Slayt 1 - Google Groups

advertisement
GİRİŞ: TEMEL KAVRAMLAR
DOÇ. DR. SERDAR ÖZTÜRK
Giriş
Yapı nedir?
Toplum nedir?
Toplumsal yapı ne demektir?
Toplumsal yapıyı oluşturan unsurlar nelerdir?
Türkiye’nin toplumsal yapısının dünden bugüne evrimi
nasıldır?
Bu değişim içinde değişmeyen ve değişmeyen unsurlar
var mıdır?
Günümüzde Türkiye’nin toplumsal yapısı hakkında neler
söyleyebiliriz?
Geçmiş ve günümüze dair verilerden yararlanarak
gelecekte Türkiye’nin gelecekte toplumsal yapısının
muhtemel
alabileceği
biçim
hakkında
neler
söyleyebiliriz?
Bu dersin temel konuları bunlardır.
Yapı
Yapı deyince ne anlıyorsunuz?
Katı, sabit bir unsur aklımıza geliyor. Sizce bir şeyin yapı
haline gelmesi için ne olması gerekir?
Muhtemelen uzun bir süreç… Bu süreç içinde belli ilişkiler,
belli pratikler sabitleşmeye başlar. Acaba hayatımızda daha
kalıcı ve daha az kalıcı olan öğeler mi var?
Her sabah ne içersiniz?
Çay.
Peki rutini kıran bir şey içerseniz diyelim, kahve içerseniz ne
olur?
Belki bu bir çeşitlilik dersiniz.
O zaman şöyle mi diyelim: Yaşamımızda bazı şeyler daha
kalıcılaşmış durumda, bazıları daha anlık ve çeşitlilik içeren
kaygan özelliklere sahip.
Trafik örneği…
Yapı
Yapı, sosyal bilimlerin önemli kavramlarından
birisidir. Çok çeşitli bilim insanları yapı’yı farklı
anlamasına karşın, sabitlik, katılık, belirleyicilik
bağlamında uzlaşırlar. Yapı, az çok bunları
içerir.
Yapı sistemli kurallar, ilişkiler, pratikler, normlar
bütünlüğü olarak tanımlanabilir. Bu anlamda
değerlendirildiğinde dil, kültür, gelenek,
ekonomi, eğitim, ahlak, toplumsal normlar, aile
ve hatta devlet yapı olarak düşünülebilir.
Yapı
Bir etkinliğin, ilişkinin, kuralın veya pratiğin yapı haline
gelebilmesi için süreç içinde kalıcılaşması ve insan ilişkilerini
yönlendirmesi ya da bu ilişkilerde en azından belirleyici olması
gerekir.
Muz deneyini örnekle (Açıkla)
Türkiye kültürü içinde sabahları genellikle çay içilir. Çay sıcak
olarak ikram edilir. Bu, artık kültürel bir yapı haline gelmiştir.
Bunun değişebilmesi için diyelim limonata içme alışkanlığının
süreç içinde iyice yapılaşması gerekir.
Belki böylece bir tarihten sonra sabahları limonata içme
alışkanlığı kültürel bir kod haline gelecektir.
Yapı
Dil, bir yapıdır. Neden?
Çünkü biz dili konuşurken, dil de bizi konuşur. Biz, dil
üzerinde değişiklik yapamayız. Dil içinde sözde değişiklik
yaparız. Ancak sözleri kullana kullana ve bunlar
yaygınlaşarak yapı haline gelebilir.
Hayatımızda bir çok kurum, belli ilişkiler sürecinde
oluşturulmuştur. Örneğin aile, eğitim, ekonomik
kurumlar. Ancak ilişkiler içinde doğan insanlar, maymun
ve muz örneğinde olduğu gibi bu kurumların nasıl
oluştuğunun farkında olmadığı ve bilmediği için bir
tarihten sonra yapıları sabit, değişmez, değiştirilemez,
doğal, olağan ve tarihsiz görmeye başlamışlardır.
Yapıları yaratan insanoğlu, sanki bunları kendi dışında
oluşmuş ve kendi kendine işleyen sistemler olarak
görmeye başlamıştır. İnsan, kendi yarattığı yapıların esiri
olmaya başlamıştır.
Yapı
Böylece garip bir ikilemle karşılaşıyoruz: İnsan ve onun
eylemi mi merkezdedir; yoksa yapılar mı?
Sizce? Tartışalım.
Sizi bilmem ama, benim kafam “hem. .. hemci” çalıştığı
için ikisinin de doğruluk payı var.
Klasik bir atıf yapalım: “İnsan tarihi yapar, ama
kendisinin belirlemediği koşullar altında yapar.” CAPİTAL
İşte insanın kendisinden önce yapılan, yaratılan ilişkiler
ve kurumlar ürettiği tarih, yapıların sınırlılığı altında
insanların eylemde bulunduklarını gösterir.
Örnek mi? Uzağa gitmeye gerek yok. Siz,
doğduğunuzda belli kimlikleriniz vardı? Neler?
Yapı
Örneğin Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Hindu dininde
dünyaya gelebilirdiniz. Bu sizin seçtiğiniz bir seçenek
değildir. Din, bir yapı haline gelmiştir. Tıpkı anne ve
babamızı, rengimizi seçme özgürlüğümüz olmadığı gibi
bunu da seçme şansına sahip değiliz.
Aynı şekilde farklı mezheplerde de dünyaya
gelebilirdiniz.
Peki madem öyle bizim eylemliliğimiz nerede?
Şurada:
İnsan, belli deneyimler, ilişkiler, okumalar, temaslar
eşliğinde yapıları sorgulama, eleştirme ve dönüştürme
yeteneğine sahiptir.
Yapı
Böylece dinini değiştirme, ya da dinsel düşüncenin
dışına çıkma seçeneğine sahip olabilir.
Uç bir örnek verelim. Okula nerden girersiniz?
Dış kapıdan ve iç kapıdan. Peki başka seçeneğiniz var
mı?
Bence var… Seçeneklerimiz her zaman var.
Örneğin cama merdiven dayayıp camı kırıp içeri girme
seçeneği var. Ya da binanın tepesine çıkıp kiremitleri
kırıp girme seçeneğimiz de var. Veya camı kırıp, açık
camdan içeri girme şansımız da bulunmakta. Bunlar
artırılabilir.
İşte bunlar bizim eylemliliğizdir.
Yapı
Ya da kapıdan girişin belli kuralları vardır. Bu
kurallar yapılaşmıştır. Kapıdan nasıl içeri girilir?
Bir öğrenci göstersin.
Şimdi ben kapıdan gireceğim.
Gördüğünüz gibi düz girmedim, ters girdim.
Başka şekillerde de girebilirdim, mesela dans
ederek de girebilirdim. Bir tarihte örneğin benim
dans ederek girme tarzım başkaları tarafından
da beğenilirse sonra yaygınlaşırsa ve sonra
adabı muaşeret kitaplarında tek giriş şekli olarak
gösterilirse bu artık yapı haline gelmiştir. Bu
durumda düz giriş, insan eylemliliği haline gelir.
Toplum
Toplum, soyut bir kavramdır. Toplum üzerine konuşmak
için önce toplumun ne olmadığına ya da neyle
eşitlenemeyeceğine bakalım.
Toplum, topluluk (cemaat) demek değildir.
Toplum, grup demek değildir.
Toplum, ulus demek değildir.
Toplum, yığın, kitle demek değildir.
Nedir peki?
Toplum, sosyolojik bir kavramdır. Ve tabii ki insanın
olduğu yerde ancak toplumdan bahsederiz. Ancak sizin
de tahmin edeceğiniz üzere bir noktadan sonra artık
toplum dediğinizde bir yapıdan bahsediyorsunuz
demektir.
Toplum
Toplum konusunda değişik yaklaşımlar vardır. İlki,
toplumu dayanışma içinde bir bütünlük olarak görür.
İkinci yaklaşım, toplumu çatışma içinde bir bütünlük
olarak görür. Ancak bu yaklaşım, dayanışmayı ihmal
etmez.
Dayanışmacı yaklaşım
Emile Durkheim ve işlevselci sosyolojinin benimsediği,
toplumun uzlaşmaya ve dayanışmaya dayalı bir bütünlük
olduğu savı dayanışmacı ekole aittir.
Durkheim, toplumu birbirine bağımlı parçaların bütünlüğü
olarak görür. Onu takip eden işlevsel yaklaşımı
benimseyen düşünürler de keza, toplumu çark gibi dişleri
birbirine girmiş parçalardan oluşan bütünleşmiş bir
bünye gibi ele alırlar.
Toplumun varlığını devam ettirebilmesi için aynen insan
bedeninin organizmalarına benzer şekilde, aile, eğitim
sistemi, din ve siyasal sistem gibi öğelerin uyumlu ve
dayanışma içinde çalışması gerekir. Böylece bu
yaklaşım içerisinde yazanlar, toplumu dayanışma ve
uzlaşı içerisinde, temel değerler üzerinde anlaşan
uyumlu bir bütünlük olarak kavrarlar.
Çatışmacı Yaklaşım
Topluma yönelik ikinci bakış ise, toplumu
dayanışma içerisinde bir bütünlük değil, tam
tersine tarih boyunca çatışma içerisinde varlığını
sürdüren, çelişkili ve gerilimli bir olgu olarak
kavrar.
Marx ve ondan etkilenen düşünürlerce ortaya
konan bu toplum kavrayışı içerisinde çeşitli
farklılıklar olmakla birlikte, temelde toplum
içerisindeki eşitsizliklere, çıkar çatışmalarına,
çelişkilere merkezi yer ve önem verilir. Bu
eşitsizlikler sınıftan başlayarak ırk, cinsiyet gibi
öğelere kadar genişletilmektedir.
Çatışmacı Yaklaşım
Toplum, bu yaklaşıma göre dokusunda farklılıkları, farklı
çıkarları barındırdığı için daima mücadelelere sahne olan bir
alandır. Uyum ve dayanışma toplum içerisinde doğal ve
evrensel parametreler değil, çoğunlukla farklı sınıfların,
grupların, katmanların daha alt sınıf, grup ve katmanlarda
yer alanlara baskıyla veya çoğunlukla ideolojik araçların
kullanıldığı bir rıza ile dayatılan, kabul ettirilen ve sonuçta
doğallaştırılan olgulardır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Giddens gibi bazı
sosyologların iddialarının tersine bu ikinci toplum
anlayışında yer alanların, dayanışmayı ve uyumu
reddetmedikleridir. Sadece mevcut toplumsal dayanışmanın
genellikle yukarıdan zor ve rıza kullanılarak sağlandığını
ileri sürerler. Sonuçta toplumun var olması için asgari
düzeyde değerler ve başka konularda bir uzlaşı gereklidir,
aksi halde toplum denilen bütünlük söz konusu olamaz.
Çatışmacı Yaklaşım
Ancak toplumun dokusu, içerisinde farklı
çıkarları barındırdığı için daima çelişkili ve
gerilimlidir. Toplumda farklı sınıflar, gruplar ve
katmanlar yer aldığı kısaca farklı çıkarlar
bulunduğu için kesin olarak çatışma ve
mücadele de yer alır. Böylece toplumda uyum ve
çatışma aynı anda yan yana var olur. Buna
karşın Giddens, topluma yönelik birbirine karşıt
iki yaklaşım olduğunu savunur: ilki dayanışmacı
yaklaşım, diğeri Marx ve ondan etkilenenlerin
benimsediği çatışmacı yaklaşımdır.
Çatışmacı Yaklaşım
Giddens, bunların dışında daha ara bir yorum
benimsediğini ileri sürerek toplumun aslında
hem dayanışma hem de çatışma içerisinde
varlığını sürdüren bir bütünlük olduğunu belirtir.
Oysa, belirtildiği gibi, Giddens’ın çatışmacı
toplum yaklaşımı içerisine koyduğu Marx ve onu
takip edenler, diyalektik tarihsel materyalist
yönteme uygun şekilde zıtlıklar olarak görülen
şeylerin aslında bir ve aynı şeyler olduğunu
yazmışlardır. Örneğin Bertell Ollman’ın belirttiği
gibi, sermaye, birikmiş emeği içerdiği için aynı
zamanda emektir de.
Çatışmacı Yaklaşım
Annenin çocuk doğurması bir üretim faaliyeti gibi
görülebilirken, farklı bir konumlanma
noktasından bakıldığında aynı zamanda
tüketimdir de. Çünkü anne bu üretim faaliyeti
sırasında bedenini –ve belki de zihninitüketmektedir. Üretim ve tüketim aynı anda
gerçekleşmektedir. Kısaca, “ya o, ya bu”
şeklinde kesin ve kategorik ayrımlar yapmak
yerine, farklı konumlanma noktalarına geçerek
“hem o, hem bu” mantığını işletmek toplum ve
başka kavramlara yönelik kavrayışımızı daha
sağlıklı kılabilir.
Toplumsal yapı
Bu çerçeveden bakıldığında bu derste
benimsenen toplum kavrayışı ikincisidir. Yani
toplum hem dayanışma hem de çatışma
içerisindeki bir bütünlüktür. Toplumun en
azından kısmi anlamda bütünlüğü ve toplum
olarak var olabilmesi için asgari düzeyde bir
bütünleşme ve dayanışma olmalıdır. Ne var ki
toplumun dokusunda farklı sınıflar, farklı
katmanlaşmalar, eşitsizlikler olacağı için de
gerginliklerin, çatışmaların ve mücadelelerin
topluma –en azından şimdi bildiğimiz anlamda
topluma- her zaman içkin olduğunu da göz
önüne almak gerekir.
Toplum, aynı zamanda bir iletişim
biçimidir…
Toplumu hem çatışma hem dayanışma içerisinde olan
bir bütünlük içinde görmek demek, aynı zamanda
“toplumu bir iletişim biçimi” olarak görmek demektir.
Çünkü iletişim, sanıldığı gibi sadece uyumu ve uyuşmayı
değil, içinde çatışmayı, gerilimi ve çelişkiyi barındıran bir
eylemdir.
Geleneksel siyaset kavrayışımız, bizleri toplumun
merkezi gerçekliği olarak iktidar ve hükümet; geleneksel
iktisadi anlayış ise toplumun asli özelliğini mülkiyet,
üretim ve ticaret çerçevesinde algılamaya yöneltmiştir.
Bu yaklaşımlar önemli kalmaya devam etmektedir.
Gelgelelim onlara artık yeni bir vurgu katılmalıdır:
“Toplum, deneyimin tanımlandığı, paylaşıldığı,
düzenlendiği ve korunduğu bir iletişim biçimidir.”
Toplum bir iletişim biçimidir de
Bizler tüm ortak yaşamımızı politik ve ekonomik
terimlerle tanımlamaya aşina olduğumuz için
toplumun bir iletişim biçimi olduğunu anlamakta
zorlanırız. Oysa bu vurgu, insanların ve
toplumların iktidar, mülkiyet ve üretimle
sınırlanamayacağını iddia etmektedir. Bu
vurguyla birlikte insanların ve toplumların
deneyimlerini tanımlama, öğrenme, değiştirme
ve değiş tokuş etme ilişkilerinin de önemli
olduğu anlaşılmaktadır.
Toplum bir iletişim biçimidir
İletişim, aynı zamanda toplumsal bütünleşmede ve
çatışmada etkin bir unsurdur. Bütünleşmede iletişimin
etkililiği ilk bakışta kavranmakla birlikte, çatışmada
iletişim yerine “iletişimsizlik” kavramının kullanılması
gerektiği savunulabilir.
Ancak insanın ve toplumun olduğu her yerde iletişim var
olacağına, iletişimin olmaması için insanın ve toplumun
ortadan kalkması gerektiğine göre çatışmayı,
iletişimsizlik olarak yorumlamak mümkün değildir.
Çatışma, toplumu oluşturan gruplar veya sınıflar
arasındaki ilişkinin gergin ve çatışmalı olduğu mesajını
vermektedir sadece. Diğer yandan, çatışma içerisindeki
grupların ve sınıfların kendi aralarındaki
bütünleşmelerinde iletişim bütünleştirici bir işlev
görmektedir.
Download