ANKARA KALESİ B A L K A N L A R ` D A G Ö Ç L E R V E M Ü

advertisement
ANKARA KALESİ
BALKANLAR ‘DA
GÖÇLER
VE
MÜBADELE
Prof.Dr.A N I L Ç E Ç E N
Bir insanın yaşadığı bir yerden kalkarak başka bir yere giderek yerleşmesi ve burada bir yeni
düzene yönelmesi , bilimsel kaynaklarda göç olarak adlandırılmaktadır . İnsanlık tarihi incelendiği
zaman eski insanların uzun yüzyıllar boyunca göçebe bir yaşam sürdürdükleri ve bu yüzden de
yerleşik bir düzene geçmenin daha sonraları gündeme geldiği görülmektedir . Uygarlık tarihi
açısından konu ele alındığında , Asya kaynaklı uygarlıklar dönemi sonrasında ilk yerleşik düzenin
dünyanın ortalarında yer alan Mezopotamya bölgesinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır . Burada
toplanan insan gruplarının verimli Mezopotamya ovasının ürünlerinden yararlanma amacıyla uzun
süreli kalışlarının zamanla yerleşikliğe geçiş için bir aşama olmasıyla birlikte, Mezopotamya dönemi
insanlığın göçebelikten yerleşikliğe geçiş tarihinin dönemeç noktası olmuştur . Bu bölgeye insanların
yerleşmesi ile birlikte, Orta Doğu merkezli bir uygarlık dönemi başlamış ve daha sonraki aşamalarda
da Mısır , Eski Yunan ve Roma uygarlıkları üzerinden önce Avrupa ve son olarak da Amerika kökenli
bir batı uygarlığı dönemi yaşanmıştır . Milat’tan sonra iki bin yıl süren uygarlık mücadelesi bugün
dünyanın merkezi coğrafyasında yeni bir yapılanmaya doğru yönlendirilmekte ve bu yüzden de
bilinen tarihin sona ermesiyle birlikte, geleceğe dönük olarak yeni bir yapılanma arayışları yavaş
yavaş dünya gündemine gelmektedir . Böylesine bir genel gidiş süreci içinde göç olgusunun yeniden
öne çıktığı görülmektedir .
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra , batı emperyalizmi adına merkezi coğrafyaya
gelerek bölge ülkeleri üzerinden savaşlara giren ABD ordusunun yarattığı savaş ortamında, terör
gelişerek bütün bölge ülkelerine yayılınca orta dünyanın her yeri savaş alanına dönmüş , Irak ve Libya
devletlerinin savaş saldırıları ile çökertilmesinden sonra sıra Suriye’ye gelince, savaş saldırıları daha
da artmış ve bir milyondan fazla insanın beş yıl içinde öldürülmesinden sonra, bu ülkenin insanları
hayatta kalabilmek üzere ailelerini yanlarına alarak göç macerasına kalkışmışlardır . Yüz yıl önce
Balkanlar’dan Orta Doğu ve Anadolu bölgelerine kitle halinde göçler olmuş ve bu doğrultuda bölge
haritaları emperyalizm tarafından yeniden çizilmiştir .Merkezi coğrafyanın büyük devleti olarak
Osmanlı İmparatorluğu batı emperyalizmi tarafından çökertilince , Osmanlı devleti Balkan savaşları
sonrasında Balkanlar’dan çekilmek zorunda kalmış ve Avrupa kıtasının batısında yer alan emperyal
güçler merkezi imparatorluğun geride bıraktığı otorite boşluğu alanında, kendi çıkarları çizgisinde
yeni devletler kurdurabilmek amacıyla göçler desteklenerek büyük bir insan hareketliliği hem savaş
yıllarında hem de sonrasında yönlendirilmiştir . Merkezi coğrafya tarihin ilk çağlarından bu yana
sürekli olarak göçlere sahne olmuş ve kıtalar arasında yaşanan nüfus hareketlilikleri ,Balkanlar ile
Kafkaslar , Karadeniz ile Akdeniz arasındaki merkezi alandaki yaşam düzenlerini ve devlet
sistemlerini yakından etkilemiştir .Kafkaslar, Anadolu ve Balkanlar hattı sürekli olarak Asya kıtası ile
Avrupa arasında bir geçiş yolu konumuna sahip olduğu için, her göç dalgası buralardan geçmiş ve
bazı nüfus kalıntılarını bölgede bırakmıştır . Bu nedenle , Balkanizasyon kavramına uygun düşen
küçük küçük etnik gruplaşmaların, tarihte yaşanan göç dalgalarının sonucu olarak ortaya çıktığı
görülmektedir . Siyasal güçlerin el değiştirmesi ile birlikte ortaya çıkan yeni devlet yapılanmaları da ,
kendi siyasi modeline uygun toplumsal yapı ararken ,etnik toplulukları yer değişmeye zorlayarak
uyumlu bir toplumsal yapıyı göçler aracılığı ile gerçekleştirmeye çalışmıştır .
Orta Doğu ‘da çeyrek yüzyıllık bir savaş dönemi sonrasında yeni bir dünya düzenine uygun
devletler sistemi arayışları öne çıkarken , gene yüz yıl öncesinde olduğu gibi çeşitli göçler ortaya
çıkarak var olan devlet düzenlerini tehdit etmeye başlamıştır .Bölgedeki her devlet merkezi alanda
genişleme eğilimi içinde olmuş ve bu doğrultuda ya belirli etnik grupları sınırları içine alarak siyasal bir
bütünleşme arayışı içine girmiş ya da farklı kimliğe sahip bulunan bazı sosyal grupları sınır dışı
ederek zorunlu göç uygulamasını bu yoldan gerçekleştirmeye çalışmıştır . Devletler arası çekişmeler
ya da savaşlar , belirli etnik grupların bazan yer değiştirmesine, bazan da yeni siyasal projeler
doğrultusunda bu grupların haritanın bir başka bölgesinde yerleşik bir düzen arayışlarını öne çıkarınca
, Balkanlar ,Anadolu ve Kafkasya hattında birbirini izleyen etnik gruplar yer değiştirmek zorunda
kalmış , yeni göç dalgaları yerleşik düzenleri alt üst ederek haritaların yeniden çizilmesine giden yolu
açmıştır . Osmanlı İmparatorluğunun ana ülkesi olan Balkanlar’da yenilerek, iki Balkan savaşı
sonrasında bölgedeki Türk ve Müslümanların Anadolu ve Orta Doğu topraklarına doğru göçlerini
gündeme getirmiştir . Anadolu toprakları üzerinde kurulu bulunan Türk ulus devleti böylesine göçler
sonrasında zorla kurulabilmiş ve gene göçlerin gündeme getirmiş olduğu mübadele antlaşmaları ile
de yeni bir hukuk düzeni , uluslararası hukuka göre kurulabilmiştir . Osmanlı İmparatorluğunun
Viyana kapılarına kadar giderek bütün Doğu Avrupa kıtasını devletin sınırları içine alması
doğrultusunda , Anadolu ve Asya kıtasının çeşitli bölgelerinden Türk ve Müslüman asıllı insanlar
Avrupa kıtasına göç ederek , Osmanlı devletinin bu kıtadaki nüfusunu oluşturmuşlardır . Bu siyasal
yapı Balkan savaşlarına kadar devam etmiş ve daha sonraki yenilgi aşamasında zorunlu göçler yolu
ile Osmanlı devletinin Balkan nüfusunun büyük çoğunluğu Anadolu ve Asya topraklarına doğru bir göç
yaşamışlardır .
Osmanlı devleti yıkılırken , Balkanlardaki nüfus Akdeniz üzerinden gemi ya da benzeri deniz
araçları ile Ege’nin karşı kıyısına doğru göç ediyordu . Bu sayede , Anadolu ‘daki nüfus yapısı Türk ve
Müslüman çoğunluklu bir yapıya döndürülerek , Osmanlı’nın mirasçısı olabilecek yeni bir devlet
olarak Türkiye Cumhuriyetinin temelleri atılıyordu . Aradan bir yüzyıl geçtikten sonra bugün tamamen
tersi bir doğrultuda gene benzeri bir göç dalgası yaşanmaktadır. Dün Balkanlar’dan Orta Doğu
bölgesine göç etmek zorunda kalan Müslüman kitlelerin bugün bütünüyle tersi bir yönde Orta Doğu
‘dan çıkarak Balkanlara doğru gemiler ve diğer deniz araçları ile göç etmeye çalıştıkları görülmektedir
. Yüz yıl sonra aynı olaylar tekrar ederken , günümüzde tamamen tersi bir çizgide gelişmeler birbirini
izlemiştir . Suriye savaşı uzadıkça , ölen insan sayısı hızla artmış ve bu durumdan korkan Müslüman
halk kitleleri , Akdeniz üzerinden Ege adalarına ve Balkan ülkelerine doğru göç etmeye yönelmişlerdir
. Göç sırasında , yeterli bir alt yapıya sahip olmayan deniz araçları kullanıldığı için yolda bir çok kaza
olmuş ve bu yüzden bir çok günahsız yoksul insan , aileler ve çocuklar Akdeniz ile Ege denizinin
dalgaları altında kalarak boğulmaktan kurtulamamışlardır .Yıllardır Irak,Suriye ya da Libya gibi Orta
Doğu ülkelerinde yaşamlarını sürdüren Müslüman toplulukların , emperyalist ülkeler tarafından
devletlerinin çökertilmesi üzerine, kendilerini kurtarma doğrultusunda göçlere yöneldikleri
görülmekte ve bu durumda merkezi alanda değişen nüfus yapıları ile birlikte yeni siyasal yapılanma
senaryoları öne çıkarılmaktadır .Batılıların etnik temizlik adını verdiği büyük kitlesel hareketler
göçler olarak gerçekleştirilince , siyasal alanda yeni tablolar ortaya çıkmakta ve bu yüzden de siyasal
çekişmeler ya da çatışmalar bir türlü bitmek bilmemektedir . Atlantik emperyalizminin yavrusu olarak
İslam coğrafyasının tam ortasına bir Yahudi devleti oturtulunca bütün İslam dünyası karışmış , soğuk
savaş yıllarında sürekli savaşlar yaşanırken , soğuk savaş sonrasında emperyal orduların bölgeye
gelmesi üzerine ,bu kez kitlesel terör ,ölümler ve yıkımlar yaşanmaya başlanmış ve doğal olarak bu
durumun sonucunda da çoluğunu ve çocuğunu yanına alan Müslüman kitleler , batıya göç
doğrultusunda Ege adaları üzerinden Balkanlara geçmeyi hedeflemişlerdir .
Son yılların başta gelen sorunu olarak öne çıkan göçler ciddi bir mülteci sorunu yaratınca ,
göç edenlerin sığınmak istediği batı ülkeleri devreye girerek , Orta Doğu kaynaklı bu yeni göç dalgasını
Balkanlar’da durdurmaya çalışmışlardır .Hızla yaşlanan bir nüfusa sahip olan Avrupa kıtasının artan
işçi gereksinmesinin karşılanması doğrultusunda göçe kalkışan Müslüman kitleler , Hrıstıyan Avrupa
kıtasının dinsel fanatizmi ile karşı karşıya kalınca ,Balkanların ötesine geçememiş ve bu nedenle ya
Ege denizindeki Yunan adalarında ya da çeşitli Balkan ülkelerinin sınırlarında sürünmek zorunda
kalmışlardır . Batı Avrupa’nın emperyal ülkeleri dünya hegemonyası ardında koşarken , hem
Müslüman ülkeleri sömürgeleştirmişler hem de Müslüman halk kitlelerinin giderek köleleşme
çizgisinde yaşam mücadelesi vermelerine neden olmuşlardır . Şimdi , dünyanın merkezini ele
geçirme aşamasında bölge ülkelerini baskı altına almaya başladıklarında savaşlar ve sıcak çatışmalar
üzerinden yirmi birinci yüzyılın en büyük göç rüzgarlarının Balkan yarımadası üzerinde esmeye
başladığı görülmüştür . Yüz yıl önceki göçler , yeni devletlerin kurulmasına giden yolu açarken , bugün
gelinen noktadaki göçlerin ise , yeni bölgesel yapılanmalar doğrultusunda öne çıktığı görülmektedir .
Orta Doğu yeni Yahudi devletinin merkezi konumunda yeniden düzenlenirken , Birinci Dünya Savaşı
sırasında Balkanlar’dan kovulan Müslümanların zorla göç ettirilerek , Avrupa kıtasının gene eskiden
olduğu gibi çok dinli bir yapılanmaya doğru dönüştürülmeye çalışıldığı ortaya çıkmaktadır . Savaş
tehdidi ve sıcak çatışmalar ile terör yüzünden kendisini Orta Doğu batağından kurtarmak isteyen halk
kitlelerinin Balkanlar üzerinden Avrupa kıtasına gitmeye çalışması Balkan ülkelerini yeniden göç
sorunları ile karşı karşıya bırakmıştır . Tarihin ilk dönemlerinden bu yana sürekli olarak göçlerin giriş
kapısı ya da geçiş bölgesi olarak jeopolitik konumu ile ön planda olan Balkanların, yeni dönemde gene
eski konumu ile öne çıkmasında yeni dünya düzeni doğrultusunda parçalanmış bir orta dünya
arayışının önemli ölçüde payı bulunmaktadır . Orta Doğu bölgesindeki karışıklıkların Balkanları
etkilemesi olayların doğal bir seyri olarak gündeme gelmiştir .
Göçler her zaman için önemli toplumsal sonuçlar yaratmıştır .Terör ve savaş gibi sıcak çatışma
olgularının ötesinde göçler, asıl olarak iş bulmak ve çalışmak doğrultusunda genç ve orta yaşlı
insanların başka ülkelere gitmesi sayesinde gerçekleşmektedir . Yoksulluk ve işsizlik bu doğrultuda
göçlerin ana nedeni olarak önem kazanmaktadır . Ne var ki , soğuk savaş sonrasında yeryüzünde bir
yeni dünya düzeni kurmak isteyen batının zengin sınıfları , yer küreye eskisinden çok farklı bir biçim
vermeye kalkıştığı anda , bir çok ülkede karışıklıklar ortaya çıkmıştır . Bazı zayıf ülkelerde artan dış
baskılar doğrultusunda , toplumsal karışıklıklar ya da iç savaşlar ortaya çıkmaya başladığı aşamada
gene bu gibi durumların doğal sonucu olarak göç olayları ortaya çıkabilmektedir . Bulundukları
ülkelerin kamu düzenlerinin bozulması ya da yaşam koşullarının gerilemesi gibi olumsuz durumlarda
da göçler birbiri ardı sıra gündeme gelerek dünya devletlerini uğraştırmaktadır . Göçler iki ülke
arasında olduğu için göç veren ülke ile göç alan ülke arasındaki ilişkiler de göçlerin ortaya çıkmasında
önemli roller oynamaktadır . Yaşam koşullarının kötüleşmesi göç veren ülkeleri kendi nüfusundan vaz
geçmeye zorladığı gibi ,göç alan ülkeleri de ek bazı sorumluluklar ile karşı karşıya getirmektedir . Göç
olayları farklı kültürlerin karşılaşmasına yol açtığı için bazan bu farklıları taşıyan topluluklar arasında
çekişme ve çatışma gibi yeni sorunları da beraberinde gündeme getirmektedir . Farklı kültürlerden
gelen insanların göçler yüzünden bir arada yaşamaları , devletlerin kamu düzeni içinde bu farklıların
gereği olan hizmetleri karşılamalarını gerektirmektedir . Osmanlı İmparatorluğu dağılırken yaşanan bu
tür olayların yüz yıl sonra yeniden göçler aracılığı ile ortaya çıktığı bugünkü aşamada gene eskisi gibi
devletlerin önüne çıktığı görülmektedir . Dün Balkan kültürüne sahip olan insanlar daha geride kalmış
olan Müslüman toplumların içinde yaşamaya zorlanırken , bugün gelinen noktada Orta Doğu’nun
Müslüman halkları göçmen konumunda Balkanların Hrıstıyan ülkelerinde yaşamaya doğru
yönlendirilmektedir .Bu gibi oluşumların zaman içerisinde çekişme ya da çatışma gibi yeni sorunları
da beraberinde getirdiği açıkça ortaya çıkmıştır .
Çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı devletinin çatısı altında çeşitli topluluklar tarihsel
göçlerin uzantısı olarak yaşamlarını sürdürürken çok fazla bir azınlık sorunu gündeme gelmemiştir .
Osmanlı yönetiminin üç kıtaya dağılmış olan bir imparatorluğu yönetirken izlemiş olduğu dikkatli
yöntemler sayesinde uzun yüzyıllar boyunca azınlık sorunları ülkeyi rahatsız etmemiştir . Büyük ulus
devletlerin örgütlenmesinden sonra , devletin ulusu ile bütünleşerek asimile olamayan etnik
topluluklar, azınlık statüsünde ya da görünümünde devletler açısından entegrasyon sorunları
yaratmışlardır . Güney Slavları birliği olarak kurulmuş olan Yugoslavya devletinin bütün eyaletlerinde
azınlık konumundaki Sırplar, Sırbistan’daki çoğunluklarını esas alarak bu büyük Balkan devletini
yönetmeye kalkışmışlar ama dağılma sonunda Sırbistan dışındaki bütün eyaletlerden kovulmak
durumunda kalmışlardır . Sırplar bütün güney Slavlarını kendi yönetimleri altında toplarken, ülkenin
her eyaletine dağılmışlar ama değişen dünya konjonktüründe Yugoslavya Federasyonu dağılırken ,
Sırpların dağılmış olan nüfusları bulundukları eyalet devletlerinde azınlık sorunu gündeme
getirmişlerdir . Ortak devlet devam ederken , sosyalist yönetimin gösterdiği hoşgörüden yararlanan
bazı Yugoslav vatandaşları yaşadıkları eyaletleri değiştirmişler ve ortak devletin çatısı altında başka
eyaletlere göç ederek hem kendileri hem de ülkeleri için daha yararlı bir yaşam düzeni aramışlar ama
soğuk savaşın bitimi üzerine gündeme gelen sosyalist sistem çöküntüsü yüzünden ülkedeki iç göçler
zamanla tersine göçlere dönüşmüş ve hedeflenen toplumsal entegrasyon girişimleri göçler aracılığı
ile sonuçsuz kalmıştır . Her eyaletin içinde yaşamakta olan farklı etnik toplulukların , federasyonun
dağılması sonrasında yeniden kendi kökenlerinin çoğunlukta olduğu eyaletlere dönerek bir güvenlik
arayışı içinde olduklarını , yaşanan olaylar sonucunda söyleyebilmek mümkün gözükmektedir .
Yugoslavya devletinin dünya sahnesinden çekilmesinden sonra , bu devletin eski eyaletlerinin
hepsinde hem azınlık sorunları gündeme gelmiş, hem de bu sorunların kısa zamanda çözümü için
herkesin kendi etnik kökeninin bulunduğu bölgeye geri dönüşü, Balkanlardaki göç hareketliliğinin
yeniden canlanmasına yol açmıştır .
Birinci dünya savaşı sonrasında gündeme geüirilen azınlık sorunları Balkan ülkelerinde
gelinen yerlere geri dönme doğrultusunda göçleri öne çıkarırken , bir yandan da küresel
emperyalizmin ulus devletlere saldırılarının tırmanmasıyla milliyetçilik akımlarının da güçlenerek öne
çıkmasına yol açmıştır . Yugoslavya gibi bir sosyalist devlet küresel emperyalizme karşı gelişen
milliyetçilik duygularının kabarması üzerine birliğini kaybederek tarih sahnesinden çekilirken , mikro
milliyetçilik hareketleri bütün ulus devletleri ve federasyon yapılarını tehdit etmeye başlamıştır .
Balkanların tam ortasında yer alan Makedonya devleti , tarihten gelen çizgiler doğrultusunda
Yunanistan ile aynı bölgelerde hak iddia etmek durumunda olduğu için , hem azınlık sorunları ile
boğuşmak zorunda kalmış hem de çeşitli azınlıkların haritaların düzeltilmesi doğrultusunda hareket
etmeleri ile göç eylemlerine karşı hoşgörülü davranarak , milliyetçi tutumların yeni savaşlara yol
açmaması için çaba göstermiştir . Osmanlı döneminde Makedonya’da yaşamakta olan Yahudi
nüfusun bir kısmı Balkan savaşları sonrasında Anadolu’ya göç etmediği için bu ülkede her zaman için
bir Yahudi azınlık geleceğe dönük yeni yapılanmalar doğrultusunda bulunmuş ve ülkenin yazgısında
etkin olmaya çalışmıştır . Osmanlı devleti yıkılırken , Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Yahudilerin
bir kısmı bu ülkede kalırken , geleceğin Büyük Makedonya’sını oluşturmak üzere Yahudi asıllı bir
çok Amerikan ve İngiliz Yahudi’sinin önceden devreye soktukları ekonomik yatırımlar aracılığı ile de
bu ülkeye göç etmeye hazırlandıkları görülmektedir . İsrail’e güvenlik nedeniyle göç etmeyen ABD’li
Yahudilerin hem İkinci dünya savaşı sırasında kovuldukları Avrupa’ya geri dönmek, hem de İsrail’in
alternatifi bir Yahudi devletini Balkanların tam ortasında Makedonya denilen ülkede oluşturabilmek
için , küresel Balkanlar projesine uygun düşen bir yeni siyasal yapılanma doğrultusunda geleceğe
hazırlık yapılmaktadır . İsrail’e güvenlik sorunları nedeniyle göç etmeyen Amerikan Yahudilerinin
,yeni dönemde Makedonya’ya gelerek Balkanlar’daki yeni yapılanma doğrultusunda hareket
etmeleriyle , Makedonya’nın eskisinden çok daha fazla savaş ve sıcak çatışma senaryolarına alet
olabileceği gibi bir durum yeniden ortaya çıkmaktadır . ABD ve Britanya kökenli Yahudi nüfusun
Makedonya’da yerleşmesiyle bir anlamda İsrail devletinin Balkanlara uzanması sağlanacak ,diğer
yandan da dünyanın her ülkesinden yönlendirilecek yeni göçler yolu ile Büyük Orta Doğu görünümlü
Büyük İsrail projesine uygun düşecek bir doğrultuda Balkanlar’da yeni bir İsrail yapılanmasının önü
açılmaktadır .Balkan merkezli Osmanlı devleti aracılığı ile merkezi alanda etkin olan İbranilerin bu
kez de Büyük Makedonya devleti aracılığı ile benzeri bir etkinliği Balkanlar üzerinden ele geçirmeye
çalıştığı açıkça göze çarpmaktadır .
Soğuk savaş sonrası yıllarda ortaya çıkan küreselleşme eğilimleri çizgisinde Balkan ülkeleri
dışa açılarak uluslararası toplum ile yakınlaşma ya da bütünleşme arayışı içine girmektedir . Azınlık
sorunları ya da göç hareketleri ile sürekli olarak mücadele etmek zorunda kalan Balkan devletleri
bu yüzden doğru dürüst bir biçimde uluslararası alanlara tam olarak açılamamıştır . Bölgede giderek
tırmanan dinler ya da mezhepler arası çekişmeler yüzünden , bazı göçler yolu ile yeni din
arayışlarının öne çıkartılması bu aşamada bir çözüm olarak sunulmaya çalışılmıştır . Göçler bir
yandan göç veren ülkeleri göçertirken diğer yandan da göç alan ülkeleri yeni bir yapılanmaya doğru
zorlamaktadır . Göçlerin ortaya çıkışında uluslararası gelişmelerin önde gelen rollere sahip olduğu
dikkate alınarak , göçler ve bununla ilgili bütün sosyolojik gelişmelerin bütünüyle yeniden izlenmesi
gerekmektedir . Balkanlar’daki göç dalgalarının ortaya çıkışını çeşitli toplum kesimleri ile eski
dönemin yöntemleri ile değerlendirebilmek giderek zorlaşmaktadır . Değerlendirmelerin bu
konulara dikkat edilerek tamamlanmasında sosyal yarar bulunmaktadır . Tarihin her döneminde
dünya yeni bir biçim alırken , bu tür gelişmeler merkezi coğrafyaya doğrudan yansımış ve bu nedenle
Balkanlar ile Kafkaslar arasında kalan merkezi bölgede iç ve dış göçler birbirini izleyerek gündeme
gelmiştir . Bu doğrultuda bugünlerde ortaya çıkan göç hareketlerini geçmişteki benzeri oluşumların
bir devamı olarak görmek mümkündür . Dünya değiştikçe merkezi alanda da buna paralel
değişiklikler gündeme gelmekte ve iç ya da dış göçler aracılığı ile yeni döneme uyum sağlayacak bir
çizgideki dönüşüme bölge ülkeleri zorlanmaktadır .
Yirminci yüzyılın başları ve sonlarında Balkanlar’da yaşanan kanlı olayların arkasında yatan
ulus devlet olgusu iç ve dış göçlerin yarattığı etkiler ile karşı karşıya kalınca ,büyük sıcak çatışmalar
önlenememiş ve ortaya Bosna ve Kosova katliamları çıkmıştır . Vatikan’ın emrindeki Hrıstıyan Avrupa
Birliği ve balkanlardaki Hrıstıyan devletler birlikte hareket edince ortaya bir dinler arası savaş
görüntüsü çıkmıştır . Balkanlar’daki Hrıstıyan nüfusun çoğunluğu Müslümanların azınlıkta
kalmasından yararlanarak , Yugoslavya Federasyonunun çöküşü sonrasında bir etnik temizliğe
kalkışınca hem üç yüz bin Müslümanın katliamlar ile öldürülmesine hem de katledilen Müslüman
sayısından fazla miktarda Bosnalı Müslümanın yeniden Türkiye’ye göç etmesine yol açmışlardır .
Benzeri bir durum Kosova’da yaşanınca bu kez duruma ABD Nato ile birlikte müdahale etmiş ama
daha sonra da büyük bir askeri üs kurarak bu ülkeye yerleşmiştir . Balkan savaşları ile başlatılmış olan
milliyetçilik hareketleri hem din kavgasını hem de etnik çatışmaları Balkanlar’da tırmandırınca iç
ve dış göçler gene kaçınılmaz bir biçimde öne çıkmış ve bu bölgedeki nüfus hareketliliğinin giderek
artmasında önemli roller oynamıştır . Osmanlı devleti gibi çok uluslu kozmopolit bir imparatorluk
çökerken ,Balkanların küçük ulusları önce birinci Balkan savaşında kendi ulus devletlerini kurmaya
yönelmişler ve daha sonraki aşamada da kendi aralarındaki rekabet yüzünden bu kez de kendi büyük
devletlerini kurmak üzere ikinci kez bir Balkan savaşına kalkışmışlardır . Osmanlılar iki Balkan savaşı
sonrasında Balkan yarımadasından çekilirken beş milyona yakın Türk ve Müslüman Türkiye ve Asya
ülkelerine gelerek resmen göç etmek zorunda kalmışlardır . Bu süreçte , uluslaşma ve ulus devlet
kurma eğilimi Avrupa kıtası üzerinden Balkanlar’da yayılırken, göçler doğrultusunda Anadolu
yarımadası üzerinde de Türk ulus devletinin kurulması olayı gündeme gelmiştir . Fransız devrimi
sonrasında bütün Avrupa ülkelerinde ulus devletler ortaya çıkarken , iki yüz yıl sonra benzeri bir süreç
bu kez Balkanlar üzerinden Anadolu topraklarına gelmiştir .
Balkanizasyon bütün etnik ve dinsel toplulukları birbirlerine karşı kışkırtarak bölünme ve
dağılmayı gündeme getirirken ,ortaya çıkan ulus devletler arasında da göçlere paralel bir doğrultuda
nüfus mübadeleleri de gündeme gelmiştir . Yeni kurulan her ulus devlet kendi nüfus yapısını ulus
devlete uygun bir duruma getirebilmek için göçler ile tamamlanamayan ulusal entegrasyonu
mübadele yoluna giderek bitirmeye çalışırken , Balkan ülkeleri kendi aralarında nüfus değişimine
gitmişlerdir . Fransız devrimi sonrasında Avrupa ülkelerinde de ulus devlet dönemine geçilirken
benzeri nüfus değişimi ya da mübadele uygulamalarına ulus devletler yönelerek , kendi ülkelerinde
bir nüfus uyumu arayışı içine girmişlerdir . Bu arada Almanya ve Fransa gibi büyük ülkelerin arasında
Alsas-Loren gibi tampon bölgeler birkaç kez el değiştirmişlerdir .İç ve dış göçlerin yeterli bir homojen
toplum yapısı ortaya koyamadığı ulus devletler de komşu devlet arasında nüfus değişimi ya da
mübadele protokolları imzalanarak nüfus kaydırmaları ulus devlet merkezli olarak gerçekleştirilmeye
çalışılmıştır . Ulus devletler kendi devletlerinin kuruluş aşaması tamamlandıktan sonra kendi
uluslarını yaratmaya yöneldiklerinde , tam anlamıyla ulus devlet ile uyumlu bir ulusal toplum yapısı
oluşturabilmenin çabası içine girmişlerdir . Küçük Balkan devletlerinin devletlerini büyütme
doğrultusunda iç ve dış göçleri örgütlemeye başladıkları ve bununla istenen homojen ulusal toplum
yapısı oluşturulamayınca da , yedekte tutulan alternatif mübadele yollarına başvurdukları ulus
devletleri ortaya çıkaran uluslaşma süreci içinde zaman zaman görülmüştür . Avrupa ülkelerinin
kendi aralarında uyguladıkları mübadele antlaşmalarının benzerlerinin Balkan ülkelerinde de
gündeme gelmesinden sonra , Balkanların iki büyük devleti olan Türkiye ve Yunanistan devletleri
arasında da yeni kurulan ulus devletleri pekiştirerek güçlendirme doğrultusunda bir mübadele
antlaşması imzalanmıştır .
Türkiye Cumhuriyeti , çok uluslu kozmopolit bir Osmanlı devleti sonrasında bu büyük
devletin mirasçısı olarak dünyanın tam ortasında bir ulus devlet olarak tarih sahnesine çıkarken
,devletin kurucusu olarak Türk milletini inşa ederken , hem iç ve dış göçlerden hem de bu tür nüfus
hareketliklerini uyumlu bir ulusal toplum yapılanmasına dönüştürecek biçimde mübadele
antlaşmaları yapmak yoluna baş vurmuştur . Osmanlılar Balkanlar’dan çekilirken başlayan göçler
Balkan Türkleri ile Müslümanlarının Anadolu’ya gelmesini ama bu arada da Anadolu Hrıstıyanları ile
birlikte Rumların da yeni kurulan Yunan ulus devletinin topraklarına yerleşerek yeni dönemde devlet
ve millet uyumu içinde yaşayabilmelerinin sağlanması için mübadele protokolları imzalanmıştır .
Türkiye Osmanlı topraklarının merkezi ülkesinde kurulurken, Balkan yarımadasından göçler yolu ile
gelen Balkan asıllı eski Osmanlı ahalisini batı Anadolu’ya yerleştirirken ,benzeri bir mübadele
uygulamasını da Orta Doğu bağlantılı Araplar ile Türkler arasında yapmıştır . Yunanistan ,Irak ve
Suriye devletleri ile imzalanan mübadele protokolları bölgedeki iç ve dış göçleri tamamlayarak , bir
imparatorluk sonrasında Orta Doğu’da ulus devlet yapılanmalarının gündeme getirilmesine yardımcı
olmuştur . Protokolların imzalanmasından sonra bir geçiş dönemi uygulanarak , bölge halkının hangi
yeni devletin çatısı altında yaşayacağına ve hangi devletin vatandaşı olacağına özgürce karar vermesi
sağlanmaya çalışılmıştır .
İmparatorluklar tarih sahnesinden çekilirken yerlerini ulus devletlere bırakmışlardır . Türkiye
Cumhuriyeti de bu aşamada tarih sahnesine çıkan yeni bir ulus devlet olarak kendi ulusal
yapılanmasını tamamlamaya çalışmıştır . İmparatorluğun terk ettiği ülkelerden gelen eski Osmanlı
ahalisi Türkiye’ye göçmen olarak kabül edilirken, Türk ve Müslüman olmalarına dikkat edilmiştir .
Zaten Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk yeni devletin sınırlarını Misakı Milli Andı
çizgisinde belirlerken Türk ve Müslüman ağırlıklı bölgelerin tek çatı altında bir araya gelmelerini
sağlamaya çalışmıştır . Göçlerin yarattığı yeni toplum yapısı ulusal çizgide bir homojen yapılanmaya
doğru yönlendirilirken mübadele antlaşmaları kaçınılmaz olmuştur . Bütün diğer ulus devletlerin
kendi ulusal toplumlarını yaratma doğrultusunda gündeme getirdikleri mübadele antlaşmalarını
Türkiye hem Balkan hem de Orta Doğu bölgelerinde kurulmuş olan yeni komşusu ulus devletler ile
gündeme getirmekten çekinmemiştir . Cumhuriyetin ilanı sonrasında tamamlanan mübadele protokol
ve uygulamalarının hızla tamamlanmasına öncelik verilmiş ve bu hızlı yapılanma sonrasında Türk
ulusu on milyon genci yeni baştan yaratabilecek bir toplumsal güce sahip olabilmiştir . Hrıstıyan
Rumlar ile Balkan Türkleri ve Müslümanları mübadele antlaşması doğrultusunda takas edilirken her
iki ülkenin nüfus yapılarının daha da homojen ve uyumlu bir düzene kavuşması sağlanabilmiştir .
Benzeri bir uygulama ise ,Türkiye’nin güneyinde yer alan Irak ve Suriye gibi Arap ülkeleri ile de
uygulama alanına getirilerek , Anadolu Arapları ile Orta doğu Türkleri arasında karşılıklı bir takas
uygulaması gerçekleştirilerek , Türkiye ile birlikte komşusu Arap ülkelerinin de, kendi içinde uyumlu
bir ulusal yapılanmaya yönelmeleri süreci tamamlanmaya çalışılmıştır .
Ne var ki , ABD’nin Büyük Orta Doğu Birliği , İngiltere’nin Yakındoğu Konfederasyonu ya da
İsrail’in Büyük İsrail İmparatorluğu gibi emperyal ve Siyonist yeni siyasal projeler bölgedeki yirminci
yüzyılın ulus devletlerinin birliğini ve bütünlüğünü etnik ve mezhepsel çatışmalar yolu ile tehdit
etmektedir . Emperyalizmin bölgeye tümüyle egemen olabilmek için kışkırttığı etnik ve dinsel
çatışmaların giderek tırmandırılması sonucunda , ulus devletlerin ulusal toplum yapıları sarsılarak
parçalanmakta ve böylece emperyal devletler ulus devletlerin karşılarına yeni bir güç olarak
çıkmalarını önleyebilmektedir . Irak ve Suriye savaşları sonrasında , daha önce devletler arasında
imzalanmış olan mübadele antlaşmalarına aykırı bir çizgide milyonlarca Arap asıllı insanın Türkiye’ye
getirilmesiyle toplumun ulusal yapısı güneydoğu sorunu sonrasında ikinci kez kırılmaya uğramaktadır
. Emperyalizm Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde sonradan oluşturulan bir etnik kimlik ile Türkiye’nin
ulusal birliğini parçalamaya uğraşırken , şimdi de Arap devletlerinde tırmandırılan terör aracılığı ile
ülkelerin ulusal bütünlüğünü tehdit edecek biçimde etnik ve dinsel çatışmalar ,hem ulusal toplum
yapılarını hem de ulus devletleri parçalayarak emperyalizme hizmet etmektedir . Türkiye cumhuriyeti
kuruluşu sırasında Balkanlar ve Orta Doğu komşuları ile mübadele antlaşmaları imzalayarak ulus
devlet sürecini tamamlamıştır . Şimdi Orta Doğu’nun savaştan kaçan milyonlarca Arap asıllı insan
Türkiye’ye doldurularak , Türkiye Cumhuriyetinin ulusal yapısı ortadan kaldırılmaktadır . Benzeri bir
biçimde ekonomik olarak çöken Yunanistan’ın işsiz gençleri de Türkiye’nin batı bölgelerinde istihdam
edilerek Balkan Hrıstıyanlarının yeniden Ege bölgesinde yaşamaya başlamaları ile Türk-Yunan
mübadele antlaşması rafa kaldırılmaktadır . Ayrıca Müslümanların dini bayramlarında Atina şehir
meydanında toplu namazlar düzenlenerek eski Osmanlı hinterlandına dönme çabaları gündeme
getirilmektedir . Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi ulusal yapısını kuran mübadele antlaşmalarını
uygulayamazsa , bölünmekten ve dağılmaktan kurtulamayacaktır .
Mübadele uygulamaları , ulus devletlerin kurulma aşamasında batı dünyasının önde gelen
ulus devletleri tarafından uygulanarak , göç hareketleri ile başlatılmış olan uluslaşma sürecinin
tamamlanması ve belirli esaslara bağlanarak ilgili devletlerin kendi nüfuslarına bir iç uyum düzeni
yaratmak üzere gündeme getirilmişlerdir . Avrupa kıtasındaki bütün ülkelerde görülen bu durum ,
benzeri bir biçimde Balkan ülkeleri arasında da uygulama alanına getirilmiştir . On sekizinci asırda
batı Avrupa ülkelerinde görülen göç hareketleri ve mübadele antlaşmaları ile batı dünyasında
uluslaşma süreci tamamlanmaya çalışılmış ve daha sonra da bu gibi gelişmeler kıtanın batısına doğru
gelişmeler gösterince , Balkan yarımadası üzerinde başlamış olan Balkanizasyon sürecinde küçük
ulus devletler benzeri uygulamalara yönelmek durumunda kalmışlardır . Balkan yarımadasındaki
küçük devletler zamanla birbirleriyle rekabet içine girince, ikinci Balkan savaşı sonrasında kendi
büyük devletlerini oluşturma doğrultusunda , hem göç hareketlerini hem de mübadele protokollarını
birbirlerine karşı kullanmaktan çekinmemişlerdir . Yirminci yüzyıl başlarında Balkan yarımadası
Osmanlı İmparatorluğunun elinden alınarak ,etnik grupların ulus devletlerine doğru yeni bir
düzenlemeye yönlendirildiğinde göçler ve mübadeleler birbirini izlemiştir . Savaşlardan kurtularak
başka ülkelere göç eden insanlara , olabildiğince gereksinmelerini karşılayacak destekler mübadele
antlaşmaları ile sağlanmaya çalışılmıştır .
Çok uluslu bir Osmanlı İmparatorluğundan Yunanistan ve Türkiye gibi iki ulus devlet ortaya
çıkınca , eski İmparatorluk döneminden kalma farklı etnik ve dinsel gruplardan kişilerin takas
edilmeleri kaçınılmazlaşmıştır . Göçler ile başlayan insan değişiminin daha sonraki aşamalarda
mübadele protokolları ile tamamlanması gibi gelişmelerin benzeri Türkiye ve Yunanistan arasında
gündeme getirilerek , bu doğrultuda mübadele protokolu imzalanmıştır .Ülke değiştiren herkese hem
yerleşme yeri hem de iş olanakları devlet destekleri ile sağlanmıştır .Yunanistan’dan ve diğer Balkan
ülkelerinden göç ederek Türkiye’ye gelen herkese devlet olanakları çerçevesinde destek sağlanmış,
göçmenlerin iskanı için devlet olanakları ile belirli bölgelerde alt yapı yatırımları gerçekleştirilmiştir
.Türkiye kendi ülkesini on ayrı bölgeye ayırırken , gelen göçmenleri eşit ve dengeli bir biçimde bu
ülkenin on ayrı bölgesine yerleştirilmesi gerçekleştirilmiştir . Daha çok tarım alanında iş hayatına
yönlendirilen göçmenlere hem toprak dağıtılmış hem de tohum,araç-gereç,hayvan ve sermaye
yardımları yapılarak göçmenlerin yeni geldikleri ülke toplumu ile kaynaşarak yaşam düzenlerini
yeniden oluşturabilmelerinin olanakları yaratılmaya çalışılmıştır . Göçmenler gittikleri ülkelerin
vatandaşları olunca , artık geri dönülmez bir biçimde yeni ülkelerinin insanları olabilmişlerdir .
Osmanlı sonrası göçlerin mübadele antlaşmaları ile tamamlanması üzerine , birbirine komşu yeni
ulus devletler dünya haritası üzerindeki yeni yerlerini almışlardır . Yunanistan ile birlikte Bosna
,Bulgaristan ,Romanya ,Arnavutluk ve Kosova gibi Balkan ülkelerinden yüzbinlerce göçmen gelerek
genç Türkiye Cumhuriyetinin eşit koşullarda vatandaşları olma şansını elde etmişlerdir . Türkiye
Cumhuriyeti yeni kurulan bir ulus devlet olarak göçler ve mübadele yolu ile kendi demografik yapısını
düzeltmeye çalışırken , takas yolu ile ülke değiştiren eski Anadolu insanları da yeni gittikleri Balkan
ülkelerinde uyum sağlamaya ve bu ülkede yeni bir yaşam düzeni kurmaya öncelik vermişlerdir .
Göçmenler gittikleri ülkelerde yalnız kalmamışlar , kurdukları dernekler ve vakıflar aracılığı ile hem
gereksinmelerini karşılamaya çalışmışlar hem de ülke nüfusu ile bütünleşebilmenin arayışı içerisinde
olmuşlardır .Yeni kurulan bütün ulus devletler , göçler ya da mübadele antlaşmaları aracılığı ile gelen
yeni vatandaşlarını ulusal toplum yapısı ile bütünleştirerek , uluslaşma süreçlerini
tamamlayabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Geçen asırda Balkanlardan gelen göçler Orta Doğu’yu
şekillendirmişti,şimdi de Orta Doğu’dan batıya doğru göçler Balkanları yeniden biçimlendirmektedir.
çc
Download