RAD KAL DEMOKRAS ve T RK YE`DEK S YAS PART LER

advertisement
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI
RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’DEKİ
SİYASİ PARTİLER
(RADİKAL DEMOKRASİ KURAMLARINA 60. YASAMA DÖNEMİNDE
TBMM’DE GRUBU BULUNAN PARTİLERİN BAKIŞ AÇILARI)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAZIRLAYAN
Erol BAYTOK
TEZ DANIŞMANI
Yrd. Doç. Dr. Emre TOROS
Ankara–2010
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI
RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’DEKİ
SİYASİ PARTİLER
(RADİKAL DEMOKRASİ KURAMLARINA 60. YASAMA DÖNEMİNDE
TBMM’DE GRUBU BULUNAN PARTİLERİN BAKIŞ AÇILARI)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAZIRLAYAN
Erol BAYTOK
TEZ DANIŞMANI
Yrd. Doç. Dr. Emre TOROS
Ankara–2010
ÖNSÖZ
Bu tezin amacı
Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye özelinde 60.Yasama
döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan siyasi partilerin (AKP,
CHP, MHP, BDP) programlarında nasıl ele alındığını incelemektir.
TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarının Radikal Demokrasi modeli
ışığında incelenmesi çalışmasında ülkemizde birçok siyasal parti bulunmasına rağmen
parlamentoda dört tane grup bulunması çalışmayı sınırlayan önemli etkenlerden birisiydi. Bu
durum çalışmanın kapsamın daraltılması zorunluluğu getirdiği için karşılaşılan zorluklardan
birisiydi. Çalışmayı benzer şekilde sınırlayan bir diğer durum ise partilerin Radikal
Demokrasi modelinin önem verdiği temel argümanlardan olan kimlik siyaseti, kültürel haklar,
devletin küçülmesi gibi başlıklar konusunda partilerin yeterli materyal üretmemesi oldu. Bu
konularda inceleme yapmak için temel kaynak olmasına rağmen parti programı ve seçim
bildirgesinin dışında başka materyaller-örnek tutum belgesi v.b-edinilememiştir.
i
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………
i
İÇİNDEKİLER…..…………………………………………………………………..
ii-iv
GİRİŞ ………………………………………………………………………………..
1-3
BİRİNCİ BÖLÜM
RADİKAL DEMOKRASİ; KAVRASAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE
1. RADİKAL DEMOKRASİ ………………………………………………………...
4
1.1. Radikal Demokrasi’nin Ortaya Çıkma Nedenleri, Soğuk Savaş
Sonrası Politik Ortama Yeni Tepkiler…….………………………………….
4-5
1.2. Laclau ve Mouffe ile Radikal Demokrasi Kuramı’nın Geliştirilmesi…...
5-7
1.3. Radikal Demokrasi’nin Temel Tartışmalarından
“Kimlik” ve “Sivil Toplum” Üzerine ……………………………………….
7-9
1.4. Kuramın Oluşmasını ve Gelişmesini Hızlandıran Dönem:
Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi …………………………………………………
9-11
1.5. Yeni Bir Hegemonyanın Kurulması ve Antagozima …………………….
11-14
1.6. Radikal Demokrasi ve Sol ……………………………………………….
14-15
1.7. Farklı Alternatifler: Katılımcı Demokrasi ……………………………….
15-16
1.8. Sol Siyasete Yeni Arayışlar Noktasında Sola Yöneltilen Eleştiriler …….
16-17
1.9. Farklı Toplumsal Hareketler …………………………………………….
17-21
1.10. Farklı Toplumsal Hareketler ile Sol Siyasetin İlişkileri …………………
21-23
2. RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE ………………………………………….. 23
2.1. Türkiye ve Siyaset Yapma Geleneği ……………………………………… 24-29
2.2 Demokrasinin Demokratikleştirilmesi ……………………………………... 29-34
ii
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER
1. RADİKAL DEMOKRASİNİN AKTÖRÜ OLARAK SİYASAL PARTİLER.........
34-35
1.1. Türkiye’de Siyasal Parti Geçmişi …………………………………………
35-41
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. PARTİ PROGRAMLARININ İNCELENMESİNDE TERCİH EDİLEN
SİSTEMATİK İTİBARİYLE NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMİ ……………………
42-47
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1. TÜRKİYE’DE RADİKAL DEMOKRASİ ÖRNEKLEMELERİ ………………….
1.1. Kimlik
…………………………………………………………………...
48
48
1.1.1. AKP ……………………………………………………………..
49-50
1.1.2. CHP ……………………………………………………………..
50-52
1.1.3. MHP …………………………………………………………….
52-54
1.1.4. BDP …………………………………………………………….
55-56
1.1.5. Değerlendirme ………………………………………………….
56-61
1.2. Temel Haklar ve Özgürlükler …………………………………………….
61
1.2.1. AKP …………………………………………………………….
61-62
1.2.2. CHP …………………………………………………………….
62-63
1.2.3. MHP …………………………………………………………….
63
1.2.4. BDP …………………………………………………………….
64
1.2.5. Değerlendirme ………………………………………………….
64-69
1.3. Sivil Toplum …………………………………………………………......
69
1.3.1. AKP ………………………………………………………….....
70-71
1.3.2. CHP …………………………………………………………….
71
iii
1.3.3. MHP …………………………………………………………… 72
1.3.4. BDP …………………………………………………………..... 72
1.3.5. Değerlendirme …………………………………………………. 72-79
BEŞİNCİ BÖLÜM
RADİKAL DEMOKRASİ’NİN TÜRKİYE’DE ANLAŞILMASI …………. 80-90
SONUÇ
………………………………………………………………………… 91-97
KAYNAKÇA ……………………………………………………………………….. 98-104
ÖZET………………………………………………………………………………… 105-106
ABSTRACT………………………………………………………………………….. 107-108
iv
1
GİRİŞ
1980’lerde Chantal Mouffe ile Ernesto Laclau’nun geliştirdiği antagonizmacı
olarak nitelenebilen “Radikal Demokrasi” ile Seyla Benhabip’in üzerinde
yoğunlaştığı konsensüsçü olarak tanımlanabilecek olan “Müzakereci Demokrasi”
projeleri demokrasi krizinin yaşandığı bir dönemde ortaya atılan en önemli tezler
olmuştur.1
20. yüzyılın, son çeyreğinde yaşadığı yüzyılın ikinci büyük ekonomik krizin
olgunlaştığı aynı dönemde post-Marksist eğilimlerin de ortaya çıkan ihtiyacı
karşılamak amacıyla mevcut siyasanın yeniden okunmasıyla geliştiğini söylemek
mümkündür.
Radikal demokrasinin güç aldığı en önemli alan olan yerel yönetimler
konusunda Türkiye’de yaşanan tartışmalar, parti ideolojisinin temel belirleyeni
liderin son söz hakkına sahip olmasının getirdiği merkeziyetçilik, bu konuda henüz
önemli bir aşama kaydedilmediğini savlayan düşüncelerin temel dayanak noktası
olmaktadır.
Buna rağmen 2009 yılından sonra 60. hükümet eliyle başlatılan kimi
girişimler Radikal Demokrasi kuramında değineceğimiz kimi kavramlar üzerinden
toplumla ilişki içinde olmaya başlamıştır. Farklı toplumsal kesimlerin düşüncelerini
ifade edebildiği en etkili alan olan sivil toplum örgütleriyle –her ne kadar hiyerarşik
olsa da- ilişkilerini sıklaştırmış ve Cumhuriyet tarihi boyunca görmezden gelinen
farklı etnik grupları kendi kimlikleriyle tanımıştır.
21. yüzyıla girerken bu nedenle Türkiye’de de devlet toplum ilişkilerinin
demokratik bir tarzda yeniden yapılanması gereksinimiyle karşı karşıya olduğumuzu,
bu durumun tarihsel ve konjonktürel bir zorunluluk olduğunu söylememiz
mümkündür.
1980-sonrası dönem, bu gereksinim bağlamında ciddi bir paradoksu içeriyor:
bir taraftan “demokrasiye olan bağlılık” yalnızca sivil toplum örgütleri demokratlar
tarafından değil, aynı zamanda ironik olarak, devlet ve siyasi seçkinler tarafından da
1
Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ
Geliştirme Dergisi, S. 34, Ankara, 2007, s. 313
2
sürekli ve sıklıkla dile getirilirken ve “demokrasi referansı” sivil toplumdan siyasi
topluma kadar, neredeyse her eylemin ve kararın “meşruiyet zemini” olarak
kullanılırken, diğer taraftan insan haklarından düşünce özgürlüğüne, “sivil hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınmasından ”farklılıkların ifade edilmesi ve siyasal
alana taşınmasına” ve bireylerin günlük siyasal yaşamları içinde “ontolojik bir
güvensizlik duygusuyla” yaşamalarına kadar geniş bir toplumsal yelpaze içinde
“demokrasiye ve devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleşmesine duyduğumuz
gereksinim” her gün giderek artan ve ivme kazanan bir nitelikle karşımıza çıkıyor.
Tezin Türkiye özelini kapsayan ve ana gövdesini oluşturan bu kısımda 29
Mart 2009 Yerel Seçimlerinden sonra gelişen politik ortama da değinilecek ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu olan partilerin Radikal
Demokrasi’nin yaşamsal alanda vücut bulduğu kimi kavramlara programlarında ve
seçim bildirgelerinde ayrıca uygulamada nasıl ve ne ölçüde baktıkları tartışılacaktır.
Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde değinileceği üzere 60. hükümetin son
dönemde başlattığı çalışmaların kapsamının radikal demokrasi kuramıyla doğrudan
ilgili olması sebebiyle bu süreçte yaşananlar ele alınacak ve kimlikler, temel haklar
ve özgürlükler ile sivil toplum üzerinden bir kere daha değerlendirileceklerdir.
Tüm bu bahsedilenlerin oluşturduğu anlam bütünlüğü içinde bu tezin
özellikle ve ağırlıkla ilgilendiği nokta da radikal demokrasinin Türkiye özelindeki
uygulamalarıdır. TBMM’de grubu olan siyasi partilerin, parti programlarına yönelik
inceleme sonunda söz konusu parti programlarına Radikal Demokrasi kavramına
uygun düşen öneriler de Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısına ve politik geleneğine
uygun
şekillerde
sunulabilecektir.
Çünkü siyasi
ve ekonomik
modellerin
uygulanmasında ülkesel ve bölgesel farklılıklara dikkat edilmesi gerekmektedir. Zira
toplumlar sahip oldukları siyasi gelenekler ve içinde bulundukları ekonomik
koşulların yoğun etkisiyle yeni modellere farklı reaksiyon verebilmektedirler.
Dolayısıyla Türkiye için yapılacak önerilerde Türkiye’nin bölgesel anlamda
Ortadoğulu olduğu, kozmopolit bir demografik yapıya sahip olduğunu ve Avrupa’ya
entegre olma sürecini henüz tamamlamadığı akılda tutulmalıdır.
3
Radikal Demokrasi projesi 20. yüzyılın sonlarında demokrasi açısından
yaşanan problemlere farklı bir pencereden bakması bakımından başlı başına bir
öneme sahiptir. Türkiye gibi demokrasinin hala tam olarak kurumsallaşmadığı,
özümsenmediği bir toplumda dünyadaki demokrasi ile ilgili sorunlara çare olma
iddiasıyla ortaya çıkan bir kuramın incelenmesi yararlı olacaktır. Bu konunun
seçilmesinde ülkemizdeki uzun süredir devam eden demokrasi sorunları ve bunlara
yanıt olmadaki eksiklikler etken olmuştur. Bu tezin araştırması sorusu olarak
‘TBMM’de grubu bulunan partilerin programlarının Radikal Demokrasi kuramının
çerçevesini çizdiği sosyo-politik projeye ne ölçüde yaklaştığı’ belirlenmiştir.
Ülkemizde bulunan onlarca partiden sadece TBMM’de grubu bulunan partilerin
seçilmesinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir:
•
Radikal
demokrasi
kavramı
devletin
ve
toplumun
yapısını
değiştirecek kapsamdadır. Ülkemiz hukuk devleti olduğundan
toplumun ve devletin yapısını değiştirmek ancak çıkarılacak yasalarla
mümkündür. Bu gücü sahip en büyük Yasama organıdır. Mecliste bu
güce sahip olanlar ise grubu bulunan siyasi partilerdir.
•
Radikal demokrasi toplumun tabanında yankı bulduğu takdirde gerçek
işlevini kazanacaktır. Toplum tabanında gerçekliği olmayan partilerin
çalışma kapsamına alınması hem çalışmayı zorlaştıracak hem de
nitelik sorunu yaratacaktır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
RADİKAL DEMOKRASİ; KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE
1. RADİKAL DEMOKRASİ
Toplumsal hareketlerin çeşitlendiği ve farklı yöntemlerle sisteme karşı
kanalize oldukları son otuz yıllık dönemde söz konusu hareketleri ortaklaştırmaya
yönelik teorik girişimler olmuştur. Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe de bu
bağlamda
liberal
demokrasinin
uygulanabilir
yöntemlerinden
yararlanarak
çoğulculuğu ve çatışmacı düşünceyi esas alan Radikal Demokrasi Kuramı’nı
geliştirmişlerdir. Laclau ve Mouffe’in geliştirdiği yöntem esas alınarak buradan
hareketle kuramın genel çerçevesi incelenecektir.
1.1. Radikal Demokrasi’nin Ortaya Çıkma Nedenleri, Soğuk Savaş
Sonrası Politik Ortama Yeni Tepkiler
Hegemonya ve Radikal Demokrasi kavramları, Laclau ve Mouffe’in 1985’te
yayımladığı “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de geliştirilerek öne çıkarılmışlardır.
Politik kuramcı olan bu iki düşünürün “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de amaçları
“sol siyasetin” tıkanmışlığını göstermekti.
1989’da öncelikle doğu bloğunun yıkılması ve ardından 1991’de Sovyetler
Birliği’nin dağılmasıyla birlikte son yirmi yıla damgasını vuran olgu, taşıdığı
çelişkiler ve belirsizlikler ile karakterize olan bir süreci ifade eden küreselleşme
olmuştur.2
Küreselleşen dünyada yeni sağ anlayışa tepki olarak gelişen “yeni muhalif
hareketler”in konu edinildiği platform olarak sunulan Radikal Demokrasi Kuramı,
kriz yaşayan Marksist tartışma ortamına hegemonya, evrensellik, tikellik gibi
kavramları taşımıştır.3
Post-Marksist düşünürler Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun Hegemonya
ve Sosyalist Strateji (İletişim, 2008) adıyla 1985’te yayınladıkları kitapla birlikte
Radikal Demokrasi Kuramı’na ilişkin yaptıkları tartışmalarda, kendi yaklaşımlarıyla
2
Eken Hurigül, Küreselleşme ve Ulus Devlet, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
2006, s. 243
3
Laclau, Ernesto, Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme, Birikim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 13
5
diğerlerini ayırmış ve özellikle Seyla Benhabip ile Jürgen Habermas’ın geliştirdiği
müzakereci demokrasinin liberal demokrasinin bir çeşidi olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Söz konusu çalışmada Marksist geleneği ve özellikle Antonio Gramsci’yi
tartışan ve yapısalcılık sonrası düşünürlerin görüşlerinden yararlanan Mouffe ve
Laclau’ya göre Radikal Demokrasi Kuramı yeni bir sosyalist projedir ve radikal ve
çoğulcu bir demokrasi anlayışı ile mümkün olabilir.4
Politik kuramcılar Laclau ve Mouffe’nin gelişimine katkı sunduğu Radikal
Demokrasi Kuramı’nın nihai hedeflerinden biri olarak demokratik hak ve
özgürlüklerin en üst düzeye çıkarılmasını da alabiliriz.
1.2. Laclau ve Mouffe ile Radikal Demokrasi Kuramı’nın Geliştirilmesi
Laclau ve Mouffe ilk olarak, işçi sınıfının Marksist kuram içindeki esas aktör
olmasını eleştirir. Anonim özneler yerine tekil öznelerin varlığını savunur. “Yeni
toplumsal hareketleri” benimser. Postmodernizmin yarattığı kültürel çoğulculuk tüm
toplumsal hareketlerin kendi taleplerini özgürce seslendirmesine ve örgütlemesine
izin vermektedir.5
Yeni sosyal, toplumsal ve muhalif hareketler Radikal Demokrasi Kuramı’nın
merkezinde yer alır; çünkü bu hareketler, sadece işçi sınıfının değil başka kimliklerin
de iktidarın hegemonyasına tabi konumda olduğunu gösterir.6 Buradan hareketle
radikal demokrasi kuramcıları, ortodoks sosyalist projenin sınıf temelli ilişki
üzerinden yürüdüğünü fakat Radikal Demokrasi Kuramı’nın geliştirdiği modelde,
başka bağımlılık biçimlerinin de dikkate alınması hatta çalışmaların esasını bu
hareketlerin oluşturması gerektiğini savunur.
Radikal demokrasi kuramcıları “sınıf” kimliğinin “ayrıcalıklı” konumu yerine
toplumsal kimlikler arasında “eşderlik zinciri” kurulması gerektiğini ileri sürerler. Bu
gerekliliğin getirdiği ise çoğulculuğu temel alan liberal demokrasinin temel
4
Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ
Geliştirme Dergisi, S. 34, Ankara, 2007, s. 317
5
Çağlar Nedret, Postmodern Anlayışta Siyaset ve Kimlik, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2008, s. 380
6
Üstüner, a.g.y., s. 317
6
savlarının öğrenilmesi ve solun, “hasmane” bir tutum geliştirdiği liberal
demokrasinin güçlü yönlerinin de fark edilmesidir.7
Mouffe’a göre demokratik siyaset tarzını yaşanan politik açmazların
deneyimleri çerçevesinde yeniden düşünürken birey özgürlüğü ve çoğulculuk göz
ardı edilmemelidir.8 Çoğulculuğun bu yeni demokrasi anlayışına eklemlenmesinin
sonucu olarak, temel insani ilkeler olan özgürlük ve eşitlik gibi değerlerin pek çok
yorumunun ortaya çıkmasıdır. Mouffe The Return of the Political (1993) adlı
eserinde buna bağlı olarak hiç kimsenin “doğru” yorumunun kendisininki olduğunu
iddia edemeyeceğini savunarak: “bundan dolayı bu ilkelerin yorumları hakkındaki
tartışma çerçevesinde kararlara varmak ve devletin iradesini belirlemek için bir takım
mekanizma ve usullerin yerleştirilmesi esastır” der. 9
Kuramın temeline kimlik politikalarını ve “yeni toplumsal hareketleri”
yerleştiren ve siyasetin çatışmalar üzerinde yürümesinin siyasetin önünü açacağını
söyleyen Mouffe’a göre uzlaşma temelinde ve uzlaşma esaslı yapılan liberal siyaset
mümkün değildir, çünkü liberal siyaset, kimliklerin kurulmasında temel olan çatışma
yokmuş ve uzlaşma mümkünmüş gibi yanlış bir varsayıma dayanır.10
Siyasal olanın temelinde antagonizma olduğunu söyleyen Mouffe, bu savın
kuramsal tartışmasını Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Laclau’yla beraber yapar
ve iktidarın dışsal bir ilişki olarak kavranmaması gerektiğini öne sürerler.11
Üstüner’e göre Mouffe’nin, çatışmanın kimliklerin ve toplumsalın kurucusu
olduğunu ileri sürmesine rağmen, kullandığı “çekişme” ve “muarız” gibi kavramlarla
antagonizmayı silikleştirmesinin nedeni olarak siyaset ve siyasal ayrıştırması
temelinde yapılacak bir analizde, demokrasinin siyasal kategorisinde değil, ancak
siyaset kategorisinde yer alabileceğini ortaya koyar. Mouffe’a göre siyasal olan
antagonistiktir ve düşmanlar arası ilişkiyi barındır. Siyaset ise içinde antagonizmayı
barındırsa da, ilişkisi disipline edilmiş ve bir düzen içinde, kurallara bağlı olarak
7
Üstüner, a.g.y., s. 317
Üstüner, a.g.y., s. 319
9
Üstüner, a.g.y., s. 319
10
Üstüner, a.g.y., s. 321
11
Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim, 2008, s. 99
8
7
gerçekleşir. Böylece düşman “muarız”a dönüşür ve Mouffe’a göre demokrasi de bu
noktada ortaya çıkabilir.12
Mouffe için demokrasi, oyunun kurallarını kabul edenler arasında mümkün
olabilir.13 Mouffe, sol hareketlerin çözüm aramayan tutum ve davranışlarının
karşısına farklı kimliklerin tanınmasını, siyaset yapmasını mümkün kılmaya çalışarak
verimli bir siyaset ve demokrasi için hiçbir toplumsal aktörün, toplumun kuruluşu
konusunda bir üstünlük iddiasında bulunmamasını şart koşar.14
Fahriye Üstüner’e göre Laclau ve Mouffe’nin geliştirdiği modeldeki
paylaşılması gereken değerlerin varlığı ve kimliklerin kendileri gibi kalmaması için
getirdiği
öneriler
–tikelliklerin
evrenselleştirilmemesi,
toplumu
düzenleme
ayrıcalığını hiçbir kimliğin kendinde bulunduğunu iddia etmemesi, ötekini
dönüştürürken, kendisinin de dönüşmesi gibi- müzakereci demokrasi modelindeki
“perspektiflerin yer değiştirmesi” ilkesiyle benzerlikler gösterir.
Mouffe ikna yoluyla anlaşma fikrine karşı olmakla birlikte, çekişme
temelinde farklılıkların birbirlerini karşılıklı değiştirme ve dönüştürmesiyle
çelişkilerin aşılabileceğini ifade etmiş olmaktadır.15
1.3. Radikal Demokrasi’nin Temel Tartışmalarından “Kimlik” ve “Sivil
Toplum” Üzerine
Kimlik kavramı, özellikle küreselleşme söylemiyle beraber literatürde sıkça
kullanılagelen bir kavram olmuştur. İnsanların kendilerini ait hissettikleri
kimliklerini özgürce ifade etmesinden doğan bir “kültürel zenginlik ortamı”16 olarak
tanımlayabileceğimiz kimlik kavramı, çoğulcu bir yapıya sahip olamayan ülkelerde
gelişme şansı bulamamaktadır.17 İki temel bileşene sahip olan kimliği tanımlama ve
tanınma ile aidiyet duygusu oluşturmaktadır. Bu noktada bireyin iki tür kimliğe sahip
olduğunu ifade etmemiz mümkündür. Birincisi bireyin doğduğu andan itibaren
kazandığı ve kendi müdahalesi dışında sahip olduğu cinsiyet, sahip olduğu aile,
12
Üstüner, a.g.y., s. 322
Üstüner, a.g.y., s. 323
14
Üstüner, a.g.y., s.323
15
Üstüner, a.g.y., s.324
16
Kolektif, Kavram Sözlüğü, Söylem ve Gerçek, içinde Kimlik, Ceyhan Suvari, Özgür Üniversite
Yayınları, 2005, s. 283
17
Laclau, a.g.e., s. 82
13
8
sosyal sınıf gibi kimliklerdir. İkincisi ise bireyi birey yapan ve kişinin özgür
iradesiyle elde ettiği öğrenim durumu, dünya görüşü, cinsel yönelimi, mesleği gibi
kimliklerdir.18
Kimlik tartışmaları bağlamında Radikal Demokrasi kuramını Türkiye’de
tartışan Fuat Keyman, Türkiye’de kimliklerin verdiği mücadeleye iktidarın veya
devlet otoritesinin farklı reaksiyonlar gösterdiğini ve devlet ile toplum arasında, hem
toplumsal sorunların çözümü hem de toplumsal taleplerin karar alma süreçlerine
eklemlenmesi bağlamında bir “teslimiyet krizi” yaşandığını; sistemin ise söz konusu
kriz karşısında çaresiz kaldığını söyler.19 Keyman, sistemin yaşanan tartışmaların
sonunda da yeni hareketlere İslami milliyetçilik ve yeni milliyetçilik (Türkiyelilik)
gibi iki farklı söylemsel cepheden yanıt verdiğini ifade ederek bu iki hareketin
paylaştığı ortak noktanın, küreselleşmenin farklılaştırıcı/çoğullaştırıcı kimlik
söyleminin karşısında tekliği ve farklılıkları eritici söylemini yerleştirmek olduğuna
işaret eder.20
Küreselleşen dünyada giderek önemi artan ve devlet otoritesi karşısında özerk
hale gelen toplumsal grupları ifade eden sivil toplumu da sadece ülke çapında
faaliyet yürüten kurumlar olarak düşünmemek gerekir. Zira “yeni toplumsal
hareketler”in çalışma yürütmesine olanak sağlayan sivil toplum da artık
küreselleşmiş ve bir ülkenin sivil toplum örgütü başka ülkenin toplumsal sorunlarına
yanıt aramaya başlamıştır. Mouffe’nin sık sık dile getirdiği antagonizmaların
evrenselleşmemesi ve tikel hareket etmesini göz önünde bulundurduğumuzda artık
farklı kimliklerin küreselleşmeden yararlanarak kendilerini ön plana geçirmeleri
anlaşılabilir hale gelmektedir. Çünkü evrenselleşmeyen fakat kapsamlı bir çalışma
yürüten sivil toplum da demokratik şekilde yapılanması gerektiğini fark ederek bu
yönde adımlar atmaktadır.21
18
Erdem, Çiğdem, Küreselleşme Karşısında Değişen Vatandaşlık Algısı, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, s. 5
19
Keyman E. Fuat, Türkiye’de Kimlik Sorunları ve Demokratikleşme, Alfa, 2000, s. 23
20
Hurigül, a.g.y., s. 253
21
Hurigül, a.g.y., s. 256
9
1.4. Kuramın Oluşmasını ve Gelişmesini Hızlandıran Dönem: Soğuk
Savaş’ın Sona Ermesi
1985’te Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi yayımlayan Ernesto Laclau ve
Chantal Mouffe’e göre kitabın yayımlanmasının ardından teorik-politik en önemli
gelişme Sovyetlerin dağılışı oldu.22 Bu gelişme sonrasında uluslararası ortamda ve
gelişen politik ortamda Radikal Demokrasi Kuramı’nın gelişmesine katkı sağladı;
zira Laclau ve Mouffe’e göre toplumsal ve siyasal kimliklerin oluşturulmasında yeni
paradigmalara kaynaklık eden, büyük toplumsal yapı dönüşümleridir.23
Sovyetlerin yıkılması da dünyada benzer bir etki yaratmış ve görece rakipsiz
kalan neoliberalizme alternatif sunmak isteyen muhalif grupların sınıf siyasetinden
farklı arayışlara gitmelerini sağlamıştır.
Büyük toplumsal dönüşümlerin etkisine dikkat çeken Hobsbawm’a göre
1980’lerde avrokomünizm idealdi şimdi ise yeni toplumsal hareketler, çok
kültürlülük, ekonominin küreselleşmesi, yersiz yurtsuzlaşma, post modernizm24,
kimlik siyaseti popüler kavramlardır.
Kitabın ilk kez yayımlandığı 1985 senesinde “hegemonya” kavramını merkez
alan bir teorik bakış açısı geliştiren Laclau ve Mouffe’e göre sonraki politik
gelişmeleri göz önünde bulundurduklarında “hegemonya” doğru bir yaklaşım
olmuştur.25
Radikal Demokrasi Kuramı’nın şekillendiği Hegemonya ve Sosyalist
Strateji’de Ortodoks Marksist söylemin dışına çıkan Laclau ve Mouffe, bu durumu
1970’lerde Marksist teorinin açmaza girmesiyle açıklamaktadır.
26
Söz konusu
açmaza Marksist düşünürlerin iki şekilde tepki verdiğini ifade eden Laclau ve
Mouffe’e göre bu tepkiler şunlardır:
1)
Değişimlerin yok sayılarak ortodoksiye sığınılan ve bu tür
tartışmalarda seçilen genel eğilim,
22
Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim, 2008, s. 7
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 7
24
Hobsbawm, Eric, J., Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest Yayınları, 2009, s. 28
25
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 8
26
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 8
23
10
2)
Yeni eğilimleri betimleyen kimi çözümlemeleri amaca özel bir
biçimde bir teorinin yanına ilave edilmesini seçen yenilikçi eğilim.27
Kendilerinin ikinci yolu seçtiğini ima eden Mouffe, Marksist-Leninist
teorinin Marksizm’in tarihi olarak sunduğu Marksist teoriler alanının, tek parça
olmadığını ve çeşitli muğlâklıklar ile çeşitlilikler barındırdığını fark ettiklerinde
aslında söz konusu açmazın Leninizm’in uzun süren teorik etkisinin Marksizm’in
içinde barındırdığı potansiyel teorik çeşitliliği yoksullaştırdığını söylerler.28
Teorik yoksullaşmaya son vermek amacıyla yeni arayışlara giren Laclau ve
Mouffe, Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi kaleme alırken kendilerine çıkış olarak
“mevzi savaşı”29, “tarihsel blok”30, “kolektif irade”, “hegemonya”, “entelektüel ve
ahlaki önderlik” kavramlarını seçtiklerini dile getirmektedirler.31
Marksist geleneğin yeniden ele alınması sürecine başlayan Laclau ve Mouffe,
bu girişimin sadece Marksizm’i içinde bulunduğu sıkıntılı süreçten çıkarmayı
amaçlamadığını, Marksist kategorilerle herhangi bir şekilde ilişkili pek çok
toplumsal antagonizmanın ve çağdaş toplumların anlaşılması için böylesi bir
çalışmanın gerekli olduğunu vurgularlar ve bu şekilde bir araştırmanın varlıksal
içeriğindeki çok yönlü kapsamlı bir değişikliğin yeni bir ontolojik paradigmaya yol
açmasını beklediklerini Althusserci bir yaklaşımla açıklarlar.32 Bahsi geçen
gerekçeyle neden kendilerinin post-Marksist olarak adlandırıldıklarını açıklayan
Laclau ve Mouffe, bu geçişin yalnızca ontolojik değil aynı zamanda ontoloji ile ilgili
bir durum olduğunu söylerler.33 Geçişin ontoloji durumunun olmasını ise Laclau ve
Mouffe, küreselleşmiş ve enformasyonla yönetilen bir toplumun sorunlarının,
27
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 9
Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde Mouffe, “Radical
Democracy or Liberal Democracy” s. 21
29
Marksist kuramcı Antonio Gramsci’nin geliştirdiği kavrama göre, modern sivil toplumda
burjuvazinin hegemonyasının yıkılması için, öncelikle mevzi savaşının gerekli olduğunu ve ancak
bunun sosyalizme giden yolda cephe savaşına yol açabileceğini söyler. Burada mevzi savaşından
anlatılmak istenen, iktidarın kalelerinin ele geçirilmesidir çünkü devrim süreci, sadece iktidarı ele
geçirmeyi değil, onu yönetmeyi de içerir.
30
Yine Gramsci’ye göre, tarihsel blok, hâkim grubun, iktidar için bazı diğer grupları kendisine
eklemleyip bazı başka gruplara tavizler vermesiyle inşa ettiği iktidar ittifakı anlamına gelir.
31
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 10
32
Althusser, Louis, Marx İçin, İthaki Yayınları, 2002, s. 57
33
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 11
28
11
Marksist söylemler alanına hâkim olan iki ontolojik paradigmayla – Hegelci ve
doğalcı – düşünülemeyeceğiyle açıklarlar.34
Toplumun sorunlarını açıklamak için yeni paradigmalar üretilmesinin gerekli
olduğuna vurgu yapan Laclau ve Mouffe, kendi yeni yaklaşımlarının temelinin,
siyasal eklemlenmeye tanıdıkları ayrıcalık olduğu ve bu siyasal çözümlemenin
merkezinde de “hegemonya”nın bulunduğunu açıklarlar.35
Laclau ve Mouffe, bu tür bir hegemonik ilişkinin olanaklı olması halinde bu
ilişkinin varlık bilimsel statüsünün tanınması gerektiğini; bu durumda da hegemonya
kavramı kadar söylemsel bir alan olarak “toplumsal”ın da çözümlenmesi gerektiğini
çünkü daha önce bahsettiğimiz üzere Marksist söylemler alanına hâkim olan Hegelci
ve doğalcı paradigmada düşünülemeyen temsil ilişkilerini ancak “toplumsal” olanla
çözebileceğimizi ifade ederler.36
Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Radikal Demokrasi Kuramı’nın
altyapısının nasıl oluştuğunu anlatan Laclau ve Mouffe, tüm bu kuramsal çerçevenin
dâhilinde teorik düşünlerinin asıl kaynağının post-yapısalcılıktan37 geldiğini, postyapısalcılıktan ise yapı bozumu38 ile Lacancı teorinin hegemonyaya yaklaşımlarını
belirlediğini ifade etmişleridir. Laclau ve Mouffe, özellikle yapı bozumundan
aldıkları
“karara-bağlanamama
(undecidability)”39
kavramının
“hegemonya”
bakımından kendileri açısından hayati öneme sahip olduğunu dile getirmektedirler.
1.5. Yeni Bir Hegemonyanın Kurulması ve Antagozima
Radikal Demokrasi Kuramı’nın oluşturulması aşamasında temel argüman
olan “hegemonya”nın tartıştığı birincil konu tikellik ve evrensellik ilişkisidir. Laclau
34
Laclau, a.g.e., s. 72
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 11
36
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 12
37
“Postyapısalcılıkta fenomenolojinin ya da varoluşçu felsefenin ya da analitik okulun etkilerini ve içtartışmalarını görmek mümkündür. Buna rağmen bu teorik eğilimi yapısalcılık sonrası olarak görüp
adlandırmanın sebebi, temelde bu alandaki düşüncelerin esas olarak yapısalcılığın açtığı alan içinde
oluşmuş olması dolayısıyladır.” Madan Sarup, Post-yapısalcılık ve Postmodernizm, Bilim ve Sanat
Yayınevi, Ankara, 2004
38
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 13
39
Derrida’nın yapıtının söylediği gibi, önceleri yapısal belirlenim tarafından yönetildiği düşünülen
alanın her yerine karara-bağlanamazlar yayılmış ise, hegemonyayı karara bağlanamaz bir zemin
üzerine verilen kararların teorisi olarak anlamak mümkün olur. “Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 13”
35
12
ve Mouffe, hegemonik öznellik konusunda ileri sürdükleri savların bu ikili arasındaki
ilişki tartışmasına mükemmel uyduğunu söylemektedirler.40 Söz konusu hegemonik
ilişki Hegel’de “evrensel sınıf” anlayışıyla açılanmaktadır41; fakat Laclau ve Mouffe
hegemonik ilişkiyi veya yeniden eklemlenmeyi sivil toplum düzeyinde başlatır
bundan ötürü hegemonik ilişki Marksist anlamda proletarya kavramına da benzemez;
zira hegemonik ilişkinin nihai hedefi Devlet’i ortadan kaldırmak değil, siyasetin
kurucusu olmaktır. “Hegemonya”ya özgü bu evrensellik, fark mantığı ile eşdeğerlik
mantığı arasındaki kendine özgü diyalektikten kaynaklanmaktadır. Toplumsal
aktörler, toplumsal dokuyu oluşturan söylemler içinde farklılık konumları işgal
ettikleri için hepsi tikelliğe örnek olmalarına karşın toplum içi sınırlar yaratan
toplumsal antagonizmalar da bulunmaktadır.42 Bu durumda baskıcı güçlere veya
iktidara karşı bir tikellikler kümesi kendi aralarında eşdeğerlik ilişkileri kurmalarına
rağmen bu küme tümü değil farklı tikelcilikleri temsil eder. Tikel, bir yandan
kendine öz tikelliğini sürdürürken diğer taraftan da kendisini onu aşan bir
evrenselliğin temsiline dönüştürmektedir. İşte belli bir tikelliğin, kendisiyle bütünde
karşılaştırılamaz bir evrenselliğin temsilini üstüne aldığı ilişkinin adı “hegemonik
ilişki”dir. Hegemonik ilişkinin evrensel olarak anlaşılmak istenmemesinin nedeni
olarak ise bu ilişkinin kirlenmiş bir evrensellikte oluşmasıdır çünkü bu ilişki;
1) hem evrensellik ile tikellik arasındaki çözümsüz gerilimde yaşar
2) hem de sahip olduğu işlev nihai değildir, daima tersine çevrilebilir
niteliktedir.43
Laclau ve Mouffe, hegemonik ilişkilerin esasında antagonistik ilişkiler
üzerinden yürüdüğünü belirtseler de onların bahsettiği antagonizma kavramı,
kavramı ortaya atan Kant’ınki44 ile aynı değildir.
40
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 15
Hegel, George, W.F., Tüze Felsefesi, İdea Yayınevi, 2006, s. 202
42
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 15
43
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 16
44
Immanuel Kant’ın “Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel bir Tarih Düşüncesi” başlıklı
makalesinde, tarihin ilerletici gücü olarak ele aldığı ‘antagonizma’ kavramı Kant’a göre, akıl varlığı
olmayan doğa, doğa yasalarının değişmez kurallarına göre iç işlerini yürütür. “Akıl varlığı olan insan
ise, bir yandan doğa yasalarına bağımlıyken, öte yandan doğa yasalarından bağımsız yapabilme
olanağına sahiptir. Bu durum tek tek kişiler için geçerli iken, insan soyu söz konusu olduğunda Kant,
onun da “doğanın gizli bir planına” göre yaptığını söyler; çünkü birey olarak insanlar, hatta uluslar,
41
13
Laclau ve Mouffe, antagonizmayı nesnel ilişkiler olarak değil nesnelliğin
sınırlarını açığa çıkaran ilişkiler olarak açıklamaktadırlar ki toplumun etrafında
oluştuğu bu sınırlar esasında antagonistiktir.45 Laclau ve Mouffe’e göre Kant’ta
geçen antagonizma tanımındaki gibi antagonistik ilişkileri yoluyla oluşacak “Akıl’ın
kurnazlığı” yoktur ve antagonizmaların bir kurallar sisteminin egemenliği altına
alınması söz konusu olmaması sebebiyle siyasal olan Laclau ve Mouffe için, üstyapı
değil, toplumsalın ontolojisi ayarındadır; bu nedenle Radikal Demokrasi Kuramı’nın
en önemli varsayımlarından biri de bu noktada ortaya çıkar; yani toplumsal bölünme,
demokratik siyasetin olanaklılığına ve süreğenliğine içkindir.46
Laclau ve Mouffe’a göre çatışmacı yöntem önemlidir; hala geçerlidir fakat
antagonistik ilişkiler üzerinden yürümesi beklenen solun kullandığı siyasal söylemler
arasında antagonizma yoktur ve bunun paradoksal bir durum yaratması beklenir ki
öyledir; çünkü toplumsal bölünmeyi reddeden ve tersi hali ilerleme olarak gören
solun bu tutumunun, Laclau ve Mouffe solun günümüzde yaşadığı sorunların esası
olduğunu düşünmektedirler.47 Solun yaşadığı krizi, Sovyet tipi komünizmin
çöküşünün sosyalist projeyi de derinden sarsarak, neo-liberalizmin ve onun
etkilerinin sol siyasetin de içine girmesine bağlayan Lummis, bu nedenle Sovyetlerin
yıkılmasının ardından toplumsal bölünmelerin esas alındığını yeni bir sol söylem
beklenirken son 10 yılda neo-liberalizmin yaygınlaşmasına tanık olduğumuzu ileri
sürerler.48
her biri kendi yolunda ve sık sık da birbirlerine karşı bir amaç güderken, doğanın seçtiği bir yöne
doğru bu farkında olmadan gidişleri üzerinde akıl yormazlar. Doğanın bilmedikleri hedefine doğru
ilerlerler”, işte insanı doğanın hedefine doğru ilerleten, “toplum-dışı toplumsallık” olarak ifade edilen
antagonizmdir. Buna göre Kant için antagonizm, insanın bir yandan toplum halinde yaşama eğilimi
taşıması ama bir yandan da bu toplumsal birliği bozacak 'doğayla rekabet', 'mülkiyet isteği' , 'iktidar
arzusu' gibi heveslerinin olması durumudur. İnsan türünde bu istekler çarpıştıkça tarih ilkel
toplumlardan dünya devletine doğru evrilir. (http://mitoloji.info/glossary/antagonizma.nedir, erişim: 3
Kasım 2009)
45
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 16
46
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 17
47
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 17
48
Lummis, C. Douglas, Radical Democracy, Cornell University Press, New York, 1996, s. 32
14
1.6. Radikal Demokrasi ve Sol
Laclau ve Mouffe’e göre “kimlik siyaseti” yapması beklenen sol, günümüzde
“merkez sol” adıyla “üçüncü yol” dedikleri bir program geliştirerek toplumsal ve
ekonomik dönüşümlerle küreselleşmenin antagonizmaları ortadan kaldırdığını dile
getirmektedir ve solun bu söylemle aslında anlatılmak istenen, söz konusu
dönüşümlerle birlikte artık sınırları olmayan bir siyaset oluşmuştur ve bu durum da
toplumdaki herkesin lehine işleyen “kazan-kazan siyaseti”dir.49
Radikal demokrasi kuramcıları, toplumsal bölünmeyi reddeden solun
imgelediği toplumsal mücadeleye dayanmayan bu yeni siyaset anlayışını, siyasetin
artık toplumsal bölünme etrafından yapılanmadığını ve bu yeni siyaset tarzının
teknik sorunlarla ilgilenen bir yapılanma olduğu şeklinde formüle ederler.50
Radikal demokrasi kuramcıları, sol siyasetin Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte
ele aldığı “uzlaşmacı” yeni siyaset tarzının kendilerini “radikal ve çoğulcu
demokrasi” anlayışını geliştirmeye yönelttiğini söyleyerek solun, devrim yoluyla
yaratılacak yeni bir toplum için yok edilmesi gerek düşman olarak liberal
demokrasiyi gördüğünü fakat benimsedikleri siyaset modeli olan dost/düşman
modelinin “uygunsuz bir paradigma” olmasına rağmen sol partilerin demokratik
süreci bu şekilde ele aldığını ileri sürmektedirler.51
Mouffe’e göre, demokrasiyi sınırları olmayan bir siyaset algısı içinde tarafsız
bir zemin üzerinde gerçekleşen çıkarlar rekabeti olarak düşünen solun yeni bir
hegemonya ilişkisi kurmayı öngörememesinin nedeni, yeni güç ilişkilerini
anlayamamasıdır.52
Toplumsal ilişkilerin temelinde var olan çatışmanın ve ayrılıkların farkına
varılarak bu antagonistik ilişkiler üzerinden yeni bir proje olarak sunulan Radikal
Demokrasi Kuramı’nın kuramsal altyapısına ana katkıyı sağlayan Laclau ve Mouffe,
günümüzde sol siyasetin herhangi bir alternatif arayışına girmeksizin “pazar
ekonomisi”yle tüm ilişkilerini bitirmiş gibi düşünmesine karşın esasında “Pazar
49
Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010, s. 52
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 18
51
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 19
52
Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde Mouffe, “Radical
Democracy or Liberal Democracy” s. 15
50
15
ekonomisi”nin dinamikleriyle hareket etmesini ise “alternatifsizlik” olarak sunulan
dogmanın küreselleşme üzerinden meşrulaştırılmasına bağlamaktadırlar.53
1.7. Farklı Alternatifler: Katılımcı Demokrasi
Yeni sağın ekonomik ve politik açıdan yükselişinin siyasayı ve toplumu
olumsuz anlamda etkilemesini eleştiren ve alternatif arayan bir başka proje de Jürgen
Habermas ve takipçilerinin geliştirdiği Katılımcı Demokrasi Kuramı’dır.54
Habermas ve Benhabib’in kuramını eleştiren Laclau ve Mouffe’e göre,
aslında her iki kuram da bir araya getirici, farklılıkları yok sayan demokrasi modelini
eleştirmektedir, zira bu model yenilikçi olmayan, güdükleştirilmiş bir demokratik
siyasettir.55
Çatışma ve bölünme konusunda Radikal Demokrasi Kuramı kadar kararlı
olmayan Katılımcı ve Uzlaşmacı Demokrasi Kuramı’nın eleştiren Laclau’ya göre
yok edilmesi pek çok düşünce tarafından arzulanan fakat toplum yapısını da göz
önünde bulundurduğumuzda bunun mümkün olmadığını belirterek çatışma ve
bölünme olmadan çoğulcu demokratik siyasetin olanaklı değildir.56
53
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 20
“Habermas, günlük yaşamımızda resmi sistemlerin artan müdahalelerini, refah devleti, tekelci
büyük şirket kapitalizmi ve kitle tüketim kültürü gelişmeleri paralelinde işlemiştir. Bu zorlayıcı
eğilimler halk yaşamının gitgide daha geniş sahalarını akılcılaştırmaktadır, bunları etkililik ve
denetimin genelleştirici mantığına indirgemektedir. Rutin politik partiler ve çıkar gurupları katılımcı
demokrasinin yerini alırlar, toplum gitgide artarak yurttaşların girdilerinden uzak düzlemlerde
yönetilmektedir. Sonuç olarak, halk (kamusal) ile özel, birey ile toplum, sistem ile yaşamdünyası
arasındaki sınırlar bozuklaşmaktadır. Demokratik halk (kamu:public) yaşamı, yurttaşlara halkça
önemli sorunları tartışabilmelerine kurumların izin verdiği yerlerde gönenebilir. “İdeal konuşma
durumu”nun ("ideal speech situation") ideal bir tipini tanımlar; aktörler eşit tartışım yetenekleriyle
donatılmıştır, birbirlerinin temel toplumsal eşitliğini tanırlar ve konuşma ideoloji ya da yanlış
kabullerle çarpıtılmaz.
Habermas kamusal alanın yeniden canlandırılması konusunda iyimserdir. Ulus-devleti etnik ve
kültürel benzerlikler temelinde aşmakta olan politik toplumun, eşit haklar ve yükümlülüklü
yurttaşların yasal koruma donatılı olması halinde, yeni dönemdeki geleceği için ümitlidir.
Demokrasinin bu değişkenlikli kuramı (discursive theory of democracy) öyle bi toplum gerektirir ki
birlikte politik istem belirleyebilsin ve bunu yasama sistemi düzeyinde uygulayabilsin. Bu politik
sistem eylemci bir kamusal alan gerektirir, burada ortak çıkar sorunları ve siyasi konular tartışılabilir
ve kamuoyunun gücü karar verme sürecini etkileyebilir.” Jürgen Habermas, İletişimsel Eylem
Kuramı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001
55
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 21
56
Laclau, a.g.e., s. 47
54
16
Laclau ve Mouffe, çatışmacı demokratik siyasete bir nokta konulmasına itiraz
ederek, ileride çatışmaların son bulacağı öngörüsüyle söz konusu demokratik
siyasetin yürütülmesi durumunda bu hususun demokratik projeyi tehlikeye atacağını
ve böylesi bir çoğulcu demokrasi anlayışının “kendi kendini çürüten bir ideal”e
dönüşeceğini ileri sürmektedirler.57
Radikal demokrasi kuramcıları, bu nedenlerden ötürü çatışmayı sonlandıran
her türlü konsensüsün hegemonik bir eklemlenmeyle oluştuğunu ve bu konsensüsün
gerçekleşmesini engelleyen “dışarısı”nın her zaman var olduğunu ve demokratik
siyaset yaptığını ileri süren herkesin bu ilişkiyi olumlu anlamda düşünmesi
gerektiğini savunurlar.58
1.8. Sol Siyasete Yeni Arayışlar Noktasında Sola Yöneltilen Eleştiriler
Radikal Demokrasi Kuramı’nın genel çerçevesini sol eleştirisi üzerinden
kuran Mouffe’ye göre, son 10–15 yıllık sürede tekrar gündeme gelen, solun kimlik
siyasetiyle, kültürel meselelerle fazlasıyla ilgilendiği ileri sürülmüştür. Sola, sınıf
savaşına geri dönmesi yönünde tekliflerde bulunulduğu bir dönemde aslında sol ne
Mouffe’nin istediği çatışmacı demokrasi mücadelesini yürütmüştür ne de solu
eleştiren kesimlerin ileri sürdüğü gibi bu mücadelenin içinde boğulmuştur.59
Tartışmaların esas kaynağı Laclau ve Mouffe’ye göre, solun alternatif
geliştiremediği yeni sağın gereklerini sorgusuz kabul ederek bunu kimlik siyaseti
yapıyormuş gibi algılamasından kaynaklanmaktadır ve söz konusu sorunun yani sol
siyasetin açmazının aşılması yeniden sınıf savaşı yapılmasında değil iktidarın farklı
boyunduruk altına alma biçimlerine karşı geliştirilen çeşitli demokratik mücadeleler
arasında eşgüdümcü ve eşdeğerlikçi bir zincir oluşturarak hegemonik eklemlenmeyi
sağlanmasına bağlıdır. Radikal ve çoğulcu demokrasi modelini bir alternatif olarak
sunan Laclau ve Mouffe, solun sunulan bu yeni demokratik siyaset modeliyle yeni
sağa karşı başarılı olmasının yolunun kimlikleri tanımasından geçtiğini ifade ederek
57
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 22
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 22
59
Thomassen, Lasse, Radical democracy: politics between abundance and lack, içinde Mouffe, “For
an Agonistic Public Sphere” s. 125
58
17
“yeniden dağıtım” meselesiyle uğraşması, hegemonik eklemlenme ve antagonistik
ilişkiler
yürütme
bakımından
temel
araçlardan
biri
durumunda
olduğunu
belirtmektedir.60 Laclau ve Mouffe, bu noktada Radikal Demokrasi Kuramı’nı
uygulama adına soldan beklenen tavrın, yeni güç ilişkilerini ve siyasetin
dinamiklerini kavrayarak liberal demokrasinin olumlu yanlarından yararlanarak
tikelliği kendine esas edinen fakat evrensellikten uzaklaşmayan bir siyaset tarzını
benimsemesidir.61
Son 30 yılda gelişme gösteren yeni sağın politik ve ekonomik hegemonyasına
solun özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte herhangi bir alternatif model
geliştiremedi.
Çoğulcu bir demokrasi kuramı oluşturmaya çalışan özellikle Laclau ve
Mouffe
ile
diğer
düşünürler,
Radikal
Demokrasi
Kuramı’nı
savunurken,
oluşturdukları bu yeni politik tasavvurun, klasik solunkilerle kıyaslanamayacak
ölçüde büyük hedefleri olmasını, liberal siyasetten ayrıcalıklı kopuş noktalarının
reddedilmesine; yanı sıra toplumsalın çoğulluğunun ve belirlenmemişliğinin kabul
edilmesine bağlamaktadırlar.62
1.9. Farklı Toplumsal Hareketler
Her dönemde iktidara karşı farklı toplumsal kesimlerin bir mücadele
yürüttüğü ön kabulünden hareketle Laclau ve Mouffe, her bir mücadeleyi kendi
içinde değerlendirmek gerektiğini ifade ederek Foucault’un “nerede iktidar varsa
orada direniş olur” sözünü direniş biçimlerinin farklı olabileceğini göz önünde
bulundurarak kabul ettiklerini söylemektedirler.63
Olasıdır ki, Radikal demokrasi kuramcıları, farklı toplumsal aktörlerin değişik
biçimlerde reaksiyon gösteren direniş biçimlerine tekil bir şekilde yaklaşılmasının da
oluşturmak istedikleri yeni demokrasi projesinin temeldeki düşüncesine ters
düşebileceğini düşünmüşlerdir.
60
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 23
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 24
62
Laclau, a.g.e., s. 98
63
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 236
61
18
Bu nedenledir ki söz konusu direniş biçimleri belki de uzun yıllardır var
olmakla birlikte belirli şartlarda politik bir forma dönüşerek iktidara karşı boyun
eğmeye son verme amacı güden mücadeleler haline gelirler.
Yeni toplumsal mücadele yöntemlerinde karşılaşılan esas sorun Laclau ve
Mouffe’ye göre bütün bu farklı toplumsal direniş hareketlerinin, eşitsizliklere karşı
mücadele edilmesi bakımından ortak bir payda etrafında kolektif bir harekete
dönüştürürken farklı direniş biçimlerine zarar vermeden bunun söylemsel koşullarını
oluşturmak noktasıdır.64 Lummis ise tabiiyet ilişkisinin; tahakkümün kullanıldığı
şekillerle ortaya çıktığı ve böylelikle de söz konusu ilişkinin bir çatışmanın yeri
olarak oluşturduğu koşulları tanımlamayı tercih etmektedir. Zira çatışma yerleri
haline dönüşmüş tüm tabiiyet ilişkileri esasında tahakküm ilişkileri olarak
yansımaktadırlar.65
Kuramın oluşması için söz konusu baskı ilişkilerinin veya Laclau ve
Mouffe’nin tanımı itibariyle tahakküm ilişkilerinin tabiiyet ilişkisi olmaktan çıkıp
tahakküm ilişkisi olduğunun açıklanmasıyla yol alabilecektir.66
Tahakküm ilişkileri altında ezilen farklı toplumsal kesimlerin sosyalist
nitelikli farklı direniş biçimlerini kullanmalarını ve bu noktada farklı sosyalist
söylemler kullanmalarını olumlayan Laclau ve Mouffe, farklı eşitsizlik eleştirileri
söylemlerinin, yeni hakların talep edilmesine götüren bir yerinden-oluşun ortaya
çıkmasını sağlayacağını düşünürler.67
Tahakküm ilişkisini biraz daha ayrıntılandırdığımızda, Laclau ve Mouffe’ye
göre, tabi kılan ve tabi olan kimlikler, birbirlerinin dışında olduklarını ima eden bir
olanaksızlık yaşamaktadırlar, örneğin işçi sınıfının mücadelelerinin antagonizma
potansiyelinin geçirdiği dönüşümleri göz önünde bulundurduğumuzda radikal
nitelikler taşıyan kapitalizm karşıtı mücadeleler işçi sınıfı mücadelesinin başladığı
19. yüzyılda belirleyici nitelikte değildi. O nedenle kapitalizm karşıtı mücadelenin
geliştiği işçi sınıfı mücadelesi ile kapitalist karşıtı diğer toplumsal hareketlerin
oluşturduğu dışsallık toplumsal alanın o dönemde iki ana kampa ayrılmasına yol
64
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 237
Lummis, a.g.e., s. 47
66
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 237
67
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 241
65
19
açtı.68 İşçi sınıfı bu ayrılmada kapitalizme karşıtı cemaat anlayışı bir mücadeleyi
kapitalizmin özüne karşı yürütürken, toplumsal temelleri zayıf olan kapitalizm karşıtı
diğer hareketler sanayi düzenine karşı harekete geçmişleridir.69
19. yüzyılda filizlenen fakat değişen politik ve ekonomik gelişmelerin
ışığında 20. yüzyılda tabiiyet ilişkilerine karşı mücadele yürüten yeni toplumsal
hareketlerin ortak paydası olarak yukarıda bahsi geçen “sınıf” temelli mücadele
yürüten işçi mücadelesinden farklı olmalarıdır. Laclau ve Mouffe’ye göre işçi
mücadelesinin sorunlu doğasından kopamamak anlamsızdır ve bu işçi sınıfı
mücadelesi nosyonu, “sınıf”ın ayrıcalıklı statüsüne dayanan bir söylemin devam
ettiğini sergileyen nedenlerle “yeni antagonizmalar”dan ayrı tutulan bir dizi çok
farklı mücadeleyi sadece üretim ilişkileri düzeyinde birleştirmektedir. Lakin Laclau
ve Mouffe “sınıf”a ilişkin getirdikleri bu açıklamanın ardından yeni toplumsal
hareketlerin “sınıf” karşıtı hareketler olarak anlaşılmasının önüne geçmek için yeni
toplumsal hareketleri, günümüzde ileri sanayi toplumlarının karakteristiği olan,
toplumsal çatışmaların gittikçe daha çok sayıda ilişkiye hızla dağılmasını
eklemlemede oynadıkları yeni rol olarak biçimlendirirler.70
Klasik sol söylemin bireyi yalnızca emeğiyle sermayeye bağlı gören anlayışın
aksine Aglietta, bireyin, toplumsal ilişkilerin kar için üretim mantığına bağlı
olmasından ötürü, toplumsal ilişkiye katılış bakımından kültür, boş zaman, hastalık,
eğitim, seks ve ölüm itibariyle de sermayeye bağlı olduğunu düşünür.71 Bu nedenle
çağdaş dünyada Laclau ve Mouffe’ye göre kapitalist ilişkilerden kurtulan hiçbir
bireysel ya da kolektif hayat alanı yoktur, bu mengeneyi açmaya çalışan yeni
toplumsal hareketler de “olumlu özgürlükler” olarak adlandırılabilecek olan yeni bir
hak tipiyle karşılaşmıştır. Yeni toplumsal hareketlerin direniş biçimleri sayesinde
ortaya çıkan bu tip özgürlükler “sosyal devlet”i ortaya çıkarmış ve egemen düşünüşü
de beraberinde dönüştürmüştür.72 Günümüzde yeni toplumsal hareketlerin “sosyal
devlet”in sona ermesiyle birlikte yeniden gündeme geldiği aşikârdır. Öğrenci
hareketleri ve feminist hareket kazandığı deneyimlerle hala politik sahnede yer
68
Cleaver, Harry, Reading Capital Politically, The Harvester Press, Sussex, 1979. s. 54
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 242
70
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 246
71
Aglietta, Michel, A Theory of Capitalist Regulation, Londra, 1979, s. 117
72
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 250
69
20
almakla birlikte yeni toplumsal hareketler arasında en aktif olanlar çevreci hareket ve
barış hareketidir ki bu hareketlerden barış hareketi Laclau ve Mouffe’nin ortaya
koyduğu teorik çatıya da uymaktadır.73
Laclau ve Mouffe, bu yeni tip hareketlerin anlaşılmasının iki gerekliliğinin
olduğunu savunmaktadırlar, öyle ki bu ikili perspektif şunlardır: “soğuk savaş sonrası
dönem oluşan toplumsal ilişkilerdeki dönüşüm” ve “liberal demokrasi tarafından
gelişmiş eşitlikçi söylemin toplumsal yaşamda oluşmuş yeni alanlara doğru
kayması”dır. Zira farklı tabiiyet ilişkilerinin sorgulanması ve toplumsal kesimlerin
yeni hak taleplerinde bulunması için gerekli olan çerçeveyi bu iki önkoşul
sunabilmektedir.74
Daniel Bell ise çoğulcu ve radikal demokratik devrimin kabul görmesinin ve
derinleşmesinin zemininin ancak çok biçimliliğin sağlanmasıyla oluşacağını ifade
etmektedir.75
Laclau ve Mouffe’ye göre, bu kuramı oluşturacak mücadele, söz konusu
çoğulcu ve radikal bir demokrasi teorisinin, eşitlikçi mantığın genelleştirilmesi
temelinde, en uç noktalarda bir alanlar özerkleşmesi için yapılacaktır.76 Çünkü
demokratik devrim diye adlandırılan bu yeni proje aslında toplumsal çatışmaların en
derinden ve üretken bir biçimde yaşandığı bir antagonizmalar çokluğundan
ibarettir.77 Önceden de bahsedildiği gibi yeni hak taleplerinin belirli koşulların
oluşması halinde yeni antagonizmalarla ileri sürülmesi teksesli bir olgu değildir.
Şöyle ki, ataerkilliğe karşı söylemini oluşturan bir feminist hareket veya kapitalizmi
yenmek üzere söylem geliştirmiş olan bir feminist hareket mevcuttur ve bunlar
feminist hareket içinde bütün olarak görülmezler. Dolayısıyla eklemlenme biçimleri,
önceden belirlenmemiş olmanın yanı sıra, yürüttüğü hegemonik mücadelenin sonucu
olarak ortaya çıkar.78
73
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 251
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 254
75
Bell, Daniel, On Meritocracy and Equality, 1972
76
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 256
77
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 257
78
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 258
74
21
Yeni bir sol için alternatif79 olarak Laclau ve Mouffe tarafından formüle
edilen Radikal Demokrasi Kuramı’nı açıklarken Laclau ve Mouffe, Soğuk Savaş
sonrası dünyanın politik ortamını hazırlayan liberal muhafazakarlığın, yarattığı
hegemonik bir karakter dahilinde, “bireysel özgürlüğü” savunma adıyla toplumsal
eşitsizliği meşrulaştırdığını (ve bu anlamda tarihsel görevini yerine getirmektedir);
toplumsal mücadeleler sonucu tahrip edilmiş hiyerarşik ilişkileri yeniden kurmaya
çalıştığını; politik söylemi dönüştürerek yeni bir “gerçeklik tanımı” yapma peşinde
olduğunu iddia ederler.80 Bu anlamda geçmiş uygulamalara dönük olarak bir nevi
“kara propaganda” yapan liberal muhafazakarlık, sosyal devlet anlayışına karşılık
gelen formasyonda kabul edilmiş bir takım pozitif farklılıkları bu alandan çıkarıp
negatiflik olarak yorumlamaktadır.
Bu nedenledir ki Radikal Demokrasi Kuramı, yeni bir tarihsel blok
oluşturmaya ve teksesliliğin sesini yükseltmeye çalışan liberal muhafazakârlığın tüm
bu girişimlerine karşı, yaratılacak sol alternatif, toplumsal bölünmeyi yeni bir zemine
yerleştiren farklı eşdeğerlikler sisteminin kurulmasıyla mümkündür.81 Solun bu
tarihsel aşamadaki görevi ise, liberal muhafazakârlık karşısında liberalizmi tümden
reddetmek adına liberal demokratik ideolojiyi reddetmek değil, aksine onu
hedeflenen
çoğulcu
ve
radikal
demokrasi
doğrultusunda
genişletmek
ve
derinleştirmektir.82
1.10. Farklı Toplumsal Hareketler ile Sol Siyasetin İlişkileri
Solun kendi hegemonik stratejisini geliştirebilmesi, Laclau ve Mouffe’e göre
demokratik zemini teksesliliğe terk etmeye değil tersine demokratik mücadeleleri
sivil topluma ve devlete doğru genişletmesine bağlıdır.83
Laclau ve Mouffe, klasik anlamda anlaşılan “devrim” kavramına bu yönden
eleştiri getirmelerini, “devrim” kavramının toplumun tamamına yayılan, bir politik
79
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 269
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 269
81
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270
82
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270
83
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270
80
22
kopuş noktasındaki mücadelelerin üst belirlenimi olmamasıyla açıklamaktadırlar.84
Klasik anlamda “devrim”in hedeflerinden daha küçük hedefleri düşündüklerini
belirten Laclau ve Mouffe, kendileri için demokratik ilerlemenin koşulu olarak
baskıcı bir rejimin zor yoluyla yıkılmasının yeterli olduğunu ifade ederek, klasik
anlamda “devrim”in bundan daha fazlasını isteyerek “devrimci eylemin kurucu
karakterini, toplumun çıkış noktası olarak görüp, “rasyonel” bir biçimde yeniden
örgütlenebileceği bir iktidar yoğunlaşması momentinin tesisini temsil ettiğini” ileri
sürmüşlerdir.85
Alternatif bir sol hazırlamaya çalışan Laclau ve Mouffe, yukarıdaki ayrımlar
nedeniyle Radikal Demokrasi Kuramı’nın sosyalizmin bir bileşeni olduğunu kabul
etmezler; çünkü radikal ve çoğulcu demokrasi modelinin bir öğesi olan üretim
araçlarının toplumsallaştırılmasından anlaşılan işçilerin özyönetimi değildir, çünkü
söz konusu olan, ne üretileceğine, nasıl üretileceğine ilişkin kararlara bütün öznelerin
gerçek katılımıdır. Bu da Radikal Demokrasi Kuramı’nın klasik “devrim”
anlayışından daha küçük olan hedefin de gerçekleşmektedir, hedef büyüdükçe hedefe
yaklaşan toplumsal öznelerde azalma yaşanır.
Haklar ve özgürlükler bağlamında ise toplumsal öznelerin karar alma
süreçlerine katılımının azalması, negatif yönde yeni bir tahakküm ilişkisi
doğuracaktır, olası böyle bir anlayış da çoğulluğu reddetme düzeyine gelecek ve
teksesli bir konumda yerini belirleyecektir ki, söz konusu yeni antagonizmanın
çoğulluğu reddetmesi, başında yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasının nedeni
olarak demokrasiyi tehdit eden yeni bir unsur olacaktır.
Radikal Demokrasi kuramcılarına göre, “radikal demokrasinin söylemi artık
evrensel olanın söylemi değildir, ‘evrensel’ sınıf ve öznelerin içinden konuştukları
şartlar artık ortadan kalkmıştır ve onun yerini her biri kendi içinde indirgenemez
söylemsel kimliğini kuran seslerin polifonisi almıştır.”86 Radikal Demokrasi
modelini mümkün kılmamın tek yolu evrensel söylemi ve teksesliliği terk etmekten
geçmektedir. En üst hedef olan “devrim” yerine herkesin toplumsal üretim
araçlarının kullanılmasındaki karar verme süreçlerine katıldığı “evrim” tercih
84
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 272
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 272
86
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 291
85
23
edilmelidir; farklı söylemler ve mücadeleler merkezsizleşmeli, özerkleşmeli,
antagonizmalar çoğalmalı ki, “klasik sosyalizm”in de hedeflediği ideallere Radikal
Demokrasi mücadelesiyle ulaşılabilsin. Söz konusu ideallere ulaşmak hiçbir zaman
çoğulluğu, hegemonik eklemlenmeyi reddetmez aksine bunları gerektirir.87
Toplumda yer alan farklı kimliklerin siyaset yapabilmesinin olanaklılığının
getirdiği zorunlu antagonizmalar mevcut tahakküm ilişkilerinde kapsamlı değişikliğe
gidilmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Radikal Demokrasi Kuramı’nın ön açtığı bu
değişikliklerle birlikte liberal demokrasinin olumlu yanları genişletilmeye çalışılarak
yeni sağın ideolojik, ekonomik ve siyasi açmazlarının önüne geçilmeye
çalışılmaktadır.
Laclau ve Mouffe’nin siyaset bilimine kazandırdığı Radikal Demokrasi
projesi yeni bir tür hegemonyayı sosyalizmin ışığında liberalizmin araçlarıyla mevcut
siyasanın koşullarına eklemlenme çabası olarak anlatılmakta ve yeni toplumsal
hareketlerin yürüttüğü kimlik politikaları da bu yeni projenin aktörü olduğu ifade
edilmektedir.88
2. RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE
Türkiye’de de siyaset yapmanın esas belirleyen aktörlerinin devlet, parti ve
partiler arası ilişkilerle sınırlı olması 1990’lı yıllardan itibaren bir tıkanmaya yol
açmış ve söz konusu ilişkiler değişen toplumsal yapının taleplerine yanıt veremez
olmuştur.89
Radikal Demokrasi modelinin uygulanabilirliği noktasında Türkiye özelinde
siyaset yapma geleneğinin temel sorunlarını belirledikten sonra geliştirilebilecek
çözüm önerilerini şekillendirebilmek amacıyla Radikal Demokrasi modelinin
Türkiye’de nasıl algılandığını incelememiz gerekmektedir.
87
Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 292
Laclau, Ernesto, Siyasi Kimlikler Oluşturma, Verso, 1994, s. 36
89
E. Fuat Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi, Alfa, 2000, s. VII
88
24
2.1. Türkiye ve Siyaset Yapma Geleneği
Türkiye’deki siyaset geleneğinin “tepeden inmeci” anlayış üzerine kurulu
olması devlet ile toplum arasında 1990’lı yıllardan itibaren bir gerilim oluşturmuş ve
taleplerini ileri süren toplumsal hareketlerin karar alma süreçlerine eklemlenmesi
aşamasında bir temsiliyet sorunu ortaya çıkmıştır. Keyman’a göre ortaya çıkan bu
sorunun aşılmasında “geleneksel” devletçi söylemin ve meydana çıkan krizin karşı
tarafındaki aktörleri temsil etmeyen parlamenter sistemin araçları yeterli değildir.
Türkiye siyasal yaşamında devlet-toplum eksenli oluşan bu sorunları ortaya çıkaran
dinamikler olarak ise kültürel kimlikleri, laikliği (ve onun tartışılmasını), temsiliyet
krizini, yönetimsel değişimleri sayabiliriz. Karşılaştığımız bu sorunların siyasal
söyleme eklemlendiği antagonistik tarzlar ise teksesliliği hedefleyen bir şekilde veya
başka bir ifadeyle seçenekleri en aza indirme amacıyla Türk-Kürt, Laik-İslami,
Doğulu-Batılı, Merkezi-Yerel şeklinde sıralanabilir. İki yönlü siyaset anlayışının ve
esasında cephelerin birbirlerini sindirme anlayışı üzerine kurulu düşüncenin göreceği
işlev, Türkiye toplumunu “disiplin toplumu”na dönüştürme, tekseslileştirmedir.90
Demokrasiye biat anlayışının güçlendiği bir dönemde Mouffe ile Laclau’nun
siyasal kuram alanına yaptığı Radikal Demokrasi katkısı Türkiye’de de yoğunluklu
bir şekilde tartışılmıştır. Fuat Keyman’ın tartışmalara öncelik ve esas itibariyle
kaynak niteliğindeki kitabı “Türkiye ve Radikal Demokrasi”de bu konudaki temel
saptamaları belirlemesi açısından yönlendirici olmuştur. Türkiye ortamında konunun
tartışma zeminini Keyman’ın kitabında Mouffe’nin radikal demokrasiye ilişkin
açıklamalarını liberal demokrasi anlayışının bittiği yerden başlattığını ileri sürmesi
olmuştur. Keyman’a göre radikal demokrasi bireyci, evrenselci ve içinde zıtlıkları
toplayan bir anlayışın üzerinde kurulmuştur.91
Keyman, Mouffe ve Laclau’nun sosyalist düşüncenin açmazlarına alternatif
olarak sunduğu şeklinde ifade edebileceğimiz Radikal Demokrasi’nin esasında başta
liberal demokrasiye karşı geliştirilmesine rağmen liberal demokrasinin bir üst projesi
olduğunu düşünür.92
90
Keyman, a.g.e., s. VII
Keyman, Fuat, Türkiye’nin İyi Yönetimi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s. 328
92
Kahraman, Hasan Bülent, Radikal Demokrasi ve Chantal Mouffe, Radikal Gazetesi, 1999
91
25
Türkiye’de Radikal Demokrasi projesinin gündeme gelmesinde önemli rolü
olan Fuat Keyman’a göre, postmodernizm, modernitenin “içsel bir eleştirisi”,
postmodernizm modernitenin içsel mekânının sınırlarını genişleten, modernist
söylemin köktenci bir tarzda belirlediği siyaset anlayışının boyutlarını yıkan ve belli
bir merkeze dayalı anlaşılan “sosyal” kavramını çözen bir eleştirisidir öte yandan
sivil toplumun demokratikleşmesinin ön koşulu ise, topluluklar arası ilişkide
avantajsız ya da susturulmuş kimliklerin, kendilerine özgü sorunları ya da talepleri
gündeme getirme olanağına sahip olmasıdır.93
Keyman Türkiye ve Radikal Demokrasi başlıklı kitabında, kimliğin
parçalanmış
ve
çok
boyutlu
niteliğini
vurgulayarak,
postmodern
söylem
demokratikleşme sürecinin üç temel öğesini dile getirir: kimliği sabitleştirici ve
toplumsal ilişkileri belli bir merkezi kimlik etrafında bütünselleştirici köktenci
sistemlerin (liberalizm ve Marksizm gibi) çözümü (deconstructive critique), bu
sistemlerin sessizleştirdiği kimliklerin tanınması ve bu anlamda “ötekine karşı
sorumluluk” ilkesi üzerine kurulmuş adalet nosyonu ve kimlik/fark ilişkiselliğinin
demokratikleşme sürecine anlam veren bir siyasal araç olarak düşünülmesi.94
Keyman radikal demokrasi kuramlarını açıklarken Hobbes’ta bulunan
moderniteye özgü şu saptamayı ifade eder: Modern toplumu niteleyen toplumsal
sözleşme bireyler-arası bir sözleşme olarak bir taraftan birey kavramına
epistemolojik ve normatif bir öncülük verirken, eş zamanlı olarak siyasetin kaynağını
tanrısal otoriteden devlet otoritesine kaydırarak birey ile devlet arasında ikincinin
egemenliğine dayalı bir ilişki kurar.95
Keyman daha sonra radikal demokrasi kuramlarını sıralamaktadır:
A) Sorgulayıcı Demokrasi olarak Radikal Demokrasi
Radikal demokrasiyi “eleştirel kuram yoluyla modern devlet-toplum
ilişkilerinin demokratikleştirilmesi” olarak da düşünebiliriz.
Habermas “sorgulayıcı demokrasi” olarak nitelendirdiği radikal demokrasi
kavramını şu temel sav üzerine kurar: demokratik yönetim bürokratik-modern
93
Keyman, a.g.e., s. 108
Keyman, a.g.e., s. 110
95
Keyman, a.g.e., s. 121
94
26
devletin yalnızca “hukukun üstünlüğü” ilkesi yoluyla denetlenmesi anlamına
gelmelidir. “Kurumsal iletişim mekânının” varlığı da devlet-toplum arasında
kurulacak demokratik bir yönetim için gerekli koşuldur.
Levent Köker, liberal demokrasinin meşruluk krizinin ancak kendisinin
katılımcı bir demokrasiye dönüştürülmesiyle çözülebileceğini de ima eder ve
siyasetin ne liberal görüşün savunduğu gibi “kolektif amaçlar için siyasal iktidarını
kullanan yönetim ayağına karşı özel çıkarların korunması ve karar alma süreçlerine
eklemlenmesi işlevini gören etnik olarak dar anlamda” düşünmeyi ne de toplulukçu
görüşün savunduğu gibi “toplumun temelini oluşturan ‘etik yaşamın’ düşümsel bir
biçimi” olarak “geniş anlamda” düşünmeyi gerektirmediğini söyler.96
B) Çatışmacı Demokrasi olarak Radikal Demokrasi
Keyman’a göre, sorgulayıcı demokrasi gibi çatışmacı demokrasi de liberal
demokrasinin yaşadığı meşruluk krizinin çözümünü katılımcı demokratik yöntem
içinde arar.
Modern benlik anlayışının temel sorunu, kendisinin meşruiyetini her zaman
kendi tanımına uymayan kimlikleri “ötekileştirmesinde” bulmasıdır.97
Türkiye ve Radikal Demokrasi kitabında yapılan tanım uyarınca, toplumsal
kimliklerin kendi taleplerini ve çıkarlarını seslendirirken, bu talep ve çıkarların
“sınırlarını tanımalarını” sağlayan ve böylece farkındalıkların siyasallaşması
sürecinin “ötekini yok etme” eylemine dönüşmesini engelleyen demokratik
yönetime, çatışmacı demokrasi diyoruz.98
Türkiye’de siyasal alanın bugünkü durumu, evrensellikle tikellik arasındaki
gerilimi çok açık bir şeklide, kültürel homojenliğin taşıyıcısı olarak kabul edilen
“laik ulusal kimlik” ile “farklılık dilini canlandıran” kimlik siyasetleri arasındaki
çatışma belirlemektedir diyen Keyman klasik anlamda din ve devletin birliğinin
yerini Kemalizm’de ulus ve devletin birliğine bıraktığını ileri sürmektedir. O nedenle
bireyi vatandaş-özne konumuna dönüştürerek hareket eden Batı modernitesinden
96
Köker, Levent, Radikal Demokrasi, Diyalog Dergisi, sayı: 1, 1996, s. 112
Keyman, a.g.e., s. 141
98
Keyman, a.g.e., s. 146
97
27
farklı olarak, Kemalist modernite projesi ulus-devleti toplumu örgütleyici ve
tanımlayıcı egemen özne konumuna getirerek hareket eder.99
Keyman bu noktadan hareketle Kemalizmin iki önemli niteliğinin ortaya
çıktığını birincisinin, devletin ayrıcalıklı konumuna dayalı organik ve homojen bir
toplum anlayışı; ikincisi, “birey” nosyonu olmadan geliştirilen ve daha çok” devlete
karşı yükümlülüklere” dayalı bir vatandaşlık (yurttaşlık) anlayışı olduğunu söyler.100
Keyman’ın analizinin Türkiye’deki siyasal partilerde nasıl bir karşılık
bulduğunun yanıtını çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ele alınacaktır.
Nilüfer Göle’ye göre ise, Kemalist modernite projesinin son dönemde
yaşadığı krizin esas etkeni, devletten bağımsız ve konuşmaya başlayan bir kültürün,
yani sivil toplumun canlanmasıdır.101
Keyman, 21. yüzyıla girerken Türkiye’de siyasal yaşama anlam verme
gücünde olan iki farklı siyaset anlayışından söz edilebileceğini; bir taraftan,
milliyetçi söylemle hareket eden toplulukçu siyasal hareketlerin varlığını ve böylece
“çoğulculuğa karşı aynı’lığı ve tek’liği savunan” milliyetçi bir siyaset anlayışının
giderek güçlenmesinin diğer taraftan liberal demokrasiyi savunan, fakat bunu
yaparken liberal demokrasinin çoğulcu toplum yapısına uygun yerinden kurulması
gerektiğinin de vurgulanmasını sağlayan yeni bir siyaset anlayışına yönelimler
olduğunu anlatır. Keyman sonrasında çağrılardan bir tanesinin radikal demokrasi
projesi ve bu projenin savunduğu;
•
kimlik-fark ilişkisine dayalı,
•
devlet egemenliği söylemini sorunlaştıran,
•
siyasal alanı küresel/ulusal/yerel etkileşim eksenine doğru genişleten,
•
sivil toplumu devlet/parti gibi bir siyasal özne olarak düşünen ve
•
bu bağlamda, katılımcı demokrasinin liberal demokrasi için önemini
vurgulayan yeni siyaset anlayışı olduğunu ileri sürmektedir.102
99
Keyman, a.g.e., s. 166
Köker, Levent, Kimlik Krizinden Meşruluk Krizine: Kemalizm ve Sonrası, Toplum ve Bilim, sayı:
71, 1996, s. 155
101
Göle, Nilüfer, Mühendisler ve İdeoloji, Metis, 2008, s. 14
100
28
Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde yukarıda bahsi geçen maddelerden ne
anlaşılması gerektiği de ele alınacaktır.
Keyman,
kimliğin
ilişkiselliğinin
tanınmasının
kurumsal
alanın
“farkındalıklar ayrıcalık haline getirilmeden” farklı kimlikler arası bir diyalog
etrafında kurulmasına katkıda bulunduğunu, temsili demokrasinin katılımcı
demokrasiye dönüştürülmesinin ve sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerine
katılımının gerekliliğini söz konusu savında savunur.103
Keyman radikal demokrasi projesinin temel nitelikleri olarak ise; devlet/parti
ve sivil toplum arasında siyasal etki eşitliğini, sivil toplum örgütleri arası siyasal etki
eşitliğini, karar alma sürecinde alınan konular arası siyasal etki eşitliğini sıralar.104
Keyman yaptığı saptamalarla demokrasinin, her türlüsü için, politik alanda
ortaya çıkan sorunlara çözüm bulunan alan olduğunu ileri sürmektedir.105
Bir anlamda Türkiye’de toplumu yöneten geleneksel iktidarın sesleriyle
siyasetin karar alma süreçlerine dahil olmak isteyen farklı toplumsal kesimler
arasında çıkan çatışma kendi içinde pek çok riski taşımaktadır. Keyman’a göre bu
risk veya güçlenmemesi gerektiği halde eski antagonizmanın yerinin henüz
doldurulamamasından
kaynaklı
belirsizlik
ortamı
nedeniyle
ortaya
çıkan
“milliyetçilik söylemi”dir. Söylemin farklı tezahürlerinin olduğunun altını çizen
Keyman, bu farklı milliyetçilik söylemlerinin, aslında hepsinin çoğullaşan toplumsal
yapıda kendilerine yer bulmalarına rağmen son kertede çoğulculuk karşıtı söylem
üreten, benzerleri bütünselleştirici, aynılaştırıcı bir çelişkiye sahip olduklarını söyler.
Siyasal belirsizlik ortamında milliyetçilik söyleminin bu denli kuvvetli ve sesinin
güçlü çıkmasını değerlendiren Keyman, söylemin “cemaat” duygusunu topluma
dayatarak bu yolla “bir topluluğa ait olma” hissini güçlendirdiğini ifade eder.106
Keyman, bu yeni ve belirsiz ortamda siyasal yaşama anlam verme gücüne sahip iki
102
Keyman, a.g.e., s. 195
Keyman, a.g.e., s. 198
104
Keyman, a.g.e., s. 201
105
Kahraman, Hasan Bülent, a.g.y.
106
Keyman, a.g.e., s. VIII
103
29
anlayıştan diğerinin de liberal demokrasinin olumlu taraflarını savunan yeni siyaset
anlayışı (Radikal Demokrasi) olduğunu düşünmektedir.107
2.2 Demokrasinin Demokratikleştirilmesi
Radikal Demokrasi projesini “demokrasiyi demokratikleştirme” olarak ele
alan Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi adlı kitabının yayımlandığı tarih (2000)
itibariyle Susurluk sonrası Türkiye’de “hukukun üstünlüğü” ilkesi ve “demokratik
yönetim” taleplerinin Radikal Demokrasi Kuramı’nın teorileriyle örtüştüğünü ve bu
anlayışın Türkiye siyasetinde sorun yaratan alan olan iki cepheli siyaset anlayışına
karşı önemli bir açılım olduğunu ileri sürmektedir.108
Siyasal alanın tartışmaya açılmasının ve özellikle kültürel alanda temsiliyet
krizinin ortadan kalkması için Radikal Demokrasi Kuramı’nı savunan Keyman’a
göre kültürel kimlik krizi küresel bir sorundur.109
Bu dönemde milliyetçi söylemin liberal demokrasiye karşı tüm dünyada
yükselmesinin Türkiye’ye de yansıdığını düşünen Keyman, bu durumu Türkiye’deki
siyasal
partilerin
her
hangi
bir
kimlik
politikasına
sahip
olmamalarına
bağlamaktadır.110
Keyman’ın, Radikal Demokrasi Kuramı’nın, liberal demokrasinin yeniden
kurulması gereksinimiyle birlikte “demokrasinin demokratikleştirmesini” amaçlayan
bir kuramsal girişim olduğunu kabul eden Özgül’e göre Türkiye’de Radikal
Demokrasi
Kuramı’nın
uygulama
sahalarından
birinin
de
ombudsmanlık
kurumudur.111 Özgül makalesinde, Radikal Demokrasi bağlamında ombudsmanlık
kurumunun
“demokrasinin
katılımcı
bir
parlamenter
sistem
içinde
kurumsallaştırılması”na katkı sağlayacağını düşündüğünü ifade eder.
107
Keyman, a.g.e., s. IX
Keyman, a.g.e., s. IX
109
Keyman, a.g.e., s. 33
110
Keyman, a.g.e., s. 35
111
A. Mecit Özgül,
http://www.yayin.adalet.gov.tr/24_sayi%20i%C3%A7erik/A.%20Mecit%20%C3%96ZG%C3%9CL.
htm (erişim: 27 Kasım 2009)
108
30
Keyman’ın
Radikal
Demokrasi
Kuramı’nın
Türkiye
özelinde
uygulanabilmesinin belirsizlik ortamının kalkmasına, devlet-toplum ilişkisinin
yeniden kurulmasına, farklı kültürel kimliklerin siyaset yaparak kendilerini ifade
etmelerini sağlayabilmelerine bağlayan düşünceleri Radikal Demokrasi Kuramı’nı
2009 yılında Türkiye’de yaşanan politik tartışmalarla birlikte daha da önem
kazandığı görülmektedir.
Laclau ve Mouffe’nin Radikal Demokrasi Kuramı’nın teorik altyapısını
hazırlarken üzerine eğildikleri antagonizma ve hegemonya kavramlarıyla desteklenen
farklı toplumsal hareketlerin değişik direniş biçimlerinin yürüttükleri mücadelelerin
çoğulculuk esasına dayalı bir demokratik sistem içinde yaşayabilmeleri düşüncesini
Türkiye’ye yorumlayan Keyman’ın Türkiye’de var olan belirsizlik ortamının
çözülmesiyle Türkiye’nin demokratikleşmesinin birbiriyle bağlantılı olduğunu
düşünmektedir.112 Keyman, demokratikleşme konusundaki düşüncelerini liberal
demokrasinin çoğulcu anlayışının solun özgürlükçü bir perspektif izlemesi
yönündeki gereklilikle açıklayarak bu anlamda Laclau ve Mouffe’in sol ile ilgili
düşüncelerini kabul etmektedir.
Türkiye’de son dönemlerde toplumsal ayrışmaları derinleştirebilecek
gelişmelerin yaşandığına vurgu yapan Keyman113, söz konusu gelişmelerin
Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapması beklenirken var olan siyasi
atmosferin toplumda kaygılara yol açtığını ifade etmektedir. Avrupa Birliği ile
ilişkilerin de bahsi geçen kaygı ortamında etkili rol oynadığı düşünen Keyman’a göre
Türkiye genelinde son dönemde (1999–2009) meydana gelen gelişmeler hem politik
alanda hem de günlük yaşamda demokratikleşme yolunda atılan adımları
yavaşlatmış, toplumun her kesimi şiddet ve insan hakları ihlalleriyle kuşatılmıştır.114
Toplumun şiddet kültürüyle kuşatılmış olması, cinnet, intihar, bombalı
saldırılar gibi ayrışmayı ve kutuplaşmayı desteklemesi olası olayların “birlikte
yaşamak kültürü”ne zarar verdiğini ifade eden Keyman, büyüme ve insani
112
Keyman, a.g.e., 2008, s. 138
Keyman, a.g.y.
114
Keyman, a.g.y.
113
31
kalkınmaya güç kazandırmadığını ve demokratikleşemeyen siyasal ortamın
ekonomiye de zarar verdiğini düşünmektedir.115
Çoğulcu ve çok kültürlü bir yapıya (diğer tüm ülkeler gibi) sahip olan
Türkiye’nin farlılıklarının bir arada yaşayabileceği bir devlet politikasının olmasının
gerekliliğine vurgu yapan Keyman, dünya pratiklerinin dört farklı devlet politikası
modeli ürettiğini söyler: 1) asimilasyon, 2) gettolaştırma, 3) entegrasyon, 4) birlikte
yaşamak.116
Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye’nin çoğulculuk esasına dayalı olarak
farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesinin tek yolu olduğuna vurgu yapan
Keyman, “iyi, adaletli ve demokratik Türkiye vizyonu”117nun, güvenli bir toplumsal
yaşamın gerçekleşmesinin önkoşulunun da bir arada yaşayabilme kültürünün
topluma yerleşmesine bağlı olduğunu söyleyerek bu nedenle demokrasinin
Türkiye’de yerleşikleşmesinin Radikal Demokrasi modelinin önünü açacağını ifade
etmektedir.
Laclau ve Mouffe’nin Marksizm’in tahlillerinin kimi olguları açıklamakta
yetersiz kalmasıyla ilintili olarak dünyada sol siyaset anlayışının toplumdan ayrı bir
düzlemde siyaset yapmasının getirdiği sorunları göz önünde bulundurarak Radikal
Demokrasi Kuramı’nı oluşturmuşlardır.
Radikal Demokrasi Kuramı’nın temel argümanı olan farklı olanın
“öteki”leştirilmeden diğer tüm toplumsal kesimlerle birlikte yaşamasının önemine
vurgu yapan Taşpınar, Türkiye’de devlet-toplum ilişkisinin gerilim içinde
yürümesinin solun devlet bakış açılı siyaset yapmasına bağlamaktadır.
Yükselen milliyetçiliğin de solun bu tarz siyaset yapma alışkanlığıyla beraber
büyümesi üzerine demokratikleşme konusunda Türkiye’nin bunalımlar yaşadığını
düşünen Taşpınar, Türkiye siyasi tarihinin hiç duymadığı kadar sol sivil muhalefete
ihtiyaç duyduğunu söylemektedir.118
115
Keyman, 2008, s. 311
Keyman, a.g.y.
117
Keyman, a.g.y.
118
Ömer Taşpınar, Türkiye'de kimlik çelişkisi yaşanıyor, Radikal, 13 Haziran 2007
116
32
Keyman ise devlet-toplum ilişkisinin ana eksenlerinden olan siyasi partilerin
siyaset alanını gurur, korku ve inanç gibi negatif dinamikler üzerine kurduklarını
fakat bunun belirsizlik ortamının çözümüne katkı sunmaktan uzak olduğunu
söylemektedir.
119
Dönüşen ve talep eden yeni toplumsal dinamiklerin toplumu
yeniden kurmasının yolunun ise demokratik siyaset tasarımının oluşturulmasıyla
mümkün olduğunu ifade eder:
“Demokratik siyaset tasarımı, topluma yüzünü dönen, siyaset yapma alanını siyasi
partiler-ana aktörler olmak üzere sivil topluma ve bu yolla katılımcı demokrasiye açan,
toplumsal sorunlara çözüm bulma çabasını, bu sorunlarla ilgili somut ve bilgiye dayalı
politikaların oluşturulmasında arayan ve toplumsal yaşamda farklı olan kimlikler arası
ilişkiyi ötekileştirme ve yok etmede değil, eleştirel diyalog üzerine inşa eden bir
demokratikleşme sürecinin başlatılmasını amaçlayan bir siyaset anlayışını Türkiye’nin iyi
yönetiminin merkezine oturtur. Siyasete sahip çıkarak demokratikleşme sürecine ivme
kazandırmak, bu anlamda, siyaset yapmayı ‘Türkiye’nin sahibi kim’ sorusu etrafında gelişen
dost-düşman ayrımında değil, tam da aksine ‘toplumsal sorunlara çözüm yoluyla daha iyi,
adaletli ve demokratik bir Türkiye yaratmak’ sorusunda gören bir zihniyetle olasılık
kazanabilir. Demokrasiyi kendi çıkar ve iktidarını maksimize etmeye yarayan bir araç olarak
gören ‘demokratsız bir demokrasi’ söyleminde, demokratik normlara bağlılığı temel etik
kodu yapmış demokratlar tarafında yaşama geçirilecek bir demokratik rejimin, bir
demokratik siyasi kültürün ve bir demokratik toplum anlayışının Türkiye'nin bugün temel
120
gereksinimi olduğunu düşünüyorum.”
Radikal Demokrasi Kuramı bağlamında Türkiye’de demokrasi ortamının
oluşturulması tartışmalarına katılan Yavuz Yıldırım ise, demokrasi tanımının hiçbir
dönemde tek başına kullanılmadığı ifade etmektedir. Demokrasinin her dönem
yanında bir sıfatla anıldığını dile getirerek AKP’nin “muhafazakâr demokrasi”
tanımını örnek olarak göstermektedir.121
Yıldırım, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından alternatifsiz kalan liberal
demokrasinin özgürlük-eşitlik ikileminde netlik getiremediğini bu nedenle aslında
“halkı -bir seçmen olmanın ötesinde- nasıl yeniden siyasetin bir unsuru haline
getirebiliriz” sorusuyla aynı anlamı taşıyan “Demokrasiyi ‘nasıl daha demokratik
119
Keyman, a.g.e., 2008, s. 244
Keyman, a.g.y.
121
Yavuz Yıldırım,
http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=43&makale=Demokrasi%20Demokrasi%2
0Dedikleri... (18.08.2005, Erişim, 18 Kasım 2009)
120
33
hale getirebiliriz?’” sorusunun yanıtının arandığını ileri sürmektedir.122 Yıldırım bu
noktada Habermas’ın da üzerinde durduğu Katılımcı Demokrasi düşüncesinin Porto
Alegre’de belediye bütçesinin kararlaştırılmasında uygulanan yöntemin bir yanıt
arama niteliğinde olduğunu söyler. Yine de demokrasinin demokratikleştirilmesi
anlamında teorileştirilen Radikal Demokrasi Kuramı’nın bu anlamda somut bir yanıt
sunabildiğini düşünen Yıldırım, genelde solun özelde Türkiye’de siyasi belirsizlik
ortamının önceden “demokrasi”yi yaftaladıkları gibi şimdi de “post-Marksizm”i
yaftalamamaları gerektiğini vurgulayarak Radikal Demokrasi’nin çoğulcu yapıyla bir
konsensüs sağlamayı değil, çatışan görüşleri destekleyerek çözüm bulma arayışında
olduğunu ifade etmektedir.123
Ayşe Kadıoğlu da Fuat Keyman’ın Türkiye’deki milliyetçi ortamın varlığını
onaylamakla birlikte söz konusu ortamı Türkiye’ye özgü olmadığını Avrupa’da da
“biz”den farklı olan “öteki”lere ve onlara arka çıkanlara yönelik bir tepki patlaması
olduğunu savunuyor.124 Avrupa’da herkesin “biz”le eşit olmasından duyulan korku
nedeniyle yaşanmış patlamaları anlatan Seyla Benhabib’ten125 örnekler veren
Kadıoğlu, Benhabib’in var olan sorunlara çözüm olabilecek yöntemin “bilmek”ten
geçtiğini ifade ettiğini aktarıyor.
Kadıoğlu’na
göre,
“öteki”ne
yönelen
milliyetçi
tepkilerin
nedeni
demokrasinin de insan hakları mücadelesi olarak sunulmasıdır. Kadıoğlu, toplumdaki
herkesin “biz” olabilmesi için gerekenin vatandaşlık mücadelesi olduğunu ileri
sürer.126
122
Yıldırım, a.g.y.
Yıldırım, a.g.y.
124
Ayşe Kadıoğlu, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=4555 (10.04.2005,
Erişim: 10 Kasım 2009)
125
Seyla Benhabib, The Rights of Others, Cambridge University Press, 2004
126
Kadıoğlu, a.g.y.
123
34
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER
1. RADİKAL DEMOKRASİNİN AKTÖRÜ OLARAK SİYASAL
PARTİLER
Lummis, Benhabip, Habermas gibi düşünürler de Laclau ve Mouffe’nin
bütünlüklü bir biçimde ele aldığı Radikal Demokrasi Kuramı’na çeşitli katkılar
sağlamış ve eleştiriler getirmişlerdir. Türkiye’de ise kuram fazla bilinmemekle
birlikte Fuat Keyman konuyu uzun süredir Türkiye modeli için tartışmıştır. Hasan
Bülent Kahraman da kimi zamanlar bu tartışmalara katılmıştır. Türkiye’nin siyasal
ortamının dönem dönem kesintiye uğramasından ötürü Fuat Keyman, modelin
olduğu
gibi
Türkiye’ye
uygulanması
yerine
Türkiye’de
“demokrasiyi
demokratikleştirecek” bir şablona yerleştirme fikrini geliştirmiştir.
Farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer almasının, temel
hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve uygulanırlığının
denetlenmesinin önemli kontrol araçlarından siyasal partiler, Radikal Demokrasi
modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet aracılığıyla gündelik
yaşama yerleştirilmesinde başrol oynarlar.127
Siyasal partilerin bu işlevinden hareketle toplum sözleşmesi kuramının
egemenliğin
kim
tarafından
kullanılacağı
tartışmalarının
sonrasında
benimsenmesinin ardından yönetimin kraldan alınarak topluma verilmesiyle başlayan
ulus devlet modelinin getirdiği demokrasi anlayışında bireyin yönetime katılmasını
da siyasal partilerin sağladığını söyleyebilmekteyiz.128
Türkiye’de 1961 Anayasası’nda siyasal partiler, “demokratik siyasal hayatın
vazgeçilmez unsurları” sayılarak, ilk kez anayasal düzenlemeye konu olmuşlar, aynı
127
128
Keyman, Türkiye’nin İyi Yönetimi, s. 247
Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 87.
35
görüş sınırlayıcı ve yasaklayıcı hükümlerine rağmen 1982 Anayasası’nda da yer
almıştır.129
Fuat
Keyman’ın
“demokrasinin
demokratikleştirilmesi”
ifadesini
kullanmasına yol açan etkenlerden en önemlisi olan Türkiye’deki siyasal partiler
geleneği Kanun-i Esasi’yle birlikte görülmeye başlamıştır.
1.1. Türkiye’de Siyasal Parti Geçmişi
Bu anlamda ilk siyasal parti olarak daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti
adını alacak olan 21 Mayıs 1889’da kurulmuş olan İttihad-i Osmani’yi sayabiliriz.130
Cumhuriyet döneminin ilk siyasal partisi ise 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal
tarafından kurulmuş olan Halk Fırkası’dır. Adı yaklaşık bir yıl sonra Cumhuriyet
Halk Fırkası olarak değiştirilen cumhuriyet döneminin ilk partisi 1935’te aldığı
Cumhuriyet Halk Partisi adıyla hala faaliyetlerini yürütmektedir.131
1931’de partinin ana programı olarak kabul edilen ve Cumhuriyetçilik,
Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik, Halkçılık ve İnkılapçılık’tan oluşan “Altı Ok”
anlayışı da CHP’nin hala kabul ettiği parti programıdır.132
Türkiye’nin siyasal geleneğini belirleyen en önemli parti olan CHP, parti
programına aldığı “Altı Ok”u 1937’deki değişiklikle Anayasa’ya sokarak 1946’ya
kadar sürecek olan “Tek Parti” sistemine dünyadaki siyasal gelişmelere paralel
olarak başladı.
CHP il başkanlarının o şehrin valisi olduğu, içişleri bakanının partinin genel
sekreteri olduğu bu sistem siyasal sisteme yerleşmemiş olsa da sonraki yıllarda parti
içi demokrasiyi etkileyen önemli unsurlardandır. Parti içi tartışma ortamının
yaratılmasını isteyen Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Celal Bayar ve Refik
Koraltan’ın başlattığı hareket, bu dört kişinin partiden ihraç edilmesi sonucu
Türkiye’de çok partili yaşama geçmenin önünü açmıştır. Demokrasinin tesisi ve
demokrasinin işlemesi için gerekli olan muhalefetin oluşması düşüncesiyle söz
129
Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2005, s. 318
Eroğul, Cem, Anatüzeye Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996, s. 190
131
Eroğlu, a.g.e., s. 209
132
http://www.belgenet.com/parti/chpkurultay.html (Erişim: 15.01.2010)
130
36
konusu dört ismin önderliğinde Türkiye siyasal yaşamına yön veren bir diğer önemli
siyasal parti olan Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da Celal Bayar başkanlığında
kuruldu.133
CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri yürüttüğü hükümet
görevini 14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri’yle sona erdiren Demokrat Parti hem çok
partili yaşamı başlattı hem de Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve kültürel alt
yapılarının oluştuğu dönemde başrol oynadı.
Devlet eliyle devletin kendi burjuvazisini yaratmaya çalışılan bu dönemde
Demokrat Parti, CHP’ye getirdiği eleştirilere iktidar olduktan sonra herhangi bir
çözüm önerisi getirememiş ve artan ekonomik sıkıntılara geçici çözümler bulma
yoluna gitmiştir. Siyasal anlamda da CHP’den farklı bir yöntem izlemeyen Demokrat
Parti’nin 10 yıllık iktidarı boyunca Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Adnan
Menderes, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ise Celal Bayar olmuştur.134
Artan şiddet olayları gerekçe olarak gösterilse de Türkiye’nin ilk askeri
darbesi artan ekonomik sıkıntıların etkisiyle 27 Mayıs 1960’da TSK içindeki
“albaylar cuntası” tarafından yapılmıştır. Askeri darbenin ardından yargılanan
Demokrat Parti yönetici ve milletvekillerinden idam cezaları onanan Adnan
Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 ve 17 Eylül 1960’da idam
edildi.135
Her ne kadar askeri darbe sonucu yapılsa da 1961 Anayasası, Demokrat Parti
dönemine göre bir “özgürlük” ortamı oluşturmuş ve bu bağlamda siyasal partiler de
anayasal bir statüye kavuşturulmuştur. 1961 Anayasası’nda parti kurma hakkı 56.
maddede partilerin uyacakları esaslar da 57. maddede belirtilmiştir.136
Türkiye’nin siyasal geleneğinin ve Türkiye demokrasisinin ilk dönemi olan
1960 askeri darbesi öncesinin genel özellikleri olarak karşımıza liderin her koşulda
tek söz sahibi olduğu, yeni bir devletin getirdiği ulus olma zorunluluğunun bir
sonucu olarak tekçi politikaların uygulandığı bunun ekonomik alandaki yansımasının
133
Eroğul, a.g.e., s.228
Eroğul, a.g.e., s. 230
135
http://bianet.org/bianet/siyaset/107229-27-mayis-darbesi-kronolojisi-ve-yassiada-durusmalari
(Erişim: 20.01.2010)
136
Teziç, a.g.e., s. 318
134
37
da devletin kendi burjuvazisini yarattığını görmekteyiz. İthal ikameci anlayışın
benimsendiği bu dönemde Türkiye’nin demokratikleşmesini hızlandırabilecek bir
unsur olan gayri Müslim kesim siyasal ve ekonomik anlamda karar verme
mekanizmalarından uzaklaştırılmışlardır.
Buna rağmen 1946’dan itibaren çok partili sisteme geçişle birlikte katılımcı
demokrasi daha olanaklı hale gelmiştir.
1961’de kabul edilen yeni Anayasa’nın ardından CHP-DP çizgisinden farklı
olan ve Türkiye’nin siyasi yelpazesine yeni bir soluk kazandıran siyasi parti, 12
sendikacının öncülüğünde 13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) adıyla
kurulmuştur.137
Bilimsel sosyalizmi parti programına dâhil eden TİP kendisine hedef olarak
üretim araçlarının mülkiyetinin hâkim sınıflardan alınması olarak benimsemiştir.138
1965 seçimlerinde TBMM’ye 15 milletvekili sokmayı başaran TİP parti iç
demokrasinin uygulanmasında ve işçi sınıfının Meclis’te muhalif kimliğiyle temsil
edilmesinde başarılı bir rol oynasa da SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgali parti
içindeki tartışmaları şiddetlendirmiş ve Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın partideki
tüm yetkilerinden ve TİP’ten istifasına kadar varmıştır.139
Aynı dönemde kurulan ve Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi ise
muhafazakâr Anadolu burjuvazisini siyasal yaşamda temsil etmiştir.140
Devlet partisi olarak kabul gören CHP ise Genel Sekreter Bülent Ecevit’in
“ortanın solu” düşüncesini partiye benimsetmesi ve dünyada popüler hale gelen
muhalif sol hareketlerin yarattığı kelebek etkisiyle 1960’ların sonu ve 1970’lerin
başında yükselen bir grafik çizmiştir.141
Öğrenci hareketlerinin tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de yükselişe geçişi
1970’lerde Türkiye’nin farklı toplumsal hareketlerle tanışmasını sağlamıştır.
Bu dönemde işçi sınıfı hareketiyle öğrenci hareketi paralel olarak gelişmiştir.
137
Eroğul, Cem, Türkiye İşçi Partisi Programının Düşünce Yapısı, Emek Dergisi, 1969, s. 8
Eroğul, a.g.e., 1969, s. 9
139
http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi (Erişim:
19.01.2010)
140
Eroğul, a.g.e., 1996, s. 247
141
Eroğul, a.g.e., 1996, s. 250
138
38
Dönemine ve sonraki on yıllara damgasını vuran geleneklerden biri olan
İslamcı çizginin ilk temsilcisi ise 12 Mart Muhtırası’nın ardından kapatılan Milli
Nizam Partisi’dir.142 Milli Görüş olarak da adlandırılan bu siyasi çizginin lideri
Necmettin Erbakan, mühendis politikacılardan biridir. Ahlâk ve dini değerlere
öncelik veren Necmettin Erbakan ve hareketi sonraki yıllarda Milli Selamet Partisi,
12 Eylül’den sonra Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi adıyla Milli Görüş
hareketini 2000’li yıllara taşımışlardır.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ise 27 Mayıs Askeri Darbesi’nin Albaylar
Cuntası’nda yer alan Alparslan Türkeş’in liderliğinde 1969’da Türk-İslam ülküsünü
benimsemiş milliyetçi bir çizgide kurulmuştur.143
MHP’nin siyasal yaşamımızdaki önemi 1970’lerdeki artan sol hareketlere
karşı kendisini devletin koruyucusu olarak görmesiyle birlikte daha da anlaşılır hale
gelmiştir. SSCB ve “komünizm tehlikesi”yle mücadele etmek için özellikle gençlik
yapılanmasını “komando kampları”nda milis kuvvet olarak eğiten MHP, 1970’lerde
artan şiddet ortamının temel belirleyenlerinden olmuştur.144
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren siyasi yaşama yön veren söz
konusu 5 ana partiye tekrar göz attığımızda hepsinin kendi geleneğini oluşturduğunu
ve çoğulcu, katılımcı yapıya istekli olmadıklarını görebiliriz. Bir diğer özellikleri ise
partinin kuruluşunda yer alanların uzun yıllar parti yönetimine bulunduğu ve parti
içinde
gelişen
muhalif
hareketlerin
ya
sindirildiği
ya
da
partiden
uzaklaştırıldığıdır.145
Beş siyasal hareketin (ulusalcı, merkez sağ, sosyalist, İslamcı, milliyetçi)
kendi aralarında ve parti içi çekişmelerinin yanı sıra dış dinamiklerin ve hatta şiddetli
ekonomik krizin etkisiyle 1970’lerin 2. yarısında Türkiye hızla şiddet ortamına
142
Eroğul, a.g.e., 1996, s. 251
Seyfi Öngider, Milliyetçilik, Faşizm ve MHP (Derleme), “Türkeş’ten Bahçeli’ye MHP: Nereye
Kadar”, Aykırı Yayınları, 2002, s. 40
144
Bora, Tanıl, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket, İletişim, 2004, s. 127
145
Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi Parti Disiplini, Lider Sultası, Partilerde Olgarşik Yapı, Siyasal
Yozlaşma, e-Demokrasi, e-Devlet, e-Parti, Beta Basım, 2002, s. 76
143
39
girmiş ve toplumda “öteki” kimliğine sahip tüm kesimler bu şiddetin mağduru
olmuştur.146
Her gün onlarca insanın ölmeye başladığı ve ekonomik sıkıntıların bir
makasın iki ucu gibi açıldığı 1980 yılında Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve
kuvvet komutanları ülke yönetimine TSK olarak el koydular.
12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbenin ardından sivil şiddet hemen
kesilmiş ve askeri baskı Milli Güvenlik Konseyi yoluyla toplumun tüm kesimlerine
yansıtılmıştır. Temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış, yaşam hakkının ihlali keyfiyete
dönüşmüş ve uluslararası belgelerde insanlık suçu olarak kabul edilen “işkence”
sıradanlaşmıştır. Ayrıca bireyin kendini siyasal katılımda temsil etmesinin en önemli
aracı olan siyasi partiler yasaklanmıştır.147
1982’de Anayasa’nın kabulü yönünde yapılan halk oylamasında şeffaf
zarfların kullanılması148 ise askeri darbeyi yapan cuntanın hem hazırladığı
anayasanın temel hak ve özgürlükler bakımından kısıtlayıcı olduğunun farkında
olduğu hem de halkın kararına saygı duymadığı anlamına gelmektedir.
1987 yılındaki halk oylamasına kadar siyasi yasaklı hale gelen bir önceki
dönemin siyasi partilerinin yerini 12 Eylül sonrasında Turgut Özal’ın merkez sağda
yer alan Anavatan Partisi doldurdu.149
Laclau ve Mouffe’nin ekonomik ve siyasal alanda zaferini ilan ettiğini
söylediği neo-liberalizmin Türkiye’deki temsilcisi diyebileceğimiz Turgut Özal, neoliberalizmi yerleştirmek adına 24 Şubat 1980’de alınan ekonomik kararları
uygulamıştır. Bu anlamda devletin ekonomik alandan çekilmesi, serbest piyasanın
işlemesi, özgürlükçülükten uzak tekçi bir liberalizm anlayışını benimsemiştir.150
Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesiyle beraber teorik
anlamda askeri darbenin etkileri siyasal alandan kalkmış, popüler kültür ve
şehirleşmeyle birlikte yaşamımıza giren gecekondu 1990’ların baskın öğesi
146
Mavioğlu, Ertuğrul, Apoletli Adalet, Babil Yayınları, 2005, s. 176
Fevzi Argun, İşkence Dosyası, TİHV Yayınları, 1995, s. 8
148
Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Yayınları, 1998, s. 90
149
Cemal, Hasan, Özal Hikayesi, Doğan Kitapçılık, 2000, s. 5
150
A.g.e., s. 252
147
40
olmuştur.151 Bu dönemde Anavatan Partisi’nin yanı sıra 1987 sonrasında yasaklı
liderlerin temsil ettiği siyasal hareketler de çalışmalarına başlamışlardır.
İşçi sınıfının ve sol/sosyalist hareketin 12 Eylül’de ve sonrasında ağır bir
yenilgiye uğraması ayrıca liberal ekonominin getirdiği görece ekonomik özgürlükler,
toplumsal muhalefeti işçi sınıfının dışına ve “sınıfaltı”na yöneltmiştir.152 Bu ortamda
hâkim siyasal partilerin güdümünde olmayan ve hedefi de iktidar olmayan farklı
toplumsal hareketler oluşmuştur.
Anavatan Partisi merkez sağ liderliğini Doğru Yol Partisi ile paylaşmış,
Meclis’te temsiliyet oranları değişse de Refah Partisi ve MHP siyasal ortamda yer
bulmuş, CHP ortanın solu olma hedefinde ise Bülent Ecevit’in partisi Demokratik
Sol Parti (DSP) ile yarışmıştır.
Bu dönemin karakteristik özelliklerini ise ekonomik sorunlar ve ülkenin
güneydoğusunda oluşan çatışma ortamı belirlemiştir. Çatışma ortamı, devletin
kurucu öğesi olarak kabul edilen Türk kimliğinin haricinde bir kimlik olarak Kürt
siyasal hareketinin şiddet yöntemiyle yükselişe geçmesine neden olmuş ve 15 yıl
boyunca çatışmayla talep edilen kimi siyasal ve kültürel haklar 2000’li yıllarda AB
sürecinin de etkisiyle hukuksal mücadelelerle istenmiştir.153
Keza bu dönemde Türkiye’nin batıyla ilişkileri daha sıklaşmış ve AB’ye
üyelik bağlamında çeşitli sosyal, kültürel ve ekonomik adımlar atılmıştır. 1999’daki
Helsinki Zirvesi’yle Türkiye resmen aday ülke olmuş154 ve gerek hükümetlerin gerek
siyasi partilerin perspektifi bu alana taşınmıştır.
2000’li yıllarda ülkenin güneydoğusundaki çatışma ortamının 1990’lı yıllara
göre etkisini yitirmesi Türkiye’nin güvenlik sorununun yanı sıra yeni politikalar
üretmesini sağlamıştır. Bu dönemde geleneksel partiler hem yılların getirdiği
yorgunluğun hem de liberal siyasete uyum sağlayamamanın etkisiyle bir anlamda
151
Zeliha Etöz, Sosyal Bilimlerde Yöntem Ders Notları, 2006, s. 7
Oğuz Işık, M. Melih Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk, İletişim Yayınları, 2009, s. 155
153
Fuat Keyman, a.g.e., 2008, s. 124
154
Tanör, Bülent; Boratav, Korkut; Akşin, Sina, Türkiye Tarihi Cilt: 5 Bugünkü Türkiye 1980 – 2003,
Cem Yayınevi, s. 90
152
41
sistem dışına itilmişlerdir.155 Dünya konjonktüründen bağımsız hareket etmesini
beklemediğimiz Türkiye’deki siyasal hareketlenmenin rotasını Milli Görüş
hareketinin temsilcisi Fazilet Partisi’nin içinden çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi
çizmiştir.
Siyasi yasaklı lideri Recep Tayyip Erdoğan olmadan seçimlere girdiği
2002’de aldığı oy oranı ve kazandığı milletvekiliyle iktidar olan AKP, ilk yıllarında
AB’ye tam üyelik hedefiyle çalışmalar yürütmüş, kimliklerin tanınması yolunda
adımlar atmıştır.
Halen iktidar partisi olarak 60. hükümet sıfatıyla yürütmenin başında olan
AKP ile ilgili değerlendirmenin, AKP’nin görevini yürütmesi nedeniyle parti
programı üzerinden yapılması çalışmada nesnel davranmayı sağlayacaktır.
155
Turgut, Mehmet, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri Değerlendirmesi, Boğaziçi
Yayınları, 2003, s. 5
42
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. PARTİ PROGRAMLARININ İNCELENMESİNDE TERCİH
EDİLEN SİSTEMATİK İTİBARİYLE NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMİ
Radikal Demokrasi kuramının teorik alt yapısının incelenmesinin ardından
Türkiye’de mevcut siyasal ortamda Radikal Demokrasi modelinin temel argümanları
siyasal partilerce nasıl ele alınıyor sorusuna yanıt alabilmek amacıyla göz
gezdirdiğimiz siyasal partiler tarihinin ardından söz konusu argümanları incelemek
için belirli bir bilimsel yöntemin izlenmesi gerekmektedir.
Gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin
kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde
ortaya konmasına yönelik bir sürecin izlendiği bir araştırma türü olan nitel araştırma
tekniği, sayısal analiz gerektiren nicel araştırma tekniğine alternatif olarak
gelişmiştir.156
Bilimsel çalışma yürütenlerin benimsediği iki yöntemden biri olan nitel
araştırma tekniği Radikal Demokrasi ve Türkiye konulu çalışmanın da yöntemini
belirlemiştir.
Önceden yapılandırılan, aşamaları olguyu yerinde inceleme ihtiyacı
hissetmeden belirlenebilen araştırma tasarımı olan157 nitel araştırma tekniğinde soru,
hipotez, örneklem önceden tespit edilebilmektedir. Sayısal verilerle uğraşmayacak
olmak ve ileri sürülen tezin hâlihazırda TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin
programlarında yer alan konularla tamamlanabilecek olması sosyal bilimlerin
çalışma yöntemi olan nitel araştırma yöntemini çalışma için olanaklı kılmaktadır.
Son yıllarda sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda kullanılırlığı artan
nitel araştırma tekniğinin öğeleri ve temel varsayımları hakkında kesin bir görüş
birliği
156
157
bulunmaması
nitel
araştırma
tekniğinin
Hasan Şimşek, Nitel Araştırma Yöntemleri, s. 14
Zeliha Etöz, Sosyal Bilimlerde Yöntem Notları, 2006, s. 11
çeşitliliğini
göstermektedir.
43
Belirsizlikler nitel araştırma tekniğinin gerilimler, çelişkiler ve tereddütler tarafından
tanımlanmasını getirmiştir.158
Nitel araştırma tekniğinin sahip olduğu bu özellik tekniğin yorumlayıcı
yöntemi kullanıyor olmasıyla ilgilidir. Bunun anlamı nitel araştırmacıların araştırma
konusu olan fenomenleri kendi ortamlarında ele almalarıdır.159
Bu yöntemde en temel veri toplama tekniği gözlem ve derinlemesine
görüşmedir.160 Bundan ötürü her türlü verinin araştırma sorununu doğrudan
etkileyebilme olasılığına sahip olması nedeniyle önemlidir. Doğa bilimlerinde
kullanılan nicel araştırma teknikleri, sayısal verilerle uğraşmayı zorunlu kılar ve elde
edilen sonuçları analiz eder. İnsan ve toplum davranışlarını açıklamaya çalışan sosyal
bilimler alanını sayısal verilerle açıklamanın zorluğu sosyal bilimleri davranışların
nedenini araştırırken nitel araştırma tekniğini kullanmaya yöneltmiştir. Bu anlamda
ilk nitel araştırma örneği 1. Dünya Savaşı sırasında Bronislaw Malinowski tarafından
Avustralya’daki Trobriand Adaları’nda yaptığı gözlemler sonucunda verilmiştir.
Sonraki yıllarda nitel araştırma tekniklerini geliştirme çabaları sürse de tekniğin esas
yükselişi 1970 ve 1980 arasında olmuştur.161
Bu dönemde Feminist Hareket’in ve Postmodernizm’in getirdiği eleştiriler
nitel araştırma tekniğinin nicel araştırma tekniğine göre tercih edilmesini
etkilemiştir.162
Feminizm, popüler imgede “erkek düşmanı, çirkin, zengin, hayvan sever
kadınların toplandığı” düşünsel ortam olarak yer bulan bir düşünce yapısı olmasının
aksine teorisini 1970’lerden itibaren ciddi anlamda geliştirmiştir. Feminist teoriyle
beraber yapılan araştırmalar o döneme kadar tercih edilmeyen nitel araştırma
tekniğini de harekelendirmiştir.163 Karşılıklı bu etkileşimin nedeni ise feminist
hareketin erkek egemen bilgiye karşı çıkışında yatmaktadır. Nicel araştırma
tekniğinin nesnellik, akıl gibi değerlerle egemen bilim nosyonu tarafından
158
N.K. Denzin, Y.S. Lincoln, Handbook of Qualitative Research, Thousands Oaks, 1994, s. 9
http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=5808&baslik=nicel_ve_nitel_Arastirma_yontemleri
&i=Arastirma_yontemleri (Erişim: 17.01.2010)
160
Etöz, a.g.y., s.11
161
Hasan Şimşek, a.g.y., s. 13
162
Keith F. Punch, Sosyal Araştırmalara Giriş, Nitel ve Nical Yaklaşımlar, 2005, s. 134
163
Etöz, a.g.y., s. 12
159
44
kullanıldığını ileri süren feminist hareket, bilginin politik olduğunu ve bu nedenle
hedefinin olmadığını savunur.164
Postmodernizm, yaptığı modernlik eleştirisinde akıl, aydınlanma, kesin bilgi
gibi modernizmin temel varsayımlarının yanlış olduğuna dikkat çekerek sanatta bir
arada bulunan farklı unsurların bilime katkı sunabileceğini ileri sürmüştür.165
Bilginin tarafsız ve kesin olduğu anlayışına karşı çıkan postmodernizm,
bilginin iktidarla sarmalanmış olması nedeniyle tümüne şüpheyle yaklaşılması
gerektiğini
vurgular.166
Bu
nedenle
araştırmacı
da
iktidarın
etkisinden
kurtulamayacağı için araştırmacı bilimsel araştırmalarda merkezi bir role sahip
değildir.167
Nitel araştırma yönteminin genel özellikleri arasında gerçeklik oluşturma,
değişkenler arası karmaşık ilişkileri ölçme, olay ve olgulara katılımcılık ve
yorumlama bulunmaktadır.
Nitel araştırmanın, önemli görülen özelliklerinden biri de, insanları ve
olayları kendi doğal ortamlarında incelenmesi dolayısıyla doğalcılığıdır.168
Nitel araştırma, bir “alan” ile ilişkinin uzun bir zaman dilimini kapsayacak bir
biçimde sürdürülmesiyle yürütülür. Bu durumlar, genellikle insanların, toplumlar ve
örgütlerin gündelik hayatını yansıtan sıradan durumlardır.169
Araştırmacının rolü, araştırma konusunun “bütüncül” bir görünümüne
erişmektir.
Nitel araştırmada, araştırmacının kendisinin başlıca ölçüm aracı olması
nedeniyle çözümlerin çoğu sözlerle yapılır.170 Gözlem ve görüşme sözle yapılan
çözüm teknikleri arasında yer almakla birlikte fotoğraf, film gibi araçlar da bu
kategoride değerlendirilebilir.171
164
Etöz, a.g.y., s. 12
Etöz, a.g.y., s. 13
166
Punch, a.g.e., s. 139
167
Punch, a.g.e., s. 139
168
, Punch, a.g.e., s. 142
169
M.B. Miles, A.M. Huberman, Qualitative Data Analisysis, Thousands Oaks, 1994, s. 6
170
Miles, a.g.e., s. 7
171
Etöz, a.g.y., s. 15
165
45
Gözlem yapma tekniği, gündelik yaşamımızda sürekli yaptığımız gözlemden
farklı olması sebebiyle bir takım uyulması gereken kuralları vardır. Gözlem yaparken
araştırma konusuyla ilgili olguların incelenmesine dikkat edilmeli ve bu yönde bir
çerçeve çizmeye özen gösterilmelidir.172 Araştırmacının bulunduğu ortamı
anlayabilmesine destek olması bakımından gözlem yapma nitel araştırmada önem
kazanmaktadır.
Katılımcı Gözlem Tekniği, temel etnografik veri toplama tekniğidir.
Doğrudan veya katılımcı olmayan gözlemden, araştırmacının rolü bakımından
farklıdır; araştırmacının konu olan olgunun dışında olması veya olguya hem katılımcı
hem de gözlemci olması durumunda araştırmacının rolü değişmektedir.173
Belgeler, sosyal araştırmacı için zengin bir veri kaynağıdır. “Belgesel
kanıt”ların fazla olması araştırmacının çalışmasını temellendirmesinde de önemli rol
oynar. Belgelerin amaca uygun kullanılması için sekiz ölçütün belirleyici olduğu
ifade edilir:
1) Araştırma konusuna uygun kaynakların kullanımı, 2) kaynaklardaki
çarpıtılmış bilgilerin dikkate alınması, 3) kaynakların seçiminde ilkelerin
belirlenmesi, 4) belirli bir olaya ilişkin kaynağın genel durumu yansıtabilme gücü, 5)
kaynağın önerilerle veya ideallerle ilgisi, 6) kaynağın içeriği, 7) istatiksel
kaynakların toplanması sırasındaki varsayımlar, 8) araştırmacının kaynakları
yorumlayabilme yetisi.174
Verilerin toplanması işlemi, uğraştırıcı olması nedeniyle araştırmayı yapan,
örneklemler üzerinde çalışmak ve bunları yorumlamak zorundadır.
Örneklem, tek bir olayda bile her şeyin incelenmesinin zorluğu nedeniyle
araştırmacının, araştırma yapacağı olgudan, hangi kişilerle nasıl görüşeceğini, ortam
ve süreci de dikkate alarak kesit almasıdır. Fakat nitel araştırma tekniğinin belgelere
dayalı çalışma sistemi örneklem oluşturmada sorunlar oluşturabilmektedir.175
172
Etöz, a.g.y., s. 16
Punch, a.g.e., s. 178
174
Punch, a.g.e., s. 181-182
175
Punch, a.g.e., s. 183
173
46
Nitel araştırma tekniği, örneklem oluşturmada yaşadığı sorunu “amaçlı
örneklem” şeklinde kişilerin seçilmesi noktasında aşmaya çalışmaktadır.
Farklı ve özgül bir araştırma stratejisi olarak temellendirilmiş kuram,
günümüzde sosyal bilimlerde en sık kullanılan yorumlama yöntemi olması
bakımından Punch’a göre bir kuram değildir.176 Radikal Demokrasi kuramını
anlatırken izlediğimiz yöntemin kurulmasında katkısı olan bu tarzda Punch’ın
kastettiği, temellendirilmiş kuram bir yaklaşım tarzı olması itibariyle, verilerden
kuram üretme amacı taşıyan bir araştırma stratejisidir. Bu noktada temellendirilmiş
kuramın ana fikri, kuramın verilerden tümevarımsal olarak geliştirileceğidir.177
Zira öncelikle Radikal Demokrasi kuramının Laclau ve Mouffe tarafından
nasıl ele alındığı ve Türkiye özelinde Fuat Keyman’ın nasıl bir uyarlama içinde
olduğu; ardından Türkiye’de siyasal parti geleneğinin hangi dönemlerde nasıl bir
gelişme izlediği ve sonrasında da elde ettiklerimizle mevcut siyasi partilerden
TBMM’de grubu olanların programlarının Radikal Demokrasi modelinin temel
kavramlarıyla incelenmesi bu yöntemin koşulları ile mümkün olmuştur.
Nitel araştırma tekniğinin bir diğer dikkat edilmesi gereken noktası ise teorik
çerçevenin çizilmesidir. Teorik altyapının oluşturulmasının ardından örnek olay
yöntemiyle elde edilen veriler toplanır ve analize tabi tutulur.
Yukarıdaki yöntemlerle elde edilen veriler, araştırmanın sonuçlandırılması
için araştırmacı tarafından çözümlenmesi gerekmektedir. Bu noktada kullanılan
yöntemlerden biri Miles ve Huberman tarafından geliştirilmiştir.178 Miles ve
Huberman’ın yönteminde elde edilen verilerin azaltılması, sergilenmesi ve
sonuçların doğrulanması yoluyla çözümleme yapılabileceği öngörülmektedir.179
Verilerin azaltılması sırasında, verilerin önemli bir bilgi kaybına uğramaması
ve azaltma sırasında araştırmanın amacından uzaklaşılmaması amaçlanır. Siyasal
partilerin programlarında yer alan hedeflerden temel hak ve özgürlüklerle ilgili
kısımların dikkate alınması bu noktada önem arz etmektedir.
176
Punch, a.g.e., s. 156
Punch, a.g.e., s. 156
178
Miles, Huberman, a.g.e., s.4
179
Miles, Huberman, a.g.e., s.12
177
47
Verilerin sunulması, dağınık halde bulunan verileri birbirleriyle ilişkili hale
getirmek ve araştırmanın çerçevesine uygun bir şekilde sıralamayı anlatır. Bu
aşamada ise Radikal Demokrasi modelinin temel argümanlarından kimlik siyaseti,
kültürel haklar, devletin küçülmesi gibi başlıkların ele alınan siyasal partilerde nasıl
incelendiği tartışılacaktır.
Sonuçların doğrulanmasında anlatılmak istenen ilk iki yöntemden sonra elde
edilen sonucun araştırmanın amacına uygunluğunun saptanmasıdır.
Verilerin çözülmesinde bir başka yöntem ise soyutlama ve karşılaştırmadır.
Bu yönteme göre araştırmada elde edilen soru setlerinin çözümlenebilmesi için kimi
kavramların soyutlandırılması ve elde edilen diğer kavramlarla karşılaştırılarak
araştırmada bir sonuca varılması öngörülür.180
Kısaca anlattığımız ve nitel araştırma yapma esnasında takip edilen
yöntemlerden Temellendirilmiş Kuram yöntemiyle ele aldığımız çalışmamızda
radikal demokrasi modeli ve Türkiye özeli incelenmiş ve ulaşılan sonuç mevcut parti
programlarıyla karşılaştırılmıştır.
Elde edilen sonuçlar ise siyaset biliminin temel kavramları eşliğinde ele
alınarak Radikal Demokrasi modeline ne şekilde uyarlanabileceği incelenmiştir. Elde
edilen sonuçlar herhangi bir yanlı değerlendirmeye tabi tutulmaksızın mevcut
şartlarla değerlendirilmiştir.
180
Punch, a.g.e., s. 197-198
48
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1. TÜRKİYE’DE RADİKAL DEMOKRASİ ÖRNEKLEMELERİ
Yöntemi belirledikten sonra çalışmanın başından beri ele aldığımız Radikal
Demokrasi modeli ve modelin Türkiye’de uygulanabilirliği aşamasında bu bölümde
kavram incelemesi yapılacaktır.
Farklı toplumsal hareketlerin kendilerini ifade etmesinin önünü açan Radikal
Demokrasi modelinin işlerlik kazanmasının demokrasi yapma yöntemi olarak
düşünsel anlamda çatışmadan geçtiğini çalışmanın önceki bölümlerinde dile
getirmiştik
Laclau
ve
Mouffe’nin
yaşadıkları
dönem
ve
çevreden
bağımsız
düşünemeyeceğimiz bir ortamda hazırladıkları bu yeni modelin Türkiye şartlarında
nasıl uygulanabileceğini analiz eden Fuat Keyman, özellikle Türkiye’deki siyasi parti
geleneğine vurgu yapmıştır. Parti içi demokrasinin gelişimi adeta Türkiye’de
demokratik yaşamın dönem dönem sekteye uğraması gibi kesintilerle ilerlemiştir.
Bu noktada kuramsal kısımda ayrıntısıyla bahsettiğimiz Radikal Demokrasi
modelinin temel kavramlarından üç tanesi olan “kimlik”, “özgürlükler” ve “sivil
toplum” çalışmada faydalanılan nitel araştırma tekniğinin yöntemleriyle Türkiye’nin
siyasal parti geleneğinin ışığı altında TBMM’de grubu olan partiler özelinde
incelemeye tabi tutulacaktır.
1.1. Kimlik
Kimlik terimi, uzun bir tarihi olmasına rağmen 20. yüzyılda olduğu kadar
gündeme gelmemiştir. Kimlik tartışmalarına politik ve post-modern kuramcılar
(Foucault, Lacan) dahil olmuşlar fakat modern sosyolojide kimlik terimi
berraklaştırılamamıştır. Kimlik, insanın benlik duygusuna, kendisi hakkındaki
duyguları ve fikirlerine atıf yapılarak kullanılmaktadır. 181
Modern sosyolojideki “Kimlik” tartışmaları son yıllarda Türkiye’de de
gündeme gelmiştir. Bu kapsamda ilk olarak inceleyeceğimiz siyasi parti 2002 yılı
181
Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü içinde “kimlik” alt başlığı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara,
2003
49
Kasım ayında iktidar olan ve halen bu sıfatıyla yürütmenin bir kanadını temsil eden
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)182 olacaktır.
1.1.1. AKP
22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde hazırlanan seçim bildirgesinde
“Kültür ve Sanat” başlığı altında kimi değerlendirmeler yapan AKP Türkiye’nin
sahip olduğu kültürü ortak bir miras olarak görmekte ve onun toplumdaki farklı
öğelerce sürekli değiştirildiğini savunmaktadır.183 Fakat bu noktada bildirgede
kullanılan “Türk kültür ve sanatının milli kimliğini muhafaza ederek evrensel
platformlara taşınması, öncelikli hedeflerimiz arasındadır”184 ifadesi partinin kültürel
anlamda çoğulculuğu reddettiği şeklinde ele alınabilir. Çoğulculuk Radikal
Demokrasi’nin temel argümanlarından birisi olduğu için AKP programının bu
konuda tatmin edici olduğu söylenemeyebilir.
Parti programında özel olarak kimliklere ilişkin bir ifade getirmeyen AKP,
parti
programının
“Doğu
ve
Güneydoğu”
başlığı
altında
kimi
öneriler
getirmektedir.185 Bu önerilere göre bölgede yaşayan insanların kültürü kabul
edilmekte ve zenginlik olarak içselleştirilmektedir. Özgürlüklerin demokrasinin yapı
taşı olduğunu vurgulayan AKP programı evrensel sözleşmeler ışığında kimliklerin
korunması yolunda adımlar atacağını taahhüt etmektedir. Radikal Demokrasi modeli
açısından AKP’nin bunları programında kimliklerin korunması yolunda adım
atacağını taahhüt etmesi iyiye yönelik bir göstergedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu anlamda iktidarının ilk yıllarında Avrupa
Birliği (AB) uyum yasaları çerçevesinde AB normlarına entegrasyonu sağlamak
amacıyla attığı adımlarla birlikte en önemli girişimini 2009 yılında önce “Kürt
Açılımı” sonra “Demokratik Açılım” ve nihayetinde “Milli Birlik ve Kardeşlik
Projesi” olarak nitelendirdikleri uygulamalarla yapmışlardır.
Söz konusu girişimle ilgili AKP’nin attığı adımların kültürel haklar, kimlikler
ve temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik önemli karşılıkları olması
182
Yazım ve noktalama nedeniyle AKP ifadesi dikkate alınacaktır.
Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi, s. 130
184
A.g.y., s. 130
185
Adalet ve Kalkınma Partisi Programı, http://www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html (Erişim:
23.02.2010)
183
50
nedeniyle AKP’nin söz konusu proje için hazırladığı kitapçık eşliğinde çalışma
sonunda ayrı bir inceleme yapılacaktır. AKP programının Radikal Demokrasi
modeline uyum konusunda tam geçerli bir not aldığı söylemek pek mümkün değil.
1.1.2. CHP
Programını
inceleyeceğimiz
ikinci
parti,
Türkiye
Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan önce de fiilen var olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) sosyal
demokrat bir parti olarak tanımlanmaktadır.186 CHP’nin programını incelediğimizde
CHP kültürel kimlikleri zenginlik anlamında AKP gibi kabul etmekle birlikte bu
noktada Lozan Antlaşması’na bağlı kaldığını ve yeni kimliklere karşı olduğunu ifade
etmektedir:187
“CHP, Lozan Antlaşması ile azınlık olarak nitelenmiş olan yurttaşlarımızın,
kendilerine tanınmış
olan
dini
ve
kültürel azınlık
haklarından
eksiksiz olarak
yararlanmalarını amaçlar. Yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır.”
Bireysel anlamda kimliğe sahip çıkılmasını kabul eden CHP, kültürel haklara
saygının bireyin kendisine saygı olduğunu vurgulamaktadır.188 Öte yandan CHP
programında kültürel farklılıkları asimilasyona tabi tutmayacağını ifade etmekle birlikte
farklılıkların entegrasyonunu hedeflediğini söylemektedir:189 CHP programındaki bu
ifadelerin Radikal Demokrasinin farklı ve çoğulcu kimlik anlayışıyla bağdaşan bir durum
olduğu söylenemez.
“CHP’nin entegrasyon anlayışı farklı etnik kimliklerin ve inançların ortadan
kaldırılmasını değil, onlara saygı göstererek ülke bütünlüğünün ulus devlet anlayışı ile
korunmasını öngörür.”
CHP programında göze çarpan bir diğer nokta ise kimliklerin kabul edilmesi
hususuna netlik kazandırılmamasıdır. Zira bireysel anlamda kimliksel farklılıkların
ifade edilmesinde CHP programında uyuma ve bütünleşmeye vurgu yapmaktadır:190
“CHP, uygulamaya koyacağı, hoşgörü, demokrasi, kültürel çoğulculuk, eşitlik
ve bölgesel gelişme politikaları ile ülkenin her yöresinde, her kökenden insanlarımız
186
Kudar, Barış, Ne Olacak Bu CHP'nin Hali? 1 (Sosyal Demokrasi Belini Düzeltebilir mi?), Dönence
Basım ve Yayın, 2004, s. 11
187
Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s. 46
188
A.g.y., s. 47
189
A.g.y., s. 47
190
A.g.y., s. 48
51
arasında toplumsal uyumun, dayanışmanın, bütünlüğün ve refahın güvencesini
oluşturacaktır.”
Ancak Radikal Demokraside farklı kimlik ve inanca sahip grupların
varlıkları, kültürel değerli korunmak ve geliştirilmek üzere ele alınır.
Parti programında çağdaş demokrasi anlayışının gereği olarak farklı etnik
kökenden
gelenlerin
kendi
kültürleriyle
yaşamalarına
olanak
sağlayacak
düzenlemeler yapacaklarını belirten CHP, bu yönde atılacak adımları:
1)
Anadillerin kullanılabilmesi, özel dershaneler yoluyla anadillerin
öğretilmesi;
2)
Anadilde gazete, dergi, kitap yayınlanabilmesi ve diğer her türlü
yazılı ve sözlü yayında bulunulabilmesi
3)
Türkiye sınırları içinde yayın yapan radyo ve televizyon kurum ve
kuruluşları üzerinden, RTÜK’ün genel kuralları çerçevesinde yayın yapabilmelerinin
önünün açılması olarak sıralamaktadır.191
Bu maddeler toplumdaki farklı grupların kendilerini diğer gruplardan
ayırırken referans kaynağı olarak gösterdiği anadil kullanımı güvenceye almaktadır.
Anadil kullanımının güvenceye alınması toplumdaki çeşitliliği koruyup, geliştireceği
için Radikal Demokrasi perspektifinden değerlendirildiğinde CHP programının bu
maddeleri tatmin edici düzeydedir.
22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde yayınladığı seçim bildirgesinde
kültürel değerleri sadece çeşitli İslami öğelerle sınırlayan CHP, söz konusu öğeleri
de laiklikle birlikte değerlendirerek çoğulcu ve özgürlükçü kültür anlayışını bu
noktadan değerlendirmektedir:
“Köklerimiz, hem Anadolu kültürümüzün güçlü kaynağını oluşturan 13.
yüzyıl hümanizmasını oluşturan Mevlana'ya, Yunus Emre'ye, Hacı Bektaş-ı Veli'ye,
Şeyh Edebali’ye, hem de laik Cumhuriyetimizin çağdaş değerleriyle ve insan
191
A.g.y., s., 48
52
sevgisiyle şekillenen evrensel değerlere, çoğulculuğa ve özgürlükçü kültüre
dayanmaktadır. Her iki kültürel kaynağımız da zenginliğimizdir.”192
Farklı ulusal kimliklerin kültürel haklarına yönelik somut ifadelerin
kullanılmadığı CHP seçim bildirgesinde kültürel haklar anlamında sanatın
geliştirilmesine yönelik ifadeler kullanılmıştır. Kültürel hakları konusunu sanatın
geliştirilmesi ile sınırlandırması CHP’nin bu konunun Radikal Demokrasi açısından
değerlendirilmesinde yeterli düzeyde olmadığını göstermektedir.
Genel olarak değerlendirdiğinde CHP programının Radikal Demokrasi
perspektifinden geçerli not almadığı söylenebilir.
1.1.3. MHP
Üçüncü olarak inceleyeceğimiz TBMM’deki grubu olan bir diğer parti de
Milliyet Hareket Partisi (MHP). MHP parti programını 2009 yılının Kasım ayındaki
kongresinin ardından revize etmiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin parti
programı için yaptığı sunuşta temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesinde parti
ideolojisinden farklı hareket edilmeyeceği ifade edilmektedir:
“…milletimizin tarihinden ve köklerinden gelen değerlerinden ilham alarak,
demokratik standartları yükselterek, temel insan hak ve özgürlüklerini koruyup
geliştirerek, vatandaşlarımızın hayat kalitesini artırarak, huzur ve güveni sağlayarak
milletimize
hizmet
etmenin
temel
ilke,
hedef
ve
politikalarını
ortaya
koymaktadır.”193
MHP programındaki bu bölüm ülkemizde yaşayan herkesi aynı tarih ve
köklerden geldiği kabulünden hareket ettiği için Radikal Demokrasi modeli pek
uygun değildir.
MHP programında dikkati çeken noktalardan biri ise, dünyada siyasi ve
ekonomik lider olma isteğine sıklıkla vurgu yapılmasıdır:
192
193
Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007, s., 51
Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 6
53
“İki kutupluluğa dayanan soğuk savaş dönemi sonrası yeni bir dünya
düzeninin şekillendiği günümüzde, Türk milletinin ve bütün insanlığın barış ve
mutluluk içinde insanca yaşayacağı bir dünya ideali, Türkiye merkezli yeni bir
medeniyet projesinin hayata geçirilmesiyle gerçekleşebilecektir. Sahip olduğu imkân
ve kabiliyetler ile doğal, tarihi, kültürel, beşeri değer ve kaynakları ile Türkiye, Türk
ve İslam dünyasının çekim ve cazibe merkezi olabilecektir.”194
“Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümü olan 2023 yılında
“Lider Ülke Türkiye”yi inşa etme vizyonu doğrultusunda program ve politikalarını
şekillendirmiştir.”195
Programında sürekli olarak “Türk milleti” vurgusunu ön plana çıkaran MHP,
bu noktada farklı ulusal kimlikleri tanımak ve onların kültürlerini geliştirmelerini
sağlamak anlamında daha tereddütlü durduğu ortadadır.
“…Milliyetçi
Hareket
Partisi
gücünü
mukaddesattan,
inançlarından,
ilkelerinden ve Türk milletinden alır.”196
“Milliyetçi Hareket, içinde milletin olmadığı hiç bir hedefi asla kabul
etmez.”197
MHP programında temel olarak ülkemizde yaşayan herkesin Türk olduğu
vurgulanmaktadır. Bu tarz bir vurgu Radikal Demokrasi modelindeki çoğulcu toplum
yapısıyla zıt bir özellik göstermektedir.
Milliyetçilik ideolojisinin temel değer olduğu MHP, milliyetçilik kavramını
parti programında tanımlarken “azınlık”, “kültür” ve “kimlik” gibi bazı tartışma
noktalarında kendi “duyarlılık noktasını” net bir şekilde belirtmektedir.
“Milliyetçilik ise, Türk milletine mensubiyet bilincini geliştirmeyi hedefleyen
ve onun ayırt edici vasıflarını, dünyayı ve olayları yorumlayışta temel referans kabul
eden fikirler ve duyarlılıklar bütünüdür. Milliyetçi düşünce sistematiğinin unsurları
arasında milli kimlik, milli dil, millî kültür, millî hâkimiyet, millî devlet ve
dayanışma kavramları belirleyici bir öneme sahiptir. Milliyetçiliğimiz, Türk milletine
194
A.g.y., s., 12
A.g.y., s., 14
196
A.g.y., s., 15
197
A.g.y., s., 15
195
54
olan derin bağlılığımızın ve sevginin verdiği ilham ve cesaretle, var oluşunu
anlamlandırmayı ve geleceğini garanti altına almayı temel hedef olarak kabul eder ve
bunun için her türlü çabayı gerekli görür.”198
MHP 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde yayınladığı seçim
bildirgesinde ise kimlik tartışmalarını reddetmekte ve kendileri için esas olanın Türk
kültürünün geliştirilmesi olduğunu vurgulamaktadır.
“Milli kültürümüzün alt kültürler halinde ayrışmasına yönelik çabalar,
kültürel zenginliğimizi oluşturan unsurlar arasında mikro ayrıştırmalar yapılarak
birbirinden uzaklaşmasına ve ortak değerlerin zayıflatılmasına yol açmaktadır. Türk
kültürünün korunmasına, yaşatılmasına, geliştirilmesine ve gelecek nesillere
aktarılmasına özen gösterilecektir.”199
Parti programı temel alınarak hazırlanan seçim bildirgesinde ülkemizdeki tek
millet olarak Türk vurgusu yapılmakta ve korunup, geliştirilecek kültüründe Türk
kültürü olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler Radikal Demokrasi modelinin yapısına
uygun değildir.
MHP seçim bildirgesinde ayrıca farklı kültürlerin yeni nesillerde bir
yozlaşma yaratacağı ve bu nedenle gençlerin farklı kültürlerden korunması
gerektiğini ileri sürer.
“Farklı kültürler karşısında, özellikle yeni nesillerin kültür şokuna
uğramasına ve kimlik bunalımına düşmesine engel olacak kaliteli ve ihtiyaca cevap
veren edebi eserler ortaya konmasına yönelik milli kültür değerlerinin millete
tanıtılması ve benimsetilmesi sağlanacaktır.”200
Milli ifadesinin sık bir şekilde kullanıldığı seçim bildirgesi MHP’nin tekçi
yapıyı öngören zihniyetini açığa çıkarmaktadır. MHP parti programına genel olarak
bakıldığında ülkemizde farklı etnik ve inanç kültürlerinin varlığına yönelik olumsuz
bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Bu yaklaşım tarzı Radikal Demokrasi modeli ile
uyumlu değildir.
198
A.g.y., s., 19
Milliyetçi Hareket Partisi, Seçim Beyannamesi, s., 114
200
A.g.y., s., 115
199
55
1.1.4. BDP
İnceleyeceğimiz bir diğer parti 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi
tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi’nin yerine kurulan ve TBMM’de
grup oluşturan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), kültürel hakları bakımından
TBMM’de grubu bulunan ve programlarıyla seçim bildirgelerini incelediğimiz siyasi
partilerden sonuncusudur.
Fuat Keyman’ın Türkiye’deki siyasal kültüre getirdiği eleştirilere benzer
eleştirileri parti programında sıralayan BDP, hedeflerinin tek tipleşmenin olmadığı
bir siyasal ortam oluşturmak olarak açıklamaktadır.
“Düşünsel, kültürel ve toplumsal çeşitliliği yok sayan ve tek tipleşmeyi esas
alan siyaset kültürü artık değişmelidir. Türkiye’de farklılıkları kabul eden, kapsayıcı,
demokratik bir dönüşümün yaşanması ve toplumsal eşitlik ve özgürlüğü geliştirecek
yeni bir siyasal yapılanmanın varlığı kaçınılmazdır. Bu nedenlerle partimizin var oluş
amacı,
Türkiye’de toplumun siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların
demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir potada toplayarak yeniden yapılanmayı
sağlamaktır.”201
BDP’nin parti programından alıntılanan yukarıdaki bölüm çoğulcuğu esas
almakta ve tek tipleşmeye karşı bir tutum içerisindedir. Bu yaklaşım tarzı Radikal
Demokrasi modelinin çoğulcu yapısıyla uyum göstermektedir.
Türkiye partisi olduğunda ısrar etmesine rağmen savunduğu değerler
itibariyle Türkiye’nin genelinden umduğu desteği bulamayan BDP ve öncülleri
karakteristik bir şekilde bölge partisi imajı çizmişlerdir. Bu nedenle parti programları
genellikle Anayasa’nın değiştirilmesi ve kültürel değerlere saygı gösterilmesi üzerine
olmuştur:
“Türkiye
Cumhuriyeti
Devletinin
örgütlenme
yapısı
artık
toplumu
taşıyamamaktadır. İdari, iktisadi ve toplumsal örgütlenmemizin bugünkü yapısı ve
işleyişi değişmeden, Türkiye’nin büyük atılımları gerçekleştirmesi beklenemez. Bu
nedenle genel nitelikleri aşağıda belirtilen yeni bir Anayasa yapılması gerekmektedir.
Devlet yönetiminin çağdaş bir anlayışla yeniden örgütlenmesi gereklidir. Yeni devlet
201
Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 2
56
yapısı, siyasal toplum, sivil toplum, birey ve yurttaş kavramları üzerine inşa
edilecektir. Tek ırk, tek dil, tek din, tek kültür, cinsiyetçi roller mantığının yerine
toplumdaki etnik, kültürel ve inançsal farklılıklar kapsanacak şekilde, ‘Türkiye
Cumhuriyeti
Vatandaşlığı’
esas
alınacak
ve
anayasal
olarak
bu
şekilde
tanımlanacaktır.”202
İç dinamiklerle yürütülecek çalışmalar sonucunda demokratikleşme yolunda
kimi adımlar atılabileceğini savunan BDP, diğer siyasi partilerin programından farklı
olarak bu yönde atılacak adımlarda uluslararası sözleşmelerin onaylanması ve
uygulanmasının da olumlu katkılar sunacağına inanmaktadır.
1.1.5. Değerlendirme
Kimlik ve kültürel haklar bazında bir değerlendirme yaptığımızda AKP’nin,
iktidara gelmesinin ilk birkaç yılında yaptığı reformların son birkaç yıl içinde
durduğunu fakat 2009 yılında “Milli Birlik ve Kardeşlik” projesiyle Türkiye’nin
demokratikleşmesi yolunda yeni adımlar atma hazırlığında olduğunu ileri sürebiliriz.
Partinin çalışmaları pratikte izlenebilirken yapılan çalışmaların parti programına ve
seçim bildirgesine tam anlamıyla yansıyamamasına iki neden sayabiliriz: 1) Tabanın
tepkisini çekmeme isteği; 2) parti programı ve seçim bildirgesinin kalıp ifadeler
olduğu düşüncesiyle bunların fazla önemsenmemesidir.
Her ne kadar sosyal demokrat olduğunu metinlerinde dile getirse de CHP,
kimlikler üzerine yaptığı değerlendirmelerinde Lozan Antlaşması’nın ilgili
maddelerini kendine referans alarak devlet partisi görüntüsü çizmektedir. CHP, parti
programında ve seçim bildirgesinde kimlikle ilgili ifadeleri sahip olduğu ulus devlet
düşüncesiyle çatışmayı en az düzeyde tutarak farklı bir üst kimliğe ihtiyaç
duymaksızın Türk kimliğine entegrasyonu amaçlamaktadır.
MHP ise bu noktada en net ifadeler kullanan partidir. Kimlik tartışmalarının
“bölünme”ye yol açacağını ifade etmekte tek kimlik olarak Türk milleti kimliğini
kabul ederek Türk milletiyle yeni yüzyılda dünya lideri olmaya çalışacaklarını
söylemektedir.
202
A.g.y., s., 2
57
1990 yılından sonra Türkiye’de yaşayan Kürtlerin siyasal ve kültürel
taleplerini duyurmak amacıyla kurulan203 ve partilerin sonuncusu olan BDP,
seslendiği kitle itibariyle iktidar olma hedefine uzak olması nedeniyle ifadelerini
daha rahat kullanabilmektedir. Parti söyleminin en kuvvetli olduğu kavramlardan
olan kimlikle ilgili tartışmalarda tek tipçi bir yapıya sahip olduğunu söyledikleri
1982 Anayasası’nın mutlaka değiştirilmesini savunan BDP, çoğulcu ve özgürlükçü
kavramlarını kimlik tartışmalarında sıklıkla kullanmaktadır.
Buna rağmen AKP’nin Türkiye siyasetinde yeni bir anlayış olan kimlik
siyaseti yapması204 ise konjonktürel bir tutumdur. Soğuk savaşın sona ermesiyle
birlikte egemen devlet anlayışı olan ulus devlet mantığı da değişti. Merkezi ve tek
tipçi yönetim algısının yerini birbirine tercih edilmeyen etnik kimliklere saygı
temelinde vatandaşa daha yakın olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yönelik
yumuşak geçişler yaşanmıştır.205
Türkiye’de ise bu geçiş hakim merkezi yönetim anlayışının daha kuvvetli
olması nedeniyle sancılı bir şekilde gerçekleşmektedir.206 Elbette yaşanan sıkıntı
sadece geçişle ilgili değildir, toplumsal muhalefet yanı güçlü olan farklı toplumsal
kesimlerin devlet ve toplum tarafından kabullenilişi de kolay olmamaktadır. Örneğin
Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Selma Aliye Kavaf’ın yaptığı açıklamada
eşcinselliği bir hastalık olarak görmesi207, hükümetin henüz toplumsal duyarlık
anlamında bu insanların varlığına hazır olmadığına işarettir.
Yanı sıra militarizmi çeşitli gerekçelerle reddeden savaş karşıtı bireyler de
dünyadaki anti-militarist hareketlenmeye paralel olarak 1990’lardan itibaren seslerini
duyurmaya başladılar. Askeri vesayet rejimine ilişkin hakim görüşü208 de göz önüne
aldığımızda devletin ve yönlendirmesiyle toplumun anti-militarist kişileri de
203
Demir, Eyyüp, Yasal Kürtler, Tevn Yayınları, 2005, s. 9
Safi, İsmail, Türkiye'de muhafazakâr siyaset ve yeni arayışlar, Lotus Yayınevi, 2007, s. 463
205
Uras, Ufuk, Başka Bir Siyaset Mümkün, İthaki Yayınları, 2003, s. 529
206
Erol, Mehmet Seyfettin; Efegil, Ertan, Türkiye-AB ilişkileri: dış politika ve iç yapı sorunsalları,
Alp Yayınevi, 2007, s. 29
207
7 Mart 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin Pazar Eki’nde Faruk Bildirici’nin sorularını yanıtlayan S.
Aliye Kavaf konuyla ilgili olarak şu sözleri söyledi: “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir
hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere
de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de
yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var.”
(http://www.hurriyet.com.tr/pazar/14031207.asp?gid=59)
208
Bayramoğlu, Ali, 28 Şubat: bir müdahalenin güncesi, İletişim, 2007, s. 287
204
58
benimsemediğini ifade edebiliriz. Yasal bir zorunluluk olan209 askerlik göreviyle
ilgili toplumdaki düşüncenin “her erkeğin askerliğini yapması” ve “askerliğin
peygamber ocağı olarak addedilmesi” gibi yer bulması beraberinde bu kişilere
yönelik tepkileri doğurmaktadır. Toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiş olan
militarist anlayış, tek tipliliği dayatmakta, belirli bir düzen etrafında farklılıkları yok
saymaktadır. Toplumun tek tipleştirilmesi ise cumhuriyet döneminden de
gördüğümüz üzere askeri darbeler aracılığıyla cebir kullanılarak; kutuplar arası
çatışmaları manipülasyonlar arttırarak gerçekleşmektedir.
Bu nedenle çoğulcu bir demokrasi anlayışı doğrultusunda toplum içinde
bireyin de özgürleştiği bir siyasal ortam için anti-militarizmin de kimlik anlamında
kabul edilmesi ve hatta savunulması gerekmektedir.210
Kimlikler söz konusu olduğunda hakim kimliğin çıkış noktası olarak
gösterebileceğimiz militarist kimliğin temel özellikleri, erkek olması, ortodoks
dindar olması, tek tipçi olması ve ötekini yok sayması olarak sıralayabiliriz. Radikal
Demokrasi kuramının kimlik tartışmasında dile getirdiği farklı toplumsal kesimlerin
kendilerini özgürce ifade edebilmeleri konusu bu noktada önem kazanmaktadır. Zira
genelde veya Türkiye özelinde düşündüğümüzde “mücadelenin” eril düşünceye karşı
çıkış olduğunu ve toplumun erkeklik değerlerini içselleştirdiğini ifade etmemiz
mümkündür.
Yukarıda bahsettiğimiz iki konuyu birlikte ele aldığımızda kimlikler
konusunda devletin bakış açısını daha rahat anlayabiliriz. Cinsel yönelimleri farklı
bireylerin, erkekliğin en sert şekilde üretildiği bir kuruma katılmak istememeleri bir
temel haklar ve özgürlükler meselesidir. Lakin söz konusu bireylerin uğradığı
ayrımcılık toplumdan ve devletten gelen baskıdan daha yoğun bir biçimde
işlenmektedir.
Söz konusu durum Türkiye’de cinsel yönelimleri farklı bireylere zorla
askerlik yaptırmak şeklinde tezahür ederken zorunlu askerliğin olmadığı ve askerlik
209
Anayasa Madde 72: Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde
veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.
Askerlik Kanunu Madde 1: Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince
askerlik yapmağa mecburdur.
210
Ümit Kardaş, Vicdani Ret İtirazının Boyutları, Radikal Gazetesi, 23.12.2007
(http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7807)
59
yapmak isteyen farklı cinsel yönelimi olan bireylerin ise ordudan atılması şeklinde
gelişmektedir.211
Türkiye’deki durum söz konusu bireylerin eşcinsel olmaları nedeniyle
askerliğe gitmeyi reddetmelerinin ardından cinsel yönelimlerinin ordu tarafından
tedavi edilebilir hastalık olarak görülmesi ve kişinin eşcinselliğini hekim heyeti
önünde ispatlaması gibi onur kırıcı istemlerde bulunulmaktadır. Ötekileştirilmeye
çalışılan, “hastalıklı insan” imajı oluşturulmaya çalışılan bu kimselerin eşcinsel
olduklarını ispatladıklarında (!) dahi askerlikten muaf olmalarının önü hemen
açılmamakta ve askerlik hizmetine alındıklarında yaşamları tehlikeye atılmış
olmaktadır.
Devlet algısının küçük gruplar olsalar da farklı toplumsal kimliğe sahip
kimseler üzerindeki tasarrufu bu şekilde gerçekleşmekte olup egemen siyasi düşünüş
çatısı altında hareket eden siyasi partilerin de oy potansiyeli olan farklı kimlikler
hariç (Alevilik gibi) vizyonlarını bu yönde belirlediğini söyleyebilmekteyiz.
Neredeyse dünya üzerinde sosyal demokrat partilerin hepsi eşcinsellere dair
bir politikaya sahip iken ve konu üzerine tartışıyorken ülkemizdeki sosyal demokrat
parti olduğunu ifade eden CHP’nin bu konudaki tutumunun belirsizliği tartışmaya
açık bir konudur. Farklı cinsel yönelimleri toplumun çeşitliliği olarak görmemesi
Radikal Demokrasi modeli açısından sorunlu bir durumdur.
CHP’nin Radikal Demokrasi modelinin en önemli kavramlarından kimlikler
konusunda oy potansiyeline baktığı şeklinde yorumlamak mümkündür.
Şu halde üzerinde durmamız gereken konulardan biri de aslında kimlik
konusunda siyasi partilerin daha önce de belirtildiği gibi Lozan Antlaşmasının bir
başka ifadeyle resmi ideolojinin dışına çıkmak konusunda tereddüt göstermeleridir.
Bu nedenledir ki partilerin seçim bildirgelerinde kalıplaşmış bir şekilde yer
alan “toplumun her kesimini kucaklama” vaadi Baskın Oran’ın deyimiyle
211
Ümit Kardaş, A.g.y.
60
LAHASÜMÜT’ün212 dışına çıkmamakta ve politik yaşamımız çoğulcu bir yapıya
kavuşamamaktadır.
Ötekinin ötekisi olarak nitelendirebileceğimiz Lezbiyen, Gay, Biseksüel,
Transseksüel (LGBT) bireylerin uğradığı ayrımcılığın ve maruz kaldıkları hak
ihlallerinin engellenmesi; tercihlerine saygı gösterilmesi hususunda Türkiye’de
yaşanan bu sıkıntıyı dünyadaki örnekleriyle karşılaştırdığımızda farklılıklara
tahammül sınırımızın toplumsal düzeyde çok düşük olduğunu söylemek mümkündür.
Zira dünyadaki politik uygulamalara göz attığımızda İtalya’da transseksüel
bir milletvekilinin, Berlin’de gay bir belediye başkanının, Paris’te gay bir belediye
başkanının olduğunu görebiliriz.
Türkiye’de
ise
politikacıların
ısrarla
reddettiği
“kimlik
siyaseti
yapmıyoruz”213 vurgusu son dönemde hem Türkiye’deki hem de dünyadaki
gelişmelerle kırılmaya başlamıştır. Özellikle 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerindeki
sonuçlara göz attığımızda seçmenin kimlik politikası yapan ve bu doğrultuda hareket
eden partilerin oy oranını arttırdığını görmekteyiz. Kapatılan DTP’nin biri
Büyükşehir belediyesi olmak üzere 99 belediye yönetiminin başkanlığını kazanması
DTP’nin kültürel haklara yaptığı vurguyla açıklanabilir.
AKP ise sahip olduğu İslamcı-Liberal kimliğiyle dünyada çıkış ivmesi
gösteren yeni-muhafazakar akımın temsilcisi konumuna gelmiş ve bu anlamda da
Türkiye’de Demokrat Parti-Adalet Partisi-Anavatan Partisi çizgisine yakın olmakla
birlikte yeni bir siyasi geleneğin başlatıcısı olmuştur. AKP’nin takındığı tutumun ve
son dönemde izlediği taktiğin neden ve sonuçları itibariyle toplumsal algıda bir
dönüşüme yol açabileceği düşüncesi henüz olgunlaşmamış olmakla birlikte
farklılıklara saygı temelinde toplumda kimi kıpırdanmalar olduğu açıktır.
Tüm bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak Türkiye toplumunun
farklılıklara bakış açısını ortaya koyan Beyoğlu Musevi Hahamhane Vakfı’nın
yaptığı araştırmayı 30 Eylül 2009’da yayımlayan Radikal Gazetesi’nin araştırmasına
212
Lâik olmak şartıyla Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk ifadesini Prof. Dr. Baskın Oran, 29 Nisan
2007’deki Radikal Gazetesi’nde “2007:Korku ve Umut” başlıklı yazısında kullanmıştır.
(http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6993)
213
Siyasi partilerin kastı ulusal azınlıklara ilişkindir (Y.N.)
61
baktığımızda
farklı
kimliklere
dair
büyük
çekincelerin
hala
olduğunu
işleyişinden
memnun
görebilmekteyiz.
Araştırmaya
göre
Türkiye’de
demokrasinin
olmayanların oranı 1108 kişiyle yapılan ankette %44’e ulaşıyor.214
Türkiye’de yaşayan çeşitli azınlıkların ve farklı kimliklerin yaşamları ve
kültürleri hakkında bilgi sahibi olmayanların oranı ise Yahudi, Rum, Ermeni veya
Ateistlerde ortalama %74, Aleviler ve Kürtlerde ise ortalama %35 olmaktadır.215
Ateist bir aileye sahip olmak istemeyenlerin oranı %57’ye ulaşırken, Yahudi
bir aileye sahip olmak istemeyenlerin oranı %42, Hıristiyan bir aileye sahip olmak
istemeyenlerin oranı ise %35 olmaktadır.216
Araştırmanın yansımasını siyasi partiler açısından incelediğimizde ise
toplumun genel karakteristik özelliklerin farklı kimselerin çalışmamızda yer alan
siyasi partiler özelinde yer bulamadığını görmekteyiz.
AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun 29 Mayıs 2007’de AKP’ye katılması
bile büyük tartışmalara yol açmıştı. Buna rağmen Reha Çamuroğlu’nun AKP’de yer
alması farklı olanların kabulü noktasında yeni bir girişim olarak değerlendirilebilir.
1.2. Temel Haklar ve Özgürlükler
1.2.1. AKP
Temel haklar ve özgürlükler tartışmalarında ise AKP, özgürlüklerin
geliştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu kabul etmiştir. İktidar partisi olması
nedeniyle söz konusu adımları atması beklenen AKP, özellikle muhalefet
partilerinden gelen eleştirilere de programında yanıt vermek durumunda kalmıştır:
“Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın yüzyıllar boyu süren
mücadeleleri sonucu elde edilmiş kazanımıdır. Bu özgürlüklerin düzeyi medeni bir
toplum olmanın göstergesidir. Medeni dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin temel
214
Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması, Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı
Yayınları, 2009
215
a.g.ç.
216
a.g.ç.
62
hak ve özgürlükler açısından hak ettiği konuma getirilmesi, toplumumuzun da
beklentisidir. Dolayısıyla atılacak adımlar, uluslararası kuruluşlar istediği için değil
insanımız bu hak ve özgürlüklere layık olduğu için atılmalıdır.”217
Özgürlüklerin demokrasinin temeli olduğu düşünen AKP, özgürlüklerin
korunması amacıyla uluslararası sözleşmelerin standartlarına çıkarılmış uygulamaları
hayata geçireceklerini savunmaktadırlar.218
Temel hak ve özgürlüklerin uygulanması noktasında en sıkıntılı ve eleştiri
alan konu olan düşünce ve ifade özgürlüğünde uluslararası standartların
yakalanacağını ve çeşitliliklerin veya farklı toplumsal hareketlerin kendilerini rahatça
ifade edebilecek bir ortam taahhüt eden AKP, bu noktada son dönemde bilinen en
somut adımı Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinde değişikliğe giderek atmıştır.219
Özgürlükler konusunda en çok tartışma yaratan konulardan birisi başörtüsü
serbestliğidir. Siyasal ortamda ve toplumda kutuplaşma yaratacak ölçüde tartışılan
başörtüsü konusunda AKP, MHP ve DTP’nin desteğiyle üniversitelerde başörtüsü
kullanımın serbest olmasına olanak sağlayan yasayı geçirmiş fakat Anayasa
Mahkemesi düzenlemeyi iptal etmişti.220
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) konuyla ilgili kararının net
olması sebebiyle221 bu tartışmalara son veren AKP, devletin pozitif sorumlulukları
dâhilinde yapılacak düzenlemeler için 2009 yılında harekete geçmiştir.
1.2.2. CHP
CHP, insan hak ve özgürlüklerinin uygulanmasının takipçisi olacağını ifade
ettiği parti programında temel hak ve özgürlüklerin yalnızca yasayla sınırlandıran
217
www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html
A.g.y.
219
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=254504, (Erişim: 25.02.2010)
220
http://bianet.org/bianet/bianet/107443-anayasa-mahkemesi-basortusu-duzenlemesini-iptal-etti
(Erişim: 25.02.2010)
221
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3504033&tarih=2005-11-10 (Erişim:
25.02.2010)
218
63
düzenlemeler getireceğini, kişilerin özgürlüklerinden alıkonduğu durumların bir
hukuki rejim olmaktan çıkarılıp yargı kararına bağlanacağını söylemektedir.222
Siyasal, düşünsel, toplumsal, dinsel ve bireysel özgürlüklerin tam anlamıyla
korunabilmesi amacıyla Anayasa’da gerekli değişiklerin yapılacağını223 söyleyen
CHP, temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran tüm Anayasa maddelerinin
değişeceğini söylemektedir.224
Yıllardır önemli ihlal sorunu olan işkence ve kötü muamele konusundaki
açıklamalarında ise CHP, işkence ve orantısız güç kullanımına izin verilmeyeceğini
söylemektedir.225
CHP, düşüncenin açıklanmasının önemli araçlarından olan toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkını ise ileri demokratik ülkelerin normlarına göre
yükselteceklerini söylemektedir.226
1.2.3. MHP
MHP’nin genel söylemini dikkate aldığımızda temel hak ve özgürlüklere
ilişkin değerlendirmesi genel geçer ifadelerle dile getirilmiştir. Lakin MHP’nin temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda kullandığı ifade dikkat çekicidir:
“Bu çerçevede; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı
davranış ve uygulamalar hariç olmak üzere, bütün vatandaşların kişi güvenliği ve
dokunulmazlığı, düşüncelerini ifade etme ve inandığı gibi yaşama başta olmak üzere
bütün temel hak ve özgürlüklerine saygıyı esas almaktadır.”227
MHP’nin temel hak ve özgürlüklerde böylesi bir çekince koyması, “işkence
yasağı” gibi evrensel kabul görmüş bir uygulamanın kimi hallerde ihlal edilebileceği
anlamına yol açmaktadır.
222
Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s., 43
A.g.y., s., 43
224
A.g.y., s., 76
225
A.g.y., s., 43
226
A.g.y., s., 45
227
Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 22
223
64
1.2.4. BDP
BDP ise temel hakların ve özgürlüklerin tanınması yolunda temel hak ve
özgürlüklerin tanınması ve geliştirilmesi yolunda daha detaylı bir şekilde
programında yer vermiştir.
“Partimiz vicdanı red hakkını tanıyacak ve yasal güvenceye kavuşturulması
için düzenlemeler yapacaktır.”228
“Cinsel yönelimlerinden dolayı dışlanmalara ilişkin yasalarda var olan baskıcı
ve ayrımcı hükümler kaldırılacak, buna dönük uygulamaların önüne geçilecektir.”229
Temel hakların ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi yolunda dört
siyasi partinin de hem fikir olduğunu kimi ayrı noktalar haricinde söyleyebiliriz. .
Parti programlarında ve seçim bildirgelerinde göze çarpan ise geleneksel anlayıştan
hareket eden AKP ve CHP’nin temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesinde
kabul edilmiş ve normal şartlar altında da kabul edilebilecek ifadelerle anlatmaları;
MHP’nin ise “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı davranış ve
uygulamalar hariç olmak üzere” gibi muğlâk ifade kullanması ve BDP’nin kimi
noktalarda temel hak ve özgürlükleri ayrıntılandırmasıdır.
1.2.5. Değerlendirme
Çoğulcu bir demokrasinin işlerlik kazanması ve farklı düşüncelerin
kendilerini ifade edebilmeleri açısından hayati öneme sahip olan temel hakları ve
özgürlükler
meselesini
derinlemesine
incelediğimizde
devletin
büyük
sorumluluklarının olduğunu söylememiz mümkündür. Zira toplumun haklarını ve
özgürlüklerini bireysel veya kolektif bir biçimde rahatlıkla kullanabilmesi için
devletin koruma mekanizması oluşturması gerekmektedir.
AKP hükümeti ilk elde il ve ilçe insan hakları kurullarına işlerlik
kazandırarak hak ihlallerinin önüne geçilmesini sağlama çalışmış fakat üyelerin
228
229
Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 3
A.g.y., s., 4
65
memur olması nedeniyle kurullar çalışamaz hale gelmiştir.230 Daha önce eğitim
almamış kişilerden oluşan bu kurulların başkanlığını illerde valiler, ilçelerde ise
kaymakamlar yapmaktadır. Bu durumun en önemli sorunu hak ihlaline maruz kalan
bireyin şikâyetini ulaştırdığı yerin hak ihlalini yapanla aynı olmasıdır. Bu kurullara
sivil toplum örgütü temsilcileri de üye olabilmekte fakat söz gelimi “kasaplar odası”
kurullara üye olabiliyorken “savaş karşıtı bir grubun” üyelik talebi gerekçesiz olarak
reddedilmektedir.
Kurullar aracılığıyla hükümetin takındığı bu ikili tutum Anayasa’nın 10.
maddesinin231 ihlali anlamına gelmekte ve çoğulcu bir demokrasi kültürünün
yerleşmesinin önünü tıkamaktadır. Çoğulcu bir demokrasinin yerleşmesi Radikal
Demokrasi modelinin önemli bileşenlerinden birisi olduğu AKP hükümetinin bu
noktada pekte başarılı olduğu söylenemez.
Çoğulcu bir yapıya tahammülsüzlüğün en önemli örneklerinde biri de
Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nda yaşandı. Kurulun altında oluşturulan
“Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu” tarafından hazırlanan ve
Türkiye’de Lozan Antlaşması çerçevesinde tanınmış azınlık gruplarının yaşadığı
sorunların dile getirildiği “azınlık raporu” 1 Kasım 2004’te yapılan basın
toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Fakat basın toplantısı sırasında kurulun
üyelerinden Kamu-Sen Genel Sekreteri Fahrettin Yokuş, Prof. Dr. İbrahim
Kaboğlu’nun okuduğu metni elinden alarak yırttı.232 Olayın ardından hükümet raporu
sahiplenmezken raporu hazırlayan Prof. Dr. Baskın Oran ile kurulun başkanı Prof.
Dr. İbrahim Kaboğlu hakkında Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi uyarınca
dava açıldı.
AB’nin temel haklar ve özgürlükler alanında reform yapılması yönünde
yaptığı baskılar sonucu kimi girişimlerde bulunan hükümetin bazı uygulamaları bu
ortamda muhalefet tarafından eleştirilmektedir. Samimiyetle yapıldığı tartışmalı olan
230
Altıparmak Kerem, Türkiye’de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma, TBB Yayınları, 2007, s.
108
231
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
232
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=132968 (Erişim: 2 Mart 2010)
66
söz konusu reformlar bu nedenle konuyla ilgilenen sivil toplum kurumları ve
üniversitelerce de eleştirilmektedir.
Temel haklar ve özgürlükler özelinde yaşanan sorunlar ise, bu hak ve
özgürlüklerin uygulandığı ülke deneyimlerinin gösterdiği, gibi yapılan reformların
uygulanmaması nedeniyle değil reformların kağıt üzerinde kalacak şekilde
düzenlenmesiyle ilgilidir. Temel haklar ve özgürlükler alanında atılım olarak sunulan
çoğu girişimin bu şekilde hazırlandığı dikkatleri çekmektedir. Zira konuya destek,
görüş ve öneri sunabilecek hiçbir grubu veya kurumu çalışmalarına dahil etmeyen
hükümet hazırladığı tasarılar, TBMM’ye ulaşana dek çalışmalarını kimseyle
paylaşmamaktadır.
Oluşturulan
koruma
mekanizmalarının
görev,
yetki
ve
sorumluluklarında ise raporları görülemeyen izleme birimlerinin, üyelerinin hiçbir
yetkisinin olmadığı kurulların, yetkisi ve bütçesi olmayan yapıların bulunduğunu
söyleyebiliriz.
Bu nedenle söz konusu kurumları oluşturan hükümetin asıl amacının temel
haklar ve özgürlükler alanında ’yaptım, oldu’ görüntüsü vermek istediğini
söyleyebiliriz. Sorunu uygulamaya yönelten söylemler kanunların sorunsuz olduğu
izlenimini oluşturmaya çalıştığı fakat gerçeğin öyle olmadığını fark etmek mümkün.
Temel hakların ve özgürlüklerin kurumsal bir koruma altına alınması
çabasının son örneği “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adıyla başlatılan sürecin orta
vadedeki hedefleri olmuştur. İleride kapsamlı bir şekilde anlatılan sürecin orta vade
hedeflerini anlatan İçişleri Bakanı Beşir Atalay şunları söylemişti:
“Değerli milletvekilleri, bu nedenle birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız
bir ‘Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu’ ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve kamu
sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak etkili bir denetim
gerçekleştirecektir. Konuyla ilgili kanun tasarısı yakında yüce Meclise gönderilecektir. Bunu
ülkemizde demokratik bilincin kılcal damarlara kadar işlemesinde, yerleşmesinde,
derinleşmesinde önemli bir mekanizma olarak görüyoruz.
Aynı şekilde, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını bağımsız ve sivil bir ‘İnsan
Hakları Kurumu’na dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun
yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel
esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni kurum da ayrımcılıkla
mücadele komisyonu gibi insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi
67
görecektir. İnsan hakları kurumuna ilişkin kanun tasarısı da hemen kısa sürede Meclisimize
sunulacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işkence ve kötü muamele karşısında kararlı
duruşumuzun son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin
ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla
birlikte işkence ve kötü muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da
pekişmiş olacaktır. Hemen hatırlatayım ki, ihtiyari protokolün onaylanmasını takiben en geç
bir yıl içinde ulusal önleme mekanizması kurulacaktır ve bu halkanın dördüncü önemli
unsuru, başta insan hakları ihlalleri konusu olmak üzere, kolluk hakkındaki şikâyetlerin
incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik bir mekanizma oluşturma
çalışması Bakanlığımızda devam etmektedir. Kurulması düşünülen bağımsız kolluk şikâyet
mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik
233
güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir.”
Bakanın söz konusu açıklamasında yer alan dört koruma mekanizmasının
oluşturulması şüphesiz ne kadar önemliyse daha önce de belirtildiği gibi çalışmalara
katkı sunacak kurumların düşüncelerinin göz ardı edilmesi ve “kapalı kapılar ardı”
modelinin benimsenmesi kurulacak kurumların tek yanlı bir görüşün ürünü olacağı
ortadadır.
Düşüncelerini ifade etmede toplum içinde çoğunluğa nazaran dezavantajlı bir
konumda bulunan farklı toplumsal hareketlerin ihtiyaçlarına yönelik olan bu
çalışmalarda farklı azınlık grupları adına da hareket edilmesi çalışmanın temel
taşlarından olan düşüncelerin çatışması görüşüyle çelişen bir durumu yansıtmaktadır.
Demokratik bir toplum yolunda temel hakların ve özgürlüklerin yeterince
kullanılamamasını sorun olarak gören hükümetin, sorunun çözümünde mağdur
olarak addedebileceğimiz kesimlerle masaya oturması beklenirdi. Bu grupların
olmadığı bir sürecin ise demokratik olarak adlandırılması hem yanlıştır hem de
çoğulculuk anlayışıyla ters düşmektedir.
Hükümetin bu tarz bir yaklaşımı demokratik yaşamın en önemli
unsurlarından olan yapıcı muhalefetin yaşam alanını genişletmek yerine farklı
toplumsal hareketlerin çalışmalarını kısıtlamaya yönelik bir girişim olarak
nitelendirmek mümkündür. Oluşan bu algı ise hükümet yetkililerinin söylemlerine
233
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul Tutanağı 23. Dönem 4. Yasama Yılı 18. Birleşim 13
Kasım 2009 Cuma, s. 3-4.
68
yansımakta ve reformların çoğulcu, farklılıklara saygı duyan bir toplum oluşturmak
için değil AB üyeliğinin gerekliliği nedeniyle yapıldığını ifade etmektedirler. Bu
ifadeler AKP programında belirtilen ve hayata geçirilmesi öngörülen hak ve
özgürlükler konusunda partinin tutarlılık sorunu olduğunu göstermektedir. Tutarlılık
sorunu olması da AKP programı ve uygulamalarının Radikal Demokrasi modeli ile
uyum sorunu ortaya çıkarmaktadır.
Hak ihlallerinin esas öznesi olan ve şiddet kullanma tekelini elinde
bulunduran devlet adına hareket eden iktidarın, temel hakların ve özgürlüklerin
kullanımında sorun yaşayan farklı toplumsal kesimlerle kuracağı işteş ilişki çoğulcu
bir devlet yapısının önünü açacaktır.
Nüfusun çoğunluğundan farklı bir dine mensup bireylerin, farklı ideolojik
düşünceye sahip bireylerin, farklı cinsel tercihleri ve yönelimleri olan bireylerin
toplumun genelinin sahip olduğu temel hakları ve özgürlükleri herkes gibi eşit
kullanabilmesi için yukarıda yaptığımız tartışma etrafında bu bireylerin haklarının
güvence altına alınması gerekmektedir. (öneriler kısmı için uygun bir cümle)
Devletin sadece bu şekilde bir mekanizma geliştirmesi ise sorunun bir kısmını
çözmeye yetecek azınlık gruplarının maruz kaldığı ayrımcılık ise farklı bir çalışmayı
zorunlu kılacaktır.
“Demokrasi mücadelesi”nin soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte özellikle
gelişmiş ülkelerce çevre ülkelere taşınmasının ardından gelişmiş ülkelerdeki farklı
toplumsal kesimlere yönelen ayrımcılık uygulamaları bu ülkelerin yeni arayışlar
içine girmesine neden olmuştur. Zira nefret suçları, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık
Avrupa’da 1990’lardan itibaren yeniden canlanmıştır. Avrupa ise toplumda
sertleşerek yükselen kutuplaşmaya önlem almak için yeni koruma mekanizmaları
geliştirmiş, yabancı düşmanlığını körükleyebilecek çalışmaları engellemiştir.
Türkiye’de ise temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesi yolunda
çalışmalar yürütülürken toplumdan azınlık gruplarına karşı yükselen tepkiye sessiz
kalınmış hatta kimi zaman destekleyici ifadeler kullanılmıştır.234
234
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’da 3 Kasım 2008’de meydana gelen toplumsal olaya
pompalı tüfeğiyle müdahale etmek isteyen bir kişiyle ilgili aşağıdaki sözleri söylemiştir: “Ben
vatandaşlarıma özellikle sabrı tavsiye ederim. Fakat tabii bu sabır nereye kadar olacak? Bunun da
69
Eşitlik ve özgürlük ikileminde yaşanan tartışmalarda temel hakların ve
özgürlüklerin ne ölçüde kullanılacağı, dezavantajlı grupların hak ve özgürlüklerinin
nasıl koruma altına alınacağı yasalar çerçevesinde belirlenebilmesi mümkün iken
toplumsal bilinç düzeyinde de çoğulcu bir yaklaşımın benimsenmesi gereklidir.
Çünkü toplumsal algıda gerçekleştirilecek değişiklikler tabandan yönetim algısına
baskı uygulayacak bir ortam oluşturabilir.
1.3. Sivil Toplum
Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarının Türkiye’de nasıl ele
alındığı noktasında inceleyeceğimiz son kavram “sivil toplum”dur.
Demokratikleşmenin önemli unsurlarından biri olarak görülen sivil toplumun
azınlıkta kalan düşüncelerin ve farklı toplumsal hareketlerin kendilerini ifade
edebilme aracı olarak gören AKP, sağlıklı bir demokrasi için farklı düşüncelerin
rekabet edebilmesi gerektiğini söylemektedir.235
endişesi içindeyim. Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, hayatına kastederseniz,
hayatına kastettiğiniz vatandaş kalkıp da eğer elinde böyle bir tedbiri, böyle bir imkânı varsa o da
kendisini savunma yoluna gidecektir. Bu tür yollara bu bir sevktir. Düşünün, size diyorlar ki, şu
meydanı ben size vermem. İzin istiyorsun değil mi? Miting mi yapacaksın kardeşim? Miting
yapılacak meydanlar belli. Gidersin bu meydanda demokratik hakkını kullanırsın, mitingini yaparsın.
Ama hayır ben istediğim yerde yaparım dediğin zaman kusura bakma istediğin yerde yapamazsın.
Düşünün çocukları kullanıyorlar. 6-7, 10-11 yaşında çocuklar, 15 yaşında gençler. Bu gençler
geliyorlar, düşünün benim semtimdir Beyoğlu, orada Dolapdere’den Taksim’e çıkan o dar yollarda
lastikler yakıyorlar. Orada o halkın yaşadığını düşünün. Evlerinden kaçışanlarını gördüm ben.
Bu olacak iş mi Allah aşkına? Bunun insanlıkla, demokrasi mücadelesiyle, özgürlük mücadelesiyle ne
alakası var? Bu terörün tam manasıyla mahalle aralarına girmek suretiyle halkı tahrik, halkı bu
noktada ne yazık ki böyle bir çatışma içine çekmekten başka yol değil. Bu iyi bir yol değil.
Ben tavsiye ediyorum, özellikle gençlerimize sesleniyorum; bu oyuna gelmeyin. Bakın 10-15-20 yıl
sonra biz nasıl aldatıldık diye dert yanarsınız ama iş işten geçmiş olur. Bakın geçmişte aynı şeyleri bu
ülke yaşadı. 60’lı yıllarda bu ülke bunları yaşadı. Şimdi o dönemin insanları karşılıklı mücadele
ettikleri insanlarla kol kola, ortaklıklar kurmuşlar, biz nasıl bu oyuna geldik, nasıl bu tezgâha geldik.
Hep bunu şimdi konuşuyorlar. Şimdi dikkat ediyorum, çıkarıyorum arşivleri bakıyorum aynı oyun
bugün yine tezgâhlanıyor. Bu oyuna gelmeyelim, gençlerimizi bu işe kurban etmeyelim. Onun için de
medyaya bu noktada çok büyük iş düşüyor. Özellikle terör örgütünün propagandasını yapacak
yollardan kaçınmaları lazım.” (Hürriyet Gazetesi, 4 Kasım 2008)
235
www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html
70
1.3.1. AKP
İktidar olmanın toplumun tamamını temsil etmeye yetmeğini belirten AKP,
hükümetin toplumun geneline hitap eden uygulamaları için sivil toplum tarafından
denetlenmesi gerektiğini ifade eder.236
Bu aşamada vatandaşlarının tercihlerine saygı duymak için çeşitli politikalar
uygulayacağını ileri süren AKP, söz konusu politikaları şu şekilde sıralamaktadır:
“ * …siyasi partilerin hareket ve faaliyet alanlarını genişletecektir.
* … Diyaloga dayalı bir yönetim anlayışı kazandıracaktır.
* … Kopenhag Kriterleri’nin demokratikleşmeye yönelik ilkeleri esas
alınarak ulusal hukuk düzenimizde yapılması gereken değişiklikler, mümkün olan en
kısa sürede gerçekleştirilecektir.
* Vatandaşların yönetime katılması ve yönetimi denetleyebilmesi için bilgi ve
belgelere ulaşılabilmesini kolaylaştıracak, böylece vatandaşların bilgiye ulaşım
hakkını etkili olarak kullanabilmesine imkân sağlayan düzenlemeleri yapacaktır.
* … İşlevsel yeni yerel yönetim birimleri oluşturacaktır.
* Vatandaşların kendi köyleri, mahalleleri, şehirleri, hizmetlerinden
yararlandıkları ve çalıştıkları kurumları ile ilgili konulardaki görüşlerini, şikâyetlerini
ve
çözüm
önerilerini
değerlendirecek
ve
işleme
koyacak
mekanizmalar
oluşturacaktır.
* Sivil Toplum Örgütleri’nin görüşlerini alarak ilgili yasal düzenlemeleri
değiştirecek, sivil toplum örgütlenmesini çağdaş demokratik ülkelerdeki düzeye
ulaştıracak bir yasal çerçeve çizecektir.
*
Memur
statüsünü
yeniden
belirleyecek,
memurların
sendikal
örgütlenmelerini ve haklarını yeniden ele alacaktır.
* Seçilme yaşının 25’e indirilmesiyle gençlerin demokratik süreçlere aktif
katılımını sağlayacak ve genç nüfusun ülke yönetiminde sorumluluk almasını teşvik
edecektir.
236
www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html
71
* Demokrasilerin temel niteliklerinden biri olan toplantı ve gösteri
özgürlüğünün daha etkili kullanılabilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri
gerçekleştirecektir.
* Merkezi ve Yerel Yönetimler; Sivil Toplum Örgütleri, Mesleki Kuruluşlar,
Sendikalar ve Özel Sektör Temsilcileri’nin görüşlerini alacakları ortak kurul,
komisyon, kriz masası ve her türlü platformu oluşturacaktır.”237
Seçim bildirgesinde ise demokratik yönetimin uygulanabilmesi için sivil
toplumun güçlenmesinin gerekliliğine vurgu yapan AKP, “iyi yönetişim” anlayışıyla
etkili bir kamuoyu denetiminin gerekliliğini tekrarlamaktadır.238
Seçim bildirgesinde göze çarpan noktalardan biri de Belediye Kanunu’nda
yapılan değişiklikle oluşturulacak Kent Konseyleri aracılığıyla sivil toplum
kuruluşlarının yerel yönetimlere etkin katılımının sağlanacağı düşüncesidir.239
1.3.2. CHP
CHP’nin sivil toplum kavramına bakış tarzı da AKP’nin sivil toplumu ele alış
biçimine benzemekle birlikte yeterince detaylandırılmamıştır.
CHP, toplumun sivil toplum örgütleri aracılığıyla ülkede daha etkin duruma
gelmesinin sağlanacağını ve sivil toplum örgütlerinin, kendi uzmanlık alanlarında
devletin gerçekleştirmeyi öngördüğü belirli projeleri katılımcı bir anlayışla
üstlenecekleri ve bu sürecin de Sivil Toplum Koordinasyon Kurulu’nca
denetleneceği parti programında yer almaktadır.240
Sivil toplumun önemli ayaklarından olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
anlayışına karşı çıkan CHP, kamu yönetiminin parçalanmasına yol açan
uygulamaların düzeltileceğini söylemektedir.241
237
A.g.y.
Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi, s., 10
239
A.g.y., s., 11
240
Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s. 76
241
Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007, s., 59
238
72
1.3.3. MHP
Parti programında sivil toplum ve katılımcılık ilkesine yer veren MHP de
CHP gibi sivil toplumu nasıl geliştireceklerine dair detaylı ifadeler kullanmamıştır.
“Sivil
toplum
kuruluşlarının,
ülkenin
hukuk
düzenine,
değerlerine,
geleneklerine, üniter yapısına ve kamu düzenine uygun faaliyet yürütmeleri kaydıyla
toplum hayatında etkin bir rol üstlenmeleri sağlanacaktır.”242
1.3.4. BDP
BDP ise devletin daha fazla güç ve yetkiyle donatılmasının toplum üzerine
baskı oluşturduğunu savunarak devletin küçültülerek koordinasyon işlevi gören bir
yapıya kavuşturulacağını ileri sürmektedir.243
Sivil toplum konusunda en radikal düşünceye sahip olan BDP, devletin
küçültülüp sivil toplumun güçlendirilmesiyle karar alma mekanizmalarına toplumun
daha rahat katkıda bulunacağını söylemektedir:
“Demokratik toplumun gelişmesi beraberinde devleti de demokratik bir
yönetim organizasyona
dönüştürecektir.
Bu
temelde
toplumun
demokratik
yapılanmasına azami önem verilecek, demokratik bilinç, kültür ve yaşamın
geliştirilmesi ve çağdaş ölçülerde bir düzeye kavuşması yönünde çalışmalar teşvik
edilerek desteklenecektir. Bunun için özellikle STÖ'lerle sürekli ilişki içinde
olunarak, bu kurumların her aşamada etkin katılımı sağlanacaktır.”244
1.3.5. Değerlendirme
Partilerin sivil topluma bakış tarzlarını incelediğimizde AKP’nin daha net,
MHP ve CHP’nin ise temkinli olduğunu dile getirebiliriz. Bunun nedeni olarak ise
Türkiye’de toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak her işin devlet tarafından yerine
242
Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 44
Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 5
244
A.g.y., s., 5
243
73
getirileceği ve bu noktada devreye girmesi beklenen sivil toplum örgütlerinin dış
dinamiklerin ajanı olduğu yönündeki kuvvetli görüş yatmaktadır.245
AKP’nin kimi noktalarında çekinerek dile getirmek durumunda kaldığı sivil
toplum ve devletin küçültülmesi hususunda BDP’nin en net ifadeleri kullanmasında
hem liberal görüşe yakın siyasi parti geleneğinin daha köklü olması hem de Kürt
meselesinde
yaşanan
sorunların
yurtdışına
aktarılması
esnasında
karşılıklı
etkileşimlerle BDP’nin temsil ettiği geleneğin liberal demokrasi düşüncesini
özümsemesinde yatmaktadır.
Radikal Demokrasi modeli çerçevesinde ele aldığımız üç kavrama topluca
baktığımızda AKP’nin parti programında detaylı anlatımlara önem verdiğini ve
bunları da seçim bildirgesine yansıttığını görmekteyiz. İktidarının ilk döneminin son
yıllarında reform çalışmalarını yavaşlatan AKP, 22 Temmuz 2007 Genel
Seçimleri’nin ardından ilk olarak 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi yönünde
çalışmalar başlatmış fakat parti programlarında 1982 Anayasası’na karşı olduklarını
belirten CHP ve MHP’nin şiddetli tepkileri üzerine çalışmaları dondurmuştur.
2007 seçimlerinden sonraki süreçte meydana gelen tartışmalarda CHP ve
MHP sert bir tutum takınmış ve tekçi devlet yapısına uygun söylemler
geliştirmişlerdir. Zira o dönemde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde can kayıplarının
artması, çatışmaların yoğunlaşması iktidar partisini zor durumda bırakmış ve
muhalefet partilerinin eleştirilerine hedef olmuştur. CHP’nin bu tutumu üyesi olduğu
Sosyalist Enternasyonal’in de dikkatini çekmiş ve CHP atılma uyarısı almıştır.246
Kimlik tartışmalarıyla ilgili en hızlı tartışma süreci ise 2009 yılında meydana
gelmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “2009 yılında güzel şeyler olacak”
demesinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 60. hükümet
en sonunda “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak adlandırdıkları süreci başlatmış
ve kimi uygulamaları yürürlüğe sokmuşlardır.
İktidar partisi bu dönemde çeşitli kesimlerden tepkiler almıştır. Muhalefet
partilerinden tehdit düzeyine varan tepkilerde ülkenin bölüneceği konusu işlenirken;
245
Acı, Esra Yüksel, Sivil Toplum Kuruluşları / Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri, Günizi
Yayıncılık, 2005, s. 14
246
Sosyalist Enternasyonal (SE) 23. Genel Kurulu Kararları, 03.07.2008
74
özellikle sivil toplumdan iktidar partisinin süreci tek başına yürütmesiyle ve bu
konuda samimiyetsiz olmasıyla ilgili eleştiriler gelmiştir.
Çeşitli konularda açılım çalışmalarına girişen iktidar partisi Kürt Açılımı,
Alevi Açılımı ve Roman Açılımı gibi yıllardır tartışma konusu olan başlıklarda
çalışma başlatmış, bu anlamda devlet düzeyinde bu konuların tartışılmasının önünü
açmıştır.
Kimlik tartışmalarında temel başlık olan anadilin kullanımına ilişkin hükümet
RTÜK’ün özel kanallarda sürekli olarak Türkçenin haricinde bir dilin kullanımına
olanak sağlayan düzenleme yapmasını sağlamış; ayrıca üniversitelerde Türkiye’de
konuşulan diğer dillerin öğretilmesine dair kürsülerin açılması çalışmasına
başlanmıştır.
Projeyi başlatan adımı atan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 10 Mart 2009’da
İran’a gerçekleştirdiği ziyaret öncesinde yaptığı açıklamada “Kürt sorununda
önümüzdeki günlerde iyi şeyler olacak” diyerek Kürt meselesinin çözümünde
devletin adım atacağının sinyallerini verdi.247
12 Mayıs 2009’da yaptığı açıklamada Kürt meselesinin çözümü için şartların
uygun olduğunu ve bu konuda başlatılan çalışmaların devam ettiğini belirten İçişleri
Bakanı Beşir Atalay, “yerel talepler” olması halinde köylere Kürtçe adlarının iade
edilebileceğini söyledi.
Bu anlamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki 60.
hükümetin başlattığı ve adı ilk olarak Kürt açılımı sonra Demokratik açılım ve
nihayetinde Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak adlandırılan girişimler için somut
adımlar 2009 yılında Sağlık Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve
Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından atıldı.
247
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11211619&yazarid=215, Cengiz Çandar,
Çankaya'daki Abdullah-İmralı'daki Abdullah (Kürt sorununda ‘iyi şeyler' olacak), Referans Gazetesi,
15 Mart 2009
75
Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlar göre söz konusu dört kurum,
Güneydoğu’da yaşayan halkla temas eden personelinin Kürtçe bilmesini tercih
nedeni yaptı.248
Yanı sıra kimi sosyal kampanyalar ve çalışmalar için hazırlanan afişler ile
dini günlerde yapılan dini konuşmalar Kürtçe olarak hazırlandı. Bu kapsamda 25
Haziran 2009’da Regaip Kandili nedeniyle yapılacak mevlit, Diyarbakır’daki
Ulucami’de Kürtçe okundu.
Hükümetin başlattığı girişimin ilk somut adımı 1 Ağustos 2009’da Polis
Akademisi’nde düzenlenen “Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru”
adlı çalıştay ile atıldı. Çalıştayda İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Oral Çalışlar, Cengiz
Çandar, Mustafa Karaalioğlu, Nasuhi Güngör, Deniz Ülke Arıboğan, Muharrem
Sarıkaya, Hasan Cemal, Okan Müderrisoğlu, İbrahim Kalın, Mithat Sancar, Ruşen
Çakır, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Mümtaz’er Türköne ve İhsan Dağı ile bir araya
geldi.
Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümüne ilişkin
hükümetin başlattığı çalışmaları en geniş katılımlı bir konsensüsle gerçekleştirmek
isteyen Beşir Atalay, bir ay boyunca siyasi partileri, sendikaları, meslek örgütlerini
ve sivil toplum kuruluşlarını kapsayan görüşmeler yaptı.
Hükümetin başlattığı açılım politikasının TBMM’ye 10 Kasım 2009’da
anlatılmak istenmesinin tartışmalara yol açması üzerine hükümet TBMM’de
gerçekleştirilecek oturumu 13 Kasım 2009’da yaptı.
13 Kasım 2009’da TBMM’de gerçekleşen görüşmede İçişleri Bakanı Beşir
Atalay, yürüttükleri çalışmanın iki temelinin Güneydoğu’daki çatışmaların sona
ermesi ve demokrasi standardının artması olduğunu söyleyerek “açılım”ın sloganının
“herkes için daha fazla özgürlüktür” olduğunu dile getirdi. Beşir Atalay,
normalleşme sürecinde düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve “terörle
mücadele” alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele
Kanunu’nda kimi değişiklikler yapıldığını anımsattı.
248
http://www.bugun.com.tr/haber-detay/69831-kurtce-bilen-memur-araniyor-haberi.aspx (Erişim:
22.02.2010)
76
Vatandaşların günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil
ve lehçelerin öğrenilmesi için özel kurslar açılabilmesine imkân sağlandığını
hatırlatan Beşir Atalay, farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının yasal güvenceye
kavuşturulduğunu, TRT 6’nın yayın hayatına başladığını söyledi.
“Demokratik açılım”ın orta vadeli tedbirlerin genellikle yasal değişiklik
gerektiren çalışmalar olduğunu söyleyen Beşir Atalay, hiçbir ayrım yapılmadan
bütün
vatandaşların
mekanizmaların
hukuk
kurulmasını,
önünde
eşit
mevcut
olduğu
ve
hakkını
mekanizmaların
arayabildiği
güçlendirilmesini
amaçladıklarını kaydetti.
Beşir Atalay yeni kurulacak mekanizmalarla ilgili olarak, “yegâne gayemiz,
vatandaşlarımızın onurlu, vakur, güvenlik içinde ve özgürce yaşamasını sağlamaktır.
Bu bağlamda ilk olarak, oluşturmayı planladığımız insan haklarını korumaya yönelik
yeni denetim mekanizmaları var. Bilindiği gibi, Anayasamızın 10. maddesi her türlü
ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu hükmün uygulamasını izleyecek bağımsız bir
mekanizmanın oluşturulması insan hakları standardımızın yükselmesine ciddi
katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız
bir Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu, ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel
ve kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak, etkili bir
denetim gerçekleştirecektir. Konu ile ilgili kanun tasarısı yakında Yüce Meclise
gönderilecektir.
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını, bağımsız ve sivil bir İnsan Hakları
Kurumuna dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı
ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel
esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni Kurum da
Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu gibi, insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde
denetleme işlevi görecektir. İnsan Hakları Kurumuna ilişkin kanun tasarısı da
yakında Meclise sunulacaktır.
İşkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun son örneklerinden
biri de İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair
kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla birlikte, işkence ve kötü
77
muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır.
İhtiyari Protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde Ulusal Önleme
Mekanizması kurulacaktır.”
Beşir Atalay’ın bağımsız, sivil bir İnsan Hakları Kurumu oluşturmaya yönelik
hükümetin çalışmalarından bahsederken yönteme ilişkin herhangi bir vurgu
yapmaması sivil toplumla ilişkiler açısından değinilmesi gerekli olan bir noktadır.
Başbakanlığa bağlı bir kurum olmaktan çıkarılması beklenen yeni kurumun
uluslar arası hukuktaki anlamı daha farklı olmakta ve yeni oluşturulacak olan
kurumdan uluslararası insan hakları standartlarının ulusal hukukta uygulanması
bakımından köprü görevi üstlenmesi beklenmektedir.249
Bununla birlikte mali ve karar alma özerkliği netleştirilmeyen bu kurumun
hareket kabiliyetinin kısıtlanması ve personel bakımından “bürokratik bir hantallığa”
itilmesi hali hazırda sivil toplum örgütlerinin getireceği eleştirilerdir. Bu durumda ise
beklenen
sonuç
sivil
toplumun
güçlenmesinin
aksine
sivil
toplumun
sönümlenmesinin en güçlü araçları haline gelebilmektedirler.250
Oysaki
tavsiye
raporların
uluslararası
örgütler,
temel
hakların
ve
özgürlüklerin korunması ve desteklenmesini güçlendirmek için sivil toplumu da
içeren mekanizmalar kurulması konusunda talepler dile getirmekte fakat AKP
hükümetin yürüttüğü çalışmalarda istenilenin tersi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Keza
uluslararası örgütlerin kurumsal yapıların seçiminde hükümetin tek taraflı kararı ile
değil
sivil
toplumla
diyalog
halinde
karar
vermesi
isteği
sürekli
dile
getirilmektedir.251
Yasa tasarısının TBMM’ye gelmesine kadar geçen süreci göz önünde
bulundurduğumuzda ise bu alanda faaliyet yürüten sivil toplum örgütlerinin sürecin
tamamen dışında bırakıldığı ve temel hakların ve özgürlüklerin korunmasında önemli
249
Kerem Altıparmak, Köprüden Önce Son Çıkış: Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı’nın
Eleştirel Değerlendirmesi, A.Ü. S.B.F. İnsan Hakları Merkezi İnsan Hakları Çalışma Metinleri: 13,
Ankara,
2010, s. 38
250
Altıparmak, a.g.y., s., 38
251
Altıparmak, a.g.y., s., 39
78
bir araç olan ulusal insan hakları kurumunun AB’ye üyelik sürecinde pazarlık
malzemesi haline getirildiğini ifade edebiliriz.252
Sivil toplumun güçlendirilmesi adına ulusal insan hakları kurumunun uluslar
arası alanda kabul görmesi ise şu haliyle sivil toplumun mücadele alanını daraltacak
ve temel hakların ve özgürlüklerin ihlali anlamında yürütmeye meşruiyet
kazandıracaktır.
İnsan hakları ihlalleri konusu başta olmak üzere kolluk hakkındaki
şikâyetlerin incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik yeni
bir mekanizma oluşturma çalışmasının devam ettiğini bildiren Beşir Atalay,
“kurulması düşünülen Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması, bir yandan işkence ve
kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik güçlerimizin haksız yere
yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir” dedi.
2009 yılındaki çalışmaları çalışmamız kapsamında değerlendirdiğimizde
hükümetin önce belirli bir bölgenin halkı için çalışma başlattığı izlenimi edinilmiş
fakat daha sonra toplumun geneline hitap eden çalışmalar yürütülmeye çalışılmıştır.
Kimliklerin tanınması ile temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönünde
yürütülen çalışmaların iç içe gittiği bu dönemde hükümetin temsil ettiği siyasal
geleneklerden oldukça farklı bir yol izlediği gözlemlenmiştir.
CHP hem parti programında yazanlarla hem de hazırladığı raporlarla ters
düşen bir görüntü çizmiş ve tüm gelişmeleri eleştirmiştir. Oysaki CHP, 29 Mart 2009
Yerel Seçimleri öncesinde partinin genel ideolojisinin tersi bir tutum çizmiş ve
toplumun farklı kesimlerinden oy talep etmişti.
Sancılı bir süreç halinde ilerleyen bu dönemde kültürel kimliklerin
tanınmasıyla temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesinin ise sadece hükümetin
bir başarısı olarak görmek ise yanıltıcı olabilir. Çünkü değişen siyasal ortam
devletlerin içinde bulunduğu koşulları gözden geçirmesini gerekli kılmaktadır. Öte
yandan devletin küçültülmesi tartışmalarını sadece özelleştirme anlamında
düşünmediğimizde sivil toplumun ve halkla daha fazla temasta bulunan yerel
252
Altıparmak, a.g.y., s., 39
79
yönetimlerin güçlendirilmesi olarak ele almamız; Radikal Demokrasi modeli
mantığında daha işlevseldir.
Daha önce de değinilen kimi olguları “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”
kapsamında değerlendirdiğimizde ise demokratikleşme çabalarının toplumun farklı
kesimlerini
kapsamadığını
korunmasından
vicdani
azınlık
reddin
haklarından,
tanınmasına;
LGBT
haklarına;
Anayasanın
çevrenin
değiştirilmesinden
Türkiye’nin yakın tarihiyle yüzleşmesine kadar pek çok noktada eksik kaldığı
söylenebilir.
80
BEŞİNCİ BÖLÜM
RADİKAL DEMOKRASİ’NİN TÜRKİYE’DE ANLAŞILMASI
Laclau ve Mouffe’nin geliştirdiği Radikal Demokrasi Kuramı’nı temel alan
çalışmamızda “radikal demokrasi”nin ne anlama geldiği, hangi ihtiyaçlardan ötürü
doğduğu ve hangi tarihsel zorunlulukların kuramın gelişmesine doğrudan veya
dolaylı katkıda bulunduğunu belirtmeye çalıştık. Özgürlük temelli liberal
demokrasinin çoğulculuğunu dikkate alan Radikal Demokrasi Kuramı’nda toplumda
yer alan küçük grupların kendilerini ifade edebilmesinin gerçek anlamda bir
demokrasiye işaret ettiğini vurguladık. Düşüncelerin çatışmasıyla ortaya çıkacak
siyasal ortamın toplumun mutluluğu açısından yeni bir durum olmasının olası
olduğunu ifade ederken kuramın her ülkede veya bölgede aynı yöntemlerle
uygulanamayacağının ve aynı reaksiyonu gösteremeyeceğinin altını çizdik.
Ortodoks bir siyasi geleneğe sahip olan Türkiye’de karşılaşılan sıkıntıları ise
hem Fuat Keyman’ın Radikal Demokrasi’yi ele alışında hem de TBMM’de grubu
bulunan siyasal partileri mercek altına aldığımızda inceleme fırsatı bulduk. Yaygın
siyasal kültürün egemen devlet ideolojisinin etkisinden kurtulamaması sebebiyle
tekçi, çatışmaya yer bırakmayan bir düşünce ortamında benzer olgularla hareket
ettiği yapılan incelemelerde görülmüştür. Keza Radikal Demokrasi Kuramı’nın da
öngördüğü kimi özgürlük alanlarının kullanılabilmesi veya kimlik politikalarının
yürütülmesine imkân verilmesi gibi durumlar da yaygın siyasal kültürün yoğun
eleştirisine maruz kalmaktadır.
Temel hakların ve özgürlüklerin kullanılabilmesi için devlete düşen
sorumlulukların bağımsız birimlerce yürütülmesini öngören insan haklarının
kurumsallaştırılması çabaları da Türkiye’de hala tartışılan konuların başında
gelmektedir.
Tüm bu tartışmaları Laclau ve özellikle Mouffe’nin geliştirdiği kuram
çerçevesinde düşündüğümüzde Radikal Demokrasi Kuramı kendi içinde tartışılması
gereken pek çok yanlara sahip iken tartışmalı noktalarda dahi Türkiye’nin
demokratikleşmesi için yeterli özelliklere sahiptir.
81
Egemen iktidarın bu argümanları kullanarak yapmak istediği ise henüz net
değildir. Çünkü 1990’dan itibaren çeşitli toplumsal muhalefet hareketleri ciddi
anlamda güç kazanmış; birikim edinmiş ve kendisine uluslararası platformda
muhatap bulmuştur. Kimliklerin tanınması, temel hakların ve özgürlüklerin
korunması ve geliştirilmesi ile sivil toplumun güçlendirilmesi yolunda atılan
adımların söz konusu muhalif hareketlere nasıl bir ivme kazandıracağı zamanla
anlaşılacak bir olgudur.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (hükümet) 2002 yılının Kasım ayında
iktidara geldiği dönemden beri Türkiye’de “demokrasinin demokratikleştirilmesi”
yolunda attığı adımlar inişli çıkışlı bir grafik sergilemesi hükümet hakkında analiz
yapmayı zorlaştırmaktadır.
29 Mart 2009 Yerel Seçimlerindeki oy oranını göz önünde bulunduracak
olursak AKP’nin aldığı oy oranı %38,8’dir.253 Hükümet olan bir siyasi partinin son
seçimlerde alamadığı oy oranının bulunduğu noktayı yani %61,2’lik kesimi AKP
politikalarını kabul etmeyen ve AKP’yi “gerici” olarak gören bir pozisyonda
değerlendirmemiz mümkündür.
Anayasa Mahkemesi de aldığı kararla her ne kadar kapatma kararı vermese
de partiyi “laiklik karşıtı fillerin odağı” olarak tanımladı.254 Uluslararası arenada
parti “ılımlı İslamcı” olarak tanımlanırken AKP Avrupa’daki benzerlerine uygun
olarak kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlamaktadır. Çalışmada daha
önce dile getirdiğimiz bu durum, yeni muhafazakârlığın liberal siyasette yükselmesi,
Türkiye’de de benzer etkiyi göstermiş ve İslamcı çizgileriyle tanınan bir grup Fazilet
Partisi’nden yenilikçi kanat adıyla ayrılarak AKP’yi kurmuştu.
Avrupa Birliği (AB) endeksli politika yapmanın belirleyici etkisiyle başlayan
bu yeni dönemde hükümet kurmayları, politik kriz ortamlarında sıklıkla dile
getirilen “Türkiye’nin kendine özgü şartları”nın ortadan kaldırılmasının ve
demokrasini güçlendirilerek AB’ye tam üyeliğin hedeflendiğini dile getirdiler.
253
254
http://www.secim.haberler.com/2009/partilere-gore-durum/ (Erişim: 20.03.2010)
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/463579.asp (Erişim: 20.03.2010)
82
İktidarının ilk dönemlerinde kimlik politikalarına değinmeyen fakat temel
hakların ve özgürlüklerin genişletilmesi ve korunması yolunda 12 Eylül 1980 Askeri
Darbesi sonucu hazırlanan 1982 Anayasası’nda yer alan hükümleri “uyum paketi”
adıyla değiştiren hükümet, gerek yaptığı reformların AB’den umduğu desteği
alamaması gerek iç politikada ve tabanında tepkiyle karşılanması üzerine 2005
yılından itibaren reformlarda yavaşlamıştır.
Bürokrasiyle özellikle yargıyla kıyasıya bir iktidar mücadelesine giren iktidar
partisi, bir yandan küresel ekonomiye uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da
cumhurbaşkanlığı krizinin255 yarattığı koşullarla birlikte hakkında açılan kapatma
davasıyla meşgul olmuştur.
AKP’nin muhafazakâr bir parti olup olmadığına karar verebilmek için
“muhafazakâr” kavramının tartışılması gerekiyor. İki ayrı tutum alış tarihte
muhafazakâr olarak adlandırılmaktadır. Birincisi meydana gelen her tür değişime
direnen, her koşulda var olan durumu savunan tepkisel muhafazakârlık iken ikincisi
1848 ayaklanmalarından sonra oluşan ideolojik muhafazakârlıktır. Bu tarz
muhafazakârlık, var olan yapının değişimine karşı çıkan tepkisel muhafazakârlıktan
farklı olarak, değişimin kaçınılmazlığını kabul ederek kontrol etmeye çalışır.
İdeolojik muhafazakârlara göre din, aile gibi konularda değişim kötüdür. Diğer
alanlardaki değişim ise kaçınılmaz, hatta teknoloji alanında yaşanıyorsa iyidir.
İdeolojik muhafazakâr partiler, bu anlayışlarına uygun olarak, değişimi bürokrasinin
yol göstericiliğinde yaşanacak teknik bir süreç olarak algılamışlar ve bu süreci
denetleyebilmek için bürokrasiyle işbirliği içine girmişlerdir.
İlk tarzın Türkiye’de en iyi örneği CHP, ikinci tarzın en iyi örneği ise
Demokrat Parti’yle başlayan gelenektir.
Hükümet partisi ikinci örneğe yakın olmakla birlikte üzerinde daha farklı
araştırmalar yapılmasını gerektiren bir çizgide ilerlemektedir. Bu nedenle bu kısa
değinme hükümet partisinin tutumunun radikal demokrasi bağlamında nasıl ele
alınabileceği bakımından yeterli olmaktadır. Fakat özetlemek gerekirse AKP’nin son
dönemde gerçekleştirdikleriyle radikal bir dönüşümcü olduğu söylenebilir. Şartların
255
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=556653 (Erişim: 20.03.2010)
83
getirdiği zorunlulukla bu izlenimi oluşturan hükümet partisinin çizgisini devam
ettirmesi ise kadrolarının ideolojik muhafazakârlığın mektebinde yetişmiş olmaları
itibariyle mümkün görünmemektedir.
Radikal demokrasi kuramının temel kavramları itibariyle Türkiye’deki
siyasal ortamında ele aldığımız çalışmamızda en önemli yeri tutan hükümet
partisinin modelimiz kapsamında çeşitli dönemlerde ciddi adımlar attığını dile
getirdik. AB’ye üyelik sürecinin etkisiyle gerçekleştirilen reformların henüz topluma
yansımasının tam anlamıyla sağlanamaması nedeniyle kalıcılıkları konusunda
şüpheyle yaklaşılmaktadır. Fakat çoğulcu bir siyaset anlayışının hissedilmeye
başlandığı, temel hakların ve özgürlüklerin algılanışının değiştiği böylesi bir
ortamda gerek radikal demokrasi modeli bakımından gerekse demokrasinin
işlerliğinin toplumsal zeminde benimsenmesi bakımından söz konusu reformlara
karşı çıkışın hükümet karşıtlığı üzerinden kurulmaması gerekir. Reformların sivil
toplumun etkin katılımıyla gerçekleştirilmesi talep edilmeli ve toplumsal
muhalefetin sönümlendirilmemesi için çalışılmalıdır.
AKP programını radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ve farklı
kimliklerin
varlığının
korunması,
geliştirilmesi
ilkeleri
açısından
değerlendirdiğimizde şu noktaları belirtebiliriz. İktidar partisi muhafazakar liberal
bir yapıya sahip olduğunu programıyla göstermektedir. Programında yer alan
kültürün-ki bu kavram çoğulculuk ve farklı kimlik konusundaki tutumu açık bir
şekilde belirler-ortak bir miras olduğu ifade partinin liberal yanını gösterirken bu
kültürün milli kimliğinin korunması hedefi ise muhafazakar yani değişime kapalı
yanını göstermektedir. Bu tutum radikal demokrasi modelinin çoğulcu ve farklı
kimliklere yönelik hoşgörü ilkesiyle uyuşmamaktadır. AKP’nin 2002 yılı Kasım
ayından bu yanı iktidarda bulunması sebebiyle sadece parti programı ve seçim
bildirgeleri değil aynı zamanda uygulamalarıyla da değerlendirilmesi gerekmektedir.
İktidar partisinin Kürt, Alevi, Roman açılımları başlatması radikal demokrasi modeli
açısından olumlu örneklerdir. Ancak bu açılım programlarının milli birlik ruhu
oluşturma gayesiyle yola çıktığının belirtilmesi radikal demokrasi modeli açısından
sorunlu bir durumdur. Mecliste en kalabalık gruba sahip AKP programının radikal
84
demokrasi modeli açısından değerlendirilmesinden çıkarılacak sonuç partinin bu
konuda iyi bir sınav vermediği şeklinde özetlenebilir.
CHP’nin 1994 yılında değiştirdiği parti programının sunuş kısmında program
“demokratikleşme” ve “toplumsal barış” programı olarak nitelendirilmiştir. CHP,
programda “demokrasi” tanımını yaparken “özgürlük, eşitlik, halkın yönetime
katılımının etkinleştirilmesini” ileri sürdüğü bir sosyal demokrasi anlayışına da
vurgu yapmaktadır.
Radikal demokrasi modeli bakımından CHP’nin parti programını ele
aldığımızda CHP’nin “altı ok” olarak tanımlanan görüşlerine özgürlükleri ve
çoğulculuğu da eklediğini ve vurguyu bu kavramlar üzerinden yaptığını
görebilmekteyiz. Özgürlük ve çoğulculuk kavramlarının CHP programında yer
alması parti programı radikal demokrasi modeli açısından değerlendirildiğinde
olumlu bir yöndür.
Çoğulculuğun parti programında anılması CHP açısından önemli bir gelişme
olarak görülmekle birlikte milliyetçiliğin ulusal bütünlük esasıyla hala dile
getirilmesi CHP’nin farklılıklara mesafeli davrandığı ve süregelen Türklük
tartışmalarında tekçi bir yapı ileri sürmektedir. Programında tek bir millet olarak
Türklük’ten bahsetmesi CHP’nin tekçi bir zihniyet yapısına sahip olduğunu
gösterdiğinden radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ilkesiyle karşıt bir durum
oluşturmaktadır.
Bu
durum
CHP’nin
hanesine
olumsuz
bir
yön
olarak
eklenmektedir.
Parti programında kimliklerle ilgili tartışmayı ulusal bütünlük içerisinde ele
alan CHP’nin görüşlerini radikal demokrasi modeli tartışmaları içinde ele
aldığımızda CHP’nin parti programında “asimilasyonu” doğrudan kastetmese de
ulusal azınlıkların “kaynaşma” ve “bütünleşme” çalışmaları kapsamında genelin
içinde eritileceği vurgulanmaktadır. Radikal demokrasi modelinde farklı kimliklerin
korunup, geliştirilebilmesinin yolu olarak bu kimliklerin kendi özlerine uygun
koşullarda yaşamalarının sağlanması gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Ancak CHP
programının
kaynaşma
ve
bütünleşme
kavramlarının
asimilasyon
olarak
85
yorumlanabilecek olması radikal demokrasi modeli kapsamında parti açısından
olumsuz bir yöndür.
Keza parti programında yer alan “Çoğulcu Toplum” başlığının altında yer
verilen “Etnik Duyarlılıklara Demokratik Çözüm” alt başlığında yer alan ifadelerin
radikal demokrasi modeline uygun olduğu düşünülse de parti programında CHP’nin
farklı kimliklere ilişkin yaptığı değerlendirmeyi kültürel kimliklerle sınırlı tutması
farklı toplumsal hareketlere CHP’nin bakış açısını yansıtmaktadır.
Parti programında temsiliyet meselesine de değinen CHP, TBMM’nin daha
etkin bir hale getirileceğini ileri sürmektedir:
“Parlamento, çoğulcu demokrasi ile sivil toplumun temel kurumudur.
Demokrasilerde parlamentonun işlevi, yasama ve denetlemeyle sınırlandırılamaz.
Parlamento, demokratik bir ülkenin siyasi nabzının attığı, ülke demokrasisinin
kendini ifade ettiği temel siyasi platformdur. Bu nedenle, bugün Türkiye
demokrasisinin temel sorunu, TBMM’yi yasama ve denetleme işlevi yanında, ulusal
tartışma sürecini sürekli geliştiren bir siyasi organ haline getirmektir.”256
Radikal demokrasi modeli kapsamında değindiğimiz başlıklardan olan sivil
toplum meselesine dair CHP, parti programında çoğulcu bir tutum takınmakla
birlikte çalışmada ele aldığımız son dönem gelişmelerinde merkeziyetçi bir tutum
takınmış ve bu durum da sivil toplum ile olan ilişkilerine yansımıştır.
Radikal demokrasi kuramını anlatırken bahsettiğimiz müzakereci veya
çatışmacı demokrasi anlayışına uygun bir modeli CHP sadece anayasa
hazırlanmasında öngörmektedir.
Temel haklar ve özgürlükler bağlamında ise CHP’nin özgürlükleri sınırlama
konusuna yer vermesi ise hazırlanması olası bir anayasanın ne ölçüde özgürlükler
belgesi olacağı hususunda düşündürmeyi gerektiriyor.
CHP’yi radikal demokrasi modeli uygulamaları noktasında ana muhalefet
partisi olması nedeniyle iktidar partisiyle karşılaştırdığımız da, katılımcılık
konusunda AKP’nin CHP’den daha güçlü ve emin ifadeler kullandığını
256
CHP Parti Programı, 1994, s., 47-48
86
görmekteyiz. Referandum konusunda son dönem anayasa tartışmalarını da göz
önünde
bulundurarak
bir
değerlendirme
yaptığımızda
CHP’nin
vatandaşa
güvenmeyen elitist bir tutum takındığını ifade etmemiz mümkündür.
CHP programını radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ve farklı kimlikler
kavramları açısından değerlendirdiğimizde, partinin gerek altı ok ilkesi içerisinde
yer alan devletçilik ve milliyetçilik kavramları gerekse de son dönemde giderek
katılaşan ulusalcılık hatta milliyetçilik yönünde pratikleri sebebiyle başarılı bir sınav
verdiğini söylemek pekte mümkün değil. CHP son dönemlerdeki pratiğiyle sosyal
demokrat bir partiden ziyade ulusalcı bir parti modeli çizdiği için programının
radikal demokrasi modeli açısından değerlendirilmesinden başarılı bir sınav
verememiştir.
TBMM’de grubu bulunan incelediğimiz diğer siyasi parti yani Milliyetçi
Hareket Partisi Türkiye’nin siyasi tarihi mercek altına alındığında kökenleri ve
gelişimi açısından göz ardı edilmemesi gereken bir siyasi partidir. Çünkü
kuruluşundan bu yana çeşitli dönemlerdeki kesintilerle birlikte günümüzde varlığını
sürdüren üçüncü siyasi parti konumundadır.
Devlet egemenliğini sorunsallaştıran ve devlete atfedilen kutsiyetin
tartışılması hallerinde MHP, devletin meşruluğunun tartışılmasının dahi kabul
edilemeyeceğini ve ulus-devlet modelinin tek seçenek olduğunu dile getiren bir
söylem içerisinde kuruluşundan beri “devletin koruyucusu” rolündedir. Ulus
devletin tek bir ulusa dayandığı mantığından hareketle MHP’nin detaylı
değerlendirmeye tabi tutulmadan dahi radikal demokrasi modelinin farklı kimlikler
ve çoğulculuk ilkesi açısından iyi bir örnek teşkil etmediği tahmin edilebilir.
Radikal demokrasi modelinin konusu da olan devletin meşruiyetiyle ilgili
herhangi bir sorun olmadığını vurgulayan MHP, devletin küçültülmesi, yerel
yönetimlerin ve sivil toplumun güçlendirilmesi gibi çoğulculuğu destekleyecek
uygulamalara karşı çıkmış ve tartışmaların üniter yapıya zarar verdiğini ifade
etmiştir. Üniter yapı konusundaki hassasiyeti ve bu yapının korunması gerekliliğinin
altını parti programı, seçim bildirgesi ve pratiğinde çizen MHP radikal demokrasi
modeli ile uyuştuğunu söylemek uygun değildir.
87
Milliyetçi düşünceye haiz olanların Türkiye’deki resmi kurumu olarak
nitelendirebileceğimiz MHP’nin siyaset anlayışında temel ilke olarak belirlediği
kriterleri; meşruiyetçilik, insan haklarına saygı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü,
ilkeli siyaset temelinde devletçi bir politika şeklinde sıralamamız mümkündür.
MHP’nin ideolojisinin temeli olan “milliyetçilik” ile ilgili görüşleri ise MHP
için ulus devlet anlayışının vazgeçilmezliğini göstermektedir:
“Milliyetçilik ise millet denilen sosyal gerçekliğe mensubiyet bilincini
geliştirmeyi hedefleyen ve onun ayırt edici vasıflarını, dünyayı ve olayları
yorumlayışta temel referans kabul eden fikirler ve duyarlılıklar bütünüdür. Milliyetçi
düşünce sistematiğinin unsurları arasında millî kültür, millî hâkimiyet, millî devlet
ve dayanışma kavramları belirleyici bir öneme sahiptir. Milliyetçiliğimiz, Türk
Milleti'ne olan derin bağlılığımızın ve sevginin verdiği ilham ve cesaretle, var
oluşunu anlamlandırmayı ve geleceğini garanti altına almayı temel hedef olarak
kabul eder ve bunun için her türlü çabayı gerekli görür.”257
Oysa Radikal Demokrasi modelinde bireylerin kendilerini ifade etmeleri
hususunda ulus-devlet kimliği yetersiz kalmaktadır. Birey hakları, bütün insanlığın
ortak değeri, bütün uygar ülkelerin ortak paydası durumundadır.258 Radikal
demokratik yurttaşlık, modern çoğulcu demokrasinin siyasi ilkeleri, herkes için
özgürlük ve eşitlik ile özdeşleşen bir kimlik biçimidir, tüm toplumsal ve siyasal
faillerin farklı özne konumlarını etkileyen bir toplumsal imgelem, demokratik
eşdeğerlikler yoluyla eklemlenen kolektif siyasi kimlik, siyasi topluluğu bir arada
tutan bir bağ, eklemleyici bir ilke ve yeni bir düğüm noktasıdır.259
Çoğulcu siyaset tarzına yanaşmayan MHP, etnik kimlikleri “mozaik” olarak
değerlendirmeye alıp bu farklılıkların bizi daha güçlü bir noktaya getirmesi
gerektiğini savunurken bunun nasıl yapılacağı noktasında açık ve net bir açıklama
yapamamaktadır. “Türkiyelilik” kavramını coğrafi bir anlam kazandırılmak ve
“Türk” kimliğinin tasfiyesi olarak değerlendirip “Ne Mutlu Türküm Diyene”
kavramıyla bütünleşmenin gerekliliğini savunurken, bu savunmada ırkçı bir
257
Temel Değer ve İlkelerimiz. http://www.mhp.org.tr/program/program1.php
Can, Nevzat, Özgür Birey Sınırlı Devlet, Hece, 2005, s.135
259
Demir, Gökhan, Post-Marksizm ve Radikal Demokrasi Projesi (YLT), 2005, s.152
258
88
yaklaşım olmadığını, bu topraklarda yaşayan herkesin hangi etnik ve dini kimliklere
sahip olursa olsunlar onları “Türk” üst kimliği ile kabul edilmesinin gerektiği ifade
etmişlerdir.
MHP, farklılıkların siyasallaşmasını toplumsal bir gerçek olarak kabul
ederek bu süreci “demokratik tarzda yeniden kurulacak bir kimlik siyaseti
geliştirmek” yerine esas misyonu olan “Türk ve Sünni İslam” kimlikli siyaset
anlayışını devam ettirmektedir.
Tüm bunlar ışığında MHP programını radikal demokrasi kavramı açısından
genel olarak değerlendirdiğimizde şunları ifade etmek mümkündür: MHP kendisinin
milliyetçi özüne uygun bir program ve pratik izlemektedir. Ancak bu program ve
pratik radikal demokrasi modeline ile neredeyse taban tabana zıt bir durum
içerisindedir. Bundan dolayı MHP programının radikal demokrasi modeli
sınavından geçer not aldığını söylemek mümkün değildir.
Radikal Demokrasi modeli temelli çalışmaya başlandığında TBMM’de grubu
bulunan bir diğer parti Demokratik Toplum Partisi (DTP) adı altında çalışmalarını
yürütüyordu. Ancak DTP’nin 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılmasının ardından bu partiye mensup milletvekillerinin Barış ve Demokrasi
Partisi’ne (BDP) geçiş yapmasıyla TBMM’de grup oluşturan dolayısıyla da
inceleme alanımıza giren yeni parti BDP olmuştur. BDP geleneğinden gelen siyasi
partiler 1990’dan itibaren bölgeye sıkışmış bir siyaset tarzı yürütmüşlerdir veya
yürütmek durumunda bırakılmışlardır. Böylesi bir tarzın pek çok dezavantajı olsa da
uzun yıllardır yürütülen kimlik siyaseti sonucu son dönemdeki gelişmeler karşısında
BDP, CHP ve MHP’den farklı bir muhalefet yöntemi benimsemiştir. Meclis
içerisinde grup oluşturma tarihi yeni sayılabilecek olmasına karşın muhalefet tarzını
çoğunlukla Kürtler üzerinden olsa da farklı kimliklerin korunup, geliştirilmesi,
bireylerin ve toplulukların haklarının yasalarla güvenceye alınması temelinde
yürütmesi BDP programının ve pratiğinin radikal demokrasi modeline uygun
olduğunun ya da en azından çok zıt durumlar içermediğinin göstergesi olarak kabul
edilebilir.
89
Radikal demokrasi modelinin temel kavramlarıyla ilgili de diğer siyasi
partilerden farklı perspektifi bulunan BDP, çeşitli kimliklerin tanınması noktasında
tabanının da etkisiyle daha belirgin ifadeler kullanmıştır. BDP’nin hedeflerini tek
tipleşmenin olmadığı bir siyasal ortam oluşturmak olarak tanımlaması, radikal
demokrasinin çoğulculuk ilkesi bakımından olumlu bir yöndür. BDP’nin TBMM
tarihi yeni olduğu pratiği konusunda elimizde çok veri bulunmamasına karşın, önceli
partilerin de bu söyleme sahip olduğu fakat uygulamalarında Kürt kimliğinin baskın
olduğu politikaları olduğunu bilinmektedir. Bu durumun BDP açısından da tehlike
olduğu ortadadır. Böylesi bir tehlikenin gerçek olması parti programı ve pratik
arasındaki uyum olmaması anlamına gelecektir ve radikal demokrasi modeli
açısından olumsuz bir durum olarak not edilecektir. BDP’nin parti programında
farklılıkları kabul eden ve kapsayan bir demokratik dönüşüm ve toplumsal eşitliği,
özgürlüğü getirecek bir siyasal yapı talebi radikal demokrasinin çoğulculuk ve farklı
kimliklerin korunması, geliştirilmesi bu grupların haklarının yasayla güvence altına
alınması gerekliliği ile tam olarak uyum içerisindedir. Bu uyum BDP’nin
programının değerlendirilmesine artı olarak geçmektedir.
BDP’nin programında bireysel temel hak ve özgürlükler konusunda detaylı
açıklamalar bulunmaktadır. Partinin vicdani ret hakkını savunması ve bunun yasal
güvenceye alınması için gerekli çalışmalar yürüteceğini bildirmesi radikal
demokrasi modeli açısından önemli bir ifadedir. Türkiye toplumunda farklı kesimler
sadece dini ve etnik azınlıklardan oluşmamaktadır. Bu azınlık grupları içerisinde
askerliğin zorunlu olduğu bir ülkede vicdani ret hakkını savunan kişilerde yer
almaktadır. Dolayısıyla bu kişilerin haklarının savunulması toplumdaki farklı
kimliklerin
korunup,
geliştirilmesi
kapsamında
değerlendirilebilir.
BDP
programında bu gruba yönelik açık ve net ifadeler bulunması, programın radikal
demokrasi modeli açısından uyumlu olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde BDP
programında farklı cinsel yönelimler içerisinde bulunan kişi ve gruplarında
dışlanmalarına karşı çalışmalar yürütüleceği belirtilmektedir. İçinde bulunduğumuz
toplumun din, ahlak ve sosyal değerleri açısından savunulması en zor ve riskli
azınlık durumundaki bir grupla ilgili BDP programının açık ifadeler kullanması
partinin farklı kimlikler ve çoğulculuk konusundaki tutumunu gösterir niteliktedir.
90
Radikal demokrasi modelinin önemli noktalarından birisi de sivil toplumun
gerekliliği ve güçlendirilmesidir. BDP programında sivil toplumla sürekli bir
işbirliği içerisinde olacağı ve sivil toplum kuruluşlarını toplumun her alanında etkin
bir konuma getirmek için çaba sarf edeceğini belirtmesi, parti programının radikal
demokrasinin bu özelliğiyle uyum içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu konuda
parti programıyla uygulama arasında BDP öncülü partilerde sorunlar yaşandığı
bilinmektedir. Sivil toplumla işbirliğinden sadece ideolojik olarak kendilerine yakın
sivil toplum kuruluşlarını anlamları BDP öncülü partilerin pratiklerinde radikal
demokrasi modeline uymayan bir sonuç doğurmuştur. BDP’nin de aynı hataya
düşme riski bulunmaktadır.
BDP’nin parti programında çoğulculuk, farklı kimliklerin korunması, sivil
toplumun güçlendirilmesi gibi radikal demokrasi modelinin temel özellikleriyle
uyumlu ifadelere yer vermesinin birkaç nedeni olabilir. Öncelikle parti bu konuda
kendi ideolojik yapısına uygun ifadeler seçmiş olabilir. Böylesi bir durum BDP
programının değerine değer katacaktır. Diğer yandan BDP öncülü partilerin-DEP ve
DTP hariç- değil iktidar TBMM’ye girememeleri ve bunun farkında olmalarından
kaynaklı olarak kimi söylemlerinde daha keskin ifadeler kullanıldığı biliniyor.
Benzer bir durum her ne kadar TBMM’de grup oluşturmuşsa da mevcut koşullarda
iktidara gelme durumu olmadığından BDP için de geçerli olabilir. Bir diğer nokta
ise BDP programında yer verdiği ifadelere elinde imkan olsa ne kadar sahip
çıkacağıdır. BDP elinde imkan olsa sadece Kürtlerin haklarını mı yoksa tüm
grupların haklarını mı güvenceye alır sorusu akıllarda yer almaktadır. Sonuç olarak
BDP açısından var olan tüm tehlikelere karşın programının radikal demokrasinin
çoğulculuk, farklı kimliklerin korunması ve geliştirilmesi, sivil toplumun
güçlendirilmesi, azınlık gruplarının haklarının korunması kavramı açısından yapılan
değerlendirmeden diğer siyasi partilere oranla daha yüksek not aldığını söylemek
mümkün gözüküyor.
91
SONUÇ
Radikal Demokrasi kuramı dünyada yaşanan demokrasi sorunlarına yanıt
olmak amacıyla 1980’li yılların sonunda politik kuramcılar tarafından geliştirildi.
Radikal
Demokrasi
kuramın
temeli
post-Marksist
düşüncelerin
yeniden
yorumlanmasına dayanır. 1990’lı yıllarında başında dünyada Sovyet bloğunun
çözülmesiyle egemen hale gelmeye başlayan küreselleşme kendisini dünyaya tek
alternatif olarak sunma hedefine sahiptir. Ancak Radikal Demokrasi kuramı bu
anlayışa muhalefet edenlerin bir araya gelebildiği ve düşüncelerini açıklayabildikleri
bir platform olarak çıkmıştır. Radikal Demokrasi kuramı Marksist literatür açısından
yeni olan hegemonya, evrensellik, tikellik gibi kavramları bu düşünce yapısına
tanıtmıştır. Bu kuramın önde gelen isimleri Post-Marksist düşünürler Chantal Mouffe
ve Ernesto Laclau’dur. İki düşünürün bu kapsamda Hegemonya ve Sosyalist Strateji
isimli bir kitabı bulunmaktadır. Mouffe ve Laclau Radikal Demokrasi kuramının
sosyalist bir proje olduğunu ve radikal, çoğulcu bir demokrasi ile hayata
geçebileceğini ifade etmiştir. Radikal Demokrasi kuramı’nın nihai hedeflerinden biri
olarak demokratik hak ve özgürlüklerin en üst düzeye çıkarılmasını da alabiliriz.
Radikal Demokrasi kuramının merkezinde sadece işçi sınıfı değil yeni sosyal
toplumsal ve muhalif hareketler yer alır çünkü bu hareketler toplumda sadece işçi
sınıfının değil diğer kesimlerinde hegemonyanın buyruğu altında olduğunu
göstermektedir. Laclau ve Mouffe geliştirdikleri Radikal Demokrasi kuramında
yürütülecek toplumsal mücadelede sadece işçi sınıfının değil toplumun diğer
kesimlerinin de yer alması gerektiğini belirtir ve savunur.
İnsanların kendilerini ait hissettikleri aidiyetleri olarak tanımlanabilecek
kimlik kavramı literatürde özellikle küreselleşme ile birlikte sıkça kullanılmaya
başlamıştır. Kimlik kavramının gelişmesi için bir toplumda farklı grupların ve
çoğulculuğa yatkın bir mantalite ve yapının olması gereklidir. Radikal Demokrasi
kuramını Türkiye’ye getiren Fuat Keyman bu kuramı kimlik tartışmaları bağlamında
tanıtmıştır. Mouffe ve Laclau tarafından geliştirilen Radikal Demokrasi kuramının
bir başka önemli özelliği de sivil topluma verdiği önemdir. Sivil toplum küreselleşen
dünyada giderek önemi artan ve devlet otoritesi karşısında özerk hale gelen
92
toplumsal grupları ifade etmektedir. Bundan dolayı mevcut düzene karşı düşünce
geliştiren herhangi bir kuramın sivil toplumu göz ardı etmesi pek sağlıklı olmaz.
Radikal ve çoğulcu demokrasi modelini bir alternatif olarak sunan Laclau ve
Mouffe, sol ideolojinin sundukları bu yeni demokratik siyaset modeliyle yeni sağa
karşı başarılı olmasının yolunun kimlikleri tanımasından geçtiğini belirterek, solun
“yeniden dağıtım” meselesiyle uğraşması, hegemonik eklemlenme ve antagonistik
ilişkiler
yürütme
bakımından
temel
araçlardan
biri
durumunda
olduğunu
göstermektedir. Laclau ve Mouffe, Radikal Demokrasi kuramını savunurken,
oluşturdukları bu yeni politik tasavvurun klasik solunkilerle kıyaslanamayacak
ölçüde büyük hedefleri olmasını, toplumsal mücadelelerin birleşik bir politik
zeminde birleşmelerinin ve ayrıcalıklı kopuş noktalarının reddedilmesine, yanı sıra
toplumsalın
çoğulluğunun
ve
belirlenmemişliğinin
kabul
edilmesine
bağlamaktadırlar. Radikal Demokrasi kuramının düşünürleri Laclau ve Mouffe klasik
sol söylemin bireyi yalnızca emeğiyle sermayeye bağılı gören anlayışına
katılmamakta ve hatta bunun aksine bireyin, toplumsal ilişkiye katılış bakımından
kültür, boş zaman, hastalık, eğitim, seks ve ölüm itibariyle de sermayeye bağlı
olduğunu belirtmektedir.
Türkiye’de de siyaset yapmanın esas belirleyen aktörlerinin devlet, parti ve
partiler arası ilişkilerle sınırlı olması 1990’lı yıllardan itibaren bir tıkanmaya yol
açmış ve söz konusu ilişkiler değişen toplumsal yapının taleplerine yanıt veremez
olmuştur. Bu yanıt verememe sonucu ortaya çıkan tıkanma durumu vesilesiyle
Radikal Demokrasi kuramı ülkemizde tartışılmaya başlanmıştır. Bu kuramı
Türkiye’ye getiren Fuat Keyman’a göre radikal demokrasi bireyci, evrenselci ve
içinde zıtlıkları toplayan bir anlayışın üzerinde kurulmuştur. Keyman, Mouffe ve
Laclau’nun sosyalist düşüncenin açmazlarına alternatif olarak sunduğu şeklinde ifade
edebileceğimiz Radikal Demokrasi’nin esasında başta liberal demokrasiye karşı
geliştirilmesine rağmen liberal demokrasinin bir üst projesi olduğunu düşünür. Fuat
Keyman Radikal Demokrasi kuramlarını sorgulayıcı demokrasi olarak Radikal
Demokrasi ve agonistik demokrasi olarak Radikal Demokrasi olarak sıralamaktadır.
Sorgulayıcı demokrasi olarak Radikal Demokrasi “eleştirel kuram yoluyla modern
devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleştirilmesi” olarak düşünülebilir. Keyman’a
93
göre agonistik demokrasi de liberal demokrasinin yaşadığı meşruluk krizinin
çözümünü katılımcı demokratik yöntem içinde arar.
Keyman, 21. yüzyıla girerken Türkiye’de siyasal yaşama anlam verme
gücünde olan iki farklı siyaset anlayışından söz edilebileceğini; bir taraftan,
milliyetçi söylemle hareket eden toplulukçu siyasal hareketlerin varlığını ve böylece
“çoğulculuğa karşı aynı’lığı ve tek’liği savunan” milliyetçi bir siyaset anlayışının
giderek güçlenmesinin diğer taraftan liberal demokrasiyi savunan, fakat bunu
yaparken liberal demokrasinin çoğulcu toplum yapısına uygun yerinden kurulması
gerektiğinin de vurgulanmasını sağlayan yeni bir siyaset anlayışına yönelimler
olduğunu anlatır.
Keyman radikal demokrasi projesinin temel nitelikleri olarak ise; devlet/parti
ve sivil toplum arasında siyasal etki eşitliğini, sivil toplum örgütleri arası siyasal etki
eşitliğini, karar alma sürecinde alınan konular arası siyasal etki eşitliğini sıralar.
Keyman, demokratikleşme konusundaki düşüncelerini liberal demokrasinin çoğulcu
anlayışının solun özgürlükçü bir perspektif izlemesi yönündeki gereklilikle
açıklayarak bu anlamda Laclau ve Mouffe’in sol ile ilgili düşüncelerini kabul
etmektedir. Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye’nin çoğulculuk esasına dayalı
olarak farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesinin tek yolu olduğuna vurgu yapan
Keyman, “iyi, adaletli ve demokratik Türkiye vizyonu”nun, güvenli bir toplumsal
yaşamın gerçekleşmesinin önkoşulunun da bir arada yaşayabilme kültürünün
topluma yerleşmesine bağlı olduğunu söyleyerek bu nedenle demokrasinin
Türkiye’de yerleşikleşmesinin Radikal Demokrasi modelinin önünü açacağını ifade
etmektedir.
Siyasal partiler farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer
almasının, temel hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve
uygulanırlığının denetlenmesinin önemli kontrol araçlarındandır. Bundan dolayı
Radikal Demokrasi modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet
aracılığıyla gündelik yaşama yerleştirilmesinde önemli bir işlev ve etkiye sahiptirler.
Türkiye’deki siyasi partilerin anayasal düzenlemeye tabi tutulmasının tarihi 1961
Anayasasına dayanmaktadır.
94
Bilimsel çalışma yürütenlerin benimsediği iki yöntemden biri olan nitel
araştırma tekniği Radikal Demokrasi ve Türkiye konulu çalışmanın da yöntemini
belirlemiştir. Bu yöntemin belirlenmesinde çalışmanın içerik ve kapsamı önemli bir
etken olmuştur. Bu çalışmanın sayısal verilerle uğraşmayacak olması ve ileri sürülen
tezin halihazırda TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarında yer alan
konularla tamamlanabilecek olması sosyal bilimlerin çalışma yöntemi olan nitel
araştırma yöntemini çalışma için olanaklı kılmaktadır.
Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarından üç tanesi olan “kimlik”,
“özgürlükler” ve “sivil toplum” çalışmada faydalanılan nitel araştırma tekniğinin
yöntemleriyle Türkiye’nin siyasal parti geleneğinin ışığı altında TBMM’de grubu
olan partiler özelinde incelemeye tabi tutulmuştur.
İncelenen ilk parti 2002 yılından beri tek başına iktidarda olan Adalet ve
Kalkınma Partisi’dir (AKP). AKP 2007 yılı seçim bildirgesinde Türkiye’nin sahip
olduğu kültürü ortak bir miras gördüğünü belirttikten sonra Türk kültür ve sanatının
milli yönünün korunmasının hedefleri arasında olduğunu belirtmiştir. Bu programa
ilişkin olumsuz bir yöndür. AKP kimlik konusunda doğrudan bir söyleme sahip
değildir ancak Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki kültürleri kabul etmektedir. Radikal
Demokrasi kuramının genel ilkelerini göz önünde bulundurduğumuzda AKP
programının geçer not aldığını söylemek mümkün değildir.
Çalışmamızda incelenen ikinci parti Cumhuriyet Halk Partisi yani CHP’dir.
Kültürel kimlikleri CHP de zenginlik olarak kabul etmektedir. CHP programında
yeni azınlıklar yaratılmasına karşı olduğunu ifade etmektedir. Bu ifade parti
programının ulusçu yanını göstermektedir. Parti programında kültürel farklılıkları
asimilasyona tabi tutmayacağını belirten CHP bu noktada entegrasyonu hedeflediğini
dile getirmektedir. CHP programında göze çarpan bir diğer nokta ise kimliklerin
kabul edilmesi hususuna netlik kazandırılmamasıdır. Bu durum Radikal Demokrasi
modeli uyumlu değildir. Anadil kullanımının güvenceye alınacağını belirtmesi CHP
programı açısından olumlu bir yöndür. Farklı ulusal kimliklerin kültürel haklarına
yönelik somut ifadelerin kullanılmadığı CHP seçim bildirgesinde kültürel haklar
anlamında sanatın geliştirilmesine yönelik ifadeler kullanılmıştır. Kültürel hakları
konusunu sanatın geliştirilmesi ile sınırlandırması CHP’nin bu konunun Radikal
95
Demokrasi
açısından
değerlendirilmesinde
yeterli
düzeyde
olmadığını
göstermektedir. Genel olarak değerlendirdiğinde CHP programının Radikal
Demokrasi perspektifinden geçerli not almadığı söylenebilir.
Çalışmada incelenen üçüncü siyasi parti Milliyetçi Hareket Partisi’dir (MHP).
Parti programında demokrasi standartlarının milletin (kastedilen Türk milletidir)
tarihinden ve köklerinden gelen değerlerinden ilham alınarak yükseltileceği ifade
edilmektedir. MHP programındaki bu bölüm ülkemizde yaşayan herkesi aynı tarih ve
köklerden geldiği kabulünden hareket ettiği için Radikal Demokrasi modeli pek
uygun değildir. MHP programında temel olarak ülkemizde yaşayan herkesin Türk
olduğu vurgulanmaktadır. Bu tarz bir vurgu Radikal Demokrasi modelindeki çoğulcu
toplum yapısıyla zıt bir özellik göstermektedir. MHP 22 Temmuz 2007 Genel
Seçimleri öncesinde yayınladığı seçim bildirgesinde ise kimlik tartışmalarını
reddetmekte ve kendileri için esas olanın Türk kültürünün geliştirilmesi olduğunu
vurgulamaktadır. MHP parti programına genel olarak bakıldığında ülkemizde farklı
etnik ve inanç kültürlerinin varlığına yönelik olumsuz bir yaklaşım olduğu
görülmektedir.
Çalışmadan incelenen son siyasal parti 11 Aralık 2009 tarihinde Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekillerinin
topluca üye olarak mecliste grup kurmasını sağladığı Barış ve Demokrasi Partisi’dir
(BDP). BDP programında hedeflerinin tek tipleşmenin olmadığı siyasal bir ortam
oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Radikal Demokrasi modelinin çoğulculuğa
dayanması noktasından hareketle bu ifade BDP hanesine olumlu bir not verilmesi
gerektiğini göstermektedir. Parti söyleminin en kuvvetli olduğu kavramlardan olan
kimlikle ilgili tartışmalarda tek tipçi bir yapıya sahip olduğunu söyledikleri 1982
Anayasası’nın mutlaka değiştirilmesini savunan BDP, çoğulcu ve özgürlükçü
kavramlarını kimlik tartışmalarında sıklıkla kullanmaktadır. BDP devletin daha fazla
güç ve yetkiyle donatılmasının toplum üzerine baskı oluşturduğunu savunarak
devletin küçültülerek koordinasyon işlevi gören bir yapıya kavuşturulacağını ileri
sürmektedir. Genel itibariyle değerlendirdiğimizde BDP programının Radikal
Demokrasi modeli ile uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz ancak bu uyum BDP’nin
96
mevcut siyasal koşullarda iktidara gelme ihtimalinin uzak olmasından kaynaklı rahat
ifadeler kullanabilmesinin bir sonucu olabilir.
TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarının Radikal
Demokrasi modeli ışığında incelenmesi çalışmasında ülkemizde birçok siyasal parti
bulunmasına rağmen parlamentoda dört tane grup bulunması çalışmayı sınırlayan
önemli etkenlerden birisiydi. Çalışmayı benzer şekilde sınırlayan bir diğer durum ise
partilerin Radikal Demokrasi modelinin önem verdiği temel argümanlardan olan
kimlik siyaseti, kültürel haklar, devletin küçülmesi gibi başlıklar konusunda
partilerin yeterli materyal üretmemesi oldu. Bu konularda inceleme yapmak için
temel kaynak olmasına rağmen parti programı ve seçim bildirgesinin dışında başka
materyaller-örnek tutum belgesi v.b-edinilememiştir.
Çalışmanın ulaştığı sonuç Radikal Demokrasi modelinin önem verdiği temel
ilkelerin TBMM’de grubu bulunan gerek iktidar gerekse de etkin, toplumsal tabanda
yansıması olan etkin muhalefet partilerin programlarında yeterince yer almadığıdır.
Buradan hareketle Radikal Demokrasi modelinin Türkiye’de kurumsallaşması için
hala vakit gerektiği belirtilebilir.
Çalışmanın sonunda bir sıralama yaptığımızda kimlik siyasetini ön plana
çıkaran ve etnisite üzerinden bir bölge partisi olan; kitle partisi olmayı hedefleyen
BDP’nin Radikal Demokrasi kuramlarına programında daha çok yer verdiğini
görmekteyiz. İkinci olarak muhafazakar liberal parti olarak kendini adlandıran AKP,
programlarında ve uygulamalarında demokratik açılımlar (Kürt, Alevi, Romen), sivil
toplum, yerel yönetimlerdeki şeffaflık ve katılımcılık ile çalışmamızın kuramının
kimi noktaları itibariyle uyuşmaktadır.
MHP’nin, geleneksel sağ ideolojisi bakımından Radikal Demokrasi kuramını
programına almamasını doğal karşılayabiliriz. Çalışmanın en büyük ironisi ise
kendini sosyal demokrat olarak anlamlandıran CHP’nin muhafazakar, devletçi ve
tekçi bir zihniyetten kurtulamadığıdır. Bu da İdris Küçükömer’in de dediği gibi
Türkiye’de sol siyaset yaptığını ileri süren partilerin Radikal Demokrasi gibi
gelişmelere sırtını döndüğü ve bu politikaları muhafazakar ve etnik partilerin
uyguladığıdır.
97
Bu konunun her ne kadar sol siyaset tarafından uygulanacak bir politika
olduğu dile getirilse de uygulamanın sol yelpazede olmayan partiler tarafından
yapılabilir
olması
bizlere
Avrupa’daki
pratiklerin
de
bu
çerçeve
içinde
incelenmesinin zorunluluk olduğunu göstermektedir.
Gelecekte bu konuyla ilgili çalışma yapacak araştırmacıların çalışmalarını
oluşturdukları dönemde Radikal Demokrasi modeliyle ilgili güncel bilgileri gözden
geçirmeleri, ülkemizdeki durumu daha net analiz etmek ve ortaya koymak için model
bir ülke seçmeleri, matbu parti programlarının incelenmesinin yanı sıra ilgili
partilerin karar mercilerinde bulunan kişilerle röportaj yapmaları çalışmalarının
niteliğini arttıracak yararlı noktalar olabilir.
98
KAYNAKÇA
Acı, Esra Yüksel, Sivil Toplum Kuruluşları / Kalkınma Sürecinin Yeni
Aktörleri, Günizi Yayıncılık, 2005
Aglietta, Michel, A Theory of Capitalist Regulation, Londra, 1979
Althusser, Louis, Marx İçin, İthaki Yayınları, 2002
Altıparmak Kerem, Türkiye’de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma, TBB
Yayınları, 2007
Altıparmak, Kerem, Köprüden Önce Son Çıkış: Türkiye İnsan Hakları
Kurumu Kanun Tasarısı’nın Eleştirel Değerlendirmesi, A.Ü. S.B.F. İnsan Hakları
Merkezi İnsan Hakları Çalışma Metinleri: 13, Ankara, 2010
Argun, Fevzi, İşkence Dosyası, TİHV Yayınları, 1995
Bayramoğlu, Ali, 28 Şubat: bir müdahalenin güncesi, İletişim, 2007
Bell, Daniel, On Meritocracy and Equality, 1972
Benhabib, Seyla , The Rights of Others, Cambridge University Press, 2004
Bora, Tanıl, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket,
İletişim, 2004
Can, Nevzat, Özgür Birey Sınırlı Devlet, Hece, 2005
Cemal, Hasan, Özal Hikayesi, Doğan Kitapçılık, 2000
Cleaver, Harry, Reading Capital Politically, The Harvester Press, Sussex,
1979
Çağlar Nedret, Postmodern Anlayışta Siyaset ve Kimlik, Süleyman Demirel
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2008
Demir, Eyyüp, Yasal Kürtler, Tevn Yayınları, 2005
Demir Gökhan, Post-Marksizm ve Radikal Demokrasi Projesi, Yıldız Teknik
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2005
Denzin, N.K.; Lincoln, Y.S., Handbook of Qualitative Research, Thousands
Oaks, 1994
99
Eken Hurigül, Küreselleşme ve Ulus Devlet, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2006
Erdem, Çiğdem, Küreselleşme Karşısında Değişen Vatandaşlık Algısı, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Eroğul, Cem , Anatüzeye Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996
Eroğul, Cem , Türkiye İşçi Partisi Programının Düşünce Yapısı, Emek
Dergisi, 1969
Erol, Mehmet Seyfettin; Efegil, Ertan, Türkiye-AB ilişkileri: dış politika ve iç
yapı sorunsalları, Alp Yayınevi, 2007
Etöz, Zeliha , Sosyal Bilimlerde Yöntem Ders Notları, 2006
Etöz, Zeliha, Sosyal Bilimlerde Yöntem Notları, 2006
Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması, Beyoğlu Musevi
Hahamhanesi Vakfı Yayınları
Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010
Göle, Nilüfer, Mühendisler ve İdeoloji, Metis, 2008
Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Yayınları, 1998
Hegel, George, W.F., Tüze Felsefesi, İdea Yayınevi, 2006
Hobsbawm, Eric, J., Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest
Yayınları, 2009
Işık, Oğuz; Pınarcıoğlu, M. Melih, Nöbetleşe Yoksulluk, İletişim Yayınları,
2009
Kahraman, Hasan Bülent, Radikal Demokrasi ve Chantal Mouffe, Radikal
Gazetesi, 1999
Keyman E. Fuat, Türkiye’de Kimlik Sorunları ve Demokratikleşme, Alfa,
2000
Keyman, Fuat, Türkiye’nin İyi Yönetimi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008
100
Kolektif, Kavram Sözlüğü, Söylem ve Gerçek, içinde Kimlik, Ceyhan Suvari,
Özgür Üniversite Yayınları, 2005
Köker, Levent, Radikal Demokrasi, Diyalog Dergisi, sayı: 1, 1996
Köker, Levent, Kimlik Krizinden Meşruluk Krizine: Kemalizm ve Sonrası,
Toplum ve Bilim, sayı: 71, 1996
Kudar, Barış, Ne Olacak Bu CHP'nin Hali? 1 (Sosyal Demokrasi Belini
Düzeltebilir mi?), Dönence Basım ve Yayın, 2004
Laclau, Ernesto, Siyasi Kimlikler Oluşturma, Verso, 1994
Laclau, Ernesto, Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme, Birikim Yayınları,
İstanbul, 2003
Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim,
2008
Lummis, C. Douglas, Radical Democracy, Cornell University Press, New
York, 1996
Mavioğlu, Ertuğrul, Apoletli Adalet, Babil Yayınları, 2005
Marshall, Goron, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003
Miles, M.B.; Huberman, A.M., Qualitative Data Analisysis, Thousands Oaks,
1994
Öngider, Seyfi, Milliyetçilik, Faşizm ve MHP (Derleme), “Türkeş’ten
Bahçeli’ye MHP: Nereye Kadar”, Aykırı Yayınları, 2002
Özbudun, Ergun , Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005
Punch, Keith F., Sosyal Araştırmalara Giriş, Nitel ve Nical Yaklaşımlar, 2005
Safi, İsmail, Türkiye'de muhafazakâr siyaset ve yeni arayışlar, Lotus
Yayınevi, 2007
Sosyalist Enternasyonal (SE) 23. Genel Kurulu Kararları, 03.07.2008
Şimşek, Hasan, Nitel Araştırma Yöntemleri
101
Tanör, Bülent; Boratav, Korkut; Akşin, Sina, Türkiye Tarihi Cilt: 5 Bugünkü
Türkiye 1980 – 2003, Cem Yayınevi
Taşpınar, Ömer, Türkiye'de kimlik çelişkisi yaşanıyor, Radikal, 13 Haziran
2007
Teziç, Erdoğan , Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul,
2005
Thomassen, Lasse, Radical democracy: politics between abundance and lack,
içinde Mouffe, “For an Agonistic Public Sphere”
Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde
Mouffe, “Radical Democracy or Liberal Democracy”
Turgut, Mehmet, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri
Değerlendirmesi, Boğaziçi Yayınları, 2003
Uras, Ufuk, Başka Bir Siyaset Mümkün, İthaki Yayınları, 2003
Üstüner Fahriye, Radikal Demokrasi: “Liberaliz mi Demokrasi mi? Evet
Lütfen”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 2007
Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi Parti Disiplini, Lider Sultası, Partilerde
Oligarşik Yapı, Siyasal Yozlaşma, e-Demokrasi, e-Devlet, e-Parti, Beta Basım, 2002
Parti Programları
Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi
Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı
Cumhuriyet Halk Partisi Programı
Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007
Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı
Milliyetçi Hareket Partisi, Seçim Beyannamesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul Tutanağı 23. Dönem 4. Yasama
Yılı 18. Birleşim 13 Kasım 2009 Cuma
102
İnternet Kaynakları:
Kavramlar:
Antagonizma: http://mitoloji.info/glossary/antagonizma.nedir, erişim: 3
Kasım 2009
Jürgen Habermas: http://tr.wikipedia.org/wiki/J%C3%BCrgen_Habermas,
erişim: 4 Kasım 2009
Postyapısalcı Felsefe:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Postyap%C4%B1salc%C4%B1_felsefe, erişim:
01.10.2009
Türkiye İşçi Partisi:
http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi,
erişim: 19 Ocak 2010
Yazarlar:
A. Mecit Özgül,
http://www.yayin.adalet.gov.tr/24_sayi%20i%C3%A7erik/A.%20Mecit%20%C3%9
6ZG%C3%9CL.htm, erişim: 27 Kasım 2009
Ayşe Kadıoğlu, Ötekilerin hakları başlıklı yazısı,
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=4555, erişim: 10 Kasım
2009
Baskın Oran, 2007:Korku ve Umut başlıklı yazısı
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6993
Cengiz Çandar, Çankaya'daki Abdullah-İmralı'daki Abdullah (Kürt
sorununda ‘iyi şeyler' olacak) başlıklı yazısı,
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11211619&yazarid=215, erişim:
22 Şubat 2010
Faruk Bildirici, Eşcinsellik hastalık, tedavi edilmeli başlıklı röportajı,
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/14031207.asp?gid=59, erişim: 7 Mart 2010
103
Ümit Kardaş, Vicdani ret itirazının boyutları başlıklı yazısı,
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7807
Yavuz Yıldırım, Demokrasi Demokrasi Dedikleri... başlıklı yazısı
http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=43&makale=Demokrasi%
20Demokrasi%20Dedikleri, erişim: 18 Kasım 2009
Haberler ve Yazı Dizileri:
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi, http://bianet.org/bianet/siyaset/107229-27mayis-darbesi-kronolojisi-ve-yassiada-durusmalari, erişim: 20 Ocak 2010
TCK 301 nihayet değişti başlıklı haber,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=254504, erişim: 25 Şubat 2010
Anayasa Mahkemesi Başörtüsü Düzenlemesini İptal Etti başlıklı haber,
http://bianet.org/bianet/bianet/107443-anayasa-mahkemesi-basortusu-duzenlemesiniiptal-etti, erişim: 25 Şubat 2010
AİHM, Leyla Şahin'in türbanla ilgili itirazını reddetti başlıklı haber,
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3504033&tarih=2005-11-10,
erişim: 25 Şubat 2010
Azınlık raporu 'paramparça' başlıklı haber,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=132968, erişim: 2 Mart 2010
Kürtçe Bilen Memur Aranıyor başlıklı haber,
http://www.bugun.com.tr/haber-detay/69831-kurtce-bilen-memur-araniyorhaberi.aspx, erişim: 22 Şubat 2010
PARTİLERE GÖRE 29 MART SEÇİM SONUÇLARI başlıklı haber,
http://www.secim.haberler.com/2009/partilere-gore-durum/, erişim: 20 Mart 2010
Kapatma davasında gerekçeli karar başlıklı haber,
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/463579.asp, erişim: 20 Mart 2010
Anayasa Mahkemesi, '367' gerekçesini 58 gün sonra açıkladı başlıklı haber
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=556653, erişim: 20 Mart 2010
Belgeler:
104
AB Uyum Yasaları, http://www.belgenet.com/yasa/ab_uyum4-2.html, erişim:
20 Mart 2010
CHP Kurultayları, http://www.belgenet.com/parti/chpkurultay.html, erişim:
15 Ocak 2010
3 Kasım 2002 Genel Seçimleri, http://www.belgenet.com/secim/3kasim.html,
erişim: 14 Ocak 2010
Nicel ve Nitel Araştırma Yöntemleri:
http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=5808&baslik=nicel_ve_nitel_Arastir
ma_yontemleri&i=Arastirma_yontemleri, erişim: 17 Ocak 2010
Adalet ve Kalkınma Partisi Programı, http://www.akparti.org.tr/partiprogrami_79.html, erişim: 23 Şubat 2010
105
ÖZET
BAYTOK Erol. Radikal Demokrasi Kuramlarına 60. Yasama Döneminde
TBMM’de Grubu Bulunan Partilerin Bakış Açıları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2010
Bu tezin amacı politik kuramcılar Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau
tarafından kaleme alınan Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de incelenen Radikal
Demokrasi Kuramı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan
siyasi partilerin programlarında nasıl ele alındığını incelemektir. Bu çalışmada nitel
araştırma yöntemi kullanılmıştır.
“Radikal Demokrasi” projesi dünyada demokrasi krizinin yaşandığı bir
dönemde ortaya atılan önemli bir tez olmuştur. 20. yüzyılın, son çeyreğinde yaşadığı
yüzyılın ikinci büyük ekonomik krizin olgunlaştığı aynı dönemde post-Marksist
eğilimlerin de ortaya çıkan ihtiyacı karşılamak amacıyla mevcut siyasanın yeniden
okunmasıyla geliştiğini söylemek mümkündür.
Çalışmada Türkiye gibi demokrasinin hala tam olarak kurumsallaşmadığı,
özümsenmediği bir toplumda dünyadaki demokrasi ile ilgili sorunlara çare olma
iddiasıyla ortaya çıkan bir kuram incelenmiştir.
Farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer almasının, temel
hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve uygulanırlığının
denetlenmesinin önemli kontrol araçlarından siyasal partiler, Radikal Demokrasi
modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet aracılığıyla gündelik
yaşama yerleştirilmesinde başrol oynarlar.
Türkiye Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan dört siyasi partinin, AK
Parti, CHP, MHP ve BDP’nin programları Radikal Demokrasi Kuramı açısından
incelenmiştir. Gerçekleştirilen bu incelemenin sonunda parti programlarının Radikal
Demokrasi modeli ile uyumluluk düzeylerinin tatmin edici olmadığı belirtilmiştir.
106
Anahtar Sözcükler:
1. Radikal Demokrasi
2. Türkiye Büyük Millet Meclisi
3. Siyasi Partiler
4. Türkiye
5. Siyasi Parti Programı
107
ABSTRACT
BAYTOK Erol. Political Parties, which have Group in the Turkish Grand
National Assembly in the 60th Legislation Year, Attitude Towards Radical
Democracy Theory, Post Graduate Thesis, Ankara, 2010
The aim of this thesis is to examine programmes of the political parties that
have established group in the Turkish Grand National Assembly (TBMM). This
examination was carried out in the light of the Radical Democracy Theory developed
by Chantal Mouffe and Ernesto Laclau. C. Mouffe and E. Laclau explained the
Radical Democracy Theory in their book titled Hegemony and Socialist Strategy.
The qualitative research model has been used in this thesis.
Radical Democracy project has become an important thesis in a period while
there was democracy crisis in the world. It is possible to note that while there was the
second biggest economic crisis of the century in the last quarter of the 20th century;
post-Marxist doctrines were also developed via analysing the existing political
circumstances once again.
A theory, which argues to produce solutions to problems of the democracy in
the world, was examined for Turkish society that has not internalized democracy yet
and does not have an institutionalised democracy.
Political parties, which are important tools to involve different social thoughts
in political arena, control implementation and applicability of the basic rights and
freedoms completely, have a key role for internalization of the Radical Democracy
model by the society and implementation it into the daily life by the state.
Programmes of the four political parties, Justice and Development Party
(AKP), Republican People's Party (CHP), Nationalist Movement Party (MHP) and
Peace and Democracy Party (BDP) all have group in the TBMM, were examined in
the light of the Radical Democracy Theory. It has been determined that political
parties programmes are not compatible with the Radical Democracy model at a
satisfactory level.
108
Key words:
1. Radical Democracy
2. Turkish Grand National Assembly
3. Political Parties
4. Turkey
5. Political Party Programme
Download