T.C. ATILIM ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ PARTİLER (RADİKAL DEMOKRASİ KURAMLARINA 60. YASAMA DÖNEMİNDE TBMM’DE GRUBU BULUNAN PARTİLERİN BAKIŞ AÇILARI) YÜKSEK LİSANS TEZİ HAZIRLAYAN Erol BAYTOK TEZ DANIŞMANI Yrd. Doç. Dr. Emre TOROS Ankara–2010 T.C. ATILIM ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ PARTİLER (RADİKAL DEMOKRASİ KURAMLARINA 60. YASAMA DÖNEMİNDE TBMM’DE GRUBU BULUNAN PARTİLERİN BAKIŞ AÇILARI) YÜKSEK LİSANS TEZİ HAZIRLAYAN Erol BAYTOK TEZ DANIŞMANI Yrd. Doç. Dr. Emre TOROS Ankara–2010 ÖNSÖZ Bu tezin amacı Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye özelinde 60.Yasama döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan siyasi partilerin (AKP, CHP, MHP, BDP) programlarında nasıl ele alındığını incelemektir. TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarının Radikal Demokrasi modeli ışığında incelenmesi çalışmasında ülkemizde birçok siyasal parti bulunmasına rağmen parlamentoda dört tane grup bulunması çalışmayı sınırlayan önemli etkenlerden birisiydi. Bu durum çalışmanın kapsamın daraltılması zorunluluğu getirdiği için karşılaşılan zorluklardan birisiydi. Çalışmayı benzer şekilde sınırlayan bir diğer durum ise partilerin Radikal Demokrasi modelinin önem verdiği temel argümanlardan olan kimlik siyaseti, kültürel haklar, devletin küçülmesi gibi başlıklar konusunda partilerin yeterli materyal üretmemesi oldu. Bu konularda inceleme yapmak için temel kaynak olmasına rağmen parti programı ve seçim bildirgesinin dışında başka materyaller-örnek tutum belgesi v.b-edinilememiştir. i İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ……………………………………………………………………………… i İÇİNDEKİLER…..………………………………………………………………….. ii-iv GİRİŞ ……………………………………………………………………………….. 1-3 BİRİNCİ BÖLÜM RADİKAL DEMOKRASİ; KAVRASAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE 1. RADİKAL DEMOKRASİ ………………………………………………………... 4 1.1. Radikal Demokrasi’nin Ortaya Çıkma Nedenleri, Soğuk Savaş Sonrası Politik Ortama Yeni Tepkiler…….…………………………………. 4-5 1.2. Laclau ve Mouffe ile Radikal Demokrasi Kuramı’nın Geliştirilmesi…... 5-7 1.3. Radikal Demokrasi’nin Temel Tartışmalarından “Kimlik” ve “Sivil Toplum” Üzerine ………………………………………. 7-9 1.4. Kuramın Oluşmasını ve Gelişmesini Hızlandıran Dönem: Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi ………………………………………………… 9-11 1.5. Yeni Bir Hegemonyanın Kurulması ve Antagozima ……………………. 11-14 1.6. Radikal Demokrasi ve Sol ………………………………………………. 14-15 1.7. Farklı Alternatifler: Katılımcı Demokrasi ………………………………. 15-16 1.8. Sol Siyasete Yeni Arayışlar Noktasında Sola Yöneltilen Eleştiriler ……. 16-17 1.9. Farklı Toplumsal Hareketler ……………………………………………. 17-21 1.10. Farklı Toplumsal Hareketler ile Sol Siyasetin İlişkileri ………………… 21-23 2. RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE ………………………………………….. 23 2.1. Türkiye ve Siyaset Yapma Geleneği ……………………………………… 24-29 2.2 Demokrasinin Demokratikleştirilmesi ……………………………………... 29-34 ii İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER 1. RADİKAL DEMOKRASİNİN AKTÖRÜ OLARAK SİYASAL PARTİLER......... 34-35 1.1. Türkiye’de Siyasal Parti Geçmişi ………………………………………… 35-41 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1. PARTİ PROGRAMLARININ İNCELENMESİNDE TERCİH EDİLEN SİSTEMATİK İTİBARİYLE NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMİ …………………… 42-47 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 1. TÜRKİYE’DE RADİKAL DEMOKRASİ ÖRNEKLEMELERİ …………………. 1.1. Kimlik …………………………………………………………………... 48 48 1.1.1. AKP …………………………………………………………….. 49-50 1.1.2. CHP …………………………………………………………….. 50-52 1.1.3. MHP ……………………………………………………………. 52-54 1.1.4. BDP ……………………………………………………………. 55-56 1.1.5. Değerlendirme …………………………………………………. 56-61 1.2. Temel Haklar ve Özgürlükler ……………………………………………. 61 1.2.1. AKP ……………………………………………………………. 61-62 1.2.2. CHP ……………………………………………………………. 62-63 1.2.3. MHP ……………………………………………………………. 63 1.2.4. BDP ……………………………………………………………. 64 1.2.5. Değerlendirme …………………………………………………. 64-69 1.3. Sivil Toplum …………………………………………………………...... 69 1.3.1. AKP …………………………………………………………..... 70-71 1.3.2. CHP ……………………………………………………………. 71 iii 1.3.3. MHP …………………………………………………………… 72 1.3.4. BDP …………………………………………………………..... 72 1.3.5. Değerlendirme …………………………………………………. 72-79 BEŞİNCİ BÖLÜM RADİKAL DEMOKRASİ’NİN TÜRKİYE’DE ANLAŞILMASI …………. 80-90 SONUÇ ………………………………………………………………………… 91-97 KAYNAKÇA ……………………………………………………………………….. 98-104 ÖZET………………………………………………………………………………… 105-106 ABSTRACT………………………………………………………………………….. 107-108 iv 1 GİRİŞ 1980’lerde Chantal Mouffe ile Ernesto Laclau’nun geliştirdiği antagonizmacı olarak nitelenebilen “Radikal Demokrasi” ile Seyla Benhabip’in üzerinde yoğunlaştığı konsensüsçü olarak tanımlanabilecek olan “Müzakereci Demokrasi” projeleri demokrasi krizinin yaşandığı bir dönemde ortaya atılan en önemli tezler olmuştur.1 20. yüzyılın, son çeyreğinde yaşadığı yüzyılın ikinci büyük ekonomik krizin olgunlaştığı aynı dönemde post-Marksist eğilimlerin de ortaya çıkan ihtiyacı karşılamak amacıyla mevcut siyasanın yeniden okunmasıyla geliştiğini söylemek mümkündür. Radikal demokrasinin güç aldığı en önemli alan olan yerel yönetimler konusunda Türkiye’de yaşanan tartışmalar, parti ideolojisinin temel belirleyeni liderin son söz hakkına sahip olmasının getirdiği merkeziyetçilik, bu konuda henüz önemli bir aşama kaydedilmediğini savlayan düşüncelerin temel dayanak noktası olmaktadır. Buna rağmen 2009 yılından sonra 60. hükümet eliyle başlatılan kimi girişimler Radikal Demokrasi kuramında değineceğimiz kimi kavramlar üzerinden toplumla ilişki içinde olmaya başlamıştır. Farklı toplumsal kesimlerin düşüncelerini ifade edebildiği en etkili alan olan sivil toplum örgütleriyle –her ne kadar hiyerarşik olsa da- ilişkilerini sıklaştırmış ve Cumhuriyet tarihi boyunca görmezden gelinen farklı etnik grupları kendi kimlikleriyle tanımıştır. 21. yüzyıla girerken bu nedenle Türkiye’de de devlet toplum ilişkilerinin demokratik bir tarzda yeniden yapılanması gereksinimiyle karşı karşıya olduğumuzu, bu durumun tarihsel ve konjonktürel bir zorunluluk olduğunu söylememiz mümkündür. 1980-sonrası dönem, bu gereksinim bağlamında ciddi bir paradoksu içeriyor: bir taraftan “demokrasiye olan bağlılık” yalnızca sivil toplum örgütleri demokratlar tarafından değil, aynı zamanda ironik olarak, devlet ve siyasi seçkinler tarafından da 1 Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ Geliştirme Dergisi, S. 34, Ankara, 2007, s. 313 2 sürekli ve sıklıkla dile getirilirken ve “demokrasi referansı” sivil toplumdan siyasi topluma kadar, neredeyse her eylemin ve kararın “meşruiyet zemini” olarak kullanılırken, diğer taraftan insan haklarından düşünce özgürlüğüne, “sivil hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasından ”farklılıkların ifade edilmesi ve siyasal alana taşınmasına” ve bireylerin günlük siyasal yaşamları içinde “ontolojik bir güvensizlik duygusuyla” yaşamalarına kadar geniş bir toplumsal yelpaze içinde “demokrasiye ve devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleşmesine duyduğumuz gereksinim” her gün giderek artan ve ivme kazanan bir nitelikle karşımıza çıkıyor. Tezin Türkiye özelini kapsayan ve ana gövdesini oluşturan bu kısımda 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinden sonra gelişen politik ortama da değinilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu olan partilerin Radikal Demokrasi’nin yaşamsal alanda vücut bulduğu kimi kavramlara programlarında ve seçim bildirgelerinde ayrıca uygulamada nasıl ve ne ölçüde baktıkları tartışılacaktır. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde değinileceği üzere 60. hükümetin son dönemde başlattığı çalışmaların kapsamının radikal demokrasi kuramıyla doğrudan ilgili olması sebebiyle bu süreçte yaşananlar ele alınacak ve kimlikler, temel haklar ve özgürlükler ile sivil toplum üzerinden bir kere daha değerlendirileceklerdir. Tüm bu bahsedilenlerin oluşturduğu anlam bütünlüğü içinde bu tezin özellikle ve ağırlıkla ilgilendiği nokta da radikal demokrasinin Türkiye özelindeki uygulamalarıdır. TBMM’de grubu olan siyasi partilerin, parti programlarına yönelik inceleme sonunda söz konusu parti programlarına Radikal Demokrasi kavramına uygun düşen öneriler de Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısına ve politik geleneğine uygun şekillerde sunulabilecektir. Çünkü siyasi ve ekonomik modellerin uygulanmasında ülkesel ve bölgesel farklılıklara dikkat edilmesi gerekmektedir. Zira toplumlar sahip oldukları siyasi gelenekler ve içinde bulundukları ekonomik koşulların yoğun etkisiyle yeni modellere farklı reaksiyon verebilmektedirler. Dolayısıyla Türkiye için yapılacak önerilerde Türkiye’nin bölgesel anlamda Ortadoğulu olduğu, kozmopolit bir demografik yapıya sahip olduğunu ve Avrupa’ya entegre olma sürecini henüz tamamlamadığı akılda tutulmalıdır. 3 Radikal Demokrasi projesi 20. yüzyılın sonlarında demokrasi açısından yaşanan problemlere farklı bir pencereden bakması bakımından başlı başına bir öneme sahiptir. Türkiye gibi demokrasinin hala tam olarak kurumsallaşmadığı, özümsenmediği bir toplumda dünyadaki demokrasi ile ilgili sorunlara çare olma iddiasıyla ortaya çıkan bir kuramın incelenmesi yararlı olacaktır. Bu konunun seçilmesinde ülkemizdeki uzun süredir devam eden demokrasi sorunları ve bunlara yanıt olmadaki eksiklikler etken olmuştur. Bu tezin araştırması sorusu olarak ‘TBMM’de grubu bulunan partilerin programlarının Radikal Demokrasi kuramının çerçevesini çizdiği sosyo-politik projeye ne ölçüde yaklaştığı’ belirlenmiştir. Ülkemizde bulunan onlarca partiden sadece TBMM’de grubu bulunan partilerin seçilmesinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir: • Radikal demokrasi kavramı devletin ve toplumun yapısını değiştirecek kapsamdadır. Ülkemiz hukuk devleti olduğundan toplumun ve devletin yapısını değiştirmek ancak çıkarılacak yasalarla mümkündür. Bu gücü sahip en büyük Yasama organıdır. Mecliste bu güce sahip olanlar ise grubu bulunan siyasi partilerdir. • Radikal demokrasi toplumun tabanında yankı bulduğu takdirde gerçek işlevini kazanacaktır. Toplum tabanında gerçekliği olmayan partilerin çalışma kapsamına alınması hem çalışmayı zorlaştıracak hem de nitelik sorunu yaratacaktır. 4 BİRİNCİ BÖLÜM RADİKAL DEMOKRASİ; KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE 1. RADİKAL DEMOKRASİ Toplumsal hareketlerin çeşitlendiği ve farklı yöntemlerle sisteme karşı kanalize oldukları son otuz yıllık dönemde söz konusu hareketleri ortaklaştırmaya yönelik teorik girişimler olmuştur. Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe de bu bağlamda liberal demokrasinin uygulanabilir yöntemlerinden yararlanarak çoğulculuğu ve çatışmacı düşünceyi esas alan Radikal Demokrasi Kuramı’nı geliştirmişlerdir. Laclau ve Mouffe’in geliştirdiği yöntem esas alınarak buradan hareketle kuramın genel çerçevesi incelenecektir. 1.1. Radikal Demokrasi’nin Ortaya Çıkma Nedenleri, Soğuk Savaş Sonrası Politik Ortama Yeni Tepkiler Hegemonya ve Radikal Demokrasi kavramları, Laclau ve Mouffe’in 1985’te yayımladığı “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de geliştirilerek öne çıkarılmışlardır. Politik kuramcı olan bu iki düşünürün “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de amaçları “sol siyasetin” tıkanmışlığını göstermekti. 1989’da öncelikle doğu bloğunun yıkılması ve ardından 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte son yirmi yıla damgasını vuran olgu, taşıdığı çelişkiler ve belirsizlikler ile karakterize olan bir süreci ifade eden küreselleşme olmuştur.2 Küreselleşen dünyada yeni sağ anlayışa tepki olarak gelişen “yeni muhalif hareketler”in konu edinildiği platform olarak sunulan Radikal Demokrasi Kuramı, kriz yaşayan Marksist tartışma ortamına hegemonya, evrensellik, tikellik gibi kavramları taşımıştır.3 Post-Marksist düşünürler Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun Hegemonya ve Sosyalist Strateji (İletişim, 2008) adıyla 1985’te yayınladıkları kitapla birlikte Radikal Demokrasi Kuramı’na ilişkin yaptıkları tartışmalarda, kendi yaklaşımlarıyla 2 Eken Hurigül, Küreselleşme ve Ulus Devlet, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2006, s. 243 3 Laclau, Ernesto, Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme, Birikim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 13 5 diğerlerini ayırmış ve özellikle Seyla Benhabip ile Jürgen Habermas’ın geliştirdiği müzakereci demokrasinin liberal demokrasinin bir çeşidi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Söz konusu çalışmada Marksist geleneği ve özellikle Antonio Gramsci’yi tartışan ve yapısalcılık sonrası düşünürlerin görüşlerinden yararlanan Mouffe ve Laclau’ya göre Radikal Demokrasi Kuramı yeni bir sosyalist projedir ve radikal ve çoğulcu bir demokrasi anlayışı ile mümkün olabilir.4 Politik kuramcılar Laclau ve Mouffe’nin gelişimine katkı sunduğu Radikal Demokrasi Kuramı’nın nihai hedeflerinden biri olarak demokratik hak ve özgürlüklerin en üst düzeye çıkarılmasını da alabiliriz. 1.2. Laclau ve Mouffe ile Radikal Demokrasi Kuramı’nın Geliştirilmesi Laclau ve Mouffe ilk olarak, işçi sınıfının Marksist kuram içindeki esas aktör olmasını eleştirir. Anonim özneler yerine tekil öznelerin varlığını savunur. “Yeni toplumsal hareketleri” benimser. Postmodernizmin yarattığı kültürel çoğulculuk tüm toplumsal hareketlerin kendi taleplerini özgürce seslendirmesine ve örgütlemesine izin vermektedir.5 Yeni sosyal, toplumsal ve muhalif hareketler Radikal Demokrasi Kuramı’nın merkezinde yer alır; çünkü bu hareketler, sadece işçi sınıfının değil başka kimliklerin de iktidarın hegemonyasına tabi konumda olduğunu gösterir.6 Buradan hareketle radikal demokrasi kuramcıları, ortodoks sosyalist projenin sınıf temelli ilişki üzerinden yürüdüğünü fakat Radikal Demokrasi Kuramı’nın geliştirdiği modelde, başka bağımlılık biçimlerinin de dikkate alınması hatta çalışmaların esasını bu hareketlerin oluşturması gerektiğini savunur. Radikal demokrasi kuramcıları “sınıf” kimliğinin “ayrıcalıklı” konumu yerine toplumsal kimlikler arasında “eşderlik zinciri” kurulması gerektiğini ileri sürerler. Bu gerekliliğin getirdiği ise çoğulculuğu temel alan liberal demokrasinin temel 4 Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ Geliştirme Dergisi, S. 34, Ankara, 2007, s. 317 5 Çağlar Nedret, Postmodern Anlayışta Siyaset ve Kimlik, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2008, s. 380 6 Üstüner, a.g.y., s. 317 6 savlarının öğrenilmesi ve solun, “hasmane” bir tutum geliştirdiği liberal demokrasinin güçlü yönlerinin de fark edilmesidir.7 Mouffe’a göre demokratik siyaset tarzını yaşanan politik açmazların deneyimleri çerçevesinde yeniden düşünürken birey özgürlüğü ve çoğulculuk göz ardı edilmemelidir.8 Çoğulculuğun bu yeni demokrasi anlayışına eklemlenmesinin sonucu olarak, temel insani ilkeler olan özgürlük ve eşitlik gibi değerlerin pek çok yorumunun ortaya çıkmasıdır. Mouffe The Return of the Political (1993) adlı eserinde buna bağlı olarak hiç kimsenin “doğru” yorumunun kendisininki olduğunu iddia edemeyeceğini savunarak: “bundan dolayı bu ilkelerin yorumları hakkındaki tartışma çerçevesinde kararlara varmak ve devletin iradesini belirlemek için bir takım mekanizma ve usullerin yerleştirilmesi esastır” der. 9 Kuramın temeline kimlik politikalarını ve “yeni toplumsal hareketleri” yerleştiren ve siyasetin çatışmalar üzerinde yürümesinin siyasetin önünü açacağını söyleyen Mouffe’a göre uzlaşma temelinde ve uzlaşma esaslı yapılan liberal siyaset mümkün değildir, çünkü liberal siyaset, kimliklerin kurulmasında temel olan çatışma yokmuş ve uzlaşma mümkünmüş gibi yanlış bir varsayıma dayanır.10 Siyasal olanın temelinde antagonizma olduğunu söyleyen Mouffe, bu savın kuramsal tartışmasını Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Laclau’yla beraber yapar ve iktidarın dışsal bir ilişki olarak kavranmaması gerektiğini öne sürerler.11 Üstüner’e göre Mouffe’nin, çatışmanın kimliklerin ve toplumsalın kurucusu olduğunu ileri sürmesine rağmen, kullandığı “çekişme” ve “muarız” gibi kavramlarla antagonizmayı silikleştirmesinin nedeni olarak siyaset ve siyasal ayrıştırması temelinde yapılacak bir analizde, demokrasinin siyasal kategorisinde değil, ancak siyaset kategorisinde yer alabileceğini ortaya koyar. Mouffe’a göre siyasal olan antagonistiktir ve düşmanlar arası ilişkiyi barındır. Siyaset ise içinde antagonizmayı barındırsa da, ilişkisi disipline edilmiş ve bir düzen içinde, kurallara bağlı olarak 7 Üstüner, a.g.y., s. 317 Üstüner, a.g.y., s. 319 9 Üstüner, a.g.y., s. 319 10 Üstüner, a.g.y., s. 321 11 Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim, 2008, s. 99 8 7 gerçekleşir. Böylece düşman “muarız”a dönüşür ve Mouffe’a göre demokrasi de bu noktada ortaya çıkabilir.12 Mouffe için demokrasi, oyunun kurallarını kabul edenler arasında mümkün olabilir.13 Mouffe, sol hareketlerin çözüm aramayan tutum ve davranışlarının karşısına farklı kimliklerin tanınmasını, siyaset yapmasını mümkün kılmaya çalışarak verimli bir siyaset ve demokrasi için hiçbir toplumsal aktörün, toplumun kuruluşu konusunda bir üstünlük iddiasında bulunmamasını şart koşar.14 Fahriye Üstüner’e göre Laclau ve Mouffe’nin geliştirdiği modeldeki paylaşılması gereken değerlerin varlığı ve kimliklerin kendileri gibi kalmaması için getirdiği öneriler –tikelliklerin evrenselleştirilmemesi, toplumu düzenleme ayrıcalığını hiçbir kimliğin kendinde bulunduğunu iddia etmemesi, ötekini dönüştürürken, kendisinin de dönüşmesi gibi- müzakereci demokrasi modelindeki “perspektiflerin yer değiştirmesi” ilkesiyle benzerlikler gösterir. Mouffe ikna yoluyla anlaşma fikrine karşı olmakla birlikte, çekişme temelinde farklılıkların birbirlerini karşılıklı değiştirme ve dönüştürmesiyle çelişkilerin aşılabileceğini ifade etmiş olmaktadır.15 1.3. Radikal Demokrasi’nin Temel Tartışmalarından “Kimlik” ve “Sivil Toplum” Üzerine Kimlik kavramı, özellikle küreselleşme söylemiyle beraber literatürde sıkça kullanılagelen bir kavram olmuştur. İnsanların kendilerini ait hissettikleri kimliklerini özgürce ifade etmesinden doğan bir “kültürel zenginlik ortamı”16 olarak tanımlayabileceğimiz kimlik kavramı, çoğulcu bir yapıya sahip olamayan ülkelerde gelişme şansı bulamamaktadır.17 İki temel bileşene sahip olan kimliği tanımlama ve tanınma ile aidiyet duygusu oluşturmaktadır. Bu noktada bireyin iki tür kimliğe sahip olduğunu ifade etmemiz mümkündür. Birincisi bireyin doğduğu andan itibaren kazandığı ve kendi müdahalesi dışında sahip olduğu cinsiyet, sahip olduğu aile, 12 Üstüner, a.g.y., s. 322 Üstüner, a.g.y., s. 323 14 Üstüner, a.g.y., s.323 15 Üstüner, a.g.y., s.324 16 Kolektif, Kavram Sözlüğü, Söylem ve Gerçek, içinde Kimlik, Ceyhan Suvari, Özgür Üniversite Yayınları, 2005, s. 283 17 Laclau, a.g.e., s. 82 13 8 sosyal sınıf gibi kimliklerdir. İkincisi ise bireyi birey yapan ve kişinin özgür iradesiyle elde ettiği öğrenim durumu, dünya görüşü, cinsel yönelimi, mesleği gibi kimliklerdir.18 Kimlik tartışmaları bağlamında Radikal Demokrasi kuramını Türkiye’de tartışan Fuat Keyman, Türkiye’de kimliklerin verdiği mücadeleye iktidarın veya devlet otoritesinin farklı reaksiyonlar gösterdiğini ve devlet ile toplum arasında, hem toplumsal sorunların çözümü hem de toplumsal taleplerin karar alma süreçlerine eklemlenmesi bağlamında bir “teslimiyet krizi” yaşandığını; sistemin ise söz konusu kriz karşısında çaresiz kaldığını söyler.19 Keyman, sistemin yaşanan tartışmaların sonunda da yeni hareketlere İslami milliyetçilik ve yeni milliyetçilik (Türkiyelilik) gibi iki farklı söylemsel cepheden yanıt verdiğini ifade ederek bu iki hareketin paylaştığı ortak noktanın, küreselleşmenin farklılaştırıcı/çoğullaştırıcı kimlik söyleminin karşısında tekliği ve farklılıkları eritici söylemini yerleştirmek olduğuna işaret eder.20 Küreselleşen dünyada giderek önemi artan ve devlet otoritesi karşısında özerk hale gelen toplumsal grupları ifade eden sivil toplumu da sadece ülke çapında faaliyet yürüten kurumlar olarak düşünmemek gerekir. Zira “yeni toplumsal hareketler”in çalışma yürütmesine olanak sağlayan sivil toplum da artık küreselleşmiş ve bir ülkenin sivil toplum örgütü başka ülkenin toplumsal sorunlarına yanıt aramaya başlamıştır. Mouffe’nin sık sık dile getirdiği antagonizmaların evrenselleşmemesi ve tikel hareket etmesini göz önünde bulundurduğumuzda artık farklı kimliklerin küreselleşmeden yararlanarak kendilerini ön plana geçirmeleri anlaşılabilir hale gelmektedir. Çünkü evrenselleşmeyen fakat kapsamlı bir çalışma yürüten sivil toplum da demokratik şekilde yapılanması gerektiğini fark ederek bu yönde adımlar atmaktadır.21 18 Erdem, Çiğdem, Küreselleşme Karşısında Değişen Vatandaşlık Algısı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 5 19 Keyman E. Fuat, Türkiye’de Kimlik Sorunları ve Demokratikleşme, Alfa, 2000, s. 23 20 Hurigül, a.g.y., s. 253 21 Hurigül, a.g.y., s. 256 9 1.4. Kuramın Oluşmasını ve Gelişmesini Hızlandıran Dönem: Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi 1985’te Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi yayımlayan Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’e göre kitabın yayımlanmasının ardından teorik-politik en önemli gelişme Sovyetlerin dağılışı oldu.22 Bu gelişme sonrasında uluslararası ortamda ve gelişen politik ortamda Radikal Demokrasi Kuramı’nın gelişmesine katkı sağladı; zira Laclau ve Mouffe’e göre toplumsal ve siyasal kimliklerin oluşturulmasında yeni paradigmalara kaynaklık eden, büyük toplumsal yapı dönüşümleridir.23 Sovyetlerin yıkılması da dünyada benzer bir etki yaratmış ve görece rakipsiz kalan neoliberalizme alternatif sunmak isteyen muhalif grupların sınıf siyasetinden farklı arayışlara gitmelerini sağlamıştır. Büyük toplumsal dönüşümlerin etkisine dikkat çeken Hobsbawm’a göre 1980’lerde avrokomünizm idealdi şimdi ise yeni toplumsal hareketler, çok kültürlülük, ekonominin küreselleşmesi, yersiz yurtsuzlaşma, post modernizm24, kimlik siyaseti popüler kavramlardır. Kitabın ilk kez yayımlandığı 1985 senesinde “hegemonya” kavramını merkez alan bir teorik bakış açısı geliştiren Laclau ve Mouffe’e göre sonraki politik gelişmeleri göz önünde bulundurduklarında “hegemonya” doğru bir yaklaşım olmuştur.25 Radikal Demokrasi Kuramı’nın şekillendiği Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Ortodoks Marksist söylemin dışına çıkan Laclau ve Mouffe, bu durumu 1970’lerde Marksist teorinin açmaza girmesiyle açıklamaktadır. 26 Söz konusu açmaza Marksist düşünürlerin iki şekilde tepki verdiğini ifade eden Laclau ve Mouffe’e göre bu tepkiler şunlardır: 1) Değişimlerin yok sayılarak ortodoksiye sığınılan ve bu tür tartışmalarda seçilen genel eğilim, 22 Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim, 2008, s. 7 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 7 24 Hobsbawm, Eric, J., Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest Yayınları, 2009, s. 28 25 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 8 26 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 8 23 10 2) Yeni eğilimleri betimleyen kimi çözümlemeleri amaca özel bir biçimde bir teorinin yanına ilave edilmesini seçen yenilikçi eğilim.27 Kendilerinin ikinci yolu seçtiğini ima eden Mouffe, Marksist-Leninist teorinin Marksizm’in tarihi olarak sunduğu Marksist teoriler alanının, tek parça olmadığını ve çeşitli muğlâklıklar ile çeşitlilikler barındırdığını fark ettiklerinde aslında söz konusu açmazın Leninizm’in uzun süren teorik etkisinin Marksizm’in içinde barındırdığı potansiyel teorik çeşitliliği yoksullaştırdığını söylerler.28 Teorik yoksullaşmaya son vermek amacıyla yeni arayışlara giren Laclau ve Mouffe, Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi kaleme alırken kendilerine çıkış olarak “mevzi savaşı”29, “tarihsel blok”30, “kolektif irade”, “hegemonya”, “entelektüel ve ahlaki önderlik” kavramlarını seçtiklerini dile getirmektedirler.31 Marksist geleneğin yeniden ele alınması sürecine başlayan Laclau ve Mouffe, bu girişimin sadece Marksizm’i içinde bulunduğu sıkıntılı süreçten çıkarmayı amaçlamadığını, Marksist kategorilerle herhangi bir şekilde ilişkili pek çok toplumsal antagonizmanın ve çağdaş toplumların anlaşılması için böylesi bir çalışmanın gerekli olduğunu vurgularlar ve bu şekilde bir araştırmanın varlıksal içeriğindeki çok yönlü kapsamlı bir değişikliğin yeni bir ontolojik paradigmaya yol açmasını beklediklerini Althusserci bir yaklaşımla açıklarlar.32 Bahsi geçen gerekçeyle neden kendilerinin post-Marksist olarak adlandırıldıklarını açıklayan Laclau ve Mouffe, bu geçişin yalnızca ontolojik değil aynı zamanda ontoloji ile ilgili bir durum olduğunu söylerler.33 Geçişin ontoloji durumunun olmasını ise Laclau ve Mouffe, küreselleşmiş ve enformasyonla yönetilen bir toplumun sorunlarının, 27 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 9 Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde Mouffe, “Radical Democracy or Liberal Democracy” s. 21 29 Marksist kuramcı Antonio Gramsci’nin geliştirdiği kavrama göre, modern sivil toplumda burjuvazinin hegemonyasının yıkılması için, öncelikle mevzi savaşının gerekli olduğunu ve ancak bunun sosyalizme giden yolda cephe savaşına yol açabileceğini söyler. Burada mevzi savaşından anlatılmak istenen, iktidarın kalelerinin ele geçirilmesidir çünkü devrim süreci, sadece iktidarı ele geçirmeyi değil, onu yönetmeyi de içerir. 30 Yine Gramsci’ye göre, tarihsel blok, hâkim grubun, iktidar için bazı diğer grupları kendisine eklemleyip bazı başka gruplara tavizler vermesiyle inşa ettiği iktidar ittifakı anlamına gelir. 31 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 10 32 Althusser, Louis, Marx İçin, İthaki Yayınları, 2002, s. 57 33 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 11 28 11 Marksist söylemler alanına hâkim olan iki ontolojik paradigmayla – Hegelci ve doğalcı – düşünülemeyeceğiyle açıklarlar.34 Toplumun sorunlarını açıklamak için yeni paradigmalar üretilmesinin gerekli olduğuna vurgu yapan Laclau ve Mouffe, kendi yeni yaklaşımlarının temelinin, siyasal eklemlenmeye tanıdıkları ayrıcalık olduğu ve bu siyasal çözümlemenin merkezinde de “hegemonya”nın bulunduğunu açıklarlar.35 Laclau ve Mouffe, bu tür bir hegemonik ilişkinin olanaklı olması halinde bu ilişkinin varlık bilimsel statüsünün tanınması gerektiğini; bu durumda da hegemonya kavramı kadar söylemsel bir alan olarak “toplumsal”ın da çözümlenmesi gerektiğini çünkü daha önce bahsettiğimiz üzere Marksist söylemler alanına hâkim olan Hegelci ve doğalcı paradigmada düşünülemeyen temsil ilişkilerini ancak “toplumsal” olanla çözebileceğimizi ifade ederler.36 Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Radikal Demokrasi Kuramı’nın altyapısının nasıl oluştuğunu anlatan Laclau ve Mouffe, tüm bu kuramsal çerçevenin dâhilinde teorik düşünlerinin asıl kaynağının post-yapısalcılıktan37 geldiğini, postyapısalcılıktan ise yapı bozumu38 ile Lacancı teorinin hegemonyaya yaklaşımlarını belirlediğini ifade etmişleridir. Laclau ve Mouffe, özellikle yapı bozumundan aldıkları “karara-bağlanamama (undecidability)”39 kavramının “hegemonya” bakımından kendileri açısından hayati öneme sahip olduğunu dile getirmektedirler. 1.5. Yeni Bir Hegemonyanın Kurulması ve Antagozima Radikal Demokrasi Kuramı’nın oluşturulması aşamasında temel argüman olan “hegemonya”nın tartıştığı birincil konu tikellik ve evrensellik ilişkisidir. Laclau 34 Laclau, a.g.e., s. 72 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 11 36 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 12 37 “Postyapısalcılıkta fenomenolojinin ya da varoluşçu felsefenin ya da analitik okulun etkilerini ve içtartışmalarını görmek mümkündür. Buna rağmen bu teorik eğilimi yapısalcılık sonrası olarak görüp adlandırmanın sebebi, temelde bu alandaki düşüncelerin esas olarak yapısalcılığın açtığı alan içinde oluşmuş olması dolayısıyladır.” Madan Sarup, Post-yapısalcılık ve Postmodernizm, Bilim ve Sanat Yayınevi, Ankara, 2004 38 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 13 39 Derrida’nın yapıtının söylediği gibi, önceleri yapısal belirlenim tarafından yönetildiği düşünülen alanın her yerine karara-bağlanamazlar yayılmış ise, hegemonyayı karara bağlanamaz bir zemin üzerine verilen kararların teorisi olarak anlamak mümkün olur. “Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 13” 35 12 ve Mouffe, hegemonik öznellik konusunda ileri sürdükleri savların bu ikili arasındaki ilişki tartışmasına mükemmel uyduğunu söylemektedirler.40 Söz konusu hegemonik ilişki Hegel’de “evrensel sınıf” anlayışıyla açılanmaktadır41; fakat Laclau ve Mouffe hegemonik ilişkiyi veya yeniden eklemlenmeyi sivil toplum düzeyinde başlatır bundan ötürü hegemonik ilişki Marksist anlamda proletarya kavramına da benzemez; zira hegemonik ilişkinin nihai hedefi Devlet’i ortadan kaldırmak değil, siyasetin kurucusu olmaktır. “Hegemonya”ya özgü bu evrensellik, fark mantığı ile eşdeğerlik mantığı arasındaki kendine özgü diyalektikten kaynaklanmaktadır. Toplumsal aktörler, toplumsal dokuyu oluşturan söylemler içinde farklılık konumları işgal ettikleri için hepsi tikelliğe örnek olmalarına karşın toplum içi sınırlar yaratan toplumsal antagonizmalar da bulunmaktadır.42 Bu durumda baskıcı güçlere veya iktidara karşı bir tikellikler kümesi kendi aralarında eşdeğerlik ilişkileri kurmalarına rağmen bu küme tümü değil farklı tikelcilikleri temsil eder. Tikel, bir yandan kendine öz tikelliğini sürdürürken diğer taraftan da kendisini onu aşan bir evrenselliğin temsiline dönüştürmektedir. İşte belli bir tikelliğin, kendisiyle bütünde karşılaştırılamaz bir evrenselliğin temsilini üstüne aldığı ilişkinin adı “hegemonik ilişki”dir. Hegemonik ilişkinin evrensel olarak anlaşılmak istenmemesinin nedeni olarak ise bu ilişkinin kirlenmiş bir evrensellikte oluşmasıdır çünkü bu ilişki; 1) hem evrensellik ile tikellik arasındaki çözümsüz gerilimde yaşar 2) hem de sahip olduğu işlev nihai değildir, daima tersine çevrilebilir niteliktedir.43 Laclau ve Mouffe, hegemonik ilişkilerin esasında antagonistik ilişkiler üzerinden yürüdüğünü belirtseler de onların bahsettiği antagonizma kavramı, kavramı ortaya atan Kant’ınki44 ile aynı değildir. 40 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 15 Hegel, George, W.F., Tüze Felsefesi, İdea Yayınevi, 2006, s. 202 42 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 15 43 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 16 44 Immanuel Kant’ın “Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel bir Tarih Düşüncesi” başlıklı makalesinde, tarihin ilerletici gücü olarak ele aldığı ‘antagonizma’ kavramı Kant’a göre, akıl varlığı olmayan doğa, doğa yasalarının değişmez kurallarına göre iç işlerini yürütür. “Akıl varlığı olan insan ise, bir yandan doğa yasalarına bağımlıyken, öte yandan doğa yasalarından bağımsız yapabilme olanağına sahiptir. Bu durum tek tek kişiler için geçerli iken, insan soyu söz konusu olduğunda Kant, onun da “doğanın gizli bir planına” göre yaptığını söyler; çünkü birey olarak insanlar, hatta uluslar, 41 13 Laclau ve Mouffe, antagonizmayı nesnel ilişkiler olarak değil nesnelliğin sınırlarını açığa çıkaran ilişkiler olarak açıklamaktadırlar ki toplumun etrafında oluştuğu bu sınırlar esasında antagonistiktir.45 Laclau ve Mouffe’e göre Kant’ta geçen antagonizma tanımındaki gibi antagonistik ilişkileri yoluyla oluşacak “Akıl’ın kurnazlığı” yoktur ve antagonizmaların bir kurallar sisteminin egemenliği altına alınması söz konusu olmaması sebebiyle siyasal olan Laclau ve Mouffe için, üstyapı değil, toplumsalın ontolojisi ayarındadır; bu nedenle Radikal Demokrasi Kuramı’nın en önemli varsayımlarından biri de bu noktada ortaya çıkar; yani toplumsal bölünme, demokratik siyasetin olanaklılığına ve süreğenliğine içkindir.46 Laclau ve Mouffe’a göre çatışmacı yöntem önemlidir; hala geçerlidir fakat antagonistik ilişkiler üzerinden yürümesi beklenen solun kullandığı siyasal söylemler arasında antagonizma yoktur ve bunun paradoksal bir durum yaratması beklenir ki öyledir; çünkü toplumsal bölünmeyi reddeden ve tersi hali ilerleme olarak gören solun bu tutumunun, Laclau ve Mouffe solun günümüzde yaşadığı sorunların esası olduğunu düşünmektedirler.47 Solun yaşadığı krizi, Sovyet tipi komünizmin çöküşünün sosyalist projeyi de derinden sarsarak, neo-liberalizmin ve onun etkilerinin sol siyasetin de içine girmesine bağlayan Lummis, bu nedenle Sovyetlerin yıkılmasının ardından toplumsal bölünmelerin esas alındığını yeni bir sol söylem beklenirken son 10 yılda neo-liberalizmin yaygınlaşmasına tanık olduğumuzu ileri sürerler.48 her biri kendi yolunda ve sık sık da birbirlerine karşı bir amaç güderken, doğanın seçtiği bir yöne doğru bu farkında olmadan gidişleri üzerinde akıl yormazlar. Doğanın bilmedikleri hedefine doğru ilerlerler”, işte insanı doğanın hedefine doğru ilerleten, “toplum-dışı toplumsallık” olarak ifade edilen antagonizmdir. Buna göre Kant için antagonizm, insanın bir yandan toplum halinde yaşama eğilimi taşıması ama bir yandan da bu toplumsal birliği bozacak 'doğayla rekabet', 'mülkiyet isteği' , 'iktidar arzusu' gibi heveslerinin olması durumudur. İnsan türünde bu istekler çarpıştıkça tarih ilkel toplumlardan dünya devletine doğru evrilir. (http://mitoloji.info/glossary/antagonizma.nedir, erişim: 3 Kasım 2009) 45 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 16 46 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 17 47 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 17 48 Lummis, C. Douglas, Radical Democracy, Cornell University Press, New York, 1996, s. 32 14 1.6. Radikal Demokrasi ve Sol Laclau ve Mouffe’e göre “kimlik siyaseti” yapması beklenen sol, günümüzde “merkez sol” adıyla “üçüncü yol” dedikleri bir program geliştirerek toplumsal ve ekonomik dönüşümlerle küreselleşmenin antagonizmaları ortadan kaldırdığını dile getirmektedir ve solun bu söylemle aslında anlatılmak istenen, söz konusu dönüşümlerle birlikte artık sınırları olmayan bir siyaset oluşmuştur ve bu durum da toplumdaki herkesin lehine işleyen “kazan-kazan siyaseti”dir.49 Radikal demokrasi kuramcıları, toplumsal bölünmeyi reddeden solun imgelediği toplumsal mücadeleye dayanmayan bu yeni siyaset anlayışını, siyasetin artık toplumsal bölünme etrafından yapılanmadığını ve bu yeni siyaset tarzının teknik sorunlarla ilgilenen bir yapılanma olduğu şeklinde formüle ederler.50 Radikal demokrasi kuramcıları, sol siyasetin Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte ele aldığı “uzlaşmacı” yeni siyaset tarzının kendilerini “radikal ve çoğulcu demokrasi” anlayışını geliştirmeye yönelttiğini söyleyerek solun, devrim yoluyla yaratılacak yeni bir toplum için yok edilmesi gerek düşman olarak liberal demokrasiyi gördüğünü fakat benimsedikleri siyaset modeli olan dost/düşman modelinin “uygunsuz bir paradigma” olmasına rağmen sol partilerin demokratik süreci bu şekilde ele aldığını ileri sürmektedirler.51 Mouffe’e göre, demokrasiyi sınırları olmayan bir siyaset algısı içinde tarafsız bir zemin üzerinde gerçekleşen çıkarlar rekabeti olarak düşünen solun yeni bir hegemonya ilişkisi kurmayı öngörememesinin nedeni, yeni güç ilişkilerini anlayamamasıdır.52 Toplumsal ilişkilerin temelinde var olan çatışmanın ve ayrılıkların farkına varılarak bu antagonistik ilişkiler üzerinden yeni bir proje olarak sunulan Radikal Demokrasi Kuramı’nın kuramsal altyapısına ana katkıyı sağlayan Laclau ve Mouffe, günümüzde sol siyasetin herhangi bir alternatif arayışına girmeksizin “pazar ekonomisi”yle tüm ilişkilerini bitirmiş gibi düşünmesine karşın esasında “Pazar 49 Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010, s. 52 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 18 51 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 19 52 Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde Mouffe, “Radical Democracy or Liberal Democracy” s. 15 50 15 ekonomisi”nin dinamikleriyle hareket etmesini ise “alternatifsizlik” olarak sunulan dogmanın küreselleşme üzerinden meşrulaştırılmasına bağlamaktadırlar.53 1.7. Farklı Alternatifler: Katılımcı Demokrasi Yeni sağın ekonomik ve politik açıdan yükselişinin siyasayı ve toplumu olumsuz anlamda etkilemesini eleştiren ve alternatif arayan bir başka proje de Jürgen Habermas ve takipçilerinin geliştirdiği Katılımcı Demokrasi Kuramı’dır.54 Habermas ve Benhabib’in kuramını eleştiren Laclau ve Mouffe’e göre, aslında her iki kuram da bir araya getirici, farklılıkları yok sayan demokrasi modelini eleştirmektedir, zira bu model yenilikçi olmayan, güdükleştirilmiş bir demokratik siyasettir.55 Çatışma ve bölünme konusunda Radikal Demokrasi Kuramı kadar kararlı olmayan Katılımcı ve Uzlaşmacı Demokrasi Kuramı’nın eleştiren Laclau’ya göre yok edilmesi pek çok düşünce tarafından arzulanan fakat toplum yapısını da göz önünde bulundurduğumuzda bunun mümkün olmadığını belirterek çatışma ve bölünme olmadan çoğulcu demokratik siyasetin olanaklı değildir.56 53 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 20 “Habermas, günlük yaşamımızda resmi sistemlerin artan müdahalelerini, refah devleti, tekelci büyük şirket kapitalizmi ve kitle tüketim kültürü gelişmeleri paralelinde işlemiştir. Bu zorlayıcı eğilimler halk yaşamının gitgide daha geniş sahalarını akılcılaştırmaktadır, bunları etkililik ve denetimin genelleştirici mantığına indirgemektedir. Rutin politik partiler ve çıkar gurupları katılımcı demokrasinin yerini alırlar, toplum gitgide artarak yurttaşların girdilerinden uzak düzlemlerde yönetilmektedir. Sonuç olarak, halk (kamusal) ile özel, birey ile toplum, sistem ile yaşamdünyası arasındaki sınırlar bozuklaşmaktadır. Demokratik halk (kamu:public) yaşamı, yurttaşlara halkça önemli sorunları tartışabilmelerine kurumların izin verdiği yerlerde gönenebilir. “İdeal konuşma durumu”nun ("ideal speech situation") ideal bir tipini tanımlar; aktörler eşit tartışım yetenekleriyle donatılmıştır, birbirlerinin temel toplumsal eşitliğini tanırlar ve konuşma ideoloji ya da yanlış kabullerle çarpıtılmaz. Habermas kamusal alanın yeniden canlandırılması konusunda iyimserdir. Ulus-devleti etnik ve kültürel benzerlikler temelinde aşmakta olan politik toplumun, eşit haklar ve yükümlülüklü yurttaşların yasal koruma donatılı olması halinde, yeni dönemdeki geleceği için ümitlidir. Demokrasinin bu değişkenlikli kuramı (discursive theory of democracy) öyle bi toplum gerektirir ki birlikte politik istem belirleyebilsin ve bunu yasama sistemi düzeyinde uygulayabilsin. Bu politik sistem eylemci bir kamusal alan gerektirir, burada ortak çıkar sorunları ve siyasi konular tartışılabilir ve kamuoyunun gücü karar verme sürecini etkileyebilir.” Jürgen Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001 55 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 21 56 Laclau, a.g.e., s. 47 54 16 Laclau ve Mouffe, çatışmacı demokratik siyasete bir nokta konulmasına itiraz ederek, ileride çatışmaların son bulacağı öngörüsüyle söz konusu demokratik siyasetin yürütülmesi durumunda bu hususun demokratik projeyi tehlikeye atacağını ve böylesi bir çoğulcu demokrasi anlayışının “kendi kendini çürüten bir ideal”e dönüşeceğini ileri sürmektedirler.57 Radikal demokrasi kuramcıları, bu nedenlerden ötürü çatışmayı sonlandıran her türlü konsensüsün hegemonik bir eklemlenmeyle oluştuğunu ve bu konsensüsün gerçekleşmesini engelleyen “dışarısı”nın her zaman var olduğunu ve demokratik siyaset yaptığını ileri süren herkesin bu ilişkiyi olumlu anlamda düşünmesi gerektiğini savunurlar.58 1.8. Sol Siyasete Yeni Arayışlar Noktasında Sola Yöneltilen Eleştiriler Radikal Demokrasi Kuramı’nın genel çerçevesini sol eleştirisi üzerinden kuran Mouffe’ye göre, son 10–15 yıllık sürede tekrar gündeme gelen, solun kimlik siyasetiyle, kültürel meselelerle fazlasıyla ilgilendiği ileri sürülmüştür. Sola, sınıf savaşına geri dönmesi yönünde tekliflerde bulunulduğu bir dönemde aslında sol ne Mouffe’nin istediği çatışmacı demokrasi mücadelesini yürütmüştür ne de solu eleştiren kesimlerin ileri sürdüğü gibi bu mücadelenin içinde boğulmuştur.59 Tartışmaların esas kaynağı Laclau ve Mouffe’ye göre, solun alternatif geliştiremediği yeni sağın gereklerini sorgusuz kabul ederek bunu kimlik siyaseti yapıyormuş gibi algılamasından kaynaklanmaktadır ve söz konusu sorunun yani sol siyasetin açmazının aşılması yeniden sınıf savaşı yapılmasında değil iktidarın farklı boyunduruk altına alma biçimlerine karşı geliştirilen çeşitli demokratik mücadeleler arasında eşgüdümcü ve eşdeğerlikçi bir zincir oluşturarak hegemonik eklemlenmeyi sağlanmasına bağlıdır. Radikal ve çoğulcu demokrasi modelini bir alternatif olarak sunan Laclau ve Mouffe, solun sunulan bu yeni demokratik siyaset modeliyle yeni sağa karşı başarılı olmasının yolunun kimlikleri tanımasından geçtiğini ifade ederek 57 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 22 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 22 59 Thomassen, Lasse, Radical democracy: politics between abundance and lack, içinde Mouffe, “For an Agonistic Public Sphere” s. 125 58 17 “yeniden dağıtım” meselesiyle uğraşması, hegemonik eklemlenme ve antagonistik ilişkiler yürütme bakımından temel araçlardan biri durumunda olduğunu belirtmektedir.60 Laclau ve Mouffe, bu noktada Radikal Demokrasi Kuramı’nı uygulama adına soldan beklenen tavrın, yeni güç ilişkilerini ve siyasetin dinamiklerini kavrayarak liberal demokrasinin olumlu yanlarından yararlanarak tikelliği kendine esas edinen fakat evrensellikten uzaklaşmayan bir siyaset tarzını benimsemesidir.61 Son 30 yılda gelişme gösteren yeni sağın politik ve ekonomik hegemonyasına solun özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte herhangi bir alternatif model geliştiremedi. Çoğulcu bir demokrasi kuramı oluşturmaya çalışan özellikle Laclau ve Mouffe ile diğer düşünürler, Radikal Demokrasi Kuramı’nı savunurken, oluşturdukları bu yeni politik tasavvurun, klasik solunkilerle kıyaslanamayacak ölçüde büyük hedefleri olmasını, liberal siyasetten ayrıcalıklı kopuş noktalarının reddedilmesine; yanı sıra toplumsalın çoğulluğunun ve belirlenmemişliğinin kabul edilmesine bağlamaktadırlar.62 1.9. Farklı Toplumsal Hareketler Her dönemde iktidara karşı farklı toplumsal kesimlerin bir mücadele yürüttüğü ön kabulünden hareketle Laclau ve Mouffe, her bir mücadeleyi kendi içinde değerlendirmek gerektiğini ifade ederek Foucault’un “nerede iktidar varsa orada direniş olur” sözünü direniş biçimlerinin farklı olabileceğini göz önünde bulundurarak kabul ettiklerini söylemektedirler.63 Olasıdır ki, Radikal demokrasi kuramcıları, farklı toplumsal aktörlerin değişik biçimlerde reaksiyon gösteren direniş biçimlerine tekil bir şekilde yaklaşılmasının da oluşturmak istedikleri yeni demokrasi projesinin temeldeki düşüncesine ters düşebileceğini düşünmüşlerdir. 60 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 23 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 24 62 Laclau, a.g.e., s. 98 63 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 236 61 18 Bu nedenledir ki söz konusu direniş biçimleri belki de uzun yıllardır var olmakla birlikte belirli şartlarda politik bir forma dönüşerek iktidara karşı boyun eğmeye son verme amacı güden mücadeleler haline gelirler. Yeni toplumsal mücadele yöntemlerinde karşılaşılan esas sorun Laclau ve Mouffe’ye göre bütün bu farklı toplumsal direniş hareketlerinin, eşitsizliklere karşı mücadele edilmesi bakımından ortak bir payda etrafında kolektif bir harekete dönüştürürken farklı direniş biçimlerine zarar vermeden bunun söylemsel koşullarını oluşturmak noktasıdır.64 Lummis ise tabiiyet ilişkisinin; tahakkümün kullanıldığı şekillerle ortaya çıktığı ve böylelikle de söz konusu ilişkinin bir çatışmanın yeri olarak oluşturduğu koşulları tanımlamayı tercih etmektedir. Zira çatışma yerleri haline dönüşmüş tüm tabiiyet ilişkileri esasında tahakküm ilişkileri olarak yansımaktadırlar.65 Kuramın oluşması için söz konusu baskı ilişkilerinin veya Laclau ve Mouffe’nin tanımı itibariyle tahakküm ilişkilerinin tabiiyet ilişkisi olmaktan çıkıp tahakküm ilişkisi olduğunun açıklanmasıyla yol alabilecektir.66 Tahakküm ilişkileri altında ezilen farklı toplumsal kesimlerin sosyalist nitelikli farklı direniş biçimlerini kullanmalarını ve bu noktada farklı sosyalist söylemler kullanmalarını olumlayan Laclau ve Mouffe, farklı eşitsizlik eleştirileri söylemlerinin, yeni hakların talep edilmesine götüren bir yerinden-oluşun ortaya çıkmasını sağlayacağını düşünürler.67 Tahakküm ilişkisini biraz daha ayrıntılandırdığımızda, Laclau ve Mouffe’ye göre, tabi kılan ve tabi olan kimlikler, birbirlerinin dışında olduklarını ima eden bir olanaksızlık yaşamaktadırlar, örneğin işçi sınıfının mücadelelerinin antagonizma potansiyelinin geçirdiği dönüşümleri göz önünde bulundurduğumuzda radikal nitelikler taşıyan kapitalizm karşıtı mücadeleler işçi sınıfı mücadelesinin başladığı 19. yüzyılda belirleyici nitelikte değildi. O nedenle kapitalizm karşıtı mücadelenin geliştiği işçi sınıfı mücadelesi ile kapitalist karşıtı diğer toplumsal hareketlerin oluşturduğu dışsallık toplumsal alanın o dönemde iki ana kampa ayrılmasına yol 64 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 237 Lummis, a.g.e., s. 47 66 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 237 67 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 241 65 19 açtı.68 İşçi sınıfı bu ayrılmada kapitalizme karşıtı cemaat anlayışı bir mücadeleyi kapitalizmin özüne karşı yürütürken, toplumsal temelleri zayıf olan kapitalizm karşıtı diğer hareketler sanayi düzenine karşı harekete geçmişleridir.69 19. yüzyılda filizlenen fakat değişen politik ve ekonomik gelişmelerin ışığında 20. yüzyılda tabiiyet ilişkilerine karşı mücadele yürüten yeni toplumsal hareketlerin ortak paydası olarak yukarıda bahsi geçen “sınıf” temelli mücadele yürüten işçi mücadelesinden farklı olmalarıdır. Laclau ve Mouffe’ye göre işçi mücadelesinin sorunlu doğasından kopamamak anlamsızdır ve bu işçi sınıfı mücadelesi nosyonu, “sınıf”ın ayrıcalıklı statüsüne dayanan bir söylemin devam ettiğini sergileyen nedenlerle “yeni antagonizmalar”dan ayrı tutulan bir dizi çok farklı mücadeleyi sadece üretim ilişkileri düzeyinde birleştirmektedir. Lakin Laclau ve Mouffe “sınıf”a ilişkin getirdikleri bu açıklamanın ardından yeni toplumsal hareketlerin “sınıf” karşıtı hareketler olarak anlaşılmasının önüne geçmek için yeni toplumsal hareketleri, günümüzde ileri sanayi toplumlarının karakteristiği olan, toplumsal çatışmaların gittikçe daha çok sayıda ilişkiye hızla dağılmasını eklemlemede oynadıkları yeni rol olarak biçimlendirirler.70 Klasik sol söylemin bireyi yalnızca emeğiyle sermayeye bağlı gören anlayışın aksine Aglietta, bireyin, toplumsal ilişkilerin kar için üretim mantığına bağlı olmasından ötürü, toplumsal ilişkiye katılış bakımından kültür, boş zaman, hastalık, eğitim, seks ve ölüm itibariyle de sermayeye bağlı olduğunu düşünür.71 Bu nedenle çağdaş dünyada Laclau ve Mouffe’ye göre kapitalist ilişkilerden kurtulan hiçbir bireysel ya da kolektif hayat alanı yoktur, bu mengeneyi açmaya çalışan yeni toplumsal hareketler de “olumlu özgürlükler” olarak adlandırılabilecek olan yeni bir hak tipiyle karşılaşmıştır. Yeni toplumsal hareketlerin direniş biçimleri sayesinde ortaya çıkan bu tip özgürlükler “sosyal devlet”i ortaya çıkarmış ve egemen düşünüşü de beraberinde dönüştürmüştür.72 Günümüzde yeni toplumsal hareketlerin “sosyal devlet”in sona ermesiyle birlikte yeniden gündeme geldiği aşikârdır. Öğrenci hareketleri ve feminist hareket kazandığı deneyimlerle hala politik sahnede yer 68 Cleaver, Harry, Reading Capital Politically, The Harvester Press, Sussex, 1979. s. 54 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 242 70 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 246 71 Aglietta, Michel, A Theory of Capitalist Regulation, Londra, 1979, s. 117 72 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 250 69 20 almakla birlikte yeni toplumsal hareketler arasında en aktif olanlar çevreci hareket ve barış hareketidir ki bu hareketlerden barış hareketi Laclau ve Mouffe’nin ortaya koyduğu teorik çatıya da uymaktadır.73 Laclau ve Mouffe, bu yeni tip hareketlerin anlaşılmasının iki gerekliliğinin olduğunu savunmaktadırlar, öyle ki bu ikili perspektif şunlardır: “soğuk savaş sonrası dönem oluşan toplumsal ilişkilerdeki dönüşüm” ve “liberal demokrasi tarafından gelişmiş eşitlikçi söylemin toplumsal yaşamda oluşmuş yeni alanlara doğru kayması”dır. Zira farklı tabiiyet ilişkilerinin sorgulanması ve toplumsal kesimlerin yeni hak taleplerinde bulunması için gerekli olan çerçeveyi bu iki önkoşul sunabilmektedir.74 Daniel Bell ise çoğulcu ve radikal demokratik devrimin kabul görmesinin ve derinleşmesinin zemininin ancak çok biçimliliğin sağlanmasıyla oluşacağını ifade etmektedir.75 Laclau ve Mouffe’ye göre, bu kuramı oluşturacak mücadele, söz konusu çoğulcu ve radikal bir demokrasi teorisinin, eşitlikçi mantığın genelleştirilmesi temelinde, en uç noktalarda bir alanlar özerkleşmesi için yapılacaktır.76 Çünkü demokratik devrim diye adlandırılan bu yeni proje aslında toplumsal çatışmaların en derinden ve üretken bir biçimde yaşandığı bir antagonizmalar çokluğundan ibarettir.77 Önceden de bahsedildiği gibi yeni hak taleplerinin belirli koşulların oluşması halinde yeni antagonizmalarla ileri sürülmesi teksesli bir olgu değildir. Şöyle ki, ataerkilliğe karşı söylemini oluşturan bir feminist hareket veya kapitalizmi yenmek üzere söylem geliştirmiş olan bir feminist hareket mevcuttur ve bunlar feminist hareket içinde bütün olarak görülmezler. Dolayısıyla eklemlenme biçimleri, önceden belirlenmemiş olmanın yanı sıra, yürüttüğü hegemonik mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkar.78 73 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 251 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 254 75 Bell, Daniel, On Meritocracy and Equality, 1972 76 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 256 77 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 257 78 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 258 74 21 Yeni bir sol için alternatif79 olarak Laclau ve Mouffe tarafından formüle edilen Radikal Demokrasi Kuramı’nı açıklarken Laclau ve Mouffe, Soğuk Savaş sonrası dünyanın politik ortamını hazırlayan liberal muhafazakarlığın, yarattığı hegemonik bir karakter dahilinde, “bireysel özgürlüğü” savunma adıyla toplumsal eşitsizliği meşrulaştırdığını (ve bu anlamda tarihsel görevini yerine getirmektedir); toplumsal mücadeleler sonucu tahrip edilmiş hiyerarşik ilişkileri yeniden kurmaya çalıştığını; politik söylemi dönüştürerek yeni bir “gerçeklik tanımı” yapma peşinde olduğunu iddia ederler.80 Bu anlamda geçmiş uygulamalara dönük olarak bir nevi “kara propaganda” yapan liberal muhafazakarlık, sosyal devlet anlayışına karşılık gelen formasyonda kabul edilmiş bir takım pozitif farklılıkları bu alandan çıkarıp negatiflik olarak yorumlamaktadır. Bu nedenledir ki Radikal Demokrasi Kuramı, yeni bir tarihsel blok oluşturmaya ve teksesliliğin sesini yükseltmeye çalışan liberal muhafazakârlığın tüm bu girişimlerine karşı, yaratılacak sol alternatif, toplumsal bölünmeyi yeni bir zemine yerleştiren farklı eşdeğerlikler sisteminin kurulmasıyla mümkündür.81 Solun bu tarihsel aşamadaki görevi ise, liberal muhafazakârlık karşısında liberalizmi tümden reddetmek adına liberal demokratik ideolojiyi reddetmek değil, aksine onu hedeflenen çoğulcu ve radikal demokrasi doğrultusunda genişletmek ve derinleştirmektir.82 1.10. Farklı Toplumsal Hareketler ile Sol Siyasetin İlişkileri Solun kendi hegemonik stratejisini geliştirebilmesi, Laclau ve Mouffe’e göre demokratik zemini teksesliliğe terk etmeye değil tersine demokratik mücadeleleri sivil topluma ve devlete doğru genişletmesine bağlıdır.83 Laclau ve Mouffe, klasik anlamda anlaşılan “devrim” kavramına bu yönden eleştiri getirmelerini, “devrim” kavramının toplumun tamamına yayılan, bir politik 79 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 269 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 269 81 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270 82 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270 83 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270 80 22 kopuş noktasındaki mücadelelerin üst belirlenimi olmamasıyla açıklamaktadırlar.84 Klasik anlamda “devrim”in hedeflerinden daha küçük hedefleri düşündüklerini belirten Laclau ve Mouffe, kendileri için demokratik ilerlemenin koşulu olarak baskıcı bir rejimin zor yoluyla yıkılmasının yeterli olduğunu ifade ederek, klasik anlamda “devrim”in bundan daha fazlasını isteyerek “devrimci eylemin kurucu karakterini, toplumun çıkış noktası olarak görüp, “rasyonel” bir biçimde yeniden örgütlenebileceği bir iktidar yoğunlaşması momentinin tesisini temsil ettiğini” ileri sürmüşlerdir.85 Alternatif bir sol hazırlamaya çalışan Laclau ve Mouffe, yukarıdaki ayrımlar nedeniyle Radikal Demokrasi Kuramı’nın sosyalizmin bir bileşeni olduğunu kabul etmezler; çünkü radikal ve çoğulcu demokrasi modelinin bir öğesi olan üretim araçlarının toplumsallaştırılmasından anlaşılan işçilerin özyönetimi değildir, çünkü söz konusu olan, ne üretileceğine, nasıl üretileceğine ilişkin kararlara bütün öznelerin gerçek katılımıdır. Bu da Radikal Demokrasi Kuramı’nın klasik “devrim” anlayışından daha küçük olan hedefin de gerçekleşmektedir, hedef büyüdükçe hedefe yaklaşan toplumsal öznelerde azalma yaşanır. Haklar ve özgürlükler bağlamında ise toplumsal öznelerin karar alma süreçlerine katılımının azalması, negatif yönde yeni bir tahakküm ilişkisi doğuracaktır, olası böyle bir anlayış da çoğulluğu reddetme düzeyine gelecek ve teksesli bir konumda yerini belirleyecektir ki, söz konusu yeni antagonizmanın çoğulluğu reddetmesi, başında yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasının nedeni olarak demokrasiyi tehdit eden yeni bir unsur olacaktır. Radikal Demokrasi kuramcılarına göre, “radikal demokrasinin söylemi artık evrensel olanın söylemi değildir, ‘evrensel’ sınıf ve öznelerin içinden konuştukları şartlar artık ortadan kalkmıştır ve onun yerini her biri kendi içinde indirgenemez söylemsel kimliğini kuran seslerin polifonisi almıştır.”86 Radikal Demokrasi modelini mümkün kılmamın tek yolu evrensel söylemi ve teksesliliği terk etmekten geçmektedir. En üst hedef olan “devrim” yerine herkesin toplumsal üretim araçlarının kullanılmasındaki karar verme süreçlerine katıldığı “evrim” tercih 84 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 272 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 272 86 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 291 85 23 edilmelidir; farklı söylemler ve mücadeleler merkezsizleşmeli, özerkleşmeli, antagonizmalar çoğalmalı ki, “klasik sosyalizm”in de hedeflediği ideallere Radikal Demokrasi mücadelesiyle ulaşılabilsin. Söz konusu ideallere ulaşmak hiçbir zaman çoğulluğu, hegemonik eklemlenmeyi reddetmez aksine bunları gerektirir.87 Toplumda yer alan farklı kimliklerin siyaset yapabilmesinin olanaklılığının getirdiği zorunlu antagonizmalar mevcut tahakküm ilişkilerinde kapsamlı değişikliğe gidilmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Radikal Demokrasi Kuramı’nın ön açtığı bu değişikliklerle birlikte liberal demokrasinin olumlu yanları genişletilmeye çalışılarak yeni sağın ideolojik, ekonomik ve siyasi açmazlarının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Laclau ve Mouffe’nin siyaset bilimine kazandırdığı Radikal Demokrasi projesi yeni bir tür hegemonyayı sosyalizmin ışığında liberalizmin araçlarıyla mevcut siyasanın koşullarına eklemlenme çabası olarak anlatılmakta ve yeni toplumsal hareketlerin yürüttüğü kimlik politikaları da bu yeni projenin aktörü olduğu ifade edilmektedir.88 2. RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE Türkiye’de de siyaset yapmanın esas belirleyen aktörlerinin devlet, parti ve partiler arası ilişkilerle sınırlı olması 1990’lı yıllardan itibaren bir tıkanmaya yol açmış ve söz konusu ilişkiler değişen toplumsal yapının taleplerine yanıt veremez olmuştur.89 Radikal Demokrasi modelinin uygulanabilirliği noktasında Türkiye özelinde siyaset yapma geleneğinin temel sorunlarını belirledikten sonra geliştirilebilecek çözüm önerilerini şekillendirebilmek amacıyla Radikal Demokrasi modelinin Türkiye’de nasıl algılandığını incelememiz gerekmektedir. 87 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 292 Laclau, Ernesto, Siyasi Kimlikler Oluşturma, Verso, 1994, s. 36 89 E. Fuat Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi, Alfa, 2000, s. VII 88 24 2.1. Türkiye ve Siyaset Yapma Geleneği Türkiye’deki siyaset geleneğinin “tepeden inmeci” anlayış üzerine kurulu olması devlet ile toplum arasında 1990’lı yıllardan itibaren bir gerilim oluşturmuş ve taleplerini ileri süren toplumsal hareketlerin karar alma süreçlerine eklemlenmesi aşamasında bir temsiliyet sorunu ortaya çıkmıştır. Keyman’a göre ortaya çıkan bu sorunun aşılmasında “geleneksel” devletçi söylemin ve meydana çıkan krizin karşı tarafındaki aktörleri temsil etmeyen parlamenter sistemin araçları yeterli değildir. Türkiye siyasal yaşamında devlet-toplum eksenli oluşan bu sorunları ortaya çıkaran dinamikler olarak ise kültürel kimlikleri, laikliği (ve onun tartışılmasını), temsiliyet krizini, yönetimsel değişimleri sayabiliriz. Karşılaştığımız bu sorunların siyasal söyleme eklemlendiği antagonistik tarzlar ise teksesliliği hedefleyen bir şekilde veya başka bir ifadeyle seçenekleri en aza indirme amacıyla Türk-Kürt, Laik-İslami, Doğulu-Batılı, Merkezi-Yerel şeklinde sıralanabilir. İki yönlü siyaset anlayışının ve esasında cephelerin birbirlerini sindirme anlayışı üzerine kurulu düşüncenin göreceği işlev, Türkiye toplumunu “disiplin toplumu”na dönüştürme, tekseslileştirmedir.90 Demokrasiye biat anlayışının güçlendiği bir dönemde Mouffe ile Laclau’nun siyasal kuram alanına yaptığı Radikal Demokrasi katkısı Türkiye’de de yoğunluklu bir şekilde tartışılmıştır. Fuat Keyman’ın tartışmalara öncelik ve esas itibariyle kaynak niteliğindeki kitabı “Türkiye ve Radikal Demokrasi”de bu konudaki temel saptamaları belirlemesi açısından yönlendirici olmuştur. Türkiye ortamında konunun tartışma zeminini Keyman’ın kitabında Mouffe’nin radikal demokrasiye ilişkin açıklamalarını liberal demokrasi anlayışının bittiği yerden başlattığını ileri sürmesi olmuştur. Keyman’a göre radikal demokrasi bireyci, evrenselci ve içinde zıtlıkları toplayan bir anlayışın üzerinde kurulmuştur.91 Keyman, Mouffe ve Laclau’nun sosyalist düşüncenin açmazlarına alternatif olarak sunduğu şeklinde ifade edebileceğimiz Radikal Demokrasi’nin esasında başta liberal demokrasiye karşı geliştirilmesine rağmen liberal demokrasinin bir üst projesi olduğunu düşünür.92 90 Keyman, a.g.e., s. VII Keyman, Fuat, Türkiye’nin İyi Yönetimi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s. 328 92 Kahraman, Hasan Bülent, Radikal Demokrasi ve Chantal Mouffe, Radikal Gazetesi, 1999 91 25 Türkiye’de Radikal Demokrasi projesinin gündeme gelmesinde önemli rolü olan Fuat Keyman’a göre, postmodernizm, modernitenin “içsel bir eleştirisi”, postmodernizm modernitenin içsel mekânının sınırlarını genişleten, modernist söylemin köktenci bir tarzda belirlediği siyaset anlayışının boyutlarını yıkan ve belli bir merkeze dayalı anlaşılan “sosyal” kavramını çözen bir eleştirisidir öte yandan sivil toplumun demokratikleşmesinin ön koşulu ise, topluluklar arası ilişkide avantajsız ya da susturulmuş kimliklerin, kendilerine özgü sorunları ya da talepleri gündeme getirme olanağına sahip olmasıdır.93 Keyman Türkiye ve Radikal Demokrasi başlıklı kitabında, kimliğin parçalanmış ve çok boyutlu niteliğini vurgulayarak, postmodern söylem demokratikleşme sürecinin üç temel öğesini dile getirir: kimliği sabitleştirici ve toplumsal ilişkileri belli bir merkezi kimlik etrafında bütünselleştirici köktenci sistemlerin (liberalizm ve Marksizm gibi) çözümü (deconstructive critique), bu sistemlerin sessizleştirdiği kimliklerin tanınması ve bu anlamda “ötekine karşı sorumluluk” ilkesi üzerine kurulmuş adalet nosyonu ve kimlik/fark ilişkiselliğinin demokratikleşme sürecine anlam veren bir siyasal araç olarak düşünülmesi.94 Keyman radikal demokrasi kuramlarını açıklarken Hobbes’ta bulunan moderniteye özgü şu saptamayı ifade eder: Modern toplumu niteleyen toplumsal sözleşme bireyler-arası bir sözleşme olarak bir taraftan birey kavramına epistemolojik ve normatif bir öncülük verirken, eş zamanlı olarak siyasetin kaynağını tanrısal otoriteden devlet otoritesine kaydırarak birey ile devlet arasında ikincinin egemenliğine dayalı bir ilişki kurar.95 Keyman daha sonra radikal demokrasi kuramlarını sıralamaktadır: A) Sorgulayıcı Demokrasi olarak Radikal Demokrasi Radikal demokrasiyi “eleştirel kuram yoluyla modern devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleştirilmesi” olarak da düşünebiliriz. Habermas “sorgulayıcı demokrasi” olarak nitelendirdiği radikal demokrasi kavramını şu temel sav üzerine kurar: demokratik yönetim bürokratik-modern 93 Keyman, a.g.e., s. 108 Keyman, a.g.e., s. 110 95 Keyman, a.g.e., s. 121 94 26 devletin yalnızca “hukukun üstünlüğü” ilkesi yoluyla denetlenmesi anlamına gelmelidir. “Kurumsal iletişim mekânının” varlığı da devlet-toplum arasında kurulacak demokratik bir yönetim için gerekli koşuldur. Levent Köker, liberal demokrasinin meşruluk krizinin ancak kendisinin katılımcı bir demokrasiye dönüştürülmesiyle çözülebileceğini de ima eder ve siyasetin ne liberal görüşün savunduğu gibi “kolektif amaçlar için siyasal iktidarını kullanan yönetim ayağına karşı özel çıkarların korunması ve karar alma süreçlerine eklemlenmesi işlevini gören etnik olarak dar anlamda” düşünmeyi ne de toplulukçu görüşün savunduğu gibi “toplumun temelini oluşturan ‘etik yaşamın’ düşümsel bir biçimi” olarak “geniş anlamda” düşünmeyi gerektirmediğini söyler.96 B) Çatışmacı Demokrasi olarak Radikal Demokrasi Keyman’a göre, sorgulayıcı demokrasi gibi çatışmacı demokrasi de liberal demokrasinin yaşadığı meşruluk krizinin çözümünü katılımcı demokratik yöntem içinde arar. Modern benlik anlayışının temel sorunu, kendisinin meşruiyetini her zaman kendi tanımına uymayan kimlikleri “ötekileştirmesinde” bulmasıdır.97 Türkiye ve Radikal Demokrasi kitabında yapılan tanım uyarınca, toplumsal kimliklerin kendi taleplerini ve çıkarlarını seslendirirken, bu talep ve çıkarların “sınırlarını tanımalarını” sağlayan ve böylece farkındalıkların siyasallaşması sürecinin “ötekini yok etme” eylemine dönüşmesini engelleyen demokratik yönetime, çatışmacı demokrasi diyoruz.98 Türkiye’de siyasal alanın bugünkü durumu, evrensellikle tikellik arasındaki gerilimi çok açık bir şeklide, kültürel homojenliğin taşıyıcısı olarak kabul edilen “laik ulusal kimlik” ile “farklılık dilini canlandıran” kimlik siyasetleri arasındaki çatışma belirlemektedir diyen Keyman klasik anlamda din ve devletin birliğinin yerini Kemalizm’de ulus ve devletin birliğine bıraktığını ileri sürmektedir. O nedenle bireyi vatandaş-özne konumuna dönüştürerek hareket eden Batı modernitesinden 96 Köker, Levent, Radikal Demokrasi, Diyalog Dergisi, sayı: 1, 1996, s. 112 Keyman, a.g.e., s. 141 98 Keyman, a.g.e., s. 146 97 27 farklı olarak, Kemalist modernite projesi ulus-devleti toplumu örgütleyici ve tanımlayıcı egemen özne konumuna getirerek hareket eder.99 Keyman bu noktadan hareketle Kemalizmin iki önemli niteliğinin ortaya çıktığını birincisinin, devletin ayrıcalıklı konumuna dayalı organik ve homojen bir toplum anlayışı; ikincisi, “birey” nosyonu olmadan geliştirilen ve daha çok” devlete karşı yükümlülüklere” dayalı bir vatandaşlık (yurttaşlık) anlayışı olduğunu söyler.100 Keyman’ın analizinin Türkiye’deki siyasal partilerde nasıl bir karşılık bulduğunun yanıtını çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ele alınacaktır. Nilüfer Göle’ye göre ise, Kemalist modernite projesinin son dönemde yaşadığı krizin esas etkeni, devletten bağımsız ve konuşmaya başlayan bir kültürün, yani sivil toplumun canlanmasıdır.101 Keyman, 21. yüzyıla girerken Türkiye’de siyasal yaşama anlam verme gücünde olan iki farklı siyaset anlayışından söz edilebileceğini; bir taraftan, milliyetçi söylemle hareket eden toplulukçu siyasal hareketlerin varlığını ve böylece “çoğulculuğa karşı aynı’lığı ve tek’liği savunan” milliyetçi bir siyaset anlayışının giderek güçlenmesinin diğer taraftan liberal demokrasiyi savunan, fakat bunu yaparken liberal demokrasinin çoğulcu toplum yapısına uygun yerinden kurulması gerektiğinin de vurgulanmasını sağlayan yeni bir siyaset anlayışına yönelimler olduğunu anlatır. Keyman sonrasında çağrılardan bir tanesinin radikal demokrasi projesi ve bu projenin savunduğu; • kimlik-fark ilişkisine dayalı, • devlet egemenliği söylemini sorunlaştıran, • siyasal alanı küresel/ulusal/yerel etkileşim eksenine doğru genişleten, • sivil toplumu devlet/parti gibi bir siyasal özne olarak düşünen ve • bu bağlamda, katılımcı demokrasinin liberal demokrasi için önemini vurgulayan yeni siyaset anlayışı olduğunu ileri sürmektedir.102 99 Keyman, a.g.e., s. 166 Köker, Levent, Kimlik Krizinden Meşruluk Krizine: Kemalizm ve Sonrası, Toplum ve Bilim, sayı: 71, 1996, s. 155 101 Göle, Nilüfer, Mühendisler ve İdeoloji, Metis, 2008, s. 14 100 28 Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde yukarıda bahsi geçen maddelerden ne anlaşılması gerektiği de ele alınacaktır. Keyman, kimliğin ilişkiselliğinin tanınmasının kurumsal alanın “farkındalıklar ayrıcalık haline getirilmeden” farklı kimlikler arası bir diyalog etrafında kurulmasına katkıda bulunduğunu, temsili demokrasinin katılımcı demokrasiye dönüştürülmesinin ve sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerine katılımının gerekliliğini söz konusu savında savunur.103 Keyman radikal demokrasi projesinin temel nitelikleri olarak ise; devlet/parti ve sivil toplum arasında siyasal etki eşitliğini, sivil toplum örgütleri arası siyasal etki eşitliğini, karar alma sürecinde alınan konular arası siyasal etki eşitliğini sıralar.104 Keyman yaptığı saptamalarla demokrasinin, her türlüsü için, politik alanda ortaya çıkan sorunlara çözüm bulunan alan olduğunu ileri sürmektedir.105 Bir anlamda Türkiye’de toplumu yöneten geleneksel iktidarın sesleriyle siyasetin karar alma süreçlerine dahil olmak isteyen farklı toplumsal kesimler arasında çıkan çatışma kendi içinde pek çok riski taşımaktadır. Keyman’a göre bu risk veya güçlenmemesi gerektiği halde eski antagonizmanın yerinin henüz doldurulamamasından kaynaklı belirsizlik ortamı nedeniyle ortaya çıkan “milliyetçilik söylemi”dir. Söylemin farklı tezahürlerinin olduğunun altını çizen Keyman, bu farklı milliyetçilik söylemlerinin, aslında hepsinin çoğullaşan toplumsal yapıda kendilerine yer bulmalarına rağmen son kertede çoğulculuk karşıtı söylem üreten, benzerleri bütünselleştirici, aynılaştırıcı bir çelişkiye sahip olduklarını söyler. Siyasal belirsizlik ortamında milliyetçilik söyleminin bu denli kuvvetli ve sesinin güçlü çıkmasını değerlendiren Keyman, söylemin “cemaat” duygusunu topluma dayatarak bu yolla “bir topluluğa ait olma” hissini güçlendirdiğini ifade eder.106 Keyman, bu yeni ve belirsiz ortamda siyasal yaşama anlam verme gücüne sahip iki 102 Keyman, a.g.e., s. 195 Keyman, a.g.e., s. 198 104 Keyman, a.g.e., s. 201 105 Kahraman, Hasan Bülent, a.g.y. 106 Keyman, a.g.e., s. VIII 103 29 anlayıştan diğerinin de liberal demokrasinin olumlu taraflarını savunan yeni siyaset anlayışı (Radikal Demokrasi) olduğunu düşünmektedir.107 2.2 Demokrasinin Demokratikleştirilmesi Radikal Demokrasi projesini “demokrasiyi demokratikleştirme” olarak ele alan Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi adlı kitabının yayımlandığı tarih (2000) itibariyle Susurluk sonrası Türkiye’de “hukukun üstünlüğü” ilkesi ve “demokratik yönetim” taleplerinin Radikal Demokrasi Kuramı’nın teorileriyle örtüştüğünü ve bu anlayışın Türkiye siyasetinde sorun yaratan alan olan iki cepheli siyaset anlayışına karşı önemli bir açılım olduğunu ileri sürmektedir.108 Siyasal alanın tartışmaya açılmasının ve özellikle kültürel alanda temsiliyet krizinin ortadan kalkması için Radikal Demokrasi Kuramı’nı savunan Keyman’a göre kültürel kimlik krizi küresel bir sorundur.109 Bu dönemde milliyetçi söylemin liberal demokrasiye karşı tüm dünyada yükselmesinin Türkiye’ye de yansıdığını düşünen Keyman, bu durumu Türkiye’deki siyasal partilerin her hangi bir kimlik politikasına sahip olmamalarına bağlamaktadır.110 Keyman’ın, Radikal Demokrasi Kuramı’nın, liberal demokrasinin yeniden kurulması gereksinimiyle birlikte “demokrasinin demokratikleştirmesini” amaçlayan bir kuramsal girişim olduğunu kabul eden Özgül’e göre Türkiye’de Radikal Demokrasi Kuramı’nın uygulama sahalarından birinin de ombudsmanlık kurumudur.111 Özgül makalesinde, Radikal Demokrasi bağlamında ombudsmanlık kurumunun “demokrasinin katılımcı bir parlamenter sistem içinde kurumsallaştırılması”na katkı sağlayacağını düşündüğünü ifade eder. 107 Keyman, a.g.e., s. IX Keyman, a.g.e., s. IX 109 Keyman, a.g.e., s. 33 110 Keyman, a.g.e., s. 35 111 A. Mecit Özgül, http://www.yayin.adalet.gov.tr/24_sayi%20i%C3%A7erik/A.%20Mecit%20%C3%96ZG%C3%9CL. htm (erişim: 27 Kasım 2009) 108 30 Keyman’ın Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye özelinde uygulanabilmesinin belirsizlik ortamının kalkmasına, devlet-toplum ilişkisinin yeniden kurulmasına, farklı kültürel kimliklerin siyaset yaparak kendilerini ifade etmelerini sağlayabilmelerine bağlayan düşünceleri Radikal Demokrasi Kuramı’nı 2009 yılında Türkiye’de yaşanan politik tartışmalarla birlikte daha da önem kazandığı görülmektedir. Laclau ve Mouffe’nin Radikal Demokrasi Kuramı’nın teorik altyapısını hazırlarken üzerine eğildikleri antagonizma ve hegemonya kavramlarıyla desteklenen farklı toplumsal hareketlerin değişik direniş biçimlerinin yürüttükleri mücadelelerin çoğulculuk esasına dayalı bir demokratik sistem içinde yaşayabilmeleri düşüncesini Türkiye’ye yorumlayan Keyman’ın Türkiye’de var olan belirsizlik ortamının çözülmesiyle Türkiye’nin demokratikleşmesinin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünmektedir.112 Keyman, demokratikleşme konusundaki düşüncelerini liberal demokrasinin çoğulcu anlayışının solun özgürlükçü bir perspektif izlemesi yönündeki gereklilikle açıklayarak bu anlamda Laclau ve Mouffe’in sol ile ilgili düşüncelerini kabul etmektedir. Türkiye’de son dönemlerde toplumsal ayrışmaları derinleştirebilecek gelişmelerin yaşandığına vurgu yapan Keyman113, söz konusu gelişmelerin Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapması beklenirken var olan siyasi atmosferin toplumda kaygılara yol açtığını ifade etmektedir. Avrupa Birliği ile ilişkilerin de bahsi geçen kaygı ortamında etkili rol oynadığı düşünen Keyman’a göre Türkiye genelinde son dönemde (1999–2009) meydana gelen gelişmeler hem politik alanda hem de günlük yaşamda demokratikleşme yolunda atılan adımları yavaşlatmış, toplumun her kesimi şiddet ve insan hakları ihlalleriyle kuşatılmıştır.114 Toplumun şiddet kültürüyle kuşatılmış olması, cinnet, intihar, bombalı saldırılar gibi ayrışmayı ve kutuplaşmayı desteklemesi olası olayların “birlikte yaşamak kültürü”ne zarar verdiğini ifade eden Keyman, büyüme ve insani 112 Keyman, a.g.e., 2008, s. 138 Keyman, a.g.y. 114 Keyman, a.g.y. 113 31 kalkınmaya güç kazandırmadığını ve demokratikleşemeyen siyasal ortamın ekonomiye de zarar verdiğini düşünmektedir.115 Çoğulcu ve çok kültürlü bir yapıya (diğer tüm ülkeler gibi) sahip olan Türkiye’nin farlılıklarının bir arada yaşayabileceği bir devlet politikasının olmasının gerekliliğine vurgu yapan Keyman, dünya pratiklerinin dört farklı devlet politikası modeli ürettiğini söyler: 1) asimilasyon, 2) gettolaştırma, 3) entegrasyon, 4) birlikte yaşamak.116 Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye’nin çoğulculuk esasına dayalı olarak farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesinin tek yolu olduğuna vurgu yapan Keyman, “iyi, adaletli ve demokratik Türkiye vizyonu”117nun, güvenli bir toplumsal yaşamın gerçekleşmesinin önkoşulunun da bir arada yaşayabilme kültürünün topluma yerleşmesine bağlı olduğunu söyleyerek bu nedenle demokrasinin Türkiye’de yerleşikleşmesinin Radikal Demokrasi modelinin önünü açacağını ifade etmektedir. Laclau ve Mouffe’nin Marksizm’in tahlillerinin kimi olguları açıklamakta yetersiz kalmasıyla ilintili olarak dünyada sol siyaset anlayışının toplumdan ayrı bir düzlemde siyaset yapmasının getirdiği sorunları göz önünde bulundurarak Radikal Demokrasi Kuramı’nı oluşturmuşlardır. Radikal Demokrasi Kuramı’nın temel argümanı olan farklı olanın “öteki”leştirilmeden diğer tüm toplumsal kesimlerle birlikte yaşamasının önemine vurgu yapan Taşpınar, Türkiye’de devlet-toplum ilişkisinin gerilim içinde yürümesinin solun devlet bakış açılı siyaset yapmasına bağlamaktadır. Yükselen milliyetçiliğin de solun bu tarz siyaset yapma alışkanlığıyla beraber büyümesi üzerine demokratikleşme konusunda Türkiye’nin bunalımlar yaşadığını düşünen Taşpınar, Türkiye siyasi tarihinin hiç duymadığı kadar sol sivil muhalefete ihtiyaç duyduğunu söylemektedir.118 115 Keyman, 2008, s. 311 Keyman, a.g.y. 117 Keyman, a.g.y. 118 Ömer Taşpınar, Türkiye'de kimlik çelişkisi yaşanıyor, Radikal, 13 Haziran 2007 116 32 Keyman ise devlet-toplum ilişkisinin ana eksenlerinden olan siyasi partilerin siyaset alanını gurur, korku ve inanç gibi negatif dinamikler üzerine kurduklarını fakat bunun belirsizlik ortamının çözümüne katkı sunmaktan uzak olduğunu söylemektedir. 119 Dönüşen ve talep eden yeni toplumsal dinamiklerin toplumu yeniden kurmasının yolunun ise demokratik siyaset tasarımının oluşturulmasıyla mümkün olduğunu ifade eder: “Demokratik siyaset tasarımı, topluma yüzünü dönen, siyaset yapma alanını siyasi partiler-ana aktörler olmak üzere sivil topluma ve bu yolla katılımcı demokrasiye açan, toplumsal sorunlara çözüm bulma çabasını, bu sorunlarla ilgili somut ve bilgiye dayalı politikaların oluşturulmasında arayan ve toplumsal yaşamda farklı olan kimlikler arası ilişkiyi ötekileştirme ve yok etmede değil, eleştirel diyalog üzerine inşa eden bir demokratikleşme sürecinin başlatılmasını amaçlayan bir siyaset anlayışını Türkiye’nin iyi yönetiminin merkezine oturtur. Siyasete sahip çıkarak demokratikleşme sürecine ivme kazandırmak, bu anlamda, siyaset yapmayı ‘Türkiye’nin sahibi kim’ sorusu etrafında gelişen dost-düşman ayrımında değil, tam da aksine ‘toplumsal sorunlara çözüm yoluyla daha iyi, adaletli ve demokratik bir Türkiye yaratmak’ sorusunda gören bir zihniyetle olasılık kazanabilir. Demokrasiyi kendi çıkar ve iktidarını maksimize etmeye yarayan bir araç olarak gören ‘demokratsız bir demokrasi’ söyleminde, demokratik normlara bağlılığı temel etik kodu yapmış demokratlar tarafında yaşama geçirilecek bir demokratik rejimin, bir demokratik siyasi kültürün ve bir demokratik toplum anlayışının Türkiye'nin bugün temel 120 gereksinimi olduğunu düşünüyorum.” Radikal Demokrasi Kuramı bağlamında Türkiye’de demokrasi ortamının oluşturulması tartışmalarına katılan Yavuz Yıldırım ise, demokrasi tanımının hiçbir dönemde tek başına kullanılmadığı ifade etmektedir. Demokrasinin her dönem yanında bir sıfatla anıldığını dile getirerek AKP’nin “muhafazakâr demokrasi” tanımını örnek olarak göstermektedir.121 Yıldırım, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından alternatifsiz kalan liberal demokrasinin özgürlük-eşitlik ikileminde netlik getiremediğini bu nedenle aslında “halkı -bir seçmen olmanın ötesinde- nasıl yeniden siyasetin bir unsuru haline getirebiliriz” sorusuyla aynı anlamı taşıyan “Demokrasiyi ‘nasıl daha demokratik 119 Keyman, a.g.e., 2008, s. 244 Keyman, a.g.y. 121 Yavuz Yıldırım, http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=43&makale=Demokrasi%20Demokrasi%2 0Dedikleri... (18.08.2005, Erişim, 18 Kasım 2009) 120 33 hale getirebiliriz?’” sorusunun yanıtının arandığını ileri sürmektedir.122 Yıldırım bu noktada Habermas’ın da üzerinde durduğu Katılımcı Demokrasi düşüncesinin Porto Alegre’de belediye bütçesinin kararlaştırılmasında uygulanan yöntemin bir yanıt arama niteliğinde olduğunu söyler. Yine de demokrasinin demokratikleştirilmesi anlamında teorileştirilen Radikal Demokrasi Kuramı’nın bu anlamda somut bir yanıt sunabildiğini düşünen Yıldırım, genelde solun özelde Türkiye’de siyasi belirsizlik ortamının önceden “demokrasi”yi yaftaladıkları gibi şimdi de “post-Marksizm”i yaftalamamaları gerektiğini vurgulayarak Radikal Demokrasi’nin çoğulcu yapıyla bir konsensüs sağlamayı değil, çatışan görüşleri destekleyerek çözüm bulma arayışında olduğunu ifade etmektedir.123 Ayşe Kadıoğlu da Fuat Keyman’ın Türkiye’deki milliyetçi ortamın varlığını onaylamakla birlikte söz konusu ortamı Türkiye’ye özgü olmadığını Avrupa’da da “biz”den farklı olan “öteki”lere ve onlara arka çıkanlara yönelik bir tepki patlaması olduğunu savunuyor.124 Avrupa’da herkesin “biz”le eşit olmasından duyulan korku nedeniyle yaşanmış patlamaları anlatan Seyla Benhabib’ten125 örnekler veren Kadıoğlu, Benhabib’in var olan sorunlara çözüm olabilecek yöntemin “bilmek”ten geçtiğini ifade ettiğini aktarıyor. Kadıoğlu’na göre, “öteki”ne yönelen milliyetçi tepkilerin nedeni demokrasinin de insan hakları mücadelesi olarak sunulmasıdır. Kadıoğlu, toplumdaki herkesin “biz” olabilmesi için gerekenin vatandaşlık mücadelesi olduğunu ileri sürer.126 122 Yıldırım, a.g.y. Yıldırım, a.g.y. 124 Ayşe Kadıoğlu, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=4555 (10.04.2005, Erişim: 10 Kasım 2009) 125 Seyla Benhabib, The Rights of Others, Cambridge University Press, 2004 126 Kadıoğlu, a.g.y. 123 34 İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER 1. RADİKAL DEMOKRASİNİN AKTÖRÜ OLARAK SİYASAL PARTİLER Lummis, Benhabip, Habermas gibi düşünürler de Laclau ve Mouffe’nin bütünlüklü bir biçimde ele aldığı Radikal Demokrasi Kuramı’na çeşitli katkılar sağlamış ve eleştiriler getirmişlerdir. Türkiye’de ise kuram fazla bilinmemekle birlikte Fuat Keyman konuyu uzun süredir Türkiye modeli için tartışmıştır. Hasan Bülent Kahraman da kimi zamanlar bu tartışmalara katılmıştır. Türkiye’nin siyasal ortamının dönem dönem kesintiye uğramasından ötürü Fuat Keyman, modelin olduğu gibi Türkiye’ye uygulanması yerine Türkiye’de “demokrasiyi demokratikleştirecek” bir şablona yerleştirme fikrini geliştirmiştir. Farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer almasının, temel hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve uygulanırlığının denetlenmesinin önemli kontrol araçlarından siyasal partiler, Radikal Demokrasi modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet aracılığıyla gündelik yaşama yerleştirilmesinde başrol oynarlar.127 Siyasal partilerin bu işlevinden hareketle toplum sözleşmesi kuramının egemenliğin kim tarafından kullanılacağı tartışmalarının sonrasında benimsenmesinin ardından yönetimin kraldan alınarak topluma verilmesiyle başlayan ulus devlet modelinin getirdiği demokrasi anlayışında bireyin yönetime katılmasını da siyasal partilerin sağladığını söyleyebilmekteyiz.128 Türkiye’de 1961 Anayasası’nda siyasal partiler, “demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurları” sayılarak, ilk kez anayasal düzenlemeye konu olmuşlar, aynı 127 128 Keyman, Türkiye’nin İyi Yönetimi, s. 247 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 87. 35 görüş sınırlayıcı ve yasaklayıcı hükümlerine rağmen 1982 Anayasası’nda da yer almıştır.129 Fuat Keyman’ın “demokrasinin demokratikleştirilmesi” ifadesini kullanmasına yol açan etkenlerden en önemlisi olan Türkiye’deki siyasal partiler geleneği Kanun-i Esasi’yle birlikte görülmeye başlamıştır. 1.1. Türkiye’de Siyasal Parti Geçmişi Bu anlamda ilk siyasal parti olarak daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan 21 Mayıs 1889’da kurulmuş olan İttihad-i Osmani’yi sayabiliriz.130 Cumhuriyet döneminin ilk siyasal partisi ise 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal tarafından kurulmuş olan Halk Fırkası’dır. Adı yaklaşık bir yıl sonra Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirilen cumhuriyet döneminin ilk partisi 1935’te aldığı Cumhuriyet Halk Partisi adıyla hala faaliyetlerini yürütmektedir.131 1931’de partinin ana programı olarak kabul edilen ve Cumhuriyetçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik, Halkçılık ve İnkılapçılık’tan oluşan “Altı Ok” anlayışı da CHP’nin hala kabul ettiği parti programıdır.132 Türkiye’nin siyasal geleneğini belirleyen en önemli parti olan CHP, parti programına aldığı “Altı Ok”u 1937’deki değişiklikle Anayasa’ya sokarak 1946’ya kadar sürecek olan “Tek Parti” sistemine dünyadaki siyasal gelişmelere paralel olarak başladı. CHP il başkanlarının o şehrin valisi olduğu, içişleri bakanının partinin genel sekreteri olduğu bu sistem siyasal sisteme yerleşmemiş olsa da sonraki yıllarda parti içi demokrasiyi etkileyen önemli unsurlardandır. Parti içi tartışma ortamının yaratılmasını isteyen Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Celal Bayar ve Refik Koraltan’ın başlattığı hareket, bu dört kişinin partiden ihraç edilmesi sonucu Türkiye’de çok partili yaşama geçmenin önünü açmıştır. Demokrasinin tesisi ve demokrasinin işlemesi için gerekli olan muhalefetin oluşması düşüncesiyle söz 129 Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2005, s. 318 Eroğul, Cem, Anatüzeye Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996, s. 190 131 Eroğlu, a.g.e., s. 209 132 http://www.belgenet.com/parti/chpkurultay.html (Erişim: 15.01.2010) 130 36 konusu dört ismin önderliğinde Türkiye siyasal yaşamına yön veren bir diğer önemli siyasal parti olan Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da Celal Bayar başkanlığında kuruldu.133 CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri yürüttüğü hükümet görevini 14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri’yle sona erdiren Demokrat Parti hem çok partili yaşamı başlattı hem de Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve kültürel alt yapılarının oluştuğu dönemde başrol oynadı. Devlet eliyle devletin kendi burjuvazisini yaratmaya çalışılan bu dönemde Demokrat Parti, CHP’ye getirdiği eleştirilere iktidar olduktan sonra herhangi bir çözüm önerisi getirememiş ve artan ekonomik sıkıntılara geçici çözümler bulma yoluna gitmiştir. Siyasal anlamda da CHP’den farklı bir yöntem izlemeyen Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı boyunca Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Adnan Menderes, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ise Celal Bayar olmuştur.134 Artan şiddet olayları gerekçe olarak gösterilse de Türkiye’nin ilk askeri darbesi artan ekonomik sıkıntıların etkisiyle 27 Mayıs 1960’da TSK içindeki “albaylar cuntası” tarafından yapılmıştır. Askeri darbenin ardından yargılanan Demokrat Parti yönetici ve milletvekillerinden idam cezaları onanan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 ve 17 Eylül 1960’da idam edildi.135 Her ne kadar askeri darbe sonucu yapılsa da 1961 Anayasası, Demokrat Parti dönemine göre bir “özgürlük” ortamı oluşturmuş ve bu bağlamda siyasal partiler de anayasal bir statüye kavuşturulmuştur. 1961 Anayasası’nda parti kurma hakkı 56. maddede partilerin uyacakları esaslar da 57. maddede belirtilmiştir.136 Türkiye’nin siyasal geleneğinin ve Türkiye demokrasisinin ilk dönemi olan 1960 askeri darbesi öncesinin genel özellikleri olarak karşımıza liderin her koşulda tek söz sahibi olduğu, yeni bir devletin getirdiği ulus olma zorunluluğunun bir sonucu olarak tekçi politikaların uygulandığı bunun ekonomik alandaki yansımasının 133 Eroğul, a.g.e., s.228 Eroğul, a.g.e., s. 230 135 http://bianet.org/bianet/siyaset/107229-27-mayis-darbesi-kronolojisi-ve-yassiada-durusmalari (Erişim: 20.01.2010) 136 Teziç, a.g.e., s. 318 134 37 da devletin kendi burjuvazisini yarattığını görmekteyiz. İthal ikameci anlayışın benimsendiği bu dönemde Türkiye’nin demokratikleşmesini hızlandırabilecek bir unsur olan gayri Müslim kesim siyasal ve ekonomik anlamda karar verme mekanizmalarından uzaklaştırılmışlardır. Buna rağmen 1946’dan itibaren çok partili sisteme geçişle birlikte katılımcı demokrasi daha olanaklı hale gelmiştir. 1961’de kabul edilen yeni Anayasa’nın ardından CHP-DP çizgisinden farklı olan ve Türkiye’nin siyasi yelpazesine yeni bir soluk kazandıran siyasi parti, 12 sendikacının öncülüğünde 13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) adıyla kurulmuştur.137 Bilimsel sosyalizmi parti programına dâhil eden TİP kendisine hedef olarak üretim araçlarının mülkiyetinin hâkim sınıflardan alınması olarak benimsemiştir.138 1965 seçimlerinde TBMM’ye 15 milletvekili sokmayı başaran TİP parti iç demokrasinin uygulanmasında ve işçi sınıfının Meclis’te muhalif kimliğiyle temsil edilmesinde başarılı bir rol oynasa da SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgali parti içindeki tartışmaları şiddetlendirmiş ve Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın partideki tüm yetkilerinden ve TİP’ten istifasına kadar varmıştır.139 Aynı dönemde kurulan ve Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi ise muhafazakâr Anadolu burjuvazisini siyasal yaşamda temsil etmiştir.140 Devlet partisi olarak kabul gören CHP ise Genel Sekreter Bülent Ecevit’in “ortanın solu” düşüncesini partiye benimsetmesi ve dünyada popüler hale gelen muhalif sol hareketlerin yarattığı kelebek etkisiyle 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında yükselen bir grafik çizmiştir.141 Öğrenci hareketlerinin tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de yükselişe geçişi 1970’lerde Türkiye’nin farklı toplumsal hareketlerle tanışmasını sağlamıştır. Bu dönemde işçi sınıfı hareketiyle öğrenci hareketi paralel olarak gelişmiştir. 137 Eroğul, Cem, Türkiye İşçi Partisi Programının Düşünce Yapısı, Emek Dergisi, 1969, s. 8 Eroğul, a.g.e., 1969, s. 9 139 http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi (Erişim: 19.01.2010) 140 Eroğul, a.g.e., 1996, s. 247 141 Eroğul, a.g.e., 1996, s. 250 138 38 Dönemine ve sonraki on yıllara damgasını vuran geleneklerden biri olan İslamcı çizginin ilk temsilcisi ise 12 Mart Muhtırası’nın ardından kapatılan Milli Nizam Partisi’dir.142 Milli Görüş olarak da adlandırılan bu siyasi çizginin lideri Necmettin Erbakan, mühendis politikacılardan biridir. Ahlâk ve dini değerlere öncelik veren Necmettin Erbakan ve hareketi sonraki yıllarda Milli Selamet Partisi, 12 Eylül’den sonra Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi adıyla Milli Görüş hareketini 2000’li yıllara taşımışlardır. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ise 27 Mayıs Askeri Darbesi’nin Albaylar Cuntası’nda yer alan Alparslan Türkeş’in liderliğinde 1969’da Türk-İslam ülküsünü benimsemiş milliyetçi bir çizgide kurulmuştur.143 MHP’nin siyasal yaşamımızdaki önemi 1970’lerdeki artan sol hareketlere karşı kendisini devletin koruyucusu olarak görmesiyle birlikte daha da anlaşılır hale gelmiştir. SSCB ve “komünizm tehlikesi”yle mücadele etmek için özellikle gençlik yapılanmasını “komando kampları”nda milis kuvvet olarak eğiten MHP, 1970’lerde artan şiddet ortamının temel belirleyenlerinden olmuştur.144 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren siyasi yaşama yön veren söz konusu 5 ana partiye tekrar göz attığımızda hepsinin kendi geleneğini oluşturduğunu ve çoğulcu, katılımcı yapıya istekli olmadıklarını görebiliriz. Bir diğer özellikleri ise partinin kuruluşunda yer alanların uzun yıllar parti yönetimine bulunduğu ve parti içinde gelişen muhalif hareketlerin ya sindirildiği ya da partiden uzaklaştırıldığıdır.145 Beş siyasal hareketin (ulusalcı, merkez sağ, sosyalist, İslamcı, milliyetçi) kendi aralarında ve parti içi çekişmelerinin yanı sıra dış dinamiklerin ve hatta şiddetli ekonomik krizin etkisiyle 1970’lerin 2. yarısında Türkiye hızla şiddet ortamına 142 Eroğul, a.g.e., 1996, s. 251 Seyfi Öngider, Milliyetçilik, Faşizm ve MHP (Derleme), “Türkeş’ten Bahçeli’ye MHP: Nereye Kadar”, Aykırı Yayınları, 2002, s. 40 144 Bora, Tanıl, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket, İletişim, 2004, s. 127 145 Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi Parti Disiplini, Lider Sultası, Partilerde Olgarşik Yapı, Siyasal Yozlaşma, e-Demokrasi, e-Devlet, e-Parti, Beta Basım, 2002, s. 76 143 39 girmiş ve toplumda “öteki” kimliğine sahip tüm kesimler bu şiddetin mağduru olmuştur.146 Her gün onlarca insanın ölmeye başladığı ve ekonomik sıkıntıların bir makasın iki ucu gibi açıldığı 1980 yılında Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları ülke yönetimine TSK olarak el koydular. 12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbenin ardından sivil şiddet hemen kesilmiş ve askeri baskı Milli Güvenlik Konseyi yoluyla toplumun tüm kesimlerine yansıtılmıştır. Temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış, yaşam hakkının ihlali keyfiyete dönüşmüş ve uluslararası belgelerde insanlık suçu olarak kabul edilen “işkence” sıradanlaşmıştır. Ayrıca bireyin kendini siyasal katılımda temsil etmesinin en önemli aracı olan siyasi partiler yasaklanmıştır.147 1982’de Anayasa’nın kabulü yönünde yapılan halk oylamasında şeffaf zarfların kullanılması148 ise askeri darbeyi yapan cuntanın hem hazırladığı anayasanın temel hak ve özgürlükler bakımından kısıtlayıcı olduğunun farkında olduğu hem de halkın kararına saygı duymadığı anlamına gelmektedir. 1987 yılındaki halk oylamasına kadar siyasi yasaklı hale gelen bir önceki dönemin siyasi partilerinin yerini 12 Eylül sonrasında Turgut Özal’ın merkez sağda yer alan Anavatan Partisi doldurdu.149 Laclau ve Mouffe’nin ekonomik ve siyasal alanda zaferini ilan ettiğini söylediği neo-liberalizmin Türkiye’deki temsilcisi diyebileceğimiz Turgut Özal, neoliberalizmi yerleştirmek adına 24 Şubat 1980’de alınan ekonomik kararları uygulamıştır. Bu anlamda devletin ekonomik alandan çekilmesi, serbest piyasanın işlemesi, özgürlükçülükten uzak tekçi bir liberalizm anlayışını benimsemiştir.150 Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesiyle beraber teorik anlamda askeri darbenin etkileri siyasal alandan kalkmış, popüler kültür ve şehirleşmeyle birlikte yaşamımıza giren gecekondu 1990’ların baskın öğesi 146 Mavioğlu, Ertuğrul, Apoletli Adalet, Babil Yayınları, 2005, s. 176 Fevzi Argun, İşkence Dosyası, TİHV Yayınları, 1995, s. 8 148 Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Yayınları, 1998, s. 90 149 Cemal, Hasan, Özal Hikayesi, Doğan Kitapçılık, 2000, s. 5 150 A.g.e., s. 252 147 40 olmuştur.151 Bu dönemde Anavatan Partisi’nin yanı sıra 1987 sonrasında yasaklı liderlerin temsil ettiği siyasal hareketler de çalışmalarına başlamışlardır. İşçi sınıfının ve sol/sosyalist hareketin 12 Eylül’de ve sonrasında ağır bir yenilgiye uğraması ayrıca liberal ekonominin getirdiği görece ekonomik özgürlükler, toplumsal muhalefeti işçi sınıfının dışına ve “sınıfaltı”na yöneltmiştir.152 Bu ortamda hâkim siyasal partilerin güdümünde olmayan ve hedefi de iktidar olmayan farklı toplumsal hareketler oluşmuştur. Anavatan Partisi merkez sağ liderliğini Doğru Yol Partisi ile paylaşmış, Meclis’te temsiliyet oranları değişse de Refah Partisi ve MHP siyasal ortamda yer bulmuş, CHP ortanın solu olma hedefinde ise Bülent Ecevit’in partisi Demokratik Sol Parti (DSP) ile yarışmıştır. Bu dönemin karakteristik özelliklerini ise ekonomik sorunlar ve ülkenin güneydoğusunda oluşan çatışma ortamı belirlemiştir. Çatışma ortamı, devletin kurucu öğesi olarak kabul edilen Türk kimliğinin haricinde bir kimlik olarak Kürt siyasal hareketinin şiddet yöntemiyle yükselişe geçmesine neden olmuş ve 15 yıl boyunca çatışmayla talep edilen kimi siyasal ve kültürel haklar 2000’li yıllarda AB sürecinin de etkisiyle hukuksal mücadelelerle istenmiştir.153 Keza bu dönemde Türkiye’nin batıyla ilişkileri daha sıklaşmış ve AB’ye üyelik bağlamında çeşitli sosyal, kültürel ve ekonomik adımlar atılmıştır. 1999’daki Helsinki Zirvesi’yle Türkiye resmen aday ülke olmuş154 ve gerek hükümetlerin gerek siyasi partilerin perspektifi bu alana taşınmıştır. 2000’li yıllarda ülkenin güneydoğusundaki çatışma ortamının 1990’lı yıllara göre etkisini yitirmesi Türkiye’nin güvenlik sorununun yanı sıra yeni politikalar üretmesini sağlamıştır. Bu dönemde geleneksel partiler hem yılların getirdiği yorgunluğun hem de liberal siyasete uyum sağlayamamanın etkisiyle bir anlamda 151 Zeliha Etöz, Sosyal Bilimlerde Yöntem Ders Notları, 2006, s. 7 Oğuz Işık, M. Melih Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk, İletişim Yayınları, 2009, s. 155 153 Fuat Keyman, a.g.e., 2008, s. 124 154 Tanör, Bülent; Boratav, Korkut; Akşin, Sina, Türkiye Tarihi Cilt: 5 Bugünkü Türkiye 1980 – 2003, Cem Yayınevi, s. 90 152 41 sistem dışına itilmişlerdir.155 Dünya konjonktüründen bağımsız hareket etmesini beklemediğimiz Türkiye’deki siyasal hareketlenmenin rotasını Milli Görüş hareketinin temsilcisi Fazilet Partisi’nin içinden çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi çizmiştir. Siyasi yasaklı lideri Recep Tayyip Erdoğan olmadan seçimlere girdiği 2002’de aldığı oy oranı ve kazandığı milletvekiliyle iktidar olan AKP, ilk yıllarında AB’ye tam üyelik hedefiyle çalışmalar yürütmüş, kimliklerin tanınması yolunda adımlar atmıştır. Halen iktidar partisi olarak 60. hükümet sıfatıyla yürütmenin başında olan AKP ile ilgili değerlendirmenin, AKP’nin görevini yürütmesi nedeniyle parti programı üzerinden yapılması çalışmada nesnel davranmayı sağlayacaktır. 155 Turgut, Mehmet, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri Değerlendirmesi, Boğaziçi Yayınları, 2003, s. 5 42 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1. PARTİ PROGRAMLARININ İNCELENMESİNDE TERCİH EDİLEN SİSTEMATİK İTİBARİYLE NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMİ Radikal Demokrasi kuramının teorik alt yapısının incelenmesinin ardından Türkiye’de mevcut siyasal ortamda Radikal Demokrasi modelinin temel argümanları siyasal partilerce nasıl ele alınıyor sorusuna yanıt alabilmek amacıyla göz gezdirdiğimiz siyasal partiler tarihinin ardından söz konusu argümanları incelemek için belirli bir bilimsel yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik bir sürecin izlendiği bir araştırma türü olan nitel araştırma tekniği, sayısal analiz gerektiren nicel araştırma tekniğine alternatif olarak gelişmiştir.156 Bilimsel çalışma yürütenlerin benimsediği iki yöntemden biri olan nitel araştırma tekniği Radikal Demokrasi ve Türkiye konulu çalışmanın da yöntemini belirlemiştir. Önceden yapılandırılan, aşamaları olguyu yerinde inceleme ihtiyacı hissetmeden belirlenebilen araştırma tasarımı olan157 nitel araştırma tekniğinde soru, hipotez, örneklem önceden tespit edilebilmektedir. Sayısal verilerle uğraşmayacak olmak ve ileri sürülen tezin hâlihazırda TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarında yer alan konularla tamamlanabilecek olması sosyal bilimlerin çalışma yöntemi olan nitel araştırma yöntemini çalışma için olanaklı kılmaktadır. Son yıllarda sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda kullanılırlığı artan nitel araştırma tekniğinin öğeleri ve temel varsayımları hakkında kesin bir görüş birliği 156 157 bulunmaması nitel araştırma tekniğinin Hasan Şimşek, Nitel Araştırma Yöntemleri, s. 14 Zeliha Etöz, Sosyal Bilimlerde Yöntem Notları, 2006, s. 11 çeşitliliğini göstermektedir. 43 Belirsizlikler nitel araştırma tekniğinin gerilimler, çelişkiler ve tereddütler tarafından tanımlanmasını getirmiştir.158 Nitel araştırma tekniğinin sahip olduğu bu özellik tekniğin yorumlayıcı yöntemi kullanıyor olmasıyla ilgilidir. Bunun anlamı nitel araştırmacıların araştırma konusu olan fenomenleri kendi ortamlarında ele almalarıdır.159 Bu yöntemde en temel veri toplama tekniği gözlem ve derinlemesine görüşmedir.160 Bundan ötürü her türlü verinin araştırma sorununu doğrudan etkileyebilme olasılığına sahip olması nedeniyle önemlidir. Doğa bilimlerinde kullanılan nicel araştırma teknikleri, sayısal verilerle uğraşmayı zorunlu kılar ve elde edilen sonuçları analiz eder. İnsan ve toplum davranışlarını açıklamaya çalışan sosyal bilimler alanını sayısal verilerle açıklamanın zorluğu sosyal bilimleri davranışların nedenini araştırırken nitel araştırma tekniğini kullanmaya yöneltmiştir. Bu anlamda ilk nitel araştırma örneği 1. Dünya Savaşı sırasında Bronislaw Malinowski tarafından Avustralya’daki Trobriand Adaları’nda yaptığı gözlemler sonucunda verilmiştir. Sonraki yıllarda nitel araştırma tekniklerini geliştirme çabaları sürse de tekniğin esas yükselişi 1970 ve 1980 arasında olmuştur.161 Bu dönemde Feminist Hareket’in ve Postmodernizm’in getirdiği eleştiriler nitel araştırma tekniğinin nicel araştırma tekniğine göre tercih edilmesini etkilemiştir.162 Feminizm, popüler imgede “erkek düşmanı, çirkin, zengin, hayvan sever kadınların toplandığı” düşünsel ortam olarak yer bulan bir düşünce yapısı olmasının aksine teorisini 1970’lerden itibaren ciddi anlamda geliştirmiştir. Feminist teoriyle beraber yapılan araştırmalar o döneme kadar tercih edilmeyen nitel araştırma tekniğini de harekelendirmiştir.163 Karşılıklı bu etkileşimin nedeni ise feminist hareketin erkek egemen bilgiye karşı çıkışında yatmaktadır. Nicel araştırma tekniğinin nesnellik, akıl gibi değerlerle egemen bilim nosyonu tarafından 158 N.K. Denzin, Y.S. Lincoln, Handbook of Qualitative Research, Thousands Oaks, 1994, s. 9 http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=5808&baslik=nicel_ve_nitel_Arastirma_yontemleri &i=Arastirma_yontemleri (Erişim: 17.01.2010) 160 Etöz, a.g.y., s.11 161 Hasan Şimşek, a.g.y., s. 13 162 Keith F. Punch, Sosyal Araştırmalara Giriş, Nitel ve Nical Yaklaşımlar, 2005, s. 134 163 Etöz, a.g.y., s. 12 159 44 kullanıldığını ileri süren feminist hareket, bilginin politik olduğunu ve bu nedenle hedefinin olmadığını savunur.164 Postmodernizm, yaptığı modernlik eleştirisinde akıl, aydınlanma, kesin bilgi gibi modernizmin temel varsayımlarının yanlış olduğuna dikkat çekerek sanatta bir arada bulunan farklı unsurların bilime katkı sunabileceğini ileri sürmüştür.165 Bilginin tarafsız ve kesin olduğu anlayışına karşı çıkan postmodernizm, bilginin iktidarla sarmalanmış olması nedeniyle tümüne şüpheyle yaklaşılması gerektiğini vurgular.166 Bu nedenle araştırmacı da iktidarın etkisinden kurtulamayacağı için araştırmacı bilimsel araştırmalarda merkezi bir role sahip değildir.167 Nitel araştırma yönteminin genel özellikleri arasında gerçeklik oluşturma, değişkenler arası karmaşık ilişkileri ölçme, olay ve olgulara katılımcılık ve yorumlama bulunmaktadır. Nitel araştırmanın, önemli görülen özelliklerinden biri de, insanları ve olayları kendi doğal ortamlarında incelenmesi dolayısıyla doğalcılığıdır.168 Nitel araştırma, bir “alan” ile ilişkinin uzun bir zaman dilimini kapsayacak bir biçimde sürdürülmesiyle yürütülür. Bu durumlar, genellikle insanların, toplumlar ve örgütlerin gündelik hayatını yansıtan sıradan durumlardır.169 Araştırmacının rolü, araştırma konusunun “bütüncül” bir görünümüne erişmektir. Nitel araştırmada, araştırmacının kendisinin başlıca ölçüm aracı olması nedeniyle çözümlerin çoğu sözlerle yapılır.170 Gözlem ve görüşme sözle yapılan çözüm teknikleri arasında yer almakla birlikte fotoğraf, film gibi araçlar da bu kategoride değerlendirilebilir.171 164 Etöz, a.g.y., s. 12 Etöz, a.g.y., s. 13 166 Punch, a.g.e., s. 139 167 Punch, a.g.e., s. 139 168 , Punch, a.g.e., s. 142 169 M.B. Miles, A.M. Huberman, Qualitative Data Analisysis, Thousands Oaks, 1994, s. 6 170 Miles, a.g.e., s. 7 171 Etöz, a.g.y., s. 15 165 45 Gözlem yapma tekniği, gündelik yaşamımızda sürekli yaptığımız gözlemden farklı olması sebebiyle bir takım uyulması gereken kuralları vardır. Gözlem yaparken araştırma konusuyla ilgili olguların incelenmesine dikkat edilmeli ve bu yönde bir çerçeve çizmeye özen gösterilmelidir.172 Araştırmacının bulunduğu ortamı anlayabilmesine destek olması bakımından gözlem yapma nitel araştırmada önem kazanmaktadır. Katılımcı Gözlem Tekniği, temel etnografik veri toplama tekniğidir. Doğrudan veya katılımcı olmayan gözlemden, araştırmacının rolü bakımından farklıdır; araştırmacının konu olan olgunun dışında olması veya olguya hem katılımcı hem de gözlemci olması durumunda araştırmacının rolü değişmektedir.173 Belgeler, sosyal araştırmacı için zengin bir veri kaynağıdır. “Belgesel kanıt”ların fazla olması araştırmacının çalışmasını temellendirmesinde de önemli rol oynar. Belgelerin amaca uygun kullanılması için sekiz ölçütün belirleyici olduğu ifade edilir: 1) Araştırma konusuna uygun kaynakların kullanımı, 2) kaynaklardaki çarpıtılmış bilgilerin dikkate alınması, 3) kaynakların seçiminde ilkelerin belirlenmesi, 4) belirli bir olaya ilişkin kaynağın genel durumu yansıtabilme gücü, 5) kaynağın önerilerle veya ideallerle ilgisi, 6) kaynağın içeriği, 7) istatiksel kaynakların toplanması sırasındaki varsayımlar, 8) araştırmacının kaynakları yorumlayabilme yetisi.174 Verilerin toplanması işlemi, uğraştırıcı olması nedeniyle araştırmayı yapan, örneklemler üzerinde çalışmak ve bunları yorumlamak zorundadır. Örneklem, tek bir olayda bile her şeyin incelenmesinin zorluğu nedeniyle araştırmacının, araştırma yapacağı olgudan, hangi kişilerle nasıl görüşeceğini, ortam ve süreci de dikkate alarak kesit almasıdır. Fakat nitel araştırma tekniğinin belgelere dayalı çalışma sistemi örneklem oluşturmada sorunlar oluşturabilmektedir.175 172 Etöz, a.g.y., s. 16 Punch, a.g.e., s. 178 174 Punch, a.g.e., s. 181-182 175 Punch, a.g.e., s. 183 173 46 Nitel araştırma tekniği, örneklem oluşturmada yaşadığı sorunu “amaçlı örneklem” şeklinde kişilerin seçilmesi noktasında aşmaya çalışmaktadır. Farklı ve özgül bir araştırma stratejisi olarak temellendirilmiş kuram, günümüzde sosyal bilimlerde en sık kullanılan yorumlama yöntemi olması bakımından Punch’a göre bir kuram değildir.176 Radikal Demokrasi kuramını anlatırken izlediğimiz yöntemin kurulmasında katkısı olan bu tarzda Punch’ın kastettiği, temellendirilmiş kuram bir yaklaşım tarzı olması itibariyle, verilerden kuram üretme amacı taşıyan bir araştırma stratejisidir. Bu noktada temellendirilmiş kuramın ana fikri, kuramın verilerden tümevarımsal olarak geliştirileceğidir.177 Zira öncelikle Radikal Demokrasi kuramının Laclau ve Mouffe tarafından nasıl ele alındığı ve Türkiye özelinde Fuat Keyman’ın nasıl bir uyarlama içinde olduğu; ardından Türkiye’de siyasal parti geleneğinin hangi dönemlerde nasıl bir gelişme izlediği ve sonrasında da elde ettiklerimizle mevcut siyasi partilerden TBMM’de grubu olanların programlarının Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarıyla incelenmesi bu yöntemin koşulları ile mümkün olmuştur. Nitel araştırma tekniğinin bir diğer dikkat edilmesi gereken noktası ise teorik çerçevenin çizilmesidir. Teorik altyapının oluşturulmasının ardından örnek olay yöntemiyle elde edilen veriler toplanır ve analize tabi tutulur. Yukarıdaki yöntemlerle elde edilen veriler, araştırmanın sonuçlandırılması için araştırmacı tarafından çözümlenmesi gerekmektedir. Bu noktada kullanılan yöntemlerden biri Miles ve Huberman tarafından geliştirilmiştir.178 Miles ve Huberman’ın yönteminde elde edilen verilerin azaltılması, sergilenmesi ve sonuçların doğrulanması yoluyla çözümleme yapılabileceği öngörülmektedir.179 Verilerin azaltılması sırasında, verilerin önemli bir bilgi kaybına uğramaması ve azaltma sırasında araştırmanın amacından uzaklaşılmaması amaçlanır. Siyasal partilerin programlarında yer alan hedeflerden temel hak ve özgürlüklerle ilgili kısımların dikkate alınması bu noktada önem arz etmektedir. 176 Punch, a.g.e., s. 156 Punch, a.g.e., s. 156 178 Miles, Huberman, a.g.e., s.4 179 Miles, Huberman, a.g.e., s.12 177 47 Verilerin sunulması, dağınık halde bulunan verileri birbirleriyle ilişkili hale getirmek ve araştırmanın çerçevesine uygun bir şekilde sıralamayı anlatır. Bu aşamada ise Radikal Demokrasi modelinin temel argümanlarından kimlik siyaseti, kültürel haklar, devletin küçülmesi gibi başlıkların ele alınan siyasal partilerde nasıl incelendiği tartışılacaktır. Sonuçların doğrulanmasında anlatılmak istenen ilk iki yöntemden sonra elde edilen sonucun araştırmanın amacına uygunluğunun saptanmasıdır. Verilerin çözülmesinde bir başka yöntem ise soyutlama ve karşılaştırmadır. Bu yönteme göre araştırmada elde edilen soru setlerinin çözümlenebilmesi için kimi kavramların soyutlandırılması ve elde edilen diğer kavramlarla karşılaştırılarak araştırmada bir sonuca varılması öngörülür.180 Kısaca anlattığımız ve nitel araştırma yapma esnasında takip edilen yöntemlerden Temellendirilmiş Kuram yöntemiyle ele aldığımız çalışmamızda radikal demokrasi modeli ve Türkiye özeli incelenmiş ve ulaşılan sonuç mevcut parti programlarıyla karşılaştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar ise siyaset biliminin temel kavramları eşliğinde ele alınarak Radikal Demokrasi modeline ne şekilde uyarlanabileceği incelenmiştir. Elde edilen sonuçlar herhangi bir yanlı değerlendirmeye tabi tutulmaksızın mevcut şartlarla değerlendirilmiştir. 180 Punch, a.g.e., s. 197-198 48 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 1. TÜRKİYE’DE RADİKAL DEMOKRASİ ÖRNEKLEMELERİ Yöntemi belirledikten sonra çalışmanın başından beri ele aldığımız Radikal Demokrasi modeli ve modelin Türkiye’de uygulanabilirliği aşamasında bu bölümde kavram incelemesi yapılacaktır. Farklı toplumsal hareketlerin kendilerini ifade etmesinin önünü açan Radikal Demokrasi modelinin işlerlik kazanmasının demokrasi yapma yöntemi olarak düşünsel anlamda çatışmadan geçtiğini çalışmanın önceki bölümlerinde dile getirmiştik Laclau ve Mouffe’nin yaşadıkları dönem ve çevreden bağımsız düşünemeyeceğimiz bir ortamda hazırladıkları bu yeni modelin Türkiye şartlarında nasıl uygulanabileceğini analiz eden Fuat Keyman, özellikle Türkiye’deki siyasi parti geleneğine vurgu yapmıştır. Parti içi demokrasinin gelişimi adeta Türkiye’de demokratik yaşamın dönem dönem sekteye uğraması gibi kesintilerle ilerlemiştir. Bu noktada kuramsal kısımda ayrıntısıyla bahsettiğimiz Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarından üç tanesi olan “kimlik”, “özgürlükler” ve “sivil toplum” çalışmada faydalanılan nitel araştırma tekniğinin yöntemleriyle Türkiye’nin siyasal parti geleneğinin ışığı altında TBMM’de grubu olan partiler özelinde incelemeye tabi tutulacaktır. 1.1. Kimlik Kimlik terimi, uzun bir tarihi olmasına rağmen 20. yüzyılda olduğu kadar gündeme gelmemiştir. Kimlik tartışmalarına politik ve post-modern kuramcılar (Foucault, Lacan) dahil olmuşlar fakat modern sosyolojide kimlik terimi berraklaştırılamamıştır. Kimlik, insanın benlik duygusuna, kendisi hakkındaki duyguları ve fikirlerine atıf yapılarak kullanılmaktadır. 181 Modern sosyolojideki “Kimlik” tartışmaları son yıllarda Türkiye’de de gündeme gelmiştir. Bu kapsamda ilk olarak inceleyeceğimiz siyasi parti 2002 yılı 181 Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü içinde “kimlik” alt başlığı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003 49 Kasım ayında iktidar olan ve halen bu sıfatıyla yürütmenin bir kanadını temsil eden Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)182 olacaktır. 1.1.1. AKP 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde hazırlanan seçim bildirgesinde “Kültür ve Sanat” başlığı altında kimi değerlendirmeler yapan AKP Türkiye’nin sahip olduğu kültürü ortak bir miras olarak görmekte ve onun toplumdaki farklı öğelerce sürekli değiştirildiğini savunmaktadır.183 Fakat bu noktada bildirgede kullanılan “Türk kültür ve sanatının milli kimliğini muhafaza ederek evrensel platformlara taşınması, öncelikli hedeflerimiz arasındadır”184 ifadesi partinin kültürel anlamda çoğulculuğu reddettiği şeklinde ele alınabilir. Çoğulculuk Radikal Demokrasi’nin temel argümanlarından birisi olduğu için AKP programının bu konuda tatmin edici olduğu söylenemeyebilir. Parti programında özel olarak kimliklere ilişkin bir ifade getirmeyen AKP, parti programının “Doğu ve Güneydoğu” başlığı altında kimi öneriler getirmektedir.185 Bu önerilere göre bölgede yaşayan insanların kültürü kabul edilmekte ve zenginlik olarak içselleştirilmektedir. Özgürlüklerin demokrasinin yapı taşı olduğunu vurgulayan AKP programı evrensel sözleşmeler ışığında kimliklerin korunması yolunda adımlar atacağını taahhüt etmektedir. Radikal Demokrasi modeli açısından AKP’nin bunları programında kimliklerin korunması yolunda adım atacağını taahhüt etmesi iyiye yönelik bir göstergedir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu anlamda iktidarının ilk yıllarında Avrupa Birliği (AB) uyum yasaları çerçevesinde AB normlarına entegrasyonu sağlamak amacıyla attığı adımlarla birlikte en önemli girişimini 2009 yılında önce “Kürt Açılımı” sonra “Demokratik Açılım” ve nihayetinde “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak nitelendirdikleri uygulamalarla yapmışlardır. Söz konusu girişimle ilgili AKP’nin attığı adımların kültürel haklar, kimlikler ve temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik önemli karşılıkları olması 182 Yazım ve noktalama nedeniyle AKP ifadesi dikkate alınacaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi, s. 130 184 A.g.y., s. 130 185 Adalet ve Kalkınma Partisi Programı, http://www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html (Erişim: 23.02.2010) 183 50 nedeniyle AKP’nin söz konusu proje için hazırladığı kitapçık eşliğinde çalışma sonunda ayrı bir inceleme yapılacaktır. AKP programının Radikal Demokrasi modeline uyum konusunda tam geçerli bir not aldığı söylemek pek mümkün değil. 1.1.2. CHP Programını inceleyeceğimiz ikinci parti, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce de fiilen var olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) sosyal demokrat bir parti olarak tanımlanmaktadır.186 CHP’nin programını incelediğimizde CHP kültürel kimlikleri zenginlik anlamında AKP gibi kabul etmekle birlikte bu noktada Lozan Antlaşması’na bağlı kaldığını ve yeni kimliklere karşı olduğunu ifade etmektedir:187 “CHP, Lozan Antlaşması ile azınlık olarak nitelenmiş olan yurttaşlarımızın, kendilerine tanınmış olan dini ve kültürel azınlık haklarından eksiksiz olarak yararlanmalarını amaçlar. Yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır.” Bireysel anlamda kimliğe sahip çıkılmasını kabul eden CHP, kültürel haklara saygının bireyin kendisine saygı olduğunu vurgulamaktadır.188 Öte yandan CHP programında kültürel farklılıkları asimilasyona tabi tutmayacağını ifade etmekle birlikte farklılıkların entegrasyonunu hedeflediğini söylemektedir:189 CHP programındaki bu ifadelerin Radikal Demokrasinin farklı ve çoğulcu kimlik anlayışıyla bağdaşan bir durum olduğu söylenemez. “CHP’nin entegrasyon anlayışı farklı etnik kimliklerin ve inançların ortadan kaldırılmasını değil, onlara saygı göstererek ülke bütünlüğünün ulus devlet anlayışı ile korunmasını öngörür.” CHP programında göze çarpan bir diğer nokta ise kimliklerin kabul edilmesi hususuna netlik kazandırılmamasıdır. Zira bireysel anlamda kimliksel farklılıkların ifade edilmesinde CHP programında uyuma ve bütünleşmeye vurgu yapmaktadır:190 “CHP, uygulamaya koyacağı, hoşgörü, demokrasi, kültürel çoğulculuk, eşitlik ve bölgesel gelişme politikaları ile ülkenin her yöresinde, her kökenden insanlarımız 186 Kudar, Barış, Ne Olacak Bu CHP'nin Hali? 1 (Sosyal Demokrasi Belini Düzeltebilir mi?), Dönence Basım ve Yayın, 2004, s. 11 187 Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s. 46 188 A.g.y., s. 47 189 A.g.y., s. 47 190 A.g.y., s. 48 51 arasında toplumsal uyumun, dayanışmanın, bütünlüğün ve refahın güvencesini oluşturacaktır.” Ancak Radikal Demokraside farklı kimlik ve inanca sahip grupların varlıkları, kültürel değerli korunmak ve geliştirilmek üzere ele alınır. Parti programında çağdaş demokrasi anlayışının gereği olarak farklı etnik kökenden gelenlerin kendi kültürleriyle yaşamalarına olanak sağlayacak düzenlemeler yapacaklarını belirten CHP, bu yönde atılacak adımları: 1) Anadillerin kullanılabilmesi, özel dershaneler yoluyla anadillerin öğretilmesi; 2) Anadilde gazete, dergi, kitap yayınlanabilmesi ve diğer her türlü yazılı ve sözlü yayında bulunulabilmesi 3) Türkiye sınırları içinde yayın yapan radyo ve televizyon kurum ve kuruluşları üzerinden, RTÜK’ün genel kuralları çerçevesinde yayın yapabilmelerinin önünün açılması olarak sıralamaktadır.191 Bu maddeler toplumdaki farklı grupların kendilerini diğer gruplardan ayırırken referans kaynağı olarak gösterdiği anadil kullanımı güvenceye almaktadır. Anadil kullanımının güvenceye alınması toplumdaki çeşitliliği koruyup, geliştireceği için Radikal Demokrasi perspektifinden değerlendirildiğinde CHP programının bu maddeleri tatmin edici düzeydedir. 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde yayınladığı seçim bildirgesinde kültürel değerleri sadece çeşitli İslami öğelerle sınırlayan CHP, söz konusu öğeleri de laiklikle birlikte değerlendirerek çoğulcu ve özgürlükçü kültür anlayışını bu noktadan değerlendirmektedir: “Köklerimiz, hem Anadolu kültürümüzün güçlü kaynağını oluşturan 13. yüzyıl hümanizmasını oluşturan Mevlana'ya, Yunus Emre'ye, Hacı Bektaş-ı Veli'ye, Şeyh Edebali’ye, hem de laik Cumhuriyetimizin çağdaş değerleriyle ve insan 191 A.g.y., s., 48 52 sevgisiyle şekillenen evrensel değerlere, çoğulculuğa ve özgürlükçü kültüre dayanmaktadır. Her iki kültürel kaynağımız da zenginliğimizdir.”192 Farklı ulusal kimliklerin kültürel haklarına yönelik somut ifadelerin kullanılmadığı CHP seçim bildirgesinde kültürel haklar anlamında sanatın geliştirilmesine yönelik ifadeler kullanılmıştır. Kültürel hakları konusunu sanatın geliştirilmesi ile sınırlandırması CHP’nin bu konunun Radikal Demokrasi açısından değerlendirilmesinde yeterli düzeyde olmadığını göstermektedir. Genel olarak değerlendirdiğinde CHP programının Radikal Demokrasi perspektifinden geçerli not almadığı söylenebilir. 1.1.3. MHP Üçüncü olarak inceleyeceğimiz TBMM’deki grubu olan bir diğer parti de Milliyet Hareket Partisi (MHP). MHP parti programını 2009 yılının Kasım ayındaki kongresinin ardından revize etmiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin parti programı için yaptığı sunuşta temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesinde parti ideolojisinden farklı hareket edilmeyeceği ifade edilmektedir: “…milletimizin tarihinden ve köklerinden gelen değerlerinden ilham alarak, demokratik standartları yükselterek, temel insan hak ve özgürlüklerini koruyup geliştirerek, vatandaşlarımızın hayat kalitesini artırarak, huzur ve güveni sağlayarak milletimize hizmet etmenin temel ilke, hedef ve politikalarını ortaya koymaktadır.”193 MHP programındaki bu bölüm ülkemizde yaşayan herkesi aynı tarih ve köklerden geldiği kabulünden hareket ettiği için Radikal Demokrasi modeli pek uygun değildir. MHP programında dikkati çeken noktalardan biri ise, dünyada siyasi ve ekonomik lider olma isteğine sıklıkla vurgu yapılmasıdır: 192 193 Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007, s., 51 Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 6 53 “İki kutupluluğa dayanan soğuk savaş dönemi sonrası yeni bir dünya düzeninin şekillendiği günümüzde, Türk milletinin ve bütün insanlığın barış ve mutluluk içinde insanca yaşayacağı bir dünya ideali, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet projesinin hayata geçirilmesiyle gerçekleşebilecektir. Sahip olduğu imkân ve kabiliyetler ile doğal, tarihi, kültürel, beşeri değer ve kaynakları ile Türkiye, Türk ve İslam dünyasının çekim ve cazibe merkezi olabilecektir.”194 “Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümü olan 2023 yılında “Lider Ülke Türkiye”yi inşa etme vizyonu doğrultusunda program ve politikalarını şekillendirmiştir.”195 Programında sürekli olarak “Türk milleti” vurgusunu ön plana çıkaran MHP, bu noktada farklı ulusal kimlikleri tanımak ve onların kültürlerini geliştirmelerini sağlamak anlamında daha tereddütlü durduğu ortadadır. “…Milliyetçi Hareket Partisi gücünü mukaddesattan, inançlarından, ilkelerinden ve Türk milletinden alır.”196 “Milliyetçi Hareket, içinde milletin olmadığı hiç bir hedefi asla kabul etmez.”197 MHP programında temel olarak ülkemizde yaşayan herkesin Türk olduğu vurgulanmaktadır. Bu tarz bir vurgu Radikal Demokrasi modelindeki çoğulcu toplum yapısıyla zıt bir özellik göstermektedir. Milliyetçilik ideolojisinin temel değer olduğu MHP, milliyetçilik kavramını parti programında tanımlarken “azınlık”, “kültür” ve “kimlik” gibi bazı tartışma noktalarında kendi “duyarlılık noktasını” net bir şekilde belirtmektedir. “Milliyetçilik ise, Türk milletine mensubiyet bilincini geliştirmeyi hedefleyen ve onun ayırt edici vasıflarını, dünyayı ve olayları yorumlayışta temel referans kabul eden fikirler ve duyarlılıklar bütünüdür. Milliyetçi düşünce sistematiğinin unsurları arasında milli kimlik, milli dil, millî kültür, millî hâkimiyet, millî devlet ve dayanışma kavramları belirleyici bir öneme sahiptir. Milliyetçiliğimiz, Türk milletine 194 A.g.y., s., 12 A.g.y., s., 14 196 A.g.y., s., 15 197 A.g.y., s., 15 195 54 olan derin bağlılığımızın ve sevginin verdiği ilham ve cesaretle, var oluşunu anlamlandırmayı ve geleceğini garanti altına almayı temel hedef olarak kabul eder ve bunun için her türlü çabayı gerekli görür.”198 MHP 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde yayınladığı seçim bildirgesinde ise kimlik tartışmalarını reddetmekte ve kendileri için esas olanın Türk kültürünün geliştirilmesi olduğunu vurgulamaktadır. “Milli kültürümüzün alt kültürler halinde ayrışmasına yönelik çabalar, kültürel zenginliğimizi oluşturan unsurlar arasında mikro ayrıştırmalar yapılarak birbirinden uzaklaşmasına ve ortak değerlerin zayıflatılmasına yol açmaktadır. Türk kültürünün korunmasına, yaşatılmasına, geliştirilmesine ve gelecek nesillere aktarılmasına özen gösterilecektir.”199 Parti programı temel alınarak hazırlanan seçim bildirgesinde ülkemizdeki tek millet olarak Türk vurgusu yapılmakta ve korunup, geliştirilecek kültüründe Türk kültürü olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler Radikal Demokrasi modelinin yapısına uygun değildir. MHP seçim bildirgesinde ayrıca farklı kültürlerin yeni nesillerde bir yozlaşma yaratacağı ve bu nedenle gençlerin farklı kültürlerden korunması gerektiğini ileri sürer. “Farklı kültürler karşısında, özellikle yeni nesillerin kültür şokuna uğramasına ve kimlik bunalımına düşmesine engel olacak kaliteli ve ihtiyaca cevap veren edebi eserler ortaya konmasına yönelik milli kültür değerlerinin millete tanıtılması ve benimsetilmesi sağlanacaktır.”200 Milli ifadesinin sık bir şekilde kullanıldığı seçim bildirgesi MHP’nin tekçi yapıyı öngören zihniyetini açığa çıkarmaktadır. MHP parti programına genel olarak bakıldığında ülkemizde farklı etnik ve inanç kültürlerinin varlığına yönelik olumsuz bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Bu yaklaşım tarzı Radikal Demokrasi modeli ile uyumlu değildir. 198 A.g.y., s., 19 Milliyetçi Hareket Partisi, Seçim Beyannamesi, s., 114 200 A.g.y., s., 115 199 55 1.1.4. BDP İnceleyeceğimiz bir diğer parti 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi’nin yerine kurulan ve TBMM’de grup oluşturan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), kültürel hakları bakımından TBMM’de grubu bulunan ve programlarıyla seçim bildirgelerini incelediğimiz siyasi partilerden sonuncusudur. Fuat Keyman’ın Türkiye’deki siyasal kültüre getirdiği eleştirilere benzer eleştirileri parti programında sıralayan BDP, hedeflerinin tek tipleşmenin olmadığı bir siyasal ortam oluşturmak olarak açıklamaktadır. “Düşünsel, kültürel ve toplumsal çeşitliliği yok sayan ve tek tipleşmeyi esas alan siyaset kültürü artık değişmelidir. Türkiye’de farklılıkları kabul eden, kapsayıcı, demokratik bir dönüşümün yaşanması ve toplumsal eşitlik ve özgürlüğü geliştirecek yeni bir siyasal yapılanmanın varlığı kaçınılmazdır. Bu nedenlerle partimizin var oluş amacı, Türkiye’de toplumun siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir potada toplayarak yeniden yapılanmayı sağlamaktır.”201 BDP’nin parti programından alıntılanan yukarıdaki bölüm çoğulcuğu esas almakta ve tek tipleşmeye karşı bir tutum içerisindedir. Bu yaklaşım tarzı Radikal Demokrasi modelinin çoğulcu yapısıyla uyum göstermektedir. Türkiye partisi olduğunda ısrar etmesine rağmen savunduğu değerler itibariyle Türkiye’nin genelinden umduğu desteği bulamayan BDP ve öncülleri karakteristik bir şekilde bölge partisi imajı çizmişlerdir. Bu nedenle parti programları genellikle Anayasa’nın değiştirilmesi ve kültürel değerlere saygı gösterilmesi üzerine olmuştur: “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin örgütlenme yapısı artık toplumu taşıyamamaktadır. İdari, iktisadi ve toplumsal örgütlenmemizin bugünkü yapısı ve işleyişi değişmeden, Türkiye’nin büyük atılımları gerçekleştirmesi beklenemez. Bu nedenle genel nitelikleri aşağıda belirtilen yeni bir Anayasa yapılması gerekmektedir. Devlet yönetiminin çağdaş bir anlayışla yeniden örgütlenmesi gereklidir. Yeni devlet 201 Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 2 56 yapısı, siyasal toplum, sivil toplum, birey ve yurttaş kavramları üzerine inşa edilecektir. Tek ırk, tek dil, tek din, tek kültür, cinsiyetçi roller mantığının yerine toplumdaki etnik, kültürel ve inançsal farklılıklar kapsanacak şekilde, ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı’ esas alınacak ve anayasal olarak bu şekilde tanımlanacaktır.”202 İç dinamiklerle yürütülecek çalışmalar sonucunda demokratikleşme yolunda kimi adımlar atılabileceğini savunan BDP, diğer siyasi partilerin programından farklı olarak bu yönde atılacak adımlarda uluslararası sözleşmelerin onaylanması ve uygulanmasının da olumlu katkılar sunacağına inanmaktadır. 1.1.5. Değerlendirme Kimlik ve kültürel haklar bazında bir değerlendirme yaptığımızda AKP’nin, iktidara gelmesinin ilk birkaç yılında yaptığı reformların son birkaç yıl içinde durduğunu fakat 2009 yılında “Milli Birlik ve Kardeşlik” projesiyle Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda yeni adımlar atma hazırlığında olduğunu ileri sürebiliriz. Partinin çalışmaları pratikte izlenebilirken yapılan çalışmaların parti programına ve seçim bildirgesine tam anlamıyla yansıyamamasına iki neden sayabiliriz: 1) Tabanın tepkisini çekmeme isteği; 2) parti programı ve seçim bildirgesinin kalıp ifadeler olduğu düşüncesiyle bunların fazla önemsenmemesidir. Her ne kadar sosyal demokrat olduğunu metinlerinde dile getirse de CHP, kimlikler üzerine yaptığı değerlendirmelerinde Lozan Antlaşması’nın ilgili maddelerini kendine referans alarak devlet partisi görüntüsü çizmektedir. CHP, parti programında ve seçim bildirgesinde kimlikle ilgili ifadeleri sahip olduğu ulus devlet düşüncesiyle çatışmayı en az düzeyde tutarak farklı bir üst kimliğe ihtiyaç duymaksızın Türk kimliğine entegrasyonu amaçlamaktadır. MHP ise bu noktada en net ifadeler kullanan partidir. Kimlik tartışmalarının “bölünme”ye yol açacağını ifade etmekte tek kimlik olarak Türk milleti kimliğini kabul ederek Türk milletiyle yeni yüzyılda dünya lideri olmaya çalışacaklarını söylemektedir. 202 A.g.y., s., 2 57 1990 yılından sonra Türkiye’de yaşayan Kürtlerin siyasal ve kültürel taleplerini duyurmak amacıyla kurulan203 ve partilerin sonuncusu olan BDP, seslendiği kitle itibariyle iktidar olma hedefine uzak olması nedeniyle ifadelerini daha rahat kullanabilmektedir. Parti söyleminin en kuvvetli olduğu kavramlardan olan kimlikle ilgili tartışmalarda tek tipçi bir yapıya sahip olduğunu söyledikleri 1982 Anayasası’nın mutlaka değiştirilmesini savunan BDP, çoğulcu ve özgürlükçü kavramlarını kimlik tartışmalarında sıklıkla kullanmaktadır. Buna rağmen AKP’nin Türkiye siyasetinde yeni bir anlayış olan kimlik siyaseti yapması204 ise konjonktürel bir tutumdur. Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte egemen devlet anlayışı olan ulus devlet mantığı da değişti. Merkezi ve tek tipçi yönetim algısının yerini birbirine tercih edilmeyen etnik kimliklere saygı temelinde vatandaşa daha yakın olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yönelik yumuşak geçişler yaşanmıştır.205 Türkiye’de ise bu geçiş hakim merkezi yönetim anlayışının daha kuvvetli olması nedeniyle sancılı bir şekilde gerçekleşmektedir.206 Elbette yaşanan sıkıntı sadece geçişle ilgili değildir, toplumsal muhalefet yanı güçlü olan farklı toplumsal kesimlerin devlet ve toplum tarafından kabullenilişi de kolay olmamaktadır. Örneğin Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Selma Aliye Kavaf’ın yaptığı açıklamada eşcinselliği bir hastalık olarak görmesi207, hükümetin henüz toplumsal duyarlık anlamında bu insanların varlığına hazır olmadığına işarettir. Yanı sıra militarizmi çeşitli gerekçelerle reddeden savaş karşıtı bireyler de dünyadaki anti-militarist hareketlenmeye paralel olarak 1990’lardan itibaren seslerini duyurmaya başladılar. Askeri vesayet rejimine ilişkin hakim görüşü208 de göz önüne aldığımızda devletin ve yönlendirmesiyle toplumun anti-militarist kişileri de 203 Demir, Eyyüp, Yasal Kürtler, Tevn Yayınları, 2005, s. 9 Safi, İsmail, Türkiye'de muhafazakâr siyaset ve yeni arayışlar, Lotus Yayınevi, 2007, s. 463 205 Uras, Ufuk, Başka Bir Siyaset Mümkün, İthaki Yayınları, 2003, s. 529 206 Erol, Mehmet Seyfettin; Efegil, Ertan, Türkiye-AB ilişkileri: dış politika ve iç yapı sorunsalları, Alp Yayınevi, 2007, s. 29 207 7 Mart 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin Pazar Eki’nde Faruk Bildirici’nin sorularını yanıtlayan S. Aliye Kavaf konuyla ilgili olarak şu sözleri söyledi: “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var.” (http://www.hurriyet.com.tr/pazar/14031207.asp?gid=59) 208 Bayramoğlu, Ali, 28 Şubat: bir müdahalenin güncesi, İletişim, 2007, s. 287 204 58 benimsemediğini ifade edebiliriz. Yasal bir zorunluluk olan209 askerlik göreviyle ilgili toplumdaki düşüncenin “her erkeğin askerliğini yapması” ve “askerliğin peygamber ocağı olarak addedilmesi” gibi yer bulması beraberinde bu kişilere yönelik tepkileri doğurmaktadır. Toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiş olan militarist anlayış, tek tipliliği dayatmakta, belirli bir düzen etrafında farklılıkları yok saymaktadır. Toplumun tek tipleştirilmesi ise cumhuriyet döneminden de gördüğümüz üzere askeri darbeler aracılığıyla cebir kullanılarak; kutuplar arası çatışmaları manipülasyonlar arttırarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle çoğulcu bir demokrasi anlayışı doğrultusunda toplum içinde bireyin de özgürleştiği bir siyasal ortam için anti-militarizmin de kimlik anlamında kabul edilmesi ve hatta savunulması gerekmektedir.210 Kimlikler söz konusu olduğunda hakim kimliğin çıkış noktası olarak gösterebileceğimiz militarist kimliğin temel özellikleri, erkek olması, ortodoks dindar olması, tek tipçi olması ve ötekini yok sayması olarak sıralayabiliriz. Radikal Demokrasi kuramının kimlik tartışmasında dile getirdiği farklı toplumsal kesimlerin kendilerini özgürce ifade edebilmeleri konusu bu noktada önem kazanmaktadır. Zira genelde veya Türkiye özelinde düşündüğümüzde “mücadelenin” eril düşünceye karşı çıkış olduğunu ve toplumun erkeklik değerlerini içselleştirdiğini ifade etmemiz mümkündür. Yukarıda bahsettiğimiz iki konuyu birlikte ele aldığımızda kimlikler konusunda devletin bakış açısını daha rahat anlayabiliriz. Cinsel yönelimleri farklı bireylerin, erkekliğin en sert şekilde üretildiği bir kuruma katılmak istememeleri bir temel haklar ve özgürlükler meselesidir. Lakin söz konusu bireylerin uğradığı ayrımcılık toplumdan ve devletten gelen baskıdan daha yoğun bir biçimde işlenmektedir. Söz konusu durum Türkiye’de cinsel yönelimleri farklı bireylere zorla askerlik yaptırmak şeklinde tezahür ederken zorunlu askerliğin olmadığı ve askerlik 209 Anayasa Madde 72: Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir. Askerlik Kanunu Madde 1: Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur. 210 Ümit Kardaş, Vicdani Ret İtirazının Boyutları, Radikal Gazetesi, 23.12.2007 (http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7807) 59 yapmak isteyen farklı cinsel yönelimi olan bireylerin ise ordudan atılması şeklinde gelişmektedir.211 Türkiye’deki durum söz konusu bireylerin eşcinsel olmaları nedeniyle askerliğe gitmeyi reddetmelerinin ardından cinsel yönelimlerinin ordu tarafından tedavi edilebilir hastalık olarak görülmesi ve kişinin eşcinselliğini hekim heyeti önünde ispatlaması gibi onur kırıcı istemlerde bulunulmaktadır. Ötekileştirilmeye çalışılan, “hastalıklı insan” imajı oluşturulmaya çalışılan bu kimselerin eşcinsel olduklarını ispatladıklarında (!) dahi askerlikten muaf olmalarının önü hemen açılmamakta ve askerlik hizmetine alındıklarında yaşamları tehlikeye atılmış olmaktadır. Devlet algısının küçük gruplar olsalar da farklı toplumsal kimliğe sahip kimseler üzerindeki tasarrufu bu şekilde gerçekleşmekte olup egemen siyasi düşünüş çatısı altında hareket eden siyasi partilerin de oy potansiyeli olan farklı kimlikler hariç (Alevilik gibi) vizyonlarını bu yönde belirlediğini söyleyebilmekteyiz. Neredeyse dünya üzerinde sosyal demokrat partilerin hepsi eşcinsellere dair bir politikaya sahip iken ve konu üzerine tartışıyorken ülkemizdeki sosyal demokrat parti olduğunu ifade eden CHP’nin bu konudaki tutumunun belirsizliği tartışmaya açık bir konudur. Farklı cinsel yönelimleri toplumun çeşitliliği olarak görmemesi Radikal Demokrasi modeli açısından sorunlu bir durumdur. CHP’nin Radikal Demokrasi modelinin en önemli kavramlarından kimlikler konusunda oy potansiyeline baktığı şeklinde yorumlamak mümkündür. Şu halde üzerinde durmamız gereken konulardan biri de aslında kimlik konusunda siyasi partilerin daha önce de belirtildiği gibi Lozan Antlaşmasının bir başka ifadeyle resmi ideolojinin dışına çıkmak konusunda tereddüt göstermeleridir. Bu nedenledir ki partilerin seçim bildirgelerinde kalıplaşmış bir şekilde yer alan “toplumun her kesimini kucaklama” vaadi Baskın Oran’ın deyimiyle 211 Ümit Kardaş, A.g.y. 60 LAHASÜMÜT’ün212 dışına çıkmamakta ve politik yaşamımız çoğulcu bir yapıya kavuşamamaktadır. Ötekinin ötekisi olarak nitelendirebileceğimiz Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transseksüel (LGBT) bireylerin uğradığı ayrımcılığın ve maruz kaldıkları hak ihlallerinin engellenmesi; tercihlerine saygı gösterilmesi hususunda Türkiye’de yaşanan bu sıkıntıyı dünyadaki örnekleriyle karşılaştırdığımızda farklılıklara tahammül sınırımızın toplumsal düzeyde çok düşük olduğunu söylemek mümkündür. Zira dünyadaki politik uygulamalara göz attığımızda İtalya’da transseksüel bir milletvekilinin, Berlin’de gay bir belediye başkanının, Paris’te gay bir belediye başkanının olduğunu görebiliriz. Türkiye’de ise politikacıların ısrarla reddettiği “kimlik siyaseti yapmıyoruz”213 vurgusu son dönemde hem Türkiye’deki hem de dünyadaki gelişmelerle kırılmaya başlamıştır. Özellikle 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerindeki sonuçlara göz attığımızda seçmenin kimlik politikası yapan ve bu doğrultuda hareket eden partilerin oy oranını arttırdığını görmekteyiz. Kapatılan DTP’nin biri Büyükşehir belediyesi olmak üzere 99 belediye yönetiminin başkanlığını kazanması DTP’nin kültürel haklara yaptığı vurguyla açıklanabilir. AKP ise sahip olduğu İslamcı-Liberal kimliğiyle dünyada çıkış ivmesi gösteren yeni-muhafazakar akımın temsilcisi konumuna gelmiş ve bu anlamda da Türkiye’de Demokrat Parti-Adalet Partisi-Anavatan Partisi çizgisine yakın olmakla birlikte yeni bir siyasi geleneğin başlatıcısı olmuştur. AKP’nin takındığı tutumun ve son dönemde izlediği taktiğin neden ve sonuçları itibariyle toplumsal algıda bir dönüşüme yol açabileceği düşüncesi henüz olgunlaşmamış olmakla birlikte farklılıklara saygı temelinde toplumda kimi kıpırdanmalar olduğu açıktır. Tüm bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak Türkiye toplumunun farklılıklara bakış açısını ortaya koyan Beyoğlu Musevi Hahamhane Vakfı’nın yaptığı araştırmayı 30 Eylül 2009’da yayımlayan Radikal Gazetesi’nin araştırmasına 212 Lâik olmak şartıyla Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk ifadesini Prof. Dr. Baskın Oran, 29 Nisan 2007’deki Radikal Gazetesi’nde “2007:Korku ve Umut” başlıklı yazısında kullanmıştır. (http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6993) 213 Siyasi partilerin kastı ulusal azınlıklara ilişkindir (Y.N.) 61 baktığımızda farklı kimliklere dair büyük çekincelerin hala olduğunu işleyişinden memnun görebilmekteyiz. Araştırmaya göre Türkiye’de demokrasinin olmayanların oranı 1108 kişiyle yapılan ankette %44’e ulaşıyor.214 Türkiye’de yaşayan çeşitli azınlıkların ve farklı kimliklerin yaşamları ve kültürleri hakkında bilgi sahibi olmayanların oranı ise Yahudi, Rum, Ermeni veya Ateistlerde ortalama %74, Aleviler ve Kürtlerde ise ortalama %35 olmaktadır.215 Ateist bir aileye sahip olmak istemeyenlerin oranı %57’ye ulaşırken, Yahudi bir aileye sahip olmak istemeyenlerin oranı %42, Hıristiyan bir aileye sahip olmak istemeyenlerin oranı ise %35 olmaktadır.216 Araştırmanın yansımasını siyasi partiler açısından incelediğimizde ise toplumun genel karakteristik özelliklerin farklı kimselerin çalışmamızda yer alan siyasi partiler özelinde yer bulamadığını görmekteyiz. AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun 29 Mayıs 2007’de AKP’ye katılması bile büyük tartışmalara yol açmıştı. Buna rağmen Reha Çamuroğlu’nun AKP’de yer alması farklı olanların kabulü noktasında yeni bir girişim olarak değerlendirilebilir. 1.2. Temel Haklar ve Özgürlükler 1.2.1. AKP Temel haklar ve özgürlükler tartışmalarında ise AKP, özgürlüklerin geliştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu kabul etmiştir. İktidar partisi olması nedeniyle söz konusu adımları atması beklenen AKP, özellikle muhalefet partilerinden gelen eleştirilere de programında yanıt vermek durumunda kalmıştır: “Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın yüzyıllar boyu süren mücadeleleri sonucu elde edilmiş kazanımıdır. Bu özgürlüklerin düzeyi medeni bir toplum olmanın göstergesidir. Medeni dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin temel 214 Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması, Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı Yayınları, 2009 215 a.g.ç. 216 a.g.ç. 62 hak ve özgürlükler açısından hak ettiği konuma getirilmesi, toplumumuzun da beklentisidir. Dolayısıyla atılacak adımlar, uluslararası kuruluşlar istediği için değil insanımız bu hak ve özgürlüklere layık olduğu için atılmalıdır.”217 Özgürlüklerin demokrasinin temeli olduğu düşünen AKP, özgürlüklerin korunması amacıyla uluslararası sözleşmelerin standartlarına çıkarılmış uygulamaları hayata geçireceklerini savunmaktadırlar.218 Temel hak ve özgürlüklerin uygulanması noktasında en sıkıntılı ve eleştiri alan konu olan düşünce ve ifade özgürlüğünde uluslararası standartların yakalanacağını ve çeşitliliklerin veya farklı toplumsal hareketlerin kendilerini rahatça ifade edebilecek bir ortam taahhüt eden AKP, bu noktada son dönemde bilinen en somut adımı Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinde değişikliğe giderek atmıştır.219 Özgürlükler konusunda en çok tartışma yaratan konulardan birisi başörtüsü serbestliğidir. Siyasal ortamda ve toplumda kutuplaşma yaratacak ölçüde tartışılan başörtüsü konusunda AKP, MHP ve DTP’nin desteğiyle üniversitelerde başörtüsü kullanımın serbest olmasına olanak sağlayan yasayı geçirmiş fakat Anayasa Mahkemesi düzenlemeyi iptal etmişti.220 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) konuyla ilgili kararının net olması sebebiyle221 bu tartışmalara son veren AKP, devletin pozitif sorumlulukları dâhilinde yapılacak düzenlemeler için 2009 yılında harekete geçmiştir. 1.2.2. CHP CHP, insan hak ve özgürlüklerinin uygulanmasının takipçisi olacağını ifade ettiği parti programında temel hak ve özgürlüklerin yalnızca yasayla sınırlandıran 217 www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html A.g.y. 219 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=254504, (Erişim: 25.02.2010) 220 http://bianet.org/bianet/bianet/107443-anayasa-mahkemesi-basortusu-duzenlemesini-iptal-etti (Erişim: 25.02.2010) 221 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3504033&tarih=2005-11-10 (Erişim: 25.02.2010) 218 63 düzenlemeler getireceğini, kişilerin özgürlüklerinden alıkonduğu durumların bir hukuki rejim olmaktan çıkarılıp yargı kararına bağlanacağını söylemektedir.222 Siyasal, düşünsel, toplumsal, dinsel ve bireysel özgürlüklerin tam anlamıyla korunabilmesi amacıyla Anayasa’da gerekli değişiklerin yapılacağını223 söyleyen CHP, temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran tüm Anayasa maddelerinin değişeceğini söylemektedir.224 Yıllardır önemli ihlal sorunu olan işkence ve kötü muamele konusundaki açıklamalarında ise CHP, işkence ve orantısız güç kullanımına izin verilmeyeceğini söylemektedir.225 CHP, düşüncenin açıklanmasının önemli araçlarından olan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ise ileri demokratik ülkelerin normlarına göre yükselteceklerini söylemektedir.226 1.2.3. MHP MHP’nin genel söylemini dikkate aldığımızda temel hak ve özgürlüklere ilişkin değerlendirmesi genel geçer ifadelerle dile getirilmiştir. Lakin MHP’nin temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda kullandığı ifade dikkat çekicidir: “Bu çerçevede; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı davranış ve uygulamalar hariç olmak üzere, bütün vatandaşların kişi güvenliği ve dokunulmazlığı, düşüncelerini ifade etme ve inandığı gibi yaşama başta olmak üzere bütün temel hak ve özgürlüklerine saygıyı esas almaktadır.”227 MHP’nin temel hak ve özgürlüklerde böylesi bir çekince koyması, “işkence yasağı” gibi evrensel kabul görmüş bir uygulamanın kimi hallerde ihlal edilebileceği anlamına yol açmaktadır. 222 Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s., 43 A.g.y., s., 43 224 A.g.y., s., 76 225 A.g.y., s., 43 226 A.g.y., s., 45 227 Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 22 223 64 1.2.4. BDP BDP ise temel hakların ve özgürlüklerin tanınması yolunda temel hak ve özgürlüklerin tanınması ve geliştirilmesi yolunda daha detaylı bir şekilde programında yer vermiştir. “Partimiz vicdanı red hakkını tanıyacak ve yasal güvenceye kavuşturulması için düzenlemeler yapacaktır.”228 “Cinsel yönelimlerinden dolayı dışlanmalara ilişkin yasalarda var olan baskıcı ve ayrımcı hükümler kaldırılacak, buna dönük uygulamaların önüne geçilecektir.”229 Temel hakların ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi yolunda dört siyasi partinin de hem fikir olduğunu kimi ayrı noktalar haricinde söyleyebiliriz. . Parti programlarında ve seçim bildirgelerinde göze çarpan ise geleneksel anlayıştan hareket eden AKP ve CHP’nin temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesinde kabul edilmiş ve normal şartlar altında da kabul edilebilecek ifadelerle anlatmaları; MHP’nin ise “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı davranış ve uygulamalar hariç olmak üzere” gibi muğlâk ifade kullanması ve BDP’nin kimi noktalarda temel hak ve özgürlükleri ayrıntılandırmasıdır. 1.2.5. Değerlendirme Çoğulcu bir demokrasinin işlerlik kazanması ve farklı düşüncelerin kendilerini ifade edebilmeleri açısından hayati öneme sahip olan temel hakları ve özgürlükler meselesini derinlemesine incelediğimizde devletin büyük sorumluluklarının olduğunu söylememiz mümkündür. Zira toplumun haklarını ve özgürlüklerini bireysel veya kolektif bir biçimde rahatlıkla kullanabilmesi için devletin koruma mekanizması oluşturması gerekmektedir. AKP hükümeti ilk elde il ve ilçe insan hakları kurullarına işlerlik kazandırarak hak ihlallerinin önüne geçilmesini sağlama çalışmış fakat üyelerin 228 229 Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 3 A.g.y., s., 4 65 memur olması nedeniyle kurullar çalışamaz hale gelmiştir.230 Daha önce eğitim almamış kişilerden oluşan bu kurulların başkanlığını illerde valiler, ilçelerde ise kaymakamlar yapmaktadır. Bu durumun en önemli sorunu hak ihlaline maruz kalan bireyin şikâyetini ulaştırdığı yerin hak ihlalini yapanla aynı olmasıdır. Bu kurullara sivil toplum örgütü temsilcileri de üye olabilmekte fakat söz gelimi “kasaplar odası” kurullara üye olabiliyorken “savaş karşıtı bir grubun” üyelik talebi gerekçesiz olarak reddedilmektedir. Kurullar aracılığıyla hükümetin takındığı bu ikili tutum Anayasa’nın 10. maddesinin231 ihlali anlamına gelmekte ve çoğulcu bir demokrasi kültürünün yerleşmesinin önünü tıkamaktadır. Çoğulcu bir demokrasinin yerleşmesi Radikal Demokrasi modelinin önemli bileşenlerinden birisi olduğu AKP hükümetinin bu noktada pekte başarılı olduğu söylenemez. Çoğulcu bir yapıya tahammülsüzlüğün en önemli örneklerinde biri de Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nda yaşandı. Kurulun altında oluşturulan “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu” tarafından hazırlanan ve Türkiye’de Lozan Antlaşması çerçevesinde tanınmış azınlık gruplarının yaşadığı sorunların dile getirildiği “azınlık raporu” 1 Kasım 2004’te yapılan basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Fakat basın toplantısı sırasında kurulun üyelerinden Kamu-Sen Genel Sekreteri Fahrettin Yokuş, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun okuduğu metni elinden alarak yırttı.232 Olayın ardından hükümet raporu sahiplenmezken raporu hazırlayan Prof. Dr. Baskın Oran ile kurulun başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu hakkında Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi uyarınca dava açıldı. AB’nin temel haklar ve özgürlükler alanında reform yapılması yönünde yaptığı baskılar sonucu kimi girişimlerde bulunan hükümetin bazı uygulamaları bu ortamda muhalefet tarafından eleştirilmektedir. Samimiyetle yapıldığı tartışmalı olan 230 Altıparmak Kerem, Türkiye’de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma, TBB Yayınları, 2007, s. 108 231 “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” 232 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=132968 (Erişim: 2 Mart 2010) 66 söz konusu reformlar bu nedenle konuyla ilgilenen sivil toplum kurumları ve üniversitelerce de eleştirilmektedir. Temel haklar ve özgürlükler özelinde yaşanan sorunlar ise, bu hak ve özgürlüklerin uygulandığı ülke deneyimlerinin gösterdiği, gibi yapılan reformların uygulanmaması nedeniyle değil reformların kağıt üzerinde kalacak şekilde düzenlenmesiyle ilgilidir. Temel haklar ve özgürlükler alanında atılım olarak sunulan çoğu girişimin bu şekilde hazırlandığı dikkatleri çekmektedir. Zira konuya destek, görüş ve öneri sunabilecek hiçbir grubu veya kurumu çalışmalarına dahil etmeyen hükümet hazırladığı tasarılar, TBMM’ye ulaşana dek çalışmalarını kimseyle paylaşmamaktadır. Oluşturulan koruma mekanizmalarının görev, yetki ve sorumluluklarında ise raporları görülemeyen izleme birimlerinin, üyelerinin hiçbir yetkisinin olmadığı kurulların, yetkisi ve bütçesi olmayan yapıların bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle söz konusu kurumları oluşturan hükümetin asıl amacının temel haklar ve özgürlükler alanında ’yaptım, oldu’ görüntüsü vermek istediğini söyleyebiliriz. Sorunu uygulamaya yönelten söylemler kanunların sorunsuz olduğu izlenimini oluşturmaya çalıştığı fakat gerçeğin öyle olmadığını fark etmek mümkün. Temel hakların ve özgürlüklerin kurumsal bir koruma altına alınması çabasının son örneği “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adıyla başlatılan sürecin orta vadedeki hedefleri olmuştur. İleride kapsamlı bir şekilde anlatılan sürecin orta vade hedeflerini anlatan İçişleri Bakanı Beşir Atalay şunları söylemişti: “Değerli milletvekilleri, bu nedenle birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız bir ‘Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu’ ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak etkili bir denetim gerçekleştirecektir. Konuyla ilgili kanun tasarısı yakında yüce Meclise gönderilecektir. Bunu ülkemizde demokratik bilincin kılcal damarlara kadar işlemesinde, yerleşmesinde, derinleşmesinde önemli bir mekanizma olarak görüyoruz. Aynı şekilde, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını bağımsız ve sivil bir ‘İnsan Hakları Kurumu’na dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni kurum da ayrımcılıkla mücadele komisyonu gibi insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi 67 görecektir. İnsan hakları kurumuna ilişkin kanun tasarısı da hemen kısa sürede Meclisimize sunulacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla birlikte işkence ve kötü muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır. Hemen hatırlatayım ki, ihtiyari protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde ulusal önleme mekanizması kurulacaktır ve bu halkanın dördüncü önemli unsuru, başta insan hakları ihlalleri konusu olmak üzere, kolluk hakkındaki şikâyetlerin incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik bir mekanizma oluşturma çalışması Bakanlığımızda devam etmektedir. Kurulması düşünülen bağımsız kolluk şikâyet mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik 233 güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir.” Bakanın söz konusu açıklamasında yer alan dört koruma mekanizmasının oluşturulması şüphesiz ne kadar önemliyse daha önce de belirtildiği gibi çalışmalara katkı sunacak kurumların düşüncelerinin göz ardı edilmesi ve “kapalı kapılar ardı” modelinin benimsenmesi kurulacak kurumların tek yanlı bir görüşün ürünü olacağı ortadadır. Düşüncelerini ifade etmede toplum içinde çoğunluğa nazaran dezavantajlı bir konumda bulunan farklı toplumsal hareketlerin ihtiyaçlarına yönelik olan bu çalışmalarda farklı azınlık grupları adına da hareket edilmesi çalışmanın temel taşlarından olan düşüncelerin çatışması görüşüyle çelişen bir durumu yansıtmaktadır. Demokratik bir toplum yolunda temel hakların ve özgürlüklerin yeterince kullanılamamasını sorun olarak gören hükümetin, sorunun çözümünde mağdur olarak addedebileceğimiz kesimlerle masaya oturması beklenirdi. Bu grupların olmadığı bir sürecin ise demokratik olarak adlandırılması hem yanlıştır hem de çoğulculuk anlayışıyla ters düşmektedir. Hükümetin bu tarz bir yaklaşımı demokratik yaşamın en önemli unsurlarından olan yapıcı muhalefetin yaşam alanını genişletmek yerine farklı toplumsal hareketlerin çalışmalarını kısıtlamaya yönelik bir girişim olarak nitelendirmek mümkündür. Oluşan bu algı ise hükümet yetkililerinin söylemlerine 233 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul Tutanağı 23. Dönem 4. Yasama Yılı 18. Birleşim 13 Kasım 2009 Cuma, s. 3-4. 68 yansımakta ve reformların çoğulcu, farklılıklara saygı duyan bir toplum oluşturmak için değil AB üyeliğinin gerekliliği nedeniyle yapıldığını ifade etmektedirler. Bu ifadeler AKP programında belirtilen ve hayata geçirilmesi öngörülen hak ve özgürlükler konusunda partinin tutarlılık sorunu olduğunu göstermektedir. Tutarlılık sorunu olması da AKP programı ve uygulamalarının Radikal Demokrasi modeli ile uyum sorunu ortaya çıkarmaktadır. Hak ihlallerinin esas öznesi olan ve şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran devlet adına hareket eden iktidarın, temel hakların ve özgürlüklerin kullanımında sorun yaşayan farklı toplumsal kesimlerle kuracağı işteş ilişki çoğulcu bir devlet yapısının önünü açacaktır. Nüfusun çoğunluğundan farklı bir dine mensup bireylerin, farklı ideolojik düşünceye sahip bireylerin, farklı cinsel tercihleri ve yönelimleri olan bireylerin toplumun genelinin sahip olduğu temel hakları ve özgürlükleri herkes gibi eşit kullanabilmesi için yukarıda yaptığımız tartışma etrafında bu bireylerin haklarının güvence altına alınması gerekmektedir. (öneriler kısmı için uygun bir cümle) Devletin sadece bu şekilde bir mekanizma geliştirmesi ise sorunun bir kısmını çözmeye yetecek azınlık gruplarının maruz kaldığı ayrımcılık ise farklı bir çalışmayı zorunlu kılacaktır. “Demokrasi mücadelesi”nin soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte özellikle gelişmiş ülkelerce çevre ülkelere taşınmasının ardından gelişmiş ülkelerdeki farklı toplumsal kesimlere yönelen ayrımcılık uygulamaları bu ülkelerin yeni arayışlar içine girmesine neden olmuştur. Zira nefret suçları, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık Avrupa’da 1990’lardan itibaren yeniden canlanmıştır. Avrupa ise toplumda sertleşerek yükselen kutuplaşmaya önlem almak için yeni koruma mekanizmaları geliştirmiş, yabancı düşmanlığını körükleyebilecek çalışmaları engellemiştir. Türkiye’de ise temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesi yolunda çalışmalar yürütülürken toplumdan azınlık gruplarına karşı yükselen tepkiye sessiz kalınmış hatta kimi zaman destekleyici ifadeler kullanılmıştır.234 234 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’da 3 Kasım 2008’de meydana gelen toplumsal olaya pompalı tüfeğiyle müdahale etmek isteyen bir kişiyle ilgili aşağıdaki sözleri söylemiştir: “Ben vatandaşlarıma özellikle sabrı tavsiye ederim. Fakat tabii bu sabır nereye kadar olacak? Bunun da 69 Eşitlik ve özgürlük ikileminde yaşanan tartışmalarda temel hakların ve özgürlüklerin ne ölçüde kullanılacağı, dezavantajlı grupların hak ve özgürlüklerinin nasıl koruma altına alınacağı yasalar çerçevesinde belirlenebilmesi mümkün iken toplumsal bilinç düzeyinde de çoğulcu bir yaklaşımın benimsenmesi gereklidir. Çünkü toplumsal algıda gerçekleştirilecek değişiklikler tabandan yönetim algısına baskı uygulayacak bir ortam oluşturabilir. 1.3. Sivil Toplum Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarının Türkiye’de nasıl ele alındığı noktasında inceleyeceğimiz son kavram “sivil toplum”dur. Demokratikleşmenin önemli unsurlarından biri olarak görülen sivil toplumun azınlıkta kalan düşüncelerin ve farklı toplumsal hareketlerin kendilerini ifade edebilme aracı olarak gören AKP, sağlıklı bir demokrasi için farklı düşüncelerin rekabet edebilmesi gerektiğini söylemektedir.235 endişesi içindeyim. Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, hayatına kastederseniz, hayatına kastettiğiniz vatandaş kalkıp da eğer elinde böyle bir tedbiri, böyle bir imkânı varsa o da kendisini savunma yoluna gidecektir. Bu tür yollara bu bir sevktir. Düşünün, size diyorlar ki, şu meydanı ben size vermem. İzin istiyorsun değil mi? Miting mi yapacaksın kardeşim? Miting yapılacak meydanlar belli. Gidersin bu meydanda demokratik hakkını kullanırsın, mitingini yaparsın. Ama hayır ben istediğim yerde yaparım dediğin zaman kusura bakma istediğin yerde yapamazsın. Düşünün çocukları kullanıyorlar. 6-7, 10-11 yaşında çocuklar, 15 yaşında gençler. Bu gençler geliyorlar, düşünün benim semtimdir Beyoğlu, orada Dolapdere’den Taksim’e çıkan o dar yollarda lastikler yakıyorlar. Orada o halkın yaşadığını düşünün. Evlerinden kaçışanlarını gördüm ben. Bu olacak iş mi Allah aşkına? Bunun insanlıkla, demokrasi mücadelesiyle, özgürlük mücadelesiyle ne alakası var? Bu terörün tam manasıyla mahalle aralarına girmek suretiyle halkı tahrik, halkı bu noktada ne yazık ki böyle bir çatışma içine çekmekten başka yol değil. Bu iyi bir yol değil. Ben tavsiye ediyorum, özellikle gençlerimize sesleniyorum; bu oyuna gelmeyin. Bakın 10-15-20 yıl sonra biz nasıl aldatıldık diye dert yanarsınız ama iş işten geçmiş olur. Bakın geçmişte aynı şeyleri bu ülke yaşadı. 60’lı yıllarda bu ülke bunları yaşadı. Şimdi o dönemin insanları karşılıklı mücadele ettikleri insanlarla kol kola, ortaklıklar kurmuşlar, biz nasıl bu oyuna geldik, nasıl bu tezgâha geldik. Hep bunu şimdi konuşuyorlar. Şimdi dikkat ediyorum, çıkarıyorum arşivleri bakıyorum aynı oyun bugün yine tezgâhlanıyor. Bu oyuna gelmeyelim, gençlerimizi bu işe kurban etmeyelim. Onun için de medyaya bu noktada çok büyük iş düşüyor. Özellikle terör örgütünün propagandasını yapacak yollardan kaçınmaları lazım.” (Hürriyet Gazetesi, 4 Kasım 2008) 235 www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html 70 1.3.1. AKP İktidar olmanın toplumun tamamını temsil etmeye yetmeğini belirten AKP, hükümetin toplumun geneline hitap eden uygulamaları için sivil toplum tarafından denetlenmesi gerektiğini ifade eder.236 Bu aşamada vatandaşlarının tercihlerine saygı duymak için çeşitli politikalar uygulayacağını ileri süren AKP, söz konusu politikaları şu şekilde sıralamaktadır: “ * …siyasi partilerin hareket ve faaliyet alanlarını genişletecektir. * … Diyaloga dayalı bir yönetim anlayışı kazandıracaktır. * … Kopenhag Kriterleri’nin demokratikleşmeye yönelik ilkeleri esas alınarak ulusal hukuk düzenimizde yapılması gereken değişiklikler, mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilecektir. * Vatandaşların yönetime katılması ve yönetimi denetleyebilmesi için bilgi ve belgelere ulaşılabilmesini kolaylaştıracak, böylece vatandaşların bilgiye ulaşım hakkını etkili olarak kullanabilmesine imkân sağlayan düzenlemeleri yapacaktır. * … İşlevsel yeni yerel yönetim birimleri oluşturacaktır. * Vatandaşların kendi köyleri, mahalleleri, şehirleri, hizmetlerinden yararlandıkları ve çalıştıkları kurumları ile ilgili konulardaki görüşlerini, şikâyetlerini ve çözüm önerilerini değerlendirecek ve işleme koyacak mekanizmalar oluşturacaktır. * Sivil Toplum Örgütleri’nin görüşlerini alarak ilgili yasal düzenlemeleri değiştirecek, sivil toplum örgütlenmesini çağdaş demokratik ülkelerdeki düzeye ulaştıracak bir yasal çerçeve çizecektir. * Memur statüsünü yeniden belirleyecek, memurların sendikal örgütlenmelerini ve haklarını yeniden ele alacaktır. * Seçilme yaşının 25’e indirilmesiyle gençlerin demokratik süreçlere aktif katılımını sağlayacak ve genç nüfusun ülke yönetiminde sorumluluk almasını teşvik edecektir. 236 www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html 71 * Demokrasilerin temel niteliklerinden biri olan toplantı ve gösteri özgürlüğünün daha etkili kullanılabilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri gerçekleştirecektir. * Merkezi ve Yerel Yönetimler; Sivil Toplum Örgütleri, Mesleki Kuruluşlar, Sendikalar ve Özel Sektör Temsilcileri’nin görüşlerini alacakları ortak kurul, komisyon, kriz masası ve her türlü platformu oluşturacaktır.”237 Seçim bildirgesinde ise demokratik yönetimin uygulanabilmesi için sivil toplumun güçlenmesinin gerekliliğine vurgu yapan AKP, “iyi yönetişim” anlayışıyla etkili bir kamuoyu denetiminin gerekliliğini tekrarlamaktadır.238 Seçim bildirgesinde göze çarpan noktalardan biri de Belediye Kanunu’nda yapılan değişiklikle oluşturulacak Kent Konseyleri aracılığıyla sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetimlere etkin katılımının sağlanacağı düşüncesidir.239 1.3.2. CHP CHP’nin sivil toplum kavramına bakış tarzı da AKP’nin sivil toplumu ele alış biçimine benzemekle birlikte yeterince detaylandırılmamıştır. CHP, toplumun sivil toplum örgütleri aracılığıyla ülkede daha etkin duruma gelmesinin sağlanacağını ve sivil toplum örgütlerinin, kendi uzmanlık alanlarında devletin gerçekleştirmeyi öngördüğü belirli projeleri katılımcı bir anlayışla üstlenecekleri ve bu sürecin de Sivil Toplum Koordinasyon Kurulu’nca denetleneceği parti programında yer almaktadır.240 Sivil toplumun önemli ayaklarından olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi anlayışına karşı çıkan CHP, kamu yönetiminin parçalanmasına yol açan uygulamaların düzeltileceğini söylemektedir.241 237 A.g.y. Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi, s., 10 239 A.g.y., s., 11 240 Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s. 76 241 Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007, s., 59 238 72 1.3.3. MHP Parti programında sivil toplum ve katılımcılık ilkesine yer veren MHP de CHP gibi sivil toplumu nasıl geliştireceklerine dair detaylı ifadeler kullanmamıştır. “Sivil toplum kuruluşlarının, ülkenin hukuk düzenine, değerlerine, geleneklerine, üniter yapısına ve kamu düzenine uygun faaliyet yürütmeleri kaydıyla toplum hayatında etkin bir rol üstlenmeleri sağlanacaktır.”242 1.3.4. BDP BDP ise devletin daha fazla güç ve yetkiyle donatılmasının toplum üzerine baskı oluşturduğunu savunarak devletin küçültülerek koordinasyon işlevi gören bir yapıya kavuşturulacağını ileri sürmektedir.243 Sivil toplum konusunda en radikal düşünceye sahip olan BDP, devletin küçültülüp sivil toplumun güçlendirilmesiyle karar alma mekanizmalarına toplumun daha rahat katkıda bulunacağını söylemektedir: “Demokratik toplumun gelişmesi beraberinde devleti de demokratik bir yönetim organizasyona dönüştürecektir. Bu temelde toplumun demokratik yapılanmasına azami önem verilecek, demokratik bilinç, kültür ve yaşamın geliştirilmesi ve çağdaş ölçülerde bir düzeye kavuşması yönünde çalışmalar teşvik edilerek desteklenecektir. Bunun için özellikle STÖ'lerle sürekli ilişki içinde olunarak, bu kurumların her aşamada etkin katılımı sağlanacaktır.”244 1.3.5. Değerlendirme Partilerin sivil topluma bakış tarzlarını incelediğimizde AKP’nin daha net, MHP ve CHP’nin ise temkinli olduğunu dile getirebiliriz. Bunun nedeni olarak ise Türkiye’de toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak her işin devlet tarafından yerine 242 Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 44 Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 5 244 A.g.y., s., 5 243 73 getirileceği ve bu noktada devreye girmesi beklenen sivil toplum örgütlerinin dış dinamiklerin ajanı olduğu yönündeki kuvvetli görüş yatmaktadır.245 AKP’nin kimi noktalarında çekinerek dile getirmek durumunda kaldığı sivil toplum ve devletin küçültülmesi hususunda BDP’nin en net ifadeleri kullanmasında hem liberal görüşe yakın siyasi parti geleneğinin daha köklü olması hem de Kürt meselesinde yaşanan sorunların yurtdışına aktarılması esnasında karşılıklı etkileşimlerle BDP’nin temsil ettiği geleneğin liberal demokrasi düşüncesini özümsemesinde yatmaktadır. Radikal Demokrasi modeli çerçevesinde ele aldığımız üç kavrama topluca baktığımızda AKP’nin parti programında detaylı anlatımlara önem verdiğini ve bunları da seçim bildirgesine yansıttığını görmekteyiz. İktidarının ilk döneminin son yıllarında reform çalışmalarını yavaşlatan AKP, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri’nin ardından ilk olarak 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi yönünde çalışmalar başlatmış fakat parti programlarında 1982 Anayasası’na karşı olduklarını belirten CHP ve MHP’nin şiddetli tepkileri üzerine çalışmaları dondurmuştur. 2007 seçimlerinden sonraki süreçte meydana gelen tartışmalarda CHP ve MHP sert bir tutum takınmış ve tekçi devlet yapısına uygun söylemler geliştirmişlerdir. Zira o dönemde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde can kayıplarının artması, çatışmaların yoğunlaşması iktidar partisini zor durumda bırakmış ve muhalefet partilerinin eleştirilerine hedef olmuştur. CHP’nin bu tutumu üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal’in de dikkatini çekmiş ve CHP atılma uyarısı almıştır.246 Kimlik tartışmalarıyla ilgili en hızlı tartışma süreci ise 2009 yılında meydana gelmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “2009 yılında güzel şeyler olacak” demesinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 60. hükümet en sonunda “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak adlandırdıkları süreci başlatmış ve kimi uygulamaları yürürlüğe sokmuşlardır. İktidar partisi bu dönemde çeşitli kesimlerden tepkiler almıştır. Muhalefet partilerinden tehdit düzeyine varan tepkilerde ülkenin bölüneceği konusu işlenirken; 245 Acı, Esra Yüksel, Sivil Toplum Kuruluşları / Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri, Günizi Yayıncılık, 2005, s. 14 246 Sosyalist Enternasyonal (SE) 23. Genel Kurulu Kararları, 03.07.2008 74 özellikle sivil toplumdan iktidar partisinin süreci tek başına yürütmesiyle ve bu konuda samimiyetsiz olmasıyla ilgili eleştiriler gelmiştir. Çeşitli konularda açılım çalışmalarına girişen iktidar partisi Kürt Açılımı, Alevi Açılımı ve Roman Açılımı gibi yıllardır tartışma konusu olan başlıklarda çalışma başlatmış, bu anlamda devlet düzeyinde bu konuların tartışılmasının önünü açmıştır. Kimlik tartışmalarında temel başlık olan anadilin kullanımına ilişkin hükümet RTÜK’ün özel kanallarda sürekli olarak Türkçenin haricinde bir dilin kullanımına olanak sağlayan düzenleme yapmasını sağlamış; ayrıca üniversitelerde Türkiye’de konuşulan diğer dillerin öğretilmesine dair kürsülerin açılması çalışmasına başlanmıştır. Projeyi başlatan adımı atan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 10 Mart 2009’da İran’a gerçekleştirdiği ziyaret öncesinde yaptığı açıklamada “Kürt sorununda önümüzdeki günlerde iyi şeyler olacak” diyerek Kürt meselesinin çözümünde devletin adım atacağının sinyallerini verdi.247 12 Mayıs 2009’da yaptığı açıklamada Kürt meselesinin çözümü için şartların uygun olduğunu ve bu konuda başlatılan çalışmaların devam ettiğini belirten İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “yerel talepler” olması halinde köylere Kürtçe adlarının iade edilebileceğini söyledi. Bu anlamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki 60. hükümetin başlattığı ve adı ilk olarak Kürt açılımı sonra Demokratik açılım ve nihayetinde Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak adlandırılan girişimler için somut adımlar 2009 yılında Sağlık Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından atıldı. 247 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11211619&yazarid=215, Cengiz Çandar, Çankaya'daki Abdullah-İmralı'daki Abdullah (Kürt sorununda ‘iyi şeyler' olacak), Referans Gazetesi, 15 Mart 2009 75 Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlar göre söz konusu dört kurum, Güneydoğu’da yaşayan halkla temas eden personelinin Kürtçe bilmesini tercih nedeni yaptı.248 Yanı sıra kimi sosyal kampanyalar ve çalışmalar için hazırlanan afişler ile dini günlerde yapılan dini konuşmalar Kürtçe olarak hazırlandı. Bu kapsamda 25 Haziran 2009’da Regaip Kandili nedeniyle yapılacak mevlit, Diyarbakır’daki Ulucami’de Kürtçe okundu. Hükümetin başlattığı girişimin ilk somut adımı 1 Ağustos 2009’da Polis Akademisi’nde düzenlenen “Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru” adlı çalıştay ile atıldı. Çalıştayda İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar, Mustafa Karaalioğlu, Nasuhi Güngör, Deniz Ülke Arıboğan, Muharrem Sarıkaya, Hasan Cemal, Okan Müderrisoğlu, İbrahim Kalın, Mithat Sancar, Ruşen Çakır, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Mümtaz’er Türköne ve İhsan Dağı ile bir araya geldi. Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümüne ilişkin hükümetin başlattığı çalışmaları en geniş katılımlı bir konsensüsle gerçekleştirmek isteyen Beşir Atalay, bir ay boyunca siyasi partileri, sendikaları, meslek örgütlerini ve sivil toplum kuruluşlarını kapsayan görüşmeler yaptı. Hükümetin başlattığı açılım politikasının TBMM’ye 10 Kasım 2009’da anlatılmak istenmesinin tartışmalara yol açması üzerine hükümet TBMM’de gerçekleştirilecek oturumu 13 Kasım 2009’da yaptı. 13 Kasım 2009’da TBMM’de gerçekleşen görüşmede İçişleri Bakanı Beşir Atalay, yürüttükleri çalışmanın iki temelinin Güneydoğu’daki çatışmaların sona ermesi ve demokrasi standardının artması olduğunu söyleyerek “açılım”ın sloganının “herkes için daha fazla özgürlüktür” olduğunu dile getirdi. Beşir Atalay, normalleşme sürecinde düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve “terörle mücadele” alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele Kanunu’nda kimi değişiklikler yapıldığını anımsattı. 248 http://www.bugun.com.tr/haber-detay/69831-kurtce-bilen-memur-araniyor-haberi.aspx (Erişim: 22.02.2010) 76 Vatandaşların günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi için özel kurslar açılabilmesine imkân sağlandığını hatırlatan Beşir Atalay, farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının yasal güvenceye kavuşturulduğunu, TRT 6’nın yayın hayatına başladığını söyledi. “Demokratik açılım”ın orta vadeli tedbirlerin genellikle yasal değişiklik gerektiren çalışmalar olduğunu söyleyen Beşir Atalay, hiçbir ayrım yapılmadan bütün vatandaşların mekanizmaların hukuk kurulmasını, önünde eşit mevcut olduğu ve hakkını mekanizmaların arayabildiği güçlendirilmesini amaçladıklarını kaydetti. Beşir Atalay yeni kurulacak mekanizmalarla ilgili olarak, “yegâne gayemiz, vatandaşlarımızın onurlu, vakur, güvenlik içinde ve özgürce yaşamasını sağlamaktır. Bu bağlamda ilk olarak, oluşturmayı planladığımız insan haklarını korumaya yönelik yeni denetim mekanizmaları var. Bilindiği gibi, Anayasamızın 10. maddesi her türlü ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu hükmün uygulamasını izleyecek bağımsız bir mekanizmanın oluşturulması insan hakları standardımızın yükselmesine ciddi katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız bir Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu, ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak, etkili bir denetim gerçekleştirecektir. Konu ile ilgili kanun tasarısı yakında Yüce Meclise gönderilecektir. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını, bağımsız ve sivil bir İnsan Hakları Kurumuna dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni Kurum da Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu gibi, insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi görecektir. İnsan Hakları Kurumuna ilişkin kanun tasarısı da yakında Meclise sunulacaktır. İşkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla birlikte, işkence ve kötü 77 muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır. İhtiyari Protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde Ulusal Önleme Mekanizması kurulacaktır.” Beşir Atalay’ın bağımsız, sivil bir İnsan Hakları Kurumu oluşturmaya yönelik hükümetin çalışmalarından bahsederken yönteme ilişkin herhangi bir vurgu yapmaması sivil toplumla ilişkiler açısından değinilmesi gerekli olan bir noktadır. Başbakanlığa bağlı bir kurum olmaktan çıkarılması beklenen yeni kurumun uluslar arası hukuktaki anlamı daha farklı olmakta ve yeni oluşturulacak olan kurumdan uluslararası insan hakları standartlarının ulusal hukukta uygulanması bakımından köprü görevi üstlenmesi beklenmektedir.249 Bununla birlikte mali ve karar alma özerkliği netleştirilmeyen bu kurumun hareket kabiliyetinin kısıtlanması ve personel bakımından “bürokratik bir hantallığa” itilmesi hali hazırda sivil toplum örgütlerinin getireceği eleştirilerdir. Bu durumda ise beklenen sonuç sivil toplumun güçlenmesinin aksine sivil toplumun sönümlenmesinin en güçlü araçları haline gelebilmektedirler.250 Oysaki tavsiye raporların uluslararası örgütler, temel hakların ve özgürlüklerin korunması ve desteklenmesini güçlendirmek için sivil toplumu da içeren mekanizmalar kurulması konusunda talepler dile getirmekte fakat AKP hükümetin yürüttüğü çalışmalarda istenilenin tersi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Keza uluslararası örgütlerin kurumsal yapıların seçiminde hükümetin tek taraflı kararı ile değil sivil toplumla diyalog halinde karar vermesi isteği sürekli dile getirilmektedir.251 Yasa tasarısının TBMM’ye gelmesine kadar geçen süreci göz önünde bulundurduğumuzda ise bu alanda faaliyet yürüten sivil toplum örgütlerinin sürecin tamamen dışında bırakıldığı ve temel hakların ve özgürlüklerin korunmasında önemli 249 Kerem Altıparmak, Köprüden Önce Son Çıkış: Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı’nın Eleştirel Değerlendirmesi, A.Ü. S.B.F. İnsan Hakları Merkezi İnsan Hakları Çalışma Metinleri: 13, Ankara, 2010, s. 38 250 Altıparmak, a.g.y., s., 38 251 Altıparmak, a.g.y., s., 39 78 bir araç olan ulusal insan hakları kurumunun AB’ye üyelik sürecinde pazarlık malzemesi haline getirildiğini ifade edebiliriz.252 Sivil toplumun güçlendirilmesi adına ulusal insan hakları kurumunun uluslar arası alanda kabul görmesi ise şu haliyle sivil toplumun mücadele alanını daraltacak ve temel hakların ve özgürlüklerin ihlali anlamında yürütmeye meşruiyet kazandıracaktır. İnsan hakları ihlalleri konusu başta olmak üzere kolluk hakkındaki şikâyetlerin incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik yeni bir mekanizma oluşturma çalışmasının devam ettiğini bildiren Beşir Atalay, “kurulması düşünülen Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir” dedi. 2009 yılındaki çalışmaları çalışmamız kapsamında değerlendirdiğimizde hükümetin önce belirli bir bölgenin halkı için çalışma başlattığı izlenimi edinilmiş fakat daha sonra toplumun geneline hitap eden çalışmalar yürütülmeye çalışılmıştır. Kimliklerin tanınması ile temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönünde yürütülen çalışmaların iç içe gittiği bu dönemde hükümetin temsil ettiği siyasal geleneklerden oldukça farklı bir yol izlediği gözlemlenmiştir. CHP hem parti programında yazanlarla hem de hazırladığı raporlarla ters düşen bir görüntü çizmiş ve tüm gelişmeleri eleştirmiştir. Oysaki CHP, 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde partinin genel ideolojisinin tersi bir tutum çizmiş ve toplumun farklı kesimlerinden oy talep etmişti. Sancılı bir süreç halinde ilerleyen bu dönemde kültürel kimliklerin tanınmasıyla temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesinin ise sadece hükümetin bir başarısı olarak görmek ise yanıltıcı olabilir. Çünkü değişen siyasal ortam devletlerin içinde bulunduğu koşulları gözden geçirmesini gerekli kılmaktadır. Öte yandan devletin küçültülmesi tartışmalarını sadece özelleştirme anlamında düşünmediğimizde sivil toplumun ve halkla daha fazla temasta bulunan yerel 252 Altıparmak, a.g.y., s., 39 79 yönetimlerin güçlendirilmesi olarak ele almamız; Radikal Demokrasi modeli mantığında daha işlevseldir. Daha önce de değinilen kimi olguları “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” kapsamında değerlendirdiğimizde ise demokratikleşme çabalarının toplumun farklı kesimlerini kapsamadığını korunmasından vicdani azınlık reddin haklarından, tanınmasına; LGBT haklarına; Anayasanın çevrenin değiştirilmesinden Türkiye’nin yakın tarihiyle yüzleşmesine kadar pek çok noktada eksik kaldığı söylenebilir. 80 BEŞİNCİ BÖLÜM RADİKAL DEMOKRASİ’NİN TÜRKİYE’DE ANLAŞILMASI Laclau ve Mouffe’nin geliştirdiği Radikal Demokrasi Kuramı’nı temel alan çalışmamızda “radikal demokrasi”nin ne anlama geldiği, hangi ihtiyaçlardan ötürü doğduğu ve hangi tarihsel zorunlulukların kuramın gelişmesine doğrudan veya dolaylı katkıda bulunduğunu belirtmeye çalıştık. Özgürlük temelli liberal demokrasinin çoğulculuğunu dikkate alan Radikal Demokrasi Kuramı’nda toplumda yer alan küçük grupların kendilerini ifade edebilmesinin gerçek anlamda bir demokrasiye işaret ettiğini vurguladık. Düşüncelerin çatışmasıyla ortaya çıkacak siyasal ortamın toplumun mutluluğu açısından yeni bir durum olmasının olası olduğunu ifade ederken kuramın her ülkede veya bölgede aynı yöntemlerle uygulanamayacağının ve aynı reaksiyonu gösteremeyeceğinin altını çizdik. Ortodoks bir siyasi geleneğe sahip olan Türkiye’de karşılaşılan sıkıntıları ise hem Fuat Keyman’ın Radikal Demokrasi’yi ele alışında hem de TBMM’de grubu bulunan siyasal partileri mercek altına aldığımızda inceleme fırsatı bulduk. Yaygın siyasal kültürün egemen devlet ideolojisinin etkisinden kurtulamaması sebebiyle tekçi, çatışmaya yer bırakmayan bir düşünce ortamında benzer olgularla hareket ettiği yapılan incelemelerde görülmüştür. Keza Radikal Demokrasi Kuramı’nın da öngördüğü kimi özgürlük alanlarının kullanılabilmesi veya kimlik politikalarının yürütülmesine imkân verilmesi gibi durumlar da yaygın siyasal kültürün yoğun eleştirisine maruz kalmaktadır. Temel hakların ve özgürlüklerin kullanılabilmesi için devlete düşen sorumlulukların bağımsız birimlerce yürütülmesini öngören insan haklarının kurumsallaştırılması çabaları da Türkiye’de hala tartışılan konuların başında gelmektedir. Tüm bu tartışmaları Laclau ve özellikle Mouffe’nin geliştirdiği kuram çerçevesinde düşündüğümüzde Radikal Demokrasi Kuramı kendi içinde tartışılması gereken pek çok yanlara sahip iken tartışmalı noktalarda dahi Türkiye’nin demokratikleşmesi için yeterli özelliklere sahiptir. 81 Egemen iktidarın bu argümanları kullanarak yapmak istediği ise henüz net değildir. Çünkü 1990’dan itibaren çeşitli toplumsal muhalefet hareketleri ciddi anlamda güç kazanmış; birikim edinmiş ve kendisine uluslararası platformda muhatap bulmuştur. Kimliklerin tanınması, temel hakların ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi ile sivil toplumun güçlendirilmesi yolunda atılan adımların söz konusu muhalif hareketlere nasıl bir ivme kazandıracağı zamanla anlaşılacak bir olgudur. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (hükümet) 2002 yılının Kasım ayında iktidara geldiği dönemden beri Türkiye’de “demokrasinin demokratikleştirilmesi” yolunda attığı adımlar inişli çıkışlı bir grafik sergilemesi hükümet hakkında analiz yapmayı zorlaştırmaktadır. 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerindeki oy oranını göz önünde bulunduracak olursak AKP’nin aldığı oy oranı %38,8’dir.253 Hükümet olan bir siyasi partinin son seçimlerde alamadığı oy oranının bulunduğu noktayı yani %61,2’lik kesimi AKP politikalarını kabul etmeyen ve AKP’yi “gerici” olarak gören bir pozisyonda değerlendirmemiz mümkündür. Anayasa Mahkemesi de aldığı kararla her ne kadar kapatma kararı vermese de partiyi “laiklik karşıtı fillerin odağı” olarak tanımladı.254 Uluslararası arenada parti “ılımlı İslamcı” olarak tanımlanırken AKP Avrupa’daki benzerlerine uygun olarak kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlamaktadır. Çalışmada daha önce dile getirdiğimiz bu durum, yeni muhafazakârlığın liberal siyasette yükselmesi, Türkiye’de de benzer etkiyi göstermiş ve İslamcı çizgileriyle tanınan bir grup Fazilet Partisi’nden yenilikçi kanat adıyla ayrılarak AKP’yi kurmuştu. Avrupa Birliği (AB) endeksli politika yapmanın belirleyici etkisiyle başlayan bu yeni dönemde hükümet kurmayları, politik kriz ortamlarında sıklıkla dile getirilen “Türkiye’nin kendine özgü şartları”nın ortadan kaldırılmasının ve demokrasini güçlendirilerek AB’ye tam üyeliğin hedeflendiğini dile getirdiler. 253 254 http://www.secim.haberler.com/2009/partilere-gore-durum/ (Erişim: 20.03.2010) http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/463579.asp (Erişim: 20.03.2010) 82 İktidarının ilk dönemlerinde kimlik politikalarına değinmeyen fakat temel hakların ve özgürlüklerin genişletilmesi ve korunması yolunda 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonucu hazırlanan 1982 Anayasası’nda yer alan hükümleri “uyum paketi” adıyla değiştiren hükümet, gerek yaptığı reformların AB’den umduğu desteği alamaması gerek iç politikada ve tabanında tepkiyle karşılanması üzerine 2005 yılından itibaren reformlarda yavaşlamıştır. Bürokrasiyle özellikle yargıyla kıyasıya bir iktidar mücadelesine giren iktidar partisi, bir yandan küresel ekonomiye uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da cumhurbaşkanlığı krizinin255 yarattığı koşullarla birlikte hakkında açılan kapatma davasıyla meşgul olmuştur. AKP’nin muhafazakâr bir parti olup olmadığına karar verebilmek için “muhafazakâr” kavramının tartışılması gerekiyor. İki ayrı tutum alış tarihte muhafazakâr olarak adlandırılmaktadır. Birincisi meydana gelen her tür değişime direnen, her koşulda var olan durumu savunan tepkisel muhafazakârlık iken ikincisi 1848 ayaklanmalarından sonra oluşan ideolojik muhafazakârlıktır. Bu tarz muhafazakârlık, var olan yapının değişimine karşı çıkan tepkisel muhafazakârlıktan farklı olarak, değişimin kaçınılmazlığını kabul ederek kontrol etmeye çalışır. İdeolojik muhafazakârlara göre din, aile gibi konularda değişim kötüdür. Diğer alanlardaki değişim ise kaçınılmaz, hatta teknoloji alanında yaşanıyorsa iyidir. İdeolojik muhafazakâr partiler, bu anlayışlarına uygun olarak, değişimi bürokrasinin yol göstericiliğinde yaşanacak teknik bir süreç olarak algılamışlar ve bu süreci denetleyebilmek için bürokrasiyle işbirliği içine girmişlerdir. İlk tarzın Türkiye’de en iyi örneği CHP, ikinci tarzın en iyi örneği ise Demokrat Parti’yle başlayan gelenektir. Hükümet partisi ikinci örneğe yakın olmakla birlikte üzerinde daha farklı araştırmalar yapılmasını gerektiren bir çizgide ilerlemektedir. Bu nedenle bu kısa değinme hükümet partisinin tutumunun radikal demokrasi bağlamında nasıl ele alınabileceği bakımından yeterli olmaktadır. Fakat özetlemek gerekirse AKP’nin son dönemde gerçekleştirdikleriyle radikal bir dönüşümcü olduğu söylenebilir. Şartların 255 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=556653 (Erişim: 20.03.2010) 83 getirdiği zorunlulukla bu izlenimi oluşturan hükümet partisinin çizgisini devam ettirmesi ise kadrolarının ideolojik muhafazakârlığın mektebinde yetişmiş olmaları itibariyle mümkün görünmemektedir. Radikal demokrasi kuramının temel kavramları itibariyle Türkiye’deki siyasal ortamında ele aldığımız çalışmamızda en önemli yeri tutan hükümet partisinin modelimiz kapsamında çeşitli dönemlerde ciddi adımlar attığını dile getirdik. AB’ye üyelik sürecinin etkisiyle gerçekleştirilen reformların henüz topluma yansımasının tam anlamıyla sağlanamaması nedeniyle kalıcılıkları konusunda şüpheyle yaklaşılmaktadır. Fakat çoğulcu bir siyaset anlayışının hissedilmeye başlandığı, temel hakların ve özgürlüklerin algılanışının değiştiği böylesi bir ortamda gerek radikal demokrasi modeli bakımından gerekse demokrasinin işlerliğinin toplumsal zeminde benimsenmesi bakımından söz konusu reformlara karşı çıkışın hükümet karşıtlığı üzerinden kurulmaması gerekir. Reformların sivil toplumun etkin katılımıyla gerçekleştirilmesi talep edilmeli ve toplumsal muhalefetin sönümlendirilmemesi için çalışılmalıdır. AKP programını radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ve farklı kimliklerin varlığının korunması, geliştirilmesi ilkeleri açısından değerlendirdiğimizde şu noktaları belirtebiliriz. İktidar partisi muhafazakar liberal bir yapıya sahip olduğunu programıyla göstermektedir. Programında yer alan kültürün-ki bu kavram çoğulculuk ve farklı kimlik konusundaki tutumu açık bir şekilde belirler-ortak bir miras olduğu ifade partinin liberal yanını gösterirken bu kültürün milli kimliğinin korunması hedefi ise muhafazakar yani değişime kapalı yanını göstermektedir. Bu tutum radikal demokrasi modelinin çoğulcu ve farklı kimliklere yönelik hoşgörü ilkesiyle uyuşmamaktadır. AKP’nin 2002 yılı Kasım ayından bu yanı iktidarda bulunması sebebiyle sadece parti programı ve seçim bildirgeleri değil aynı zamanda uygulamalarıyla da değerlendirilmesi gerekmektedir. İktidar partisinin Kürt, Alevi, Roman açılımları başlatması radikal demokrasi modeli açısından olumlu örneklerdir. Ancak bu açılım programlarının milli birlik ruhu oluşturma gayesiyle yola çıktığının belirtilmesi radikal demokrasi modeli açısından sorunlu bir durumdur. Mecliste en kalabalık gruba sahip AKP programının radikal 84 demokrasi modeli açısından değerlendirilmesinden çıkarılacak sonuç partinin bu konuda iyi bir sınav vermediği şeklinde özetlenebilir. CHP’nin 1994 yılında değiştirdiği parti programının sunuş kısmında program “demokratikleşme” ve “toplumsal barış” programı olarak nitelendirilmiştir. CHP, programda “demokrasi” tanımını yaparken “özgürlük, eşitlik, halkın yönetime katılımının etkinleştirilmesini” ileri sürdüğü bir sosyal demokrasi anlayışına da vurgu yapmaktadır. Radikal demokrasi modeli bakımından CHP’nin parti programını ele aldığımızda CHP’nin “altı ok” olarak tanımlanan görüşlerine özgürlükleri ve çoğulculuğu da eklediğini ve vurguyu bu kavramlar üzerinden yaptığını görebilmekteyiz. Özgürlük ve çoğulculuk kavramlarının CHP programında yer alması parti programı radikal demokrasi modeli açısından değerlendirildiğinde olumlu bir yöndür. Çoğulculuğun parti programında anılması CHP açısından önemli bir gelişme olarak görülmekle birlikte milliyetçiliğin ulusal bütünlük esasıyla hala dile getirilmesi CHP’nin farklılıklara mesafeli davrandığı ve süregelen Türklük tartışmalarında tekçi bir yapı ileri sürmektedir. Programında tek bir millet olarak Türklük’ten bahsetmesi CHP’nin tekçi bir zihniyet yapısına sahip olduğunu gösterdiğinden radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ilkesiyle karşıt bir durum oluşturmaktadır. Bu durum CHP’nin hanesine olumsuz bir yön olarak eklenmektedir. Parti programında kimliklerle ilgili tartışmayı ulusal bütünlük içerisinde ele alan CHP’nin görüşlerini radikal demokrasi modeli tartışmaları içinde ele aldığımızda CHP’nin parti programında “asimilasyonu” doğrudan kastetmese de ulusal azınlıkların “kaynaşma” ve “bütünleşme” çalışmaları kapsamında genelin içinde eritileceği vurgulanmaktadır. Radikal demokrasi modelinde farklı kimliklerin korunup, geliştirilebilmesinin yolu olarak bu kimliklerin kendi özlerine uygun koşullarda yaşamalarının sağlanması gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Ancak CHP programının kaynaşma ve bütünleşme kavramlarının asimilasyon olarak 85 yorumlanabilecek olması radikal demokrasi modeli kapsamında parti açısından olumsuz bir yöndür. Keza parti programında yer alan “Çoğulcu Toplum” başlığının altında yer verilen “Etnik Duyarlılıklara Demokratik Çözüm” alt başlığında yer alan ifadelerin radikal demokrasi modeline uygun olduğu düşünülse de parti programında CHP’nin farklı kimliklere ilişkin yaptığı değerlendirmeyi kültürel kimliklerle sınırlı tutması farklı toplumsal hareketlere CHP’nin bakış açısını yansıtmaktadır. Parti programında temsiliyet meselesine de değinen CHP, TBMM’nin daha etkin bir hale getirileceğini ileri sürmektedir: “Parlamento, çoğulcu demokrasi ile sivil toplumun temel kurumudur. Demokrasilerde parlamentonun işlevi, yasama ve denetlemeyle sınırlandırılamaz. Parlamento, demokratik bir ülkenin siyasi nabzının attığı, ülke demokrasisinin kendini ifade ettiği temel siyasi platformdur. Bu nedenle, bugün Türkiye demokrasisinin temel sorunu, TBMM’yi yasama ve denetleme işlevi yanında, ulusal tartışma sürecini sürekli geliştiren bir siyasi organ haline getirmektir.”256 Radikal demokrasi modeli kapsamında değindiğimiz başlıklardan olan sivil toplum meselesine dair CHP, parti programında çoğulcu bir tutum takınmakla birlikte çalışmada ele aldığımız son dönem gelişmelerinde merkeziyetçi bir tutum takınmış ve bu durum da sivil toplum ile olan ilişkilerine yansımıştır. Radikal demokrasi kuramını anlatırken bahsettiğimiz müzakereci veya çatışmacı demokrasi anlayışına uygun bir modeli CHP sadece anayasa hazırlanmasında öngörmektedir. Temel haklar ve özgürlükler bağlamında ise CHP’nin özgürlükleri sınırlama konusuna yer vermesi ise hazırlanması olası bir anayasanın ne ölçüde özgürlükler belgesi olacağı hususunda düşündürmeyi gerektiriyor. CHP’yi radikal demokrasi modeli uygulamaları noktasında ana muhalefet partisi olması nedeniyle iktidar partisiyle karşılaştırdığımız da, katılımcılık konusunda AKP’nin CHP’den daha güçlü ve emin ifadeler kullandığını 256 CHP Parti Programı, 1994, s., 47-48 86 görmekteyiz. Referandum konusunda son dönem anayasa tartışmalarını da göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yaptığımızda CHP’nin vatandaşa güvenmeyen elitist bir tutum takındığını ifade etmemiz mümkündür. CHP programını radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ve farklı kimlikler kavramları açısından değerlendirdiğimizde, partinin gerek altı ok ilkesi içerisinde yer alan devletçilik ve milliyetçilik kavramları gerekse de son dönemde giderek katılaşan ulusalcılık hatta milliyetçilik yönünde pratikleri sebebiyle başarılı bir sınav verdiğini söylemek pekte mümkün değil. CHP son dönemlerdeki pratiğiyle sosyal demokrat bir partiden ziyade ulusalcı bir parti modeli çizdiği için programının radikal demokrasi modeli açısından değerlendirilmesinden başarılı bir sınav verememiştir. TBMM’de grubu bulunan incelediğimiz diğer siyasi parti yani Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’nin siyasi tarihi mercek altına alındığında kökenleri ve gelişimi açısından göz ardı edilmemesi gereken bir siyasi partidir. Çünkü kuruluşundan bu yana çeşitli dönemlerdeki kesintilerle birlikte günümüzde varlığını sürdüren üçüncü siyasi parti konumundadır. Devlet egemenliğini sorunsallaştıran ve devlete atfedilen kutsiyetin tartışılması hallerinde MHP, devletin meşruluğunun tartışılmasının dahi kabul edilemeyeceğini ve ulus-devlet modelinin tek seçenek olduğunu dile getiren bir söylem içerisinde kuruluşundan beri “devletin koruyucusu” rolündedir. Ulus devletin tek bir ulusa dayandığı mantığından hareketle MHP’nin detaylı değerlendirmeye tabi tutulmadan dahi radikal demokrasi modelinin farklı kimlikler ve çoğulculuk ilkesi açısından iyi bir örnek teşkil etmediği tahmin edilebilir. Radikal demokrasi modelinin konusu da olan devletin meşruiyetiyle ilgili herhangi bir sorun olmadığını vurgulayan MHP, devletin küçültülmesi, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun güçlendirilmesi gibi çoğulculuğu destekleyecek uygulamalara karşı çıkmış ve tartışmaların üniter yapıya zarar verdiğini ifade etmiştir. Üniter yapı konusundaki hassasiyeti ve bu yapının korunması gerekliliğinin altını parti programı, seçim bildirgesi ve pratiğinde çizen MHP radikal demokrasi modeli ile uyuştuğunu söylemek uygun değildir. 87 Milliyetçi düşünceye haiz olanların Türkiye’deki resmi kurumu olarak nitelendirebileceğimiz MHP’nin siyaset anlayışında temel ilke olarak belirlediği kriterleri; meşruiyetçilik, insan haklarına saygı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü, ilkeli siyaset temelinde devletçi bir politika şeklinde sıralamamız mümkündür. MHP’nin ideolojisinin temeli olan “milliyetçilik” ile ilgili görüşleri ise MHP için ulus devlet anlayışının vazgeçilmezliğini göstermektedir: “Milliyetçilik ise millet denilen sosyal gerçekliğe mensubiyet bilincini geliştirmeyi hedefleyen ve onun ayırt edici vasıflarını, dünyayı ve olayları yorumlayışta temel referans kabul eden fikirler ve duyarlılıklar bütünüdür. Milliyetçi düşünce sistematiğinin unsurları arasında millî kültür, millî hâkimiyet, millî devlet ve dayanışma kavramları belirleyici bir öneme sahiptir. Milliyetçiliğimiz, Türk Milleti'ne olan derin bağlılığımızın ve sevginin verdiği ilham ve cesaretle, var oluşunu anlamlandırmayı ve geleceğini garanti altına almayı temel hedef olarak kabul eder ve bunun için her türlü çabayı gerekli görür.”257 Oysa Radikal Demokrasi modelinde bireylerin kendilerini ifade etmeleri hususunda ulus-devlet kimliği yetersiz kalmaktadır. Birey hakları, bütün insanlığın ortak değeri, bütün uygar ülkelerin ortak paydası durumundadır.258 Radikal demokratik yurttaşlık, modern çoğulcu demokrasinin siyasi ilkeleri, herkes için özgürlük ve eşitlik ile özdeşleşen bir kimlik biçimidir, tüm toplumsal ve siyasal faillerin farklı özne konumlarını etkileyen bir toplumsal imgelem, demokratik eşdeğerlikler yoluyla eklemlenen kolektif siyasi kimlik, siyasi topluluğu bir arada tutan bir bağ, eklemleyici bir ilke ve yeni bir düğüm noktasıdır.259 Çoğulcu siyaset tarzına yanaşmayan MHP, etnik kimlikleri “mozaik” olarak değerlendirmeye alıp bu farklılıkların bizi daha güçlü bir noktaya getirmesi gerektiğini savunurken bunun nasıl yapılacağı noktasında açık ve net bir açıklama yapamamaktadır. “Türkiyelilik” kavramını coğrafi bir anlam kazandırılmak ve “Türk” kimliğinin tasfiyesi olarak değerlendirip “Ne Mutlu Türküm Diyene” kavramıyla bütünleşmenin gerekliliğini savunurken, bu savunmada ırkçı bir 257 Temel Değer ve İlkelerimiz. http://www.mhp.org.tr/program/program1.php Can, Nevzat, Özgür Birey Sınırlı Devlet, Hece, 2005, s.135 259 Demir, Gökhan, Post-Marksizm ve Radikal Demokrasi Projesi (YLT), 2005, s.152 258 88 yaklaşım olmadığını, bu topraklarda yaşayan herkesin hangi etnik ve dini kimliklere sahip olursa olsunlar onları “Türk” üst kimliği ile kabul edilmesinin gerektiği ifade etmişlerdir. MHP, farklılıkların siyasallaşmasını toplumsal bir gerçek olarak kabul ederek bu süreci “demokratik tarzda yeniden kurulacak bir kimlik siyaseti geliştirmek” yerine esas misyonu olan “Türk ve Sünni İslam” kimlikli siyaset anlayışını devam ettirmektedir. Tüm bunlar ışığında MHP programını radikal demokrasi kavramı açısından genel olarak değerlendirdiğimizde şunları ifade etmek mümkündür: MHP kendisinin milliyetçi özüne uygun bir program ve pratik izlemektedir. Ancak bu program ve pratik radikal demokrasi modeline ile neredeyse taban tabana zıt bir durum içerisindedir. Bundan dolayı MHP programının radikal demokrasi modeli sınavından geçer not aldığını söylemek mümkün değildir. Radikal Demokrasi modeli temelli çalışmaya başlandığında TBMM’de grubu bulunan bir diğer parti Demokratik Toplum Partisi (DTP) adı altında çalışmalarını yürütüyordu. Ancak DTP’nin 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından bu partiye mensup milletvekillerinin Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) geçiş yapmasıyla TBMM’de grup oluşturan dolayısıyla da inceleme alanımıza giren yeni parti BDP olmuştur. BDP geleneğinden gelen siyasi partiler 1990’dan itibaren bölgeye sıkışmış bir siyaset tarzı yürütmüşlerdir veya yürütmek durumunda bırakılmışlardır. Böylesi bir tarzın pek çok dezavantajı olsa da uzun yıllardır yürütülen kimlik siyaseti sonucu son dönemdeki gelişmeler karşısında BDP, CHP ve MHP’den farklı bir muhalefet yöntemi benimsemiştir. Meclis içerisinde grup oluşturma tarihi yeni sayılabilecek olmasına karşın muhalefet tarzını çoğunlukla Kürtler üzerinden olsa da farklı kimliklerin korunup, geliştirilmesi, bireylerin ve toplulukların haklarının yasalarla güvenceye alınması temelinde yürütmesi BDP programının ve pratiğinin radikal demokrasi modeline uygun olduğunun ya da en azından çok zıt durumlar içermediğinin göstergesi olarak kabul edilebilir. 89 Radikal demokrasi modelinin temel kavramlarıyla ilgili de diğer siyasi partilerden farklı perspektifi bulunan BDP, çeşitli kimliklerin tanınması noktasında tabanının da etkisiyle daha belirgin ifadeler kullanmıştır. BDP’nin hedeflerini tek tipleşmenin olmadığı bir siyasal ortam oluşturmak olarak tanımlaması, radikal demokrasinin çoğulculuk ilkesi bakımından olumlu bir yöndür. BDP’nin TBMM tarihi yeni olduğu pratiği konusunda elimizde çok veri bulunmamasına karşın, önceli partilerin de bu söyleme sahip olduğu fakat uygulamalarında Kürt kimliğinin baskın olduğu politikaları olduğunu bilinmektedir. Bu durumun BDP açısından da tehlike olduğu ortadadır. Böylesi bir tehlikenin gerçek olması parti programı ve pratik arasındaki uyum olmaması anlamına gelecektir ve radikal demokrasi modeli açısından olumsuz bir durum olarak not edilecektir. BDP’nin parti programında farklılıkları kabul eden ve kapsayan bir demokratik dönüşüm ve toplumsal eşitliği, özgürlüğü getirecek bir siyasal yapı talebi radikal demokrasinin çoğulculuk ve farklı kimliklerin korunması, geliştirilmesi bu grupların haklarının yasayla güvence altına alınması gerekliliği ile tam olarak uyum içerisindedir. Bu uyum BDP’nin programının değerlendirilmesine artı olarak geçmektedir. BDP’nin programında bireysel temel hak ve özgürlükler konusunda detaylı açıklamalar bulunmaktadır. Partinin vicdani ret hakkını savunması ve bunun yasal güvenceye alınması için gerekli çalışmalar yürüteceğini bildirmesi radikal demokrasi modeli açısından önemli bir ifadedir. Türkiye toplumunda farklı kesimler sadece dini ve etnik azınlıklardan oluşmamaktadır. Bu azınlık grupları içerisinde askerliğin zorunlu olduğu bir ülkede vicdani ret hakkını savunan kişilerde yer almaktadır. Dolayısıyla bu kişilerin haklarının savunulması toplumdaki farklı kimliklerin korunup, geliştirilmesi kapsamında değerlendirilebilir. BDP programında bu gruba yönelik açık ve net ifadeler bulunması, programın radikal demokrasi modeli açısından uyumlu olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde BDP programında farklı cinsel yönelimler içerisinde bulunan kişi ve gruplarında dışlanmalarına karşı çalışmalar yürütüleceği belirtilmektedir. İçinde bulunduğumuz toplumun din, ahlak ve sosyal değerleri açısından savunulması en zor ve riskli azınlık durumundaki bir grupla ilgili BDP programının açık ifadeler kullanması partinin farklı kimlikler ve çoğulculuk konusundaki tutumunu gösterir niteliktedir. 90 Radikal demokrasi modelinin önemli noktalarından birisi de sivil toplumun gerekliliği ve güçlendirilmesidir. BDP programında sivil toplumla sürekli bir işbirliği içerisinde olacağı ve sivil toplum kuruluşlarını toplumun her alanında etkin bir konuma getirmek için çaba sarf edeceğini belirtmesi, parti programının radikal demokrasinin bu özelliğiyle uyum içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu konuda parti programıyla uygulama arasında BDP öncülü partilerde sorunlar yaşandığı bilinmektedir. Sivil toplumla işbirliğinden sadece ideolojik olarak kendilerine yakın sivil toplum kuruluşlarını anlamları BDP öncülü partilerin pratiklerinde radikal demokrasi modeline uymayan bir sonuç doğurmuştur. BDP’nin de aynı hataya düşme riski bulunmaktadır. BDP’nin parti programında çoğulculuk, farklı kimliklerin korunması, sivil toplumun güçlendirilmesi gibi radikal demokrasi modelinin temel özellikleriyle uyumlu ifadelere yer vermesinin birkaç nedeni olabilir. Öncelikle parti bu konuda kendi ideolojik yapısına uygun ifadeler seçmiş olabilir. Böylesi bir durum BDP programının değerine değer katacaktır. Diğer yandan BDP öncülü partilerin-DEP ve DTP hariç- değil iktidar TBMM’ye girememeleri ve bunun farkında olmalarından kaynaklı olarak kimi söylemlerinde daha keskin ifadeler kullanıldığı biliniyor. Benzer bir durum her ne kadar TBMM’de grup oluşturmuşsa da mevcut koşullarda iktidara gelme durumu olmadığından BDP için de geçerli olabilir. Bir diğer nokta ise BDP programında yer verdiği ifadelere elinde imkan olsa ne kadar sahip çıkacağıdır. BDP elinde imkan olsa sadece Kürtlerin haklarını mı yoksa tüm grupların haklarını mı güvenceye alır sorusu akıllarda yer almaktadır. Sonuç olarak BDP açısından var olan tüm tehlikelere karşın programının radikal demokrasinin çoğulculuk, farklı kimliklerin korunması ve geliştirilmesi, sivil toplumun güçlendirilmesi, azınlık gruplarının haklarının korunması kavramı açısından yapılan değerlendirmeden diğer siyasi partilere oranla daha yüksek not aldığını söylemek mümkün gözüküyor. 91 SONUÇ Radikal Demokrasi kuramı dünyada yaşanan demokrasi sorunlarına yanıt olmak amacıyla 1980’li yılların sonunda politik kuramcılar tarafından geliştirildi. Radikal Demokrasi kuramın temeli post-Marksist düşüncelerin yeniden yorumlanmasına dayanır. 1990’lı yıllarında başında dünyada Sovyet bloğunun çözülmesiyle egemen hale gelmeye başlayan küreselleşme kendisini dünyaya tek alternatif olarak sunma hedefine sahiptir. Ancak Radikal Demokrasi kuramı bu anlayışa muhalefet edenlerin bir araya gelebildiği ve düşüncelerini açıklayabildikleri bir platform olarak çıkmıştır. Radikal Demokrasi kuramı Marksist literatür açısından yeni olan hegemonya, evrensellik, tikellik gibi kavramları bu düşünce yapısına tanıtmıştır. Bu kuramın önde gelen isimleri Post-Marksist düşünürler Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’dur. İki düşünürün bu kapsamda Hegemonya ve Sosyalist Strateji isimli bir kitabı bulunmaktadır. Mouffe ve Laclau Radikal Demokrasi kuramının sosyalist bir proje olduğunu ve radikal, çoğulcu bir demokrasi ile hayata geçebileceğini ifade etmiştir. Radikal Demokrasi kuramı’nın nihai hedeflerinden biri olarak demokratik hak ve özgürlüklerin en üst düzeye çıkarılmasını da alabiliriz. Radikal Demokrasi kuramının merkezinde sadece işçi sınıfı değil yeni sosyal toplumsal ve muhalif hareketler yer alır çünkü bu hareketler toplumda sadece işçi sınıfının değil diğer kesimlerinde hegemonyanın buyruğu altında olduğunu göstermektedir. Laclau ve Mouffe geliştirdikleri Radikal Demokrasi kuramında yürütülecek toplumsal mücadelede sadece işçi sınıfının değil toplumun diğer kesimlerinin de yer alması gerektiğini belirtir ve savunur. İnsanların kendilerini ait hissettikleri aidiyetleri olarak tanımlanabilecek kimlik kavramı literatürde özellikle küreselleşme ile birlikte sıkça kullanılmaya başlamıştır. Kimlik kavramının gelişmesi için bir toplumda farklı grupların ve çoğulculuğa yatkın bir mantalite ve yapının olması gereklidir. Radikal Demokrasi kuramını Türkiye’ye getiren Fuat Keyman bu kuramı kimlik tartışmaları bağlamında tanıtmıştır. Mouffe ve Laclau tarafından geliştirilen Radikal Demokrasi kuramının bir başka önemli özelliği de sivil topluma verdiği önemdir. Sivil toplum küreselleşen dünyada giderek önemi artan ve devlet otoritesi karşısında özerk hale gelen 92 toplumsal grupları ifade etmektedir. Bundan dolayı mevcut düzene karşı düşünce geliştiren herhangi bir kuramın sivil toplumu göz ardı etmesi pek sağlıklı olmaz. Radikal ve çoğulcu demokrasi modelini bir alternatif olarak sunan Laclau ve Mouffe, sol ideolojinin sundukları bu yeni demokratik siyaset modeliyle yeni sağa karşı başarılı olmasının yolunun kimlikleri tanımasından geçtiğini belirterek, solun “yeniden dağıtım” meselesiyle uğraşması, hegemonik eklemlenme ve antagonistik ilişkiler yürütme bakımından temel araçlardan biri durumunda olduğunu göstermektedir. Laclau ve Mouffe, Radikal Demokrasi kuramını savunurken, oluşturdukları bu yeni politik tasavvurun klasik solunkilerle kıyaslanamayacak ölçüde büyük hedefleri olmasını, toplumsal mücadelelerin birleşik bir politik zeminde birleşmelerinin ve ayrıcalıklı kopuş noktalarının reddedilmesine, yanı sıra toplumsalın çoğulluğunun ve belirlenmemişliğinin kabul edilmesine bağlamaktadırlar. Radikal Demokrasi kuramının düşünürleri Laclau ve Mouffe klasik sol söylemin bireyi yalnızca emeğiyle sermayeye bağılı gören anlayışına katılmamakta ve hatta bunun aksine bireyin, toplumsal ilişkiye katılış bakımından kültür, boş zaman, hastalık, eğitim, seks ve ölüm itibariyle de sermayeye bağlı olduğunu belirtmektedir. Türkiye’de de siyaset yapmanın esas belirleyen aktörlerinin devlet, parti ve partiler arası ilişkilerle sınırlı olması 1990’lı yıllardan itibaren bir tıkanmaya yol açmış ve söz konusu ilişkiler değişen toplumsal yapının taleplerine yanıt veremez olmuştur. Bu yanıt verememe sonucu ortaya çıkan tıkanma durumu vesilesiyle Radikal Demokrasi kuramı ülkemizde tartışılmaya başlanmıştır. Bu kuramı Türkiye’ye getiren Fuat Keyman’a göre radikal demokrasi bireyci, evrenselci ve içinde zıtlıkları toplayan bir anlayışın üzerinde kurulmuştur. Keyman, Mouffe ve Laclau’nun sosyalist düşüncenin açmazlarına alternatif olarak sunduğu şeklinde ifade edebileceğimiz Radikal Demokrasi’nin esasında başta liberal demokrasiye karşı geliştirilmesine rağmen liberal demokrasinin bir üst projesi olduğunu düşünür. Fuat Keyman Radikal Demokrasi kuramlarını sorgulayıcı demokrasi olarak Radikal Demokrasi ve agonistik demokrasi olarak Radikal Demokrasi olarak sıralamaktadır. Sorgulayıcı demokrasi olarak Radikal Demokrasi “eleştirel kuram yoluyla modern devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleştirilmesi” olarak düşünülebilir. Keyman’a 93 göre agonistik demokrasi de liberal demokrasinin yaşadığı meşruluk krizinin çözümünü katılımcı demokratik yöntem içinde arar. Keyman, 21. yüzyıla girerken Türkiye’de siyasal yaşama anlam verme gücünde olan iki farklı siyaset anlayışından söz edilebileceğini; bir taraftan, milliyetçi söylemle hareket eden toplulukçu siyasal hareketlerin varlığını ve böylece “çoğulculuğa karşı aynı’lığı ve tek’liği savunan” milliyetçi bir siyaset anlayışının giderek güçlenmesinin diğer taraftan liberal demokrasiyi savunan, fakat bunu yaparken liberal demokrasinin çoğulcu toplum yapısına uygun yerinden kurulması gerektiğinin de vurgulanmasını sağlayan yeni bir siyaset anlayışına yönelimler olduğunu anlatır. Keyman radikal demokrasi projesinin temel nitelikleri olarak ise; devlet/parti ve sivil toplum arasında siyasal etki eşitliğini, sivil toplum örgütleri arası siyasal etki eşitliğini, karar alma sürecinde alınan konular arası siyasal etki eşitliğini sıralar. Keyman, demokratikleşme konusundaki düşüncelerini liberal demokrasinin çoğulcu anlayışının solun özgürlükçü bir perspektif izlemesi yönündeki gereklilikle açıklayarak bu anlamda Laclau ve Mouffe’in sol ile ilgili düşüncelerini kabul etmektedir. Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye’nin çoğulculuk esasına dayalı olarak farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesinin tek yolu olduğuna vurgu yapan Keyman, “iyi, adaletli ve demokratik Türkiye vizyonu”nun, güvenli bir toplumsal yaşamın gerçekleşmesinin önkoşulunun da bir arada yaşayabilme kültürünün topluma yerleşmesine bağlı olduğunu söyleyerek bu nedenle demokrasinin Türkiye’de yerleşikleşmesinin Radikal Demokrasi modelinin önünü açacağını ifade etmektedir. Siyasal partiler farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer almasının, temel hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve uygulanırlığının denetlenmesinin önemli kontrol araçlarındandır. Bundan dolayı Radikal Demokrasi modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet aracılığıyla gündelik yaşama yerleştirilmesinde önemli bir işlev ve etkiye sahiptirler. Türkiye’deki siyasi partilerin anayasal düzenlemeye tabi tutulmasının tarihi 1961 Anayasasına dayanmaktadır. 94 Bilimsel çalışma yürütenlerin benimsediği iki yöntemden biri olan nitel araştırma tekniği Radikal Demokrasi ve Türkiye konulu çalışmanın da yöntemini belirlemiştir. Bu yöntemin belirlenmesinde çalışmanın içerik ve kapsamı önemli bir etken olmuştur. Bu çalışmanın sayısal verilerle uğraşmayacak olması ve ileri sürülen tezin halihazırda TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarında yer alan konularla tamamlanabilecek olması sosyal bilimlerin çalışma yöntemi olan nitel araştırma yöntemini çalışma için olanaklı kılmaktadır. Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarından üç tanesi olan “kimlik”, “özgürlükler” ve “sivil toplum” çalışmada faydalanılan nitel araştırma tekniğinin yöntemleriyle Türkiye’nin siyasal parti geleneğinin ışığı altında TBMM’de grubu olan partiler özelinde incelemeye tabi tutulmuştur. İncelenen ilk parti 2002 yılından beri tek başına iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’dir (AKP). AKP 2007 yılı seçim bildirgesinde Türkiye’nin sahip olduğu kültürü ortak bir miras gördüğünü belirttikten sonra Türk kültür ve sanatının milli yönünün korunmasının hedefleri arasında olduğunu belirtmiştir. Bu programa ilişkin olumsuz bir yöndür. AKP kimlik konusunda doğrudan bir söyleme sahip değildir ancak Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki kültürleri kabul etmektedir. Radikal Demokrasi kuramının genel ilkelerini göz önünde bulundurduğumuzda AKP programının geçer not aldığını söylemek mümkün değildir. Çalışmamızda incelenen ikinci parti Cumhuriyet Halk Partisi yani CHP’dir. Kültürel kimlikleri CHP de zenginlik olarak kabul etmektedir. CHP programında yeni azınlıklar yaratılmasına karşı olduğunu ifade etmektedir. Bu ifade parti programının ulusçu yanını göstermektedir. Parti programında kültürel farklılıkları asimilasyona tabi tutmayacağını belirten CHP bu noktada entegrasyonu hedeflediğini dile getirmektedir. CHP programında göze çarpan bir diğer nokta ise kimliklerin kabul edilmesi hususuna netlik kazandırılmamasıdır. Bu durum Radikal Demokrasi modeli uyumlu değildir. Anadil kullanımının güvenceye alınacağını belirtmesi CHP programı açısından olumlu bir yöndür. Farklı ulusal kimliklerin kültürel haklarına yönelik somut ifadelerin kullanılmadığı CHP seçim bildirgesinde kültürel haklar anlamında sanatın geliştirilmesine yönelik ifadeler kullanılmıştır. Kültürel hakları konusunu sanatın geliştirilmesi ile sınırlandırması CHP’nin bu konunun Radikal 95 Demokrasi açısından değerlendirilmesinde yeterli düzeyde olmadığını göstermektedir. Genel olarak değerlendirdiğinde CHP programının Radikal Demokrasi perspektifinden geçerli not almadığı söylenebilir. Çalışmada incelenen üçüncü siyasi parti Milliyetçi Hareket Partisi’dir (MHP). Parti programında demokrasi standartlarının milletin (kastedilen Türk milletidir) tarihinden ve köklerinden gelen değerlerinden ilham alınarak yükseltileceği ifade edilmektedir. MHP programındaki bu bölüm ülkemizde yaşayan herkesi aynı tarih ve köklerden geldiği kabulünden hareket ettiği için Radikal Demokrasi modeli pek uygun değildir. MHP programında temel olarak ülkemizde yaşayan herkesin Türk olduğu vurgulanmaktadır. Bu tarz bir vurgu Radikal Demokrasi modelindeki çoğulcu toplum yapısıyla zıt bir özellik göstermektedir. MHP 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde yayınladığı seçim bildirgesinde ise kimlik tartışmalarını reddetmekte ve kendileri için esas olanın Türk kültürünün geliştirilmesi olduğunu vurgulamaktadır. MHP parti programına genel olarak bakıldığında ülkemizde farklı etnik ve inanç kültürlerinin varlığına yönelik olumsuz bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Çalışmadan incelenen son siyasal parti 11 Aralık 2009 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekillerinin topluca üye olarak mecliste grup kurmasını sağladığı Barış ve Demokrasi Partisi’dir (BDP). BDP programında hedeflerinin tek tipleşmenin olmadığı siyasal bir ortam oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Radikal Demokrasi modelinin çoğulculuğa dayanması noktasından hareketle bu ifade BDP hanesine olumlu bir not verilmesi gerektiğini göstermektedir. Parti söyleminin en kuvvetli olduğu kavramlardan olan kimlikle ilgili tartışmalarda tek tipçi bir yapıya sahip olduğunu söyledikleri 1982 Anayasası’nın mutlaka değiştirilmesini savunan BDP, çoğulcu ve özgürlükçü kavramlarını kimlik tartışmalarında sıklıkla kullanmaktadır. BDP devletin daha fazla güç ve yetkiyle donatılmasının toplum üzerine baskı oluşturduğunu savunarak devletin küçültülerek koordinasyon işlevi gören bir yapıya kavuşturulacağını ileri sürmektedir. Genel itibariyle değerlendirdiğimizde BDP programının Radikal Demokrasi modeli ile uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz ancak bu uyum BDP’nin 96 mevcut siyasal koşullarda iktidara gelme ihtimalinin uzak olmasından kaynaklı rahat ifadeler kullanabilmesinin bir sonucu olabilir. TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarının Radikal Demokrasi modeli ışığında incelenmesi çalışmasında ülkemizde birçok siyasal parti bulunmasına rağmen parlamentoda dört tane grup bulunması çalışmayı sınırlayan önemli etkenlerden birisiydi. Çalışmayı benzer şekilde sınırlayan bir diğer durum ise partilerin Radikal Demokrasi modelinin önem verdiği temel argümanlardan olan kimlik siyaseti, kültürel haklar, devletin küçülmesi gibi başlıklar konusunda partilerin yeterli materyal üretmemesi oldu. Bu konularda inceleme yapmak için temel kaynak olmasına rağmen parti programı ve seçim bildirgesinin dışında başka materyaller-örnek tutum belgesi v.b-edinilememiştir. Çalışmanın ulaştığı sonuç Radikal Demokrasi modelinin önem verdiği temel ilkelerin TBMM’de grubu bulunan gerek iktidar gerekse de etkin, toplumsal tabanda yansıması olan etkin muhalefet partilerin programlarında yeterince yer almadığıdır. Buradan hareketle Radikal Demokrasi modelinin Türkiye’de kurumsallaşması için hala vakit gerektiği belirtilebilir. Çalışmanın sonunda bir sıralama yaptığımızda kimlik siyasetini ön plana çıkaran ve etnisite üzerinden bir bölge partisi olan; kitle partisi olmayı hedefleyen BDP’nin Radikal Demokrasi kuramlarına programında daha çok yer verdiğini görmekteyiz. İkinci olarak muhafazakar liberal parti olarak kendini adlandıran AKP, programlarında ve uygulamalarında demokratik açılımlar (Kürt, Alevi, Romen), sivil toplum, yerel yönetimlerdeki şeffaflık ve katılımcılık ile çalışmamızın kuramının kimi noktaları itibariyle uyuşmaktadır. MHP’nin, geleneksel sağ ideolojisi bakımından Radikal Demokrasi kuramını programına almamasını doğal karşılayabiliriz. Çalışmanın en büyük ironisi ise kendini sosyal demokrat olarak anlamlandıran CHP’nin muhafazakar, devletçi ve tekçi bir zihniyetten kurtulamadığıdır. Bu da İdris Küçükömer’in de dediği gibi Türkiye’de sol siyaset yaptığını ileri süren partilerin Radikal Demokrasi gibi gelişmelere sırtını döndüğü ve bu politikaları muhafazakar ve etnik partilerin uyguladığıdır. 97 Bu konunun her ne kadar sol siyaset tarafından uygulanacak bir politika olduğu dile getirilse de uygulamanın sol yelpazede olmayan partiler tarafından yapılabilir olması bizlere Avrupa’daki pratiklerin de bu çerçeve içinde incelenmesinin zorunluluk olduğunu göstermektedir. Gelecekte bu konuyla ilgili çalışma yapacak araştırmacıların çalışmalarını oluşturdukları dönemde Radikal Demokrasi modeliyle ilgili güncel bilgileri gözden geçirmeleri, ülkemizdeki durumu daha net analiz etmek ve ortaya koymak için model bir ülke seçmeleri, matbu parti programlarının incelenmesinin yanı sıra ilgili partilerin karar mercilerinde bulunan kişilerle röportaj yapmaları çalışmalarının niteliğini arttıracak yararlı noktalar olabilir. 98 KAYNAKÇA Acı, Esra Yüksel, Sivil Toplum Kuruluşları / Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri, Günizi Yayıncılık, 2005 Aglietta, Michel, A Theory of Capitalist Regulation, Londra, 1979 Althusser, Louis, Marx İçin, İthaki Yayınları, 2002 Altıparmak Kerem, Türkiye’de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma, TBB Yayınları, 2007 Altıparmak, Kerem, Köprüden Önce Son Çıkış: Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı’nın Eleştirel Değerlendirmesi, A.Ü. S.B.F. İnsan Hakları Merkezi İnsan Hakları Çalışma Metinleri: 13, Ankara, 2010 Argun, Fevzi, İşkence Dosyası, TİHV Yayınları, 1995 Bayramoğlu, Ali, 28 Şubat: bir müdahalenin güncesi, İletişim, 2007 Bell, Daniel, On Meritocracy and Equality, 1972 Benhabib, Seyla , The Rights of Others, Cambridge University Press, 2004 Bora, Tanıl, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket, İletişim, 2004 Can, Nevzat, Özgür Birey Sınırlı Devlet, Hece, 2005 Cemal, Hasan, Özal Hikayesi, Doğan Kitapçılık, 2000 Cleaver, Harry, Reading Capital Politically, The Harvester Press, Sussex, 1979 Çağlar Nedret, Postmodern Anlayışta Siyaset ve Kimlik, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2008 Demir, Eyyüp, Yasal Kürtler, Tevn Yayınları, 2005 Demir Gökhan, Post-Marksizm ve Radikal Demokrasi Projesi, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2005 Denzin, N.K.; Lincoln, Y.S., Handbook of Qualitative Research, Thousands Oaks, 1994 99 Eken Hurigül, Küreselleşme ve Ulus Devlet, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2006 Erdem, Çiğdem, Küreselleşme Karşısında Değişen Vatandaşlık Algısı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eroğul, Cem , Anatüzeye Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996 Eroğul, Cem , Türkiye İşçi Partisi Programının Düşünce Yapısı, Emek Dergisi, 1969 Erol, Mehmet Seyfettin; Efegil, Ertan, Türkiye-AB ilişkileri: dış politika ve iç yapı sorunsalları, Alp Yayınevi, 2007 Etöz, Zeliha , Sosyal Bilimlerde Yöntem Ders Notları, 2006 Etöz, Zeliha, Sosyal Bilimlerde Yöntem Notları, 2006 Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması, Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı Yayınları Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010 Göle, Nilüfer, Mühendisler ve İdeoloji, Metis, 2008 Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Yayınları, 1998 Hegel, George, W.F., Tüze Felsefesi, İdea Yayınevi, 2006 Hobsbawm, Eric, J., Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest Yayınları, 2009 Işık, Oğuz; Pınarcıoğlu, M. Melih, Nöbetleşe Yoksulluk, İletişim Yayınları, 2009 Kahraman, Hasan Bülent, Radikal Demokrasi ve Chantal Mouffe, Radikal Gazetesi, 1999 Keyman E. Fuat, Türkiye’de Kimlik Sorunları ve Demokratikleşme, Alfa, 2000 Keyman, Fuat, Türkiye’nin İyi Yönetimi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008 100 Kolektif, Kavram Sözlüğü, Söylem ve Gerçek, içinde Kimlik, Ceyhan Suvari, Özgür Üniversite Yayınları, 2005 Köker, Levent, Radikal Demokrasi, Diyalog Dergisi, sayı: 1, 1996 Köker, Levent, Kimlik Krizinden Meşruluk Krizine: Kemalizm ve Sonrası, Toplum ve Bilim, sayı: 71, 1996 Kudar, Barış, Ne Olacak Bu CHP'nin Hali? 1 (Sosyal Demokrasi Belini Düzeltebilir mi?), Dönence Basım ve Yayın, 2004 Laclau, Ernesto, Siyasi Kimlikler Oluşturma, Verso, 1994 Laclau, Ernesto, Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme, Birikim Yayınları, İstanbul, 2003 Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim, 2008 Lummis, C. Douglas, Radical Democracy, Cornell University Press, New York, 1996 Mavioğlu, Ertuğrul, Apoletli Adalet, Babil Yayınları, 2005 Marshall, Goron, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003 Miles, M.B.; Huberman, A.M., Qualitative Data Analisysis, Thousands Oaks, 1994 Öngider, Seyfi, Milliyetçilik, Faşizm ve MHP (Derleme), “Türkeş’ten Bahçeli’ye MHP: Nereye Kadar”, Aykırı Yayınları, 2002 Özbudun, Ergun , Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005 Punch, Keith F., Sosyal Araştırmalara Giriş, Nitel ve Nical Yaklaşımlar, 2005 Safi, İsmail, Türkiye'de muhafazakâr siyaset ve yeni arayışlar, Lotus Yayınevi, 2007 Sosyalist Enternasyonal (SE) 23. Genel Kurulu Kararları, 03.07.2008 Şimşek, Hasan, Nitel Araştırma Yöntemleri 101 Tanör, Bülent; Boratav, Korkut; Akşin, Sina, Türkiye Tarihi Cilt: 5 Bugünkü Türkiye 1980 – 2003, Cem Yayınevi Taşpınar, Ömer, Türkiye'de kimlik çelişkisi yaşanıyor, Radikal, 13 Haziran 2007 Teziç, Erdoğan , Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2005 Thomassen, Lasse, Radical democracy: politics between abundance and lack, içinde Mouffe, “For an Agonistic Public Sphere” Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde Mouffe, “Radical Democracy or Liberal Democracy” Turgut, Mehmet, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri Değerlendirmesi, Boğaziçi Yayınları, 2003 Uras, Ufuk, Başka Bir Siyaset Mümkün, İthaki Yayınları, 2003 Üstüner Fahriye, Radikal Demokrasi: “Liberaliz mi Demokrasi mi? Evet Lütfen”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 2007 Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi Parti Disiplini, Lider Sultası, Partilerde Oligarşik Yapı, Siyasal Yozlaşma, e-Demokrasi, e-Devlet, e-Parti, Beta Basım, 2002 Parti Programları Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı Cumhuriyet Halk Partisi Programı Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007 Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı Milliyetçi Hareket Partisi, Seçim Beyannamesi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul Tutanağı 23. Dönem 4. Yasama Yılı 18. Birleşim 13 Kasım 2009 Cuma 102 İnternet Kaynakları: Kavramlar: Antagonizma: http://mitoloji.info/glossary/antagonizma.nedir, erişim: 3 Kasım 2009 Jürgen Habermas: http://tr.wikipedia.org/wiki/J%C3%BCrgen_Habermas, erişim: 4 Kasım 2009 Postyapısalcı Felsefe: http://tr.wikipedia.org/wiki/Postyap%C4%B1salc%C4%B1_felsefe, erişim: 01.10.2009 Türkiye İşçi Partisi: http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi, erişim: 19 Ocak 2010 Yazarlar: A. Mecit Özgül, http://www.yayin.adalet.gov.tr/24_sayi%20i%C3%A7erik/A.%20Mecit%20%C3%9 6ZG%C3%9CL.htm, erişim: 27 Kasım 2009 Ayşe Kadıoğlu, Ötekilerin hakları başlıklı yazısı, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=4555, erişim: 10 Kasım 2009 Baskın Oran, 2007:Korku ve Umut başlıklı yazısı http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6993 Cengiz Çandar, Çankaya'daki Abdullah-İmralı'daki Abdullah (Kürt sorununda ‘iyi şeyler' olacak) başlıklı yazısı, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11211619&yazarid=215, erişim: 22 Şubat 2010 Faruk Bildirici, Eşcinsellik hastalık, tedavi edilmeli başlıklı röportajı, http://www.hurriyet.com.tr/pazar/14031207.asp?gid=59, erişim: 7 Mart 2010 103 Ümit Kardaş, Vicdani ret itirazının boyutları başlıklı yazısı, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7807 Yavuz Yıldırım, Demokrasi Demokrasi Dedikleri... başlıklı yazısı http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=43&makale=Demokrasi% 20Demokrasi%20Dedikleri, erişim: 18 Kasım 2009 Haberler ve Yazı Dizileri: 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi, http://bianet.org/bianet/siyaset/107229-27mayis-darbesi-kronolojisi-ve-yassiada-durusmalari, erişim: 20 Ocak 2010 TCK 301 nihayet değişti başlıklı haber, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=254504, erişim: 25 Şubat 2010 Anayasa Mahkemesi Başörtüsü Düzenlemesini İptal Etti başlıklı haber, http://bianet.org/bianet/bianet/107443-anayasa-mahkemesi-basortusu-duzenlemesiniiptal-etti, erişim: 25 Şubat 2010 AİHM, Leyla Şahin'in türbanla ilgili itirazını reddetti başlıklı haber, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3504033&tarih=2005-11-10, erişim: 25 Şubat 2010 Azınlık raporu 'paramparça' başlıklı haber, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=132968, erişim: 2 Mart 2010 Kürtçe Bilen Memur Aranıyor başlıklı haber, http://www.bugun.com.tr/haber-detay/69831-kurtce-bilen-memur-araniyorhaberi.aspx, erişim: 22 Şubat 2010 PARTİLERE GÖRE 29 MART SEÇİM SONUÇLARI başlıklı haber, http://www.secim.haberler.com/2009/partilere-gore-durum/, erişim: 20 Mart 2010 Kapatma davasında gerekçeli karar başlıklı haber, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/463579.asp, erişim: 20 Mart 2010 Anayasa Mahkemesi, '367' gerekçesini 58 gün sonra açıkladı başlıklı haber http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=556653, erişim: 20 Mart 2010 Belgeler: 104 AB Uyum Yasaları, http://www.belgenet.com/yasa/ab_uyum4-2.html, erişim: 20 Mart 2010 CHP Kurultayları, http://www.belgenet.com/parti/chpkurultay.html, erişim: 15 Ocak 2010 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri, http://www.belgenet.com/secim/3kasim.html, erişim: 14 Ocak 2010 Nicel ve Nitel Araştırma Yöntemleri: http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=5808&baslik=nicel_ve_nitel_Arastir ma_yontemleri&i=Arastirma_yontemleri, erişim: 17 Ocak 2010 Adalet ve Kalkınma Partisi Programı, http://www.akparti.org.tr/partiprogrami_79.html, erişim: 23 Şubat 2010 105 ÖZET BAYTOK Erol. Radikal Demokrasi Kuramlarına 60. Yasama Döneminde TBMM’de Grubu Bulunan Partilerin Bakış Açıları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010 Bu tezin amacı politik kuramcılar Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau tarafından kaleme alınan Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de incelenen Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan siyasi partilerin programlarında nasıl ele alındığını incelemektir. Bu çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. “Radikal Demokrasi” projesi dünyada demokrasi krizinin yaşandığı bir dönemde ortaya atılan önemli bir tez olmuştur. 20. yüzyılın, son çeyreğinde yaşadığı yüzyılın ikinci büyük ekonomik krizin olgunlaştığı aynı dönemde post-Marksist eğilimlerin de ortaya çıkan ihtiyacı karşılamak amacıyla mevcut siyasanın yeniden okunmasıyla geliştiğini söylemek mümkündür. Çalışmada Türkiye gibi demokrasinin hala tam olarak kurumsallaşmadığı, özümsenmediği bir toplumda dünyadaki demokrasi ile ilgili sorunlara çare olma iddiasıyla ortaya çıkan bir kuram incelenmiştir. Farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer almasının, temel hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve uygulanırlığının denetlenmesinin önemli kontrol araçlarından siyasal partiler, Radikal Demokrasi modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet aracılığıyla gündelik yaşama yerleştirilmesinde başrol oynarlar. Türkiye Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan dört siyasi partinin, AK Parti, CHP, MHP ve BDP’nin programları Radikal Demokrasi Kuramı açısından incelenmiştir. Gerçekleştirilen bu incelemenin sonunda parti programlarının Radikal Demokrasi modeli ile uyumluluk düzeylerinin tatmin edici olmadığı belirtilmiştir. 106 Anahtar Sözcükler: 1. Radikal Demokrasi 2. Türkiye Büyük Millet Meclisi 3. Siyasi Partiler 4. Türkiye 5. Siyasi Parti Programı 107 ABSTRACT BAYTOK Erol. Political Parties, which have Group in the Turkish Grand National Assembly in the 60th Legislation Year, Attitude Towards Radical Democracy Theory, Post Graduate Thesis, Ankara, 2010 The aim of this thesis is to examine programmes of the political parties that have established group in the Turkish Grand National Assembly (TBMM). This examination was carried out in the light of the Radical Democracy Theory developed by Chantal Mouffe and Ernesto Laclau. C. Mouffe and E. Laclau explained the Radical Democracy Theory in their book titled Hegemony and Socialist Strategy. The qualitative research model has been used in this thesis. Radical Democracy project has become an important thesis in a period while there was democracy crisis in the world. It is possible to note that while there was the second biggest economic crisis of the century in the last quarter of the 20th century; post-Marxist doctrines were also developed via analysing the existing political circumstances once again. A theory, which argues to produce solutions to problems of the democracy in the world, was examined for Turkish society that has not internalized democracy yet and does not have an institutionalised democracy. Political parties, which are important tools to involve different social thoughts in political arena, control implementation and applicability of the basic rights and freedoms completely, have a key role for internalization of the Radical Democracy model by the society and implementation it into the daily life by the state. Programmes of the four political parties, Justice and Development Party (AKP), Republican People's Party (CHP), Nationalist Movement Party (MHP) and Peace and Democracy Party (BDP) all have group in the TBMM, were examined in the light of the Radical Democracy Theory. It has been determined that political parties programmes are not compatible with the Radical Democracy model at a satisfactory level. 108 Key words: 1. Radical Democracy 2. Turkish Grand National Assembly 3. Political Parties 4. Turkey 5. Political Party Programme