PERSPEKTİF SAYI: 110 TEMMUZ 2015 İran Nükleer Mutabakatının Muhtemel Bölgesel Sonuçları Talha Köse • İran nükleer mutabakatı Ortadoğu’daki düzen arayışlarını nasıl etkileyecek? • Nükleer mutabakatın ardından ekonomide ve enerji piyasasında hangi gelişmeler beklenmeli? • Türkiye-İran ilişkilerinin geleceği nasıl şekillenecek? • Bu anlaşmanın uluslararası toplum açısından anlamı nedir? Giriş 14 Temmuz 2015’te Viyana’da BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ve Almanya ile İran İslam Cumhuriyeti arasında imzalanan nükleer mutabakat gerek Ortadoğu siyasetinin geleceğini belirleme noktasında, gerekse nükleer silahların sınırlandırılması konusunda uzun vadeli sonuçları olabilecek bir anlaşmadır. Anlaşmanın uygulanıp uygulanmayacağı; başarılı neticeler alınıp alınmayacağı ve İran ile Batı arasında güven inşasına katkı sağlayıp sağlamayacağı halen belirsizdir ancak bu konulardaki engelleri aşmak için önemli bir hamle yapılmıştır. Bu hamlenin gözlemcisi ise uluslararası toplum ve kamuoyu olacaktır. Mutabakata çok uzun süren bir müzakere süreci ile varılmıştır ve son derece detaylı bir metne imza atılmıştır. Bu anlaşma ile İran tarihin gördüğü en sert nükleer denetim rejimlerinden birini kabul etmiş oldu ancak bunun karşılığında da uluslararası toplumun meşru ve muteber bir aktörü olarak kabul edilme imkanına sahip oldu. Bu anlaşma niteliksel olarak İran ile Batı arasındaki büyük uzlaşı mutabakatı olarak anlaşılmamalıdır. Böylesi bir mutabakata ancak uzun yıllar sürecek güven inşası sonunda ve belli testlerin başarıyla aşılması ile ulaşılabilir. Ancak mutabakat bu doğrultuda atılmış ve ilişkilerin yönünü yeniden belirleme kabiliyetine sahip bir adım olarak okunabilir. Anlaşma olduğu gibi uygulanabilirse İran’ın nükleer silahlar edinmesi oldukça zorlaşacak; öte yandan ambargoların kalkması İran ekonomisinde hızlı bir gelişimin önünü açacak ve İran’ın bölgesel etkinliğini artıracaktır. Anlaşmanın Ortadoğu’ya Etkisi Anlaşma Ortadoğu’daki bölgesel nüfuz mücadelesinin geleceğini de etkileyecektir. Bu yönüyle diğer bölge aktörleri de anlaşma sonrası siyasi duruşlarını ve stratejilerini yeniden gözden geçireceklerdir. Yeni durumdan en olumsuz etkilenecek aktörler Suudi Arabistan ve İsrail olurken, diğer bölgesel aktörler de yeni durumu yakından takip edeceklerdir. Anlaşmayla birlikte Ortadoğu’daki düzen arayışları ise yeni bir boyut kazanmış oldu. İran’ın bölgesel etkinliğini artırması beklenebilir ancak İran’ın mutabakat sonrası bölgede daha yapıcı roller oynaması daha muhtemel hale gelmiştir. Türkiye açısından İran nükleer müzakerelerinin mutabakatla neticelenmiş olması biraz gecikmiş ancak olumlu bir adımdır. Talha Köse Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Sabancı Ü. Uyuşmazlık Analizleri ve Çözümleri programında; George Mason Ü. Institute for Conflict Analysis and Resolution’daki doktorasını “Re-Negotiating Alevi Identity: Conflict and Cooperation Narratives and the Constitution of New Alevi Identity” başlıklı tez ile tamamladı. SETA’da araştırmacı, SETA DC’de araştırma koordinatörü olarak çalıştı. İstanbul Şehir Üniveristesi’nde öğretim üyesidir. PERSPEKTİF İran’ın uluslararası sisteme yeniden dahil edilerek dünyanın büyük güçleri tarafından meşru bir aktör olarak algılanmaya başlanacak olmasının, Ortadoğu’nun geneline yayılmakta olan mezhep geriliminde İran liderliğindeki Şii blokunu kısmi olarak güçlendirmesi beklenebilir. Yemen, Lübnan, Irak, Bahreyn ve hatta Afganistan’daki Şii aktörlerin hamisi konumundaki İran, bu anlaşma ile bölgedeki güçler dengesindeki konumunu sağlamlaştıracaktır. Bu yeni durum, bölgede İran’ın nüfuz alanını genişletmeye çabalamasından tedirginlik duyan Sünni aktörlerde de bir değişime neden olacaktır. Özellikle Arap isyanları sonrasında ortaya çıkan ve demokratikleşme taleplerinin dile getirildiği ortam, geleneksel mutlak otoritelerini devam ettirmeye çalışan krallık ve emirliklerde kaygıya neden olmuştu. Bu kaygıyı gidermek için İhvan gibi hareketleri bastıracak ve bu hareketlerin karşısında duracak otoriter yapılara yoğun maddi ve siyasi destek verildi ve bu da Sünni ülkelerde toplumsal ve siyasi gerilimlere ve kutuplaşmalara neden oldu. Türkiye gibi değişim sürecine destek vermekte olan ülkelerin bölgesel etkinlikleri de bu süreçte hasmane bir tavır ile karşılandı. Arap isyanları sonrası başını Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin çektiği ülkeler bölgedeki demokratik yayılımı engellemek ve otoriter durumlarını muhafaza edebilmek amacıyla toplumsal tabanı olan ılımlı Sünni hareketlerin önünü kesmek için ellerinden geleni yaptılar. Bu konunun en büyük mağduru ise başta Mısır’daki olmak üzere İhvan hareketi olmuştu. Bu operasyonlardan sonra DAEŞ gibi daha radikal örgütlerin ortaya çıkması, terör ve şiddetin dozunun artmasına neden oldu ve dolayısıyla Sünni dünya içerisinde radikalleşmeyi körükledi. İran’ın muhtemel etkinlik alanı karşısında Sünni blok kendi içindeki çelişkileri azaltma yönüne gitmeyi tercih edebilir. Suud’da Kral Selman’ın işbaşına gelmesi ile birlikte bu tabloda tedrici bir değişim yaşanabileceği öngörülüyordu ancak İran ile P5+1 arasında varılan mutabakat bu süreci hızlandıracak gibi görünüyor. Bu durum Türkiye’nin Arap isyanlarının başından itibaren savunduğu bölgedeki demokrasinin gelişi- 2 mine olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Daha önceleri Türkiye’nin bölgesel etkisini sınırlandırmak için çabalayan Suud açısından ise Türkiye’nin konumu da bölgesel rakiplikten, stratejik olmasa bile taktik müttefik konumuna evrilebilir. Türkiye İran’a karşı bir Sünni blok oluşturulmasına sıcak bakmamakta, ancak bu vesile ile de olsa Sünni aktörler arasında daha sıkı bir işbirliği ve eşgüdümün oluşmasının olumlu sonuçları olabileceğini düşünmekte. Bu işbirliği Türkiye’nin DAEŞ’e karşı ve Irak ile Suriye politikalarındaki konumunu tahkim edebilir. Irak, Suriye, Libya’da yaşanan iç savaşlar ve Lübnan’da yaşanan kısmi iç savaş ve bölgede ortaya çıkan düzensizlik ve kargaşa ortamı orta vadede yeni bir bölgesel düzene evrilebilir. Artık çok daha net olarak ortaya çıkan durum bölgede Amerikan veya bölge dışı bir aktörün hegemonyasının ortadan kalkması durumudur. Obama başkanlığı döneminde stratejik öncelik olarak ortaya çıkan Uzak Asya’ya odaklanan ABD politikası, Ortadoğu’da kendi kontrolü dahilinde yeni bir güçler dengesi oyunu kurma ve olayları arkadan yönetme politikasına yöneldi. Ortadoğu’nun güvenlik mimarisindeki bu yeni parçalanma yerel aktörlere daha fazla sorumluk yüklemeye başladı. İran’ın bu dengenin dışında kaldığı bir ortamda, ABD’nin Sünni aktörlerle müzakereleri daha zor hale geliyor ve müzakerelerde o aktörlere daha fazla bağımlı hale geliyordu. Bu ortamda değişen yaklaşım ile birlikte denetleyebildiği bir İran’ın varlığı İran üzerindeki kontrolünü sağlarken, ABD’nin İran’ı bölgesel hasım olarak gören diğer aktörlerle pazarlık gücünü de artırmış oldu. Bu açıdan Ortadoğu’daki güç dengeleri rejiminin ayakları şekillenmeye başlamıştır. Bu noktada İran, Suud, Türkiye üçgeni kendi içerisinde bir dengeye ulaşabilir. Bu ülkelerin birbirleri ile kesişen şekilde oluşan nüfuz alanları muhtemel gerilimlere işaret etmektedir. Ortaya çıkmakta olan bu denge arayışının en büyük belirsizlik unsuru ise Mısır’ın siyasi geleceği meselesidir. Şu anda kendi iç çelişkileri ile uğrasan Mısır’ın bu dengede ne gibi bir rol oynayacağı bölgesel düzenin unsurlarını önemli ölçüde etkileyecektir. Mursi’yi darbe ile devirerek işbaşına gelen Cumhurbaşkanı setav.org İran Nükleer Mutabakatının Muhtemel Bölgesel Sonuçları Abdulfettah Sisi kendi iktidarını devam ettirmek için özellikle Batı’ya ve İsrail’e elinden geldiğince taviz verecektir. Arap isyanları ile belirli bir bilinç düzeyine ulaşan Mısır halkı açısından işlerin Mübarek döneminde olduğu gibi devam etmesi kabul edilebilir bir seçenek olmayacaktır. Mısır’daki değişim beklentisi er ya da geç yeni bir sarsıntıya neden olacaktır, ekonomik durumun düzene sokulamaması bu sarsıntının şiddetini artırıp sürecini de öne çekecektir. İran’ın sisteme dahil edilmesinin ardından en büyük belirsizlik unsuru olarak Mısır kalmıştır. Bölgesel rekabet ve düzen arayışı sarmalında bütün aktörler bölge içinde ve uluslararası aktörlerle işbirliği arayışları içinde olacaklardır. Bu arayışlar bölge dışı aktörlerin, bölgedeki rekabetlerine de sahne olmasını beklememize neden olacaktır. İran ve Suud’un zıt kutuplar, Türkiye’nin daha çok arabulucu rolü oynadığı, Mısır’ın ise kırılgan aktör olduğu bu yeni bölgesel sistem, Irak, Suriye ve Yemen’deki güç boşlukları doldurulana kadar türbülanslar yaşayacaktır. Böylesi bir ortamda, herhangi bir kutbun tarafı olmaktansa aktif bir üçüncü taraf ve arabulucu olmak Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarına daha fazla hizmet edebilir. ABD ve Batı’nın bu tabloda bütüncül bir politika belirlemektense Irak konusunda İran’a, Yemen konusunda Suud’a ve Suriye konusunda ise kısmen Türkiye’ye yakın strateji belirlemesi muhtemeldir. İsrail’in güvenliği ise Amerika’nın kırmızı çizgisi olmaya devam edecektir. Bu denklemde değişen parametre ise Rusya’nın bölgeye aktif müdahalesi ve Çin’in orta vadede artan ilgisi olabilir. Böylesi parametreler eklenirse ABD bölgeye daha aktif bir dönüş yapabilir, aksi halde mevcut dengeyi kontrollü bir şekilde izlemeyi tercih edecektir. Buradaki önemli sorunlardan biri bölgede yapıcı roller oynaması gereken Avrupalı aktörlerin halen bölgeye olan stratejik ilgisizliğidir. Bölgede yeni ortaya çıkan güvenlik kurgusu İsrail’i, İran karşısında kısmen daha korunaksız hale getirecektir. Yeni ortaya çıkan durumdan rahatsızlığını yüksek sesle dile getiren İsrail, kendi güvenliğini sağlamak için bölgedeki bütün aktörlerle kavga etmek yerine bazı aktörlerle taktik işbirlikleri içine girmek setav.org zorunda kalacaktır. Bu zorunluluğun İsrail siyasetinin normalleşmesine ve hatta Filistin-İsrail sorununun kademeli olarak çözülmesine olumlu etkileri olabilir. İsrailli yetkililer, bölgedeki Arap rejimleri ve Türkiye ile ilişkilerini yeniden daha iyi hale getirmek için Filistinlilerle olan sorunlarını daha makul şekilde yönetmeleri gerektiğini anlayacaklardır. Filistin-İsrail sorununda yakın vadede yapıcı adımların atılmasını beklemek sürpriz olmayacaktır. Öte yandan İsrail buna paralel olarak Türkiye, Suud ve Ürdün ile olan ilişkilerini daha iyi bir noktaya getirmek isteyecektir. Bütün bu taktik hamleler uzun vadede İsrail’in bölge ile daha yapıcı ilişkiler geliştirmesine katkı sağlayacaktır. Türkiye-İsrail ilişkilerinde yakın vadede yapıcı adımların atıldığını görebiliriz. İsrail-Suud ilişkilerinin taktik boyuttan çıkarak daha stratejik bir işbirliğine dönüşmesini beklemek ise çok gerçekçi değildir. İslam dünyasında belli bir ağırlık göstermek isteyen Suud, kısa vadede İsrail ile bu kadar organik bir ittifak kurmayı tercih etmeyecektir. Türkiye açısından ise Filistin-İsrail sorununun çözüldüğü ve Gazze ile ilişkilerin normalleştiği bir tablo, İsrail ile yeni açılımlara olanak sağlayacaktır. Türkiye-İsrail belki eskiden olduğu gibi stratejik ittifaka gidemeyebilirler ama taktik işbirliği alanları genişleyebilir. İran eline geçen yeni parasal kaynaklar ve meşruiyet ile Irak ve Suriye’deki iç savaşlara müdahalelerini artırabilir. Bunun yakın vadede iç savaşların seyrine etkisi olmayabilir ancak, İran’ın sahadaki etkinliğini artıracağına dair şüphe yok. Ancak DAEŞ ile mücadele için sadece Şii aktörlerin müdahilliği yeterli olmayacaktır, DAEŞ ile mücadeleyi İran ve Şii milisler üzerinden yapmaya çalışmak radikal Sünni unsurların bölgedeki etkisini orta vadede artıracaktır. DAEŞ ile mücadelede İran ve Şii milisleri kullanmak ve sahaya sokmak yanlış bir hamledir, bu mücadele ılımlı Sünni aktörleri güçlendirmek ve sahaya sokmakla mümkündür. İran böylesi bir tabloya sıcak bakmayacaktır ve özellikle Irak’ta Sünni aktörleri sınırlandırmak için elinden geleni yapacaktır. Eğer İran, DAEŞ ile mücadelede araçsallaştırılmaya çalışılırsa bölgedeki milis savaşının çok daha uzun süre devam 3 PERSPEKTİF etmesini bekleyebiliriz. İran’a uygulanan ambargo ve tehditler azalınca, İran’da milli güvenliği ön plana çıkaran muhafazakar aktörlerin siyasetteki etkinlikleri tedrici olarak azalacaktır. Bu dönüşüm, İran’daki değişim yanlılarını güçlendirerek iç ve dış politikada daha ılımlı bir yolun tercih edilmesini sağlayabilir. Ancak bölgenin genelinde mezhepçilik üzerinden devam eden vekalet savaşları ve milis savaşları ılımlı aktörlerin siyasetteki etkinliklerini sınırlayabilir. İran’ın kendi içinde değişim talepleri zaman içinde artacaktır ve bu İran’ın bölgesel politikalarını da etkileyecektir, ancak bütün bu tablo içerisinde en belirleyici aktörün halen İran’ın dini lideri olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Dini lider ve ona dayanan aktörler değişime direnmeyi düşünürlerse, İran’ın bölgesel nüfuz mücadelesinin azalmayacağını öngörebiliriz. Anlaşmanın Ekonomik Sonuçları Dünyada ikinci büyük doğalgaz ve dördüncü büyük petrol rezervine sahip olan İran’ın tekrar petrol ve doğalgaz arzında bulunması, petrol ve doğalgaz arzı konusundaki belirsizliği daha yönetilebilir hale getirecektir. Özellikle Avrupa ülkelerinin ve Çin’in Rusya’ya enerji alanında olan bağımlılıkları azalacaktır. Böylesi bir durum Avrupa’nın enerji güvenliği açısından son derece önemli bir hamle olarak kayda geçirilebilir. Avrupalı ve Çinli petrol ve doğalgaz şirketlerinin yakın bir zamanda İran’a önemli ölçüde yatırım yapmalarını beklemek sürpriz olmayacaktır. Bu yatırımlar ve petrol ve doğalgaz arzı orta vadede fiyatları aşağı çekip ithalatçı ülkeler açısından olumlu sonuçlar ortaya koyacaktır. Petrol ve doğalgaz ihracatçısı ülkeler açısından ise rahatsızlık yaratan sonuçları olacaktır. Suud ve Rusya gibi petrol ve doğalgaz ihracatı ile ekonomilerini yöneten aktörlerin ekonomik güçlerinin zamanla zayıflaması bu aktörlerin siyasi etkinliklerini de sınırlayabilir. Rusya, İran’ın bölgede etkinliğini artırması sonrası güvenlik kaygıları artan ve ABD’ye kendi güvenlikleri açısından daha şüpheci yaklaşacak olan Suud ve Körfez emirliklerine daha fazla silah satabilme hesabı içerisinde olacaktır. Rusya bölgede İran’ın etkinliğini artırmasından kaygı duyan 4 devletlerle stratejik ve güvenlik anlaşmaları imzalama yönünde adımlar atacaktır. Bu açıdan Rusya’nın hammadde ihracından kaybettiği avantajını, yeni silah ve güvenlik angajmanları ile kapatmaya çalışacağı görülecektir. Petrol fiyatlarının azalması ise Türkiye gibi gelişmekte olan enerji ithalatçısı ülkelere olumlu yansıyacaktır. İran’a uygulanan ekonomik ambargoların tamamen kaldırılması AB ülkeleri ve Çin tarafından olumlu karşılanmakla birlikte, orta vadede Rusya tarafından olumsuz algılanabilir. İran’ın petrol ve doğalgaz arzını artırması Türkiye’nin de dahil olabileceği yeni petrol ve doğalgaz boru hatlarının planlanmasına neden olabilir. Enerji ve ekonomi alanlarındaki işbirlikleri ve zamanla oluşacak karşılıklı bağımlılıklar, olası siyasi krizlerin daha ılımlı şekilde yönetilmesine imkan sağlayacaktır. Bu işbirliklerinin toplumlar arası karşılıklı etkileşimlere de olumlu katkılar yapması muhtemeldir. Türkiye-İran İlişkilerinin Geleceği Nasıl Şekillenecek? Türkiye açısından İran’ın güvenlik eksenli bir devlet yapısından çıkarak normalleşmesi, çok yönlü işbirlikleri ve daha yoğun etkileşimlere imkan sağlayacaktır. Türkiye açısından İran ile ticaret ve turizmin artması ve kültürel etkileşimlerin ivme kazanmasının olumlu etkileri olacaktır. Stratejik farklılıklara rağmen çok boyutlu etkileşimler ortak politika geliştirme kabiliyetini artırabilir. Türkiye son on yılda bölgesindeki bütün istikrar ve işbirliklerinden istifade ederken, bütün çatışmalardan da son derece olumsuz etkilenmiştir. Bu yönüyle İran ile oluşabiliecek ikili işbirlik alanları üçüncü tarafların aleyhine olacak şekilde planlanmamalıdır. Küresel siyaset açısından nükleer mutabakatın önemli bir anlamı var. Öncelikle uluslararası sorunların çözümü konusunda diplomatik müzakerelerin başarılı sonuç vermiş olması diplomasinin bir zaferidir. Obama yönetimi, kendinden önceki Bush yönetiminin aksine diplomasi ve uluslararası normların gözetilmesi konusunda çok daha hassas davranmakta. Bu yaklaşım genel olarak verimliliği ve Amerikan çı- setav.org İran Nükleer Mutabakatının Muhtemel Bölgesel Sonuçları karlarını gözetmesi açısından ABD’deki bazı aktörlerce yoğun bir eleştiriye maruz kalsa da, George Bush döneminde bozulan Amerika’nın uluslararası imajının olumlu yönde gelişmesine önemli katkı sağlamıştır. Öte yandan nükleer silahların yaygınlaşmasını engelleme konusundaki uluslararası normların teyit edilmesi ve güçlenmesine katkı sağlamıştır. Anlaşmanın bir diğer yönü ise, uzun yıllardır neredeyse hiçbir konuda ortak tavır geliştiremeyen BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin bu konuda bir uzlaşıya varmaları ve ortak sorun çözüm mekanizmasını işler hale getirmeleridir. Bu yönüyle başarılı bir müzakere www.setav.org | info@setav.org | @setavakfi setav.org sürecinden geçildi ve sanılanın aksine ortak bir diplomasi dili geliştirilebildi. Benzer bir yaklaşımın başka konularda da işler hale getirilebilmesi dünya barışı ve istikrarı açısında ümit verici olacaktır. Buradaki en büyük risk anlaşmanın, tarafların iç fikir ayrılıkları nedeni ile uygulanamaması ve denetleme rejiminin etkili bir şekilde işlerlik kazanamamasıdır. İran, istediği meşruiyeti kazanmasının ardından nükleer konusunda agresif politikalara devam ederse bu da daha sonraki benzer müzakereleri olumsuz etkileyecektir. Daha da önemlisi diğer bölge aktörlerinin nükleer silah edinmelerinin önünü de açmış olacaktır. SETA | Ankara Nenehatun Caddesi No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE Tel:+90 312.551 21 00 | Faks :+90 312.551 21 90 SETA | Washington D.C. 1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106 Washington, D.C., 20036 USA Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099 SETA | İstanbul Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı No: 41-43 Eyüp İstanbul TÜRKİYE Tel: +90 212 315 11 00 | Faks: +90 212 315 11 11 SETA | Kahire 21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen 5 Flat No 19 Kahire MISIR Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985