sağlayabilir. Öte yandan, çeşitlendirme karmaşıklığın artması ve acente masraflarına yol açabilir. Bununla birlikte, çeşitlendirme faydalarının uzun-vadeli bir temelde dikkatle analiz edilmeleri gerekir. Çünkü finansal stres zamanlarında, farklı iş alanları, performans ile ekonomik itici güçler arasında “normal” zamanlara kıyasla daha yüksek bir bağlantı gösterirler. Son olarak, banka gelirlerinin sürdürülebilirliği değerlendirmesinde, ya temel bankacılık gelirlerinin payının (yani, net faiz, komisyon ve ücret gelirleri) ya da bir seferlik gelirlerin payının (yani, kredilerle ilgisi olmayan ücret gelirleri) tespit edilmesi ve tanımlanması gerekir. 4.2. Ekonomik Sermaye Modelleri ve Stres Testi Sonuçları, Bir Performans Ölçüm Çerçevesinin Temel Unsurlarıdır İş modelleri analizi; gelirler, fonlama ve iş süreçleri yanında, temel ürünler ve segmentlerde; pazar payları analizi, segment analizi ve bankaların risk profili hakkındaki kalitatif değerlendirmeleri içerir. Bu sebeple, bankalarla yapıcı bir diyalog kurulması gerekir. İş modelleri analizi, dış koşullarda önemli değişiklikler olması halinde seçilen modelin mevcudiyetinin sürdürüp sürdüremeyeceğini kontrol etmek için stres testiyle ve koşul analiziyle takviye edilmelidir. Ekonomik sermaye; “gerçek” risk alma, sermaye kullanımı ve risk-ayarlı performans arasında gelişimsel ilişkinin anlaşılmasında temel bir unsurdur. Gerçekten de, ekonomik sermaye hesaplamaları, bir bankanın risk/getiri kararlarını alma süreçlerini istikrarlı bir çerçevede tanımlama ve ölçme unsurlarını da kapsamaktadır. İstikrarlı ve kapsamlı bir ekonomik sermaye modeli iki hedefi gerçekleştirir: 1. Banka yönetiminin çok farklı ve değişken risk dereceleri ve kaynakları bulunan farklı iş ve faaliyet alanlarının risk-ayarlı kârlılıklarını ve bağıl değerlerini karşılaştırmak için kullanabileceği bir ortak risk değerlendirmesi ölçütü sağlar. 2. Banka yönetiminin ve denetçilerin kurumun risk alma iştahı seviyesine ve risk profiline göre genel sermaye yeterliliğini ölçmelerine ve değerlemelerine olanak sağlar. Ekonomik sermaye çerçevesinin altında yatan teoride, her portföyün sermaye tahsisinin, o portföyün bankanın piyasa değerinin volatilitesine yaptığı katkısını yansıtacak şekilde gerçekleştirilmesi yer almaktadır. Bu nedenle, hesaplama, hem risk maruziyetinin volatilitesini hem de portföyünün kalan bölümündeki değer değişiklikleriyle ilgili korelasyonunu içermektedir. Dolayısıyla, ekonomik sermaye, her faaliyet alanına ilişkin olarak hissedarların bankanın global faaliyetine ilişkin katma değerine yaptıkları münferit katkıların analiz edilebilmesi için, birincil bir öneme sahip olabilir. Bundan dolayı, performans ölçümündeki her bir unsurun analiz edilmesi şeffaflığın sağlanması açısından çok önemlidir. Bu yaklaşım, aynı zamanda, banka faaliyetlerinde risklerin daha iyi fiyatlandırılması için iyi bir çerçeve oluşturur ve bu çerçeve, risk-getiri arbitrajının altında yatan maksimizasyon süreci için de çok önemlidir. İç ekonomik sermaye modellerine, dış koşullarda önemli değişiklikler olması halinde modelin sürdürülüp sürdürülemeyeceğini görmek amacıyla, stres testleri ve koşul analizleri yapılabilir. Stres testleri veya senaryo analizleri, ekonomik sermayenin şok emme kapasitesinin anlaşılmasına yardımcı olur. 125 Avrupa Merkez Bankası Kriz sırasında artan volatilite ve oluşan belirsizlik ortamı, stres testinin geleceğe yönelik performans ölçümü olarak kullanılması gereğini de güçlendirmiştir. Stres testi, performansın temel itici güçlerini ve bunların duyarlılıklarının tespit edilmesine de yardımcı olur. Stres testi, döngüsel parametreler (örneğin, ödeme güçlüğünün yoğunlaştığı dönemlerde temerrüt olasılıkları, migrasyon matrisleri gibi) etki analizi yapmak için de kullanılabilir. Sonuç olarak, stres testleri, bankaların sermaye ve finansal planlamalarının (likidite ve sermaye planlaması ve tahsisi; kredi ve piyasa risk alma durumu gibi) bir parçası olarak görüldüklerinden, performans analizi çerçevesinde önemli olabilirler. Bununla birlikte, stres testlerinin yarattığı bir sorun, yatırımcıların kendi risk analizlerini yapma isteklerinde azalma yaratmasıdır. Yine de, bankalarda finansal planlama sürecinin bir parçası olarak stres testi, hala gelişim sürecinin ilk aşamalarında olmasına rağmen daha geliştirilebilir ve bu durum da sisteme çok daha fazla katkı sağlar. 4.3. Yönetişim ve Performans: Değer Yaratma Temeline Dayanan Teşvik Planlarının Performans Üzerinde Olası Etkileri Kriz, performansı değerlendirebilmek için kalitatif banka yönetişim ölçümleri geliştirmenin önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Kurumsal yönetişimin farklı yönleri, bankaların performansını etkilemektedir. Bankanın kendi özel durumuna bağlı olarak önceliklerinin de önemli oranda değişmesi bu etkiyi daha da artırmaktadır. Temel yönetişim sorunları arasında; üst yönetim seviyesinde yetkiler dengesi (örneğin, Risk Direktörünün [CRO] görevi ile Finans Direktörünün [CFO] görevinin birbirinden ayrılması; bu yetkiler dengesi, risk konusuna entegre bir bakışa imkan verir) ve yönetim kurulu üyelerinin yeterli bilgi düzeyine sahip olmaları ve bu kişilerin önlerinde yatan olumsuz gelişmeleri ve bu gelişmelerin yaratabileceği sorunları önceden görebilme yeteneği de sayılabilir. Kurumsal yönetişimi kantitatif bir çerçeveye sokmak güç olmasına rağmen, en azından kalitatif bazda değerlendirilmesi gerekmektedir. Banka yönetişimin özel bir yönü de ücretlendirme teşvikleridir. Özellikle, bankaların iş modelleri iyi performans için bazı teşvikler yaratır. Çünkü gösterilen performans karşısında verilen ikramiyelerin çoğu doğrudan doğruya belirli bir piyasa veya faaliyet için risk-ayarlı değerin yaratılmasıyla bağlantılıdır. Hedefler, genellikle, belirli bir risk-ayarlı kârlılık seviyesine dayanır. Dolayısıyla, teşvik bazlı ücretlendirme planlarının çoğu, belirli bir süre içinde bankaların performansının iç değerlendirmesinde bir sinyal olabilir. Bununla birlikte, finansal kriz, bankaların uzun-vadeli hedeflerine uyumlu risk seviyelerine göre tutarlı ücretlendirme planları uygulamaları gerektiğini de göstermiştir. Ücretlendirme yapısı, hissedarlar adına hareket eden temsilcilere, firmanın uzun-vadeli finansal gücünü ihmal ederken, kendi kısa-vadeli kârlarını azami düzeye yükseltmek amacıyla riskli bir davranış sergilemelerini teşvik edici bir rol oynamıştır. Konuya ilişkin yapılan tartışmalarda, genel eğilim, uzun-vadeli amaçlar için risk alma iştahına uyumlu ücretlendirme teşviklerinin uygulanmasının önemi vurgulanmaktadır. Bu nedenle, teşviklerin gelirler veya sadece pazar payları yerine daha uzun vadeli sağlık göstergelerine (örneğin, beş yıllık bir dönem için ortalaması alınan bir kârlılık göstergesi gibi) bağlanması tercih edilmelidir. 126 Bankacılar Dergisi 4.4. Yönetişim ve Performans: Kamuya Açıklanması ve Piyasa Disiplini Bir pazar ekonomisinde, performansın nihai göstergesi piyasa disiplinidir. İyi performans gösteremeyen firmalar, pazar paylarının bir kısmını kaybeder ve nihayetinde piyasa dışına çıkarılabilirler. Öte yandan, iyi performans gösteren firmalar piyasa paylarını artırırken, iyi bir konum kazanırlar. Bundan dolayı, politika yapıcılar, performansın tartışmasız bir piyasa-bazlı göstergesi olarak piyasa disiplinini teşvik etmeye özel önem vermelidirler. Bu nedenle, piyasa ekonomisinin iki ana itici gücü olan kâr ve zararın mümkün olduğu kadar her türlü saptırmadan ayrı olarak işlemesine izin verilmelidir. Etkin bir piyasa disiplini oluşturmanın ön koşulu, piyasa katılımcılarının bankaların risk profili ve performansı hakkında kendi değerlendirmelerini yapmalarına olanak sağlayan anlamlı bir kamuoyu açıklaması için gerekli düzeni kurmak ve uygulamaktır. Şeffaflık, özellikle finansal güçlük zamanlarında banka performansı açısından öncü öneme sahiptir. Basit ve global düzeyde uyumlulaştırılmış tanımlar ve yüksek kaliteli veri ve bilgiler, piyasa disiplininin daha iyi gerçekleştirilmesine kesinlikle yardımcı olurlar. Rasyoların kıyaslanabilir olmaması, muhasebe standartları arasındaki farklar ve bu standartların uygulanmasındaki farkların ve veri kalitesinin, bankaların performansı hakkında net bir bilgi elde etmenin önündeki en büyük engeller oldukları kanıtlanmıştır. Finansal raporlamada şeffaflığı artırmak da faydalı bir uygulamadır. Bu durum, raporlanan veya kamuoyuna sunulan veri miktarının artırılması anlamına gelmez. Aslında, raporların ve kamuoyuna açıklamaların karmaşık yapısı içerisinde kaybolmak ve bunların asli hedeflerini gözden kaçırmak oldukça kolaydır. Öte yandan, kamuoyu açıklamalarının miktarı çok büyük boyutta olmasına rağmen, bankaların iş modellerinin performansının kapsamlı bir değerlendirmesine destek olan (örneğin, ekonomik sermaye dağılımı ve tahsisi, bilanço-dışı faaliyetler, faaliyet alanları hakkında daha detaylı veri ve bilgiler gibi) bazı çok önemli bilgiler hâlâ eksik olabilmektedir. Şeffaflığın bulunmaması, yatırımcıların krizin ortasında krizden ciddi ölçüde etkilenen ve diğerlerine kıyasla nispeten daha az etkilenen kurumlar arasında bir ayrım yapabilmelerini de olanaksız hale getirmiştir. Bu durum da krizin likidite sıkıntısı boyutunu büyütmüş olabilir. Dolayısıyla, basit ve global düzeyde uyumlulaştırılmış tanımlar kullanarak yüksek kaliteli veri ve bilgilerin tutarlılığı ve uyumluluğu yoluyla daha fazla saydamlık aranmaktadır. Örneğin, türev enstrümanların veya bilanço-dışı faaliyetlerin de çerçeveye dahil edilmesi, bunların yaygın bir şekilde kullanıldıkları faaliyet alanlarında risklerin ve gelirlerin tam olarak anlaşılması için gerekli olabilir; aksi halde, riskler olduğundan az, neticede, risk-ayarlı kârlılık da olduğundan fazla görülebilir. Bu durumda performans analizi için etkin bir çerçeve inşa etmek amacıyla yatırımcılar yanında kamuoyuna açıklamaların yapılması ve bilgi alışverişinin geliştirilmesi şarttır. Burada, Dahili Sermaye Yeterliliği Değerlendirme Prosesleri (ICAAP) bağlamında devamlı denetleyici inceleme ve değerlendirme prosesleri (SREP) yoluyla denetçilere yönelik -örneğin, iş modeliyle bağlantılı bilgiler için- kamuoyu açıklamalarının detayını artırmak ve seviyesini yükseltmek için bir miktar marj belki de bulunabilir. Söz konusu çerçevelerde ya da iç kontrol raporlarında performans ölçümleri mevcut olmasına rağmen, başarının temel unsurları, belki de, mevcut iş modelinin ve strateji çerçevesinde performanslarının yeterli olup olmadığı hakkında bankalar ile denetçiler ve düzenleyici kurumlar arasında daha derin bir diyalog kurulmasında yatıyor olabilir. Dolayısıyla, bu diyalogdan elde edilen bilgilerin kalitesi de, bu diyalogun yeterince üst ve yüksek bir seviyede gerçekleştirilmesine bağlı olabilir. Yani, bankacılık kurumunun risk alma iştahı ve risk alma eğilimleri çerçevesinde iş modelinin yeterliliğinin analizine dayanan iç sürece, üst kademe yönetimin de katılması, iyi bir yönetişimin gerçekleştirilmesinde kilit öneme haiz bir faktör olabilir. 127 Avrupa Merkez Bankası 5. Sonuç ve Değerlendirmeler Sonuç olarak, gelecekte yapılacak çalışma ve tartışmaların üç temel husus üzerine odaklanması yararlı olabilir: Birincisi, özkaynak karlılığı, bir performans ölçütü olarak daha az kullanılabilir ve daha ziyade, bankalar ile piyasalar arasındaki ilişkide bir teşvik unsuru olabilir. Bu durumda, kapsamlı bir performans analizi çerçevesi, özkaynak karlılığı göstergesinin ötesine geçecek, ancak bu göstergeyi tamamen göz ardı etmeyerek, doğrudan doğruya bankaların iş verileri ve kalitatif bilgilerine dayanan değerlendirmeleri içerecektir. Özellikle, bir bankanın risk alma iştahının mevcut iş yapısı ve stratejisine uyumu ve tutarlılığı, bankanın gelecekteki performans kapasitesinin değerlendirmesinde en önemli unsurlardan biri olacağı tahmin edilmektedir. Bu çerçevede, bankalar için, ekonomik sermaye modelleri ve finansal planlama çerçeveleri bazında oluşturulan sürdürülebilir göstergeler önemli oranda kullanılabilirler. İkincisi, bankaların performans ölçümlerinde, sadece kârlılık odaklı ölçütler değil, çok daha başka performans ölçütlerini de kapsamalıdır. Özellikle, bankanın değer üretimiyle ilgili risklerin, fonlama kapasitesinin ve aktiflerinin kalitesinin dikkate alınması çok önemlidir. Bu bağlamda, iyi bir performans ölçüm çerçevesi, daha fazla geleceğe yönelik gösterge içermeli ve piyasa manipülasyonlarına daha az eğilim göstermelidir. Üçüncüsü, yönetişim ve bankanın risk yönetim süreçleri daha fazla geliştirilmelidir. Bu çerçevede, banka performansının ölçülmesi için daha kapsamlı ve daha fazla geleceğe yönelik bir değerlendirme anlayışının benimsenmesi, banka yönetimiyle denetçiler ve düzenleyici kurumlar ile, sır kapsamındaki hususlar dışında piyasa analistleriyle ilişkilerin artırılması; diğer yandan tüm faaliyet alanları için veri mevcudiyetine ve verilerin karşılaştırılabilirliğine dayanan kapsamlı analizler ve bu analizlere ilişkin kamuoyuna, düzenleyici kurumlara ve denetçilere yönelik olarak yapılacak açıklamaların niteliğinin geliştirilmesi gerekebilir. Dipnotlar UniCredit, JP Morgan, Morgan Stanley, Bank of Valetta, Cheuvreux, KBW, Oliver Wyman, McKinsey, Fitch Ratings ve Moody’s Investor Services firmalarından ve AB merkez bankaları veya denetleme ve düzenleme otoritelerinden uzmanlar ankete veya atölye çalışmasına katkılarda bulundular. 2 Mülakat ve görüşme yapılan banka analistleridir. 3 Borsaya kote edilmemiş şirketler için, en yaygın kullanılan yaklaşım, denk ve muadil bankalarla kıyaslama analizi yapmak ve onların temel faaliyet rakamları ve göstergelerinin (örneğin, tahvil spred oranı ve CDS) gelişmesini izlemek ve bunu tamamlayıcı bir uygulama olarak da, iş modeli hakkında bir değerlendirme ve aktifler, özkaynak ve mevduatlar için bir değerleme çalışması yapmaktır. 4 İnceleme dönemlerinin çoğunda komisyon ve alım satım kârlarının payı net faiz geliri ve diğer gelirlerin payından daha yüksek çıkan bankalar, faaliyetlerinde itici faktörleri yatırım faaliyeti olan bankalar grubuna alındılar (yıllık veriler Bankscope’dan). Yine de bu yaklaşımda da bazı sorunlar bulunmaktadır. Yüksek komisyon geliri ve kârı bankanın saklama faaliyetlerinden kaynaklanabilir. Alım satım kârı uçucu ve değişkendir – bazı dönemlerde yüksek ve bazılarında düşük olabilir. Ayrıca, alım satım kârı ekside ve komisyon geliri de artıda ise, bunlar birbirlerini götürürler (bununla birlikte, birbirini götüren paylara dayanan bölme işlemi de çok benzer sonuçlar vermektedir). Özellikle yatırım bankalarında, diğer gelirler hesabının alt-bileşenlerinin neler olduğu açık değildir. Belki de, banka gelirlerinin faaliyet alanlarına göre bölünmüş yapısını görmek daha iyi sonuç verebilir, fakat bu rakamları kıyaslamak da zordur, çünkü her banka kendi faaliyet alanları için kendine özgü isim ve tanımlamalar kullanmaktadır. 5 Burada geçen kâr sözcüğü, bir Avrupa bankaları alt-örneklem grubuna ilişkin IBES veri tabanından alınan ikiyıllık geleceğe dönük beklentilere atıf yapar. 6 Bu bağlamda, Martin ve Salas (2007), bir bankanın değerinin maddi aktifler, gayri maddi aktifler ve piyasa gücü rantlarından oluştuğunu ve bunların katkı düzeylerinin sırasıyla yüzde 55, yüzde 20 ve yüzde 25 olduğunu ileri sürmektedirler. 7 Martin, Salas ve Saurina (2007), geleneksel performans ölçümlerinin temel sınırlama ve kısıtlamasının ham muhasebe verileri kullanmak olduğuna işaret etmektedirler. Geleneksel muhasebe prensipleri, bilançoda kayıtlı gayri maddi aktifler stokunu gerçek değerinin altında değerleme eğilimindedirler. Bu gayri maddi aktiflere yapılan harcamalar zaman içinde arttıkça ve sıklıkla fiziksel aktiflerden daha hızlı bir artış gösterdikçe, muhasebeciler ve iş analistleri bankanın bilançosunda rapor edilen rakamların ötesindeki performansını değerlendirerek toplam aktiflerini ölçmenin yolları üzerine daha fazla ilgi göstermeli ve dikkat etmelidirler. 1 128 Yazarlara Duyuru 1. Bankacılar dergisinde yayımlanmak üzere gönderilecek makaleler, word formatında arial yazı karakterinde, 11 punto ile tek aralıklı ve paragraflar arasında bir satır boşluk bırakılmak üzere Türkçe olarak yazılmalıdır. 2. Yazının kapak sayfasında şu bilgiler yer almalıdır; a) yazının başlığı, b) yazar(lar)ın bağlı bulundukları kuruluşlar ve ünvanları, c) varsa yazar(lar)ın yardımlarını gördüğü kişi ve/veya kurumlara teşekkür, d) iletişim kurulacak yazarın adı, adresi varsa telefon ve faks numaraları. 3. Yazı içinde yer alan tablo ve şekiller arial yazı karakterinde 10 punto ile hazırlanmalı, başlık ve sıra numarası verilmeli, kaynakları ise alta yazılmalıdır. Denklemlere sıra numarası verilmelidir. (Denklemlerin türetilişi kısa olarak gösteriliyorsa, hakemlere verilmek üzere türetme işlemi tüm basamaklarıyla ek bir sayfada gösterilmelidir). 4. Dipnotların numaralandırılması ve ayrı bir sayfada “Dipnotlar” başlığı altında toplanması gerekmektedir. 5. Kaynaklara göndermeler dipnotlarla değil, metin içinde açılacak ayraçlarla yapılmalıdır. Ayraç içindeki sıra; yazar(lar)ın soyadı, kaynağın yılı, sayfa numaraları şeklinde olmalıdır. 6. Metinde gönderme yapılan veya yapılmayan tüm kaynaklar, kaynaklar listesinde yer almalıdır. Kaynaklar ayrı bir sayfada alfabetik sırayla yazılmalıdır. Kaynakçada aşağıda örneklenen biçim kuralına uyulmalıdır. Kitaplar GIOVANNINI, A. (1990), European Financial Integration, Cambridge, Cambridge University Press. Dergiler EKINCI, N.K. (1991), “Para Politikası, Faiz ve Döviz Kuru”, Muhasebe, İşletme ve Finans, Sayı 58, s.53-57. Derlemeler GORAN, M. (1965), “The Roots of Scientific Method”, E.Wayne Courtney (eds), in Applied Research in Education, New Jersey: Littlefield, s.75-80. Internet adresleri TUNA, K. (2005), “Bankacılık Kanununda Kurumsal Yönetim”, http://bsy.marmara.edu.tr/TR/konferanslar/2005/2005tebligleri/9.doc (20.05.2006) TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ Nispetiye Caddesi Akmerkez B3 Blok Kat:13 Etiler 34340-İstanbul Tel: 0212 282 09 73 Fax: 0212 282 09 46 E-posta: tbb@tbb.org.tr www.tbb.org.tr